You are on page 1of 1052

Nüzul Sırasına Göre

Hayat Kitabı

KURAN
GEREKÇELİ MEAL-TEFSİR

Mustafa İslâmoğlu

DÜŞÜN YAYINCILIK
DÜŞÜN
YAYINCILIK
Yayın No 167
Kitabın Adı HAYAT KİTABI KUR'AN - NÜZUL SIRASINA GÖRE
Yazar Mustafa îslâmoğlu
İç Mizampaj Ali Koçak
Kapak M. Emin Öztürk
2. Baskı Eylül, 2010
ISBN 978-605-4195-05-3
Baskı ve Mücellit İstanbul Matbaacılık
Gümüşsüyü Cad. Işık Sanayi Sitesi B Blok No: 21
Topkapı-Zeytinburnu/İSTANBUL
Tel: 021248251 66
Yayıncı Sertifika No 12628
Yayıncı Adresi Fatma Sultan Mh. Kahalbağı Sk. No: 49
Topkapı-İSTANBUL
Tel & Fax Tel: (0212) 521 91 13-23 • Fax: (0212) 521 90 86
Sipariş Tel & Web (0212) 524 7 524 • www.kidap.com.tr

Eserin her hakkı DÜŞÜN YAYINCILIK'a aittir.


Kaynak gösterilerek almtı yapılabilir.
İzinsiz çoğaltılamaz, basılamaz
Vahiyle inşâ olmaya
ve hayatı vahiyle inşâ etmeye aday olan
herkese...
İÇİNDEKİLER

Nüzul Sıralı Baskıya Önsöz IX


Meale Giriş XI
Mealde Takip Edilen Usûl XVIII
Sûreler
1 Fatiha 1 3 0 Tîn 104
2 'Alak 5 31 Zelzele 107
3 Müzzemmil 10 3 2 İnsan 110
4 Müddessir 15 33 Kıyamet 115
5 Duhâ 22 34 Hümeze 118
6 Şerh 25 3 5 Mûrselât 120
7 Kalem 28 3 6 Kaf 124
8 Tekvir 35 3 7 Beled 130
9 A'lâ 39 3 8 Tarık 133
10 Leyi 43 3 9 Yâsîn 136
11 Fecr 46 4 0 Furkan 145
12 Kadr 50 41 R a h m a n 156
13 'Asr 53 42 Fâtır 163
14 'Âdiyat 56 43 Meryem 171
15 Kevser 59 44 Tâhâ 184
16 Tekâsür 62 45 Hakka 201
17 Mâ'ûn 64 4 6 Me'aric 205
18 Kâfinin 67 47 Nebe' 209
19 Tebbet 70 4 8 Nâzi'ât 214
2 0 Fil 72 4 9 İnfitâr 218
21 Kureyş 74 50 Vâkı'a 221
22 Kâri'a 76 51 Şu'arâ ...227
23 Felak 78 5 2 înşikâk 242
24 Nâs 81 53 Nemi 245
25 îhlas 84 54 Kamer 257
26 N e c m 87 55 Sâd 262
27 'Abese 93 5 6 A'râf 270
2 8 Şems 97 5 7 Secde 300
29 Burûc 100 58 Ra'd 306

VII
59 Tûr 317 8 7 Zâriyât 642
60 Mülk 322 88 R û m 648
61 Ğaşiye 327 89 Ankebût 659
6 2 Kehf 330 9 0 Mutaffifin 670
63 Cin 348 91 Hac 673
64 Nûh 353 92 Muhammed 687
6 5 İbrahim 357 93 Teğabün 693
6 6 Sâffât 365 9 4 Bakara 697
6 7 Kasas 375 95 Enfal 776
6 8 Isra 389 96 Hadîd 789
69 Yûnus 410 97 Nûr 796
7 0 Hûd 430 98 Âl-ilmran 812
71 Y u s u f 451 9 9 Saf 839
72 Hicr 471 100 C u m a 843
73 En'âm 482 101 Beyyine 847
74 Nahl 506 1 0 2 Haşr 850
75 Lokman 528 103 M ü n â f ı k û n 858
7 6 Sebe 7
535 1 0 4 Nisa 861
77 Zümer 545 105 M ü c â d i l e 892
78 Mü'min 556 106 Ahzab 898
7 9 Enbiya 566 107 T a l â k 913
80 Mü'minûn 584 108 M â i d e 917
8 1 Fussilet 596 109 M u m t e h a n e 940
82 Şûra 605 110 Fetih 946
8 3 Zuhruf 614 111 N a s r 954
84 Duhân 623 112 Hucurât 956
85 Câsiye 629 113 Tahrîm 961
86 Ahkâf 635 114 T e v b e 967

Kaynakça 997
Dizin 999

Ek I: Alfabetik Sıra C e t v e l i VI
Ek E: Nüzul Sırası C e t v e l i 1022

KISALTMALAR ilg : ilgili tah : tahkik


A.Br : Ana Britannica krş : karşılaştırınız t : tekili
age : adı geçen eser md : madde t.y. : (baskı) tarihi yok
ay : aynı yer msl : misâl tef : tefsirinde
bkz : balanız nkl : nakleden-naklen. vb : ve bunun gibi
ç : çoğulu ö : ölümü vd : ve diğerleri.
h : hicrî s : sayfa y.y. : (baskı) yeri yok

VIII
NÜZUL SIRALI BASKIYA ÖNSÖZ

Allah'a hamd, O ' n u n R a s u l ü ' n e salâttan sonra...


Esasen elinizde tuttuğunuz bu meal-i şerif, işin en başında nüzul sırası göze­
tilerek hazırlanmıştı. Açıklayıcı notlar yerleştirilirken de bu sıra gözetilmişti.
Fakat bir t a k ı m gerekçelerle, baskıda önceliği Mushaf sıralı olanı aldı. Nüzul sı­
ralı baskıyı Kur'an okurunun istifadesine s u n m a k ancak şimdi nasip oldu.
Ayet ya da nüzul sıralamasına " t e r t i b " adı verilir. Tertib konusunda M E A L E
GiRİŞ bölümünde genel bir açıklama yapılmıştır (s. X X I X - X X X ) . H e m oradaki
bilgileri özetleme, h e m de detaylandırma kabilinden şunlar da eklenebilir:
î k i tür sûre tertibi vardır: 1) Mushaf tertibi. 2) Nüzul tertibi.
1) Mushaf tertibi: Elde cari olan Mushaflardaki sûre sıralamasıdır. Sûrele­
rin sıralaması Hz. Peygamber'e işaretle yaptırılmış (tevkifi) bir uygulama de­
ğil, sahabenin takdiriyle oluşturulmuş (içtihadî) bir uygulamadır. Hz. Os­
m a n ' ı n hilafeti döneminde oluşturulan bir k o m i s y o n tarafından takdir edil­
miştir. Eğer M u s h a f sıralaması tevkifi olsaydı, resmi tertip öncesinde sahabe­
den bazılarının derlediği şahsi nüshalar tertip açısmdan birbirini tutardı. Oy­
saki durum böyle değildir. M u s h a f sıralamasında sahabenin hangi ölçüyü göz
önüne aldığı t a m b i l i n m e m e k l e beraber, uzunluk-kısalık ölçüsünün esas alın­
dığı t a h m i n i yapılabilir.
2) Nüzul tertibi: Kur'an'ın iniş sırası gözetilerek oluşturulmuş sıralamadır.
Allah Rasulü eliyle oluşturulmuş bir nüzul tertibi bulunmamaktadır. Fiz. Os­
man, İbn Abbas ve i m a m Cafer'e atfedilen nüzul cetvelleri değişik kaynaklar
vasıtasıyla bize kadar gelmiştir. Bunlara Ca'berî kanalıyla gelen Cabir b.
Zeyd'in Ibn Abbas'a nisbet ettiği nüzul tertibi de eklenebilir. İkisi aynı i s m e
(îbn Abbas) nisbet edilen bu dört kadim tertip de birbirinden faklıdır. Bu du­
rumda önümüzde iki yol vardı:
1) Ya bu tertiplerden birini doğru diğerlerini yanlış kabul e t m e k .
2) Ya da bu tertiplerin ışığında Kur'an'ın doğruya en y a k ı n nüzul tertibini
b u l m a k için e m e k verip ter dökmek.
Biz i k i n c i s i n i seçtik. Elimizdeki k a d i m nüzul tertiplerini bir veri olarak
ö n ü m ü z e koyduk. Bunlara yeni tertipleri de ilave ettik. Fakat h i ç k i m s e , nü­
zul tertiplerinin herhangi biri için " K e s i n sıralama b u " diyemezdi. Şu hâlde el­
deki nüzul tertiplerinin doğrularım yanlışlarından nasıl ayıracaktık? B u n u n
için bir ölçü koyabilir miydik?
Bu sualin peşine düştüğümüzde, surelerin m u h t e v a s ı bize yol gösterdi.
Kur'an'ın 23 yıllık iniş sürecinde yaşanan olayların kronolojisi üç aşağı beş
yukarı belli idi. Bu sürece paralel olarak gelişen Kur'an dilinin seyri ve gelişim
süreci de bir fikir veriyordu. Kadim tertiplerin doğrusunu yanlışından ayıkla­
m a k ve doğru tertibi b u l m a k için ç ı k t ı ğ ı m ı z y o l c u l u k t a esas aldığımız ölçüler
şunlar oldu:
1) Bir sûre içinde bir başka sûrede yer alan âyete atıflar ve suale cevaplar.
2) Sûrenin muhtevası ile nüzul ortamında yaşananlar arasındaki uyumluluk.
3) Siyer kaynaklarında nakledilen olayların k r o n o l o j i k sıralaması.
4) Kur'an'ın n ü z u l sürecine paralel olarak gelişen üslûp ve dil özellikleri.
5) Sûrenin i l k tertiplerdeki yeri ve sırası.
Bu ölçülerin t a t b i k a t ı n ı görmek için, t ü m surelerin başlarında yer alan gi­
riş sayfalarının i k i n c i paragraflarını o k u m a k gerekecektir. Sûrenin i s m i n e da­
ir i l k paragrafın ardından surenin iniş zamanı, tertipteki sırası ve iniş y ı l m a
dair paragraf gelmektedir. Bu zor ve yorucu uğraşa rağmen meal-i şerifte orta­
ya ç ı k a n tertip için de asla " K e s i n sıralama b u d u r " denilemez. Esasen nüzul
sıralaması konusunda son sözü söylemek, işin tabiatı gereği m ü m k ü n değil­
dir. B i z i m k i s i seleflerimizin bıraktığı i l i m m i r a s ı n ı n üzerine bir şeyler e k l e m e
çabasıdır, o kadar.

Elinizde tuttuğunuz Nüzul Sırasına Göre HAYAT KİTABI KUR'AN baskı­


sında, h e m her sûrenin girişinde, h e m de her sayfanın üst k ı s m ı n d a o sûrenin
N ü z u l ve M u s h a f ' t a hangi sırada yer aldığı kayıtlıdır. O k u r a kolaylık olsun di­
ye m e a l i n başında (VI) A L F A B E T İ K O L A R A K D İ Z İ L E N K U R ' A N - I K E R İ M
S U R E L E R İ N İ N M U S H A F SIRASI, N Ü Z U L SIRASI V E S A Y F A N U M A R A L A ­
R I N I G Ö S T E R İ R C E T V E L yer almaktadır. Y i n e m e a l i n sonunda da (1022)
HAYAT KİTABI KUR'AN YE KLASİK N Ü Z U L SIRALAMALARINI GÖSTE­
R İ R C E T V E L yer almaktadır. Bu cetvel, okura kıyaslama i m k â n ı sunacaktır.
Kur'an'ı kendi doğal iniş süreci içerisinde idrak e t m e k isteyenlere ve has­
saten Kur'an ile yeni tanışacak olanlara nüzul sıralı meal-i şerifi öneririz. Nü­
zul Sırasına Göre HAYAT KİTABI KUR'AN, vahiyle inşa o l m a k isteyen bah­
tiyarlara hayırlı ve m ü b a r e k olsun.
Gayret bizden, inayet Allah'tandır.

Mustafa ISLÂMOĞLU
1 Ramazan 1430, İstanbul
MEALE GİRİŞ

"Eğer Biz bu Kur'an'ı bir dağa indirmiş olsaydık,


onun Allah'a saygıdan boyun eğmiş bir halde şerha şerha dağıldığım görürdün."
(102/Haşr: 21)

Söz Başı
Ö n ü m ü z ve s o n u m u z , dünümüz, g ü n ü m ü z ve yarınımız, her i ş i m i z i n ba­
şı, ortası ve sonu O ' n u n adıyla ve O ' n u n adınadır. Ç ü n k ü O " o l " dedi olduk,
" o l m a " dese olmazdık. Ç ü n k ü g ü c ü m ü z ü O'ndan aldık, varlığımızı O ' n a
borçlu olduk. Borcun borçla ödenmeyeceğini bildik ve O ' n a kayıtsız şartsız
t e s l i m olduk. Bildik ki, O dilemese dileyemezdik, izin v e r m e s e edip eyleye­
mezdik.

H a m d i m i z ve senamız, özünde r a h m e t sahibi işinde r a h m e t sahibi olan,


sonsuz r a h m e t i n kaynağı olan, vahiyle insana tenezzül buyuran, akleden
kalplerimizi o n u n l a doyuran, insanı en güzel kıvamda yaratan, yarattığı in­
sana Kur'an'ı ve beyanı öğreten, sözün g ü c ü n ü gücün sözünden üstün kılan,
k e l â m ı y l a söze değer katan, k a l e m i yaratan ve onunla öğreten âlemlerin Rab-
bi, r a h m e t i n eşsiz m e m b a ı , sevgi ve şefkatin m u t l a k kaynağı Allah'adır.

D e s t e ğ i m i z ve salatımız, o n u n vahyini bize aldığı gibi taşıyan, o vahyi ta­


ş ı m a k l a kalmayıp m o d e l bir h a y a t ı yaşayan, insanlığın kabul o l m u ş sadaka­
sı olan ve insanlığa ebedi m u t l u l u ğ u n aydınlık y o l u n u bırakan, bir ö m r ü vah­
ye adayan ve hayatını canlı bir Kur'an kılan Rasulullah'adır.

Varlık, Allah k o n u ş u n c a var oldu. Tarih, O k o n u ş u n c a başladı. Beşere ruh,


O ' n u n dilini anlasın diye üflendi. O ruhla b i r l i k t e irade, akıl ve n u t k O ' n u n
k e l â m ı m u h a t a b ı n ı bulsun diye verildi. Ve 'beşer', O ' n u a n l a m a k için ' i n s a n '
oldu.

Varlığı k e l â m ile başlatan, i n s a n ı n serüvenini de k e l â m ile başlattı. H a k


ve s o r u m l u l u k verdiği insana, h a k ve s o r u m l u l u k l a r ı n ı nasıl kullanacağını
vahiyle öğretti. T a r i h i n e k s e n i n e k e l â m ı yerleştirdi. İnsana vahiyle yol gös­
terdi. Hayatı inşâ etsin diye i n s a n ı dünyanın " k a l f a s ı " (halife) yaptı. Bu kalfa
işini iyi yapsın diye insanı vahiyle eğitti.
Ezeli ve b i r i c i k h a k i k a t i n t ü m zamanlardaki tezahürü olan islâm, aynı za­
m a n d a A l l a h ' ı n k â i n a t ı yönettiği s i s t e m i n adıydı. Ezeli ve b i r i c i k h a k i k a t i n
insanlığın son ç e v r i m i n d e k i tezahürü olan Kur'an vahyi ise ilâhî bir inşâ pro-
jesiydi. Hayat yol, insan yolcuydu. Y o l u da y o l c u y u da O yarattı. Y o l harita­
sını b e l i r l e m e k , y o l u ve y o l c u y u yaratanın h a k k ı y d ı . T ü m ilâhî vahiyler, var­
lık ağacının bu soylu m e y v e s i var ediliş a m a c ı n ı gerçekleştirsin diye gönde­
r i l m i ş t i . Ve insanlığın son ç e v r i m i n d e ebedi rehberlik t ü m h a ş m e t i y l e Kur'an
suretinde bir kez daha göründü.

î l k k i t a b ı m , zatî eşyalarım dışında b e l k i i l k servetim, h e n ü z yedi yaşım­


dayken tarafıma hediye edilen bir Kur'an'dı. Y ö r e m i z d e sevilip sayılan arif
bir zâtın hediye ettiği bu mushafı, t ü m yıpranmışlığına rağmen hâlâ muhafa­
za ederim.

O gün h a y a t ı m a giren Kur'an, inişli ç ı k ı ş l ı bir seyir izlese de, h a y a t ı m d a n


bir daha h i ç ç ı k m a d ı . G e r e k özgün gerek örgün e ğ i t i m i m , hep Kur'an'ı anla­
m a m ı kolaylaştıran alanlarda oldu. Şimdi geriye dönüp baktığımda, b u n u n
R a b b i m i n fakire bir lûtfu olduğunu görüyor, şükründen aciz olduğumu itiraf
ediyorum.

D o l u dolu 11 y ı l l ı k ağır ve zorlu bir m e s a i n i n ürünü olan bu m e a l , " B i r


m e a l de ben y a z a y ı m " diye k a l e m e alınmadı. Bir nevi k e n d i n i fakire dayatan
bir s o r u m l u l u k olarak v ü c u t buldu. Zira m e a l y a z ı m ı , 1 9 9 8 başında başlayan
Tefsiru'l-Kur'an ve Te'vilu'l-Furkan adlı sesli ve görüntülü tefsir projemizin
o l m a z s a olmazıydı. T a b i i ki bu u z u n vadeli projenin ö n c e s i de var. Kahire saf­
h a s ı n ı saymazsak, İstanbul'da 1 9 9 2 yılında başlayıp 15 yılda t a m a m l a n a n
canlı ve k a m u y a a ç ı k tefsir derslerimiz bu ç a l ı ş m a n ı n n ü v e s i n i t e ş k i l eder.

V i c a h e n ve gıyaben ç o k geniş bir k e s i m e ulaşan bu dersler, bir tür k a d i m


i l i m geleneğimizdeki " a r z " y ö n t e m i n i çağrıştırıyordu. Derslerde verilen ki­
mi mânalar ve yapılan bazı y o r u m l a r muhatapları tarafından tartışılıyor, bu
tartışmaların y a n s ı m a ve yankıları bize dönüyordu. Bu m e a l i n olgunlaşma­
sında, işbu dönüşlerin payını daha baştan a n m a y ı bir görev bilirim.

Vahiy
Hayatta karşılaştığım h i ç b i r şey, b e n i bir m u c i z e - i bakî olan Kur'an kadar
e t k i l e m e d i . Kur'an'ın kanatlarına t u t u n d u k ç a h a y r e t i m arttı, h a y r e t i m art­
t ı k ç a daha bir sıkı t ü t ü n d ü m . Ve işte o z a m a n anladım A l l a h Rasulü eliyle
XII
gerçekleşen b ü y ü k i m a n h a m l e s i n i n arkasındaki itici gücü. T ü m k a l b i m l e
i n a n d ı m ki, bu güç Kur'an'dı. V a h y i n dönüştürücü gücünü gözardı ederek, bu
i m a n h a m l e s i n i n e a n l a m a k n e d e a n l a t m a k m ü m k ü n d ü . B u açıdan bakıldı­
ğında vahiy gerçek bir "fatih"_jQ_larak karşımızda duruyordu.

Vahiy, i l k muhataplarının h a y a t ı n ı adım adım inşâ e t m i ş t i . Zira vahiy ha­


yatı inşâ için gönderilmişti. V a h y i n a m a c ı insan m e r k e z l i bir hayat, i m a n
m e r k e z l i bir insan, bilgi m e r k e z l i bir i m a n ve h a k i k a t m e r k e z l i bir bilgi idi.
H a k i k a t i n m e r k e z i ise zaten belliydi: el-Hak olan Allah.

V a h i y ilk muhataplarını inşâ ederken şu y ö n t e m i kullandı: 1) K ı s m e n ya


da t a m a m e n i ç i n i boşaltıp yeniden yüklediği kavramlarla m u h a t a b ı n ı n tasav­
vurunu inşâ. 2) Ö n e r m e ve h ü k ü m l e r i y l e m u h a t a b ı n ı n a k l ı n ı inşâ. 3) Aktar­
dığı tarihi örnek ve kıssalarla m u h a t a b ı n ı n şahsiyetini inşâ. 4) Bütünsel bir
o k u m a s o n u c u ulaşılacak m a k s a t ve ruhuyla b ü t ü n bir hayatı inşâ.

H a y a t ı n ı inşâ ettiği insanları şirkin ve z u l m ü n esir aldığı karanlık akıllar­


dan kurtarıp, tevhidin ve adaletin aydınlığına çıkardı. V a h y i n inşâsına t e s l i m
olmadan önce eşkıya olanlar, vahyin inşâsından g e ç t i k t e n sonra evliya oldu­
lar. O n l a r vahye kendilerini inşâ eden bir özne olarak yaklaştılar, vahiy de
onları yaşadıkları çağın özneleri kıldı. Ö n c e l e r i z a m a n ırmağında akan birer
çer çöp gibiydiler. Vahiyle inşâ olduktan sonra hayat ırmağının akacağı yata­
ğı onlar belirlediler. Vahye öyle bir t e s l i m oldular ki, vahiy onları tefsir etti.

A n l a m ı n m e r k e z i n d e A l l a h ' ı n olduğu zamanlarda, h a y a t ı n m e r k e z i n d e de


vahiy oldu. Böylesi zamanlarda a n l a m doğru bir b i ç i m d e elde edildi, üretildi
ve iletildi. B u n u n devamı l a f ı z - m â n a - m a k s a t ü ç l ü s ü n ü n a y r ı l m a m a s ı n a bağ­
lıydı. Bunları birbirinden ayırıp koparma teşebbüsleri, her seferinde a n l a m bi­
nasını biraz daha zayıflattı. Bu sürecin sonucunda anlam ü r e t i m i durdu. Bu
duraklama şu z i n c i r l e m e s o n u c u doğurdu: 1) M a k s a t gözardı edilince m â n a
gözden k a ç t ı ve ü r e t i l e m e z oldu. 2) Ü r e t i l e m e y e n m â n a giderek küçüldü ve
i h m a l edilebilir bir unsur gibi görüldü. 3) B u n u n sonucunda, oluşan m â n a açı­
ğını k a p a t m a k i ç i n lafız t e k başına yüceltildi. 4) Y ü c e l t i l e n lafız a n l a m a n ı n
değil hissiyatın k o n u s u oldu. 5) Hissiyatın k o n u s u olan lafız artık n e s n e l e ş -
m i ş olduğu i ç i n h a y a t ı n dışına kolayca itilebildi. Sonuçta, vahiy hayatı inşâ
eden özne o l m a k t a n ç ı k t ı .

Elinizdeki çalışma, bu o l u m s u z süreci tersine ç e v i r m e k i ç i n yapılmış fiili


bir duadır. Bu ç a l ı ş m a k e s i n l i k l e başkalarına görünme ve gösterme arzusu­
n u n bir ürünü değildir. Kur'an'ı bir hayat k i t a b ı olarak t e l a k k i eden bir
Kur'an talebesinin, murad-ı ilâhiyi anlama ve y a ş a m a çabasının bir ürünü­
dür.
XIII
A l l a h ' ı n k e n d i s i n e hitab ettiği en son Peygamber Hz. M u h a m m e d (s.a.v.),
insanlığa gönderdiği son k i t a b ise Kur'an-ı Kerim'dir. A l l a h T e a l a Kur'an-ı
K e r i m ' i m e l e k Cebrail aracılığıyla H z . M u h a m m e d ' e y a k l a ş ı k 2 3 yıl süren bir
süreç içerisinde v a h y e t m i ş t i r . B u n u n l a A l l a h kullarını dalaletten hidayete,
karanlıklardan aydınlığa ç ı k a r m a y ı murad e t m i ş t i r .
Vahiy, A l l a h ' ı n yarattığı insana olan şefkat ve sevgisinin bir ürünüdür.
" B i z âdemoğluna k a t k a t i k r a m ederek o n u ü s t ü n v e şerefli k ı l d ı k " (17:70)
âyetindeki kerramna'mn A l l a h ' ı n insanı doğrudan m u h a t a p almaya değer bir
varlık olarak görmesi ve ona vahiy yoluyla i k r a m e t m e s i y l e bir alâkası olsa
gerektir. V a h y i n i n i ş i n i ifade eden " n ü z u l ve i n z a l " k e l i m e l e r i , aynı zaman­
d a " i k r a m " , " l ü t u f " v e " i y i l i k " anlamlarına gelir. O , insana " k a t k a t i k r a m
e t m i ş t i r . " Ç ü n k ü A l l a h insanı vahiy dışında ve ondan ö n c e üç ayrı kılavuzla
desteklemiştir. Bu kılavuzların i l k i t e m i z fıtrat ve vicdan, i k i n c i s i duyular ve
şuur, ü ç ü n c ü s ü ise akıldır. B ü t ü n bunların üzerine A l l a h ' ı n insana vahiyle
yol göstermesi, gök sofrasını akleden k a l b i n i n ö n ü n e sermesidir. Her i k r a m
bir t e ş e k k ü r ister. B ü y ü k i k r a m b ü y ü k t e ş e k k ü r ister. A l l a h ' ı n kullarına yol
göstermesi d e m e k olan vahye kulların t e ş e k k ü r ü gösterilen yolda y ü r ü m e k ­
tir. B u n u n i ç i n de vahyi a n l a m a k şarttır. A n l a m a n ı n o l m a z s a o l m a z ı tefek­
kürdür. Bilinen bir h a k i k a t t i r : t e f e k k ü r teşekkürdür.

Vahiy, A l l a h ' ı n iradesini insana bildirme yöntemidir. Kur'an'da " v a h y e t -


t i " (evha), " k o n u ş t u " [kelleme], dedi ve söyledi (M/e), buyurdu [emera], i l k a
etti (elka), indirdi [enzele], " ü n l e d i ve s e s l e n d i " [nâdâ] k e l i m e l e r i y l e ifade edi­
len vahyin g e r ç e k l e ş m e yollarını şu âyet beyan eder: " H i ç b i r ö l ü m l ü y l e Al­
lah'ın (yüz yüze) k o n u ş m a s ı o l a c a k şey değildir; a n c a k O ânî ve i ç e işleyen
ilâhi bir i l h a m yoluyla, veya bir perde arkasından, ya da O ' n u n dilediği şeyi
y i n e O ' n u n izniyle bildirsin diye bir elçi göndermek suretiyle k o n u ş u r "
(42:51).

Kur'an, y i n e kendi beyanına göre i l k k e z R a m a z a n ayı içerisinde yer alan


m ü b a r e k bir gece olan (84/Duhân: 3) Kadir gecesinde i n m e y e b a ş l a m ı ş (2:185;
97:1) ve y a k l a ş ı k 23 s e n e l i k bir süreçte peyderpey t a m a m l a n m ı ş t ı r . Kur'an
eşyanın ve h a k i k a t i n bir tefsiridir. Kendisi bizatihi m ü f e s s i r olan Kur'an
âyetlerinin i l k müfessiri d e y i n e Allah Teala'dır. K ı y a m e t sûresinde " O n u
a ç ı k l a m a k da bize d ü ş e r " b u y u r m u ş t u r .

Kur'an
Kur'an, fu'lan v e z n i n i n de delalet ettiği gibi " o k u m a n ı n t ü m o l u m l u an­
lamlarıyla daima o k u n a n " d e m e k t i r .
XIV
Kur'an'ı Kur'an'a sorduğumuzda, o kendisini bize şu özellikleriyle tanıt­
maktadır:

1) A l l a h ' ı n kelâmıdır. K e l â m sıfatının, t ü m diğer vahiyler gibi, başı arşta


ayakları arzda olan fiilî bir tecellisidir.
2) Arapça bir hitaptır. Arapça A l l a h ' ı n dili değil Kur'an'ın dilidir ve hiçbir
t e r c ü m e Kur'an değildir.
3) T e v a t ü r yoluyla n a k l e d i l m i ş t i r ve A l l a h ' ı n k o r u m a s ı altındadır. İndiği
i l k günden itibaren binlerce i n a n a n ı n hafızalarında, gönüllerinde, hayatların­
da ve yazılan mushaflarda taşınarak bugünlere gelmiştir.
4) A n l a m a s ı kolaylaştırılmış, bizzat kendi kendisini tefsir eden apaçık bir
hitaptır. O, her o k u y a n ı n k e n d i n e göre a n l a m verdiği bir hitap değil, murad¬
ı ilâhiyi taşıyan bir hitaptır.
5) Mucizedir. Ö n c e k i Peygamberlere verilen m u c i z e l e r göründüğü z a m a n
ve m e k â n l a sınırlıydı ve tarihseldi, Kur'an ise z a m a n l a r ü s t ü yaşayan bir m u ­
cizedir.
6) Evrenseldir. Sadece belli bir m e k a n a ve z a m a n a değil t ü m insanlığa reh­
ber olarak gönderilmiştir.
7) Kapsayıcı ve bütüncüldür. Hayatın her alanına dair değişmez değerleri
ortaya koyar.
8) Hidayet, beyyinât, zikr, imkan ve nurdur. İnsana rehberlik eder, haki­
kati beyan eder, hatırlatır, doğruyu yanlıştan ayırır ve k a r a n l ı k akılları ışığıy­
la aydınlatır.
9) Parça parça i n m i ş t i r . Ç ü n k ü Kur'an hayat kitabıdır ve ilâhi bir inşâ pro­
jesi olarak hayata a n l a m k a t m a k i ç i n gönderilmiştir.
Sözün özü, Kur'an o k u m a k u c u c e n n e t e ulaşan bir yolculuğa ç ı k m a k t ı r .
T ı p k ı Hz. Peygamber'in dediği gibi: " K u r ' a n okuyan k i m s e y e şöyle denir:
O k u ve yücel! Dünyada okuduğun gibi o k u ! M a k a m ı n , son okuyacağın âye­
tin olduğu yerdedir." (Tirmizî, Fedailu'l-Kur'an 17).

Şu'arâ 1 9 2 - 1 9 6 , Isra 106 ve Âl-i I m r a n 3 - 4 ' t e n yola çıkarak Kur'an'da


Kur'an'ın tarifi şöyledir: Â l e m l e r i n Rabbinden e m i n bir elçi vasıtasıyla ebedi
' h a k i k a t i n a n l a m ve a m a c ı n a uygun olarak Hz. M u h a m m e d a l e y h i s s e l a m ı n
kalbine a ç ı k ve anlaşılır bir Arapça ile insanlığa i l e t i l m e k üzere indirilen, ön­
c e k i vahiylerde yer alan ezeli h a k i k a t l e r i bünyesinde taşıyan ve onları tasdik
eden, insanlığa yol gösteren ve iyiyi kötüden ayıran ilâhi kelâmdır.
Kur'an'ın kendi tarifinde, vahyin Arap diliyle indirilişi doğrudan Kur'an'ın
bir sıfatı olarak yer alır [Kur'ânen 'arabiyyen). Kur'an'ın Arapça o l u ş u n u n
vurgulanması, z ı m n e n "anlaşılabilsin diye beşer t ü r ü n ü n k o n u ş t u ğ u diller­
den bir dille indirildi" vurgusunu taşır. F a k a t bu z ı m n i vurgu Arapça'nın vah-
y i n sıfatı olduğu gerçeğini değiştirmez. Arapça'nın Kur'an v a h y i n i n sıfatı ol­
m a s ı demek, son tahlilde Kur'an'ın bir dili olduğunu s ö y l e m e k t i r . Z i r a h e r
peygamber kendi k a v m i n i n diliyle gönderilmiştir (65/lbrahim: 4). B u n u n da
gerekçesi m e s a j ı n anlaşılmasıdır.
Kur'an v a h y i n i n Arapça ile gönderilmesi vahyin m e s a j ı n ı n evrensel olma­
sına m a n i değildir. Zira m â n a ruh, lisan o ruhun üflendiği beden gibidir. N a ­
sıl ki beden ruhun aracı ise, dil de m â n a n ı n aracıdır. Kur'an'daki h a k i k a t l e ­
rin ö n c e k i kitaplarda da beyan edildiği s ö y l e n m i ş t i r (51/Şu'arâ: 196; 9/A'la:
18-19). Ö n c e k i kitaplar ise farklı dillerde indirilmişti. Kur'an'ın n a z m ı m â n a -
sındadır ve m â n a bir dilin lafızlarına hasredilemez. H e l e bu m â n a zamanlar
ve z e m i n l e r ü s t ü vahyin mânasıysa, bu daha bir böyledir. İlâhî k e l â m k e l i m e ­
lerin k a l b i n e i n m i ş , Arapça lafızlar y ü c e m â n a l a r ı taşıyan birer kab o l m u ş t u r .
M â n a l a r kabın ş e k l i n i almış , kab m â n a l a r ı n boyasıyla boyanıp haliyle h e m ­
hal o l m u ş t u r . Lafız ve m â n a et ve tırnak gibi birbirine k a y n a m ı ş t ı r . B i l i n c i n
m â n a y a değebilmesi i ç i n ö n c e lafza değmesi gerekir. Y a n i k a b ı n i ç i n d e k i n e
u l a ş m a n ı n yolu kaba u l a ş m a k t a n geçer.

Meal
İşte sözün t a m burasında t e r c ü m e faaliyetinin o k a d i m problemleri önü­
müze çıkmaktadır.
Soru(n) şudur: Bir dilin i ç i n d e k i mânaları bir b a ş k a dile a k t a r m a k , bir ka­
bın i ç i n d e k i n i bir b a ş k a kaba b o ş a l t m a y a benzer mi?
M â n a y ı " ç o r b a " lafzı " k a z a n " olarak gören biri, b u suale kolayca " e v e t "
cevabı verebilir. Böyle biri kendisini de k e p ç e sanacaktır. Fakat ne m â n a
" ç o r b a " d ı r , ne de lafız " k a z a n " . Dolayısıyla m ü t e r c i m de k e p ç e değildir. M ü ­
t e r c i m , k a y n a k dildeki m â n a r u h u n u n lafız bedenine inzal ediliş m a k s a d ı n ı
asla gözden ırak tutmadan, o r u h u n o bedendeki t ü m h i s s e t m e , a k l e t m e , bil­
m e , görme, i ş i t m e , söyleme, e t m e v e eylemelerini gözlemleyip b u gözlemle­
rini olabildiğince aslına sadık kalarak hedef dile aktaran kimsedir. Bu gerçek­
ler ışığında t e r c ü m e faaliyeti fotoğraf ç e k m e y e ve resim yapmaya b e n z e m e z .

A r t ı k m ü t e a r i f e h a l i n e gelmiştir: H i ç b i r t e r c ü m e aslının yerine g e ç e m e z .


İstisnaları m ü m k ü n olsa da, bu h ü k ü m bir h a k i k a t i ifade eder. Başta dilin do­
ğası b u n u dayatır. Zira dil durağan ve s e n t e t i k bir faaliyet değil canlı ve insa­
ni bir organizmadır. Eğer k a y n a k dil Arapça gibi k ı d e m açısından k ö k l ü , be­
lagat açısından zengin bir dilse çeviri daha bir zorlaşır. Buna bir de çevrilen
metnin/hitabın Kur'an gibi başı gökte ayakları yerde ilâhi bir k e l â m oluşu ek­
l e n i n c e , k a y n a k dildeki m â n a y ı hedef dile t a ş ı m a k daha bir zorlaşacaktır. Bu
durumda y o r u m alanı daha da g e n i ş l e y e c e k t i r . Y o r u m a l a m genişledikçe, so­
r u m l u l u k da b i r o kadar b ü y ü y e c e k t i r . Z i r a b i r s ö z ü K u r ' a n ' a n i s b e t e t m e k , o
sözü A l l a h ' a n i s b e t e t m e k d e m e k t i r ki, b u ağır b i r s o r u m l u l u k t u r .

İşte " m e a l " i s i m l e n d i r m e s i t a m d a b u i h t i y a ç t a n d o ğ m u ş t u r . K u r ' a n ter­


c ü m e s i i ç i n " m e a l " t e r i m i n i i l k defa Ü s t a d E l m a l ı l ı (ö. 1 9 4 2 ) , M e h m e t A k i f ' i
(ö. 1 9 3 6 ) t e r c ü m e y e i k n a sadedinde k u l l a n ı r . V e b u k u l l a m m r e s m i v e gayr-ı
r e s m i m a h f i l l e r d e k a b u l görür. M e a l , t e r c ü m e n i n a s l ı n ı n y e r i n i t u t m a y a c a ğ ı ­
n ı güzel izah eden b i r i s i m l e n d i r m e d i r . B u y ü z d e n T ü r k ç e K u r ' a n o l m a z , a m a
K u r ' a n ' ı n T ü r k ç e m e a l i olur.

Ş u halde h i ç b i r Kur'an çevirisi, m e t n i n i h a i a n l a m d a t a m a m ı y l a k u ş a t t ı ğ ı


iddiası t a ş ı y a m a z . Bu iddia çeviriyi m e t n i n y e r i n e g e ç i r m e k olur. Böyle bir id­
dianın i k i s i d e birbirinden v a h i m olan i k i s o n u c u vardır: B i r i n c i s i y o r u m u
m u t l a k l a ş t ı r m a k , i k i n c i s i m e t n i n t ü k e n d i ğ i n i iddia e t m e k . O y s a k i , h i ç b i r
y o r u m m u t l a k l a ş t ı n l a m a z . M u t l a k l a ş t ı n l a n y o r u m m e t n i n m a k a m m a göz
d i k m i ş d e m e k t i r . B u i s e K u r ' a n ' a karşı y a p ı l a b i l e c e k e n b ü y ü k saygısızlıktır.
B u yüzdendir k i , Kur'an ü z e r i n e y a p ı l m ı ş v e y a p ı l a c a k olan h i ç b i r ç a l ı ş m a
i ç i n " B u son noktadır, b u n d a n ö t e s i y a p ı l a m a z " d e n i l e m e z . Bu, m e t n i n tü­
kendiğini ilan e t m e k d e m e k t i r . Ş u bir h a k i k a t t i r ki, d ü n y a n ı n t ü m ağaçları
k a l e m , t ü m denizleri d e m ü r e k k e p olsa A l l a h ' ı n v a h y i n i n a n l a m ı t ü k e t i l e -
m e z . T ü k e n e n m e t n i n yeri h a y a t değil müzelerdir. G ü n ü m ü z d e i s e Kur'an,
göz k a m a ş t ı r ı c ı gücünü, h e m ifşa ettiği a n l a m l a r h e m d e dönüştürdüğü in­
sanlar üzerinden g ö s t e r m e y e d e v a m e t m e k t e d i r .

xvn
MEALDE TAKİP EDİLEN USÛL

Anlam Açısından
Eskiler " u s u l s ü z l ü k v u s u l s ü z l ü k t ü r " derler. Yani, bir y ö n t e m i o l m a y a n
a m a c ı n a ulaşamaz. Klasik I s l â m i disiplinlerde t ü m a n l a m a ve y o r u m l a m a fa­
aliyetleri bir usul dahilinde gerçekleşmiştir. Bu, t ü m I s l â m i disiplinlerde t e k
bir u s u l ü n kullanıldığı a n l a m ı n a gelmez. M e s e l a , k e l â m c ı l a r l a fıkıhçılar ara­
sındaki " d e l a l e t " ihtilafı b u n a ö r n e k verilebilir.
" D e l a l e t b a h s i " , î s l â m i i l i m l e r d e k i a n l a m a v e y o r u m l a m a faaliyetinin bel­
k e m i ğ i n i t e ş k i l eder. F ı k ı h usulcülerin e göre lafzın h ü k m e delaleti dört yol­
la olur: 1) Kipi ve söz dizimiyle lafızdan i l k anlaşılan şeye " i b a r e n i n d e l a l e t i "
denir. 2) Lafzın kastedilenin dışındaki bir a n l a m a y o r u l m a s ı n a " i ş a r e t i n dela­
l e t i " denir. 3) Lafzın ifade ettiği h ü k m ü n , gerekçe ortaklığı nedeniyle başka
bir konuda k e n d i n i ifşa e t m e s i n e " d e l a l e t i n d e l a l e t i " denir. 4) lafzın söylen­
m e y e n bir a n l a m a g e l m e s i n e de " i k t i z a n ı n d e l a l e t i " denir. Lafızlar, ifade et­
tikleri m â n a b a k ı m ı n d a n : özel, genel, müşterek ve mübhem } m â n a y a medlu­
lü ve delaletin dereceleri b a k ı m ı n d a n : kapalı, müşkil, açık, nass, müfesser,
muevvel) kullanım bakımından: mecaz, hakikat, sarih ve kinaye diye k ı s ı m ­
lara ayrılmıştır.

Lafzın bizi götürdüğü şey mâna, m â n a n ı n ifade ettiği şey hakikat, h a k i k a ­


t i n dayandığı şey hikmet, h ü k m ü belirleyen vasıf illettir. H i k m e t ve illet t e k
b o y u t l u bir n e d e n s e l l i k değildir. B ü t ü n bu süreçle elde e d i l m e s i u m u l a n a
" m a k s a t " denir. Esasen a n l a m a n ı n h i k m e t i n e a n c a k m a k s a d ı gerçekleştire­
rek e r i l m i ş olur.

Bir m e t n i n anlaşılmasında üç yöntem olabilir: 1) Yazar merkezh anlama:


Kur'an bağlanımda bu Allah'ın muradı, yaratılışın maksadı, kainat, insan ve
olaylara dair ilâhî yasaları anlama faaliyetidir. 2) Metin merkezh anlama: Dil, dil-
anlam, dilin menşei, m e t n i n iç bütünlüğü, m e t n i n amacı, m e t n i n bağlamı açıla­
rından anlamadır. 3) Okur merkezh anlama: M e t n i n aktardığı olayın ilk kahra­
manları, vahyin ilk muhatapları ve halihazır muhataplar açısından anlamadır.
G e r e k k l a s i k delalet bahsi gerek b u n a ilave edilebilecek a n l a m a teorileri­
n i n t ü m ü araçtır. Hepsinin m a k s a d ı doğru a n l a m a y ı t e m i n e t m e k t i r . T e o r i y i
m u t l a k l a ş t ı r m a k aracı a m a ç l a ş t ı r m a k a n l a m ı n a gelir. M e a l i m i z i hazırlarken
h e m k l a s i k a n l a m a faaliyetini, h e m de b u n u n pratiği olan tefsir geleneğimi­
zi hep gözönünde bulundurduk. U l a ş t ı ğ ı m ı z farklı mânaların lafızdaki, ibare­
deki, Kur'an'ın bütünündeki, nebevi uygulamadaki ve tefsir geleneğimizdeki
dayanağını göstermeye çalıştık. Şu bir gerçek ki, tefsir b i r i k i m i m i z gözardı
edilerek m e a l hazırlanamaz. A n l a m kaybını en aza i n d i r m e n i n yolu notlan-
dırmaktır. Elinizdeki m e a l i n 6 b i n civarında n o t i ç e r m e s i n i n sebebi de budur.
Böyle bir ç a l ı ş m a m u a z z a m tefsir edebiyatımız göz ardı edilerek asla başarı­
ya ulaşamazdı.

Bu bir "gerekçeli m e a l " d i r . Bu m e a l i n " g e r e k ç e l i " sıfatının h a k k ı n ı ne ka­


dar verebildiği ayrı bir mevzudur. Fakat biz, h e m Kur'an'ın h e m de Kur'an
okurunun h a k k ı m gözetme kaygısıyla bu yola başvurduk. Bununla k a y n a k di­
lin i m k a n l a r ı n ı n yolda zayi edilmeden m ü m k ü n m e r t e b e hedef dile aktarıl­
m a s ı a m a ç l a n m ı ş t ı r . Zira m e t i n ö n ü m ü z e birden ç o k a n l a m sunmaktadır. Bu­
n u n iştikak, lafız, ibare, m e t i n , mâna, maksat, sarf, nahiv, belagat, zamirlerin
mercileri, kıraat farklılıkları gibi birçok gerekçesi vardır. İşte böylesi durum­
larda, bu anlamlardan birini tercih edip diğerlerini y o k s a y m a k bize h i ç de
h a k k a n i y e t l i görünmedi. Bu okura haksızlıktı. M e a l okurunu alternatif an­
lamların t ü m ü y l e başbaşa b ı r a k m a k ise olacak şey değildi. Bu h e m m ü m k ü n
değil, h e m de " v u z u h a k a v u ş t u r m a k " yerine " v u z u h a k a r ı ş t ı r m a k " ile sonuç­
l a n m a s ı kaçınılmazdı. En doğrusu tercih edilen a n l a m ı ana m e a l e taşımak,
tercih edilmeyen anlamları ise aşağıya n o t olarak düşmekti. Bunun bir de şar­
tı vardı: T e r c i h edilenin n i ç i n tercihe şayan olduğunun, tercih edilmeyenin de
n i ç i n tercih edilmediğinin gerekçelerini göstermek. Zira ola ki, m ü t e r c i m i n
tercih etmediği mânada bir ç o k sırlar gizli olabilir. O sırlara o alanda m ü t e h a s ­
sıs biri m ü t e r c i m d e n daha iyi ulaşabilir. Kaldı ki, m ü t e r c i m i n tercihi isabet­
siz olabileceği gibi, i h m a l edilen m â n a z a m a n içinde ö n e m de kazanabilir.

B u n u n ç o k zor bir iş olduğu erbabının m a l u m u d u r . Z a t e n bu alanda yüzde


yüz bir başarıdan söz e t m e k de m ü m k ü n değildir. Kaldı ki, yukarıda saydığı­
m ı z ve sayamadığımız bir ç o k gerekçeye dayalı alternatif anlamların t ü m ü n ü
m e a l i n notlarına t a ş ı m a k doğru da değildir. Alternatif a n l a m olarak n o t a taşı­
nanlar; ya tercih edilen a n l a m a eşdeğerdedir, ya da ona nisbetle daha zayıftır.
Birinci durumda onun i h m a l i caiz değildir. Bu tıpkı a n l a m ı farklılaştıran m a k ­
bul ve m e ş h u r kıraat gibidir (her kıraat farklılığı anlam farklılığı içermez).
Böylesi bir alternatif a n l a m ı g ö r m e m e k l e m e t n i g ö r m e m e k arasında fark yok­
tur. İ k i n c i durum ise genellikle k l a s i k tefsirin tercihlerinden oluşur. N o t a ta­
ş ı m a ihtiyacı bu tercihin n i ç i n isabetli olmadığım beyan amaçlıdır.
Bu y ö n t e m i bize t e l k i n eden hususlardan biri de, vahyin "zengin a n l a m l ı ­
l ı ğ ı " bir i m k a n v e üslup olarak kullandığı k a n a a t i n i taşımamızdır. B u " ç o k
a n l a m l ı l ı k " ile k a r ı ş t ı r ı l m a m a s ı gereken bir şeydir. Buna en güzel ö r n e k Ba­
kara 177. â y e t t e k i ü ç ü n c ü t e k i l z a m i r i n i k i y ü k l e m i de (mal ve Allah) göre-
c e k şekilde yerleştirilmesidir. Y i n e bir ç o k yerde gelen yeşâ' fiilleri i k i özne­
yi de görecek şekilde yerleştirilmiştir. Ayrıca unsurları i k i tarafı görecek şe­
kilde y e r l e ş t i r i l m i ş böyle bir ç o k ibare b u l u n m a k t a d ı r (Msl: 94/Bakara: 2 8 3 ;
73/En'âm: 5 1 ; 14/'Adiyat: 7; 95/Enfal:19 70/Hûd: 2 8 ; 114/Tevbe: 9 9 ) . Bunla­
;

rı t e k e indirip birini y o k s a y m a k yerine ya her i k i a n l a m ı da çeviriye yansıt­


tık, ya da birini n o t t a gösterdik.
Kur'an başı gökte ayakları yerde olan ilâhî bir hitaptır. G ö k t e olan başı
m â n a ve maksadı, yerde olan ayakları lafız ve bağlamı ifade eder. Başının ne
dediğini ö ğ r e n m e k için, ayaklarının nerede durduğunu b i l m e k şarttır. Meali­
mizde l a f ı z - m â n a - m a k s a t ü ç l ü s ü n ü n birlikteliği esas a l ı n m ı ş , âyetin ayakla­
rının bastığı " n ü z u l o r t a m ı " hep gözetilmiştir. Lafız v e m â n a , m a k s a t h a k e ­
m i n e s u n u l m u ş t u r . M a k s a t h a k e m i h ü k ü m verirken, lafız v e m â n a şahitleri­
n e dayanmıştır.

Bu m e a l i n iddiası, k a y n a k dildeki m â n a y ı hedef dile m ü m k ü n olduğunca


yol k a z a s m a uğratmadan t a ş ı m a k t ı r . M â n a l a r kaynağından hedefine doğru
t a ş ı n ı r k e n yol kazasına uğrayabilirler. Bu kaza bazen a n l a m genişlemesi, ba­
zen a n l a m daralması şeklinde gerçekleşir. Her i k i halde de s o n u ç a n l a m kay-
masıdır. Liyetefekkahû'yu " f ı k ı h tahsil e t s i n l e r " , sallû aleyh'i " s a l e v a t oku­
yunuz", feveylun li'l-musallirii "namaz kılanlara yazıklar olsun", makâmen
mahmûden'i "Mahmud'un makamı", min-ledunnâ 'ilmerii "katımızdan bir
i l m - i l e d ü n " şeklinde ç e v i r m e k o k u r u a n l a m kazasına kurbarı e t m e k t i r . M e ­
alimizde islâm, muslim, kufi, kâfir, şirk, müşrik, kitab, takva, nefs, ruh, zikr,
ğayb, cihad vb. gibi t e r i m l e r i n (ıstılahlar) kullanıldıkları asli mânaları tesbit
e t m e y e çalıştık. Bu gibi t e r i m l e r i n z a m a n içinde kazandıkları ıstılahi anlam­
lardan m ü m k ü n olduğunca u z a k durduk. V a h y i n i l k nüzul ortamında bu te­
r i m l e r l e ne murad ediliyorsa o n u esas a l m a y a gayret e t t i k . Bu arada sâlih
amel, salât, zekât gibi 23 y ı l l ı k n ü z u l sürecinin t ü m ü n d e aynı vurguyla kul­
l a n ı l m a y a n kavramlarda z a m a n i ç i n d e k i vurgu değişikliklerini m ü m k ü n ol­
duğunca çeviride göstermeye ç a l ı ş t ı k .

Nasıl ki m â n a lafza, m a k s a t mânaya aykırı olmaması lazımsa, lafız mânaya,


m â n a maksada perde olmamalıdır. D a h a açarsak lafız meale, m e a l mânaya, mâ­
na mefhuma, m e f h u m maksada, maksat hakikate perde olmamalıdır. D i l i gö­
zardı ederek mânaya ulaşılamaz. Mânanın hangi kap içinde geldiği asla gözardı
edilemez. İhtiyaç halinde Hz. Peygamber bu y ö n t e m i bariz bir biçimde kullan­
mıştır (Msl: 114/Tevbe: 108). Hakeza, Hz. Aişe lugavi tefsir yapmıştır (Bkz:
2:158). Biz de lafza aykırı mânaya iltifat etmedik. D i l i n desteklemediği yoruma,
Kur'an'ın desteklemediği rivayete itibar etmedik. Bir t e k harfin dahi h a k k ı ol­
duğuna inandık. O n u n h a k k ı m gerek m â n a gerek işlev olarak vermeye çalıştık.
Y i n e takip e t t i ğ i m i z usul gereği, "Kur'an'da H a t i b ' t e n k a y n a k l a n a n m u t -
l a k m ü t e ş a b i h y o k t u r , m ü t e ş a b i h olanlar h i t a p t a n v e m u h a t a p t a n k a y n a k l a ­
n a n l a r d ı r " d ü s t u r u n u i l k e edindik. Z i r a ağzını a ç a n a n l a ş ı l m a y ı ister v e k i m ­
s e a n l a ş ı l m a m a k i ç i n k o n u ş m a z . H e l e A l l a h h i ç k o n u ş m a z . Bazı sûrelerin ba­
şında gelen m u k a t t a a t harflerini de bu kuraldan i s t i s n a t u t m a d ı k .

Ayrı bir tefsir ç a l ı ş m a m ı z olduğu i ç i n bu ç a l ı ş m a b i l i n e n m â n a d a bir tef­


sir olarak h a z ı r l a n m a d ı . F a k a t m e a l i a n l a m a k i ç i n bazı yerlerde tefsire gir­
m e k k a ç ı n ı l m a z oldu. Kur'an y a l n ı z c a tefsir edilen (müfesser) bir m e t i n de­
ğil, a y n ı z a m a n d a tefsir eden (müfessir) bir hitaptı r (Bkz: 69/Yûnus: 3 7 ) . Bu
Kur'an'ın özne oluşuyla alâkalıdır. Kur'an kendisine kerîm, mecîd, azız,
hakim gibi sıfatlar alır. Bunların tümü de m ü b a l a ğ a l ı ö z n e kipidir. Bu
K u r ' a n ' ı n tefsirin de ö z n e s i olduğu a n l a m ı n a gelir. K u r ' a n ' ı n m ü f e s s i r oluşu­
n u m ü f e s s e r o l u ş u n u n önünde t u t t u k . " B u â y e t i n a s ı l tefsir e d e b i l i r i z ? " de­
m e z d e n ö n c e " B u âyet hangi h a k i k a t i tefsir e d i y o r ? " diye sorduk.

Z a n n e d i l i r ki, K u r ' a n ' a b i r h i t a b - m e t i n o l m a s ı dolayısıyla a n l a m idhali


kolaydır. O n a zorla bir şey s ö y l e t m e k m ü m k ü n d ü r , k e n d i s i n e m â n a y ü k l e ­
m e y e v e önyargılara m a r u z b ı r a k m a y a ses ç ı k a r m a z . B u k ı s m e n yaygın bir
kanaattir, fakat doğru değildir. Kur'an t ı p k ı c a n l ı bir b ü n y e gibi k e n d i s i n d e n
o l m a y a n ı v e b ü n y e s i n e u y m a y a n ı k a b u l e t m e m e k t e d i r . M e a l olarak, tefsir
olarak, tevil olarak, dil, f ı k ı h ve k e l â m y o l u y l a bir b i ç i m d e zorlayarak dahil
edilse bile, z a m a n içinde b ü n y e s i n e u y m a y a n o şeyi bir b i ç i m d e k e n d i s i n e
inşâ o l m a k i ç i n t e s l i m olan s e l i m akıl sahiplerine " B u b e n d e n d e ğ i l " diye if­
şa e t m e k t e d i r . T e f s i r tarihi b u n u n sayısız ö r n e k l e r i y l e doludur.

Z i r a K u r ' a n ' ı n m u c i z e v i bir k e n d i n i k o r u m a s i s t e m i vardır. B u s i s t e m ba­


z e n parçada çoğu z a m a n b ü t ü n d e k e n d i n i g ö s t e r m e k t e d i r . Bu öyle bir s i s t e m ­
dir ki, s i s t e m i oluşturan h e r b i r i m bir h o l o g r a m gibi h e m b ü t ü n ü n h e m par­
çanın özelliklerini taşımaktadır. Tıpkı bedenin yapıtaşı hücreler gibi,
K u r ' a n ' ı n parçaları da ait olduğu b ü t ü n ü n k i m l i ğ i n i taşır. H e r kategori h e m
k e n d i arasında, h e m diğer kategorilerle paralel ve çapraz a n l a m bağlantıları­
na sahiptir. Bu bağlar b a z e n lafza, bazen m â n a y a , b a z e n maksada, b a z e n de
her i k i s i n e veya ü ç ü n e ait o l a b i l m e k t e d i r . Ve b a z e n de b u n l a r ı n dışında derin
ve yoğun tedebbürle u l a ş ı l a b i l e c e k yerde durmaktadır. Bu k o n u d a Ş a t ı b i ' n i n
f ı k h i h ü k ü m ç ı k a r m a k o n u s u n d a söylediği ş u tesbit, K u r ' a n ' ı doğru a n l a m a
k o n u s u n d a da a y n e n geçerlidir: " N a s ı l ki el, ayak, baş ve dil gibi organların
i n s a n a has işlevleri birbirinden k o p u k olarak y e r i n e g e t i r m e s i m ü m k ü n de­
ğilse ve b ü t ü n bu organlarla b i r l i k t e i n s a n a i n s a n deniliyorsa, aynı şekilde din
de parçalar h a l i n d e değerlendirildiğinde k e n d i n e ait işlevi icra e d e m e z . D o l a ­
yısıyla şer'î bir h ü k ü m ç ı k a r ı l m a k istendiğinde b u h ü k m ü n t e k t e k deliller­
den değil, dinin b ü t ü n ü n d e n ç ı k a r ı l m a s ı g e r e k m e k t e d i r . " [el-î'tisam, Riyad,
t.y. I, 2 4 5 ) . Ş a t ı b i ' n i n parçacı y a k l a ş ı m a getirdiği e l e ş t i r i n i n b e n z e r i n i Gazza-
l i d e lafızcılığa getirir: " b i r ç o k yanlış a n l a m a , m â n a n ı n sözcüklerde a r a n m a -
sından k a y n a k l a n m a k t a d ı r . O y s a ö n e m l i olan ö n c e l i k l e m â n a y ı tesbit et­
mektir [el-lktisad, 15).
E m i n i m k i Kur'an b i z i m a n l a m a ç a b a m ı z sırasında vardığımız sonuçların
kendi b ü n y e s i n e uyup uymadığını o m u c i z e v i y ö n t e m i y l e t e s t edecek ve
b ü n y e s i n e u y m a y a n l a r ı kabul e t m e y e c e k t i r . Biz Kur'an'a zorla a n l a m yükle­
m e n i n ona ıstırap vereceğine inanıyoruz. B u n u bile bile yapmadık. B i l m e d e n
yaptıksa, t e k t e s e l l i m i z özne olan Kur'an'ın kendi y ö n t e m i y l e onları da ayık­
layacak olmasıdır.
H e m e n ifade edelim ki, Kur'an'ın debisini A l l a h ' t a n b a ş k a k i m s e n i n bil­
mediği bir m â n a rezervi vardır. Bu rezervden yararlanmanın i l k şartı " N i ç i n
Kur'an o k u y o r s u n ? " sorusuna doğru cevap v e r m e k t i r . Bu cevabın " A n l a m a k
i ç i n ? " şeklinde o l m a s ı yeterli değildir. Zira bu ara bir cevaptır. Bu cevap bir
soruyu daha celbeden " N i ç i n a n l a m a k ? " Bu sorunun onlarca, b e l k i yüzlerce
m u h t e m e l cevabı vardır. Bunlar içerisinde Kur'an'ın en beğendiği cevap, e m i ­
niz ki, " Y a ş a m a k i ç i n a n l a m a k " olacaktır. Zira Allah v e R a s u l ü ' n ü n vahye
daveti bir diriliş ve hayat çağrısıdır (95/Enfal: 2 4 ) . M e a l i m i z i n Hayat Kitabı
Kur'an adını t a ş ı m a s ı n ı n gerekçesi de budur.
İlâhî k e l â m ı n mânalarına u l a ş m a y ı k o l a y l a ş t ı r m a k i ç i n sayısı 6 . 0 0 0 ' i aşan
a ç ı k l a y ı c ı n o t koyduk. Âyetlerin ne dediği zaten mealde yer alıyordu. Biz ne
d e m e k istediğini " z ı m n e n " yaptığımız açıklamalarda verdik. B u n u e n kısa,
özlü ve vurucu c ü m l e l e r l e y a p m a y a çalıştık. V a h y i n imbiğinden damıtılarak
elde edilen bu özlü sözler birer " k l i ş e " değildir. Eğer öyle görünüyorsa, bu bi­
z i m kusurumuzdur. D e m e k ki söz yüreğimizden ç ı k m a m ı ş ki, yüreklere gir­
miyor. Biliriz ve inanırız ki söyleyenin yüreğinden ç ı k a n söz dinleyenin yü­
reğine girer. T e r s i ise k u l a k kepçesinde kalır. Bu özlü sözler bazı okura sık
gelebilir. Oysa ki özlü sözlerin sıklığı, o sözlerin imbiğinden damıtıldığı ko­
nu ve âyetlerin şıklığıyla orantılıdır. Eğer o k o n u tekrar gelmişse, elbet o ko­
nudaki özlü tesbit de tekrar gelecektir.

Dil Açısından
Çeviri her şeyden önce bir dil faaliyetidir. D i l çevirinin h e m sermayesi h e m
hasılatıdır. Kaynak dil Arapça gibi söz varlığı ve anlam katmanları çok zengin
bir dil, kaynak m e t i n Kur'an gibi mucize-i bakî olan veciz bir hitab ise, çevir­
m e n i n dilde 'referans çevresine' ihtiyacı vardır. Dilde tercih ve takip ettiğimiz
referans çevresi, aynı zamanda m e a l i m i z i n usulünün de belirleyicisidir.

K e n d i m i z i dili s e n t e t i k ve m ü h e n d i s l i k ü r ü n ü bir şey gibi algılayıp " k ı y a -


s i d i r " diyen eski Basra dil o k u l u n a karşı, dili doğal, canlı, aktif ve a k t ü e l bir
organizma olarak görüp " s e m a i d i r " diyen Kufe dil o k u l u n u n yanında hisset-
XXII
tik. Bu yüzden lafızların sonradan o l u ş m u ş şer'î ve f ı k h î karşılıklarını değil,
lügat anlamlarını t e r c i h e t t i k . Bu t e r c i h i m i z e rağmen Kufe o k u l u n a m e n s u p
Ferrâ'dan (ö. 207/822) istifade ettiğimiz kadar, yeni Basra o k u l u n a m e n s u p
Ebu Ubeyde M a ' m e r b. el-Müsenna'dan (ö. 209/824) istifade e t m e k t e n de ge­
ri durmadık.

M e a l i m i z d e , 'dilde benzer veya yakın anlamlılar olsa da m u t l a k mânada


e ş a n l a m l ı i k i k e l i m e y o k t u r ' kuralını b e n i m s e d i k . ' K e l i m e n i n farklılığı anla­
m ı n da farklılığını getirir' i l k e s i n e uygun h a r e k e t e t t i k (Msl: 6 8 : 1 0 ; 5 5 : 1 0 ;
19:13; 4 1 : 9 ; 2 : 1 7 0 , 1 9 1 ; 4 : 8 5 v e ilgili notlar). B u t e r c i h i m i z l e eşanlamlılığı
" t ü m edatlar birbirinin yerine k u l l a n ı l ı r " diyecek kadar savunan el-Elfazu'l-
Muteradife yazarı Ebu'l-Hasen A l i e r - R u m m a n î (ö. 3 8 4 h.) çizgisinin değil,
" m u t l a k mânada e ş a n l a m l ı i k i k e l i m e y o k t u r " diyen Furûk sahibi Ebu Hilal
el-Askerî (ö. 4 0 0 h.) çizgisinin yanında yer aldık. Bu nedenle hahİle kasem,
elfeyna ile vecedna, Mukît ile Hasîb, hanânen ile rahmeten, seyyiat ile zu-
nûb, ecdâs ile kubur, suva' ile sikâye, şekk-rayb-mirye, i'rad-tevelli-zerhum,
ğadab-la'net-suht gibi yakın anlamlılara eşanlamlı muamelesi e t m e d i k ve
aralarındaki farkı vurgulamaya çaba gösterdik.

Edatlar k o n u s u n d a da aynı usulü izledik. B ü y ü k m â n a l a r ı n bu k ü ç ü k kah­


ramanları gözden k a ç m a s ı n diye ç o k ter d ö k t ü k . "Harf-i çerler birbirinin ye­
rine g e ç e b i l i r " diyerek sadece bâ'ya 14 farklı m â n a ("vurgu" değil) takdir eden
İbn H i ş a m ' a karşı [Muğni ü, 163), "o z a m a n harfler h a k i k i m â n a l a r m ı kaybe­
d e r " (s. 24) diyen Furuk sahibinin ve " b â ' n ı n asli m â n a s ı i l s a k t ı r " diyen Sibe-
v e y h ' i n görüşüne y a k ı n durduk (Msl: 17/Mâ'ûn: 5; 37/Beled: 17; 114/Tevbe:
4 5 ) . A m a harflerin ç o k a n l a m l ı olabileceği gerçeğini de gözardı e t m e d i k .

Kur'an çevirilerinde i h m a l edilen veya ü s t ü n k ö r ü geçilen hususlardan bi­


ri de deyimler ve deyimsel tabirler meselesidir. Bunları yapı ç ö z ü m ü n e tabi
tutarak ' ç e v i r m e y e ' k a l k m a k deyimi zayi e t m e k d e m e k t i . Öyle yapmadık.
Kaynak dildeki deyimin hedef dildeki en y a k ı n karşılığını bulup yerine koy­
m a y a çalıştık. M e s e l a raybe'l-menûria. "feleğin sillesini y e m e k " dedik, sukı-
tû iî eydîhim'e " e l l e r i kolları d ö k ü l ü n c e " dedik, saniye ıtfihi'yz "eğip bük­
m e k " dedik. T a b i i ki, hepsine hedef dilde bir karşılık bulamadık. M e s e l a kâ-
be kavseyni ev ednâ b u n a bir örnek.
T a k i p ettiğimiz usule göre Kur'an'da ziyade edat bulunmamaktadır. Ziya­
de denilen her edat, Kur'an'ın edebi üslubu gereği m u t l a k a bir beyani özellik
ve güzellik t a ş ı m a k t a , m u t l a k a m â n a y a özgün ve asli bir katkıda b u l u n m a k ­
tadır. Bunun en tipik ö m e ğ i nefyin haberi olarak gelen ba'dlr (Msl: 7/Kalem:
2; 112/Hucurât: 4; 102/Haşr: 14; 94/Bakara: 184; 71/Yusuf: 8 5 ; 104/Nisâ: 176).
M e a l i m i z d e vardığımız özgün sonuçları, istikraî bir o k u m a ile teyit e t m e ­
ye özen gösterdik. Hidayet ve dalalet'le ilgili olarak k u l l a n ı l a n y e ^ ' f i i l l e r i -
XXIII
n i n çift özneyi görecek şekilde çevrilmesi, "kalplerinde h a s t a l ı k olanlar " m
" i k i y ü z l ü l e r d e n " ayrı bir sınıf t e ş k i l ettiği, na'îm k a l ı b ı n ı n k e l i m e n i n diğer
kalıplarından farklı olarak sırf " â h i r e t n i m e t i " i ç i n kullanıldığı, iracfe'nin
kullanıldığı 140 yerde de fiil olarak geldiği, lâ uksimu'rmn kullanıldığı her
yerde A l l a h ' a isnat edildiği, şerh'in kullanıldığı t ü m âyetlerin M e k k î olduğu
gibi sonuçlar b u n a örnektir (Msl: 16/Tekâsür: 6, 8; 71/Yusuf: 2 0 ; 58/Ra'd: 2 7 ) .
Y i n e m e a l d e b e n i m s e d i ğ i m i z bir i l k e de şudur: Belagat kurallarına göre bir
k e l i m e birden ç o k mânada kullanılabilir, fakat istisnai durumlar dışında, bir
m a k a m d a birden ç o k m â n a y a geçit v e r m e z . Ç i f t tarafı gören " z e n g i n anlam­
l ı " ibareler bu k ı s m a girmez. Bu kural gereği lafzın kullanıldığı m a k a m d a ne
m â n a y a geldiğini t e s b i t e çalıştık, ulaştığımız son n o k t a y ı m e a l e yazdık. Bu
konuda olanca gayretimize rağmen her yerde aynı başarıyı yakaladığımız
s ö y l e n e m e z . Bazı durumlarda m â n a y a u l a ş m a k t a başarısız kaldığımı itiraf
ediyorum. B e n i m kusurumdur, b o y u m yetişmedi.

Farklı m a k a m l a r d a faklı mânalara gelen salat, zekât, fitne gibi terimleri


m e a l i n b ü t ü n ü n d e standart a n l a m a indirgeme yanlışından m ü m k ü n oldu­
ğunca u z a k durduk. Kavramları t e k tipleştirme konusunda özel bir gayret
sergilemedik. M u h t e m e l anlamlardan bağlamla en u y u m l u olanını t e r c i h et­
tik. Kitâb'a. yeri geldi " i l â h i m e s a j " veya " i l â h i k e l â m " , yeri geldi " v a h i y " ve­
ya " k i t a b " dedik. Mu'minîn'e sırasında " i n a n a n l a r " , sırasında " g ü v e n e n l e r "
dedik. Kâfirîn'e bir m a k a m d a " i n k â r e d e n l e r " veya " k ü f r e d e n l e r " dedikse,
başka bir m a k a m d a " n a n k ö r l e r " dedik. Bunda bir k u s u r görmedik. Zira
Kur'an, Farklı z a m a n ve mekanlarda farklı bağlamlarda 23 yıla yayılarak in­
di. A y n ı kavram farklı yerlerde farklı vurgular taşıyabileceği gibi, bu süreçte
a n l a m farklılaşmalarına da uğradı. Böyle bir hitap i ç i n çeviride standartlaştır­
ma ve t e k t i p l e ş t i r m e y e gitmek, b e l k i e s t e t i k açıdan göze ve kulağa hoş gelir­
di, a m a vakıaya m u t a b ı k düşmezdi. Fakat meselâ, mu'minîn ile ellezîne
âmenû, kâfirin ile ellezîne keferû arasındaki farkı hep g ö z e t m e y e gayret et­
tik. Bir de inkârı savunan n a z l ı m kâfirler i ç i n " i n k â r d a ısrar edenler", En-
fal'de olduğu gibi i n k â r i ç i n saldıran kavgacı kâfirler i ç i n " i n k â r d a direnen­
l e r " dedik. Ellezine âmenû ile mu'minîn arasındaki farkı hep gözettik. Fakat
b i r i n c i s i n i n ellezine keferû ile k a r ş ı t l ı k oluşturduğu bağlamlarda genel çevi­
rimiz olan " i m a n e d e n l e r " karşılığını değil " i m a n d a sebat e d e n l e r " karşılığı­
nı t e r c i h e t t i k . Zira bu bağlamlarda " k ü f ü r d e ısrar e d e n l e r i n " m u k a b i l i vur­
gusunu taşıyordu. H i ç k u ş k u y o k ki Kur'an yaşanan bir h a y a t ı n i ç i n e 'yaşa­
t a n ' bir hayat olarak indi. Bu yüzdendir ki Kur'an'ın dili hayat kadar canlı ve
renklidir, durağan ve standart değil. Bir çevirinin en başta g ö z e t m e k zorunda
olduğu şey Kur'an'ın ahlakıyla ardaklanmaktır. Bu, çeviriyi bilgisayardan dö­
k ü l m ü ş gibi şablonlara v e kalıplara m a h k u m e t m e m e y i gerektirir.
Çeviri Açısından
H e r lisan bir 'dünya'dır. Bu durumda t e r c ü m e i k i dünya arasında m e k i k
dokumaktır.
Esas itibarıyla t e r c ü m e k a y n a k dil ile hedef dil arasında "lafza i l i ş k i n " bir
dönüştürme/çevirme i ş l e m i değil, " m â n a y a i l i ş k i n " bir t a ş ı m a işlemidir.
" T e r c ü m e " ifadesi t a m da dediğimize k a r ş ı l ı k gelirken, " ç e v i r i " lafza i l i ş k i n
bir d ö n ü ş t ü r m e i ş l e m i n i ifade eder görünmektedir. İbn Abbas'a " K u r ' a n ' ı n
T e r c ü m a n ı " u n v a n ı n ı n v e r i l m e s i de, Kur'an'ı b a ş k a bir dile t e r c ü m e ettiği
i ç i n değil, " v a h y i n a n l a m ı n ı kaynağından alıp hedefine anlaşılır bir dille ta­
şıdığı içindir.

Çeviri a n l a m l a ilgiliyse, ç e v i r m e n i n i l k görevi çevirdiği m e t n i a n l a m a k


olmalıdır. A k s i durumda k a y n a k m e t i n hedef dile " ç e v r i l m i ş " fakat " t e r c ü ­
me e d i l m e m i ş " olur. Bu ç e v i r m e ise tağyirden tebdile, tahvilden tahrife ka­
dar uzanabilir, A l l a h göstermesin. Kaynak dildeki m â n a y ı kaynağında oldu­
ğu gibi kavrayıp, m ü m k ü n s e kayıpsız, m ü m k ü n değilse en az kayıpla hedef
dile t a ş ı m a k ç e v i r m e n i n asli sorumluluğudur.
Bu sorumluluğu yerine g e t i r m e n i n b i l i n e n i k i tür y ö n t e m i vardır: Biri ser­
best veya y a k l a ş ı k çeviri, i k i n c i s i harfi çeviri. Birinci y ö n t e m a n l a m ı hedef
k i t l e n i n diline taşımayı, i k i n c i s i hedef k i t l e y i a n l a m ı n kaynağına t a ş ı m a y ı
önceler. Doğrusu bu i k i y ö n t e m i kesin hatlarla birbirinden ayırıp i k i s i n i bir­
birinin karşısına y e r l e ş t i r m e k bir handikaptır. H e m doğru değil, h e m kulla­
n ı ş l ı değildir. Y a k l a ş ı k çeviri, " ç e v i r m e n " d e n k a y n a k m e t n i yeniden ü r e t e n
" s ü p e r m e n " ç ı k a r m a k a n l a m ı n a gelmez. Harfi çeviri de, ç e v i r m e n i " a r a kab­
l o s u " yerine k o y m a k değildir. H e l e k a y n a k m e t i n Kur'an gibi n e m a n z u m n e
m e n s u r olan, b i l i n e n t ü m edebi türlerin dışında ve üstünde bir m e t i n s e , bu­
rada çeviriyi teorisyenlerin tasniflerine h a p s e t m e k ç ı k m a z sokaktır. İki yön­
t e m d e n birini m u t l a k ü s t ü n olarak ilan e t m e k y a n ı l t ı c ı olacaktır. M e s e l a
"harfi t e r c ü m e asla en uygun t e r c ü m e d i r " denemez. Bu durumda şu soru
gündeme gelir: A s l ı n n e s i n e uygun? Ü s l u b u n a m ı , lafzına m ı , m â n a s ı n a m ı ,
m a k s a d ı n a m ı , m u s i k i s i n e m i , belagatına mı? B ü t ü n b u unsurlar arasında
belli bir seviyeyi yakalayan t e r c ü m e 'başarılı' sayılmayı h a k eder.
B i z i m çeviri y ö n t e m i m i z , i k i y ö n t e m i n hassas bir karışımıdır. M u h k e m
âyetlerde lafzi y ö n t e m e , m ü t e ş a b i h âyetlerde y a k l a ş ı k çeviri y ö n t e m i n e daha
y a k ı n olduk. M e t i n d e lafzi bir karşılığı o l m a y a n a ç ı k l a m a l a r ı parantez için­
de verdik. Bir t e k harfi karşılıksız b ı r a k m a m a y a ve m e t i n d e o l m a y a n bir t e k
k e l i m e y i m e t i n d e n m i ş gibi g ö s t e r m e m e y e a z a m i itina gösterdik. M e a l yapar­
k e n ö n c e l i ğ i m i z " B u n u n l a A l l a h n e y i murad e t m i ş t i r ? " sorusu oldu. M e t n i n
i m k a n l a r ı n ı n a s ı l en az zayiatla modern m u h a t a b a taşırız kaygısını, 'hangi
t e r c ü m e y ö n t e m i ' kaygısından ö n c e l i k l i addettik. B u n u n l a a m a ç l a n a n m ü -
t e r c i m i n v a h i y l e m u h a t a p arasından çekilebildiği kadar ç e k i l m e s i , b u i k i s i n i
m ü m k ü n olduğunca b a ş başa, y ü z y ü z e b ı r a k m a s ı d ı r . H z . P e y g a m b e r i n ifade­
siyle " O l a k i a k t a r ı l a n a k t a r a n d a n daha derin anlayış sahibi o l a b i l i r " . Ö z e t l e
v a h y i n t e r c ü m e s i n d e aslolan, ç e v i r i b i l i m i n t ü m i m k a n l a r ı n d a n s o n u n a kadar
y a r a r l a n m a n ı n da ötesinde, o n u n k u l l a n m a d ı ğ ı i m k a n l a r ı da devreye s o k a r a k
v a h y i n m u h a t a p tarafından daha iyi a n l a ş ı l m a s ı n ı s a ğ l a m a k t ı r .

Ç e v i r i y i yaparken, b a z e n b i l m e m k a ç ı n c ı k e z o k u d u ğ u m â y e t i n daha ö n c e
fark e t m e d i ğ i m bir m â n a s ı n ı f e h m e t t i m . K i m i d e m l e r b a ş ı m d a n k a y n a r sular
döküldü. E t l e r i m i n k e m i k l e r i m d e n l i m e l i m e ayrıldığı h i s s i n e k a p ı l d ı m . M e ­
ğer a n l a m a k i n s a n ı ne kadar y o r a r m ı ş , o n u öğrendim. Bazen h i t a b ı n ağırlığı
altında öleyazdım. K a l b i m i n bir k u ş ç a s ı n a yerinden f ı r l a y a c a k m ı ş gibi çırpın­
dığı d e m l e r yaşadım. Bazen de âyetler c e n n e t k u ş u olup y ü r e ğ i m i n karlı tepe­
lerine kondular, b e n i yüreklendirip teselli ettiler. Ü ç gün u y k u döşek b i l m e ­
den t e k bir â y e t i n m â n a s ı ü z e r i n e kapanıp " A l l a h ' ı m bundan m u r a d ı n n e d i r ? "
diye kıvrandığım oldu. K u r ' a n ' ı n u l a ş m a y a çalışan i n s a n ı bitap düşüren yal­
ç ı n zirveleri vardır. O zirvelerde b u l u n a n m â n a y a u l a ş t ı ğ ı m ı düşündüğüm
m ü s t e s n a zamanlarda h i s s e t t i ğ i m sevinci, ö m r ü m ü n b a ş k a h i ç b i r anında his­
s e t m e d i m . H e r â y e t e m ü v e k k e l bir m e l e ğ i n olduğuna i n a n d ı m . O â y e t i n hak­
k ı n ı verdiğimde s ö z k o n u s u m e l e k l e r i n g ö n l ü m e hediyeler dizdiğini hisset­
t i m . İşte b u hisleri yaşayan biri olarak, k a y n a k m e t n i n m u h a t a p t a uyandırdı­
ğı e t k i y i , ç e v i r i n i n de m u h a t a p t a u y a n d ı r m a s ı n a gayret e t t i m . B u n u n l a a m a ç ­
ladığım bir b a ş k a şey de, bir k e l i m e y i daha v a h i y l e b u l u ş t u r m a arzumdu. Ke­
l i m e l e r e h a y a t t a e n b ü y ü k arzularının n e olduğu sorulsaydı, " v a h y i n a n l a m ı ­
n ı y ü r e ğ i m d e t a ş ı m a k " derdi diye d ü ş ü n d ü m . Böyle y a p m a k l a bir k e l i m e y i
daha s e v i n d i r m e k , bir k e l i m e n i n daha g ö n l ü n ü a l m a k i s t e d i m .

" N a d i r k e l i m e l e r e nadir k a r ş ı l ı k " k u r a l ı n ı severek v e h a r a r e t l e u y g u l a m a


a r z u m u n arkasında y a t a n g e r ç e k sebep, h e m e n ü s t t e dile getirdiğim c ü m l e ­
lerde yatıyor.
Çeviride eşdeğerlilik, bir t e r c ü m e y i " o l g u n " k ı l a n unsurdur. Biz d e m e a l i ­
m i z d e nadir k e l i m e l e r e nadir k a r ş ı l ı k l a r k o y m a y a ç a l ı ş t ı k . H a t t a k a y n a k m e ­
t i n l e hedef m e t i n bir bilgisayara verilse, o k e l i m e d e n i l k i n d e ne kadar geçi­
yorsa i k i n c i s i n d e de o kadar g e ç m e s i g e r e k i r m i ş gibi bir h i s s e kapıldık. Ne
kadar başarılı olabildik, b u n u değerlendirmek b i z e d ü ş m e z . İ ş t e bu k u r a l ı uy­
guladığımız ş u k e l i m e l e r h e m Kur'an'da h e m m e a l d e t e k yerde g e ç m e k t e d i r :
mu'avvikîn: caydıranlar (106/Ahzab: 18); nahb: adak (106/Ahzab: 2 3 ) ; 'utul­
lin: kaba (7/Kalem: 13); zenîm: fırıldak (7/Kalem: 13); deyyâr. numunelik
[64/Nûh: 26); mutaffifin: y o l s u z l u k yapanlar (90/Mutaffifin: 1); kedh: yeldir­
m e k (52/Dnşikâk: 6); riya: g ö r k e m (43/Meryem: 74); hananen: sevecenlik
(43/Meryem: 13); sena: parıltı (97/Nûr: 4 3 ) ; rîşen: zarafet (56/A'râf: 2 6 ) ; ka'an
saf saf en: çırılçıplak, k u p k u r u b i r düzlük (44/Tâhâ: 106); emşac: k a t m e r l i bir
k a r ı ş ı m (32/Insan: 2); sâmidûn: kafa tutuyorsunuz (26/Necm: 61); lazib: kon­
santre (66/Sâffât: 11); şevben: k o k t e y l (66/Sâffât: 68); remzen: s e m b o l i k bir dil
(98/Âl-i İmran: 41); ubsile/tubsile: ipotek edilecek (73/En'âm: 70); erkese-
hum: t e r s l e m e k (104/Nisâ: 88); salden: cascavla k (94/Bakara: 2 6 4 ) . . .
Y a k ı n ya da benzer a n l a m l ı k e l i m e l e r e çeviride de y a k ı n anlamlar b u l m a ­
ya çalıştık. M e s e l a suht-la'net-ğadab gibi benzer anlamlıları "hışım-lanet-ga-
z a b " ile karşıladık. Y i n e , şekk-rayb-mirye benzer anlamlılarını ise "şüphe-
k u ş k u - t e r e d d ü t " ile karşıladık ve b u n u baştan sona t ü m çevirinin standardı
yapmaya özen gösterdik.

T ü r k ç e ' d e yer e t m i ş terimleri, eğer a n l a m k a y m a s ı y a ş a m a m ı ş ve galat


olarak kullanılmıyorsa, çevirmeyip olduğu gibi b ı r a k t ı k . Vahiy, hamd, şükür,
adalet, hak, h ü k ü m , küfür, kâfir, veli, r a h m e t , af, iman, âhiret, dünya, helâl,
âyet, hidayet, ticaret, infak, şahit, kalp bunlardan sadece bazılarıdır.
Bazen aynı forma farklı karşılıklar verdik. M e s e l a " E k b e r " sözcüğü, h e m
o l u m l u büyüklüğe h e m o l u m s u z büyüklüğe işaret eden bir sıfattır. Her iki
halde de " e n büyük, daha b ü y ü k " karşılığı sakil k a ç m a k t a d ı r . M e s e l a " A l ­
lah'ın zikri daha b ü y ü k t ü r " (89/Ankebût: 45) âyetinde o l u m l u kullanılırken
Bakara 2 1 7 , Âl-i İmran 118 gibi o l u m s u z kullanımlarda " d a h a büyük, en bü­
y ü k " yerine " d a h a b e t e r " k u l l a n ı l m a s ı daha beliğdir. Bazen de b u n u n tersini
yaptık ve farklı formlara aynı karşılığı v e r m e k zorunda kaldık. M e c b u r kal­
m a d ı k ç a bu yola başvurmadığımızı ifade e t m e l i y i m .

Bilinen bir gerçektir ki, Kur'an en azından i k i farklı m e t i n türü içerir: m u ­


hatabın dikkatini ç e k m e y i önceleyen, sesin öne çıkarıldığı kısa ve vurgulu
cümlelerin ağırlıkta olduğu Mekkî hitab, mâna ağırlıklı Medenî hitab. Şu
halde Kur'an'ın çevirisi de t e k bir y ö n t e m l e sınırlandırılamaz.

Estetik ve Belagat Açısından


Sibeveyh (ö. 180/769) el-Kitab'mda. şöyle der: " N a h i v c i l e r i n çoğu bir ifade­
n i n gramer açısından irabını düzelteceğim derken, a n l a m ı m göz ardı ederler.
Halbuki, sözün a n l a m ı irabından ç o k daha ö n e m l i d i r . " N a h i v i l m i n i n kuru­
cu eseri olan el-Kitab'ta "Sözün Güzeli ve Çirkini" gibi belagata i l i ş k i n bö­
l ü m l e r e yer verilmesi, Arap dilini tedvin eden üstadlarla s o m a k i dilciler ara­
sındaki farkın bariz bir göstergesidir.
U z u n bir zamandan beri bir k u ş u n k o p a r ı l m ı ş i k i kanadı gibi ayrı ayrı du­
ran n a h i v ve belagat başlangıçta birdi. Söz k u ş u belagatin zirvesine bu i k i ka­
natla u ç m u ş t u . Bu, m â n a ile gramerin ayrılmazlığı a n l a m ı n a geliyordu. Sibe-
v e y h ' i n y o l u n u Ferrâ (ö. 2 0 7 ) , Müberred (ö. 2 8 6 ) , Sa'leb (ö. 2 9 1 ) ve Z e c c a c (ö.
3 1 1 ) sürdürdü. D i l dâhisi Ebu A l i Farisî (ö. 3 7 7 ) bu çizgiyi bir okul h a l i n e ge-
XXVII
tirdi. Bu o k u l u İbn C i n n î (ö. 3 9 2 ) nahivde, İbn Fâris (ö. 3 9 5 ) etimolojide, Ab-
dulkahir C ü r c a n î (ö. 471?) belagatta, Râğıb el-Isfahanî (ö. 502) Kur'an ıstılah­
larında, Z e m a h ş e r î (ö. 538) tefsirde zirveye taşıdı.
Mealde, yukarıda saydığımız seleflerimiz gibi m â n a ile gramerin, belagat­
la n a h v i n birbirinden ayrı değil birbirinin içinde durduğu bir usulü tercih et­
tik. Eğer ille de t e r c i h söz k o n u s u olacaksa, e l b e t t e m â n a gramere öncelen-
meliydi. Zira vahyi o k u m a k t a n m a k s a t murad-ı ilâhiye u l a ş m a k ve vahiyle
inşâ o l m a k t ı .
Kur'an'ın belagat m u c i z e s i , o n u n h i ç b i r dil kuralına ya da kurallar m a n ­
z u m e s i n e hapsedilememesidir. Kur'an, kendisini şiir veya nesir olarak nite­
l e y e c e k olanı doğrulamadığı gibi, o n u sadece belli edebi formlara ve kalıpla­
ra sağdırmaya çalışanları da m a h c u p eder. Esasen Kur'an'ın ebedi oluşu ede­
bi oluşundan k a y n a k l a n m a z . Hayatı ta yüreğinden kavrayıp onun kodlarını
barındırmasından kaynaklanır. Bu yüzden Kur'an hayat kadar k a r m a ş ı k , ha­
yat kadar tekdüze, hayat kadar mucizedir.
İnşa ve haber c ü m l e l e r i arasındaki farkı çeviriye y a n s ı t m a k , i s i m ve fiil
c ü m l e l e r i arasındaki farkı çeviriye y a n s ı t m a k t a n daha kolay oldu. İnşa ve ha­
ber c ü m l e l e r i n i a y ı r m a k için, inşâ c ü m l e l e r i n i n sonuna ü n l e m işareti (!) koy­
m a k i ş i m i z i kolaylaştırdı.
Eğer zorunlu değilse, ç e v i r i m i z b o y u n c a m e t n e takdiri lafız idhalinden
m ü m k ü n olduğunca kaçındık. Klasik tefsirin lafız takdir ettiği bir ç o k yeri,
m e t i n d e k i yalın haliyle ç e v i r m e y e gayret gösterdik. T a k d i r gerekseydi kelâ­
m ı n sahibi takdir ederdi diye düşündük. O şekilde g e l m e s i n i n m u t l a k a bir
n ü k t e barındırdığına k a n i olduk (Msl: 44/Tâhâ: 102; 70/Hûd: 9 2 ; 83/Zuhruf:
6 0 ; 94/Bakara: 5 1 , 184; 95/Enfal: 27; 97/Nûr: 53).

Sözü ç e v i r m e k zordur, sesi ç e v i r m e k ç o k daha zordur. Biz bu mealde, se­


si ç e v i r m e k gibi ç e t i n bir işe giriştik. Kaynak m e t n i n ses değerlerini, a n l a m ı n
müsaade ettiği oranda hedef m e t n e t a ş ı m a y a çalıştık. Kur'an'daki iç m u s i k i
ve şiiri fersah fersah aşan şiiriyyeti m e a l e y a n s ı t m a k güç. B u n u a n l a m a halel
getirmeden y a p m a k oldukça zor ve z a h m e t l i bir iştir. Bu zorluk bizi bazen
" . . o l m a l ı d ı r " bazen de " . . o l m a l ı d ı r l a r " gibi, âyet sonlarındaki ses u y u m u n u
b u l m a k için a n l a m ı b o z m a y a n tasarruflar yapmaya sevk etti. Bu uğurda
T ü r k ç e ' n i n i m k a n l a r ı n ı zorladık. U m a r ı z Kur'an'daki sesi m e a l e t a ş ı m a ko­
nusundaki e m e ğ i m i z m e a l o k u r u n u n kulağından k a ç m a z da, yürek damağın­
da farklı bir lezzet bırakır.

Tertip Açısından
Tertip, "sıraya dizme, s ı r a l a m a " d e m e k t i r . T e r t i p deyince i k i şey akla ge-
XXVIII
lir: 1) Âyetlerin sıralaması. 2) Sûrelerin sıralaması. İ k i n c i s i de yine kendi
içinde ikiye ayrılır: Sûrelerin H z . Peygamber'e iniş tarihlerine göre yapılan
" n ü z u l t e r t i b i " v e Hz. O s m a n ' ı n hilafeti d ö n e m i n d e sahabilerden oluşan c e m
ve tertip k o m i s y o n u n u n yaptığı " m u s h a f t e r t i b i " . Ellerde o k u n a n m u s h a f bu
sıralamaya göredir.

Âyetlerin sûre içerisindeki sıralaması A l l a h R a s u l ü ' n ü n tasarrufunda ger­


ç e k l e ş m i ş t i r . Bu sûreler H z . Peygamber tarafından namazlarda ve hutbelerde
defalarca o k u n m u ş , orada b u l u n a n çok sayıdaki sahabe de sûreleri A l l a h Ra-
suhYnün ağzından okunduğu şekliyle almış , ezberlemiş, o k u m u ş , o k u t m u ş
ve kendinden sonraki nesillere aktarmıştır.

Âyetlerin sûre içindeki z a m a n ı konusunda yaşanan ihtilaf, vahyin iniş ta­


rihlerine dair ihtilafın bir parçasıdır. K i m i otoriteler tarafından b ü t ü n ü y l e
M e k k e d ö n e m i n e ait bir sûrenin bazı pasajlarının Medine'de indiği iddia edil­
diği gibi, tersi de iddia edilmiştir. M e s e l a M ü z z e m m i l 10, 11, 2 0 ; K a l e m 17¬
3 3 v e 4 8 - 5 0 ; M e r y e m 5 8 , 7 1 ; Furkan 6 8 - 7 0 , Y â s î n 4 5 ; K a m e r 4 4 - 4 6 ; V a k ı a 81¬
82; N e c m 3 2 ; A'râf 1 6 3 - 1 7 0 vb. gibi bir ç o k âyetin, sûrenin genelinden ayrı
olarak Medine'de indiği iddia edilmiştir. Oysa ki, bu sûrelerin t ü m ü de M e k ­
ke'de i n m i ş t i r . Y i n e hepsi de M e d e n î surelerde yer alan Bakara 2 8 1 ; M â i d e 3;
Enfal 3 0 - 3 6 ; T e v b e 1 2 8 - 1 2 9 ; M u h a m m e d 3 gibi âyetlerin de M e k k e ' d e indiği
iddia edilmiştir.

Bu iddiaların doğrusunu yanlışından a y ı r m a k için iddiaların delillerine


b a k m a k şarttır. Bu delillerin çoğu nüzul sebebi rivayetleridir. Oysa ki, M e k -
kî veya M e d e n î bir sûrenin bir veya birkaç pasajını sûrenin iniş z a m a n ı n ı n dı­
şına ç ı k a r m a gibi ciddi bir iddia, yalnızca sebeb-i nüzul rivayetlerine b i n a edi­
l e m e z . Zira bu rivayetlerin bir k ı s m ı sorunludur. Kaldı ki " B u sûre (veya
âyet) şunun üzerine i n m i ş t i r " türünden rivayetler, her z a m a n o sûre veya
âyetin iniş z a m a n ı n ı göstermez. Sahabenin o olayla o sûre veya âyet arasın­
da bağ kurduğuna, dahası vahyi hayata sürekli nazil olan aktif bir özne ola­
rak gördüğüne delalet eder.

B ü t ü n ü y l e bir d ö n e m e ait bir sûre içersinde yer alan pasajın, anlamayı ke­
s i n l i k l e e t k i l e y e c e k şekilde bütünden farklı bir d ö n e m e n i s b e t edilmesi cid­
di bir iddiadır. İ k n a edici delillere dayanmak durumundadır. Bu konuda, m e t ­
n i n iç b a ğ l a m ı n ı n desteklemediği rivayetler m e s n e t o l a m a z . Zira böylesi bir
durum a n l a m a sorununa yol açar. Biz bu tür rivayetleri, t ü m ü de m e t n i n iç
bağlamıyla ilgili beş kritere tabi t u t t u k : 1) Ses ve fasıla açısından. 2) D i l açı­
sından. 3) İçerik açısından. 4) Ü s l u p açısından. 5) Rivayetin doğruluğu açısın­
dan. Bu kriterlerin ayrıntılı bir uygulamasını E n ' a m sûresinin girişinde yap­
t ı k . Bu tür iddialara k o n u olan diğer sûreleri de aynı kritere tabi tutarak so­
n u c u sûrelerin giriş bölümlerinde verdik.
N ü z u l tertibine g e l i n c e . . .
T ü m sûrelere koyduğumuz girişin i l k pasajını sûrenin i s m i n e , i k i n c i pa­
sajını iniş z a m a n ı n a , m ü t e a k i p pasajlarını ise k o n u s u n a ayırdık. Sûrelerin
iniş tarihlerini ve sıralarını doğru tesbiti a m a ç l a y a n bu pasajlar hayli e m e k
gerektirdi. B u n u y a p m a nedenimiz, h e m sûrenin doğru z a m a n ı n ı tesbit ede­
rek a n l a ş ı l m a s ı n ı kolaylaştırma, h e m de bu m e a l i n nüzul tertipli bir versiyo­
n u n u hazırlama n i y e t i n i t a ş ı m a m ı z d ı . N ü z u l tertipli bir m e a l i ç i n ö n c e sûre­
lerin iniş z a m a n l a r ı n ı doğruya en y a k ı n veren bir cetvele i h t i y a ç vardı.
A ç ı k y ü r e k l i l i k l e s ö y l e y e l i m ki, nüzul tertibi konusunda son sözü söyle­
m e k neredeyse imkansızdır. Zira bu konuda sahabeden bize kadar gelen fark­
lı tertipler vardır. Sahabenin ittifak edemediği bir konuda son n o k t a y ı koyan
bir liste o l u ş t u r m a k zordur. A m a c ı m ı z bu konuda doğruya en y a k ı n iniş cet­
velini elde e d e b i l m e k t i . B u n u n i ç i n sûrelerin üslubu, k o n u s u ve belagatının
esas olduğu bir liste hazırlamaya teşebbüs e t t i k . Bunda Hz. O s m a n ' ı n nüzul
tertibini esas aldık. O n u n y a n m a İbn Abbas ve İ m a m Cafer tertiplerini koy­
duk. Y i n e İbn Aşur sayesinde ulaştığımız İbn Abbas'a n i s b e t edilen Cabir b.
Zeyd tertibini de bunlara ilave e t t i k . Bazı sûreler üslûbu ve k o n u s u itibarıy­
la i l k tertiplerdeki yerleriyle u y u m l u değildi. Böylesi durumlarda o sûrenin
doğru z a m a n ı n ı tesbit i ç i n özellikle Kur'an'ın içinden delil aradık. Bazı sûre­
lerin âyetleri b a ş k a sûrelerin âyetlerine atıf içeriyordu. Bu iniş sıralamasında
k e s i n e y a k ı n bir delildi. Bu konuda hadis ve siyer kaynaklarına da başvur­
duk. D e l i l bulduğumuzda tereddüt e t m e d e n " B u sûrenin iniş z a m a n ı ve yeri
ş u d u r " dedik. Bu konuda Fransız şarkiyatçı R e j i s Blachere (ö. 1973) ve İranlı
m ü t e f e k k i r M e h d i Bazergan'ın özgün tertiplerinden de istifade ettik.

Bu meyanda pasajlar m e s e l e s i de önemliydi. Kur'an Allah R a s u l ü ' n e yazılı


bir m e t i n olarak değil sözlü bir hitab olarak indi. Sûrelerin âyetlere taksimi,
Fatiha, Ihlas, Felak ve N a s gibi bir k ı s ı m sûreler i ç i n kesin olsa da, bir ç o k sûre
için kesin değildir. M e s e l a M ü m i n sûresini M e k k e - M e d i n e okulları 8 4 , Şam-
Kufe okulları 8 5 , Basra okulu 82 âyet saymıştır, ibrahim sûresini Medineliler
54, Şamlılar 5 5 , Basralılar 5 0 , Kufeliler 52 âyet saymışlardır. Bu ihtilaf, sûre­
n i n c ü m l e l e r i n i n nereden ve nasıl bölüneceğiyle, daha t e m e l d e n o k t a l a m a y l a
ilgili bir ihtilaftır. Esasa taalluk e t m e z . M e t i n harfine kadar aynı metindir.
A n l a m a y ı ö n c e l e y e n bir o k u m a d a b i r i m t e k t e k âyetler değil pasajlar ol­
malıdır. T a b i r caizse âyetler tilavet için, pasajlar kıraet içindir. Zira pasajlar
m â n a öbekleridir. Bu nedenle m e a l d e her âyeti diğerinden bağımsız olarak
yerleştirmek, âyetleri m â n a n ı n i k m a l edilmiş bir b i r i m i s a y m a k a n l a m ı n a ge­
lir. Bu doğru değildir. Fakat bizce âyetleri birbirine karıştırarak t e r c ü m e de da­
ha farklı problemlere yol açacaktır. Zira dünyadaki t ü m mushaflar aynıdır ve
t ü m referanslar âyet rakamları üzerinden verilmektedir. Bu yüzden âyetlerin
nerede başlayıp nerede bittiğinin belli olmadığı üçü-beşi bir arada çeviri yön-
t e m i mahzurludur. Biz bu m e a l d e Kur'an'ın t e m e l b i r i m i olan âyetleri h i ç bir­
birine karıştırmadık. Fakat m â n a y ı da âyette t a m a m l a n a n bir şey olarak gör­
m e d i k . Bu yüzden m â n a n ı n gerektirdiği yerde âyeti m ü s t a k i l veya gurup ha­
linde art arda sıralayarak pasajlar oluşturduk. Bu pasajların belli olması i ç i n
de i l k k e l i m e s i n i b ü y ü k harfle başlattık ve ö n c e k i pasajla arasını ayırdık.
M e a l b o y u n c a orijinal m e t n e ait k ı s ı m l a r ı italik yazdık, onların çevirileri­
n i " t ı r n a k i ç i n d e " gösterdik. T e k yazılan tarihlerde hicri t a k v i m i esas aldık.
Ezeli v e b i r i c i k h a k i k a t i k a s t e t t i ğ i m i z yerlerde " i s l â m " ı k ü ç ü k " i " ile yazdık.
Ayrıntılı a ç ı k l a m a l a r barındıran notlarda M u s h a f sırasını değil n ü z u l
sırasını g ö z e t m e y e çalıştık. M e s e l a muicatta'a t harfleri k o n u s u n d a k i ayrıntılı
açıklamayı, M u s h a f ta i l k geçtiği Bakara l ' d e değil nüzul sürecinde i l k geçtiği
K a l e m l ' d e verdik. N o t l a r ı n referanslarında üç r a k a m kullandık. (Msl:
57/Secde: 7, n o t 11 gibi.) Birincisi sûre, i k i n c i s i âyet numarasıdır. N o t ' t a n
sonra gelen n u m a r a ise atıf yapılan yerdeki dipnot rakamıdır.
M e a l i n s o n u n a ' a k ı l l ı ' bir Dizin ekledik, bu Dizin'in k e l i m e s a y ı m ı n a da­
yalı, öylesine y a p ı l m ı ş bir söz yığını o l m a s ı n ı i s t e m e d i k . B u n u n için de, m e ­
alin ruhuna ve kavramsal dünyasına u l a ş m a y ı m ü m k i n k ı l a n kullanışlı bir
Dizin oluşturmaya gayret e t t i k .

Nadir kullandığımız kaynakların b a s ı m yer ve tarihlerini k a y n a k ç a y a ta­


ş ı m a k yerine m e t n i n içinde gösterdik. 8 ü n l ü hadis k i t a b ı n ı n t ü m ü i ç i n Mev-
suatu's-Sunne'yi kaynak gösterdik.

Söz Sonu
M ü k e m m e l l i k A l l a h ' a m a h s u s t u r . Biz k u l u z . Kula k u l l u k yaraşır. Kul ol­
m a k , kusuru kabul e t m e k t i r . Z i r a k u l kusursuz o l m a z . Bazı h a t a ve kusurlar
vardır ki onları sahibi değil başkaları görür. Bazı zühul, h a t a ve kusurlar var­
dır ki, olanca t i t i z l i k bile kişiyi onlardan m ü s t a ğ n i k ı l m a z . Sanki onlar biri­
lerinin k a t k ı s ı n ı c e l b e t m e k i ç i n oraya k o n m u ş t u r l a r . O zühul, kusur ve ha­
talara m u t t a l i olup da katkıda b u l u n a c a k olan işin erbabma peşinen teşek­
k ü r l e r i m i arzederim.
Bu m e a l i n hazırlandığı 11 yılda k a ç k e z pes e t t i ğ i m i y a k ı n l a r ı m bilir. Zi­
ra bu görevin sorumluluğu görevin kendisinden de ağırdır. Ö y l e zamanlar ol­
du ki, bu y ü k fakirin omuzlarına ç o k ağır geldi. Fakat h e r seferinde A l l a h ' ı n
inayeti ve Kur'an'ın k e r a m e t i yardıma yetişti. R a b b i m t a m a m ı n a erdiği günü
gösterdi. N e diyebilirim k i : A l l a h varlığımı Z a t ı n a h a m d k ı l s ı n .
Bu zorlu ve yorucu ç a l ı ş m a n ı n oluşmasında emeği geçenlere t e ş e k k ü r bor­
c u m var. Onların başında ç a l ı ş m a o r t a m ı m ı k o r u m a k i ç i n hep ü z e r i m e titre-
XXXI
y e n m e a l i yayınlanmadan baştan sona okuyan sevgili e ş i m var ortalama 14 ;

saatin altına d ü ş m e y e n bir m e s a i ile kotarılan bu zorlu yıllar b o y u n c a k a h


" Y e t e r artık, ç ı l d ı r a c a k s ı n ! " diyerek b e n i masadan kaldıran, k a h tefsirler ara­
sındaki u y k u s u z g e c e l e r i m e ortak olan e ş i m . Ve tabi ki ç o c u k l a r ı m . Hepsin­
den huzurlarınızda h e l â l l i k dilerim.
M e a l b a s ı m a verilmeden ö n c e 2 0 n ü s h a çoğaltılarak alanında y e t k i n isim­
lere o k u m a l a r ı i ç i n tevdi edildi. Bu dostlarımın k a t k ı s ı n ı m i n n e t l e yad e t m e ­
l i y i m . M e a l i ç ı k m a d a n ö n c e t a m a m e n okuyarak k a t k ı l a r ı n ı sunan İbrahim
Sarmış, M e h m e t O k u y a n , M . E m i n Yıldırım, İbrahim Şahin v e eşi, M ü n i b
Engin Noyan, İ s m a i l G ü l e r ve H a s a n Hafızoğlu'na; k ı s m e n okuyarak k a t k ı l a ­
rını sunan Abdülcelil Candan, D . M e h m e t Doğan, İ s m e t U ç m a , Fatih O k u ­
m u ş , Halil Ç i ç e k , Erfuğrul Özalp, Said Yaz, Y u s u f Ö z k a n Ö z b u r u n ve Adnan
tnanç'a; m e a l i n fıkhî notlarını m ü z a k e r e i ç i n m e s a i ayıran Hayreddin Kara­
m a n hocamıza,- m e a l i m i z i n Kur'an m e t n i n i gözden geçiren Hafız İ s m a i l
U z u n ve eşine kalbi şükranlarımı sunarım.
Başta S a m i ve Ferhat beyler o l m a k üzere m e a l i n b a s ı m ve yayımında elle­
rinden geleni esirgemeyen h e r k e s e de t e ş e k k ü r e t m e l i y i m .
• • •

Kur'an'a kurban olmayı, c i h a n a sultan o l m a y a tercih ederim.


R a b b i m utandırmasın. O bana yeter, O ne güzel vekildir. B e n i m a k s a d ı m a
ulaştıracak olan sadece Allah'tır,- yalnızca O ' n a güvendim ve sadece O ' n a yö­
neldim.
N e s i l d e n n e s i l e aktarılırken, zincirini yüz m i l y o n l a r c a h a l k a n ı n oluştur­
duğu Kur'an'ı naklede n canlı 'senet'e, âdil bir şahid olarak k a t ı l m a k en bü­
y ü k tesellimdir.
İ l i m farz, ş a h i t l i k e m a n e t , h a k k ı s ö y l e m e k m e s ' û l i y e t t i r .
R a b b i m şahid k ı l !
R a b b i m şahid ol!

Mustafa ISLÂMOĞLU
1 C.evvel 1429, İstanbul

Ve eğer dünyanın t ü m ağaçları k a l e m olsa denizleri de m ü r e k k e p ,


b u n a yedi deniz daha eklense,
A l l a h ' ı n k e l i m e l e r i yine de t ü k e n m e z :
ç ü n k ü yalnızca A l l a h ' t ı r her işinde m ü k e m m e l olan,
her h ü k m ü n d e t a m isabet kaydeden.
(75/Lokman: 27)

XXXII
F Â T l H A S Û R E S İ
Nüzul : 1
Mushaf: 1

Fâtiha Kur'an'ın h e m önsözü, h e m de özetidir. " B i z z a t kendini a ç a n " ya


da " b a ş k a bir şeyi a ç a n " anlamındaki adı, Hz. P e y g a m b e r i n F a t i h a t u ' l -
Kitab (Kitabın Girişi) i s i m l e n d i r m e s i n e dayanır. Bunun dışında sahih riva­
yetlerle bize kadar gelen üç i s m i daha b u l u n m a k t a d ı r : es-Seb'u'l-Mesânî
(Tekrarlanan Yedili), Ummu'l-Kur'an (Kur'an'ın Anası) ve Ummu'l-Kitab
(Kitabın Anası). Birinci i s i m , R a s u l u l l a h ' m bir tefsiridir (Buhârî, Tefsir 1) ve
Kur'an'dan i l h a m l a k o n u l m u ş t u r (72/Hicr: 87). Son i k i i s i m ise F â t i h a ' n ı n
Kur'an'ın veciz bir özeti olduğuna işaret eder.

İlk inen t a m sûredir. T e s b i t i m i z e göre bundan önce 'Alak, M ü z z e m m i l ve


Müddessir sûrelerinin ilk pasajları inmiş, fakat bütünüyle nazil olan ilk sûre
Fatiha olmuştur. Hz. Peygamber onu " K i t a b ' ı n ö n s ö z ü " olarak adlandırmış
ve Kur'an'ın başına k o n m a s ı n ı emretmiştir. Namazlar başından beri onunla
kılmmıştrr. Bütün bu sebeplerden dolayı Fâtiha'nın yeri Mushaf'ın başıdır.

Kur'an'ın özeti olan Fatiha, hamdi Allah'a t a h s i s ederek başlar. Allah: t ü m


sıfatların k e n d i n e döndüğü has isimdir. el-Hamdu lillah: t ü m zât ve k e m a l
sıfatlarını kapsar. Rabbu'l-'Âlemin: t ü m fiili ve k e v n i sıfatları kapsar, er-
Rahman er-Rahim: insan i ç i n b ü t ü n ü y l e r a h m e t olan dinin t a m a m ı n ı kap­
sar. Maliki yevmi'd-dîn: t ü m Son Saat, K ı y a m e t , âhiret, c e n n e t ve cehen­
n e m âyetlerini kapsar, lyyake na'budu: t ü m ibadetleri kapsar. Ve iyyake
nesta'in: ibadetlerde tevhid ve ihlası kapsar. İhdine's-sırata'l-mustakim: ah­
lâk, inanç, ibadet ve beşeri ilişkilere dair t ü m doğruları kapsar. Sıratallezi-
ne eriamte 'aleyhim', geçmiş tüm iyileri kapsar. Ğayri'l-mağdubi 'aleyhim
ve leddâllin: g e ç m i ş t ü m yoldan sapmışları kapsar.

Fatiha Allah-insan i l i ş k i s i n i n kodlarını barındırır. Fâtiha'da A l l a h ' t a n insa­


na i n e n r a h m e t ve vahiy, insandan Allah'a ç ı k a n dua ve ibadet dile gelir. Fa­
tiha, A l l a h ' ı n varlığına i n a n a n herkesi n üzerinde ittifak edebileceği m u h t e ­
ş e m bir i l k e l e r bütünüdür. Bir b a k ı m a tevhid k e l i m e s i olan la ilahe illal-
lah'm a ç ı l ı m ı mahiyetindedir. K i m l e r gibi o l m a m ı z gerektiğinin yanında,
k i m l e r gibi o l m a m a m ı z gerektiğini de söyler. Fatiha Allah-insan arasında
sözleşmedir. î l k üç âyet A l l a h ' ı tanıtan bir senadır. S o n üç âyet i n s a n ı tanı­
tan bir duadır. Ortadaki âyet s ö z l e ş m e n i n bizzat kendisidir. " Â m î n " , bu
s ö z l e ş m e n i n altına atılan imzadır.

İnsanı dönüştürücü gücüyle gerçek bir fatih olan Kur'an, insanın yüreğinin
kapılarını Fatiha anahtarı ile açar.
2 1/FATİHA SÛRESİ Nüzul: 1 Mushaf: 1

RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA 1

1 HAMD, bütün âlemlerin Rabbi Al­ 2


2 O özünde rahmet sahibi, işinde rahmet
lah'a mahsustur. 3
sahibidir. 4

1 Veya bâ'nm mülabese vurgusuyla: "..Allah racim'in kısaltma adı olan /sri'ize'dir. "Ko­
adına". Açılımı: "Özünde merhametli, işinde vulmuş Şeytan'ın şerrinden Allah'a sığınırım"
merhametli Allah adına". Besmele, ilk vahyin demektir. Bu Kur'anî bir emirdir: "Kur'an
ilk âyetindeki "Rabbin adıyla/adına oku!" okuyacağın zaman, öncelikle kovulmuş şey­
emrinin dil ile ifasıdır. Peygamber için "Allah tandan Allah'a sığın" (74/Nahl: 98). Zira kalp­
adına iletiyorum" mü'minler için "Allah'ın leri evirip çeviren, ferman dinlemeyen gönle
adıyla alıp okuyorum" vurgusunu taşır. Bes­ ferman dinleten Allah'tır. İsti'âze. akleden
melenin Fatiha sûresinden bir âyet olup olma­ kalbe aldırılan mânevi abdesttir^'Kafa karı­
dığı ulema arasında tartışılmıştır. Tartışmalı şıklığı" da dediğimiz akıl ve duygu kirlenme­
olan mütevâtir olmayandır. Dolayısıyla Fâti- si, Kur'an'da insanın 'öteki'si olarak tanıtılan
ha'daki de dahil tüm sûre başlarındaki besme­ şeytana nisbet edilir (56/A'râf: 200). Bununla
leleri Kur'an'dan bir iktibas sayan görüş, daha verilen mesaj açıktır: insanın kişiliği özüdür
isabetli görünmektedir. Mushaf'ta Besmele, ve özü temizdir. Kirlenme ona arız olan bir
Tevbe hariç tüm sûrelerin başında Kur'an'dan şeydir ve değerini düşürür. Kirlenen temizle­
bir alıntı olarak yer alır (53/Neml: 30). Bu yüz­ nir ve tezkiye tam da budur. Istiâze bir söylem
den cemaatle namazlarda besmele içten oku­ değil bir eylem emridir. İsti'âze akli bir eylem
nur. Darakutnî bir soru üzerine besmelenin değildir, iç telkine dayalı kalbî bir eylemdir.
açıktan okunacağına dair sahih bir hadis ol­ Bilinçten çok bilinçaltını inşa eder. Vahiy-akıl
madığını söyler (ibn Teymiyye, Tehir), insan­ diyaloguna yönelik iç saldırıları önlemek için
lıkla yaşıt bir anahtar olduğu, Hz. Nûh ve Hz. alınacak her tür önlem isti'âze kapsamına gi­
Süleyman'ın ağzından nakledilmesinden anla­ rer (Bkz. 74/Nahl: 98, not 108). Şeytan bu sal­
şılmaktadır (70/Hûd: 41 ve 53/Neml: 30). Eğer dırıyı kendi gücüyle yapmaz, insanın ona ira­
Kur'an'ı muhteşem bir site kabul edersek, J â r desinden aktardığı güçle yapar. Zaten bu işle­
tiha bıı sitp.nin anajkapısıjaftsmplf d&^-kapı- min kendisi bir güç kaybıdır.
ılın^njhjıao^ır^esmele, kulluk listesinin al­
2 "Âlemlerin Rabbi"ni Kur'an şöyle tefsir
tına atılan imzadır. Besmele Allah'la ve Al-
eder: "O göklerin, yerin ve bunlar arasındaki
lah'lı yapmaktır. Besmele O'nun sayesinde ve
herşeyin Rabbidir" (51/Şu'arâ: 24). Yani bütün
O'nun verdiği imkân ve güçle yaptığının bilin­
bir varlığın, kâinatın ve içindekilerin Rabbi.
cinde olmaktır. "Senin verdiklerinin farkında­
[Âlemin'm "yaratılmışlar evreni" için kulla­
yım. Senden bağımsız bir varlık alanı düşün­
nıldığına dair bir tahlil için bkz. 79/Enbiya:
müyorum" demektir. Besmele eylemle alâka­
18, not 22 ve 79/Enbiya: 107, not 111.)
lıdır. Zira besmele çeken biri, bir eyleme giri­
3 Açılımı: "Tüm zamanlarda, tüm mekânlar­
şiyor, bir işe başlıyor demektir. Besmele, is­
da, her varlığın hamdi tümüyle Allah'a mah­
lâm ahlâkının bir "eylem ahlâkı" olduğunu
sustur". Zira başka yerlerde zaman ve mekân
gösterir.
kaydı kullanıldığı hâlde (Msl: 67/Kasas: 70 ve
Şeytan'dan uzak olduğunu isti'âze ile ikrar et­ 88/Rûm: 18) burada zamansız ve mekansız
meyen, besmele ile Allah'ın yardımını celbe- olarak gelmiştir. Kur'an'da lâm edatının se­
demez. Kötülüğe buğzetmeden iyiliğe muhab­ bep, mülk ve istihkak anlamlarına göre ibare
bet edilmez. Bu yüzden Kur'an'la bütünleş­ "Allah içindir", "Allah'ındır" veya "Allah'ın
mek için onu okuyacak kişinin yapması gere­ hakkıdır" mânalarına da gelir. Hz. Peygam­
ken ilk hazırlık e'uzu billahi mine'ş-şeytani'r- berin "Ben Seni lâyıkıyla övemem. Sen ken-
Nûzûl: 1 Mushaf: 1 1/FÂTtHA SÛRESİ 3

3 O, Hesap Günü'nün hâkimidir. 5


5 Bizi yönelt Dosdoğru Yol'a,- 8

4 (Rabbimiz!) Yalnız sana kulluk eder ve 6


6 Nimet verdiklerinin yoluna; 9

yalnız senden yardım isteriz! 7

dini övdüğün gibisin" (Müslim, Salat 222) sö­ fayda sağlamayacağı gündür" (49/lnfitâr: 19).
zü esas alındığında bu ibare "Allah'ı lâyıkıyla Bu âyet, devamındaki "yalnız senden yardım
ancak Allah över" anlamına gelir. Şükür ele isteriz"in de gerekçesidir. [ed-Dîn hakkında
geçene teşekkürdür. Şükür nimet verilince ya­ ayrıntılı bir not için bkz. 17/Mâ'ûn: 1, not 1).
pılır, hamd her zaman yapılır. Nimet verilse 6 Veya Vav'ın ta'lîl vurgusuyla: "Yalnız sana
de alınsa da... Zira alırken de verirken de kul kulluk ettiğimiz için yalnız senden yardım is­
Allah'ın gözetimindedir. Ve Allah'ın gözeti­ teriz." Kayıtsız şartsız itaat edilecek tek otori­
minde olmak hamdi gerektirir. Alınca da te Allah'tır. Onun dışındaki tüm otoritelere
hamd etmek anlaşılır bir şeydir. Zira nimeti kayıtlı ve şartlı itaat edilir.
veren O'ydu, daha büyüğünü vermek için kü­
7 İlk 3 âyet Allah-insan ilişkisinin zirvesini
çüğünü almış olabilir, o musibet daha büyük
teşkil eder. "Biz" kipinin kullanıldığı 4. âyet­
bir belâya kalkan olabilir, dünyada alıp âhiret-
le insanın irade beyanı başlar. Amaç muhatap­
te daha büyüğünü verebilir. Allah'tan başkası­
ta doğru bir "biz" tasavvuru oluşturmaktır.
na hamd olmaz.
Yardım edenin gerçekte sadece Allah olduğu­
4 Veya: "Rahmetin sonsuz kaynağı olarak tüm nu bilenler, sadece Allah'tan yardım isterler.
varlığa rahmet eden, iman edenlere kat kat Zımnen: Duanın kıblesini Allah'tan başkası­
rahmet eden" (Krş. 60/Mülk: 19; 106/Ahzab: na çevirmek, ona kulluk etmek demektir. İba­
43),- ya da "Sonsuz rahmetiyle herşeyi kuşatan
det Allah'ın razı olduğunu yapmak, ubudiyet
ve rahmeti zâtının ayrılmaz bir vasfı olan (Ab-
Allah'ın yaptığından razı olmaktır. İyyâke
duh). Sıfat-ı müşebbehe olan Rahman sürekli­
na'budu ibadette, iyyâke nesta'în duada tev-
lik ve değişmezlik bildirir. Mübalağa ile ism-i
hiddir. Tıpkı lâilâhe illallah gibi nefy ve isbat-
fail (veya sıfat-ı müşebbehe) olan Rahim, oluş
tan oluşur. Açılımı şudur: "başkasından değil
ve yenileniş bildirir. Abduh, çoğunluğun terci­
yalnız senden.." Allah'tan başkasından iste­
hi olan bu görüşe "delil yetersizliği" gerekçe­
mekle ilgili muhteşem bir Kur'anî teşbih için
siyle itiraz etmiştir. Ona göre doğru olan tam
bkz. 58/Ra'd: 14.
tersidir. Bunu da şöyle açıklar: Fu'lan vezni
fa'al vezni gibi mübalağa ifade eder. Tıpkı gar­ 8 Krş. "Hiç şüphe yok ki, yegâne rehberlik Al­
san (çok eken), atşân (çok susayan), ğadbân lah'ın rehberliğidir" (73/En'âm: 71) ve "O doğ­
(çok kızan) sıfatları gibi sonradan arız olan va­ ru yola yönelenlerin hidayetini artırır"
sıflar için kullanılır. Faîl vezni ise alîm, hakîm (92/Muhammed: 17). Bu âyet, "ilâhî rehber­
gibi öze ait değişmez vasıflar için kullanılır lik" mânasına gelen hidâyetin kendiliğinden
[Menâr). Fakat, Elmalılı'nın da dediği gibi bu gelen bir şey değil, talep edilen bir şey olduğu­
itiraz yersizdir. Rahmâniyyeti rahmetinin zâtı nu gösterir. İnsan Allah'tan tek bir şey isteye-
ve sabit olup varlığı özünden kuşattığına, Ra- cekse, bu hiç kuşkusuz "ilâhî rehberlik" ol­
hîmiyyeti rahmetin gerçek faili olarak rahme­ malıdır. Mushaf'ta bu talebin cevabı hemen
tini fiili ile celbeden varlıklara ihsan ettiğine yanı başına yerleştirilen Bakara 2'de verilmiş­
delalet eder. İlâhî Zât'ın tecellisi varlığın cev­ tir: "(Ey hidayet isteyen kişi!) Al işte, bu kitap
herine, ilâhî fiilin tecellisi varlığın fiiline yö­ muttakiler için ilâhî bir rehberliktir". Sırat
neliktir. Tercihimizin gerekçesi budur. öteden değil buradan başlar.
5 Lafzen: "Din Günü'nün.." Kur'an'a göre Din 9 Allah'ın nimet verdikleri Nisa 69'da beyan
Günü: "hiçbir insanın bir başka insana asla edilir (Krş. 73/En'âm: 90). Allah Rasulü'nün
7 gazaba uğrayanların ve sapıtanların yoluna değil! 10

son sözü olan er-rafiku'l-a'lâ, Nisa sûresinin nu takip edecek herkestir. Kur'an "gazaba uğ­
69. âyeti ışığında "yüce dostlar" arasına karış­ rayanlara" Yahudileşen Isrâiloğullarını, "sapı-
ma temennisi olarak anlaşılmalıdır. Bu, Fâti- tanlara" ise teslisçi Hıristiyanlığı örnek göste­
ha'da talim ettirilen duanın vefatı sırasında rir (94/Bakara: 90 ve 108/Mâide: 77). Bu
Rasulullah'ın yüreğinde olduğuna delildir. Kur'anî tesbit Allah Rasulü'nün dilinden de
10 Âyetin konusu gazaba uğrayan ve sapıtan- bize kadar gelmiştir (Tirmizî, Tefsiri).
lar değil, onların gittiği yol. Dolayısıyla âyetin Bu sonuncu âyetle birlikte Fâtiha'nın konusu­
muhatabı geçip gitmiş olanlar değil, şimdi ve nu şu beş terimle özetleybiliriz: Tevhid, ahi-
gelecekte gazaba uğrayan ve sapıtanların yolu­ ret, ubudiyyet, nübüvvet ve adalet.
'ALAK SÛRESI
Nüzul : 2
Mushaf: 96

Sûre adını 2. âyetinden alır. 'Alak, insanın m ü s t e s n a oluşuna dair bu bağ­


l a m d a " a l â k a , ilgi, s e v g i " anlamına, embriyolojik süreçlerle ilgili bağ­
lamlarda ise " a n a r a h m i n e düşmüş c e n i n i n i l k hali, h ü c r e " a n l a m ı n a gelir.
İlk kuşaklar tarafından i l k âyetinin t a m a m ı y l a anılmaktaydı.

Sûrenin girişi, gerçek anlamda insanlığın d ö n ü m n o k t a s ı olan Kur'an vah­


yinin i l k inen âyetleridir. Hz. A i ş e ve Ebu M u s a rivayetlerinde, vahiy, M e k ­
ke'de, " a r a y ı ş " a n l a m ı n a gelen Hıra mağarasında düşünce çilesi ç e k e n Ab­
dullah oğlu M u h a m m e d ' e (a) Fil olayından y a k l a ş ı k 40 yıl sonra bir R a m a ­
zan gecesinde indirilen bu sûrenin ilk beş âyetiyle başlamıştır. Beyhaki, va­
hiy başlamadan ö n c e k i rüyalar silsilesinin h i c r e t t e n 13 yıl önce bir Rebi-
ulevvel ayında başladığını ve altı ay sürdüğünü nakleder. Bu tarihin miladi
karşılığı 6 1 0 y ı l ı n ı n Şubat ayıdır. A l t ı ay sonrası aynı yılın Ağustos a y m a
denk gelmektedir. Bu hesaba göre vahiy 6 1 0 y ı l ı n ı n Ağustos ayında başla­
m ı ş t ı r . V a h y i n doğumunun Hz. Peygamber'in doğumuyla aynı gün olan Pa-
zartesi'ne denk geldiğini, Hz. Peygamber'in n i ç i n o günü oruçlu geçirdiği
sorusuna verdiği cevaptan öğreniyoruz.

Bu konudaki sahih rivayetlerin özeti şudur: 40 y a ş m a doğru M u h a m m e d ' e


yalnızlık sevdirildi. H n a dağındaki aynı adlı mağarada kendini t e f e k k ü r ve
ibadete veriyordu. Bir gece aniden vahiy m e l e ğ i geldi ve " O k u ! " dedi. " B e ­
n i m o k u m a m m ü m k ü n d e ğ i l ! " diye cevapladı, zira o z a m a n a kadar oku-
m u ş - y a z m ı ş değildi (Ankebût: 4 8 ) . Rasulullah şöyle nakleder: " M e l e k beni
öyle bir s ı k t ı ki t ü m g ü c ü m g i t t i . " A y n ı şey üç kez tekrarlandı (Buhârî,
Bed'u'l-Vahy 1:1; M ü s l i m , İman, 1:73). S o n u n c u s u n u n ardından bu sûrenin
ilk beş âyeti nazil oldu (Vahye dair bir n o t i ç i n bkz. 82/Şûrâ: 5 1 , n o t 6 2 ) .

2 3 y ı l l ı k vahiy sürecinin i l k k e l i m e s i " o k u " d u r . B u bir " y a p " emridir v e her


e m i r bir inşadır. A m a ç vahyin muhataplarını inşa etmesidir, ilk beş âyetin
k o n u s u insanın öğrenme yeteneğidir. V a h i y açılışı bilgiye, insanın öğrenme
yeteneğine ve araçlarına dikkat ç e k e r e k yapmıştır. Bu, insanın en t e m e l so­
rununun, doğru bilgiyi elde e t m e k , ü r e t m e k ve i l e t m e k l e ilgili t a l i m ve ter­
biye, eğitim ve öğretim süreci olduğunu gösterir.

İlk indirilen pasaj ve sûrelerin konuları arasındaki b i l i n ç l i bağlantı hayli an­


lamlıdır. G e r ç e k bir " ö n s ö z " olan Fâtiha'yı dışarıda tutarsak, b i z i m tesbiti-
m i z e göre nüzulde i l k beş sıra ve konuları şöyledir:
1 ) ' A l a k sûresinin i l k 5 âyeti düşüncenin ve bilginin inşasıyla,
2) M ü z z e m m i l sûresinin i l k 11 âyeti, duygunun ve ahlâkın inşasıyla,
3) Müddessir sûresinin ilk 7 âyeti, m i s y o n ve vizyonun inşasıyla,
4) D u h â sûresinin t a m a m ı teşvik ve motivasyonla,
5) İnşirah sûresinin t a m a m ı azim ve kararlılıkla ilgilidir.

İnen i l k âyet, A l l a h adma/adıyla o k u m a emridir. Bu emir, karşılığını İs­


l â m ' ı n şiarı olan b e s m e l e d e bulur. İlk beş âyetin ardından, gelen âyetler da­
ha sonraki bir zamanda i n m i ş t i r . Bu z a m a n fiili e n g e l l e m e n i n başladığı 3.
yılın başına t e k a b ü l etse gerektir. U s u l kuralı gereği bir sûre için " B u sûre
falan zamanda i n d i " demek, o sûrenin başının indiği z a m a n ı gösterir. Bu
kural 'Alak sûresi i ç i n de geçerlidir.

Bu pasajda A l l a h ' ı n vahiyle kendisine tenezzül buyurduğu insanın en t e m e l


zaafına atıf yapılır: "Evet, evet; insan kendi kendine yettiğini sandığında
m u t l a k a a z a r " (6-7). insan azınca ibadete engel olur, h a k i k a t i yalanlar ve
ona sırt döner (9-13). B ü t ü n bunların t e m e l i n d e görmeyen bir tanrı tasavvu­
ru yatar: " K e n d i s i b i l m e z mi ki, Allah görür m u t l a k a ! " (14) Sûre, m u h a t a ­
bını inşa edicilik vasfını haykırırcasma, tevhid k e l i m e s i n i n çatısıyla uyum­
lu olan bir n e h i y ve i k i emirle son bulur: " A s l a o (azgın) insana uyma,- im­
di (Rabbine) secde et ve y a k l a ş m a y a gayret e t ! "
Nüzul: 2 Mushaf: 96 II'ALAK SÛRESİ 7

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 O K U yaratan Rabbin adına; 2 O insa-


1 2
d i r 4 O insana (bilgiyi) kalemle (kaydet-
;
4

nı sevgi ve alâkadan yarattı. 3


meyi) öğretti, 5 O insana bilmediklerini
5

3 Oku! Zira Rabbin sonsuz kerem sahibi- öğretti. 6

1 Kur'an'ın adıyla aynı kökten olan "oku" da kapsayan ortak bir özelliktir. İbn Fâris el-
emrinin tümleci zikredilmemiştir. Esasen üc­ 'alâka'yı el-hubbu'l-lazım li'l-kalb (kalb için
ra , etimolojik olarak icma' mânasına gelir.
7
gerekli olan sevgi) diye tanımlar [Mekâyîs). İn­
"Şehir" anlamındaki karye, "hayız başlangıcı- sanın anne karnındaki embriyolojik gelişim
bitişi" anlamındaki eî-kur' hep cem ve içtima sürecini ele alan Hac 5, Mü'minûn 14,
kök anlamıyla alâkalıdır [Mekâyîs). Zımni an­ Mü'min 67, Kıyame 37'den farklı olarak bu
lamı şudur: "Kalbine yazılan vahyin ışığında bağlamda, embriyolojik olmaktan çok ontolo-
hakikatin parçaları arasında bağ kur! Parçanın jik olmak durumundadır. Bunu destekleyen
bütüne aidiyetinin illet ve hikmeti üzerinde bir husus da geçtiği tüm diğer yerlerde (5 kez)
düşün! Varlığı Allah merkezli bir okumaya ta­ dişil formda 'alaka olarak gelirken sadece bu­
bi tut! Sözün özü "Oku" emri, okumanın tüm rada 'alak formunda gelir. İlginç bir tevafuktur
anlamlarını içerir. Bu âyet, Allah'tan bağımsız ki, Allah isminin mücerredi olan e-le-he nin 1

bir bilgi ve bilim anlayışını kökten reddeder. tüm formlarının ortak anlamı " sevgi "dir. Bu,
Ikıa', "İlet, tebliğ et" anlamına hasredilemez. gerçekten dikkat çekicidir.
Bu ancak tâlî ve dolaylı bir mâna olabilir. Zi­ 4 el-Ekrem: "Herhangi bir karşılık almadan ve
ra ilk pasajda üçüncü şahısları gösteren lafzî beklemeden sınırsızca veren". Zımnen: İnsan
veya zımnî hiçbir dilsel karine yer almaz. Her Allah'a borçlu olarak doğar, bu yüzden dîn
şey "O ve sen" arasında gerçekleşir. Allah Ra- "borçluluk bilinci "dir. Bu âyete kadar Rab, elle-
sulü'ne ilk "uyar" emri 4/Müddessir sûresinin zi halaka, ellezi aileme gibi eylem sıfatlarından
ilk âyetiyle verilmiştir. sonra, Ekrem ile kemal sıfatlarına geçti. Önce­
2 İlk muhatap için dolaylı olarak "vahyi Allah siyle birlikte: Yoktan var eden de O, var ettik­
adına ilet", tüm muhataplar için "İletileni Al­ ten soma aşama aşama kemale ulaştıran da...
lah adına al ve oku" anlamına gelir. Varlığı 5 Kalem bir semboldür. Hem bilginin kayıt al­
Allah adına okuma çabası, onu Allah'a refe­ tına alınmasını, hem de öğrenme araçlarını
ransla anlama çabasıdır. Fakat okuma her şey­ simgeler. Daha ilk inen vahiyle "sözlü kültür­
den önce zihinde olanı dile dökme işidir. Zira den yazılı kültüre geç" işaretini alan Nebi,
el-kırae: "Kalpte yazılı veya kayıtlı olanı bili­ mesajı aldığını vahyi yazdırarak ortaya koya­
nen bir lisanda dillendirmek" [nutkun bi-kelâ- caktır. Kalem yazıyı temsil eder. Yazı ise bil­
min muayyenin mektûbin ev mahfûzin 'alâ giyi kayda alıp, bu kayda kalemi, kağıdı, eli,
zahri kalb) anlamına gelir (İbn Aşur). zamanı, mekânı, okuyan ve okuyacak her in­
3 'Alak ve 'alaka maddî olarak "embriyo ve sanı şahit tutmaktır. Söz uçucu yazı kalıcıdır.
hücre", manevî olarak "sevgi ve ilgi-alaka" Onun için demişlerdir ki; ilim avlamak, yazı
anlamına gelir. Doğru tercih ikincisidir. Zira ise avı bağlamaktır.
hem bu pasaj insanın embriyolojik kökenini 6 Hem fıtratına fıtrî bilgiyi nakşetti, hem vahiy
değil manevî boyutunu ele almaktadır, hem [zikr) ile nakşedileni hatırlattı, hem de bilme­
de âyetin başındaki el-insan' dan dolayı bura­ diklerini öğretti. Allah Rasulü "Arayış" [Hıra]
daki 'alak'ın, sadece insan soyuna ait bir şey mağarasmdan bu vahiylerle endişeli bir halde
olması gerekir. Oysa embriyolojik mânada dönünce Hz. Hatice onu şöyle teselli eder: Val­
'alak (embriyo, hücre) diğer memeli canlıları lahi Allah seni kesinlikle mahcup etmez! Çün-
6 EVET, evet; insan mutlaka azar, 7 ken­
7
13 Düşündün mü hiç: eğer o hakikati ya-
di kendine yettiğini sandığında! 8 Ne ki 8
lanlasa ve sırt dönmüş olsa Allah'a, 14 ken­
insanın Rabbine dönüşü muhakkaktır. 9 9
disi bilmez mi ki, Allah görür mutlaka. 17

Ama (ey m u h a t a p ! ) Baksana şu engel ol­


10
15 Yoo!
maya kalkışana, 10 ibadete 11
kalkan bir
Eğer o buna bir son vermediyse, elbet per­
kula! 12

çeminden yakalayacağız; 18
16 o pek sah­
11 (Ve sen ey ibadete engel o l a n ! ) 13
Hiç o tekar, bir o kadar d a 19
günahkar perçe­
hidayet üzere midir diye geldi mi aklı­ minden,- 17 haydi o kendi örgütünü 20
ça­
na? 1 4
12 Yahut da, çağırmakta mıdır di­
15
ğırsın, 18 Biz de zebanileri çağıracağız. 21

ye sorumluluğa? 16

19 Hayır!

kü sen sözüne sadık bir adamsın, akrabalık ibadetten alıkoymak da bu kapsama girer.
bağlarını gözetirsin, kimsesizleri korursun, ko­ 12 Burada namaza engel olmaktan amaç, di­
nuğa ikram edersin, haklının hakkını almasına nin sosyal hayatta görünür kılınmasına engel
yardım edersin!" (İbn Hanbel VI, 223). olmaktır. Bununla amaçlanan sosyal hayatı
7 Kellâ: Muhtemelen edatın ilk geçtiği yer. Allah'tan koparmaktır. Allah'tan kopmuş bir
Dilciler farklı mânalara geldiğini söylemişler­ sosyal hayat anlam ve ahlâktan da kopmuş
dir. Basralılara göre "Yoo, hayır, asla" veya pa­ olacaktır. Hangi çağda yaşanırsa yaşansın, bu­
ragraf başı, Kisai'ye göre "gerçekten de, haki­ nun adı "Ebu Cehillik"tir.
kat şu ki", Sa'leb'e göre "değil mi ki", Ferrâ'ya 13 Fiil zamirlerinin ibadeti engelleyene gitti­
göre "evet, kesinlikle" mânasına gelir. Bizce ğinden yola çıkarak [Keşşaf).
edat bağlamına göre bu işlev ve anlamlardan
14 Zımnen: Bir kez olsun önyargısız bakmak
bir veya bir kaçını kazanır. Tercüme boyunca
aklına gelmedi mi?
tercihimiz de budur. Bir ara cümle gibi öncesi­
ni de sonrasını da görür. 15 Buradaki emr'in "buyruk ve talimat" anla­
mına gelmediği açıktır, zira sahibi âmir maka­
8 İnsanın kendi kendisine yettiğini zannetme­
mında değildir. Emr, tıpkı el-emr bi'l-ma-
si tuğyanın sebebidir. Zira insan, ancak kendi­
ruf taki gibi bir öneri ve davet ifade eder.
ni kaybettiğinde bu zanna kapılır.
16 Yani: İbadeti engelleyen, hidayeti engelle­
9 Bu üç âyet bütün ahlâkî davranışın kaynağı­
miş ve sorumsuzluğa çağırmış olur (Takva
na dikkat çekmektedir. Zımnen: Ahlâkın refe­
için ilk kullanıldığı bkz. 28/Şems: 8, not 8.
ransı kalplerin özünü gören ve bilen Allah de­
ğilse, ahlâk hasbi olmaktan çıkar hesabi olur. 17 Tercihimizin gerekçesi için bkz. Keşşaf.
Bu da ahlâkın anlamını kaybetmesidir. Zira 18 Zımnen: Günahkar yüzünü sakladığı, mas­
bu takdirde ahlâkî davranışın anlamını onu ke gibi kullandığı perçeminden.
yapan kişinin kalbindeki niyette bulan 'garan­ 19 Hâtıetin'deki belirsizliğin anlama yansı­
tisi' ortadan kalkar. ması.
10 Bu ve devamındaki âyet Kur'an'daki hitap 20 Müşrik Mekke'nin şehir senatosu Daru'n-
zamirlerini Allah Rasulü'ne hasretmenin yan­ Nedve'ye bir gönderme. Bu bağlamda örgütlü
lışlığını gösterir. Zira namazı engellenen kul küfrü ifade eder. (Kelimenin lugâvî tahlili için
zaten Allah Rasulü'dür. O halde "Baksana" bkz. 89/Ankebût: 29, not 38.)
denilince dönüp bakması gerekenler, her çağ­ 21 "Cehennem muhafızları" olarak kullanı­
da Kur'an'a muhatap olanlardır. lan zebani, zâbin, zebine, zibniyye ya da zib-
11 Veya: "namaza". Bir insanı meşgul ederek niy kelimesinin çoğuludur. Kökeni Adnanî
O (azgın) insana u y m a ; 22
imdi (Rabbine) secde e t 2 3
ve yaklaşmaya gayret e t . 24

Araplara uzanan Vâ'il kabilesinin bir kolu ol­ ğil, "güçlü, kuvvetli" varlıklar olduğu sonucu­
duğu belirtilen Benu Zebine oymağıyla da na ulaşılır.
muhtemel bir anlam ilişkisi bulunan zebani 22 Zımnen: Zorbalara teslim olma! İlk muha­
kelimesi, klasik Arapça'da "kolluk kuvvetle­ tabın ve tüm muhatapların, ibadetten engelle­
ri" [surat] anlamında kullanılmış; ayrıca son yen zorba tiplerden korkmamalarına dair ihtar.
derece saldırgan ve elinden kaçıp kurtulması 23 Zımnen: Tam bir teslimiyet göster. Secde
mümkün olmayan insanlar zebani diye nite­ de teslimiyetin simgesidir. Müstakil rüku
lenmiştir [Lisân ve Kurtubî). Tahrim sûresinin yoktur, fakat şükür, dua, tilavet, sehiv secde­
6. âyetinde bunların Allah'ın görevlendirdiği leri gibi müstakil secde vardır.
melekler olduğu ifade edilmektedir. Bu du­ 24 "Gayret et" karşılığı, ifti'al kalıbının lafza
rumda, bu görevlilerin "korkunç, çirkin" de­ kattığı yan anlamdır.
MÜZZEMMÎL SÛRESİ
Nüzul : 3
Mushaf: 73

Sûre, "ağır y ü k y ü k l e n e n " m â n a s ı n a gelen adını, kullanıldığı t e k yer olan


i l k âyetinden alır. O Müzzemmil'dir, zira omuzlarına dağların bile daya-
namadığı "ağır bir s ö z " (5. âyet) y ü k l e n m i ş t i r .

M ü z z e m m i l sûresi, b e ş i n c i âyetinin de a ç ı k delaletiyle, i l k i n e n sûrelerden


biri, h a t t a t e s b i t i m i z e göre ' A l a k ' t a n sonra i n e n 2. sûredir. Son âyeti i l k on
dokuz âyetinden daha geç bir zamanda nazil o l m u ş t u r . Bu g e c i k m e Hz. Ai-
şe'ye ve İbn Abbas'a göre bir yıl, Said b. C ü b e y r ' e göre on yıldır (Taberî). Ço­
ğunluk â y e t t e k i " A l l a h yolunda s a v a ş a c a k l a r " ibaresine istinaden son âye­
tin Medine'de indiğini söyler. Oysa bu g e l e c e k t e n verilen bir haberdir. Zira
h e m e n önünde, 'alime en seyekûne (O, .. olacağını bilir) ibaresi vardır.

T e s b i t i m i z e göre sûre, 'Alak sûresinin ardından i k i n c i sırada nazil o l m u ş ­


tur. Ü n l ü tertiplerde i k i n c i sırada K a l e m sûresi gösterilir. Fakat mukatta'a
harfiyle başladığı ve meydan okuyan bir içeriğe sahip olduğu için, iniş sıra-
lamasındaki yeri k e s i n l i k l e daha sonra olmalıdır.

M ü z z e m m i l sûresi, i l k guruba giren 'Alak, Müddessir, D u h â , İnşirah ve Ka­


l e m sûreleri gibi, doğrudan Hz. Peygamberin şahsiyetini inşa etmektedir.
B u n u n l a amaçlanan, sadece çağdaş takipçileri i ç i n değil g e l e c e k t e k i t ü m za­
m a n ve m e k â n l a r ı n insanları için de bir m o d e l inşasıdır. Bu yüzden sûrede
son âyet hariç hep m u h a t a p zamiri kullanılır. Dahası, i l k on bir âyette t a m
dokuz e m i r fiil yer alır. Bu emirler dizgesine bakıldığında, i ç t e n dışa doğru
bir inşa görülür.

Bunlardan ilki " k a l k " emridir (2). G e c e k ı y a m ı n ı n gerekçesi ise şu âyette ifa­
desini bulur: " V e o k u Kur'an'ı sindire sindire" (4). Bir sonraki âyet bu e m r i n
gerekçesidir: " Ç ü n k ü Biz, sana ağır bir söz indireceğiz" (5). " N e d e n g e c e ? "
suali de, cevabını 6. âyette bulur: " E l b e t (şu) gece dirilişi var ya: işte o pek
derin bir iz bırakır ve okuyuş açısından daha bir etkilidir". M ü t e a k i p pasaj­
da i l k gelen tepkilere karşı " s a b r e t " emri veren Allah, yalanlayanları kendi­
sine bırakmasını ister (10-11). D e v a m ı n d a Firavun'un akıbeti hatırlatılır, in­
kâra y e l t e n e c e k olanlar Son Saat ve âhiretle uyarılır (12-19). Son âyette, baş­
ta verilen gecenin ü ç t e birinden az olmayan " o k u m a " emri hafifletilir.

Ve sûre ilâhî r a h m e t i n sonsuzluğuna atıfla son bulur.

İlâhi! Bizi sonsuz r a h m e t i n l e kuşat!


RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 SEN ey ağır yük yüklenen (Nebi)!


1
Çünkü Biz, sana ağır bir söz indireceğiz;
2 Kalk gecenin ilerleyen bir vaktinde! 3 2 6 elbet (şu) gece dirilişi var ya: işte o pek
5

Gece yarısı, ondan biraz önce 4 ve de son­ derin bir iz bırakır ve okuyuş açısından
6

ra; ve oku Kur'an'ı 3


sindire sindire! 5
4 daha bir etkilidir,- 7 üstelik gündüzün se-
7

1 Müzzemmil''in aslı mutezemmil, "üste alı­ nakledilir. Kıyamu'l-leyl, Hz. Peygamber için
nan şey" ile alâkalıdır. Muddessir de bunun bir emirdir. Fakat bu emrin tüm mü'minleri
aksi mânadadır: "alta alınan şey". Zeml, iki kapsamadığı 20. âyetteki "mü'minlerden bir
asli mânaya gelir: "Sırtına ağır bir yük yüklen­ kısmı" ibaresinden açıkça anlaşılmaktadır.
mek" ve "ses". Tezemmeie'nin karşılığı olan 3 Muhtemelen vahyin iniş sürecinde el-
"üzerine elbise geçirdi", mecazen "yük yük- Kur'arı kavramının ilk kullanıldığı yer. Genel­
le(n)di" demek gibidir (Mekâyîs). Bu anlam, likle mü'minlere hitaben kullanılır. Kâfirlerin
elbisenin/örtünün insana kattığı görece say­ muhatap alındığı yerlerde tezkire, zikr, zikrâ
gınlığı da kapsar. Eğer "ses" kök anlamını esas gibi sıfatlarla gelir. Kur'an, belirlilik takısıyla
alırsak, mâna "ey kendisine seslenilen" olur. geldiği yerlerde özel isim olarak son vayhe de­
Bu kök anlamlar, tercih gerekçemizi teşkil lâlet eder. Belirsiz geldiği yerlerde bazen mas­
eder. 5. âyet "ağır yük" ile vahyin kastedildi­ tar mânası taşır ve ""hitab" mânasına gelir
ğini ortaya koyar. (Bkz: 69/Yûnus: 15, not 26).
İniş nedeni olarak nakledilen rivayetlerde. 4 Tertîl: Kur'an'da sadece iki yerde kullanılır
Nebi, ilk vahyin ardından eşine dönerek "Be­ (diğeri 40/Furkan: 32). İkisi de vahyi anlama
ni örtün! Beni örtün!" demiştir. Gariptir ki bu ve hayata aktarma bağlamında gelir. Tertîl,
rivayetin bazı versiyonlarında, Hz. Peygam- tebyîn ve tefrik ile açıklanır. Bir şeyin "inti­
ber'e, Hz. Aişe'nin yorganı altında yatarken zam" ve "istikametine" delalet eder. Hz. Ai­
bu âyetlerin geldiği nakledilir (Bkz: Zemahşe- şe'nin tarifine göre tertîl, eğer biri harfleri say­
rî, Nehaî'den Salebi ve Kurtubî). Bunun bir zü­ mak istese, sayabileceği kadar ağır okumaktır.
hul olduğu açıktır. Zira Hz. Aişe, ilk vahiy in­ Mufassal sûreleri (Kâf-Nâs arası) bir gecede
diğinde, Hz. Peygamberin yanında olmak bir okuduğunu söyleyen birine İbn Mes'ud "De­
yana, en iyimser tahminle küçük bir çocuktu. sene şiir döktürür gibi döktürmüşün" diye ce­
Katade (Taberî) ve Ferrâ'ya göre bu âyet, Hz. vap verir (İbn Aşur). Kur'an'ın Mushaf'a indir­
Peygamberin namaza hazırlık için giyinik olu­ genmesi gibi, tertil tecvide, tecvid telaffuza,
şuna işarettir. Fakat bu da açıklayıcı değildir. kıraat ses sanatına indirgenmiştir. Tertil em­
rinin amacı, vahyin mânalarının akleden kal­
2 Kıyamu'l-leyl, sadece "geceleyin kalkışı"
be iyice hakkedilmesidir (40/Furkan: 32). Isrâ
değil, "gecenin ayağa kalkışını" da ifade eder.
106, başkasına aktarırken de ağır ağır okuma­
Herkes uyurken, mü'min uyanmakla kalma­
yı emreder. Bundan 7 yy. önce yaşamış büyük
yıp geceyi dâhi uyandırır. İçerisinde namaz
müfessir Kurtubî (ö. 1273) dâhi tertilin yerini
geçmiyorsa da, İnsan 26'nm delaletiyle kıya­
sadece güzel sesle okumanın almasından şika­
mu'l-leyl namazı da kapsar. Ancak esas olan yet eder.
Kur'an'ı sindirerek okumaktır. Namaz ise
Kur'an'ın içine konduğu kap mesabesindedir. 5 Gece kalkışı, bir bakıma "gece dirilişindir.
Eğer daha sonra nazil olmadıysa 'Alak 9-10, Nâşie, ölü toprağın canlanıp yeşermesini ifade
Hz. Peygamberin bu sırada gündüz vakti de eder. Kur'an, kuraklığın ardından yağan rah­
namaz kıldığına delâlet eder. Rivayetlerde met gibidir; ölü kalplere can verir.
Ukaz tarafında bir hurmalıkta namaz kıldığı 6 Veya: "uygun, uyumlu". Tercihimiz Kata^
12 3/MÜZZEMMİL SÛRESİ Nüzul: 3 Mushaf: 73

ni bekleyen bir yığın görev vardır. 8


kü yanımızda prangalar ve gözleri fal taşı
8 İmdi, Rabbinin adını an ve bütün varlığı­ gibi açan bir ateş v a r ;
1 3
13 boğaza düğüm­
nı O'na vakfet! 9 O doğunun da batının da lenen berbat bir yiyecek ve elemi tarifsiz
Rabbidk; O'ndan başka ilâh yoktur: Öyley­ bir azap v a r ;
1 4
14 o gün yerler ve dağlar

se kendini yalnızca O'na emanet e t ! 9


dehşetli sarsılacak; ve sonunda dağlar

10 Ve onların söyleyebilecekleri her şeye kum yığınına dönüşerek eriyip akacak.

karşı sabırla d i r e n 10
ve güzellikle uzaklaş
15 İMDİ bakın, tıpkı Firavun'a bir e l ç i 15 16

onlar)ın çirkin tavırların)dan 11 ve Bana


;

gönderdiğimiz gibi, size de önünüzde ha­


bırak refah içinde yüzdükleri halde ya­
kikate şahitlik eden bir elçi gönderdik; 17

lanlayanları; 11
onlara az bir süre daha ta­
16 fakat Firavun elçiye karşı geldi; bunun
nı! 1 2
12 (Onların hakkından geliriz), çün-
üzerine biz de fena halde enseledik. 18

de'nin açıklamasına dayanmaktadır (Taberî). turmaya el-cahmetu'l-'ayn denilir. Bazı du­


7 İbn Cinnî bu ibareden, lafza değil mânaya rumlarda gözler tutuşturulmuş iki meşale gibi
itibar olunduğu sonucunu çıkarır. yanar ve yakar. Gördüğü karşısında dehşete
düşerek "gözleri faltaşı gibi açılan kişi" için
8 Veya: "(Uyku ihtiyacını gidereceğin) uzun
cahhame'r-racul denilir {Mekâyîs ve Lisân).
bir zaman var".
9 Zımnen: Doğu Pers'in batı Roma'nın değil­ 14 İnsanın dünyadayken aklına ve ruhuna
dir. Oralar da dahil, her yer Allah'ındır. Bkz. vurduğu pranga ve çektirdiği eziyetin âhirette
"Bilin ki yeryüzü Allah'a aittir; kullarından azaba dönüşeceğini ifade eder. Râzî'nin dediği
dilediğini oraya mirasçı kılar" (56/A'râf: 128). gibi burada sayılan dört hal, insanın dünyada
Kur'an mü'minlerine daha o günden hedef yaptıklarının âhiretteki ruhî sonuçlarıdır. Bir
göstermektedir. Râzî der ki: "Hiçbir kalemin seferinde Hz. Peygamber bu âyeti okurken
gücü bu âyeti tefsire kafi gelmez". "Allah!" diye haykırmıştı. Hasan Basrî bu
âyeti okuduktan sonra yeme içmeden kesil­
10 Sabrın nüzul sürecinde ilk geçtiği yer.
miş, dostları ancak üç gün sonra bir şeyler ye-
Kur'an'da üç edatla birlikte kullanılır ve üç
direbilmişti.
ayrı anlama gelir: Sabera 'ala.. ".. karşı göğüs
gerdi", sabera 'an.. ".. rağmen hakta direndi", 15 İniş sürecinde ilk geçtiği yer. Zımnen: Ey
sabera İL. ".. için sebat etti". Burada birinci Müşrikler! Muhammed Musa'nın izinden gi­
anlamda kullanılmıştır. diyor; eğer ona karşı çıkarsanız, siz de Fira-
11 Zımnen: Gündemini düşmanın belirleme­ vun'un izinden gitmiş olursunuz.
sin, artık senin gündemini vahiy belirleyecek­ 16 Rasulen kelimesinin belirsiz gelmesi, in­
tir. karcıların inkârının Hz. Peygamber'in şahsına
12 Zımnen: Bu zaman zarfında belki akılları değil makamına olduğunu gösterir. Nihai tah­
başlarına gelir. Aksi durumda ne olacağını lilde bu inkâr elçiyi seçen Allah'a yöneliktir.
merak edenler unutmasınlar ki... 17 Hakim Allah, sanık insan, mahkeme Din
13 Muhtemelen cahîm'in ilk geçtiği yer bura­ Günü. Peki şahit kim? İşte büyük muhakeme­
sı. Semantik dönüşümler sonucu "şiddetli nin son halkası da böylece tamamlanarak şa­
ateş" anlamını kazanan kelimenin etimolojik hidin peygamberler olduğu vurgulanmış olur:
kökeni 'göze yansıyan' ya da 'gözden yansı­ "Elbet Biz seni, bir şahit, bir müjdeci ve bir
yan' duyusal bir yanış ve yakışla ilgilidir. Mu­ uyarıcı olarak gönderdik" (106/Ahzab: 45; ay­
hatabını gözü aracığıyla yüreğini yakıp tutuş- rıca 11 O/Fetih: 8)
•^3^—' — — > - ^ 3 ^

17 Şu halde eğer inkâr ederseniz, yeni do­ Artık Kur'an'dan kolayınıza gelen kadarı­
ğan bebeleri ak saçlı ihtiyarlara 19
döndü­ nı okuyun!
ren o gün nasıl korunacaksınız? 18 Gök, Allah, ileriki zamanlarda 25
içinizden has­
bu sebeple çatlamış bir çekirdek (gibi ye­ talar, Allah'ın verdiği rızkı aramak için
ni bir doğuma gebedir); böylece O'nun yola koyulanlar, Allah yolunda savaşa çı­
vaadi gerçekleşmiş olacaktır. 20
kan daha başkalarının olacağını bilir. Şu
19 İşte bu, uyarı dolu bir öğüttür: artık di­ halde ondan, kolayınıza gelen kadarını
leyen Rabbine ulaştıran bir yol t u t s u n ! 21
okuyun, namazınızı kılın, arınıp yücel-
m e k için ödenmesi gereken bedeli öde­
20 (EY NEBİ!) Elbet Rabbin, senin ve ya- yin 26
ve Allah'a güzel bir borç verin,- zira
nındakilerden bir k ı s m ı n ı n 22
gecenin üç­ kendi adınıza ne hayır işlerseniz, Allah
te ikisini, ve yarısını, ve üçte birini uya­ katında onu daha hayırlı ve daha büyük
nık geçirdiğini bilmektedir. 23
Gecenin ve bir ödül olarak bulursunuz.
gündüzün miktarını belirleyen Allah, si­ imdi Allah'tan mağfiret dileyin: iyi bilin
zin onun üstesinden gelemeyeceğinizi de ki Allah, tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir
bilmiş ve size rahmetiyle y ö n e l m i ş t i r . 24
merhamet kaynağıdır.

18 Vebîl: "Havası çarpan yer, çamaşır dövülen böldükleri sonucuna ulaşılır.


odun, zehirli gıda" [Mekâyîs). Bu bağlamda 24 Lafzen: "Sayamayacağınızı". Zımnen: Ge­
"fena, şiddetli, çarpıcı" mânasına gelir. Zım­ ceyi uzatamazsınız, kendinizi zorlamayın ve
nen: Vahye Firavun gibi davranan, onun akı­ ilâhi yasaları gözetin! Allah Rasulü'nün nafile
betini paylaşmaya hazır olsun. ibadette kendini zorlayan birine "Sen usan­
19 Arap dilinde daha önce kullanıldığına şahit mazsan Allah usanmaz" demesi, bu mesajın
olunmamış edebi ve mecazi bir ifade. Son Sa­ alındığını gösterir.
at'in dehşeti için bkz. 91/Hac: 1-2. 25 Seyeicıınu'deki sin edatı, gelecek ifade eder.
20 el-Fatr, "dikeyine yarılmak". Râğıb'ın dedi­ Bu mucizevi bir ihbardır. Sırf zekât ve cihad-
ği gibi bu yarılma yıkım için de olur yapım dan söz ettiği için âyetin Medine'de indiği id­
için de [Müfredat). Allahu âlem, buradaki va- dialarını da geçersiz kılmaktadır.
ad, Infitâr sûresinin girişinde tasvir edilen ye­ 26 Bu âyet, muhtemelen Kur'an'da zekâtın
niden oluşla açıklanabilir. "verme" yardımcı fiiliyle kullanıldığı ilk yer­
21 Krş. "Mutlak hakikate (atıf olan bu mesaj) dir. Zekât Kur'an'da hem "vermek" yardımcı
fiiliyle [âtu'z-zekât), hem "yapmak" yardımcı
Rabbinizdendir,- artık dileyen iman etsin, dile­
fiiliyle [lizzekâti fâilûn), hem de yardımcı fiil-
yen inkâr etsin!" (62/Kehf: 29.)
siz olarak tezekka, yetezekka, zekka
22 Min'in teb'idiyye manasıyla. Beyaniyye (28/Şems: 9) formlarında gelir. Yalnızca "kar­
mânası verirsek "yanındakilerin" anlamına şılıksız harcamak" değil, ondan daha öte
gelir. "arınmak için fedakârlık etmek", "arınmak
23 Zımnen: Sûrenin başında verilen emri uy­ için bedel ödemek" anlamlarına gelir. Bu da
guladığını bilmektedir. Sûrenin 4. âyetindeki zekâtın sadaka ile buluştuğu yerdir. Bu mâna­
ev'in seçenek mânası olan "ya da" değil, ve nın en belirgin olduğu âyet şudur: "Onların,
bağlacı olduğuna bu âyet delildir. Bu durum­ Allah'a sadâkatlerini ifade için mallarından
da, Allah Rasulü'nün ve bazı mü'minlerin, bir miktar sadaka al, bu sayede, onların temiz­
emir hafifletilmeden gece üç kez uykularını lenmelerine ve inkişafına yol açmış olursun"
14 3/MÜZZEMMtL SÛRESİ Nûzûl: 3 Mushaf: 73

(114/Tevbe: 103). Burada, verilen şey sadaka âtu'z-zekat formları, "arınmanın bedelini öde-
olarak adlandırılmakta, sadakanın amacının da yin" anlamına gelir ki, bu bedeli de sünnet
zekat (arınma) olduğu vurgulanmaktadır. Bizce açıklamıştır (Bkz: 56/A'râf: 156, 53/Neml: 3).

*e3^*
MÜDDESSÎR SÛRESİ
Nüzul : 4
Mushaf: 74

Müddessir adını i l k âyetinden alır. K e l i m e sadece burada yer alır ve sû-


renin t e k adı budur.

T a r t ı ş m a s ı z i l k sûrelerdendir. Hz. Aişe'den gelen rivayette, "vahiy kesinti­


s i n i n ardından i n m i ş t i r (Buhârî ve M ü s l i m ) . Cabir b. Zeyd rivayeti de aynı­
sını söyler (Müslim). Rivayetlere göre Allah Rasulü vahiy kesintisi (fetretu'l-
vahiyj sırasında derin bir hüzün ve boşluk yaşamıştır. Bu kesintiyle amaçla­
n a n ı n vahyin ağırlığı altında inleyen Nebi'yi, vahye hasret gitmenin daha
b ü y ü k ıstırap olduğuna ikna e t m e k olduğu anlaşılır. Bu durumda "fetretu'l-
v a h y " denilen ara v e r m e olayı, ilâhi inşanın bir parçası o l m u ş olur. Bu ke­
sintinin 3, 13, 15, 2 5 , 40 gün, ya da 6 ay veya 2.5 yıl sürdüğüne dair rivayet­
ler vardır. 3, 13, 15 ve hatta 25 günlük bir ara, " f e t r e t " olarak adlandırılma­
yı h a k e t m e z . Zira 6 0 0 0 küsur âyetlik bir mesaj 23 yıllık bir zaman dilimin­
de inmiştir. Kurulacak bir vahiy-zaman orantısında üç-beş haftalık aralık,
k e s i n t i değil n o r m a l iniş aralığına tekabül eder. 2.5 yıl rivayeti ise inandırı­
cı değildir. Eğer 2.5 yıllık bir k e s i n t i olsaydı, 3, 13, 15, 25 günden söz edil­
m e s i abes olurdu. Zira günlü rakamlarla yıllı rakamlar arasında u ç u r u m var.

O l a y şöyle izah edilebilir: V a h i y sürecinin daha başında Allah Rasulü vahiy


kesildi zannederek endişeye kapılmıştır. D u h â 3. âyet b u n u n şahididir. Bu
endişe de bir r a h m e t o l m u ş , b ö y l e c e vahiyden ayrı k a l m a n ı n acısının vah­
yin sorumluluğundan daha b ü y ü k olduğu anlaşılmıştır. Efendimizi endişe­
ye sevk eden şey, vahiy süreci içinde tabii k a r ş ı l a n m a s ı gereken ve aylarla
ifade edilebilecek bir aradır. Fakat vahyin iniş sıklığı h e n ü z t a m bilinmedi­
ği i ç i n bu ara k e s i n t i [fetret] olarak a n l a ş ı l m ı ş olmalıdır.

Sûre t ü m i l k tertiplerde M ü z z e m m ü ' d e n sonra yer alır. Z a t e n iki sûre ara­


sında Kur'an'ın çift kutuplu yapısına [mesâni] uygun bir bağ vardır. M ü z -
z e m m i l " e y l e m a h l â k ı " Müddessir " s ö y l e m a h l â k ı " inşa eder. M u h t e v a y ı
esas aldığımızda bu sûreyi Fatiha, 'Alak, D u h â ve M ü z z e m m i l ' i n ardından
5. sıraya yerleştirebiliriz. Bu sıralama " k â f i r l e r " i n ilk kez burada kullanıl­
m a s ı n ı da izah eder niteliktedir (10).

Sûrenin t ü m ü n ü n t e k celsede inip inmediği konusunda k e s i n bir şey söyle­


n e m e z . Müddessir sûresi k o n u s u itibarıyla Kur'an'ın fihristi niteliğindedir.
İ l k yedi âyette yer alan yedi emir, sûrenin a m a c ı n ı n m u h a t a b ı n ı inşa oldu­
ğunu gösterir.
16 4/MÜDDESSÎR SÛRESİ t t > = ^ ,
< Nüzul: 4 Mushaf: 74

R A H M A N RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 SEN ey içine kapanan kişi! 1


tirme! 6

2 Kalk ve (insanları) uyar! 2


7 Rabbin hatırına sabret!
7 8

3 Sadece Rabbini y ü c e l t ! 3
8 Ve (şu haberi ilet): (Sur) borusuna üflen­
4 Elbiseni temiz t u t ! 4 diği zaman; 9 evet işte o gün, pek zor bir
gün olacaktır, 10 kâfirlerin tümü için hiç
5 Bütün pisliklerden uzak dur! 5

de kolay olmayacaktır. 9

6 İyilik yapmayı kazanç kapısı haline ge-

1 Zımnen: İçine kapanıp yatan, uzlete çekilen emri ile hâcera'nın emri arasındaki fark şudur:
kişi... Müddessir kelimesinin türetildiği te- Birincisinin amacı bir şeyin özüyle alâkayı
dessera fiili, "alta alman şey" ile ilgilidir. Ha­ kesmek için yola çıkmak, ikincisinin amacı
tırlanacağı gibi Müzzemmil'in türetildiği te- bir şeye kavuşmak için yola çıkmaktır.
zemmele de "üste alınan şey" ile ilgiliydi. 6 Veya: "(Allah için) yaptığın iyiliği çok gör­
"Erkek devenin dişi deveyi altına almasına" me!" el-Mennu, yardım edenin yardım alana
tedessera'l-fahlu'n-nâkate denilir. Tedessera'r- iyiliğini hatırlatması, bir tür baş kakıncı yap­
raculu feresehu, "Adam atına bindi" demek­ ması. Zemahşerî, Hasan Basri'nin okuyuşuna
tir. Mecazen sahibi sırtına bindiği için, ed-desr dayanarak şöyle der: "Hasan Basri bunu vela
"çok mal" demektir. Yine hadiste geçen zehe- temnun testeksiru şeklinde lafzen merfu fakat
be eshabu'd-dusûri bi'l-ucûr (Mal sahipleri hal olmak üzere mahallen mansub okumuş­
ecrin tamamını alıp götürdü) hadisi de bu an­ tur. Yani "çok görerek verme; verdiğini çok
lamı teyit eder [Mekâyîs ve Müfredat). Kelime sanarak verme" veya "daha çoğunu umarak
bu yatağı izleyerek "değerin üzerine binmeyi, vermemezlik etme" anlamına gelir. Bu âyet
uzanmayı" ifade eder. istikşafı yasaklar. Istiksar, bir kimsenin daha
2 "Çünkü sen muhteşem bir ahlâka sahipsin" fazlasını alma beklentisiyle vermesidir. Bu
(7/Kalem: 4) ile birlikte bu âyetin zımni vur­ mantığı "kaz gelecek yerden tavuk esirgen­
gusu şudur: Ey yatan iyi! Yatan iyi olmak yet­ mez" sözü iyi özetler.
mez! Kalk ve uyar ki, iyilik de ayağa kalksın! 7 Rabbike, "Senin Rabbin" anlamına gelir,
3 Müslüman hayatının kodlarından olan tek­ Nebi'nin Rab tarafından 'benimsendiği'ni gös­
bir [Allahu Ekber) bu emrin dile gelişidir. Ek- terir. Bunu yanlış anlayan Mekke inkarcıları
berism-i tafdil olarak "en büyük", sıfat olarak uzun süre "Muhammed'in Rabbi" demeyi
tazim ve tekrim vurgusuyla "tek büyük" veya sürdürmüşlerdir.
"büyüklükte eşsiz" anlamına gelir. Tekbirde 8 Lâm geçişlilik için alındığında: "Rabbine
sıfat mânası daha uygundur. Bu âyet namazda­ sabret", yani "Rabbinin (inşasına) sabret".
ki tekbire delalet etse gerektir. Tercihimiz lâm'm gerekçe vurgusuna dayanır
4 Siy âb lafzen "elbise", mecazen elbisenin ört­ ve devamındaki âyetlerle uyumludur. Zım­
tüğü "beden "dir. Bu âyet maddî temizliği, bir nen: Onların tavırlarına karşı Rabbin hatırına
sonraki âyet manevî temizliği emreder. Na­ sabret.
maz abdesti, bu emrin neticesi olsa gerektir. 9 el-Kâfirîn: "Hakikati inkâra saplananlar".
Bu âyetler hem misyon hem vizyon inşa et­ Nüzul sürecinde kullanıldığı ilk yer burasıdır.
mektedir. "Örtmek, kapatmak" anlamındaki kuff den
5 Yani: Manevî tüm pisliklerden. Ricz "azap türetilir. Kefera vahyin başında şekera'nm zıd­
ve necaset", rucz "put ve şirk" mânasına ge­ dı olarak kullanıldığı halde, ilerleyen süreçte
lir. Fehcur, hecera'mn emridir. Hecera'nm âmene'nin zıddı olarak kullanılmaya başla-
11 BENÎ tek başıma yarattığımla başbaşa düşündü, ölçüp biçti; 19 canı ç ı k a s ı ,
14 15

b ı r a k ! 12 Ki, geniş maddî imkanlar ver­


10
nasıl da ölçüp biçti! 20 Bir daha canı çıka­
miştim ona! 13 Bir de (cömertliğimin) şa­ sı, nasıl da ölçüp biçti! 21 S o m a (etrafı)
hitleri olan çocuklar... 14 Ve onu bir (be­ süzdü; 22 ardından surat astı ve rengi at­
bek gibi) eleyip b e l e m i ş t i m ; 15 şimdi de
11 tı. 23 En sonunda (hakikate) sırtını döndü
kalkmış hırsla daha fazlasını istiyor. ve kibir abidesi k e s i l d i . 24 Nihayet şöy­
16

16 Öyle yağma y o k ! Madem ki o âyetle­


12 le dedi: " B u sadece geçmişten miras ka­
rimizi inatla (inkâra) saplanmıştır; 17 lan bir büyüdür, 25 bu sadece ölümlü
17

Ben de onu sarp yokuşa süreceğim. 18 bir insan sözüdür.


Çünkü o (vahiy h a k k ı n d a ) sığ ve yanlış
13

mıştır. Çiftçi tohumun üstünü toprakla örttü­ vahye yamuk ve sığ bakan herkesi kapsar. Fa­
ğü için kâfir diye adlandırılır (Bkz: 96/Hadîd: kat bu tipin vahyin nüzul ortamındaki prototi­
20). Cahiliyye döneminde "iyilik edene teşek­ pi Velid b. Muğire'dir. Bu Arap dil ve belagat
kür etmeyen" mânasında kullanılan kâfir, dâhisi, Kur'an karşısında yaşadığı derin iç ça­
Kur'an'da hem "hakikati inkâr eden", hem de tışma ve tereddütle sabahlara kadar kıskanç­
"nimeti örten nankör" anlamına kullanılır lıktan kıvranıyordu (Bkz: 14/'Âdiyat: 3, not 3).
(68/lsra: 8; 77/Zümer: 7; 108/Mâide: 67). Birin­ 14 Tefkîr, kesinlikle te/eicicür'den farklıdır.
cisi imanın reddini, ikincisi iman ahlâkının Zira tefekkür kullanıldığı' 15 yerin tamamında
.reddini ifade eder. Her ikisi de hakikatin inkâ­ olumluyken, sadece burada kullanılan tefkîr
rıdır. Bu nedenle küfrü "imanın zıddı" olarak olumsuzdur. Tefekkürü tefkîr den ayıran, bi­
tarif eden İbn Fâris "Çünkü o hakikati örtmek­ rincisinin ait olduğu kalıp gereği özdeşleşme­
tir" der. Şu halde birine kâfir demek için ona yi ve derinleşmeyi gerektirmesindendir. Zira
mutlaka hakikatin sunulmuş olması ve onun teia'ul babı "tekellüf" babıdır. Bu yüzden tef-
da kendisine sunulan hakikati kesin bir dille ktfi "sığ ve yanlış düşünce" olarak çevirdik.
inkâr etmesi gerekir (Bkz: Gazzalî, Faysalu't-
15 Kutile, avam dilindeki "geberesice" gibi,
Tefrika, Dımaşk, 1407, III, 144). Kâfifin ism-i
hem övgü hem yergi için kullanılır.
fail kalıbı olduğu dikkate alınırsa "hakikati in­
kârı kendisine hayat tarzı olarak seçen" vurgu­ 16 îdbar, istikbar'm sebebi ve teveiii'nin sonu­
sunu taşır. cudur. Bu üç hal [tevelli-idbar-istikbar), kâfirin
küfründe inadının üç aşamasıdır. Tevelli'ye
10 Veya: "Yalnız yarattığımı Benimle başbaşa
karşı mü'minin tavrı i'radâır. Nisa 63'ün de
bırak!" Vahiden tümleci zernfyi de halak-
gösterdiği gibi i'rad ilişki kesmeyi değil kon­
tu'yu da nitelediği için hem "tek başına, yal­
trollü ilişkiyi ifade eder. Fakat idbafa. karşı iliş­
nız yarattığım" (Krş: 73/En'âm: 94), hem de
ki kesme [zerhum] önerilmektedir (46/Me'aric:
"tek başıma yarattığım" anlamlarını verir.
17 ve 42). Müstekbirin yeri ise cehennemdir.
11 Veya serbest bir biçimde: "Ona daha neler 17 Veya: "göz kamaştırıcı bir büyüdür". Sihr,
neler vermiştim". Mehd, "beşik" anlamına nüzul sürecinde ilk kez burada geçer (Krş:
gelir. Birini bebek gibi eleyip beslemek için
94/Bakara: 102, not 183; 56/A'râf: 116, not 87).
bebek olmasına gerek yoktur. Bunun anlamı
Dilde "gizli bir sebeple insanın gözünü ya da
şudur: hiçbir sıkıntı çektirmemiştim.
gönlünü yanıltan şey" demektir. Görenin gö­
12 Kellâ'mn bu bağlama en uygun vurgusu rüleni olduğundan farklı algılamasıdır. Görü­
bizce budur (Bkz: 2/'Alak: 6, ilk not.) len, aslında görüldüğü gibi değildir. Eğer dişi
13 Bu pasaj tümüyle vahiy hakkındadır ve üze­ keçinin memesi dolu dolu göründüğü halde
rinde fikir yürütülen de vahiydir. Bu âyetler sütü az çıkarsa Araplar 'anzun meşhurun der-
26 Onu S e k a r ' a 18
yaslayacağım. 19
27 Se- terir,- 21
30 onun üzerinde on dokuz (me­
kar'ın ne olduğunu nasıl bilebilirsin ki lek/e) vardır. 22

sen? 28 O ne (diri) bırakır, ne de (ölüme) 31 Zira yalnızca melaikeyi ateşin muha­


terk e d e r ; 20
29 o insana kendi özünü gös- fızları kıldık; ve onların sayısını inkârda

ler. Sabahın alaca karanlığına sehar (seher), se­ çekilir. "Ateşle kızarmak, ateşi yansıtmak"
herde yenen Ramazan yemeğine de aynı kök­ köküne nisbet edilir (Mekâyîs ve Müfredat).
ten gelen "sahur" ismi verilmiştir. Seher, ka­ Sekaf la. 29. âyetteki levvâha'nm anlam alanı
ranlıkla aydınlığın birbirine karışmış olması şaşırtıcı bir biçimde örtüşmektedir (Bkz: 29.
halidir ki, hakikatle hayalin, hakla batılın, âyetin 21 nolu notu).
gerçekle yalanın birbirine karıştığı hali çağrış­ 19 el-Islâ': "yakmak için yaslamak" veya
tırır. Sihir, sebebi bilinmeyen herhangi bir şey "yanmak için yaslanmak".
olarak da tanımlanmıştır. Yukarıdaki birinci
20 Krş. "Orada ne tam ölebilir, ne de tam ya­
tanım özneyi (gören), bu ikinci tanım da nes­
şayabilir"; veya serbest bir çeviriyle: "Orada
neyi (görülen) esas alan tanımlardır ve ikisi de
ölemez ki yaşasın" (44/Tâhâ: 74 ve 9/A'lâ: 13).
birbirini tamamlar. İster özne açısından ister
nesne açısından tanımlansın, sihir her halü­ 21 Veya: "insan türünü aslına döndürür" ya da
karda hakikatin zıddı olan hayali, ilmin zıddı "beşer için bir ekrandır". Levvâha'mn türetildi­
olan cehaleti, yakinin zıddı olan zannı ve it­ ği lâha fiili "yansıttı, parladı, gördü, gösterdi,
minanın zıddı olan vehmi ifade eder. Bunlar rengini belli etti" demektir. Serap, deniz ve ha­
bazen görenden, bazen görülenden bazen de vaya da yansıtan özelliği nedeniyle levha denir
her ikisinden kaynaklanır. Mesela "Eğer onla­ [Mekâyîs). Levh, "parlak ve düz satıh" anlamı­
ra gökten bir kapı aralasak da onlar oraya çıka­ na geldiği gibi, "acıdan dolayı bir şeyin özünde­
cak olsalardı 'Herhalde gözlerimiz döndürül­ ki değişiklik" anlamına da gelir. Zımnen: Ce­
dü, biz sihirlenmiş bir topluluğuz' derlerdi." hennem maskeleri yakacak ve emanet edilen
(72/Hicr: 14-15) âyetinde geçen "sihir" gören ruhunu ne hale getirdiğini insana açık bir bi­
açısındandır. Çünkü kaynağı hakikat olduğu çimde gösterecektir. Özetle: insan, kendine ver­
halde gören farklı algılamıştır. "Kimi (zaman) diği zararı cehennem ekranında seyredecektir.
söz, bir büyüdür" hadisinde de dinleyen açı­ 22 Parantez içi "melek/meleke" açıklama­
sındandır. Bu anlamda Türkçe'de "İki söz, bir mız, bir sonraki âyetin girişine dayanmakta­
büyü" atasözü vardır ve tabi ki mecazdır. Şu dır. 'Aieyha'daki zamir cehennemlik nefs'e gi­
âyette ise hem gören hem de görülen açısın­
debilir. Bu durumda, insanın inkâr ile öldür­
dandır: "(Musa) bir de ne görsün: Onların iple­
düğü melekelerine bir atıf var demektir. İbn
ri ve değnekleri, yaptıkları sihir marifetiyle,
Mes'ud, 19 harften oluşan besmele ile bu âyet
ona hızla akıyormuş gibi göründü (yuhayyelu
arasında bağ kurmuş, cehenneme karşı bes­
ileyhi)" (56/A'râf: 116; 44/Tâhâ: 66). Velid,
meleyle korunmayı tavsiye etmiştir (Kurtubî
Allah Rasulü'nün ömründe sihre örnek göste­
I, 92). Enes b. Malik 'aşef \ 'aşûr şeklinde ço­
recek bir olağan dişilik bulamayınca "Ebe­
ğul olarak okumuştur. Bu durumda rakam 90
veynle evladın arasını ayırıyor" dedi. Hiç şüp­
sayısını ifade eder (Râzî). Şöyle bir yorum da
hesiz müşrikler bu vahye sözlü bir sihir olarak
yapılmıştır: 19 birler basamağının en yüksek
bakıyorlardı.
sayısı olan 9 ile onlar basamağının en düşük
18 Nüzul sürecinde Cehennem'den Sekar sayısı olan 10'un toplamıdır. Tüm sayıları
adıyla ilk burada söz edilir. Kelime, Kamer kapsar (Maverdî, en-Nüket, VI. 144). Bazı irfan
48'de bir kez daha görülür ve yerini cehenne­ okulu mensupları, haftanın gün ve yılın ay sa­
min diğer isimlerine bırakarak kullanımdan yılarının toplamı olduğu için 19'un sürekli
ısrar edenler için bir sınav y a p t ı k ; 23
ki İşte böylece Allah (sapmayı) dileyeni sap­
böylece önceki vahyin mensupları gönül­ tırır, (hidayeti) dileyeni ise doğru yola yö­
den ikna olsun ve (ona) iman edenlerin neltir. 26
Ve Rabbinin ordularınıjn sayısı­
imanları artsın; hem önceki vahyin men­ nı) Zatından başka kimse bilemez. Niha­
supları hem de (bu vahye) iman edenler yet b u n l a r , 27
ölümlü insan için bir uyarı
bütün kuşkulardan arınsın; ve kalplerin­ ve öğütten ibarettir.
de hastalık o l a n l a r 24
ve inkâra gömülen­
ler ise, "Allah bu temsil ile ne yapmayı 32 E V E T , 28
ay şahit o l s u n ! 29
33 Geçip gi­
diledi?" diye sorsun. 25
den gece şahit o l s u n ! 30
34 Ve ağaracak

akan zaman çevrimini ifade ettiğine kaildir­ 25 İrade, kullanıldığı 140 yerin tamamında da
ler. Sözün özü: 19 sayısı üzerine rakamsal spe­ tıpkı akıl gibi fiil olarak gelir. Mesaj açıktır:
külasyona dayalı her yorum, arkadan gelen İrade kullanılıyorsa vardır, değilse yoktur.
"onların sayısını bir sınav yaptık" (31) âyetine Hepsi de mazi ve muzari kipiyle gelmiş, hiç
çarpar. Sayıların sultasını red için bir sonraki emir kipi kullanılmamıştır. Zira irade emirle
âyet şöyle der: "Rabbinin ordularını O'ndan kullanılmaz. Bu Allah'ın iradeye verdiği de­
başka kimse bilemez". ğerdir. 140 kelimeden 50 kadarı Allah için, 90
Müteşabihattan olan on dokuz rakamının ge­ kadarı da kullar için kullanılmıştır.
rekçeleri bir sonraki âyette sayılmıştır. Bunla­ 26 37. âyet ışığında anlaşılmalıdır. İnsanın hi­
rın başında "Onların sayısını küfürde ısrar dayet ve dalaleti seçimine bağlıdır. Yehdi/yu-
edenler için bir sınav kılmıştır" gerekçesi ge­ dillu men yeşa: dilediğini/dileyeni doğru yola
lir. Bu âyet müşriklerin Yahudilere aracılık ulaştırır/saptırır. Ra'd 27, bunun en açık deli­
yaptığı soruya bir cevap olarak gelmiştir. Sayı­ lidir. Bunu, mezkur (58/Ra'd: 27) âyette, "hi­
sal bir değeri ifadeden çok, kalpleri İslâm'a dayet "in zıddı olan " dalalet "le birlikte geçin­
ısındırma amacı taşımaktadır. Kur'an "şifreli" ce anlıyoruz: înnallahe yudillu men yeşau ve
bir söz değil, kendi ifadesiyle 'mübin' bir hi­ yehdi ileyhi men enab. Bu âyet yeşa fiilinin
taptır. Maksadı da, bir sonraki âyette açıkça çift özneli kullanımına güzel bir örnektir. Fa­
ifade edildiği gibi uyarı ve öğüt yoluyla hida­ kat heda/dalal sözcüklerinin özneleri Al­
yete yöneltmektir. lah'tır. Saptıran da, doğru yola ileten de O'dur,
fakat "kimi"? Elbette "sapanı saptırır" (94/Ba­
23 Fitne, altının sahte olup olmadığını anla­
kara: 26). Sözün özü: "Ve eğer Rabbin dilesey-
mak için ateşte sınamaya verilen isim (Bkz:
di, yeryüzünde bulunan herkes topyekün
114/Tevbe: 49, not 64).
iman ederdi (fakat dilemedi)" (69/Yûnus: 99).
24 Kullanıldığı her yerde duygu ve düşünce
27 Hiye dişil zamirinin mercii çoğul olarak 30.
kirliliğini ifade eden "Kalplerinde hastalık
âyetteki "on dokuz" ve hemen öncesindeki
olanlar" ile ilgili âyetler karşılaştırmalı olarak
"ordular"dır. Zamirin tekil olarak mercii ise
okunduğunda, bu zümrenin, yan yana anıldığı
sekar adıyla anılan cehennem, anlatılan kıssa,
münafıklardan (95/Enfal: 49; 106/Ahzab: 12,
veya Kur'an'ın âyetleri veya 29. âyetteki levvâ-
60), kâfirlerden (4/Müddessir: 31), şüphe içinde
ha olabilir. Bu Kur'an'ın eşsiz belagatına ve iç
bocalayanlardan (97/Nûr: 50), kalbi kararanlar­
örgüsüne çarpıcı bir örnektir. Bu özelliğiyle bu
dan (91 /Hac: 53) ayrı bir kategori olduğu anla­
âyet, lisan-ı hal ile "ehline ve erbabına benim
şılır. Bu kategoriye dahil olanların şifa bulması
söyleyecek çok sözüm var" der gibidir.
da, hastalıkları ilerlediği için manen ölmesi de
mümkündür. (Bkz. 94/Bakara: 10; 95/Enfal: 49; 28 İki tarafı da gören bu mâna için bkz. 2/'Alak: 6.
114/Tevbe: 125; 106/Ahzab: 12 vd.) 29 Nüzul sürecinde gelen ilk yemin (Bkz:
20 4/MÜDDESSİR SÛRESİ < t K 3 £ ^, Nüzul: 4 Mushaf: 74

olan sabah şahit o l s u n ! 31


bağımızı koparmıştık, 36
44 hem de yok­
35 Şüphesiz o (cehennem ateşi, musibet­ sulları doyurmazdık; 37
45 üstelik (güna­
lerin) en eşsizidir,- 36 insan soyu için bir
32 ha) dalanlarla birlikte biz de dalardık; 38

uyarıdır; 37 içinizden öne geçmeyi veya 46 hepsinden öte biz Hesap Günü'nü ya­
arkada kalmayı dileyen herkes i ç i n . . . 33 lanlardık; 47 ta ki ölüm hakikati bizi ge­
lip buluncaya kadar..."
38 Her insanm (akıbeti) kendi kazandık­
larına bağlıdır; 39 ancak iyiler müstesna. 48 İşte bunlara hiçbir şefaatçinin şefaati
40 (Onlar) cennetlerde, hep bir ağızdan fayda v e r m e y e c e k . 39

soracaklar 34
41 günahı hayat tarzı edi­
nenlere: 42 "Sizi, içinizi yansıtan bu ate­ 49 ŞU HALDE o öğüt ve uyarıdan yüz çe­
şe ne s o k t u ? " 35 virmekle ellerine ne geçecek? 50 Onlar
ürkek yaban eşeklerine benziyorlar; 51
43 Cevap verecekler: "Biz hem Allah'la

35/Mûrselât: 1, not 1). Bu yeminlerle, yemin ise iradedir.


edilen şey üzerinden bir ders verilmek isten­ 34 Işteşli fiil bu bağlamda soranların çokluğu­
mektedir. Buradaki muhtemel ders şudur: Al­ na delalet eder.
lah'ın kötülük ve iyilik için koyduğu yasa, ay
35 Bkz. âyet 29, not 21.
için koyduğu yasa gibidir. Küfür karanlığına
izin veren Allah, bu karanlığı aydınlatmak 36 Lafzen: "İbadet etmezdik" veya "namaz
için ışığını (mânasını) katından alan vahyin kılmazdık".
ışığıyla insana yol göstermiştir. 37 Yani: Ne Allah'a ne de kullara karşı sorum­
30 Veya izâ deber okuyuşuyla: "gecenin geçip lu davranırdık. Benzer bir üslûp için bkz.
gideceğini düşün"! Küfür gecesinin vahiy gü­ 17/Mâ'ûn sûresi.
neşiyle geçip gideceğine atıf. Krş. "Onların du­ 38 Günaha dalmayan alternatif bir toplumla
rumu şu kimsenin durumuna benzer: O kim­ birlikte olmaya teşvik anlamını taşır.
se bir meş'ale tutuşturdu,- alevler etrafını ay­
39 Şefaat'in ilk kullanıldığı yer. Kur'an'daki
dınlatır aydınlatmaz, Allah gözlerinin nurunu
şefaatle ilgili 25 âyetin tümü olumsuz formda
alıverdi ve kendilerini karanlıklar içinde bı­
gelir (Ayrıntı için bkz. 77/Zümer: 44, not 47).
raktı; artık göremezler" (94/Bakara: 17).
Bu konudaki âyetlerin bütününden çıkarılan
31 Krş. "Ta fecr sökünceye kadar o bir mutlu­ sonuç şudur: Mutlak anlamda şefaat yalnızca
luk ve barıştır" (12/Kadr: 5). Bununla 47. âyet Allah'a aittir (77/Zümer: 44). Allah, zatına ait
birlikte düşünüldüğünde, tüm dünya hayatı bir olan bu yetkiyi, razı olduğu kimseler aracılı­
gece olarak anlaşılabilir. Âhiret ise her şeyin ğıyla, affetmeyi istediği kimseler için kulla­
apaçık görüleceği bir gündüz. Allah dünya ha­ nır. Bu tıpkı şuna benzer: Bir ödülü takdir et­
yatında da zifiri karanlıkta yol gösteren ay gibi tiği birine veren yüce makamın sahibi, ödülü
vahyi göndermiştir. Her ay bir insan gibi doğan,
hak edene takdim etme işini dilediği birine
büyüyen ve ölen ayışığı, insana ömrünü hatır­
verebilir. Ödülü hak eden kimsenin ödülünü
latan bir uyarıcıdır. İlk hilal çocukluğu, dolu­
aracı bir kimseden alması ödülün sahibinin o
nay olgunluğu, son hilal yaşlılığı temsil eder.
olduğu anlamına gelmez. Ödülü takdim eden
32 Vâhidetun minhâ değil, mutevahhidetun kişi, sadece bir aracıdır. Şefaat "çifte" [şef']
fîhâ anlamınadır. katlanmış bir ödül tevdiidir. Ödülün sahibi
33 Cennet ve cehennemin varlığı, emeğe say­ Allah'tır, ödülü vermesi istenen kişi de ödül
gının ilâhi bir gerekçesidir. Emeğin kaynağı verilen kimse gibi Allah tarafından onurlandı-
amansız avcıdan (kaçan eşeklere). 40 dileyen ondan öğüt alır; 56 zaten onlar
52 Evet, onların her biri kendilerine açık ancak Allah'ın dilemesi durumunda öğüt
seçik sayfalar verilmesini ister. 53 Yoo! Ak­ alabilirler: 42
O, kendisine karşı sorumlu­
luk duyulmaya ve bağışlamaya en ehil
sine onlar âhiret endişesi taşımıyorlar. 41

olandır.
54 Evet, şüphesiz bu bir öğüttür; 55 artık

almıştır. İnsan tercihine açık atıf yapan 37, 38 "Öteki yüz" anlamındaki âhiret sadece hayat
ve 43-47. âyetler ışığında anlaşılmalıdır. için değil her şey için geçerlidir. Mesela serve­
40 Hakikatten ve kendinden kaçma, dahası tin bir dünyası bir de âhireti vardır. Serveti iki
Allah'tan kaçma çabasının sembolik anlatımı. yüzüyle birlikte düşünmeyip tek dünyalı bir
Zımnen: Dostla düşmanı ayırt edemiyorlar. bakışla algılayan, dünyanın en zengini iken
âhiretin sadakaya muhtaç fakiri olabilir.
41 el-Âhira, "bir şeyin diğer yüzü, öteki tara­
42 Zımnen: Böylece Allah da insanın öğüt al­
fı" demektir. Hem kelimenin kök mânası
hem Kur'an'ın âhiret tasavvuru keskin bir masını dilediğine göre, artık kimse "Eğer Al­
dünya âhiret düalizmine izin vermez. Bu ikisi lah dileseydi, ne biz ne de atalarımız şirk koş­
aynı gerçekliğin iki yüzüdür. O gerçeklik el- mazdık" (73/En'âm: 148) türünden bahaneler­
Hayy olan Allah'tan neşet eden "hayat"tır. le Allah'a iftira etmemelidir. Yani: İnsanın di­
Hayatın iki yüzü arasında bağlantılar, köprü­ lemesini de Allah dilemiştir: Vermeyi dileme-
ler ve yollar vardır. İnfak kavramı iki ucu iki seydi, dilemeyi vermezdi.
dünyaya bakan böyle bir tasavvura dayanır.
DUHÂ SÛRESİ
Nüzul : 5
Mushaf: 93

Duhâ sûresi, " S a b a h ı n berrak aydınlığı, k u ş l u k v a k t i " a n l a m ı n a gelen


adını ilk âyetinden alır.

İlk indirilen sûrelerdendir. 3. âyetinin de işaret ettiği gibi, vahiy sürecinde


n o r m a l k a r ş ı l a n m a s ı gereken bir k e s i n t i n i n , a n o r m a l olduğu veya t a m a m e n
kesildiği zannıyla b ü y ü k bir telaşın yaşandığı bir z a m a n diliminde nazil ol­
m u ş t u r . Sûrenin baştan sona Hz. Peygamber'in kişisel tarihine atıf yapan ve
o n u inşa eden bir sûre olduğu göz ö n ü n e alındığında, M ü z z e m m i l - K a l e m
arasına, 5. sıraya y e r l e ş t i r m e k daha isabetli görünmektedir. H z . A i ş e ' n i n
K a l e m sûresi h a k k ı n d a k i rivayeti de bu sıralamayı destekler.

Rivayetler bu sûrenin bir v a h i y k e s i n t i s i n i n [fetret-i vahiy) ardından indiği­


ni söyler. Bu gerçek anlamda bir " f e t r e t " o l m a s a gerektir. H e n ü z ilk vahiy­
ler o l m a s ı hasebiyle vahyin geliş sıklığını k e s t i r e m e m e d e n k a y n a k l a n a n bir
telaş olarak değerlendirilmelidir. H z . Peygamber iki vahiy arasındaki nor­
m a l bir arayı k e s i n t i sanarak endişeye düşmüş, bu sûre ile t e s k i n edilmiş­
tir [Fetret-i vahiy ile ilgili Müddessir'in girişine bkz).

D u h â , i k i z kardeşi sayılan Ş e r h l e b i r l i k t e m o t i v a s y o n süresidir. Rasulul-


lah'ı t e s k i n ve teselli e t m e k l e k a l m a z , ona gelecek h a k k ı n d a müjde verir.
Diğer i l k vahiyler gibi bu sûre de doğrudan A l l a h RasuhYnü inşayı amaçla­
m a k t a d ı r ('Alak sûresinin girişine bkz).

Üç b ö l ü m l ü k sûrenin birinci b ö l ü m ü n ü y e m i n l e r ve müjdeler oluşturur (1¬


5). İ k i n c i b ö l ü m ü n d e Hz. Peygamber'in peygamberlik ö n c e s i n e dair haber­
ler yer alır (6-8). Son b ö l ü m ü Hz. Peygamber'i doğrudan inşa eden âyetlere
ayrılmıştır (9-11).

Sûre, cehalet gecesini sona erdiren vahyin aydınlık sabahını ve o sabahı


müjdeleyen geceyi şahit tutar ve der ki: " R a b b i n seni ne terk etti ne de da-
r ı l d ı " (3). Ve H z . Peygamber'e ebedi istikbal saadeti müjdelenir. Bu müjde­
lerin g e l e c e k t e gerçekleşeceğine dair garanti, g e ç m i ş t e ona yapılan ilâhi ik­
ramlardır. O n a bir z a m a n l a r y e t i m , ne yapacağını şaşırmış ve ihtiyaç sahi­
bi olduğu hatırlatılır. Son üç âyetin m e s a j ı açıktır: sana verilen n i m e t l e r i n
şükrü kendi cinsinden olmalıdır. O halde zayıfı koru, m u h t a c ı gözet, en bü­
y ü k n i m e t olan hidayetin sahibini u n u t m a ! Bunlar üzerinden h e p i m i z e ve­
rilen öğüt ise açıktır: peygamber sizin i ç i n m u h t e ş e m bir n i m e t t i r ; siz bu
büyük nimeti unutmayın!
R A H M A N RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 SABAHIN berrak aydınlığını temsil lince Rabbin sana bahşedecek, sen de


eden kuşluk vakti şahit olsun, 2 karanlı­
1
(bundan) hoşnut ve memnun olacaksın.
ğın dibini bulup sakinleşen gece şahit ol­ 6 O seni bir yetim olarak bulup sığınak
sun 3 ki; Rabbin seni ne terk etti, ne de
2
olmadı m ı ? 5

darıldı. 3

7 Yine O seni yolunu kaybetmiş bulup


4 Kaldı ki, sonrası senin için öncesinden doğru yola yöneltmişti. 6

daha hayırlı olacaktır; 5 ve zamanı ge-


4

1 Çevirimiz Kur'an'ın duhâ'yı akşam'ın mu­ sıla gereği düştüğü görüşü yaygındır (Ferrâ'dan
kabili olarak kullanmasına dayanmaktadır nkl. Râzî). Fakat bu çeviride takip ettiğimiz
(Krş: 48/Nâzi'ât: 46). Zımnen: Cahiliyye gece­ usule aykındır. Zira metne lafız idhalini ge­
sini sona erdiren vahiy güneşinin ilk sabahı rektiren bir zorlamadır. İbarenin önündeki za­
şahit olsun. mir, sonu için de geçerlidir. Nesne malum ol­
Yemin vav'ı ile başlayan 16 sûreden biridir. duğu için tekranna gerek duyulmamıştır. Fa­
Tümü de Mekkî olan bu sûrelerin başında ge­ sıla gözetilseydi sûrenin son kelimesi olan
len vav aslen bağlaçtır, yemin mânası asli de­ haddis m, habbir (haber ver) olması gerekirdi.
r

ğil arızidir. Zâriyât hariç bu sûrelerin hiç bi­ Üzerine yemin edilen gündüz ve gecenin ye­
rinde Allah'ın Rab dışındaki herhangi bir sıfa­ minin cevabı olan "terk etme" ve "darılma"
tı kullanılmaz. Zira bu âyetler Allah'ın eşyaya ile ilişkisi şöyle açıklanabilir: Vahyin bazen
müdahalesi hakkında tereddüt gösteren aklı kesilip bazen gelmesi gayet doğaldır, tıpkı
reddetmektedir. Elbet uksimu bi'd-duhâ ile gündüz ve gecenin doğal oluşu gibi.
ve'd-duhâ arasında mâna farkı vardır. Kasem 4 Eğer âhiret'e yevm veya dâr ilave edilmeden
vav'ı ile başlayan sûrelerin genelinde yemin gelirse, bu takdirde âhiret "gelecek, akibet,
edilenler gözlemlenebilen ve hissedilebilen fi­ sonrası" anlamına gelir ve hem bu dünyayı
zikî ve maddî şeyler, yeminin cevabında ge­ hem âhireti kapsar. Bu, "Muhammedi davetin
lenler ise metafizik ve manevî durumlardır. geleceği bugününden çok daha parlak olacak"
Yemin edilen şeyler maddî olandan manevî gaybi ihbarını içerir. Zımnen söylenen şudur:
olana zihnî intikal için bir destek noktası Rabbinin seni bırakması ve darılması şöyle
hükmündedir. Bununla da soyut düşünme ye­ dursun, Rabbin sana gelecekte büyük nimet­
teneği gelişmediği için melek ve cin gibi gö­ ler bahşedecek, tıpkı geçmişte ettiği gibi.
rünmez varlıkları somutlaştıran ilk muhatap­ 5 Yani: "yetim olarak dünya sahnesine çıka-
ların bu yeteneğini geliştirmek amaçlanmış­ np". 6-8. âyetlerde "yetim olma", "yolu kay­
tır. betme" ve "ihtiyaç" Allah'a nisbet edilmez­
2 İkinci vav'ı hal sayarsak, iki âyeti birlikte ken, "sığınak olma", "doğru yola yöneltme"
şöyle de çevirebiliriz: "Karanlığın sonuna da­ ve "müstağni kılma"nın Allah'a nisbet edil­
yandığı bir halde ortaya çıkan ilk sabahın ay­ mesinin üzerinde durmak gerekir.
dınlığı şahit olsun". Vahyin ilk inmeye başla­ 6 Krş. "Sen bundan önce kitap nedir iman ne­
dığı Kadir Gecesi veya vahiy güneşi inmezden dir bilmezdin" (82/Şûrâ: 52). Dalâl lugavi an­
önceki cahiliyye gecesi. Bu durumda zımnen lamı olan "şaşırmak" manasınadır (71/Yusuf:
şöyle denilmiş olur: Ey muhat ab! Eğer vahiyle 8, 51/Şu'arâ: 20; 94/Bakara: 282). Kavminin
içinden aydınlanmışsan, gündüz de sana şa­ yanlış yola gittiğini fark etmiş fakat doğru yo­
hittir, gece de. lun ne olduğunu bilememenin ıstırabıyla şa­
3 Kala'da ke hitap zamirinin olduğu, fakat fa- şırmış bir vaziyette kalakalmıştı.
8 Seni muhtaç bir halde bulup, muhan- 7
10 Her durumda yardım isteyeni azarla­
nete muhtaç olmaktan ve mala tamahtan ma! 1 0

müstağni k ı l m ı ş t ı . 8
11 ve her zaman Rabbinin (sonsuz) nime­
9 Dolayısıyla, asla yetime otoriter dav­ tini dilinden düşürme! 11

ranma! 9

7 Veya: "bakıma muhtaç kalabalık bir ailede (Krş: 67/Kasas: 77) Tercihimiz kahr'm
bulup". Kur'an'daki kullanımına dayanmaktadır. Al­
8 Kur'an'ın hiçbir yerinde ğma servet'in an­ lah Rasulü şöyle buyurdu: "Allah'tan başka
lamdaşı olarak kullanılmaz. Dahası ğma, ser­ kimsesi olmayan hakkında Allah'tan korkun
vet sahibi olmadan da var olabilen bir şeydir Allah'tan". "Ben ve yetime kefil olan kimse
(94/Bakara: 283). Malın karşıtı olarak da kulla­ cennette yan yanayız" (Buhârî).
nılır (19/Tebbet: 2 45/Hâkka: 28; 10/Leyl: 11).
; 10 Zımnen: Yol göstermeni isteyeni (Krş:
Buradaki el-ğma, "istiğna" ve "kanaat" mâna- 27/'Abese 3-10). Bu ilkenin Kur'an terbiyesin­
sındadır. Yani malın ve servetin varlığını ya da deki yeri, bu âyeti dengeleyen şu âyetle birlik­
yokluğunu dert edinmemek, ona bağımlı ol­ te düşünülmelidir: "insanlardan arsızca iste­
mamak, ele girmesini ya da elden çıkmasmı mezler" (94/Bakara: 273).
aşırı önemsememek anlamındadır (Krş: 11 Bir şeyin dilde olması, hem onun gönülde
96/Hadîd 23). Allah Rasulü'nün serveti "keli­ ve zihinde olmasını gerektirir, hem de olduğu­
meler" idi. Bu yüzden Rabbi, onun dünya me- na delalet eder. Tahdîs-i nimet, nimete şükür­
taına dönüp bakmasını istemedi (72/Hicr: 87¬ dür. Buradaki nimet ilk olarak İslâm ve onun
88). Zira Kur'an değil dünyayı, âhireti bile ala­ son tezahürü olan Kur'an vahyidir: "..ve size
cak bir sermayeydi. olan nimetimi tamamladım" (108/Mâide: 3).
9 Veya tekhar okuyuşuna göre: "surat asma!"
ŞERH SÛRESI
Nüzul : 6
Mushaf: 94

" A ç a n , f e r a h l a t a n " a n l a m ı n a gelen Şerh adını, ilk âyetinden almıştır. Bir


ç o k tefsirde, ayrıca Buhârî ve T i r m i z î ' d e sûratu elem neşrah diye anı­
lır. Bazı tefsirler sûreyi İnşirah adıyla anarlar.

Sûre i l k i n e n sûrelerdendir. İniş sıralamasında, tartışmasız, D u h â sûresinin


ardına 6. sıraya yerleştirilmelidir. İki sûre o kadar k o p m a z bağlarla birbiri­
ne bağlıdır ki, İ m a m Ata ve Ö m e r b. Abdülaziz bu i k i s i n i aynı sûre saymış­
lar ve ikisi arasında b e s m e l e y e gerek duymadan okumuşlardır (Râzî). Bu
y a k l a ş ı m a göre sûrenin i l k âyeti, D u h â sûresinin 6. âyetine atıftır. Ne ki
Duhâ'da i s t i f h a m ü ç ü n c ü t e k i l kipiyle k u l l a n ı l m ı ş k e n , bu sûrenin i l k âye­
tinde birinci çoğul kipiyle k u l l a n ı l m ı ş t ı r .

Sûre t ü m otoritelere göre i k i ayrı sûredir. Fakat art arda indirilmiştir. Efen­
dimizin bu i k i sûreyi t e k rekatta birbiri ardına o k u m a s ı i k i s i n i n t e k sûre ol­
duğuna değil, bir rekatta i k i sûrenin okunacağına işarettir. Şerh sûresi, bu
özelliğiyle vahiy sürecinin başlangıcına yerleştirilmelidir. Sûrenin n ü z u l sı-
r a l a m a s m d a k i yeri D u h â ' n m h e m e n arkasından 6. sıradır.

Şerh sûresi k o n u itibarıyla D u h â sûresine ç o k benzer. D u h â ve İnşirah, ta­


bir caizse m o t i v a s y o n sûreleridir. Kevser sûresini de aynı kategoride saya­
biliriz. Bu açıdan H z . Peygamberin şahsiyetini inşa eden sûrelerin başında
gelir. N ü b ü v v e t i n dağlardan ağır y ü k ü altında inleyen N e b i ' y e bir teselli ar­
m a ğ a n ı gibidir Şerh sûresi. Ö z e l l i k l e şu âyetler, i l k m u h a t a p t a n son m u h a ­
taba kadar h e r k e s i n yüreğini g e n i ş l e t m e y e yeter:

" H e r zorlukla beraber tarifsiz bir kolaylık vardır; evet, evet; her zorlukla
b i r l i k t e bir k o l a y l ı k vardır" (5-6).

R i s a l e t sorumluluğunun ağırlığını, bu sûreden daha iyi h i ç b i r şey izah ede­


m e z . Bu o kadar ağır bir y ü k t ü r ki, onu a n c a k Allah hafifletebilir. Kişinin
y ü k ü n ü A l l a h hafifletirse, h e m göğsü genişler, h e m gözü aydın olur, h e m
gönlü açılır, h e m yüzü aydın olur.
26 6/ŞERH SÛRESİ Nûzûl: 6 Mushaf: 94

R A H M A N RAHÎM İ L A H ' I N ADIYLA

1 G Ö Ğ S Ü N Ü açıp s e n i 1
ferahlatmadık 5 Sözün özü: elbet her zorlukla beraber
mı? 2 tarifsiz bir kolaylık vardır,- 6 evet, her
5

zorlukla beraber tarife sığmaz bir kolay­


2 Ve yükünü sırtından kaldırmadık mı?
lık vardır. 6

3 Ki o yük belini iki büklüm etmişti!


7 Şu halde, (zorluktan) kurtulduğunda
4 Ve senin şanını yüceltmedik m i ?
3 4

(kolaylıktan) nasibini gözet! 7

1 Lafzen: "senin için". Bu, hem "sen benim itaat Allah'a itaattir", "Allah'a itaat edin Ra-
için kul kadar yaparsan. Ben de senin için Al­ sulüne itaat edin", "Allah'ın Rasulü" gibi iba­
lah kadar yaparım" vurgusuna, hem de "ne relerde Allah'ın adıyla yan yana zikredilmesi
yaptıksa senin için, senin lehine yaptık" vur­ olarak açıklamıştır.
gusuna sahiptir. 5 "Sözün özü" fasiha ia'sınm bu bağlamdaki
2 Kur'an'da şerh, olumlu ve olumsuz anlamla­ en uygun karşılığıdır. Nasıl ki her gece iki
rıyla beş yerde geçer. Hepsi de Mekkîdir ve gündüz arasındadır, her zorluk da iki kolaylık
hepsi de göğse nisbetle kullanılır. Göğüs ise, arasındadır. Asla bir zorluk iki kolaylığa galip
ister tekil (sadr) ister çoğul (sudur) kullanılsın, gelemez.
organ anlamında hiç gelmez. Şerh, Zümer 22 6 Veya /a'nm talil vurgusuyla: "Demek ki, her
ve En'âm 125'te "iç aydınlanma" ile sonuç­ zorlukla birlikte mutlaka tarifsiz bir kolaylık
lanmış, Tâhâ 25'te "kolaylık ve dilden düğüm varmış,- bundan böyle de her zorlukla beraber
çözme" ile bitişik kullanılmıştır. Buradaki fe­ tarifsiz bir kolaylık mutlaka var olacaktır." Bu
rahlatmanın nasıl gerçekleştiğini devamında­ iki âyetin tefsiri sadedinde şu hadis nakledilir:
ki âyetler açıklamaktadır. "Bir zorluk iki kolaylığa asla galip gelemez".
3 Lafzen: "senin için". Bkz. 1. âyetin ilk notu. Bununla bir dil kuralına atıf yapılmıştır.
Kur'an lisanında marife isim tekrar ederse
4 Zımnen: Senin adını vasfı zikr olan
ikincisi birincinin aynı olduğu için ikisi tek
Kur'an'da anarak; ya da: Sen gelmeden senin
kabul edilir, nekira isim tekrar ederse ikinci­
geleceğini müjdeleyerek (Krş: 99/Saf: 6); veya: sinin birincisinden farklı olduğu anlamına ge­
seni âlemlere rahmet kılarak; yahut: Adını lir. Belirli gelen "zorluk" tek kabul edilirken,
dillere destan ederek. Zımnen: Bunu, gelecek belirsiz gelen "kolaylık" iki sayılmış, hadiste
hakkında müjdeli haber taşıyan 5/Duhâ 4-5 birin ikiye galip gelemeyeceği vurgulanmıştır
gibi vahiyler ve peygamberlikle yaptık. Vahiy (Ferrâ). Zorluktaki belirlilik ahd içinse "bazı
ve peygamberlik muhatabının hem sorumlu­ zorluklarla birlikte kolaylık var, ama bazıla­
luğu artırarak yükünü ağırlaştırıyor (kavlen rıyla birlikte yoktur" vurgusu kazanır. Kolay­
sakileri: "ağır bir söz" 3/Müzzemmil: 5), hem lıktaki belirsizlik de kolaylığın çok çeşitli ve
de müjdeli vahiyler ve nübüvvetin şerefiyle sınırsızlığına delalet eder (et-Tefsiru'l-Beyani
yükünü hafifletiyordu. İşte hemen arkadan ge­ I, 71).
len 5 ve 6. âyetler, mesânî olan vahyin çift ku­
7 Veya: "Zorluğu aşınca tebliğe devam et"; ve­
tuplu tabiatına uygun olan bu özelliğini dile
ya "bir işi halledince başka bir işle yorul"; ya
getirmektedirler.
da nasfın lügat mânasına dayanarak: "işini
Zemahşerî, adını yüceltmeyi, Nebi'nin adının hallettiğinde arkasında dur" (Aynı fiilin buna
şehadet getirirken, ezan okurken, kamet geti­ yakın bir anlamda dağlara nisbetle kullanıldı­
rirken, namazın teşehhüdünde, hutbelerde, ğı bir yer için bkz. 61/Ğaşiye: 19). Tercihimiz,
yine Kur'an'da, "Allah ve Rasulü..", "Rasule sözün bağlamına ve nasb'm "nasib" anlamına
Nüzul: 6 Mushaf: 94 l } < g : ^, , 6/ŞERH SÛRESİ , l > < g > < , H

8 Ve (yüzünü) yalnız Rabbine dön,- artık hep (O'na) meylet! 8

dayanmaktadır. Zımnen: Sen işi yor, iş seni 8 Zımnen: "Yalnız Senden yardım isteriz"
değil. Her zorluğun beraberindeki kolaylığı (1/Fâtiha: 4) sözüne sadık kal! Madem Rabbin
gör ve tatil değil tebdil yaparak bir başka işle sana rağbet etti, sen de Rabbine rağbet et! Zi­
dinlen. Ehl-i Beyt okulu, "yerine bir başkasını ra O'ndan başka hiçbir şey rağbete değmez.
tayin et!" anlamında fensıb okumuştur.
KALEM SÛRESİ
Nüzul : 7
Mushaf: 68

Nun ve'l-Kalem veya Nûn diye de anılan Kalem sûresi, adını i l k âyetin-
den alır. Sûre 4. yüzyıldan itibaren ş i m d i k i gibi t e k i s i m l e a n ı l m a y a
başlanmıştır.

İlk i n e n sûrelerdendir. 17-52 arasının i l k pasajlardan daha sonra indiği dü­


şünülebilir. Fakat sûreyi baştan sona k u ş a t a n iç a h e n k ve k o n u bütünlüğü,
bu i h t i m a l i zayıflatmaktadır. İlk n ü z u l tertiplerinde 2. sırada yer a l m a s ı n a
rağmen, sûrenin m u h t e v a s ı bu sırayı dört açıdan d e s t e k l e m e z : 1) Sûre m ü ş ­
riklere cevap ve tehdit i ç e r m e k t e d i r . 2) M e y d a n o k u m a ve/veya dikkat çek­
me işlevi de olan mukatta'a harfi ile başlayan i l k sûredir. 3) Âhireti inkar
edenlerin " e s k i l e r i n m a s a l l a r ı " sözü nakledilmektedir. Bu sözü söylemele­
ri i ç i n âhiret üzerinde durulmuş o l m a s ı şarttır. O y s a ki, 8. âyetindeki " R a b -
be d ö n ü ş " ü saymazsak, ' A l a k ' t a âhiretten a ç ı k ç a söz edilmez. 4) Bu üç şık
için de " a ç ı k d a v e t " şarttır. Bu da, fetret-i vahy adı verilen olayın (Bkz:
Müddessir sûresinin girişi) sonrasına t e k a b ü l eder. Ü ç ü n c ü â y e t t e k i " k e s i n ­
t i s i z l i k " b u n u î m a etse gerektir. Hz. Aişe de bu sûrenin fetret-i vahiyden
sonra indiği görüşündedir. Bu takdirde sûre i k i n c i değil, Fatiha, 'Alak, Müz-
zemmil, Müddessir, Duhâ ve Şerh'in ardından 7. sırada yer almalıdır.

Sûre, Hz. P e y g a m b e r e i n k a r c ı çevrenin sözlü saldırısını red ile başlar (2),


tekrar aynı k o n u y a dönerek biter (48-52). G i r i ş âyetleri ilâhi bir destek ve
tesellidir. Hz. Peygamber'in şahsiyetine dair en çarpıcı h a k i k a t de burada
yer alır: " Ç ü n k ü sen, m u h t e ş e m bir ahlâka s a h i p s i n " (4).

Fecr'den ö n c e indiğini kabul e t m e m i z şartıyla, Kur'an'ın nüzul sürecinde


anlatılan ilk kıssa bu sûredeki " b a h ç e s a h i b i " kıssasıdır (17-32). Y e m e n kö­
kenli bu kıssa, " p a y l a ş m a a h l â k ı " üzerine inşa edilir. Kıssa üzerinden " E y
muhatap, sakın Allah y o k m u ş gibi d a v r a n m a ! " (Bkz: 18. âyet) mesajı verilir.

iniş sürecinde â h i r e t t e n söz eden i l k sûre budur. H a k i k a t e karşı önyargılı


bir i n k a r içinde olan muhataplara s o r u m l u davranmaları öğütlenir. Sorum­
suz bir hayat yaşayanları b e k l e y e n feci a k ı b e t haber verilir (33-43). Hz. Pey-
gamber'e verilen " o n l a r ı bana b ı r a k " mesajı, z ı m n e n , onlar sana değil Bana
karşı savaşıyorlar mesajıdır (44-47).

Ve son söz olarak, H z . Peygamber'e Hz. Y û n u s ' u n görevi terk edişi hatırla­
tılarak " S a k ı n b ü y ü k b a l ı k sahibi gibi o l m a ! " denilir (48-50). Bu âyetler, Hz.
Peygamber'in üstlendiği görevin ne kadar ağır olduğunun da tescilidir.
Nûzûl: 7 Mushaf: 68 .^y^, 7/KALEM SÛRESİ 29

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 Nûn... 1
2 Rabbinin nimeti sayesinde, cin musal­
lat olmuş biri olman söz konusu değil­
3

KALEME ve (onun) yazdıklarına yemin dir. 3 Ve senin için kesintisiz bir ödül
4 5

olsun! 2
vardır,- 4 çünkü sen, muhteşem bir ahlâ-

1 Kur'an'ın iniş sürecinde mukatta'ât (veya Ze­ (94/Bakara: 23; 69/Yûnus: 38; 70/Hûd: 13;
vatın) adı verilen harflerin yer aldığı ilk sûre. 68/lsra: 88; 59/Tûr: 34). Böylesine üstü kapalı
Taha ve Yâsîn ihtilaflı olmakla birlikte, 29 sû­ bir yöntem, "meydan okuma" [tahaddi) kavra­
renin başında, harf sayısı itibarıyla l'den 5'liye mıyla pek de mütenasip durmaz (Ayrıntılı bir
kadar değişen ve Arap alfabesinin yarısı olan tahlil için bkz. Aişe Abdurrahmân, el-î'câz, s.
14 çeşit harften oluşan bu harfler hakkında 139-179). Nûn'a "hokka, cennet nehri, nurdan
40'a yakın görüş vardır. Yahudiler ebced hesa­ bir levha, büyük balık" mânası verenler de ol­
bına yorup ümmetin yaşını hesap etmişlerdir. muştur. Ayrıca nûn, "kılıcın keskin ağzı"na
Bunların sembol olduğunu söyleyenler, neyin denir. Bu takdirde nûn ve'l-kalem, "kılıç ve
sembolü olduğu konusunda farklılaşmışlardır. kaleme yemin olsun" anlamına gelir. Kalem
İbn Abbas Allah'ın en büyük ismi olduğunu ile benzerliğinden dolayı, "hokka" şıkkı diğer­
düşünür, ancak "nasıl telif edileceğini ben de lerine tercih edilir. Görüldüğü gibi bu harflere
bilmiyorum" der. "İlâhî esmanın, meleklerin, dair yorumların sonu gelmeyecektir. Fakat biz­
peygamberlerin, başında geldiği sûrelerin sem­ ce bu harfler, Hz. Peygamber'in vahyin bir tek
bolüdür" diyenler olmuştur. Bunların uyarı ol­ harfini bile zayi etmeden aktardığının yaşayan
duğunu söyleyenler de ikiye ayrılmıştır. Mese­ belgesi olarak orada durmaktadır.
la Ebu Havyan müşrikleri uyardığını söyler­
2 Kalem, söz ile yazı arasındaki elçidir. Tıpkı
ken, Râzî, vahye hazırlık babında Hz. Peygam-
hatip ile muhatap arasında hitabı taşıyan el­
ber'i uyardığını söyler. İbn Hazm, Kur'an'da
çi/peygamber gibi, kalem de kelamın elçisidir.
tek müteşabih'in mukatta'ât olduğunu söyler.
İlk inen 'Alak 4-5 'te olduğu gibi, burada da
Hz. Ebubekir'e göre, Allah'ın Kur'an'daki sırrı­
Hz. Peygamber'in dikkati "kaleme" ve "yazı­
dır. Arapların bu harfleri inkar ettiğine dair bir
ya" çekilmektedir. Bununla, sözlü kültürün
bilgi ulaşmadığına göre, bilinen bir işleve sahip
mensubu olan Peygamber'e, vahyi kayıt altına
olduğu düşünülmelidir. Kaldı ki Kur'an'da 'an­
aldırarak mü'minleri yazılı kültüre taşıma
lam dışı' hiçbir şey bulunmamaktadır. Tutarlı
misyonu yüklenmektedir. Hz. Peygamber'in
bir yoruma göre, bu harflerin başında geldiği
vahyi yazdırması, bu mesajın gereğidir. Zaten,
sûreler Kur'an'dan söz ederler. Ne ki Meryem,
üzerine yemin edilerek belirlilik takısıyla ge­
Ankebût ve Rûm bunun istisnasıdır. Kaldı ki
len kalem "vahyi yazan kalem", "yazdıkları"
başında Kur'an'dan söz ettiği halde mukat-
ise "vahiy"dir. Bu mukatta'â harfleriyle başla­
ta'atla başlamayan bir çok sûre vardır. Müber-
yan sûrelerin ortak vasfının, vahye atıf olduğu
red, Ferrâ, Kurtubî, Taberî, Zemahşerî, İbn
yorumu da uygundur.
Teymiyye, İbn Kesir gibi bir çok otoriteye göre
harfler Kur'an'ın mucize oluşunu ifade eder. 3 Mecnûn ile bilinen anlamda bir "deliliği"
Zımnen,- "Kur'an kimsenin benzerini getire­ değil, Cahiliyye tasavvurunda önemli bir yeri
meyeceği bir mucizedir, ilâhî kelamdır. Eğer olan "cin tasallutunu" kastediyorlardı.
değil diyorsanız, işte harfler elinizde, haydi bu 4 Zemahşeri ve bir çok dil otoritesinin ziyade
harflerle siz de benzerini getirin" anlamına ge­ addederek tekit işlevi yüklediği bi-ni'meti'de­
lir. Fakat, Kur'an bu meydan okumayı zaten ki bâ ziyade değildir. Burada nefyin haberi bâ
açık ve net olarak bir çok yerde yapmıştır ile gelmiş ve cinnet ihtimalini kökten nefyet-
ka sahipsin; 5 ve bir gün gelecek, sen de
6
veresin, buna karşılık kendileri de sa­
9

göreceksin onlar da görecekler,- 6 hangi­


7
na...
nizin aklından zoru olduğunu. 8
10 Ve sen, (çiğneyeceğini bile bile) ağız
7 Kuşku yok ki senin Rabbin, evet O, ki­ dolusu söz veren hiçbir alçağa da boyun
min kendi yolundan saptığını çok iyi bi­ eğme! 10
11 Arkadan çekiştirmek için me­
lir,- yine O, kimin hidayete erdiğini de kik dokuyan arabozucuya (da)! 12 İyiliğe
çok iyi bilir. ölümüne engel olan günaha gömülmüş
8 Artık hakkı yalanlayanlara boyun eğ­ zorbaya (da)! 13 Kaba ve duygusuz, üstü­
me! 9 Onlar isterler ki, sen onlara taviz ne ü s t l ü k 11
fırıldak ve hayırsız. 12

mistir. Bir eylemi fiille reddetmek onu özne­ muamelattan oluşan dört katlı bir binadır. Bu
nin zatından değil sıfatından nefyetmektir. âyet, din binasının temel katının ahlâk oldu­
Fakat ism-i faille nefyetmek onu öznenin za­ ğunu ifade eder. Allah Rasulü'nün fıtrat ve se­
tından nefyederek imkan ve ihtimali dışla­ ciye olarak sahip olduğu bu ahlâkî potansiyel,
maktır. Nefyin haberi bâ ile geldiğinde, olum- Kur'an sayesinde bilfiil hayata dönüşmüştür.
suzlanan şeyin imkan ve/veya ihtimalini dâhi Hz. Aişe'nin, Hz. Peygamber'in ahlâkını soran
dışlayan cahd ve inkar, onun tersi için de zım­ birine "Siz hiç Kur'an okumuyor musunuz?
ni bir te'kit ve isbattır. Bu dilsel tesbitimizi Onun ahlâkı Kur'an'dı" demesi bunun ifadesi­
sözkonusu âyet üzerinden açarsak, zımni mâ­ dir (İbn Hanbel VI, 91). Rasulullah gönderiliş
na şöyle olur: Rabbinin nimeti sayesinde, se­ misyonunu "güzel ahlâkı tamamlamak" ola­
nin cin musallat olmuş biri olma ihtimalin sı­ rak beyan eder. Bu veriler ışığında sorulması
fırdır,- aksine sen akıl, muhakeme, basiret ve gereken soru şudur: Bu hitabın kitap nedir
feraset açısından kâmil birisin. (Bu konuda iman nedir bilen muhatapları, el-Emîn olanın
emek mahsulü bir okuma için bkz. Aişe Ab- kitap nedir iman nedir bilmezken koruduğu
durrahman, el-î'cazu'l-Beyanî, s. 181-189). ahlâkî standardın kaçta kaçına sahipler?
5 Veya "minnet, baş kakıncı" anlamındaki 7 Basar, Kur'an'da bir çok yerde olduğu gibi
menrıe'den: "başa kakılmayan bir ecir vardır" burada da duyusal bir görmeden daha çok "id­
(Krş: 94/Bakara: 264). Burada fetret-i vahiy diye rak etme ve aklın kesmesi" anlamındadır. Bu,
adlandırılan doğal ara vermeye gizli bir atıf var geleceğe dair mucizevi bir haberdir. Biz
gibidir (Bkz: 4/Müddessir sûresinin girişi). Zım­ Kur'an'ın 14 asır sonra gelen mü'minleri, bu­
nen: Rabbinin vahyi tenzil vasfı gereği peyder­ nun canlı şahitleriyiz.
pey ve kesintili olsa da, ödülü kesintisizdir. 8 Veya bir sonraki âyet ışığında fitne'nin "sa­
6 el-Hulk, "ben'in tabiatı, kişilik". "Yaratma pıtmak" anlamına dayanarak: "hanginizin sa­
ve yaratık" anlamındaki halk ve "yaratılış" pıttığını!" (Bkz: 114/Tevbe: 49, not 64)
anlamındaki hilkat ile akraba. Bir sıfatla kayıt­
9 Veya: "yağcılık yapasın" (Krş: 50/Vâkı'a: 81,
lanmadığı zaman "iyi, güzel ve doğru" olana
not 48).
delalet eder. "Çünkü sen", adeta Hz. Peygam-
10 Half, Kur'an'da kasem ile eşanlamlı kulla­
ber'in "neden ben" iç sorusuna cevap niteliği
nılmaz. Half, geldiği 13 yerin tümünde de bo­
taşır. Bu âyet, "Sen daha önce kitap nedir,
zulan yemin ve çiğnenen söz makamında gel­
iman nedir bilmezdin" (82/Şûrâ: 52) âyetiyle
miştir. Çevirimizin gerekçesi budur.
birlikte düşünüldüğünde, "Sen kitap nedir
iman nedir bilmezken de muhteşem bir ahlâka 11 Ba'de zalike'nin bu bağlamdaki en uygun
sahiptin" zımni anlamına ulaşılır. İbn Ab- karşılığı.
bas'm tasnifine göre din akaid,. ahlâk, ibadet, 12 Veya: "Soysuz, nesebi belirsiz, veled-i zi-
Nüzul: 7 Mushaf: 68 7/KALEM SÛRESİ 31

14 Bütün bunların n e d e n i , 13
onun mal ve 19 Ve onlar uykudayken Rabbinden gelen
çocuklara sahip olması i d i 14
15 ki, âyetle­ bir (bela) o (bahçeyi) bir bir yokladı. 20
rimiz kendisine okununca, "Eskilerin Derken, ertesi sabah o (bahçe) sırım gibi
masalları" 15
diyebildi. geçmiş küle d ö n m ü ş t ü . " 22

16 Onun b u r n u n a 16
(zillet) damgasını 21 Derken, sabahın köründe birbirlerine
çıkmaz bir biçimde vuracağız. 17 seslendiler: 22 "Hasat yapmak istiyorsa­
nız, erkenden arazinize g i d i n ! " 23

17 ŞÜPHESİZ şu (yukarıdakileri) sına­ 23 Derken yola koyuldular... Aralarında


mıştık, 18
tıpkı malum bahçe sahiplerini 19

şöyle fısıldaşıyorlardı: 24 "Bugün hiçbir


sınadığımız gibi: Hani onlar, ertesi sabah yoksulun yanınıza sokulmaması gereki­
kesinlikle hasat yapacaklarına dair söz- yor!" 2 4
25 Sabah erkenden, güçleri her şe­
leşmiştiler. 20
18 Ancak Allah'ın hayata ye yetermiş havasıyla yola koyuldular.
müdahil olduğu gerçeğine dair istisnai bir
26 Derken, bahçeyi o halde görünce (tanıya­
kayıt da düşmemiştiler. 21

madılar ve) "Biz yolumuzu şaşırmışız (gali-

na" ya da "sığıntı". Veyahut da her ikisi bir­ vet vermek suretiyle sınamıştık.
den avâmi tabirle: "maganda ve fırlama". Ri­ 19 Veya: "Cennet ehlini". Dünya bahçesi için
vayete göre bu Velid b. Muğire'dir. O ancak 18 kullanılan Cennet, belirlilik takısıyla gelmiş.
yaşına geldiğinde babası onun kendinden ol­ Bu, kıssanın muhataplarının "malumu" oldu­
duğunu iddia etmişti (Zemahşerî). Ne var ki, ğunu gösterir. İbn Mes'ud, buradaki cennetin
10. âyetteki kull (hepsi), bu pasajda çizilen ti­ âhiret cenneti olduğu, zira kıssa sahiplerinin
pin tek kişiye hasredilemeyeceğinin delilidir. neticede cenneti hak ettikleri görüşündedir.
13 En kâne'ye gerekçe lâm'ı takdiriyle bu mâ­ 20 Lafzen: "Yemin etmiştiler". Tercihimiz,
naya ulaşılmıştır (İbn Aşur). bu bağlamdaki en uygun karşılıktır.
14 Zımnen: Allah'a değil de sayılara tapması, 21 Lafzen: "İstisna etmemiştiler"; yani, "inşa-
rakamlara teslim olması idi. allah" dememiştiler; veya "muhtaçların payı­
15 Esâtîru'l-evvelîn ifadesinin nüzul sürecinde nı ayırmamıştılar". înşâallah, aslında illâ en
ilk geçtiği yer (diğerleri: 73/En'âm: 25; 95/En- yeşâ'Allah olduğu için istisna olarak nitelen­
fal: 31; 74/Nahl: 24; 80/Mü'minûn: 83; 40/Fur­ dirilmiştir: "Hiç bir şey için, 'Ben bu işi, yarın
kan: 5; 53/Neml: 68; 86/Ahkâf: 17; 90/Mutaffi- kesinlikle yaparım!' deme; ancak Allah diler­
fin: 13). Bunların tümünün bağlamı da Kur'an se (yapabilirsin)" (62/Kehf: 23-24). Bu âyet kıs­
kıssaları değil âhirettir. Onlar yeniden dirilme­ sanın ana fikrini de vermektedir: Ey insan! Sa­
yi "eskilerin masalları" addediyorlardı. kın Allah yokmuş gibi konuşma!
16 Lafzen: "hortumuna". Zımnen: Hem ya­ 22 Ağaç kanseri denilen ve girdiği bahçeyi bir
lancılığının, hem de kibrinin timsali olan kıl anda kurutan hastalığı andırıyor.
aldırmadığı uzayan burnuna. Damga, damga 23 Üslûp gereği kullanılan ikinci çoğul kipi,
yiyenin damgalayan karşısındaki aczine ve aslında birinci çoğula tekabül eder: "istiyor­
zilletine işarettir. sak... gidelim."
17 Müstekbirin burnunu hortuma benzet­ 24 Bkz. "Hasat günü (yoksullara) haklarını ve­
mekle, kibrin insanı insanlıktan çıkaran bir rin!" (73/En'âm: 141). Sadaka servetin budan-
alçalış olduğu vurgulanıyor. masıdır; meyve budandıkça, servet paylaşıl­
18 Açılımı: Liyakatleriyle orantısız güç ve ser- dıkça gürleşir.
ba)" dediler. 27 (Akılları başlarına gelince), mizi aşmışız. 32 Belki Rabbimiz, onun
"Hayır, biz mahrum edilmişiz" dediler. 25
yerine bize daha iyisini verir: Artık bizim
28 İçlerinden en dengeli olanı "Ben size rağbetimiz Rabbimizedir. 28

"Allah y o k m u ş gibi hareket etmeye­ 33 İşte (dünyevî) mahrumiyet 29


böyle bir
lim" 2 6
dememiş m i y d i m ? " diye çıkıştı. şeydir; ve âhiret mahrumiyeti, hiç kuşku­
30

29 Onlar "Varlığın kendisi adına hareket suz daha beterdir: keşke bilmiş olsalardı.
ettiği Rabbimizin şanı ne yücedir" dedi­ 34 Şu bir gerçek ki, takva sahipleri i ç i n 31

ler; "Meğer biz zalimlerden olup çıkmı­ Rableri katında sonsuz nimetlerle dolu
şız." 30 Ardından birbirlerine yönelerek, cennetler vardır.
karşılıklı özeleştiri yaptılar: 31 "Yazık­
27
35 Ne yani, kayıtsız şartsız Bize teslim
lar olsun bize! Gerçekten de biz, haddi- olanları suçlularla bir mi tutsaydık? 32
36

25 Allah için verememek gerçek mahrumiyet­ ta'zîb formunda fiilî şiddet ile buluşmuş, bu­
tir; zira Allah için vermek gerçekte almaktır. radan da dayak aleti olan kamçının "vurunca
26 Tesbîh'in kök mânası "Allah adına hareket yakan tarafı" anlamını kazanmıştır (Râğıb).
etmek"tir (Bkz: 9/A'lâ: 1, not 2). Allah kendisi Her halükarda 'azab acının aracına değil sonu­
için istemez, kendisinden istediği kul için ister. cuna işaret etmekte ve nedenler değiştikçe
27 Yetelâvemûn, hatayı itiraf yoluyla kendini azabın niteliği de ('azâbun elîm, 'azâbun mu-
veya karşısındakini kınamak. Nedamet ifade hîn, 'azâbun 'azîm, 'azâbun ğalîz) değişmekte­
eder. Bunun, muhatabı itham değil de özeleşti­ dir. 'Azab'm dünya hayatındaki "Allah tara­
ri olduğunu 29 ve 31. âyetler zaten vermekte­ fından terk edilmişlik" anlamına kullanıldığı
dir. Kolektif bir özeleştiriye dikkat çeken kıs­ bir yer için bkz. 76/Sebe': 8. İnsana zor gelen
sadan hisse şudur: Hatadan dönme hususunda, ve onu hedefine ulaşmaktan alıkoyan her şey
bireye nisbetle cemaat çok daha şanslıdır. azabtır. Istılahta "insanı kendi haline terk
eden, hedefe ulaşmasını engelleyen, yalnız ve
28 Kur'an'ın nüzul sürecindeki ilk kıssa bu­
yardımsız bırakan" bütün bunların sonucun­
dur. İsim, yer ve zaman bildirilmeyen kıssa ile
da da "mutsuz, umutsuz ve kahredici bir iç
ahlâkî bir ders verilmektedir. Bu ahlâkî dersi
özet halinde Yûnus sûresinin 24. âyetinde bu­ yangını ve vicdan azabına mahkûm eden du-
luyoruz. rum"dur (Krş: Külliyyat). Azab'ı, "Allah'la
birlikte başka bir ilâh edinme! Sonra kınan­
29 'Azâb'm ilk kullanıldığı iki yerden biri (di­
mış olarak bir köşeye atılıp orada bir başına
ğeri 3/Müzzemmil: 13). Kur'an'da 'azâb keli­
kalakalırsın" (68/îsra: 22) âyeti ışığında anla­
mesinin, kök anlamına nisbetle "mahrumi­
mak gerekir. Bu durumun verdiği acı öylesine
yet" anlamında kullanılmasına tipik bir ör­
dayanılmazdır ki, bu duruma düşen kişi yok
nek. Kıssa kahramanları sonunda cennete ka­
olmak gibi ölümden öte bir şeyi [sübûr) isteye­
vuştuklarına göre, burada bilinen anlamda bir
cektir. Onlara "Yoo! Bugün yok olmak için bir
"azap"tan değil ancak "mahrumiyet"ten söz
tek ölümü çağırmayın, yok olmak için tüm
edilebilir.
ölümleri çağırın!" denilecek (40/Furkan: 14;
'Azab Kur'an'da 41 yerde geçer. Hz. Süleyman
ayrıca krş: 52/lnşikâk: 11).
ve Zülkarneyn'e isnat edilen iki yer hariç
(53/Neml: 21; 62/Kehf: 86-87) diğerlerinin tü­ 30 Âhiret için muhtemelen ilk kullanıldığı
münde Allah'a isnat edilir. 'Azab, "terk ve 4/Müddessir 53'ün notuna bkz.
mahrum etmek" anlamına gelen 'azb kökün­ 31 Bu bağlamda takvanın tezahürü, yukarıda­
den türetilmiştir (Lisân-, Tâc-, Esâs). Kelime ki kıssanın ana fikri olan paylaşma ahlâkıdır.
Nüzul: 7 Mushaf: 68 | 7/KALEM SÛRESİ [ ) > < g > ; < 33

Neyiniz var sizin? Nasıl (bu kadar önyar­ sözlülerse o ortakları bulup getirsinler!
gılı) bir hüküm verebiliyorsunuz? 33
42 O ezici gücün kendini gösterip dizde
37 Yoksa bu konuda ders aldığınız size dermanın kalmadığı ve secdeye davet
ait bir kitap mı v a r ;
3 4
38 yani, siz neyi be­ edilecekleri g ü n , 36
asla ona güçleri yet­
ğenirseniz o sizindir (diyen bir kitap)? 35 meyecektir. 43 Bakışları gerçeğin dehşe­
t i n d e n yere düşmüş, kendilerini bir zil­
37

39 Yoksa elinizde, kıyamete kadar geçer­


li olup Bizi bağlayan bir yemin var da, let kuşatmıştır; zira onlar, becerebilecek­

onun için mi bu hükme varıyorsunuz? leri bir haldeyken secdeye çağrılmışlardı


(da reddetmişlerdi).
40 Sor onlara; buna hangisi kefil olacak?
41 Yoksa (Allah katında) onları destekle­ 44 Artık bana bırak bu s ö z ü 38
yalanlayan­
yen ortaklar mı var? Haydi, eğer doğru ları; hiç bilmedikleri bir yerden azar azar

32 Müslim-mücrim karşıtlığına dikkat. Bu rın tümünün hem bir parçası, hem de bütünü
bağlamda muslim: "günahtan kaçınmak için için kullanılır. el-Kitab lafzı bazen sûre'ye ba­
Allah'a teslim olan", mücrim: "günah işle­ zen de Kur'an'da yer alan her bir konuya teka­
mek için teslimiyetten kaçınan" vurgusu ka­ bül eder (Bkz: 43/Meryem: 16, not 23).
zanıyor. Zımnen: İşlenen her günah kişinin İs­ Kur'an'da ayrıca "hüküm, sonuç, kesin delil,
lâm'ını tehdit eden bir hastalıktır. takdir, oluş, yaratış" anlamlarında da kullanı­
lır. Kur'an'da "el-Kitab" 230 yerde geçer.
33 Zımnen: Âhireti olmayan bir hayat nasıl içi­
nize siniyor, âhireti inkar uğruna nasıl bu kadar 35 Veya: "Sizin tercih ettiğiniz her şey sizin
kendi onurunuzla oynuyorsunuz? İyi ve kötü­ lehinizedir..." İyi ve kötüyü insanın belirle­
yü bir tutmaya vicdanımz nasıl izin veriyor? mesi durumunda doğacak telafisi imkansız
tehlikeye dikkat çekmektedir.
34 Kitabım: Nüzul sürecinde mücerret olarak
geçtiği ilk yer. Kur'an'da beş anlamda kullanı­ 36 Veya deyimsel karşılığıyla: "paçaların tu­
lır: 1) Kur'an'ın tümü veya sûreleri için. 2) tuşacağı". Tercihimiz hemen arkadan gelen
Tevrat için. 3) Tüm vahiylerin ve varlığın tabi secdeye istinat eder. Dünyada ibadetsiz yaş­
olduğu yasaların kaynağı Levh-i Mahfuz için. lanmaya atıftır. İbarenin harfi karşılığı, "Baca­
4) İlâhî yasalar için. 5) Âhiret sicili için. Kitâb, ğın açıldığı gün "dür. Mecazen "güç, kuvvet"
"iki şeyi birbirine dikmek" anlamına gelen anlamına gelen sâk, Türkçe'deki "paçaları sı­
ketb mastarından türetilmiştir. Harfleri birbi­ vamak/tutuşmak" deyimini çağrıştıran bir
ibaredir. Bu durumda mâna "Allah'ın ezici gü­
rine tutturarak anlamlı kelimeler ve cümleler
cünü gösterdiği zor gün", veya "paçaların tu­
oluşturma işine ve bu işin sonucunda elde edi­
tuştuğu gün" olur. Âhirette secde, Allah'a zo­
len metin ve o metni taşıyan şeylerin tümüne
runlu itaate delalet eder.
birden kitab adı verilir. Aynı zamanda bir şe­
yin kayıtlı tabiatını ifade eder. Şer'î anlamı 37 Huşu', kendisinden üst makamdaki birine
ise, literal anlamının bir uzantısı olarak "aslı içten gelen bir tazim, saygı ve itaati ifade eder.
ve anlamı Allah katında bulunan ilâhî mesaj", Daha çok öznenin sesinde tezahür eder. Hu-
Kelamullah adı verilen bu mesajdan herhangi du'da ise, kişi içten ve gönüllü olmak zorunda
bir Peygambere indirilen bildiri ve bu bildiri­ değildir. Mecburen veya nazik görünme kaygı­
nin bir parçasının ya da bütününün içerisinde sıyla baş eğmeyi ifade eder (Krş: 80/Mü'mi-
yer aldığı mukaddes metinlerdir. Kur'an'da el- nûn: 2, not 4).
kitab sözcüğü Kur'an, Tevrat, İncil gibi kendi 38 Veya: "hadiseyi" yani, "Hesap Günü'nü";
içerisinde bir bütün teşkil eden ilâhî mesajla- ya da en büyük hadiseyi haber veren en büyük
34 7/KALEM SÛRESİ Nûzûl: 7 Mushaf: 68

bitireceğiz onları. 45 A m a onlara imkan di kendine kahrederek yalvarıyordu. 41


49
ve zaman tanırım; çünkü onların entrika­ Eğer Rabbinin akıl sır ermez nimeti onun
larını başlarma geçiren düzenim pek sağ­ imdadına yetişmemiş olsaydı, andolsun
lamdır. 39
ki aşağılanmış bir halde ıssız bir sahile
46 Yoksa sen onlardan bir ücret istedin atılırdı. 42
50 Fakat Rabbi onu (yeniden)
de, onlar altında ezilecekleri ağır bir borç seçti ve iyiler arasına k a t t ı . 43

yükünden mi kaçıyorlar? 40 51 İmdi, inkarda ısrar edenler bu ilâhi

47 Yoksa idraki aşan hakikatler onlara öğüdü duydukları zaman sanki seni göz­

ayan oldu da, (gayba dair) kayıt kuyudatı leriyle devireceklermiş gibi (baksalar) ve
kendileri mi tutuyorlar? " O , kesinkes cin musallat olmuş biridir"
deseler d e 4 4
(sabret)! 52 Zira b u , 4 5
bütün
48 RABBİNİN hükmüne sabır göster; sa­ bir insanlığa yönelik ilâhi bir öğütten iba­
kın Balık Sahibi gibi yapma! Hani o ken­ rettir.

'hadis'i, yani "vahyi, Kur'an'ı". Hadîs, "meca­ 42 Zımnen: Allah adının üzerini çizerdi. Hz.
zen hadiseyi haber veren söz", hakikaten "sö­ Yûnus'un tevbesi için bkz. 79/Enbiya: 87.
zün haber verdiği hadise"dir (Bkz: 113/Tah- 43 Hz. Yûnus'un istisnai olarak görev yerinin
rîm: 3, not 5). değiştirilerek ikinci kez gönderilmesiyle alâ­
39 Keyd için bkz. 56/A'râf: 183, not 152. kalı.
40 Peygamberler zekât ve sadaka alamazlar. 44 Bu gerçekleşmiş bir itham olabileceği gibi,
Risalet mirasını üstlenenler de almamalıdırlar. ikinci âyetle düşünüldüğünde geleceğe ilişkin
41 Veya: "Mahkûm bir halde" [Mekzûm için bir ihbar da olabilir.
bkz. 74/Nahl: 58, not 58). 45 Veya Hz. Peygamber'i işaret eden: "o".
A dını ilk âyetindeki "duruldu, karartıldı" veya "koparılıp atıldı" mâna­
sına gelen kuvvirat fiilinden alır. Tekvîr ismi Hz. Peygamberden sarih
olarak gelmez. Buhârî ve Tirmizî'de ilk âyetiyle anılır. Bir çok ilk mushaf
ve tefsirde Tekvîr adıyla şöhret bulmuştur.

Sûre Mekke döneminin ilk yıllarında inmiştir. Necm'den önce indiği ke­
sindir. Zira Necm 13-18'de anlatılanlar bu sûrenin 23. âyetine atıftır. İlk
tertiplerin tümünde A'lâ sûresinin önüne, 7. sıraya yerleştirilir. Cinnet ve
delilik suçlaması, indiği dönemin tipik özelliğini verir. Bu durumda sûre
vahyin ilk yılında inmiş olmalıdır.

Konusu, Son Saat ve Hesap Günü'dür. Tekvîr, "bir şeyi sarık sarar gibi sa­
rarak bir noktaya toparlamak, dürüp büküp bohçalamak"tır. Sûrenin giri­
şinde içinde bulunduğumuz kozmik sistemin veya kâinatın kevn ve fe-
sad/oluş ve bozuluş kanunları çerçevesinde sona doğru gidişi tasvir edilir.
Ancak bu bozuluş bir "kaos" olarak nitelenemez. Zira oluş gibi bozuluş da
Allah'ın kontrolüne ve ilâhi bozuluş yasalarına tabidir. Bu Allah'tan başka
hiç kimsenin tasvir edemeyeceği muazzam bir gerçektir. Enbiya 104'teki
kozmik dürülüşün tefsiri sayılabilir. İlâhî emir gereği bir noktada oluşan
muazzam çekim sonucunda kâinatm veya sistemimizin o noktaya çökme­
si tasvir edilir. Bundan somaki yeniden oluş süreci ise înfitâr'da dile gele­
cektir.

Sûre zımnen şu hakikati haykırır: Başı olan her şeyin bir sonu vardır. İnsan
misafir, dünya misafirhanedir. Sadece misafir değil, misafirhane de yolcu­
dur. O halde ömrü kainatın ömrüne nisbetle bir hiç mesabesinde olan in­
san nesine gururlanır?

1-13. âyetler arasında tam on iki kez izâ zaman zarfı yer alır. Bu her cüm­
lenin anlam bağımsızlığı yamnda pekiştirme ifade eder. Altısı dünya altısı
âhiret için kullanılan bu zarflar, "ey muhatab, uyarının üzerinden zaman
geçti diye aklından çıkarma" vurgusuna sahiptir.

İnsan soyunun tümüne birden "Nereye gidiyorsunuz?" (26) diye seslenen


sûre, ilâhi rehberliğin mücessem timsali olan vahye atıf yapan bir pasajla
son bulur. Öğüt alma yetisi körelmemiş herkese şu âyet açık bir çağrıdır:
"Kur'an insanlığın tümü için bir öğüt ve uyarıdan ibarettir." (27)
36

R A H M A N RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 GÜNEŞ(ÎN defteri) dürüldüğünde, 1


10 (İnsanların) amel defterleri açıldığın­
2 yıldızlar sönüp döküldüğünde, da,

3 dağlar yürütüldüğünde, 11 gök, (bir gövdenin derisi gibi) soyuldu­


ğunda, 7

4 doğumu yakın develer terk edildiğin­


de, 2
12 Cehennem kışkırtıldığında, 8

5 bütün yabani hayvanlar birbirine sokul­ 13 ve Cennet(in görüntüsü) yakın plan


duğunda, 3 sunulduğunda; 9

6 denizler fokur fokur kaynatıldığında, 14 (işte o zaman) her can ne hazırladığını


(yakinen) b i l i r . 10

7 bütün insanlar tasnif edildiğinde, 4

8 diri diri gömülen kız çocukları sordu­ 15 B U N D A N ötesi y o k ! 11


İşte Ben yemin
ğunda 9 hangi suçtan dolayı öldürüldük­
5

ederim gizlenenlere, 12

lerinin hesabını, 6

1 İbn Abbas ve Mücahid'in dediği gibi, güneş yal farklılığın ötesinde, insanın özü ve aslı
içine çöküp yutan veya yutulan bir karanlık bağlamında ele aldığının göstergesidir. Tekrar
haline geldiğinde ("Azlemet, idmehellet veze- dirilecek olan da nefs'tiı.
hebet", Taberî). Bu dürülme sonucunda güneş 5 Veya çoğunluğun okuduğu gibi: "soruldu­
ve diğer kozmik varlıklar bir çekirdek gibi as­ ğunda" (Tercihimiz olan kıraat için bkz. Tabe-
lına rücu edecek, yeniden yaratılış bu çekirde­ rî).
ğin yeniden çatlatılması ile (İnfitâr) vuku bu­
6 Maddî gelişmeyle övünen ilk muhataplara,
lacaktır (Bkz: 79/Enbiya: 104)
refahın felahın garantisi olmadığını, öz çocuk­
2 Veya istiare olarak: "Yağmur yüklü bulutlar larını diri diri gömmek gibi vahşice bir cinaye­
terkedilip yağmur yağdırmadığında". ti güzel gösteren gelenekle övünmelerinin gü­
3 Lafzen: "Bir araya toplandığında". Zımnen, lünçlüğünü ifade eder.
kıyametin dehşetinin bir göstergesi olarak: 7 Semanın geriye sarılış ve dürülüş (79/Enbi­
"avcılar ve avları birbirine sığındığında". ya: 104) sürecinin tamamlanışını ifade eder.
27/'Abese 34-37 birlikte zımnen: İnsan da hay­
8 Bu âyetin açık göstergesi, cehennemin bili­
van da Son Saat'e alışılmadık tepkiler verecek.
nen kozmosun haricinde anlaşılması gerekti­
4 Lafzen: "Eşleştirildiğinde". Tabi ki dünya ğidir.
hayatındaki seçimlerine göre. Krş. "Sizler üç 9 Tıpkı cehennem gibi, cennetin de gökler ve
sınıfta tasnif edilmiş olacaksınız" (50/Vâkı'a: yıldızlara dahil olmadığının delili olsa gerek­
7, 8-10). Âyette, hayvanlar da dahil tüm canlı­ tir. Allah en doğrusunu bilir.
ları ifade eden enfus çoğulu değil, sadece in­
10 Bu pasajın ifade ettiği hakikatin farklı bir
sanları ifade eden nüfus (nefisler) çoğulu kul­
anlatımı için bkz. 62/Kehf: 47-49.
lanılmıştır. "İnsanlar" şeklindeki çevirimizin
gerekçesi budur. Genellikle Kur'an, âhiret ha­ 11 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 37/Beled: 1,
yatını ele alırken cinsiyet, sınıf, milliyet gibi not 1.
fiziki ve sosyal tanımlamaların ötesine geçen 12 Bu ve müteakip âyetteki sıfatların mevsuf-
nefs kelimesini kullanır (98/Âl-i İmran: 185; ları yoktur. Bunlar "yıldız, gezegen" gibi gök
11/Fecr: 27). Bu kullanım, âhiretteki ceza ve cisimleri veya yuvalarına girip çıkan yabani
ödülün cinsiyet de dahil her tür fiziki ve sos­ hayvanlar olarak yorumlanmıştır (Taberî).
16 yuvalarına giren yıldız ve gezegenle­
13
kendisine itaat edilir; üstelik güvene lâ­
re, 14
yıktır.
17 ve (yokluğun) zifiri karanlığına (za­ 22 Arkadaşınız da cin musallat olmuş bi­
man ve mekân) geri döndüğünde, 18 ve 15
ri değildir. 23 Doğrusu o, meleği berrak
henüz soluk almaya başlayan sabaha 16
bir ufukta görmüştür; 24 kaldı ki o, gö­
18

(yemin ederim)! rünmeyenin bilgisi üzerinde tekel kurup


19 Ki elbet bu (Kur'an), türünün en seçki­ (onu saklayan) biri de değildir,- 25 daha­
19

ni olan bir elçi (meleğin) ilettiği sözdür; 17 sı bu kelam, Allah'ın kendisine sığınan­
20 Arş'ın sahibi katından ona hem güç ları şerrinden emin kıldığı Şeytanın sö­
20

hem de makam bahşedilmiştir,- 21 orada zü de değildir. 21

Bizce benzeri yerlerde olduğu gibi bu sıfatların liyye gecesinin zifiri karanlığında imanın ne­
mevsufları vahiy veya o vahyin inşa ettiği redeyse yok olup, vahyin aydınlığı ile tekrar
mü'minlerdir. Bu takdirde mâna zımnen şöy­ ortaya çıktığını çağrıştıran tevriyeli bir ifade­
le olur: Yemin ederim gönüllere gizlenerek dir.
onları harekete geçiren vahye, o vahyin yörün­ 17 Gayet açıktır ki, elçinin sözü elçiye değil
gesinde kah gizli kah aleni atağa kalkan elçiyi gönderene aittir. Çünkü o, ilâhi kela­
mü'minlere. mın elçisidir. Allah ilâhi kelamın ruhunu
Eğer sûrenin başından beri izlenen kozmik sü­ Cebrail kamışı içinden üflemiş, Peygamber'in
reç bağlamında anlaşılırsa, bu durumda bu akleden kalbine indirilen söz orada ortaya çık­
gizlenenler evrenin tüm yıldızları ve galaksi­ mıştır. Burada "elçi" melektir. Bağlam bunu
leri olur. Zira onlar geri sarılıp durulmuş ve tasrih etmektedir.
başlangıcına iade edilmiş bir halde artık tek 18 Vahyin geliş sıklığının henüz tecrübe edil­
noktadadırlar (79/Enbiya: 104). mediği başlangıçta doğal bir molayı vahyin
13 Veya "görünmeyen". Işığı sönüp artık kara kesildiğine yoran Mekke'deki inkarcıların de­
delik haline gelmiş yıldızlara atıf olabilir. dikodularını reddeden bir ifade (Vahiy kesinti-
14 el-Cevar, cariye gibi dönüp duran. Bununla siyle ilgili değerlendirmemiz için bkz. 4/Müd-
yıldızlar ve gezegenler kastedilmiştir. Onlar dessir sûresinin girişi). "Doğrusu onu bir kez
adeta insanoğluna hizmet için dolanan cariye­ daha görmüştü" (26/Necm: 13) âyeti, buraya
ler gibidir. Bu âyet, yıldız ve gezegenlerin yu­ atıf olarak okunmalıdır.
valarına girişini, yani başlangıç noktasına iade 19 Veya: "o gayba ilişkin yalan yanlış bilgile­
edilişini, zamanın ve mekânın geri sarılış sü­ rin peşinde seğirten kahin ve falcıları kıska­
recinin sonunu ifade eder. nan biri değildir"; veya zamirin meleğe gittiği­
15 Yani: Yokluk gecesinin sonu varlık gündü­ ni varsayarak: "(vahiy gibi) gaybi bir hakikati
zünün başı. Sûrenin başından beri nakledilen kıskanan biri değildir". Mal ve para gibi verin­
evrenin geriye sarılış ve aslına iade ediliş süre­ ce elden çıkan somut değerleri kıskanana ba-
cinin geldiği son nokta. Yani tekrar yaratıl­ hîl, ilim ve hikmet gibi verince eksilmeyen
mak için ilk başlangıcına, yokluğa iade edil­ değerleri kıskanana danîn denilir.
mesi (79/Enbiya: 104 ve 77/Zümer: 67). 20 Racîm'in açılımı. Bu âyette Şeytan, 19.
16 Bu "sabah" sûrenin başından buraya kadar- âyetteki meleğin mukabili olarak yer alıyor.
ki kozmik geriye sarılış ve dürülüş sürecinin 21 Şeytan'ın vahyin iniş sürecinde ilk defa
bitiminden sonra yeniden yaratılışın ilk saba­ geçtiği yer. Çok sağlam ve uzun ip, halat" an­
hını ifade etse gerektir. Bu aynı zamanda cahi- lamına gelen eş-şetanu köküne nisbet edilir.
26 Hakikat buyken (ey insanlar), nereye (öğüt alır).
gidiyorsunuz! 22
29 Zaten âlemlerin Rabbi Allah (size ira­
27 Bu vahiy, tüm insanlık için bir uyarı de vermeyi) dilememiş olsaydı, siz hiçbir
ve öğütten ibarettir; 28 s o n u ç t a , 23
içiniz­ şey dileyemezdiniz. 24

den doğru yolda yürümeyi dileyenler

Bu tanıma uygun olduğu için Arapça'da çok nektir. Görünen-görünmeyen, insan-cin her
özel bir yılan türüne de Şeytan denilir. Bu yı­ tür varlık için kullanılır. Kur'an'a göre Şeytan
lanın özelliği sinsi olup uyurken insanın ağ­ insanın sahici ve gerçek bir "düşman öteki-
zından midesine akması, aniden ve gizlice si"dir. "O sizin apaçık düşmanınızdır" âyetle­
sokması ve göreni hayrette bırakan at yelesi ri bunu teyit eder. Zira insan "ötekisiz" yapa­
gibi bir yeleye sahip olmasıdır. Şetane an, maz. Eğer Şeytan olmazsa insan hep kendi tü­
"uzaklaştı", şâtm, "haktan uzaklaşan" de­ ründen birilerini "düşman öteki" ilan eder ve
mektir (Lisân). Kur'an'da haktan uzak düşen onu şeytanlaştırır. Bu giderek kendine döner
görünür ve görünmez, somut ve soyut her var­ ve sürecin sonunda insan kendi kendisinin
lık için kullanılmıştır. Kelimenin "habis, me­ şeytanı olur.
lun" anlamındaki İbranice bir kökten türetil­ 22 Veya zehebe'nin "bir görüşe vardı" anla­
diği de söylenmiştir. Eğer kelime ş-t-n değil de
mıyla: "o sonuca nereden varıyorsunuz?"
ş-y-t kökünden türetilmişse, o zaman kök an­
23 Akıbet lâm'ı vurgusuyla.
lamı "yanmak, öfkeden yanıp tutuşmak" an­
lamına gelir. Kur'an'da İblis'in Allah ile ilişki­ 24 Yani: Allah sizin iyi ve doğru olanı seçme­
sinde "İblis", insan ile ilişkisinde "Şeytan" sı­ nizi dilemiş, bunu dilemeniz için hem akıl ve
fatı kullanılmıştır. 94/Bakara 34. âyet birinci­ irade vermiş, hem de vahiyle yol göstermiştir
sine, aynı sûrenin 36. âyeti ise ikincisine ör- (Krş: 4/Müddessir: 54-56; 32/lnsan: 3, 29-30).
Sûre sıfat olarak " e ş s i z y ü c e " i s m - i tafdil olarak " e n y ü c e " a n l a m ı n a ge­
l e n a'lâ adını i l k â y e t i n d e n alır. T e f s i r l e r i n ve m u s h a f l a r m çoğunda bu
adla anılır. Sahabeden gelen rivayetlerde sûre i l k â y e t i n i n t a m a m ı y l a anıl­
mıştır.

A'lâ, A l l a h ' ı n güzel i s i m l e r i n d e n biridir. Kur'an'da bu i s i m doğrudan A l ­


l a h ' a n i s b e t l e b u sûrenin i l k âyetinde v e Leyi sûresinin 2 0 . âyetinde geçer.
A ' l â sûresi adını e s m a - i h ü s n a d a n alan b e ş sûreden biridir. Diğerleri Fâtır,
ğafir, N û r v e R a h m a n sûrelerdir.

M e k k e ' d e n a z i l olan i l k sûrelerdendir. B u özelliğiyle v a h y i n i l k y ı l ı n a yer­


l e ş t i r i l m e l i d i r . İbn Abbas, I k r i m e ve H a s a n Basri y o l u y l a gelen bir rivayet­
t e 'Alak, K a l e m , M ü z z e m m i l , Müddessir, M e s e d v e T e k v î r ' i n ardından 7 .
sıraya yerleştirilir. C a b i r b. Z e y d tertibinde bu l i s t e y e Fatiha da dahil edil­
diği i ç i n A ' l a sûresi 8. sırada y e r alır. B i z i m l i s t e m i z d e 9. sıraya d e n k gel­
m e k t e d i r . Sûre girişi ve k o n u s u itibarıyla, i l k i n e n pasajlarla b e n z e r l i k arze-
der.

S û r e n i n ana fikri, insanoğlu i ç i n h e m n i m e t h e m zaaf olan anma/hatırlama


ve u n u t m a hakkındadır. İ l k indirilen diğer sûreler gibi bu sûre de v a h y i n i l k
m u h a t a b ı H z . P e y g a m b e r ' i doğrudan i n ş a eder. İlk dokuz âyette h i t a p doğ­
rudan i l k m u h a t a b a y ö n e l i k t i r . İlk âyeti b i r emirdir: " Y ü c e l i k t e eşsiz olan
R a b b i n adına h a r e k e t e t ! " N a m a z l a r ı n t ü m secdelerinde t e k r a r l a n a n n e b e ­
v i tesbihat, b u i l â h i e m r e u y m a n ı n lisani bir göstergesidir.

Sûre h a c m i n i n k ü ç ü k l ü ğ ü n e r a ğ m e n adeta K u r ' a n ' ı n fihristi niteliğindedir.


A l l a h - k â i n a t - i n s a n arasındaki i l i ş k i n i n e k s e n i n i b e l i r l e y e r e k söze giren sû­
re, v a h y i n b u e k s e n i n k a y m a s ı n ı ö n l e m e d e k i rehberliğinin ö n e m i n e d i k k a t
çeker.

H z . Ali, A l l a h R a s u l ü ' n ü n b u sûreyi n a m a z l a r d a ç o k o k u m a s ı n ı o n u ç o k


sevdiğine y o r m u ş t u r . R a s u l u l l a h ' ı n sûreye gösterdiği özel ilginin sebebini,
hep olduğu gibi sûrenin m u h t e v a s ı n d a a r a m a k îcap eder. R i v a y e t e göre ve­
fatından ö n c e k i son c e m a a t n a m a z ı n d a H z . Peygamber, A ' l â v e Kâfirûn sû­
relerini o k u m u ş t u r .
R A H M A N RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 (EY M U H A T AB) yücelikte eşsiz olan 4 O ki, tüm bitki örtüsünü çıkardı; 5 son­
Rabbin adına/adıyla hareket e t !
1 2
ra onu kapkara-kupkuru bir hale soktu. 7

2 O ki, tüm mahrukatı yarattı ve yaratı­


3

lış amacını gerçekleştirecek bir donanım 6 (EY MUHATAB!) Biz sana okutacağız

verdi. 4
ve sen asla unutmayacaksın; 7 Allah'ın
8

(unutmanı) diledikleri hariç; 9


çünkü O
3 O ki, her şeye yaratılıştan bir ölçü ve
açığa çıkanı da bilir gizleneni de 8 böyle­;
amaç takdir e t t i , sonra (o ölçüye uyarak
5

ce zaten kolay olan (vahyi anlamayı) sana


amacına ulaşacak) istikamete yöneltti. 6

1 Ve/veya: "Rabbinin yücelikte eşsiz olan yere ve amaçsız yarattığımızı sanıyorsunuz,


adıyla". Zımnen: Kimin kulu olduğunu, ki­ öyle mi" (80/Mü'minûn: 115).
min adına hareket ettiğinden yola çıkarak bul. 5 Veya: "her şeye (önce) amacına ulaşacak bir
A'lâ hiyerarşik bir üstünlüğü değil, "üstün" güç verdi sonra o istikamete yöneltti". Krş.
olma mânasının her tür sınırdan ve kayıttan "her şeyi bir kaderle yaratan Biziz" (54/Ka-
âzâde olarak ulaşabileceği mutlak sınırı ifade mer: 49). Bu âyet Kur'ani kader anlayışını ifa­
eder. de eder. Hidayetin takdire atfı, müsebbebin
2 Teşbih, "hareket etme, işini yapma, çaba sebebe atfıdır. Bundan şu sonuç çıkar: Allah'ın
gösterme" anlamındaki es-sebh''ten. Kelime­ takdir ettiği ölçü ve ilkeleri gözeten, hidayete
nin tersi el-habs, anlamın da tersini verir: "ha­ yani yaratılış amacına (mâ hulika leh) erer. Bu
reketsiz bırakma, tutma, atıl kılma". "Allah vahiy de, insanı yaratılış amacına ulaştıracak
adına/adıyla başlarım" anlamına gelen bismil­ ilâhi bir rehberliktir.
lah, bu emri yerine getirmenin başlangıç nok­ 6 Takdir ve hidayetin insana ilişkin boyutu
tasını temsil eder. Tesbîh'm "yüceltme" anla­ İnsan 3 ve Şems 8 ışığında anlaşılmalıdır.
mını, tercihimiz içermektedir. Zira, bilinçli 7 Yani: Hayatı ve ölümü yarattı. Öncesiyle
varlık olan insanın Rabb adına hareket etme­ birlikte: Âlemlerin Rabbi, takdir ve hidayet
si, O'nu yücelten varlık korosuna dahil olma­ yasasına hayatın en alt mertebesi olan çürü-
sıdır. Teşbihin "işitilen" bir şey olmaktan da­ yüp gitmesi mukadder bulunan bitkileri dâhi
ha çok "anlaşılan" bir şey olduğunu Isrâ dahil ederken, ey insan, seni nasıl bu yasanın
44'ten anlıyoruz: "Her şey Allah'ı teşbih et­ dışında tutar? Zımnen: Çöle dönen kalpler va­
mektedir; fakat siz onların teşbihini anlamı­ hiy yağmuruyla göle döner.
yorsunuz" (duymuyorsunuz değil). Bu âyette­
8 Zımnen: Çünkü bizim okutarak hatırlattık­
ki sebbih emri tefsir otoriteleri tarafından
larımız, senin vicdanında karşılığı olan haki­
farklı yorumlara konu olmuştur. "Namaz
katlerdir. Buradaki "okutmakla", ilk inen
kıl", "hayran ol", "an", "yönel", "O'nu tek
"oku" emri arasında kopmaz bir bağ vardır.
bil", "O'nu tüm noksanlıklardan uzak bil",
Bu hitap, bağlamdan kopuk olarak sadece vah­
"O'nu tenzih et", "O'nu mukaddes bil" bun­
yin ilk muhatabına hasredilemez. Zira bağlam
lar arasında yer alır. Tercihimiz, kelimenin
tür olarak insanı ele alan bir bağlamdır. Kaldı
lafzî anlamına dayanır.
ki bu âyetin devamı hitabın genelliğini ortaya
3 Veya Zeccâc'ın tercihine istinaden: "insa­ koymaktadır.
nı". 9 Bu âyetler, 1-3 ve "Alak süresindeki "O ki
4 Sevvâ'ya. verdiğimiz anlam için bkz. (insana) öğrenme araçlarıyla öğretti; O insana
62/Kehf: 37, not 51. Krş. "Şimdi Bizim sizi boş bilmediğini öğretti" (2/'Alak: 4-5) âyetleri ışı-
— • *y=Sc=^-

daha da kolaylaştırmış olacağız. 10


şi boylayacaktır,- 13 sonra orada ne ölebi­
9 Şu halde sen, -öğüt (sadece bazılarına) lecek, ne yaşayabilecektir. 13

fayda verse d e - 11
hep (fıtratlara nakşolan 14 (Manevî kirlerden) arınma gayreti 14

Allah'ı) hatırlat, 12
10 nasıl olsa Allah'ın içinde olanlar kurtuluşa erecek; 15 Rab-
sevgisini kaybetmekten korkanlar öğüt binin adını hatırda tutan da, salata duran
alacaktır,- 11 bedbaht olanlar ise öğütten da (kurtuluşa erecek). 15

kaçacaktır,- 12 bu gibiler en korkunç ate-

ğında anlaşılmalıdır. "Oku" emrine "Benim "ya hep ya hiç" deme. Bu âyete "Eğer hatırlat­
okumam mümkün değil" diye cevap veren ilk man fayda verecekse hatırlat" mânası ver­
muhataba hem okutturma hem de unutmama mek, bir sonraki âyete aykırıdır.
garantisi verilmektedir. Zira fıtrî bir okuma­ 12 Bu âyet, tüm insanlığın Hz. Peygamber'in
nın sonuçları fıtrat ve vicdana hakkedilmiştir, ümmeti olduğuna delalet eder. Muhammedi
unutulmaz. Varoluşsal okumada insanın davete icabet edenler "ümmet-i icabet", he­
unuttukları kalıcı değil geçici, evrensel değil nüz icabet etmemiş bulunanlar ise "ümmet-i
yerel olanlarla ilgilidir. "Allah'ın unutmanı davet" sınıfına girerler. Bu âyet birinci âyetle
diledikleri hariç" cümlesi, insanoğlunun doğrudan alâkalıdır. Allah'ı hatırlayanlar
unutmasının 3. âyetteki takdire girdiğini gös­ O'nun Rab olduğunu bilir ve O'nun adını teş­
terir. İbn Abbas'a göre, insan sözcüğü "unut­ bih eder, yani "O'nun adına hareket eder".
mak" mânasındaki nisyân'dan türetilmiştir. Hatırlatmaktan söz edilen yerde unutma var­
Bu, unutmanın fıtrî oluşuna delalet eder. Bu dır.
unutma iyi unutmadır. Zira unutmak nimet 13 Zımnen: ne ölebilecek ne de onunla birlik­
olarak takdim edilmektedir. Çünkü Kur'an in­ te yaşayabilecek.
sanın yaptığı kötülük ve günahları Allah'ın
14 Tezekkâ tefa'ul kalıbındandır. Tefa'ul te-
yaratışına nisbet etmez. Oysa ki burada
kellüftür; tekellüf azim, sebat ve gayret ister.
"unutturma" Allah'a nisbet edilmiştir. Ger­
çek şu ki insan unutmasaydı yaşayamazdı. Sû­ 15 Veya: "namaz kılan". Dahası, kök anlamı­
renin girişindeki teşbih emri de, sûrede Al­ nın yardımıyla: "destek olan" veya "esas du­
lah'ın muhatap üzerindeki nimetleri sayacağı­ ruşunu koruyan". Sâlâtı sadece "namaz" ile
nın alametidir. Bu âyetlerdeki hatırlama ve karşılamak yerine, asli haliyle bıraktık. Zira
salat, Kur'an'da gerçek bir çokanlamlı kavram
unutmayı sadece indirilen vahyin lafızlarına
olarak yer alır. Ekâme fiili ile birlikte "namaz
hasretmek " okutturacağız "daki gelecek za­
ibadetini hakkını vererek kılmak", Mâide
man edatıyla da çelişmektedir. Zira bu mâna­
12'de "destek", Mâide 58'de "din ve dindar­
daki "okutturma" gelecekte değil, daha önce
lık", Mâide 106'de "davet", Nûr 4l'de kuşla­
başlayıp o anda da devam etmekteydi.
rın salatı olarak "yaratılış amacına uygun ha­
10 Kamer sûresinde tam dört kez geçen şu reket etmek", Meryem 59'da "ibadet" ve daha
âyetle krş. "Ve doğrusu Biz bu Kur'an'ı ders başka mânalarda kullanılmıştır (Bkz: 94/Baka-
alınsın diye kolaylaştırdık: öyleyse, yok mu­ ra: 3, not 6; 108/Mâide: 58, not 70; 17/Mâ'ûn:
dur ders alan?" Zira vahiy, insanı yaratılış 4, not 4). Burada "zikr" ile yan yana kullanıl­
amacına yönelten bir yol haritasıdır. Ve Ne- dığı için ikinci bir mef'ul ile geldiği Tâhâ
bi'nin buyurduğu gibi "Zaten herkese yaratılış 14'teki ekimi's-salâte li-zikrî (adımın anılıp
amacı kolay kılınmıştır". şanımın yücelmesi için tüm destek ve çabanı
11 Yani, işin tabiatı gereği her hatırlatma, her­ seferber et) ibaresini andırmaktadır. A'lâ sûre­
kese, her zaman fayda vermez. Zımnen: asla sinin 9 ve 10. âyetindeki zikrâ ve men yahşa
42 9/AlA SÛRESİ Nûzûl: 9 Mushaf: 87

16 Maalesef siz (ey insanlar), bu yakın ve 18 Elbet bütün bu hakikatler önceki va-
aşağı hayatı tercih ediyorsunuz; 16
17 oysa hiylerde yer almıştır,- 19 (mesela) İbra-
ki öteki (hayat) en hayırlı ve daha kalıcıdır, him 1 7
ve Musa'ya indirilen vahiylerde.

ile 14-15'teki men tezekkâ ve salla arasında sı­ nün kendisinden türetildiği ed-dunuv iki anla­
kı bir irtibat vardır. Salâtm gerçek anlamını ma birden gelir:
bulmamızda bu pasajdaki kavramsal karşıtlık­ 1) Maddî, manevî ya da hükmî olarak yakınlık
lar yol göstericidir. Men yahşâ (10) ile el-eşkâ (Krş: 95/Enfal: 42).
(11) nasıl zıddiyet ilişkisine sahipse, yasla (12) 2) Maddî, manevî ve hükmî olarak düşüklük,
ile salla (15) da kökenleri bir olmasına rağmen aşağılık.
mânaları zıttır. Birincisi "ateşi desteklemek
Her iki anlamıyla da mekân, zaman, konum
için cehennemin göbeğine dikilmeyi" ikincisi ve makam açılarından her biri için kullanıla­
ise "Allah'a -özünde kendine- destek için esas bilir. Dünya, her iki anlamı da içerisinde taşı­
duruşu korumayı" ifade eder. Zımnen: Cehen­ yan bir terimdir. Yani hem yakın olan, hem de
nemle doğrulmak istemeyen namazla doğrul­ aşağılık olan. Hayatu'd-dunya formuyla geldi­
sun" mesajını içerir. Zira salleytu'l-'ûd, "değ­ ği hemen her yerde negatif bir anlam yüküyle
neği ateşte doğrulttum" demektir. es-Salvu, gelir ki, aşağı ve düşük anlamını kendiliğin­
"insanın dik oturmasını sağlayan oyluklar ve­ den içerir. Eğer dünya ile âhiret bir vav bağla-
ya dik yürümesini sağlayan omurga" anlamı­ cıyla aynı cümlede bağlanırsa sözün bağlamı­
na gelir [Lisân ve Tâc). Allahu a'lem. na göre vurgusu da değişir (94/Bakara: 201,
16 Sıfat tamlaması olan el-hayatu'd-dunya, el- 217; 98/Âl-i İmran: 45).
hayatu'l-ahiıa'nın zıddıdır. el-Hayat dişil ol­ 17 Veda'laı sahibi Brahma ile Suhuf sahibi İb­
duğu için sıfatı dişil gelmiştir. Mücerret oldu­ rahim peygamber arasındaki isim benzerliği
ğu yerlerde de sanki el-hayat niteleneni var­ dikkate değerdir (İkisi arasındaki irtibat için
mış gibi dünya olarak anılır. Dünyâ sözcüğü­ bkz. Hamidullah. Aziz Kur'an).
"Gece" a n l a m ı n d a k i adını i l k âyetinden alır. Bazı tefsirlerde ve'l-leyl
adıyla anılır. Buhârî ve T i r m i z î , sûreyi i l k âyetinin t a m a m ı y l a a n m ı ş -
lardır.

Sûre peygamberliğin başlangıcında M e k k e ' d e i n m i ş t i r . Konu, üslûp ve ses


yapısı b u n u t e y i t eder. Sûreyi M e d e n î sayanlar, Ensar'dan Sabit b. D a h d a h
el-Belevî'nin k a h r a m a n ı olduğu göz yaşartıcı bir infak olayını 5-10. âyetle­
rin nüzul sebebi olarak gösterirler (Bkz: Hadîd: 10, n o t 12). Bu isabetli de^
ğildir. Zira ö n c e i n m i ş âyetler ile ç o k s o m a g e r ç e k l e ş m i ş olaylar arasında
bağ k u r m a k , Kur'an n e s l i n i n vahye canlı bir hitap olarak b a k m a l a r ı n ı n do­
ğal bir sonucudur. Sûrenin bazı âyetlerinin M e d e n î olduğu görüşünü E n ' â m
sûresinin girişinde uyguladığımız kriterler doğrulamaz. i l k tertipler sûreyi
A'la-Fecr arasına yerleştirirler. G e c e y i şahit tutarak b a ş l a m a s ı ilk sûreler­
den oluşunun delilidir. T e r t i b i m i z d e 10. sıraya t e k a b ü l eder. 21 âyettir.

Sûre m u h a t a b ı n d a özgün bir servet tasavvuru inşa eder. Servet bir e m a n e t ­


tir v e e m a n e t e sadâkat gerektir. Ş a h i t l i k m ü ' m i n i n sorumluluğudur. O n u n
i ç i n sûre i k i çifti şahit t u t a r a k başlar: Birincisi gizli-açık verilen sadakayı
t e m s i l e n geceyi ve gündüzü, i k i n c i s i fakirlik ve zenginliği hayatın çift ku­
tupluluğu yasası dahilinde a l g ı l a m a m ı z i ç i n bu y a s a n m en belirgin tezahü­
rü olan e r k e k l i k ve dişiliği (1-3). Bunlarla u y u m l u olarak insanoğlunun ça­
l ı ş m a yeti, alan ve kapasitelerinin farklılığına dikkat ç e k e r (4). Ve ardından
i n s a n ı servetin k u l u değil servetin efendisi o l m a y a çağırır (5-11). Bu âyetle­
rin özeti şudur: p a y l a ş m a k ya da p a y l a ş m a m a k , Allah tasavvuru, âhirete
i m a n ve s o r u m l u l u k ahlakıyla alâkalıdır. V e r e n e c e n n e t e ulaşan y o l kolay-
laştırılır (7). M ü ' m i n e düşen şunu b i l m e k t i r : Allah kulundan asla a l m a k
i ç i n i s t e m e z , ona daha fazlasını v e r m e k i ç i n ister.

" E l b e t Bize düşen doğru y o l u g ö s t e r m e k t i r " (12) buyuran Allah, servet e m a ­


n e t i n e i h a n e t edenleri de uyarır: " İ ş t e , sizi k ı ş k ı r t ı l m ı ş bir ateşe karşı uya­
r ı y o r u m " (14). Fakat serveti paylaşma, bir k a r ş ı l ı k l ı l ı k çerçevesinde olma­
malıdır. Bu " h e s a b i a h l â k a " girer, oysa vahiy m u h a t a b ı n d a " h a s b î a h l â k "
inşa eder. O A l l a h i ç i n hasbîliktir,- yani sadece Allah rızası i ç i n v e r m e k (18¬
2 0 ) . Sûre, hep h a t ı r l a n m a s ı gereken h a k i k a t i hatırlatarak biter:

A l l a h i ç i n v e r m e k gerçekte v e r m e k değil a l m a k t ı r (21).


•Xg>î<
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 KUŞATIP örten gece şahit olsun! 1


Güzel'ijn vahyini] yalanlarsa; 10 işte ona
2 (Gecenin kuşatmasını] yarıp ortaya çı­ da, zorluk ve felaketin en dibine giden
kan gündüz şahit olsun! yolu kolaylaştırırız,- 11 öyle ki, o baş aşa­
8

ğı (cehenneme] yuvarlanıp helak olacağı


3 Erkek ve dişinin yaratılışı şahit olsun 2

zaman, (Allah için paylaşmadığı) malı


4 ki (ey insanlık]; sizin çabanız, (nedenle­
kendisini asla kurtaramaz. 9

ri ve sonuçları açısından] elbet farklı


farklıdır. 3

12 ELBET doğru yolu göstermek sadece


5 Sözgelimi; kim (Allah için] karşılıksız
4

bizim işimizdir; 13 ama işin gerçeği öteki


verir ve Allah'a muhtaç olduğunun bilin­
hayat da, bu hayat da Bizim mülkiyeti-
ciyle hareket ederse,- 6 ve daha güzeliyle
5

mizdedir. 10

(ödüllendirileceğine) inanırsa; 7 işte ona,


6

14 İşte sizi çılgınca kışkırtılmış bir ateşe


rahatlık ve mutluluğun zirvesine götüren
karşı uyarmış bulunuyorum: 15 oraya sa­
yolu kolaylaştırırız. 7

dece sorumsuzluğun zirvesinde o l a n bir 11

8 Sözgelimi; kim de cimrilik yapar ve azgın girer,- 16 o ki, (vahyi) yalanladı


12 13

kendi kendine yettiğini zanneder, 9 En ve (gerçeğe] sırt döndü.

1 Gece zaten karanlıktır. İnsanlığın ufkunu das" hakkında kullanılır. Hasene vasıf olursa
gittikçe karartan cahiliyye gecesine bir imâdır. bir öncekiyle aynıdır, isim olursa sadece ahdas
Yemin vaVı ile ilgili bkz. 5/Duhâ: 1, not 1. hakkında kullanılır. Husnâ ise sadece ahdas
2 Veya mâ'nm ilgi zamiri vurgusuyla: "Erkek hakkında kullanılır (Râğıb). Husn Kur'an'da
ve dişiyi yaratan şahit olsun". Tercihimizin maddî güzellik için değil, aklî, kalbî ve şer'î
gerekçesi için bkz. 28/Şems: 7, not 7. güzellikler için kullanılır [et-Tefsiru'l-Beyânî).
3 İlk üç âyette yemin edilen gece-gündüz ve 7 Medine'de yaşanmış örnek bir infak olayı
erkek-dişi, farklılığın ve çift kutupluluğun Al­ tefsir kaynaklarımızda bu pasajla ilintilendiri-
lah'ın yasası olduğuna delalet eder. lyi-kötü, lerek anlatılır (Bkz: 96/Hadîd: 10, not 12).
ödül-ceza, cennet-cehennem de varlığın tabi
8 Kötüye cehennemin kolaylaştırılması, terci­
olduğu bu yasanın iradeli eylemler alanındaki
hinin onda artık yerleşik bir meleke haline
bir uzantısından başka bir şey değildir. Zaten
gelmesiyle açıklanabilir. Çünkü onun iç dün­
devamındaki âyetler de bu gerçeği dile getirir.
yası tercihine alışmış, hatta tercihinin tiryaki­
4 "Ayrıntı ve açıklama" vurgusu taşıyan fe- si olmuştur. Bu da ona cehennemin kolaylaş-
emmâ'mn bu bağlamdaki en uygun karşılığı. tırılmasıdır. Bir mastar formu olarak yusrâ ko­
5 Buradaki ittika, 8. âyetteki istiğna'mn mu­ laylığın zirvesini, 'usrâ ise zorluğun dibini ifa­
kabilidir. Çevirimizin gerekçesi budur. de eder.
6 Veya: "En Güzel (olan Allah'a) inanırsa". En 9 Veya mâ'ya soru mânası vererek: "malı ken­
Güzel [Husnâ] olan, "en güzel isimlere" [el- disini kurtarır mı?"
Esmau'l-Husnâ) sahip olan Allah'tır. Tasad-
10 Burada âhiretin dünyadan önce gelmesi, in­
duk, bir güzelin bir güzelliği En Güzel adına
sana öncelik sırasını öğretmek içindir.
başka güzellerle paylaşmasıdır. Husn, maddî
olarak kubh'un, manevî olarak sû'un mukabi­ 11 Bu eşkâ (en sorumsuz), 17. âyetteki et-
lidir. Burada ikincisidir. Güzelliğin son nokta­ kâ'mn (en sorumlu) karşıtıdır.
sını ifade eder. Husn hem "a'yan" hem "ah- 12 Görgü tanığı İmam Malik anlatıyor: Ömer
17 Ama yüce ve yüksek bir sorumluluk şılık değildir; 20 sadece Yüce Rabbinin rı­
bilinciyle hareket eden kimse, o (ateşten) zasını kazanma iştiyakı iledir. 15

uzak tutulacak; 18 o ki, malını gönülden 21 İşte böyle biri, kesinlikle, zamanı ge­
verir ve arınıp gelişir,- 14
19 (Bu yaptığı) lince (gördüğü karşılıktan) fazlasıyla
herhangi birinden gördüğü bir hayra kar­ m e m n u n olacaktır.

b. Abdülaziz'in arkasında akşam namazı kılı­ olarak dini anlamda kullanılır.


yorduk. Velleyli iza yağşa'yı okudu. "Oraya 14 Yani Allah katında arınmak ve manen ge­
sorumsuzluğun zirvesinde olan azgınlar girer" lişmek için verir, riya ve gösteriş için değil, el-
âyetine gelince ağlamaya başladı. Ağlamadan Itâ', el-i'tâ'dân farklı olarak "kolaylıkla ver­
dolayı âyeti bir türlü tamamlayamadı. Sonun­ meyi" ifade eder. "Gönülden" karşılığının ge­
da sûreyi okumayı bırakarak başka bir sûre rekçesi budur.
okudu" (Kurtubî). 15 Aynı edebi telkin eden âyetler için bkz.
13 Kur'an'da tekzib daima tasdikin karşıtı 32/lnsan: 8-9.
A dını i l k âyetinden alır. Fecr'in m â n a s ı içinde " t ü m s a b a h l a r " veya "O
m a l u m s a b a h " veya "varlığın i l k s a b a h ı " gibi çağrışımlar vardır.

Sûre M e k k e ' d e indirilen i l k sûrelerdendir. İlk tertipler sûreyi Leyi sûresinin


h e m e n ardına yerleştirir. B u sıralamaya itiraz e t m e k i ç i n elimizde m a k u l
bir neden b u l u n m a m a k t a d ı r . Sûre i l k b a k ı ş t a t e k celsede inmediği i z l e n i m i
verir. Fakat fasıla harflerinin çokluğu (sekiz harf) ve M e k k e - M e d i n e okulla­
rının 15 ve 16. âyetleri dört âyet saydığı d i k k a t e alındığında, sûrenin i k i ay­
rı zamanda indirildiği iddiasının m e s n e d i k a l m a z . V a h y i n i l k yılında i n m i ş
olmalıdır.

Küfe o k u l u n a göre sûre 30 âyettir. M e k k e ve M e d i n e okulları 15 ve 16.


âyetleri ikişer âyet sayar. Bu durumda sûre 32 âyet olur. Basra o k u l u 29 ve
3 0 . âyetleri bir saydığı i ç i n sûreyi 29 âyet olarak tesbit eder.

Sûrenin t e m e l k o n u s u i m k a n l a r ı y l a v e zaaflarıyla insandır. Ö n c e ç o k özel


zamanlara y e m i n edilerek, b u y e m i n i n a m a c ı vurgulanır (1-5). T ü m zaman­
lardaki muhataplara k a d i m sapma örnekleri verilir. 'Âd ve S e m u d k a v i m l e ­
r i n i n ve Firavun i k t i d a r ı n ı n helaki h a t ı r l a t ı l ı r 6-14). 'Âd ve Semud
Kur'an'da t a m y i r m i i k i yerde birlikte ya da art arda anılır. B u n u n verdiği
m e s a j şudur: H a t a ve noksanlığı davranış bozukluğunda değil de yapı m a l ­
z e m e s i n d e görüp o n u değiştirmek bir t o p l u m u A l l a h ' ı n gazabından kurtar­
m a z ve tarih ibret a l ı n m a z s a tekerrür eder.

İlk vahiylerde yer alan helak edilen k a v i m l e r i n kıssaları özet halinde geçer.
Kadim k a v i m l e r i h e l a k e götüren nedenlerin t e m e l i n d e yanlış servet tasav­
vuru ve bu tasavvurun doğurduğu b i r i k t i r m e ve y ı ğ m a hırsı yatar (15-20).
Böyle yapanları dünyada b e k l e y e n uyarıcı ve âhirette b e k l e y e n cezalandırı­
cı sarsıntılar haber verilir (21-26).

Sûrenin zirve âyetleri, dünya, m a l - m e l a l ile t a t m i n o l m a m ı ş , Allah ve cen­


n e t ile t a t m i n o l m u ş k a m i l v e m e s u t insan a hitap eder: " E y (Allah'la) tat­
m i n o l m u ş insan! Rabbine, O'ndan razı ve O ' n u razı e t m i ş olarak dön! G i r
k u l l a r ı m ı n arasına! G i r c e n n e t i m e ! "

R a b b i m ! Bizleri de sonsuz saadete eren o kullarından eyle!


RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA
1 (KARANLIĞI) yarıp çıkan sabah vakti 1
5 Ne yani, şunların hepsinde sahibini 7

şahit olsun! 2
koruyan oturaklı bir aklı olanlar için,
2 O tarifsiz on gece şahit olsun! 3 sağlam bir şahitlik yok mudur? 8

3 Çift ve tek şahit olsun!


4 6 Görmedin mi Rabbin ne yaptı Âd kav­
mine, 7 sütun (gibi binajlar sahibi
9 10

4 Sabaha yürüyen gece şahit olsun!


5 6

1 Zımnen,- "Yokluk karanlığım yarıp çıkan yi büyüttüğü ve yücelttiği için "yücelik" anla­
varlık sabahı"; ya da "cahiliyye karanlığını ya- mı kazanmıştır. îsrâ ile aynı köktendir (Krş:
np çıkan vahyin nurlu sabahı"; veya "bütün 68/lsra: 1, not 7).
sabahlar". P-c-rkökü "yarıp çıkmak" mânası­ 6 Kur'an'da hiçbir yerde mücerret karanlığa
na gelir. Hayır olanı fecr, şer olam fucr ile ifa­ yemin edilmez. Geceye de iza şartıyla edilir:
de edilir. Geceyi yardığı için sabaha ve toprağı iza seca, iza yağşa, iza 'as'ase, iz edbera, iza ve-
yanp çıktığı için artezyene fecr denir. İnsan kab... Bu geceyi gece yapan karanlığın, ışığın
kişiliğini yanp parçaladığı için günaha rucur, yokluğu hali olduğunu ifade eder. Karanlık
haram ayın hürmetini yarıp kırdığı için Cahi­ izafi, arızi ve geçicidir, kendi basma bir varlı­
liyye savaşlanna ficâr denilmiştir. ğı yoktur. Aynı zamanda karanlığın iki fecr ve
2 Kasem vavı ile ilgili bir not için bkz. 5/Duhâ: 1. iki gündüz arasmda olduğunu, vahyin insanı
3 Zımnen: Vahyin başlangıcı olan Kadir gece­ aydınlığa çıkaracağını îmâ eder.
sini içinde barındıran on gece... Belirsiz gelen 7 Hem öndeki yemin edilenlerde, hem arka­
bu on gece, ikisi de bayramla biten Rama­ dan gelen kıssalarda.
zanın son on günü veya Zilhicce'nin ilk on 8 Akıl Kur'an'da fonksiyonlarına göre isim
günü olabilir. Ramazan'ın son on günü itikaf alır. Buradaki hicfm açılımı "oturaklı, sağ­
ve vahyin iniş günü olan Kadir gecesini içinde lam, taş-kaya gibi bir akıl" vurgusu taşır.
barındıran günler, Zilhicce'nin ilk on günü "Taş, kaya" mânasına gelen hacer ile aynı
hac günleridir. Bu ikincisi Hz. İbrahim'e em­ köktendir. Nûhâ "çirkin şeyi engelleyen
redilmiş, fakat "nesi" geleneğiyle bu günlerin akıl"; kalb "devinen, gezinen akıl"; fikr "bir
gerçek zamanı kaybolmuştur (Bkz: 114/Tevbe: noktada karar kılan akıl"; fuâd "iç akıl, içli
37, not 46). Sûrenin iniş zamanı dikkate alına­ akıl, öz akıl, tasavvur". Bu âyet sûrenin kalbi­
cak olursa, bu on günün vahyin iniş gecesi dir. Sûrenin tüm âyetleri bu kalbe bağlanan bi­
olan Kadr'i içinde barındıran Ramazan'ın son rer damar hükmündedir. Bu âyet insana bu ci­
on günü olması daha güçlü göriinmektedir. hana sahip olmak için değil şahit olmak için
"On gün" ibaresinin belirsiz gelmesi, anlamın geldiğini hatırlatır. Zımnen: zaman ve mekân
teke indirilmesini güçleştirmektedir. Bu, yok­ şahit olsun da ey insan sen şahit olmayasın,
luk karanlığından varlık sabahına geçişteki olur mu hiç?
"varlığm ilk on günü" de olabilir.
9 Âd'm hikayesi, cenneti dünyada arayan za­
4 Yani: yaratılan ve Yaratan. "Çift" mahruka­ vallıların acildi hikayesidir. Kur'an'da 24 kez
tın çift kutuplu tabiatım ifade etse gerektir. geçen 'Âd kavminin nüzul sürecinde ilk geçtiği
Âyet varoluşun ardından ilk element olan yer burasıdır. Kur'an'da 22 yerde Âd, Semud ile
Hidrojen'in ve ondan diğer çift elementlerin birlikte veya art arda anılır. Ayrıntılı olarak
oluşmasma atıf olarak da yorumlanabilir. 51/Şu'arâ: 123-159; 70/Hûd: 50-68; 81/Fussilet:
5 es-Sera, "bitkilerin toprağın altında yol alan 15-18; 80/Mü'rninûn: 31-44; 89/Ankebût: 38'de
saçaklan". Zımnen, kökün güçlenmesi bitki­ ele alımr. Bu iki kıssa Kitab-ı Mukaddeste hiç
İrem'e 11
8 ki, o (günün) dünyasında bir man ve mekânda herkesi gözetleyicidir.
benzeri daha inşa edilmemişti?
9 Yine kayaları vadiler oluşturma ama- 15 VE insana gelince... Ne zaman Rabbi
c ı y k kesip o y a n Semud'a?
12 13
10 Ve (pira­ onu (varlıkla) sınayıp ona ikram edecek
mitlerle dünyaya) kazık çakan Fira- ve nimetlere gark edecek olsa, hemen
vun'a? 14 (Allah'ın kendisini desteklediğini düşü­
nerek) "Rabbim bana ikram etti" d e r ;
15

11 Onların hepsi de kendi ülkelerinde


16 Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sı­
haddi aşmış kimselerdi; 12 derken oralar­
nayıp onun geçim alanını sınırlandıracak
da ahlâkî çürüme ve toplumsal yozlaş­
olsa, bu kez de "Rabbim beni zelil etti"
mayı körüklediler; 13 bu yüzden Rabbin
der. 16

onların üzerine envai çeşit azab kamçısı


yağdırdı. 14 Şu kesin ki Rabbin her za- 17 Asla! Bilakis siz yetime izzet ikram gös-

yer almaz. Nûh kavminin ardından gelir. İnsan­ mânasına gelir. Soru soranın sesini kestiği
lık tarihinde dillere destan olmuş efsanevi İrem için verilen karşılığa cevab denmiştir. Rivaye­
Bağları'nın sahibi olan bu uygarlık Ahkaf'ta ku­ te göre kayalara 1700 mağara-şehir oymuşlar­
rulmuştu. Burası, Arabistan yarımadasının gü­ dır (Râzî).
neyinde okyanusa paralel ve Rub'u'l-Hali çölü­ 13 Semud: "az su" anlamına gelen semd' den
nün alt kıyısı boyunca uzanan ve bugün adına türetilmiştir. Bir su uygarlığıdır. Yılda yağma­
Hadramevt (Ölüyeşil) denilen vadide bulunu­ sı beklenen bir karış suyu kayalarda açılan
yordu. Refahın verdiği şımarıklık sonucu Hûd sarnıçlarda biriktirip tasarruflu kullanarak in­
peygamberi dinlemedi ve helake uğradı. Onlar­ şa edilen görkemli bir medeniyettir. Salih pey­
dan arta kalanlar, helak bölgesinden uzaklaşa­ gamberi yalanladı ve helake uğradı. Kamu ma­
rak yarımadanın Kuzeyinde, görkemli kaya lı bir deveyi önce susuz bırakıp sonra işken­
kentlerin olduğu Hicr diye anılan bölgeye yer­ ceyle öldürmeleri bardağı taşıran son damla
leştiler. Semud adıyla anıldılar. Semud 'Âd'ın oldu (Bkz: 70/Hûd: 64, not 79). Bugün Kuzey
yaşadığı tecrübeyi yanlış okudu. 'Âd'ın helaki­ Arabistan'daki bu mekân Medain-i Salih ola­
ni inşaat malzemesinin çürüklüğüne bağladı. rak bilinmektedir. MÖ. 7. yüzyılda yazılmış
Kum tepelerinin (Ahkaf) eteğinde bir medeni­ olan Sargon Kitabesi, ayrıca Aristo, Ptolemy
yet kurduğu için helak olduğunu düşündü ve ve Plini eserlerinde Semudlulardan (Samudai)
gitti kayalardan kendisine görkemli kentler in­ söz ederler (Krş: 51/Şu'arâ: 142-159).
şa etti. Buraya Vadi'1-Kuıa denildi. Sorunu böy­
14 "Kazık" anlamına gelen evtâd, aynen Ne-
le çözdüğünü düşünmüştü. Fakat helak sebebi­
be' 7'de dağlar için kullanılır. Buradaki kulla­
nin yapı malzemesinden değil insandan kay­
nımının da insan eliyle yapılan bir dağı andı­
naklandığını akıl edemedi. Ve sonunda "kaya
ran piramitlerle ilgili olsa gerektir.
gibi sağlam" mekânlarında onlar da helake uğ­
radılar. Şimdi onlardan geriye kalan harabeler, 15 Zımnen: "Rabim bana ikram ettiğine göre
Medain-i Salih adıyla anılmaktadır. beni destekliyor demektir" der. Yani serveti
Allah'a yakınlığın nedeni, yoksulluğu Allah'a
10 Parantez içi açıklamamız Şu'arâ sûresinin uzaklığın nedeni olarak görür.
128-129. âyetine dayanmaktadır.
16 Bu âyetlerdeki ikram ve zilletin dünyada
11 İrem'in bir yerleşim birimi olduğu bir son­ değil âhirette olduğunu söyleyenler vardır (Ta-
raki âyetten anlaşılmaktadır. berî). Fakat bunların imtihan (ibtila) olması,
12 el-Cevb (veya el-ceyb): "kesmek" [el-kat*] dünyada olmasını gerektirir.
Nüzul: 11 Mushaf: 89 ^ ^ t s t , 11/FECR SÛRESİ 49

termiyorsunuz, 18 yoksulu doyurmaya bir­ 24 O diyecek ki: " A h n'olaydım, keşke


birinizi teşvik etmiyorsunuz, 19 Emeksiz bu hayatım için hazırlık yapmış olay­
kazancı 17
haram-helâl demeden açgözlü­ dım!"
lükle boğazınıza geçiriyorsunuz, 20 dahası 25 İşte o gün hiçbir kimse O'nun tattırdı­
ölçüsüz bir sevgiyle malı seviyorsunuz. ğı can yakıcı mahrumiyeti t a t t ı r a m a z ; 20

21 Yoo, öyle yapmayın! 26 ve hiçbir kimse O'nun zaptettiği gibi


Yeryüzü art a r d a 18
sürekli bir sarsılışla zaptedemez.
sarsılıp dümdüz olduğu zaman, 22 Rabbi­
nin (fermanı) da gelmiş ve melekler saf 27 (İMDİ) ey (Allah'la) tatmin olmuş in­
saf dizilmiş olacak; 23 o gün C e h e n n e m 19 sanoğlu: 28 Rabbine, O'ndan m e m n u n ol­
de ortaya getirilmiş olacak; o gün (sınavı muş ve O'nu razı etmiş olarak dön! 29
kaybetmiş) insan (gerçeği) itiraf edecek; Bunu (başarman) h a l i n d e gir (sadık) kul­
21

ama bu itirafın hiçbir yararı olmayacak. larımın arasına, 30 ve gir c e n n e t i m e ! 22

17 Lafzen: "mirası". Bu ilâhi yergi rantçılığın (34/Hümeze: 5-7). Haddini ve Allah'ın sınırla­
her türünü içerir. rını tecavüz eden bir akıl yüzünden cehenne­
18 Mutlak mef'ul olan birinci dekken mecaz mi boylayanlar, "çıldırmış bir ateş" anlamın­
ihtimalini dışlar, ikincisi bunun "art arda" ol­ daki sa'ir ile cezalandırılır (32/lnsan: 4, not 7).
duğunu ifade eder. Tensel hazlar ve dünyalıklar yüzünden ateşi
boylayanlar ise, deriyi yakıp kavuracağı buyu-
19 Cehennem: Nüzul sürecinde ilk geçtiği
rulan lezâ ile cezalandırılır (46/Me'aric: 15¬
yer. İbranice "derin kuyu" anlamına gelen go-
18). Hâviye ise ateşin değil cehennemin vasfı
hinnom'dan gelir. Kelimenin etimolojisinde
olarak geçer (22/Kâri'a: 9).
ateş çağrışımı bulunmamaktadır "Cehennem
azabı" ve "yakıcı azab"ın Buruc 10'da yan ya­ 20 'Azâh'ı çevirimizin gerekçesi için bir önce­
na gelmesi, bu ikisinin mahrumiyetin iki ayrı ki nota ve ayrıca 7/Kalem sûresinin 33. âyeti­
türünü ifade etmesi olarak anlaşılabilir. Ce­ nin notuna bkz.
hennem âhiretteki ilâhî ceza mekanının cins 21 Tafsil ve tefsir' için olan ia'nın bu bağlam­
ismidir. Kur'an'da "ateş" anlamındaki nâr ce­ daki en uygun karşılığı.
henneme izafe edilir. Cahîm, hutame, sa'irve 22 Zımnen: Cennete giden yol, kullarımın
îezâ ise sanıldığı gibi ceiıermem'in değil, arasından geçer. Cennete girmek isteyen önce
"ateş"in sıfatlarıdır. Bize göre sıfatların farklı­ kullarımın arasına girsin. Fildişi kulelerde
lığı insanı ateşe mahkûm eden günah kaynak­ cennet aranmaz. "Bir dost bir post yeter bana"
larının farklı oluşuna delalet eder. Kaynağında diyerek de cennete ulaşılmaz. Sahabe bu âyet­
duyuların olduğu ve göz önünde işlenen gü­ leri, sadece vefat veya kıyamet anına hasret-
nahlar göze dair bir kelime olan cahîm sıfatlı memiş, bazen de büyük fedakârlıklarından
bir ateş ile cezalandırılır (Bkz: 3/Müzzemmil: ötürü Hz. Osman gibi yaşayan sahabilere yor­
12, not 13). Kaynağında insan duygularının ve muştur. Bu âyetleri doğrudan hayattaki
iç dünyasının yer aldığı günahlar, Kur'an'da mü'min muhataba ilâhi bir emir olarak algıla­
insanın bütün bir iç dünyasını yakıp kavura­ mak daha doğrudur (Krş: Elmalık)
cağı ifade edilen hutame ile cezalandırılır
Sûre " k a d i r - k ı y m e t , değer, ö l ç ü " a n l a m ı n a gelen adını i l k âyetinden alır.
Mushaflarda, tefsir ve hadis edebiyatında sûre bu i s i m l e yer almıştır.

Sûre M e k k e d ö n e m i n i n i l k yıllarında i n m i ş t i r . Ü n l ü tertipler sûreyi 'Abe-


se'nin ardına yerleştirirler. Bu da en erken 4. yıl demektir. K a n a a t i m i z c e sû­
re daha ö n c e k i bir tarihte i n m i ş olmalıdır. Hattabî, sahabenin sûreleri sıra­
ladıklarında, Kadr'i ' A l a k ' ı n h e m e n ardına yerleştirdiklerini söyler [İtkân II-
I, 3 3 4 ) . E l i m i z d e k i m u s h a f ta da böyledir ve b e l k i de H a t t a b î " s a h a b e " ile
m u s h a f ı tertip k o m i s y o n u n u oluşturanları kasdetmiştir . Bu, " O n u Biz in-
d i r d i k " t e k i z a m i r l e " O k u ! " e m r i arasındaki ilişkiyi vurgulayan bir yakla­
şımdır. Bizce sûre Leyl-Fecr arasındaki 12. sıraya yerleştirilmelidir. Zira
Leyi ve Fecr süreleriyle Kadr sûresi arasında k o n u bütünlüğü, a ç ı k ve kapa­
lı atıflar m e v c u t t u r . Sûrenin M e d i n e ' d e indiği görüşünü rahatlıkla göz ardı
edebiliriz.

Sûrenin k o n u s u Kur'an vahyinin kadir ve kıymetidir. S ö y l e n m e k i s t e n e n


şudur: Ey bu vahyin m u h a t a b ı ! Kur'an indiği geceyi bir ö m r e bedel kıldı
( 1 0 0 0 ay: y k l . 83 yıl). A y n ı vahyin senin h a y a t ı n a i n m e s i durumunda, öm­
rünü k a ç ö m r e bedel k ı l m a z ki?

Sûrede geçen " g e c e " ile i l k elde, vahyin i n m e y e başladığı gece kastedilir. Bu
gecenin i m a ettiği diğer bir h a k i k a t , cahiliyyenin k a r a n l ı k gecesidir. Işığını
A l l a h ' t a n alan Kur'an dolunayı bu geceyi aydınlatmıştır. Fakat sûrenin son
i k i âyeti dikkate alındığında, dünya h a y a t ı n ı n bir " g e c e " y e b e n z e t i l m i ş ol­
m a s ı da m u h t e m e l d i r . D ü n y a hayatı bir gece, âhiret ise bu gecenin sabahı­
dır. İnsanlar ilâhi rehberlik olmadan bu hayat yolculuğunu sürdürüp ebedi
saadete ulaşamazlar. Vahiy, insanlığa gönderilmiş bir doğru yol haritası, bir
rehberliktir. " Y a k i n " diye adlandırılan âhiret şafağı söktüğünde, h a k i k a t
gün y ü z ü n e ç ı k a c a k t ı r . Fakat gözlerini dünyadayken gerçeğe kapayanlara,
b u n u n bir yararı o l m a y a c a k t ı r .

İşte vahiy, bu dünya gecesi sona erinceye kadar ebedi huzur, barış ve m u t ­
luluğun rehberidir (3-5). Ondan sonra i n a n m a ve y a ş a m a m e v s i m i b i t m i ş ,
görme ve ürünleri derme m e v s i m i başlamıştır.
Nüzul: 12 Mushaf: 97 T > < g > ; ı , 12/KADR SÛRESİ t < î < g > < < §1

R A H M A N RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 ELBET onu 1
kadir-kıymet gecesinde 2
mahiyeti nedir? 5

B i z indirmeye (başlamışızdır).
3 4
3 0 kadir-kıymet gecesi, bin aydan daha
6

2 Bilir misin o kadir-kıymet gecesinin hayırlıdır. 7

1 Bu zamir Kur'an'a da, ilk inen âyetlere de sizdir. Gökten yağmur bir defada inmediği
dönebilir. Birinci ihtimalde enzelnâhu'nun halde, yağmur için de aynı kalıp kullanılır
mânası "Kur'an'ı indirmeye başladık", ikinci (80/Mü'minûn: 18). Yaptığımız karşılaştırma­
ihtimalde "İlk âyetleri indirdik" olur. lı bir okuma, tenzil ve inzâl'in birbirinin mu­
2 Veya: "Kıymeti belli bir gecede". Yani: kabili olarak kullanıldığını ortaya koymuştur.
"Kıymetine yeter olmayan, bir ömre bedel, be­ Tenzil vahyin kaynağına nisbetle, inzal hede­
reketli ve şerefli bir gecede" (Krş: 84/Duhân: fine nisbetle kullanılmaktadır (Bkz: 71/Yusuf:
3). Burada isim tamlamasından dolayı belirli 2, not 3'ün devamı). İnzal kalıbı asıl "bir yasa­
gelen gece Duhân 3'te sıfat tamlaması olarak ya bağlı olarak indirme" vurgusu taşır. Lügat­
belirsiz gelmiştir [fi leyletin mubaraketin). 'Zi­ te inzâl'in mânası; ulvi mânaların bilinç evre­
ra orada bereketi belirsizdi, burada ise o bere­ nine dahil edilmesidir [duhûlü'ş-şey' fî 'âle-
ketin "kadarı/mikdarı/kadri" belirlenmiştir: mi'l-mudrikât). Bu, ya önceden var olanı dö­
"Bin aydan hayırlı. Kadı, bir şeyin miktarını, nüştürmek [ca'l], ya bilinçte anında var etmek
değerini ve sonucunu belirtir. Burada kelime­ [halk] şeklinde gerçekleşir. Kur'an'ın inmeye
nin "miktarla" değil "değerle" ilgili olduğu 3. başladığı gece Ramazan ayının içinde bir gece­
âyetten açıkça anlaşılmaktadır. Yine Kadf in dir (94/Bakara: 185).
anlamının değere ilişkin olduğunu, bu gece­ 5 Buradaki mâ, hem mahiyede hem zamanla
nin Ramazan ayında olduğunu söyleyen Baka­ alâkalı olabilir. Bir somaki âyet mahiyetle alâ­
ra 185'in sonundaki "hakkı batıldan ayıran bir kalı olduğunu gösterir. Yani, "Kadir gecesinin
ölçme ve değerlendirme yeteneği" anlamına mahiyetini sen bilir misin?" anlamına gelir.
gelen furkân da teyit eder. Buradaki "gece"nin Bakara 185, Kur'an'm indiği gecenin aym bütü­
mahiyeti nedir? Leyi, içinden aydınlatılabile- nünde aranmasını îmâ eder. Bu gecenin hafta­
cek geçici karanlık için kullanılır. Zulumâ t m nın günlerinden Pazartesi'ne denk geldiğini,
türetildiği zalâm ise içinden aydınlatılama- Hz. Peygamber'in, Pazartesi günleri neden nafi­
yan, aydınlanmak için terk edilmesi gereken le oruç tuttuğuyla ilgili bir soruya verdiği ce­
karanlıktır. Bir çok yerde gelen "Karanlıklar­ vaptan öğreniyoruz. Zaten Hz. Peygamber'in
dan aydınlığa" kalıbı, "gece" gibi içinden ay­ hayatının dönüm noktası olan o gecenin hangi
dınlatılacak karanlığı değil, ancak terk edince güne denk geldiğini bilmemesi düşünülemezdi.
kurtulunacak karanlığı ifade eder. Leyie'nin
6 Veya elf in mastar anlamı olan telif ve
terkipten dolayı kazandığı belirlilik, vahyin
şehrin mastar anlamı olan işhar manasıyla:
önceden kararlaştırılmış bir gecede nazil oldu­
"İç içice geçmiş bir dolu aydınlıktan". Bin ra­
ğu anlamına gelebilir.
kamı çokluktan kinaye olmakla birlikte
3 Buradaki "Biz" zamiri vahyin inişine melek­ şehr'e izafe edildiğinde daha derin, daha farklı
lerin katılımım, yani ilâhi kelamın muhataba bir mânaya delalet etse gerektir. Sadece kina­
dolaysız değil dolaylı iletildiğini ifade eder ye olsaydı daha çok olan min elfi senetin (bin
(Krş: 82/Şûrâ: 51). yıldan) veya min elfi 'asrin (bin asırdan), hatta
4 İnzal kalıbının "bir seferde indirmek" mâna­ min elfi dehrin (tüm zamanların bin katından)
sına geldiği doğru değildir (Krş: 40/Furkan: buyurulurdu. Bu da buradaki kinayenin "çok­
32). Buna dayanarak vahyin dünya semasına luğa" değil, "insanın ömrüne" delalet ettiğini
tek seferde toptan indiği yorumları da mesnet­ gösterir.
4 Melekler, vahiyle beraber o gece iner-
8
ğun (formüllerini getirirler), 11
bu durum,
ler de inerler, Rablerinin izniyle, hayatın
9
fecr doğuncaya kadar sürer. 12

her alanına d a i r 10
5 tarifsiz bir mutlulu-

7 Yani: O ömre bedel bir gecedir. Zımnen: Ey maiyyet vurgusuna istinadendir. Rûh, Nahl 2,
muhatab! Kur'an indiği geceye otuz bin kat Mü'min 15 ve Şûra 52'de tartışmasız vahiy
değer yüklemiştir! O gecenin değeri kendin­ mânasına kullanılmıştır. Bu sûrenin ana ko­
den değil vahiydendir. Zira o gece ay yılına ait nusu da vahiydir. Dolayısıyla burada teşrifatçı
bir gecedir. Ay yılı ise sabit değil dönen bir za­ melekler eşliğinde indirilen, akleden kalbin
mandır. Demek ki o mübarek gece bereketini hayat soluğu olan vahiy olmalıdır. Zira, bi­
bizzat zamandan değil, o zamanda inmeye linçsiz bilgi ruhsuz cesettir. Vahiy ise bilgiyi
başlayandan almıştır. Şu halde aynı Kur'an se­ bilince dönüştürür. Hhâ'daki zamir "geceye"
nin hayatına inerse, ömrüne nasıl bereket ka­ de, "meleklere" de dönebilir. Birinci durumda
tacağını var sen hesap et! Düşünsene aynı va­ mâna "o gecede" olur. Biz bağlamla uyumun­
hiy, ilk muhatabını "Alemlere rahmet", indi­ dan dolayı ikincisini tercih ettik.
ği şehri "kentlerin anası", indiği toplumu "in­ 9 Zımnen: Lafzı bir kez mânası sonsuz kez
sanlığın anası" (ümmet) kılmıştır! Sözün özü: inen vahiyle inşa olmak isteyen her mü'mine,
İçine vahyin indiği bir gece bir ömre bedeldir. melekler, hidayet ve hırkan olan vahyin dirilti­
Kur'an bunun tersinin de geçerli olduğunu ci soluğunu kıyamete kadar indirmeye devam
söyler: İçinde vahyin olmadığı bir ömür bir ge­ ederler. Vahyin her çağda geçerli olan dönüştü­
ce kadar bereketsizdir (Krş: 68/lsra: 52; 44/Tâ- rücü gücünün arkasındaki mucize budur.
hâ: 102-104; 80/Mü'minûn: 112-113, 88/Rûm:
10 Veya İbn Abbas'ın okuyuşuyla min kul-
55).
li'mriin: "herkese dair" (Ferrâ). Bu okuyuşa da­
İmam Bakır'a göre Enfâl 41'deki "Eğer siz, Al­ yanarak, Hz. Peygamber'e nazil olanlar hük­
lah'a ve hakkın batıldan ayrıldığı o gün, yani men ümmetinden herkese nazil olmuş gibidir,
iki ordunun karşı karşıya geldiği gün kulumu­ denilebilir. Bu âyet, "o gece (iyi-kötü) her iş ay­
za indirdiklerimize inanıyorsanız" ibaresi rıştırılarak hikmetli bir hükme bağlanır"
Kur'an'ın inmeye başlamasıyla Bedir savaşı­ (84/Duhân: 4) âyeti ışığında anlaşılmalıdır.
nın yılın aynı gününe denk geldiğine delalet
11 Selâm, "barış, huzur, saadet, af, mağfiret"
eder. Bu yoruma göre Kadir gecesi savaşın ger­
mânalarını kapsar. Kur'an'ın inişi hatırına,
çekleştiği 17 Ramazan'dır (nkl. İbn Aşur, Du-
vahyin sahibi Allah tarafından ilan edilen ge­
hân 3'ün tefsirinde). İmam Bakır'ın bu yoru­
nel bir affa da delalet edebilir. Ancak bu genel­
munda zannımızca Hz. Ali'nin Ramazan'ın
liği "Rablerinin izniyle" şartı sınırlamaktadır.
17'sinde şehid edilişinin de payı vardır ve biz­
ce bu oldukça duygusal ve kırılgan bir yakla­ 12 Veya /ec/in mastar anlamıyla: "(Hakikatin)
şımdır. Aynı şey, Ramazan'ın 17'sinde gerçek­ fışkırdığı kaynağa dönünceye kadar sürer". İki
leşen Bedir zaferiyle Kadir gecesi arasında bağ­ anlama da gelebilir: 1) insanlığın içinde debe­
lantı kuran yorumlar için de söylenebilir. lendiği cahiliyye gecesi Kur'an'ın ışığıyla son
Kur'an'la sabittir ki Kadir gecesi Ramazan buluncaya kadar, ibrahim sûresinin ilk âyetin­
ayındadır: "(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, de ifadesini bulan hakikat budur. 2) Gaybi ha­
kikatleri örttüğü için bir geceye benzeyen bu
insanlığa rehber olan, bu rehberliğin apaçık bel­
dünya hayatı son bulup, gaybi hakikatlerin
gelerini taşıyan ve hakkı batıldan ayıran Kur'an
"yakîn" olduğu âhiret şafağı atmcaya kadar
işte bu ayda indirilmiştir" (94/Bakara: 185).
(Krş: Hâttâ ye'tiyeke'l-yakîn: 72/Hicr: 99).
8 Veya: "Vahiy meleği ile". Tercihimiz vav'ın
'ASR SÛRESI
Nüzul : 13
Mushaf: 103

dını ilk âyetinden alır. İlk m u s h a f ve tefsirlerin çoğunda bu adla anılır.


Buharı sûreyi Ve'l-'asr şeklinde zikreder.

'Asr sûresi M e k k e ' d e indirilen i l k sûrelerdendir. Ü n l ü tertipte 13. sırada yer


alır. Birinci yılın sonu ve i k i n c i yılın başında nazil o l m u ş olmalıdır.
Kur'an'ın âyet sayısı itibarıyla en kısa üç sûresinden biridir. Bunlar hepsi de
üç âyetten oluşan Kevser, 'Asr ve Nasr sûreleridir.

'Asr h a c i m c e kısa olsa da, m â n a c a derindir. Kur'an'ın inşa e t m e k istediği


insan tipini üç âyette resmeden bir belagat şaheseridir. İ m a m Şafiî, "Eğer
Kur'an bu sûreden ibaret olsaydı, i n s a n l ı k i ç i n yine de y e t e r d i " der (Âlûsî).
Bu sûreyle Beled arasında k o n u bütünlüğü vardır.

Abdullah b. Husayn'dan nakledilen şu rivayet 'Asr sûresinin i l k neslin ha­


yatındaki yerini beyan eder: " A l l a h R a s u l ü ' n ü n arkadaşlarından iki kişi bir
araya geldiğinde, biri diğerine 'Asr sûresini o k u m a d a n ayrılmazlardı" (Ta-
berânî). " O k u m a " y ı Kur'ani mânada anladığımızda, bu rivayetten ç ı k a n so­
n u ç şudur: Rasulullah'ın has arkadaşları bir araya geldiklerinde birbirlerine
h a k k ı ve sabrı tavsiye eder ve b u n u yapmayı öğütlerlerdi.

Sûre insanın saadetini ve f e l a k e t i n i kendi elleriyle hazırladığını beyan eder.


İnsanın zamana, çağa, m e k â n a kabahat y ü k l e m e s i onu s o r u m l u l u k t a n kur­
tarmaz. M a m a f i h iyiliği tarihin bir d ö n e m i n e hasredip kendi yaşadığı asrın
kötülüğünü de " a h i r z a m a n " söylemiyle m a z u r gösterenlerin bu m a n t ı ğ ı n ı
reddeder. Sözün özü: K e r a m e t zamanda değil insandadır.

'Asr sûresi ilâhi bir notadır. M u h a t a b a " B u kadar üst perdeden ancak Allah
k o n u ş a b i l i r " dedirten bir m a k a m d a n seslenir. Vicdanı h a r e k e t e geçirmek ve
insanı inşa e t m e k için zamanı şahit tutarak söze girer. İnsana dair yalnızca
Allah'ın söyleyebileceği şu sözü söyler: " Ş ü p h e s i z insanoğlu ziyandadır".

Ardından ziyandan kurtulanların özelliklerini sayar. Bunlar dört özelliktir:


İ m a n e t m e k , sâlih a m e l i ş l e m e k , h a k k ı tavsiye e t m e k , sabrı tavsiye e t m e k .
Bunlar i n a n m a k , yaşamak, paylaşmak ve d i r e n m e k olarak da nitelenebilir.
İlki Allah'ın, i k i n c i s i hayatın, ü ç ü n c ü s ü insaniyetin, dördüncüsü h a k i k a t i n
hakkıdır. İlk i k i s i bireysel, son ikisi t o p l u m s a l s o r u m l u l u k l a alâkalıdır. İl­
ki akidevi, gerisi amelidir. İnsan soyunun k u r t u l u ş u n u n anahtarı budur.
A k s i hüsrandır.

Ya R a b ! Bizi kaybedenler arasında k ı l m a !


•Xg>t'
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 ASR şahit olsun: 1


3 ancak, Allah'a inanıp güvenenler, er- 4

2 Elbet insanoğlu tarifsiz bir kayıptadır;


2 3
demli ve sorumlu davrananlar,- 5

1 Yani "(İnsan soyunun) hasılat zamanı"; veya biricik hakikat" olmalıdır.


"insanlığın ikindisi olan şu son çağ"; ya da 5 Farklı formlarla birçok yerde gelen 'amilu's-
"(Son vahye mazhar olan) ahir zaman". 'Asr, sâlihât ('amelen sâlihan) terkibi Kur'an'ın 23
"sıkıp suyunu/özünü çıkarıp posasını atmak" yıllık iniş sürecinde farklı vurgular kazanır.
kök anlamından türetilmiştir. İnsanın kalite­ Vahyin ilk yıllarındaki vurgusu "sorumlu dav­
sini ortaya çıkardığı için üç neslin ömrü olan ranıştır. Bu davranış, Bakara 2'den yola çıka­
yüz yıla 'asr denilir. Gündüzün hasılat vakti rak "hidayetten önceki takva" diyebileceğimiz
olduğu için ikindiye 'asr denilir (Krş: 71/Yu­ sorumluluk bilincine ve ahlâkına dayanır. Er­
suf: 36, 49; 47/Nebe': 14; 94/Bakara: 266). Ha­ demlilik ve dürüstlüğü ifade eder. İlerleyen yıl­
yatın sıkılıp özünün posasından aynldığı za­ larda vahiy Allah'ın razı olup olmadığı, imana
manı ifade eder. Bu da Hesap Günü'ne tekabül yaraşan ve yaraşmayan eylemleri beyan ettik­
eder. Çevirimizin gerekçesi budur. Zaman öy­ ten soma "sâlih amel" terkibi "Allah'ın razı ol­
le büyük bir nimettir ki, cennet o varsa kaza­ duğu imana uygun davranış" vurgusunu kazan­
nılır. Mü'minin görevi zamana ait olmak de­ mıştır. İslâm cemaatinin iktidar yıllarını teşkil
ğil, zamana sahip olmaktır. Zamana sahip ol­ eden Medine'de ise aynı terkip "sahibini ve
mayan, nimete nail olamaz. başkalarını ıslah edici iyilikler" vurgusuna
2 Kur'an'da İnsan ile, cinn'in karşıtı irıs'ten ve ulaşmıştır. Aslında bu son vurgu sâlihât keli­
ferdin, karşıtı nas'tan farklı olarak "bireysel mesinin asli vurgusudur ve imkanla orantılı
ve toplumsal sorumlulukları olan medeni ya- olarak her dönemde sâlih amelin ana hedefini
ratılışlı, irade ve bilinç sahibi varlık" kastedi­ ifade eder. Sûrenin son âyetindeki hakkı ve sab­
lir (Bkz: 73/En'âm: 112). rı tavsiye sâlih amelin mükemmel bir örneği­
3 Yani, insanlık cevheri kaybolduğu zaman dir. Başta iman olmak üzere Allah'a itaat, na­
insan kaybolmuştur. Zımnen: Cennet ne ka­ maz kılmak ve zekât vermek gibi hukukullah
dar büyük bedel ödenirse ödensin yine de ile ilgili ibadetler bu yüzden Kur'an tarafından
ucuz, cehennem ne kadar küçük bedel ödenir­ sâlihât'tan değil hasenâ r/tan sayılmıştır
se ödensin yine de pahalıdır. Dolayısıyla hası­ (70/Hûd: 23 ve 94/Bakara: 277). Fakat hasenat,
latı cehennem olan bir ömür kaybedilmiştir. sosyal amaçlan gerçekleşince sâlihât vasfım da
Husr, sadece dört yerde maddî çağnşımı da kazanır. Mâ'ûn sûresi, namaz ibadeti özelinde,
bulunan "kaybı" ifade eder. Geri kalan 60 kul­ hasenatı sâlihâta tebdil etmenin formülünü
lanımın tümü, buradaki gibi manevî ve uhre- sunar (Krş: 17/Mâ'ûn: 5, not 6). Hasenata bire
vî kaybı ifade eder. Sûrede sayılanlar birbiri­ on vaad edilirken (73/En'âm: 160), sâlihât a ke­
nin sebep ve sonucudur: İman ameli, amel da­ sintisiz nimet ve cennet vaad edilmektedir
veti, davet sabır ve sebatı gerekli kılar. (Msl. 30/Tîn: 6 29/Burûc: 11). Hasenat sahiple­
;

4 Kurtuluşun temel şartı ikidir: İman ve onun ri seyyiâtı örtülmekle müjdelenirken, sâlihât
üzerine bina edilen sâlih amel. Amelin üzeri­ sahipleri canhlann en iyisi olmakla müjdelenir
ne bina edildiği iman, insanlığın belli bir za­ (40/Furkan: 70; 101/Beyyine: 7). Hz. Peygam-
man ve mekânıyla sınırlı bir iman değil, insan ber'e nisbet edilen "Bir saatlik âdil yönetim alt­
soyunun tamamını kapsayan bir imandır. mış yıllık nafile ibadetten hayırlıdır" (Taberâ-
Böyle bir imanın ait olduğu İslâm'ın tarifi, nî, el-Kebir] hadisi, sâlihât ile hasenat arasında­
"insanlığın değişmez değerleri olan ezeli ve ki büyük farka dair nebevi bir okumadır.
yani birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve
6 7
sabn tavsiye edenler bundan müstesnadır.
8 9

6 Salih amel'in mahiyeti göz önüne alındığın­ miştir ve bu üç mânayı da kuşatmıştır. Sabır
da, bu vav'm tefsiriyye vurgusu daha isabetli izzet ve şeref verir. Ne ki zillet ve mezellete
gibidir. Âyetteki dört unsurdan ilk ikisi asli düşürüyor, o sabır değil acziyettir.
son ikisi talidir. Hakkı ve sabn tavsiye, aslin¬ Sabır, omuzladığı hayat emanetini sahibine
da sâlih amelin açılımı ve iki örneğidir. Ben­ zayi etmeden ulaştırmak için götürürken, rüz­
zer formdaki Tîn 6 da tercihimizi teyit eder gar tersinden esmeye başladığında geri adım
(Bkz: Bir önceki not). atmamak, yükü atmamak, yolu satmamak,
7 Hakkı tavsiye etmek, zımnen: inançta tev­ yola yatmamaktır. Kişinin hakikate olan sadâ­
hidi, eylemde sâlihât ve adaleti tavsiye etmek­ kati, onun uğruna ödemeyi göze aldığı bedelle
tir. Hakikati, hakkın yolunu, hakka ve huku­ orantılıdır.
ka riayeti tavsiye etmektir. 9 Sözün özü şudur: Yalnızca iman edip sâlih
8 Zımnen: Hakkı tavsiye etmenin bedeli var­ amel işlemek kişiyi "iyi" yapar, hakkı ve sab-
dır, bu bedeli ödemek gerektiğinde sabır tavsi­ n tavsiye etmek ise kişiyi "aktif iyi" yapar
ye edenler... Bu sabrın tarifini de verir: Sabır, (Krş: 4/Müddessir: 2). Kurtuluşun anahtarı
hak ve hakikat üzerinde direnmek, düzeltme "aktif iyilerin" elindedir. Asr sûresinin son
işinden vazgeçmemektir. Hz. Ali şöyle der: âyeti, toplumun ıslahının sadece emir ve ya­
"Dert yanmak sabretmekten daha çok yorar". saklarla değil, iman ve sâlih amel sahiplerinin
Bu tavsiye, daha somaları el-emr bi'l-ma'ruf hakkı ve hakta direnişi tavsiyesi ile sağlanaca­
ve'n-nehy ani'l-münker emrine dönüşecektir ğını ifade eder.
(56/A'râf: 157, 98/Âl-i İmran-: 104, 110, 114; Kurtulmak için sadece inanmak yetmez, ıslah
114/Tevbe: 112). Hatta bir âyette el-emr bi'l- edici eylemler yapmak, bu cümleden olarak
manıfun ardından sabır emredilir (75/Lok- hakkı ve hakta direniş demeye gelen sabn tav­
man: 17). Beled 17 ile bu âyet arasında açık bir siye etmek gerekir. Bunlar imanın gereğidir.
benzerlik vardır. Bu da sabnn aynı zamanda Bunu yapmayan fert veya toplum, isterse
bir "merhamet" olduğunu gösterir. Sabrüç ay­ mü'min olsun, hüsrandan kurtulamaz (Krş:
rı edatla üç ayrı mâna kazanır: 'an ile "hakta 95/Enfal: 25).
direnmek", 'alâ ile "bela ve sıkıntıya göğüs
Ey Rabbimiz! Bizi ziyanda olanlardan ve zi-
germek", lâm ile "ibadet, hak, hayır ve adalet­
yankâr olanlardan kılma!
te sebat" mânaları kazanır. Burada bâ ile gel­
'ÂDÎYAT SÛRESI
Nüzul : 14
Mushaf: 100

Vahyin düşmanlarının, dinmez bir hınçla saldırılarına atıf yapan adını ilk
âyetinden alır. Kadim mushaflarda bu adla kayıtlıdır. Bazı tefsirler ba­
şındaki vav ile birlikte telaffuz ederler.

Mekke'de indirilen ilk sûrelerdendir. Ü n l ü tertipte 'Asr ile Kevser arasında


yer alır. Bu ise bireysel davet döneminde, takriben 2. yılda nazil olduğunu
gösterir. İbn Abbas'a nisbet edilen tertipte 112. sırada yer alması gerçekten
gariptir. Zira İbn Mes'ud, Cabir b. Zeyd, Ata, Hasen ile birlikte, onun öğ­
rencisi İkrime de sûrenin Mekkî olduğunu kabul eder. 11 âyettir.

Sûrenin konusu Allah-insan ilişkisidir. Sûre muhatabını can damarından


yakalayıp sarsmak için " h a y r e t " vurgusu taşıyan kasem vavıyla başlar. Mu­
hatabın t ü m hücreleriyle bu sese kulak vermesi için yapar bunu. İnsan vic­
danını harekete geçirmek ve aktif vicdanın sesine ses k a t m a k için. Sûrenin
her bir kelimesi, bilakis her bir harfi, Hesap Günü gerçeğini muhatabının
gönlüne nakşeder. Onun, her an hissedilen bir gerçeklik olarak algılanma­
sını hedefler. İster ki, insan ona görür gibi i m a n etsin. Zira vicdan ancak bu
sayede diriliğini koruyabilir. İnsan ancak bu sayede insan kalabilir.

Vahyin ilk yıllarında indiği göz önüne alındığında, sûrenin mevsufsuz sıfat­
lardan müteşekkil ilk beş âyeti, savaşa yorumlanamaz. Bu âyetlerde gelece­
ğe işaret eden lafzî bir delil de yoktur. Bizce bu âyetler vahyin inkarcı m u ­
hataplarının vahye karşı gösterdikleri garip tepkiyi ifade etmektedir. Bunun
delili de h e m e n arkadan gelen âyetlerdir: " G e r ç e k şu ki insan Rabbine kar­
şı çok nankördür,- üstelik kendisi de buna şahittir; zira o servete pek tut­
kundur" (6-8). D e m e k ki ilk beş âyette, söz konusu "nankörlerin" nitelik­
leri sayılmaktadır. Bununla Allah'ın insan üzerindeki hakkı hatırlatılmak­
ta ve Hesap Günü için uyarılmaktadır.

Sözün özü: insan Allah'ı asla atlatamayacaktır. Görünürde ne mazeret ileri


sürerse sürsün, kendi vicdanı dâhi ileri sürdüğü t ü m mazeretlerin geçersiz­
liğini haykıracaktır: "Göğüslerde olanın ortaya dökülmesi" (10), vicdanın
dile gelip gerçeği söylemesidir.

Sûre m u h t e v a açısından Infitâr, 'Alak, Beled, 'Asr, Tekâsür ve T î n gibi sû­


relerle benzerlik arzeder.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 YAZIKLAR olsun; (vahye) dinmez bir


1
bulandıranlara:
hınçla saldıranlara, 2
5 nihayet bu düşmanlıkla toplumun orta­
2 ve (içindeki) öfke ateşiyle etrafı tutuş- sına dalanlara...
turanlara, 6 ki gerçekten de (bu) insan tipi Rabbine
3 ve sabah(lar)a kadar kıskançlıktan kıv­ karşı çok nankördür,- 7 üstelik insanın
4

rananlara, 3
kendisi de buna şahittir; 8 zira o servete
5

4 sonuçta tozu dumana katarak ortalığı pek tutkundur! 6

1 Yemin vav'mın cevabı sadedinde gelen 6-11. fatlar, benzer durumdaki Mûrselât, Nâzi'ât,
âyetler, bu bağlamda vav'ın "tazim" değil, Sâffât ve Zâriyât sûrelerinin girişi gibi doğru­
"tehdit, tekdir ve kınama" vurgusu taşıdığı­ dan veya dolaylı olarak vahiyle ilgilidir. Ge­
nın delilidir. Seleflerimiz vav'a. azamet vurgu­ nellikle mukatta'â harfleriyle başlayan sûreler
su verdikleri için, devamını da zorunlu olarak nasıl vahye atıfla başlıyorsa (Bkz: 7/Kalem: 1,
"Bedir'deki mü'min savaşçıların savaş atı" not 1), mevsufsuz sıfatla başlayan sûreler de
(veya "hacıların develeri") olarak yorumla­ vahye işaret ederler. Bu işaretin "vahyin âyet­
mışlardır. İbn Abbas'ın bu görüşü Hz. Ali'ye leri", "onu getiren melekler", onun geldiği
nakledildiğinde "Bilgi sahibi olmadığın bir ko­ "peygamberler" veya gelen vahyin ona inanan
nuda insanlara görüş açıklıyorsun. Vallahi İs­ veya onu inkâr eden muhatapları olması işin
lâm'da ilk savaş Bedir idi, bizim tarafta Zü- özünü değiştirmez.
beyr ve Mikdad'm atından başka at yoktu" der 3 Veya, "dibini boyladı, alçaklaştı" anlamında­
(Taberî). Kaldı ki bu âyetler, savaş veya Islâmi ki ğavr köküne nisbetle: "Sabah(lar)a kadar kin
mânada hac bir yana, henüz sözlü mücadele­ çukurunun dibini bulanlara". Tercihimiz gayr
nin bile başlamadığı Mekke'nin ilk yıllarına köküne nisbetledir. Kıskançlıktan kıvrananla­
aittir. Hepsinden öte, 'âdiyât kelimesi her ha­ rın başında Mekke'nin belagat dâhisi Velid b.
lükarda "düşman" ile ilgili bir mâna barındı­ Muğire geliyordu. Bu kıskançlığın sebebi,
rır. el-'Adv, 'aduv, 'adavet, 'udvan ile aynı Kur'an hakkında ne düşündüğünü soran Ebu
köktendir. Kelimenin sülâsî mücerredinin 'a- Cehil'e verdiği şu cevapta görülür: "Ne mi dü­
d-y olma ihtimali bu sonucu değiştirmez. İşti­ şünüyorum? Vallahi ona hiçbir şey benzemez.
kak açısından hepsi de aynı mânada buluşur. O ulaşılamayacak kadar yüksek bir şey!"
Baştaki yemin ile sûre baştan sona meşhed (Kur'an karşısında onun yaşadığı derin tered­
(sahne) kılınmıştır. Bu meşhedin iki yüzü sû­ düt ve iç çelişki için bkz. 4/Müddessir 18-25).
renin iki bölümünde görünür. İlk sekiz âyet 4 e7-/nsân'daki el- ahd içindir. Dolayısıyla
dünyada görünen yüzü, son üç âyet âhirette "nankörlük" insan soyunun vasfı değil, yuka­
görünen yüzüdür. İlk yüzdeki üslubun şiddet, rıda olumsuz nitelikleri sayılan "insan ti-
hareket ve dehşeti, ikinci yüzdeki ğaybi haki­ pi"nin vasfıdır. el-Kenûd, "çoraklaşıp verimli­
katlere muhatabın görür gibi inanmasını sağ­ liğini yitiren toprak" (Mekâyîs). Rabbi insana
lamak amacına matuftur. Allah'ın insana o kadar cömert davranmaktadır ki, insan bu
imanı emretmesi, şefkatinin eseridir. cömertlik karşısında ne yaparsa yapsın Rabbi­
2 'Adiyât ism-i failinin türetildiği el-'Adv, nin hakkını ödemekten aciz kalmaktadır.
"hızlı gitmek, saldırmak, akın düzenlemek" 5 înnehu'daki zamir insanı da Rabbi de görü­
anlamına gelir. ed-Dabh, "nefesi çıkaramadığı yor. Çoğunluk birincisini, İbn Abbas, Hasan
için göğüsten gelen hırıltılı ses". Bizce bu sı­ Basrî ve Süfyan ikincisini tercih etmiş. Müca-
9 O bilmez mi ki kabirlerde bulunan
; leceği (zaman): 11 Elbet Rableri, o gün
herkes diriltilip ortaya çıkacağı zaman, onları (bekleyen akıbetin) iç yüzünden
10 ve göğüslerde saklı her şey ortaya seri- bütünüyle haberdardır! 7

hid ve Katade her ikisini de tercih etmişler. 7 Veya nahife muhbir anlamı vererek: "haber­
Kur'an'da birden fazla yeri gören zamirler var­ dar edecektir". Habîr, 'Alîm olarak anlaşıla­
dır (Bkz: 94/Bakara: 177; 114/Tevbe: 99; maz. Bir çok âyette bu ikisinin birlikte kulla­
70/Hûd: 28; 69/Yûnus: 83). Fakat bizce bu on­ nılması bir yana, Alîm'den farklı olarak
lardan değildir. Zira bir sonraki âyette gelen Kur'an'da Habîr sadece Allah'a isnat edilir.
innehu zamiri, bir öncekinin merciini de sa- Türetildiği kök olan habr, "suyun ana çıkış
bitlemektedir. Tercihimizin gerekçesi budur. menfezi", "ilk kırkım yün" demektir. Demek
Şehid, "ikrar eden" veya "bilen" manasınadır. ki, Habîr olmak, onun gerçek asimi ve ilk ille­
6 Servet tutkunluğu, Allah'a karşı nankörlü­ tini tüm ayrıntısıyla bilmektir ki, bu da yalnız
ğün sebebidir. Allah Rasulü'nün senedi sorun­ Allah'a mahsustur. SadekallahuTazîm (Allah
lu olan "Dünya sevgisi tüm kötülüklerin başı­ doğru söyledi).
dır" sözü, bu ve benzeri âyetlerin tefsiri olsa Ya Rab! Sen doğru söyledin, bize de doğru an­
gerektir. Serveti paylaşmamanın Allah'a nan­ lamayı bahşet!
körlük sayılması pek manidardır.
Kesret i s m i y l e geldiği i ç i n " ç o k hayır, b o l ikram, n i m e t sağanağı" m â n a -
sına gelen adını i l k âyetinden alır. T ü m m u s h a f ve tefsirlerde bu i s i m ­
le yer a l m ı ş ve şöhret b u l m u ş t u r . Kur'an'da k e l i m e n i n kullanıldığı t e k yer
burasıdır.

Sûre M e k k e ' d e i n m i ş t i r . H e m konusu, h e m üslubu b u n u teyit eder. Başta


O s m a n b. Af fan, ibn Abbas ve Cabir b. Z e y d ' i n k i l e r o l m a k üzere b ü t ü n i l k
tertiplerde sûre M e k k î olarak kayıtlıdır. Sûrenin M e d e n î olduğunu söyle­
y e n l e r Enes hadisine ( M ü s l i m vd.) dayanırlar. Sûrenin b u n u d e s t e k l e m e y e n
üslûp ve m u h t e v a s ı n a ilaveten, i l k tertip sahibi sahabilerin buna k a t ı l m a ­
m ı ş olmaları dikkat çekicidir. Sûre İbn Abbas tertibinde 'Asr-Tekâsür, di­
ğerlerinde 'Âdiyât-Tekâsür arasına yerleştirilir. Çoğunluğun y a k l a ş ı m ı da­
ha isabetli görünmektedir. M e v c u t yeri itibarıyla sûre peygamberliğin 2. yı­
l ı n ı n sonuna yerleştirilebilir. Sûrenin 3. âyeti H z . Peygamber'e k i n ve nef­
ret besleyen bir z ü m r e n i n varlığına delalet eder.

Kevser Kur'an'ın en kısa sûresi olsa da, a n l a m ı derindir. Konusu itibarıyla


Şerh ve D u h â sûrelerinin hizasına konulabilir. Zira Kevser sûresi de adı ge­
çenler gibi m u h a t a b ı m m o t i v e eden bir m u h t e v a y a sahiptir. Allah Rasu-
l ü ' n ü n ü m i d i n i t a h r i k eder, kuvve-i m â n e v i y e s i n i y ü k s e l t i r . Â l e m l e r e rah­
m e t olana, vahiy ve n ü b ü v v e t i n sadece "ağır bir s o r u m l u l u k " değil, aynı za­
m a n d a " b ü y ü k bir h a y ı r " olduğunu hatırlatır (1). Bu hayırlı n i m e t sayesin­
d e A b d u l m u t t a l i b ' i n y e t i m i " a l e m l e r e r a h m e t " o l m u ş t u r . V e b u n u yapan
da  l e m l e r i n R a b b i Allah'tır. O halde,  l e m l e r i n R a b b i n e şükür gerektir ve
şükrün en büyüğü, ibadeti ona tahsis e t m e k t i r (2).

Kevser-ebter karşıtlığı sûrenin anahtarıdır. O n a k i n güdüp ondan nefret


edenler olacaktır. B u n u n a n l a m ı , A l l a h ' ı n bir ç o k hayır ve k e r e m i n e maz-
har olduğu i ç i n varlığı b ü t ü n ü y l e hayır o l m u ş birinden m a h r u m k a l m a k t ı r .
Y a n i , el-ebter olup onunla a l â k a s ı m k e s e n ve ona düşman olan biri, gerçek­
te ei-icevser'den kesilip ona d ü ş m a n o l m u ş ve hayrın kaynağından m a h r u m
k a l m ı ş biridir (3). A l l a h ' ı m ! Bizi hayrın kaynağından m a h r u m e y l e m e !
R A H M A N RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 GERÇEK şu ki, Biziz sana her hayrı cö­ 3 Bir başka gerçek de şu ki; (hayırdan) ta­
mertçe bahşeden: 1
mamen kesilip kopmuştur senden nefret
2 O halde namazı da, kurbanı da yalnız eden. 3

Rabbine tahsis e t ! 2

1 el-Kevser, "çok hayır" mânasına gelen ca- rumlanmıştır. Lam'm delalet ettiği gibi, bura­
mid bir isimdir. Kural gereği camid isimler da namaz kılma ve kurban kesme emredilme-
müsemmasından başkasına delalet etmezler. mektedir. Vahyin ilk günlerinden beri zaten
Şu halde bu kelimenin karşılığı İbn Abbas ve kılınmakta olan namazı ve Hz. ibrahim'den
onu izleyenlerin de dediği gibi, Hz. Peygam- beri kesilmekte olan kurbanı Allah'a has kıl­
ber'e tahsis edilen nimetlerdir. Hz. Enes'ten ma, O'na tahsis etme emredilmektedir. Bu­
gelen "havuz" hadisi kelimenin delaletiyle de­ nun anlamı namazı "ikame etmek" kurbanı
ğil, yorumuyla alâkalı olarak anlaşılmalıdır. "vikaye edinmek"tir. Tevhid ve İhlasın gereği
Kevser'i, "Hz. Peygamber'in nesli, sahabesi, de budur. Söz akışı gereği "Bize" yerine "Rab­
ümmeti, ümmetinin alimleri, cennette bir ır­ bine" şeklinde gelmesi, kulun ubudiyetinin
mak, tevhid, İslâm, fazilet, "övülmüş ma­ Rabbin rububiyyetine teşekkür makamında
kam", şeriatının sadeliği, Kur'an'ın kolay an­ bir karşılık olduğunu ifade eder.
laşılması, ona has bir nûr" olarak yorumlayan­ 3 el-Ebter, ilk âyetteki ei-.kevser'in karşıtı bir
lar da olmuştur. Tabatabâî yorumların 26'ya vurguya sahiptir. Bizce bu Kur'an'ın çift/zıt
kadar çıktığını söyler (el-Mîzân). Allah Rasu- kutupluluk özelliğinin (mesânî) bir göstergesi­
lü'ne verilen nimetlerin başında vahiy, nübüv­ dir. el-Kevser "çok hayır" mânasını taşıdığı
vet ve hikmet gelir. Vahiy ve onun ayrılmaz için, el-ebter de "hayrın kaynağından tümüy­
bir parçası olan nübüvvet, bir başına "çok ha- le kopup kesilen" mânası taşır. Betera: kata'a
yır"dır. Öte yandan, "kime isabetli hüküm (kesip kopardı), el-ebter. el-maktu' (kesilip
verme yeteneği (hikmet) bahşetmişse, doğrusu kopmuş) demektir. Yani, geriye ondan hiçbir
ona tarifsiz büyüklükte bir servet bahşedil­ iz kalmadığı için "vardı ama yok oldu" deme­
miştir" (94/Bakara: 269) âyeti hatırlanmalıdır. ye bile gerek duyulmayan bir kopuş. Ebter so­
Gerisi, başta Duhâ, İnşirah ve Fetih olmak yut ve mânevi değerler için kullanılır. Ebtefe
üzere bir çok sûrede sayılan ve leke ("senin kelimenin sonradan kazandığı "soyu kesik"
için" veya "sana has") ifadesiyle tahsis edilen mânası verenler, Müşriklerin Hz. Peygam­
nimetlerdir. el-Kevser'de mübalağa vurgusu ber'in oğulları Kasım ve Abdullah'ın vefatının
mündemiçtir. Zımnen bu, Allah Rasulü'ne ve­ ardından "Onun soyu kesiktir" suçlamasın­
rilen vahyin ve risaletin etkisinin sadece onun dan yola çıkarlar. Bu yoruma göre âyet bu suç­
ölümüne kadar değil, ölümünden sonra da ar­ lamayı kabul edip onu yapanlara iade etmiş
tarak devam edeceği müjdesini içerir olmaktadır. Oysa ki Kur'an'ın kendisi soy-
2 Veya salafm "destek" (9/A'lâ: 15, not 15) ve sopla, evlat ve oğulla övünmeyi şiddetle kınar.
nahfm "göğüs" anlamlarından yola çıkarak: Kur'an'a göre çocuksuzluk bir eksiklik değil
"O halde desteğini Rabbine tahsis et ve (inkar­ bir imtihandır. Kaldı ki, bu sûrenin iniş nede­
cılara) göğüs ger". Tercihimizde ıstılahi an­ ni olarak gösterilen Âs b. Vail'e mukabele edi­
lamlar esas alınmıştır. İnhar emrini Elh-i Beyt liyorsa, bu mukabele gerçekleşmemiş demek­
okulu namaza başlama tekbirinde elleri göğüs tir. Zira onun oğlu (Amr b. As), torunu Abdul­
hizasına kaldırma olarak anlamıştır. Rükudan lah ve onun nesli yaşamıştır. Eğer ebter ile
doğrulurken elleri kaldırmak olarak da yo- manevî soyun kesikliğinin kastedildiği söyle-
necek olursa, iman gibi küfrün de hep varola- yış da isabetli değildir. Ebter suçlamasının,
cağı bedihi bir hakikattir. Kâfirler sadece dün- Allah Rasulü'nün "kavminin yolundan ayrılıp
yada var olmayacaklar, âhirette de (cehen- kopmasın," ifade ettiğini söyleyenler de ol-
nemde) var olacaklardır. Yani küfrün ve kâfi- muştur. Fakat hakikat yukarıda söylendiği gi­
rin soyunun kesik olduğu şeklindeki bir anla- bidir ve âyetin meali de buna göre verilmiştir.
TEKÂSÜR SÛRESI
Nüzul : 16
Mushaf: 102

Sûre " t u t k u y l a ç o ğ a l t m a " a n l a m ı n a gelen adını i l k âyetinden alır. Bir ç o k


m u s h a f ve tefsirde bu adla yer alır. R a s u l u l l a h ' ı n ashabının sûreye
" M a k b û r a " adını verdiklerine dair bir haber n a k l e d i l m i ş t i r (Âlûsî). Buhârî
sûreyi " E l h â k u m " adıyla anar.

Sûre tartışmasız M e k k î ' d i r . Ü s t e l i k vahyin i l k d ö n e m i n e aittir. A k s i iddi­


aları ne üslubu ne de m u h t e v a s ı destekler. İlk tertiplerin t a m a m ı n d a Kev­
ser ile M a ' û n arasında, 16. sırada yer alır. N ü b ü v v e t i n i k i n c i yılına tarihle-
nebilir. Rivayetler M e k k e ' d e k i i k i rakip k a b i l e n i n birbirleriyle güç yarışı
üzerine indiğini söylese de, sûrenin m e s a j ı her z a m a n ve m e k â n a , özellikle
de y ı ğ m a t u t k u s u n u n esiri o l m u ş modern insanadır.

Sûrenin ana k o n u s u , modern zamanların en yaygın hastalığı olan güç tut­


kusudur. Bu t u t k u y a esir olan, sürekli biriktirir ve yığar. Sonunda yığdıkla­
rının altında ezilerek kendini kaybeder ve varoluş a m a c ı n ı yitirir. İşte bu
sûre, insanı dünyevileşme belasına karşı uyararak söze başlar: " Ç o ğ a l t m a
t u t k u s u sizi oyalayıp durdu".

M e s e l e geçici ile k a l ı c ı olanı, değeri olanla fiyatı olanı ayırt edecek y a k î n


bir bilgiye sahip o l m a meselesidir. Bu bilgi i m a n ı n eseri olacaktır; A l l a h ' a
O ' n u görür gibi kulluğa götürecek diri ve diriltici bir i m a n ı n eseri. Böyle bir
iman, sahibinin yüreğine c e h e n n e m t e h l i k e s i n i haber veren bir uyarıcı yer­
leştirecektir. Değilse, h a k i k a t i a n c a k iç yangınının vicdan perdesini yakıp
gerçeği b ü t ü n çıplaklığıyla gördüğü gün anlayacaktır. Fakat iş işten g e ç m i ş
olacaktır (3-7).

Sûrenin son âyeti, servetin k e y f i m i z c e tasarruf edeceğimiz bir m ü l k i y e t de­


ğil, hesabı sorulacak bir e m a n e t olduğunu ifade eder:

" E l b e t o gün t ü m n i m e t l e r d e n hesaba ç e k i l e c e k s i n i z " (8).


R A H M A N RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 ÇOĞALT2VLA tutkusu sizi oyalayıp ğunu) tam kavramış olsaydınız, 6 elbet 6

durdu, 2 ta ki siz mezarlıklara varınca­


1 2
(dünyayı) cehenneme (çevirdiğinizi) de
ya dek. 3
görürdünüz; 7 (Tutun ki burada göreme­
7

3 Ama hayır! Vakti gelince, gerçeği (bura­ diniz), ama daha soma (âhirette) onu za­
da) öğreneceksiniz,- 4 o da olmadı, o za­ ten gözlerinizle göreceksiniz,- 8 nihayet o
man vakti gelince gerçeği (orada) öğrene­ gün, ebedi nimetlerden vaz geçip (geçici
ceksiniz. 4 nimetlere yönelmenizden) dolayı hesaba
çekileceksiniz. 8

5 Y o o , eğer bu (tutkunun neye mal oldu-


5

1 Krş. 96/Hadîd: 20. el-Lehve, değirmen taşı renebilirdiniz. İlmin, idraku'ş-şey' bi-hakika-
boşa dönmesin diye ağzından çıkanı geri içine tihi (bir şeyi kendi gerçekliğiyle idraktir) tari­
koyarak taşı oyalamaktır. "Faydalı veya fayda­ finden yola çıkarak (Râğıb). el-Esmaü'î-Hüsna
sız bir işle meşgul olmak" anlamındaki arasında Âlim vardır fakat Arif yoktur.
şuğl'den farklı olarak, sadece faydasız işler 5 Kella'nm anlamlarıyla ilgili bkz. 2/'Alak: 6,
için kullanılır. Zımnen: Çok malla elde ettiği­ not 7.
niz itibarın size her kapıyı açacağını düşündü­
6 Zımnen: Eğer kavrasaydınız, çoğaltma tut­
nüz (Krş: 76/Sebe': 35). Kınanan "çok mal" de­
kusunun sizi böyle oyalamasına izin vermez­
ğil, mal az da olsa onu "çoğaltma tutku­
diniz.
sudur. Bu fiilin yapısından (kâsera'l-mâl fe's-
tekserahu) anlaşılmaktadır. Tam bu noktada, 7 Cahîm, Sâffât 97'de dünyadaki cehennemi
Bağdatlı Cüneyd'in fakr tarifi hatırlanmalıdır: ifade için kullanılır. Âyete verdiğimiz mâna­
"Fakr hiçbir şeye sahip olmaman değil, dünya­ nın gerekçesi budur.
lara sahip olsan da hiçbir şeyin sana sahip ol­ 8 Zımnen: Geçici nimetleri biriktirme tutku­
masına izin vermemendir" (Kuşeyrî, Risale). suyla oyalanmak sizi gerçek nimeti görür gibi
2 Mekâbir, makbera'nm çoğulu olduğu için inanmaktan uzaklaştırdığı için de iş işten geç­
böyle çevrilmelidir. miş olacak. Na'im kelimesi, ni'met, ni'am,
en'um, ni'amâ ve ni'immâ'm aksine,
3 İki mânaya birden gelebilir: Birincisi "ölüp
Kur'an'da geçtiği on beş yerde tartışmasız
kabirlerinize girinceye dek", ikincisi "mezar­
"âhiret nimeti" için kullanılır. Bu âyeti bu ku­
larınızı saymaya varıncaya dek". Metnin iç
rallı kullanımın bir istisnası saymak
bağlamı birincisini, nüzul sebebi rivayetleri
Kur'an'ın üslubuyla bağdaşmayacaktır. 'An
ikincisini destekler.
edatı, nesnesinden "vazgeçip yüzçevirmeyi"
4 Zımnen: Eğer çoğaltma tutkusuna kapılarak ifade eder. Çevirimizin gerekçeleri bunlardır.
körleşmeseydiniz, işin hakikatini şimdi de öğ­
Sûre adını, Kur'an'da geçtiği t e k yer olan son âyetinden alır. Bazı tefsirler
ve Buhârî sûreyi i l k k e l i m e s i olan Eraeyte adıyla anmışlardır. Sûrenin
adı altıya kadar ç ı k a r ı l m ı ş t ı r .

M e k k e ' d e , nübüvvetin 2. yılında i n m i ş t i r . Ü n l ü tertipte T e k â s ü r ile Kâfi­


n i n arasında 17. sırada yer almıştır. Bu sıralamayı sûrenin m u h t e v a s ı da te­
yit eder.

Sûreyi i k i y e bölüp 1-3. âyetlerinin M e k k e ' d e 4-7. âyetlerinin de Medine'de


indiği iddiaları Musallîn'e şer'î m a n a s ı y l a " n a m a z k ı l a n l a r " a n l a m ı v e r m e
ısrarından k a y n a k l a n m a k t a d ı r . Ne ki b u n u n bir m e s n e d i y o k t u r . Her şeyiy­
le parçalanamayacak bir b ü t ü n l ü k arzeder. Dahası, sûre son âyetiyle tekrar
girişteki konuya dönerek onu her tür b ö l m e çabalarını boşa çıkarır. Sûrede
birbirine fa bağıyla k o p m a z b i ç i m d e bağlanan i k i k o n u y u birbirinden ayır­
m a k , bizzat sûrenin reddettiği bir şeydir.

M a ' û n sûresi, i k i n c i yılın ilk yarısına tarihlenebilir. K o n u itibarıyla, kendi­


sinden ö n c e indirilen T e k â s ü r sûresinin bir devamı niteliğindedir.

Sûrenin konusu, bireysel ibadetle toplumsal y ü k ü m l ü l ü k arasındaki kop­


m a z ilişkidir. Salât üzerinden, h a s e n a t ı n sâlihata nasıl tebdil edileceğini
gösterir (Bkz: 'Asr: 3, not 5). Kulun Allah ve t o p l u m l a olan ilişkilerinin par-
çalanamazlığı işlenir. Z ı m n e n s ö y l e n e n şudur: y e t i m i g ö z e t m e k l e ibadetin
arasını ayırmak, " A l l a h ' a karşı b o r ç l u l u k b i l i n c i " a n l a m ı n d a k i D i n ' i yalan­
lamaktır.

Yedi âyetlik sûrenin i l k üç âyeti insanın diğer insanlarla, sonraki üç âyeti


i n s a n ı n A l l a h ' l a i l i ş k i s i n e dairdir. B u n u n özeti şudur: T e v h i d ve adalet di­
n i n i k i kanadıdır. Bunlardan biri kırıldığında, diğeri işlevini ifâ edemez. Bu
sûre, insanlara karşı sorumluluğun Allah'a karşı s o r u m l u l u k t a n ayrı düşü­
n ü l m e m e s i gerektiğini t e l k i n eder. Eğer kişi insanlara olan y ü k ü m l ü l ü k l e ­
rini yerine getirmiyorsa ibadet bir gösteriden ibarettir: " Y a z ı k l a r olsun
(böyle) ibadet e d e n l e r e ! " (4) B u n u n a n l a m ı şudur: İbadetler Allah ile k u l ara­
sında gerçekleşiyorsa da, ibadetlerin gayesi k u l u n diğer insanlarla ilişkileri­
ne y a n s ı m a k zorundadır. Zira ibadetin yararı A l l a h ' a değil insanadır. Z a t e n
ibadetin m e y v e s i de budur.
Nûzûl: 17 Mushaf: 107 ^ ^t t , 17/MÂfÛN SÛRESİ 65

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 ALLAH'A karşı borçluluk sorumlulu­ edenler! 4


5 Bu gibiler, ibadetin hakiki
ğunu tümden inkâr eden birini tasavvur amacından 5
gafil görünmektedirler. 6
6
edebilir misin! 2 îşte böyle biridir yetimi
1
Bunlar öyle kimseler ki, (ibadeti) gösteri­
itip kakan, 3 ve yoksulu doyurmaya gay­
2
ye dönüştürürler, 7 ama en küçük yardı­
ret etmeyen. 3
mı bile esirgerler. 7

4 İşbu yüzden, olmaz olsun (böyle) ibadet

1 Kur'an'ın hiç bir yerinde çoğul gelmeyen dîn bir salât tu. Hz. Peygamberin tasvirinden yar­
"borç" anlamındaki deyn'den türetilmiştir (Ay­ dım alacak olursak, dini desteklemeyen ve
nı kök anlama atıfla kullanılan medînûn için dince desteklenmeyen salât tu. Bunun en tipik
1

bkz. 66/Sâffât: 53). Hem alacak-verecek, hem özelliği Yaradana kulluğu, yaratılana şefkatten
de boyun eğme-eğdirme anlamına gelir [Mekâ­ kesip ayırmaktır. Böylesi bir ibadet, ibadet ol­
yîs). Kişi borçlu olduğuna boyun eğip teslim ol­ ma özelliğini de yitirir. Kur'an "Gerçek erdem
duğu için taat (itaat), inkıyâd (bağlılık) ve zull ve iyilik, yüzlerinizi doğuya ya da batıya dön­
(boyun eğme), kişi alıştığı tarza boyun eğip onu dürmeniz değildir" (94/Bakara: 177) derken de,
"hayat tarzı" edindiği için 'âdet, inancıyla yar­ kesilen kurbanlar için: "Onların ne etleri ne
gılandığı için akide, birbirine hukuki bağlarla kanları Allah'a ulaşır" (91/Hac: 37) derken de
bağlı oldukları için millet anlamları kazanmış­ bunu kasteder. İbadet'i adaletten ayırmak, ed-
tır. Borç ve alacakların hesabı görülüp karşılığı Din'i yalanlamakla eş tutulmuştur. Elbet, "on­
(ceza) verildiği için "hesap günü"ne yevmu'd- ların namazı ıslık çalmak ve el çırpmaktan
dîn, efendisine borçlu olduğu için "köle"ye me- ibarettir" (95/Enfal: 35) âyeti, amacından ko­
dîn denilmiştir. Borçlunun hakkını arayacağı partılarak içi boşaltılan ibadetlerin nasıl oyun
mahkemenin bulunduğu mekâna Medine, kişi­ ve eğlence halini aldığını; veya oyun ve eğlen­
nin borcunu alacaklısından tahsil eden yöneti­ cenin, amacından koparılmış ibadetlerin yeri­
ci/hakime deyyân denilmiştir. Yerdekileri borç­ ne nasıl ikame edildiğini gösterir.
lu çıkardığı veya kendisine boyun eğdirdiği için
5 İbarede fî yerine 'an kullanılmıştır. Yani, sa­
sağanak yağmura da dîn denilmiştir. ed-Dîn Al-
lât" m. içinde unutanlar değil, salât'tan ve onun
lah-insan-servet ilişkisinin ele alındığı bu bağ­
amacından gafil olanlar kastedilmektedir. Ya­
lamda "insanın Allah'a karşı fıtrî borçluluğu"
ni alkış ve ıslık eşliğinde yaptıkları tavafı iba­
anlamına gelir. Ayrıca "ikrar edilmesi gerekeni
det (salât) zanneden müşrikler gibi, ibadetin
inkâr" anlamına gelen yukezzibu bi.. ibaresi,
hikmet, illet ve gayesini unutup kendi kafası­
tercihimizi teyit eder. Zira islâm, Allah'ın hak­
na göre yaptıklarının adını "ibadet" koyanlar.
kını teslim etmek için O'na kayıtsız şartsız tes­
lim olmaktır. Yani iman kişinin Allah'a olan 6 Veya İbn Mes'ud kıraatiyle "ibadeti oyun
borcunu ikrar, küfürse borcunu inkâr halidir. oyuncak ederler" (Krş: 95/Enfal: 35). Namazın
kendisi hasenata giriyorsa da amacı sâlihâttm
2 Bu âyet, zımnen "sahipsiz kalanın sahibi Al­
"ve namazı hakkım vererek kıl: çünkü (hakkı
lah'tır" hükmünü içermektedir.
verilerek kılınmış) namaz, (inşam) belli başlı her
3 Veya: "teşvik etmeyen". Buradaki teşvik ki­ tür çirkinlik ve kötülükten engeller" (89/Anke-
şinin kendi kendini buna motive etmesidir bût: 45). Amacı gerçekleşmemiş bir namaz hase­
(Krş: Râzî). nat'a dahil olur ve bire on ecir alır (73/En'âm:
4 Salât için bkz. 9/A'lâ: 15, not 15. Bu salat, 160), amacım gerçekleştirmiş bir namaz ise sâh-
mü'minlere ikame etmeleri emredilen namaz­ AaVtandır ve karşılığı cennettir (30/Tîn: 6). Ko­
la bir tutulamaz. Olsa olsa "ikame edilmemiş" nuyla ilgili bir not için bkz. 13/'Asr: 3, not 5.
7 Burada anahtar "görme-gösterme-görünme" 2) ya Allah'ın gördüğüne inanmıyorlar,
kavramıdır. İnsanlar görsün diye saçıp savu­ 3) ya da Allah'ın ödüllendirme vaadine güven­
ranlar Allah için zırnık vermiyorlarsa, üç ihti­ miyorlar.
mal vardır: Doğrusu her üçü de vahimdir, çok vahim!
1) Ya Allah'ın varlığına inanmıyorlar.
A d ı n ı ilk âyetinden alır. İlk m u s h a f ve tefsirlerde bu adla anılır. Buhârî
i l k âyetinin t a m a m ı y l a a n m ı ş t ı r . Ihlas süresiyle b i r l i k t e "hastalığı def
eden i k i l i " a n l a m ı n a el-Mukaşkışeteyn de denmiştir. T ı p k ı Ihlas sûreyi ol­
duğu gibi, bu sûreyi de îhlas adıyla ananlar olmuştur.

M e k k e ' d e nazil olmuştur. O s m a n ve Cabir b. Z e y d tertiplerinde M a ' û n - F i l


arasında 18. sırada yer alır. İbn Abbas tertibinde ise Fil-Ihlas arasında yer
alır. T e s b i t edebildiğimiz kadarıyla sûrenin en isabetli yeri M â ' û n - T e b b e t
arasıdır. Peygamberliğin 2. yılına tarihlendirilmelidir. Sûre 6 âyettir.

Sûrenin k o n u s u İslâm akidesinin t e m e l i olan tevhiddir. Bu sûre Îhlas ile


b i r l i k t e k e l i m e - i tevhid'in tefsiri niteliğindedir. La ilâhe'yi Kâfinin sûresi,
illallah'ı Îhlas sûresi tefsir ve t e m s i l eder.

A n a fikri t e k cümledir: İmanda pazarlık o l m a z . T e r s i de geçerli: Pazarlık


olan yerde i m a n o l m a z . Sûre, bir imanda kararlılık ve sebat süresidir. A y n ı
zamanda, Kur'an'ın i l k m u h a t a b ı n ı inşa örneklerinin de başında gelir. Bu
sûre, dünyanın en h a l i m - s e l i m insanını, " V a l l a h i ey a m c a , güneşi sağ e l i m e
ayı da sol e l i m e koysanız, A l l a h ' t a n aksi yönde bir e m i r gelmediği sürece
ben bu dâvadan asla v a z g e ç m e m ! " (İbn H i ş a m , es-Sîra II, 101) diyecek des¬
tani bir kararlılık n o k t a s ı n a getiren sürecin işaret taşlarından biridir. Vahi-
di'nin ve İbn İshak'ın naklettiği şu nüzul sebebi rivayeti b i l i n m e d e n sûre
h a k k ı y l a anlaşılamaz:

" A l l a h Rasulü Kabe'yi tavaf ediyordu. K a v m i n yaşlıları olan Esved b. M u t -


talib, Velid b. Muğire, U m e y y e b. Halef, 'Âs b. Vail ö n ü n e geçip şu t e k l i f t e
bulundular: Ya M u h a m m e d ! G e l (bir sene) biz senin k u l l u k ettiğine k u l l u k
edelim, (bir sene de) sen b i z i m k u l l u k e t t i ğ i m i z e k u l l u k et. Bu sayede biz
seninle bu işte ortak olalım. Eğer s e n i n k i b i z i m k i n d e n hayırlıysa, biz o ha­
yırdan payımızı a l m ı ş oluruz. Y o k eğer b i z i m taptığımız seninkinden hayır­
lıysa, sen ondan m a h r u m k a l m a m ı ş olursun. Allah da b u n u n üzerine bu sû­
reyi indirdi. Rasulullah ertesi sabah Kabe'de onlara bu sûreyi okudu. İşte o
z a m a n ondan ü m i t l e r i n i t a m a m e n k e s t i l e r . "

İbn Abbas şöyle der: " O n d a n t a m a m e n ü m i t kestiler,- ona ve ashabına eziyet


e t m e y e işte o zaman başladılar". Bu tesbit de gösteriyor ki, bu sûre tıpkı
N e c m sûresi gibi M e k k e d ö n e m i n i n k ı r ı l m a noktalarından biridir. Suskun­
luk ve alay dönemlerinin ardından bu sûre ile baskı dönemi başlamıştır.
68 18/KÂFÎRUN SÛRESİ t t ^ ^ N ü z û l : 18 Mushaf: 109
|

RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 DE ki: Siz, ey kâfirler!


1 2 4 Zaten ben asla kulluk etmedim sizin
2 Asla kul olacak değilim sizin kul oldu­ geçmişte kul olduklarınıza, 5

ğunuz şeylere, 3 5 siz de benim kul olduğuma kulluk et­


3 siz de benim kul olduğuma kulluk ede­ mezsiniz. 6

cek değilsiniz! 4
6 Sizin dininiz size, benim dinim bana! 7

1 Kendisinden önce inen on yedi sûrenin ar­ de adı geçenlerin tümü de kâfir olarak ölüp
dından, meydan okuma ve cevap verme vur­ gitmişlerdir. Yâsîn sûresinin 7. âyeti ve Baka­
gusunu da içinde barındıran ve "vahyi ilet" ra sûresinin 6. âyeti, bu âyet ışığında okunma­
anlamına gelen ilk kul emri burada gelir. "De lıdır. 2-4. âyetler arasındaki dört adet mâ
ki" emri ile, 1) Vahyin ilâhî bir inşa projesi ol­ müphem ismi için şöyle bir değerlendirme de
duğu,- 2) Nebi'ye vahiyden dolayı gelmesi yapılabilir: Muhataplara, kendi tanrı tasavvur­
muhtemel tepkilere karşı "o emir kuludur, ları düzeyinde hitap edilmiştir. Zira onlar
varsa bir itirazınız Allah'a iletin" meydan dünyevileşmiş bir zihin ve maddeci bir yakla­
okuması demeye geldiği; 3) "De ki" emri ile şımla algılıyor ve tanrıyı "şey"leştiriyorlardı.
sözün gerçek sahibinin Allah olduğu vurgula­ Mâ, hem bizim onların tanrılarına ve tanrı al­
nır. Kur'an'da "de" emriyle başlayan diğer gılarına bakışımızın doğruluğunu, hem de on­
dört sûre Îhlas, Felak, Nâs ve Cin sûreleridir. ların bizim inandığımız Allah'a ve tanrı anla­
2 Ism-i failin kattığı yananlamla: "İnkar ve yışımıza bakışlarının yamukluğunu tam ve
nankörlüğü hayat tarzı edinenler". Buradaki mükemmel ifade etmektedir.
el-kâfirûn, farklı açılımlarla çevirilebilir. Fa­ 5 Bu âyet, aynı zamanda Allah Rasulü'nün
kat bu bağlamdaki vurgusunu kaybeder. Zira geçmişinde şirkin yer almadığına delalet
bu bağlam, inkarcı muhataplara yönelik azar eder.
ve onlardan teberri bağlamıdır. Bu yüzden biz 6 Allah ile birlikte başkalarına ilâhlık yakıştı­
de çeviride asli telaffuzunu aynen koruduk. ran birinin, gerçekte Allah'a hiç kulluk etme­
3 Benzeri bir meydan okuma için bkz. 69/Yû­ miş sayıldığının açık beyanıdır. 3-5. âyetlerde-
nus: 104. ki üç ism-i fail kipi, mânayı teyit içindir. Bir
4 Fiilleri [ta'budûn, a'budu) ism-i faillerden eylemi fiille reddetmek onu öznenin zatından
['âbidun) ayırmak için birincileri "kul olmak" değil sıfatından nefyetmektir. Fakat ism-i fail­
ikincileri "kulluk etmek" ile karşıladık (Ge­ le nefyetmek onu öznenin zatından nefyede-
rekçesi için bu notun sonundaki Ebu Müs­ rek imkan ve ihtimali dışlamaktır. Kalbin
lim'in görüşüne bkz). Sanıldığı gibi 2-3. âyet­ mühürlenmesi bu olsa gerektir. Ve lâ ta'bu­
lerle 4-5. âyetler bir tekrar değildir. Âyet 2- dûn yerine ve lâ entum 'âbidûn gelmesinin
3'te la ile gelecek zamana kilitlenen muzari mânaya katkısı budur.
kipi, 4'te ise mazi kipi {'abedtu) kullanılmış­ 7 Lam'a istihkak mânası vererek: "Sizin dini­
tır. Müşriklerin yaptığı ahlâksız teklif çift za­ niz size lâyıktır, benim dinim bana lâyıktır."
manlı olunca red de çift zamanlı gelmiştir. Bu Zımnen herkes lâyık olduğunu bulur. Burada­
fark çeviriye yansıtılmıştır. Âyet 3'teki elîezi ki din, değerler sistemi anlamındadır (Bkz:
yerine geçen mâ' "mutlak varlık" anlamına, 17/Mâ'ûn: 1, not 1). Aslında, "sizin değerler
âyet 4-5'teki mastar-ı müevvel hükmünde sisteminiz size, benim değerler sistemim bana
olan mâ'lar "bilinçsiz ve körü körüne bir kul­ aittir" derken, gerçekte siz değerleriniz üstü­
luğa" delalet eder. Bu âyetler aynı zamanda ne pazarlık yapıp onları terk edilebilir bulu­
gaybi bir ihbar olmuş, nüzul sebebi rivayetin- yorsunuz. Sonuçta sizin değerleriniz yok, fi-
Nûzûl: 18 Mushaf: 109 18/KÂFÎRUN SÛRESİ 69

yatlarınız var. Önceliğiniz "fiyatlar", onun etmez olmasıdır. Benim değerlerim var ve ben
için pazarlık yapıyorsunuz. Benden de bu ah­ onun için pazarlık yapamam. Yaparsam inan­
lâksız teklife evet dememi bekliyorsunuz. Fa­ cımız farklı olsa da dinimiz (hayat tarzımız)
kat bir değeri değer yapan onun pazarlık kabul aynı olur.
Sûre lafzen " k u r u d u " , z ı m n e n " k a h r o l d u " m â n a s ı n a gelen Tebbet adını
i l k âyetinden alır. İlk m u s h a f l a r m ve tefsirlerin çoğunda bu i s i m l e yer
alır. T i r m i z î de sûreyi aynı adla anar. Bazı m u s h a f ve tefsirlerde son k e l i m e ­
si olan Mesed adıyla yer a l m ı ş t ı r .

M e k k e ' d e i n m i ş t i r . H z . O s m a n ve İbn Abbas tertiplerinde Fâtiha'nın he­


m e n ardına 6 ve 7. sıraya yerleştirilir. Bu durumda sûrenin iniş tarihi birin­
ci yılın ilk yarısıdır. Fakat y i n e İbn Abbas'ta n gelen ve Sahihayn başta ol­
m a k üzere bir ç o k k a y n a k t a nakledilen nüzul sebebi rivayetleri, sûreyi en
erken 6 veya 7. yılda i n m e s i m u h t e m e l olan ve 4 7 . sıradaki Ş u ' a r â ' n m ardı­
na y e r l e ş t i r m e m i z i gerektirir. Zira bu rivayetlerin t a m a m ı n d a , T e b b e t ' i n
inişine neden olan süreç " A r t ı k aşiretini ve akrabalarını u y a r " (Şu'arâ: 214)
âyetiyle başlatılır.

Birincisi erkendir. Ç ü n k ü Ebu Leheb H z . P e y g a m b e r i n amcasıdır ve sûre­


n i n m u h t e v a s ı , a m c a ile yeğen arasındaki ipi inceldiği yerden koparmakta­
dır. Bu ipin i n c e l m e s i i ç i n aradan m a k u l bir z a m a n g e ç m i ş o l m a l ı ve bir
olaylar zinciri y a ş a n m ı ş olmalıdır. Bu da 1. yıl olamaz. İ k i n c i i h t i m a l olan
sûreyi Ş u ' a r â ' n m ardına y e r l e ş t i r m e k ç o k geçtir ve m a k u l g ö r ü n m e m e k t e ­
dir. M u h a m m e d i davetin i l k yılları dikkate alındığında sûrenin muhtevası ­
na en uygun tarih 2. yılın sonu, en uygun yer Kâfirûn sûresinin arkasıdır.

Kâfirûn sûresinde pazarlıkçı kâfirler güruhundan söz edilmişti, bu sûrede


ise onlar arasından en pazarlıkçı tip olan bir i s i m küfrün prototipi olarak
sunulmaktadır: Ebu Leheb. Hz. Peygamberin a m c a s ı olan Abduluzza, sûre­
de kinayeli bir b i ç i m d e " A l e v B a b a s ı " m â n a s ı n a gelen bir k ü n y e y l e anıl­
maktadır. N ü z u l sebebi rivayetlerinden birinde bu şahsın karakterini ele
veren şu pazarlık nakledilir. Ebu Leheb Hz. Peygamber'e gelerek " B e n M ü s ­
l ü m a n olursam bana ne v a r ? " der. Hz. Peygamber " H e r k e s e ne varsa sana
da o v a r " der. O da, " B e n i h e r k e s l e bir t u t a n din o l m a z o l s u n " der. O n u n çı­
karcı tabiatı Bedir'de de görülmüş, savaşa gidip m e r t ç e çarpışmak yerine
kendi yerine parasıyla asker göndermiştir.

Kur'an vahyi, Hz. Peygamber dışında sadece iki çağdaşını i s m e n anar: İyi­
lerden Hz. Zeyd, kötülerden Ebu Leheb. Ebu Leheb bu sûrede tarihsel bir ki­
şilik olarak değil, i m a n a karşı körü körüne savaşan inkarcı tipin m ü m e s s i ­
li olarak yer bulur. M e s a j açıktır: Ebu Leheb ölür, fakat Ebu Leheblik yaşar.
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 KAHROLSUN Ebu Leheb'in çifte gü- (yakıt) olacak!


cü, zaten kendisi de kahroldu-kahrola-
1 2
4 Karısı da (onun ateşine) odun hamallı­
4

cak! ğı yapacak, 5

2 Malı da kazancı da ona hiçbir yarar sağ­ 5 gerdanında (takı yerine sanki) çelikten 6

lamayacak! 3
bir halat (bulunacak). 7

3 Zamanı gelince tarifsiz bir alevli ateşe

1 Lafzen: "iki eli". Bir sonraki âyette yer alan Benzer bir sınavı veren her mü'min için örnek
mal ve kazanca delalet eder. "Ebu Leheb kah­ veya ibret olur.
rolsun" yerine böyle denilmesinin altında ilâ­ 5 Veya: "Karısı da o odun hamalı olan (karı­
;

hi şefkat yatmaktadır. Adetâ; "Ebu Leheb ku­ sı)"; ya da bunu laf taşımaktan kinaye saya­
lumu Benden koparan malı ve kazancı kahrol­ rak: "laf taşıyan (karısı)". Tercihimiz günahı
sun!" denilmiş gibidir. Allah Rasulü'nün çağ­ sırtta taşınan bir yük olarak niteleyen En'âm
daşı olan inkarcılar içinden sadece Ebu Le­ 31 gibi âyetlere dayanmaktadır. Zımnen: Karı­
heb'in Kur'an'a ismen girmiş olmasının altın­ sı dünyada eşinin küfrüne katkı veriyordu,
da, Peygamber'e akraba olmanın kişiyi kurtar­ âhirette de ateşine katkı verecek.
maya yetmediği iması bulunmaktadır. Asıl
6 Lafzen: "bükülmüş liflerden". Mesed, bir şe­
adı Abduluzza ve künyesi Ebu Utbe olmasına
yin sağlamlık ve dayanıklılığını ifade eder
rağmen yanakları kırmızı olduğu veya kızınca
[Mekâyîs). Fakat daha derinde boynuna bağlı
yanakları al al olduğu için "alev babası" anla­
kölelik halkasını temsil eder. Zımnen: Allah'a
mına Ebu Leheb denilmiştir.
kul olmayan nefsine esir olur ve ateşi boylar.
2 ibn Mes'ud'un ve kad tebbe okuyuşunu gö­
7 Ebu Leheb ve karısı hakkındaki bu ilâhi bil­
zeterek.
gi, Alîm olan Allah'ın zamandan müstağni
3 Veya: "Malı ve yaptıkları ona ne yarar sağla­ mutlak bilgisidir. Bu gerçek ışığında, bu ikisi­
yacak?" nin muhtemel hidayetine dair tüm sorular
4 Kur'an'ın zikrettiği eşler dört kategoride tas­ anlamını yitirmektedir. Allah'ın mutlak bil­
nif edilebilir: 1) iyi-iyi: ibrahim ve eşi, 2) kötü- gisi, bilinen öznenin varlığına bile ihtiyaç
kötü: Ebu Leheb ve eşi; 3) iyi-kötü: Hz. Nûh duymaz. Sadece parçayı bilen ve gören insana
ile Lût ve eşleri; 4) kötü-iyi: Firavun ve eşi. Bu düşen, bütünü bilen ve gören Allah'a teslim
dört eşleştirme tüm eş durumlarını kapsar. olmaktır.
FÎL SÛRESI
Nüzul : 20
Mushaf: 105

"Fil adını ilk âyetinden alır. " E l e m t e r a " diye de anılmıştır. Buhârî de sûre¬
yi Elemtera adıyla anar. Kurtubî'nin naklettiği bir rivayette de sûre aynı
adla anılır.

Sûre M e k k î d i r . Ü n l ü tertipte Kâfirim sûresinden sonra gelir ki bu da 2. yı­


la tekabül eder. Kureyş ile bu sûre arasında k o n u bütünlüğü vardır.

Sûre, tarihi Fil Vakası üzerinden ahlâksız gücün ibretlik a k ı b e t i n i anlatır.


İşgalci " F i l O r d u s u " (eshabu'l-fîl), egemen gücün her çağda görülen örneği­
dir. " G ü ç l ü y ü m , o halde h a k l ı y ı m " mantığıyla hareket eder. Sûre fil-ebâbîl
zıt kutupları üzerine oturur. En iri hayvan olan fil b ü y ü k a m a haksız olanı,
ebabil ise k ü ç ü k a m a haklı olanı t e m s i l eder. Allah, t e k ve gerçek büyük­
tür. G ü c e tapınan her ahlâksız güç er ya da geç gazaba uğrar.

Sûrenin tarihi bağlamı özetle şudur: Çağın iki süper gücü İran ile Bizans re­
kabet halindedir. Miladi 6. yüzyılın i k i n c i yarısı bu rekabetin kızıştığı yıl­
lardır. Bu rekabetin gölgesi M e k k e ' y e de düşer. Nüfuzlu kabileler M u t a y y i -
bin ve Halif adıyla iki guruba ayrılırlar. Birinciler İran, diğerleri Bizans yan­
lısıdır. Hılfu'l-Fudul'ü Halif akdetmiştir. 5 7 0 ' l e r e doğru M e k k e ' d e güçler
dengesi İran yanlılarının eline geçer. O sırada, Y e m e n ' d e y ö n e t i m i ele geçi­
ren Ebrehe (İbrahim?) i s i m l i biri, vergi taahhüdü karşılığında Hıristiyan Ha­
beş Krallığının, dolayısıyla Bizans'ın desteğini arkasına alır. K u z e y - G ü n e y
ticaretinden aslan payını M e k k e almaktadır. Ebrehe, ticaretin eksenini
M e k k e ' d e n San'a'ya kaydırmak ister. B u n u n i ç i n Kabe'ye rakip olacak bir
kilise (Kulleys) yaptırır. Kilise'ye karşı yapılan bir sabotajı bahane ederek,
Kabe'yi y ı k m a k i ç i n fillerle donatılmış bir orduyla M e k k e ' y e gelir. Fil Or­
dusu, m a h i y e t i Allah'a m a l u m bir felakete uğrayarak a m a c ı n ı gerçekleşti-
remeden kırılır. Bu olay M e k k e ' n i n ticaret potansiyelini kat kat artıran bir
d ö n ü m n o k t a s ı olur ve M e k k e l i l e r diğer Araplarca Ehlullah (Allah'ın ev
halkı) diye anılırlar.

Sûre i ş t e bu başarısız seferi M e k k e l i m ü ş r i k l e r e hatırlatarak, onları Hz.


Peygamber'e karşı Ebrehe'nin rolünü o y n a m a m a y a davet eder. Allah'a kar­
şı güç gösterisine k a l k ı ş m a n ı n s o n u c u bellidir: " Y e n i l m i ş bir e k i n e dön­
m e k " (5) ve sap gibi ortada k a l m a k t ı r . Diğerlerinin aksine bu k ı s s a n ı n tek­
rar e d i l m e m e s i n i n birinci nedeni, helakin t e m e l i n d e bir peygamberi yalan­
l a m a n ı n olmayışı, i k i n c i nedeni m ü ş r i k l e r bundan kendilerine pay çıkar­
m a y a k a l k ı ş m a s ı n l a r diyedir.
Nuzûl: 20 Mushaf: 1 0 5 ^
1 > = : J < 1 , 20/FÎL SÛRESİ 73

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 GÖZÜNDE canlandırabilir misin Rabbi­ nitelikte uçan taşıyıcı varlıklar saldi; 4 3

nin Fil Ordusu'na nasıl muamele ettiğini? 1


onlara taş kesilmiş balçık t ü r ü tanımla-
4

2 Başlarına geçirmedi mi onların ince ta­ namayan (şeyler) atıyorlardı. 5 Derken


5 6

sarlanmış haince hilesini? 2 (Rabbin) onları, yenil(erek delik deşik


edil)miş yapraklara benzetti. 7

3 Onların üzerine katar katar bilinmeyen

1 Sûrenin girişinde özetlediğimiz saldırı, en lah'ın kimsenin akıl fikir erdiremediği ordula­
ünlü rivayete göre kameri aylardan Muhar- rından bir ordu, Fil ordusunu perişan etti.
rem'e denk gelen miladi 570 yılının Şubat 4 Veya tescil köküne nisbetle: "kayıtlı, adrese
ayında, Hz. Peygamber'in doğumundan 50
teslim, güdümlü"; ya da "kova" mânasındaki
gün önce gerçekleşmiştir (Süheylî, Ravd'l-
seci'den "kovalar dolusu bela" (Âlûsî). Zım­
'Unf\. Nesi geleneği hesaba katıldığında bu ta­
nen: Allah onların üzerine katar katar bela el­
rih 569'a denk gelir. "Cemel Savaşı" isimlen­
çileri saldı. Tercihimiz Lût kavmi hakkında
dirmesinde olduğu gibi, ordunun başında bir
nazil olan min siccil'i (70/Hûd: 82) min tin
fil bulunduğu için bu orduya "fil eshabı" de­
olarak açıklayan Zâriyât 33'e dayanmaktadır.
nilmiştir. Filin orduya değil ordunun file izafe
Bunlar bölgede bolca bulunan yanmış volkan
edilmesinde nükte vardır. 'Kabe'ye saldırmak­
kalıntıları olan yumurta büyüklüğündeki
tan ısrarla kaçınan fil, ordudan ve onun komu­
tanından daha akıllıydı' imasını taşır. "sülfür taşları" olabilir.

2 Keyd kelimesi, Fil Ordusu'nun saldırı gerek­ 5 Hicaratin ve siccîlin kelimelerindeki birbiri­
çesi ne kadar tumturaklı olursa olsun, gerçek­ ni teyit eden belirsizlik çeviriye "..türü tanım-
te onun arkasında hiç de hoş olmayan sinsi lanamayan şeyler" olarak yansımıştır.
amaçlar yattığını ifade eder. Huda'dan farkını 6 Veya ramiyun'e nisbetle "yağdırıyorlardı".
ortaya koymak için böyle çevirdik. Bir rivayette İkrime, taşların isabet ettiği as­
3 Ebabil, sıfat olarak "katar katar, sürüler ha­ kerlerin çiçek hastalığına yakalandığını, o
linde" anlamına gelir. Kelimenin kökeni ve günden ne önce ne de sonra bir daha bu hasta­
tekili olup olmadığı konusunda farklı görüşler lığın bölgede görülmediğini söyler (Taberî). Bu
vardır. Zayıf bir ihtimal olmakla birlikte, bül- olaydan sonra bölgenin bitki örtüsü değişmiş­
bül'den türetilmiş olması da mümkündür. tir (İbn İshak). Ebrehe, olay yerinde hastalan­
Tayr, kuştan sineğe, görünenden görünmeye­ mış, etleri lime lime dökülerek San'a'da öl­
ne varana dek bir yerden bir yere havada/hava müştür. Hz. Aişe, filin iki seyisini kör ve kö-
ile intikal eden her hareketli varlık için kulla­ türüm bir halde dilenirken gördüğünü söyler.
nılır. Tayfın ille de kanatlı olması şart değil­
dir, zira En'âm 38'de "kanat" ayrıca zikredilir. 7 'Asfm "yaprak" anlamı için bkz. 41/Rah­
Bu veriler ışığında tayr kelimesi, "volkanik man: 12. Çevirimiz ve parantez içi açıklama­
bir püskürtünün yakıp kavuran lavlarıdır" yo­ lar ke-'asfin me'kûl'ün açılımıdır. Bu olay, Al­
rumunu da, buna benzer başka yorumları da lah'ın, Rasulüne doğumundan önceki yardımı
dışlamaz. Her halükarda kesin olan, orada ve olarak değerlendirilebilir. Zira, Mekke'nin fet­
o anda ilâhi bir müdahalenin varlığıdır. "Gök­ hinden sonra çevre Arap kabileleri "Kabe'yi o
lerin ve yerin bütün orduları Allah'ın emrine gün koruyan bu gün niçin korumadı?" sorusu­
amadedir" (110/Fetih: 4) ve "Rabbinin ordula­ nu sorarak iki olayı karşılaştırmışlar, sonuçta
rını O'dan başka kimse bilmez" (4/Müddessir: Fethi Rasulullah'ın peygamberliğinin delili
31) âyetleri ışığında zımni anlam şu olur: Al- olarak görüp teslim olmuşlardır.
Kureyş sûresi, adını, Kur'an'da geçtiği t e k yer olan i l k âyetinden alır.
Mushaflarda, tefsirlerde ve Buhârî'de bu adla yer alır. İ k i n c i nesil onu
li-îlâfi kureyş adıyla anmıştır.

Sûre M e k k e ' d e nazil o l m u ş t u r . İlk tertiplerde T î n ' i n ardına yerleştirilmişse


de, t ü m göstergeler bu sûrenin yerinin Fil sûresinin ardı olduğunu gösterir.
Şöyle k i : İlk otoritelerden Ferrâ, Ahfeş ve daha başkaları Kureyş sûresinin
i l k âyetinin Fil sûresinin son âyetiyle bağlantılı olduğunu söyler. B u n u
m u h t e v a da doğrular. Zira i k i sûrede de Allah i l k muhataplara n i m e t l e r i n i
hatırlatmaktadır. Hz. Ö m e r bir farz n a m a z ı n i k i n c i rekatında ö n c e Fil son­
ra Kureyş sûrelerini o k u m u ş t u r (Taberî). U b e y b. Ka'b m u s h a f m d a , i k i sû­
renin peş peşe b e s m e l e s i z yer aldığı rivayeti vardır. Bu rivayetler i k i s i n i n
t e k sûre olduğunu değil, birbiriyle m â n a ve z a m a n açısından k o p m a z bir ba­
ğa sahip olduğunu gösterir. Zira bu i k i sûrenin fasılaları tartışmaya m a h a l
b ı r a k m a y a c a k kadar farklıdır. N ü z u l tarihi, m u h t e m e l e n 2. yılın sonudur.

Ö n c e k i Fil sûresi gibi bu da i l k muhataplara A l l a h ' ı n kendilerine verdiği


özel n i m e t l e r i hatırlatır. Zira M e k k e ' n i n sakini olan Kureyş kabilesi, her
şeyini canlı bir t a n ı k gibi karşılarında duran B e y t ' e (Beytullah) borçludur.
Bu sûre, ticaretin Kureyş i ç i n ne denli hayati bir ö n e m e haiz olduğu bilin­
m e d e n asla anlaşılamaz. Bu gerçek şöyle ifade edilebilir: ticaret yoksa Ku­
reyş yoktur, îlâf y o k s a ticaret y o k t u r . Bu gerçeği, Kureyş'in en güçlü tacir­
lerinden Saf fan b. U m e y y e ' n i n , m ü s l ü m a n l a r m îlâf m i k i kanadından biri­
ni k o n t r o l altına aldığında söylediği şu sözler güzel açıklar: " N e yapalım,
nereye gidelim, bilemiyoruz. Şayet burada oturup k a l s a k s e r m a y e m i z i yiyip
bitireceğiz. Zira M e k k e ' d e k i varlığımız yazın Ş a m k ı ş ı n Habeşistan ticare­
t i n e d a y a n m a k t a d ı r " (Vakıdî, Meğazi I, Beyrut, 1404, s. 197).

A n c a k bu, gerçeğin sadece yarısıdır. Gerçeğin t a m a m ı n ı a n c a k şu c ü m l e ifa­


de edebilir: Eğer Kabe yoksa, ticaret de îlâf da yoktur; a m a Kabe de bereke­
tini kendinden değil Rabbinden alır. İşte sûre bu gerçeği hatırlatır: " k u l l u ­
ğu şu Beyt'in R a b b i n e tahsis e t s i n l e r . " (3) B e y t ' e değil, b e y t i n R a b b i n e . . .
Z ı m n e n : e k m e ğ e değil, e k m e ğ i n sahibine t e ş e k k ü r etsinler!
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 BARI Kureyş'in birlik ve dirliği hakkı


1 2
4 Ki O, onları açlığa rağmen doyurmuş, 4

için, 2 onların yaz ve kış yaptıkları ticari her tür tehlike ve tehdide rağmen güven­
sefer güvenliği hakkı için: 3 kulluğu şu de kılmıştır. 5

Beyt'in Rabbine tahsis etsinler! 3

1 Lam harfi için, Fil sûresi ve bu sûrenin 3. 3 Beyt'in Rabbi, âlemlerin Rabbidir. Yani bü­
âyeti olmak üzere iki tarafı da gören şu zımni tün bir insanlığın. Beyt de insanlığın yeryü­
anlama ulaşırız: Allah'ın Kureyş üzerindeki zündeki ilk varoluşunu temsil eder. Bir tür ba­
nimeti saymakla tükenmez. Fil Ordusu'nun ba ocağı, ana kucağıdır. Hac işte bu yüzden bir
hezimeti bunlardan sadece biridir, ama onlar sılaya dönüştür. Orayı ziyaret, Allah'ın insa­
bu nimetlerin hiçbirinin hakkını teslim etmi­ nın insanlığı üzerindeki hakkıdır (98/Âl-i
yorlar. Bari varlık sebepleri olan ticari güven­ İmran: 97).
liğin kaynağı Kabe'nin Rabbinin hakkını tes­ 4 Bu min bedel içindir. Metne kattığı yanan-
lim etsinler de..." lam şudur: Mekke şartlarında açlığa, tehdit ve
2 Kureyş, "köpek balığı" anlamına gelen kirş tehlikeye maruz kalmak doğaldı, buna rağ­
veya "toplamak ve biriktirmek" anlamına ge­ men Allah onları korudu.
len karş'm tasgiri. Kuruş da bu kökten gelir. 5 Zımnen: Onların dünyevi açlık ve korkula­
Tasgir burada tazim içindir. Fihr b. Malik ve­ rını gideren Allah şimdi de onların mâne-
ya onun dedesi Kinaneli Nadr'ın çocukların­ vî/uhrevî açlık ve korkularını gidermek için
dan türeyen Mekke ve civarında mukim kabi­ peygamber ve vahiy gönderdi.
lenin ismi.
KÂRÎ'A SÛRESİ
Nüzul : 22
Mushaf: 101

A d ı n ı ilk âyetinden almıştır. T ü m mushaflarda, ayrıca tefsir ve hadis ki-


taplarında bu adla anılmıştır. İlk veya ikinci kuşaktan sûrenin adı ko­
nusunda bir haber gelmemiştir.

Sûre Mekke'de nazil olmuştur. İlk tertiplerin tümünde Kureyş-Kıyamet


arasına yerleştirilir. Bu durumda sûre peygamberliğin 3. yılında inmiş ol­
malıdır.

Sûreyi Şam ve Basra okulları 8, M e k k e ve Medine okulları 10, Küfe okulu


ise 11 âyet sayar. Bu farklılığın nedeni biraz da fasılalar olsa gerektir. Zira
sûrede başta üç, ortada iki, sonda dört olmak üzere, üç farklı ses gurubun­
dan oluşan dokuz fasıla vardır.

Her şeyin bir ruhu olduğu gibi bu hayatın da bir ruhu vardır. O ruh âhiret-
tir. Ahiretsiz bir dünya hayatı ruhsuz bir cesettir. Sûre işte o ruhtan söz
eder âhiretten, yani yeniden diriliş ve Hesap Günü hakikatinden... Bize Al­
;

lah'tan başka kimsenin haber veremeyeceği Son Saat ve kıyametten... İn­


sanların kelebek gibi savrulacağı, kalkmaz kımıldamaz dağların hallaç pa­
muğu gibi atıldığı bir günün dehşetinden (4-5)...

Kur'an'daki t ü m kıyamet sahnelerinin üç ortak özelliği vardır:


1) Şiddetli ve dehşetlidir.
2) Hassas ve dakiktir.
3) Faile değil fiile vurgu yapar. (Bu üç maddenin Kur'an'daki örnekleri için
İnşikâk sûresinin giriş bölümüne bkz.)

Bütün bu verilerden yola çıkılarak şu sonuçlara varılabilir:


1) Olaylar kendi iç dinamiğiyle gerçekleşecektir.
2) Dışardan müdahaleye ihtiyaç duyulmayacak kadar yasalara bağlanmıştır.
3) Kıyamet ansızın, haber vermeden (bağteten) tahakkuk edecektir.
4) Süreci başlatmada insan gibi irade sahibi varlıkların yaptıkları eylemler
rol oynayacaktır. Ç ü n k ü insanın eylemleriyle Son Saat arasında bir neden­
sellik bağlantısı vardır.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 AH o korkunç patlama! 2 (Bir bilsen ey 6 İyilikleri ağır gelen kimseye gelince: 7 4

muhatap) o ne dehşet bir patlama! 3 Sahi, o kendisini, hoşnut olduğu tarifsiz güzel­
sen nereden bileceksin korkunç patla­ likte bir hayatın içinde bulacak,- 8 iyilik­
manın ne olduğunu? 1 leri hafif gelen kimseye gelince: 9 o da
4 O gün insanlar, sereserpe yerlere saçıl­ dipsiz bir uçurumun bağrına yuvarlana­
mış (kavruk) pervane sineklerini andıra­ cak. 5

cak,- 5 dağlar ise, dört bir yana dağılmış


2
10 Sahi, sen nereden bileceksin o nedir?
pamukları çağrıştıracak. 3
11 O, tarifsiz yakan bir özge ateştir. 6

1 Rahman ve Rahim Allah, sözün tüm gücünü mecazen: "Onun anası ağlayacak"; ya da "te­
kullanarak insanın vicdanını harekete geçir­ pesi üstü uçuruma yuvarlanacak" (Taberî). Bu
meyi murad ediyor. Akıbet endişesi taşısın, so­ âyet hakikati ters çevirmenin âhiretteki karşı­
rumluluk ahlakıyla davransın, kendi elleriyle lığını ifade eder. Kendilerine açılan ilâhi rah­
kendini helak etmesin istiyor. Rabbin sonsuz met ve şefkat kucağı olan vahiyden kaçanlar,
gücünü kavrasın da, haddini aşmasın istiyor. âhirette cehenneme ana muamelesi yapacak­
2 Zımnen: Ey insan! Kozmik darbe karşısında lar. Zımnen: Vicdanının sesini dinlemeyen,
bu kadar güçsüzsün! Peki, kozmosun sahibi er-geç gerçeğin dehşetli sesiyle [el-kâri'a] uya­
Allah'a karşı diklenmen akıl karı mı? nacak, fakat...

3 'Ihn, "yumuşak, hafif" anlamına. "Yün" 6 Cehennemlik insanın dehşetli şaşkınlığının


denmesi kıyasi olduğu için, "pamuk" ile kar­ ifadesi. Öyle bir şaşkınlık ki, ateşi ana kucağı
şılamakta sakınca görmedik [Mekâyîs). sanıp koşacak. Kişi kendisinden kaçamaz,- ey­
leminden, aklından, kalbinden, beyninden, or­
4 Yani: Allah katında değerli kabul edilen
ganlarından kaçamaz. Cehennemi ana kucağı
amellerle gelen.
edinen cehennemden kaçamaz, cehenneme
5 Lafzen: Onun anası uçurum olacak. Veya koşar.
FELAK SÛRESI
Nüzul : 23
Mushaf: 113

A d ı n ı i l k âyetinden alır. M u s h a f ve tefsirlerin çoğunda Felak adıyla anı-


lır. Allah Rasulü'nden gelen sahih rivayetlerde i l k â y e t i n i n t a m a m ı y l a
isimlendirilmiştir. Sûre, ikizi olan N â s ile b i r l i k t e " s ı ğ ı n d ı r m a " vurgusun­
dan dolayı M u a v v i z e t e y n olarak da adlandırılmıştır.

Sûre, ikizi olan N â s sûresi gibi M e k k î d i r . Ü s l u b u ve m u h t e v a s ı b u n u teyit


eder. İbn Abbas'tan Ebu Sâlih yoluyla gelen bir rivayette M e d e n i olarak gös­
teriliyorsa da, Küreyb yine aynı k a y n a k t a n b u n u n t a m aksi bir rivayet nak­
leder. Başta İbn A b b a s ' m talebesi İ k r i m e o l m a k üzere A t a ve Hasan el-Bas-
rî de sûrenin M e k k î olduğu görüşündedirler. Medine'de bir Y a h u d i ' n i n Ra-
sulullah'a y ö n e l i k sihir girişimini sûrenin n ü z u l sebebi saymak, bu yanlış
k a n a a t e yol a ç m ı ş t ı r . İlle de bir nüzul sebebi aranacaksa, bu m ü ş r i k l e r i n
Hz. Peygamber i ç i n söyledikleri " b ü y ü l e n m i ş bir adama u y m u ş o l u r s u n u z "
(Isra: 47) iftirasının bir benzeri olmalıdır. Ve Kur'an bu tür isnatları kesin
bir dille reddetmiştir. Hz. Peygamberin sihre maruz kaldığını söyleyen her
türlü rivayet bu i l k e ışığında değerlendirilmelidir. H z . O s m a n tertibinde sû­
re Fil-Nâs arasında yer alır. Bu durumda sûreyi peygamberliğin 3. yılına yer­
l e ş t i r m e k gerekecektir.

Felak, t ü m i l k sûreler gibi m u h a t a b ı n ı inşa edici sûrelerin başında gelir.


E m i r tekrarı (kul: de ki) isteyerek başlaması, z ı m n e n " E y m u h a t a p seni in­
şa e d e c e ğ i m " vurgusunu taşır. İnsan iradesinin g ö r ü n m e y e n ve b i l i n m e y e n
tarafından esir a l ı n m a tehdidine karşı m u h t e ş e m bir f o r m ü l sunar: Rabbe
sığınma [isti'âze). A y n ı zamanda bu, C a h i l i y y e n i n bir tür " k ö t ü l ü k t a n r ı s ı "
yerine i k a m e ettiği şeytan ve c i n tasavvurunu reddir. Sûre bu yönüyle icat
ediİmiş ve icat edeni esir alan korkuların terbiyesine dairdir (Bkz: C i n : 6,
not 8). Sûre z ı m n e n g ö r ü n m e y e n ve b i l i n m e y e n varlıklardan k o r k m a y ı , in­
sanın Allah'la ilişkisindeki zafiyetine bağlar. A l l a h ' ı n görünen ve görünme­
yen, bilinen ve b i l i n m e y e n t ü m varlıkların da Rabbi olduğunu vurgular.
Muhatabından, t ü m varlıkların şerrinden Rabbe sığınmasını ister (2). Sûre,
görünmeyen ve b i l i n m e y e n karşısında A l l a h ' t a n başkasına sığınmayı zım­
n e n dışlar ve reddeder. Zira m ü ş r i k l e r cinlere sığınırlardı (Cin: 6).

Sûre i m a n eden insana, yalnızca c i n ve şeytan gibi görünmeyen ve b i l i n m e ­


yen dünyalara dair v e h m e dayalı korkulardan değil, aynı zamanda " h a s e t ç i -
nin h a s e d i " gibi zararlı duygulara karşı da sığınak ve barınak olarak Rabbe
sığınmayı öğütler. Zira Allah m ü ' m i n i n en b ü y ü k sığınağıdır.
Nûzûl: 23 Mushaf: 113 23/FELAK SÛRESt t > > < g > ;, 12

RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 (EY muhatab!) De k i : "Sığınırım b e n


1 2
3 V e (aklı-iradeyi) bastırdığı zaman ze-
4

(yokluk gecesini) yararak varlığı çıkaran hirli-zifiri bir (cehalet) karanlığının şer-
sabahın Rabbine: rinden! 5

2 O'nun yarattığı her şeyin şerrinden! 3


4 Ve düğümlere üfleyenlerin şerrinden! 6

1 ibn Mes'ud'un rivayetine göre Peygamberi­ den sığınılan varlıklar içinden verilen örnek­
miz şöyle buyurmuştur: "Bana "de ki" denil­ ler olmuş olur.
di, ben de size "Deyiniz ki" diyorum". Bu, 5 Ğask, "karanlıkla dolup taşmak" kökünden.
Kur'an kıraatına değil de Hz. Peygamber'in bu Gariptir ki Ibnu'l-Enbarî, Türk lisanından geç­
sûreyi dua ve istiaze niyetiyle okuma tavsiye­ tiğini rivayet eder [el-Ezdâd). "Kokuşmuşluk,
sine hamledilmelidir. Kaldı ki, "de ki" emri, zehirlilik, buz gibi olmak, şiddet" kelimenin
yalnızca ilk muhataba değil tüm muhataplara­ anlam alanına dahildir (Zeccâc ve İbn Fâris).
dır. Parantez içi açıklamamız da buna matuf­ Gece, bilinmeyen ve görünmeyenden duyulan
tur. İbn Mes'ud'a nisbet edilen nüshalarda Fe- korku ve endişeyi artıran unsurdur (Kurtubî).
lak ve Nâs'ın yer almadığı şayiası hakkında en İlk muhataplar geceyi öylesine öcüleştirdiler
doğru ve en güzel cevap İbn Hazm'm verdiği, ki, onu bir tür "şer ilâhı" gibi görmeye başla­
bunun İbn Mes'ud'a atılmış bir iftira olduğu dılar. Dinlenme vakti olarak insana Allah'ın
ve rivayetin de uydurma olduğu yönündeki ikram ettiği geceye şer ilâhı rolü yüklemek,
cevaptır. Anlaşılan o ki, muhtemelen rivaye­ hiç şüphesiz akıl ve iradeyi bastıran cehalet
tin otoritesi sarsılır kaygısıyla rivayete kıyıla- karanlığının şerrine maruz kalmaktır.
mamış, bunun ibn Mes'ud gibi Kur'an'ın ye­
6 Veya neffâsâttaki dişilliği cinsiyet mânasın­
tiştirdiği seçkin bir sahabiye kıymak mânası­
da alarak: "Düğümlere üfleyen (kalbin akılla
na geldiği de gözardı edilmiştir.
olan düğümünü çözerek erkeği baştan çıka­
2 Istiaze'nin akla abdest aldırma işleviyle ilgi­ ran) kadınların şerrinden". Ebu Müslim bunu
li bkz. Besmele'nin notu (1/Fâtiha: 1, not 1) ve tercih etmiştir (nkl. Râzî). Belirlilik takısıyla
74/Nahl: 98, not 108. gelen en-Neffasât (t. neffase) o gün tüm muha­
3 Allah'ın fiilleri özünde hayırdır. Bu yüzden tapların bildiği bir işleme tekabül eder ki, bu
şer, Yaratan'a değil yaratılana isnat edilmiştir. da kehanet ve sihirbazlıkla uğraşan kişilerdir.
Buna rağmen şer yaratılanın cevherinde olan Neffase tıpkı allame gibi her iki cins için de
bir şey değildir, ona arız olan bir şeydir. Zira şer kullanılan bir mübalağa kalıbıdır [Tefsiru
esasen görecedir. Yaratılanı mâ hulika leh''ine Cüz'i-'Amme).
(yaratılış amacına) uygun kullanmada şer yok­ Düğümlere üfleyenler, insanlar arasındaki ak­
tur, onu yanlış kullanmak şerre yol açar. Parça­ rabalık ve muhabbet bağlarını koparmak için
da şer görünen, bütünde hayır görünür. Kulun karanlık yöntemler kullanırlar. Ne/s, "dili oy­
baktığı yerden şer görünen, Allah'ın bak dediği natarak tükürür gibi yapıp tükürmeden üfle-
yerden hayır görünebilir. Yaratılanın şerri, kişi­ mek" anlamına gelir. Son âyette hasidin iza
nin zifiri bir gecede duyduğu korkuya benzer; hased denilerek şerrin isnad edildiği fiil zikre-
aslında bu korkunun gerçek gerekçesi gece de­ dildiği halde, bu âyette neffasati iza nefesne
ğil, bilinmezlik, yani cehalettir. Bir sonraki denilmeyerek şer doğrudan faile isnat edilmiş­
âyet de zaten bu örneği verir. tir. Düğümlere üfleyenlerle görünmeyen var­
4 Buradaki vav, tefsiriyye vurgusuyla "mese­ lıklar arasındaki ilişkiyi şu âyet bağlamında
la" şeklinde de anlaşılabilir. Bu durumda bu anlamak gerekir: "birbirlerine vahyeden insan
ve devamındaki âyetler, ikinci âyette şerrin­ ve cin şeytanları" (73/En'âm: 112). Bu âyet
5 Ve haset ettiğinde hasetçinin şerrinden!
7 8

Nâs süresindeki "insanların göğüslerine ves­ olarak uyuyan haset duygusu değildir; asıl şer­
vese verenler" (5) âyeti ışığında anlaşılmalıdır. li olan, o duygunun faal hale gelerek sahibinin
Bu "düğümler" iç-benin (nefsin) kördüğümle­ vicdan ve aklını esir almasıdır.
ridir ve onlara üfleyenler de duygu ve düşünce 8 Haset, hasetçinin haset ettiğine dua, kendi­
dünyasındaki düğümleri ve sorunları çözme sine bedduadır. Haset, özü itibarıyla Allah'a
iddiasıyla insanları aldatan umut tacirleri ve itirazdır; kime, neyi, ne kadar vereceğine iti­
sahtekarlardır. Ya da insanın şahsiyet ve onu­ raz. Haset hastalığının ilacı, hasetçinin haset
runu, söz ve sebatını dağıtma çabasıdır. Buna, ettiğine dua etmesidir. Haset "kıskanmak"
karşıt cinslerin birbirlerinin duygularını, cin­ değildir. Kıskanmak, gayrettir. Gayret, elin-
selliği kullanarak kirletmeleri de dahildir. Sö­ dekini sakınmak, üzerine titremektir. Bu bağ­
zün özü: bu, insanın duygularını karıştırma lamda yakın kavramların karşılıklarını ver­
girişiminin her türünü kapsar. Duygu kirlen­ mek isabetli olacaktır: Hased: bende yok onda
mesi bunun sonucudur. (Duygu ve düşünce da olmasın. Buhl: Bende var onda olmasın.
kirliliğinden kurtulmada isti'âze'nin rolü için Şuhh: Onunki benim olsun. Ğıbta: Onda var
bkz. Besmele'nin notu, s. 2.) bende de olsun. Sehavet. Bende var onda da ol­
7 Bu ibare "hasedini dışa vurduğunda" veya sun, îsâr. Benim değil onun olsun. Cûd: bende
"hasedine yenildiğinde" şeklinde anlaşılabilir. yok ama onda olsun. Fakr. Onda yok bende de
Bu durumda şerli olan, insanın içinde bir zaaf olmasın.
A d ı n ı ilk âyetinden alır. M u s h a f ve tefsirlerin çoğunda N â s adıyla anılır.
İkizi olan bir ö n c e k i sûre gibi bu sûre de Allah R a s u l ü ' n ü n dilinde i l k
âyetinin t a m a m ı y l a isimlendirilir. Felak ile birlikte Muavvizeteyn olarak
da anılmıştır.

Felak sûresi gibi bu sûre de M e k k î ' d i r . G e r e k ç e s i ve M e d e n î olduğu yolun­


daki görüşlerin geçersizliği de Felak sûresinin girişinde işlenmiştir. T ü m
tertiplerde Felak-lhlas arasına yerleştirilir. İkizi gibi bu sûre de M e k k e dö­
n e m i n i n 3. yılında i n m i ş olmalıdır. Altı âyettir.

R e s m î m u s h a f tertibinde son sûre olarak 114. sırada yer alır. Bu sayede Al­
lah'ın adıyla başlayan mushaf, N â s (İnsanlar) sûresi ile son bulur. Allah
vahyin kaynağı, nâs vahyin hedefidir. Z a t e n vahyin de iki hedefi vardır:
T e v h i d ve adalet. Birincisi kuldan Allah'a, i k i n c i s i kuldan nâs'adır. İlâhî hi-
tab işte bu yüzden başı gökte ayakları yerde bir hitaptır. O n u n ayaklarını
i n s a n l ı k t e m s i l eder.

Sûre, ikizi olan Felak gibi inşa edici bir sûredir. Felak sûresinde felak'm
R a b b i n e sığınma t e l k i n edilirken, burada insanlığın R a b b i n e sığınma t e l k i n
edilir. Felak'ta gecenin " ş e r i l â h ı " gibi görülmesi z ı m n e n reddedilirken,
N a s ' t a adı sarahaten anılmadan görünen ve görünmeyen, insan ve cin şey­
tanlarının şer ilâhı gibi t e l a k k i edilmesi reddedilir. Sûrenin son âyetinden
Şeytan adının yalnızca g ö r ü n m e y e n varlıkların şerlilerine değil, aynı za­
m a n d a insanın da şerlisine verildiğini öğreniriz. Böylece insandan insanın
R a b b i n e sığınmış oluruz. Sûrede Şeytan'ın R a b b e izafe edilmemesi, Şey-
t a n ' ı n isyanıyla ilâhî terbiyeyi reddettiği, insanoğlununsa tevbesiyle ilâhi
terbiyeyi kabul ettiği a n l a m ı n ı taşır.

Sûrenin ilk inşa ettiği şahıs A l l a h Rasulü'dür. O n a sadece görünmeyen var­


lıklara karşı değil, t o p l u m u n içindeki şeytanlaşmış k i m s e l e r e karşı da Al­
lah'ın kendisine yeteceği vurgulanır. Bu ilâhi bir teselli o l m a k t a n da öte,
z ı m n i bir garantidir. N i t e k i m bu ilâhi garantinin t ü m zor şartlara rağmen
nasıl gerçekleştiğine tarih şahit olmuştur.

Sözün özü: A l l a h kendisine sığmanı, sadece kendi dışındaki görünür görün­


m e z türlerin şerrinden değil, kendi türünün şerrinden de korur.

A l l a h ' ı n "İnsan topluluğunun Rabbi" oluşu, insan t e k i gibi insan topluluk­


larının da ilâhi terbiyenin m u h a t a b ı olduğunu gösterir. Bu " H i ç k u ş k u s u z
bir t o p l u m u n bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da o top­
l u m u n gidişatını d e ğ i ş t i r m e z " (Ra'd: 11) âyeti ışığında anlaşılmalıdır.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 (EY muhatab!) De ki: 4 Sinsi ve sinik vesvese kaynağının şer¬


" Sığınırım ben Rabbine insanlığın; rinden; 2

2 Sahibine insanlığın, 5
° H sürekli kalplerine fısıldıyor insan-
3 ilâhına insanlığın: 1
ların,

1 İlk üç âyet atf-ı beyan olarak, her biri bir ön­ na yapması gerekeni unutturmak içindir
cekini açıklar. Yani: insanlığın Rabbi insanlı­ (73/En'âm: 68; 62/Kehf: 63; 71/Yusuf: 42). Bu
ğın yöneticisidir, insanlığın yöneticisi insanlı­ fiskoslar içgüdülerin, egonun, bilinçaltının
ğın ilâhıdır. İnsanoğlu birine sığınacaksa onun yüreğin kulağına fısıldadığı süslü yalanlar ve
Rab, Melik ve İlâh sıfatlarını bi-hakkın taşı­ ayartıcı cazibedir. Tüm günah, isyan, küfür ve
ması gerekir ki, kendisine sığınanı koruyabil­ şirkin kaynağı da budur. Vesvas-i hannâs'm
sin. Zamir yerine nâs'm üç kez tekrarlanması yalanına aldanmak... işte asıl günah budur ve
hem beyan hem de insanın şerefliliğine bir bu mazeret değildir. Ondan sonra insandan sa­
göndermedir. dır olan her kötülük, insanın kendi elleriyle
2 Veya geçişli olarak: "sindirip geri bıraktıran yaptığı kötülük olarak kaydedilecektir (98/Â1-
vesvesecinin şerrinden" Hannâs, hunûs'tan i İmran: 165, 82/Şûrâ: 30; 104/Nisâ: 79). İşbu
geçişsiz olarak hem "kendisinden Allah'a sığı- noktada Allah'a sığınmak, kişinin ferman
nıldığında sinip geri çekilen", hem de "sindiği dinletemediği gönlünü Allah'a ısmarlamak,
yerde fırsat kollayıp ilk fırsatta insanı ayart­ bir yerde O'na sigortalatmaktır. Ve bu mâna­
mak için pusuda bekleyen" anlamlarını içerir. da isti'âze yapmak (sadece okumak değil) fiili
Vesvesenin sonucu şartlanma ve önyargı, bu bir duadır.
ikisinin sebebi ise vesvesedir. el-Vesvâsi'l-hannas, Âdemoğlu'nun atasını al­
İsm-i mastar olarak vesvâs, vesvese kaynağı datan Şeytan başta olmak üzere, onu doğru
olabilecek görünen görünmeyen, bilinen bi­ yoldan saptıran herkestir (Krş: 56/A'râf: 20¬
linmeyen, hayal veya gerçek, bilinçaltı veya 21). "Allah Rasulü dedi ki: "Cin ve insan şey­
bilinç üstü, duyular veya güdüler, vehim veya tanlarından Allah'a sığınırım!" Ebu Zer sordu:
endişe (104/Nisâ: 119-121) olmak üzere her "insan şeytanı da olur mu?" Hz. Peygamber
tür vesvese kaynağıdır. Nasıl ki vesvâs'm cevap verdi: "Evet, o cin şeytanından daha şer­
ayartmasından kurtulmanın yolu Allah'a sı­ lidir." (Ahmed b. Hanbel).
ğınmak ise, vesvâs'ın oyuncağı olmanın sebe­ 3 Felak sûresinde kendisinden Rabbe sığınılan
bi de Allah'tan uzaklaşmaktır. Allah'a sığın- üç şer, dışardan gelen serlerdi. Burada ise tek
mayanlar mutlaka sığınacak başka bir kapı bir şeyden Allah'ın Rububiyyet, Melikiyyet ve
bulurlar. Allah'tan başkasına sığınmak, sığı­ Uluhiyyet gibi üç sıfatına sığınılıyor: Sinsi
nılan o kapıya tasavvurda Rablik, Meliklik ve vesveseci. Bu üslûp, kendisinden sığınılan şe­
llâhlık vasfını yakıştırmayla sonuçlanır. Bu yin tehlikesinin büyüklüğüne delalet eder ki,
Allah'tan rol çalmaktır. Neticede o kapı, sığı­ bunun sebebi de insanın içinden gelip içini he­
nan kimse için bir vesvâs-i hannâs'a dönüşür. def almasıdır. Yani: insanın öz elleriyle kendi
Bu vesvas-i hannâs'm bir dış gerçekliğinin kendini vurmasıdır. Bu manevî bir intihar
olup olmaması fark etmez. İcat edilmiş sahte hükmündedir ki, fizikî intihardan bin beter
bir görüntü olsa da, kendisi onun uydusu, o sonuçlar doğurur. Dışarıdan gelen tehlikeye
ise kendisinin öteki kişiliği olur (Bkz: karşı tedbir almak, insanın kendi için kendisi­
83/Zuhruf: 36-37). Şeytan ve nefsin bazı ves­ ne yönelen tehlikeye karşı tedbir almaktan
veseleri bir şey yaptırmamak için değil, insa­ çok daha kolaydır.
Nüzul: 24 Mushaf: 114 24/NÂs SÛRESI 83

6 ister görünmeyen-bilinmeyen, ister gö- rünen-bilinen türden. 4

4 Veya min'in beyaniyye vurgusuyla: "Cinden dan da". Zımnen: Tüm iradeli varlıklardan. Cinn
dolayı da (vesvese verir), insten dolayı da (vesve­ ve ins birlikte geldikleri her yerde iradeli varlık­
se verir)". Yahut da min'in ibtidaiyye vurgusuy­ ların çift kutbunu ifade eder (Çevirimizin gerek­
la: "(sinsi vesveseci) cinlerden de olur, insanlar­ çesi ve ayrıntı için bkz. 73/En'âm: 112, not 94).
Sûre, m u h a t a b ı n ı n A l l a h tasavvurunu ş i r k t e n arındırdığı i ç i n Ihlas adıyla
şöhret b u l m u ş t u r . M u h t e v a s ı n a uygun olan T e v h i d adıyla da anılmıştır.
Bazı rivayetlerde Kul huvallahu ahad adıyla anılır. Bunların dışında Esâs,
Samed, Tefrid, Tecrid, N e c a t , N i s b e , Ma'rife, C e m a l , Kâfirûn ile birlikte
M u k a ş k ı ş e , Cerb, Mu'avvize, M a n i ' a , Mahdar, Muneffira, Berrae, M u z e k k i -
ra, Nur, E m a n ve Safiye diye de adlandırılır (Râzî ve İbn Aşur).

M e k k e ' d e indirilmiştir. Ü s l u b u ve m u h t e v a s ı b u n u destekler. İlk tertiple­


rin t ü m ü n d e M e k k î ' d i r . Medine'de indiği iddiaları sebeb-i n ü z u l rivayetle­
rinden k a y n a k l a n s a gerektir. Ü n l ü tertipte Felak ve N â s ' m ardına yerleşti­
rilir. Bu durumda sûreyi N ü b ü v v e t ' i n 3. y ı l m a t a r i h l e n d i r m e k gerekir.

Ihlas sûresi, k e l i m e - i tevhidin (lailahe illallah) tefsiridir. Ü ç ü o l u m l u ü ç ü


o l u m s u z toplam altı c ü m l e d e n oluşan sûrenin k o n u s u tevhid, a m a c ı Allah
tasavvurumuzu inşadır. Her bir c ü m l e arasında sebep s o n u ç ilişkisi vardır.
M e s e l a Allah oluşu s o n u ç diğerleri sebep olursa a ç ı l ı m ı şöyle olur: O Al­
lah'tır: ç ü n k ü eşsiz ve benzersizdir, Samed'dir, doğurmamış ve doğurulma-
m ı ş t ı r , hiçbir şey O ' n a denk ve benzer o l m a m ı ş t ı r . Allah oluşu sebep, diğer­
leri s o n u ç olarak okunursa: O eşsiz ve benzersizdir, O Samed'dir, O doğurt­
m a m ı ş ve doğurulmamıştır, h i ç b i r şey O ' n a denk ve benzer o l m a m ı ş t ı r :
ç ü n k ü O Allah'tır. Sûre tevhid süresidir ve tevhid, Allah'ı Allah b i l m e k t i r .

Ihlas Sûresi b ü t ü n ü y l e A l l a h ' ı tanıtan ilâhi bir kartvizit mesabesindedir.


Kulun R a b b i n e ihlas ile intisabını ele alır. Sûrenin ihbar cümleleri, kul (de
ki) ile inşaya dönüştürülür. A l l a h R a s u l ü sûreyi " K u r ' a n ' ı n ü ç t e birine
d e n k " olarak niteler (Buhârî ve M ü s l i m ) . Bu, sûrenin k o n u s u y l a alâkalıdır.
Zira Kur'an'ın ana konuları tevhid, nübüvvet ve âhirettir. Rivayette
" K u r ' a n âyetlerinin e f e n d i s i " olarak n i t e l e n e n  y e t e l k ü r s i ve Haşr sûresi­
n i n sonu gibi A l l a h ' t a n söz eden âyetler varsa da, b ü t ü n ü y l e Allah'ı k o n u
alan t e k sûre budur.

Allah Rasulü, sabah n a m a z ı öncesinde kıldığı nafile namazda ve bayramlar­


da bu sûreyi Kâfirûn ile eşleştirerek okurdu. Sûrenin iniş nedeni olarak nak­
ledilen rivayetler içerisinde en tutarlı olanı, İbn Mes'ud, U b e y b. Ka'b ve
Cabir b. Abdullah'tan ayrı ayrı gelen şu rivayettir: " K u r e y ş N e b i ' y e " B i z e
R a b b i n i n niteliğini a n l a t ! " dedi, bu sûre nazil o l d u " (Tirmizî). Bu sûrede Al¬
- lah'ı bizzat Allah t a n ı t m a k t a d ı r . Bu yüzden bu sûre vahyin zirvesidir. Zira
varlığın zirvesi olan A l l a h ' t a n söz etmektedir.
'Xg>fr
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 (EY muhatab!) De ki: O Allah'tır; eş- 1


2 Allah Samed'dir.
3 4

siz-benzersiz bir tek'tir. 2

1 Zımnen: Sadece Allah'ın mahiyeti hüviyeti­ bil!" anlamına gelir. Zira söz düşüncenin ço­
nin aynıdır, O'ndan gayrisinin mahiyeti ile cuğu, eylemin annesidir. Mamafih sözün ken­
hüviyeti farklıdır. O'nun hakkı kulluk edil­ disi de aklın eylemidir.
meye lâyık tek Allah olmaktır, O'ndan gayri­ 4) Bir tek bu emirle tüm sûrenin belagat çatı­
sinin hakkı O'na kul olmaktır. Bu âyet beyan sı değişmiş, sûre haberden inşaya taşınmıştır.
bilgi sisteminde tevhidi, burhan bilgi siste­ 5) Ele alınan konu akidenin direğidir ve birey­
minde hüviyeti, irfan bilgi sisteminde vahdeti sel yorumlara açık olmayan bir konudur.
ifade eder. Onun için de muhatabın takdirine bırakılma-
2 Ehad için, " es-Samed'in aksine Allah'tan yıp "de" emri verilmiştir.
başkası ehad diye nitelendirilemeyeceği için 6) "De ki" emri duyulduğu andan itibaren kar­
el takısı almamıştır" denilmişse de, başta bu şı ileti ister: "Ne diyeyim ya Rab!" Bu yöntem
sûrenin sonundaki olmak üzere Kur'an'da ya­ teyit alma yöntemidir. Yanlış anlamayı ve an­
lın olarak 53 yerde gelir. Burası dışında, hep­ laşılmayı önlemek için kullanılır. Zira akide
sinde de başkaları için kullanılır. Ehad, sıfat-ı gibi nazik bir konuda açık kapı bırakmaya gel­
müşebbehe olması hasebiyle, "teklik O'na mez.
mahsus ve zatıyla kaim" demektir. Belirsiz­ 3 Allah lafzının tekrar gelmesi Ehad ve es-Sa-
lik, O'nun zatına özgü bu niteliği kulun tam med sıfatlarının birbirinden bağımsız olarak
olarak kavrayamayacağına delalet eder. Vahid ilâhi zata aidiyetlerini ifade eder. Ehad'in ön­
yerine ehad gelmesi, maddî-manevî, aklî-hissî ce gelmesi şirkin öncelikli sorun olduğunu
tüm boyutlardan ve açılardan biricikliğini, eş­ gösterir.
sizliğini ve benzersizliğini ifade içindir. Vahid
4 Samed, Allah'ın mutlak ve mükemmelliğini
olan "bir" parçalardan da meydana gelebilir,
ifade eden bir sıfattır. Hiçbir dile birkaç keli­
fakat ehad olan "tek" parçalanamaz olanı ifa­
meyle çevrilemez. Hem "her şey kendisine
de eder. Mamafih Allah için Vahid sıfatı da
muhtaç olup kendisi hiçbir şeye muhtaç olma­
kullanılmıştır (Bkz: 91/Hac: 34 96/Bakara:
;
yan"; hem "ilk sebep ve son gaye" veya "önce-
163). Fakat Ehad Vahid'den teklik açısından
siz ilk sonrasız son"; hem "eksilmeyen ve art­
daha güçlü bir sıfattır.
mayan"; hem "evrenin eşsiz sahibi" mânaları­
Ihlas sûresi muhatabının Allah tasavvurunu na gelir. Kelimenin türetildiği samd'm kök an­
inşa eden bir sûredir, ilâhî bir kartvizit mesa­ lamı "güç [eî-kuwe) ve cazibe kaynağı/merke­
besindedir. "Ey Allah'ım! Seni tanımak istiyo­ zi [el-cem]"dir. Tabiatın çetin şartlarına dire­
rum!" diye dua eden bir kula sunulmuş bir ce­ nen yekpare ve som kayaya samed denir. Yani
vap gibidir. Ihlas sûresinde konuşan Allah, ko­ zamana direnen, daim ve baki olandır. İştikak¬
nu Allah'tır. Yani Allah'ın Allah hakkında ko­ ı ekber açısından kelimenin asli harflerinin
nuştuğu sûredir bu sûre. Bu âyetteki kul (de sad ve mim olduğu, "boğaz deliği kapalı olup
ki) emrinin ilk anda hatırlattıkları şunlardır: yememek" anlamındaki savm, "ağzı kapalı
1) "De ki" emri muhatabın zihnini yüce bir olup susmak" anlamındaki summ ve "kulak
makamdan gelen emre karşı hazırlar. deliği kapalı olmak" anlamındaki samt ve çe-
2) Bu emir talim ve terbiyeyi, yani eğitim ve nesiyle değil değeriyle konuştuğu ve değeri sa­
öğretimi amaçlayan bir talimattır. bit olduğu için "altın ve gümüş" anlamına ge­
3) Bu bir şeyi yapma emri değil söyleme emri­ len sâmit ile akrabadır. Yani deliksiz, gediksiz,
dir. "Bir şeyi yapmadan önce ne yapacağını eksiksiz, noksansızdır. Ne bir şey girer, ne bir
3 O doğurtmamıştır ve doğurulmamış-
5
4 Ve hiçbir şey O'na asla denk ve benzer
tır. 6
olmamıştır. 7

şey çıkar. Bu mâna, üflenen Ruh'un 'Allah'tan gusu katar. Es-Samed ismi, Tanrı'nın bir şeye
bir parça' olduğu düşüncesini de dışlar. Bir çok girdiği (hulul) veya bazılarının Tanrı'yla bir­
otoriteye göre Samed, "iç organları olmadığı leştiği (ittihad) türünden her tür akidevî sap­
için yeme ve içmeye muhtaç olmayan" de­ mayı kökten reddeder.
mektir. Yani ölümlü olmayan ve beşere ben­ 5 Yani "doğurmamış/doğurtmamıştır", anne-
zemeyendir. Kendisi başkalarına muhtaç ol­ baba olmamıştır.
mayıp başkalarının ihtiyacını gideren toplum
6 Lem telid yerine lem yelid gelmesi özellik
liderine de "Samed" denir. Marife olarak geldi­
ve öncelikle Allah'a her tür oğul isnadını ön­
ğinde mâna şu olur: "her şey kendisine muh­
lemeye yöneliktir. Yani baba olmamıştır, ba­
taç olan ve kendisi hiçbir şeye muhtaç olma­
bası olmamıştır. Zira her doğan ölür, her ölen
yan". Hakim Tirmizî, es-Samecfi "öncesiz ilk
ise yaratılmıştır. Bu âyet başta eski dünya Şa­
ve sonrasız son" olarak tarif etmiştir. Sözün
manizm'i, Hind, Yunan ve kadim Batı paga­
özü: Allah'ın mutlak-mükemmelliğini ifade
nizmi ve Hıristiyan teslisi olmak üzere, tüm
eder (Krş: İbn Teymiyye, Tefsir VII, 307-326).
şirk türlerini reddeder.
Müsnedin belirli gelmesi tahsis ifade ettiği
için cümleye, "Yalnızca Allah sameddir" vur­ 7 Zımnen: Ne zatında, ne sıfatında, ne fiille­
rinde. Ehad, ilk âyette olumlu bu âyette olum-
ç^^Şg^t^ suz kullanılmıştır. Birincisi tah­
sis, buradaki tamim (genellik) içe­
rir, ilki Allah için bu sonuncusu ise Allah'tan
başka her şey için kullanılmıştır.
A d ı n ı ilk âyetinden alır. D a h a sahabe döneminde Necm adıyla a n ı l m ı ş -
t ı r . M e k k e ' d e i n m i ş t i r . M u h a m m e d i davetin M e k k e dönemi dört m e r ­
haleye ayrılabilir. Kureyş putlarının i s i m zikredilerek a ç ı k ç a yerildiği i l k
sûre olan N e c m , bireysel davetten t o p l u m s a l davete geçişte yepyeni bir
merhaleyi t e m s i l eder. T a m a m e n ya da k ı s m e n M e d e n î olduğuna dair riva­
yetler mesnetsizdir. İlk tertiplerin t ü m ü Ihlas-'Abese arasına yerleştirirler.
Buna göre ü ç ü n c ü veya dördüncü yılda t e k celsede veya peyderpey indiril­
m i ş olmalıdır.

İbn Abbas'a göre N e c m sûresi, H z . Peygamber'in M e k k e l i l e r e vahiyle 'mey­


dan okuduğu' i l k sûredir (Buhârî). M e k k e müşrikleri daha ö n c e vahyin çağ­
rısını duymazdan gelmişlerdi. K a t ı l m a m ı ş l a r s a da, a ç ı k ç a saldırıya da geç­
m e m i ş l e r d i . T a n r ı l a r ı n ı n eleştirilmesi üzerine, tavır değiştirerek vahye ve
onun b ü y ü k davetçisine karşı saldırgan bir tavır takındılar.

Bu sûre, Fecr'den sonra n ü z u l sürecinde kıssaların silsile halinde yer aldığı


i k i n c i sûredir. Fecr'de yer alanlara, bu sûrede Hz. Musa, Hz. N û h ve M u ' t e -
fike kıssaları ilave edilir.

Sûre i l k b ö l ü m ü n d e vahiy ve o n u n ilâhi kaynağına atıf yapar. Hz. Peygam­


berin vahiy meleğiyle i k i ayrı b u l u ş m a s ı n ı dile getirir (1-18). Bu h e m Hz.
Peygamber ve m ü ' m i n l e r i teyit ve teşvik, h e m de inkarcıları t e n k i t ve tek­
dir a m a c ı taşır. V a h y e y ö n e l i k iftiralara cevap v e r m e y e ve'n-necm diye baş­
lar. Bu, " g ö k " ve onun hayranlık verici h a ş m e t i n d e n yola çıkarak vahyin
aşkın ve y ü c e kaynağına zihnî i n t i k a l i sağlamak içindir. Bu girişte, m a k r o
k o z m o s olan evren ile m i k r o k o z m o s olan insan arasında ilginç bir bağ ku­
rulur. Buradan yola çıkarak, insanın bozuluşuyla evrenin bozuluşu arasın­
daki bağlantıya z ı m n i bir atıf yapılır. B u n u n ardından Kureyş'in b o z u l m u ş
tanrı tasavvurunu ve bu tasavvurun ü r ü n ü olan sahte ilâhları ele alır (19¬
3 2 ) . Sûre, insanın ebedi istikbali ve bu istikbalde kendisini b e k l e y e n ödül
ve ceza konusuyla son bulur (33-62).

Sûrede, t ü m zamanlar ve mekânlarda geçerli olan ilâhi ilkeler şöyle dile ge­
tirilir: " H i ç k i m s e bir b a ş k a s ı n ı n sorumluluğunu taşımaz,- ve insan başka­
sının değil, sadece kendi çabasının karşılığını g ö r e c e k t i r " (38-39).

Küfe s a y ı m ı n a göre 62, diğer okullara göre 61 âyettir.


88 26/NECM SÛRESİ t l î < g > , f Nüzul: 26 Mushaf: 53

RAHMAN RAHÎM LLAH'IN ADIYLA

1 VAHYİN aşama aşama inişi şahit ol­ iyice sokuldu; 9 öyle ki, iki yay aralığı,
sun! 1
hatta daha az bir mesafe kaldı: 10 İşte 5

2 Arkadaşınız ne sapmıştır, ne kanmıştır; (Allah)'ın kuluna vahyettiğini böylece


iletmiş oldu.
3 ne de kendi keyfinden konuşmaktadır,-
11 Gördüğünü gönül yalanlamadı: 12 ne 6

4 bu (Kur'an), kendisine indirilen bir va­


yani, şimdi siz ne gördüğü hususunda
hiyden ibarettir. 2

onunla tartışacak mısınız?


5 Onu, melekeleri son derece güçlü bir
13 Doğrusu onu bir başka iniş sırasında
(melek) öğretti; 6 etkileyici ve tam dona­
yine görmüştü,- 14 en sonuncu sidra ağa­
7

nımlı: Derken o kendini olanca haşme­


3

cının yanında, 15 vaad edilen cennetin


8

tiyle gösterdi,- 7 (önce) en uzak ufukta


4

(görüntüsü) eşliğinde, 9
16 kaplayan o
belirmişti; 8 daha sonra yaklaştı, derken

1 Veya: "Yücelerden inen vahyin gözler önüne 4 Veya: "Tüm varlığıyla doğruldu". Öznesi
serdiği (hakikat) şahit olsun!" ya da "Görün­ Nebi de olabilir. Tercihimizin Cebrail olması
düğü zaman yıldız şahit olsun!" Bağlamla 8/Tekvir 23'e dayanmaktadır: "Doğrusu onu
uyum halindeki tercihimiz, Mücahid'in İbn ufukta bütün açıklığıyla gördü".
Abbas'tan nakline dayanır (Taberî). Yemin va- 5 Bu bir deyimdir. İki taraf arasındaki yakınlı­
vı için bkz. 5/Duhâ: 1, not 1. ğı ifade eder. İki yayı birleştirip onlarla tek bir
2 Muhtemelen vahy teriminin ilk geçtiği yer. ok atmak güç birliğini simgelerdi. Bu deyim
İslâm öncesinde dikili taş anıtlar için kullanıl­ Türkçe'de "aralarından su sızmıyordu" ile
maktaydı. Kök olarak "açığa çıkarmak, ifşa et­ karşılanır. Dostluğa ve yakınlığa delalet eder.
mek, imâda bulunmak, kafa sallamak, işaret­ 6 Veya 17. âyete dayanarak: "Gözün gördüğü­
leşmek, birisinin aklına düşürmek, ilham et­ nü gönül yalanlamadı".
mek" anlamlarına gelir. Kelimenin iki temel 7 Bu âyet Enbiyâ 28 ve Tekvîr 23'e atıf olarak
vasfı "hızlılık" ve "gizlilik"tir. Bir mesajı dil okunmalıdır.
dışı bir yolla muhataba iletmeyi ifade eder.
8 Veya: "hayranlığın sınırında". Sidra'nm
"İlham, işaret, îmâ, ilka, ihsas" vahyin anlam
"göz kamaşmak, hayran olmak" anlamındaki
alanına dahildir. Terim olarak "İlâhî mânala­
seder (ç. sederât) kök anlamına dayanarak.
rın vasıtalı veya vasıtasız peygamberin kalbi­
Arapça'da Nebk da denilen bu iğneli ağaç türü
ne ilka edilmesi" olarak tarif edilir. Vahyin
için üç özellik sayılır: Gölgesi geniş, meyvesi
inişi, bir ucu gayba dayalı mucizevî bir süreç­
leziz, kokusu hoş (İbn Aşur). Allah Rasu­
tir. Aşkınla içkin arasındaki ilişki ve iletişi­
lü'nün vahiy meleğiyle özel buluşmasını tas­
min ifadesi olan vahyin inişine dair tüm açık­
vir eden bu pasaj içinde ağacın merkezi bir yer
lamalar, son tahlilde, işin mahiyeti gereği gay- işgal etmesi, Hz. Musa'nın Tuvâ vadisinde
bın akıl sır ermez duvarına toslamağa mah­ vahyi ilk alışını hatırlatmaktadır. Ona da ilâ­
kûmdur (Vahye dair bkz. 31/Zelzele: 5, not 6; hi kelam bir ağaç üzerinden tecelli etmişti
82/Şûrâ: 51, not 62). (67/Kasas: 30). Elçi melek ile elçi insanın bu­
3 Zû-mirra, murûfâan mastardır. "Öd, akıl, luşması yoluyla vahyin alındığı durumlarda
kuvvet, yetenek, donanım, sağlamlık" de­ (Krş: 82/Şûrâ: 51), ağaçla vahiy arasında izah
mektir. Zımnen: Vahiy meleği türünün en iyi- edemediğimiz ve sırrını kavrayamadığımız bir
sidir. ilişki var gibi görünmektedir.
şey 10
sidreyi çepeçevre kuşattığında... 19 PEKİ hiç düşündünüz mü Lat, U z z a 13

17 Göz ne şaştı ve kamaştı, ne de haddi 20 ve sonuncusuna, (hani) şu üçüncüleri


aştı: 11
18 hakikaten de o, Rabbinin en bü­ olan M e n a t ' a 14
(neden dişi adlar verdiği­
yük âyetlerinden birini görmüştü. 12 nizi)? 21 Erkekler size kızlar O'na, öyle
15

9 "Kendisine sığındı" mânasındaki evâ'nın nildiğini ifade eder. Allah Rasulü bu müşahe­
mastarı olan me'vâ, "sığınak, barınak, koru­ desini anlatırken "Öyle bir makama yüksel­
nak, son durak" mânalarına gelir. Kelimenin dim ki, kalemlerin cızırtısı işitiliyordu" buyu­
yapısı gereği hem sığınma zamanını, hem sı­ racaktır (Buhârî). Bu müşahede sırasında Ra­
ğınma mekânını, hem de sığınmayı ifade eder. sulullah'm Burak'a binip yükselmesini Şah
Bu âyette gerçekleşen olağanüstü buluşmanın Veliyyullah "Nefs-i hayvaniye galip gelip
adresi, Mekke'deki "Me'vâ Bahçesi" adı veri­ nefs-i ruhani ile yücelme" şeklinde anlar [H.
len bir yer olabilir mi? Evet dememiz için Bâliğa). Bu âyetle Isra 1 arasında bağ olduğunu
meVa'nın Kur'an'da dünyaya ilişkin kullanıl­ düşünürsek, 12-18. âyetler arasının Isra'yı an­
dığı bir önek bulmamız gerekir. Oysa ki farklı lattığı sonucuna varırız. Bu durumda iki sûre
formlarla 22 yerde gelen kelimenin tamamı da arasındaki zaman farkı, şu üç ihtimalden bi­
ahirete ilişkindir. Bu sonuç ışığında âyetin riyle açıklanır: 1) Bu müşahede birden fazla
açılımı şudur: dünyadaki has bahçelerin değil, gerçekleşmiş olabilir. 2) 12-18. âyetler, Isrâ
arka planda, ahiret cennetinin görüntüsü eşli­ l'den sonra gelmiş olabilir. 3) Isrâ 1, daha er­
ğinde... Âyet, Hz. Peygamberin, vahiy mele- ken bir zamanda inmiş olabilir. Burada 13.
ğiyle ikinci randevusundaki iç içe geçmiş çok âyetin de açıkça ifade ettiği gibi iki görüşme
özel müşahedeye atıftır. Zımnen: Beşeri bilgi­ anlatılmaktadır: Biri 6-12 arasında, diğeri 13¬
nin ve insanın idrak kapasitesinin sınırını ifa­ 18 arasında. Bu müşahedeleri Isra (veya Miraç]
de eder. adıyla anacak olursak, birden fazla müşahede
10 Fevkaladenin akılla kavranamayan yapısı­ olduğuna hükmetmemiz gerekecektir. Eğer Is­
râ 1 bunlar gibi bir olay ise, ya Isrâ'nın iniş za­
nı ifade eden bilinçli bir müphemlik.
manını öne, veya bu sûrenin iniş zamanmı
11 Yani: görmesi gerekeni gördü, görmemesi
çok daha sonraya ait saymak gerekir.
gerekeni görmeye yeltenmedi. Burada Hz. Mu­
sa'nın "bana kendini göster" talebine kinaye 13 Lât [el-Lât, el-Lâhe): Taif'te dikili bir puttu.
yollu bir îmâ var gibidir (Krş: 56/A'râf: 143). Kelimenin üretildiği leviyye, hayranlık verici
parlaklıkta, sokunca öldüren dişi bir yılanın
12 Veya: "bazılarını". Eğer "birini" şeklinde
adıdır. "Dövüp ezmek" anlamındaki iet/e de
okursak, " o " vahiy meleği Hz. Cebrail olmalı­
nisbet edilmiştir. Uzza: "en yüce" anlamında­
dır. İbare "bazılarını" şeklinde anlamaya da
ki e'azz'ın dişili. Tapınağı Mekke-Taif arasın­
açıktır. Bu sıra dışı müşahedenin bir benzerini
daki Hurad'daydı. Hacda taşlanan üç put, bu­
(veya aynısını) anlatan Isrâ l'de de, Rabbinin
radaki üç ünlü putu temsil etse gerektir.
tüm mucizevi sembollerini değil bazılarını
gördüğü ifade edilir. Bu âyet, Rasulullah'm bu 14 Menat: "kader, ölüm" anlamındaki me-
özel müşahedede Allah'ı değil "Allah'ın âyet­ nâ'dan. Tapınağı Medine yolu üzerindeydi.
lerini" gördüğüne delalet eder. Râzî, "Rabbi­ 15 Tarihçilerin çoğu bu âyetlerle ilgili şöyle bir
nin âyetleri" ifadesinin "Rabbini gördü" şek­ olay naklederler: Kureyş'in şiddetli baskı ve
lindeki bir anlamaya meydan vermediğini, zulümlerine maruz kalan bir kısım Müslüman
eğer öyle olsaydı bu mucizevi müşahedenin önce Habeşistan'a hicret etti, iki ay sonra
tek amacının Rabbi görmek olacağını, oysa ki Mekke'ye döndü. Bu dönüşün sebebi şöyle
burada raâ rabbehu değil min âyâti rabbihi de- açıklandı: Hz. Peygamber, Mekke soylularının
90 ^^g^, t 26/NECM SÛRESİ t t y^^, Nüzul: 26 Mushaf: 53

mi? 1 6
22 O halde bu ne berbat bir payla­ ve isteğine tabi olduğunu mu sanıyor? 18

şım böyle! 25 Fakat ahiret de dünya da Allah'a aittir.


23 Bunlar, sadece sizin ve atalarınızın uy­ 26 Her ne kadar göklerdeki melek sayısı
durduğu isimlerden ibarettir,- Allah bun­ çoksa da, Allah'ın dilediği ve razı olduğu
lara hiçbir yetki ve otorite devretmemiş- kimseler için verdiği şefaat izni olmadık­
tir. Bunu söyleyenler sadece kuruntu ve ça, onların şefaati hiçbir fayda sağlama­
nefsani arzularının peşinden gidiyorlar,- yacaktır. 19

oysa ki Rablerinden kendilerine, ilâhi 27 Elbet ahirete inanmayan kimseler,


rehberlik gelmiş bulunuyor. melekleri dişi isimlerle adlandırırlar. 20

24 Yoksa insan, 17
(hakikatin) kendi arzu 28 Ama onların bu konuda hiçbir bilgisi

kendisine tavır koymasından müteessir oldu. âyetidir. Bu durumda bu putları ve onlara ta­
İçinden Allah'ın onları kendisine yaklaştıra­ pan Kureyş'i yerden yere vuran 21-32. âyetleri
cak bir şey yapmasını temenni etti. Bunun de okumuştur. Şu halde: Bunları duyduktan
üzerine Necm'in buraya kadarki âyetleri nazil sonra Şeytanın attığı iddia edilen sözlerin hük­
oldu. 20. âyete gelince, Şeytan onun diline mü tamamen geçersiz kalır, bu bir. Söz konu­
"Bunlar yüce kuğulardır, elbet şefaatleri umu­ su âyetlerdeki ağır eleştiriyi duyan müşrikle­
lur" cümlelerini söyletti. Bunu duyan Kureyş rin secdesinden söz etmek abestir, bu da iki.
sevindi ve secde eden Peygamber'le birlikte 16 Müşrikler meleklerin sureti saydıkları hey­
secde etti. Bunun haberi Habeşistan'a gidince, kellere tapıyorlardı. Bunların tümü de dişi
oradakilerin bir bölümü "Kureyş teslim oldu" yontulardı. Onlara "Allah'ın haremi" anlamı­
gerekçesiyle döndü (İbn İshak, Sira-, Taberî, Ta­ na "Allah'ın kızları" diyorlardı. Kışı biriyle
rih; lbnu'1-Esir, Tarih vd.) Bu olayı. Hac 52 ile yazı diğeriyle geçirdiğine inanıyorlardı. Dola­
açıklayanlar da olmuştur. Bazı yorumlara göre, yısıyla onları razı edince Allah'ın onların hatı­
güya bunları Hz. Peygamber'in diline şeytan rını kıramayacağı gibi batıl bir inanca sahip
koymuştur. Şeytan bu sözleri Hz. Peygamber'e idiler (Krş: 77/Zümer: 3). Meleklere dişilik at­
değil, bu (yalanı uyduran) zındıkların diline feden, Allah'a da zımnen erkeklik atfetmekte­
koymuş olmalıdır. Zira: "Ve şeytanlar kendi dir. İlâhî mükemmelliğe yakışmayan her
dostlarına, sizi (iyi ve kötüyü belirleme konu­ inanç ve düşüncenin reddi.
sunda) tartışmaya çekmeyi telkin ederler"
17 Bazıları bununla Hz. Peygamber'in kaste­
(73/En'âm: 121). İbn İshak b. Huzeyme'nin de­
dildiği, ona verilen ve gösterilenin kendi arzu­
diği gibi "Bu, zındıkların uydurmasıdır". Bu
suna bağlı olmayıp ilâhi bir lütuf olduğunun
haber dış ve iç bağlam açısından izahı müm­
dile getirildiği yorumunu yapar (Taberî).
kün olmayan iki çelişki içermektedir: 1) Bu ri­
vayet, Necm sûresinin Habeş hicretinden son­ 18 Zımnen: hakikat insanın arzu ve isteğine
ra indiği yorumuna bina edilir. Bu kesinlikle göre şekillenmez. Farklı bir ifadeyle: sizin ya­
yanlıştır. Necm sûresi Kureyş tanrılarını açık­ muk bakışınız, baktığınız şey üzerinde hiçbir
ça eleştiren ilk sûredir,- ve Kureyş baskı politi­ kalıcı iz bırakmaz.
kasını putlarına yönelik yoğun eleştirilerin ar­ 19 Tüm şefaat âyetleri Zümer 40 ve Zuhruf 26
dından başlatmıştır. Zira bu eleştiri olmadan ışığında anlaşılmalıdır (Bkz: 76/Sebe': 23;
baskı, şiddetli bir baskı olmadan da hicret ola­ 4/Müddessir: 48 ve 77/Zümer: 44, ilgili notlar).
mazdı. 2) Hz. Peygamber'in secdesi söz konu­ 20 Müşrik Mekke toplumunda meleklerin şe­
suysa, bunu sûredeki secde âyetine geldiğinde faatine inanan bu kesimin, ikircikli de olsa
yapmış olmalıdır. Secde âyetiyse sûrenin son ahirete de inandıkları söylenebilir. 38. âyetin
Nûzûl: 26 Mushaf: 53 26/NECM SÛRESİ 91

bulunmamakta, sadece zannın peşine şu halde kendinizi temize çıkarmayın: 24

düşmekteler: şu da bir gerçek ki, zan asla kimin takvaya uygun davrandığını en iyi
gerçeğin yerini tutamaz. bilen O'dur.
29 Şu halde, artık sen de vahyimizden
yüz çevirerek Bize sırt dönen ve tek arzu­ 33 GÖRMEZ misin (Bize) sırt çevireni?
su bu dünya hayatı)nın geçici zevkleri) 34 Azıcık verip ardından koklatmaya­
olan kimseleri ciddiye a l m a ! 21
30 Onların nı? 25

bilgi ufku da işte bu (dünya ile) sınırlı­ 35 Şimdi o, gaybın bilgisine sahip oldu­
dır. 22
Elbet senin Rabbin kendi yolundan ğunu, onu gözlemlediğini mi iddia edi­
kimin saptığını en iyi bilendir, kimin yor?
doğru yola yöneldiğini de en iyi bilendir. 36 Yoksa ona bildirilmedi mi Musa'ya
31 Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Al­ gelen vahiyde nelerin yer aldığı? 37 Da­
lah'a aittir: en sonunda O, kötülük ya­ hası (aynı şeylerin) vefa sahibi İbrahim'e
panları yaptıklarıyla cezalandıracak, iyi­ de (geldiği): 38 Kesinlikle, hiç kimse bir
lik yapanları ise çok daha güzeliyle ödül- başkasının sorumluluğunu t a ş ı m a z . 26
39
lendirecektir. Ve insan başkasının değil, sadece kendi

32 Büyük günahlardan ve ahlâksızca fiil­ çabasının karşılığını görecektir. 40 Ve el­


bet onun çabası, günü geldiğinde kesin­
lerden kaçınanlara gelince: 23
ufak tefek
likle gözler önüne serilecektir. 41 Sonun­
kusurlar işleseler de, kesin olarak bilsin­
da, (yaptıklarının) karşılığı eksiksiz veri­
ler ki senin Rabbin engin bağış sahibidir.
lecektir. 42 En nihayet (varlık bilgisinin)
O, yeryüzü (toprağından) sizi var ederken
son, en son sınırı Rabbine aittir. 27

de, annelerinizin karınlarında cenin ha­


lindeyken de sizinle ilgili her şeyi bilir,- 43 Ve elbet ağlatan da O'dur, güldüren de O.

nüzul sebebi rivayeti de bunu destekler. Buna 24 Ümmü'l-'Alâ muttaki misafirinin cenaze­
rağmen onlar, ahireti inkâr eden "dehri" reis­ sine yönelerek "Ey Ebu Saib, senin adına şahi­
lerle aynı gözede buluştular: yaptıklarının so­ dim ki Allah sana ikram edecektir!" deyince,
rumluluğunu üstlenmemek ve hesap vermek­ Hz. Peygamber, "Allah'ın ona ikram edeceği­
ten kaçmak (Krş: 85/Câsiye: 23, 25, 32, notlar ni sen nereden bileceksin ki? Vallahi Allah'ın
24, 28, 31 ve 47/Nebe': 3, not 4). peygamberi olduğum halde, yarın bana ne ya­
21 Vrad kötü veya kötü sanılanla mesafeyi sı­ pılacağını ben bile bilmiyorum!" buyurur (Bu­
nırlamayı ifade eder. Tevelli ise hem iyiden harı, Cenâiz 3, Tabir 13, 27).
yüz çevirmeyi, hem iyiye sırt dönenden yüz 25 Kokmayan miske miskun kediyyun den­
çevirmeyi ifade eder (Krş: 4/Müddessir: 23. mesinden yola çıkarak. Hedef dildeki karşılı­
not 16 ve 104/Nisâ: 63, not 87). Bu âyetteki te- ğı: "kaşığıyla verip sapıyla gözünü çıkarmak"
vellî, hakikati bulduktan sonra ondan yüz çe­ deyimidir.
virip, kendi heva ve hevesine yönelmektir. 26 Velid b. Muğire'nin önce ahiretteki azap
22 Yani dünya hayatının/aşağı hayatın, bilgi korkusuyla iman ettiği, arkadaşlarından biri­
hiyerarşisinde en altta yer alan bilgisi kadar. nin ahiretteki cezasını üstlenmesi üzerine ge­
23 Fevâhiş: Hem günah, hem ayıp, hem suç ri küfre döndüğü nakledilir.
olan davranışlar. 27 30 ve 32. âyetlerde atıf yapılan "ilâhi bil-
44 Dahası elbette öldüren de O'dur, ha­ tüne getirilen diğer topluluklar (gibi). 54
yat veren de O. Derken, kuşatan o şey onları (tarihe)
45 Yine erkek ve dişi çiftleri yaratan da gömdü. 55 Şu halde (ey insan)! Rabbinin
kesinlikle O'dur; 46 (rahme) atıldığı za­ hangi nimetinden dolayı (hesaba çekil­
man, bir meni damlasından... 28 mekten) tereddüt edersin?

47 Ve elbet öteki (hayatı) yaratmak da


56 İŞTE bu, önceki uyarı türlerinden bir
O'na düşer. 29

uyarıdır: 57 Dehşet (ânı) yaklaştıkça yak­


48 Yine elbet zengin eden de O'dur, sınır­ laşıyor! 33
58 Allah'tan başka kimse onun
layan da O . 3 0
perdesini aralayamaz. 59 Ne yani, siz bu
49 Ve Şi'ra yıldızının Rabbi de kesinlikle (kaçınılmaz) olayın haberini tuhaf mı bu­
O'dur. 31
luyorsunuz? 60 Ve dâhi ağlanacak halini­
50 Ve elbet O helak etmiştir kadim 'Âd'ı, ze gülüyorsunuz? 61 Üstelik bir de kafa
51 ve Semud'u,- 32
geriye onlardan hiçbir tutuyorsunuz? 34

iz bırakmadı. 52 Tıpkı daha önceki Nûh 62 Artık (bırakın bu tavrı da), Allah'ın
kavmi (gibi): Çünkü onlar zulümde ve az­ huzurunda yerlere kapanın ve yalnız
gınlıkta ileri gitmiştiler. 53 Tıpkı altı üs­ O'na kulluk edin!

gi"ye istinaden. ra: 30; 67/Kasas: 82).


28 Yani: üremede cinsiyeti Allah takdir eder. 31 Cahiliyye Araplarının şans ve uğur kayna­
29 Çift-zıt kutupluluk yaratılışın ortak niteli­ ğı sayıp bahtlarını kendisine bağlı gördükleri
ğidir. Hayat dahil her şey çift yaratılmıştır. parlak yıldız. Bir yoruma göre, Büyük Köpek
Ahiret dünya hayatının öteki yüzüdür. O ol­ Takım Yıldızı'nın en parlak üyesi olan Sirius
mazsa dünya hayatının anlam ve amacı kal­ (Akyıldız). Zımnen: yaratılana değil Yaratana
maz. Allah ise anlamsız ve amaçsız iş yapmaz. kulluk edin! Allah sizi kâinatın 'starı/yıldızı'
yaptı, siz ise göğün starlarına kulluk etmeye
30 Veya: "mal-mülk sahibi eden de O". Bağ­
kalkıyorsunuz. İnsan hangi şeye şans ve uğur
lamda yer alan gülme-ağlama, ölüm-hayat, er-
atfederse, onun karşısında kendisini nesneleş-
kek-dişi gibi bunun da bir kavram çifti/zıddı
tirmiş olur.
olması iktiza eder (İbn Aşûr ve Şevkânî). Ak-
nâ, farklı köklere nisbet edilmiş olsa da, bu 32 Bkz. Kur'an'da ilk geçtiği 11/Fecr 6-9 ve not 9.
mülahazayla suyu kontrol altına almayı ifade 33 Yani: Son Saat (Bkz: 78/Mü'min: 18 ve
eden ve "kanal" anlamına gelen el-kanâ kökü­ 54/Kamer: 8). Mü'min: 14 ve 16'ya dayalı bir
ne nisbeti daha uygun görünmektedir [Mekâ­ yoruma göre bu, insanın ölüm vaktidir (Ebu
yîs). Bu iki kelime, rızıktaki genişleme ve da­ Müslim'den Râzî).
ralmayı ifade eden yebsut-yakdir karşıt fiille­ 34 Veya: "Gülüp eğleniyorsunuz?" ya da "şa­
rini çağrıştırmaktadır (Msl. 58/Ra'd: 26; 68/ls- şırıyorsunuz". Tercihimiz Râğıb'a dayanır.
'ABESE SÛRESI
Nüzul : 27
Mushaf: 80

dini başındaki "surat a s t ı " a n l a m ı n a gelen 'abese fiilinden alır. Bazı


^-otoritelerin farklı i s i m k o y m a teşebbüsleri h ü s n ü kabul görmemiştir .

Sûre, tartışmasız M e k k î d i r . Sûrenin ilk pasajında atıf yapılan â m â İbn Ü m -


mi M e k t u m ' u n k a h r a m a n ı olduğu olay, bize sûrenin indiği z a m a n dilimi
h a k k ı n d a ipucu verir. Buna göre Allah R a s u l ü müşrik, kodamanlarla davet
i ç i n bir araya gelmektedir. T ü m tertiplerde N e c m sûresinin ardına yerleşti­
rilen bu sûre, m u h t e m e l e n M e k k e müşrikleriyle köprülerin a t ı l m a arefe-
sinde nazil o l m u ş t u r . Zira N e c m sûresinin inişinin üzerinden çok geçme­
den t ü m diyalog k e s i l e c e k t i r . Şu halde 'Abese sûresi bireysel davet ile Ha­
beşistan h i c r e t i arasındaki bir dönemde, m u h t e m e l e n 4. yılda i n m i ş olma­
lıdır.

Sûre, i l k b ö l ü m ü n d e dolaylı diğer bölümlerinde doğrudan insan türünü [el-


insan) m u h a t a p alır. Öznesi tartışmalı olan i l k iki âyeti istisna t u t a c a k
olursak, sûre Hz. Peygamberi uyaran bir pasajla söze girer (3-10). Bu uyarı,
s o r u m l u l u k ahlâkı ile davranış ahlâkı arasındaki dengenin k o r u n m a s ı n a
yöneliktir. A y n ı zamanda t o p l u m içinde özürlüye ö n c e l i k tanıyan bir tavır
öne çıkarılır. İlk pasajın ana t e m a s ı , sosyal statü ve k o n u m l a r ı n k i ş i n i n de­
ğerini belirleyici olamayacağıdır. Aynı h a k i k a t H ü m e z e ve H u c u r â t ' t a da
vurgulanır. Bu konuda Hz. Peygamberi uyaran âyetler bu sûrenin i l k pasa-
jıyla sınırlı değildir. T e v b e 43 gibi doğrudan ve N i s a 1 0 5 - 1 0 7 gibi dolaylı pa­
sajlar da A l l a h R a s u l ü ' n e y ö n e l i k uyarılar taşır.

Ardından söz insana getirilir. Zira sözün insanı vahiy (11-16), hayatın vah­
yi insandır (17-24). Sûrenin H z . Peygamber'i uyaran i l k pasajının da m a k s a ­
dını içeren berceste âyeti burada dile gelir: "(Hiçbir insan) O ' n u n emirleri­
ni asla kusursuz yerine g e t i r e m e m i ş t i r " (22). Bu " k u l kusursuz o l m a z " ı n
Kur'ancasıdır.

Son söz yeniden dirilişe aittir. Ö z e l l i k l e de en yakın akrabaların dâhi birbi­


rinden kaçtığı Hesap G ü n ü ' n e : " B a z ı yüzler vardır: o gün ışıl ışıl ağardıkça
ağaracak; şen-şakrak... Bazı yüzler de vardır: o gün b ü t ü n ü y l e toz-toprak;
karardıkça k a r a r a c a k . . . " (38-41)

R a b b i m ! Y ü z ü m ü z ü ak, ö z ü m ü z ü pak, s ö z ü m ü z ü h a k eyle!


RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 O (KİBİRLİ ADAM) surat astı ve sırtını öğütün kendisine yarar sağlayacağını? 4

dönüp uzaklaştı, 2 yanına âmâ geldi di­ 5 Fakat, kendi kendine yettiğini sanan 5

ye... 1
kimseye gelince: 6 Sen bütün ilgini ona
3 "Ve (sana gelince Ey Nebi!) Sen nereden yönelttin,- 7 oysa ki, onun arınmaması-
6

bileceksin o (müşrikin) arınacağına dair 2 nın sorumlusu sen değilsin; 8 fakat sana
7

bir ihtimal bulunduğunu; 4 veya alacağı


3
büyük bir iştiyakla gelen var ya: 9 - k i o

1 Veya: "O (Peygamber) surat astı ve sırtını bu uzun cümlenin i'rabı, mâna farklılığına
dönüp uzaklaştı, yanına âmâ geldi diye..." izin verecek bir yapıdadır. Klasik tefsir iki hat­
Müteakip 3 ve 4. âyetlerin okunuşuna bağlı ta üç mef'ul alan yudrîke geçişli fiilini ya biri
olarak ilk iki âyetin özneleri değişir. Bu âyet­ zamir (ice/sen) diğeri mahzuf iki mef'ulle izah
lerin öznesinin Hz. Peygamber olduğunu itti­ etmiş, ya da arkasından gelen le'alle edatının
fakla söyleyen klasik tefsirin tercihinde, Mu- kalp fiillerinden olduğunu, üstelik talep ve te­
vatta ve Tirmizî'nin Sürıerı'inde nakledilen menni bildiren bir istifham olduğunu söyle­
nüzul sebebi rivayeti belirleyici olmuştur. Fa­ yen Ebu Ali Farisi'ye dayanarak, bu durumda
kat Tirmizî rivayeti sorunludur. Mamafih bu yudrî fiilinin iki-üç değil, tek tümleç isteyen
rivayetler bile tercihimizi dolaylı olarak onay­ fiile dönüştüğünü, sonrasının da müstakil bir
lar. Tercihimizin birinci gerekçesi, "surat as­ cümle olduğunu savunmuşlardır (nkl. ibn
tı" ['abese) ve "sırt dönüp uzaklaştı" [tevellâ) Aşur). Tercihimiz, yudrî fiilinin iki mef'ulüy-
fiillerinin aynen geçtiği 4/Müddessir 23-24. le birlikte (biri ke zamiri diğeri müteakip iki
âyetler ve orada anlatılan tiptir. Nüzul sebebi cümle) tek bir cümle gibi okunmasına dayan­
rivayetlerine dikkatle bakınca, Hem 4/Müd- maktadır. Bu âyet İslâm'a davette seçkinci
dessir: 23-24'teki hem de buradaki olayda ay­ yaklaşımı reddetmektedir.
nı isimlerin geçtiği görülür: Velid b. Muğire 5 İstiğna'daki sin ve te'nin mânaya kattığı ya-
ve/veya Ubey b. Ka'b. Tercihimizin ikinci ge­ nanlam.
rekçesi de şudur: İlk iki âyette özneden " o " di­
6 Zımnen: "böyle yapmak sana yakışmadı". Bu
ye söz edilirken, müteakip âyetlerde "sen" di­
Allah Rasulü'ne açıkça "Bir daha böyle yapma"
ye söz edilmektedir. Bu da, ilk iki âyetle son­
uyarışıdır. Burada soru şudur: Vahiy seyrek de
raki âyetlerin öznelerinin farklılığını teyit
olsa ara sıra yer verdiği Hz. Peygamber'e ait bu
eder. Özetle; 1 ve 2. âyetteki muhatap (yani "o
gibi 'zelle'leri örtemez miydi? Eğer örtseydi,
kibirli adam") Velid b. Muğire b. Şube veya
kimsenin haberi olmazdı. Peki, o zaman ne diye
Ubey b. Ka'b, 3 ve 4. âyetteki muhatap ise Hz.
dile getirip onları ölümsüzleştirdi? Bu ve buna
Peygamber'dir.
benzer tüm soruların cevabı bu sûrenin 23. âye­
2 Yezzekkâ'mn aslı yetezekka'dır. Dönüşlü tinde verilmiştir: Hatasız kul olmaz. Peygam­
kiptir. Kipin bu bağlamdaki açılımı şudur: Va­ berler de buna dahildir. Şu halde Hz. Peygam­
hiy gibi arıtan bir öznenin varlığı tek başına ber'in görevi "Nasıl hatasız kul olunur?" soru­
yetmez. Onun yanında insan da arınmaya gö­ sunun isbatını ortaya koymak değil, "Hata yapı­
nüllü olmalıdır ki işlem tamamlansın. lınca nasıl özür dilenir, nasıl tevbe edilir, nasıl
3 Lealle edatının bu bağlamdaki en uygun kar­ geri dönülür?" sorularının isbatmı ortaya koy­
şılığı. maktır. Allah'ın kendi elçisine "Ben de sizin gi­
4 Veya: "Ve (ey Peygamber); sen nereden bile­ bi ölümlü bir insanım" demesini emretmesinin
temelinde yatan sebep de bu olsa gerektir.
ceksin; belki de o arınacak veya alacağı öğüt
kendisine bir yarar sağlayacaktı?" İki âyetlik 7 ilâhî şefkatin beliğ bir ifadesi. Demek ki
Allah'a saygıda kusur etmez- 10 işte sen laştırdi; 21 en sonunda onun için ölümü
12

onu ihmal ediyorsun. takdir etti ve kabre koydurdu,- 22 nihayet


11 ELBET bu hitab bir öğüt ve uyarıdan dilediğinde onu tekrar diriltecektir.
ibarettir: 12 gönüllü olan herkes ondan
8
23 E v e t , 13
(hiçbir insan) O'nun emirlerini
öğüt alabilir, 13 kutsal ve seçkin kayıtlar asla kusursuz olarak yerine getirememiş­
altında korunmuştur; 14 yüce ve şaibesiz
9
tir. 14

15 elçilerin elleriyle (taşman]; 16 türünün 24 İnsanoğlu yediklerine bir baksın: 15


25
en iyisi ve hata yapmayan (elçilerin). Elbet suyu tarifsiz bir cömertlikle Biz in­
17 Hakkını vermediği hayattan mahrum dirmekteyiz; 26 sonra toprağı tarifsiz bir
kalası insanoğlu, nankörlükte 10
ne kadar incelikle yarmaktayız; 27 derken orada
da sınır tanımazdır? 18 O, inşam neden ya­ tohumu yetiştirmekteyiz... 28 M e s e l a 16

rattı? 19 (Elbette) basit bir hayat tohumun­ üzüm bağları, sebze bahçeleri, 17
29 zey­
dan. Önce yarattı, ardından ona takdir ye­ tinlik ve hurmalıklar, 30 balta girmemiş
teneği bahşetti; 11
20 sonra ona yolu kolay- sulak ormanlar, 18
31 meyveli ve meyve-

uyarı alan bu davranışın temelinde Nebi'nin te alındığında muhatap tür olarak insandır.
aşırı sorumluluk duygusu vardı. Bu âyet Rasu- 11 Kadderahu, hem "kaderini yaratmayı",
lullah'ın içtihad ettiğinin ve içtihadında ya­ hem "miktarını takdir etmeyi", hem de takdir
nıldığında Allah'ın onu düzelttiğinin beyanı­ yeteneği vermeyi" ifade eder. Tercihimizin
dır. Düzeltilen o içtihat "varlıklı ve hatırlı gerekçesi bir sonraki âyettir.
kimselerle fazla ilgilenilirse imana gelecekle­
12 Yani: Ebedi kurtuluşa ulaşan yolu, akıl, ira­
rine dair" yanlış görüştür. Eğer vahyin müda-
de ve vahiy ile kolaylaştırdı (Krş: 37/Beled:
lahesi olmamış olsaydı, onun içtihadı "sün­
10).
net" olacaktı. Hz. Peygamber Amiroğulların-
dan olan babası yerine soylu Mahzumoğlulla- 13 Kella'mn farklı anlamları için bkz. 2/'Alak:
rından olan annesine nisbetle anılan İbn Üm- 6, not 7.
mi Mektum'u gördüğünde "Merhaba ey Rab- 14 3-10. âyetlerde uyarılan Hz. Peygamber bu
bimin kendisi yüzünden beni uyardığı kişi" âyetle teselli edilmekte ve "kul kusursuz ol­
dermiş. Biz Kur'-an'da anlatılan diğer peygam­ maz" denilmektedir. Devamındaki âyetlerle
berlerin kıssalarında da onaylanmayan içti­ birlikte zımnen: yaşamak için toprağa ve suya
hatlar görüyoruz. Hz. Musa'nm bir kulun dav­ muhtaç olan bir varlık nasıl olur da kusursuz­
ranışlarına karşı içtihatları (62/Kehf: 71, 74, luk iddiasında bulunur?
77), Hz. Nuh'un oğlu hakkındaki içtihadı 15 Yani: onların nasıl bir tek tohumdan yola
(70/Hûd: 45), Hz. İbrahim'in soyu ve babası çıkarak basitten mürekkebe doğru kemale
hakkındaki içtihadı gibi (114/Tevbe: 114). ulaştığına bir baksın Zımnen: İnsan da bir tek
8 Zımnen: Bu âyetler seni üzmek için değildir,- basit hücreden yola çıkıp bu hale gelmedi mi?
zira uyarı dostluğun icabıdır: Allah senin dos­ 16 VaVm bu vurgusuna Kur'an içi bir örnek
tundur. için bkz. 56/A'râf: 164.
9 Mukerreme, merfu'ah, mutahhara gibi sıfat­ 17 Kadb, sadece hayvan besini olan otlara de­
larla anılan bu sayfalar elbette yerden biten ğil, sebze türü insan besini otlara da denir.
kağıtlar değil arştan inen vahyin dokunulmaz 18 Hadâik için bkz. 53/Neml: 60, not 62. Me­
ve mukaddes kaynağıdır. tindeki ğulben, "balta girmemiş" ile karşılan­
10 Veya: "küfürde.." Müteakip âyetler dikka- mıştır.
siz 1 9
bitkiler; 32 sizin ve hayvanlarınızın için yeterli meşguliyyeti olacak.
(beslenmesi) için... 38 Bazı yüzler vardır: o gün ışıl ışıl, ağar-
33 VE NİHAYET kulakları sağır eden o dıkça ağaracak; 39 şen-şakrak... 40 Bazı
(mahşer) çığlığı koptuğunda; 34 o gün ki­ yüzler de vardır: o gün bütünüyle toz-
şi kardeşinden kaçacak; 35 annesinden ve toprak; 41 karardıkça kararacak...
babasından; 36 hanımından ve çocukla­ 42 İşte bunlar, inkârın dibini boylayan ve
rından... 20
yoldan sapan sorumsuz kimseler ola­
37 o gün herkesin birbirinden kaçmak cak. 21

19 Veya: "Gövdeli ve gövdesiz.." tan kaçan kocalar ve babalar, ahirette hanım­


20 Zira o gün herkes kendi başının derdine dü­ larından ve çocuklarından kaçacaklar. Onla­
şecek. Hz. Peygamber'den ödünç alarak söy­ rın yüzüne bakamayacaklar, "Bizi ateşten ni­
lersek: Allah'ın elinden nefsini satın almanın çin koruyamadın?" sorgulamalarına muhatap
telaşıyla kimsenin gözü kimseyi görmeyecek. olmak istemeyecekler. Bir önceki âyet sorum­
suz çocukların da, sorumluluklarını yerine ge­
Neden hanımı ve çocukları kişiden değil de,
tiren anne-babalarından kaçacaklarını ifade
kişi hanımından ve çocuklarından kaçacak?
eder.
Bunun cevabı şu âyette saklıdır: "Kendinizi ve
yakınlarınızı yakıtı insanlar ve taşlar olan ta­ 21 Fecerah, burada muttaki'rm\ mukabili ola­
rifsiz bir ateşten koruyunuz!" (113/Tahrîm: rak kullanılmıştır.
6). Bu emri dinlemeyip dünyada sorumluluk­
ŞEMS SÛRESİ
Nüzul : 28
Mushaf: 91

G ü n e ş " anlamındaki adını ilk âyetinden alır. Buhârî sûreyi ilk âyetinin
t a m a m ı y l a anmıştır. Kur'an'da yeryüzündeki hayatın temel kaynağı
olan " g ü n e ş " isimli bir sûrenin bulunması dikkat çekicidir.

Mekke'de inmiştir. Sûrenin iç sesi, onun tek celsede indiğini teyit eder. In- %

diği yılı t a m tesbit edemesek de, Semud kavminin feci akıbetini haber ve­
ren son bölümü, inkarcı muhatapların fiili saldırılarının başladığına delalet
eder. Bu ise sûrenin 3-6 yılları arasındaki Daru'l-Erkam yıllarında nazil ol­
duğunu gösterir. Peygamberliğin 4. yılına yerleştirilebilir, ilk tertiplerin tü­
münde Buruc sûresinin önünde yer alır.

Konusu, mushaf sıralamasında kendinden önce yer alan Fecr ve Beled sûre­
lerinde olduğu gibi hz. insan, onun ebedi saadeti ve felaketidir. Güneşi ve
ışığını güneşten alan ayı şahit tutarak söze başlaması (1-2), zımnen Allah'a
ve vahye delalet eder. Zira güneş nasıl maddî hayat için ışık ve hayat kay-
nağıysa, Allah ve vahiy de manevî hayat için ışık ve hayat kaynağıdır. Na­
sıl ki gündüzüyle gecesiyle yeryüzü güneş ve aya şahitse, rucür'uyla ve tâk-
va'sıyla da insan Allah'a ve vahye şahittir (3-8). Sonuç ise bellidir: "Benliği­
ni ilâhi ışıkla arındıran mutluluğa erişir, onu karanlıkta bırakan kaybeder"
(9-10).

Sekiz şey üzerine yemin edilir: güneş, günışığı, ay, gündüz, gece, gök, yer
ve insan, insanlık tarihinde bu sayılanların tanrılaştırıldığı farklı yer ve za­
manlar olmuştur. Bunlardan ilk altısının insanın emrine musahhar kılındı­
ğı ifade edilir. Emrine verilenlere Allah'tan bağımsız tanrılık yakıştırmak,
kölesinin kulu olan şaşkın efendi rolü oynamaktır.

Kaybedenler için "Kimler gibi?" derseniz, cevabı Semud kavminin uğradığı


feci akıbet olacaktır. Nüzul sürecinde ilk kez Fecr sûresinde değinilen Se-
mud'un akıbeti burada detaylandırılır. Onlar, elinde vahiy gibi ilâhi bir ışık
taşıyan bir Allah elçisini yalanlamışlar, sonuçta kendilerini karanlığa mah­
k û m ederek ebediyen kaybetmişlerdir (11-15).
98 28/ŞEMS SÛRESİ t Nûzûl: 28 Mushaf: 91

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 GÜNEŞ ve onun gözalıcı ışığı şahit ol­ kuşatan canlı örtü şahit olsun! 6

sun, 2 güneşi izleyen ay şahit olsun!


1 2 3 7 İnsan benliği ve onun yaratılış amacına
3 Onun ışığını ortaya çıkarıp gösteren uygun biçimlenişi şahit olsun; 8 ve niha­
7

gündüz şahit olsun,- 4 yine o ışığı gizleye­ yet insan benliğine iyiyi ve kötüyü tanı­
c e k gece şahit olsun!
4 5 yıp sorumsuz ve sorumlu davranma yete­
5 Gökyüzü ve onu ayakta tutan (nizam] neğini 8
yerleştiren (şahit olsun) ki: 9
9
şahit olsun,- 6 yeryüzü ve onu çepeçevre Kim kendini geliştirip arındırırsa, o ke-

1 Bu yemin güneşe tanrı diye tapanların bu­ ye dikkat çeken vahiy, bizi kâinat kitabını
lunduğu miladi 7. yüzyıl dünyasında, güneşin okumaya çağırır.
de Allah'ın emrine âmâde bir mahluk olduğu 5 Gece ve gündüz, Leyi 1-2'de başkasına işaret
imasını içerir. Zira ilk bölümde dile gelen ay etmeksizin zamirsiz olarak gelmiştir.
ve güneş, gündüz ve gece, gök ve yer, fücur ve
6 Tahâhâ ile Nâzi'ât 30'daki dehâhâ iştikak-ı
takva, aydınlanma ve karanlığa gömülme, hep
ekber açısından birbirine yakındır (Ferrâ). İki­
yaratılmış âlemin çift kutupluluğuna ve dola­
si de yeryüzünün yuvarlaklığına delalet eder.
yısıyla yaratanın eşsizliğine delalet eder. Gü­
Burada mâ ile kullanılan tahâhâ, canlı hayatı
neş bir miktar yakın olsa yanar, uzak olsa do­
temsil eden biyosfer tabakasının yeryüzünü
nardık. O halde eşya bizatihi hayırdır, bize do­
çepeçevre kuşatmasını ifade etse gerektir.
kunan hayır ve şer ona olan mesafemizdir.
7 Veya mâ'ya. ilgi zamiri mânası vererek: "bi­
Nasıl ki ilacı ilaç yapan doz ise, güneşi hayat
çimlendiren Allah". Mâ'ları masdariyye ola­
yapan da mesafedir.
rak aldık. Zira bu hem mâ'nın Allah için kul­
2 Tuluv, güneşin ve ayın hareketli olduğunu,
lanımının şık olmaması, hem de ilk âyetlerle
ayın güneşi bir yörüngede takip ettiğini ifade
uyumluluk açısından tercihe şayandır.
eder. "Okumak" mânasındaki tilavet'le kök­
8 Takvâ'mn muhtemelen iniş sürecinde ilk
teş olduğu düşünüldüğünde, ayın güneşin ışı­
kullanıldığı yer burasıdır. Kök mânası, "biri
ğını yansıtması, "ayın güneşi okuması" ola­
diğerine zarar veren iki şey arasına engel koya­
rak yorumlanabilir. Allah'ın kelamını hakkıy­
rak zarar göreni zarar verenden korumak" de­
la okuyan, Allah'ın nuruyla aydınlanır ve o
mektir. Ittekâ bi-teresihi "kalkanıyla kendini
nuru etrafına yansıtır. Ayın evreleri onun gün
korudu/sakındı" denilir. Bir sahabi, savaşın en
ışığını izlemesiyle oluşur. Bu izleme ayın on
şiddetli anında Allah Rasulü'nün ardına sığı­
dördünde kemaline ulaşır. Bedir günleri, adeta
narak korunduklarını ittekaynâ bi-rasûlillah
güneşi izleyen ayın güneşe en çok benzediği
cümlesiyle dile getirir. Hz. Peygamber tak-
günlerdir.
vâ'yı şöyle açıklar: "Birbirinize haset etmeyi­
3 Ayın ibadetlerdeki ve hayattaki önemli rolü. niz! Kendiniz almak istemediğiniz halde diğe­
Oruç, hac, zekât, iddet, borçların hesaplanma­ rini zarara sokmak için bir malı methedip fi­
sı, vâde hep ayın dinî hayat ibadetlerle kaçı­ yatını arttırmayınız! Birbirinize buğzetmeyi-
nılmaz ilişkisini gösterir. niz! Birbirinize yüz çevirip arka dönmeyiniz!
4 Gündüz mazi fiille gelirken gecenin muzari Sizden bazılarınız diğer bazılarınız üzerine
fiille gelmesi, gündüzün asıl gecenin fer olu­ alışverişe girişmesin! Ey Allah'ın kulları kar­
şuna, gündüzün geceye önceliğine delalet deş olunuz! Müslüman müslümanın kardeşi­
eder. Bu âyet gösterir ki ışık mucizedir. Tıpkı dir. Müslüman müslümana zulmetmez. Yar­
su gibi, hayat gibi, ruh gibi. Bu kevni mucize- dıma muhtaç olduğu zaman da onu yalnız ve
sinlikle ebedi mutluluğa ulaşacaktır; 10
10 lah'ın elçisi (Sâlih] şöyle demişti: "(Bu) Al­
kim de kendini geliştirmeyip (içindeki lah'ın devesidir,- şu halde bırakın da (Al­
iyilik tohumunu] çürütürse, o kesinlikle lah'ın] suyunu içsin!" 12
14 Derken elçiyi
kaybedecektir. dinlemediler onu işkenceyle boğazladılar.
13

Sonunda Rableri, bu günahları yüzünden


11 HADDİNİ AŞTIĞI için Semud (bu) ha­ burunlarını sürte sürte onları yerle bir et­
kikati yalanladı; 12 hani kavmin en azgını ti; 15 oysa ki o (kavim] kendi akıbetinden
kışkırtmayla zıvanadan çıktığında, 13 Al­
11
zerrece endişe etmezdi. 14

yardımcısız bırakmaz. Onu hor ve hakir gör­ kırtan da günahı işleyen gibi suçludur.
mez. Takva işte budur/buradadır." Rasulullah 12 "Allah'ın devesi" (nakatullah) ifadesi tıpkı
"takva işte buradadır" sözünü üç defa tekrar­ "Allah'ın arzı" (arzullah) ifadesi gibi, "kamu
ladı ve her seferinde eliyle göğsünü gösterdi." malını ifade etse gerektir. Aynı zamanda, sa­
(Müslim, Birr 32). Bu hadis ekonomik, sosyal, hipsiz canın sahibinin Allah olduğunu göste­
ahlâkî, dinî ve siyasal her alanda tavsiyeler rir. Nâka, beş yaşına ulaşmış dişi deve için
içermektedir. Nebi bunların tümünü takva kullanılır. Hamile olduğu imasını taşır. "Al­
başlığı altında ele alabilmektedir. Bu da bizi lah'ın devesi" ifadesi eskiden beri Araplarda
"insanı sorumlu hareket etmeye götüren so­ yaygın olan bir geleneğini hatırlatır. Muhte­
rumluluk bilinci" tarifine ulaştırır. melen kökleri Semud'a kadar uzanan bu gele­
9 İlham, "bir şeyi yutmak" anlamındaki el-li- neğin cahiliyyede yaşatıldığını Mâide 103'ten
hâm'dan türetilmiştir. İmtihan sırrı gereği öğreniyoruz. Semud kavmi, Mâide 103'te sa­
sanki iyi ve kötü, bir Tuba ve Zakkum tohu­ yılan sebeplere benzer bir nedenden dolayı
mu gibi insana yutturulmuştur. İnsan bunlar­ bir dişi deveyi "Allah'ın devesi" ilan edip
dan hangisini iradesiyle seçer ve sularsa o ge­ "kutsallaştırmış", sonra da o hayvana "Allah
lişecektir. baksın" dercesine suyu bile çok görmüştür.
10 Veya fiilin gizli öznesinin Allah olduğun­ Buradaki yaman çelişki şudur: Hem bir hay­
dan hareketle: "Allah kimi temize çıkarırsa o vanı yaratılış amacı dışına iterek "Allah'ın
kesinlikle mutluluğa .ulaşacaktır". Fakat devesi" ilan etmişler, hem de onu susuzluk­
Kur'an'da geçen her felah, Mü'minûn l'de ol­ tan ölüme terk etmişlerdir. Âyetteki "haddi­
duğu gibi, kulun fiiline bina edilir (Krş: ni aşma" bu olsa gerektir (Krş: 70/Hûd: 64,
80/Mü'minûn: 1 26/Necm: 32; 104/Nisâ: 49). not 79).
;

Bu Allah'ın insan iradesine verdiği değerdir. 13 Lafzen: Yalanladılar".


Kaldı ki tercihimiz, men ilgi zamirinin iki öz­ 14 Veya yehafu'nun gizli zamirinin Allah'ı
neyi de gören konumundan doğan bu çifte an­ gösterdiğinden hareketle: "O, o (kavmin) akı­
lamı zımnen içermektedir (Benzer bir ibare betinden korkmazdı." Tercih ettiğimiz mâna-
için bkz. 58/Ra'd: 27). Çünkü kendini gelişti­ ye göre yehafu'daki erilliğin izahı, tercih et­
rip arındıranı Allah temize çıkarır. Tezekka, mediğimiz mânadaki -velev ki olumsuzlama
kök anlamından dolayı "artma, gelişme" mâ­ formuyla da olsa- "Allah" ile O'na atfen kul­
nasını içerir. lanılan "korkma" fiilini bir arada tasavvur et­
11 Mutavaat kalıbı olan inbe'ase, kışkırtılma menin izahından çok daha kolaydır.
durumunu ifade eder. Buna göre, günaha kış­
" B u r ç l a r " a n l a m ı n d a k i adını i l k âyetinden alır. Sahabeden gelen rivayet­
lerde ilk âyetinin t a m a m ı y l a anılır. Mushaflarda, hadis ve tefsir kitap­
larında Burûc adıyla yer alır. Tıval-i Mufassal diye adlandırılan sûreler gu­
rubunun sonudur.

Sûre M e k k î ' d i r . M u h t e v a s ı n d a n da anlaşılacağı gibi, m ü ' m i n l e r e y ö n e l i k iş­


k e n c e n i n başladığı bir z a m a n diliminde i n m i ş t i r . Bu, N e c m ' d e n sonra ve
Hâkka'dan ö n c e k i bir z a m a n dilimi o l m a k durumundadır. M u h t e m e l e n 4
veya 5. yıla t e k a b ü l eder. İlk tertiplerde Ş e m s ve T i n sûreleri arasına yerleş­
tirilir.

Sûrenin ana k o n u s u i n a n c a y ö n e l i k örgütlü baskıdır. Ne kadar saldırgan


olursa olsun, gücün sözünün sözün gücünü bastıramayacağı ana fikri üze­
rinde yükselir. H i ç b i r z a l i m i n ateşi i m a n ı y a k a m a z . İ m a n ı n izzeti i ş k e n c e ­
ye galip gelir. İ m a n a ateş ç u k u r u kazanlar, b u n u n cezasını âhiretteki ateş
çukurunda çekeceklerdir.

Müfessirlerimiz sûrenin i l k pasajını tarihsel rivayetler bağlamında yorum­


lamışlardır. Bizce tarihsel bir olaya bire bir atıf yapan âyetler 7-8. âyetler­
dir. Ö n c e s i n d e k i 1-6. âyetler, m ü ' m i n l e r e i ş k e n c e edip onlardan Allah'a
i m a n ediyorlar diye i n t i k a m almaya kalkanların âhiretteki durumuyla ilgi­
li olsa gerektir. Zira bu dönemde i n e n benzeri bir ç o k sûre gibi y e m i n ve ce­
vaptan oluşan bu altı âyetlik b ö l ü m ü n k o n u s u da âhirettir.

Sûre i m a n ı y a k m a y a çalışan t ü m z a m a n ı n zalimlerini, tevbe edip p i ş m a n


olmadıkları takdirde c e h e n n e m l e uyarmaktadır (10). Fakat i n a n c a baskıyı
terk edip iyiliğe yönelenleri c e n n e t l e müjdeler (11). Bu âyetler A l l a h ' ı n mer­
h a m e t i n i n büyüklüğüne delalet eder. Bu m e r h a m e t i n arkasındaki esas un-
sursa, A l l a h ' ı n " h e m seven ve h e m de sevilmeyi i s t e y e n " m â n a s ı n a gelen
el-Vedûd ismidir:

"O en ç o k seven ve en ç o k sevilmeyi h a k eden bir bağışlayıcıdır" (14).

Sûrenin sonunda sözün Kur'an vahyine getirilmesi, sûrenin m a k s a d ı n ı n ta­


rihi bir olay üzerinden her m u h a t a b ı n 'şimdi ve buradasını' k o n u ş m a k ol­
duğu anlaşılır (21-22).
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 BURÇLARLA dolu gökyüzü şahit ol­ lardır 7 zira mü'minlere yaptıkları kendi
;

sun, 1
başlarına gelmiştir. 7

2 vaad edilen gün şahit olsun, 8 O (zalimler) başka bir sebeple değil, sa­
3 her bir tanık ve sanık şahit olsun (da 2 dece yücelikte eşsiz ve hamdin tümüne
şu gerçeği ünlesin]: 3 lâyık olan Allah'a imanda ısrar ettikleri
8

için onlardan intikam almışlardır.


9 10

4 Kahrolsun hendek ehli! 4

9 O Allah ki, göklerin ve yerin hakimiye­


5 O ateş (hendekleri), ağzına kadar dol­
5

ti sadece O'na aittir,- üstelik Allah her şe­


durulup tutuşturulmuştur.
ye şahittir.
6 O zaman onlar ateşin üstüne oturmuş-
6

1 Nisa 77 ışığında: Ölüm gelip o zalim 'burju­ 7 Yani: kendileri yaptıklarını yaşamış ve şahit
vaziyi' sağlam kale ve burçlarında buldu ve olmuşlardır. Bizce, tarihi rivayetlerin bağla­
huzuru ilâhiye çıkardı. mına bu âyetle dönülmekte, bu ve müteakip
2 Veya: "şahit olan ve şahit olunan". Bir üst­ âyetle muhtemelen Necran'da Zunüvas'ın
teki âyet tartışmasız âhiretten söz ettiğine gö­ mü'minleri imanından döndürmek için yaptı­
re, bu âyet de aynı bağlama ait olsa gerektir. ğı işkenceye atıfta bulunulmaktadır.
Zira Hesap Günü, "şahit olunan bir gün" [yev- 8 Aziz ve Hamid isimlerinin ihsas ettirdiği
mun meşhûd) olarak geçer (70/Hûd: 103 ve ay­ mâna şudur: Kâfir'in imanından dolayı
rıca 43/Meryem: 37). mü'mine saldırısı, özünde Allah'a saldırıdır.
Fakat Allah Aziz'dir, hiçbir saldırıdan etkilen­
3 Zımnen: Ey muhataplar: siz de şahit olun!
meyecek kadar üstün ve yücedir. Mü'min,
Zira siz bu âleme sahip olmak için değil şahit
imanından dolayı baskıya uğruyorsa, bu sızla­
olmak için geldiniz (Krş: 98/Al-i İmran: 53).
nılacak değil hamdedilecek bir olaydır. Zira 1)
4 Rivayetlerden bağımsız anlaşıldığında, ashâ- imanı Allah tarafından sınanmaya lâyık görül­
bu'l-uhdûd ile ashabu'n-nâr (ateş ehli) kaste­ müş ve ilâhi ilgiye mazhar olmuştur. 2) O
dilmiş olması bağlama daha uygundur. Esasen mü'min bu sınav sayesinde ecir sahibi olmuş­
Cehennem'in lügat anlamının "dipsiz çukur, tur. Bu tüm hamdlerin kendine mahsus oldu­
uçurum" olduğu, ona verilen haviye adının da ğu Allah'a hamd etmeyi gerektirir.
yine aynı mânaya geldiği unutulmamalıdır
9 Enkera "reddetti", nekame "reddedip ceza­
(Bkz: 11/Fecr: 23, not 19).
landırdı" anlamına gelir.
5 en-Nâr kavramı Kur'an'da kahir ekseriyetle
10 Tefsirlerin çoğu bu pasajla tarihsel olaylar
cehennem için kullanılır. Davetin ilk yılların­
arasında bire bir bağ kurarlar. Fakat anlatılan­
da yeminle gelen tüm sûrelerde olduğu gibi bu
lar çeşitli, birbirine zıt ve hatta çelişkilidir,
âyetler de âhiretten söz ediyor olsa gerektir. inanca baskı olayının yaşandığı yer konusunda
6 'Meyhâ ku'ûd: "ateşin üstüne". Tarihi riva­ farklı rivayetler vardır. Necran, Suriye, Sümer,
yetler bağlamında "ateşin başına". Kinayeli Babil, Filistin, Habeşistan, Anadolu bunlar
bir ifade. Zımnen: Yakarken yandıklarının far­ arasındadır, inanca yönelik zulmü, bu yerlere
kında değildiler. Burada Necran veya bir başka bağlı olarak Necran'ın Yahudi (veya putperest)
mekânda mü'minlere yönelik yakma işkence­ kralı Zunüvas İsevî mü'minlere, Nemrud Hz.
sinin faillerinin aslında imanı yakmaya çalış­ İbrahim'e, Babil kralı Nabukadnazar sürgün­
makla ebedi hayatta kendilerini yaktıkları di­ deki Yahudilere, Romalı Antonyus Isevilere
le getirilmektedir. karşı yapmıştır. Bunlar arasında en makul ola-
102 , 29/BURÛC SÛRESİ , Nüzul: 29 Mushaf: 85

10 Bakın, mü'min erkekler ve mü'min 14 Ve mutlak bağış sahibi, hep seven ve


kadınlara işkence yapıp da sonra pişman sınırsızca sevilmeye lâyık olan O'dur; 13

olmayanlar var ya: elbet onlar derin bir 15 en şerefli makamın sahibidir; 16 dile­
mahrumiyet gayyasını boylayacaklar ve diği her şeyi yapabilendir.
onları harlı ateşin azabı bekleyecektir. 11

11 Şüphesiz iman eden ve Allah'ın razı 17 MALUM orduların olayından haberin


olacağı davranışlarda bulunanları da, var m ı ? 1 4
18 Firavun'un ve Semud kav­
zemininden ırmaklar çağıldayan cennet­ minin (ordularından)? 15

ler bekleyecektir: işte büyük başarı bu­ 19 Maalesef 16


inkârı önyargı haline geti­
dur. renler yalanlamakta ısrar etmişler; 20 Al­
lah da onları hiç hesaba katmadıkları yer­
12 ŞÜPHESİZ Rabbinin kıskıvrak yaka­ den çepeçevre kuşatmıştır.
laması pek çetindir,- 13 çünkü O, evet 21 Hepsinden öte bu şanlı-şerefli bir hi­
O'dur yoktan var eden ve o yaratmayı sü­ taptır; 17
22 tarifsiz bir hafızada koruma
rekli tekrar eden de yine O'dur. 12
altına alınmıştır. 18

nı miladî 523 yılında vuku bulduğu nakledilen 13 İbareyi bir sıfat tamlaması olarak görürsek,
Himyer kralı Zunüvas'ın İsevî mü'minlere zımnen: O Gafur olduğu için Vedûd değil, Ve-
karşı uyguladığı korkunç zulümdür. Rivayete dûd olduğu için Ğafur'dur. Yani sonsuzca se­
göre Zunüvas, inancından vazgeçmeyen ven ve sevilen olduğu için çok bağışlayandır.
mü'minleri kazdırdığı ateş dolu hendeklerde Bağışlaması sevgisinin sonucudur.
yakmıştır. Son zamanlarda bulunan tarihi bir 14 Hadisti çevirimizin gerekçesi için bkz.
belge, yukarıdaki bilgileri destekler mahiyet­
113/Tahrîm: 3, not 5. Takriri istifhamın bir so­
tedir. Bu belge, Yahudilerin 2000 İsevî'yi bir
nucu olarak "haberin var mı?" sorusu, aslında
mabedde topladıktan soma mabedin çevresine
"mutlaka haberin vardır" vurgusunu taşır.
odun yığarak içindekilerle birlikte yaktıklarını
anlatmaktadır. (İrfan Şehid, The Martyrs o/ 15 Firavun ve Semud kavmi. Biri sapık örgüt­
Nejran: New Documents, 1971, sh. 46 vd.) Hi­ lü güce, diğeri sapık topluma örnektir. Birinci­
lafeti döneminde Hz. Ömer'in şehidlerin hatı­ si inanca devlet baskısını, ikincisi inanca top­
rasına felaket mahalline bir cami inşa ettirme­ lumsal baskıyı temsil eder.
si de bu bulguları teyit eder. 16 Bel edatının bu bağlamdaki en uygun karşı­
11 Yan yana kullanılan "cehennem azabı" ve lığı budur. Çevirimiz boyunca edatların farklı
"ateş azabı" vav bağlacının mahiyetinden do­ vurgularına atıf yaptık. Bu, edatların, Rummâ-
layı iki ayrı şey olmak durumundadır (Bkz: ni'nin iddia ettiği gibi birbirinin eşanlamlısı
112/Hucurât: 1, not Tin devamı). "O halde bu olduğu anlamına asla gelmez, fakat çokanlam-
ikisini birbirinden ayıran nedir?" sorusunun lı edatların varlığı da bir gerçektir.
doğru cevabı, cehennem ve 'azab kelimeleri­ 17 Mecîd sıfatı, formu gereği, hem "özünde
nin kök anlamlarında gizlidir (Bkz: 'azab için şerefli olan" ve hem de hayatını onunla inşa
ilk kullanıldığı 7/Kalem: 33, not 29 ve cehen­ edene "şeref ve onur katan" anlamlarının her
nem için 11/Fecr: 23, not 19). ikisini de içerir (Krş: 36/Kâf: 1)
12 Zımnen: Soluk alan bir canlı gibi, atom altı 18 Yani: ne cinine Şeytan o kaynağı bulandıra-
parçacık düzeyinde hayatm sürekli bir ahş-ve- maz. Kitabım mubîn ve imamım mu bin diye
rişle yemlenmesini sağlayan O'dur. Veya: yok­ de anılan Levh-i Mahfuz ("akıl sır ermez bir
tan var ettiği gibi yeniden yaratacak olan O'dur. korunmuş anakart" veya "sınırsız merkezi
Nûzûl: 29 Mushaf: 85 29/BURÛC SÛRESİ 103

bellek"), vahiy de dahil bütün bir varlık âlemi­ ve bu yapısıyla, "Hz. Peygamber'in vahyi yaz­
ne dair ilâhi bilginin kayıtlı tabiatını ifade dırdığı sayfalardır" türünden bir yorumun im­
eder. Tıpkı insan hafızası gibi bu kayıt, kağıt­ kanını dilsel olarak daha baştan yok eder. (Ki­
la kalemle izah edilemez. Zaten levhin mah- tabin mubînin'deki lugavî belirsizlik ve lafzî
fûzin'deki belirsizlik, onun akla hayale sığma­ apaçıklığın oluşturduğu tezata dair bir açıkla­
yan bir "merkezi hafıza" olduğunu ifade eder ma için bkz. 70/Hûd: 6, not 11.)
Sûre lafzen "incir/incir a ğ a c ı " a n l a m ı n a gelen et-Tîn adını i l k âyetinden
alır. T i r m i z î aynı adla, Buhârî Ve't-tîn adıyla anar.

Sûre M e k k î d i r . İlk tertiplerin t a m a m ı n d a Buruc ve Kureyş arasına yerleşti­


rilmiştir. Bu takdirde sûreyi peygamberliğin 4. y ı l m a y e r l e ş t i r m e m i z uygun
olacaktır.

Sûre, insanlığın vicdanının ilâhî vahiy tarafından h a r e k e t e geçirildiği dört


bölgeyi z ı m n e n veya lafzen şahit tutarak söze girer. Bunlar:

1) İncir veya incir ağacı veya çöl inciri: Hz. İbrahim'in vahiy aldığı müba­
rek bölgeyi simgeler. Hz. N û h ve M u s a da aynı bölgede vahiy a l m ı ş t ı r
(Enbiya: 7 1 ; krş. A'râf: 137). Bir görüşe göre bu ağaç Buda'ya altında oturur­
k e n vahyin geldiği incir ağacıdır. Zira Buda ilâhi i l h a m ı bir yabani incir ağa­
c ı n ı n altında a l m ı ş t ı .
2) Z e y t i n Dağı, zeytin veya zeytin ağacı: S ü l e y m a n M a b e d i ' n i n üzerine in­
şa edildiği dağı ve Hz. İsa'nın vahiy aldığı m ü b a r e k ve mukaddes k ı l ı n m ı ş
bölgeyi simgeler (Mâide: 2 1 ) . Hz. İbrahim de vaktiyle o bölgede vahiy almış­
tır (Isra: 1).
3) Sina dağı: Hz. M u s a ' n ı n vahiy aldığı m ü b a r e k ve i k i kere mukaddes kı­
l ı n m ı ş bölgedir (Kasas: 3 0 ; T â h â : 12; Nâzi'ât: 16). Eğer Sina m ü s t a k i l olarak
zikredilmeseydi, M ü ' m i n û n 2 0 ' n i n delaletiyle Sina zaten " z e y t i n " diyarına
giriyordu.
4) E m i n belde: Hz. M u h a m m e d ' i n vahiy aldığı m ü b a r e k bölgedir (Al-i
İmran: 9 6 ) .

Kendilerine y e m i n edilen bu beldelerin t ü m ü de Kur'an'da " m ü b a r e k " ve


" m u k a d d e s " olarak anılır. Buraların bereket ve k u t s i y e t i kendilerinden de­
ğil, orada olup bitenlerdendir. Şerefu'l-mekân bi'l-mekiridiı. Yani "Yerin
şerefi o yerde yerleşenin şerefinden k a y n a k l a n ı r " . Z a t e n bu beldelere y e m i n
edilmesinin sebebi de, m u h a t a b ı n zihnini maddî olandan m a n e v î olana in­
t i k a l e t t i r m e k t i r . Z ı m n e n : Ey m u h a t a p ! İndiği toprağa bile bereket katan
vahiy, ya hayatına inerse sana neler k a t m a z ! İşbu yüzden vahiy, akla M i r a ç
y a p t ı r m a k için nazil o l m u ş t u r .

Bu evrensel h i t a b ı n ardından söz, yeryüzünün ruhu olan insana getirilir. Şu


h a k i k a t i a n c a k insanı yaratan haber verir: " D o ğ r u s u Biz insanı en güzel kı­
vamda yaratmış, sonra onu başlangıç n o k t a s ı n ı n en dibine döndürmüşüz -
dür" (4-5).
RAHMAN RAHÎM LLAH'IN ADIYLA

1 INCÎR AĞACI ve zeytin (diyarı) şahit­ sonra onu başlangıç noktasının en dibine
tir! 1
döndürmüşüzdür. 4

2 Ulu Sînâ Dağı şahittir! 6 Ancak (tekamül yolculuğunda), imanda


3 Bu güvenli belde şahittir: 4 Doğrusu
2 sebat eden ve o imanla uyumlu hareket
Biz insanı en güzel kıvamda yaratmış, 5 3 edenleri kesintisiz bir ödül beklemektedir. 5

1 İncir veya incir ağacı ile ne kastedildiği yo­ lah'la ayaklaşacak kadar şaşar.
ruma açıktır. Fakat 2 ve 3. âyetlerde beldeler 4 Veya klasik yoruma dayanarak: "Onu aşağı­
açıkça zikredildiğine göre incir ve zeytin de ların en aşağısına indirimsizdir." Bu tercihe
iki vahiy bölgesi olmalıdır. "Zeytin" ile Hz. göre, "aşağıların aşağısı" ya cehennem, ya da
İsa'nın vahiy aldığı bölgenin kastedildiğini dü­ yaşlılıkla gelen düşkünlük ve bunamadır. Ter­
şünürsek, geriye "incir" kalmaktadır. Bunun­ cihimizin zımni açılımı şudur: Biz insanı po­
la Şam bölgesinin veya Hz. Nuh'un gemisinin tansiyel olarak çok üstün vasıflarla donattık
son durağı Cudi dağının kastedildiğini söyle­ ve onları kullandığında mahlukatın zirvesi
yenler olmuştur (Taberî). M. Hamidullah ise, olabilecek yetenekte yarattık; fakat bu yüce
kimi otoriteleri de referans göstererek âyette­ makama kendi gayret ve çabasıyla tırmanma­
ki "incir ağacı"nın, Buda'ya adını veren ve sı için onu tekamül yolculuğunun başladığı
"yabani incir ağacı" anlamına gelen Budi ağa­ noktaya koyduk ve ona "haydi, mâ hulika
cı olduğunu söyler. Buda ilâhi ilhamı bu ağa­ leh'in olan yaratılışının kıvamını bulmak için
cın altında almıştır (Aziz Kur'an). Musa Ca- Allah'ın verdiği akılla öğren ve kendi gayre­
rullah gibi kimi çağdaş alimler de Buda'nın tinle tekamül yolculuğuna çık!" dedik. İlk
peygamber olduğu kanaatini paylaşırlar. Zey­ inen "Alak 1-5. âyetler de bu hakikati ifade
tin ile Nûr âyetinde (97/Nûr: 35) geçen ve iç eder. Kur'an'ın insana dair üslubu ve hassaten
aydınlanmayı ifade eden "mübarek zeytin bir sonraki âyet tercimizi teyit eder. Sufl, "yü­
ağacı" arasında bir ilişki kurulabilir. Çekir­ celiş" mânasındaki 'ulu w un karşıtıdır. İnsa­
1

dekleri itibarıyla incir "kesrete" zeytin "vah­ nın yolculuğu maddî ve yatay değil, manevî
dete" işaret olarak yorumlanmıştır. İncir ger­ ve dikeydir. Dolayısıyla esfele safilin, yolculu­
çekten de bitkilerin havyarı diyebileceğimiz ğun başlama noktasını ifade eder. Bunların dı­
mucize bir meyvedir. Bu âyet, ilâhi ışığın şav­ şında tercihimizi teyit eden dört unsur şudur:
kının varlık, zaman ve mekâna düşmesiyle Takvim'in tedriç ifade etmesi, kullanılan eda­
nasıl bir bereket kesbettiğini gösterir. tın ila değil fi olması, fiilin irtidat değil riddet
2 Rabbin vahyinin geldiği/geleceği yerlere dair olması ve en önemlisi riddet'in insana değil de
Eski Ahid'de benzer bir ibare vardır (Bkz: Tes- Allah'a isnat edilmesi.
niye 33:2). Bu ibarede yer alan "Faran Dağı" Çevirimizin gerekçesi budur. Klasik yoruma
Hz. Peygamber'in geleceğine îmâ sayılmıştır. göre buradaki illâ "ancak...müstesna" anla­
3 Bir sonraki âyetle birlikte zımnen: İnsan ya­ mına gelir.
ratılıştan en iyi idi, fakat en iyi bozulunca en 5 Amel-i sâlih, 23 yıllık nüzul sürecinin tü­
kötü olur. Hz. insan varlık ağacının meyvesi, münde aynı vurguya sahip olmasa gerektir.
hayatın ruhu, kâinatın gözbebeği, Allah'ın şa­ Başlangıçta Bakara 2 ışığında sorumluluk bi­
heseridir. Öğrenme ve yücelme yeteneğinin linci çerçevesinde "erdemli, dürüst ve sorum­
itici gücü olan akıl ve iradesiyle en iyi ve en lu davranış" vurgusu taşır. Peygamberliğin or­
kötü olmaya adaydır. Melekelerini doğru kul­ talarında, razı olunan ameller artık bildirildiği
lanırsa melekleri aşar, yanlış kullanırsa Al­ için "Allah'ın razı olduğu imanla uyumlu
7 Öyleyse (ey insan): bütün bu gerçekler- 8 Şimdi (söyle ey insan): "Allah en iyi
den sonra sana Hesap Günü'nü yalanla- hükmeden değil de nedir? 7

tan nedir? 6

ameller" vurgusuna ulaşır. İslâm cemaatinin 7 Bir önceki âyetle birlikte: Ey insan ilâhi de­
kurulup emr-i bi'l-ma'rufun farz kılındığı ğerler sistemi olan dini yalanlamak, esasen
Medine'de ise "ıslah edici iyi işler" vurgusunu Allah'ın yargısını reddetmektir. Hz. Peygam­
kazanmıştır (Bkz: 13/'Asr: 3, not 5). Gayru ber bu âyeti okuyuştan sonra, Kur'an'a canlı
memnûn'a verdiğimiz "kesintisiz" anlamının bir özne muamelesi yapıp onunla diyaloga gi­
gerekçesi ve ona alternatif başka bir mâna için rerek şöyle derdi: Belâ yâ Rab! Ve ene 'alâ zâ-
bkz: 52/lnşikâk: 25, not 18. like mine'ş-şâhidîn: "Elbette ey Rabbim! Ve
6 Bir sonraki âyette (8) Allah'ın "hükmünden" ben buna şahidim!" (Tirmizî ve Ebu Davud).
söz edilmektedir. Bu durumda buradaki ed- Senedinde yer alan meçhul raviden dolayı ha­
dîn, "din günü", yani "Hesap Günü" anlamı­ dis eleştirilmiştir. Ne var ki, Allah Rasulü ve
na gelse gerektir (Krş: 1/Fâtiha: 3). Din, Al­ sahabenin namaz içinde ve dışında okuduğu
lah'a borçluluk bilincidir. Tarifi, "Allah katın­ Kur'an'la aktif diyaloga girdiğine dair başka
da din İslâm'dır" âyetinden yola çıkarak: Al­ örnekler de vardır. Benzeri rivayetlerle birlik­
lah'a hakkını teslim etmek için Allah'a kayıt­ te değerlendirildiğinde, hadisin senedine yö­
sız şartsız teslim olmaktır. Dini yalanlamak nelik itiraz, Nebi'nin vahye canlı bir özne mu­
ise, işte bu gerçeği yalanlamaktır. amelesi yaptığı gerçeğini değiştirmemektedir.
" D e p r e m " a n l a m ı n d a k i adını i l k âyetinden alır. Mushaflarda v e i l k tef-
sirlerde Z e l z e l e ' n i n yanında Zilzal adıyla da a n ı l m ı ş t ı r . Buhârî ve T i r -
m i z î ' d e yer alan rivayetlerden sûrenin sahabenin dilindeki adının izâ zulzi-
let olduğunu öğreniyoruz.

Z e l z e l e sûresi M e k k e ' d e indirilmiştir. K o n u s u ve üslubu bu konuda h i ç b i r


şüpheye m a h a l b ı r a k m a z . İbn Mes'ud, İbn Abbas, Mücahid, Katade ve D a h -
h a k ' i n görüşü de budur. Beğavî, ibn Kesir ve Nîşâbûrî gibi müfessirler de
onlara katılmışlardır. B ü t ü n ü y l e âhireti işleyen sûre, a n c a k benzerleri olan
Kâri'a, Zâriyât, T e k v î r , İnfitâr, İnşikâk, Ğâşiye, T e k â s ü r , 'Âdiyât, Fecr, Nâ-
zi'ât, Mûrselât, N e b e ' , K ı y a m e t , M e ' â r i c , Hakka ve V â k ı ' a gibi sûrelerin hi­
zasına konulabilir. Medine'de indirildiği görüşü Ebu Said el-Hudrî olayına
dayanmaktadır. Bu sahabi H z . Peygamber'e " B ü y ü k k ü ç ü k her yaptığımı
görecek m i y i m ? " diye sorup " E v e t " cevabı a l ı n c a ; " V a y b e n i m h a l i m e ! " de­
m i ş ve Rasulullah onu, M â i d e sûresinin 9. âyetiyle teselli e t m i ş t i r (İbn Ebi
H a t i m ) . Bu rivayet sûrenin iniş z a m a n ı n ı göstermez. Ols a olsa m e z k u r âye­
tin Ebu Said'in b i l i n ç dünyasına indiği z a m a n ı , dahası sahabenin Kur'an'a
sürekli inen bir m e s a j olarak b a k t ı k l a r ı n ı gösterir.

Y ı l ı n ı b e l i r l e m e k zor olsa da, sûreyi peygamberliğin 4. yılına yerleştirebili­


riz. Sûre, Küfe o k u l u n a göre sekiz, 6. âyeti i k i âyet sayan çoğunluğa göre do­
k u z âyettir.

Sûrenin k o n u s u , âhiret ve ilâhi adaletin tecellisidir. Z ı m n i mesajı şudur: Ey


insan! A l l a h ' t a n hiçbir şeyi s a k l a y a m a z s m ! Y e r y ü z ü n ü paramparça edip içi­
ni dışına çeviren A l l a h ' ı atlatamazsın! Y e r y ü z ü n ü konuşturup ona gerçeği
söyleten A l l a h ' ı n gücünü bir düşün! Z a t e n b u n u düşünürsen şu h a k i k a t i
anlarsın: " K i m zerre kadar i y i l i k yaparsa o n u (ilâhi kayıtta) görecektir. K i m
de zerre kadar k ö t ü l ü k yaparsa onu (ilâhi kayıtta) görecektir (7-8).

Sûre olanca kısalığına ve vecizliğine rağmen sekiz noktada vurgu içerir. Bu


Kur'an'ın baş döndüren belagatına çarpıcı bir örnektir. Hedef bellidir: Beşer
dilinin t ü m i m k a n l a r ı n ı m u h a t a b ı n hidayeti i ç i n sebil e t m e k . Bu ilâhi şef­
k a t karşısında biz insanlara düşen t e k şey vardır:

Ey m e r h a m e t i sonsuz olan! Şükürden aciziz!


108 »XgX» | 31/ZELZELE SÛRESİ t . x g » Nûzûl: 31 Mushaf: 99

RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 Y E R Y Ü Z Ü (anîden) korkunç bir dep­


1
6 işte o dehşet günü bütün insanlar, yap­
remle sarsıldığı zaman,
2 3
tıkları kendilerine gösterilmek üzere dar­
2 T ü m maddî-mânevî ağırlıklarını çıkart­ madağın ve derbeder bir halde toplana­
tığı zaman, caklar. 7

3 insan der ki: Ne oluyor buna! 4 7 Kim zerre 8


kadar iyilik yaparsa onu
(ilâhi kayıtta) görecektir,- 8 kim de zerre
4 işte o dehşet günü, yeryüzü dile gelip
kadar kötülük yaparsa, onu (ilâhi kayıtta)
(şahit olduklarını) bir bir haber verecek; 5

görecektir. 9

5 zira senin Rabbin, ona (da emr'ini) vah-


yetmiştir. 6

1 Olayın dehşetini artıran dört unsur var: 1) 5 Kur'an'ın üslubunda, Hesap Günü cansız var­
îzâ zarfı, 2) "hareket" ifade eden zell'in muda- lıklar sadece konuşmakla kalmazlar, onlar şah­
af kipiyle gelmesi, 3) zilzâlehâ'mrı mutlak siyet, irade ve idrak sahibi canlı birer özne ola­
mef'ul olması, 4) depremin yeri gösteren zami­ rak resmedilirler (Bkz: 36/Kâf: 30; 46/Me'aric:
re izafe edilerek yeryüzünün çapı ve cüssesiy­ 17; 40/Furkan: 12; 60/Mülk: 7). Zımnen: Yer­
le orantılı olacağına işaret edilmesi. Bu belagat yüzüne edilen yemin karşılığını bulacaktır;
karşısında dilin alnı secdeye gelse yeridir. "yer şahit olsun!" denilmişti, işte şahit oldu!
2 Öznesiz gelmesinin zımni • mesajı şudur: 6 Bu, insana inenden farklı bir vahiydir.
Olay o kadar dehşetli ki, olayın dehşetinden Kur'an'da canlılara gelen vahiy ilâ edatıyla ge­
"kim yaptı" sorusunu bile soramayacaksın! çişli yapılırken, cansızlar için iî ve lam edatla­
Son Saat, kıyamet ve hesap ile ilgili tüm âyet­ rı kullanılır. Temkin ifade eden iî ve nedensel­
lerde faile değil fiile vurgu vardır. Bu yüzden lik ifade eden lâm, onların tabi olduğu yasala­
ya meçhul ya da mutavaat kalıbıyla gelir. Bu rı gösterir. Eğer vahyin muhatabı peygamber­
üslûptan şu sonuçlar çıkarılabilir: 1) Olay an­ ler dışındaki insan veya hayvan ise vahiy "il­
sızın vuku bulacak. 2) Olaylar kevn ve fesat ham", eğer cansız ise "tabiat yasaları", eğer
yasaları gereği kendi iç dinamikleriyle gerçek­ peygamber ise sözlü vahiy anlamındadır [Müf­
leşecek. 3) Kıyameti tetikleyen olaylar zinciri­ redat). Emrini vahyetmekle ilgili ayrıntı için
nin başlamasında insan gibi irade sahibi özne­ 26/Necm 4 ve 82/Şûrâ 51'in ilgili notlarına
lerin yaptıkları da etkili olacak. bakınız. Işareten: Allah anıldığında kalpleri
titreyen mü'minler gibi, yeryüzü de Allah'ın
3 Doğrudan gelecek zaman yerine, geçmiş za­
emri karşısında tir tir titremektedir. Ey insan!
man kipine iza. edatıyla gelecek zaman vurgu­
Taş yürekleri sarsmak için bu da kâr etmezse
su kazandırılmıştır. Bu "geçmişte gerçekleşe­
ne kâr eder!
nin gelecekte yineleneceği" yananlamını içe­
rir (Krş: 79/Enbiya: 30). 7 Nebe' sûresi 18. âyet ışığında: Hesap Gü-
nü'nün dehşetiyle duygu ve düşünceleri der­
4 insanın hayret ve dehşeti, hem yeryüzünün
beder, iç ve dış bütünlükleri darmadağın. Bu
sarsılışı, hem de içinden hayatın yeniden fış-
âyet, kayırıcıları nefyeden 73/En'âm 94 ve
kırmasıdır. Şu âyetler bu dehşeti ayrıntılandı-
43/Meryem 80 ile çelişmez.
rır: "O (depremi) gördüğünüz gün, emziren her
ana emzirdiği (bebeği) unutur,- yine her gebe 8 Ölçü ve tartıya gelmeyecek kadar küçük [Li­
kadın (o an) çocuğunu düşürür; ve insanlar sân).
sarhoş olmadıkları halde sen onları sarhoşmuş 9 Bu âyetler ödül ve ceza ile ilgili değildirler.
(gibi) görürsün" (91 /Hac: 2). "Onu görecek" mânasına gelen yer ahu ifadesi
Nûzûl: 31 Mushaf: 99 31/ZELZELE SÛRESİ 109

yucze bihi (karşılığını görecek) veya yuhaseb tak koşulmasını bağışlamaz; fakat dileyen
'aleyhi (onunla yargılanacak) mânasına alına­ kimselerin bunun dışındaki günahlarını bağış­
maz. Zira bir önceki âyette zaten "amelleri lamayı diler" (104/Nisâ: 48) gibi bir çok âyeti
kendilerine gösterilmek üzere" oraya geldik­ anlayamayız. Sözün özü"Bu âyetler, insan ey­
leri açıkça belirtiliyor (Krş: 68/lsra: 49). Daha lemlerinin tümünün kayıt altına alındığını,
sonra hesap, ondan sonra da ödül ve ceza geli­ hiçbirinin atlanmadığını, dahası Allah'ın atla-
yor. Eğer bu âyetleri ödül-ceza bağlamında tılamayacağını, unutan ve uyuyan biri olma­
alırsak, "Rahmetim her şeyi kuşatmıştır" dığını ifade eder (Krş: 97/Nûr: 39; 65/İbrahim:
(56/A'râf: 156); "Kim (İlâhî mahkemeye) bir 18 98/Âl-i İmran: 91; 104/Nisâ: 31; 39/Yâsîn:
;

iyilikle gelirse yaptığının on katını kazana­ 51; 45/Hâkka: 19, 25 68/lsra: 14, 49, 71;
;

caktır" (73/En'âm: 160); "Allah kendisine or­ 62/Kehf: 49).


Mahlukât ağacının soylu m e y v e s i n i n adıyla anılan İnsan sûresi, adını
i l k âyetinden alır. Buhârî'deki bir rivayetten, sûrenin Hz. Peygamber
zamanında hel etâ 'ale'l-insân sûresi olarak anıldığını anlıyoruz. Bir ç o k
m u s h a f t a adı " t ü m z a m a n l a r " a n l a m ı n a gelen D e h r olarak kayıtlıdır. Hafâ-
cî " E m ş a c S û r e s i " , Tabersî "Ebrâr S û r e s i " diye a n m ı ş .

Sûrenin M e k k î m i Medenî m i olduğu ilk otoriteler arasında tartışılmıştır,


ibn Abbas, İbn Ebi T a l h a , Katade ve M u k a t i l M e k k î olduğunu söylemiş. Ha-
fâcî bu görüşü c u m h u r a a t f e t m i ş . M ü c a h i d ve daha başkaları Medenî oldu­
ğunu söylemiş. M e d e n î diyenler, 8. â y e t t e k i esîran'ı "harp e s i r i " olarak an­
lamışlar ve Ensar'la ilişkilendirilen nüzul sebebi rivayetlerine itibar e t m i ş ­
lerdir. İlginç olan husus, elimizdeki t ü m nüzul tertiplerinde sûre Medenî
olan T a l â k sûresinin önüne yerleştirilmiş olmasıdır.

Sûrenin üslubu, m u h t e v a s ı ve belagatı k u ş k u y a meydan b ı r a k m a y a c a k şe­


kilde M e k k î olduğunu, hatta erken dönemlere ait olduğunu göstermekte­
dir. Sûre İbn M e s ' u d mushafında K ı y a m e t sûresi ö n ü n e yerleştirilir. Bu, Ra-
sulullah'ın İnsan ve K ı y a m e t sûrelerini namazda ardı ardına okuduğu riva­
y e t i n i d e s t e k l e m e k t e d i r (Ebu Davud). Bazergan sûreyi 5. yıla, Blachere de
M e k k e ' n i n orta d i l i m i n e yerleştirir. T ü m göstergeler b u tercihi destekle­
mektedir.

Sûrenin ana fikri mazi, hal ve istikbaliyle insan ve insan iradesinin belirle­
yiciliğidir. İlâhî t e k a m ü l yasasına tabi olan insanın t e k kaderi vardır: Seç­
m e k . İşte şu âyet bu gerçeği haykırır: " E l b e t onu (amacına ulaştıracak olan)
doğru yola Biz y ö n e l t t i k : ya i m a n eden veya inkâr eden biri o l m a y ı (kendi
tercihine b ı r a k t ı k ) " (3) Her şeyin bir ruhu olduğu gibi âhiret de dünyanın ru­
hudur. İnsan âhirette bu dünyadaki tercihinin karşılığını bulacaktır. Ceza
ve ödül, insanın kendi elleriyle kazandıklarıdır (4-22). Ne var ki, ilâhi ödül
kat kat fazladır. Bu da Kerim olan Allah'ın kullarına k e r e m ve ihsanıdır.

Sûre sonunda R a s u l u l l a h ' ı doğrudan inşaya yönelir ve küfür karşısında ona


direnç aşılar (23-28). Ve sözü iradeye getirir: İnsanın dilemesini de Allah di­
l e m i ş t i r (29-31). İradeye dikkat ç e k e r e k başlayan sûre, y i n e iradeye dikkat
ç e k e r e k son bulur.

»XHX«
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 insanın üzerinden, o tarih sahnesine


1
hine bıraktık) 6

çıkıncaya (kadar), tüm zamanlar içinden 4 En sonunda (inkârı tercih eden) kâfirler
belirsiz ve uzun bir süre geçmemiş miydi için tarifi imkansız zincirler, tasmalar ve
(ki), henüz o (bu süre zarfında) anılmaya kışkırtılmış çılgın bir ateşi Biz hazırladık. 7

değer bir varlık bile değildi? 2

5 Elbet iyiler de hoş kokulu çiçek özü


8

2 insanoğlunu katmerli bir karışım olan katkılı tarifsiz bir kadehten içecekler: 6 9

hayat tohumundan Biz yarattık; sınava 3


(bunların doldurulduğu) öyle bir göze var
tabi tutmayı (diledik) ve ardından ona
4
ki, Allah'ın has kulları gürül gürül çıkar­
işitme ve görme yeteneği verdik. 5
tacakları bu kaynaktan içecekler.
3 Elbet onu (amacına ulaştıracak olan) 7 (O has kullar ki,) üzerlerine vacip kıldık­
doğru yola Biz yönelttik: ya iman eden ları hayrı yerine getirirler ve şerri kahre­
10

veya inkâr eden biri olmayı (kendi terci­ dici bir virüs gibi yayılan günün kaygısını

1 İns-cinn karşıtlığı için bkz. 73/En'âm: 112, 6 Lafzen: "Şükreden ve nankörlük eden", iki
not 94. ibn Abbas İnsân'ı "unutmak" mânasın- ahlâkî kavram olan şükür ve nankörlüğün aki-
daki nisyan'a nisbet etmiştir. Ona göre insan, devi karşılıkları iman ve küfürdür. Birleşik
Allah'la yaptığı sözleşmeyi unuttuğu için bu immâ [in+mâ] edatı, şart ve nefy'den oluşur.
adı almıştır (Taberî, Hicr: 26'nm tefsirinde). Bu, "şıkların dayandığı asıl yoksa şıkların hiç­
2 tstifham-ı takriri olan hel etâ (geçmemiş biri yok" demektir. Yani "insanın küfrü tercih
miydi), aslında kad etâ (elbet geçmişti) gibi te­ etme yeteneği olmasaydı, şükür yeteneği de
kit vurgusu taşır. Bunun anlamı şudur: soru, olmazdı" anlamına gelir. İrade şükrün de küf­
aynı zamanda cevabın ta kendisidir. Bununla rün de şartı ve sebebidir, insan, insan olmadan
insanın yokluktan varlık âlemine çıkışı da, önce beşer idi. Ademiyet sadece vahşiyyetin
ruh üflenmeden önceki beşer hali de kastedil­ değil melekiyyetin de mukabilidir.
miş olabilir. Birinci ihtimalde âyet, Allah'ın 7 Sa % ateşi "yakmak, tutuşturmak, kışkırt­
varlığının bedihiliğine delalet eder. Zira, yo­ mak, alevi yükseltmek" anlamlarına gelir. Kış­
kun varlığı faile bağlıdır. Fakat âyet "hiçbir kırtılmış bir ateşe benzediği için saldırgan de­
şey değildi" demek yerine "anılmaya değer bir liliğe de es-su'r adı verilir [Mekâyîs). Dolayı­
şey değildi" diyerek ikinci ihtimali doğrula­ sıyla sa'iınormal bir ateş değil "çılgın bir ateş"
maktadır. Yani beşer, kendisini irade ve akıl ya da "çıldırtan bir ateş "tir. Zincir suçluluğu,
sahibi kılan ruh üfleninceye kadar anılacak tasma Allah'tan başkasına kulluğu, ateş derin
bir isme sahip olmayı hak etmemişti. Doğal pişmanlığı ve yürek yangınını simgeler.
olarak daha eşyaya isim verme yeteneğine de 8 Ebrâr (t: ben), Hasan Basrî tarafından "mah­
(Krş: 94/Bakara: 31) sahip değildi. rukatı incitmeyen, şerre razı olmayan" diye
3 insan türüne giren herkesi kapsadığı için, tanımlanır.
Âdem'in de nutfe'den yaratıldığı anlaşılır 9 içinde gam ve keder olmayan kalıcı bir haz
(Bkz: 104/Nisâ: 1 krş. Elmalılı).
;
ve neşeyi simgeler. Kâfur, bazı kısımlarının
4 Hayatın ve ölümün yaratılış amacının sınav üzerinden 200 yıl geçtikten sonra damıtılarak
oluşuyla ilgili bkz. 60/Mülk: 2. olağanüstü güzel bir içecek elde edilen ağaç.
5 işitme ve görme, anlama ve akletmeden ki­ 10 "Adak" mânasına gelen nezr, "hayrı kendi­
nayedir. ne vacip kılmak" demektir.
taşırlar,- 11
8 ve kendi istek ve arzularına sabırlarına karşılık onlara cennet bahçe­
rağmen 12
muhtaçlara, 13
yetimlere 14
ve leri ve tarifi imkansız özgür bir (hayat)
esirlere yedirirler; 15
9 (kendi kendilerine bahşedecek. 16
13 Orada divanlara 17
sere
derler ki): "Biz size sadece Allah için yedi- serpe uzanacaklar; ne sıcağa ne soğuğa
riyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir te­ maruz kalacaklar, 18
14 zira cennetin
şekkür bekliyoruz. 10 Elbet biz yüzleri (kutlu) gölgesi 19
üzerlerine düşecek, ora­
asıp kaşları çatan bir günde Rabbimizin nın salkımları emre âmâde kılınacak. 20

(rızasını) kaybetmekten korkuyoruz. 15 Gümüş (parlaklığında) kaplar ve billur


11 Bu yüzden Allah onları bu günün deh­ gibi kupalarla kendilerine servis yapıla­
şetinden koruyacak ve onların (yüzlerine) cak; 21
16 öyle gümüşi billurlar ki, onların
nûr, (yüreklerine) sürür koyacak; 12 ve hacmini tamamen kendileri takdir edecek.

11 Mustatîrâ'ya bu bağlamda verilebilecek en anlamlarıyla "mutlak, mükemmel özgürlü­


uygun karşılık. ğün" kastedilmiş olması hem Kur'an'ın bela-
12 Veya: "seve seve". gatine hem ilâhi ikramın mahiyetine hem de
harîf in cennet ile eşleştirilmesinin münasebe­
13 Miskin, kendi kendine kazanmaktan aciz
tine daha uygundur. Allahu a'lem.
olan.
17 Erâik, (t. erlice) "taze gelin karyolası".
14 Yetim: kazananı ölmüş, kendisi de kazan­
maktan aciz olan. 18 Lafzen: "Ne güneşi ne soğuğu görecekler",
veya Sa'leb'e dayanarak "Ne güneşi, ne ayı gö­
15 Esir. özgürlükten mahrum herkes. Hem
recekler". Bu son mânaya göre cennet ışığını
lafzen hem de mecazen "zor şartların esiri
ne güneşten ne aydan alacak. Cennetlikler
olan kimseler" anlamına gelir.
cennetin ışığı/nuru olacaklar.
16 Veya: "Tüm kinlerinden kurtulup özgür ka­
19 Bir başka ifadesiyle: Cennetin sayesinde sa-
lacaklar". Harîr, "özgürlük" anlamındaki hur-
yebân olacaklar. Buradaki gölge, cennet teri­
r'den türetilmiştir. İbn Fâris'in bu kelimeye
minin de ifade ettiği gibi semasının yeşillik­
verdiği karşılık şudur: el-harir. ve huve'l-mah-
lerle kaplı olduğuna delalet eder. Güneşi ve
rûr ellezî tedahalehu ğayzun min emrin nezeîe
ayı görmemelerinin ilk anlamı budur.
bih (Başına gelen bir işten dolayı içini kapla­
yan kinden kurtulan kimse). Bu mâna, cennet­ 20 Zımnen: Onlar dünyadayken Allah'ın em­
liklerin kinden tamamen arındırılmasını da rine âmâde oldukları için.
çağrıştırmaktadır (Bkz: 56/A'râf: 43; 72/Hicr: 21 Bir sonraki kavârirâ min fiddatin ibaresin­
47). Bu kelimeye genellikle verilen "ipek" kar­ den, bu ibarenin bi âniyetin ve ekvâbin min fid­
şılığı da hürriyetle ilişkilidir. Zira ipek giysi datin kânet kavârira şeklinde anlamlandırılma­
özgürlük ve soyluluğun simgesi gibi görülür­ sı gerektiğini anlıyoruz. Kânet burada teşbih
dü. Bu yüzden harîfi, kelimenin belirsiz for­ edatı işlevi görür. Yutâfu 'aleyhim, bu bağlam­
munu da dikkate alarak "tarifi imkansız özgür da "servis yapılacak" anlamına gelir. Tâfe
bir (hayat)" diye çevirdik. Âyette iki şey vaad 'aleyh, hem "servis yaptı" anlamına "birinin
edilmektedir: "cennet ve harir". Harifi özel­ etrafında fır döndü", hem de "kendini bir şeyin
likle "libas"tan mücerret olarak geldiği bu ma­ içinde buldu, başa bir iş geldi" anlamına kulla­
kamda "ipek" diye çevirmek eşi olan "cen­ nılır. 7/Kalem 19'da bu ikinci anlamda kulla­
n e t l e mütenasip görünmemektedir. Kaldı ki nılmıştır. Tercihimizin gerekçesi budur. Âni-
cennette ipek zaten vardır. Bu bağlamda harîr ye'nin tekili ina' kalbi, kalp Kabe'yi temsil
ile cennet kadar değerli olan, maddî-mânevî eder. Kalp hem tavaf eder, hem tavaf edilir.
Nüzul: 32 Mushaf: 76 . ^ y ^ , , 32/ÎNSAN SÛRESİ 113

17 Orada zencefil türü bir şeyle tatlandı­ 21 Onların üzerinde yemyeşil, capcanlı 30

rılmış dolu kadehlerle suvarılacaklar: 22 ipek elbiseler, atlastan kaftanlar buluna­


18 (Ebedi saadetin) kaynağı 23
olan oraya cak; ve onlar tarifsiz gümüşten künyeler-
yüceltilen bir yol a r a !
24 25 bilezikler takınacak; 31
dahası Rableri on­

19 Kendilerine kalıcı gençlik 26


iksiri ser­ lara temiz ve temizleyici olan tarifsiz bir

visi yapılacak: 27
Sen o (cennetlik)leri gö­ içecek ikram edecek. 32

receğin zaman, sanki saçılmış tarifsiz in­ 22 (Kendilerine): "Bunlar size ödül olarak
ciler sanacaksın,- 28
20 Nereden bakacak verilmiştir; ve (bu uğurdaki) üstün gayre­
olsan, sınırsız bir nimet deryası ve gör­ tiniz (Allah) tarafından kabul edilmiştir"
kemli bir iktidar göreceksin. 29
(denilecek).

22 Zencebîl (Farsça: zencefil), ilk muhatapla­ lar." Vildân, (t. veîîd) "sabi, hep taze, genç"
rın çok hoşlandığı bir tatlandırıcı. İbadetler de veya mastar manasıyla "ebedi, kalıcı gençlik"
tatlandırılır: Namaz huşu ile, infak yardım et­ (Ayrıca bkz. 50/Vâkı'a: 17, not 9).
tiğine aynı zamanda teşekkür de ederek, oruç 27 Tâfe 'aleyh için 15. âyetin ilgili açıklaması­
sadaka ile, hac marifet ve şuur ile tatlandırılır. na bkz.
23 'Aynen: "Kaynak, göz, su, casus, kuyu" an­ 28 Zımnen: Dünya çölündeki insan kumu,
lamındaki 'ayn'dan. İrfan ilminde "muhab­ tıpkı bir midyenin bağrına düşer gibi Rabbani
bet", burhan ilminde "cevher", beyan ilminde terbiyenin bağrına düşünce, cennete girmeyi
"kendi cinsi" mânasına gelir. Burada "Ebedi hak eden bir cennet incisi olup çıkacaktır.
saadetin kaynağı" vurgusunu taşır.
29 Ebedi saadet diyarında sevginin sonsuz ik­
24 Veya: "İsimlendirilen". Tusemmâ, hem tidarıdır bu iktidar.
"işaret, simge, alem" anlamına gelen vesm,
30 Hudrun, lafzen "yeşil" rengi, mecazen
hem de "yücelmek, yükselmek" anlamına ge­
"canlılığı" ifade eder. Akleden kalbi diri tut­
len sumuv mastarına nisbet edilir. Doğrusu,
tukları için bunun alametini üzerlerinde taşı­
kelimenin kök olarak sumuv'den türediğidir.
yacaklar.
Bir şeyin ismi müsemmasmın zatını zihinde­
ki diğer varlıklar içinden çekip öne çıkarır. 31 Ruhlarını ubudiyet ve ibadetle özgür kıl­
Çoğulu olan esma' hemzeli geldiğine göre dıkları, yüreklerinin bileğine kelepçe takma­
simv kalıbından gelmiş olmalıdır. Aksi halde dıkları için bileklerine cennet takısı takıla­
çoğulu evsâm gelirdi. Tercihimizin gerekçesi cak. Burada "gümüş" olarak geçen bilezikler,
budur. Kehf 31 ve Fâtır 33'te altın olarak geçer. Altın
25 Arap diline ilk kez Kur'an'la girdiği düşü­ ve gümüş değeri sembolize eder. Aynı şeyin
nülen selsebil kelimesinin nasıl anlaşılacağı iki ayrı cins olması, mü'minin makbul amel­
tartışılmıştır. Dişil ve alem oluşu dolayısıyla leri arasındaki kalite farkının cennete yansı­
ğayr-ı munsarıf olması gerektiği için isim ol­ yacağına delalet eder. Altının güneş ışığını gü­
ması uzak bir ihtimaldir (Zemahşerî). Geriye müşün ay ışığını temsil edişinden yola çıka­
ya "içimi kolay" veya "akışı güçlü" anlamına rak, birincisinin gün ışığı gibi doğrudan ikin­
sıfat, ya da "yolu sor/ara" anlamına iki kelime cisinin ay ışığı gibi dolaylı sevabı temsil ettiği
olduğunu kabul etmemiz gerekir ki, tercihi­ de düşünülebilir.
miz olan bu sonuncu okuma Hz. Ali'ye nisbet 32 Fe'ûl vezni, hem fail hem mef'ûle delalet
edilmiştir [Keşşaf ve. Râzî). eder. Zımnen: İçlerini tüm korku, kaygı, endi­
26 Veya: "Ölümsüz gençler servis yapacak­ şe, kin ve kirden yıkayan bir içecek sunacak.
23 ELBET BlZ, evet Biziz Kur'an'ı sana ları arasında sımsıkı bir bağ kurduk; ve 35

tedrici bir süreç içinde indiren; 24 artık eğer Biz istersek onları benzerleriyle kök­
Rabbinin hükmünü sabırla bekle ve on­ ten değiştiririz.
lardan hiçbir günahkar veya nanköre uy­
ma! 25 Rabbinin ismini sabah(tan) ak­ 29 B Ü T Ü N bunlar bir öğüt ve uyarıdır:
şamla dek) yad e t ! 33
26 Ve gecenin bir Şu halde dileyen Rabbine varan bir yol
vaktinde O'na secde et ve uzun geceler tutsun! 30 Bu sayede siz, zaten Allah'ın
boyu O'nun şanını yücelt! dilediğini dilemiş (olursunuz): 36
elbette
27 Ne var ki şu (nankör) adamlar 34
he­ Allah her şeyi bilendir, hep hikmetle
men şimdi ve burada olanı seviyorlar da, hükmedendir.
zor bir günü (gündemlerine almayı) erte­ 31 O, isteyen kimseyi rahmetine sokma­
liyorlar. yı diler,- ne ki zalimler için de elim bir
28 Onları Biz yarattık ve bütünün parça­ azap hazırlamıştır.

33 Bukraten ve asîlâ, bir günün tüm gündüzü­ 36 Veya: "Zaten Allah (dilememizi) dilemese
nü, hatta tamamını kapsar. Farz ve nafile na­ siz asla dileyemezdiniz." Tercihimizin gerek­
mazlar, dua ve istiğfar, davet ve tebliğ, Allah çesi açıktır: "O kullarının küfründen/nankör­
adına yapılan her şey buradaki zikre dahildir. lüğünden razı olmaz, fakat şükredecek olursa­
34 Hâ-ulâ', çok söz edildiği için Peygamber'in zih­ nız, işte O sizin bu tavrınızdan razı olur."
nini meşgul eden müşrik elebaşlara delalet eder. (77/Zümer: 7) Âyette geçen ve "kadeh" mâna­
sına gelen ke's ile ilgili bir açıklama için bkz.
35 Veya: "parçaları birbirine raptettik". Duy­
37:45, not 6.
gu, düşünce ve eylemleri arasında.
" B ü y ü k k ı y a m " m â n a s ı n a gelen v e Y e n i d e n Diriliş ' i ifade eden adını, h e m
i l k âyetinden h e m de m u h t e v a s ı n d a n alır. İlk m u s h a f ve tefsirlerde bu
i s i m l e şöhret b u l m u ş t u r .

M e k k e ' d e i n m i ş t i r . İçeriği itibarıyla karşılaştırmalı bir o k u y u ş a tabi tutu­


lursa Kari'a, Mûrselât, Beled, T a r ı k , Ş e m s ve T i n sûreleri gibi bireysel davet
sonrası ve b o y k o t öncesinde nazil olan sûreler arasında yer aldığı görülür.
Bazergan, sûreyi peygamberliğin ü ç ü n c ü y ı l m a ; R. Blachere, üç e ayırdığı
M e k k e d ö n e m i n i n i l k d i l i m i n e yerleştirir. İlk tertiplerde Kâri'a'nın h e m e n
arkasına yerleştirilir. Sûrede i n k a r c ı muhataplara k e s k i n bir meydan oku­
m a yer a l m a m a s ı n a rağmen t ü m ünlü tertiplerde N e c m sonrasına yerleşti­
r i l m i ş olması, iniş z a m a n ı n a i l i ş k i n ihtirazî bir kayıt düşülmesini gerekti­
rebilir. Sûreyi peygamberliğin 4 veya 5. yılına yerleştirebiliriz.

Kur'an'ın k ı y a m e t ve Son S a a t l e ilgili t ü m pasaj ve sûrelerinde görülen üs­


lup özellikleri bu sûrede de bariz bir b i ç i m d e görünür (O özelliklerin sayım-
d ö k ü m ü için İ n ş i k a k sûresinin girişine bkz).

Y e m i n l e başlayan i l k sûredir. Konusu k ı y a m e t t i r . Hitap dolaysız olarak in­


sanadır. Zira t a m beş kez, t ü m insan türünü kapsayan el-insân k e l i m e s i
kullanılır. Z ı m n e n m u h a t a b ı n a " Ö l d ü k t e n sonra n e o l m a y ı düşünüyorsun
ey i n s a n ? " diye sorar gibidir. Y e n i d e n dirilişin m a k s a d ı olan ödül ve ceza­
dan, onun t e m e l i n d e yer alan iyi ve k ö t ü farkından söz eder. En iyi bozu­
l u n c a en k ö t ü olur. İşte şu âyetler en iyi iyi kalsın içindir: İşte y a k l a ş m a k ­
ta olan ç o k yakmdaî T e k r a r (duy ey insan), y a k l a ş m a k t a olan h e m e n yanı-
başmda! (34-35) derken, en iyiye e m a n e t edilen değerleri veriliş a m a c ı n ı n
t a m a k s i i s t i k a m e t t e k u l l a n a n insana s e s l e n m e k t e d i r . İnsanın başıboş ve
kendi k e n d i n e b ı r a k ı l m a y a c a k kadar değerli olduğu dile getirilir:
" N e yani, insanoğlu başı boş bırakılacağını m ı s a n ı y o r ? " (36)
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 Ötesi yok, Kıyamet GüıuYne Ben ye­ neş ve ay birleştirilecek; 10 insanoğlu o


8

min ediyorum! 2 Yine ötesi yok, kendi­


1 gün şöyle diyecek: "Nereye kaçmah?"
ni kınayan nefse Ben yemin ediyorum! 2 11 Yoo! Hiçbir sığınak yok! 12 O gün, yol­
3 İnsanoğlu kendisini (yeniden diriltip) ların sonu Rabbinin katma çıkacak; 13 o
kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi gün insanoğluna önceledikleri ve erteledik­
mi sanıyor? 4 Bilakis onu parmak uçları­ leri bir bir haber verilecek; 14 bilakis in­
9

na kadar yeniden diriltmeye kadiriz. 3 san kendi benliğine şahit olacak, 15 türlü 10

5 Ne var ki genellikle (inkarcı) insan, mazeretler ortaya koymuş olsa bile... 11

önündeki (hakikati) yalanlamaya bayı­


4
16 O sebeple aceleyle dilini oynatıp dur­
lır; 6 o şöyle sorar: "Şu kıyamet dediği­
5 ma: 17 Şüphesiz onun toplanması da,
niz şey ne zaman kopacak?" 6 okunuşu da bize düşer, 12
18 artık Biz onu
7 Bakın: o zaman gözler şimşek şimşek ça­ okuduğumuzda sen sadece onun okunu­
kacak; 8 ve ay sönüp gidecek; 9 çünkü gü­
7 şunu izle,- 19 sonra elbet onu beyan et-

1 Lâ-uksimu ile ilgili bir not ve çevirimizin "Fıtratına nakşedilmiş olanı"; 4) "Vaktiyle
gerekçesi için bkz. Beled: 1. önüne konulmuş hakikati" anlamlarını içerir.
2 "Kendini kınayan nefis", birinci âyetin açık 5 Teksir için olan lam çeviriye "genellikle"
delaletiyle kıyamette kaybeden insandır. 10¬ olarak yansımıştır.
19. âyetler kınayan nefsin kimliğinin açılımı­ 6 Aslı en âne olan eyyâne uzaklığı îmâ eder.
dır. Bu nefsi "henüz yaşayan birine hamletmek
7 Zımnen: "ayın ışığı sönecek" veya "ayın
ve hele de "iyi" olarak niteleyip olumlu oldu­
kendisi sönecek" veya "ay batıp yok olacak".
ğunu söylemek bağlama tamamen aykırıdır.
8 Veya: "Toplanacak". Krş. "Başlangıçta o iki­
3 Terkibin en basit unsuru hatırlatılıyor. Zira
si bir idi; ama Biz onu ayırdık" (79/Enbiya 30
terkibin en basit unsurunu inkâr eden, mürek­
ve ayrıca 79/Enbiya 104).
kep unsurlarını haydi haydi inkâr eder. "Par­
9 Ya da: "Yaptıkları veya yapması gerekip de
mak uçları" ile hem insan eylemlerinin tuta­
yapmadıkları.."
mak noktaları, hem de parmak izi kastediliyor
olabilir. Yaradan yarattıklarına imzasını at­ 10 Veya basireti ikinci mübteda sayarak "basi­
mıştır. Parmak uçları, yaratılmışların değerli­ retli insan kendi nefsine hakim olandır" veya
si olan insana atılan imza mahallidir. İkinci mahzuf bir mevsufun sıfatı [hüccetim basiretim)
âyette Allah'ın şahitlik çağrısına icabet eden sayarak "insan kendisini gözetlediğine dair bir
Efendimiz, şehadet kelimesi okurken parma­ belgeye sahiptir." Bu ikisi de ilâve bir takdire da­
ğını kaldırmıştır. Bu, şehadete "ben" diye baş­ yalı mâna olduğu için tercihe şayan bulmadık.
layan insanın "ben idrakinin" sembolik ifade­ 11 İnsan hakikati diliyle yalanlasa ve bu inkâ­
sidir. Parmaklar her beşeri şaheserin arkasın­ rına tumturaklı mazeretler getirse de (Msl.
da yatan ilâhi şaheseri gösterirler. Çünkü sa­ "eğer Allah dilemeseydi biz şirk koşmazdık"
natkarlar şaheserlerini parmaklarıyla verirler. 73/En'âm: 148 gibi) vicdanında itiraf edeceği­
4 "Önündeki" anlamına gelen emâmeh 1) ne dair bir ifade.
"Günler, aylar, mevsimler ve yılların haber 12 Buradaki Kur'aneh isim değil mastardır ve
verdiği gözünün önündeki yeniden diriliş ha­ "okunuş" anlamına gelir bkz. 69/Yûnus: 15,
kikatini"; 2) "Önünde duran istikbalini"; 3) not 26.
mek de yine Bize düşer. 13
31 Fakat o (insan) hakikati tasdik etmedi
20 Yoo! Bilakis siz hemen şimdi ve bura­ ve yönünü Allah'a dönmedi; 16
32 fakat
da olanı seviyor 21 ve öteki dünyayı göz yalanladı ve sırt döndü; 33 sonra çalım
ardı ediyorsunuz. satarak aşiretine sığındı: 34 işte yaklaş­
makta olan, hem de çok yakınında! 35
22 O gün bazı yüzler mutluluktan ışıl ışıl
Tekrar (duy ey insan), yaklaşmakta olan
olacak; 23 Rablerine tarifsiz bir biçimde 14

hemen yanıbaşında! 17

nazar edecek. 24 O gün bazı yüzler umut­


suzca donup kalacak; 15
25 başlarına deh­
36 NE YANİ, insanoğlu başıboş bırakıla­
şet bir felaketin geldiğine iyice akılları
cağını mı sanıyor?
kesecek.
37 O, bir zamanlar akıtılan bir damlacık
26 EVET, can boğaza gelip dayandığı za­ sıvı değil miydi? 38 Sonra bir parçacık
man 27 bir çığlık koparılacak: "Kim...şi- pıhtı olmuş; bu safhada (Allah) onu yarat­
facı?" 28 Artık ayrılık vaktinin gelip çat­ tığı (gibi) şekil de vermişti; 39 nihayet
tığına aklı iyice yatmıştır; 29 ayaklar bir­ ondan erkek ve dişi cinsler var etmişti.
birine dolaşmıştır: 30 o gün sürüklenip 40 Şu halde aynı (Allah) ölüye hayat ver­
götürülüş Rabbine doğrudur. meye kadir değil m i d i r ? 18

13 Bu âyetler iki şekilde okunabilir: hatta onu doğrudan şekillendiren bir öznedir.
1) Sadece Kaffal'den nakledilen bağlam içi oku­ Fakat bu ikinci okuma bağlamdan kopuktur.
ma: Bu durumda muhatap öncesi ve somasında 14 Nâzırah kelimesinin belirsizliğine dayana­
hitap edilen ve yaptıkları kendisine bir bir ha­ rak. Oluş ve bozuluş âyetlerinin genel üslu­
ber verilecek olan (13. âyet) ve kötü amellerine buyla ilgili bir sayım-döküm için bkz. İnşikak
mazeret uyduran "insan"dır. Açılımı şöyle sûresinin girişi.
olur: "Ağzını açma, sicilindeki günahlardan do­
15 Bâsirah'a ibn Fâris'in gösterdiği iki asıl mâ­
layı aceleye getirilmiş geçersiz bahaneler bul­
nadan biri (Mekâyîs).
mak için boşuna zahmet çekme: Amellerini
toplamak da onu aktarmak da bize düşer; sen 16 Lafzen: "Namaz kılmamıştı". Burada na­
sadece sana okuduğumuz/gösterdiğimiz sicili­ maz, bir sonraki âyette gelen "sırt dönmenin"
ni izle! Soma o sicilde kayıt altma alınan ey­ mukabilidir ve "yönünü Allah'a dönmedi"
lemlerini belgelendirmek de bize düşer." Bu vurgusu taşır.
okuma bağlamla uyumludur. Aynı zamanda 17 Veya tehdit işlevinden dolayı: "Yazıklar ol­
"Biz sana okutacağız ve sen asla unutmayacak­ sun sana (ey nankör insan) sana yazıklar ol­
sın" (9/A'lâ: 6) âyetiyle de teyit edilmiştir. sun! Yine yazıklar olsun sana (ey insan), ya­
2) Çoğunluğun bağlamdan kopuk okuması: ibn zıklar olsun! Yahut: "Yakışır sana (ey insan)
Abbas'tan Said b. Cübeyr yoluyla gelen rivayet pek yakışır,- hem de ne yakışır sana, pek yakı­
bu durumu şöyle açıklar: "Kur'an nazil olur­ şır!" Tercihimiz eviâ'nın türetildiği el-velyin
ken Nebi onu hıfzetmek için aceleyle dilini asli ve tek anlamı olan "yakınlık"a dayanır
oynatırdı. Bunun üzerine Allah bu âyetleri in­ (Ğaribu'l-Kur'ani'l-'Azîm, s. 601).
dirdi" (Tirmizî). Bu yaygın okuma, vahyin Hz. 18 Efendimizin bu âyeti okuyanlara yaptığı
Peygamber'in kişiliğinden bağımsız tabiatına tavsiyeye uyarak biz de diyoruz ki: Ta yürekten
delalet eder. Vahiy indiği kimseden bağımsız, iman ve tasdik ettik ya Rab: elbette kadirsin!
A dini i l k âyetinden alır. Buhârî ve bazı tefsirler onu i l k âyetinin t a m a -
^ m ı y l a anarlar.

Sûre M e k k e ' d e nazil o l m u ş t u r . T ü m i l k tertiplerde K ı y a m e ile M u r s e l â t


arasına yerleştirilir. M u h t e m e l e n 5. yıla denk gelir. M u h a m m e d i davete
karşı alay safhası s u s k u n l u k safhasından sonra gelir. Ondan sonra iftira ve
saldırı safhaları gelecektir.

H ü m e z e sûresi, i n s a n ı n h e m c i n s l e r i n e karşı k ü s t a h ç a tavırlara b ü r ü n m e s i -


n i n psikolojik t a h l i l i n i yapar. Hor görme, tahkir, alay, karalama, gıybet, ku­
sur ve ayıp aramayı a h l â k s ı z l ı k sayıp reddeden bu sûre, b ü t ü n bu hastalık­
lı tavırların t e m e l i n e " k e n d i n i b i l m e z l i ğ i " yerleştirir. Zira a n c a k kendini
b i l m e z l e r " s o n s u z a dek y a ş a y a c a ğ ı n ı " zanneder (2-3).

Bu sûrenin M e k k î sûreler arasındaki kardeşi Kalem, M e d e n i sûreler arasın­


daki tefsiri H u c u r â t süresidir.

Sûrenin k o n u s u ahlâktır. Kibirli tipin psikanalizini yapar. Sûrede " m a l " ,


aslında takva dışında başkalarından daha fazla sahip olduğumuz her şeyi
t e m s i l e t m e k t e d i r . Fazladan sahip kılındığı şeyleri, onlara sahip olmayanla­
rı k ü ç ü m s e m e ve t a h k i r e t m e , onların h u k u k u n u ç i ğ n e m e ve şerefine dil
u z a t m a sebebi sayan herkes, " y a z ı k l a r o l s u n " denilen " h ü m e z e v e l ü m e z e "
sınıfına girer. Bunlar kırıp geçiren bir azaba m a h k û m edilerek alçalışın di­
bini boylayacaklardır (4-6). N a s ı l ki iftira ve karalama b u n a m a r u z kalan in­
sanın yüreğini yakar, işte bu s u ç u n cezası olan hutame de m ü c r i m i n yüre­
ğinden y ü k s e l e c e k t i r (7). Y a n i i h a n e t ettiği fıtratı, sesini bastırdığı vicdanı,
güdülerinin e m r i n e verdiği b i l i n c i ve k ö t ü y e şartlandırdığı b i l i n ç a l t ı Al­
lah'tan m a h r u m b ı r a k ı l m a n ı n acısıyla onu y a k a n bir c e h e n n e m e dönüşe­
cektir.

M u h t e m e l soru şudur: Bu tavır A l l a h ' ı neden böylesine gazaplandırır? Bu


ö n e m l i sorunun m u h t e m e l cevabı da şudur: İşin özü itibarıyla bu tavır,
kendini A l l a h yerine k o y m a k t ı r . Zira insanların a m e l defterlerini Allah tu­
tar, h a t a ve kusurlarını o kaydeder. Başkalarının hatalarını ve ayıplarını ara­
yan, A l l a h ' t a n rol ç a l m a y a k a l k m ı ş ve haddini a ş m ı ş d e m e k t i r .
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 GtZLÎ-açık, arkadan-önden sürekli ifti­ Sahi sen nereden bileceksin kırıp geçiren
ra atıp kara çalan, çekiştirip ayıp kusur ateş nedir? 6 O Allah'ın tutuşturulmuş
arayan herkes kendine yazık etmiştir! 2 1
ateşidir. 7 O öyle bir ateştir ki, bütün bir
işte, malı yığan ve onu birikim sayan bu iç dünyalarını kaplayarak yükselir:
3 4

tiptir; 3 o, malının kendisini ölümsüz


2
8 İşte o ateş onların üzerine güdümlen-
yapacağını sanmaktadır. miştir; 9 uzayıp giden parmaklıklar ara­
4 Hayır, aksine o kırıp geçiren ve iliklere sında (kendi zindanlarına mahkûm ola­
işleyen bir ateşin dibine savurulacak; 5 caklardır).

1 Humeze-lumeze gibi kavram çiftleri, tıpkı şünme, bilme ve inanma gibi insanî yetenekle­
muzzemmil-muddessir çifti gibi genelde bir rin tümüne birden delalet eder. Kalp hem mad­
mânanın iki kutbunu ifade ederler. "Gizli- dî/fizikî hem manevî mânada kullanılırsa da,
açık, arkadan-önden" çevirisinin gerekçesi bu­ ef'ideh yalnızca manevî duyular için kullanı­
dur. Kur'an'daki tüm kullanımlarından yola lır. Çoğul geldiğinde "insanın bütün bir iç dün­
çıkarak el-hemz'm arkadan el-lemz'in de yü­ yasını" ifade eder (70/Hûd: 120, not 138).
züne yapılan çekiştirme ve karalama olduğunu 4 Tettaîi'u fiili bu ateşin dışarıdan değil içeri­
söyleyebiliriz. Niçin ism-i fail olarak hemmâz den dışarıya yükseleceğini, içinden yanıp dışı­
ve lemmâz gelmemiş sorusunun cevabı açık­ nı yakacağını ifade eder. Adeta emanet edilen
tır: Günahkârı değil günahı hedef almak için. fıtratın, bastırılan vicdamn, saptırılan bilin­
2 Lafzen: "onu sayan" veya "onu yığdıkça yı­ cin, güdülerin emrine verilen bilinçaltının ve
ğan". duyguların, kendilerini Allah'tan mahrum
3 Duygunun kalpteki en yoğun halini ifade eden sahiplerinden intikam almak için yaktı­
eden fuâdm çoğulu olan ef'ideh, duyma ve dü- ğı bir ateştir.
MÛRSELÂT SÛRESI
Nüzul : 3 5
Mushaf: 77

Gönderilenler" a n l a m ı n a gelen adını i l k âyetinden alır. 'Âdiyât, Zâriyât,


N â z i ' â t ve Sâffât süreleriyle i s i m ve giriş açısından benzerlik arzeder.
İbn M e s ' u d ve İbn Abbas'tan gelen ayrı ayrı rivayetlerde, sûre ve'l-murselâ-
ti 'urfen olarak anılır (Buhârî ve M ü s l i m ) . İbn Abbas, bu sûreyi o k u r k e n
" A k ş a m namazında R a s u l u l l a h ' ı n ağzından son kez dinlediğim sûre buy­
d u " diyerek gözyaşı döker. Y i n e İbn M e s ' u d R a s u l u l l a h ' ı n namazlarda sûre­
leri eşleştirerek okuduğunu, bazen bir r e k a t t a R a h m a n ile N e c m ' i , diğer re­
k a t t a İkterabe (Enbiya) ile H â k k a ' y ı , bazen de A m m e Y e t e s a e l û n ile M û r s e ­
lât' ı eşleştirdiğini söyler.

Sûre M e k k e ' d e i n m i ş t i r . Ü s l û p ve m u h t e v a b u n u doğrular. Sûrenin zama­


n ı n ı t e s b i t t e İbn Mes'ud'dan gelen şu rivayet i ş i m i z i kolaylaştırır: " B i z M i -
na'da bir mağarada (gizlice) R a s u l u l l a h ' l a bir araya geliyorduk, bu sûre in­
d i " (Buhârî). Bu, davetin h e n ü z y e n i olduğu d ö n e m e t e k a b ü l eder. T a k r i b e n
peygamberliğin 5. yılıdır. İlk tertiplerin t ü m ü n d e Hümeze-Kâf arasında yer
a l m a s ı da t e r c i h i m i z i teyit eder. " O n l a r a A l l a h ' ı n huzurunda eğilin denildi­
ğinde e ğ i l m e z l e r " (48) âyetini n a m a z a hamledip b u n u da M e d i n e ' d e indiği
y o r u m u n a m e s n e t k ı l a n rivayetler varsa da tutarlı değildir.

Konusu vahiy ve yeniden diriliştir. V a h i y a k l ı n ruhu, âhiret dünyanın ruhu­


dur. Sûre bu i k i s i n e can veren âyetlerden oluşmaktadır. Son Saat, K ı y a m e t ,
yeniden diriliş, Hesap G ü n ü , ödül ve ceza gibi ayrıntılarıyla i n s a n ı n ebedi
i s t i k b a l i n i ele alır. Bu ele alış o kadar yoğundur ki, şu âyet t a m on kez, her
biri bağlamıyla u y u m l u bir vurguyla tekrarlanır: "O gün vay h a l i n e h a k i k a ­
ti y a l a n l a y a n l a r ı n " . Bu tekrarların bağlamla u y u m l u olduğunu s ö y l e m e k
vurgularının farklı olduğunu s ö y l e m e k t i r .

V a h y e dolaylı bir atıfla başlayan sûre, yine vahye atıfla son bulur: " H a y d i
(buna inanmadılar), iyi de, bundan sonra hangi habere i n a n a c a k l a r ? "
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 ŞAHİT olsun birbiri ardınca gönderi­


1 2
15 O gün vay haline (bu) hakikati yalan­
len (bu vahiyler)! 2 Ardından bir fırtına layanların!
gibi ortalığı kasıp kavuranlar! 3 Ve (ilâhi 16 Ne yani, Biz (o yalanlayanların) öncü­
mesajı) yaydıkça yayanlar! 4 Peşinden lerini helak etmedik mi? 17 Sonrakileri
(hak ile batılı) seçip ayıranlar! 5 derken de onların peşine diziveririz: 18 işte gü­
(insanı) tarifsiz (güzellikte) bir öğütle bu­ nahı hayat tarzı haline getirenlere böyle
luşturanlar; 6 (o öğütle) imana yöneleni davranırız.
mazur addeden ve (tevbe için) uyarıda bu­
19 O gün vay haline bu hakikati yalanla­
lunanlar...
yanların!
20 Sizin yaratılış sürecinizi basit ve zayıf
7 ELBETTE, tehdit edildiğiniz şey mut­
3

bir sıvıdan başlatmadık m ı ? 21 Ki Biz o


5

laka gerçekleşecektir: 8 Yıldızlar söndü-


sıvıyı (rahim gibi) sağlam bir karar ma­
rüldüğü zaman; 9 ve gök varıldığı zaman,-
hallinde korumaya aldık; 22 tabi ki önce­
10 ve dağlar un ufak edildiği zaman; 11
den belirlenmiş bir süreye kadar...
ve bütün elçiler (tanıklık) vaktinde top­
landığı z a m a n . . . 4 23 Bütün bunları Biz takdir ettik; ve ne 6

muhteşemdir Bizim takdirimiz!


12 Peki, bütün bunlar hangi gün gerçek­
leştirilecek? 24 O gün vay haline (bu) hakikati yalan­
layanların!
13 (İyi ile kötü arasındaki) Ayrım Günü.
14 Sahi, bu Ayrım Günü'nün dehşetini 25 Değil mi ki yeryüzünü bir arada yaşa­
sen nereden bileceksin? ma alanı yaptık; 7
26 (manen) diri

1 Yüksek bir belagatın ifadesi olan ilâhi ye­ ten innemâ edatı değil, inne ve mâ'dan oluşan
minler, varlığı oluşturan her unsurun "şahit­ iki ayrı edattır ve "elbette" ve "şey" ile karşı­
lik" vasfını ifade eder. Tek sahip O'dur; gerisi lanmıştır.
hep şahittir. İnsan da şahitler kervanına bi­ 4 Veya: "Vakti geldiği zaman". Tercihimiz
linçli olarak katılmalıdır. Tefsir otoriteleri, Ferrâ'nın tercihidir.
ilk beş âyette yer alan sıfatların mevsufu ko­
5 Min edatı, sürecin başlangıcına (ibtida) dela­
nusunda ihtilaf etmişlerdir. Bunlara "melek­
let eder. Bu âyeti 79/Enbiya 30 ile birlikte
ler", "rüzgarlar" veya "kamil ruhlar" diyenler
olduğu gibi, ilk ikisi melekler diğerleri rüzgar okumak daha açıklayıcıdır: "(hareket edebi­
veya ilk ikisi rüzgar diğerleri melekler, ilk iki­ len) her canlıyı sudan var ettik."
si melekler müteakip üçü âyetler diyen de ol­ 6 Yani: Kudretimizden bir kudret sayesinde,
muştur. Tercihimizin gerekçesi için mevsuf- büyüyüp gelişmesini takdir ettik.
suz sıfatlarla başlayan beş sûrenin ilki olan 7 Veya kifâtm "çekim gücü"nü ifade ettiğin­
'Âdiyât 1 'in notuna bkz. den yola çıkarak: "yeryüzünü cazibe merkezi
2 Veya 'urien mastarına mei'ul mânası vere­ yaptık". Kifât, ketet'ten fiâl kalıbıyla gelmiş,-
rek: "marufu (emretmek) için gönderilen". Kıl farklı şeylerin bir araya gelmesi veya bu işin
üst üste bindiği, peş peşe dizildiği için at yele­ gerçekleştiği alanın adı. Bir sonraki âyetin de
sine 'ur/ denilmiştir. delalet ettiği gibi, mü'min olsun kâfir olsun
3 tnnemâ, sünnete dayalı mushaf yazımı gere­ insanların bir arada yaşamasının Allah'ın tak­
ği mushaf içinde birleşik yazılsa da hasr belir- diri olduğunu ifade eder.
35/MÛRSELÂT SÛRESİ Nüzul: 35 Mushaf: 77
• • * 3£=v
e

(mü'min)ler ve ölü (kâfir)ler için. 27 Ve 8


38 İşte bu. Ayrım Günü'dür. (Onlara de­
başı yüce heybetli dağlar var ettik; ve si­ nilecek ki): "Sizi ve öncekileri bir araya
ze billur gibi suları sebil ettik. 9 topladık: 39 Haydi, eğer elinizde bir kur­
28 O gün vay haline hakikati yalanlayan­ tuluş planı varsa hemen onu uygulayın!"

ların! 40 O gün vay haline (bu) hakikati yalan­


layanların!
29 HAYDİ artık, yalanlayıp durduğunuz
(Hesap Günü'ne) doğru ilerleyin bakalım! 41 ŞÜPHE YOK Kİ muttakiler (huzur ve­
30 (İnsanın duygu, düşünce ve eylemini ren) gölgeler altında ve (ebedi saadetin)
kuşatan) üç boyutlu gölgeye doğru ilerle­ kaynağında bulunacaklar; 42 ve canları­
13

yin! 10
31 Serinletmeyen ve ateşin alevin­ nın istediği her ş e y , 14
onları neşe ve zev­
den korumayan (acayip bir gölgeye); 32 O ke gark edecek; 43 (onlara) "Yaptıkları­
15

(alevin ateşi) dev yapılar 11


gibi kıvılcım­ nıza karşılık olarak yiyin, için, afiyet ol­
lar saçar,- 33 sanki akkordan halatlar gi­ sun!" (deriz). 44 Elbet Biz iyileri işte böy­
bi... 12
le ödüllendiririz!"
34 O gün vay haline (bu) hakikati yalan­ 45 (Ne ki) o gün vay haline (bu) hakikati
layanların! yalanlayanların!
35 Bu, ağızlarını açamayacakları bir gün­
dür; 36 (o gün) onlara özür dilemeleri için 46 SİZ de (dünyada) yiyip için ve geçici

dâhi verilmez izin. nazların sefasını sürün (ey yalanlayan­


lar)! Çünkü siz, günahı hayat tarzı haline
37 O gün vay haline (bu) hakikati yalan­
getirdiniz.
layanların!

8 Belirsiz olması, "bildiğiniz ölüm ve hayat cennete kavuşur. Aksi halde dağ nasıl kıraç
değil" anlamını içerir. Çevirimizin gerekçesi kalırsa, insan da cennetinden olur.
budur. Bir önceki âyetin "Yeryüzünü cazibe
10 Yani: cehennem dumanının yakıcı, boğucu
merkezi yaptık" şeklindeki alternatif mânası­
ve kör edici gölgesine... Zımnen: zira siz dün­
nı tercih edersek, bu âyetin açılımı "bu yüz­
yadayken fıtrat, hilkat ve akleden kalbinizin
den dirileri de ölüleri de kendine çekmekte­
üzerini küfür perdesiyle örterek vahyin ışığın­
dir" şeklinde olur.
dan mahrum bırakmıştınız.
9 Sekaytuhu "ona su sundum" anlamına gelir­
ken, eskaytuhu "ona sudan bir pay verdim" 11 Ke'l-kasr, çoğul olarak anlaşılır. Zira eicins
anlamına gelir [Furûk). Başı yüce haşmetli içindir.
dağlar rahmet bulutlarının altına başını tutu­ 12 Veya: "Sarı develerin gövdeleri gibi". Terci­
yor da, şerefini Allah'tan alan insan akleden himiz, "gemileri zapteden halatlar" anlamına
kalbini neden vahyin rahmet bulutlarının altı­ gelen cumâlâtun (t. cumâletun) okuyuşuna
na tutmayıp hakikati yalanlıyor? Vahiy bir da­ dayanmaktadır.
ğa inseydi dağ haşyetten paramparça olurdu
13 Ayn için bkz. 32/Insan: 18, not 23.
(102/Haşr: 21). Fakat insana indiği halde insan
neden vahye karşı taş kesilir? Bulut dağa nazil 14 Min beyaniyye olarak alınmıştır.
olur vahiy insana. Bulutu çeken dağ yeşile ka­ 15 Fevâkih'e verdiğimiz bu anlam için bkz.
vuşur, vahiy hakikatine yüreğini tutan insan 39/Yâsîn: 55.
Nüzul: 35 Mushaf: 77 ( > < g > >, , 35/MÛRSELÂT SÛRESİ t > ; < g > c . 123

47 O gün vay haline (bu) hakikati yalan- 49 O gün vay haline hakikati yalanlayan­
layanların! ların!
48 Zira onlara Allah'ın huzurunda say- 50 Haydi (buna inanmadılar), iyi de, bun-
gıyla eğilin denildiğinde eğilmezler. dan böyle hangi habere inanacaklar! 16

16 Allah Rasulü bu âyeti okuyan birinden, ga girmenin, vahyi canlı seslenen bir özne ola-
"Allah'a ve O'nun indirdiğine iman ettim" de- rak görüp ona cevap vermenin güzel bir örne-
mesini istermiş (İbn Kesir). Bu, vahiyle diyalo- ğidir.

'i<g>fr
KÂF SÛRESİ
Nüzul : 3 6
Mushaf: 50

A d ı n ı girişindeki kâf harfinden alır. İçinde kâf harfi bulunan kelimelerin


çokluğuyla dikkat çeker. Bize kadar gelen rivayetlerden anlıyoruz ki,
daha sahabe döneminde bu isimle anılmaya başlamıştır.

Ü m m ü Hişam, Rasulullah'ın bu sûreyi sık sık mü'minlere 'hutbe' olarak


okuduğunu, kendisinin de bu sûreyi Rasulullah'tan dinleye dinleye ezber­
lediğini söyler (Müslim). Yine Hz. Ömer, Rasulullah'ın bu sûreyi bayram
namazlarında sürekli okuduğunu nakleder [Muvatta ve Müslim).

Mekke'de inmiştir. İçeriğinden, peygamberliğin 5. yılma ait olduğu sonucu­


na varılabilir. T ü m iniş tertiplerinde Mûrselât-Beled arasında yer alır. Yine
t ü m kıraat okullarına göre 45 âyettir.

Kalem, Fecr ve Şems sûrelerinin ardından nüzul sürecinde içeriğinde kıssa


anlatılan 4. sûredir. Öncekilerden farklı olarak Nuh, Ress, Lût ve Tübba'
kıssaları anlatılır.

Sûrenin ana teması âhirettir. Kâf sûresi, konu açısından iç bütünlüğe sahip­
tir. Vahye atıfla başlayan sûre, baştan sona yeniden dirilişi ve Hesap Gü-
nü'nü konu edinir. Y e r ve göklere ilişkin jeolojik ve kozmolojik deliller,
hep bu kaçınılmaz sonu ifade için sıralanır (1-15).

Yeniden dirilişi inkâr etmenin, "uzak t a n r ı " tasavvurundan kaynaklandığı­


nı ifade eden o ünlü âyet bu sûrede yer alır: "Biz insana şahdamarından da­
ha yakınız" (16). Ardından yeniden dirilişi inkâr edeni bekleyen âhiret aza­
bı tasvir edilir (19-30). Ardından bu hakikate i m a n edip hesabı verilecek bir
hayat yaşayanları bekleyen ödülün niteliği dile getirilir (31-35).

Sözün özü: İnsanoğlu ölümden kaçamaz. O halde akıbetine hazırlıklı ol­


m a k zorundadır. Er geç "her yol Allah'a ç ı k a r " (41). Zira: "yer ayaklarının
altından kayıp paramparça olduğu gün (her şey) son sürattir: işte bu akıl sır
ermez bir toplanıştır" (44).
Nûzûl: 36 Mushaf: 50 t > < g > ,, , 36/KÂF SÛRESİ 125

RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 Kâf* madılar mı? Onu nasıl inşa ettik ve ışıl


ışıl bezedik; üstelik hiçbir eksik gedik bı­
BU şanlı-şerefli 2
Kur'an'ın değerini bi­ rakmadık! 9

lin! 3
7 Yeryüzünü ise (engebeli arazi yapısıyla)
2 Ama nerde! Onlar içlerinden bir uyarı­ uzatıp genişlettik; zira oraya kalkmaz kı­
cının kendilerine gelmesine şaştılar ve 4
mıldamaz dağlar yerleştirdik; 10
üstelik
işte bu kâfirler dediler ki: "Bu ne acayip orada her tür çiftten güzel bitkiler yeşert­
bir iş! 3 Ölümümüzün ve toza toprağa tik ki, 8 gönüllü olarak O'na yönelen her
karışmamızın ardından (diriliş) ha? Bu kul için bir bilinç kaynağı ve bir uyarı ve­
dönüşü imkansız bir s o n . " 5
silesi olsun. 11

4 Doğrusu Biz, yerin onları nasıl çürütüp 9 Yine Biz, gökten bereketli bir su indir­
toprak edeceğini daha baştan bilmekte­ dik ve onunla has bahçeleri yeşerttik; da­
yiz; zira katımızda mahfuz bir yasa mev­ hası hasat edilen tahılı 10 ve sıra salkım-
cuttur. 5 Dahasını da yaptılar; ayakları­
6 7
lı meyveleriyle boylu poslu hurma ağaç­
na kadar geldiği halde hakikati yalanladı­ larını, 11 bütün kullara bir rızık olarak
lar: hasılı onlar derin bir iç karmaşası ya­ (verdik): Evet, Biz ölü bir beldeye o (su)
şıyorlar. 8
ile can verdik; işte (insanın) yeniden diri­
6 Onlar üzerlerindeki göğe dönüp de bak- lişi de böyle olacaktır. 12

1 Mukatta'ât hakkında ayrıntılı bir tahlil için dır. Zımnen: ne diyeceklerini, ne yapacakları­
nüzul sürecinde ilk geçtiği 7/Kalem Tin 1 no- nı bilemiyorlar. Kah sihirbaz, kah şair, kah de­
lu notuna bakınız. li veya kahin iftirasında bulunuyorlar.
2 Hem özünde şerefli olan ve hem de hayatını 9 Mâ'mn kem vurgusuyla; "ona nice geçit nok­
onunla inşa edene şeref ve onur katan... taları yerleştirdik" anlamına da ulaşılabilir.
3 Mukatta'âttan soma gelen ve cevabı olmayan 10 Bkz. 58/Ra'd: 3, not 6. Zımnen: Nasıl ki en­
vav'ları bu şekildeki çevirimizin gerekçesi için gebeli yapısı yeryüzünün alanını büyütüyorsa,
bkz. 83/Zuhruf: 2, not 2. Bu sûre ile Sâd sûresi, insan hayatının iniş-çıkışları da hayata zen­
iniş yılları farklı olsa da giriş ve konu itibarıyla ginlik katıyor: tekdüze olsa hayat çekilmez
benzerlik ve tamamlayıcılığa sahiptir. Sâd sû­ olurdu.
resi tevhide, bu sûre ahirete ilişkindir. 11 Tebsıraten için krş. 56/A'râf: 203, not 165
4 Kendi içlerinden insan bir elçi gelmesine ve 85/Câsiye: 20. Tebsıra "deneysel bilgiye",
muhatapların şaşkınlığından söz eden ilk zikrâ ise akleden kalbi aydınlatan "ilme" de­
âyet. Şaştılar, zira kendileri umutsuz vaka ol­ lalet eder.
dukları için insan soyundan da umut kesmiş­ 12 Bitkinin çıkışı ihya ile, insanın yeniden diri­
tiler. lişi ihraç ile ifade ediliyor. Oysa tersi olması la­
5 Lafzen: "Bu uzak bir dönüş". zım. Bununla, bitkinin insanın gördüğü kadar
basit olmadığı, insanın yeniden yaratılışının da
6 Kitab'm "yasa" anlamı için bkz. 70/Hûd: 6,
Allah için sanıldığı kadar zor olmadığı ifade
not 11.
edilmektedir. Ölü toprağa suyla can verme me-
7 Bel edatı bu vurguyu içerir (Bkz: Ebüssuud). taf orunun geçtiği her yerde, zımnen vahyin ölü
8 Çevirimizin gerekçesi, merıc'in asli anlamı- yüreklere hayat vermesi hatırlatılır.
12 Onlardan önce Nûh Kavmi, Ress sa­ düşmüşüz, öyle m i ? 1 6
Asla! Ama onlar,
kinleri 13
ve Semud da yalanladı; 13 yine yeniden yaratmanın (imkanından) kuşku
'Âd, Firavun 14
ve Lût'un kardeşleri... 14 duymaktalar.
Yine ormanlık vadinin sakinleri ve Tüb- 16 Doğrusu insanı yaratan Biziz ve iç be­
ba' k a v m i . . . 15
Bunların hepsi de elçileri ninin ona neler fısıldadığını iyi biliriz:
17

yalanladılar: sonunda vaad ettiğim ceza zira Biz insana şahdamarından daha yakı­
gerçekleşti. nız. 18
17 (Zıt kutuplarda) konuşlanmış
15 Şimdi Biz, ilk yaratış sırasında bitkin olan o iki (unsur), sağdan ve soldan kar-
19

13 Krş. 40/Furkan: 38. Bir çok dilcinin "kuyu" 17 Vesvese doğal kelimedir ve iç benin "fısıl­
anlamı verdiği er-ress, bölge insanlarının bil­ tılarını" ifade eder. İrade ve vesvese ters oran­
diği, cahiliyye şiirinde de geçen bir vadinin tılıdır: biri büyürse diğeri küçülür.
adıdır [Mekâyîs). Bu vadinin yeri ve helak edi­ 18 Zımnen: insan Allah için kendi başına bıra­
len sakinlerinin kimliği müfessirlerimizi hay­ kılmayacak kadar önemlidir. Zira dışarıdan
li yormuştur. Bunlardan birine göre, Güney hiç müdahale olmasa dahi, içindeki imkanı
Arabistan'da yer alan Ress sakinleri peygam­ zaafa dönüştürerek ya kula kul olur ya da kulu
ber olarak gönderilen Hanzala b. Saffan'ı kat­ kendine kul eder. Sonuçta vesveseden vicdanı­
letmişler ve belâya uğramışlardır (Krş: Râzî). nın sesini duyamaz olur. O sesi duyması için
Bu Ress'in Duhân 37 ve Kâf 14'de geçen Tub- şahdamarına, yani kendisine yaklaşması şart­
ba' kavmiyle ardışık olması mümkündür. İbn tır. Krş. "Yaratan bilmez mi hiç?" (60/Mülk:
Abbas'ın Ka'b'dan yaptığı bir nakle, muhte­
14). Şeytani fısıltının fiil ile ifadesi iç benin
melen buna dayanan Süddi'ye göre Ress An­
ayartmalarının sürekli değişken ve kestirile­
takya'dadır. Bu isimler, bununla "Yâsîn Sahi­
meyen yapısına delalet eder. Âyet, Allah'ın
bi" diye bilinen marangoz Habib'in kastedildi­
Yaratıcısına yabancılaşmayan insana kendi
ği görüşündedirler. Ress'in, Azerbaycan taraf­
benliğinden de yakın olduğunu beyan eder.
larında, üzerinde çok gelişmiş bir uygarlığın
kurulduğu bir vadi olduğu da söylenmiştir. 19 Yani: bir önceki âyette yer alan "insan" ve
Diğerinin âyetle çelişir gözükmesi bu ihtima­ "iç beni". Bizim "konuşlanmış" karşılığını ver­
li daha da güçlendirmektedir. diğimiz, "oturmuş güdülere" ve inşam yönlen­
diren "köklü saiklere" (Bkz: 21. âyetteki sâîk)
14 Başka yerlerde kavmuhu denilirken bu bağ­ delalet eden ka'îd, hem özne hem nesne anla­
lamda kavmu tiı'avn veya kavmuhu yerine sa­
mına sahiptir. Burada işteşli eylem bağlamında
dece iiı'avn gelmiş. Zira bu bağlamda vurgu,
her ikisine de ihtimal vardır (ibn Aşur). Bu iki
Firavun'un tek merkezden koca bir toplumu
"unsur", çoğunluk tarafından bazı rivayetlere
şahsiyetsizleştirerek sürüleştirmesine yapıl­
dayanarak insanın iyilik ve kötülüklerini ya­
mıştır. Artık ortada kavim değil, sadece Fira­
zan iki melek olarak yorunianmıştrr. Hz. Pey­
vun kalmıştır. "Nuh kavmi" gibi diğer kavim­
gamber'in, dili bu meleklerin kalemi, tükürüğü
ler, kendini tanrı ilan eden bir zorbanın zoruy­
ise mürekkebi olarak nitelemesi, bu âyetteki
la değil, kendi hevalarıyla inkâr etmiştiler.
yoğun sembolizme işaret eder (Zemahşerî). Sağ
15 Bkz. 84/Duhân: 37, not 25. iyiliği, sol kötülüğü sembolize eder. Bunların
16 Sûrenin 38. âyetiyle karşılaştırınız. Burada insanda meleke haline gelen iyilikler-kötülük-
müşriklerin "uzak tanrı" tasavvurlarıyla Ya­ ler olarak yorumlanması mümkün olduğu gibi,
hudilerin "yorulan tanrı" tasavvurları arasın­ insandaki akl-ı selim ve onun zıddı olan içgü­
daki ortak nokta olan "yetersiz tanrı" sapma­ düler olarak da yorumlanabilir. Bu ibareyi Esed
sına dikkat çekiliyor. "insanın tabiatmda mevcut iki eğilim" olarak
Nüzul: 36 Mushaf: 50 t > < g > ; t , 36/KÂF SÛRESİ t l > < g > ; , 127

şı karşıya geldiği zaman 18 insandan her­ pervane olan budur! " 2 5

hangi bir söz çıkmaya görsün; illa ki, 24 (Allah emreder): "inkarda ısrar eden
kendi içinde bile onu gözetleyip kayde­ her inatçı kâfiri (uydusu olduğu odakla)
den Biri vardır. 20
birlikte cehenneme fırlatın: 25 her hayra
19 Derken ölüm kâbusu tüm gerçekliğiy- engel olanları, 26
her haddini bilmez sal­
le çıkagelir,- (ki) işte bu (ey insan), senin dırganı, her kuşku ve fesat yayanı, 26 Al­
köşe bucak kaçtığın şeydir! 20 Nihayet lah dışında başka ilâhlar peydahlayanı...
(diriliş için) sura üflenir: 21
işte bu da (ey Haydi, (özne ve nesnesiyle birlikte) hep­
insan), kendisine karşı uyarıl(dığın) gün­ sini şiddetli azabın bağrına fırlatın!
dür. 27 Güdümüne girdiği (şeytani öteki kişi­
21 Ve her can kendisini yönlendiren un­ lik): "Rabbimiz!" der, "Onu azdırıp saptı­
surlar ve tanıklarla 22
(huzura) gelir; 22 ran ben değildim,- kaldı ki o zaten derin
"Doğrusu sen" (denilir), "buna karşı gaf­ bir sapıklığın içindeydi." 27

let içindeydin; işte, artık senin perdeni 23


28 (Allah) buyuracak: "Benim huzurum­
önünden kaldırdık: şimdi gözün daha bir da hesaplaşmayın,- zira Ben sizi azabım­
28

keskindir." 24
la uyarmıştım,- 29 Benim katımda verilen
23 Güdümüne girdiği (şeytani öteki kişi­ söz değişmez,- ve benim kullarıma zul­
liği) der ki: "İşte, bir uydu gibi emrime metme ihtimalim yoktur. 29

anlamış ve bunu da içgüdüsel arzu ve dürtüler- bu açıdan da bir nimettir, yakin âhirettir. Tıp­
sezgisel ve düşünsel akıl zıtlarıyla açıklamıştır. kı Hz. Ali'nin söylediği gibi: "İnsanlar bir tür
Ka'îd formunun aktif ve pasif ikili yapısı göz uykudadır, ölünce uyanırlar".
önüne alındığında, âyeti her iki yorumu da kap­ 25 Krş. 81/Fussilet: 25 ve 83/Zuhruf: 36. Bütün
sayıcı şekilde anlamak mümkündür (Ayrıca bu âyetlerde yer alan icarîn'in tefsiri bu âyettir.
23'ün 25 nolu notuna bkz). Karın'i "şeytani öteki kişilik" olarak alışımı­
20 Söz, tasavvurla eylemin orta noktasında zın gerekçesi, 16. âyette yer alan "iç beninin
bulunur. Düşüncenin meyvesi, eylemin tohu­ ona neler fısıldadığı" ifadesidir. Bu âyetten, pa­
mudur. Zımnen: Eğer söz kaydediliyorsa ey­ saj boyunca karşı karşıya gelen iki kişiliğin tek
lem haydi haydi kaydediliyor demektir. Gö- bir şahsa ait olduğu sonucuna varıyoruz.
zetleyenin "Allah" olduğunu, 16. âyetten çı­ 26 Veya: "değer yıkıcılık yapanları".
karabiliriz.
27 İbn Abbas, Mücahid ve Katade bu konuşa­
21 Veya: "Suretlere (ruh) üflenir" (Bkz: 44/Tâ- nı "O kişi için görevlendirilen Şeytan" olarak
hâ: 102, not 84). yorumlar (İbn Kesir).
22 Hem etkileyen dış/aktif/özne unsurlar, 28 Veya zımnen: "Özeleştiriyi Benim huzu­
hem de etkilenen iç/pasif/nesne unsurlar. rumda yapmayın, bunun bir yararı yok".
(Bkz. 17 ve 23. âyet ve ilgili notlar).
29 Nefyin haberi bâ ile gelirse imkan ve/veya
23 Yani: vicdanının ve sağduyunun üzerine ihtimal yokluğuna delalet eder (Krş:
örttüğün küfür perdesini; seni kör, sağır ve dil­ 73/En'âm: 107, not 89). Mübalağa kipi, zul­
siz eden perdeyi... mün olumsuzlanmasına ilave bir vurgudur
24 Bu dünya hakikatin yansıdığı perdedir. Zi­ |lbn Aşur). Bkz. "Onlara Biz zulmetmedik, on­
ra hakikati mutlak niteliğiyle göremeyiz. Gör­ lar kendi kendilerine zulmettiler" (70/Hûd:
sek ölürdük, o yüzden ölünce göreceğiz. İman 102; krş. 74/Nahl: 118).
30 O gün cehenneme "Doldun m u ? " diye vuşacaklar,- ama katımızda daha fazlası
soracağız; o "Daha var m ı ? " diyecek. 30
da var.
31 Ve cennet muttakilerin ayağına getiri­ 36 BİZ, onlardan önce nice uygarlıkları
lecek ve asla uzaklaşmayacak: 31
32 "İşte, helak etmişiz,- onlar güç ve kudret olarak
size vaad edilen budur,- O'na dönük bir bunlardan çok daha ileriydiler; fakat "Bir
gönülle hatırdan O'nu hiç çıkarmayan sığınak yok mu? "diye sığınacak delik
herkese; 32
33 idraki aşan bir hakikat ol­ aradılar. 34

duğu halde, O sonsuz rahmet sahibi kar­ 37 Elbet bunda, (akleden) bir kalbe sahip
şısında içi titreyen 33
ve O'nun huzuruna olanlar i ç i n 35
ibretlik bir uyarı vardır; ve­
adanmış bir yürekle gelen herkese: 34 ya pür dikkat bir şahit olarak kulak ve­
Oraya tarifsiz bir huzur içinde girin! İşte renler i ç i n . . . 36
38 Dahası gökleri, yeri ve
bu ebedi ikamet günüdür" (denilecek). bunlar arasındakileri altı aşamada yarat­
35 Onlar orada arzu ettikleri her şeye ka- tığımızı, 37
fakat Bize asla bir yorgunluk

30 Zımnen: Her varlık gibi cehennem de yara­ 35 Bu ibare gösteriyor ki, Kur'an kalb derken
tılış amacı uğrunda çaba gösterecek. Tıpkı şa­ fiziki bir organı değil, akletme ve inanma ye­
hit olan organlar gibi, cehennemin konuşan tisini kastetmektedir. Kalb'in iki asli mânası
bir özne olarak tasvir edilmesi dikkat çekici­ vardır: 1) Bir şeyin en şerefli ve en saf kısmı. 2)
dir. Cehennemin özne olarak tasviri Kur'an'ın Sürekli dönen, yerinde durmayan. Kur'an'da
tamamında yer alan bir özelliktir. Bu, hem kul genellikle "akıl" anlamında kullanılır.
kendi eylemleriyle kendisini yakar mesajı içe­ Kur'an'da bağırsak dâhi geçerken hassaten
rir, hem de aktif bir özne olan cehennemin "beynin" geçmemiş olmasının gerekçesi bu­
elinden cehennemliğin kaçıp kurtulamayaca­ dur. Akleden kalp beyin, fıkheden kalp yürek­
ğını ifade eder. Zira cehenneme lâyık olan, tir, denilebilir.
kendini güdülerinin eline vererek nesneleştir-
36 Yani, selim bir akla veya sağlıklı bir göz­
menin cezasını çekmektedir.
lem ve bilgiye sahip olanlar için. İkili bilgi
31 Cennetten cehennemin aksine edilgen bir kaynağına dair benzer bir kullanım için bkz.
"nesne" olarak söz ediliyor. Bu cennetin 60/Mülk: 10. Şahit ile ğaib birbirlerinin karşı­
amellerin bedeli değil, Allah'ın ödülü olduğu­ tıdır. Vahye kulak verip onu anlayanlar, onun
nu gösterir. Cennet Allah tarafından hak ede­ naklettiği ğaybi hakikatleri görür gibi olurlar.
nin ayağına getirilir. Burada zaman ve mekân Bu da onları şahit kılar. Akleden bir kalbe sa­
kavramları tanıdık-bildik anlamlarının dışın­ hip olmayanlar şahit olamazlar. Mücahid,
da kullanılıyor. "Akleden kalbin 'tanık olması' onu anlaması-
32 Veya: "kendini koruyan" ya da "korunan dır; bunu yapmayana Kur'-an'm söyleyeceği
herkese". hiçbir şey yoktur" der.
33 Burada Allah yerine Rahman isminin gel­ 37 Lafzen: "altı günde". Yaratılışın aşamalılı-
mesi, "O'nun Rahman olduğunu bilmesine ğını ifade eder. Kainatın yaratılışından önceki
rağmen içi titrer" yan anlamını da verir. Zım­ yokluk 1 gün olarak telâkki edilirse, buradaki
nen: O'nun sevgisini kaybetme korkusuyla 6 ile birlikte toplam 7 eder. Bu rakam O'nun
titrer. her an iş başında olduğunu söyleyen Rahman
34 Zımnen: Allah'tan kaçmaya çalıştılar, fa­ 29 ışığında ilâhi yaratışın sürekliliğine delalet
kat başaramadılar (Krş: 33/Kıyâmet: 10 ve eder (Krş: 40/Furkan: 59, not 72). Nüzul süre­
87/Zâriyât: 50). cinde âlemin altı evrede yaratıldığını ifade
arız olmadığını (bilenler i ç i n ) . . . 38
yata) çıkış günüdür.
43 Kesin olan şu ki, ölümü ve hayatı ya­
39 ÖYLEYSE artık onların söyleyecekle­ ratan Biziz ve her yol sonunda Bize çıkar.
rine karşı sabırlı o l ! 39
Bir de güneşin do­ 44 Yer ayaklarının altından kayıp param­
ğuşundan ve batıştan önce Rabbinin aş­ parça olduğu gün (her şey) son sürattir: iş­
kın olan yüce zatını (namaz kılarak) te bu akıl sır ermez bir toparlanıştır, Bi­
hamd ile a n ;
4 0
40 yine geceleri ve secdele­ zini için çok kolay olacaktır.
rin ardından O'nun aşkın olan zatını an!
45 Biz onlarm neler söylediğini çok iyi
41 İmdi sen (ey insanoğlu); sana çok çok
biliyoruz; ne ki sen onları zorla (inandıra­
yakın bir yerden 41
o güne ilişkin çağrı ya­
cak) bir zorba değilsin: şu halde sen, Be­
43

pan Allah'ın nidasına kulak ver! 42 Tüm


nim tehditlerimden korkanları bu Kur'an
gerçekliğiyle o malum çığlığı (herkesin) aracılığıyla uyarmaya devam et!
işiteceği g ü n e . . . 42
İşte bu, bir (başka ha-

eden ilk âyet budur. Yevm (gün) kelimesi tıcı'nın zamanın mahkumu değil hakimi ve
Kur'an'da bağlamına göre değişen vurgulara halikı olduğunu ıskalamış gözükmektedir.
sahiptir (Bkz: 46/Me'aric: 4, not 5). Burada bil­ 39 Zımnen, 17. âyetle bağlantılı olarak: "zira
diğimiz güne işaret etmediği açıktır. Çünkü Allah, onların ağzından çıkanı kaydetmekte­
henüz yer ve göğün- oluşumu tamamlanma­ dir."
mıştır.
40 Bu âyetten sonra inen ve belirgin bir biçim­
38 Eski Ahid'de (Tekvin 2:2) yer alan Allah'ın de beş vakte delalet eden âyet, benzer formda­
uluhiyyetine aykırı Yahudi itikadını red için. ki Tâhâ sûresinin 130. âyetidir. Teşbih za­
Zira Yahudi ilahiyatında Yahve'nin .varlığı manla kayıtlı olarak geldiğinde namaza dela­
haftanın 6 gününde yaratıp 7. günü istirahate let eder (Krş: 44/Tâhâ: 130, not 117).
çekildiği yorumu akide haline gelmiştir. [Tan­
41 16. âyete zımni bir atıfla: "Şah damarından
rı yedinci günde tüm işini bırakıp dinlendi
bile yakın bir yerden".
(Şavt; şevita: grev) Tevrat 1:31-2:1.] Bu yorum,
icad edilmiş bir kimlik olan Yahudilik'te sık 42 Ya da: "Hakka çağıran o çığlığı işiteceği gü­
rastlanan mücessem (antropomorfik) tanrı an­ ne".
layışıyla örtüşmektedir. Tann'yı haftalık me­ 43 İman kişinin bilinçli ve özgür olarak yaptı­
saiye tabi tutan bu problemli yaklaşım, Yara- ğı bir tercihtir; dayatılan iman iman değildir.
BELED SÛRESİ
Nüzul : 3 7
Mushaf: 90

" M e k k e "ye atıf olan el-Beled adını ilk âyetinden alır. Tefsir ve mushaf-
larda bu adla anılır. Buharı sûreyi La uksimu adıyla anar.

Sûre Mekke'de inmiştir. İlk tertiplerin t ü m ü n d e Kâf ve Tarık sûreleri ara­


sında yer alır. Hz. O s m a n tertibinde 3 5 . sıradadır. Kâf sûresinin 5. yılda in­
diğini kabul edersek, bu sûreyi de aynı yıla yerleştirebiliriz. 20 âyetten olu­
şur.

Sûre sorumluluk ahlakıyla ilgilidir. Konusu insan ve sorumluluğudur. Doğ­


rudan insan vicdanına hitap eder. Yeryüzünde insanı ilk konuk eden coğraf­
yanın merkezi olan Mekke'ye ve orayı tarihin atan kalbi haline getiren Hz.
İbrahim ve Hz. İsmail'e (veya Hz. Â d e m ve âdemoğullarına) yeminle başlar
(1-3). Ardından söz hz. insanın zaaflarına getirilir (4-7). Allah'ın insana bah­
şettiği yeti ve yeteneklerden söz edilir (8-10).

İnsanoğlu bu yetenekleriyle u c u cennete açılan "sarp y o k u ş u " ['akabe) tır-


manmalıdır. O sarp yokuş iki ayakla tırmanılır. Birinci ayağı, insanı her tür
kölelikten kurtarmaktır (11-13). Yani benliğine, Şeytana, içgüdülerine, tut­
kularına, günaha, putlara, insanlara köle olmaktan kurtarıp Allah'a kul et­
mek. Sarp yokuşun ikinci ayağı da serveti paylaşarak açları, yetimleri, yok­
sulları gözetmektir (14-16). Zaten bunu ancak kula ve mala kulluktan kur­
tulanlar yapabilir, malının kölesi olanlar değil. Zira hiçbir köle efendisini
veremez. Bütün bunların ardından iyi olmakla yetinmeyip aktif iyi olmak,
iyiliği ve merhameti başkalarına da tavsiye edip yaymaktır (17). Bu âyetler
Kur'an'ın köleliği tasfiye etmeyi daha baştan hedeflediğini gösterir. Aslında
sarp yokuş insanlık yokuşudur ve eğer bu yokuş tırmanılmazsa insanlık yol­
da kalacak, tırmanılırsa insanlık düze çıkacaktır. İşte şu âyet, bu yokuşu tır­
mananları müjdeler: "İşte böyleleri, sağ duyu ve vicdan sahipleridir" (18).

İnsanlığın vicdanını harekete geçirmek için yeryüzünün son çevriminde bir


gök sofrası olarak insanlığın vicdanına indirilmiş olan Kur'an vahyini inkâr
etmek, özünde insani erdemleri inkâr etmektir. Bu ise kula ve mala kullu­
ğu savunmak anlamına gelir. "Onlar da kötülerdir" (19). Ve kötüler ateş
çemberine alınacaktır.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 ÖTESİ yok, işte Ben yemin ediyorum 1


kucak dolusu servet harcadım" mı di­
bu beldeye, -2 ki sen de bu beldenin (şe­
2
yor? 6

refli) bir sakinisin- 3 ve babaya ve oğu-


3
7 Yoksa o, kimsenin kendisini görmedi­
la: 4 Hakikaten Biz insanoğlunu farklı
4
ğini mi zannediyor? 7

meşakkatlere dayanıklı yarattık. 5

8 Ona iki göz vermedik m i ? 9 Dahası bir


8

5 Ne yani, şimdi insan kimsenin kendisi­ dil ve bir çift dudak? 10 Ve ona (iyilik ve
9

ne güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? 6 kötülüğün) açık seçik iki yolunu da gös­


(Dahası) "Ben (bu konuma gelmek için) termedik m i ? 1 0

1 Lâ uksimu Kur'an'da 8 yerde gelir ve hepsin­ min babası ve büyük yetim Hz. Peygamber de
de de yemin Allah'a isnat edilir. Lâ'nın tekit kastedilmiş olabilir. Bu ibare doğrudan İbra­
için geldiği söylenmişse de, Arapça'da tekit him ve İsmail'i ifade etse de, dolaylı olarak
için bu kadar edat varken üstelik iâ'nın asli âdemoğullarının tümünü kapsar. Mekke'nin
anlamı olumsuzken neden bu formda geldiği­ diğer şehirlere göre merkezi konumu ne ise,
nin beyânî izahı yapılmamıştır. "Yemine ge­ Âdem'in âdemoğullarına ve Âdemoğullarının
rek yok" mânası verilebilir (Abduh). Lâ haki­ da diğer yaratılmışlara göre konumu odur.
kidir diyen Ebu Havyan şu mânayı verir: "Bu 5 Veya: "dengeli ve uyumlu". Sadece burada
beldelere yemin etmem, zira oranın sakinleri geçen kebed'in hem "meşakkat" hem de "güç
oranın hürmetini ihlal ettiler". Fakat Vâkı'a ve kudret" mânalarına dayanarak. Ayrıca bu
75-76'nın delaletiyle bu mâna da isabetli de­ mâna, bir sonraki âyetle büyük bir uyum için­
ğildir. Tercihimiz bu formdaki tüm yeminle­ dedir.
rin Allah'a isnadına ve ia'nın asli anlamına da­ 6 Ehlektu (helak ettim); "gurur ve kibir için
yanmaktadır. Allah'ın ettiği yeminin azameti­ harcanan servet helak edilmiştir" iması taşır.
ni, yani "ondan ötesinin yokluğunu" ifade
7 Zımnen: "Allah'ın görmediğini mi". Bir son­
eder (Krş: Aişe Abdurrahmân, et-Tefsiru'l-Be-
raki âyetle birlikte: "Kendisi yaratılmış oldu­
yani, 165-170).
ğu halde görüyor da Allah yaratan olduğu hal­
2 Kur'an'da hâze'l-heled formu hassaten Mek­ de görmüyor, öyle mi?" İlk muhatapların Al­
ke'ye delalet eder (Krş: 30/Tîn: 3; 65/lbrahim: lah inancının nasıl kırılgan olduğunun vurucu
35). Yani: insanlığı ilk misafir eden ve insanlı­ bir ifadesi.
ğın ilk mabedine ev sahipliği yapan Mekke'ye. 8 Bir önceki âyetle birlikte zımnen: Herkesi
3 Veya Ebu Hayyan'ın yukarıdaki mânasının kör sananın kendisi kördür.
devamı olarak: "Zira bu belde senin saygınlı­ 9 Zımnen: Hakikati itiraf etsin diye gerekli
ğını ihlal etti" [el-Bahr). Tercihimiz, hıll'm olan tüm araçlarla donattık. Konuşmada dil
"mukim, sakin" mânasına gelen hâlle'nm sı­ dudaksız dudak dilsiz işe yaramaz. Bu üç âyet­
fatı veya mastarı oluşuna dayanmaktadır te görme ve konuşma duyuları dile getiriliyor.
[Müfredat ve Mekâyîs). Zımnen: Hakikati görmeyen kör ve dilsizdir.
4 Veya: "doğurana ve doğurmayana" (Krş: tek 10 Zımnen: "Ona kullanabileceği bir irade
ve çift şahit olsun: 11/Fecr: 3 ve 25/Ihlas: 3). vermedik mi?" Krş. "sonra ona yolu kolaylaş­
Baba, yani vahyin "babanız İbrahim" dediği tırdı" (27/'Abese: 20 ve 32/Insan: 3) Necdeyn
Hz. İbrahim ve onun oğlu Hz. İsmail ve dolay­ (t. necd] "görünen, belirgin yol". Sadece bura­
lı olarak Hz. Muhammed. Mekke'nin ruhu da geçer. Zımnen: Ona iyiyi kötüden ayırma
Kabe, dünyanın ruhu da insandır. Büyük yeti- yeteneği olan iradeyi bahşetti. Eşyada hayır ve
11 Fakat o, (ucunda cennet olan) sarp yoku­ suz yuvasız bir düşkünü... 15
17 Daha son­
şu tırmanmak için hiçbir bedel ödemedi. 11
ra 1 6
iman edenlerden olmak ve birbirine
12 Bilir misin nedir o sarp yokuş? hakkı ve merhameti tavsiye etmektir. 17

13 Bir kişiyi daha zincirlerinden kurtar­


12
18 İşte böyleleridir v i c d a n 18
sahipleri; 19

maktır; 13
14 veya açlık gününde (muhtaç­ inkârda ısrar edenler ise vicdansız olan­
ları) doyurmaktır; 15 (mesela) yakını olan lardır; 20 tarifsiz bir ateş onların üzerine
bir y e t i m i , 14
16 ya da evsiz barksız, yurt- güdümlenmiştir. 19

şer, imanda hak ve batıl, sözde doğru ve yalan, mmdan çıkarırlar. Oysa ki buna gerek yoktur.
eylemde güzel ve çirkin... Geçmiş zaman kul­ Huden li'l-muttakin'de (94/Bakara: 2) ifadesi­
lanılması, şuur ve vicdanın gurur ve isyandan ni bulan hidayetten önceki takva, nasıl "so­
asli ve öncelikli olduğunu gösterir. rumluluk ahlâkıysa", burada imandan önce
11 Yani: İyi olmanın bedelini ödemeye yanaş­ sayılanlar da benzer bir hakikatin ifadesidir.
madı, sıkıntıya gelemedi. Oysa ki Allah insa­ Bu davranışlar kişiyi imanın kapısına getire­
nı yaratırken "meşakkatlere dayanıklı" yarat­ cektir. Özgürlüğe kavuşturma, açları doyur­
mıştı (4. âyet). Ama o, yaratılıştan taşıdığı vic­ ma, yetimi ve düşkünü gözetme gibi temel ah­
danın hakkını dâhi vermeye yanaşmadı. lâkî sorumlulukları yerine getirmeyen hem
imanın ahlâkî zeminini inşa etmemiş, hem de
12 Lafzen: "boynu".
iyiliği emr ve kötülükten sakındırma aşaması­
13 Zımnen: Bir köleyi daha özgürleştirerek, na gelmemiş demektir.
tüm kölelikleri ortadan kaldırmak için adım
17 Bir ahlâkî davranışın temeli iman olursa,
atmaktır. Bu bir özgürlük çağrısıdır. Bu çağrı
ancak o zaman o davranışın sahibi Allah'tan
yalnızca fiziki köleliği değil, sosyal, ekono­
âhirette ödül bekleyebilir. İnanmadığı bir dün­
mik ve siyasal türevleriyle birlikte manevî kö­
yada karşılık bulmak, yatırmadığı bir hesap­
leliği de kaldırmaya yöneliktir. İkrime bunu
tan para talep etmek kadar abestir.
"boynu günah zincirinden kurtarmak" olarak
anlamıştır (Beğavî). Bu anlayış Rasulullah'ın 18 el-Yemin, dilde "bereket, uğur, müjde, ha­
"Ya Fatıma! Nefsini Allah'ın elinden satın al! yır ve güç" ifade eder. Allah Musa'ya "bere­
Vallahi yarın senin için de bir şey yapamam!" ketli vadi'nin kenarından" seslenmiştir
türü uyarılarıyla da uyum arz etmektedir. Ebu (67/Kasas: 30). Mü'mine cennet müjdesi sa­
Hanife'ye göre sadakanın en hayırlısı bir kişi­ ğından verilecektir (68/lsra: 71). Cennetlikler
yi özgürlüğüne kavuşturmaktır. Parantez içi ashab-ı yemin'dirler. İmân, kalbin en hayırlı
ifademiz 17. âyete dayanmaktadır. Öncelik halidir. Yemin, hem "söz" hem "sağ"dır. Me­
özgürlüktür, yeme içme bile sonra gelir. cazen "sağduyu"yu, yani vicdanı da ifade eder.

14 Yetîmen'deki belirsizliği anlama "mesela" 19 el-îsâd. "bir şeyi kilitlemek", îsâdu'n-nâr


ile yansıttık. 'aleyh: "ateşi bir şey üzerine kilitlemek". Bu­
nun karşılığı güdümlü bir füze gibi ateşi biri­
15 Lafzen: "Topraktan başka barınağı olma­
ne kilitlemektir. Fevkahum yerine 'aleyhim
yan" (Râğıb).
gelmesi, onu atlatmanın imkansızlığına dela­
16 Bazı müfessirlerimiz summe'yi asli anla- let eder.
" / ^ e c e n i n k o n u ğ u " a n l a m ı n d a k i adını b i r i n c i âyetinden alır. Sahabeden
^ - ^ g e l e n bir rivayette ve bazı i l k tefsirlerde ve's-semâi ve't-tânk diye anı­
lır. Fakat tefsir ve hadis edebiyatında ve mushaflarda " T a r ı k S û r e s i " adıyla
a n ı l m ı ş t ı r . M u s h a f ta Evsat-ı Mufassal diye adlandırılan sûreler gurubunun
başıdır.

Sûre M e k k e ' d e i n m i ş t i r . Y ı l ı n ı tesbit e t m e k zordur. İlk tertipler sûreyi Be-


led ve K a m e r arasına yerleştirirler. Bazergan ve Blachere, sûreyi ç o k daha
erken bir d ö n e m e 9. sıraya yerleştirirler. Sûrenin m e ş h u r tertiplerdeki sıra­
sını değiştirmek i ç i n elimizde yeterli gerekçe b u l u n m a m a k t a d ı r . Bu du­
rumda sûreyi peygamberliğin 5. yılına yerleştirebiliriz. Sûre Buruc, İ n ş i k â k
ve İnfitâr gibi s e m a y a y e m i n l e başlayan sûreler gurubunda yer alır.

Sûre baştan sona, ilâhi vahyin insanlığın son ç e v r i m i n d e k i tezahürü olan


Kur'an hakkındadır. Sûrenin girişi y ü k s e k bir belagat örneğidir. K o n u s u n a
teşbihle girer. Vahyi sabahı haber v e r m e k i ç i n gece doğan parlak bir yıldıza
benzetir. Bu gelen i n s a n l ı k sabahının ayak sesleridir. V a h i y yıldızının ışığı
gecenin zifiri karanlığını delip m ü ' m i n l e r i n gözünden gönlüne u l a ş m ı ş t ı r .
Zira Allah insanı korunaksız, barınaksız, sığınaksız, t u t a m a k s ı z b ı r a k m a ­
m ı ş t ı r (1-4). Ardından insan haddini ve k e n d i n i b i l m e y e davet edilir (5-7).
Eğer b u n u becerebilirse R a b b i n i n yüceliğini dolayısıyla anlamsız ve a m a ç ­
sız iş yapmadığını b i l e c e k ve Hesap G ü n ü ' n e hazırlanacaktır (8-12). Ebedi
saadetin yol haritası ise bu vahiydir. Bu gerçeğe insan şahit olmazsa olma­
sın; gök ve yer şahittir ya! O yeter:

" İ m d i , (hayat) ç e v r i m i n e sahne olan gök şahit olsun,- ve (bitkilerle) yarılan


yer şahit olsun: elbet bu vahiy h a k k ı batıldan ayıran bir sözdür, asla anlam­
sız bir lakırdı değildir" (11-14).

Bu h a k i k a t i i n k â r edip hayrın değil de hazzın peşinden koşan, t a d ı m l ı k ola­


nı d o y u m l u k olana tercih edendir. Son âyet bu akla şu ö l ü m s ü z gerçeği ha­
tırlatır: Allah i h m a l etmez, i m h a l eder (süre tanır).
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 SEMA ve gece gelen konuk şahit ol­


1
ran hayat tohumları içeren basit bir sıvı­
sun! 2
dan yaratıldı,- 7 omurga ile kaburga ke­
6

2 Sahi, gecenin konuğu nedir, bilir misin mikleri arasındaki bölgeden çıkan... 7

sen? 8 Elbet (insanı yoktan var eden) Allah,


3 O (inkarcı aklın zifiri karanlığını) delen onu tekrar hayata döndürmeğe kadirdir. 8

bir yıldızdır; 3 9 O gün, sırlar (bile) sınanır; 10 dahası ki­


şi ne (içerden) bir güç, ne de (dışardan) bir
4 Zaten hiçbir insan yoktur ki (ilâhi) gö­
yardım alabilir.
zetim ve koruma altında olmasın. 4

11 (HAYAT) çevrimine sahne olan gök


5 İ N S A N O Ğ L U neden yaratıldığına bir
şahit olsun; 12 ve (bitkilerle) yarılan yer
9

baksın: 6 o, (üreme organlarından) fışkı-

1 Tekil geldiği bu bağlamda hem "uzaya" hem ma altındadır"* Zımnen: Vahyin gönderiliş
de varlığın "en üst tabakasına" delalet eder. amacı da insanı hıfz içindir. Sağduyu da deni­
2 et-Târık: "işittirmek için şiddetle vurmak, len vicdan, bu ilâhi gözetimin iç dünyamızda­
ses çıkarmak" anlamına tarktan. Gece gelen ki karşılığıdır. Vicdan altyapıdır ve vahiyle ge­
konuğun kapı vuruşuna et-turuk denilir. Et- len din onun üstyapısını oluşturur.
Târık, "gece gelip kapıyı vuran konuk" anla­ 5 Burada bir ibtidaiyye fâ'sı vardır ve çeviriye
mına cins isimdir. Sabahı müjdelediği için sa­ mâna ile değil büyük harfle yazılan paragraf
bah yıldızına da Târik adı verilmiştir. Sûrenin başı işleviyle yansımıştır. Bunu çok yerde uy­
bütünü dikkate alındığında et-Târık'la vahyin guladık, fakat sadece bir kaç yerde notlandır­
kastedildiği görülür. Zira vahiy insanlığın zifi­ dık.
ri gecesinde gelip sabahı müjdeleyen bir gök
6 "Atılan, fışkıran" mânasına gelen dâiik öz­
konuğudur. O mühürlenmemiş yüreklerin ka­
nedir. Min edatı, insanın bu sıvının tümünden
pısını çaldığı için Tarık'tır. Vahiy fiilen de bir
değil içindeki hayat suyundan (sperma) yara­
gece (Kadir Gecesi) inmeye başlamıştır.
tıldığına delalet eder.
3 Kur'an vahyi, insanoğluna zifiri gecede yolu­
7 Yani: "sırtı ile göğsü" ya da "göğsü ile otu­
nu gösteren ve sabahı müjdeleyen kendi sema­
runca toprağa (turab: terâib) gelen yeri arasın­
sının en parlak yıldızıdır. Cahiliyye karanlığı­
daki bölgeden". Kafa, kollar ve bacaklar hariç
nı delmiştir. Sâkıb'm "yücelen" anlamını esas
gövdenin tümünü ifade eder [el-Vcâz, s. 525).
alırsak mâna şöyle olur: "yücelen bir yıldız­
dır". Arap edebiyat tarihinde sâkıb ilk kez Kur'an cinsel organlar konusunda genellikle
Kur'an'da görünür. Türetildiği sakb, "yumu­ kinayeli bir üslubu benimser. Bu âyet erkek ve
şak bir şeyi yakarak delmek" mânasına gelir. kadının üreme organlarından kinaye olarak
Necm, "yıldız" anlamının yanında "vahyin anlaşılabileceği gibi, lafzen de anlaşılabilir. Bu
aşama aşama inişini" (tencîm) de ifade eder. ibare her iki cinsin üreme sisteminin tamamı­
Bu açıdan bu âyetle "vahyin aşama aşama ini­ nı ifade etse gerektir.
şi şahit olsun" anlamına gelen Necm sûresi­ 8 er-Rac', er-rucu'dan farklı olarak geçişli fii­
nin ilk âyeti arasında bir mâna irtibatı bulun­ lin mastarıdır. Bunun delalet ettiği zımni mâ­
maktadır. na şudur: Eğer Allah hayata döndürmemiş ol­
4 Veya in-i muhaffefe ve lâm-ı te'kit takdiriy­ saydı o asla varolamazdı.
le: "Elbet her insan mutlaka gözetim ve koru- 9 "Dönüş, çevrilme" anlamındaki er-rac'in
şahit olsun: 13 elbet bu (vahiy) hakkı ba­ kuruyorlar; 16 ve Ben de onların tuzakla­
tıldan ayıran bir sözdür, 14 asla anlamsız rını bozuyorum.
bir lakırdı değildir. 17 Şu halde kâfirlere süre ver, sadece kı­
15 Ne var ki onlar tuzak üstüne tuzak sa bir süre...

buradaki en uygun karşılığı yeryüzündeki bu tavafa borçluyuz. Eğer atomların haccında


canlı hayat için vazgeçilmez olan yağmurla çekirdek Kabe'sinin etrafında elektron hacısı
girdiği "hayat çevrimi" olsa gerektir. Bunun, tavaf etmeyi durdurursa, bütün maddi varlık
mikro uzaydan makro uzaya, atomdan galak­ içine çöker (füzyon), bu takdirde ne toprağı
silere varana dek bütün bir kozmosun "varlık ekebilir, ne suyu içebilir, ne kumaşı biçebilir-
tavafı" olan dairesel hareketini ifade etmesi dik. Eğer dünya hacısı güneş Kabe'sini tavaf
de mümkündür. Unutulmamalıdır ki insanoğ­ etmeyi durdurursa, bu kıyametin kopuşu
lu kozmik tavafın ekmeğini yemektedir. Ha­ olurdu. Eğer kan hacısı kalp Kabe'sini tavaf et­
yatımızı mümkün kılan eşyayı kullanmamızı meyi durdurursa, bu ölüm olurdu.
Sûre, îbn Abbas'a göre " e y i n s a n " a n l a m ı n a gelen Yâsîn adını i l k âyetin­
den alır. H z . Peygamber'in sûreyi bu adla andığına dair rivayet vardır
(Ebu Davud). Buhârî ve T i r m i z î de bu i s i m l e anar. M e k k e ' d e i n m i ş t i r . İlk
tertiplerde Furkan'ın önünde yer alır. 5 veya 6. yıla tarihlendirilebilir.

Sûrenin k o n u s u yeniden diriliştir. Hz. Peygamber'in o n u h a s s a t e n ö l m e k


üzere olan insanlara o k u m a - h a t ı r l a t m a tavsiyesi, bu ana t e m a bağlamında
anlaşılmalıdır (Ebu D a v u d ve İbn Hibban). H e m e n t a m a m ı y l a âhireti k o n u
edinmi ş o l m a s ı sebebiyle sûre, " K u r ' a n ' ı n atan k a l b i " olarak n i t e l e n m i ş t i r .
Ç ü n k ü âhirete i m a n , i n a n ç esaslarının kalbi mesabesindedir. Her âyete b u
kalpten kan yürüdüğü için, söz döner dolaşır hep âhirete gelir. Bu anlamda
âhiret i n a n c ı sadece doğru bir i m a n ı n değil, bizzat A l l a h ' a i m a n ı n da olmaz­
sa olmazıdır. "Eğer bir Allah olsaydı yeryüzünde b u n c a z u l m e izin vermez­
d i " diyen bir a k l ı n sorunu, Allah i n a n c ı n a sadece beşeri ve dünyevi çıkar
hesaplarıyla y a k l a ş m a k , Hesap G ü n ü h a k i k a t i n i dikkate a l m a m a k t ı r .

Bir davranışı ahlâkî kılan şey o n u n ardında yatan s o r u m l u l u k bilincidir. So­


r u m l u l u k l a s o r u m s u z l u k arasındaki ayrım h a k k a n i y e t i n bir gereğidir. Âhi­
rete i m a n b u anlamda h a k k a n i y e t i n t e c e l l i s i n e imandır. Ç ü n k ü âhiret, b u
hayatın h e s a b ı n ı n görüleceği öbür hayattır. Şu halde Hesap G ü n ü ' n ü inkâ­
rın temelinde, hayatı sorumsuzca t ü k e t m e arzusu yer alır. S o r u m s u z c a tü­
k e t i l m i ş bir h a y a t ı n hesabı verilemez. Böylesi bir hayat yaşayanların so­
r u m l u l u k t a n k a ç m a arzusu, i n k â r olarak k e n d i n i dışa vurur» Fakat inkâr,
Hesap G ü n ü gerçeğini ortadan kaldırmaz: "O gün ağızlarına m ü h ü r vuraca­
ğız,- ve elleri Bize k o n u ş a c a k , ayakları da yaptıklarına ş a h i t l i k e d e c e k . " (65)

T e k a m ü l varlığın yasasıdır. Bu yasa sadece varlığın maddî b o y u t u i ç i n de­


ğil, m a n e v î b o y u t u i ç i n de geçerlidir. Madenler, bitkiler, hayvanlar ve in­
sanları kapsayan bu yasa, ruhuyla bir üst â l e m e ait olan insanda m a n e v î bir
n i t e l i k kazanır. Âhiret, bu sürecin m a n e v î olan öbür y ü z ü n ü t e m s i l eder.
C e n n e t aslında insanın t e k a m ü l ü n ü n son durağıdır. Vahiy, hayat yolcusu­
nu her tür sapmaya karşı uyarır. Bu uyarı s o r u m l u l u k b i l i n c i n e sahip olan­
lara, yani "(Kalben) diri o l a n l a r a " (70) yarar sağlayacaktır. Sûre A l l a h ' ı n aza­
m e t ve kudretini beyan eden bir pasajla son bulur. İbn Abbas'a bu sûrenin
fazileti sorulunca, " B u n u b i l m i y o r u m , fakat (galiba) son âyeti i ç i n m i ş ! " der.

Sûre, Yasın k e l i m e s i n i n m ü s t a k i l bir âyet olup olmadığı y o r u m u n a binaen,


Küfe o k u l u n a göre 83 âyet, diğer t ü m okullara göre 82 âyettir.
Nûzûl: 39 Mushaf: 36 39/YÂSÎN SÛRESİ İ37

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 Ey insan! 2 Hikmetle (muhatabım inşa


1
çirmişizdir de, başlarını bir türlü eğeme-
eden) bu Kur'an'a andolsun 3 ki sen, elbet­
2
mektedirler. 9 Yine (adeta) önlerinden
7

te gönderilen elçilerden birisin. 4 Dosdoğ­


3
ve arkalarından birer set çekmiş ve gözle­
ru bir yol üzeresin. 5 (Çünkü bu vahiy) her
4
rini perdelemişizdir de, artık göreme­
işinde mükemmel olanın, en merhametli mektedirler. 10 Şu halde sen onları uyar­
olamn katmdan indirilmiştir: 6 bu sayede san da, uyarmasan da onlar için fark et­
atalan uyanlmamış, dolayısıyla haktan ga­ mez: iman etmezler.
fil kalmış bir topluluğu uyarabilesin. 5
11 Ne ki sen, sadece ilâhi uyarıya tabi
7 Doğrusu, onlardan bir çoğu hakkındaki olan ve idraki aşan bir hakikat olmasına
söz tahakkuk etmiştir: artık asla iman et­ rağmen O rahmet kaynağına derin bir ür­
meyecekler. 6 pertiyle saygı duyan kimseyi uyarabilir-
8

sin: o halde bu gibileri sınırsız bir mağfiret


8 Zira (sanki) Biz onların boyunlarına, çe­
ve tarifsiz güzellikte bir ödülle müjdele!
nelerine kadar uzanan demir halkalar ge-

1 Mukatil, bu yorumu ibarenin tek karşılığı 4 Bir sonraki âyetin delaletiyle: "Rabbimin ba­
olarak verir. Habeş dilinde ve Tayy lehçesinde na ilettiği vahiy sayesinde" (76/Sebe': 50).
bu kelime "ey insan" anlamına gelir. Bu görü­ 5 Veya ma'nın ilgi zamiri anlamına dayana­
şü tkrime, Dahhak, Said b. Cübeyr gibi Küfe rak: "ve böylece ataları uyarılmış, fakat kendi­
ve Hasan gibi Basra okulunun önde gelen oto­ leri haktan gafil kalmış bir topluluğu uyarabi­
riteleri savunmuşlardır. Bu ibarenin mukat- lesin" (Râzî). Tercihimizi hem Kasas 46 hem
ta'ât'a dahil olduğu görüşü yanında, Allah'ın de nüzul ortamının tarihsel gerçekliği doğru­
ya da Kur'an'ın bir adı (Malik ve Katide) oldu­ lamaktadır. Bu âyet görev alanının kapsamını
ğu yorumları da yapılmıştır (Taberi). Tercih değil başlama noktasını gösterir (Krş:
ettiğimiz yoruma göre, Kur'an'da Hz. Peygam­
51/Şu'arâ: 214). Elbet görev evrensel, kapsam
ber için kullanılan "Ey Rasul" ve "Ey Nebi"
tüm insanlıktır (76/Sebe': 28).
dışındaki tek form "Ey insan!" ifadesidir. Ki
Said b. Cübeyr bu nidadaki "insan"ın Hz. Pey­ 6 Çoğunluğun akletmeyeceği, iman etmeye­
gamber'in adı olduğu kanaatindedir. Bu ise ceği ve şükretmeyeceğine dair ilâhi bilgi (Msl.
hem insan olmanın değerine, hem de Hz. Pey­ 56/A'râf: 187; 40/Furkan: 50, 78/Mü'min: 61).
gamber'in insanlığına bir göndermedir. 7 Müteakip âyetlerin de gösterdiği gibi, inkar­
2 Hakim kalıbı mübalağa ile ism-i faildir ve cıların dünyadaki halini tasvir eden bu âyet
dolayısıyla canlı ve bilinçli özneler için kulla­ onların küstah ve kibirli tavırlarının mecazi
nılır. Kur'an'ın muhatabını inşa eden kurucu bir anlatımıdır. Parantez içi açıklama, metnin
bir özne oluşuna atıftır. Parantez içi açıklama­ sembolik tabiatına dayanmaktadır. Boyun
mız hakîm'in bu niteliğine dayanmaktadır. halkaları aynı zamanda köleliği temsil eder.
(42/Fâtır: 31'deki ellezi ile krş.) Zaten mukmehûn, hem başkaldırı hem de zil­
let ve utancı içeren çift kutuplu bir anlamaya
3 Bir tek bu âyette dört tekit vardır: isim cüm­
izin verir. Zımnen: Allah'a kul olmamak için
lesi, yemin, inne ve lam. Bir cümledeki bu
başkaldırırlar, fakat benliklerinin kulu-kölesi
dört pekiştirme, Nebi'yi inkârın aslında dört
olurlar.
inkâr olduğunu gösterir: Peygamberi inkâr
Kur'an'ı, Kur'an'ı inkâr âhireti, âhireti inkâr 8 Krş. 94/Bakara: 4 36/Kâf: 33. Haşyet için
;

Allah'ı inkâr demektir. bkz. 69/Yûnus: 62, not 83.


138 39/YÂSÎN SÛRESİ Nûzûl: 39 Mushaf: 36

12 Elbette Biz, evet ölüyü Biz diriltece­ rahmet kaynağı da hiçbir şey indirme-
ğiz; ve onların önden yolladıklarını da ar­ miştir: siz sadece yalan söylüyorsunuz!"
kada bıraktıkları eserleri de Biz yazaca­ 16 (Elçiler) dediler ki: "Rabbimiz biliyor
ğız: böylece her şeyi kaydeden tarifsiz ve ki biz size gönderilmiş elçileriz. 17 Ve biz
çok gelişmiş bir ana (bellek)te kayıt altı­ size açıkça tebliğ etmekten başka bir şey­
na almış oluruz. 9
le mükellef değiliz."
18 (Şehir halkı) dediler ki: "Şüphesiz bize
13 ONLARA, kendilerine elçiler 10
gön­
uğursuzluk getirdiniz. Eğer buna bir son
derdiğimiz şehir 11
halkının hikayesini
vermezseniz, sizi öldüresiye taşa tutar ve
anlat. 12

sizi keyfimizce şiddetli bir biçimde ceza­


14 Bir zamanlar onlara iki elçi gönder­ landırırız." 13

miştik; ama ikisini de yalanladılar. Bu­


19 (Elçiler) dediler ki: "Uğurunuz/uğur­
nun üzerine (onları) bir üçüncüyle des­
suzluğunuz size bağlıdır. Ne yani, size
tekledik; ve onlar dediler ki: "Biz size
öğüt verildi diye mi (böyle oldu)? Hayır,
gönderilmiş elçileriz."
asıl siz haddi a ş m ı ş 14
bir toplumsunuz."
15 (Şehir halkı) dediler ki: "Siz de sadece
20 Derken, şehrin en uzağından bir
bizim gibi beşer türüne mensupsunuz. O

9 İmâmin mubînirideki her iki kelime de be­ berler" olarak anlaşılırsa, bu durumda olayın
lirsizdir. Buna rağmen mubîn "açık-seçik, Antakya'ya nisbeti kabul edilemez. Kitab-ı
apaçık" mânasındadır. İlk bakışta birbiriyle Mukaddes'te elçilerin Antakya'ya gönderilişi­
çelişir gibi görünen bu unsurlar, derin düşü­ ne ayrıntı verilmeden değinilir (R. İşleri, 11).
nüldüğünde hem Levh-i Mahfuz'un akıl sır er­ İbn Kesir Antakya olmasına şiddetle itiraz
meyen, hem de hiçbir şeyi atlamayan yapısını eder. Buna ilave bir itiraz da Antakya'nın ilk
ifade eder. (Benzer bir ibare ve tahlil için bkz. Hıristiyan olan şehir kimliğidir. Fakat bu, An­
70/Hûd: 6, not 11.) İmâm kelimesi, türetildiği takya'da ilk anda böyle bir karşı koyusun ger­
umm kökünün de ele verdiği gibi, bir şeyin çekleşmediğine mesnet teşkil edemez. En
kendisinden neş'et ettiği "aslı" ve "ana"yı ifa­ doğrusunu Allah bilir.
de eder. Kelimenin etimolojisinde "gelişmiş 11 Katade ve İkrime bu şehri Antakya olarak
ve öncü" anlamları mevcuttur (Bkz: 72/Hicr: yorumlar. İbn Kesir bu tür yorumlara itiraz
79, not 47). eder. Fakat pasajın devamı (20-32) Antakya
10 Ya da: "(elçinin) elçileri" anlamına "davet- merkezli okumayı destekler gibidir. Bu âyeti
çiler". Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderen Ra- bir sonraki 14. âyetin ışığında okuyarak bu
sulullah'ın onu "Allah'ın Elçisi'nin elçisi" di­ şehri dünya, elçileri de Hz. Musa, Hz. İsa ve
ye nitelemesine benzemektedir. Dolayısıyla Hz. Muhammed olarak anlamak da mümkün­
murselûn "Allah'ın elçileri" değil "elçinin el­ dür.
çileri" anlamına gelir. Kur'an'a göre aynı anda 12 Kıssa anlatımının darabe (vurdu) kökünden
ve aynı topluma Musa ve Harun örneğinde ol­ bir kelimeyle karşılanmış olması, anlatılan
duğu gibi birbirini destekleyen iki elçi gönde­ şeyin muhatabı üzerinde yumruk ve tokat et­
rildiği istisnai durumlar olmuşsa da, üç elçi­ kisi yapacağını imâ eder. Dolayısıyla, kafaya
den ismen hiç söz edilmez (Krş: 14. âyet). Yok vura vura hakikati anlatmayı çağrıştırır.
eğer tercih ettiğimiz gibi bu kelime "peygam- 13 Lafzen: "bizden, tarafımızdan". Bu bağlam-
adam 15
koşarak gelip "Ey kavmim!" dedi, m i m bir bilseydi 27 Rabbimin beni bağış­
"Elçilere uyun! 21 Uyun sizden hiçbir ladığını ve beni ilâhi ikrama mazhar olan
karşılık beklemeyen bu kimselere; zira kimseler arasına kattığını!.."
bunlar doğru yoldadırlar! 22 Hem ben, 28 Ve onun ardından kavminin üzerine
beni yaratana, dahası hepinizin huzuruna gökten bir ordu indirmedik; zaten Biz da­
varacağı O Zata neden kulluk etmeyecek ha önce de asla indirmiş değiliz: 29 eğer
19

misim? 23 Onu bırakıp da başka ilâhlar bu gerekseydi, tek bir çığlık yeterli olur­
edineyim, öyle mi? Eğer Rahman bir za­ du; o zaman da onlar sönmüş köz gibi ka­
rar vermeyi dileyecek olsa (-ki dilemediği rarıp küle dönerlerdi. 20

açık-), 16
ne onlar bana zerre kadar şefaat
30 Vay gele şu kulların başına! 21
Ne za­
edebilir, ne de beni kurtarabilirler. 24 El­
man kendilerine bir elçi gelmişse onu
bet o zaman ben, apaçık bir sapıklığa düş­
alaya aldılar!
müş olurum. 25 İşte artık ben sizin de
31 Onlardan önce nice nesilleri helak et­
Rabbiniz olana iman etmiş bulunuyo­
tiğimizi görmezler mi? Ki onlar kendile­
rum : artık beni dinleyin!" 17

rine dönüp gelemeyecekler,- 32 ama el­


22

26 (En sonunda) ona "Sen cennetlik­


bet hepsi Bizim huzurumuzda toplana­
sin!" 18
denildi. Dedi ki: "Ah, keşke kav­
caklar.

daki en uygun karşılığı "keyfimizce". Zım­ de etmektedir. Enfâl 9-12'de Allah'ın bin me­
nen: hiçbir hak ve hukuku gözetmeksizin ce­ lekle yardımı bu ilâhi sünnet ışığında anlaşıl­
zalandırırız. malıdır. Zaten söz konusu âyetlerde ilâhi yar­
dımın "iç ferahlatıcı müjde ve moral destek"
14 Musritûn'M bu şekilde çevirimiz için bkz.
(Enfal: 10), "iç sükunetin çepeçevre kuşatma­
44/Tâhâ: 127, not 112.
sı" (Enfal: 11) ve "inananlara direnç ve destek
15 Veya: "Şehrin ileri (gelenlerinden) bir
vermek ve kâfirlerin yüreklerine korku sal­
adam". mak" (Enfal: 12) şeklinde gerçekleştiği beyan
16 Parantez içi açıklamamızın gerekçesi cüm­ edilmiştir.
lenin şartlı yapısıdır. Zımnen, "ama O kulu­
20 Zımnen: ama bu olmadı. Buradaki in kâne
nun zararını dilemez" sonucu çıkmaktadır
kalıbının işlevi şu âyettekine benzer: în kâne
(Bkz: 70/Hûd: 34, not 41). lirrahmâni veîedun ("eğer Rahman bir çocuk
17 Eğer "şehrin en uzağından gelen adam" bu edinseydi" 83/Zuhruf: 81; krş. 79/Enbiya: 17;
sözü, toplum kendisini öldürmek için üzerine 42/Fâtır: 41). Zımnen: onları cezalandırmaya
yürüyünce elçilere dönerek söylemişse açılı­ gerek yoktu. Eğer bunu isteseydik bir ordu de­
mı şöyle olur: "İşte ben sizin Rabbiniz olan ğil, tek bir çığlık yeterli olurdu. Bu okuma
Allah'a iman ediyorum! Siz de benim (şehade- klasik tefsir otoritelerinin Antakya ile irtibat­
timi) duyun (ve bana şahit olun)!" Veya her iki lı yorumlarına izin verir. Zira Antakya'da söz
tarafa birden söylenmiş olması da mümkün­ konusu tarihlerde böylesine kitlesel bir hela­
dür (Râzî). Tercihimiz inkarcı kavme söylen­ ke şahit olunmamıştır.
diği yönündedir. Sözün sonu "Sözümü dinle­ 21 Hem şefkat, hem acıma, hem de hayret ifa­
yin, Şeytana uymayın!" vurgusu taşır. de eden bir kalıp (Bkz: İtkân El, 120)
18 Lafzen: "Gir cennete!" 22 Zımnen: Size dönerek "Biz kaybettik, siz
19 Âyetin sonu, bu konudaki ilâhi sünneti ifa- bizim gibi yapmayın!" diyemeyecekler.
33 ÖLÜ toprakta dahi onlar için bir ders Biz ondan gündüzün ışığını çekip alırız
vardır: Onu Biz dirilttik, beslenmeleri için da, onlar aniden karanlıkta kalakalır. 25

ondan tohumları Biz çıkardık. 34 Orada 38 Güneşte de (bir ders vardır): o kendisi
hurmalıkları ve üzüm bağlarını Biz var et­ için tayin edilen mekân ve zamana bağlı
tik; yine orada su gözelerini Biz çağlattık; olarak hareket eder durur,- 26
işte bu, en
35 ki onunla yetişenlerin ve elleriyle ek­ yüce olanın, her şeyi bilenin takdiridir.
tiklerinin ürünlerinden yiyebilsinler.
23
39 Aya da sonunda kuru ve eğri bir hur­
Hâlâ şükretmeyeceksiniz, öyle mi? ma dalı haline gelinceye kadar farklı ev­
36 Sânı ne yücedir O'nun ki, yeryüzünün reler takdir ettik: 40 ne güneş aya kavu­
tüm bitkilerini, insanların bizzat kendi­ şup çarpabilir ne de gece gündüzü örtebi­
lerini ve hakkında henüz hiçbir bilgiye lir: zira hepsi 27
bir yörüngede 28
hareket
sahip olmadıkları şeyleri çifter çifter O edip dururlar. 29

yarattı. 24
41 Bizim onların nesillerini 30
dolu gemi­
37 Gecede de onlar için bir ders vardır: lerde 31
taşımamızda da onlar için bir ders

23 Veya mâ'nın olumsuz anlamıyla: "ellerini maktadır. Gemilerin seyri sefer rotasına ben­
vurmadıkları halde". Fakat mâ'ya ilgi zamiri zediği için "gemi" mânasına gelen fulkten tü­
anlamı vermek Kur'an'ın çift kutuplu üslubu­ retilmiştir (Râğıb).
na daha uygundur (kendi yetişenler ve ekilen­ 29 Yesbahûn, akıllılar için kullanılan bir cemi
ler). İbn Mes'ud'un ve mimmâ 'amilethu şek­ kalıbıdır. Aynı zamanda bu cisimler hareket­
lindeki tefsiri okuyuşu da bunu destekler (Ta- lerinin faili olarak zikredilmiştir. İbn Sina, bu­
berî). radan yola çıkarak onları canlı ve akıllı sayar
24 Burada asıl dikkat çekilen Allah'ın tekliği­ [Risale Ecvibe 'an 'Aşri Mesail, Resâil içinde).
dir. Tüm bir yaratılmışlar dünyası çift kutup­ Fakat aklı, bu gök cisimlerine değil onların ya-
luluk yasasına tabidir. Bu yasayı koyan da tek ratılışındaki anlam ve amaçlılığa atfetmek
olan ve yaratılmışların yasasına bağlı olmayan vahyin ruhuna uygun bir yaklaşım olsa gerek­
Allah'tır. Âyet aynı zamanda insanların bil­ tir.
mediği varlık çiftlerinden söz etmektedir. 30 Veya zurriyyeten'in "ata" anlamına daya­
25 Bu âyet gecenin en güzel tarifidir: Gece narak: "onların atalarını". Tercihimizin açılı­
kendi başına bir varlık değil, ışığın yokluğu mı: Muhatapların nesillerini; genel anlamda
halidir. "Âdemoğullarını".

26 Musteİcarr'ın mekân ve zamana delalet et­ 31 el-Fulk, geçtiği 23 yer ve felek ile akrabalı­
mesine dayanarak. Bu hareket, lam'm farklı ğı göz önüne alındığında, suda veya havada
bir vurgusuyla, sadece yörüngesel olanı değil yüzen her tür vasıta anlamına gelir. Yalnız üç
güneş sisteminin uzay içindeki hareketini de yerde gelen sefine ise sadece suda yüzeni ifade
eder. Elmalık âyetteki el-fulku "ana rahmi"
ifade eder. İbn Mes'ud ibareyi lâ mustekarra
olarak yorumlar. Bu takdirde mana "onların
lehâ ("bir durakta durmaksızın") şeklinde
nesillerini rahimlerde taşımamızda onlar için
okumuştur (Ferrâ).
bir ders vardır" olur. Fakat el-fulke "rahim"
27 Hepsi: Burada sözü edilen güneş, ay ve manası vermenin lugavî bir delile isnat etme­
âyette "gece gündüz" olarak geçen dünya. mesinin yanında, bu tercihin, devamında ge­
28 "Yuvarlak cisim, daire" anlamına gelen fe­ len el-meşhûn, yerkebûn, nuğrikhum, yunka-
lek, "gezegenlerin yörüngesi" için kullanıl­ zûn ibareleriyle telifi de zor görünmektedir.
Nüzul: 39 Mushaf: 36 . 39/YÂSÎN SÛRESİ 141

vardır,- 42 ve onları, benzer nitelikte ta­


32
(Son Saat) ne zaman gerçekleşecek?"
şıma araçları (yapacak kabiliyette) yarat­ 49 Onlar (bunu) tartışırken, kendilerini
mamızda da... 43 Dilersek onları suda enselenecekleri bir tek bela çığlığından
boğabiliriz; bu takdirde imdatlarına kim­ başka bir şey beklemeyecek: 50 her şey o
se yetişemez ve onlar kurtarılamazlar kadar ânî olacak k i ; 36
ne vasiyet edebile­
da,- 44 sadece katımızdan bir rahmet ve
33
cekler, ne de yakınlarına dönebilecekler.
geçici bir mühlet tanımamız sayesinde
51 Derken sura üflenmiştir; 37
ve işte o
yaşayabilirler.
zaman hemen mevzilerinden çıkıp Rab-
45 Kendilerine "Sizi bekleyen (âhiret) ve lerine koşacaklar.
geride bıraktığınız (hayattan) dolayı so­ 34

52 "Eyvah! Bizi yattığımız yerden kim


rumluluktan titreyin ki, ilâhi merhamete
kaldırdı?" 38
diyecek (ve cevabı kendileri
mazhar olabilesiniz" denildiğinde (yüz
verecekjler: "Rahmân'ın vaad ettiği bu
çevirdiler): 46 zira onlara Rablerinden ne
olsa gerek; demek ki gönderilen elçiler
zaman bir mesaj ulaşmışsa, her seferinde
doğru söylemişler!"
ondan yüz çevirmişlerdir.
53 Sadece bir tek bela çığlığı: olan bitenin
47 Kendilerine "Allah'ın size verdiği ser­
hepsi bu! Ve hemen ardından herkes hu­
vetten (Allah yoluna) cömertçe sarf
zurumuzda boy gösterecek.
edin" 35
denildiğinde, inkârda ısrar eden­
ler imanda sebat gösterenlere " N e yani, 54 Artık bugün hiçbir kimseye zerre ka­
Allah'ın isterse pekala doyuracağı kimse­ dar haksızlık yapılmayacak ve sadece
yi biz mi doyuralım? Şimdi siz açık bir yaptıklarınızdan sorumlu tutulacaksınız.
şaşkınlık içinde değil de nesiniz!" derler. 55 Elbet cennet ehli o gün, keyif veren bir
48 Bir de derler ki: "Eğer sözünüze sadık- meşguliyet içinde olacak; 39
56 onlar ve
sanız söyleyin bakalım şu vaad ettiğiniz eşleri (bu huzurun) gölgesi altında mü-

32 Suya kaldırma kuvveti veren ilâhî yasaya leri aynıdır. Bununla beraber tek dünyası ola­
atıf. nın iki yüzü olur. İşte bu yüzden bu ikisi kav­
33 Mesela su atomlanndaki mikro tavafın ramsal bir zıtlık içerirler ve Kur'an'da infak ni­
durması anlamına gelen bir kendi içine çökme fakın panzehiri olarak sunulur. Münâfikûn sû­
(füzyon) durumunda... resi bunun en çarpıcı örneğidir (Bkz: Sûrenin
girişi ve 9-11, ilgili notlar; inf akla korunmak
34 Said b. Cübeyr ve Mücahid yoluyla İbn Ab-
için bkz. 93/Teğabün: 16-17, not 20-21).
bas'ın yorumunun ışığında.
Kur'an'da sadece üç şey "Allah yoluna" [fî-se-
35 Muhtemelen infakm nüzul sürecinde geç­ bilillah) isnat edilir: Cihad, infak, hicret.
tiği ilk yer. Nefeka kökü "elden çıktı, bitti"
36 Takibiyye /a'smın açılımı.
mânasına gelir. İntak, yarar veren bir şeyi ona
37 Veya Katade'nin şüyu su ver okuyuşuna da­
muhtaç olanlarla karşılıksız paylaşmaktır. Ge­
yanarak: "..suretlere (ruh) üflenmiştir."
çişli olması, "öteki" olmaksızın bu ibadetin
gerçekleşmeyeceği anlamına gelir. Farz olanı­ 38 Veya Hz. Ali ve İbn Abbas'ın min ba'sina
na zekât, nafile olanına sadaka, Ramazan'a has okuyuşuna dayanarak: "Dirilişimizden dolayı
olanına htr, sırf maldan yapılanına hayr denir. vay halimize!"
înfak ile nifak aynı köktendir. İnfak iki dünya- 39 Usanç ve can sıkıntısına neden olan bir
lılığı, nifak iki yüzlülüğü ifade ettiği için kök- boşluk olmayacak (42/Fâtır: 35). Fâkihûn'un
142 , 39/YÂSÎNSÛBBSÎ , | > c ^ Nüzul: 39 Mushaf: 36

kemmel yataklar üzerinde uzanacaklar;


40
bugün oraya destek v e r i n ! " 45

57 orada her tür refaha sahip olacaklar ve 65 O gün ağızlarına mühür vururuz; ve
arzuladıkları her şey onlara sunulacak: 41
Bize onların elleri konuşur, ayakları yap­
58 rahmeti sonsuz Rabbin sözüyle gelen tıklarına şahitlik eder. 46

tarifsiz bir mutluluktur b u . 42

59 Ama (suçlulara denilir ki): "Siz ey 66 EĞER (Ademoğlu'nu iradesiz yarat­


mücrimler, bugün şöyle ayrı durun!" mak) isteseydik, onların görüp kavrama
60 İmdi, Ben size buyurmadım mı ey yeteneklerini iyice köreltirdik de (hay­
Âdemoğulları: "Şeytana 43
kulluk etme­ vanlar gibi) yoldan (çıkmak için) yarışır­
yin, çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır! lardı: o takdirde (doğruyu) nereden, na­
47

61 Ve yalnız Bana kulluk edin, dosdoğru sıl görebileceklerdi?


yol budur! 62 Doğrusu (o Şeytan) sizden 67 Eğer (böyle olmalarını) dileseydik,
bir çok nesli yoldan çıkarmıştır; o zaman mutlaka onları kendi konumlarına göre
aklınız başınızda değil miydi? 63 İşte, si­ başka bir hale dönüştürürdük: o takdir­ 48

ze vaad edilen cehennem budur. 44


64 Is­ de ne savuşturabilirler ne de geri dönebi­
rarla inkâr etmenizin bir sonucu olarak lirlerdi.

(bir okuyuşta fekihûn) türetildiği fekih, "se­ ler" (70/Hûd: 101). Eşini ve tüm çocuklarını
vinç, sürür, neşe, refah" anlamlarına gelir gözünün önünde kaybeden bir ananın ciğerini
[Mekâyîs). Sonradan "meyve" anlamını kaza­ yakan ateşin acısını düşünün. O gün Allah'ı
nan fâkihe, sofranın son halkasını, dolayısıyla kaybettiğini görmenin acısı ondan sonsuz kat
refahın kemal düzeyini temsil eder. daha harlı bir ateşin yüreğe düşmesi gibidir.
40 Eıîke, gelin odasına kurulan görkemli ya­ Yok olmanın, ölümün cana minnet olduğu bir
taktır. yürek yangını: "bugün yok olmak için bir tek
41 Yedde'un fiili, "arzu edileni dile getirmeye ölümü çağırmayın, yok olmak için bir çok
gerek kalmaksızın" anlamını îmâ yollu içerir. ölümü çağırın!" (40/Furkan: 14)

42 Selâm, "kurtuluş", "rahat" ve "iç barışı" 46 Şu âyetlerle krş. "Oku sicilini! Bugün kendi
ifade ettiği için, bunların tümünü ifade eden hesabını görmek için sen sana yetersin!" (68/ls-
"mutluluk"la karşılanmıştır. ra: 14); "Aslında insan kendi kendisinin gözet-
leyicisidir" (Kıyamet: 14); "O gün., yerin dibine
43 Şeytan'a dair ayrıntılı bir açıklama için
geçmeyi temenni ederler; fakat onlar Allah'tan
muhtemelen ilk geçtiği 8/Tekvir: 25'in 21 no-
lu notuna bkz. hiçbir şeyi gizleyemezler" (104/Nisâ: 42).

44 Önceki âyetin sonuyla birlikte düşünüldü­ 47 Krş. 92/Muhammed: 12.


ğünde akletmemek cehennem azabının kay­ 48 Zımnen: Hayatı hayvan gibi algılayıp yeme,
nağı olarak gösterilmektedir. içme, yatma, çiftleşmeden ibaret görenleri su­
45 Islavhâ, "ateşi tutuşturmak için odunların ret olarak da hayvana dönüştürebilirdik, fakat
önüne dikilen çıra" anlamına gelen es-sıiâ'dan istemedik. Bizim "kendi konumlarına göre"
türetilmiştir. Aslı "dik duran, destek olan, anlamı verdiğimiz 'ala mekânetihim''deki me­
ayakta tutan" mânasındaki sairdendir ve sa- kân fiziki değil, tıpkı 73/En'âm: 135; 70/Hûd:
lat'la akrabadır. Bu destek oluş, kendisini baş­ 93 ve 121'de olduğu gibi manevîdir. Yani insa­
kasının değil yine kendisinin yaktığı bir yan­ nın hayata ve kendine biçtiği "değer" ve "ko­
mayı ifade ediyor: "onlara zulmeden Biz değil­ num" ile ilgilidir. Zaten kelimenin türetildiği
dik; fakat onlar kendi kendilerine zulmetti­ kök olan kevn de "oluş" anlamına gelir.
Nüzul: 39 Mushaf: 36 39/YÂSÎN SÛRESİ ^ 143

68 Ve kimin ömrünü uzatırsak, onun do­ yardım ederler ümidiyle Allah'tan başka
ğuştan gelen yeteneklerinde eksiltme yapa­ ilâhlar edindiler. 75 Bunların onlara yar­
rız: hala akıllarını kullanmayacaklar m ı ? 49
dıma asla güçleri yetmez,- aksine kendile­
ri bunlar i ç i n 56
hazır kıta askerdirler.
69 BİZ ona şiir öğretmedik; bu onun 76 Artık onların sözleri seni üzmesin:
için 50
gerekli de değil: 51
o (vahiy) sadece unutma ki Biz onların gizlediklerini de
bir uyarı ve öğüttür; 52
dahası açık ve biliriz, açıkladıklarını da.
açıklayıcı bir hitaptır,- 70 ki bu sayede,
(kalben) diri olanları uyarsın 53
ve bunu 77 İNSAN görmez mi ki, Biz kendisini
ısrarla inkâr edenlere karşı verilmiş söz bir damlacık hayat suyundan 57
yarattık
gerçekleşsin. 54
(ve akıl fikir bahşettik), fakat o apaçık bir
71 Şimdi onlar, kendileri için kudretimi­ hasım olup çıktı.
zin bir nişanesi 55
olarak evcil hayvanlar 78 Bir yandan Bizim için benzerler düzüp
yarattığımızı ve bu sayede onlara sahip koşarken, öte yandan kendisinin (bir
olabildiklerini de mi görmezler? 72 Da­ damlacık sudan) yaratılışını unutarak
hası onları emirlerine âmâde kıldık ki, şöyle der: "Çürüyüp toza toprağa karış­
bir kısmına binsinler, bir kısmını da ye­ mış kemiklere kim hayat verecek?"
sinler,- 73 ve onlardan başkaca da yarar­ 79 De ki: "Onları ilk defa kim yoktan var
lansınlar ve içecek (süt) sağsınlar. ettiyse O hayat verecek. Zira O, her tür
Hâlâ şükretmeyecekler mi? yaratığın ve yaratmanın akıl sır ermez
74 Ne ki onlar (şükür yerine), kendilerine bilgisine bütünüyle vakıftır. 58

49 Tam tersine, yeteneklerin artırılması için 53 Yani: Akleden kalbe: "Şüphesiz bunda bir
bkz. 42/Fâtır: 1, not 3. Zımnen: Ey insan, ah­ kalbi olanlar için uyarı vardır" (36/Kâf: 37).
lâkî sorumluluklarını "daha erken" gerekçe­ 54 Bu söz için bkz. 7-12. âyetler.
siyle asla erteleme! Ömrün en diri yıllarını gü­
55 Lafzen: "ellerimizin bir eseri.." Şu'arâ' 11'e
naha, en düşkün yıllarını da Allah'a ayırmak
göre bu tür lâfızlar mecaz olarak anlaşılmalı­
bir tür Kabil kompleksidir.
dır.
50 Zamir Kur'an'ı da gösterebilir.
56 Veya zamirlerin aidiyetine göre: "onlar
51 Nebi'ye yönelik "şair" (79/Enbiya: 5) ve kendileri için.." Tercihimiz, şirkin yasaklan­
Kur'an'a yönelik "şiir" iddialarını red. Bunun masının en temel nedenine dayanmaktadır. O
gerekçesini anlamak için o günün şairinin ka­ da şirkin, şirk koşan kimseyi şirk koşulan kar­
hinle, şiirinin de kehanetle iç içe geçtiğini bil­
şısında nesneleştirmesidir. Allah'a ait bir nite­
mek gerekir. Cahiliyye insanı, cinlerin Allah
liği bir başka varlığa yakıştıran insan, o andan
ile nesep bağına sahip olduğunu düşünür, şiiri
itibaren tanrılık yakıştırdığı şirk nesnesinin
şairle cin arasındaki alışverişin ürünü olarak
"emre âmâde askeri" durumuna düşer.
görürdü (66/Sâffât: 158). Bu yüzden melek-
peygamber ilişkisini, cin-şair ilişkisiyle özdeş 57 Nutfe: "zigot", yani döllenmiş yumurta­
sandılar (Krş: 51/Şu'arâ: 221). dan.

52 Zımnen: Şiir gibi hisse değil akla hitap 58 Halkm ikili anlamı için bkz. 65/Ibrahim:
eden vahiy, "düşünen bir topluma" ithaf edil­ 19, not 21. Aiım'deki belirsizlik çeviriye "akıl
miştir. sır ermez" yan anlamıyla yansımıştır.
80 O'dur yeşil ağaçta sizin için ateş var olmasını dilediği zaman, sadece ona
eden; bu sayede sizler ondan yakacak el­ " O l ! " demesi yeter: o da hemen oluş sü­
de edersiniz. recine girer.
81 Değil mi a m a gökleri ve yeri yaratan
; 83 Her şeyin tasarrufunu (kudret) elinde
Allah'ın kudreti, onlar gibisini 59
(yeni­ bulunduran (Allah), her tür kişileştirme­
den) yaratmaya yetmez mi? Elbette yeter! den uzak ve yücedir: nihayet hepiniz
Zira O, her şeyi bilen mükemmel bir Ya­ O'na döndürüleceksiniz.
ratıcıdır. 82 O, eşsiz yaratışıyla bir şeyin

59 78. âyette geçen 'yeniden dirilmeyi redde- denler gibi daha küçüğünü'.

» x g > ? '
Sûre, h e m " i y i y i kötüden a y ı r a n " h e m de " i y i ile k ö t ü kendisi sayesinde
fark e d i l e n " m â n a s ı n a gelen adını, sûrenin başında gelen Furkân k e l i m e ­
sinden alır. Furkan Kur'an'da h e m t ü m vahiylerin h e m de s e l i m a k i m sıfa­
tı olarak kullanılır. Zira sahih n a k i l de s e l i m akıl da sahibine iyiyi kötüden,
güzeli çikinden, h a k k ı batıldan, doğruyu eğriden ayırmayı telkin eder. İlk
nesilden itibaren bu i s i m l e anılan sûrenin t e k adı budur.

M e k k e ' d e i n m i ş t i r . Ü s l u b u ve k o n u s u b u n a şahittir. İbn Abbas'tan rivayet


edilen 6 8 - 7 0 . âyetlerinin M e d i n e ' d e indiği tezini, yine İbn Abbas'tan nakle­
dilen K a s ı m b. Ebi Berze rivayeti boşa çıkarır (Buhârî). İlk tertiplerin tü­
m ü n d e de Yâsîn-Fâtır arasına yerleştirilir. Rejis Blachere 5, Mehdi Bazergan
6. yıla yerleştirir. Adına uygun olarak i m a n ve küfür saflarını netleştiren
m u h t e v a s ı göz ö n ü n e alındığında, peygamberliğin 5 ya da 6. yılında indiği­
ni s ö y l e m e k m ü m k ü n d ü r . Bu dönemde, i n k a r cephesinde d ü ş m a n l ı k ken­
dini göstermeye başlamış, vahyin iniş tarzına itiraz edilmiştir (31-32).

Sûrenin k o n u s u ilâhi bir inşa projesi olan vahiydir. V a h y i n mahiyet, illet,


h i k m e t , m a k s a t ve ö n e m i n e en yoğun vurgu bu sûrede yapılır. Konu itiba­
rıyla baştan sona bir b ü t ü n l ü k arz eder. İnsanın h a k i k a t arayışında vahyin
tartışılmaz yerine dikkat ç e k e n sûre, hesap gününde Hz. Peygamber'in şu
şikayeti yapacağını dile getirir:

" Y â Rabbi! B e n i m k a v m i m bu Kur'an'a, devri geçtiği için terk edilmiş bir


kitap m u a m e l e s i y a p t ı ! " (30).

Bu, vahyi göz ardı edenlerin tavrıdır. Bir de vahye uyduğunu söyleyenlere
eleştiri getirir: " R a b l e r i n i n âyetleri hatırlatıldığı zaman, sağırlar ve körler
gibi (dinlemeden, anlamadan) üzerine ü ş ü ş m e z l e r " (73). Vahyi taşıyan elçi­
ye dolayısıyla vahye karşı çıkanların " k e n d i heva ve heveslerini ilâhlaştır-
d ı k l a r m ı " söyleyip (43), bunların " a k ı l l a r ı n ı k u l l a n m a y a n k i m s e l e r " olduk­
ları, b u n u n için de " k o y u n sürüsüne b e n z e d i k l e r i " (44) vurgulanır.

Sûre i n a n a n - i n a n m a y a n h e r k e s e hitap ederek son bulur:

"Eğer duanız olmasaydı, R a b b i m size n i ç i n değer verecekti k i ? " (77).

Değil mi ama: Kul kendisinden bir şey i s t e n m e m e s i n d e n h o ş n u t olur, Al­


lah i s t e n m e s i n d e n h o ş n u t olur.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 Bütün insanlığa bir uyarı olması için, yan ne hayat, ne ölüm, ne de ölümden
;

kuluna iyi ile kötünün arasını kesin hat­ sonra dirilişe dair bir yetkisi bulunmayan
larla ayıran vahyi indiren (Allah) ne yü­
1 2
birtakım sahte ilâhlar peydahladılar. 6

ce bir bereket kaynağıdır. 2 O (Allah) ki,


3
4 Bir de inkarda ısrar eden o kimseler; "Bu
göklerin ve yerin hakimiyeti yalnızca onun uydurduğu bir yalandan başkası de­
O'na aittir; O çocuk edinmemiştir, haki­ ğildir,- üstelik bu konuda başka bir toplu­
miyetinde O'na herhangi bir ortak da bu­
luk da ona yardım etmiştir" dediler. 7

lunmamaktadır: zira her şeyi O yaratmış


İşte ileri sürdükleri bu iddiayla, hem hak­
ve (bütün bunları) ölçüsünü kendi koydu­
sızlık etmiş, hem de gerçeği çarpıtmış
8

ğu yasalara bağlamıştır. 4

oldular. 9

3 Ne ki yine de O'nun dışında, hiçbir şey 5 Ve ; "Bu, sabah a k ş a m 10


(ezberlemesi
yaratamayıp kendileri yaratılmış bulu­ için) kendisine okunsun diye, başkaları­
nan,- kendilerinden bir zararı defetmeye
5
na yazdırdığı eskilerin efsaneleridir" de­
de bir yararı talep etmeye de güçleri olma- diler. 11

1 Furkân, hem özü itibarıyla iyiyi kötüyü fark insana "aşk olsun" dedirten emeğini anmadan
eden (fârık) hem de iyi ile kötü kendi sayesin­ geçemeyeceğim.
de fark edilen [metruk) anlamına gelir. Duyu­
4 Fe-kadderahû takdîrâ, varlığın kaderinin bir
larla değil akılla algılanan fark'a delalet eder.
ölçü üzerine yaratılmak olduğunu ifade eder.
İlk bakışta vahiyden ayrı olarak peygamberle­
re indirilmiş bir şey gibi anlaşılabilir (94/Baka- 5 Veya: "..düzmece olarak (tanrı diye) uydu­
ra: 53, 185; 98/Âl-i İmran: 4). Fakat bu âyetler- rulmuş bulunan.." (Elmalık).
deki vavlar tefsiriyye olarak okunursa, vahyin 6 îttehazû'ya verdiğimiz bu anlam için bkz.
bir sıfatı olduğu anlaşılır. Vahyin sıfatı olarak 94/Bakara: 51, not 92.
hem özne olan vahyin kendi içinde iyiyi kötü­ 7 Kur'an'ın ilâhi kaynağını inkar amaçlı bu id­
den ayıran muhtevasına, hem de inşa ettiği dianın tutarsızlığını ortaya koyan bir âyet için
akıllara seçip ayırma (temyiz) yeteneği kazan­
bkz. 74/Nahl: 103. Kur'an'ın unutulup gitme­
dırmasına delalet eder. Hz. Musa ve İsa'ya da
si mukadder bu iftirayı nakletmesi, vahyin
vahiyle birlikte indirilmiştir (Msl. 94/Bakara:
kendine duyduğu özgüvenin bir eseridir.
185 ve 98/Âl-i İmran: 4).
8 Krş. 74/Nahl: 103. Bu iddia hem vahyin ha­
2 Tenzil vahyin kaynağına nisbetle, inzal ise
kikatine, hem Hz. Peygamber'e, hem de Mek­
hedefine nisbetle kullanılır (Bkz: 71 /Yusuf: 2,
ke kodamanlarının mülkiyeti altındaki bir ya
not 3). Buradan yola çıkarak hırkan vasfının
da bir kaç yabancı kökenli köleye iftiradır.
vahyin cevherine ait olduğunu ve değişen za­
man ve insanla birlikte değişmediği sonucuna 9 Bu ibare, inkarcıların yukarıdaki iddiaları­
varırız. Kelimenin Kur'an'daki kullanımları nın bir devamı olarak da okunabilir. Fakat ter­
da bu sonucu doğrular. cihimiz sözün akışına daha uygundur.

3 Yalnız Allah için kullanılan tebârake fiili 10 Yani: "..sürekli.."


için bkz. 56/A'râf: 54, not 41. Bu âyetten yola 11 Anlaşılan o ki, bu iftirayı atan kimseler de
çıkarak ellezî ilgi zamirinin Türkçe'ye nasıl Hz. Peygamber'in yazma bilmediği gerçeğini
çevrilmesi gerektiğine dair Üstad Elmalılı'nın göz ardı edemiyorlardı.
Nüzul: 40 Mushaf: 25 40/FURKÂN SÛRESİ 147

6 De ki: "Onu, göklere ve yere ait bütün senin için bu (dediklerin)den daha hayırlı
sırları bilen (Allah) indirdi: zaten O, tarif­ olan, zemininden ırmaklar çağıldayan
siz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet cennetler var eder,- yine senin için (orada)
kaynağıdır. 12
köşkler, yalılar inşa eder.
7 Yine: "Bu nasıl elçi böyle? Yiyip içiyor, 11 Hayır! Onların (asıl problemi) Son Sa-
çarşıda pazarda dolaşıyor! 13
Ona bir me­ at'i yalanlamış olmalarıdır. 17
Ama Biz
lek indirilseydi de beraberinde o da uya­ Son Saat'i yalanlayan kimseler için kış­
rıp dursaydı y a ! 1 4
8 Ya da kendisine (gök­ kırtılmış çılgın bir a t e ş 18
hazırlamışızdır.
ten) bir hazine bırakılsaydı, veya ondan 12 Onlar, çok uzak bir mekândan dahi,
yiyip içerek (safa sürdüğü) kendisine ait kendilerini gördüğü zaman o ateşin nasıl
bir cenneti olsaydı?" dediler. bir homurtuyla kükrediğini elbet 19
işite­
Bir de kalkıp o zalimler,- "Eğer (ona) uy­ cekler. 13 Derken, birbirlerine kelepçeli
muş olsaydınız, sihirlenmiş bir adamdan olarak oranın oldukça dar bir yerine fırla­
başkasına uymamış olacaktınız" dedi­ tıldıklarında., işte o anda, tam orada yok
ler. 15 olmak için yalvaracaklar. 20

9 Şunlann, seni neye benzettiklerine bir 14 Yoo, bugün yok olmak için bir tek
bak hele! Ve sonuçta öyle bir sapıtıyorlar ki, ölümü çağırmayın, yok olmak için tüm
bir daha doğru yolu bulacak (muhakeme) ölümleri çağırın! 21

gücünü asla kendilerinde bulamıyorlar. 16


15 De ki: "Ee, şimdi bu mu hayırlı, yok­
10 O öyle yüce öyle cömerttir ki, dilerse sa takva sahiplerine vaad edilen ebedi

12 Yani: vahiy O'nun insana olan merhameti­ nü'nü inkar etmekte bulurlar.
nin ve bağışının bir ürünüdür. 18 Safr için muhtemelen ilk geçtiği İnsan sû­
13 Normal insan olmayı küçümseyen bir ta­ resinin 4. âyetine bkz.
savvurun sonucu olarak... Kur'an bu tasavvu­ 19 Lafzen: "..işittiler". Gelecekte olacak bir
ru açıkça reddeder. Hz. Peygamber bölge insa­ olay için kullanılan geçmiş zaman kipi kesin­
nının bu tasavvurunu yıkmak için mücadele liğe delalet eder. Bu kesinliği "elbet" kelime­
etmiştir. Bir gün Medine döneminde huzuru­ siyle karşıladık.
na çıkartıldığında dizleri heyecandan titreyen
20 Subûr, "tekrar dirilişi olan ölüm" anlamın­
bir adama "Neden titriyorsun! Ben de senin
daki mevr'ten farklı olarak "bir daha dirilme-
gibi kurutulmuş et yiyen bir ananın doğurdu­
mecesine ölüm, yok olup gitmek" anlamına
ğu insanım!" demişti.
gelir [Mekâyîs). Yok olmak için yalvaracaklar,
14 Melek peygamber istemekle zımnen kendi zira var olmak ellerinde olmadığı gibi yok ol­
hallerine bakıp insan soyundan umut kestik­ mak da ellerinde olmayacak. Bu zımnen,-
lerini itiraf etmiş oluyorlardı. "kendilerini var edenin Allah olduğunu itiraf
15 Eğer yukarıdaki talepler yerine getirilmiş edecekler" demektir. Nihilizmin sonunu be­
olsaydı, "sihirlenmiş" yerine bu kez de "sihir­ yan eder.
baz" diyeceklerdi. 21 Veya: "bir tek yok edici ölüm için yalvar­
16 Bkz. 68/lsra: 48. mayın, aksine bir çok yok edici ölüm için yal-
17 İnkarcının psikanalizi: Hesabını veremeye­ varın". Krş. "N'olaydım, keşke bir toprak
cekleri bir hayat yaşayanlar, çareyi Hesap Gü- olaydım" (47/Nebe': 40).
cennet m i ? 2 2
Ki o bir ö d ü l ve bir son du­
23
şöyle demişti): "Doğrusu o (tanrılık ya­
raktır. 16 Orada diledikleri her şey kalıcı kıştırdıklarınız), söylediklerinizin tü­
biçimde onların olacak: Bu, Rabbinin münde sizin yalancı olduğunuzu ortaya
üzerinde kendisinden yerine getirmesi is­ çıkarıyorlar. Artık ne (cezayı) atlatmaya
tenilen bir söz idi." mecaliniz yeter, ne de yardım a l m a y a : 26

17 İmdi O, bir gün onları ve onların Al­ zira sizden her kim (hakikati) tersyüz
lah'tan gayrı yalvarıp yakardıklarmı bir ederse, ona büyük bir azab tattıracağız.
27

araya getirecek ve soracak: "İşte şu kulla­


rımı siz mi yoldan çıkardınız, yoksa on­ 20 (EY NEBİ!) Biz senden önce de yemek
lar kendileri mi yoldan çıktılar?" yiyen, çarşıda pazarda dolaşan insanlar
dışında hiçbir peygamber göndermemiş­
18 Cevap verecekler: "Aşkın olan zatını
t i k . Bazılarınızı diğerleriniz için sınama
28

tenzih ve teşbih ederiz ki, Senin dışmda-


vesilesi kıldık ki, bakalım sabrediyor
kilerden herhangi bir dost, bir veli edin­ m u s u n u z ? (Bunu siz öğrenesiniz diye
29

mek bize yakışmaz,- ne var ki onlara ve böyle yaptık); yoksa senin Rabbin zaten
atalarına dünyevi nazları öylesine tattır­ her şeyi görmektedir.
dın ki, sonunda onlar vahyi unuttular; 24

ve hiç olmaya mahkûm bir kavim olup 21 Ama Bizim huzurumuza çıkacak yüzü
çıktılar. 25
olmayan kimseler: "Bize melekler gön-
30

19 Bunun üzerine (Allah şirk koşanlara derilseydi veya Rabbimizi görseydik y a ! "

22 Cennetin "has bahçe" anlamına geldiğini miştir. Fakat ortada, muhatap değişikliği için
hatırlarsak, dünyada gördüğümüz hiçbir has bir gerekçe yoktur.
bahçenin ebedi olmadığını da hatırlarız. İşte 27 Zulm için tercih ettiğimiz bu karşılığa da­
âyetteki "ebedilik" cennetin bildiğimizin çok ir bkz. 79/Enbiya: 65, not 68.
ötesinde kalıcı güzelliğin üretildiği merkez ol­
28 Sûrenin 7 ve 8. âyetlerinde ele alınan çar­
duğunu ifade eder.
pık peygamber anlayışına cevap.
23 Zımnen: Cennet mü'minin amellerinin be­
29 Altının cevherini posasından ayırmak
deli değil Kerîm olan Allah'ın ödülüdür.
maksadıyla potada ergitme işlemi için kulla­
24 Veya: "(Seni) anmayı.." Buradaki zikr, vah­ nılan fitne kavramı, tam da furkân'ı çağrıştır­
yin sıfatı olarak okunabileceği gibi "anmak, maktadır. Furkân ile gönderilen peygamberler
hatırlamak" anlamına mastar olarak da oku­ de insanlık dünyasının cevheriyle Cürufunu
nabilir. 29. âyetteki tereddüde mahal bırak­ ayrıştırmak için gelmişlerdir.
mayan açıklıktaki kullanımı ve 30-32, 43-44,
30 Lâ yercûne, "umut, arzu, istek" anlamına
73. âyetlerde dile gelen vahye karşı sakat yak­
gelen recâ'dan türetilmiştir. Sonunda sevinç
laşımları öne çıkaran niteliği göz önüne alın­
olan beklentiyi ifade eder. .Reca'da ısrar ve sü­
dığında, tercimizin gerekçesi anlaşılacaktır
rekliliğe emel denir. Sonradan "umduğunu bu­
(Krş: 44/Tâhâ: 124, not 109).
lamama korkusu" mânasında kullanılmıştır
25 Bûr "hiç olmak,. tükenmek, kredisi bit­ (İbn Fâris ve Râğıb). "Rağbet ve düşkünlük"
mek" anlamına gelir. Geldiği beş yerde de demek olan tama' ile yakın anlamlıdır. Burada
olumsuz kullanılmıştır (Ferrâ ve Taberî). olduğu gibi olumsuz formda kullanıldığında
26 Taberî buradan öncesinin müşriklere, son­ "korku ve ürküntüden dolayı istememek" an­
rasının ise mü'minlere hitap ettiğini söyle­ lamı da taşır. Tercihimizin dayanağı budur.
dediler. Doğrusu onlar kendi iç dünyala­ hakimiyet o gün, rahmetin mutlak kay­
rında büyüklük tasladılar ve hadlerini nağı olan (Allah'a) ait olacak: ve zaten o
aşarak kasım kasım kasıldılar. (gün) inkar edenler için çok zor bir gün
22 Onlar bir gün melekleri görecekler, fa­ olacak. 34
27 İşte o gün haddi aşmış olan
kat o gün günahkarlar için hiç de iç açıcı kişi, (aldanmanın pişmanlığıyla) elini ısı­
olmayacak. 31
Ve onlar "(Eyvah), her yan­ rarak diyecek ki: "Ah n'olaydım! Keşke
dan sarılmışız!" diyecekler. 23 Zira Biz
32
Rasul ile birlikte bir yol tutmuş olaydım!
(o gün) yapıp ettikleri ne varsa hepsinin 28 Vah n'olaydım! Keşke falanca kimseyi
üzerini çiğneyeceğiz,- ve onu yel savur- kendime yol gösterici bir dost tutmayay-
muş küle çevireceğiz. 24 O gün cennet dım! 29 Doğrusu, bana vahiy ulaştıktan
ehli, kalınacak yerlerin en hayırlısına, is­ sonra 35
beni ondan uzaklaştırdı." 36

tirahat mekânlarının en iyisine sahip ola­ Evet, 37


zaten (kişiyi vahiyden) uzaklaştı­
cak. ran her tür şer g ü ç 38
insanı işte böyle yü­
25 İşte o gün, tüm bulutlarıyla birlikte züstü bırakır.
gökyüzü param parça olacak,- ve melek­33
30 Ve (o gün) Rasul diyecek ki: " Y â Rab-
ler bölük bölük indirilecek; 26 mutlak bî! Benim kavmim bu Kur'an'a 39
devri

31 Lafzen: "..müjde taşıyıcı olmayacak." 38 Lafzen: "Şeytan.." Şeytan'm türetildiği şeta-


32 Veya: "ve (melekler) "Yasaktır! (Size cennet) ne "uzak oldu" anlamına gelir. Burada dile ge­
yasaklanmıştır!" diyecekler." Dahhak ve Kata- tirilen şey tamn "kendisini dost tutan kimseyi
de bu cümleyi meleklere atfederken, Mücahid vahyin çizgisinden saptıran kişiler" (Âyet 27,
ve İbn Cüreyc inkarcılara atfeder (Taberî). 28 ve âyetin başı) olduğu açık. Bu örnekte îmâ
edilen insan şeytanları olsa da, eş-şeytan'daki
33 Tekil olarak kullanılan "gök", Kur'an'da
belirlilik, bu işlevi gören "her tür"ü kapsar.
birbirinden farklı olarak geçen üç kozmoğraf-
yadan en yakını olan atmosfer içi semaya te­ 39 Kur'an, fu'lan vezninden mastardır. Ka-ra-
kabül etse gerektir (Atmosfer içinin "gök" e/ve/ye kökünden türetilmiştir: "Toplamak,
olarak nitelendiği bir âyet için bkz. 73/En'âm: cem etmek, bir araya getirmek" demektir
38, not 28). Semâ', 'arz!m aksine eril ve etken [Mekâyîs). Kur'an, "Eşyayı birbirine yaklaştı­
olanı temsil eder. rarak aralarındaki bağı keşfetmek" mânasına
gelir. Bilgiyi elde etme, üretme ve iletme sü­
34 Çevirimiz için bkz. 4/Müddessir: 10, not 9.
reçlerinin tümünü ifade eder. Zaten "oku­
35 Vahiy ulaştıktan sonra mazeret kalmaz
mak" da budur. Fu'lan vezni, hem ismi fail
(Krş: "ve onun ulaştığı kimseleri" 73/En'âm:
hem ismi mef'ul anlamında olup, bu kalıbın
19). Âyetteki "ulaştıktan sonra" vurgusu, 26.
kendisi için kullanıldığı şeyin, kelimenin taşı­
âyette yer alan "kâfirler"in niteliğini ve çevi­
dığı anlam ile dolu olmasını gerektirir (Şatıbî,
rimizi açıklar.
el-Muvâfakât I, 80). Kur'an, "okumanın tüm
36 Bu âyetler, sadece Allah'tan ummaları gere­ olumlu anlamlarıyla dolu olan bir hitab" de­
ken şeyleri başkalarından -ki bunlar nebiler, mektir. Kur'an, lafız ile mânanın evliliğinin
alimler ve sâlihler de olabilir- umanların yaşa­ meyvesidir. Lafzı cismi, mânası ruhu temsil
dıkları derin düş kırıklığını tasvir eder. eder. Kur'an kelimesi, özellikle ilk sûrelerde
37 Bu cümle kendinden öncesinin bir devamı "isimleşmiş" anlamıyla kullanılmaz (Bkz:
olarak okunabileceği gibi, Allah'a atfen de oku­ 69/Yûnus: 15, not 26). Burada kullanımından
nabilir (Râzî). İkinci şık ibareye daha uygundur. yola çıkarak şöyle bir yorum yapılabilir:
geçmiş, işlevi kalmamış bir kitap mu­ yaptık. 43
33 İmdi, onlar senin karşına
amelesi y a p t ı ! 40
hangi temsili anlatım tarzıyla 44
çıkarlar­
31 İşte böylece Biz her peygambere, suçu sa çıksınlar, kesinlikle Biz sana o konu­
karakter haline getirenler içerisinden daki gerçeği ve en doğru açıklamayı geti­
düşmanlar çıkarmışızdır: olsun, nasıl ol­ ririz. 45

sa Rabbin yol gösterici ve yardım edici 34 Yüzüstü sürünerek cehenneme tıkıla­


olarak sana yeter. cak olan kimselere gelince: En şerli ko­
32 Bir de inkarda ısrar edenler dediler ki: numda bulunanlar ve yoldan en çok sa­
"Kur'an ona topyekûn olarak tek bir se­ panlar işte bunlardır. 46

ferde indirilseydi y a ! " 4 1

35 DOĞRUSU, yine Biz Musa'ya ilâhi me­


İşte Biz, bütünü oluşturan parçaları ait
sajı gönderdik. Kardeşi Harun'u da onun
oldukları yere biri diğerini açıklayacak
yanma yardımcı olarak verdik. 36 Ve "Siz
şekilde yerleştirerek, 42
onunla senin iç
ikiniz, âyetlerimizi yalanlayan malum
dünyanı inşa edip pekiştirelim diye böyle
topluluğa gidiniz!" dedik. Ancak bundan

Kur'an'dan kasıt Peygamberin vahyi okuyuşu­ 41 Bu talepte bulunanlar sadece vahyin kayna­
dur. Âyetteki haza zamiri "okunuş" anlamı ğından kuşkulanmış olmuyorlar, aynı zaman­
verdiğimiz Kur'an ile birlikte "bu okunuş" de­ da vahyin hayat sorusuna verilmiş ilâhi bir ce­
mektir ki, bununla Peygambere mahsus oku­ vap oluşundan rahatsızlık duymuş da oluyor­
yuş kastedilmiş olur. Bu takdirde mâna şu lar.
olur: "Peygamberin vahyi okuyuşunun sonu­ 42 Rattelnâhu tertîlâ'nm açılımı şudur: Bü­
cu olan ilâhi mesajı, toplumum metruk bırak­ tünlüğü olan bir öğretiyi, onun iç bütünlüğü­
tı" (Krş: 83/Zuhruf: 44). nü bozmadan anlaşılmasını, öğrenilmesini,
40 Veya: "bir sayıklama, bir hezeyan gibi gör­ yaşanmasını ve korunmasını sağlamak için
dü" (Ferrâ). Mehcûr, bir şeyden mahrum ol­ bir süreç ve sıra içerisinde talim ettirmek
mayı değil, yanı başında olduğu halde ona sırt [şey'en ba'de şey'in 'allemnâkehu). 30. âyette
dönmeyi ifade eder. Tıpkı şu âyette söz edilen­ Allah Rasulü'nün ümmetini kıyamette şika­
lerin durumu gibi: "Tevrat'ı taşıma sorumlu­ yet edeceği hecr'in panzehiri rertii'dir. Zira
luğu kendilerine verilip de sorumluluğunun tertil vahyi hayata okumaktır (Bkz: 3/Müz-
gereğini yerine getirmeyenlerin durumu, ki­ zemmil: 4, not 4).
taplar yüklenmiş (fakat sırtmdakinin değerin­
43 Bu son cümle Kur'an okumanın amacını
den haberi olmayan) eşeğin durumu gibidir"
ifade eder: İnsanın iç dünyasını imar ve inşa
(100/Cuma: 5). Bu şikayetin muhatapları, öz­
[li-nusebbite bihi fu'âdek). Bu amaç gerçekleş-
ne olan Kur'an'ı nesneleştirip hayattan dışla­
miyorsa, Kur'an okunmuyor demektir.
yanlardır. Kur'an'ın nesneleştirilmesi dört
44 Lafzen: "mesel" (Bkz: 62/Kehf: 54, not 66)
aşamalı bir süreçte gerçekleşti: 1) Anlam üre­
tilmeyince tüketildi. 2) Tüketilen anlamdan 45 Kur'an'ın 23 yıllık süreçte hayatın içine
doğan açık form yüceltilerek kapatıldı. 3) Yü­ inişinin hikmeti murad-ı ilâhinin doğru anla­
celtilen form anlamanın konusu olmaktan çı­ şılmasını temindir. Bu amaçla Medenî âyetler
kıp nesneleşti. 4) Nesneleşen forma ise "mu­ Mekkî âyetlerin, muhkemler müteşabih'in,
kaddes ölü metin" muamelesi yapıldı. Âyet, vahyin kendisi varlığın hakikatinin tefsiridir.
sürecin sonunu daha baştan haber verir. 46 Krş. 108/Mâide: 60.
sonra)dır ki) onları yerle bir ettik. 47 Elçi göndermek için bula bula bunu mu
37 Nûh kavmi de (öyle oldu): tam da elçi­ b u l m u ş ? 42 Sahiden, şayet onlar üzerin­
54

leri! n i ) 48
yalanladıklarında onları suya de ısrar etmeseymişiz bizi ilâhlarımızjın
garkettik. Böylece kendilerini insanlığa yolun)dan saptıracakmış!" (diyorlar).
ibret kıldık: zira Biz, haddi aşan herkes Ama zaman gelecek, azabı gördüklerinde
için 49
can yakıcı bir ceza hazırladık. kimin daha çok yoldan sapmış olduğunu

38 Ve 'Âd ve Semud kavmi, Ress sakinle­ öğrenecekler.

ri 5 0
ve bunlar arasında yaşamış olan bir 43 Hevasını ilâhı edinen kimsenin duru­
çok nesil de (öyle oldu). 39 Önce her biri­ munu göz önüne getirsene b i r ! 55
Şimdi
nin önüne ibretlik örnekler koyduk; son­ (söyle); böyle birinin sorumluluğunu sen
ra hepsini paramparça edip mahvettik. 51
üstlenebilir misin? 44 Ya da, sanır mısın
40 Doğrusu bu (vahyin muhatapları), be­ ki onların çoğu (ilâhi mesajı) işitir veya
la sağanağına yakalanan kente uğramış (hakikati) akleder? Hayır, onlar sürü (iç­
olmalılar. 52
Şimdi orada olup biteni(n iç güdüsüyle davranan) hayvan gibidirler,
yüzünü) görmediler,, öyle mi? Yoo! Onlar hatta yoldan sapma konusunda daha da
asıl öldükten sonra yeniden dirilerek (he­ beterdirler! 56

sap vermekten) hazzetmiyorlar. 53

45 (EY İNSAN!) Görmez misin Rabbinin


41 Bir de ne zaman seni görseler, sırf se­
gölgeyi nasıl uzattığını? Ama, eğer iste-
57

ninle alay etme amacıyla " N e yani, Allah

47 Uyarılmayan bir toplumun belaya uğratılma- meleklerin elçilik yapabileceğini savunuyor­


yacağma ilişkin ilâhi yasaya atıf (Bkz: 68/lsra: 15). lardı. Bunun da temelinde "herkesi kendi gibi
48 Çoğul gelen "elçiler" ile Hz. Nuh'un görev­ bilme" marazı yatıyordu. Zira kendi hallerine
lendirdiği elçiler kastedilmiş olabilir. "Bir bakıp insan soyundan ümit kesmiştiler (Krş:
peygamberi yalanlamak tüm peygamberleri Âyet 7-8).
yalanlamaktır" anlamına da gelebilir (Krş: 55 Vahyin rehberliğine tabi olmayanlar, kendi
51/Şu'arâ: 105). hevalarına tabi oluyorlar demektir (Bkz:
49 Zulm'ün bu şekildeki çevirisi için bkz. 67/Kasas: 50). Allah'a teslim olmayanın tes­
79/Enbiya: 29, not 38. lim olacağı tek kapı keyfi yargılarının ve içgü­
dülerinin oluşturduğu hevasıdır. Hevasına
50 Resslilerle ilgili bir not için bkz. 36/Kâf: 12.
teslim olansa er-geç onu ilâh edinir.
51 Tebbernâ tetbîrâ'yı bu şekildeki çevirimi­
56 Krş. "Hayvan sürüleri gibidir bunlar, belki
zin gerekçesi için bkz. 68/lsra: 7, not 16.
daha da aşağıdırlar" (56/A'râf: 179). Zımnen:
52 Yani: Mekkelilerin kervan yolu üzerinde Ego ve içgüdüsüne tabi olanların akli ve kalbi
bulunan Lût Gölü civarına... yetileri körelir, en sonunda insanlıktan çıkarlar.
53 Lâ-yercûne'nin bu anlamı için bkz. âyet 17. 57 Zül, konulusu itibarıyla şafaktan gün do­
Krş. "Hayır! Onların (asıl problemi) Son Saat'i ğumuna kadar olan seher gölgesi. Kur'an'da
yalanlamış olmalarıdır" (11. âyet). gölge genellikle kavurucu yaz sıcağının karşı­
54 Bu küçümseme bir insan olarak Hz. Pey- tı olarak kullanılır. Tıpkı aydınlığın zıddı ola­
gamber'e yönelik olmaktan daha çok, insan rak karanlıkların kullanıldığı gibi (Bkz: 42/Fâ-
türüne yönelik bir küçümseme olmalıdır. tır: 21). Mecazen "himaye" ve "nimet anlamı­
Çünkü bu aklın sahipleri, Allah'a yalnızca na gelir ki Kur'an'da cennet için ve zillin
şeydi, onu hareketsiz kılardı. Fakat Biz 50 Doğrusu Biz, onu (ve bütün bu örnek­
güneşi gölgeye kılavuz yapmışızdır, 46 leri) 63
ayrıntılı bir biçimde açıklayarak
ardından da o n u 58
kendi katımız)dan ko­ insanların önüne koyduk ki düşünüp
nulmuş bir yasaya bağlı olarak) usul usul ders alsınlar diye... Hal böyleyken insan­
çekip almaktayız. ların çoğu yine de yüz çevirmekte, nan­
47 Hem sizin için geceyi bir tür örtü ya­ körlükte direnmekteler.
pan, uykuyu istirahat yapan, 59
gündüzü 51 Hem eğer dilemiş olsaydık, (geçmişte
de uyanıp kalkış vakti yapan O'dur. 60
48 olduğu gibi) elbette her topluma (ayrı) bir
Yine Rahmetinin önü sıra rüzgarları müj­ uyarıcı gönderirdik. 52 Madem öyle, ar­
64

deci 61
olarak gönderen de O'dur. 62 tık sen inkarcılara uyma ve onlarla bu
Evet Biz, gökten tertemiz bir su indirmi­ (vahiy) sayesinde 65
tüm gayretini sarf
şiz 49 ki, onunla ölü toprağı canlandıra­ ederek büyük bir cihada giriş. 66

lım; yine onunla yaratmış olduğumuz bir


nice canlıyı ve insanı sulayalım diye... 53 HEM iki denizi birbirine salan, hem

memdûd (uzamış gölge) ibaresi "kesintisiz hi­ ya da imâ vardır. Nasıl ortalığı kasıp kavuran
maye" demektir (50/Vâkı'a: 30). Âyetteki göl­ her şeyi havaya savuran rüzgar arkadan gelen
ge örneğiyle cevher-araz, asıl-fer, eser-müessir yağmurun habercisiyse, Mekke yıllarında
ilişkisine dikkat çekilmiştir. Hareket eden vahyin estirdiği bu fırtınada çekilen sıkıntılar
gölgeye itibar edip de onun aslını görmeyen da arkadan gelecek rahmetin habercisidir.
bir aklın düştüğü sefalet neyse, yarattığı eşya­ 63 "(Ey insan!) Görmez misin.." diye başlayan
ya itibar edip de onu yaratanı görmeyen aklın 45. âyetten buraya kadar Allah'ın eşyayı
sefaleti aynıdır. Her gölge nasıl aslının varlığı­ amaçsız yaratmadığına atıf olan örnekler kas­
na şahitse, varlık da Allah'ın varlığına şahit­ tediliyor.
tir. Zımnen: Ey insan! Gölgeyi görüyorsun da,
64 Hz. Peygamber'in bütün bir insanlığı uyar­
aslını neden görmüyorsun?
mak amacıyla gönderildiğinin zımnen ifadesi.
58 Buradaki " o " zamiri gölgeye işaret ettiği gi­ Âyet her yerleşim birimine ayrı bir peygamber
bi, güneşe de işaret edebilir. göndermek yerine, evrensel doğruların oralara
59 Cumartesi'ne sebt denmesi de kendisinde ulaşmasının yeterli olduğuna işaret eder.
istirahat edildiği içindir. 65 İbn Abbas'a göre bihi'deki zamirle "Kur'an
60 Gece ve gündüzüyle bir gün, insanın bu vahyi" kastedilmiştir (Taberî).
dünya ve öte dünya hayatını hatırlatan bir ib­
66 Âlemlere rahmet olmak için, âlemlerin
rettir. Metinde "istirahat" anlamı verdiğimiz
zahmetini yüklenmek gerekiyordu. Zımnen:
subatm "ölüm"; "uyanıp kalkış" anlamı ver­
Her topluma ayrı bir peygamber gönderilmesi
diğimiz nuşür'un "yeniden diriliş ve bir araya
halinde bunların toplamından nasıl bir gayret
deriliş" anlamına kullanıldığını hatırlarsak,
ortaya çıkacak idiyse, sen de öylesine büyük
bu örnekle vahyin bize neyi hatırlattığı daha
bir çaba ortaya koy! Unutmayalım ki burada­
iyi anlaşılır.
ki "büyük cihad" emri, daha Mekke dönemi­
61 Veya neşran okuyuşuna dayanarak: "yayı- nin 5-6. yıllarına rastlıyordu. O halde burada
cı, dağıtıcı" (Râzî). kastedilen "büyük cihad", bir savaş ya da fiili
62 Kur'an'da rüzgar-rahmet/yağmur metafo- bir mücadele değil, ilâhi mesajın olabildiğince
nınun kullanıldığı her yerde vahye bir işaret yaygınlaştırılmasıydı.
de biri tatlı-susuzluğu giderici ve diğeri 57 (Ey Peygamber!) "Ben bu (davet) karşı­
tuzlu-acı olduğu halde bu ikisi arasına lığında, dileyen kimsenin 70
Rabbine doğ­
karışmalarını önleyici (görünmez] bir ru bir yol tutması dışında sizden herhan­
perde ve aşılmaz bir engel koyan yine gi bir ücret talep etmiyorum" de! 58 Ni­
O'dur. 67
hayet ölümsüz olan O mutlak diri Zat'a
54 Sudan insanı yaratan ve onun kan ba­ yaslan ve hamd ile O'nun aşkın yüceliği­
ğıyla soy-sop, evlilik bağıyla hısım sahibi ni dillendir! Zira kullarının günahından
olmasını sağlayan da O'dur: zira senin haberdar olma konusunda kimse O'nun-
Rabbin sınırsız kudret sahibidir. la boy ölçüşemez. 71
59 Gökleri, yeri ve
bunların arasındakileri altı evrede yara­
55 Yine de onlar, Allah'ı bırakıp kendile­
tıp, sonra da mutlak hükümranlık maka­
rine ne yarar ne de zarar verebilecek olan
mına kurulan O'dur. O, sınırsız rahmet
şeylere kuİluk ediyorlar: ve zaten s o m 68

bir kâfir de, Rabbini dikkate almayan ki­ kaynağıdır: haydi o halde, (isteyeceğini)
72

şidir. 69
O her haberin hangi kaynaktan ne mak­
satla çıktığını bilenden i s t e ! 73

56 Ve Biz seni yalnızca bir müjdeci ve 60 Bir de kendilerine "Yalnızca Rahman


uyarıcı olarak gönderdik. olana secde edin!" denildiğinde, "Rah-

67 Dünyadaki bazı nehir, boğaz ve körfezlerde lanılmasıyla ilgili bkz. 69/Yûnus: 25.
görülen büyük su kütlelerinin birleşme nokta­ 71 Bir mübalağa kalıbı olan kefâ'h cümleler
larında gerçekleşen bu muhteşem olay, "yü­ Türkçe'ye en iyi deyimsel karşılıklarıyla yak­
zey gerilimi" adı verilen ilâhi bir yasaya bağlı laşık olarak çevrilebilirler (Benzer bir kalıbın
olarak gerçekleşmektedir. Ne var ki üstteki farklı bir bağlamdaki çevrisi için bkz. 68/lsra:
örneklerde olduğu gibi, bunun da lafzî delalet­ 17, not 28).
le sınırlı olmayıp insani bir duruma dikkat
72 Veya: "..hükümranlık makamına kurulan
çektiğini düşünebiliriz. O da tıpkı Mekke or­
O, sınırsız rahmet kaynağıdır". Bizim tercihi­
tamında olduğu gibi imanla küfrün, mü'minle
miz için bkz. Zeccâc; krş. Râzî. "Allah'ın gök­
kâfirin yan yana yaşamasına rağmen araların­
leri, yeri ve bunlar arasındakileri altı günde
da sanki görünmez bir duvar var gibi birbirle­
yaratıp, sonra da mutlak hükümranlık (yöne­
rine karışmamalarıdır. Bu yorumumuza göre
tim) makamına kurulması" Kur'ânî hakikati,
iman tatlı ve susuzluk gideren bir suya, küfür­
"her an O, hayata ve varlığa dair her işe müda-
se acı ve içeni yakıp kavuran bir suya benze­
hildir" (41/Rahman: 29) âyeti ışığında anlaşıl­
tilmiştir.
malıdır. Buna göre Allah'ın kainatı 6 günde
68 ei-.Karır'deki belirlilik takısı, bu bağlamda yaratması, "sürekli yaratmaya " veya "yaratı­
çeviriye "som" şeklinde yansıtılmıştır. lışa sürekli müdahaleye" tekabül eder. Aslın­
69 Lafzen: "..arkaya atan" ya da "..sırt dö­ da "yokluk"un 1 güne tekabül ettiği düşünü­
nen". Yani, Hûd sûresinin 92. âyetindeki zıh- lürse, yokluk (1 gün) artı varlığın yaratılışı (6
riyyâ'ya. benzer bir anlamda "göz ardı eden, ih­ gün), toplam 7 gün eder. Bu da Allah'ın yaratı-
mal eden, dikkate almayan". şındaki sürekliliğin ifadesidir.
70 Beşerî iradenin, ilâhî hidayeti celbetmede- 73 Veya: "O'nu, (yine) O Habîr olandan sor";
ki belirleyici rolüne atıf. Burada yalnızca insa­ ya da: "O'nu, zatını çok iyi bilen uzman birin­
na atfen kullanılan "dileme" eyleminin, çift den sor". Habîr ! çevirimiz için bkz. 14/'Âdi-
1

özneyi görür bir biçimde açık uçlu olarak kul- yat: 11, not 7.
mân da n e y m i ş ? 54
Ne yani, şimdi sen bi­ 65 Ve onlar "Rabbimiz!" derler, "Cehen­
ze neyi emredersen ona boyun mu eğece­ nem azabını bizden uzak eyle! Çünkü
ğiz?" derler; üstelik bu onların nefretini onun azabı oldum o l a s ı 80
pek zorlayıcı,
daha da artırır. pek şedittir: 66 gerçekten de o ne kötü bir
ikametgah, ne fena bir makamdır.
61 GÖĞE büyük yıldız kümeleri serpişti­ 67 Ve onlar ki, intak ettikleri zaman ne
ren, yine oraya (güneş gibi) bir ışık kayna­ düşüncesizce saçıp savunular ne de pin­
ğı ve ay (gibi) bir ışık yansıtıcı yerleşti­
75
tilik ederler; zaten bu ikisi arasındaki bir
ren Allah ne yüce bir bereket kaynağıdır! yol dengeli bir tavırdır. 81

62 Ders almak, ardından 76


şükretmek is­ 68 Yine onlar ki: Allah'la beraber bir baş­
teyen kimseler için geceyi ve gündüzü ka ilâha yalvarıp yakarmazlar; meşru ve
birbirinin peşine takan da O'dur. haklı bir gerekçeye dayanmaksızın 82
Al­
63 Rahmân'ın has kulları olan kimseler, lah'ın dokunulmaz kıldığı cana kıymaz­
yeryüzünde vakarlı bir tevazu ile yürür­ lar,- zina da etmezler!
ler ve cahillerle muhatap olduklarında Zira, her kim bunları yaparsa günaha bat­
"Selam!" 77
der (geçer)ler. 78
mış olur. 69 Kıyamet Günü'nde onun ter­
64 Yine onlar, gecelerini Rablerinin hu­ kedilmişlik a c ı s ı 83
da kat kat olur ve ora­
zurunda secdeye vararak ve kıyama dura­ da onursuzca (tek başına) kalakalır.
rak geçirirler. 79

74 İnkarcı muhatapların Allah'ın "Rahman" gelenler zamanı mazeret olarak sunamazlar.


ismine ve bu ismin içeriğine yönelik saplantı­ Eğer Allah'lı ve anlamlıysa, sultan olmakla
lı tavırlarına ilişkin bkz. 58/Ra'd: 30 ve 79/En- kurban olmak arasında fark olmamalıdır.
biya: 36, ilgili notlar. Rahman sûresi, bu soru­ 79 Zira, içinden aydınlanmayan dışını aydın-
ya cevap olsa gerektir. latamaz.
75 Hem "başkası tarafından aydınlanan nes­ 80 "Oldum olası", kâne yardımcı fiilinin bu
ne" hem de "başkasını aydınlatan özne" anla­ bağlamdaki en uygun açılımı.
mına gelen munir'in, çift boyutlu dilsel yapı­
81 Harcama ahlakıyla ilgili bu dengeli tavrın
sına dayanarak (Krş: 69/Yûnus: 5, not 11).
dile geldiği bir başka âyet için bkz. 68/lsra: 29.
76 Lafzen: "veya.." Burada bir tercih bildir­ "Düşüncesizce saçıp savurmak", veren el
mekten çok ardışıklık ifade etse gerektir. iken alan el durumuna düşürecek bir ölçüsüz­
77 Buradaki selam "karşılama" değil "veda" lüğü ifade eder.
selamıdır. 82 Krş. 73/En'âm: 151; 68/lsra: 33.
78 İdeal mü'minin özelliklerini beyan eden bu 83 'Azab'm kök anlamı için bkz. 7/Kalem: 33,
âyetlerle (63-75), yukarıdaki 61-62. âyetler not 29. Buradaki azabı kelime anlamı olarak al­
arasında derin bir ilişki vardır. İdeal mü'min mamızı gerekli kılan bir çok âyetten işte biri:
ya güneş gibi etrafına ışık ve hayat kaynağı "Kim (Allah'ın huzuruna) ürettiği iyi bir değer­
olur, ya da ay gibi bir kaynaktan ışık yansıtır. le gelirse, yaptığının on katını kazanacaktır;
Güneş gündüzün kaynağı, ay gecenin ışığı ve ama kim de ürettiği kötü bir değerle gelirse
rehberidir. Hz. Davud ve Hz. Süleyman gibi onun aynısıyla cezalandırılacak ve hiç kimseye
insanlığın gündüzünde gelmeyip de Hz. Zeke- haksızlık yapılmayacaktır (73/En'âm: 160;
riyya ve" Hz. Yahya gibi insanlığın gecesinde 78/Mü'min: 40 ve 81/Fussilet: 27, ilgili notlar).
70 Ancak kim tevbe eder, (yürekten) ina­ ve bizi muttakilere önder eyle!"
nır ve sorumlu davranırsa, Allah işte böy- 75 İşte böyleleridir zorluklara göğüs ger­
lelerinin kötü gidişatını iyi gidişata teb­ meleri sebebiyle cennet köşkleriyle ödül­ 86

dil edecektir: hem zaten Allah tarifsiz bir lendirilecek kimseler,- hem oraya esenlik 87

bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet kaynağı­ ve hayat bahşeden tarifsiz bir mutluluk
dır. 71 Kaldı ki her kim tevbe eder ve so­ tebriğiyle buyur edilecekler! 88
76 Onlar
rumlu davranırsa, işte sadece böyleleri orada ebedi kalacaklar: o ne güzel bir ika­
Allah'a gereği gibi yönelmiş sayılacaktır. met mahalli, ne kutlu bir m a k a m d u . 90

72 Yine onlar ki: yalan ve sahte olandan


yana şahitlik etmezler,- yararsız ve an­ 77 (MÜ'MİNLERE) de ki: "Eğer duanız
lamsız olan şeylerle karşılaştıklarında da olmasaydı Rabbim size niçin değer vere­
vakarla geçip giderler. 84
cekti k i ? " 91

73 Yine onlar: Rablerinin âyetleri hatırla­


tıldığı zaman, sağırlar ve körler gibi (din­ (KAFİRLERE de ki): "Sonuçta siz de ya­
92

leyip anlamadan) üzerine üşüşmezler. 85


lanlamış bulunuyorsunuz: bundan böyle
(inkarınız) sizin yakanızı asla bırakmaya­
74 Ve onlar derler ki: "Rabbimiz! Bize
cak!" 93

göz aydınlığı olacak eşler ve nesiller ver

84 Cümle başındaki vav harfi burada "dahi" 91 Bu âyet, çatısını değiştiren bir biçimde "De
anlamına gelen "da" işlevi görmektedir. Lağv, ki: (Allah'tan başkasına) duanız olmasa Rab­
amacı gerçekleştirmede herhangi bir işlev üst­ bim sizi niçin cezalandırsın?" şeklinde anlaşı­
lenmeyen her şey (Krş: 80/Mü'minûn: 3, not labilir mi? Allahu a'lem hayır. Bu yorumun
5). tek yararı bir sonraki âyetle uyum sağlaması­
85 Mücahid'in açıklamasına dayanarak [lâ dır. Ama bu "uyum", uğruna ödenen bedelle
yefkahûne ve lâ yesme'ûn) (Taberî). Zımnen: mütenasip değildir. Zira 'abee (el- ıb ) kelime­
/ /

İlâhî mesaja karşı olağanüstü bağlılık ve saygı sinin "yük, değer, kıymet" dışında ayrıca bir
gösterisi yaparlar, fakat onun ne dediğini anla­ "ceza" mânası yoktur. Buna ilaveten "Al­
maya dinlemeye yanaşmazlar (Krş: Zemahşerî lah'tan başkasına" gibi metinde olmayan bir
ve ondan iktibasla Râzî). Sahabe bu durumu takdir gerektirir. Dua insanın Allah karşısın­
Kur'an'ı yastık edinmek olarak nitelendirmiş­ daki esas duruşudur. Âyet duanın insanın var­
ler ve lâ yutevessedu'l-Kur'an (Kur'an yastık lık sebebi olduğunu söyler. Bu yüzden "dua
edinilemez) demişlerdir. ibadetin iliğidir". Zımnen: Dua etmek, bizati­
hi kabul olmuş bir duadır. Ey insan! Duanın
86 Ğurfe, burada ve Ankebût: 58, Sebe': 37'de
kabul olup olmadığına değil, dua edip etmedi­
"cennetin yüce köşkleri" anlamına gelir (Râ- ğine bak! Zira dua eden kalp, Allah'la diyalog
ğıb). halindedir.
87 Tahiyye buna benzer bağlamlarda "esen­
92 İbn Abbas'a dayanarak (Taberî).
lik" anlamına gelir.
93 Son iki âyette dua ile yalanlama zıt kutup­
88 Selam'm "mutluluk tebriği" anlamıyla il­
larda durmaktadır. Zımnen: Allah'a dua et­
gili bkz. 43/Meryem: 62.
mek O'nu tasdik etmenin, duadan kaçmak ise
90 66. âyetteki cehennemliklerin zıddına. O'nu yalanlamanın tezahürüdür.
RAHMAN SÛRESİ
Nüzul : 41
Mushaf: 55

A l l a h ' ı n isimlerinden biriyle başlayan tek sûredir. Allah'ın " m e r h a m e t i n


sonsuz kaynağı" oluşunu ifade eden Rahman adını ilk âyetinden alır.
Daha Rasulullah hayattayken bu adla anılmıştır.

R a h m a n sûresi, inkarcı muhatapların Furkan 60'taki " R a h m a n da ney­


m i ş ? " sorusuna cevap olarak inmiş olmalıdır. Sûrenin üslûp ve muhtevası
baştan sona böyle zımni bir cevabı içerir. İki sûre arasındaki bir başka irti­
bat da, bu sûrenin 19-20. âyetleriyle Furkan 53 arasındaki m u h t e v a benzer­
liğidir. Hz. Esma'dan gelen ve Hicr: 9 4 ' e atıf yapan A h m e d b. Hanbel riva­
yetine göre, bu sûrenin Hicr'den önce indiğini varsaymak gerekir. İbn Ab-
bas tertibinde Şerh-Asr arasında 13. sırada yer alan sûre, O s m a n tertibinde
Ra'd-lnsan arasında 97. sırada yer alır. Birincisi çok erken ikincisi çok geç­
tir. Cabir tertibinde Furkan'dan sonra yer alır ki, en isabetlisi budur.

İbn Hişam'ın nakline göre, İbn Mes'ud sûreyi Kabe'de açıktan o k u m u ş ve


bu yüzden uğradığı saldırıyı,- "Allah düşmanlarını daha önce hiç bu kadar
zavallı halde g ö r m e m i ş t i m " şeklinde değerlendirmiştir [es-Sîratu'n-Nebe-
viyye). N e c m sûresi şirki eleştiri çığırı açmıştı. Bu saldırı, açılan bu çığırda
ilerleyen M u h a m m e d i davete yönelik bir gözdağı olarak okunmalıdır. Bü­
tün bu verilere göre sûre peygamberliğin 5 veya 6. yılma yerleştirilebilir.

Hayranlık verici bir belagata sahip olan sûre, bir dip akıntısı gibi muhata­
bın ruhuna işleyen bir iç musikiye sahiptir. Konu itibarıyla Allah'ın insana
olan rahmet, sevgi ve şefkatini beyan eder. Bu rahmetin tezahürlerini sıra­
larken, en başa vahiy nimetini yerleştirir. Z ı m n e n bu, "Hidayet Allah'ın in­
sana sunduğu nimetlerin başında gelir" vurgusunu taşır. Sûre varlığın çift
kutupluluğu yasasını baştan sona muhataba hissettirir. Allah'ın hayata her
an müdahil olduğu hakikatinin en veciz ifadesi bu sûrede dile gelir: "O her
an, hayata ve varlığa dair her işe müdahildir" (29).

Sûrede "O halde Rabbinizin hangi nimetini inkâr edebilirsiniz?" sorusu 31


kez tekrar edilir. Fakat bunların hiç biri diğerinin tıpkısı anlamında bir tek­
rar değildir. Her biri, h e m e n öncesinde anılan n i m e t e vurgu yapar.

R a h m a n ismiyle başlayan sûre Celal ve İkram gibi birbirini dengeleyen iki


ilâhi isimle son bulur.
Nûzûl: 41 Mushaf: 55 41/RAHMÂN SURESİ 157

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 RAHMAN ?.. 1
geyi bozup ölçüyü kaçırmayın! 9 Yine is­
2 Kur'an'ı O öğretti, 3 insanı O yarattı, 4 2 tikametle ölçüp biçin, ölçme değerlendir­
insana kendini ifade etmeyi O öğretti. 3 me yaparken haksızlık etmeyin!

5 Güneşi ve ayı mükemmel bir hesapla 10 Yine O, yeryüzünü orada yaşayan tüm
yörüngelerinde hareket ettiren de (O). 4 canlıların (ayağı altına) özenle serdi; 11
8 9

orada envai çeşit meyveler, salkım saçak


6 Gövdesiz ve gövdeli bitkiler 5
O'nun
hurma ağaçları 12 ve filizlenen danelerle
emrine boyun eğerler. 6

hoş kokulu çiçekler verdi: 10


13 o halde
7 Yine göğü özenle O yükseltti, bir denge
Rabbinizin hangi nimetini inkâr edebilir­
ve ölçü koydu: 8 ki siz (ey insanlar), den-
7

siniz? 11

1 "Rahman da neymiş?" (40/Furkan: 60) itira­ ölçüsüzlük de kadersizliktir. O'nun ölçülerini


zına zımni bir cevap: Rahmân'ı mı merak edi­ aşan, kaderini, yani haddini aşar.
yorsunuz? O zaman dinleyin ki, O... 8 Kur'an'da yalnızca burada kullanılan el-
2 Var olmak, yokluğa nisbetle büyük nimet. enâm'a, 245 kez her tür kalıpla kullanılan el-
İnsan öncelikle var olma nimetine şükretme- halk (bütün bir mahlukat) mânası verilmesi
li. "Yaratma" iki "öğretme" arasında gelmiş. doğru değildir. Kelime bağlamdan da anlaşıla­
Bu şu demek: İnsan ancak talim ve terbiye ile cağı gibi, "sadece yeryüzünde yaşayan canlı­
insan olur. Eğitim ve öğretimin temeli ise larla" sınırlı bir anlama sahiptir.
merhamet ve şefkattir.
9 Bütün nimetler insanın gerdanına takılmış
3 Ta'lim, "anlamın tasavvuru için benliği tah­ bir gerdanlıktır. Gerdanlar gerdanlıklara değil,
rik etmek"tir. Bu, tasavvurun inşasıdır. Zira gerdanlıklar gerdanlara kurban olmalıdır. Sul­
tasavvurunuzu kim inşa etmişse "Rabbiniz" tan ölünce sarayın ne hükmü kalır? "Hayat
odur. süren leş" olmamak: işte bu!
4 Veya: "zamanı tayin için bir ölçü kılan" 10 Endülüslü büyük alim Şatıbi, ölümsüz ese­
(Krş: 73/En'âm: 96). Kur'an'ın beyan sistema­ ri el-Muvâfakât ta hükümleri üç ana kategori­
tiğinde ay ve güneş iki kutbu temsil eder: Ge­ ye ayırır: Zaruriyyat, hâciyyat, tahsîniyyat;
cenin ve gündüzün âyeti. Ayın ışığı nur güne­ yani olmazsa olmazlar, gerekli olanlar, ta­
şin ışığı dav'ile ifade edilir. (Ayrıntılı bir açık­ mamlayıcı güzellikler. Bu âyet, Şatıbi'nin üç­
lama için bkz. 69/Yûnus: 5, not 11.) Bununla lü sistemi üzerinden anlaşıldığında "Rahman
kozmik uyuma dikkat çekilir. Zımnen: İnsana her üçünü de verdi" vurgusuna sahiptir.
âmâde kıldığı aya-güneşe bile düzen koyan Al­
11 Kuma tesniye zamiri neye delalet eder?
lah, kendisine âmâde kıldığı insan için düzen
1) insan ve cinlere işaret ettiği yaygın yorumu­
koymasın mı?
na İbn Aşur "Kur'an cinlere değil insanlara
5 Veya: "Yıldızlar ve ağaçlar". Necm, çayır çi­ gönderildi" gerekçesiyle karşı çıkar.
men gibi "gövdesiz bitkileri" de ifade eder. Ter­
2) İman ve küfre delalet edebilir. Meryem sû­
cihimiz İbn Abbas'm görüşüne dayanmaktadır.
resinin 20. âyetindeki birbirine karışmayan
6 Lafzen: "secde ederler". Zira secde, yaratılış, iki su kütlesi, iman ve küfre mecazî bir atıf
amacıyla uyum içinde olmayı sembolize eder. olarak kabul edildiğinde (40/Fürkan: 53), bu
iradesiz varlıklar bile O'na boyun eğerken, irade­ yorumu destekler gibidir. Mü'min olsun kâfir
li insanın başkaldırması akıllılıkla bağdaşu mı? olsun, doğum ve ölüm insanın kaçamayacağı
7 Kadere iman, bir bakıma ölçüye imandır. Ve iki gerçektir.
14 O insanı ateşte pişirilmiş gibi kuru, 19 O, iki denizi salarak birbirine kavuş­
ses veren balçıktan y a r a t t ı , 12
15 görün­ turur; 20 (ama) aralarında aşamayacakla­
meyen varlıkları da tarifsiz, ateş türü bir rı tarifsiz bir engel var (eder): 21 o halde
karışımdan halk e t t i : 13
16 o halde Rabbi- Rabbinizin hangi nimetini inkâr edebilir­
nizin hangi nimetini inkâr edebilirsi­ siniz? 16

niz? 14
22 O ikisinden inci ve mercan ç ı k a r : 17
23
17 O, iki doğunun da Rabbidir, iki batı­ o halde Rabbinizin hangi nimetini inkâr
nın da Rabbi: 15
18 o halde Rabbinizin edebilirsiniz?
hangi nimetini inkâr edebilirsiniz? 24 Yüce dağlar gibi 18
denizde hızla akıp

3) Râzî bu ikil zamirin, âyetin içeriğine tekrar ğumunun iki uç noktasıyla, günbatımının iki
vurgusu kattığı kanaatindedir. uç noktasını ifade eder. Zımnen: Allah kâinat­
4) Bizce erkek ve kadın, madde ve anti madde, taki nizamın tek garantisidir.
görünen ve görünmeyen âlem, madde ve mâ­ 16 Bu iki su kütlesinin nitelikleri Furkan
na, ceset ve ruh ve daha bir çok çifti kapsaya­ 53'te verilir. Tuzlu deniz suyundan buharlaş­
cak şekilde eşyanın çift kutupluluğu gerçeği­ ma youyla tatlı kara sularının elde edilmesine
ne bir atıf olarak yorumlanabilir. Görünen ve delalet edebileceği gibi, denizlerdeki tatlı su
görünmeyen boyutuyla insanın çift kutbuna kaynaklarının tuzlu deniz suyuna karışmama­
delalet edebileceği gibi, idrak ve irade sahibi sına da delalet edebilir. Bu iki âyet, lafzî dela­
varlıkların görünen kutbu olan insanla görün­ letin ötesinde mü'min ve kâfirin iman ve küf-
meyen kutbu olan cinne de delalet edebilir. rüyle alâkalı olarak okunabilir. Yine, birbirine
Bazı âyetlerden yola çıkarak buradaki ikil za­ değen fakat karışmayan iki deniz bilinçaltı ve
mirin "insan" ve onun "iç ben"ine delalet et­ bilinçüstü olarak da yorumlanabilir.
tiğini söyleyebiliriz. Kur'an, Fussilet 25, Zuh- 17 Veya Ferrâ'nın tercihiyle: "irili ufaklı inci­
ruf 36 ve Kâf 16-29'da insan ve "iç ben" (öteki ler çıkar". İnsan merkezli bir anlamanın izini
kişilik) arasındaki ilişkiye dikkat çeker. Özel­ sürerek bu âyeti Hz. Peygamber'in şu sözü ışı­
likle Kâf 16-29 arasında insan ve "iç ben"i ğında yorumlayabiliriz: "İnsanlar madenler gi­
sanki iki tarafmış gibi ahiret sahnesinde karşı­ bidir,- cahiliyyede değerli olanı İslâm'da da de­
lıklı konuşurlar. Orada tasvir edilen cehen­ ğerli olur" (Buhârî, Bed'u'l-Halk, 63:21). Yine
nemlik olan insan ve iç benidir. Fakat 46. "İnsanlar develer gibidir,- bazen yüz tanesi bir
âyetteki "iki cennet", bu iki boyuta bir ödül arada olur da, binecek bir tane dâhi bulamaya­
olsa gerektir. İşin hakikatini Allah bilir. bilirsin" (Buhârî). Küfür perdesi incinin üzeri­
12 Bkz. 72/Hicr: 26, not 21, 22. Yeryüzünün ni örten midye kabuğudur. O kabuğu kaldır­
ateş topu (magma) haline atıf olarak da anlaşı­ mayı bilen inciye ulaşır. Bilinçaltının en de­
labilir. rinlerinde fıtratın kendi kendini savunurken
oluşturduğu incilere işaret olarak okunabilir.
13 Tabiatı ateşten olan bu varlıklar insandan
Inci-Mercan mesâni özelliği gereği zıt kutup­
önce yaratılmışlardır (Bkz: 72/Hicr: 27, not 23).
luluk oluşturur. Biri denizin en dibinde, diğe­
14 Nimeti inkâr nimeti vereni inkârdır. Bu ri yüzeyine yakın yerde yaşar. Biri vahyin
âyetteki "nimet" iki şekilde anlaşılabilir: ya maksadından diğeri lafzından çıkarılacak mâ­
görünmeyen yaratıkların varlığı, ya da onların na mücevherlerini çağrıştırır.
insanın üzerinde fiili bir gücünün olmaması 18 Veya: "(Yelkenleriyle) açılmış sancaklar gi­
(68/lsra: 65). bi". Semada yüzen bütün gök cisimlerini içe­
15 Yani: "O, her yerin Rabbidir". İbare gündo- rir.
Nûzûl: 41 Mushaf: 55 , 41/RAHMÂN SÛRESİ 159

giden koca gemiler O'nun (yasalarına) ta­ bilirsiniz?


bidir: 19
25 o halde Rabbinizin hangi ni­ 31 Ey ağır bir y ü k ü n 24
altına giren ç i f t : 25

metini inkâr edebilirsiniz? Size ayıracak zamanımız da o l a c a k ! 26


32
26 Oradaki her varlık fânidir; 20
27 bakî o halde Rabbinizin hangi nimetini inkâr
kalacak olan azamet ve ihtişam sahibi edebilirsiniz?
Rabbinin zatıdır: 21
28 o halde Rabbinizin 33 Siz ey görünmez ve görünür varlık
hangi nimetini inkâr edebilirsiniz? (çifti)! Eğer göklerin ve yerin sınırlarını
geçebiliyorsanız, durmayın haydi geçin!
29 GÖKLERDE ve yerde bulunan her var­ Bunu, (O'nun bahşettiği) çok özel bir güç
lık O'na m u h t a ç t ı r ; her an O, hayata ve
22
sayesinde yapabilirsiniz ancak: 34 o hal­
varlığa dair her işe müdahildir: 30 o hal­
23
de Rabbinizin hangi nimetini inkâr ede­
de Rabbinizin hangi nimetini inkâr ede- bilirsiniz? 27

19 Tatlı veya tuzlu, tüm suların yasasını Al­ rim, boşaltım, lenf sistemi gibi bir dolu unsu­
lah koymuştur. Su akıllıdır, su canlıdır ve su run kendi müdahalesi dışında işlediği insan,
mucizedir. Zımnen: Allah yüce iradesini Allah'ın yarattığı varlıklara ve zamana müda­
mü'min-kâfir demeden, her tür tavır alışın üs­ halesine kafa tutuyorsa, burada ciddi bir ken­
tünde ve ötesinde gerçekleştirir. Yani: Allah dini bilmezlik ve algı problemi var demektir.
gemisini kâfirin küfrüne rağmen yürütür (Krş:
24 Bu yük Ahzab 7l'de emanet olarak geçen
114/Tevbe: 32).
irade ve onun sonucu olan "sorumluluğa" atıf.
20 Yaratılmışlar hiyerarşisinde en üst sırayı Âyetteki zamir tıpkı 39. âyetteki zenbihi gibi
şuurlu varlıklar [men] işgal eder. Eğer mahlu- tekildir. Bu da bu âyetlerdeki ins-cin çiftini,
katm zirvesi olan varlıklar bile fani ise, şuur­
adeta bir hakikatin iki farklı yüzü gibi algıla­
suz varlıkların fani olduğu kendiliğinden anla­
mamıza izin vermektedir. Ayrıca 46. âyetteki
şılır.
"çifte cennet" vaadi de bu algıyı desteklemek­
21 Veya: "Rabbinin rızasıdır". Lafzen: "Rabbi­ tedir 13. âyetin 11 nolu notuna bkz..
nin yüzüdür" (Bkz: 61/Ğaşiye: 2, not 2). "Aza­
25 Sakalân, "birbirini dengeleyen çift taraflı
met ve ihtişam" diye çevirdiğimiz Celâl ve /ic­
ağırlık" (Elmalılı). İns ve cin, görünen ve gö­
ram, kahır-lütuf dengesini ifade eden iki ilâhi
rünmeyen, fizik ve metafizik tarafıyla hayatı
isimdir. Krş. "O'nun zatı dışında her şey helak
dengeleyen iki karşıt unsurdan oluşan iki ku­
olmaya mahkûmdur" (67/Kasas: 88).
tup veya aynı özün bir çift yüzü gibi düşünü­
22 Lafzen: "Ondan ister". Krş. "Ey insanlık ai­
lebilir.
lesi! Allah'a muhtaç olan sizlersiniz; Allah'a
gelince: O kendi kendine yeten sonsuz zengin­ 26 Hemen üstte yer alan 29. âyetteki hakikati
lik sahibidir" (42/Fâtır: 15). istismar ederek; "O'nun işi başından aşkın, bi­
ze ayıracak zamam mı var?" diyeceklere ce­
23 Şe'n, sıra dışı tavır ve eylemleri ifade eder.
vap.
Bu bağlamdaki en doğru karşılığı,- "Mahlukata
dair büyük ve sıra dışı muhteşem müdaha­ 27 İki âyet birlikte düşünüldüğünde zımnen:
le "dır. Eskimez tabirle, "O, her anda bir şan­ Bir gün gelecek yerin ve göklerin sınırlarım
dadır". Bu cümle, Allah'ın müdahil olmadığı geçeceksiniz. Bu O'nun bir nimetidir. Bunu
bir alan tasavvuruna dayalı her tür seküler O'nun verdiği akıl, donanım ve araçlarla yap­
yaklaşımı dışlar. Daha kendi bedeninin işleyi­ tığınızı unutursanız, Rabbinizin nimetini in­
şine müdahil olamayan, dolaşım, sinir, sindi- kâr etmiş olursunuz. Allahu a'lem.
35 Sizin üzerinize dumanıyla boğup ale- nmacak; yaka paça yakalanıp ateşe atıla­
viyle yakan tarifsiz bir ateş t o p u 28
gönde­ cak: 42 o halde Rabbinizin hangi nimeti­
rilir ve hiçbir yardım da alamazsınız: 36 o ni inkâr edebilirsiniz? 32

halde Rabbinizin hangi nimetini inkâr 43 İşte bu günahkârların yalanlamış ol­


edebilirsiniz? 29
dukları cehennemdir. 44 Onlar cehen­
37 Ve gök yarılınca, göz alıcı kırmızılık­ nem ile anında dağlayan bir (umutsuz­
ta açılmış bir gül gibi olduğu (görüle­ luk) ateşi arasında mekik dokuyacak: 45
c e k ) : 38 o halde Rabbinizin hangi nime­
30
o halde Rabbinizin hangi nimetini inkâr
tini inkâr edebilirsiniz? edebilirsiniz? 33

39 O gün, görünen görünmeyen iradeli


varlıklardan hiçbirine günahları hakkın­ 46 RABBİNİN mutlak otoritesinden kor­
da sorulmaya (gerek) kalmayacak: 31
40 o kup sakınanlara çifte cennetler sunula­
halde Rabbinizin hangi nimetini inkâr c a k : 47 o halde Rabbinizin hangi nimeti­
34

edebilirsiniz? ni inkâr edebilirsiniz? 48 Çeşit çeşit, ren­


garenk, salkım saçak: 49 o halde Rabbini­
41 (Zira) günahkarlar alâmetlerinden ta- zin hangi nimetini inkâr edebilirsiniz?

28 Veya İbn Abbas'm "dumansız ateş", Ze- Ata'dan rivayetine göre bütün bu âyetlerin ru­
mahşerî'nin "saf alev" yorumuna dayanarak: hunda fırtınalar kopardığı bir gün Hz. Ebube-
"tarifsiz bir ışın bombardımanı.." Tercihimiz­ kir cennet-cehennem, hayat-ölüm, Son Saat-
de nuhas, nâr a atıf olarak alınmıştır.
1
Kıyamet, hesap-mizan üzerinde sesli düşün­
29 Zımnen: Ateş topundan sizi korumasaydı müş ve sonunda insan olmanın ağırlığı altında
eğer... ezilerek "Keşke bir ot olsaydım da hayvanlar
beni yayılsa ve yok olsaydım" diyerek hıçkı­
30 Veya: "yağ gibi eriyerek kıpkırmızı bir gü­
lü andıracak" (İbn Aşur). Tercihimizde kâne, rıklara boğulmuştur. Beyhaki, Hasan el-Bas-
tam fiil olarak alınmıştır. rî'den nakleder: Hz. Ömer döneminde sevdaya
yakalanmış bir genç vardı. Sevdiği kızla bir
31 Gerekçesi 41. âyettedir: Çünkü "günahkar­
gün baş başa kaldılar. Fakat Allah sevgisi ağır
lar yüzlerinden tanınırlar". İki varlık hakkın­
bastı, kızdan elini çekip bir çığlık atarak bayıl­
da tek zamir [zenbihi) kullanılması ile ilgili
dı. Nice sonra ayıldığında başucundaki amca­
bir açıklama için bkz. 31. âyet, not 24.
sına Ömer'e git, halimi anlat, sor ona: "Rab-
32 Zımnen: Suçluyu cezalandırıp suçsuzu binden korkup sakınan bana ne var?" Bunun
ödüllendirmesi Rabbinizin nimetlerindendir. ardından sevdalı genç bir çığlık daha koyverip
Yani, Allah'ın yargısı büyük nimettir. ruhunu teslim etti. Ömer'e durum nakledildi­
33 Zımnen: Kötüler için cehennemin varlığı ğinde bu âyete gönderme yaparak tepkisi şu
bir nimettir. En azından varlıkları garanti edi­ oldu: "İki cennet senindir! İki cennet senin­
lecek. dir!" (Beyhaki, Şu'abu'l-îmân). Bu vaad esasın­
34 Âyet 13 ve 31'e düştüğümüz notla uyumlu da cennet içinde cennet vaadidir. Bir sonraki
olarak, insanın iki boyutunu temsil eden, biri sûre olan Vakıa'da sayılacak olan üç sınıftan
cismani diğeri ruhani iki cennet. Bunu Kuşey- ikisi iyilerdir: "bahtiyarlar" ve "iyiler yarışın­
ri gibi "dünyada huzur cenneti, ahirette son­ da öne geçenler" (50/Vâkı'a: 8 ve 10). Birinci­
suz saadet cenneti" diye anlamak da müm­ lere cennet ikincilere ise cennet içinde cennet
kündür [Letâifu'l-îşârât). İbn Ebi Hatim'in vaad edilse gerektir.
50 O çifte cennetlerden iki çağlayan aka­ de nedir: 61 o halde Rabbinizin hangi ni­
cak: 51 o halde Rabbinizin hangi nimeti­ metini inkâr edebilirsiniz?
ni inkâr edebilirsiniz? 52 O iki cennette 62 O cennet çiftinin berisinde, daha baş­
her üründen çifter çifter çıkacak: 53 o ka çifte cennetler: 63 o halde Rabbinizin
halde Rabbinizin hangi nimetini inkâr hangi nimetini inkâr edebilirsiniz? 64
edebilirsiniz? Uzayıp giden (göz alıcı) çifte yeşillikler: 39

54 Onlar çözgüsü ve atkısı 35


(dahi) ipek­ 65 o halde Rabbinizin hangi nimetini in­
ten mamul atlas halılara uzanacak; o çif­ kâr edebilirsiniz?
te cennetlerin (muhteşem) ürünleri (ken­ 66 Bu cennet çiftinde (billurdan) sular fış­
dilerine) çok yakın olacak: 55 o halde kırtan iki fıskiye olacak: 67 o halde Rab­
Rabbinizin hangi nimetini inkâr edebilir­ binizin hangi nimetini inkar edebilirsi­
siniz? niz? 68 Bu çifte cennette (lezzetin kema­
56 Bu (cennetlerde), daha ö n c e 36
ne in­ lini temsil eden) meyveler, 40
hurma ve
sanların ne de cinlerin asla ellerinin değ- çekirdeksiz nar bulunacak: 41
69 o halde
mediği gözü dışarıda olmayan eşler ola­ Rabbinizin hangi nimetini inkar edebilir­
cak: 37
57 o halde Rabbinizin hangi nime­ siniz?
tini inkâr edebilirsiniz? 58 Sanki o eşler 70 Orada (her şeyin) en mükemmeli, en
inci ve yakut gibi (birbirine yakışan) gü­
38
güzeli olacak: 42
71 o halde Rabbinizin
zellikleriyle (göz kamaştıracak): 59 o hal­ hangi nimetini inkar edebilirsiniz?
de Rabbinizin hangi nimetini inkâr ede­
72 Çardaklar içinde, gözü gönlü dışarıda
bilirsiniz?
olmayan pırıl pırıl eşler: 43
73 o halde
60 İyi olmanın karşılığı iyi (bulmak) değil Rabbinizin hangi nimetini inkar edebilir-

35 Betâinuhâ, lafzen "halının karnı". Doğaldır madı, estetik ihtiyacınızı bile karşıladı.
ki burada halının üstünden görünmeyen dü­ 39 "Yeşil", tazelik ve canlılığın simgesi. Zım­
şey ve yatay ipler kastediliyor olmalıdır. Zım­ nen: Cennet sonsuz ve mutlak baharın adıdır.
nen: Onlar bile ipekse gerisini sen düşün! Ka­
40 Açıklamamızın gerekçesi için bkz. 39/Yâ-
lıcı ve kusursuz güzelliğin üretildiği merkez
olan cennetin her tür tasavvurun ötesindeki sîn: 55, not 39.
mahiyetiyle ilgili bkz. 57/Secde: 17. (Bu konu­ 41 "Çekirdeksiz nar", yani, "her şeyin mü­
da hoş bir yorum için bkz. Râzî). kemmel ve kusursuz hâli" (70).
36 Cinlerin insanlardan önceliğini ifade eden 42 "Hayırlarda [hayrat] yarışın" (94/Bakara:
Hicr sûresinin 27. âyeti ışığında anlaşılabilir. 148) emrine uyanları bekleyen hayırların en
37 Kâsıratu't-tarf, lafzen: "bakışını kontrol al­ güzeli [hayrâtun hısân) olacak. Bkz. "Kalıcı gü­
tında tutanlar". Zımnen: gözü dışarıda olma­ zelliğin merkezi olan cennetler" (58/Ra'd: 23).
yan, iffet ve haya timsali sevgi dolu eşler (Krş: 43 Hûr. Muhtemelen Kur'an'da ilk geçtiği yer
66/Sâffât: 48). burasıdır ve üç kök anlama birden gelir: 1)
38 Biri suda gizlenen, diğeri karada gizlenen Renk. 2) Geri dönüş (52/lnşikâk: 14). 3) Bir şe­
iki mücevher. Güzelliğin karşıtlığı, karşıtla­ yin kendi ekseninde dönüp dolaşması [Mekâ­
rın büyüleyici güzelliği... Ahiretteki ilâhi ih­ yîs). Çevirimiz bu kök anlamlara dayanır.
sanın mükemmelliğine atıf. Zımnen: Allah Havra ve an verin her ikisinin de çoğulu olma­
zorunlu ve gerekli olan şeyleri vermekle kai­ sı hasebiyle hem eril hem dişil anlama gelir.
siniz? 74 Daha önce görünür görünmez nevi 45
güzellikte sergiler üzerinde uzana­
hiçbir varlığın 44
dokunmadığı eşler: 75 o cak: 77 o halde Rabbinizin hangi nimeti­
halde Rabbinizin hangi nimetini inkar ni inkar edebilirsiniz?
edebilirsiniz?
76 Onlar tarifsiz yemyeşil örtüler ve efsa- 78 AZAMET ve sonsuz ikram sahibi
Rabbinin şanı pek yücedir! 46

Bu terkibin geçtiği dört âyet de Mekkîdir. Me­ run 'iyn benzer anlamları çağrıştırır.
dine'de bu terkibin yerini "tertemiz eşler" 44 Lafzen: "insanların ve cinlerin".
(Msl. 98/Âl-i İmran: 15; 39/Yâsîn: 54-56) alır.
45 'Abkariyyin'in en makul karşılığı.
Hür'un sıfatı olan maksûrat, 56'daki "gözü dı­
şarıda olmayan" ibaresiyle benzeşir (Ayrıca 46 Krş. 26. âyet. Rahman sıfatıyla başlayan sû­
bkz. 66/Sâffât: 48 ve 59/Tûr: 20, ilgili notlar). re Celâl ve İkram sıfatlarıyla son buldu.
Sâffât 48 ve Sâd 52'deki kâsırâtu't-tarf i\e hû-
Fatır adını A l l a h ' ı n gökleri ve yeri yaratışına atıf yapan i l k âyetinden alır.
Sûre Buhârî, T i r m i z î ve bazı tefsirlerde " M e l a i k e S û r e s i " adıyla anılır.
Zira melekler, sadece bu sûrede i l k â y e t t e k i nitelikleriyle anılır.

T a m a m ı M e k k e ' d e i n m i ş t i r . İlk tertiplerin t ü m ü n d e Furkan ve M e r y e m sû­


releri arasına yerleştirilir. Bu durumda sûre b o y k o t u n h e m e n ö n c e s i n e denk
gelen 6. yılda i n m i ş olmalıdır.

Sûrenin ana fikri, varlığın görünüşteki olanca farklılığına rağmen hayranlık


verici iç uyumudur. Sûre görünür ve görünmez kutuplarıyla yaratılışa atıf­
la söze girer (1). Bu i h t i ş a m ı n ve onun failinin farkına varmadan savrulan
insana sorumluluğunu hatırlatır (2-7). V a h y i n i l k m u h a t a b ı n a da hayatın
çeşitlilik ve çift k u t u p l u l u k yasasını hatırlatır (8). Buna göre i m a n gibi kü­
für de hep var olacaktır. İyi ve kötü, güzel ve çirkin arasındaki fark böyle
tezahür edecektir (10). Sûre, yaratılışın farklılık içinde u y u m yasasına deni­
zi (12), gece ve gündüzü (13), bitkileri ve madenleri (27), hayvanları (28) ör­
n e k gösterir. Söz k o n u s u yasa gereği, insanların da h a k i k a t e sorumluluk,
bilgi ve anlayış düzeyleri oranında farklı tepkiler verdiğini dile getirir (18¬
2 2 , 2 8 , 3 2 ) . Farklılık yasasını fark e t m e y e n i n s a n ı n farklı i n a n ç ve düşünce­
yi 'ötekileştirerek ' nasıl gözü kapalı y o k e t m e y e çalıştığını Hz. Peygam-
ber'e yönelen m ü ş r i k tavır özelinde vurgular (2, 10, 2 5 , 4 2 - 4 3 ) . Bu şekilde,
inançlardaki farklılık ve i m a n küfür arasındaki m ü c a d e l e n i n de bu yasa çer­
çevesinde algılanması gerektiği i m a edilir (4 ve 4 3 . âyetin sonu). İlâhî rah­
m e t i n bir eseri olarak insan i ç i n k o n u l m u ş bir yasa daha vardır: İnsana son
nefesine kadar yanlıştan d ö n m e fırsatı t a n ı m a k (44).

Sûrede vahyin t a m a m ı n a serpiştirilmiş h a k i k a t l e r i n t e k c ü m l e d e ifadesini


bulduğu bir ç o k ibare yer alır. işte bunlardan bir b u k e t :

" O ' n a sadece güzel sözler yükselir, o sözleri y ü c e l t e n ise güzel a m e l d i r . "
(10) " S a n a h i ç k i m s e her şeyden haberdar olan (Allah'ın) verdiği türden bir
haber v e r e m e z . " (14) " S i z l e r A l l a h ' a m u h t a ç s ı n ı z , Allah ise kendi kendine
y e t e n d i r . " (15) " D i l e r s e sizi ortadan kaldırır ve yerinize y e n i bir toplum ge­
t i r i r . " (16) " K u l l a r ı arasından yalnız bilgi ve bilginin a m a c ı n ı kavrama ye­
teneğine sahip olanlar Allah'a h a k k ı y l a saygı duyarlar." (28) " S e n A l l a h ' ı n
y ö n t e m i n d e hiçbir değişiklik göremezsin; evet sen A l l a h ' ı n y ö n t e m i n d e h i ç
bir sapma g ö r e m e z s i n . " (43)

Sûre, Küfe ve M e k k e okullarına göre 4 5 , diğer okullara göre 46 âyettir.


RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 HAMD tümüyle, gökleri ve yeri bir çe­ tam isabet kaydedendir. 5

kirdeği yarar gibi yoktan var eden; me­ 1


3 Siz ey insanlar: Allah'ın üzerinizdeki
lekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçi­ nimetini hatırlayın! Allah'tan başka sizi
ler kılan Allah'a mahsustur. 2
gökten ve yerden sürekli doyuracak bir
6

O yaratıkların kapasitesinde dilediği artı­ yaratıcı mı var? O'ndan başka ilâh yok­
7

şı gerçekleştirir: çünkü Allah her şeye


3
tur: şu halde, nasıl böylesine savruluyor-
güç yetirendir. sunuz? 8

2 Allah'ın insanlar için açacağı rahmet 4 Eğer seni yalanlıyorlarsa, unutma ki


kapısını kimse kapatamaz; O kapattıktan senden önce de bir çok peygamber yalan-
sonra da onu kimse açamaz: zira O her4
lanmıştı: sonunda her iş döner dolaşır,
işinde mükemmeldir, her hükmünde Allah'ın (dediğine) varır.

1 Fâtır, hem yoktan var etmeyi, hem yaratma açarsa onu kimse kapatamaz; o birinin önünü
sürecinin başlama noktasını, hem de "bir çe­ kapatırsa kimse açamaz."
kirdeği yarma" anlamıyla içindeki gizli potan­ 5 el-Aziz ismi, genellikle muhataba ilâhi öğüt
siyeli açığa çıkarmayı ifade eder. (Lügat anlamı verilip yapılanların zararı beyan edildikten
için bkz. 88/Rûm: 30, not 36.) Zımnen: Hamd, sonra gelir. Söz konusu zarardan etkilenenin
varlık çekirdeğinin kabuğunu çatlatıp içindeki Allah değil insan olduğu imâsını içerir. Zaten
varlık ağacını yeşerten Allah'a mahsustur. sûrenin 15. âyeti de bu gerçeği dile getirir, el-
2 Bazı yorumculara göre bu "iki, üç ve dört" Aziz ile birlikte kullanılan el-Hakîm ismi in­
yerine kullanılmıştır (Taberi). Buradaki ra­ sanın Allah'ı yanlış anlama ihtimali olan bağ­
kamlar aritmetik değerler olarak algılanma­ lamlarda gelir ve zımnen şu mesajı taşır:
malıdır. Bir sınır da ifade etmezler. Devamın­ Onun hükümlerinin neden ve sonuçlarını
daki cümle bunu ortaya koymaktadır. İbn kavrayamasanız da O'na güvenin!
Mes'ud kanalıyla gelen bir haberde Allah Ra­ 6 Muzari formu "sürekli" anlamını içerir
sulü Cebrail'i altı yüz kanatlı olarak tasvir (Bkz: Man, II, 317).
eder (Buhârî ve Müslim). Bununla, meleğin ta­
7 Zımnen: Haneye değil hanenin sahibine te­
şıdığı vahyin manevî ağırlığı ifade edilse ge­
şekkür edin! Bu teşekkür, Allah söz konusu
rektir (Krş: 3/Müzzemmil: 5). Muhtemel tüm
olduğunda kulluktan başkası değildir.
yorumlar, meleklerin manevî varlıklar olduğu
gerçeğini esas almak zorundadır. 8 Tu'fekûn: "(birine) iftira etti" anlamındaki
e/eice'den meçhul fiil: "İnançta haktan yola çı­
3 Krş. "O doğru yola yönelenlerin hidayetini kıp batılda karar kılmak, sözde doğrudan yala­
artırır ve onlara korunma gücü bahşeder" na kaymak, eylemde güzelden başlayıp kötü­
(92/Muhammed: 17). Bir önceki cümleyle bir­ ye ulaşmak" manalarını verir (Râğıb).
likte düşünüldüğünde, melekler de dahil Al­ Kur'an'ın iniş sürecinde muhtemelen ilk kul­
lah'ın yaratıkları üzerindeki aktif ve muaz­ lanıldığı bu yerde kelime zihni bir savruluşu
zam müdahalesini, dahası bu müdahaleyi sa­ ifade eder. İlk neden ve son gaye arasındaki
yısız yollarla uygulayacağını gösteren bir iba­ bağı kuramamak işte bu savruluşun sonucu­
re. dur. "Rabbimiz!.. ayaklarımızı kaydırma!"
4 Veya bu ifadenin ilk muhatabı Hz. Peygam­ (98/Âl-i İmran: 8) duası, bu tür bir savruluşa
ber özelinde: "Allah rahmetiyle birinin önünü karşı mücadele edenlerin duasıdır.
Nûzûl: 42 Mushaf: 35 t ; < B > ,. , 42/FÂTIR SÛRESİ 165

5 SÎZ ey insanlar! İyi bilin ki Allah'ın onların (imana ermesi) için duyduğun öz­
vaadi gerçekleşecektir! Şu halde dünya lem seni yıpratmasın,- 13
çünkü Allah on­
hayatı sizi asla ayartmasın! Dahası alda­ ların neler yapmakta olduklarını çok iyi
tıcının hiçbir türü sizi Allah (hakkındaki biliyor.
asılsız düşünceler) ile aldatmasın! 9

6 Şeytanın sizin düşmanınız olduğu ke­ 9 ALLAH, rüzgarları elçi (gibi) gönderip
sin; o halde siz de onu düşman olarak bi­ peşi sıra bulutları tetikleyenin ta kendisi­
lin! 10
O kendi yoldaşlarını, çılgın ateşin dir,- derken Biz onu çorak bir beldeye
sakinleri olacakları bir akıbete çağırır. 7 sevk ederiz; ve bu sayede onunla ölü top­
inkarda direnenleri şiddetli bir ceza bek­ rağa can veririz: 14
yeniden diriliş de işte
lemektedir. Ama imanda sebat eden ve böyle olacaktır.
imanla uyumlu eylem üretenlere gelince: 10 Kim kalıcı şeref ve itibar arıyorsa, iyi
işte böylelerini de sınırsız bir bağış ve bilsin ki bütün bir şeref ve itibarın kay­
muhteşem bir ödül beklemektedir. 11
nağı Allah'tır. 15

8 Ne yani, şimdi süslü püslü kötülükle­ O'na sadece güzel sözler yükselir, o söz­
rin albenisine kapılıp bir de onları güzel­ leri yücelten ise imana uygun eylemler­
lik gibi gören(in sonu, yukarıdaki) kimse­ dir. 16
Gizliden gizliye çirkin entrikalar
nin sonuyla aynı olur mu? tasarlayanlara gelince: 17
onları şiddetli
Hiç şüphe yok ki Allah (sapmak isteye­ bir azap beklemektedir,- bu gibilerin tu­
nin) sapmasını diler, (hidayet isteyeni) de zakları da h i ç e 18
çıkacaktır.
doğru yola yöneltmeyi diler: 12
Şu halde 11 Ve Allah sizi topraktan yaratmıştır,-

9 Aynı ibare ve parantez içiyle ilgili bir açıkla­ aittir" (Münâfikûn: 8 Ayrıca krş. 104/Nisâ:
ma hakkında bkz. 75/Lokman: 33 not 43. 139). Rasul ve mü'minler şereflerini O'na
10 Yani: Şeytan'ın hezimeti insanın azimetine borçludurlar. İlâhî kaynağa nisbeti olmayan
bağlıdır. her tür şeref ve itibar sahtedir.
11 Sınırsız bağış "imanın", muhteşem ödül 16 Veya yerfauhız'daki zamirin Allah'ı göster­
"sâlih amelin" karşılığıdır. mesi halinde: "bütün imana uygun eylem(ler)i
12 Âyetin başı çeviri gerekçemiz için yeterli­ de O yüceltir". Yani: "sâlih amelleri de o ka­
dir; fakat ayrıntı için bkz. 69/Yûnus: 25 not 44 bul eder ve değerlendirmeye alır". Buna göre
ve 97/Nûr: 21, not 25. zımnen: Kelam ve onu üreten bilinç dolaysız,
13 Benzer bir uyarı için bkz. 51/Şu'arâ: 3 ve eylem dolaylı yükselir. Çünkü kelam insanın
daha farklı bir metin için krş. 62/Kehf: 6. alameti farikasıdır, eylem ise her canlıyla pay­
laştığı ortak niteliktir. Tercih ettiğimiz anla­
14 Bu âyetin yeniden dirilişe telmih oluşu ya­
ma göre ise söz ancak eylemle yücelir, değeri­
nında bir başka çağrışımı daha var: Risalet
ni bulur. Bkz. "Yapmadığınız şeyi niçin söy­
rüzgarı vahiy rahmetiyle yüklü bulutları Ne-
lersiniz?" (99/Saf: 3 krş. Ferrâ).
cid çöllerinin göbeğine sürükleyerek küfürle ;

çöle dönmüş yürekleri imanla göle çevirdi. 17 "Çirkin entrikalar" ile ilgili krş. 43. âyet
15 Bu kaynakla ilişkisi oranında kişiler şeref not 50.
ve itibar kazanırlar: "Gerçek şeref ve itibar Al­ 18 Yebûr tam da "hiç olmak, sıfıra çıkmak"
lah'a, O'nun Rasulü'ne ve (O'na) inananlara mânasına gelir (40/Furkan: 18, not 25).
sonra bir damlacık hayat suyundan... rında gemilerin dalgaları yararak yol al­
Sonra size (birbirinize) eş olacak cinsel dıklarını görürsün(üz).
bir kimlik vermiştir: hiçbir dişi ne 13 O geceyi uzatarak gündüzü kısaltıyor
O'ndan habersiz hamile kalabilir, ne de ve gündüzü uzatarak geceyi kısaltıyor;
doğum yapabilir. 19
yine O güneşi ve ayı emre âmâde kılmış­
Dahası hiç bir hayat sahibi, O'nun kayıt­ t ı r : her biri belirli bir süre için deveranı­
24

lı yasası dışında 20
ne ömrünü uzatabilir, nı sürdürüyor.
ne de kısaltabilir: Hiç şüphe yok ki bu, İşte sizin Rabbiniz, mülkün tamamı ken­
Allah için çok kolaydır. 21
disine ait olan Allah'tır: O'ndan başka
12 Dahası (O'nun benzerler arasında fark­ yalvarıp yakardıklarmız hurma çekirde­
lılıklar yaratması da zor değildir): İki bü­ ğinin zarı kadar bile bir şeye sahip değil­
yük su kütlesi (bile) aynı olmayabilir: şu dir. 25
14 Onlara yalvarsanız bile sizin yal­
biri tatlı, susuzluğu giderici, içimi kolay; varıp yakarışınızı duymazlar,- duysalar bi­
o biri tuzlu, a c ı . Ne ki her birinden hem
22
le sizin imdadınıza yetişemezler: kıya­
taze balık e t i 23
yersiniz, hem de takı ola­ met günü de kendilerine yakıştırdığınız
rak kullandığınız süs eşyaları çıkarırsı­ ortaklığı reddederler.
nız. Bir de (Allah'ın) lutfundan nasibinizi (Ey insan!) Sana hiç kimse, her şeyden
aramanız ve şükretmeniz için, onun bağ­ haberdar olan (Allah'ın) verdiği türden bir

19 9. âyette büyük kâinat olan âleme ilişkin tan'la, Musa'nın farkı Firavun'la, ibrahim'in
deliller, bu âyette de küçük kâinat olan insana farkı Nemrut'la, imanın farkı küfürle daha iyi
ilişkin deliller birlikte ele alınarak, söz anlaşılmaktadır. Bütün bir yaratılmışlar âlemi
81/Fussilet 53'te ifadesini bulan çift boyutlu farklılıkların içtimaına ve zıtların muhteşem
ilâhi inşaya getirildi. uyumuna dayanmaktadır. Âyette tatlı ve acı
20 Kitâb'm "yasa" karşılığı ile ilgili bkz. su kütlelerinin misal verilmesinin hikmeti,
70/Hûd: 6 not 11 ve 53/Neml: 75, not 74. vahyin çağrısına karşı insanların neden farklı
tepkiler gösterdiğini açıklamak içindir. Zım­
21 Zımnen: ölümün ve hayatın yasalarını yal­
nen: Herşey bu kadar farklı olsun da insanla­
nız O koyar. Bununla beraber O koyduğu yasa­
rın hakikate karşı tavrı tek çeşit mi olsun?
ların mahkûmu değil hakimidir. Bu yasalar üze­
rinde tasarruf yapması O'nun için çok kolaydır 23 Zımnen: lezzetsiz suda lezzetli balık... Eş­
(Tamamlayıcı bir not için bkz. 44/Tâhâ: 21). yadaki zıtların içtimasma ve farklılıkların
muhteşem uyumuna atıf. Bu hakikat, 27.
22 10. âyetteki mekr görünüşle mahiyet ara­
âyette açıkça dile getirilmektedir.
sındaki fark olarak anlaşılırsa, bu âyet ona bir
atıftır. Fakat bu âyet sûrenin başındaki "O ya­ 24 Teshîr için ilk kullanıldığı 55/Sâd: 18 not
ratıkların kapasitesinde, dilediği artışı gerçek­ 12'ye bkz.
leştirir" ifadesi ışığında da anlaşılabilir. Bu du­ 25 Kıtmîr, hurma çekirdeğinin üzerindeki tar­
rumda, 12 ve 13. âyetlerde verilmek istenen tıya gelmeyecek hafiflikteki ince zara verilen
varlığın değişmez yasalarından biri olan "çe­ isimdir. Vahyin "hiçbir şeye sahip değildir"
şitlilik" ve "çift kutupluluktur", iman ve küf­ demek yerine böylesi bir edebi üslubu tercih
rün varlığına da muhatabın bu yasalar çerçe­ etmesi, vahyin sahibinin insan muhayyilesi­
vesinde yaklaşması îmâ edilmektedir. Zira nin çalışma stilini dikkate almasıyla açıklana­
gündüzün farkı geceyle, Âdem'in farkı Şey- bilir.
Nûzûl: 42 Mushaf: 35 42/FÂTIRSÛRESİ 167

haber v e r e m e z ! 26
cu sıcaklıklar, 22 ne de (manen) dirilerle
15 Ey insanlık! 27
Allah'a muhtaç olanlar ölüler bir olurlar. 33

sizlersiniz! Allah'a gelince: O kendi ken­ Şu kesin ki Allah, işitmeyi dileyene işit­
dine yeten sonsuz zenginlik sahibidir, 28
tirir, fakat sen mezardakiler (gibi manen)
(bilakis) her şey O'na hamd ile memurdur. ölmüş olanlara asla işittiremezsin: 23 sen
16 Dilerse sizi ortadan kaldırır ve yerini­ sadece bir uyarıcısın.
ze yeni bir topluluk getirir: 29
17 zira bu 24 Şüphe yok ki Biz seni hakikate sadık 34

Allah'a asla güç gelmez. bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik:


18 Hiç kimse bir başkasının sorumlulu­ zira hiçbir ümmet yoktur ki içlerinden
ğunu yüklenecek değildir; yükü ağır ge­ bir uyarıcı çıkmamış olsun. 25 Eğer seni
len kimse onu taşımak için yardım iste­ yalanlıyorlarsa, unutma ki bunlardan ön­
se, yakını da olsa (bir başkası) onun yü­ cekiler de, elçileri kendilerine hakikatin
künün bir kısmını dâhi taşıyamaz. 30 apaçık delilleriyle, hikmet yüklü sayfa­
larla 35
ve aydınlatıcı vahiy ile geldikle­
Şu bir gerçek ki sen, O idraki aşan bir ha­
rinde yalanlamışlardı. 26 En sonunda in­
kikat olmasına karşın, Rablerine karşı
kârda ısrar edenleri yakaladım: Haydi, in­
derin bir ürperti duyanları ve kulluğun
kâr nasıl olurmuş görsünler bakalım! 36

hakkını verenleri 31
uyarabilirsin; hem
kim arınırsa sırf kendisi için arınmış
27 GÖRMEDİN mi ki Allah gökten suyu
olur: zira bütün yollar Allah'a çıkar.
indirmiştir. Derken, onunla farklı reerde-
19 Kaldı ki ne (gerçeği) görenle görmeyen
ki meyveleri yine Biz çıkarmışızdır. Ve
bir o l u r , 20 ne de aydınlıkla karanlıklar.
32

dağlardan aşan beyaz-kırmızı rengarenk


21 Dahası, ne serinletici gölgeyle kavuru-

26 Ne deney, ne tecrübe, ne keşif, ne cin, ne çeker" hadisini bu âyete arzederek, kasıtsız


melek; hiç kimse ve hiçbir şey... olarak°tahrif edildiği sonucuna varır ve redde­
27 Nida ile ilgili bir açıklama için bkz. 94/Ba­ der (Buhârî, Cenâiz, 32). Bu değerlendirmeye
kara: 21, not 28. göre bunu kabullenmek, bir kimsenin bir baş­
kasının sorumluluğunu yüklenmesi anlamına
28 el-Ğanî: muhtemelen Kur'an'ın iniş süre­
gelir.
cinde ilk geçtiği yer burasıdır. Gına, ihtiyaç­
tan fazlasına sahip olmayı değil, "kendi kendi­ 31 "Salatı ikame"yi bu şekilde çevirimiz için
ne yeterliliği" ya da "başkasına muhtaç olma­ bkz. 44/Tâhâ: 14 not 16 ve ilk kullanıldığı
mayı" ifade eder. Çölde yeterinden fazla var­ 9/A'lâ: 15, not 15.
lık yük addedilirdi. Ancak Araplar yerleşik ha­ 32 Buradaki görme akleden kalple ilgilidir.
yata geçtikten sonra bu kelime "servet birik­ 33 Râzî, 19-22. âyetlerde sayılan unsurların
tirme" anlamını kazanmıştır. Allah'ın el-Ğa­ söz diziminde sesin dikkate alındığı görüşün­
nî olması, O'ndan başka hiçbir varlığın kendi dedir.
kendine yetmediği anlamına gelir.
34 Ya da bi'l-hakkm nâ zamirinden hal oldu­
29 Ya da: "yepyeni bir yaratılışa sahip varlık ğunu varsayarak: "gerçek bir amaçla.."
türü getirir". Halkın farklı anlamları ve ben­
35 Zuhur un bu anlamı için bkz. 74/Nahl: 44,
1

zer bir âyet için bkz. 65/lbrahim: 19-20, not 21.


not 48.
30 Hz. Aişe, "Ölü ailesinin ağlamasıyla azap
36 İnkar'ın mahiyeti için bkz. 91/Hac: 44, not 65.
yollar; ve (zıtlarm) hayranlık verici (uyu­ 31 Sana vahyettiğimiz ilâhi k e l a m , 39
ön­
munu simgeleyen) siyahın her tonu... 28 ceki vahiylerden kendisine kadar ulaşmış
Dahası insanlar, (vahşi) canlılar ve evcil olanları doğrulayan hakikatin ta kendisi­
hayvanlar da (uyumlu) bir farklılığın dir. 40

renklerini taşıyorlar. Elbette Allah kullarının (gidişatından) bi­


işte (kullar da farklılıkta) böyledir 37
ve re bir haberdardır, her şeyi görmektedir.
Allah'a kulları içinde yalnızca (bunun 32 Derken, bu ilâhi kelamı (tebliğ işine)
hikmet ve amacını) bilenler hakkıyla kullarımızdan seçtiklerimizi varis kıl­
saygı duyarlar: çünkü Allah çok üstün ve dık: 41
fakat onların içerisinden kimisi
yücedir, tarifsiz bir bağışlayıcıdır. kendisine zulmeder, kimisi ortalama bir
29 Şüphesiz Allah'ın kelamını tilavet yol tutar, kimisi de Allah'ın izniyle her
edenler, 38
namazı istikametle kılanlar, iyi şeyde öncülük eder: bu, işte budur
ancak verdiğimiz rızıktan gizli ve açık muhteşem zafer! 42

Allah yoluna harcayanlar asla tüketile- 33 Onlar kalıcı mutluluk ve güzelliğin


mez bir kazanç elde etmeyi umabilirler; merkezi olan cennetlere girecekler,- altın 43

30 neticede (Allah) onlara karşılıklarını künyeleri-bilezikleri, inci takıları orada


tam olarak ödeyecek, üstelik kendisinden takınacaklar ve elbiseleri orada tarifsiz bir
bir bağış olarak fazlasını da lutfedecektir: özgürlüğün göstergesi olacak. 44
34 Ve di­
zira O tarifsiz bir bağışlayıcıdır, şükre yecekler ki: "Hüznü bizden gideren Al­
hadsiz hesapsız bir karşılık verendir. lah'a hamdolsun,- gerçekten de Rabbimiz,

37 Kezalike her iki cümleye de dahil olabilir. rumluluğu, onun vefatından sonra ümmetine
38 Tilavet, /'lafızları birbiri ardına dizmek" miras kalmıştır. Kur'an'ın Hz. Peygamber'in
anlamına gelir. Kıraet gibi entelektüel faaliyet şahsı için zikrettiği her fazilet ve ödülü üm­
değildir. Bu yüzden Kur'an okurken Allah'a sı­ meti için de zikretmiş olması bunu pekiştir­
ğınmayı emreden âyetlerde tilavet değil kıraet mektedir (Kıyaslayıp karşılaştırınız: Enbiya:
kullanılır (74/Nahl: 98). Çünkü Şeytan, 107; Âl-i Imran: 110; Fetih: 1-18; Mâide: 3 ;

Kur'an'ı anlama çabasına yönelik kıraeti -tila­ Rûm: 47; Ahzab: 43, 46; Enfal: 62; Mücâdile:
veti değil- saptırır. Kıraet tek kelimede olur, 20,- Hac: 75; Fâtır: 32). Şu takdirde, Hz. Pey­
tilâvet olmaz [Furûk). gamber'in ardından risalet kesintiye uğrama­
mış, sadece ferdi risaletten içtimai risalete ge­
39 Âyetin başındaki ellezi ilgi zamirinin canlı
çilmiştir. "Öyleyse sizler hayra çağıran meşru
özneler için kullanıldığı göz önüne alınırsa,
ve iyi olanı öneren ve kötü ve yanlış olandan
bununla muhatabın Kur'an'a canlı bir özne gi­
da sakındıran bir ümmet olun!" (98/Âl-i Im­
bi bakmasının, tasavvur ve aklını onun inşası­
ran: 104) âyeti bunu ifade eder.
na açmasının amaçlandığı sonucu çıkar.
42 Benzer bir üçlü tasnif ve bu zümrelerin de­
40 Krş. "ve onların doğrusunu yanlışından
ğerlendirilmesi için bkz. 50/Vâkı'a: 8-11, 27,
ayırt edici olarak gönderdik" (108/Mâide: 48).
41 ya da 50/Vâkı'a: 88-94. Bu sonuncuların se­
41 Bir önceki âyetten anlıyoruz ki, "ilâhi ke­ vincini 34. âyet yansıtmaktadır.
lam "a önceki vahiylerden bugüne kalan da da­
43 Gerekçesi için bkz. 58/Ra'd: 23, not 32.
hildir. Bu ilâhi kelamın vârisleri ümmet-i Mu-
hammed'dir (Hz. Ali ve İbn Abbas'tan Taberi). 44 Harîfi "özgürlük" olarak çevirimizin dil­
Buna göre Hz. Peygamber'in vahye ilişkin so- sel gerekçesi için bkz. 32/însan: 12, not 16.
Nûzûl: 42 Mushaf: 35 T Î < g > > t . 42/FÂTIR SÛRESİ 169

tarifsiz bir bağışlayıcıymış, Kendisine ya­ inkârın zararı kendisine olur; zira inkar­
pılan şükre hadsiz hesapsız bir karşılık ve- cıların küfrü Rableri katında sadece alça­
renmiş. 35 O lütfuyla bizi bu (varlığı ve lışlarını artırır,- 48
yine inkarcıların küfrü
güzelliği) kalıcı diyara yerleştirdi: burada (kendileri için) de sadece aldanışlarını ar­
semtimize ne yorgunluk ve bezginlik, ne tırır.
de can sıkıntısı ve bıkkınlık uğrayacak!" 45
40 De ki: "Hiç Allah'ı bırakıp da yalvarıp
36 İnkarda ısrar edenlere gelince: Onlar yakardığınız varlıklar olan şu şirk nesne­
cehennem ateşine mahkûm olacaklar. leriniz hakkında kafa yordunuz mu? Ba­
İzin verilmez ki ölsünler. Dahası azapları na gösterin bakayım, yeryüzünde neyi
kısmen dâhi hafifletilmez: işte Biz her bir yaratmışlar? Yoksa onların göklerjin yö-
nankörü böyle cezalandırırız. 37 Ve onlar netiminjde bir payı mı var? Veyahut on­
orada şöyle feryat figan ederler: "Rabbi- lara bir vahiy indirdik de, kendileri delil
miz! Kurtar bizi! (Söz), daha önce yaptık­ olarak ona mı dayanıyorlar?
larımızdan daha farklı, daha iyi şeyler ya­ Asla! Bu haddini bilmezler, birbirlerine
pacağız!" sadece aldanış vaad ediyorlar.
(Şöyle cevap verilecek): "Size aklını başı­ 41 Şu açık ki, yok olurlar diye gökleri ve
na almaya gönüllü birine yetecek kadar yeri (yörüngede) tutan sadece Allah'tır;
uzun bir ömür vermemiş miydik? Üste­ 46
eğer (yörüngeden) sapmalarına (izin verir­
lik bir de uyarıcı gelmişti! Şu halde (elini­ se), bunun ardından hiçbir güç onları tuta­
zin ürünlerini) tadın; ama kendini kaybe­ maz: ne var ki O cezalandırmada hiç ace­
denlerin hiçbir yardımcısı olmayacağını le etmeyendir, eşsiz bir bağışlayıcıdır.
49

da unutmayın!"
42 Bir de o (inkarcı)lar, kendilerine bir
uyarıcı geldiği takdirde, doğru yolu bul­
38 ŞÜPHE yok ki Allah göklerin ve yerin
makta tüm toplumların önünde yer ala­
gaybî gerçeklerini bilendir; nitekim O,
caklarına dair Allah adına var güçleriyle
göğüslerde saklı en mahrem sırları da bi­
yemin ettiler; fakat onlara bir uyarıcı gel­
lendir.
diğinde ise, bu onların sadece tepkilerini
39 O'dur sizleri yeryüzünde halifeler kı­ artırdı; 43 yeryüzünde kibir ve çirkin bir
lan. 47
Şu halde kim O'nu inkâr ederse bu entrika (düzeni kurdular).

45 Çünkü: "cennet ehli o gün huzur ve neşe uygun bir hayatı orada inşa edesiniz diye.
veren bir meşguliyet içinde olacaklar" (39/Yâ- 48 Kendilerine davet ulaşmadan önce düşük
sîn: 55). "Bu kadar güzellik ve huzurun içinde
bir hayat yaşıyorlardı. Gelen daveti inkâr et­
insanın canı sıkılmaz mı?" muhtemel sorusu­
mekle bu düşüklük bayağılığa dönüştü.
na cevap.
49 Halîm'in türetildiği hilm, tepesi attığında
46 Bu süre, insanın mânevi merkezi olan 'kal­
bin' ve Kur'anî mânada 'ruhun' olgunluk ya­ şiddete başvuran kimsenin (bedevinin) zıddı­
şından söz eden "Olgunluk yaşı olan 40 yaşı­ na, böylesi bir durumda soğukkanlı, makul,
na geldiğinde" (86/Ahkâf: 15) âyeti ışığında sakin, mütehammil davranan medeniyi ifade
düşünülebilir. eder. Bu ismin tecellisini son âyet beyan et­
47 Neden "yeryüzünde"? Yaratılış amacınıza mektedir.
170 42/FÂHR SÛRESİ t _ ^ ^ Nûzûl: 42 Mushaf: 35

Oysa ki her çirkin entrika sadece onu çe­ Nitekim ne göklerde ne de yerde, hiçbir
vireni çepeçevre kuşatır: bu durumda on­ şeyin Allah'ı aciz bırakma imkan ve ihti­
lar, öncekilere uygulanan ilâhi uygulama mali yoktur: çünkü O her şeyi bilir, üs­
dışında başka bir şey mi bekliyorlar? tün ve yüce kudret sahibidir.
Ve sen Allah'ın yasasında bir başkalaşma 45 Eğer Allah insanları yapıp ettikleri yü­
göremezsin,- evet sen Allah'ın yasasında
50
zünden (hemen) hesaba çekecek olsaydı,
bir sapma da göremezsin. yer üzerinde bir tek canlı (insan) bırak­
44 Şimdi onlar hiç yeryüzünde dolaşıp mazdı,- 51
ama onları sonu yasayla belir­
da, kendilerinden öncekilerin nasıl bir lenmiş bir süreye kadar 52
erteliyor,- fakat
akıbete uğradığını görmediler mi? Oysa süreleri dolunca artık anlarlar ki, Allah
ki onların gücü bunlardan daha üstündü. kullarını her daim görüp gözetmektedir.

50 Tebdîl için bkz. 88/Rûm: 30, not 37. na ve ecel üzerine bir açıklama için bkz.
51 Krş. 74/Nahl: 61, not 60. 70/Hûd: 3 not 7.
52 İlâ ecelin musemma'ya verdiğimiz bu mâ¬
Sûre Hz. M e r y e m ' d e n ve oğlu İsa'yı dünyaya getirmesinden ayrıntılı ola-
rak söz ettiği için bu adı almıştır. Bazı rivayetlere göre sûre daha Rasu-
lullah döneminde bu adı a l m ı ş görünmektedir. Buhârî başındaki mukatta'a
harfleriyle anar. Hayli a n l a m l ı olan şudur: Kur'an vahyinin kendisine indi­
ği Hz. M u h a m m e d ' i n annesi hakkında i m a yollu da olsa bir âyet bile bulun­
m a z k e n Hz. İsa'nın annesine 98 âyetlik u z u n bir sûre ayrılmıştır. Y i n e bu
sûre dışında, Hz. M e r y e m ' d e n bahseden onlarca âyet m e v c u t t u r . T e k başı­
na bu bile, vahyin kaynağının Hz. Peygamber'in beşeri kimliğinden bağım­
sız oluşunun ö n e m l i bir göstergesidir. Kur'an'da Hz. M u h a m m e d ' i n kişisel
plandaki en b ü y ü k ıstırap ve sevinçlerinin izine bile rastlanmaz.

Sûre M e k k e ' d e i n m i ş t i r . Bir ç o k sahih rivayete göre bu sûre, Habeşistan


m u h a c i r l e r i n i n lideri ve Hz. Peygamber'in a m c a oğlu olan Cafer b. Ebi T a -
lib tarafından Habeşistan kralı önünde o k u n m u ş t u r . 6. yıla yerleştirilebilir.
T ü m ilk tertiplerde Fâtır-Tâhâ arasında yer alır.

Sûre, Hz. Yahya ile babası Zekeriyya, H z . İsa ile annesi M e r y e m ve Hz. İb­
r a h i m ' i n hayat hikayeleri etrafında gelişen b i r t a k ı m olayları ele alır. Bu yol­
la i l k m u h a t a b ı olan m ü ' m i n l e r i teselli eder. Kendisi de i m a n ı uğruna zor­
lu bir göç y a ş a m ı ş olan Hz. İbrahim'den, nüzul sürecinde i l k defa bu sûre­
de söz edilir. Asıl a m a ç , Hz. Peygamber'in şahsiyetini inşadır. Hz. Yahya ve
Hz. İsa örnek olayları üzerinden, Hz. Peygamber'e, A l l a h ' ı n en b ü y ü k im­
kan olduğu bir kez daha hatırlatılır: "O bir şeyin o l m a s ı n ı dilediği z a m a n
O ' n u n sadece " O l ! " demesi yeterlidir,- zira o şey h e m e n o l u ş u m sürecine gi­
r e c e k t i r " (35).

Sûrede Allah, hep R a h m a n sıfatıyla anılır. R a h m a n i s m i n i n 16 kez geçtiği


bu sûre, iç m û s i k i itibarıyla R a h m a n süresiyle benzeşir. M e r y e m ve Rah­
man, belagatın sesle birlikte zirveye taşındığı i k i sûredir. Kur'an'ın sesi yü­
reğe işleyen en içli sûrelerinden biridir.

iyileri tanrılaştırmak, h e m iyilere h e m iyiliğe ihanettir. Şu âyet bu ihane­


tin perdesini sıyırır: " B u (gibiler), Allah'tan başkalarını, kendilerine statü
ve nüfuz sağlamak için ilâhlaştırırlar" (81). Kur'an'ın sesi en gür âyetlerin­
den biri bu bağlamda gelir: " D o ğ r u s u siz öyle dehşet verici bir iddiada bu­
lundunuz ki; bundan dolayı neredeyse gökler paramparça olacak, yer yarı­
l a c a k ve dağlar toz duman o l a c a k t ı ! " (89-90).

Sûrenin sonlarında, ebedi sevginin Ebedî olanın bahşettiği sevgi olduğunu


söyleyen bir âyet yer alır (96).
172 43/MERYEM SÛRESİ t t > = ^ > > , Nûzûl: 43 Mushaf: 19

RAHMAN RAHÎM LLAH'IN ADIYLA

1 Kâf-Hâ-Yâ-'Ayn-Sâd\ l
ve Sen de Rabbim, onu razı olacağın biri
kıl! "9
2 KULU Zekeriyya'ya, Rabbinin rahme­
2
7 (Melekler seslendiler): "Ey Zekeriyya!
tinin anısına... 3
işte bizler sana adı Yahya olan bir oğlan
3 Hani o Rabbine (içinin) ta derinliklerin­ ç o c u ğ u müjdeliyoruz! (Allah buyuruyor
10

den 4
seslenerek, 4 şöyle yalvarmıştı: ki): "Daha önce hiç kimseyi ona adaş kıl­
"Rabbim! Benden (iş) geçti, kemiklerim madık". 11

eridi, başa ak düştü; ama (ey) Rabbim,


5
8 (Zekeriyya) "Rabbim!" dedi, "Nasıl
sana dua edip de eli boş kaldığım hiç ol­ olur da benim bir oğlum olabilir,- çünkü
madı. 6
eşim kısır, ben ise yaşlılıktan dolayı gücü
5 Ve gerçek şu ki ben, benden sonra ya­ tükenmiş b i r i y i m ! " 12

kınlarımın (yerimi doldurabileceğinden) 9 (Melek): "Öyledir ( a m a ) " 13


dedi, "Rab­
kaygı duyuyorum; üstelik kadınım da
7 8
bin diyor ki: "Bu benim için kolaydır; zi­
kısır: öyleyse, bana kendi katından yeri­ ra daha önce seni de Ben yaratmıştım, oy­
mi dolduracak ehil bir takipçi ver 6 hem;
sa ki sen hiçbir şey değildin!"
bana, hem Yakub oğullarına vâris olsun;
10 (Zekeriyya): "Rabbim!" dedi, "Bana

1 Mânası konusunda sözün tükenmeyeceği bu lanılırken Hz. Yahya doğduktan sonra aynı ki­
harfler, Hz. Peygamber'in vahyi tek bir harfini şiden zevç (eş) diye söz edilir. Çocuğun karı-
dâhi zayi etmeden ilettiğinin şahididir (Bkz: kocayı "eş" yapan fonksiyonuna atıf olsa ge­
7/Kalem: 1, not 1). rektir.
2 Krş. 98/Âl-i Imran: 38-41. Yeni Ahid'de yer 9 Âyet, "Bir ebeveynin çocuğu için en büyük
alan ve Kur'an tarafından reddedilmeyen bilgi­ endişesi ne olmalı?" sorusunun cevabıdır.
ye göre, Hz. Zekeriyya Meryem'in teyzesinin 10 Veya: "Adı dünyalar durdukça duracak, dil­
kocası olur. Mabed'in din hizmetlilerini çıka­ lere destan olacak bir oğlan çocuğu". Yahya,
ran Levililere (Harunoğulları) mensuptu. Ma­
"o hep yaşayacak" anlamına gelir. Ona Al­
bed'in din hizmetlerini gören 24 aileden biri
lah'ın koyduğu bu ilâhi isimle onun genç yaş­
de Hz. Zekeriyya'nın lideri olduğu Abiya aile-
ta bir koç gibi başı kesilerek katledilmesi ara­
siydi (I. Tarihler 23-24).
sındaki bağın sırrı, "yaşamak ve ölmek" kav­
3 Zikr kelimesinin "anı" anlamında kullanıl­ ramlarının tarifinde saklıdır.
dığı başka bir yer için bkz. 62/Kehf: 83.
11 Yeni Ahid Hz. isa'nın ağzından Hz. Yahya
4 Lafzen: "gizlice.." hakkında şu övgü dolu sözü nakleder: "Hiçbir
5 Lafzen: "..baş ihtiyarlık (ateşiyle) tutuştu". anneden Vaftizci Yahya'dan daha iyisi doğma­
6 Hz. Zekeriyya'yı bu noktaya getiren süreç mıştır" (Matta 11:11).
için bkz. 98/Âl-i Imran: 33-37. Duadan önce 12 Hz. Zekeriyya aşkın dünyasında yaptığı
acziyeti itirafın duanın edebinden olduğu öğ­ duayı aklın dünyasına dönünce makul bulma­
retiliyor. mış olacak ki "nasıl" diye soruyor. Bu âyetler
7 Hz. Zekeriyya'nın ardıllarına dair liyakat ve iki dünya arasındaki kod farkına delalet eder.
ehliyet kaygısı için bkz. 79/Enbiya: 89. 13 Bu ibareye Zemahşerî'nin verdiği alternatif
8 Burada ve Âl-i Imran 40'ta imrae (kadın) kul­ bir anlam için bkz. 98/Âl-i Imran: 40, not 27.
Nûzûl: 43 Mushaf: 19 , . ^ 3 ^ , . 43/MERYEM SÛRESİ 173

bir işaret tayin e t ! " 1 4


Yahyâ! İlâhî hükümlere sımsıkı sarıl!"
(Melek) "Senin işaretin t a s t a m a m 15
üç (diye öğüt verdi). Zira Biz ona, daha ço­
gün 16
insanlarla konuşamamandır. 17 cukluğunda derin ve kapsamlı bir muha­
keme yeteneği vermiştik. 13 Ve kendi
11 Derken o, mabetteki inziva hücresin­
katımızdan ince ruhlu bir sevecenlik ve
den 18
çıkarak onlara; "Sabah akşam Rab­
kendini geliştirme yeteneği 20
bahsetmiş­
binizin şanını (ibadetle) yüceltmeye de­
tik; dahası o, sorumluluk sahibi biriydi;
vam edin!" diye işaret e t t i . 19

14 ana-babasma karşı da oldukça iyi dav­


12 (Yahya doğup büyüdüğünde ise) "Ey
ranırdı; nitekim o hiçbir zaman isyankâr

14 Dua eden Hz. Zekeriyya'nın kendisi idi, liriz ki, bu, âyet (mucize ve belge) niteliği ta­
kabul edilince bir belge isteyen de kendisi. şımaz. İkincisi ise iradesine rağmen konuşa-
Zımnen, kalbin tatmini için akim sorduğu bu mamadır ki, bu durumda bir "mucizevi işaret­
tür soruların Allah'a karşı su-i edep olmadığı­ ten" söz edebiliriz. Allahu a'lem.
na delalet eder. Tıpkı Hz. İbrahim'de olduğu 18 Mihrâb: o dönemdeki mabetlerde, kendini
gibi (94/Bakara: 260). ibadete adamış kimselerin içerisinde ibadet
15 Seviyyen: "üç gece/gün"ün sıfatı olması için inzivaya çekildikleri çok basamaklı bir
durumunda anlam tercih ettiğimiz gibi olur. merdivenle çıkılan mekân. Genellikle mabed-
Eğer bu kelime Zekeriyya'nın niteleyeniyse, lerin kemerli duvarlarının içerisine gizlenmiş
bu durumda anlam "..özürsüz olduğun halde olarak inşa edilirdi (Krş: 55/Sâd: 21). Bu ibare
üç gün insanlarla konuşmamandır" şeklinde 'Zekeriyya, hücresinden, ibadet için mabede
olur. Bu alternatif anlam, oğlan çocuğu müjde­ toplanmış insanların huzuruna çıkarak...'
sini alınca dili tutulduğunu söyleyen Yeni şeklinde anlaşılmalıdır.
Ahid'in bu iddiasına (Luka 1:20-22) bir alter­ 19 Hz. Zekeriyya'nın işaret diliyle konuşması
natif teşkil eder. Bu âyetten açıkça Hz. Zeke­ hangi mesajı vermektedir? İki ihtimalden bi­
riyya'nın konuşma özürlü olduğu için değil, rincisi şu: mabette din hizmetlisi olan Hz. Ze­
mucizevî bir işaret olarak konuşamadığı anla­ keriyya, ibadet yaptırdığı insanlara bu üç gün
şılmaktadır. zarfında kendisinin görevde bulunmayacağını,
16 Lafzen: "üç gece". Arap dilinde gün "gece" ibadetlerini kendisi olmadan eda etmeleri ge­
ile telaffuz edilmektedir. Çünkü bu dilin dün­ rektiğini söylüyor. Bu Kur'an'da gördüğümüz
yasında, çevresel şartlar gereği günün en hare­ her açıdan sorumlu ve görevine ölümüne sa­
ketli saatleri geceye tekabül etmektedir. dık Hz. Zekeriyya karakteriyle uyumlu değil­
17 Veya: "Konuşmamandır". Hz. Zekeriy­ dir, ikincisi de şu: Konuşamamasına rağmen
ya'nın kendi yaşlılığına ve karısının kısırlığı­ görevini aksatmayacağını, fakat konuşamama
na rağmen evlat müjdesi alması bir mucizedir. sorununu işaret diliyle aşıp görevini yapmaya
Kendisi bu mucizevî müjdenin gerçekleşece­ çalışacağını söylüyor. Bu ikinci ihtimale göre
ğine dair "ayet" istiyor. Âyet, yani "mucizevî mesaj göreve sadakat ve sorumluluk bilinci­
bir işaret, belge, delil". Bu talebi başkalarını dir. Muhtemelen bu, Hz. Zekeriyya'nın kendi
ikna için" şeklinde tahsis etmek doğru değil­ tercihi olmalıdır.
dir. Zira talebi başkalarıyla birlikte kendisini 20 Zekât'm "artma ve gelişme" kök anlamına
de iknaya yöneliktir. Bu durumda ibareyi "ko­ istinaden. "Sevecenlik" ile karşıladığımız ha-
nuşmama" değil "konuşamama" olarak anla­ nânen, rahmeten'in eşanlamlısı kabul edilse
mak daha açıklayıcıdır. Birincide kendi irade­ de, kural gereği bu ikisi arasında mutlaka bir
siyle girdiği bir "sükut orucundan" söz edebi- fark olmalıdır.
174 43/MERYEM SÛRESİ , l î < g x < , N û z û l : 43
Mushaf: 19

bir zorba olmadı. deme taşf! 25


Hani o ailesinden ayrılarak
15 İşte bu yüzden o, doğduğu gün ilâhi doğu yönünde bir yere çekilmişti. 17 Ola­
güvence ve esenlik kapsamındaydı; öle­ 21 bildiğince kendini onlardan uzak tutup
ceği 22
ve tekrar dirilip kalkacağı gün de sakınıyordu; hal böyleyken ona vahiy
(öyle olacaktır). meleğimizi gönderdik; öyle ki, o ona eli
26

yüzü düzgün bir insan suretinde görün­


16 BU KİTAPTA 23
Meryem'i 24
de gün- dü.

21 Selâmun'un türetildiği es-selm veya sela­ de (önceki) kitapların ölmez yitmez değerleri
met, "tüm görünen ve görünmeyen, niceliğe bulunur" (101/Beyyine: 3) âyetiyle kastedilen
ve niteliğe yönelik her türlü olumsuzluktan de budur. Bütün bu açıklamaların ışığında "bu
koruma ve uzak tutma" anlamına gelir (Râ- kitapta" [fi'l-kitâb) ifadesi, "kıssalardan olu­
ğıb). Selam, özellikle burada, "ilâhi güvence şan bu demet içerisinde" şeklinde anlaşılır.
ve esenlik" anlamına gelir. Bu da sonunda 24 Kur'an'da övgüyle anlatılan başka hiçbir
'ebedi mutluluğu' (cennet) getiren bir hayat kadın adıyla anılmaz. Çünkü Arap kültüründe
demektir. Cennetin bir adının da "selam yur­ saygın makamlarda cariye dışında hür ve say­
du" olduğu hatırlanmalıdır (73/En'âm: 127; gın kadınlar adlarıyla anılmazdı. Kur'an hem
69/Yûnus: 25). ona ve oğluna yapılan iftirayı red, hem de Ro-
22 Yahya, "hep yaşayacak" anlamına geliyor­ ma'nın erkek egemen kültürüne bir cevap ol­
du. Fakat Hz. Yahya, karısı Herodias'ı meşru sun için Hz. Meryem'i adıyla anar. Belki de
olmayan bir yolla alıp bunu meşrulaştırmak Hz. Peygamber'in Hz. Meryem hakkındaki
için kendisine başvuran ve reddedilen Kral büyük övgü ve iltifatları, onun ismiyle anıl­
Herod tarafından kafası kesilerek şehid edile­ masının yukarıdaki arka plandan beslenen
cektir. Bu âyetler Mekke'de indi. Mekke Arap tasavvurunda uyandırması muhtemel
mü'minlerin okulu ve laboratuvarıyda. olumsuz imajı izale etmeyi amaçlıyordu.
Mü'minler o okulda ağır acıların imtihanın­ 25 Lafzen: "an". Bu anma emri, hiç şüphe yok
dan geçerek hayat diplomasını aldılar. Bu ger­ ki gündeme taşıma amacına yönelik bir emir­
çekler hatırlanacak olursa, zımnen söylenen dir. Hem kendi gündemine, hem ilk muhatap­
şudur: Allah bir vererek sınar, bir alarak: Siz ların gündemine, hem de tüm zaman ve ze-
ikisine de hazır olun! minlerdeki muhatapların gündemine. Zira
23 el-Kitab, "bir şeyi bir başka şeyde topla­ gündeme taşınması istenen şahsiyet tarihi bir
mak, bir araya getirmek" anlamına gelir [Me­ figür değil, tüm zamanlarda geçerli değerler
kâyîs). "Yararlı bir anlam ve amaç için parça­ olan iffet ve adamsın sembolüdür. Özünde ta­
ları bir araya getirmek" şeklinde de tanımlan­ şınması emredilen Meryem'in şahsı değil şah­
mıştır. Mesela bir alanda eğitilmiş bir birime siyetidir.
ketîbe denilir. Buna timde yer alan komutan 26 Rûh'un "vahiy" anlamı için bkz. 74/Nahl:
ve askerler dahil olduğu gibi timin kullanaca­ 2, not 5. Ayrıca ruh "vahyin kaynağı" anlamı­
ğı araçlar ve silahlar da dahildir. Mesela Nebe' na da kullanılır (Bkz: 68/İsra: 85). Burada ve
29'da "tasnif" anlamında kullanılır. Belli bir daha başka yerlerde "ruhumuz" ifadesi, vahye
konu etrafında toparlanmış metinlere ya da ya da hayat soluğuna aracılık yapan "meleğe"
farklı konuların kendisinde toplandığı küme­ işaret etmektedir. Ebu Müslim'e göre burada­
lere de kitab adı verilir. Buna göre Kur'an'daki ki ruh Meryem'in rahmindeki ceninin canıdır
ahkâm âyetleri, kıssalar, kıyamet âyetleri bi­ (nkl. Râzî). Ancak, âyetin devamı bu görüşü
rer kitap olarak nitelendirilebilir ki, "içerisin- teyit etmez.
18 (Meryem]: "Senden, O sınırsız merha­ 23 Ve doğum sancısı (tutunacak bir dal
met sahibinin koruyuculuğuna sığını­ arayan Meryem'i) hurma ağacının gövde­
rım!" dedi, "Tabi ki eğer O'na saygı du­ sine doğru sürüklerken diyordu ki:
yup sakınıyorsan!" "N'olaydım, keşke bundan önce öleydim
19 (Melek): "Ben sadece Rabbinin elçisi­ de unutulup gidenlerden o l a y d ı m ! " 29

yim; sana pırıl pırıl bir oğlan çocuğu ar­ 24 Bunun ardından o (hurma ağacının) alt
mağan etmek için buradayım!" dedi. tarafından 30
ona hitaben bir ses geldi:
20 (Meryem): "Nasıl benim bir oğlum "Sakın üzülme! İşte, Rabbin senin (rah­
olabilir ki?" dedi; "Bana hiçbir e r k e k eli
27 minde) olanı şerefli kılmıştır; 31
25 haydi,
değmedi, üstelik ben iffetsiz bir kadın da hurma dalını kendine doğru çekerek sil­
değilim!" kele, üstüne taze ve olgun hurmalar dö­
külsün; 26 sonra da ye, iç, gözün aydın
21 (Melek): "Orası öyledir (ama)" dedi,
olsun! Ve eğer insanlardan herhangi biri­
"Rabbin diyor ki 'Bu benim için çok ko­
laydır; 28
üstelik Biz onu insanlar için ne rastlarsan, o zaman da (işaret yoluyla)

(canlı) bir âyet ve katımızdan bir rahmet de ki: 'Ben O sınırsız merhamet sahibine

kılacağız; zaten bu iş artık gerçekleşmiş oruç 32


adadım: dolayısıyla bu gün insan­

bulunmaktadır." lardan hiç kimseyle konuşmayacağım!"


27 Nihayet, onu alarak kavminin yanına
22 İşte böylece (Meryem) ona hamile kal­
döndü. "Ey Meryem!" dediler, "Doğrusu
dı; bundan dolayı da, (insanların gözün­
sen dehşet bir iş işlemişsin! 33
28 Ey Ha-
den) uzak, kuytu bir köşeye çekildi.

27 Lafzen: "insan.." budur.


28 Zımnen: Allah isterse neler olmaz ki? 35. 31 Veya: "Rabbin senin alt tarafında küçük bir
âyete zımni bir atıf içermektedir. su yürütmüştür". Bir şeyin serâ'sı "en yüce ta-
29 Bu âyet, özellikle Hz. Meryem'i insanüstü- rafı'dır. es-Serv, "yücelik, şeref, saygınlık" (er-
leştirmeye karşı alınmış bir tedbir gibidir. rif'ah) demektir (Râğıb). Tercihimizin gerek­
Onun da her kadın gibi çocuğunu doğal bir bi­ çesi budur.
çimde sancılı bir doğumla dünyaya getirdiği 32 Vahiy sürecinde ilk burada kullanıla savm,
dile getirilmektedir. Bu vurgu, kilisenin çok "tutmak, eylemden el çekmek" anlamına ge­
sonraları Meryem'i beşeri kimliğinden soyut- lir. Bu, kişinin "güdülerini kontrol altına al­
layıp teslise dördüncü bir unsur olarak ekle­ ması, kendini tutması" anlamına gelir. Burada
yen tavrına zımni bir cevap olsa gerektir. olduğu gibi "dili tutmak" ya da Medenî âyet­
30 Ya da: "(Meryem'in) alt tarafından". Ha za­ lerde olduğu gibi "yeme içme arzusunu tut­
mirinin nereye gittiğine bağlı olarak iki anla­ mak" anlamlarını kazanmıştır (Krş: 94/Baka­
ma da gelebilir. Katade, "hurmanın alt tarafın­ ra: 183 ve 106/Ahzab: 35).
dan" şeklinde okumuştur (Taberî). Min edatı 33 Feriyyâ, "dehşete saldı" ya da "ürününü al­
ilgi zamiri olan men şeklinde okunarak "Mer­ dı, derledi, peydahladı" anlamına gelen feri­
yem'in altında bulunan kimse ona seslendi" ye'den [Mekâyîs). Şu anlam da verilebilir:
anlamı da verilmiştir. Ferrâ, her iki halde de "Doğrusu sen peydahladığın bir ürünle gel­
seslenenin melek olduğunu söylemiştir. Tüm mişsin". Bu kökten yola çıkarak, aslı olmayıp
göstergeler Hz. Meryem'in bir bahçede doğum peydahlanan şeylere de aynı kökten gelen ifti­
yaptığı yönündedir. Tercihimizin gerekçesi ra adı verilir.
176 43/MERYEM SÛRESİ ı
N ü z û l : 43
Mushaf: 19

run (soyu)nun kız kardeşi! 34


Senin baban hayatta olduğum sürece ibadeti diriltme­
kötü bir adam değildi, annen de iffetsiz yi 3 7
ve arınmak için verilmesi gerekeni
bir kadın değildi!" vermeyi emretti; 32 bir de anama iyi dav­
29 Bunun üzerine (Meryem) çocuğa işaret ranmayı... Fakat beni azgın bir zorba kıl­
etti. Onlar,- "Biz, daha dünkü bir beşik madı. 33 Nitekim doğduğum gün tam bir
bebesiyle nasıl muhatap oluruz!?" dedi­ ilâhi güvence kapsammdaydım, 38
ölece­
ler. 35
ğim ve yeniden hayata döndürüleceğim
gün de (öyle olacaktır).
30 (İSA) dedi k i : 36
"Ben Allah'ın kulu­
yum: O bana ilâhi vahyi ulaştırdı ve beni 34 İŞTE budur Meryem oğlu lsa çekişip ;

peygamber tayin etti; 31 nerede bulunur­ durdukları konuda söylenecek tek gerçek
sam bulunayım beni kutlu kildi; ve bana söz de (budur)! 39

34 Sami geleneğinde, bir kadını ailesinden bir emrolunduğunu ve zorba kılınmadığını söy­
erkeğe nisbetle anmak ona saygı ve hürmet ler. Bütün bunların "beşik bebesi"nin değil
ifadesiydi. Burada geçen Harun'un, Hz. Mer­ erişkin birinin yapabileceği şeyler olduğu
yem'in bire bir erkek kardeşi olması gerek­ açıktır. Belli ki, genç yaşta peygamberlik veri­
mez. Bu, ailenin geçmişte yaşamış büyük len Hz. İsa, onların gözünde 'ağzı süt kokan
isimlerine nisbetle anılma geleneğinin bir ör­ dünkücük' olarak görülmektedir. Yaşını başı­
neğidir. Kaldı ki Luka'da, Meryem'in teyzesi nı almış Yahudilerin, genç bir insanın kendi­
olan Hz. Zekeriyya'nın karısı Elişa "Harun'un lerine ebedi hakikatleri hatırlatmasını onur
bacılarından biri" olarak anılır (1:5, 36). Yine meselesi yaptıkları açıktır. Zira Kureyş'in Ne-
Luka'da Hz. İsa için "Davudoğlu" (1:32), Mer­ bi'ye tavrı da aynıdır.
yem'in nişanlısı (?) Yusuf için de "Davudoğlu 36 Önceki âyetle bu âyet arasında zamansal bir
Yusuf" diye hitap edilmektedir (1:20). 13. Ka­ farklılık olsa gerektir. Kur'an'ın bu veciz (elip­
bile olan Levililerin büyük atası olarak bilinen tik ve eksiltili) üslubunun örneklerini bir çok
Hz. Harun'a nisbet edilen Meryem'e bir paye yerde görmek mümkündür. Bu iki pasaj arasın­
verilmektedir. da İsa büyümüş, vahiy almış ve tebliğe memur
kılınmış olmalıdır. Âyetin gösterdiği budur.
35 Ebu Ubeyde, bu âyetin yorumunda kâne
yardımcı fiilinin farklı okunuşlarının anlama 37 Salât için ilk geçtiği 9/A'lâ: 15'in ilgili not­
nasıl yansıdığını göstermiş, birinci sıraya ise ların ve ayrıca 108/Mâide: 12 43/Meryem: 59
; ;

"geçmişte kalmış, olup bitmiş bir iş" anlamı­ 44/Tâhâ: 14'ün notlarına bkz.
nı yerleştirmiştir [Mecaz). İşte bu bağlamda 38 es-Selâm için bkz. âyet 15, not 21. Çeviride­
Jcine'nin açılımı olarak gördüğümüz "daha ki "tam bir" ilavesi, belirliliğin yansımasıdır.
dünkü" ifadesini parantez içine almadık. Bir 39 Veya mahzuf bir mübtedanm haberi olarak:
sonraki âyette kendisine peygamberlik veril­ "Bu, Hakk'ın sözüdür" (Taberî). İsa'nın mesa­
diğini söyleyen Hz. İsa'nın, henüz düşünme jı etrafındaki tüm mezhebi ve teolojik tartış­
melekeleri tekamül etmemiş ve hayat tecrü­ maların kökeninde "ilahlaştırma" sapması
besi oluşmamış bir "beşik bebesi" olması dü­ yatar. Teslis İsa'ya inananları birleştirmeyip
şünülemez. Bu yüzden ibarede geçen "beşik ayırmıştır. Teslis gibi tamamen soyut ve kur­
bebesi", lafzî değil kinai olarak anlaşılmalıdır. gusal bir dogmanın nasıl anlaşılacağı konu­
Kaldı ki 31. âyette salat ve zekâtla, emrolun- sunda birbiriyle çatışan mezhepler çıkmıştır
Huğunu, 32. âyette de anasına iyilik yapmakla (İnsanoğlu İsa'ya atıf için bkz. 108/Mâide: 75).
35 Bir çocuk edinmek Allah'a asla yakıştı- Fakat zalimler, o gün aşikar bir biçimde
rılamaz; O mutlak aşkın ve yüce olandır: 40
yoldan sapmış bulunacaklar.
O bir şeyin olmasını dilediği zaman O'nun 39 O halde, her şeyin hükmünün kesin­
sadece " O l ! " demesi yeterlidir: artık o şey, leştiği an olan o derin pişmanlık günü
hemen oluş sürecine girecektir. 41
konusunda onları uyar, zira onlar gaflet
36 Ve (İsa'nın tek dediği şudur): 42
"Hiç içindedirler; dahası onlar (dirileceklerine)
şüphe yok ki benim de sizin de Rabbiniz hâlâ inanmış değiller. 40 Ama bakın; (o
Allah'tır. Şu halde yalnız O'na kulluk gün) yeryüzü ve onun üzerinde yaşayan
edin: budur dosdoğru yol!" herkes yok olacak, geriye tek Biz kalaca­

37 Buna rağmen mezhepler kendi arala­ ğız: 46


nihayet onların tümü Bize döne­

rında ayrılığa düştüler. 43


O halde, büyük cekler.
bir günün sorgusunda 44
(yaşayacakların­
dan) dolayı, inkarda direnen o kimselerin 41 BU KİTAPTA İbrahim'i de gündeme
47

vay hallerine! 38 Bize gelecekleri o günde taşı! 48


Hakikaten o doğruluk ve dürüst­
neler işitip neler görecekler (bir bilsen)! 45 lük abidesiydi, (yani) bir peygamberdi. 49

40 Subhânehu'nun çevirisi için bkz. 68/lsra: 1, sonraki âyet bunu zaten ifade eder (Bkz: Râzî).
not 1. 46 Lafzen: "Yeryüzünün ve üzerinde yaşayan
41 Bu sûrenin anahtar âyeti budur. Kun fe-kân herkesin tek vârisi Biz olacağız". Göklerin ve
yerine fe-yekûn şeklinde muzari fiil gelmesi, yerin mirasının Allah'a ait olması (Âl-i imran:
oluşun olup bitmiş bir iş değil yenilenerek de­ 180), gerçekte Rahman 26'da dile gelen gerçe­
vam eden bir süreç olduğunu ifade eder. Bu sü­ ğin mecazî ve belagatlı bir anlatımıdır.
reç Rahman 29 ışığında anlaşılmalıdır. 47 "Bu kitapta" ibaresiyle neyin kastedildiği­
42 Parantez içi açıklamamız, bağlaç hariç ay­ ne ilişkin bir not için bkz. âyet 16, not 23.
nı ibareyle gelen Âl-i imran 51'e dayanır. Kur'an'ın nüzul sürecinde Hz. İbrahim kıssa­
sının yer aldığı ilk sûre budur. Burada kâfir ba­
43 Peygamberleri hem Yahudice aşağılamaya,
bayla ilişki kesme, Şu'arâ'da akıl yürüterek
hem de Hıristiyan'ca ilâhlaştırmaya bir red.
doğruyu bulma, En'âm'da "batanları sev­
Bu ibare ayrıca, Hıristiyanların tek tanrıcılık­
mem" diyerek halik ile mahluku ayırma, Sâf-
tan çok tanrıcılığa, tevhidden teslise uzanan fât'ta oğlunu kurban etme, Nahl'de uyulacak
çizgide birbirinden çok farklı ve hatta birbiri­ örnek olma, ibrahim'de Mekke ve Kabe'ye ça­
ne aykırı mezheplere ayrılmasına da bir atıf­ ğırma, Enbiya'da ateşle sınanma, Ankebût'ta
tır, ilgili kaynaklara göre Hıristiyanlık içi Lût kıssası bağlamlarında yer alır. Bu bağlam­
inanç guruplarının sayısı altı yüze kadar çıkar. ların tümü de, vahyin ilk muhataplarının du­
44 Veya: "sorgu anı" ya da "sorgu mekânı" ya­ rumlarıyla bire bir alâkalıdır. Hiç biri diğeri­
hut "tanıklığından dolayı" (Râzî). Meşhed kalı­ nin tekrarı değildir.
bının üç anlama da gelebilen yapısına istinaden. 48 Hz. Isa merkezli önceki bölümle Hz. ibra­
45 Görecekleri ve duyacakları karşısında şaş­ him merkezli bu bölümün ortak noktası Allah
kına döneceklerini ifade eden taaccüb kalıbı. tasavvurunun ve tevhid inancının inşasıdır.
Bunu bir "tehdit" olarak anlamak da müm­ 49 "Abidesiydi" yananlamı sıddîkan'da mev­
kündür, ibarenin "Onlara Bize gelecekleri o cuttur. Bu kalıp, taşıdığı anlamın öznede 'çok­
günü işittirmelisin ve göstermelisin" şeklinde ça' bulunduğunu ifade eder. "Yani" parantezi­
de anlaşılabileceği ileri sürülmüşse de, bir nin gerekçesi, her peygamberde bu niteliğin
178 , ; < g > , l , 43/MERYEM SÛRESİ ? > ; < g > ; , Nüzul: 43 Mushaf: 19

42 Hani o babasına "Ey babacığım!" de­ min olsun ki seni öldüresiye taşa tuta­
mişti, "Niçin işitmeyen, görmeyen ve rım! Şimdi gözümün önünden kaybol ba­
senden hiçbir bir zararı def edemeyen kayım!"
şeylere kulluk ediyorsun?" 50
47 (ibrahim:) "Sen sağlıcakla kal!" dedi,
43 "Ey babacığım! inan ki bana, sana "Seni bağışlaması için Rabbime yalvara­
ulaşmamış olan hakikat bilgisinden bir cağım,- çünkü O, bana karşı oldukça lü­
53

pay ulaşmış bulunuyor,- 51


öyleyse bana tuf kârdır! 48 Artık hem sizden, hem de
uy ki, seni dosdoğru bir yola yönlendire­ sizin Allah'ı bırakıp da yalvarıp y a k a c ı k ­
yim!" larınızdan uzaklaşacağım; ve (sizin için)
44 "Ey babacığım! Şeytan'a kulluk et­ Rabbime yalvarmayı sürdüreceğim,- uma­
me! 5 2
Hatırla ki Şeytan, O rahmet kayna­ rım, Rabbime duamdan dolayı mahrum
ğına isyan eden biriydi!" olmam. 54

45 "Ey babacığım! O rahmet kaynağın­ 49 En sonunda onlardan ve onların Al­


dan gelecek bir azabın sana dokunmasın­ lah'ı bırakıp da taptıklarından uzaklaşın­
dan endişe ediyorum; işte o zaman Şey- ca, Biz ona ishak ve Yakub'u armağan et­
tan'm bir dostu da sen olmuş olursun!" tik 55
ve onların her birine de peygamber­
lik verdik,- 50 dahası onlara rahmetimizi
46 (Babası): "Ey ibrahim! Yoksa sen be­
bahşettik; nihayet onları doğruluğun ve
nim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun?"
hakikatin yüce dili yaptık. 56

dedi, "Eğer buna bir son vermezsen, ye­

bulunduğunu söyleyen Hadid sûresinin 19. olarak ölüp gitmiş biri için dua etmemesini is­
âyetidir. Kâne sıddîkan ibaresinin 'mu'teriza tediğini yine Mumtehane 4'ten anlıyoruz. Sö­
cümlesi' olduğuyla ilgili bir açıklama için zün özü: Her peygamber bir şefkat pınarıdır.
bkz. Keşşaf. Bir âdem bir âlem diye yola çıkarlar ve bir âde­
50 Hz. ibrahim'in hitabındaki incelik ve neza­ min ebedi saadetini bir âleme bedel bilirler.
kete dikkat. Hatanın sahibini hedefe koymak 54 Bu ibare "Umarım (size) duamdan dolayı
yerine hatayı hedefe koyuyor. Söylemini kö­ Rabbimle aram açılmaz" anlamına gelebilece­
tülük ile kötülüğü yapanı ayırma üzerine bina ği gibi, "duam Rabbim tarafından karşılıksız
ediyor. Eğer sonuç alınacaksa, bu şekilde daha bırakılmaz" anlamına da gelebilir. Tercihimiz
kolay alınacağını biliyor. Dahası sapana ça­ Hz. ibrahim'in bu endişesini haklı çıkaran
mura düşmüş altın muamelesi yapmak gerek­ Tevbe 114'le daha bir uyum arz etmektedir
tiğini öğretiyor. Aynı hassasiyetin aynı kıssa (Bir önceki nota bkz).
üzerinden yansıdığı bir yer için bkz. 66/Sâffât: 55 Evlat sahibi olması kendisine dünyada ve­
93, not 35.
rilen maddi ve dünyevi ödüllerin en büyüğüy­
51 O bilgiye ulaşmak uğruna Hz. ibrahim'in dü, bu çocukların peygamber kılınmaları on­
sarfettiği çaba için bkz. 73/En'âm: 76-78. ları manevî ve uhrevî bir ödüle dönüştürdü.
52 Zımnen: Allah'a kul olmayan, başka neye Zımnen: Allah'ı tercih ettiği için zarar etmek
kul olursa olsun Şeytan'a kul olmuştur. şöyle dursun, daha dünyadayken bu tercihinin
53 Hz. ibrahim babasına dua sözü vermişti karşılığını gördü.
(109/Mumtehane: 4). Buradaki duası o sözün 56 Yani: "Doğruluğu ve hakikati başkalarına
bir parçasıydı. Fakat bu dua kabul edilmediği ulaştıracak yüksek bir anlatım yeteneği ve üs­
gibi, Allah'ın peygamber babası da olsa kâfir tün bir dil verdik". Bu ibarenin klasik tefsirin
51 BU kitapta Musa'yı da gündeme taşı! meyi 61
ve arınmak için ödenmesi gere­
Gerçekten o da müstesna ve seçkin biriy­ ken bedeli ödemeyi emrederdi; ve o da
d i ; o da vahiy yoluyla haber alan elçiler­
57
Rabbi katında hatırı sayılan biriydi.
dendi 58

52 Hani, ona (Sînâ) Dağı'nm sağ tarafın­ 56 BU kitapta İdris'i 62


de gündeme taşı!
dan nida etmiş ve onu bir özge söyleşi Elbet o da doğruluk ve dürüstlük abide­
için vahyimize yaklaştırmıştık; 59
53 ve siydi, (yani) bir peygamberdi. 57 Ve biz
63

ona rahmetimizin bir nişanesi olsun için, ona da yüce bir konum bahsetmiştik.
kardeşi Harun'u peygamber kılarak (yar­
dımcı) yapmıştık. 60
58 İŞTE bütün bunlar, Allah'ın kendileri­
ne nimet verdiği peygamberlerden (sadece)
54 BU kitapta İsmail'i de gündeme taşı! bir kısmi; (yani) Âdem'in neslinden,
Şu bir gerçek ki, o da sözü özü doğru bi­ Nuh'la birlikte taşıdıklarımızın neslinden
riydi; ve bir haberci, bir peygamberdi. 55 ve İbrahim ve İsrail'in neslinden olup,
Ve yakınlarına Allah dâvasına destek ver- doğru yolu gösterdiğimiz ve seçtiğimiz
kimselerden bazılarıdır: ne zaman O rah-

tercihi olan alternatif bir anlamı da "Doğru­ 15'in ilgili notuna bkz. (Ayrıca krş. 94/Bakara:
luklarını dillere destan yaptık" olabilir. Fakat 3 43/Meryem: 59; 44/Tâhâ: 14, ilgili notlar).
;

Zemahşerî'nin de isabetle belirttiği gibi Lisân 62 İdris ismi Kur'an'da bir kez daha (79/Enbi-
burada "söz, söylem, ifade" gibi dilin aracılık ya: 85) geçer, ibn Mes'ud, ibn Abbas, Mücahid
yaptığı konuşma gücü yerine mecaz olarak ve Dahhak bu ismin Sâffât 123'te geçen Ilyas
kullanılmıştır (Benzer bir kullanım ve 94/Ba­ peygamberin diğer bir adı olduğu yorumunu
kara 124'le irtibatlı muhtemel daha başka bir yapmışlardır. 58. âyette "Âdem'in neslinden"
anlam için bkz. 51/Şu'arâ: 84, not 49). denilmesi, Hz. Idris'in çok daha erken dönem­
57 Tercihimiz, muhlas okuyan Küfe kıraatına de yaşamış bir peygamber olduğu anlamına
göredir. Yok eğer Basra kıraati olan muhlis'i gelir. "Idris llyas'tır" sonucunu üreten klasik
esas alırsak, mana "kulluğunda saf ve samimi, yorumlara dayalı "yeniden doğuş" söylemi de
halis muhlis" olur. Hz. İsa merkezli Meryem mesnetsizdir. Bu yorumlar onun Eski Ahid'de-
sûresinde Hz. Musa'nın seçilmişliği şu mana­ ki Hanok'la özdeşleştirilmesinden kaynaklan­
ya gelir: diğer peygamberler de İsa gibi seçil­ mıştır. Idris ismi "ders, öğrenim, bilgi "ye de­
miş peygamberlerdi ve hepsi de ölümlüydü. lalet eder. Bazı çağdaş müfessirler Mısırlılarca
sonradan tanrılaştırılan bilge kişi Osiris'in
58 Buradaki kullanımdan nebî ile rasul arasın­
Arapçalaşmış şekli olduğu görüşündedirler.
da, nitelik değilse bile nicelik ve görev farkı
Kadim hikmetin babası olarak bilinen Her-
bulunduğu sonucuna varılabilir (91/Hac: 52,
mes'in (trismegistos) Hz. Idris olduğu yorum­
bu sonucu pekiştirmektedir). Değilse, nitelik
larını ismin delaleti de doğrular gibidir. Bir
açısından her rasul nebi, her nebi rasuldür. sonraki âyetteki yüce konum da, Hz. Idris'in
59 Ya da: "..onu endişeden kurtararak vahyi­ hikmetin babası oluşunu teyit eder. Taberî
mize yaklaştırmıştık" (Krş: Râzî). TariMnde Allah Rasulü'nden "kalemi ilk
60 Parantez içi açıklama, Hz. Musa'nın duası yontanın Idris nebi" olduğuna dair bir rivayet
ve onun kabulünü bildiren âyetlere dayanır nakleder (I, 174). Allah en doğrusunu bilir.
(51/Şu'arâ: 13 ve 40/Furkan: 35). 63 Çevirimizin gerekçesi için bkz. âyet 41,
61 Salât için iniş sürecinde ilk geçtiği 9/A'lâ: not 49.
met kaynağının âyetleri kendilerine okun- lar. 63 Sorumluluk bilincine ermiş olanla­
sa, (hepsi de) gözyaşları içinde yere kapa­ rı mirasçı kılacağımız cennet işte budur.
narak (teslimiyetlerini sunmuşlardır). 64

59 Derken onların ardından öyle bir ku­ 64 VE (melekler der ki): "Biz yalnızca

şak geldi ki, ibadetin içini boşalttılar ve Rabbinin emriyle ineriz: Hem bize açık

dünyevi zevklerin peşine düştüler,- 65


işte olup bilebildiğimiz, hem de bizden gizli
70

bu yüzden gelecekte derin bir düş kırıklı­ olup bilemediğimiz ya da bu iki durum

ğı yaşayacaklar. 66
arasında bulunan her şeyin 71
sahibi
O'dur: ve senin Rabbin asla unutacak de­
60 Ancak hatadan dönen, Allah'a iman
ğildir. 72
65 O, göklerin yerin ve bunlar
eden ve salih amel işleyenler müstesna.
arasmdakilerin Rabbidir: O halde yalnız
İşte bunlar cennete girecekler ve en ufak
O'na kulluk et ve O'na kulluk ederken di­
bir haksızlığa uğratılmayacaklar. 61 O
rençli ve sebatlı ol! Hem, adı O'nunla bir­
rahmet kaynağının kullarına söz verdiği,
likte anılmaya değer başka biri mi v a r ? 73

insanın kavrama kapasitesini aşan bir ger­


çeklik olan mutlak mutluluk ve güzelli­ 66 Buna karşın insan kalkıp " N e yani"
ğin merkezi cennetler 67
(onların olacak): der, "ölümümün ardından gün gelip tek­
ve her halükarda O'nun sözü yerini bula­ rar mı diriltileceğim?"
caktır. 62 Orada mutluluk tebriki dışın­ 68
67 Peki ama, insan hatırlamaz mı ki hiç­
da asla boş bir söz işitmeyecekler; ve on­ bir şey değilken kendisini de Biz yarat­
lar orada sabah a k ş a m 69
rızıklandırılacak- mıştık? 74

64 Secde için bkz. 71/Yusuf: 4, not 8. hikaye tarzında geliyorsa "Mutluluk tebriki",
65 Lafzen: "..salatı zayi ettiler". Salâtm din­ konuşma tarzında geliyorsa "Mutluluklar!"
darlık ve ibadet manası için bkz. 108/Mâide: ve "Esenlikler!" şeklinde anlaşılmalıdır.
58, not 70 ve ilk geçtiği 9/A'lâ: 15, not 15. 69 Yani: "..sürekli.."
Âyette namazı zayi etmekle dünyevî zevkle­ 70 Lafzen: "önümüzde, açık seçik olan şeyler"
rin (şehvetin) peşine düşme arasında hem se- anlamına gelen deyimsel bir ifadedir (Krş:
bep-sonuç ilişkisi, hem de ardışıklık bağı ku­ 56/A'râf: 17, not 13).
rulmaktadır. Zımnen: namazı zayi eden şehe­
71 "Bu iki durum arasında bulunan her şey"
vi güdülerine esir olarak cezasını çeker.
ile, varlığını bildikleri halde meleklerin dâhi
66 İbn Abbas'm ğayyen'e verdiği manaya da­ mahiyetine vakıf olamadıkları şeyler ve olay­
yanarak (Taberî). Ğayy, dilde sonunda yapana lar kastedilse gerektir.
dönen kötülüğü ifade eder. Zıddı sahibini kur­ 72 Bu âyet Buhârî ve diğerlerinin derlediği ün­
taran iyilik manasmdaki reşad'dır. Buna göre lü bir habere göre Hz. Peygamber'in vahiy me­
ibarenin anlamı "gelecekte hayırla değil şerle leğinden daha sık vahiy istemesi ve buna en­
karşılaşacaklar", şeklinde olur. Bu soyut kav­ gelin ne olduğunu sorması üzerine inmiştir.
ramlar, birtakım rivayetlerin de yardımıyla
73 Zımnen: Mertebesi ne kadar yüce olursa
somutlaştırılarak cehennemde yer alan birta­ olsun, hiçbir ölümlünün adı O'nunla birlikte
kım mekânların ismi olarak yorumlanmıştır. anılamaz. (Bir örnek için bkz. 114/Tevbe: 62
67 Cennâtu 'adn için bkz. 58/Ra'd: 23, not 32. ve not 76).
68 Selâmen, cennetlikler için geçtiği yerlerde 74 Krş. 88/Rûm: 27 39/Yâsîn: 79.
;
Nûzûl: 43 Mushaf: 19 43/MERYEM SÛRESİ
*>=ZS£=** • • n=^$c^=f^

68 Madem öyle, Rabbine andolsun ki on­ linciyle hareket etmiş olanları (oraya
ları Şeytanlarla bir araya toplayacağız,- 75
düşmekten) kurtaracağız; fakat kendileri­
ardından cehennemin etrafında perişan 76
ne kötülük edenleri orada perişan bir hal­
bir halde getirteceğiz; 69 sonra her toplu­ de bırakacağız. 79

luktan, O rahmet kaynağına karşı kimin


daha azgın ve sapkın olduğunu seçip or­ 73 NE Kİ, hakikatin apaçık belgeleri olan
taya çıkaracağız,- 70 hem Biz, kimin ce­
77
âyetlerimiz ne zaman kendilerine ulaştı-
henneme yaslanmayı en çok hak ettiğini rılsa, küfürde ısrar edenler imanda sebat
elbet daha iyi biliriz. edenlere şöyle sorarlar: "Bu iki guruptan

71 Başka yolu yok; (siz ey cehennemlik­ hangisi konumca daha üstün ve hangisi
ler] mutlaka her biriniz oraya varacaksı­ daha hatırlı bir çevreye m e n s u p m u ş ? " 80

nız: bu Rabbinin katında kesinleşmiş bir 74 Halbuki Biz onlardan önce de nice uy­
hükümdür. 78
garlıkları helake uğrattık; 81
onlar varlık
72 En sonunda, (hayatta) sorumluluk bi- ve görkem açısından daha öndeydiler. 82

75 Zımnen şöyle anlaşılabilir: İnsan neyi me­ miz bu alternatif anlama göre vâriduha, her­
leke haline getirmişse İlâhî huzura onunla çı­ kesin takdim edileceği fakat sadece cehen­
kacaktır. Meleke haline gelen iyilikler insanın nemliklerin gireceği bir "uğrak noktasını" ifa­
bir bakıma meleği, meleke haline gelen kötü- de eder. Cehennemi hâk etmeyen kimseler,
lüklerse insanın bir bakıma şeytanı olacak. girmek için değil görmek için uğrayıp geçe­
76 Cisiyyen, "dizler üzerine sürünmek" ma­ cekler. Zımnen, bununla onlara "tercihinizin
nasına gelir. Sorumsuz bir hayat yaşayanların sizi ne büyük bir badireden kurtardığını görün
âhiretteki "rezil ve rüsva" durumlarına bir işte!" denilmiş olacak. Bu takdim sırasında
gönderme olduğu açıktır.' günahla kirlenmiş ve oraya kiriyle gelmiş
77 Yani: Kötülükte kimin öncü kimin artçı ol­ olanları, cehennem kirlerinden arındıracak.
duğunu, kimin bilinçli kimin bilinçsiz işledi­ Nihayet cennet tertemiz olanların buluşma
ğini... yeri olacak.
78 İbn Abbas ve İkrime'ye uyarak "Ve (siz ey 79 Bkz. âyet 68, not 75.
cehennemi hak edenler!) Başka yolu yok, si­ 80 İki gurup: Biri sorumlu diğeri sorumsuz iki
zin her biriniz oraya mutlaka varacaksınız!" ayrı hayat tarzı, iki ayrı duruş, iki ayrı algı bi­
şeklinde okunabilir. Bu okuma âyetin önce­ çimi...
siyle de uyumludur. Tercihimiz hem bu uyu­
81 Kam, belli bir zamanda yaşayan insanların
ma hem de mü'minlerin cehennemin uğultu­
toplamına işaret eder. "Nesil" ya da "kuşak"
sunu bile işitmeyeceklerini ifade eden Enbiya
diye de çevrilebilecek olan bu terimin ulaştığı
102-103 gibi âyetlere dayanır. Buna şöyle bir
itiraz yapılabilir: Bu durumda bir sonraki en geniş anlam "uygarlık"tır.
âyetle bu âyet arasındaki irtibat kopmaktadır. 82 Ahlâkî değerlerin yerini çıkarların ve fiyat­
Bu itiraz 72. âyetle bu âyet arasındaki anlam ların aldığı, bencilliğin yüceltilip fedakârlığın
bütünlüğünün yanında, cennetliklerden söz göz ardı edildiği, insanın ve eşyanın Allah'la
eden "böyleleri cehennemden uzaklaştırıla­ olan bağının koparıldığı, daha "iyi" olanın ye­
caklar" (79/Enbiya: 101) âyetinin medlulüne rini daha "iri" olanın aldığı, hayatı gerçek an­
de uygun görünmektedir (Krş: 79/Enbiya: 99, lam ve amacından koparan her uygarlık bu
101; 77/Zümer: 61; 10/Leyl: 17). Tercih ettiği­ âyetin kapsamına girer.
182 43/MERYEM SÛRESİ t t Nüzul: 43 Mushaf: 19

75 De ki: "Sapıklığın içine dalan kim dile getirdiği (servet ve evlat) Bize kala­
olursa olsun; O rahmet kaynağı onun sü­ cak,- ve kendisi huzurumuza yalnız ba­
85

resini uzattıkça uzatsın! Ta ki kendileri­ şına çıkacak.


nin tehdit edildikleri şeyi -ister (bu dün­ 81 Bu (gibiler), Allah'tan başkalarını,
ya] azabı olsun, ister Son Saat olsun- gö­ kendilerine statü ve nüfuz sağlamak için
rünceye kadar... işte o zaman, kimin ko­ ilâhlaştırırlar. 86
82 Ama hayır! Aksine
numca daha kötü ve ordu bakımından (âhirette) onlar kendilerine yönelik tüm
daha zayıf olduğunu öğrenecekler.
tapınmaları reddedecekler ve berikilerin
76 Öte yandan Allah, doğru yola yönelen aleyhine zillet ve utanç delili olacaklar. 87

kimseleri doğru yolda sebatlı kılar,- ve (in­ 83 (Ey insan!) Küfrü tabiat haline getiren­
sanoğlunun) verimli ve kalıcı ürünleri olan lerin üzerine, (içgüdülerini) kışkırttıkça
erdemli ve yararlı davranışları, senin Rab­ kışkırtan şeytanları musallat ettiğimizi
binin katında hem değer olarak daha iyi, görmez m i s i n ? 88
84 Şu halde, onlara kar­
hem de kazanç olarak daha üstündür. şı harekete geçmek için acele etmene ge­
77 Küfre saplanmış olan, üstelik "Servet rek yok: şu kesin ki Biz onların günlerini
ve evlat elbette bana verilecekti!" diyen tek tek sayıyoruz.
kimseye baksana b i r : 83
78 o, kendisine 85 O gün (gelince), O rahmet kaynağının
gaybm sırlarının açıldığını mı düşünü­ huzurunda, sorumluluk bilinciyle kuşan­
yor; yoksa O rahmet kaynağının katında mış olanları ağır konuklar olarak toplaya­
(muteber olan) bir sözleşme mi yaptı? cağız. 86 Fakat günaha gömülüp gitmiş
79 Kesinlikle hayır! Biz onun söyledikle­ olanları bir sürü gibi cehenneme doğru
rini kaydedeceğiz ve onun cezasını uzat­ süreceğiz. 89
87 (îşte o gün) O Rahmet
tıkça uzatacağız,- 84
80 ve onun (gururla) kaynağıyla yaptığı (iman) sözleşmesine

83 Servete emanet değil mutlak mülkiyet ola­ günü; aslında onu değil kendini yüceltme ar­
rak bakan sorumsuz akıldan söz ediliyor. zusu taşıdığını,- zaten yüce olanın sırtından
84 Nemuddu'nun türetildiği emedde fiili genel­ nüfuz ve statü kazanmak istediğini ifade eder.
likle olumsuz şeyler için kullanılırken, aynı fii­ 87 Buradaki dıdden'in ne manaya geldiği tartı­
lin mücerret formu medde daha çok olumlu şılmıştır (Bkz: Taberî). Bizce bu kelime akla
şeyler için kullanılır (Krş: 50/Vâkı'a: 30; gelen ilk anlamı olan "zıddına, tersine, aksi­
58/Ra'd:3 59/Tûr: 22 ayrıca bkz: îtkân II, 308).
; ; ne" şeklinde anlaşılmalıdır. "Neyin zıddına?"
85 Bu sûrenin 77. âyetinden yola çıkarak. sorusunun cevabı, bir önceki 81. âyettedir:
"Her şeyin mirasının Allah'a kalması", insa­ "statü ve nüfuz beklentilerinin aksine zillet
nın fani Allah'ın baki olduğu gerçeğine bir ve utanç delili olacaklar", işte bu gerekçeyle
göndermedir. "zillet ve utanç delili" yananlamını parantez
içine alma gereği duymadık (Krş: Râzî).
86 Tüm aşırı yüceltmelerin ve ilâhlaştırma te­
şebbüslerinin temelinde yatan zaafın harika 88 insanın iradeyle sınanmasına bir atıf olan
bir ifadesi. Yüce olanı yüceltme teşebbüsü bir bu âyet, 65/İbrahim 22 ışığında anlaşılmalıdır.
sütredir. Bu sütre birtakım zaafları saklar. Me­ 89 VirJ'in sürünün suya götürülmesiyle ilgili
sela: Gerçekte yüceltirmiş gibi yapanın, ken­ manası için bkz. 70/Hûd: 98, not 118. Zımnen:
disini özne yücelttiğini de nesne olarak gördü- Kalabalıkların peşine takıldıkları, özgün bir ki-
sadık kalanlar dışında, hiç kimse şefaate onların her biri Kıyamet Günü O'nun hu­
nail olamayacaktır. 90
zuruna tek başına çıkacaktır.
88 Bir de çıkıp "O rahmet kaynağı kendi­
sine bir oğul edindi" dediler: 89 doğrusu 96 İMANDA sebat eden, o imanla uyum­
siz öyle dehşet verici bir iddiada bulun­ lu bir hayat yaşayan kimseler var ya: O
dunuz ki; 90 bundan dolayı neredeyse sonsuz rahmet kaynağı onlar için tarifsiz
gökler paramparça olacak, yer yarılacak bir sevgi var edecek. 91
97 işte sadece bu
ve dağlar toz duman olacak! 91 O rahmet yüzden Biz onu senin (konuştuğun) dil
kaynağına bir oğul isnat etmek ha!.. 92 aracılığıyla kolaylaştırdık ki, sorumluluk
İyi ama, O rahmet kaynağının bir oğul bilinci taşıyan kimseleri onunla müjdele­
edinmesi olacak şey değil ki! 93 Hem yip sorumsuzca savrulanları da uyarasın
göklerde ve yerde olan herkes, O rahmet diye. 98 Zira Biz onlardan önce nice uy­
kaynağının huzuruna sadece ve sadece garlıkları helak etmişizdir: sen onlardan
bir kul olarak çıkacaklardır. 94 Doğrusu herhangi birinin varlığını hissediyor, ya
O, onların tümünü derin bir bilgiyle ku­ da onların adından bir tek çıtırtı olsun
şatmış ve tek tek saymıştır. 95 Sonunda duyabiliyor m u s u n ? 92

silik edinemedikleri, özne değil nesne oldukla­ ise Vedûd olanın zatî tecellisi olarak muhata­
rı için, âhirette de kendilerine bir tutam otun bın cevherine tecelli eder. Bu açıdan bu ikin­
peşine takılan sürü muamelesi yapılacaktır. cisi "müebbed muhabbeti" ifade eder. Burada­
90 İman Allah'la sözleşmedir ve kişinin imanı ki sevgi iman ve sâlih amelin meyvesi olan
ve ameli onun şefaatçisidir. sevgidir. Ebu Müslim bu âyeti "Allah onlar
için cennette sevdikleri (şeyleri) var edecek"
91 Vedûd olandan yansıyan, ilâhi yardıma
şeklinde anlar (nkl. Râzî). Bu yorumda üstadın
mazhar, Allah'ın ödülüne layık, bir bakıma
mensup olduğu meşrebin belirgin bir rolü var­
"mukaddes" bir sevgi. Ücret istemeyen Pey­
dır. Zira kendi isimlendirmesiyle "Tevhid ve
gamber'in meveddet istemesinin gerekçesi de
Adalet" ehli, hasımlarının isimlendirmesiyle
budur (82/Şûrâ: 23). Vahiy dinin illeti ve sebe­
Mutezile, Allah-kul arasındaki ilişkiyi "sev­
bi olan sevgiyi hubb, sonuç ve meyvesi olan
giyle" izah etmeye pek sıcak yaklaşmamıştır.
sevgiyi vudd ile ifade eder. Yine hubb da vudd
Oysa ki Allah-kul ilişkisinin ekseni "meved­
da ca 'lî fiille geldikleri zaman (burada geldiği
det ve muhabbettir". Alah'ıbilmenin, tanıma­
gibi), Allah'tan o sevginin almabilmesinin se­
nın ve dâhi anlamanın yolu, O'nu O'na layık
bepler âlemine bağlı olduğu ve hak edilmeden
bir sevgiyle sevmekten geçer. Nasıl ki düşün­
verilmeyen bir sevgi olduğu anlaşılır. İster ca'l
ister halk fiiliyle Allah'a nisbet edilsin, her iki ce mantık vasıtasıyla yol alırsa, duygu da sev­
durumda da hubb Allah'ın fiilinin bir tecellisi gi vasıtasıyla yol alır.
olarak muhatabın vasfına ve eylemine, vudd 92 Zımnen: Allah'tan kopan her uygarlık,
kendi yok oluş fermanını imzalar.
Q û r e adını birinci âyetinden alır. " E y i n s a n ! " a n l a m ı n a gelen T â h â (ilgili
^ n o t a bkz.), bazı müfessirlere göre bir ç o k sûrenin girişinde gelen mukat­
ta'ât harflerinden biridir.

Sûre M e k k î d i r . İbn İshak ve D â r a k u t n î gibi i l k kaynaklar Hz. Ö m e r ' i n ima­


n ı n a bu sûrenin vesile olduğunda hemfikirdir. Bu olayı esas aldığımızda, sû­
renin iniş z a m a n ı peygamberliğin 6. y ı l m a t e k a b ü l e t m e k t e d i r . Sûre Mer-
y e m - Ş u ' a r â ' veya M e r y e m - V â k ı ' a arasına yerleştirilir. M e r y e m 96 ile bu sû­
renin 3 9 . âyeti arasındaki bağ dikkat çekicidir. Bu, sûrenin zamanıyl a ilgili
dış bağlamdan bir delildir. Bir b a ş k a delil de sûrede ele a l m a n M u s a kıssa-
sıdır. Bu kıssanın anlatıldığı sûreler içinde Hz. M u s a ' n ı n hayatında yaşadı­
ğı süreçlerin t ü m ü n ü anlatan t e k sûre budur (diğerleri, A'râf, Şu'arâ', Kasas,
Y û n u s , M ü ' m i n , N â z i ' â t ve Bakara).

Konusu, idbar ve ikbal zamanlarıyla Hz. M u s a ve Isrâiloğullarmm serüve­


nidir. M a k s a d ı tarihte y a ş a n m ı ş örnekler üzerinden ilk muhataplarına ders
v e r m e k t i r . Hz. M u s a ' n ı n risaletle görevlendirilmesi, o ana kadar A l l a h ' ı n
lutfuna mazhar olması, kucağında yetiştirildiği M ı s ı r sarayına en sonunda
peygamber olarak gönderilmesi ve Firavunu davet e t m e s i ayrıntılı olarak
anlatılır. Sûrede " i n k a r d a d i r e n m e " şeklinde özetleyebileceğimiz Firavun
ve k a v m i n i n tavrıyla, " İ m a n d a n sonra s a p m a " şeklinde özetleyeceğimiz Is-
râiloğullarının Y a h u d i l e ş m e süreci birlikte ele alınmıştır.

M ü t e a k i p âyetler, b u i k i boyutlu a n l a t ı m ı n a m a c ı n a uygun olarak h e m ilk


m u h a t a b ı olan müşriklere, h e m de m ü ' m i n l e r e hitap eder. M ü ş r i k l e r e " F i -
r a v u n l a ş m a y ı n " , m ü ' m i n l e r e " Y a h u d i l e ş m e y i n " uyarısında b u l u n u r (99¬
112). Aslında bu pasajlar arasında yer verilen  d e m - Ş e y t a n kıssası da (115¬
127), ö n c e k i örnekleri açıklayıcı mahiyettedir. Y a n i insan t e k i ya da toplu­
lukları A l l a h ' ı n çağrısına uymazlarsa s o n u ç t a Şeytan kendilerini yoldan çı­
karacaktır. Ne var ki bu bazen sapıklıkta direnme b i ç i m i n d e , bazen de hak­
tan sonra sapıklığa y ö n e l m e b i ç i m i n d e gerçekleşecektir. Ş e y t a n ' m  d e m ' i
yoldan çıkarışı, " a t a l a r d i n i n i " savunan Firavun'a ve firavunvari her düşün­
ceyi red içindir. Ç ü n k ü Â d e m - Ş e y t a n kıssasının hedefi, ataları h a k i k a t i n
referansı olarak alan düşünceye " a t a l a r da y a n ı l ı r " itirazını y ö n e l t m e k t i r .

Sûre, yaratılış a m a c ı n a uygun bir hayatı inşa e t m e k l e görevlendirilen insa­


na, vahyin " i l â h i bir inşa p r o j e s i " olduğunu hatırlatır. B u n u n i ç i n de, birbi­
rinin m u k a b i l i olan zikr (hatırlama) ve nisyan (unutma) kavramlarını sık
kullanır (Bkz: 3, 14, 3 4 , 4 2 , 4 4 , 52, 8 8 , 9 9 , 113, 115, 124).
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 EY İNSAN! 2 Biz bu ilâhi hitabı sana


1
Göklerde, yerde, bu ikisi arasında ve top­
zorluk çekip mutsuz olasın diye indirme­ rağın bağrında ne varsa O'na aittir.
5

dik; 3 yalnızca Allah'ın sevgisini yitir­


2
7 Düşünceni ister yüksek sesle dile getir
6

mekten korkan kimselere bir uyarı olsun (ister getirme); unutma ki O, gizli (düşün­
için (indirdik): 4 yeri ve yüce gökleri ya­
3
celeri) bildiği gibi, ondan daha gizli (duygu­
ratan Zat tarafından indirilmedir bu! 5 O ları) da bilir. 8 Allah... O kendisinden baş­
7

rahmet kaynağı ki, mutlak hükümranlık ka ilâh bulunmayandır; en güzel nitelikler,


makamına sadece O kurulmuştur. 4
6 tüm mükemmellikler O'na mahsustur. 8

1 Tâhâ, başta İbn Abbas olmak üzere Müca- 5 İlk anlamı "nemli toprak" olan serâ'nın bağ­
hid, İkrime, Said b. Cübeyr, Dahhak, Katade rında sakladığı canlı ve organik dünyayı çağ­
ve Hasan Basrî gibi ilk otoriteler tarafından rıştıran vurgusu, çeviriye "bağrında" karşılı-
"Ey insan!" anlamında alınmıştır. Kelimenin ğıyla yansımıştır.
Nebatça ya da Süryanice'de bu anlama geldiği 6 Kavi bu bağlamda "düşünce" vurgusu taşır
aynı isimler tarafından vurgulanmıştır. Bu gö­ (Krş: 62/Kehf: 39).
rüşe katılan Taberî, tâhâ'mn Akk lügatinde 7 5ırr, insanın "bilip de gizledikleri" olduğuna
"ey insan" mânasında kullanıldığını söyler. göre, "daha gizli-saklı" anlamına gelen ah/â,
Başta Ferrâ olmak üzere, Küfe dil okulu da bu sıradan daha derinlerde olmalıdır. Âyetin giri­
görüştedir. Bazı müfessirler tâ-hâ'mn mukat­ şiyle birlikte ele aldığımızda birinci tür gizle­
ta'ât harflerinden olduğu görüşündedir. Basra ri dile getirilmesi kolay olan düşünceye, ikin­
dil okulu ve onun ünlü ismi Ebu Ubeyde, ıs­ cisini dile getirilmesi çok daha zor olan duy­
rarla bu görüşü savunur. Fakat Taberî, eski guya hasretmek yanlış olmayacaktır. Zımnen:
Arap şiirinden verdiği örneklerle karşıt görüş­ Allah seni senden iyi bilir ve bu yüzden seni
leri çürütür. Hiç kuşkusuz buradaki "ey in­ senin şerrinden de korur.
san" hitabı ilk muhatabın şahsında vahye mu­ 8 el-Esmau'l-Husnâ kullanıldığı dört yerde de
hatap olan her insanadır. tahsis lâm'ı ile gelir. Mükemmelliğin Allah'a
2 Teşkâ, "saadetin zıddı" anlamındadır (Râ- mahsus olduğunu ifade eder (diğerleri için
ğıb). Yalınkat bir "meşakkat" değil, "mutlulu­ bkz. 68/lsra: 110; 56/A'râf: 180 ve 102/Haşr:
ğu azaltan" ya da "yok eden" vurgusu taşır. 24). Terkipteki esmâ'nm tekili olan ism, vesm
Zımnen: Ey İnsan, Biz Kur'an'ı senin mutlulu­ (işaret) ve sumuv (yücelik) köküne nisbet edi­
ğun için indirdik! lir. Birincisi ilâhî esmanın teşbîhî boyutuna,
ikincisi tenzîhî boyutuna delalet eder. "Yü­
3 Haşyet için bkz. 94/Bakara: 74 not 131;
celtme" mânasındaki sumuv, aslında soyutla­
69/Yûnus: 62, not 83. Allah'tan korkmak, kor­
mayı da ifade eder. Zira soyutlama, şeyleri id­
ku terbiyesine sahip olmaktır. Korkuya tutsak
rak düzeyine yüceltmedir. Elbet bu içkin var­
olmamanın en iyi yolu budur. İnsanın korku­
lıklar için geçerlidir. Ama Allah gibi sonsuz ve
sunu sadece Allah istismar etmez. Bir önceki
mutlak varlık hakkında konuşmanın önünde­
âyette bahsedilen mutluluğa ulaşmanın bede­
ki en büyük engel dildir. Dilin katı mekaniği,
li işte bu haşyettir. Mutlak Varlık hakkında konuşmayı sınırlar.
4 'Arş, "otorite ve hükümranlıktan" kinaye­ Bunu aşmanın tek yolu vardır: mecaza başvur­
dir. Kur'an'da Allah için geçtiği her yerde mak. İşte vesm kökü burada devreye girer ve
âlemlerin yaratılışıyla ilgili bağlamlarda kul­ Allah'ın esmasının O'nun niteliklerine ancak
lanılır (Bkz: Mân III, 145). mecazen delalet edebileceklerine işaret eder.
9 Musa'nın yaşadıklarından haberin var mış vadidesin! 13
13 Ve Ben seni (elçi) ola­
mı? 9 rak seçtim,- bundan böyle artık sana vah-
10 Hani o ateş türü cazip bir ş e y 10
gör­ yedileni dinle! 14

müştü de, ailesine hemen "Durun, bekle­ 14 "Gerçek şu ki Ben. evet Ben Allah'ım!
yin!" demişti; "Benim gözüme ateş türü Benden başka ilâh yoktur: artık sadece
bir şey ilişti; belki size ondan bir tutam Bana kulluk et ve adımın anılıp şanımın
kor getiririm veya ateşin etrafında bir yol yücelmesi için tüm destek ve çabanı se­
15

gösterici bulurum". ferber e t . 16


15 Çünkü, her ne kadar son

11 Fakat ateşe yaklaşınca ona (gaipten) saati (herkesten) gizli tutmuşsam d a , 17

"Ey Musa!" diye seslenildi; 11


12 "Benim, herkese çabasının karşılığı verilsin diye

Ben! Senin Rabbin! Şimdi ayakkabılarını Son Saat kesinlikle gelecektir."

çıkar! 12
Çünkü sen iki kez kutsal kılın­

9 Necm ve A'lâ'daki atıfları saymazsak, Isrâi- sından oldukça zengin bir çağrışıma ("destek,
loğullarının Mısır'dan çıkış öncesi ve sonrası­ yardım, yardım çağrısı, davet" gibi), hem de bi­
nı birlikte ele alan tek sûre budur. ri diğerinin içerisinde yer alan anlam katman­
10 Belirsizlik çeviriye "tür" olarak yansımış­ larına ("dua, namaz, ibadet, dindarlık" gibi) sa­
tır (Bkz: İtkân II, 291). "Cazip" karşılığı, ânes- hiptir. Ekim emri "kalktı" anlamına gelen ka­
tu'nun nazartu ve raeytu'den farklı olarak ün- rne kökünden türetilmiş geçişli bir fiildir ve
siyet kurulan, yakmasından korkulmayan "kaldır, istikamet ver, yükselt" lafzî anlamla­
"ışık türü" bir ateş olmasındandır. rının yanında "dirilt, gücünü seferber et" gibi
mecazi anlamlara da sahiptir. Adının yüceltil­
11 "Gaipten" açıklaması nûdiye fiilinin meç­
mesi için kulun desteğini seferber etmesi em­
hul yapısına dayanır. Meçhul fiil kullanımı,
ri, Muhammed sûresinin 7. ve Âl-i Imran sûre­
muhatabın dikkatini failden çok fiilin kendi­ sinin 52. âyetleri çerçevesinde anlaşılmalıdır.
sine çevirmeyi amaçlar. Zaten salât m sık kullanıldığı anlamlardan bi­
12 Yani: "Yalınayak başı kabak" mazmunu­ ri olan "namaz" da, Allah'ın adını yüceltmek
nun ifade ettiği bir iddiasızlık içinde gel! için desteğini seferber edecek olan mü'minin
13 Veya tuven'i vadinin ismi sayarak: "Mu­ inanç sisteminin omurgasıdır ve mü'min Al­
kaddes Tuva Vadisindesin". "iki kez "in mâ­ lah karşısındaki has ve esas duruşunu bu
nası, hem Hz. ibrahim hem Hz. Musa aynı 'omurga' sayesinde gerçekleştirebilir. Sözün
bölgede vahiy aldığı içindir. özü namaz: insanın Allah karşısındaki esas du­
ruşudur. Tercih ettiğimiz anlamı, bir sonraki
14 Yani: Vahyin amacını anla!
âyet doğrudan destekler.
15 Zikr, hem "anmak" hem de "şanını yücelt­ 17 Veya, kâde'ye tam fiil (Krş: 71/Yusuf: 76)
mek, namını yürütmek" mânasına gelir (Bkz: anlamı vererek: "Son Saat kesinlikle gelecek­
79/Enbiya: 10, not 13). tir,- herkese çabasının karşılığı verilsin diye
16 Sala f m türetildiği kök anlam olan es-salâ, onun zamanını gizli tutmak istiyorum" (Ebu
insanın baş kökünden kuyruk sokumuna ka­ Müslim'den Râzî). Alternatif bir anlam ola­
dar dik durmasını ve oturmasını sağlayan rak, ibn Mes'ud bu ibareyi, "Zamanını nere­
omurgasına veya oyluklarına verilen isimdir deyse (kendimden) dâhi gizleyecektim" şek­
[Lisân ve Tâc). Kur'an'da salât çokanlamlı bir linde yorumlamıştır. Bu âyetin nasıl anlaşıl­
kelimedir (Msl. 108/Mâide: 12,58,106; 70/Hûd: ması gerektiği etrafındaki görüş ayrılıklarının
87; 43/Meryem: 59 vd.) Salât, hem derinlik açı­ ilk nesle kadar uzandığını ifade eden Taberî,
16 BU hakikate inanmayıp da bencilce 22 "Şimdi de elini koynuna sok! Her tür
arzularının tutsağı olan kimse seni yo­ kusurdan arınmış olarak, bir başka mu­
21

lundan alıkoymasın,- aksi halde kendi de­ cize olarak bembeyaz çıkacaktır,- 23 ki bu
ğerini düşürmüş olursun. 18
sayede, sana en büyük mucizelerimizden
17 VE (o ses devam etti): "Nedir o sağ birini gösterebilelim..." 22

elindeki ey Musa?" 24 "(Artık) Firavun'a git, çünkü o iyice


18 (Musa) "Bu? Benim değneğim!" dedi, azgmlaştı!" 23

"Ona yaslanırım, onunla davarlarıma 25 (Musa) şöyle dua etti: "Rabbim! Göğ­
yaprak silkelerim,- tabi ki benim için işe süme genişlik ver 26 kolaylaştır işimi; 27
yaradığı başka yerler de var!" düğümü çöz dilimden; 28 ki anlasınlar
19 (O ses) "Onu yere bırak ey Musa!" dedi. beni! 24

20 Bunun üzerine (Musa) onu yere bırak­ 29 "Bana yakınlarımdan yükümü payla­
tı. Bir de ne görsün: o değnek bir yılan tü­ şacak birini görevlendir,- 30 (Mesela) Kar­
rü. . . 1 9
hızla akıyor... deşim Harun'u! 25
31 Onun sayesinde gü­
cüme güç kat! 32 Görevimden bir pay da
21 (O ses) "Onu al ve sakın korkma!" de­
ona ver 33 ki, zaten yüce olan adını çok
di, "Biz onu ilk haline geri döndürece­
daha yüceltelim,- 34 ve Seni sürekli ana­
ğiz." 20

İbn Abbas'm tercihini öncelikli olarak verir. sıyla aşar. Ve insanı aciz bırakan olağanüstü­
Biz de onu tercih ettik. Tercihimiz uhfîhâ şek­ lük, bazen görende gerçekleşir bazen görülen­
lindeki okumaya dayanmaktadır. Eğer ehfiye- de. Âsâ-yı Mûsâ mucizesinin görülende ger­
hâ kıraati tercih edilirse, ihfâ kökünün hem çekleşmesine Nemi 10'daki su'bân, görende
"gizledi" hem de "açığa çıkardı" şeklindeki gerçekleşmesine ke-ennehâ cânnun (o sanki
zıt anlamlı yapısı ortaya çıkar (Ferrâ). küçük ve çevik bir yılan gibiydi) ibaresi dela­
let eder. Allahu a'lem.
18 Bu âyet, kıssa içerisine yerleştirilmiş bir
uyarı levhası gibi doğrudan muhataba hitab 21 Eski Ahid'dekine benzer "sedef hastalığı"
etmektedir (Krş: Mukatil). Terdâ, "değeri dü­ türü iddiaları red için. (Bu mucizenin veriliş
şük olmak, değersiz olmak" anlamındaki re- hikmeti hakkında bir açıklama için bkz:
daer'ten türetilmiş bir kelimedir. 53/Neml: 12, not 16.)

19 Belirsiz form nev' vurgusuyla yansımıştır. 22 Benzer bir biçimde Hz. Peygamber'e göste­
Burada hayye olarak cins ismiyle anılan yılan rildiği ifade edilen mucizeler için bkz. 68/lsra:
A'raf 107 ve Şu'ara 32'de "iri ve büyük" 1 ve 26/Necm: 18.
(su'bân), Nemi 10 ve Kasas 3l'de "küçük ve 23 Firavun'un azgınlığı için bkz. 67/Kasas: 38
çevik" (cânn) şeklinde nitelenmiştir (Açıkla­ ve 48/Nâzi'ât: 24.
ma için bkz. 53/Neml: 10). 24 Bu dört âyetin Allah Rasulü'nün hayatın­
20 Sîratehe'l-ûlâ: "İlk haline"... Bu istisnai daki karşılığı 6/Şerh süresidir. Bu âyetler, söz
terkip, eşyanın halleri yasasına delalet eder. ile öz arasındaki doğrusal bağlantıya delalet
Aynı zamanda mucizelerin esrarlı tabiatına eder. Zımnen: Öz genişlemeyince sözün düğü­
dair ipucu verir. Bu durumda eşya, ilâhi müda­ mü çözülmez; düğümü çözülmemiş söz baş­
hale sonucu bir halden diğer hale geçmiş olur. kalarının düğümünü çözemez.
Kendi koyduğu yasaların mahkûmu değil ha­ 25 Bu talebin iletişim kurmakla ilgili daha so­
kimi olan Allah, bir alt yasasını bir üst yasa- mut bir gerekçesi için 67/Kasas: 34'e bakınız.
lım: 35 Kuşku yok ki Sen, bizi daima gö­ Daha sonra yıllarca Medyenliler arasında
rüp duruyorsun!" yaşadın; 32
en sonunda takdirimiz gereği
36 (Rab| dedi ki: "Doğrusu Ey Musa, işte (bu noktaya) geldin ey Musa! 41 Zira seni
istediklerin sana verilmiştir; 37 ve zaten kendim için seçip yetiştirmiştim: 42 (İm­

geçmişte bir kez daha sana (bu şekilde) ik­ di) sen ve kardeşin verdiğim mucizevi
belgelerle yola çıkın; sakın ola adımı (yü­
ramda bulunmuştuk. 26
38 Hani ilâhi me­
celtme) konusunda 33
ihmalkar davran­
sajı annene şöyle iletmiştik: 39 "Onu san­
mayın! 43 Siz ikiniz doğruca Firavun'a
dığa koy, ardından da o sandığı suyun akın­
gidin, çünkü o pek azdı! 44 Fakat ona ko­
tısına bırak; akıntı onu kıyıya ulaştıracak­
nuşurken yumuşak bir üslûp kullanın!
ta; Bana düşman olan ve ona da düşman
(O zaman) belki söz dinler, ya da en azın­
olacak olan biri ona sahip çıkacaktır." 27

dan (daha ileri gitmekten) çekinir.


İşte Ben, seni daha (o zamandan) katım­
dan bir muhabbetle kuşatmıştım k i , 28
45 O ikisi "Rabbimiz!" dediler, "doğrusu

gözlemimiz altında yetiştirilesin diye. 29


biz, bize aşırı şiddet uygulamasından ve­
ya daha da azgınlaşmasından korkarız."
40 O zaman kız kardeşin de takip etmiş
ve onlara "Size, ona bakabilecek birini 46 (Allah) "Korkmayınız!" dedi, "Şu ke­
göstermemi ister misiniz?" demişti. En sin ki Ben sizinle birlikteyim; her şeyi
sonunda seni annene geri kavuşturduk ki, duyuyor ve görüyorum. 47 Haydi, artık
onun da gözü aydın olsun ve üzülmesin... ona gidiniz ve deyiniz ki: "Biz ikimiz
Derken (erişkin biri olunca) tuttun bir ca­ Rabbinin elçileriyiz; artık Isrâiloğulları-

na kıydın,- fakat Biz seni bu tasadan da


30
nın bizimle birlikte çıkıp gitmesine izin

kurtarmıştık; y a n i 31
seni bir sınavdan di­ ver onlara yaptığın işkenceye de derhal
;

ğerine deneyip durmuştuk. bir son v e r ! 34


Doğrusu biz sana Rabbin-
den bir belgeyle gelmişiz; sonuçta gerçek

26 Geçmişteki ikram, devamında anlatılacağı eder, ama ne? Kullanılan kelimenin kip ve
gibi, Hz. Musa'nın Firavun'un soykırımından kök mânasının da yardımıyla biz bu farkı
kurtarılması olsa gerektir (67/Kasas: 7-13). "maharetli bir usta gibi kendi kendini yetiştir­
27 Bu âyetlerde özet geçilen Hz. Musa'nın ha­ mek" şeklinde anlayabiliriz.
yatına dair çizgiler 67/Kasas: 3-22'de ayrıntılı 30 Hz. Musa'nın nübüvvetle noktalanan sürecini
olarak anlatılır. İlk muhataplara bu kıssa üze­ başlatan ölümlü kaza için bkz. 67/Kasas: 15-21.
rinden verilen mesaj açıktır: Allah vardır, im­
31 Vav'ın 'beyaniyye' vurgusuyla.
kansız diye bir şey yoktur. Her Firavun'un bir
Musa'sı vardır. Bir toplum Musa'yı hak etmiş­ 32 Saraydan sürüye, prenslikten çobanlığa ge­
se, Allah onu Firavun'un sarayında da olsa ye­ çerek, Hz. Şuayb'in hocalığında 10 yıllık özel
tiştirir. Bu hakikat Hz. Peygamber'in dilinde eğitimin ibret verici kıssası için bkz. 67/Ka­
şöyle ifadesini bulacaktır: "Allah dinine, bir sas: 22-28.
fâsık eliyle dâhi yardım eder". 33 Zikr kavramının farklı bir edatla fakat ay­
28 Bir önceki sûrenin 96. âyetiyle bu âyet ara­ nı anlamdaki kullanımı ve bu şekildeki çevi­
sında belirgin bir bağlantı vardır. rimizin gerekçesi için bkz. 14. âyet, not 15.
29 Enbete yerine suni'a kullanılması, Musa ile 34 Firavun'un soykırımı "zulmün en kötüsü"
Meryem arasındaki yetişme farkına delalet idi (Bkz: 94/Bakara: 49).
kurtuluş, O'nun yolunu izleyenlerin ola­ yaptı,- ve orada sizin için yolları O açtı,-
caktır. 48 Bir de unutmayın ki, (büyük) yine gökten yağmuru O indirdi. İşte bu
azabın hakikati yalanlayan ve ondan yüz sayede onunla envai çeşit bitkilerden çift
çevirenlerin üzerine olacağı bize vahyo- çift ürünler çıkarmışızdır; 54 siz de bes­
38

lunmuştur." lenin, hayvanlarınızı da besleyin: 39


Şüp­
49 (Firavun): "Kimmiş bakayım sizin hesiz bütün bunlarda, sahibini kötülük­
Rabbiniz ey Musa?" dedi. ten koruyan bir akla sahip olanlar 40
için
alınacak dersler vardır. 55 Biz sizi (top­
50 (Musa): "Bizim Rabbimiz her şeyin ya­
raktan) yarattık, yine ona döndüreceğiz;
ratılışını takdir edip, sonra da onu yaratı­
ve oradan bir kez daha çıkaracağız. 41

lış amacına yöneltendir." 35

51 (Firavun): "İyi a m a " dedi, "ya önceki


56 DOĞRUSU Biz (Firavun'a) mucizevi
kuşakların durumu ne olacak?"
belgelerimizin her türünü gösterdik; fa­
52 (Musa): "Onların ne olacağının bilgisi kat o yalanladı ve küstahça yüz çevirdi.
Rabbim katında bir yasaya bağlı kılın­
57 (Firavun) dedi ki: "Sen, sihrinle bizi
m ı ş t ı r : benim Rabbim ne yanılır, ne de
36

yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin ey


unutur" dedi. 37

M u s a ? 58 Fakat şunu da bil ki biz de sa­


42

na, benzer bir sihirle karşılık vereceğiz.


53 O, SİZİN için yeryüzünü bir beşik
Haydi, şimdi bizimle senin aranda kamu-

35 Allah şaheseri olan insanı yaratmakla kal­ 39 Hayvanlan beslemekle ilgili ahlâkî bir çağrı­
mamış, yaratılış amacını da göstermiştir şım için krş. 87/Zâriyât: 19, ilgili nota bakınız.
(62/Kehf: 37). 40 Nûhâ, Kur'an'da insanın akletme yetene­
36 Yargıç değil davetçi olduğunu aklından çı­ ğiyle ilgili kullanılan kelimelerden biridir. Ke­
karmayan Hz. Musa Firavun'un tuzağına düş­ limenin kökeninin de gösterdiği gibi "iyiyi
müyor. Allah'ı tanıyor, O'nun yanılmaz ve kötüden ayırdıktan sonra kötü olandan nehye-
unutmaz oluşunun kendisine yettiğini söylü­ den akla" delalet eder [Lisân ve Tâc).
yor. 41 Bu âyette insanın yaratılışı bitkilere benze­
37 Bu diyalog vahiyle gücün karşılaşmasını tiliyor. Bu benzetmenin daha açık yapıldığı bir
temsil eder. Bu türden bir karşılaşma bu âyet­ âyet için bkz. 64/Nûh: 17. Bu pasajın özeti şu­
lerin indiği zaman diliminde Fatıma bt. Hat- dur: Allah her şeyi bir amaç için yaratsın da,
tab ve kocası Said b. Zeyd ile, gücü temsil en güzel kıvamda yarattığı insanı amaçsız mı
eden Ömer b. Hattab arasında geçti. Birincile­ bıraksın?
rin Musa rolü oynadığı bu karşılaşma, 42 Hakikat ve adalet çağrısını güvenlik tehdi­
Ömer'in teslim oluşuyla sonuçlanmıştı. Bu di gibi algılayarak gündem saptırmak. Zul­
sonuçta en büyük pay işte bu sûrenindi. mün iktidarını sallayan Hz. Musa'ya yöneti­
38 Üçüncü tekil kipinden (o) aniden ikinci ço­ min "Vatan elden gidiyor!" taktiğini kullan­
ğul kipine (biz) geçen söylemdeki bu farklılaş­ ması bunun göstergesi. Firavun bunu söyler­
ma, bazı müfessirleri son cümlenin öznesinin ken, geçmişte tek tanrı inancına sahip Ahne-
de farklı olması gerektiği sonucuna götürmüş­ ton'un hanedanlık tarihinde yaptığı tevhide
tür. Bunlardan biri olan Râzî, bu cümleyi Hz. dönüş hamlesini îmâ ediyor da olabilir (Bkz:
Musa'ya ait olarak yorumlamıştır. 78/Mü'min: 28, not 22).
ya açık bir mekânda, iki tarafın da caya-
43 getirerek tek saf halinde üzerlerine gidin;
mayacağı bir buluşma zamanı tayin zira bugün galip gelen taraf, 48
kesin bir
et!" 4 4 başarı kazanmış olacaktır."
59 (Musa) dedi ki: "Buluşma zamanınız 65 (Sihirbazlar): "Ey Musa!" dediler, "Sen
bayram günü; tam da halkın toplandığı mi atarsın, yoksa ilk atan biz mi olalım?"
kuşluk vakti olsun!" 66 (Musa): "Hayır!" dedi, "(Önce) siz
60 Hemen ardından Firavun görüşmeyi atın!"
sona erdirdi ve tüm numaralarını hazırla­ Bunu yapar yapmaz, onların ipleri ve so­
dıktan sonra (buluşma zamanı) çıkagel- paları, yaptıkları sihirden dolayı ona akı-
di. 45
yormuş gibi göründü; 67 işte bu yüzden
49

61 Musa onlara "Size yazıklar olsun!" di­ Musa, içinde bir ürperti hissetti.
ye çıkıştı; "Allah'a karşı yalan uydurma­ 68 Ona "Korkma!" dedik, "Şüphe yok ki
yın; böyle yaparsanız, O size kökünüzü sonunda üstün gelecek olan sen olacak­
kurutacak bir ceza verir: zaten O'na iftira sın, elbette sen! 69 Şimdi sağ elindeki
eden daha baştan kaybetmiştir." (asa)yı at, onların yaptıklarını silip süpü­
62 Derken, (Firavun ve yandaşları) arala­ recektir,- çünkü onların yaptığı, sihirbaz­
rında tartışarak planlarını yaptılar, fakat ların gözbağcılığından başka bir şey değil.
bunu gizlediler; 46
63 diyorlardı ki: "Bu Kaldı ki, bir sihirbaz ne amaç güderse
ikisi, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp gütsün, 50
asla kalıcı bir başarı elde ede­
çıkarmak ve sizin oluşturduğunuz ideal mez. 51

yaşam tarzınıza son vermek isteyen bü­ 70 Nihayet sihirbazlar secdeye kapana­
yücülerden başkası değil! 64 İşte bu ne­
47
rak dediler ki: "Biz Harun ve Musa'nın
denle, tüm hile ve tuzaklarınızı bir araya Rabbine iman e t t i k ! " 52

43 Tüm çağrışımlarıyla "eşit, eşdeğer" anlamı­ 48 Lafzen: "kimse.."


na gelen suven, söz konusu mekânın statüsü­ 49 Yuhayyelu ileyhi min sihrihim cümleciği,
nün her iki tarafa da avantaj sağlamayan nite­ hem sihrin aldatıcı tabiatına hem de bunun
liğine işaret etse gerektir (Krş: Taberî ve Râzî). bir gözbağcılık, yani illüzyon olduğuna delalet
44 Mev'id, "buluşma yeri, zamanı, buluşma" eder. A'râf 116, "insanların gözlerini bağladı­
anlamlarına gelebilir. Birincisi ayrıca yer aldığı lar" der. Güce tapınmaya dayalı zalim iktida­
için seçenek dışıdır. Bir sonraki âyetten "za­ rın içeriği olmayan kof bir imaja dayandığına
man" vurgusunun öncelendiği anlaşılmaktadır. işaret eder.
45 Bu sihirbazların dönemin en yetkin bilim 50 Bu mânayı Râzî'ye borçluyum.
adamları olduğu hatırlanmalı. Yönetim ulu­ 51 Zımnen: İmaja ve güç gösterisine dayalı ya­
feyle bilginler sınıfını zalim iktidarına payan­ lanın hakikat karşısında bir sopalık canı var.
da yapmak istiyordu. Güneş karanlığa ne yaparsa, hak da batıla onu
46 İllüzyon için özel düzeneklere ve teknik yapar.
sistemlere delalet eder. 52 Pazarlıksız imanın tarihi örneklerinden bi­
47 Bu âyet Firavun ve yandaşlarının tüm der­ ri. Bu imanın farkı bilgiye dayalı olması. Onlar
dinin sınıf tahakkümünü devam ettirmek ol­ büyüyü mucizeden, yalanı gerçekten, imajı ha­
duğunu gösteriyor. kikatten ayırabilecek bir bilgiye sahip oldukla-
71 (Firavun) "Demek siz, benden izin al­ 74 ŞÜPHE yok ki, kim Rabbine günaha
madan ona inandınız ha?" dedi; "Öyle batmış bir halde kavuşursa kendisini ce­
anlaşılıyor ki size sihri öğreten baş usta­ hennemin beklediğini unutmasın! Orada
nız bu olmalı. Fakat dönekliğinizden do­ ne tam ölebilir, ne de tam yaşayabilir. 57

layı 53
kesinlikle ellerinizi ve ayaklarınızı 75 Ama kim de (sahibine] erdemli işler
keseceğim; ve topunuzu götürüp hurma yaptıran bir iman ile kavuşursa, işte en
kütüklerine asacağım: böylece hangimi­ yüce makamlar onların olacaktır: 76
zin cezasının daha şiddetli ve kalıcı oldu­ mutluluğun üretildiği, 58
zemininden ır­
ğunu iyice anlamış olacaksınız!" 54
makların çağladığı, girenin bir daha çık­
72 Onlar şöyle cevap verdiler: "Senin madığı cennetler... işte bu da, arınan
tehditlerine kapılıp da asla bize gelen ha­ kimselerin ödülüdür.
kikatin apaçık delillerine ve bizi yaratana
sırt dönmeyeceğiz; ne karar verirsen ver, 77 VE DOĞRUSU Biz Musa'ya şöyle
umurumuzda değil; nasıl olsa senin ka­
55 vahyetmiştik: "Kullarımla birlikte gece­
rarın sadece bu (fani) dünya hayatında ge­ leyin yola koyul, onları denizin ortasında
çerlidir! 73 Şu kesin ki biz, hatalarımızı kuru bir yola vur arkanızdan yetişirler
;

ve senin bizi icra etmeye zorladığın sihir diye endişe etme, hepsinden öte (Al­
türü şeyleri bağışlaması için Rabbimize lah'tan gayrı kimseden] k o r k m a ! " 59

gönülden inanıp güvenmişiz: Zira Allah 78 Derken Firavun da askerleriyle birlik­


(güven duyulanların) en hayırlısı ve en te onların peşine düştü; ama birden onla­
kalıcısıdır." 56
rı boğacak olan su (görevini yapıp) onları
içine alıverdi; 60
79 bir kez Firavun halkı-

rı için gerçeğe tereddütsüz teslim oldular. Ay­ dirilsin". Tercihimizin açılımı şudur: Cehen­
nı olaya şahit olan Firavun ile bilgin-sihirbaz- nemde ölmek isteyecek fakat ölemeyecek
lar arasındaki tepki farkının sebebi buydu. (40/Furkan: 14). Yaşamak isteyecek, fakat ce­
53 Ya da: "çaprazlama olarak". Tercihimiz hennemde yaşamak ölmekten bin beter oldu­
için bkz. 56/A'râf: 124, not 89. ğu için yaşayamayacak da...

54 Kendisi gibi düşünüp inanmayana hayat 58 Gerekçesi için bkz. 58/Ra'd: 23, not 32.
hakkı tanımama tavrının Firavun'ca versiyonu. 59 Haşyet, hav/ten farklı olarak (fark için bkz.
55 Lafzen: "Karar makamında bulunduğuna 69/Yûnus: 62, not 83) sıradan bir korkudan da­
göre, istediğin kararı verebilirsin!" Firavun'un ha çok insanın varoluşsal ürpertisidir ve yal­
bu dünyada geçerli olan kararının son ve nihai nızca Allah'a karşı duyulmalıdır. Hz. Mu­
karar olamayacağını, dolayısıyla da ciddiye sa'nın 'isrası' da budur. Zımnen Hz. Peygam­
alınmayacağını içeren bir imâ taşır. bere hicreti bir alternatif olarak göstermeyi
56 İmanın ahlâkî tarifi güvendir: Kendinden amaçlar ki, Habeş hicreti belki de bu işaretin
ve inandığı değerlerden emin olma hali. Bu pa­ alınmasıyla gerçekleşmiştir.
saj, kontrolsüz gücün büyüsünün nasıl bozu­ 60 Deyimsel bir ifade olan bu kalıp, olması
lacağını ve iktidarını bu büyüye borçlu olanla­ kararlaştırılan bir şeyin sonunda olup bittiğini
rın büyü bozulunca nasıl açığa düşeceklerini ifade eder. Bu adeta kaçınılmaz bir görevin ye­
gösterir. rine getirilmesi imasıdır ki, burada suya 'ken­
57 Veya serbest bir çeviriyle: "orada ölemez ki disine verilen emri yerine getiren özne' rolü
nı yoldan çıkarmıştı; bir daha da yolu bu­ hayet doğru yolda olan herkesi tekrar
lamadılar. tekrar bağışlayan biriyim!
80 Siz ey Isrâiloğulları! Doğrusu sizi düş­
manlarınızdan kurtarmış ve (Sina) Da- 83 VE (Allah şöyle dedi:) "Ey Musa, seni
ğı'nm sağ yamacında sizden söz almış­ halkını terk etme pahasına böylesine tez
tık; 61
üstelik bir de size menn ve selva in­ canlı kılan n e d i r ? 7/65

dirmiştik: 62
81 (ve demiştik ki): "Size 84 (Musa) şöyle cevap verdi: "Onlar, beni
verdiğimiz rızıklarla beslenin, fakat bu izlemeyi sürdürüyorlar; ben ise ey Rab­
hususta sınırı aşmayın,- aksi halde gazabı­ bim, Sana ulaşan yolda sırf Senin rızanı
mı hak etmiş olursunuz! Kim benim ga­ kazanmak için acele ettim!"
zabımı hak ederse, işte o artık tepe tak­ 85 (Allah): "O halde haberin olsun k i " de­
lak gitmiş olur. 63
82 Ama şu da var ki di, "senin ardından Biz kavmini sınadık;
Ben, af dileyip samimiyetle Bana yöne­ ve Sâmirî onları yoldan çıkardı."
66

len, iman eden ve erdemli davranan, ni­ 64

yüklenmesi hayli dikkat çekicidir. Zımnen: mensup" anlamında bir nisbet ismi olabilir.
iradeli müslümanm başı sıkıştığında, iradesiz Veya eski Mısır dilinde "yabancı" anlamına
müslüman olan deniz yardımına koşacaktır gelen şimir'in Arapçalaşmış şekli de olabilir.
(Bu su için bkz. 94/Bakara: 50, not 91). Bu veriler, sözkonusu kişinin, Israiloğullarıyla
61 Tevhid ve adaleti ikame sözü (Bkz: 94/Ba­ birlikte çıkan Mısır yerlisi mü'minlerden biri
kara: 63 ve 83). olmadığını, daha farklı bir etnik kimliğe ait
olduğunu akla getirmektedir. O, farklı düşün­
62 Menn ve selva için bkz. 94/Bakara: 57, not 100.
düğünü ve inandığını, Hz. Musa'nın getirdiği
63 Zira: şükre vesile olan nimet daha büyük inanca itibar etmediğini ifade etmektedir (96.
nimeti, nankörlük edilen nimet ise gazabı cel-
âyet). Buna rağmen Isrâiloğullarının arkasına
beder.
takılarak Mısır'ı terk etmiş olması, onun Mı­
64 Sâlih amel" vahyin ilk yıllarında sorumlu­ sırlıların baskısından kurtulmak isteyen kü­
luk bilincinin doğal sonucu olan "sorumlu çük bir göçmen azınlık mensubu oluşuyla
davranış" vurgusu taşıyordu. Zira henüz ima­ açıklanabilir. Zira o doğrudan Mısırlıların tan­
na uygun davranışlarla ilgili âyetler inmemiş­ rısı Apis öküzü heykeli yapmak yerine, onun
ti. Bunlar indikten sonra bu ifade "Allah'ın ra­ bir alt türevi olan ve Hindularca da kutsal sa­
zı olduğu imana uygun davranışlar" vurgusu yılan inek yavrusu heykeli (Hotor) yapmıştı,
kazandı, imanın iktidara kavuştuğu Medi­ işte bu noktada, Eski Mısır'daki Apis öküzü
ne'de kök mânasına dönerek "imanla uyumlu ve onun alt türevi olan inek kültünün, Hind
ıslah edici eylemler" vurgusu kazandı. putperestliğiyle bağlantısı gündeme gelmekte­
65 Yani: Onları yeterince eğitmeden... Top­ dir, ilk Batılı sömürgecilerin dili olan Porte­
lumsal dönüşümün emek ve zahmet isteyen kizce'de eski Kalküta/Hind hükümdarlarına
bir süreç olduğunu ifade eder (Krş: 94/Bakara: "Sâmirî" adı verildiği bilinmektedir. Mısır'da­
51 ve 56/A'râf: 142). ki en eski kavramların Hint kökenli olduğunu
66 Sâmirî'nin özel isim olmadığı açık. Keli­ söyleyen Hamidullah Mısr-ji kelimesinin
menin sonundaki nisbet yâ'sı, kişinin kavim Hintliler tarafından "din adamı sınıfına veri­
ya da ülke kökenine işaret eder. Filistin'de len isim" olduğunu tesbit eder. Mısır adının
Nablus civarındaki bir yerleşim birimi olan Araplardan önce de kullanıldığının delili, Eski
"Sâmire'ye (Samaritain) veya Sâmiriyye'ye Ahid'de özel bir isim olarak yer almasıdır
86 Bunun üzerine Musa hüzünle karışık çıkaran bir inek yavrusu heykeli çıkarttı.
bir kızgınlıkla toplumuna döndü; "Ey Daha sonra da (birbirlerine) "İşte sizin de
kavmim!" dedi, "Rabbiniz size güzel bir ilâhınız Musa'nın da ilâhı buydu; fakat o
vaadde bulunmamış mıydı? Yoksa (bu sö­ unuttu!" dediler. 70

zün) vâdesi size çok uzun (ve bedeli çok 89 Fakat onlar görmüyorlar mı ki, bu
ağır) mı geldi? Veya, Rabbinizin gazabı­
67
(heykel) kendilerine tek kelime cevap ve­
nı üzerinize çekmeye can mı atıyorsu­ remez,- dahası, kendilerine ne zarar vere­
nuz? İşte, sonuçta bana verdiğiniz sözden bilir ne de yarar sağlayabilir? 71

dönmüş oldunuz!"
90 Üstelik, (Musa dönmeden) önce Ha­
87 Onlar (kendilerini) şöyle savundular: run onlara "Ey kavmim!" demişti, "Fena
"Biz sana verdiğimiz sözü kasıtlı olarak halde tuzağa düşürüldünüz; unutmayın
çiğnemedik; fakat (Mısır) halkının ziynet ki sizin Rabbiniz O sınırsız rahmet kay­
eşyalarına (haksız yere) konmanın vebali­ nağıdır: o halde artık beni izleyin ve be­
ni taşıyorduk; ama biz onları (sorumlu­ nim talimatlarıma u y u n ! " 72

luktan kurtulmak için) kaldırıp a t t ı k , 68

91 Onlar dediler ki: "Musa bize dönüp


bunun üzerine Sâmirî de (onları alıp ate­
gelinceye kadar asla ona perestiş göster­
şe) a t t ı . " 69

mekten geri durmayacağız!" 73

88 Derken o onların önüne, böğürme sesi

[Mısrayim, Yaratılış 10: 6). Daha ilginç olan gelen elka fiiliyle ifade edilmiştir. Bu da iki ey­
ise Güney Hind dillerinde Afa/'in "su" anlamı­ lem arasındaki mahiyet farkını göstermektedir
na gelmesidir. Taberî de eski çağlarda eski ki, parantez içi açıklamamız -bağlamla birlik­
Hind ile İsrâiloğulları (dolayısıyla Eski Mısır) te- bu dilsel veriye dayanmaktadır.
arasındaki ilişkilerden söz eder.
70 Kendilerine soykırım uygulayan düşmanla­
67 Parantez içi açıklama, 'aleyküm ibaresinin rı gözlerinde öyle büyümüştü ki, kendilerini
taşıdığı yan anlamın çeviriye yansımasıdır. onların taptığı putun anasına değil ancak da­
Zımnen: Ey kavmim! Manevî rantçılığa soyu­ nasına tapmaya lâyık gördüler. Sonuç: düşma­
nup bedelsiz ödül mü istiyorsunuz? nına aşık olan, kendine düşmanlık eder.
68 Evzar (t. vizr) çoğul geldiği hemen her yer­ 71 Zımnen: Her tür putperestlik insanın ken­
de "günah, vebal" anlamında kullanılmıştır dine ve aklına hakarettir.
(Bkz: 73/En'âm: 164). Anlaşılan o ki, İsrâilo­
72 Bu âyet, Tevrat'ın tahrife maruz kalan bir
ğulları kuyumculuk sanatında mahir olmaları
noktasım tashih eder: Hz. Harun'un dana hey­
nedeniyle Mısır yerlileri tarafından kendileri­
kelini yapıp ona tapması [Çıkış 32:1-5). Zira
ne sipariş ya da emanet edilen zinet eşyalarını
Mısır'dan çıkarken iade etmedikleri gibi, diğer bu bir peygambere yapılacak en büyük iftira­
zinet eşyalarını da yağmalamışlardı [Çıkış, dır.
3:21-22). İçine düştükleri vicdan azabından 73 'Âbidin yerine 'akifîrim kullanılması il­
kurtulmak için onları kaldınp attıklan, âyet­ ginçtir (Bkz: 94/Bakara: 187, not 357). Bu, Isrâ-
ten anlaşılmaktadır. iloğullarının altın dana heykeline Allah'a ta­
69 Vicdan azabı sonucu ziynet eşyalarım elden par gibi tapmadıklarını, fakat ona tapınmayı
çıkaranların eylemi "kaldırıp attı" anlamına andırır bir saygı ve perestiş gösterdiklerini ifa­
gelen kazefe fiiliyle ifade edilirken, Sâmirî'nin de eder. Vahyin bunu bir tapınma olarak de­
eylemi "(almak için) attı, bıraktı" anlamına ğerlendirdiği açıktır.
92 (Musa dönünce) "Ey Harun!" dedi, de Elçi'nin (İnanç sisteminden) etkili bir
"Onların sapıttıklarını gördüğün halde parçayı çekip aldım ve kaldırıp a t t ı m : 77

neden engel olmadın? 93 Bana uyman ge­ zira güdülerim beni böyle yapmaya sevk
rekmiyor muydu? Şimdi sen emrime kar­ etti." 78

şı gelmiş olmadın m ı ? " 97 (Musa): "Defol, git!" dedi, "Ama iyi


94 "Ey anamın oğlu!" dedi, "Sakalımı-sa- bil ki bundan böyle senin hayatın '(Ben)
çımı çekiştirip durma! İnan ki senin bana tecrit edildim' demekten ibaret olacak­
"Isrâiloğulları arasına ayrılık tohumları tır. 79
Bir şeyi daha unutma ki, seni (öte
saçtın, nasihatimi dinlemedin!" demen­ dünyada) asla atlatamayacağın bir buluş­
den korktum, (fakat gücüm y e t m e d i ) ! " 74 ma daha beklemektedir. Şimdi, kendisi­
95 (Musa) "Peki, ya senin derdin neydi ey ne tapınmakta bunca ısrar ettiğin ilâhına
Sâmirî!" 75
dedi. dön de bir bak: onu cayır cayır yakacak,
ardından da külünü suya savuracağız! 80

96 O dedi ki: "Ben (bu) işe onların bak­


98 Şu gerçeği hiç unutmayın: ilâhınız
madıkları bir gözle baktım,- bu nedenle
76

yalnızca kendisinden başka ilâh olmayan

74 A'râf 150'deki savunmasından, sapkın kav­ bu kelime Cebrail için kullanılmaz. Kaldı ki
min Hz. Harun'u etkisiz hale getirdiklerini, "Sâmirî'nin ayrıcalığı neydi ki Cebrail'i göre­
hatta onun hayati tehlike atlattığını çıkarabi­ bildi?" sorusuna getirilen cevapların hiçbir
liriz. mesnedi yoktur (Bkz: Kurtubî). Müfessir Râ-
75 Sâmirî'nin kimliğiyle ilgili 85. âyetin ilgili zî'nin de katıldığı Ebu Müslim'in yaklaşımına
notuna bkz. göre, buradaki "Elçi" Hz. Musa'dır. "Çekilip
alınan" ve "kaldırılıp atılan" da onun tebliğ
76 Bazı ilk tefsirlerde yer alan ve vahiy teme­
ettiği mesajın "en etkili parçası" {eser) olan
line dayanmayan rivayetler paralelinde bir
"tevhid"dir. Samirî, aşkın ve mutlak Allah
okumaya alternatif olarak, müfessir Ebu Müs­
inancının yerine, putperestçe düşüncelerinin
lim'in bu alternatif okuma biçimini Râzî, hem
ürünü olan somut, elle tutulup gözle görülür
kabul ederek hem de doğruluğunu dört mad­
'tanrıları' ikame ediyordu. Çoktanrıcı Apis
delik bir açıklamayla destekleyerek nakleder
kültü içinde bir alt totem olan inek Tanrısı'nı
(Karşıt görüş ve destek için bkz. Âlûsî ve İbn
hatırlatan inek yavrusu heykelini, işte bu ne­
Aşur). Ebsartu fiilinin raeytu anlamına geldiği
denle yapmıştı. Sâmirî'nin Hz. Musa'ya "El­
hatırlanacak olursa, fiil somut bir şey görmek­
çi" demesi, müşriklerin Hz. Peygamber'e "ey
ten de öte "bir görüşe varmak ve bir kanaate
kendisine vahiy indirilen" (72/Hicr: 6) deme­
ulaşmak" vurgusunu da içerir (aynı kökten ge­
siyle aynı edebi üslubun eseridir (Krş: Merağî).
len besâir ile ilgili bir açıklama için bkz. 68/ls­
ra: 102, not 122). 78 Âyetin bu son cümlesi, Sâmirî'deki sapma­
nın kaynağına işaret etmektedir ki, o da içgü­
77 Veya Samiri'nin uydurduğu bir yalan ola­
dülerinin etkisindeki bozuk tasavvurudur.
rak "Elçi meleğin bastığı yerden bir miktar
toprağı içine attım". "İz, belirti, bilgi, belge, 79 Lafzen: "Dokunma, elleme yok". Hz. Mu­
delil" anlamlarına gelen eser, kökeni dolayı­ sa'nın ona verdiği toplumdan dışlanmışlık ve
sıyla "etkili" ve "kalıcı" yan anlamlarını bün­ tecrit cezasına bir atıf.
yesinde barındırır. Klasik tefsir, er-Rasul'ün 80 ineğe kutsallık atfeden Hinduların ölüleri­
"vahiy meleği" olduğunu söylemişse de, ni yakma ve külünü ırmağa savurma uygula­
Kur'an'ın hiçbir yerinde -belirlilik takısıyla- malarına kinayeli bir atıf gibi gözükmektedir.
Allah'tır: O'nun bilgisi her şeyi kuşat­ korkudan kısılmış bir sesle 87
birbirlerine
mıştır. "(Dünyada) ne kadar kaldınız ki; hepsi
99 İŞTE bu şekilde, geçmişte yaşanmış hepsi on gün i ş t e ! " 88
diye fısıldaşacaklar.
birtakım olayların özüne ilişkin 81
anlatı­ 104 Onların en akıldane yol göstericisi­
mı sana sunmuş olduk; zira sana, katı­ nin "Hayır, asla bir günden fazla kalma­
mızdan hatırlatıcı bir m e s a j 82
vermiş bu­ dınız!" dediği zaman, berikilerin (kendi
lunuyoruz. içlerinde) neler neler diyeceklerini de yi­
ne en iyi Biz biliriz.
100 Her kim bu (ilâhi mesajdan] yüz çe­
virirse, iyi bilsin ki o, Kıyamet Günü
105 SANA, (o gün] dağların ne olacağı
(zorlanacağı) bir sorumluluğun 83
altına
hakkında sorarlar. Bu takdirde onlara
girmiş olacak; 101 o sorumluluğun altın­
şöyle de: "Rabbim onları un ufak edip tü­
dan bir daha da asla kalkamayacaktır; üs­
münü savuracak; 106 ve arzı çırılçıplak,
telik o, Kıyamet Günü onlar için çok ber­
kupkuru bir düzlük olarak bırakacak; 107
bat bir yük olacaktır.
orada ne bir çukur ne de bir tümsek göre­
102 O gün sura üflenecek; 84
ve Biz de o ceksin!" 89

gün günahı hayat tarzı haline getirmiş


108 O gün onların (tümü), kendisine kar­
olanları, 85
(korku ve dehşetten) morar­
şı yanlış yapamayacakları bir davetçiye
mış 8 6
olarak bir araya toplayacağız; 103
tabi olmak durumundadırlar: artık bütün

81 "Özüne ilişkin" ifadesi, mâ ilgi zamiri ek­ 97; 44/Tâhâ: 124). Açıktır ki bu ifade Hesap
seninde, genel bağlamla ilgili çağrışımların çe­ Günü'nün zorluğunu dile getiren bir mecazdır.
viriye yansımasıdır. Kan dolaşımındaki ani yavaşlamadan dolayı
82 "Hatırlatıcı" [zikr] olma özelliği, yalnız tende belirgin olarak görülen morarma duru­
Kur'an'ın değil tüm vahiylerin ortak özelliği­ mu, içine düşülen dehşetli korkunun bir gös­
dir. tergesidir. Bu durum Türkçe'de "mosmor kesil­
mek", "kanı donmak", "kanı tutulmak" de­
83 Lafzen: "yük". Fakat bu âyetin sonunda
yimlerinde ifadesini bulur. Çevirimiz, Hesap
kullanılan ve yine "yük" anlamına gelen
Günü'nün bu mecazla ifade edilen dehşetli ger­
nımi'den farklı olarak vizr, daha çok "manevî
çeğini yansıtma amacına matuftur.
yük, sorumluluk" anlamındadır. Bu kullanı­
87 Bağlam ve kelime yapısına uygun olarak
mın bir çok örneği arasında 73/En'âm 164,
(Krş: Râzî).
42/Fâtır 18 ve 6/Şerh 2'yi sayabiliriz.
88 İnsanın zaman algısındaki izafiliğe atıf
84 Veya Katade'nin suver okuyuşuna istina­
(Krş: 94/Bakara: 259; 68/lsra: 52; 62/Kehf: 19).
den: "suretlere (ruh) üflenecek" (Ferrâ, Zü-
On sayısı dilde azlıktan kinayedir. 127. âyette
mer: 68'in tefsirinde).
ifade edilen, hayatın anlamsız ve amaçsızca
85 Mücrimîn'i böyle çevirmemizin gerekçesi harcanmasına delalet eder.
için bkz. 95/Enfal: 8, not 11.
89 Bu kozmik kıyametin mutlak bir "yok
86 Zuricâ'nın karşılığı olan "göğerme" ya da oluş" anlamına gelmediği, "O gün, yer başka
"mavileşme"nin gözde gerçekleştiği yorumu bir yere, gökler ise (başka bir göğe) dönüştürü­
yapılarak, metinde olmayan bir "göz" takdir lür" (65/lbrahim: 48) âyetinden açıkça anlaşıl­
edilmiştir. Fakat bazı âyetlerde bu tiplerin âmâ maktadır.
olarak kalkacakları dile getirilmiştir (68/lsra:
sesler O rahmet kaynağının azametinden (cehenneme) yem olmaktan korksun. 93

dolayı iyice kısılmıştır; öyle ki, boğuk bir


uğultu dışında hiçbir ses işitemeyecek- 113 VE böylece Biz bu (vahyi) Arapça bir
sin. hitâb 94
olarak indirdik; ve ondaki tüm

109 O gün, kendisine O rahmet kaynağı­ uyarıları bütün boyutlarıyla ortaya ser­

nın geçit verdiği ve sözünden razı olduğu dik: Belki sorumluluk duyarlar veya (bu
mesaj) onların (fıtratlarında zaten) var
kimselerden başkasına şefaatin hiçbir ya­
olanı hatırlatarak yeniden ortaya çıkarır
rarı olmayacak. 90
110 O onların bildikle­
diye. 95

rini de, bilmediklerini de biliyor; 91


fakat
insan bilgi (kapasitesinin sınırlılığı) sebe­ 114 Sonuçta, aşkın olan Allah, mutlak
biyle bunu asla kavrayamaz. 92 otoritenin sahibi olarak mutlak hakika­
111 Her şeyi ayakta tutan Mutlak Di- tin de kaynağıdır: şu halde O'nun vahyi
ri'nin huzurunda yüzler yere eğilmiştir tamamıyla sana ulaştırılmadan önce,
ve sırtına zulüm yükünü yüklenen kim­ Kur'an hakkında tez canlı davranarak (so­
senin işi bitmiştir. 112 Fakat, kim de nuç çıkarma); 96
fakat, "Rabbim, ilmimi
mü'min olduğu halde erdemli davranırsa, artır!" d e . 97

artık o ne haksızlığa uğramaktan ne de


115 VE doğrusu Biz Âdem'e, her şeyden

90 Allah'ın razı olmadığına şefaat edilmeyece­ ni ifade eder (Bkz: 83/Zuhruf: 3 ve 74/Nahl:
ği, farzı muhal edilse bile bunun kabul edilme­ 103, notlar 3 ve 116).
yeceği ifade edilmektedir. Bu âyet Enbiya: 28; 95 Ahdese, "Bir şeyi sonradan ortaya çıkardı,
Sebe': 23 ve Müddessir: 48 ve ilgili notlar ışı­ yeniden meydana getirdi" anlamına gelir.
ğında anlaşılmalıdır (Şefaatle ilgili ayrıntılı bir Zikr, unutulan bir şeyi hatırlamakla ilgilidir.
sayım-döküm için bkz. 77/Zümer: 44, not 47). Bu iki kelimenin anlamları bir arada düşünül­
91 Lafzen: "önlerinde olanı da, arkalarında ka­ düğünde, âyette ifade edilen hakikat şudur: İlâ­
lanı da". Açıktır ki bu deyimsel ibare "insanın hî format olan fıtrat altyapıdır. Bu altyapının
üzeri çeşitli nedenlerle örtülerek insandaki ilâ­
bildiklerine ve bilemediklerine", bir başka
hi inşanın temelleri kaybolabilir. Vahiy, işte
açıdan "geçmişine ve geleceğine" bir atıftır.
insan tarafından unutulan bu temellerin varlı­
92 Veya: "insan, bilgi bakımından O'nu asla ğını ortaya çıkaran hatırlatıcıdır. Vahyin hatır­
kuşatamaz". Bizim tercihimiz, insanın "Al­ lattığı en çarpıcı gerçek, insanın kişisel bütün­
lah'ın âyette ifade edilen sınırsız bilgisinin ni­ lüğü, iç barışı ve ebedi saadeti için altyapıya
teliğini kavramaktan acizliğini" ifade eder­ uygun bir üstyapı inşasının kaçınılmazlığıdır.
ken, alternatif anlam insanın "Allah'ın zatını 115. âyetin dile getirdiği hakikat de budur.
kavramaktan acizliğini" ifade etmektedir
96 Bu âyetin 105. âyet ışığında açılımı şudur:
(Krş: 94/Bakara: 225 ve 79/Enbiya: 28).
"sana sorulan soruların cevabı ulaştırılmadan
93 Hadmen kelimesinin "sindirimi kolay" önce tez canlı davranarak görüş bildirme"
kök anlamından yola çıkarak. (Ebu Müslim'den: Râzî).
94 Kur'ânen'i "hitap olarak" şeklindeki çevi­ 97 İbn Abbas namaz kıldırırken bu sûreyi
rimizin gerekçesi için bkz. 69/Yûnus: 15, not okur, bu âyetin ardından vahiyle diyaloga gire­
26. 'Arabiyyen sıfatı, hem lafzen hem delale- rek şu duayı edermiş: "Ey Rabbim, benim de
ten Kur'an vahyinin açık ve anlaşılır niteliği- ilmimi artır!" (İbn Kesir).
önce, talimatımıza (uygun bir fıtrat) nak- değilsin; 119 yine unutma ki burada ne
şetmiştik; 98
fakat o buna yabancılaştı,- 99
susuzluk çekersin, ne de sıcağa maruz
dolayısıyla Biz onu bu hususta kararlılık kalırsın!"
sahibi bulmadık. 12,0 Hal böyleyken Şeytan onu vehimlere
116 Hani meleklere "Adem(oğlu) için sürükleyerek "Ey Âdem!" dedi, "Sana
emre âmâde o l u n ! 77100
dediğimiz zaman, sonsuzluk ağacını ve sonu gelmez bir sal­
onların tümü hemen emre âmâde olmuş­ tanatın (yolunu) göstereyim m i ? " 1 0 4

tu; fakat sadece İ b l i s 101


yüz çevirmişti. 121 Derken o ikisi ondan yediler. Bunun
117 Bunun üzerine Biz de "Ey Âdem!" ardından kendi cinselliklerinin farkına
demiştik, "İşte bu, sana ve eşine tarif­ vardılar ve başladılar has bahçenin yap­
siz 1 0 2
bir düşmanlık beslemektedir; dola­ raklarından topladıklarıyla üzerlerini ört­
yısıyla, onun sizi bu has bahçeden çıkar­ meye: sonuçta Âdem Rabbine karşı gel­
ma girişimlerine karşı çok dikkatli olun,- miş ve huzurunu bozmuş o l d u . 105

yoksa bedbaht o l u r s u n ! 103


118 Zira aklın­
122 Nihayet Rabbi onu seçip arındırdı.
dan çıkarma ki burada aç değilsin, açık

98 A'râf 11'den de açıkça anlaşılacağı gibi rat) unutmasının en doğru karşılığı "kişinin
Kur'an'ın tamamında Âdem'in kıssası Âde- kendisine yabancılaşması "dır.
moğlu'nun kıssasıdır (Âyetin notuna bkz.) Bu­ 100 Secde'nin yorumu ve Âdem'i "Âdem(oğ-
rada tüm insanları içine alan bir fıtrat sözleş­ lu)" olarak çevirimizin gerekçesi için bkz.
mesinin dile getirildiği hatırlanmalıdır: "Onlar 56/A'râf: 11, notlar 6 ve 7.
ki Allah'a verdikleri söze sadâkat gösterirler ve
101 Allah ile ilişkisi anlatılırken İblis, insan
fıtrat sözleşmesini ihlal etmezler" (58/Ra'd:
ile ilişkisi anlatılırken Şeytan olarak anılır
20). Metindeki ilâ edatı, "söz aldık" anlamına
(Bkz: 8/Tekvir: 25, not 21). Altı yerde anlatı­
gelen 'ahidnâ'ya. düz anlam verilmesini güçleş­
lan bu kıssa "Atalar da yanılır" iması taşır.
tirmektedir ("Âdem'e söz aldık"?). İlâ edatı he­
deflenen zaman ve mekânın nihayetine delalet 102 Aduvvun'un belirsiz kullanılmasının anla­
eder [İtkân II, 161). Burada, insanoğlunun yara­ ma teicsîr olarak yansıması (Bkz: İtkân n, 292).
tılış amacını gerçekleştirecek kıvama getirildi­ 103 Âyette hitap Âdem ve eşine yönelik baş­
ği ifade edilmektedir. Başka âyetlerde tasvir ladığı halde, son cümlede sadece Âdem'e yö­
edilen 'üflenen ruh' ile beşerlikten insanlığa nelerek biter. Metnin bu yapısı, Isrâili rivayet­
geçiş, Allah-insan arasında zımni bir sözleşme lere dayanan Havva'nın Âdem'i ayarttığı yay­
(misak, ahd) olarak nitelendirilir (Bkz: 72/Hicr: gın kanaatinin tam tersini verir.
29; 55/Sâd: 72). Parantez içi açıklamamız bu 104 Şeytanın ebedileşme ve mükemmelleşme
mülahazalara dayanmaktadır. tuzağına düşürmek için kullandığı farklı bir
99 Nesiye, "o söyleneni unuttu" ya da meca­ söylem de şudur: "iki melek olmak ya da ebe-
zen "sırt çevirdi, tanımazdan geldi" anlamına diyyen burada kalmak istemez miydiniz?"
gelir. Nisyan, "insanın kendi muhafazasına (56/A'râf: 20).
emanet edilmiş bir şeyi terk etmesidir". Bu, 105 Ğavâ, "batıl inançtan kaynaklanan ceha­
akıl zafiyetinden olabileceği gibi, aldırmazlık­ let" anlamına gelen el-ğayyu kökünden türeti­
tan ya da kasıt sonucu da olabilir (Bkz: özel­ len kelimeye verilen "kaybetti, kendini yitir­
likle bu âyet bağlamında sözcüğü ele alan Râ- di, günah işledi" anlamları yamnda, "hayat
ğıb). Doğaldır ki, insanın kendi özüne yerleşti­ düzenini bozdu" (fesede 'ayşuhu) anlamı da
rilmiş olan fiili bir sözleşmeyi (ahd, misak, fıt- verilmiştir (Râğıb).
Dolayısıyla hem tevbesini kabul e t t i , 106
gün de sen unutulacaksın!"
hem de ona (sorumluluğunu ifa edecek) 127 İşte Biz de, haddi a ş a n 112
ve Rabbinin
yolu göstererek 123 dedi ki: "O makam­ âyetlerine güvenip inanmayan kimseleri
dan hep birlikte birbirinize düşman ola­ böyle cezalandırırız; 113
hele bir de âhiret
rak i n i n ! 107
Bundan böyle de, Benim ka­ azabı var ki, o çok daha şiddetli ve çok
tımdan size doğru yol bilgisi gelecektir: daha kalıcıdır.
artık kim benim gösterdiğim yolu izlerse,
işte o ne sapacak ne de kendini yitirecek­ 128 ŞİMDİ yurtlarında gezip tozdukları,
tir. 108
124 Fakat, kim de benim uyarıcı kendilerinden önce yaşayıp gitmiş olan
mesajlarımdan 109
yüz çevirirse, iyi bilsin nesillerden bir nicesini cezalandırmış ol­
ki onun hayat alanı daraldıkça darala- mamız onların aklını başına getirmedi
cak 1 1 0
ve Kıyamet Günü Biz o kimseyi mi? 1 1 4
Şüphesiz bunda, kendisini kötü­
kör olarak kaldıracağız. lükten koruyan bir akla sahip o l a n l a r 115

125 O kimse "Rabbim" diyecek, "Niçin için alınacak dersler vardır.


beni kör olarak kaldırdın; oysa ki ben da­ 129 Ve eğer Rabbin tarafından -belirli bir
ha önce gören biriydim?" süreye kadar (fırsat tanınacağına) dair-
126 (Allah) "Böyle gerekiyordu" 111
diye­ başlangıçta konulmuş bir yasa olmasay­
cek, "Sana Bizim âyetlerimiz ulaşmıştı, dı, (günahkarları) hemen cezalandırmak
fakat sen onları unutmuştun; sonuçta bu- kaçınılmaz o l u r d u . 116

106 Dünyanın Âdem(oğlu) için bir sürgün ye­ Kur'an'ın amaçları göz önüne alındığında, bu­
ri olduğu türünden söylemleri Kur'an destek­ rada maddî alandan çok manevî alanın kaste­
lemez. Zira Allah Âdem'in tevbesini kabul et­ dildiği açıktır.
tikten sonra ona yeryüzünü inşa sorumlulu­ 111 Kezalike zarfının farklı bir kullanımı için
ğunu vermiştir. 62/Kehf sûresinin 91. âyetine bakınız.
107 Âdem ve Havva'nın şahsında tüm insan so­ 112 Lafzen: "israf eden, haddi aşan kimseler.."
yuna bir hitaptır (Zemahşerî). Ebu Müslim'e gö­ Esrai e'nin türetildiği kök olan es-seref, "insa­
:

re bu tesniye zamiri Âdem ve Iblis'in şahsında nın herhangi bir eyleminde aşırı gitmesi, had­
her iki türün tamamına yöneliktir (nkl. Râzî). di aşması" mânasına gelir (Râğıb). Burada dile
108 Yesicâ'nın muhtemel anlamları hakkında getirilen israf, kuşku yok ki Zümer: 53'te ge­
bir açıklama için 121'in ilgili notuna bkz. Bu çen "Ey hadlerini aşıp kendilerini israf eden
pasajın ana fikri şudur: Âdem de Şeytan da Al­ kullarım, Allah'ın rahmetinden asla ümit kes­
lah'a asi oldu. Âdem'i adam eden hatasını iti­ meyiniz!" ibaresinde geçenle aynı çağrışıma
raf etmesi, İblis'i Şeytan eden de hatasını sa- sahiptir.
vunmasıydı. 113 İmanın ahlâkî karşılığı olan "güven" için
109 Buradaki ziicr'den amaç vahiydir. Çünkü bkz. 114/Tevbe: 61, not 74.
zikri tamlamasında zikr tamlanan olarak gel­ 114 Lafzen: "..onları doğru yola yöneltmedi
miştir. Üstelik bağlam da "ilâhi mesaj "la ilgi­ mi?" Âyetin son cümlesine istinaden bu mâ­
lidir. nayı tercih ettik.
110 Ma'îşeten danken sadece ekonomik daral­ 115 Uli'n-nuhâ'yı bu şekildeki çevirimizin ge­
mayı değil, zaman ve mekân başta olmak üze­ rekçesi için 54'ün ilgili notuna bkz.
re hayatın her alanındaki daralmayı ifade eder. 116 Bizim iki çizgi arasına aldığımız ve-ece-
130 Öyleyse, artık onların söyleyecekle­ kalıcıdır.
rine karşı sabırlı ol! Bir de güneşin doğu­ 132 Öyleyse yakınlarına n a m a z ı 123
emret
mu ve batınımdan önce Rabbinin aşkın ve sen de bunun üzerinde kararlı ol! Biz
olan yüce zatını (namaz kılarak) hamd ile senden rızık istemiyoruz, 124
seni Biz do­
an! 1 1 7
Yine gecenin bazı saatlerinde ve yuruyoruz: ve mutlu son (kişinin) sorum­
gündüzün belli zamanlarında (namaz kı­ luluk bilincine bağlıdır.
larak) O'nun yüce zatını an 1 1 8
(ki,
O'ndan) razı olduğun belli o l s u n ! 119
133 BİR DE dediler ki "O bize, Rabbin-
131 Ve onlardan kimi ç i f t l e r e 120
kendile­ den bir mucize getirmeli değil miydi?"
rini sınamak için verdiğimiz bu dünya İyi de, daha önceki vahiylerin içeriğinde
hayatının aldatıcı parlaklığına 121
gözleri­ yer alan açık deliller 125
kendilerine ulaş­
ni dikme: zira senin Rabbinin (sana verdi­ madı mı?
ği) n i m e t , 122
çok daha yararlı ve çok daha 134 Ve eğer Biz, onları (elçi gönderme-

lun musemma ibaresi âyetin sonunda yer aldı­ lanılması için bkz. İtkân II, 233. Turda şeklin­
ğı halde, bir çok dil ve tefsir otoritesi tarafın­ deki okuyuşa göre anlam "razı olunursun"
dan le-kâne lizamâ'dan öncesine ait kabul olur. Fakat insanın Allah'tan hoşnut olması­
edilmiştir. Mekkî sûrelerin belagat öncelikli nın Allah'ın da ondan hoşnut ve razı olması
oluşu buna gerekçe olarak gösterilebilir (Fer- sonucunu doğuracağı için, alternatif okuyuş­
râ). taki mâna zaten mefhumun içinde saklıdır.
117 Teşbih Kur'an'da zaman ile kayıtlı olarak 120 Yani: "kimi kadın ve erkeklere.."
geldiği yerlerde namaza delalet eder. Aksi hal­ 121 Meta' için bkz. 58/Ra'd: 26, not 36.
de zamanın anılmasının bir anlamı olmazdı 122 Rızık, insanın elde edince sevineceği her
(Krş: 36/Kâf: 39). Kaldı ki hemen arkadan ge­ tür değerdir. Bu açıdan rızık "nimet"tir ve sa­
len 132. âyet "Yakınlarına namazı emret!" ta­ dece maddî olanla sınırlı olmayıp manevî de­
limatını açıkça içermektedir. ğerleri de içerir. Allah Rasulü'ne doğrudan hi­
118 Namaz vakitleri konusunda ilk ayrıntılı tap eden bu âyet, en büyük rızık olan vahiy ve
âyet budur. Namazın teşri sürecinde bundan nübüvvete dikkat çeker.
bir önceki adımı Kâf: 39-40 teşkil eder. Bu sû­ 123 Çok zengin çağrışımları olan salât kavra­
renin peygamberliğin 6. yılında indiği hatırla­ mı burada ibadetlerin tümünü içeren "kul­
nacak olursa, beş vakit namazın yaygın kanaa­ luk" vurgusunu da taşır (Bkz: 43/Meryem: 59
tin aksine çok daha erken yıllarda farz kılındı­ ve ilgili not).
ğı anlaşılır. Âyet açıkça beş vakitten söz et­ 124 Zımnen: insanın Allah'a kulluğundan Al­
mektedir: 1) kable tulû'i'şşems, 2) ve-kable lah'ın hiçbir çıkarı yoktur. Bundan tek çıkarı
ğurûbihâ, 3) ve min ânâi'l-leyl, 4-5) ve etrâ- olan taraf insandır. Bu cümle "Biz senden rı­
fe'n-nehâr. Dilsel olarak beş vakti gösteren bu zık kazanman için zaman ayırmanı istemiyo­
ibarelerin delalet ettikleri vakitlerin bire bir ruz" şeklinde anlaşılabilir. Fakat Zâriyât: 57
tayinini Allah Rasulü uygulamasıyla beyan tercihimizi teyit eder.
etmiştir. Hûd 114. âyet de, aynen bu âyet gibi
125 Bunlar, tüm vahiylerin ortak kaynağını
dilsel olarak beş vakte delalet eder. ele veren "hakikatin apaçık belgeleri" olmak­
119 Veya: "O'ndan razı olduğunun gerekçesi la birlikte, önceki vahiylerde Hz. Peygamber'i
olsun". Le'alle edatının 'gerekçe' kastıyla kul- îmâ ve işaret eden birtakım atıflar da olabilir.
den) 126
önce bir helake uğratarak cezalan­ 135 De ki: "Herkes (hak ettiği akıbeti)
dırmış olsaydık, bu kez de "Ey Rabbimiz! beklemektedir,- o halde siz de bekleyiniz!
Eğer Sen, şu zillet verici ve onur kırıcı Nasıl olsa, doğru dürüst bir yol seçenlerin
duruma 127
düşmeden önce bize bir elçi kimler olduğunu,- ve (bu tercih sonucunda
göndermiş olsaydın ona hemen uyardık!" Allah'ın) kimleri doğru yola yönelttiğini,
diyecekleri k e s i n d i ! 128
günü gelince öğreneceksiniz. 129

126 Bir sonraki cümle, buradaki " o " zamiri­ söylese de, Kur'an'da hiç olumlu mânada gel­
nin "Elçi"ye gittiğini açıkça göstermektedir. mez. Kelime türevleriyle birlikte en çok Ra'd
127 Nâhzâ'nın türetildiği hızy kökü, insan sûresinde kullanılır.
onurunun bir dış müdahaleyle ya da bir iç mu­ 128 "..diyecekleri kesindi" ifadesi, pekiştirme
hasebeyle kırılışını ifade eder. Muhtemelen iâm'ının çeviriye yansımasıdır.
ilk kullanıldığı yer burasıdır. Bağlamına göre 129 Allah'ın hidayetinin, insanın tercihinin
"onursuzluk, mahcubiyet, utanç" anlamları­ doğal bir sonucu olduğunu ifade eden dolayı­
;

na gelir. Peygamber'in şu kullanımı sözcüğün sıyla insan iradesinin belirleyiciliğine dikkat


anlam alanını göstermektedir: "Allah'ım, bizi çeken çarpıcı bir ifade (Krş: 68/lsra: 12 ve bkz.
onursuz ve pişmanlar arasında diriltme!" (Râ- 114/Tevbe: 80, not 99). Parantez içi açıklama,
ğıb) Dilciler, kelimenin bazen 'tevazu' çağrışı­ metnin taşıdığı yananlamın çeviriye yansıtıl­
mı yapan olumlu bir anlamda kullanıldığını masını amaçlar.
Sûre adını i l k âyetinden alır. Sadece burada k u l l a n ı l a n el-Hâkka, " h a k i k a ­
t t i n b ü t ü n unsurlarıyla t a h a k k u k e t m e s i " m â n a s ı n a gelir. A s l i h ü v i y e t i y ­
le arz-ı e n d a m e d e c e k olan k a ç ı n ı l m a z gerçeği dile getirir. N ü z u l sebebi ri­
vayetlerinden, daha Hz. P e y g a m b e r z a m a n ı n d a b u i s i m l e a n ı l m a y a başladı­
ğı a n l a ş ı l m a k t a d ı r .

Sûre M e k k e ' d e i n m i ş t i r . M e ş h u r tertip sûreyi 9 . yıla ait olan M ü l k ' t e n son­


raya yerleştirir. F a k a t m u h t e v a n ı n esas alındığı bir sıralamada sûre daha ön­
c e y e yerleştirilmelidir. G i r i ş i n d e kıssaların ç o k özet bir b i ç i m d e yer alışı,
F e c r ' i çağrıştırır. S û r e n i n 4 1 - 4 2 . âyetleri H z . Ö m e r ' i n M ü s l ü m a n o l u ş u y l a
i l i ş k i l e n d i r i l m i ş t i r . B u n a göre sûreyi N e c m i l e başlayıp T â h â i l e zirvesine
u l a ş a n " m e y d a n o k u y a n " sûrelerin s o n u n a yerleştirebiliriz. Bu d a y a k l a ş ı k ,
peygamberliğin 6. y ı l m a t e k a b ü l eder.

K o n u s u S o n Saat v e âhirettir. S o n S a a t ' i n h e l a k edici g ö r ü n t ü s ü n ü r e s m e ­


der (1-3, 1 3 - 1 7 ) . Â h i r e t i i n k a r eden ve v a h y e k u l a k v e r m e y e n g e ç m i ş k a v i m ­
lerin h e l a k kıssaları veciz bir üslûpla dile getirilir (4-12). Söz Hesap G ü -
n ü ' n e gelir (13-18). Ödül ve ceza, h e s a b ı n doğal birer sonucudur (19-37). Sû­
re, ödülü c e n n e t olanların s e v i n c i n i , yaşayanlarla paylaşır: "O (sevinçle) şa­
k ı y a c a k : " H e y m i l l e t ! A l ı n işte, o k u y u n k a r n e m i ! K e s i n l i k l e ben, h e s a b ı m ­
l a y ü z l e ş e c e ğ i m e gönülden i n a n m ı ş t ı m ! " (19-20). T a b i k i cezası c e h e n n e m
o l a n l a r m h a y a l k ı r ı k l ı ğ ı n ı da paylaşır: " s o n u n d a o da şöyle s ı z l a n a c a k : " E y ­
vah! K e ş k e h i ç k a r n e a l m a s a y d ı m ! V e h e s a b ı m ı n n e olduğunu (keşke) h i ç
b i l m e s e y d i m ! A h ! K e ş k e (ölüm), işi t a m a m e n b i t i r e n ( m u t l a k bir y o k oluş)
olsaydı! M a l ı m b a ş ı m a gelen h i ç b i r b e l a y ı def e t m e d i . . . G ü c ü m e l i m d e pat­
l a d ı . . . " (25-29)

V a h y i n k a y n a ğ ı n ı n P e y g a m b e r değil A l l a h olduğunun e n k e s k i n ifadesi b u


sûrede yer alır: " V e eğer (Peygamber) k ı s m e n dahi, s ö y l e m e d i ğ i m i z sözler
uydurarak Bize i s n a t etseydi, o n u sağ k o l u n d a n şiddetle yakalar ve şah da­
m a r ı n ı kesip (başını) koparırdık da, sizden h i ç k i m s e b u n a engel o l a m a z d ı !
(44-47)

Sûre sözlerin zirvesi v a h i y l e son bulur. Ç ü n k ü v a h i y " k e s i n g e r ç e k " t i r (51).


Bundan dolayı i n s a n a z a m e t sahibi R a b b i adına h a r e k e t e t m e l i d i r (52).
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 AH O kesin hakikatin gerçekleşmesi! 1 de canlandırabilirsin.


2 (Bilir misin ey muhatap) o ne dehşet 8 Şimdi onlardan geriye kalan bir (kişi)
gerçekleşecek? 3 Sahi onun nasıl gerçek­ görebiliyor musun? 7

leşeceğini bilir misin sen? 2

9 Bir de Firavun ve ondan önce gelenler


ve altüst olmuş şehirler vardi; (hepsi de)
8

4 SEMUD ve 'Âd (İnsanın aklını başına


3

hataya gömülmüşlerdi: 10 Nihayet Rab­


9

devşiren) o Son Vuruş'u inkar ettiler.


4

lerinin elçisine karşı geldiler; ve (Allah


5 Bir yanda Semud: sonuçta onlar ses du­ günahlarıyla) katlanan bir bela ile tümü­
varını çok çok aşan bir bela ile helak
5
nü enseledi.
edildiler. 6 Ve öte yanda 'Âd: onlar da
11 Şüphesiz o su çığırından çıkıp tuğyan
değdiğini sesiyle çarpan dizginlenmez bir
ettiğinde sizi gemide taşıyan Bizdik;
10 11
12
kasırgayla helak edildiler. 7 (Allah), üzer­
Onu, size bir ibret vesikası kılmak için,
lerine emrine âmâde kıldığı o (kasırgayı)
dahası işittiğini anlayan her kulak (sahibi­
yedi gece sekiz gündüz kesintisiz bir bi­
nin işin özünü) kavraması için (aktardık).
çimde estirdi; öyle ki, tıpkı kökünden
6

13 İmdi, sur borusuna (ilk kez) tek bir de­


savrulmuş hurma kütükleri gibi, o kav­
fa üflendiğinde, 14 yeryüzü ve dağlar yer­
min orada öylece donup kaldığını gözün-
lerinden edilip, ardından da tek bir sefer-

1 Veya "tahakkuk eden olay"; veya "gerçekle­ ı husûm denmiştir.


şecek olan hakikat"; veya "gerçek olan Son 7 Veya lâm-ı leh mânası vererek: "Geriye ka­
Saat"; ya da "kesin gerçek". Ism-i fail olan landan onların lehine bir şey görebiliyor mu­
hâkkâ, sonuna gelen tâ ile mastar mânası ka­ sun?" 'Ankebût 3 8'de onların kalıntılarından
zanmıştır. Tercihimizin gerekçesi budur. söz edilir. Şu halde onlardan geriye kalmayan
2 Son Saat ve kıyamet hakikatinin tahakku­ "iz ve eser" değil, "insan"dır. Bir üstteki "kö­
kunu hiçbir beşer gözünde canlandıramaz. künü kurutmanın" farklı bir ifadesidir bu.
Görseydik ölürdük, onun için ölünce görece­ 8 Lût kavminin kentleri olan Sodom, Gomore
ğiz, iman, âhiret hakikatini görse yaşayama­ ve diğerleri (70/Hûd: 70, not 84).
yacak olan insana verilmiş İlâhî bir lütuftur.
9 Hâtıer. Idşinin bir şey lazım gelmez diyerek ka­
Bu sayede "görür gibi" inanma imkanına ka­
sıtlı işlediği cürüm (Bkz: 56/A'rât: 161, not 123).
vuşur.
10 Zımnen: insan çığırından çıkıp tuğyan edin­
3 Semud ve 'Âd'ın birlikte anıldığı ilk yer için
ce su da çığırından çıkıp tuğyan eder,- tuğyan
bkz. 11/Fecr: 6-9, not 9.
olan yerde tufan olur. Tağâ, "suyun yatağından
4 Yani: "Son Saati". taşması" anlamına gelir. Mecazen, "sınırı aş­
5 Veya: "haddi aşma sebebiyle". Bu bela sai­ mak, ileri gitmek", yani "küstahlığı ve haddini
kan (81/Fussilet: 13) ve racfeh (56/A'râf: 78) bilmezliği" ifade eder. Mekkeli müşrikler için,
olarak da geçer. kendi gücü ve önemi konusunda aşırı güvende
6 Husûm, "kesintisiz" anlamına gelebileceği olmak. Bir çok yerde Firavun için kullanılır
gibi "kökünü kazıyan" veya akkor demir gibi (11/Fecr: 11; 48/Nâzi'ât: 17; 44/Tâhâ: 24, 43).
"dağlayan" anlamına da gelir. Günle gecenin 11 "Sizi", yani "sizin atalarınızı". Zımnen: Si­
eşitlendiği sekiz güne buna kinayeten eyyam- zi gemi değil Allah kurtardı: O'na şükredin!
de un ufak edildiğinde: 15 İşte o zaman, 25 Karnesi sol tarafından verilen kimseye
olması beklenen o (büyük olay) olup bit­ gelince... Sonunda o da şöyle sızlanacak:
miş olacak. 16 Ve gök parçalanmış ola­ "Eyvah! Keşke hiç karne almasaydım! 26
cak, zira o gün tüm direncini yitirmiş Ve hesabımın ne olduğunu (keşke) hiç bil-
olacak. 17 Melekler onun enkazı başında meseydim! 27 Ah! Keşke (ölüm), işi tama­
duracak; ve onların da üstünde o gün men bitiren (mutlak bir yok oluş) olsaydı!
Rabbinin hükümranlık tahtını sekizi 12
28 Malım başıma gelen hiçbir belayı def
taşıyacak. 18 O gün (yargılanmak üzere) edemedi. 29 Gücüm elimde patladı." 14

huzura çıkarılacaksınız; en gizli sırrınız 30 (Görevli meleklere emredilecek):


bile gizli kalmayacak. "Alın onu bağlayın! 31 Sonra cehenneme
19 Karnesi sağ tarafından verilen kimse­ yaslayın! 32 Sonra bir zincire vurun;
ye gelince... O (sevinçle) şakıyacak: "Hey uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire,- ve
millet! Alın işte, okuyun karnemi! 20 Ke­ sıkıca bağlayın! 15
33 Çünkü o yüce Al­
sinlikle ben, hesabımla yüzleşeceğime lah'a inanıp güvenmedi. 34 Yoksulu do­
gönülden i n a n m ı ş t ı m ! " 13
yurmak için hiçbir çaba harcamadı. 35 İş­
21 O kendini mesut ve bahtiyar eden bir te bu yüzden, burada ne bir can dosta sa­
hayatın içinde bulacak; 22 yüce bir cen­ h i p , 36 ne de pis bir atıktan başka yiye­
16

nette; 23 hemen yakınında (amellerinin) ceğe; 17


37 o, sadece günahkarların yediği
meyveleri. 24 (Kendilerine) "Bu günler bir yiyecek...
için geçmişte peşinen takdim ettiklerini­
ze karşılık yiyin, için, afiyet olsun!" (de­ 38 ÖTESİ YOK! Gördüğünüz her şeye Ben
nilecek). yemin ediyorum,- 18
39 göremediklerinize

12 Buradaki "sekiz", insan idrakini aşan bir lemleri birer zincirdir. Bu zincir ya boyna ta­
haberdir. Ayrıntısını Allah bilir. Bu tür âyet­ kılan bir kolye ya da tasmadır. İlk anda uzun
ler, Âl-i Imran 7'de ifade edilen müteşabih sı­ zincir tutuklu/hükümlü için bir lütuf gibi al­
nıfına girer. Tıpkı "Üzerinde on dokuz vardır" gılanabilir. Fakat aynı zamanda o zincirin
(4/Müddessir: 30) âyeti gibi, "imtihan kılın­ uzunluğu ağırlığını ifade eder. Zımnen: Her
mıştır" (4/Müddessir: 31). günah, günahkarın boynundaki zincire eklen­
13 Zanne, genellikle enne ile birlikte kesinlik, miş bir halkadır.
en ile birlikte kuşku ifade eder (Krş: 11 O/Fetih: 16 Veya: "Buz gibi bir içeceğe sahip". Arabın
12). Yine zan Kur'an'da mü'mine nisbet edil­ hurma ve su için esvedân kullanımına daya­
diğinde ve övüldüğünde iman, kâfire nisbet narak, İbn Fâris'in h-m-m'nin beş kök anla­
edildiğinde ve yerildiğinde şüphe ifade eder. mından biri olarak "her siyah şeye denir"
Ve zan âhirette gerçekleşirse "kesin bilgi"ye açıklaması ışığında.
delalet eder. Zerkeşi'nin bu güzel tesbitlerine 17 Ğıslîn, "yıkadı" anlamındaki ğaseldden:
"galibiyetle" kaydı düşmek şarttır. Zira istis­ pislenen bir şey yıkandıktan sonra geriye kalan
naları boldur (Bkz: Kulliyyâtu'l-Elfaz, s. 436). atık. Allah'ın "bak" dediği yerden günahın gö­
14 Veya: "Beni güçlü kılan belgeler, hiçbir işe rüntüsü. Sözün özü: Kişi burada ruhu için han­
yaramadı". gi gıdayı hazırladıysa, orada onu bulacaktır.
15 Yetmiş rakamının kesretten kinaye olduğu 18 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 37/Beled: 1,
açıktır (Krş: 114/Tevbe: 80, not 98). İnsan ey- not 1.
204 , 45/HÂKKA SÛRESİ . Nüzul: 45 Mushaf: 69
~*- -j>c—>*
=
* * *<——>*

d e : 40 Hiç şüpheniz olmasın ki o (mesaj)


19
48 Gerçek şu ki, bu vahiy muttakiler için
şerefli bir elçinin sözüdür; 41 ve o bir şa­
20
bir uyarıdır. 49 Ama kesinlikle Biz, siz­
ir sözü değildir: ne kadar da azınız inanı­ den yalanlayacak olanların çıkacağını da
yor; 21
42 ve o bir kahin sözü de değildir: çok iyi biliyoruz. 50 Bir o kadar kesin
ne kadar da azınız düşünüyor: 22
43 O, olan da şu ki, bu durum inkarı hayat tar­
Âlemlerin Rabbi katından indirilmedir. zı edinenler için derin bir pişmanlık kay­
44 Ve eğer (Peygamber) kısmen dahi, söy­ nağı olacak; 51 zira o (vahiy), elbette
lemediğimiz sözler uydurarak Bize isnat mutlak hakikattir.
etseydi, 45 onu sağ kolundan 23
şiddetle 52 Sözün özü: (Ey muhatap) sen, azamet
yakalar 46 ve şah damarını kesip (başını) sahibi Rabbin adına hareket e t ! 24

koparırdık 47 da, sizden hiç kimse buna


engel olamazdı.

19 Zımnen: Dünya ve âhirete, fizik ve metafi­ "o bir kahin sözü de değildir" âyetini okudu."
ziğe, vahyin görünen ve görünmeyen boyutuna. Ve İslâm gönül tahtıma kuruldu (İbn Kesir).
20 "Elçi", 8/Tekvir 19 ışığında Vahiy Mele- 21 Tercihimiz, "insanların çoğu inanmaz"
ği'dir. "Elçinin sözü" elçiye ait değil elçiye Kur'ani ifadelerine dayanmaktadır (Msl.
emanettir. Elçinin "türünün en iyisi" olduğu­ 70/Hûd: 17).
nu ifade eden kerim sıfatı, onun emanete iha­ 22 Tercihimiz, "insanların çoğu bilmez"
net etmeyeceğine işarettir (Krş: 44-47. âyet­ Kur'ani ifadelerine dayanmaktadır (Msl.
ler). Hz. Ömer şöyle anlatır: "Müslüman ol­ 85/Câsiye: 26).
madan önceydi. Bir gün Kabe'de Nebi'yi tek
23 Veya: "sağ elimizle"; yani: "gücümüzle.."
başına Hakka sûresini okurken buldum. İçim­
den "Vallahi bu şairdir" dedim. Nebi "o bir şa­ 24 Tesbîh için bkz. 9/A'lâ: 1, not 2. Allah Ra­
ir sözü değildir" âyetini okudu. Bu kez yine sulü "Bu âyeti namazlarınızın rükûuna ko­
içimden "Öyleyse kahindir" dedim. Bu kez de yun!" dedi.
İçini vahyin doldurup tedavüle soktuğu kelimelerden olan Me'âric, " y ü k -
selişler-yücelişler" veya " y ü c e l m e b a s a m a k l a r ı " y a h u t da bu derecelerin
araçları a n l a m ı n a gelir. H e m A l l a h ' ı n a ş k ı n l ı ğ m ı ve mukaddesliğini, h e m
de insanın A l l a h ' a u l a ş m a i m k a n ı n ı n çeşitliliğini ifade eder. Adını 3. âye­
tinden alan sûre, i l k âyetine nisbetle 5ee7e Sâilun ve Vâki' olarak da anıl­
mıştır.

T a m a m ı y l a M e k k e ' d e indirilmiştir. H z . O s m a n ' a atfedilen m e ş h u r n ü z u l


sıralamasında H â k k a - N e b e ' sûreleri arasına yerleştirilir. Hakka sûresi ile
arasındaki m u h t e v a yakınlığı belirgindir. Sûrenin m u h t e v a s ı , b o y k o t t a n
h e m e n ö n c e veya b o y k o t d ö n e m i n i n başlarında nazil olduğu kanaatini ver­
m e k t e d i r . Bu durumda sûreyi y a k l a ş ı k peygamberliğin 7. yılına yerleştire­
biliriz. Eğer 3. âyette sözü edilen " y ü k s e l i ş y o l l a r ı " [me'âric) ile Hz. Pey­
gamber'in isrası/miracı arasında anlam açısından bağlantı kuracak olursak
(tekili mi'rec veya ma'rec olan k e l i m e , mi'râc ile aynı a n l a m ı verir), bu âye­
ti Isra: 1 'le irtibatlandırmak zayıf da olsa m ü m k ü n d ü r .

Sûrenin ana k o n u s u âhiret, m a k s a d ı m u h a t a b ı n ı n adalet tasavvurunu inşa­


dır.

Âhireti inkar edenlerin âhirette uğrayacakları yürek y a k ı c ı m a h r u m i y e t i


haber vererek söze girer (1-2). H e m e n ardından ilâhi kudretin büyüklüğüne
ve ilâhi m ü d a h a l e n i n süratine atıf yapar (3-4). D e v a m ı n d a , inkarcı i n s a n ı n
sıfatları ve â h i r e t t e k i yalnızlığı beliğ bir dille anlatılır (6-18). Bu pasajın son
âyetinde dile getirilen cimriliğin sebebi bir sonraki pasajın i l k âyetinde ve­
rilir: " K u ş k u y o k ki insan t a t m i n s i z y a r a t ı l m ı ş t ı r " (19). Başına k ö t ü l ü k gel­
diğinde y a k ı n m a k , n i m e t e nail olduğunda hasislik y a p m a k da i n s a n ı n bu
zaafından kaynaklanır (20-21). Bu hastalıklar şifasız değildir. 2 2 - 3 5 . âyetler
bu hastalıkların tedavisine ayrılmıştır.

Y e r yer Hz. Peygamber, inkarcı muhataplarının sözlü saldırılarına karşı te­


selli edilir. Sûre, sonunda yine başa dönerek, k ı y a m e t t e inkarcı insanın hali
pür m e l a l i n e atıfla son bulur: "O gün onlar, sanki putlarına doğru seğirtir-
m i ş gibi hızla mevzilerinden fırlarlar; gözleri y ı k ı l m ı ş , zillete b ü r ü n m ü ş bir
halde: işte bu onların daha ö n c e defalarca tehdit edildikleri gündür" (43-44).
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 HERHANGİ bir soru/istek sahibi, bi kıpkızıl olacak. 9 Bütün dağlar hallaç


(âhirette) vuku bulması kesin olan tarif­ pamuğu gibi atılmış olacak. 10 bir dost 8

siz azabı hemen (burada) sorup isteyebi­ başka bir dostu sormayacak. 9
11 Onlar
lir; 2 (ki o azab) inkar edenlere hastır,
1
birbirlerinin görüş alanında olacakları
kimsenin ona (karşı) kendini savunmaya (halde böyle olacak). O gün günahı tabiat
mecali yoktur. 3 Allah'tan gelir; tekamül edinmiş kişi, azaptan kurtulmak için fid­
mertebelerinin sahibi olan (Allah'tan): 4 2
ye vermek isteyecek öz evladını, 12 eşini,
Bütün melaike, ruh ile birlikte, süresi
3 4
kardeşini, 13 kendisine sığınak olmuş
(dünyaya göre) elli bin yıl olan bir günde 5
bütün yakınlarını; 14 dahası yeryüzünde
O'na yükselir. 6
yaşayan herkesi (fidye vermek isteyecek)
5 Artık (sen ey muhatap), güzel bir sabır­ ki kendisi kurtulabilsin. 10

la diren! 7
6 Çünkü onlar (Hesap Gü- 15 Fakat ne mümkün! (Onu bekleyen)
nü'nü) çok uzak bir ihtimal olarak görü­ değdiğini çarpan tarifsiz bir alevdir; 16
yorlar,- 7 Biz ise onu çok yakın görüyoruz. derisini kavuran bir alev 17 o, (hakka)
;

sırt dönenleri ve (vahiyden) yüz çeviren­


8 O G Ü N gökyüzü yanık yağ tortusu gi- leri kendine davet eder,- 11
18 zira o, (ser-

1 'Azâb'm bâ ile geçişli yapılması, see7e fiili­ nin bir günü 250 milyon yıldır. Kendi etrafın­
nin "sordu", "istedi" ve "acele etti" mânaları­ da dönüşünü bu sürede tamamlar.
nın tümünü birden kapsadığına delalet eder. 5 6 Bu âyet, "O'na sadece güzel sözler yükselir,
ve 6. âyetler, bu soruyu soranların kötüler ol­ o sözleri yücelten ise imana uygun eylemler­
duğunun delilidir. Vaki' sıfatı, âhireti imkan­ dir. Gizliden gizliye çirkin tuzaklar tasarlayan­
sız görenlere meydan okumadır. lara gelince: onları şiddetli bir azap beklemek­
2 Veya: "tüm yüceliş yolculuklarının (son du­ tedir" (42/Fâtır: 10) âyeti ışığında anlaşılabilir.
rağı) olan"; veya "katına yükselişin birden faz­ Nadr b. Haris'in, "Allah'ım! Eğer bu Kur'an se­
la yolu bulunan". Zi'l-me'âric, hiçbir insani nin katından gelen bir hakikat ise üstümüze
yücelişin Allah'tan kopuk olamayacağını ifa­ gökten taş yağdır veya bizi acı bir azaba uğrat!"
de eder. Bununla, zatının değil, mahlukatın (Krş: 95/Enfal: 32) demesi üzerine nazil olmuş­
tekamül yeteneği kastedilmiştir. Delili bir tur. Allah'tan insana rahmet ve vahiy nazil
sonraki âyettir. Bu ibare, hem vahyin birden olur, insandan Allah'a dua ve ubudiyet çıkar.
fazla geliş yöntemine (82/Şûrâ: 51), hem tek Hayat bir miraç ve nüzulden ibarettir.
Allah'a ulaşan birden çok yola yorulabilir 7 Muhalefet ahlâkına atıf. Kötülere karşı mü­
(Krş: 89/Ankebût: 69). cadele çirkin değil "güzel" olmalıdır.
3 Melâike ile melek arasındaki fark için bkz. 8 Yumuşaklık ifade eden 'ıhn'in "yün"e ham­
94/Bakara: 30, not 42. li kıyasîdir. Bu yüzden "pamuk" karşılığını
4 Vav'ın "beraberlik" (maiyyet) anlamına da­ tercih ettik.
yanarak. Ruh "vahiy meleği" mânasına gele­ 9 Aynı hakikate dair bir âyet için bkz:
bileceği gibi, "Isra'ya muhatap olan ruh" anla­ 83/Zuhruf: 67.
mına da alınabilir (Bkz: 68/lsra: 1, not 7-8).
10 Zımnen: inkarcı kişi kendi kurtuluşu için
5 Hac 47'de "bin yıl". Zamanın görece niteli­ en yakınları da dahil tüm dostlarını hatta tüm
ğine atıf. Yevmin, "gün" veya "gün içinden insanlığı satışa çıkaracak.
bir an" anlamına gelir. Samanyolu galaksisi-
11 Parantez içi açıklamalarımız Katade'nin gö-
Nûzûl: 46 Mushaf: 70 46/ME'ARÎC SÛRESİ 207

veti) toplayıp (paylaşmayarak) biriktiri­ nin azabından dolayı derin bir ürperti içe­
yordu. 12
risindedirler: 28 çünkü hiç kimse Rabbi­
nin 18
azabına karşı dokunulmaz değil­
19 KUŞKU yok ki insan pek tatminsiz dir. 19

yaratılmıştır: 20 Başına bir kötülük gel­


13

29 Yine onlar ki, iffetlerini korurlar; 30


diği zaman vaveylayı basar,- 21 ama bir
ancak eşleri, yani meşru şekilde hakkını
iyiliğe nail olduğu zaman da onu herkes­
vererek sahip oldukları kimseler müstes­
ten kıskanır.
na: 20
zaten onlar (meşru eşleriyle paylaş­
22 Namazla dik duranlar 14
müstesna: 23 tıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar.
Onlar ki namazlarında titiz ve devamlı­ 31 Ama bu sınırın ötesine geçen kimseler
dırlar. 24 Onlar ki, malları üzerinde be­
15
haddi aşmış olanlardır.
lirli (kimselerin) hakkı olduğunu (bilir­
32 Onlar ki, emanetlerine ve sözlerine
l e r ) : 25 Hassaten yardım isteyenlerin ve
16

riayet ederler. 33 Yine onlar ki, şahitlik


(isteyemediği için) mahrum kalanla­
görevinin hakkını verirler,- 21
34 ve onlar
rın... 17

ki, namazlarının (amacını) titizlikle gö­


26 Yine onlar ki Hesap Günü'nü gönül­ zetirler.
den tasdik ederler,- 27 ve onlar ki Rableri-

rüşüne dayanmaktadır (Taberî). Kâfirin yüz çe­ olana ise o yollara koyulup yükselmek düşer.
virmesi [idbar] mü'minin ilişki kesmesini (âyet 14 Musallîrie verdiğimiz anlam için bkz.
42) gerektirir. [Tevelli, idbar ve istikbafm farkı 9/A'lâ: 15, not 15 ve 108/Mâide: 12, not 20.
ve bu tavırlara mukabelenin mahiyetiyle ilgili
15 Namaz, tatminsizliği Allah ve cennetle tat­
bir not için bkz. 4/Müddessir: 23, not 16.)
min olma yolunda bir teşvik kılan imkan.
12 Ceme'a fe ev'â, bir şeyi bir kabın içinde bi­ Dünya hayatını, gök iğnesiyle âhiret atlasına
riktirmektir (Krş: 52/lnşikâk: 23). Vi'â' hem günde beş kez dikmektir.
"kab, torba, zarf" hem de "yaradan akan irin,
16 Buna göre zekât varsılın yoksula bir ikramı
cerahat" anlamına gelir. Parantez içi açıkla­
değil, yoksulun varsılın malmdaki hakkıdır.
maların gerekçesi budur.
17 Servetini harcayanlar ile servetin harcadık­
13 Sadece burada geçen helû'a, Ferrâ "sürekli ları arasındaki fark böyle anlaşılır.
yakınmak, sızlanmak, tatminsizlik" [ed-dacûr]
18 Lafzen: "Rablerinin.."
mânası vermiş. Kelime Müfredat ve Külliy-
yat'ta hiç yer almamış, İbn Aşur ise üç sayfa­ 19 Peygamberlerin tevbe ve istiğfarları için bkz.
dan fazla yer ayırmış. Fe'ul vezninden olan ke­ Hz. Yûnus (79/Enbiya: 87); Hz. Musa (67/Kasas:
lime hem özne, hem nesne anlamı taşır. Bu bi­ 16). Halid b. Velid'in Beni Cezime seferinde uy­
zi şu anlama ulaştırır: Özünde tatminsiz olan, guladığı yanlış savaş taktiği yüzünden ölen ma­
bunun cezası olarak da tatminsizliğe maruz sumlar için Hz. Peygamber'in derin bir hüzün
kalan. Bu tatminsizlik insan için bir fırsattır, içinde tekrarladığı "Allah'ım! Ben Halid'in yap­
eğer doğru kullanırsa. Doğru kullanmanın yo­ tığından beriyim!" niyazı da bu çerçevede anla­
şılmalıdır (Buhârî, Ahkam 35).
lu devamındaki âyetlerde gösterilir. Zımnen:
Bana neyle tatmin olduğunu söyle, sana kim 20 Çevirimizin gerekçesi için bkz.
olduğunu söyleyeyim. Allah rızası ve cennet­ 80/Mü'minûn: 6. Mü'minûn 5-8 ile bu sûre­
ten aşağısıyla tatmin olan ucuza gitmiştir. nin 28-29. âyetleri aynı lafızlarla gelir.
"Yükseliş yollarının" sahibi Allah'la tatmin 21 Zira: insan bu cihana sahip olmak için de-
208 •^:X^' • 46/ME'ARlC SÛRESİ < , ^ 3 ^ , Nüzul: 46 Mushaf: 70

35 işte cennetlerde sınırsız ikrama nail noktalarının tümünün Rabbi olan (Zatı­
olacaklar bunlardır. ma) yemin ederim k i : 26
elbet Biz kadiriz
41 onları kendilerinden daha hayırlı bir
36 İNKARI hayat tarzı edinmiş olan şun­ toplumla değiştirmeye... Zira Biz asla
lara ne oluyor ki, senden yana boyunları­ aşılıp (önüne) geçilenlerden biri değiliz.
nı uzatarak 37 dağınık guruplar halinde 42 Artık onları kendi haline bırak; vaad
bir sağa bir sola gezinip duruyorlar? 38 22
edildikleri güne kavuşuncaya kadar lafa
Ne yani, şimdi onlardan her biri, tarifsiz dalıp oynayadursunlar. 27
43 o gün onlar,
nimetler cennetine gireceğini mi sanı­ sanki putlarına doğru seğirtirmiş gibi 28

yor? 23
39 Kesinlikle hayır. hızla mevzilerinden 29
fırlarlar; 44 gözleri
Şu bir gerçek ki, onları iyi bildikleri bir yıkılmış, zillete bürünmüş bir halde: iş­ 30

şeyden 24
yaratan Biziz. 40 Artık bundan te bu, onların daha önce defalarca tehdit
ötesi y o k ! 25
Gündoğumu ve günbatımı edildikleri gündür.

ğil şahit olmak için gelmiştir. öldükten sonra dirilişi hatırlatırlar. Yemin şa­
22 Hem hakiki hem mecazî çağrışımları olan hitlikle ilgilidir. Allah'ın bir şeye yemini,
bir ibare: İnkarcı Mekkelilerin hem vahiy kar­ onun hakikate dünya ve/veya âhirette şahitli­
şısındaki şaşkınlıklarını, hem de küstahça ki­ ğini gösterir. Zira yemin şahitlikle ilgilidir.
birlerini ifade eder. Allah bir şeye yemin ediyorsa, o şey bizim
hakkımızda şahitlik yapacak demektir.
23 Bir avuç dehri (ateist) kodaman dışında ge­
niş müşrik yığınların, İbrahimî geleneğin bir 27 Bu dünya hayatının oyun ve eğlence oldu­
kalıntısı olan belli belirsiz bir âhiret itikadı­ ğunu ifade eden âyetler, bu âyet ışığında anla­
nın bulunduğuna delalet eder (Bkz:85/ Câsiye: şılmalıdır (Msl. 89/Ankebût: 64). Buna göre,
32, not 31 ve 47/Nebe': 3, not 4). Tıpkı Şeytan tek dünyalı bir bakış açısına sahip olanlar için
gibi, "Sağdan gelip "Eğer bunlar cennete girer­ bu dünya bir oyun ve eğlencedir, iki dünyalı­
se, biz dünden gireriz" diye aldatıyor, bir sol­ lar içinse hasadı âhirette yapılacak bir "tarla".
dan gelip "Yok yok! Âhiret diye bir şey yok, 28 Seferden dönen müşrikin ilk iş olarak putu­
diyorlar" şeklinde de anlaşılabilir. nu ziyaret etme geleneğine kinayeli bir atıf.
24 Krş. "bir damlacık hayat suyundan" 29 Ecdâs'm "kabir"den farkı için bkz.
(74/Nahl: 4). 54/Kamer: 7, not 6.
25 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 37/Beled: 1, 30 Dünyada Allah'a boyun eğmeyen, âhirette
not 1. zillete uğrayacaktır (Bkz: 7/Kalem: 43, not 37).
25 Gündoğumu ve günbatımının ikisi birden
Sûre, k a d i m m u s h a f ların, tefsir ve hadis kitaplarının bir çoğunda Nebe'
adıyla anılır. İ k i n c i âyetinde yer alan nebe', " Ö n e m l i ve b ü y ü k h a b e r "
a n l a m ı n a gelir. Buhârî ve bazı tefsirler i l k âyetiyle anmışlardır. Kurtubî Sû­
re tu Amme adıyla a n m ı ş t ı r . Ayrıca bu sûreye Tesâul ve Mu'sırât adını ve­
renler de o l m u ş t u r .

N e b e ve N a z i ' â t sûreleri, m u s h a f t a da nüzulde de birbirini izler. Ü n l ü ter­


7

tipte M e ' â r i c - N â z i ' â t arasında yer alır. Sûre, m u h t e v a itibarıyla iniş zama­
n ı n a ilişkin bir delil s u n m a z . A n c a k i n k a r c ı muhatapların üzerinde yoğun­
laştığı âhireti i n k â r k o n u s u y l a söze girmesi, bir ipucu sayılabilir. M. Bazer-
gan, nüzul tertibinde sûreyi i k i b ö l ü m e ayırarak 1-36'yı vahyin i k i n c i yılı­
na, gerisini 6. y ı l m a yerleştirir. R. Blachere ise üç d i l i m l i k M e k k e dönemi­
n i n i l k d i l i m i n e ve 2 6 . sıraya yerleştirir. T e r t i p t e k i yerine dayanarak sûre­
n i n peygamberliğin 7. yılında nazil olduğunu söyleyebiliriz. İbn Abbas'tan
gelen şu rivayet, bu t a h m i n i m i z i pekiştirir mahiyettedir: "Kureyş oturuyor,
inen Kur'an âyetlerini tartışıyordu,- onlardan tasdik edenler de çıkıyordu,
yalanlayanlar da derken bu sûre i n d i . "
;

Konusu bir b ü t ü n olarak i n s a n ı n ebedi istikbalidir. Y e n i d e n diriliş h a k i k a ­


tini eşsiz bir belagatla ele alır (1-5). Ardından insanoğluna sunulan n i m e t ­
ler hatırlatılır. " U y k u n u z u ö l ü m (sembolü) k ı l d ı k " (9) ve "gündüzü de ha­
yat (sembolü) k ı l d ı k " (11) diyen âyetler bu sûrede yer alır. Sûrede ilâhi ödül
ve cezanın ayrıntılı tasvirleri yapılır (21-40).

Sûre, inkâr ettiği Hesap G ü n ü ile karşı karşıya kalan bir i n k a r c ı n ı n pişman­
l ı k k o k a n şu acı yakınışıyla son bulur:

" Â h , n'olaydım, k e ş k e bir toprak o l a y d ı m ! "


»XB>fr
210 47/NEBE' SÛRESİ ı ,^-3^, Nüzul: 47 Mushaf: 78

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 KENDl aralarında neyi soruşturuyor­


1
necekler.
lar? 2 O muazzam (olayın) müthiş habe­
2

rini m i ? 3 Ki onlar o (haber) hakkında


3 6 Y E R Y Ü Z Ü N Ü (sizin için) tarifsiz bir
farklı düşünüyorlar. 4 beşik kılmadık m ı ? 7 Ve dağları da (o be­
5

4 Evet: Bir gün (gerçeği) öğrenecekler; 5 şiğin) ayakları? 6

evet, evet: Bir gün (gerçeği nasılsa) öğre- 8 Dahası sizi çiftler halinde yarattık; 9 7

1 'Amme'nin aslı 'an+mâ edatlarıdır. Soru şefaat beklentilerinden de anlaşılabilecek bir


mâ'sı harf-i çerle birleşince elif düşüp ona de- durumdu (Bkz: 69/Yûnus: 18)
laleten mim'e bir şedde verilir. Cümledeki 5 "Yeryüzü ve dağlar" (7. âyet) özgül ağırlığı
normal söz dizimi yetesâeîûne 'an mâ şeklin­ olan somut ve elle tutulabilir varlıklar olduğu
dedir. Soru edatı kural gereği başa gelmiştir. için innâ ce'alnâ şeklinde doğrudan mazi fiil
2 Tefâul babında mâna hem özne hem nesne­ yerine muzarinin lem ile mazi yapılmış hali
den sadır olduğu için, "soruşturma" karşılığı­ olan lem-nec'al şeklinde gelmiştir. Buna mu­
nı tercih ettik. Kur'an eşsiz belagatıyla Arap kabil "cinsiyet, uyku, gece ve gündüz" özgül
dilinde daha önce kullanılmamış yöntemleri ağırlığı olmayan gerçeklikler olduğu için 8-11.
kullandı. Bunlardan biri de konuya soruyla âyetlerde halaknâ ve ce'alnâ mazi fiilleri doğ­
girme üslubudur. rudan kullanılmıştır. Galibiyetle uygulanan
3 Nebe' ile haber arasında fark vardır. Nebe', bu kuralın istisnaları da yok değildir (Mesela
"sahibi için hayati önemi olan haber" anlamı­ bkz. 35/Mûrselât: 27)
na gelir. Buradaki en-nebeu'l-'azîm, bağlamın 6 Lafzen: "Direkleri". Kur'an'ın eşsiz belagatı­
da doğruladığı gibi "yeniden diriliş"tir. Bunu na harika bir örnek. Yeryüzü ölçeğinde bir be­
zımnen "göklerin manşeti" olarak da okuya­ şiğe dağlardan ayak yakışırdı. Bebeği insan
biliriz. olan bu beşiği sallayan el Allah'ın kudret eli,
4 Mekkelilerin yeniden diriliş konusunda ka­ bu eli harekete geçiren şefkat ilâhi rahmettir.
falarının da, sözlerinin de karışık olduğunu Teşbihin îmâ ettiği hakikat karşısında akıllar
beyan eder. Mekkeli bir düzine kadar koda­ secdeye kapanır.
man kökeni karmaşık ve karanlık ilkel bir 7 Bu özellik türün her unsurunu içerdiği için,
materyalizmi (Dehrilik) savunuyorlardı, ibn halaka'l-insân yerine halaknâkum gelmiştir.
Habib'in el-Muhabbar'da "zındık" olduklarını Ezvâcen "çift olarak, çifterli" demektir. Âyet
belirtip bir bir saydığı bu kodamanlar başta tüm yaratılmışlar âleminin çift kutupluluğu­
Iran kökenli Mazdekizm ve Maniheizm ol­ na delalet eder. Ezvâc zımnen "zıt kutuplu­
mak üzere kadim Şamanizm'in her türünden luk" anlamını da içerir. Zira Kur'an'da bir çok
etkilenmişlerdi, ibn Habib'in "Kureyş Zındık­ yerde zıt kutupluluktan söz edilmesine rağ­
ları" başlığı altında değerlendirdiği bu isimle­ men, burada olduğu gibi Allah'ın eşyayı zıt
rin, zındıklığı Hîre Nasrânilerinden öğrendik­ kutuplu olarak [ezdâden] yarattığınden hiç söz
lerini söylemesi ilginçtir [el-Muhabbar, Bey­ edilmez. Bu tıpkı hayır Allah'a doğrudan izafe
rut, ty., s. 161). Âhireti kökten inkâr eden on­ edilirken şerrin Allah'a izafe edilmemesine
lardı (85/Câsiye: 24 ve 26/Necm: 27). Fakat benzemektedir. Bu durumu lafzen temsil eden
geniş yığınların bilinç altında Hz. ibrahim'den ezdâd yerine ezvâc kullanılması, âlemde zıtlar
kalma belli belirsiz bir âhiret düşüncesi vardı. olarak algıladığımız şeylerin hakikatinin algı­
Casiye 32. âyet (ayrıca 81/Fussilet: 50 ve ladığımızdan daha farklı olduğunun göstergesi
62/Kehf: 36) bunu ifade ediyordu. Zaten bu, sayılabilir. Belki bizim zıtlar gibi gördüğümüz
Nüzul: 47 Mushaf: 78 > _^ .
r t 47/NEBE' SÛRESİ 211

ve uykunuzu ö l ü m (sembolü) kıldık; 10


8 9 17 ŞÜPHESİZ Ayrışma Günü'nün 15
be­
ve geceyi tarifsiz bir örtü kıldık; 10
11 lirlenmiş bir vakti mutlaka vardır: 16
18 o
gündüzü de hayat (sembolü) yaptık. 11
gün sura üflenir, derhal amacına göre
12 Ve üzerinize yedi kat (göğü) sapasağ­ taksim edilmiş topluluklar halinde (ha­
lam bina e t t i k . 12 yat alanına) çıkarsınız,- 19 ve kapıları var­
mış gibi gökler açılıverir, 17
20 ve dağlar
13 Ve (oraya) son derece güçlü bir ışık ve
ısı kaynağı yerleştirdik. 13
yürütülür, sanki sir serap olur.
21 Şüphesiz (o gün) Cehennemin gözleri
14 Ve sıkılmaya hazır yağmur yüklü (bu­
yolda kalacaktır; 22 (o) haddini bilmez­
18

lutlardan) şarıl şarıl sular indirdik; 15 ki


14

ler için bir son duraktır; 23 onlar orada


onunla tohumlar ve bitkiler bitirelim; 16
uzun zamanlar boyu kalacaklar. 19
24
dahası, salkım saçak bahçeler (yetiştire­
Orada ne (yürek) serinletici bir (haber) ta-
lim diye).

şeyler de hakikatte biri olmadan diğeri düşü­ ısı (Râğıb). Burada "güneş".
nülemeyecek olan eşlerdir. Elbet işin hakika­ 14 Veya: "(Rüzgarların) sıkıp suyunu çıkardığı
tini en iyi Allah bilir. (bulutlardan)". 'Asr(l) ve u'sıra (71/Yusuf: 36)
8 Veya, "kesinti" [el-kat*] kök anlamına istina­ hep "sıkıp suyunu çıkarmak" kök anlamın­
den: "istirahat için ara". Fakat bu mâna, keli­ dan müştaktır.
menin asli mânası değildir. Nevmekum (uyku­ 15 Hesap Günü iman ve küfrün, iyi ve kötü­
nuz) kelimesi, insan uykusuna has bir özelliği nün, hak ve batılın ayrışma günüdür. Kur'an
ifade etse gerektir. Bu da can ile değil insana öz­ da ayrıştırıcı bir kelamdır [kavlun fasl, 38/Ta-
gü ruh ile alâkalı olmalıdır (Krş: 73/En'âm: 60). rık: 13). Ayıran Söz'ü dinlemeyen "Ayrışma
9 8. âyetteki çift yaratılış haleka fiiliyle, 9. Günü" cevhere değil, cürufa ayrılır.
âyetteki uykunun ölüm sembolü kılınışı 16 Kant, sözkonusu zamanın Allah katında
ce'ale fiiliyle ifade edilmiş. Halk eşyanın varo­ malum ve sabit olduğunu ifade eder. Yani,
luş, tabiat, cevher ve fıtratına nisbetle, ca'l ise 'Tanrı'yı kıyamete zorlamak' isteyen haddini
eşyanın ahval, araz ve eylemine nisbetle kul­ bilmezler boşuna çırpınırlar.
lanılır. Çift kutupluluk insanın cevheri özelli­
17 Veya: "Ve gökler açılıverir -ki zaten o ka­
ği, uyku ise arazi özelliğidir. İlki ontolojik,
pılara (sahiptir)-" Tercihimiz, icâne'nin teşbih
ikincisi biyolojiktir.
edatı işlevine dayanmaktadır.
10 Gecenin örtü kılınmasının üç gerekçesi
18 Veya mirsâd'm mekân ismi anlamına daya­
vardar: Birincisi: Gecenin koynunda yapdması
narak: "gözetleme/pusu yeri olacaktır". Ya da
gereken meşru işler için bir örtü. İkincisi: Zer-
mastar anlamına dayanarak: "pusuya yatacak­
düştlüğün Karanlık Tanrısı (Ehrimen) inancı­
tır". Tercihimiz kelimenin mübalağa anlamı­
nı red. Üçüncüsü: Gece koruyucudur: İlk mu­
na dayanmaktadır.
hatapların dünyasında gece saldırmak muru-
et/e (insanlık) aykırıydı. 19 Ahkâb, "uzun zaman" demektir. Bir hadise
göre 80, İbn Abbas'a göre 300 yıldır. 40 veya
11 "Hayat" anlamına gelen me'as, 9. âyetteki
30 bin yıl diyenler de olmuştur. Hasan Basrî
subâtm karşıtıdır.
"süresi belirsiz" der. Bu âyetten yola çıkarak
12 Lafzen sayı ifade etse de mecazen çok kat- Cehennem'in sonlu mu sonsuz mu olduğu
manlılığı ve çeşitliliği ifade eder. tartışılmıştır. Sonlu olduğunu savunan her
13 el-Vehec, bir kaynaktan neşet eden ışık ve mezhepten farklı alimler başta bu âyet olmak
dacaklar, 20
ne de (iç yangınını söndüre­ bahçeler, bağlar... 33 Dahası, dengi den­
24

cek) bir içecek. 25 Ancak kavurucu bir gine gözalıcı e ş l e r . . . 25


34 Ve dolup taşan
umutsuzluk ve zift gibi sıvanan buz gibi kadehler...
bir karanlık. 21
26 (İnkarlarına) uygun bir 35 Orada kimse ne boş bir laf, ne de yalan
karşılık... bir söz duyacak.
27 Şu kesin ki onlar vaktiyle, hesaba çe­ 36 (Bütün bunlar) Rabbinden, tarü(e)siz bir
kilmeyi arzu etmiyorlardı; 28 üstelik hesaba göre bahşedilen sınırsız bir ödül
âyetlerimizi de açık bir dille yalanlamış­ olacak: 37 göklerin, yerin ve o ikisi arasın-
lardı,- 29 Biz de her şeyi bir bir sayarak ka­ dakilerin Rabbi'nden; Rahmân'dan...
yıt altına aldık.
Ve hiç kimse O'na (karşı) söz söyleme ce­
30 Sonunda (onlara diyeceğiz ki): "(Bü­ saretini kendinde bulamayacak; 26
38 o
yüttüğünüz Cehennem ağacının meyve­ gün (insanlığa ait) bütün ruhlar 27
ve me­
lerini) tadın; artık size tarifsiz bir mahru­ lekler saf saf kıyama duracak; kimse ağzı­
miyetten başka bir şey artırmayacağız. 22
nı açamayacak,- ancak Rahmân'ın i z i n 28

verdikleri müstesna; onlar da sadece doğ­


31 NE var ki, Allah bilinciyle hareket ruyu söyleyecek. 29

edenleri tarifsiz bir mutluluk y u r d u 23

39 İşte bu, hakkın tecelli ettiği gündür: ar­


bekliyor; 32 içinden su çıkan göz bebeği
tık dileyen Rabbine varan bir yol tutsun!

üzere 73/En'âm 128 ve Hûd 106-108. âyetleri­ zalıcı" anlamına gelen ka'b kökünden [Mekâ­
ni ve Allah'ın rahmetinin gazabını geçtiği il­ yîs). Sonradan Ka'be gibi "kübik", ka'beyn
kesini delil getirmişlerdir. (Konuyla ilgili ay­ (ayak bileği) gibi dairevi cisimler için de kulla­
rıntılı bir açıklama için bkz. 94/Bakara: 35, nılmaya başlanmıştır. Yalnız burada geçen ke­
not 60). Ebu Said el-Hudrî'den gelen bir hadis lime dişil olmadığı gibi, tek bir cinse de hamle-
şöyledir: "Hesap Günü cennetlikler cennete, dilemez. Her iki cinsi de kapsar. "Tam denk"
diğerleri de cehenneme gider. Allah şöyle der: anlamındaki etrâb da tercihimizi doğrular.
"Kalbinde hardal tanesi kadar iman olanı ora­ 26 Zımnen: Şuna neden şu kadar verdin diye
dan çıkarın!" Cehennem ehli oradan çıkarılıp hesap sorma cüretini...
hayat ırmağına atılacak. Ve sonra bir çayın ke­ 27 Ruh tekildir, fakat belirlilikten dolayı çoğul
narında yeşeren otlar gibi filizlenecekler. Sen anlamı taşır. Tercihimiz İbn Abbas, Katade ve
onun nasıl çimlenip filizlendiğini görmez mi­ Hasan Basri gibi ilk otoritelerin görüşüne da­
sin?" (Buhârî; Müslim; Nesâi; İbn Hanbel). yanmaktadır (Taberî). Allahu a'lem, bu insa­
20 Parantez içi açıklamalarımız, zâka fiilinin noğluna dünyada üflenen ve onda fıtrat, vic­
mecazi karşılığına dayanmaktadır. dan, irade ve akıl biçimlerinde tezahür eden,
'teveffi' ettirildikten soma asli vatanında şahid
21 Ğassâk için bkz. 23/Felak: 3, not 5.
olarak İlâhî huzura çıkartılacak olan ruhtur.
22 'Azâb'ı çevirimizin gerekçesi için bkz.
28 İzn, "kulak" anlamındaki uzn'e nisbet edi­
7/Kalem: 33, not 29.
lir. Kulağını dikerek izin bekleyen kimseye
23 Veya mastar anlamıyla: "Kurtuluş.." verilen müsaade olduğu için izn denmiştir.
24 Hadika'yı çevirimiz için bkz. 53/Neml: 60, 29 Müşriklerin sapık şefaat inancını red. Tüm
not 62. şefaat tasavvurları, Enbiya 28, Sebe' 23, Zü-
25 Kevâ'ib, "yüksek, yüce, kaliteli, değerli, gö­ mer 44, Necm 26. âyetlere arz edilmelidir.
40 Kuşku yok ki Biz sizi, çok yakın bir den dirilişi) inkâr eden kişi şöyle diyecek:
azaba karşı uyarıyoruz: o gün kişi elleriy- "Âh, n'olaydım, keşke bir toprak olay-
le takdim ettiği şeylere bakacak; ve (yeni- dım! " 3 0

30 Zira bu kişi, yaşarken yeniden diriliş gerçe- ğine inanmak yerine toprak olacağını sanmıştı.

*N3Ss*
Sûre, " s ö k ü p ç ı k a r a n l a r " veya "sıyırıp a l a n l a r " m â n a s ı n a gelen Nâzi'ât
adını i l k âyetinden alır. Sûrenin, ilk dönemlerden beri b i l i n e n ve kulla­
nılan t e k adı budur.

M e k k e ' d e i n m i ş t i r . 'Âdiyât, Zâriyât, Sâffât ve M u r s e l â t gibi mevsufsuz sı­


fatlarla başlayan beş sûreden biridir. M e h d i Bazergan, m a t e m a t i k s e l yönte­
m i y l e sûreyi i k i b ö l ü m halinde vahyin 2. ve 3. yıllarına yerleştirir. Benzer
bir t e r c i h i Blachere de yapar. Fakat N a z i ' a t sûresi, i l k n ü z u l tertiplerinin tü­
m ü n d e Nebe'-tnfitâr arasında yer alır. Bu sıralamaya itiraz e t m e k i ç i n elde
m a k u l bir gerekçe b u l u n m a m a k t a d ı r . Bu durumda sûreyi b o y k o t dönemi­
nin i l k yılı olan peygamberliğin 7. yılına y e r l e ş t i r m e k daha isabetli olacak­
tır.

Konusu âhirettir. Bir ç o k sûre gibi bu sûrenin de ana t e m a s ı n ı n âhiret olma­


sı sebepsiz değildir. Zira her şeyin bir ruhu vardır, dünyanın ruhu da âhiret­
tir.

Sûre, diğer mevsufsuz sıfatla başlayan sûreler gibi vahye ü s t ü kapalı atıflar­
la başlar. Hz. M u s a ve onun davetine sırtını dönen Firavun kıssası bu bağ­
lamda dile gelir:

" S o n u n d a Allah, onu âhiret ve dünyaya ibret olsun diye e n s e l e d i . " (25)

Sözlü âyetlere i n a n m a y a n l a r a tabiat ve k â i n a t âyetleri gösterilir.

Sûre en sonunda sözü k ı y a m e t e getirir. Şu çarpıcı âyetler, insanoğluna Al­


lah'tan başka h i ç k i m s e n i n haber sunamayacağı ö t e k i hayata dairdir:
"(Ey peygamber!) Sana " K ı y a m e t ne z a m a n k o p a c a k ? " diye soruyorlar. Sen
nerde onun v a k t i n i b i l m e k nerde! O n u n n i h a i sınırı R a b b i n e m a l u m . Sen
sadece onun a z a m e t i n d e n korkanlara hatırlatıcısın. (Kâfirler) bu h a k i k a t i
bizzat gördükleri gün, onlara s a n k i (bu dünyada) bir gece veya bir gündüz­
den fazla k a l m a m ı ş l a r gibi g e l e c e k . " (42-46)
Nûzûl: 48 Mushaf: 79 î > < g > < t . 48/NÂZt'ÂT SÛRESİ t , ^ 3 ^ 215

RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 ŞAHÎT olsun (muhatabın yüreğine) da­


1
10 (Hâlâ) diyorlar ki: "Ne yani, şimdi biz
lıp (küfrü oradan) şiddetle söküp atan 2
yeniden eski halimize mi döneceğiz? 11
(uyarı âyetleri)! Tamamen çürüyüp bir külçe kemik haline
2 Ve (mü'min gönüllere) müjde dolu bir gelsek de m i i " 12 (Ve) ekliyorlar: "O za­
umudu usulca getirip bırakan (rahmet man desene bu ikinci bir hüsran olacak!" 6

âyetleri)! 13 Sözün özü: o (kalk emri), sert ve kesin

3 Ve (o umutla hayat denizine) açılıp yüz­ bir komuttan ibarettir. 14 İşte o zaman

dükçe yüzen (mü'min)ler! onlar, faltaşı gibi açılmış gözlerle mahşer


meydanında beliriverecek. 7

4 Ve (hayır yolunda) birbirleriyle yarışan


öncüler! 5 Derken, onların peşinden işle­
15 MUSA'NIN olayından 8
haberin var
ri yoluna koyan artçılar!
mı? 9

6 (Bunların her biri şahit olsun ki) o gün 3

16 Hani Rabbi, iki kat kutsal kılınmış bir


şiddetli bir sarsıcı herşeyi sarsacak; 7 da­ 4

vadide 10
ona şöyle seslenmişti: 17 "Fira­
ha büyük sarsıntılar birbirini kovalaya­
vuna git, çünkü o haddini aşti; 18 ve ona
cak; 8 (ve) kalpler çarpılmış (gibi) titreye­
de ki: "Arınmaya var mısın? 19 İmdi (ce­
cek; 9 onların gözleri yıkılmışlığı, bit-
vabın evetse); ben seni Rabbine doğru yö-
mişliği temsil edecek. 5

1 Krş. 35/Mûrselât: 1, not 1. İlk beş âyetteki sı­ 61/Ğaşiye: 2, not 3.


fatların mevsuflan zikredilmemiştir. Bunlar 6 Alaycı bir küstahlıkla.
melekler, yıldızlar, ok atan mücahitler veya
7 Veya sâhirah'ın kök anlamına istinaden: "
kabzedilen ruhlar olarak yorumlanmıştır. Oysa
bir meydana atılacak".
ki Kur'an melekleri dişi olarak tasavvur edenle­
ri reddeder (83/Zuhruf: 19). Yıldızlara ve ruhla­ 8 Hadîs'in "hâdise" ile lafzı alâkası için bkz.
ra öznelik (müdebbir) yakıştırmak da Kur'an'ın 113/Tahrîm: 3, not 42.
genel kabullerine aykırıdır. Bizce bu sıfatların 9 Hel ile sorulduğu için muhataptan "elbette
mevsufu benzerleri gibi vahiy veya vahye bura­ gelmişti" cevabı ister.
da olduğu gibi olumlu veya 'Âdiyât'ta olduğu 10 Tuvâ'nın kök anlamına dayanarak: "iki
gibi olumsuz tepki veren insanlardır. Sıfatlar kat, kat kat, kıvrım kıvrım, dürüm dürüm".
hem geçişli hem geçişsiz okunabilir. Tercihimiz, bu vadinin birden fazla kutsal kı­
2 Veya geçişsiz anlamıyla: "..söküp alan.." lınışına dayanmaktadır. Kur'an'da mukaddes
sıfatı aynı olaya dair iki kez Tuva vadisi için
3 Bu âyetler yeminin cevabı olarak okunmalı­
(diğeri 44/Tâhâ: 12), bir kez de Filistin toprak­
dır, açıklamamızın gerekçesi budur.
ları için kullanılır (108/Mâide: 21). Tuva vadi­
4 Râcife-râdife'nin muhtemel vurguları ara­ si için Kasas 30'da mübarek sıfatı kullanıldığı­
sında şunlar sayılabilir: sura ilk üfürülüş-kıya- na göre Kur'an bunları birbirinin yerine kul­
metin kopması, yeryüzü-dağlar, gökyüzü-yıl- lanmaktadır. Aynı sıfat Mekke için de kulla­
dızlar, yerkürenin hareketi, bunun ikinci saf­ nılır (ÂI-i İmran: 96). Buraların kutsallığı ken­
hası, yani kıyametle birlikte yeryüzünün yok diliğinden bir kutsallık değil -ki öyle bir kut­
olması... sallık yoktur- el-Kuddûs olan Allah'ın kelamı­
5 Dünyada huşu'un izzet ve şeref, âhirette ise nın inişi dolayısıyla 'verilen' bir kutsallıktır.
zillet ve meskenet oluşuyla ilgilidir bkz. el-Mukaddes'in anlamı da zaten budur.
216 48/NÂZt'ÂT SÛRESİ Nüzul: 48 Mushaf: 79

nelteceğim ve sen de kendine çekidüzen ni adım adım O kararttı, aydınlığını kıva­


vereceksin!" 11
mında O çıkardı.
20 Nihayet ona o büyük mucizevi belge­ 30 Ve onun ardından yeryüzünü yuvarla­
yi gösterdi; 21 fakat o yalanladı ve sert
12
tarak bir düzene koydu; 31 oradan suyu­
18

çıkti; 13
22 soma hışımla orayı terk etti; nu ve bitki örtüsünü O çıkarttı,- 32 ve dağ­
23 derken (adamlarım) topladı ve bağırıp ları sağlamca O yerleştirdi, 19
33 siz ve
çağırdı; 24 üstelik (bir de) "Ben sizin en hayvanlarınız için geçim aracı olsun diye.
büyük rabbinizim!" dedi. 14

25 Sonunda Allah, onu âhiret ve dünya 34 O M U A Z Z A M olay gerçekleştiği za­


azabıyla (âleme) ibret olsun diye yakaladı. man; 35 (evet) işte o gün, insan neyin pe­

26 Şüphesiz bunda Allah'a karşı içten bir şinden koştuğunu hatırlayacak; 36 zira

saygı duyanlar için sayısız ibret vardır. gözleri faltaşı gibi açacak olan ateş, gör­
me yeteneğine sahip herkesin gözüne so­
kulacak.
27 YARATILIŞ açısından siz mi daha sağ­
lamsınız, yoksa gök kubbe 15
mi? 1 6
Göğü 37 Ne var ki, işin sonunda haddini bilme­
O inşa etti; 28 onu (içinde gök cisimleri) yen 38 ve dünya hayatını tercih edenler
yüzecek şekilde O yükseltti 17
ve dengeli var ya: 39 işte onların varacağı yer gözle­
bir iç düzene kavuşturdu; 29 onun gecesi- ri faltaşı gibi açacak olan o ateştir.

11 Bunlan söyleyen Hz. Musa'nın, bir prens yüzden eşedâin bu bağlamdaki doğru karşılı­
olarak büyütülen eski bir saraylı olduğunu ğı "sağlam"dır. Bu âyet Mü'min 56-57 ile bir­
unutmayalım. likte okunmalıdır. Bencil ve küstahça bir bö­
12 Mucize ile karşıladığımız âyet "alamet, bürlenmeye dayalı inşam hakikatin tek ölçü­
işaret, hüccet, belge" mânalarının da delalet tü ilan eden hümanizmi red. Aynı zamanda
ettiği gibi "Peygamberin hak olduğuna şahit­ insanın efdaliyyet ve eşrefiyyet düşüncesine
lik eden ilâhi belge" anlamına gelir. Kur'ani bir endaze.

13 Veya: "Dikleşti". 'Asâ'nın "değnek/kazık 17 Semkin "balık" anlamındaki semekuı


gibi oldu" anlamına istinaden. mastarı oluşuna dayanarak.
14 A'lâ, sebeb-i na't/sebeb-i sıfat olarak anlaşıl­ 18 Dahv, "dolamak, döşemek, sarmak". Edhi-
malıdır. Zira gökleri ve yeri yaratmadığını Fira- ye, devekuşunun yumurtasını kumda gömdü­
vun'un kendisi de bilmektedir. Hiksoslar Mı­ ğü yuva. Yumurta o yuvaya kendi şeklini ver­
sır'dan çıkarıldıktan sonra, Mısır'ın yönetimini diği için tabiatıyla o yuva da yumurta gibi kü­
ele alan Kamosa Hanedanı'na mensup firavun­ reseldir. Midha (ç. medâhi) ceviz gibi yuvarlak
lar kendilerini "yaşayan tann" ilan ettiler. taşlarla oynanan bir tür iptidai golf oyunu [Li­
15 29. âyetin delaletiyle es-Semâ'daki belirli­ sân). Buradaki dehâ ile Şems 6'daki tahâ ara­
lik ahd içindir: "bilinen ve görülen gök" anla­ sında hem mahreç yakınlığı hem mâna ben­
mına. zerliği vardır. Her ikisi de yeryüzünün yuvar­
laklığına delalet ederler (Bkz: 28/Şems: 6'nın
16 Yani: Bu kadar sağlam olan inşa eden, sizi
not 6). Hiç kuşku yok ki bu o günün inşam
öldükten soma yeniden diriltemez mi? İlk
için mucizevi bir ihbardır.
muhatapların 10-11. âyetteki inkârlarım red.
Allah için 'zor' yoktur, dolayısıyla göğü ve in­ 19 Dağlann yeryüzünün kazıklan oluşu ile il­
şam yaratması arasında da fark yoktur. Bu gili bkz. 79/Enbiya: 31, not 42.
Nûzûl: 48 Mushaf: 79 .
t 48/NÂZl'ÂT SÛRESİ 217

40 A m a Rabbinin yüce makamından kor­ de! 21


44 Onun nihai ilmi Rabbine ma­
kan ve kendini nefsine (kulluktan) alıko­ lum. 45 Sen sadece onun azametinden
yan kimseler var ya: 41 işte onların vara­ korkanlara hatırlatıcısın.
cağı yer de Cennet'tir. 46 (Kâfirler) bu hakikati bizzat gördük­
22

leri gün, onlara sanki (bu dünyada) bir ak­


42 (EY PEYGAMBER!) Sana "Kıyamet ne şam veya bir kuşluktan fazla kalmamış­
zaman 20
kopacak?" diye soruyorlar. lar gibi gelecek. 23

43 Sen nerde onun vaktini bilmek ner-

20 Veya: "nerede", veya "kopması nasıl ola­ kopacağını söylüyor (73/En'âm: 158, 74/Nahl:
cak". Mursâhâ, "geminin yolcuları boşaltmak 77; 106/Ahzab: 63). Müşriklerin peygamber
için demir atması, boşaltma vakti ve yeri". tasavvuruna göre gerçek peygamber gaybı bi­
Zımnen: Sadece insan değil, kâinat da yolcu. lir. Kur'an bu tasavvuru reddediyor.
Hz. Peygamber kendisine kıyametin zamanını 22 Zira bu kimseler 42. âyette geçen sorunun
soran birine şöyle der: "Onun için ne hazırla­ sahipleridir.
dın?"
23 'Aşiyye geceyi, duhâ gündüzü temsil eder.
21 Veya yaklaşık çeviriyle: "Sen onun vaktini Vahiyden mahrum geçen bir ömrün bir ge­
nereden bileceksin ki?" Tercihimiz metnin ce/gündüz kadar bereketsizliğini ifade eder
tam karşılığıdır. Krş. "Onun bilgisi sadece Al­ (Krş: 86/Ahkâf: 35). Bunun mukabilinde va­
lah katındadır" (106/Ahzab: 63; bkz. 56/A'râf: hiyle geçen bir gecenin bir ömre bedel oluşu
187; 44/Tâhâ: 15). Kur'an kıyametin "ansızın" için bkz. 12/Kadr sûresi, 3. âyet ve ilgili not.
A d ı n ı ilk âyetindeki infeterat fiilinden alır. "İlâhî emre boyun eğerek bir
çekirdeğin filiz v e r m e k için yanlışı gibi yaratılışın yeniden iadesi" mâ­
nasına gelir. Hz. Peygambere nisbet edilen bir haberde ilk âyetiyle anılmış­
tır. Buhârî de sûreyi ilk âyetiyle anar.

Mekke'de indirilmiştir. Sûre sıralamasında mushaftaki sırasıyla ünlü ter­


tipteki (Osman tertibi) sırası birbirine denk düşen tek sûredir (82). Söz ko­
nusu tertipte Nazi'ât-Inşikâk arasına yerleştirilmiştir. Bizce sûreler arasın­
daki yeri isabetli fakat iniş tertibindeki rakamı isabetsizdir. Bizi hayli yo­
ran gerekçeli nüzul tertibimizde 4 9 . sıraya denk gelmektedir. Bu da sûrenin
boykot döneminin başlangıcında nazil olduğunu gösterir. Sûreyi peygam­
berliğin 7. yılma tarihlendirebiliriz.

T ü m tefsirlerde sûre Son Saat, Kıyamet ve âhiretle ilgilendirilmiştir. Bütün


bunlar sûrenin " b o z u l u ş " sürecine ilişkin okunduğunu gösterir. Bizce sûre
" b o z u l u ş " değil "yeniden o l u ş " süreciyle alâkalıdır. Zira bozuluş süreci
Tekvîr sûresinde tasvir edilir. Bu sûre ise Tekvîr'dekinin t a m tersi olan ye­
niden yaratılış sürecine delalet eder. Bunun delili, adeta gaybi hazır eden,
insanın başka hiçbir kaynaktan alamayacağı yeniden yaratılış sahnelerini
gözler önüne seren sûrenin ilk âyetleridir. "Çekirdeğin çatlayarak filiz çı­
karmasını" ifade eden infetara fiiliyle ifade edilen yeniden oluşun ardından
yıldızların yeniden yaratılış ve denizlerin ortaya çıkış süreci beyan edilir (1¬
3).

Bu hatırlatmanın a m a c ı insanın Allah'a sırt dönerek kendine ihanet etme­


sini önlemektir. Z a t e n sûrenin berceste âyeti de bu hakikati dillendirir:
" E y insanoğlu! Bu kadar cömert olan Rabbine karşı bu gururun n e ? " (6)

İnsanın sürekli ilâhi gözetim ve denetim altında tutulduğunu ifade eden


âyetlerin ardından (10-12) söz iyilerin ödülü ve kötülerin cezasına getirilir
(13-16).

Bütün bunlar, insana Hesap Günü'nü hatırlatmak içindir. Zira o gün, hiç
kimsenin hiç kimseye hiçbir faydası olmayacaktır (19).
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 UZAY çatlayan bir çekirdekten çıkan 9 Yapmayın ama; Hesap (Günü'nü) ya­
filiz gibi yeniden yaratılmaya başladığın­ lanlama (eğilimini) hep içinizde taşıyor­
da, 1
sunuz,- 10 üstelik üzerinizde gözetleyip
8

2 yıldızlar yeniden serpilip saçıldığmda, 2 hafızaya kaydediciler olduğu halde,- 11 9

(onlar) kaliteli 10
kaydediciler, 12 ne ya­
3 denizler yeniden yükselip kabardığın­
parsanız onu fark edip (kaydeden)...
da, 3

4 kabirlerin içi boşaltıldığında, 4

13 SORUMLU davranan iyiler elbette ta­


5 her insan neyi öncelediğini ve neyi er­ rifsiz nimetler içinde yüzecekler, 14 so­
telediğini fark edecek. 5
rumsuz davranan kötüler ise gözleri fal-
11

taşı gibi açacak bir ateşin içinde olacak­


6 EY İNSANOĞLU! Bu kadar ulu ve cö­ lar, 15 Hesap Günüjnün ardından) oraya
mert olan Rabbine karşı bu gururun ne? 7 6
dikilecekler; 16 ondan kurtulmaları asla
O (Allah) ki seni (bir amaçla) yarattı, sana mümkün olmayacak.
varoluş amacım gerçekleştirecek bir dona­
17 Sahi sen Hesap Günü nedir, bilir mi­
nım ve dengeli bir tabiat verdi; 8 (yani) han­
sin?
gi surette dikmişse seni öyle terkip etti. 7

1 Sema', semâvât çoğuluyla gelmediği bu bağ­ 5 Yani: dünyadaki önceliklerinin hiç de önce-
lamda "gök" anlamından çok "uzay" anlamı­ lenmeye değer olmadığını, ertelediklerinin de
na gelir. Fatarat fiili sonu değil başlangıcı ifa­ öncelikli ve ivedilikli olduğu gerçeğini fark
de eder. "Bir çekirdeği/tohumu çatlatarak edecek.
içindeki potansiyeli ortaya çıkardı" anlamına 6 Yani: "kendi kendini aldatmanın anlamı
gelen bir kökten türetilmiştir (Krş: 42/Fâtır:
ne?" Ğurûr, kişinin gerçekte kendisine zarar
1). Dolayısıyla bu âyetler bozuluşu değil yeni­
verecek şeye yararlı diye sarılarak kendini al-
den oluşu tasvir eder. Fiili isimden ayıran
datmasıdır.
özellik olan teceddüt vurgusu çeviriye "yeni­
den" şeklinde yansımıştır. 7 Krş. 9/A'lâ: 2-3 ve 28/Şems: 7-8.
8 Veya dîn'in "borç" anlamındaki deyn kökü­
2 Yeniden yaratılışın başlangıçta yapışık olan
ne nisbetle: "Allah'a karşı borçlu olduğunuz
gökler ve yerin ayrılma sürecine dairdir (Bkz:
gerçeğini yalanlamaya hazır duruyorsunuz".
79/Enbiya: 30). Çok yapraklı bir tomarın [ki-
tâb) rulo yapılmasını andıran spiral dürülüş Çevirimiz, pasajın konusunun insanoğlunun
tasviri Son Saat'i ifade ediyordu (79/Enbiya: genel zaafları olduğu gerçeğine dayanmakta­
104). Bu âyet söz konusu sürecin tam tersini, dır.
yani tek noktaya toplanan yıldızların serpilip 9 Vicdan, hafıza, bilinç ve bilinçaltı gibi insanı
saçılarak yeniden oluşmasını ifade eder görün­ insan kılan melekeler/melekler, âyette adı ge­
mektedir. Allahu a'lem. çen hâhzîn'a dahildirler (Krş: 33/Kıyâmet: 14).
3 Denizlerin yeniden oluşum sürecini ifade et­ 10 Veya: "değerli".
se gerektir. 11 Fuccâr Kur'an'da hep muttakîn'in karşıtı
4 Bozuluş'un ardından gelen yeniden oluş süre­ olarak kullanılır ve "sorumluluk"un mukabi­
cinin son halkası olarak insanın âhiretinin baş­ li olan "sorumsuzluk" vurgusu taşır (Bkz:
layıp Hesap Günü'nün geldiğini beyan eder. 55/Sâd: 28, not 27).
18 Evet sen, sahiden de Hesap Günü ne- fayda sağlamayacağı bir gündür; 12
zira o
dir bilir misin? gün talimat vermek tamamen Allah'a
19 O, hiçbir insanın bir başka insana asla mahsustur.

12 İbarede iki te'kit birden gelmiştir: Hem ve "asla" olarak yansımıştır. Tüm şefaat anla-
olumsuzlamanın ardından gelen genel lafız yışları bu âyet ışığında tashih edilmelidir.
nefs, hem de şey'en. Bu ikisi çeviriye "hiçbir"

•NSSsH
A d ı n ı Rasulullah k o y m u ş t u r . İlk âyetinden aldığı Vâki'a adı, " o l a y , du-
rum" m â n a s ı n a gelir. T ü m mushaflarda ve hadis külliyatında anıldığı
t e k ad budur.

Sûre M e k k e ' d e i n m i ş t i r . Sûrenin ses yapısı ve m u h t e v a s ı b u n u teyit eder.


A l l a h Rasulü ile Ebubekir arasında geçen ve senedi sorunlu bir rivayetle bi­
ze kadar gelen şu i ç l i diyalog, sûrenin iniş z a m a n ı konusunda bize bir fikir
verebilir: " E b u b e k i r dedi ki: " S a ç l a r ı n ağarmış ya R a s u l a l l a h ! " N e b i şöyle
cevap verdi: "Saçlarımı, Hûd, Vaki'a, Murselât, Amme yetesâelûn, tze'ş-
şemsu kuvvirat (gibi sûrelerdeki hakikatler) a ğ a r t t ı " (Tirmizî). B u n a göre,
Nebevi davetin üzerinden saç ağartacak kadar m a k u l bir süre geçmiş olma­
lıdır. Bütün bu veriler ışığında sûreyi peygamberliğin 8. y ı l m a yerleştirebi­
liriz. İbn Abbas tertibinde M e d e n î olan N a s r süresiyle M e k k î olan 'Âdiyât
arasında yer a l m a s ı a ç ı k l a n a m a z . Diğerlerinde T â h â - Ş u ' a r â ' arasında yer
alır.

K o n u itibarıyla sûre Kur'an'ın bir fihristi niteliğindedir. Faziletiyle ilgili sa-


h i h - s a k i m rivayetler de, esasen bu m ü s t e s n a niteliğinden k a y n a k l a n m a k t a ­
dır. Sûrenin bu özelliğini, i k i n c i neslin ü n l ü zahidi M e s r u k ' t a n nakledilen
şu ifadeler ç o k güzel özetler: " K i m ö n c e k i l e r i n ve sonrakilerin, c e n n e t l i k ­
lerin ve c e h e n n e m l i k l e r i n , dünya ehlinin ve ahiret ehlinin haberini (bir ara­
da) o k u m a k isterse, V â k ı ' a sûresini o k u s u n " (İbn Aşur).

Son Saat uyarısıyla başlar. Sadece misafirin değil, misafirhanenin de ölüm­


lü olduğunu dile getirir. Bu yolla, dünyevileşme t e h l i k e s i n e dikkat ç e k e r (1¬
6). Hayat, iyiler ve kötüler arasında bir yarıştır (7-14). Bu yarış bir gün bite­
cek, tercihine göre herkesi öbür âlemde ya ödül ya da ceza alacaktır (15-56).
İnkarın n a n k ö r l ü k olduğunu söyler, ilâhî yaratışa ve etrafımızı k u ş a t a n ni­
m e t l e r e dikkat çeker. İnkarın t e m e l i n d e şükürsüzlüğün, o n u n da t e m e l i n ­
de değer bilmezliğin yattığını dile getirir (57-74).

V a h y i n indiriliş a m a c ı insana n i m e t i n sahibini h a t ı r l a t m a k t ı r . İşte bu yüz­


den vahyi yalanlamak, inkardan b e s l e n m e k t i r : " B ö y l e c e siz h a k i k a t i yalan­
l a m a y ı gıda h a l i n e g e t i r e c e k s i n i z " (82). Fakat k e l a m a dökülmüş h a k i k a t l e ­
ri yalanlayan, bir gün m u t l a k a haber verilen gerçekle yüz yüze gelecektir
(95). İnsanoğlu b ü t ü n bir varlıkta dile gelen bu hakikati, kabul e t m e y e çağ­
rılır: " Ö y l e y s e sen (ey insan), azamet sahibi Rabbin adına hareket e t ! " (96)
Nüzul: 50 Mushaf: 56

RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 GERÇEKLEŞMESİ kesin olan o kor­ hasbahçelerde kalacak olanlar; 13 bir kıs­


kunç olay gerçekleştiği zaman, 2 kimse mı öncekilerden, 14 birazı da sonrakiler­
kalmayacak onun gerçekliğini yalanla­ den... 7

yan, 3 O'dur (bazılarını) alçaltan, (bazıla­


1
15 Emek mahsulü huzur tahtlarına ku­
8

rını) yücelten. 2
rulacaklar; 16 onlara yaslanıp tarifsiz bir
4 Yer dehşetli bir sarsılışla sarsıldığında, (sevinci) paylaşacaklar,- 17 ölümsüz genç­
5 ve dağlar paramparça olup 6 toz zerre­ likler onları bekleyecek; 18 tarifsiz gü­
9

cikleri haline geldiğinde, 7 sizler üç sınıf­ zellikte bir kaynaktan doldurulmuş bir o
ta tasnif edilmiş olacaksınız: 3
kadar tarifsiz ibrikler ve kadehlerle sunu­
8 Bir bahtiyar kampa dahil olan kesim
4 lan (içecekler); 19 ne baş döndürür ne de
olacak; ama ne büyük bahtiyarlık!.. 9 Bir sarhoş eder. 20 Ve her tür meyve ve kuru­
de bedbaht kampa dahil olan kesim ola­ yemiş seçeneği... 21 Ve canlarının çek­
10

cak; ama ne felaket bir bedbahtlık!.. 10 tiğinden tarifsiz lezzette kuş etleri... 11

Bir de yarışta öne geçip arayı açanlar ola­ 22 Ve kusursuz bakışlı temiz eşler, 12
23
cak: 5
11 İşte bunlardır Allah'a yakınlık gün görmemiş inciler gibi...
sağlayanlar, 6
12 sonsuz nimetlerle dolu

1 Yalanlayan kalmayacak", zira şimdi "imani 7 Zımnen: Öncü olanlar giderek azalsa da,
bir hakikat" olan ahiret o gün "yaşanan bir imanla şereflenenler her dönemde var olacak.
gerçeklik" olacak. Bu âyet peygamberliğin sonlanışına da zımni
2 Zımnen: Şimdi yücelik taslayan bazılarını o bir atıf içerir (Krş: 39-40. âyetler).
gün alçaltacak, şimdi aşağıda olan bazılarını 8 Sadece burada geçen mevdûne lafzen: "Geç­
da o gün yükseltecek ve herkes kendi gerçek meli, oymalı, işlemeli, murassa, kakmalı,
değeriyle arz-ı endam edecek. kaplamalı", mecazen "ince işçilikli, emek
3 Büyük eşleştirme ve tasnif için bkz. 8/Tek- mahsulü" demektir. Tercihimiz, cennet ni­
vir: 7. metlerinin insanm dünyada yaptıklarını hatır­
latan bir boyut taşıdığı gerçeğine dayanmakta­
4 Veya: "sözünün eri" ya da "onurlu ve şeref­
dır (24. âyete bkz).
li".
9 Veya: "Ölümsüz gençler servis yapacaklar"
5 Yani "iyiler" ikiye ayrılacak: iyiler ve aktif-
[Tâfe 'aleyh için bkz. 32/Insan: 15, not 21). Al­
öncü iyiler (Krş: 104/Nisâ: 69). Zımnen: iyilik
lah Rasulü'nün cennetliklerin hep genç kala­
çabası hep sürecek, zira iyiliğin bir son nokta­
caklarına dair Tirmizî hadisiyle birlikte değer­
sı olmayacak.
lendirilmelidir.
6 Allah Rasulü'nün, Allah-insan ilişkilerini
10 Fâkihe, hem meyve hem de kuruyemişi
kendi mertebesinden okuyarak bunu "Rabbi­
kapsar (İbn Aşur).
nin nazarından" söz kalıbına döktüğü şu hadis
sanki bu âyetin tefsiri gibidir: "Has kulum Ba­ 11 20 ve 21. âyetteki sıralama önce meyve
na farzlardan daha sevimli bir şeyle yaklaşa- sonra et şeklinde doğru beslenme sırasını ver­
maz. Buna ilaveten nafileler onu Bana daha da mektedir.
yaklaştırır. En sonunda Ben onun gören gözü, 12 Hunin 'ıyn'i çeviri gerekçemiz için 59/Tûr
işiten kulağı, tutan eli ve kendisiyle yürüdüğü 20; 41/Rahman 72 ve 66/Sâffât 48. âyetlerin il­
ayağı olurum (Buhârî, Rikâk 38). gili notlarına bkz.
Nüzul: 50 Mushaf: 56 . » ^ 3 ^ . , 50/VÂKI'A SÛRESİ , > > < g > < < 223

24 Önceden yaptıklarının bir ödülü ola­ yasaklanır... 34 Ve yüksek döşekler...


20 21

cak (bunlar); 25 orada ne bir boş laf ne de 35 Çünkü Biz onları yepyeni bir yaratılış­
kınanma duyacaklar; 13
26 sadece denile­ la inşa edeceğiz, 36 ve onları bakir/baki­
cek ki: "Mutluluklar!.. Mutluluklar!.." 14
re 2 2
olarak var edeceğiz: 37 Sevgi dolu,
denk ve uyumlu; 38 (Hepsi de) bahtiyar
27 15
BAHTİYAR kesime gelince: nedir o kesim i ç i n ; 23
39 bir kısmını öncekiler 40
bahtiyar kesimin (ödülü)? bir kısmını da sonrakiler teşkil edecek. 24

28 Dikenlerinin yerini meyvelerin aldı­ 41 Ve bedbaht kesime gelince... Nedir o


ğı 16
upuzun Sidr ağaçları 17
arasında, 29 bedbaht kesimin (cezası)?
yine çok gövdeli, misk kokulu ve parıltı­ 42 Zehir gibi içe işleyen yakıcı bir a t e ş 25

lı Muğaylan ağaçları, 18
30 ve uzayıp gi­ ve yürek dağlayan bir umutsuzluk içinde
den serin gölgeler 31 ve çağlayanlar... 19
olacaklar; 43 ve iç karartan boğucu bir göl­
32 Bir de sınırsız çeşitlilikte limitsiz ge,- 44 ne serinletici, ne de rahatlatıcı...
26

meyveler; 33 ne bir kesintiye uğrar ne de

13 Essem'in mastarı olarak te'sim'in ilk anlamı 18 Hicaz ağaçlarından, uzun boylu, kalın ve
"kınama"dır. Yani: Mağfiret edilen günahların­ çok dallı, sağlam, az ve büyük yapraklı, koyu
dan dolayı. Ğafr, "suçunu dâhi dile getirmeden yeşil, büyük gölgeli, dikenli, kaliteli bir zamk
bağışlamaktır (Bkz: 93/Teğabün: 14, not 16). salgılayan, misk kokulu bir ağaçtır (ibn Aşur).
14 Teslimiyetin öbür adı olan islâm'ın ödülü el-Mendûd, "muz ağaçları, bazı cins hurma ve
"sonsuz mutluluk ve kurtuluş" olan seiam'dır palmiye türleri gibi kökten dallı, belirgin bir
(Krş: 69/Yûnus: 10; 58/Ra'd: 24). ana gövde taşımayan" anlamına gelir (ibn
Aşur). Kur'an'ın üslubu gereği sidr ve talh ara­
15 Burada çeviriye manasıyla değil işleviyle
sında "zıtların uyumu" adını verebileceğimiz
yansımış olan bir vav vardır. O, ibtidaiyye iş­
bir durum olsa gerektir.
levidir ve çeviriye paragraf başı olarak büyük
harf şeklinde yansımıştır. 19 Krş. 57/Secde: 17. Hiçbir aklın tasavvur
edemeyeceği ideal güzelliğin ifadesi olan cen­
16 Yani: her şeyin mükemmel ve kusursuz ha­
nete dair her tasvir, gaybın tabiatı icabı sem­
li (Krş: 41/Rahmân: 68). Mahdûd, hem "dike­
bolik bir karakter taşır.
ninden arındırılmış" hem de "meyve çoklu­
ğundan dalları yere ağmış" olarak tefsir edil­ 20 Zımnen: Ne kadar yersen ye hiçbir zararlı
miştir. Rivayetlerden, bunun kiraza benzer bir yan etkisi olmayan.
tür olduğu, cennette dikenlerinden arındırıla­ 21 Mecazen: Cazibe katsayısı yüksek, göz ka­
rak yerine meyve ikame edileceği anlaşılmak­ maştırıcı eşler.
tadır (Taberî ve Râğıb). 22 Erkek ve kadın her iki cinsi de kapsar.
17 İki cinsi vardır. Nebik adı verilen üzüme 23 Yani: Dünyadayken aktif vicdan sahibi
benzeyen sarı renkli kekre veya mayhoş mey­ olanlar için (37/Beled: 18'in notuna bkz).
vesi olan bir ağaç. Bir de kara siaVi (sedir) var­
24 Sûrenin 13-14. âyetleri öncülerle, 39-40.
dır ki pelit ağacıdır. Acı ve kekre olan meyve­
âyetleri ise öncü olamasa da onları izleyenler­
si boğazdan geçmez, bir işe yaramaz. Yaprağı,
le ilgilidir.
yiyen hayvana sahte bir tokluk hissi verir (ibn
Aşur). Yemişi böylesine yararsız bir ağaç, kalı­ 25 Semûm için bkz. 72/Hicr: 27, not 23.
cı güzelliğin merkezi olan cennette can alıcı 26 Hayattayken vicdanının üzerine örttüğü
bir güzellikte arz-ı endam edecektir. küfür perdesi sebebiyle kararan ebedi istikbal.
224 50/VÂKTA SÛRESİ Nûzûl: 50 Mushaf: 56

45 Çünkü onlar geçmişte refah içinde şı- lar), bu gerçeği neden hâlâ kabullenmez­
marıp azmıştılar; 27
46 ve büyük ihanette siniz? 33
58 Hiç attığınız o hayat tohumu­
ısrar etmiştiler; 47 ve " N e yani" demiş­
28
nu düşündünüz mü? 59 Siz mi yaratıyor­
tiler, "biz ölüp gittikten, toza toprağa ka­ sunuz onu, yoksa bütün yaratışın kayna­
rışmış bir iskelet halini aldıktan soma ğı Biz m i y i z ? 34
60 Aranıza ölüm kanunu­
tekrar mı diriltileceğiz? 48 Önden giden
29
nu koyan Biziz; ve Biz asla önüne geçilen
atalarımız da (diriltilecek), öyle m i ? " 3 0
biri değiliz; 35
61 sizi benzerlerinizle de­
49 De ki: "Şüphesiz hem öncekiler hem ğiştirme ve sizi bilmediğiniz bir mahiyet­
de sonrakiler, 50 elbet (sadece Allah tara­ te yeniden inşa etme hususunda. 36
62
fından) bilinen bir günün belirli vaktinde Doğrusu ilk yaratılış (mucizesini) bilmiş
bir araya toplanacaklar. 51 Sonra siz ey olmanız lazım; o halde neden (ikinci ya­
sapıklar, yalanlayanlar! 52 Elbet siz de o ratılış hakkında) ibret almıyorsunuz?
ağaçtan, zehirli cehennem ağacından yi­ 63 Hiç toprağa ektiğiniz tohumu düşün­
yeceksiniz. 31
53 Artık karınları onunla dünüz m ü ? 3 7
64 Siz mi ekip büyütüyor­
dolduracaksınız. 54 Üzerine yürek dağla­ sunuz onu, yoksa Biz miyiz ekip büyü­
yan kavurucu (umutsuzluğu) içeceksiniz; ten? 65 Eğer dileseydik, onu çürüyüp un
55 hummalı develerin kanma bilmeyen ufak olmuş bir ahşap kalıntısına çevirir­
içişi gibi..." 32 dik de, şaşakalır (ve derdiniz ki): 66 "Ey­

56 Hesap Günü onların ağırlanışı işte vah, borçlu çıkan yine biz olduk! 38
67

böyle olacak. Daha beteri, mahrum kalan da biz ol­


duk!"

57 SİZİ yaratan Biziz; o halde (ey insan- 68 Hiç içtiğiniz suyu düşündünüz mü?

27 Veya: Hayrı bırakıp hazzı hayatın amacı 34 Mucizeler mucizesi olan hayat mucizesine
kılmıştılar. dikkat çekiş.
28 Zımnen: Allah'la yaptıkları fıtrat sözleş­ 35 Zımnen: Yaratışta insanın Allah'la ayaklaş-
mesine (Krş: 44/Tâhâ: 115 ve 56/A'râf: 172). maya kalkması sadece haddini bilmezliktir. Al­
29 Krş. 80/Mü'minûn: 82. lah aşılamaz olandır. O'nun verdiklerini kulla­
30 Tüm vahiyler sorumluluk ahlâkına çağırır. narak O'nu aşma iddiası, küstahlaşmaktır.
Sorumluluk ahlâkının üzerinde yükseldiği te­ 36 Veya: "yeni türler var etme hususunda"
mel ise Hesap Günü inancıdır. Bu inanç bilinç (Bkz: 65/İbrahim: 19). Ya da: "ölümle nesilleri
düzeyine yükseldiğinde "sorumluluk bilinci" yenileme hususunda". Bu âyet yeniden dirili­
[takva] oluşur. şin ne mahiyetini ne de oluş biçimini kavraya-
31 Lafzen: "Zakkumdan". Zımnen: Yaptığınız mayacağımızı, fakat her halükarda bu hayat­
kötülüklerin meyvesi olan azap ağacından tan farklı olacağını ortaya koyar.
(Krş: 66/Sâffât: 62; 68/lsra: 60; 84/Duhân: 43). 37 58. âyet insan kitabını, bu âyetse tabiat ki­
32 Hım, humma hastalığına tutulmuş deve tabını okumayı salık veriyor. Âfâk ve enfus
için kullanılır (İbn Aşur). Tercümemiz bu kul­ âyetleri için bkz. 81/Fussilet: 53.
lanıma dayanmaktadır. 38 Yani: Sanki Allah'tan alacağı varmış da
33 En yalın gerçek: İnsan kendi kendisini ya­ vermemiş gibi; 'alacaklıyken borçlu çıkan yi­
ratmamıştır. ne biz olduk' der.
Nûzûl: 50 Mushaf: 56 50/VÂKI'A SÛRESİ 225

69 Siz mi indiriyorsunuz onu bulutlardan, hareket e t ! 43

yoksa Biz miyiz indiren? 39


70 Eğer dik­
seydik onu tuzlu ve acı bir su yapardık: şu 75 ÖTESİ y o k ! 44
İşte Kur'an'ın parçalar
halde neden hâlâ şükretmiyorsunuz? halinde indirilişine yemin ediyorum; 45

71 Hiç tutuşturduğunuz ateşi düşündü­ 76 ki elbet bu, eğer farkmdaysanız çok


nüz mü? 72 Siz mi yapıyorsunuz onun ağır bir yemindir. 77 Şüphesiz o, muhata­
ağacını, yoksa Biz miyiz yapan?
40 bına değer yükleyen bir hitaptır: 46
78 ko­
runmuş bir kitap içindedir. 79 Ona ancak
73 Biz onu bir hatırlama vesilesi ve ken­
temizler dokunabilir: 47
80 Âlemlerin
di yalnızlığında kaybolmuş muhtaçlar
Rabbinden indirilmedir.
için yarayışlı bir meta kıldık. 41

81 Şimdi böyle bir haberi, siz mi kirlete­


74 Şu halde azamet sahibi Rabbin adına 42

ceksiniz? 48
82 Böylece siz yalanla beslen-

39 el-Muzn, (t. muzne) cemi isim. Su ve vahiy,- hitaptır" (77) âyetiyle de uyumludur. Yemin
ne kadar da biribirine benziyorlar! ikisi de in­ edenin azameti ettiği yemine yansır. Zımnen:
dirilendir, mucize olandır, hayat verendir, on­ Vahyin makes bulduğu gönüller şahit olsun
suz yapılamayandır, insanı üretmekten aciz ki...
bırakandır. Suyu "h o" ne kadar izah ederse,
2
46 Kerîm sıfatının Kur'an'ı nitelediği tek yer.
vahyi de "dil" o kadar izah eder. Kalıbın mübalağa ile özne oluşuna, dolayısıy­
40 Petrol ve kömür de dahil, kökeni bitki olan la Kur'an'ın da muhatabını inşa gücü çok yük­
tüm fosil yakıtları kapsayan bir ifade, ilk mu­ sek bir "büyük özne" oluşuna dikkat çekilir.
hataplar için birbirine sürtünerek ateş elde 47 Yani: "Onu kaynağında tahrif etmek için
edilen merh ve 'atar adı verilen çıralı ağaç tür­ hiçbir Şeytan ona el uzatamaz". Bu âyet
leri (Krş: 39/Yâsîn: 80). Şu'arâ' 211-212 ışığında anlaşılmalıdır. Bu
41 Bu anlamı, Esed'in el-mukvîn konusunda­ âyetin mushafa abdestli dokunmanın hük­
ki açılımlarına borçluyum. Mukvîn "muhtaç" müyle herhangi bir alâkası yoktur. Çünkü: 1)
anlamına gelir (Râğıb). Dalalet çölde yolu kay­ Bu âyet indiğinde henüz elde "kitap" denilebi­
betmek, hidayet yolu bulmaktır. Kayıp çöl lecek bir "mushaf" bulunmamaktadır. 2) O
yolcusu için ateş ısı ve ışığıyla nasıl hayat de­ dönemde henüz abdesti farz kılan Mâide 6 in­
mekse, zaman çölünde yolunu kaybetmiş in­ memişti. 3) Âyetin hitap bağlamı mü'minler
sanlık için de vahiy ondan daha fazla hayat de­ değil kâfirlerdir. 4) Âyetin konusu insanlar de­
mektir. Âyet, ilk muhatabı bedevinin zihnin­ ğil cin ve melek gibi görünmeyen varlıklardır.
de ateşin çöldeki bir yolcu için değerini çağrış­ 5) Âyetteki temizlik de maddî değil Âl-i Im­
tırır. İnsan yolcuya, evren çöle, vahiyse ışık ve ran: 55, Enfal: 11, Tevbe: 103 gibi bir çok âyet­
ısı kaynağı ateşe benzetilmiştir. te kullanıldığı üzre manevî temizliktir ki,
vahyin sayfaları da "temiz sayfalar" olarak
42 Ve/veya: "adıyla".
anılır (101/Beyyine: 2). 6) inşa değil haber
43 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 9/A'lâ: 1, cümlesidir. Yani; "dokunmasın" değil, istese
not 1, 2. de "dokunamaz" denilmektedir. 7) Âyet ah­
44 Yalanlayanlara hitaben zımnen: Sakın ha! kâm âyeti değildir, çünkü Mekkîdir. 8) Mek-
Aman ha! (Gerekçe için bkz. 37/Beled: 1.) nûn kitap, yani "korunmuş/saklanmış kitap"
elle tutulup gözle görülemez.
45 Veya: "yıldızların yörüngelerine", ibn Ab­
bas ve Ikrime gibi otoritelere dayanan tercihi­ 48 Mudhinun, "yağ" anlamındaki duhn'dtn.
miz, arkadan gelen "Şüphesiz ki o değerli bir "Yalanlama" ya da "müdahene" anlamı veril-
226 50/VAKrA SÛRESİ t . ^ ş r ^ . Nûzûl: 50 Mushaf: 56

meyi alışkanlık haline getireceksiniz. 49


ği cennetler (olur).
83 Peki ama, ya can boğaza gelince ne 90 Yok eğer bahtiyar kesimden biri olur­
olacak? 84 Ve siz o zaman dehşetle baka- sanız: 91 Artık, (ey) sözünün eri olan bah­
kalacaksınız. 85 Ve Biz ona sizden çok tiyarlardan olan kişi: sana selam olsun!
daha yakınızdır, fakat siz görmeyeceksi­ 92 Fakat eğer o, yalanlayıp da yoldan sap­
niz. 86 Ve eğer Bize borçlu olmadığınıza
mışlardan biriyse: 93 artık onun hakkı
inanıyorsanız, 87 (haydi) hayatı ona geri
yürek yakan bir (umutsuzluk) sofrasında
döndürün; tabi ki eğer (inancınızda) sa-
ağırlanmak 94 ve çılgın bir ateşe atılmak­
dıksanız.
tır.

88 AMA eğer Allah'a yakın olanlardan 95 Hiç şüphe yok ki bu, işte budur kesin

iseniz; 89 (yeriniz) tarifsiz bir huzur, bi­ gerçek: 96 Öyleyse sen (ey insan), azamet

timsiz bir r ı z ı k ve mutluluğun üretildi-


50
sahibi Rabbin adına 51
hareket e t ! 52

mişse de biz, 79'daki "temizler dokunabi­ 50 Reyhan'ın rızık anlamına istinaden [Mekâ­
lirin zıddı olarak, "yağlamak" yani "leke sür­ yîs).
mek, kirletmek" anlamı taşıdığını düşünüyo­ 51 Ve/veya: "adıyla" (Bkz: 9/A'lâ: 1, not 1).
ruz. (Farklı görüşler için bkz. Râzî).
52 Tesbih'i böyle çevirimiz için bkz.
49 Yani: "Kendi imal ettiğiniz yalanlarla bes­ 102/Haşr: 1, not 1.
leniyorsunuz". Râzî ve Şevkânî'den ilhamla.
Sure "şairler" anlamına gelen Şu'arâ adını sonundaki 2 2 4 . âyetinden alır.
Âyette kınanan şairler Samanlığı şairliğinin önüne geçen, sanatları ken­
dilerini Allah'a hayranlığa değil, O'nunla ay aklaşmaya götüren şairlerdir.

Sûre Mekke döneminin ortalarında inmiştir. İbn Abbas tertibinde Tâhâ-


N e m l arasında, diğerlerinde Vakı'a-Neml arasında yer alır. İlk tertiplerin
esas alınması durumunda sûreyi 5 veya 6. yıllara yerleştirmek gerekir. Fa­
kat konu itibarıyla sûre boykot döneminin özelliğini taşır. Bir müddet da­
ha geç inmiş olabilir. Peygamberliğin 8. yılma tarihlendirilmelidir.

A'râf, Hûd, Hicr, Enbiya sûreleri gibi bu sûrede de Allah'ın elçileri geçit ya­
parlar. Fakat hiçbirinde kıssaların vurgusu aynı değildir. Bu sûrede kıssalar
özellikle peygamberler ekseninde ele alınır. Ayrıca Isrâiloğulları üzerinden
t ü m muhataplarına ders verilir. Bu konuları işleyen sûreler genelde M e k k e
döneminin orta diliminin sonlarında inen sûrelerdir.

Sûrede hitabın hedefi doğrudan Rasulullah'tır. Bu nedenledir ki sûrede ikin­


ci tekil zamiri fazlaca kullanılmıştır. Hitab doğrudan Hz. Peygamber'i, do­
laylı olarak da t ü m muhatapları inşaya yöneliktir. Daha ü ç ü n c ü âyetinde,
inkarcıların durumuna üzülen Hz. Peygamber'i teselli eder. Hz. Peygamber
için Musa ve İbrahim peygamberler örnek gösterilirken, inkarcı muhatap­
lar için de Nûh, Âd, Semud, Lût ve Eykelilerin akıbeti ibret olarak gösteri­
lir. Sûrede anlatılan her sapkın kavim, esasen insanlık hayatındaki t e m e l
bir sapma türüne işaret eder.

Bu kıssaların amacı, her birinin sonunda t a m sekiz kez yer alan şu uyarıy­
la vurgulanır: "Şüphesiz bunda çıkarılacak dersler vardır, fakat insanların
çoğu yine de inanmayacaktır; ne ki senin Rabbin, rahmet kaynağı olan O
yüceler yücesidir." Bu uyarı şu anlama gelmektedir: 1) İnsanların çoğunun
aldırmaz tavrı ölçü olamaz; sen ibret ve ders al! 2) Allah'a güven, O'nun
m e r h a m e t i sonsuz bir Rabb-i Rahim olduğunu u n u t m a ! Burada 3. âyetin
içeriği, akla " A c a b a Rasulullah kavminin başına öncekiler gibi bir bela gel­
mesinden mi endişe ediyordu?" sorusunu getirir.

Yine sûrede t a m beş kez insanlık sadakası peygamberlerin şu sesi yankıla­


nır: "Ben bu davet karşılığında sizden hiçbir ücret talep etmiyorum. Benim
ecrimi takdir e t m e k sadece âlemlerin Rabbine düşer."

Sûrenin son âyeti Allah'a, kendisine ve eşyaya yabancılaşan her toplum ve


uygarlığı bekleyen mukadder sonu haber vermektedir: "Ve zulme gömülen­
ler, nasıl bir inkılapla altüst olacaklarını zamanı gelince öğrenecekler!" (227)
228 51/ŞU'ARÂ SÛRESİ t t î < 5 > , i Nüzul: 51 Mushaf: 26

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 Tâ-Sîn-Mîml1
na çıkarılacaktır. 5

7 Peki, şimdi onlar yeryüzüne bakıp da


2 BUNLAR Kitab'ın açık ve açıklayıcı orada her çiftin iyi ve yararlı olanını bi­ 6

olan âyetleridir.
2
tirdiğimizi hiç mi görmezler?
3 Mü'min olmuyorlar diye neredeyse 8 Elbet bunda da alınacak bir ders mutla­
kendini helak edeceksin. 3
ka vardır; fakat insanların çoğu yine de
4 Eğer dikseydik onlara semadan öyle bir inanmayacaklardır: 9 ne ki senin Rabbin 7

belge indirirdik ki, onun karşısında (mec­ sınırsız rahmet sahibi olan O yüceler yü­
buren) boyun büker, baş eğerlerdi. 4
cesidir. 8

5 Ama onlara Rahmân'ın katından yeni


bir hatırlatıcı mesaj gelse, kesinlikle on­ 10 HANİ bir zamanlar Rabbin Musa'ya
dan yüz çevirirler. 6 Kaldı ki, işte onlar şöyle nida etmişti: "Şu zalimler güruhu­
(bunu) da yalanladılar. Buna rağmen, alay na git; 11 Firavun'un kavmine!.. (Ve sor 9

edip durdukları haberler yine de karşıları- onlara): 10


Hâlâ Bana karşı sorumlu dav-

1 Mukatta'ât için iniş sürecinde ilk geçtiği yer 6 Kerîm: Türünün en iyisi olan, ait olduğu tü­
olan 7/Kalem l'in ilk notuna bakınız. re keramet kazandıran. Bitkilerin dâhi "ke­
2 Mubîn, geçişsiz ve geçişlidir. Özünde açık rim"! varsa, insanın "kerimi" olmasın mı?
ve nesnesini açıklayıcıdır. Âyetle ilgili farklı 7 Bir önceki âyette geçen kerîm ile buradaki
bir çeviri imkanı için bkz. 71/Yusuf: 1, not 2. "insanların çoğu" arasında zımni bir karşıtlık
Vahye inananlardan yüceltici bir edayla, "Biz vardır. Kaliteli olanın az olduğu vurgusunu ta­
bu yüce mesajı anlayamayız!" ya da inanma­ şır. Allah Rasulü bu hakikati şöyle ifade eder:
yanlardan aşağılayıcı bir edayla "Bu ne anla­ "İnsanlar develere benzer. Bazen yüzü bir ara­
şılmaz, karmaşık metin böyle?" türünden her da bulunur da, içlerinden binecek bir tane bi­
le bulamayabilirsin" (Buhârî).
iddiayı daha baştan red içindir. Mubîn olan
Kur'an vahyine "İnanmıyorum" diyenler ola­ 8 Bu iki âyet, bu sûrede tam sekiz kez önümü­
caktır, fakat kimse "anlamıyorum" diyemez. ze çıkar. Hepsi de birbiriyle aynı lafzı taşımala­
Zira konuşan hiç kimse anlaşılmamak için rına rağmen nakarat anlamında bir tekrar sayı­
konuşmaz. Hele Allah hiç!.. lamazlar. Bu âyetler, doğrudan sonlarında yer
aldıkları olgu ve olaylara vurgu yapmaktadır­
3 Allah'ın kulları helak olmasın diye kendini
lar. Parantez içi açıklamalarımızın gerekçesi
helak etmek... "Alemlere rahmet" olanın şefkat
de, bu vurgu farklılıklarını göstermek içindir.
ve merhametinin ulaştığı zirvenin belgesi. Al­
lah Rasulü'nün bu örnekliği, İslâm'ın bir şefkat 9 A'râf 103'te bundan farklı olarak "Firavun ve
önde gelen yakın çevresine" ifadesi yer alır. Zi­
hareketi olduğunun en çarpıcı göstergesidir.
ra orada vahyin muhataplarının durumuna,
4 Sözgeliminden âyetin sonu zımnen şöyle bi­ burada ise vahyi iletenlerin durumuna ve özel­
ter: ..fakat dilemedik. "Boyun bükmek" çare­ likle "Peygamber Musa"ya, Kasas sûresinde
siz kalmayı, "baş eğmek" ise mecburi itaati ise "insan Musa"ya vurgu yapılmaktadır.
ifade eder. Sözün özü: İman değerini, insanın
10 Söz geliminden rahatlıkla çıkarılabilecek bu
hür iradesiyle yaptığı özgür seçimden alır.
geçiş ibaresi, sözün delaleti açık olduğu için laf­
5 Zımnen: Reddedilme ihtimaline bakarak ha­ zen yer almaz (Taberî). Bu aynı zamanda,
kikate davet sorumluluğu terk edilemez. Kur'an'ın veciz/eliptik diline güzel bir örnektir.
Nüzul: 51 Mushaf: 26 ( ; < g > >, , 51/ŞU'ARÂ SÛRESİ 229

ranmayacaklar m ı ? " 1 1
Firavun'a gidiniz ve deyiniz ki: "Biz
12 (Musa): "Rabbim!" dedi, "Onların be­ âlemlerin Rabbinin mesajını taşıyoruz:
ni yalanlamasından endişe ediyorum! 13 17 îsrâiloğullarmı bırak, bizimle gelsin­
Bundan dolayı göğsüm daralacak, dilim ler!" 15

dolaşacaktır: işte bu yüzden Harun'a (da) 18 (Firavun) dedi ki: "Seni daha çocuk­
elçilik v e r ! 12
14 Üstelik ortada onların le­ ken aramıza alıp yetiştirmedik mi? Ve
hine benim aleyhime olan bir suçlama da ömrünün uzun yıllarını aramızda geçir-
var bundan dolayı onların beni öldürme­
; medin mi? 19 Ama en sonunda sen yine
lerinden çekmiyorum. 13 yapacağını y a p t ı n 16
ve nankörlerden biri
15 (Allah) buyurdu ki: "Asla (öyle olma­ olup ç ı k t ı n ! " 17

yacak). Siz ikiniz âyetlerimizle gidiniz!


Elbet Biz, sizinle birlikte (olup bitenlerin) 20 "Evet o işi ben yaptım" dedi, "çünkü
takipçisiyiz. 14
16 Haydi artık, siz ikiniz o sırada kendimi kaybetmiştim,- 18
21 ar-

11 Veya: öncesiyle birlikte "..şu kendini bana 14 Lafzen: "dinleyiçişiyiz". Bu ifade zorunlu
karşı sorumlu duymayan Firavun'un kavmine olarak mecazdır.
git!" Ela yettekûn'\m, soru olmaktan daha çok 15 Çeviride karşılığını bulmamış gibi gözüken
durum bildiren bir işleve sahip olduğunu söy­ en edatının haberden diyaloga geçildiğini be­
leyen Zemahşerî'ye dayanarak. Muhtemelen lirtme işlevini, çevirimizde çift tırnak ("...")
Kur'an'da Musa kıssasının anlatıldığı ilk sûre­ karşılamaktadır.
dir. Buradaki anlatımla Medenî sûrelerdeki
16 Bir sonraki âyetten da açıkça anlaşıldığı gi­
anlatım arasındaki esaslı fark şudur: Burada
bi, Hz. Musa'nın neden olduğu ölümlü kazayı
ve Mekkî sûrelerde Musa'nın Firavun'a karşı
îmâ ediyor (Bkz: 67/Kasas: 15 vd.).
verdiği tevhid mücadelesi, Medenî sûrelerde
ise kendi kavmi olan îsrâiloğullarına karşı 17 Bu iki âyette Hz. Musa'nın bütün bir haya­
verdiği ıslah mücadelesi ele alınır. Bu da bu tı özetlenmektedir: Saraya su yoluyla geliş...
sûredeki anlatımın öncelikli amacının Hz. Evlat edinilerek prens olarak büyütülüş... Ha­
Peygamber'in şahsiyetini inşa olduğunu gös­ beş ordusuna komuta edecek kadar yükseliş...
terir. Anlatımın özet halinde olması, detayla­ Kaza cinayeti ve kaçış.
rının bölge Yahudilerinden dolayı nüzul orta­ 18 19. âyette Hz. Musa'ya Firavun tarafından
mında bilindiğini gösterir. söylenen kâfirin nasıl şer'i değil de lafzî olan
12 Buradaki fe-ersil ilâ Harun ibaresi, "yakın­ "nankör" anlamını ifade ediyorsa, buradaki
larımdan yükümü paylaşacak birini görevlen­ dâllin de kök anlamı olan "kaybetme, yitme,
dir (44/Tâhâ: 29); "görevimden bir pay da ona yitirme" anlamını ifade eder. Zaten dilde ed-
ver" (44/Tâhâ: 32) ve "onun dili benden daha dalâl kasıtlı-kasıtsız, küçük-büyük olmak üze­
açık, daha düzgün" (67/Kasas: 34) âyetleri ışı­ re sapmanın her türünü ifade eder. Buradan yo­
ğında anlaşılmalıdır (Ferra). Parantez içi la çıkan Râğıb, her tür hatanın dalâl olarak ni­
"da"nın gerekçesi budur. telendirilebileceğini ifade eder ve örnek olarak
13 Hz. Musa'nın cinayetle suçlandığı ölümlü peygamberlere atfen kullanıldığı Duha 7; Yu­
kavgaya ilişkin bir atıf (Bkz: 67/Kasas: 15 vd.) suf 8, 30, 95 ve bu âyeti gösterir [Müfredat).
Burada çekinilen şey öldürülme korkusundan Ona göre buradaki dalâl "yanılgı, kasıtsız ha­
daha çok, verilen görevin bu yüzden akamete ta" [sehv] anlamındadır ki, olayın anlatıldığı
uğrama tehlikesidir. Hz. Peygamber'e zımnen şu âyetten Hz. Musa'nın öldürme kastı taşımadı­
söylenmektedir: Musa'nın şartları daha zordu. ğı anlaşılmaktadır (67/Kasas: 15-16; krş. Râzî).
230 , 5 1 / Ş U ' A R Â SÛRESI , Nüzul: 51 Mushaf: 26

dindarı da, sizden korktuğum için yanı­ iddia ed)en elçiniz gerçekten de delinin
nızdan k a ç t ı m . 19
Daha sonra Rabbim ba­ tekiymiş."
na doğru düşünme yeteneği bahşetti ve 28 (Musa) dedi ki: "Eğer kafanızı çalıştı-
beni elçiler arasına kattı. 22 Ve şu başıma rırsanız anlayabilirsiniz ki O, doğunun,
kaktığın iyilik, İsrâiloğullarını köleleştir­ batının 23
ve bu ikisi arasında kalan her
menin bir sonucuydu, (öyle değil m i ) ? " 2 0
varlığın Rabbidir!" 24

23 Firavun: "Alemlerin Rabbi de neyin 29 (Firavun) dedi ki: "Eğer sen benden
nesiymiş?" dedi. başka bir ilâhta ısrar edersen, seni kesin­
24 (Musa): "Eğer gerçeğe boyun eğecek- likle mahpuslar arasına k a t a r ı m ! " 25

sen, (bil ki) O göklerin, yerin ve bunlar 30 (Musa) dedi ki: "Sana, (hakikati) bü­
arasındaki her şeyin Rabbidir!" 21
tün açıklığıyla ortaya koyan bir şeyle gel­
25 (Firavun) çevresindekilere yönelerek miş olsam da m ı ? "
" N e diyor, duydunuz m u ? " dedi. 31 (Firavun) dedi ki: "Eğer doğru sözlü bi­
26 (Musa) dedi ki: "O sizin de, sizin ön­ riysen, haydi o zaman çıkar ortaya onu!"
den giden 22
atalarınızın da Rabbidir" 32 Bunun üzerine asasını bıraktı,- fakat o 26

27 (Firavun) dedi ki: "Size gönderildiğini da ne, bu besbelli ki kocaman bir yılan! 27

19 Hz. Musa, burada Firavun'un nankör itha­ lanlar arasına katarım ki sen onların akıbeti­
mını kibar bir dille reddediyor. Nankör olma­ nin ne olduğunu biliyorsun! le-escunenneke
dığını, hatasını bildiğini, fakat hak etmediği yerine bu formun kullanılması, metne bu yan
bir muameleye maruz kalmaktan korkup kaç­ anlamları katmaktadır (Krş: Râzî).
tığını dile getiriyor. Zira ondan kurtulmak is­ 26 Elkâ fiili "kaldırıp atmak" değil "almak
teyen güç sahipleri [mele ] elinden çıkan bu
/
)
için atmak"tır (Bkz: 44/Tâhâ: 87, not 69). Âsâ
kazadan dolayı öldürülmesini gündeme getir­ bir çoban değneğidir ve Hz. Musa onu çoban­
mişlerdi (67/Kasas: 20). lığı sırasında kullanmıştır. Sembolik olarak
20 Bu köleleştirme soykırım boyutuna var­ Firavunların ünlü kamçısına karşılıktır. Fira­
mıştı (Msl. 94/Bakara: 49). Zımnen: Eğer zul­ vunlar günümüze kadar gelen heykellerinin
mün anaların rahmine kadar uzanmasaydı, istisnasız tümünde, göğüslerine çaprazlama
başıma kaktığın bu şeye de gerek kalmazdı. kavuşturdukları ellerinden birinde kamçı, di­
21 Krş. 68/lsra: 102. ğerinde güneşi sembolize eden halkalı haçla
resmedilmişlerdir. Zımni anlamı şudur: Gü­
22 el-Evvelîn, hem zamansal hem makamsal
cünü Allah'tan alan bir çobanın âsâsı, Fira­
önceliği ifade eder.
vun'un kamçısını yener.
23 Yani: "..her yerin.."
27 Su'bân, "kalın ip" anlamına gelir. Büyük yı­
24 Varlık kategorilerinin tümünü içeren tev­ lanlara bu ad verilir. Fakat Kasas 3l'de "çevik
hidi bir çağrı: 24. âyet, ilâhi müdahale olan ru- ve kıvrak ince yılan" anlamına gelen cânn kul­
bubiyyetin, kâinatın tamamını içeren kozmik lanılır. Şu da var ki, bu kelimenin geçtiği cüm­
alandaki tezahürüdür. 26. âyet bilinçli varlık­ le bir benzetme cümlesidir: "sanki o, küçük
ların en üstünü olan insanlık alanındaki teza­ çevik ve kıvrak bir yılan gibiydi". Bu iki farklı
hürüdür. Bu âyetse, insan altı varlıklar olan tasviri bir araya getirdiğimizde çıkan sonuç şu­
madenler, bitkiler ve hayvanlar dünyasındaki dur: görünüşte büyük fakat harekette küçük
tezahürüdür (Krş: Elmalılı). bir yılan kadar çevik (Bkz: 44/Tâhâ: 20, not
25 Zımnen: Mahpus edilip ebediyen susturu- 19).
Nûzûl: 51 Mushaf: 26 51/ŞU'ARÂ SÛRESİ 231

33 Ve elini çıkardı, fakat o da ne, bu bakan­ vun'a dediler ki: "Şayet biz galip gelecek
ların (gözünü kamaştuan) bir beyazlık! 28
olursak, bunun bize kazandıracağı bü­
34 (Firavun) etrafındaki gözde danışman­ yük 33
bir ödül olmalı, değil mi a m a ? "
lara "Anlaşıldı" dedi, "bunun hayli bilgi­ 42 (Firavun) "Kesinlikle" dedi, "üstelik
li bir büyücü olduğu kesin. 35 Büyüsüyle siz (protokolde) maiyyetimiz arasındaki
sizi kendi ülkenizden çıkarıp atmak isti­ yerinizi de alacaksınız!" 34

yor; şu halde sizler ne önerirsiniz?" 29


43 Musa onlara dedi ki: "Elinizden gelen
36 (Danışmanlar) dediler ki: "Onu ve kar­ ne varsa onu ortaya koyun!"
deşini alıkoy; bir yandan da bütün kent­ 44 Ve onlar da halatlarını, sopalarını
lere (büyücü) toplamaları için haber sal; (platforma) bıraktılar ve dediler ki: "Fira­
37 ne kadar büyücü-bilgin varsa, hepsini vun'un gücü sayesinde galip gelecek olan
toplayıp sana getirsinler!" elbette biziz, biz!.."
38 Derken büyücüler belirli bir günde, 45 Derken, Musa asasını bıraktı. Fakat o
tesbit edilen toplanma yer ve zamanında da ne! O onların gözbağcılıklarını bir bir
bir araya geldiler. 39 Ve halka şöyle de­
30
silip süpürmesin mi!
nildi: "Siz de toplanacaksınız, değil mi?
46 Sonunda büyücüler hep birden yere
40 Beklentimiz gerçekleşsin diye bizler
kapanarak 47 şöyle dediler: "İman ettik
herhalde sihirbazlardan yana olacağız; 31

âlemlerin Rabbine! 48 Rabbine Musa ve


yeter k i 3 2
galip gelen onlar olsunlar!"
Harun'un!" 35

41 Ve nihayet büyücüler gelerek Fira-

28 Bu beyazlık tam anlamıyla "kusursuzdu" güvenlik tehdidi olarak algılama ve hakikat


(Bkz: 53/Neml: 12,- 67/Kasas: 32). Yed-i beyzâ mücadelesini "Vatan elden gidiyor!" sloganıy­
(beyaz el), arınmayı ve tevbeyi temsil ediyor­ la boğma çabasına tekabül eder. Özünde telaş
du. O el bir zamanlar istemeden cinayetle so­ "İktidar elden gidiyor!" telaşıdır.
nuçlanan bir kazaya sebep olmuştu. Fakat o 30 Bir bayram günü, yine bir bayram yerinde
elin sahibi öyle bir tevbe etti ki, o tevbe sade­ (Bkz: 44/Tâhâ: 59). Sihir o toplumda kimya il­
ce eli pırıl pırıl ve tertemiz yapmakla kalma­ minin bir parçası olarak çok gelişmişti.
dı, aynı zamanda etrafını aydınlatan bir el yap­
31 Le'alle edatının beklenti vurgusu çeviriye
tı. Zaten tevbe "onarmak ve tekrar kazan­
"herhalde" ile taşınmıştır (Bkz: 79/Enbiya: 13,
mak" anlamını içerir. Mesaj açıktır: Elleriniz
not 15).
yaptıklarınızla kirlenebilir. Fakat samimi ve
bedeli ödenmiş bir tevbeyle yıkarsanız pırıl pı­ 32 în edatının vurgularından biri de tehyic
rıl, ap ak olur. "Peki, sonunda pırıl pırıl ola­ (yüreklendirme) ve ilhâb (özendirme)'tır (ît-
caktı da niçin kirlendi?" sorusunun cevabı kân II, 170). Bu vurgu gözetilmediği sürece çe­
bellidir: Elleri temizlemek için önce bir ele sa­ viri sorunlu olmaktan kurtulamayacaktır.
hip olmak gerek; olmayan el kirlenmez de, te­ 33 Belirsiz formun vurguları içinde "büyük­
mizlenmez de. Ölümlü kaza, Musa'ya elin gü­ lük" de yer alır (Bkz: îtkân II, 292).
cünü fark ettirdi. Herkes ellerine baksın! 34 İktidara yakın olmak sadece servete yakın
29 Te'murûn'u Taberî, ma bihi tuşîrûne mi- olmak değil, aynı zamanda dokunulmazlık
ne'r-re'y şeklinde açıklar ki, tercihimiz buna anlamına da geliyordu.
yakındır (Krş: 56/A'râf: 110). Vahyin çağrısını 35 Pazarlıksız imanın tarihte yaşanmış en çar-
49 (Firavun) dedi ki: "Demek siz ben izin şöyle dedi): "Şu kesin ki onlar (donanım­
vermeden ona inandınız, öyle mi? Anla­ sız) başıbozuk bir azınlık. 37
55 Buna rağ­
şıldı ki o size büyüyü öğreten üstadınız- men onlar bize karşı hınçla dolular. 56
dır fakat pek yakında gününüzü görecek­
; Biz ise gerçekten iyi donanımlı, örgütlü
siniz: dönekliğinizden dolayı 36
ellerinizi bir t o p l u m u z . " 38

ve ayaklarınızı mutlaka keseceğim ve to­ 57 İ ş t e 39


bu tür bir (gurura kapıldıkları)
punuzu asacağım!" için onları has bahçelerinden ve pınar
50 (İman eden sihirbazlar) "Ziyanı yok" başlarından çekip çıkardık; 58 servetle­
dediler, "Nasıl olsa biz Rabbimize döne­ rinden, eyvan ve çardaklarından... 40
59
ceğiz. 51 Şu kesin ki biz mü'minlerin ön- Her şey işte böyle olup bitti. .
cülerindeniz, bundan dolayı Rabbimizin Sonuçta Biz İsrâiloğullarını, onlardan ge­
bizi bağışlamasını umarız." riye kalanlara mirasçı kıldık. 41

60 Derken, gündoğumunda onların ardı­


52 SONUNDA Musa'ya "Kullarımı gece­
na düştüler. 61 İki topluluk birbirlerinin
leyin yola çıkar,- şunu da iyi bilin ki siz
görüş alanına girince, Musa'nın ashabı
mutlaka takip edileceksiniz" diye vah-
dedi ki: "Tamam, işte enselendik!"
yettik.
62 (Musa) "Hayır, asla!" dedi, "çünkü
53 Derken, Firavun bütün kentlere (as­
Rabbim benimledir, elbet bir çıkış yolu
ker) toplayıcı görevliler yolladı. 54 (ve
gösterecektir!" 42

pıcı örneği. Soru şu: Sihirbazlar inandığı halde yekûlu teâlâ notuyla giren Taberî, bu iki âyeti
Firavun neden inanmadı? Cevap: İkisi arasın­ öncesinden ayırarak, içeriğini Allah'a nisbet et­
daki fark bilgi farkı. Sihirbazlar Musa'nın elin­ miştir. Arkadan gelen 59. âyet, bu ve 57-58.
de gerçekleşenin sihir değil mucize olduğunu âyetleri daha öncesinden bağımsız ele alma ko­
biliyorlardı. Bilgi onları imanın kapısına getir­ nusunda bize yeterli gerekçeyi sağlamaktadır.
di. Tabi ki buna Firavun'un güç ve iktidar tut­ 40 Veya: "saygın konumlarından.." İlk üçü so­
kusunu da eklemek gerekir. mut olduğu için, bu dördüncüsü de soyut bir
36 "Dönekliğinizden dolayı" min hilaf in'in "yüksek konum" olmaktan daha çok somut
karşılığı olarak verilmiştir. bir nesne olmalıdır. Bu bağlamda makâmun
37 Bu ibare belagat gereği 56. âyetin mukabili kerîm'in has bahçe ve bağlarda su başlarına in­
olmak durumundadır. "Donanımsız" açıkla­ şa edilen ve ağırlama mahalli olarak kullanı­
masının gerekçesi budur. Şirzime sadece ço­ lan "eyvan" ve "çardak"lara delalet ettiğini
ğunluğun karşıtı olan azınlığı değil tahkir düşünüyoruz.
imasını da içerir. 41 Daha ayrıntılı bir ibare için bkz. 56/A'râf:
38 Güce sahip olup da güç ahlâkına sahip ol­ 137. Hz. Peygamber'e karşı savaş açan inkarcı
mayan bir iktidarın her zaman ve zemindeki çevreler Firavunla kıyaslanmaktadır. Onlara
mantığını ele veriyor. zımnen şu söyleniyor: Firavun bu gücüne rağ­
39 Bu âyetler (57, 58) bir önceki pasajda yer alan men Allah'ın elçisine galip gelemedi. Şu hali­
Firavun'un sözlerinin bir devamı olarak da nizle siz Allah'ın elçisine karşı nasıl galip ge­
okunabilir. Râzî, 52-62. âyetler arasını tek bir leceksiniz?
pasaj olarak almıştır. Firavun'un söylediklerine 42 Bu sahnenin bir benzeri Hicretin ilk günü
kavluhu notuyla girerken, bu âyetlere gelince Sevr mağarasında yaşandı. Hz. Ebubekir yak-
Nûzûl: 51 Mushaf: 26 ı ^ ^ ı . 51/ŞU'ARÂ SÛRESİ , t ^ j > , ı 233

63 Bunun üzerine Musa'ya "Asanla deni­ zi duyuyorlar mı bari?" dedi; 73 "ya da,
ze vur!" diye vahyettik. Ardından deniz size bir yararları veya zararları dokunu­
infilak edip ikiye ayrıldı; öyle ki, yolun yor (mu)?"
her (iki) yanından sular ulu dağlar gibi 74 "Hayır a m a . . . " dediler, "Biz, ataları­
yükselmişti. 43
64 Ötekileri de oraya yak­ mızı da böyle yapıyor b u l d u k ! " 46

laştırdık. 65 Nihayet Musa ve beraberin­


75 (İbrahim) " N e yani" dedi, "taptığınız
dekilerin tümünü kurtardık 66 ve öteki­
şeylerin ne olduğuna (bir kez olsun) dö­
leri suya gark ettik.
nüp bakmadınız m ı 76 (yani) hem siz, ;

67 Elbet bu (Musa kıssası)nda da alınacak hem de önden giden atalarınız?" 47

bir ders mutlaka vardır,- fakat insanların


77 İşte artık (ilan ediyomm) ki, benim
çoğu yine de inanmayacaklardır. 68 Ne 44

için onlar birer düşmandır. Başka değil,


ki senin Rabbin sınırsız rahmet sahibi
sadece âlemlerin Rabbi vardır. 78 Ki
olan O yüceler yücesidir!
O'dur beni yaratan, bana doğru yolu gös­
terecek olan da O'dur. 79 Ki O benim aç­
69 ONLARA İbrahim'in haberini de ak­
lık ve susuzluğumu giderendir; 80 ve has­
tar. 45

ta düştüğümde şifa veren de yine O'dur.


70 Hani bir zamanlar o, babasını ve kav­ 81 Beni öldürecek, sonra tekrar diriltecek
mini "Neye kulluk ediyorsunuz?" diye olan da O'dur. 82 Hesap Günü'nde beni,
sor(gula)dı. 71 Onlar da "Putlara kulluk hatalarımı bağışlayacağını umduğum
ediyoruz,- dahası, onlara adanmış kimse­ (tek) zât da O'dur."
ler olarak kalacağız!" dediler.
83 "Rabbim! Bana doğru bir muhakeme
72 (İbrahim) "Yalvarıp yakardığınızda si- yeteneği 48
bahşet ve beni iyilerin arasına

laşan ayak seslerinden telaşa kapılıp "işte ya­ dan Hz. Peygamber'in şahsını inşa idi. Fakat
kalandık" derken, Allah Rasulü onu buradaki- bu kıssa "aktar, naklet" ile başlıyor. Çünkü
ne benzer sözlerle teselli etti: "Ey Ebubekir! maksat müşrik muhatapları uyarıdır.
Üçüncüsü Allah olan iki kişiye kim ne yapa­ 46 Körü körüne inanmanın insanı nerelere gö­
bilir ki?"
türeceğine örnek.
43 Olan bitenin tek cümlelik özeti: Kulu "bit­
47 İmanla aklın çatıştığını ve çeliştiğini iddia
tim" derse, Rabbi "yettim" der. Zira kulun
eden her yaklaşım kökten reddediliyor. Bu
gücünün bittiği yerde Allah'ın yardımı başlar.
âyet, 74. âyette dile gelen tavrı dengelemekte­
44 Zımnen: Eğer akletmiyorlarsa denizin ya-
dir.
rıldığını, suların durulduğunu görseler yine de
yola gelmezler. Bu âyet Allah Rasulü'nü "ne­ 48 Buradaki hukm talebi, varlığın hakikatine
redeyse kendini helak edeceksin" diye uyaran ulaşacak bir muhakeme yeteneği talebidir.
3. âyet ışığında okunmalıdır. Bir sonraki âyet­ Bunun olmazsa olmazı ise önce şeylerin mahi­
le birlikte şu vurguyu taşır: Kimse Allah'ın yetinin ilk suretlerinin oluştuğu tasavvurun,
kullarına Allah'tan daha fazla merhametli ol­ daha sonra da bu suretler arasında bağ kurarak
duğunu düşünmesin! Sınırsız merhameti olan bir yargı ortaya koyan aklın doğru inşasıdır.
sadece O'dur. Eğer bir zihni yargı o şeyin hakikatiyle örtüşü-
45 Önceki kıssa "hatırlatmayı" amaçlayan iz yorsa, işte bu kavrayış ve muhakeme tarzına
zaman zarfı ile başlamıştı. Zira maksat doğru- hukm ya da hikmet adı verilir.
234 ,^3^, , 51/ŞU'ARÂ SÛRESİ t t > ^ M t Nûzûl: 51 Muahaf: 26

kat! 84 Ve beni dillerde doğruluk timsali cak mı bari?


olarak anılan biri y a p 49
85 Ve beni ölüm­ 94 Neticede hem onlar, hem de sorum­
süz nimetlerle dolu cennetin vârislerin­ suz ve bilinçsizce onlara (umut bağlayan­
den kıl! 86 Babamı da bağışla! Çünkü o lar) cehennemde üst üste istif edilecek­
56

oldum olası yolunu şaşıranlardan biri ol­ ler,- 95 İblis'in bütün askerleri de...
57

muştur. 50
87 Ve beni herkesin diriltilip 96 Onlar orada birbirleriyle atışırken 58

kaldırılacağı o gün mahcup e y l e m e ! " 51


şöyle derler: 97 "Hayret vallahi! Her ne 59

88 O gün ne malın mülkün bir yararı olur kadar, apaçık bir sapıklığın ortasına dü­
ne de evladın; 89 ancak selim bir kalple şen biz isek de, 98 o zaman sizi âlemlerin
Allah'ın huzuruna çıkanlar müstesna. 52
Rabbiyle bir tutuyorduk; 99 ne ki bizi
90 Zira (o gün), cennet sorumlu ve bilinç­ saptıran, yalnızca günahı hayat tarzı hali­
li davrananlara yaklaştırılacaktır. 91 Ce- ne getiren şu kimselerdi,- 100 gel gör ki,60

hennemse sorumsuz ve bilinçsizce davra­ şimdi bize arka çıkan ne bir kimse var
nanlar i ç i n 53
kışkırtılacaktır. 92 Ve on­
54
101 ne de yürekten bir dost. 102 Keşke
lara sorulacaktır: "Nereye kayboldular bizim için bir kez daha dönüş olsaydı da,
tapınıp durduğunuz 93 o Allah'tan gayrı biz de inananlardan biri olsaydık."
(varlıklar)? Size, hadi onu da geçtik, 55
103 Elbet bu (kıssada) da alınacak bir ders
kendilerine olsun bir yardımları dokuna­ mutlaka vardır, fakat insanların çoğu yi-

49 Veya: "Ve bana (hakkı) başkalarına (ulaştır­ 53 Ğâvîn, bu bağlamda muttakîriin karşıtı
mam) için doğru bir anlatım yeteneği ver!" olarak kullanılmıştır. "Bilgisizlikten ya da bi­
Yahut: "sonraki (neslimin) içinde bana (vâris linçsizlikten dolayı batıl inanç sahibi olmak"
olacak) doğru bir sözcü tayin et" (Bu yorumu ya da "inancında boşluk bulunmak" anlamına
teyit için bkz. 94/Bakara: 124). Benzer bir kul­ gelen el-ğayyu kökünden türetilmiştir (Bkz:
lanım ve açıklama için bkz. 43/Meryem: 50, 72/Hicr: 42, not 33).
not 56. Tercihimiz Mücahid'in yorumuna da­ 54 Burrizet, "ortaya çıktı" anlamındaki bera-
yanmaktadır (Ferra). Binyıllardır bütün bir in­ ze'den (62/Kehf: 47, not 60). Cehennem için
sanlık Hz. İbrahim'in bu duasının kabul oldu­ kullanıldığı bu bağlamda "kışkırtılma" anla­
ğuna şahittir. Zira ezeli ve biricik hakikat mı taşır.
olan islâm ve onun 'ğulatı' olan Yahudilik ve
55 Lafzen: "ya da".
Hıristiyanlık Hz. İbrahim'i doğruluk insanlık
timsali olarak takdim eder. 56 Lafzen: "..orada.."

50 Hz. İbrahim'in babasına duası ve bundan 57 Kubkibû, "yüzükoyun yere kapaklanmak"


vazgeçmesi ile ilgili bkz. 114/Tevbe: 114 ve anlamındaki kebbe kökünden. Bu form "üst
109/Mumtehane: 4. Âl-i İmran 27 ışığında: üste yığmayı, istif etmeyi" ifade eder (Ebu
Hz. İbrahim ölüden çıkmış bir diri idi. Ubeyde).

51 Zımnen: Babamın durumu yüzünden... 58 Cehennemhklerin birbirleri arasındaki pole­


mikleri için bkz. 56/A'râf: 38-39 ve 55/Sâd: 59-64.
52 Bu iki âyet, Hz. İbrahim'in sözlerinin bir
devamı olarak da okunabilir. Fakat, 89. âyetle 59 Vallahiden farklı olarak, tallahi hayret ve
uzak bir benzerliğe sahip olan Sâffât 84 ışığın­ şaşkınlık içerir (Bkz: 71/Yusuf: 73, not 70).
da, içeriğinin Allah'a atfı daha uygun görün­ 60 el-Mucrimîn'e verdiğimiz bu anlam için
mektedir. bkz. 44/Tâhâ: 102, not 85.
ne de inanmayacaklardır. 104 Ne ki se­ açıklığıyla (ortaya koyan) bir uyarıcıdan
nin Rabbin, sınırsız rahmet sahibi olan O başkası değilim."
yüceler yücesidir. 116 "Ey N û h ! " dediler, "Eğer buna bir
son vermezsen, taşlana(rak susturu­
105 N U H kavmi (de) peygamberlerini ya­ lacaksın. 67

lanladı. 106 Hani bir zamanlar soydaşla­


117 "Rabbim!" dedi, "İşte, sonunda kav­
rı 61
Nûh onlara şöyle demişti: "Hâlâ so­
mim beni yalanlamış bulunuyor,- 118 ar­
rumlu davranmayacak mısınız? 107 Hem
tık benimle onlar arasında kesin bir hü­
bakın, ben size gönderilmiş güvenilir bir
küm 6 8
ver ve hem beni, hem de benimle
elçiyim; 62
108 şu halde, Allah'a karşı so­
birlikte olan mü'minleri kurtar!"
rumlu davranın ve beni izleyin! 63
109
Ben bu (davet) karşılığında sizden hiçbir 119 Derken, onu ve beraberindekileri yü­
ücret talep etmiyorum. Benim ecrimi künü almış olan o gemiyle kurtardık; 120
takdir etmek, sadece âlemlerin Rabbine ve geride kalanları boğulmaya terk ettik.
düşer. 64
110 Haydi artık Allah'a karşı so­ 121 Elbet bu (Nûh kıssası)nda da alına­
rumlu davranın ve beni izleyin!" cak bir ders mutlaka vardır,- fakat insan­

111 Dediler ki: " N e yani, toplumun en ların çoğu yine de inanmayacaklardır.

düşüklerinin sana tabi olduğunu bile bile 122 Ne ki senin Rabbin sınırsız rahmet

sana inanalım m ı ? " sahibi olan O yüceler yücesidir.

112 (Nûh): "Onların öteden beri ne yapıp


123 ÂD k a v m i 69
(de) elçilerini yalanladı.
ettiklerine dair benim bir bilgim yok; 113
124 Hani bir zamanlar onlara da soydaş­
Onlar hakkında yargıda bulunmak bana
ları Hûd şöyle demişti: "Hâlâ sorumlu
değil, 65
sadece Rabbime düşer: keşke bu
davranmayacak mısınız? 125 Hem bakın,
kadarını olsun fark etseydiniz! 114 Üste­
ben size gönderilmiş güvenilir bir elçi­
lik ben inananları yanımdan kovacak de­
yim. 126 Şu halde, Allah'a karşı sorumlu
ğilim. 66
115 Çünkü ben, (hakkı) tüm
davranın ve beni izleyin! 70
127 Ben bu

61 Lafzen "kardeşleri". Ayrıntılı bir açıklama önüne alarak [likan II, 168).
için bkz. 70/Hud: 61, not 74. 66 Allah Rasulü'nün etrafındaki yoksul, köle
62 Şeytanî vehim ve vesveseleri vahiy diye su­ ve azatlı kölelere küstahça bir kibirle bakan
nan sahte elçileri red. Bkz. "Bu vahyi asla şey­ Mekke müşriklerinin seçkinci tavrını red.
tanlar indirmiş değildir" (Âyet 210).
67 Bu şekildeki çevirimizin gerekçesi için
63 Takvâ'nm Allah'a, itaat inse peygambere
1
benzer bir konumdaki 29. âyetin notuna bkz.
hasredildiği böylesi bir bağlamda etî'ûn emri­
68 Lafzen: "..aç!" Feth, Kur'an'da lafzî mana­
nin anlamı "beni izleyin" olmalıdır. Çünkü
yolcu olup "iz bırakanlar" izlenirler. İz bırak­ sıyla da kullanılır (56/A'râf: 89, not 70). Bir en­
mak Allah için düşünülemez. Birer insan olan geli açmak, ya o engeli kaldırmakla ya da onu
peygamberler iz bırakırlar ve izlenirler. engel olmaktan çıkarmakla gerçekleşir.

64 Allah Rasulüne Mekke müşriklerinin, da­ 69 Ayrıntılı bir açıklama için 11/Fecr sûresi­
vetinden vazgeçmesi karşılığında servet ve nin 6. âyetinin ilgili notuna bkz.
makam vaad etmelerine bir cevap. 70 "izleyin" şeklindeki çevirimiz için 108.
65 İn edatının olumsuzluk vurgusunu göz âyetin notuna bkz.
(davet] karşılığında sizden hiçbir ücret ta­ den bizim azaba uğratılmamız da müm­
lep etmiyorum, benim ecrimi takdir et­ kün değildir!" 74

mek sadece âlemlerin Rabbine düşer." 139 Neticede, onu işte böyle yalanladılar;
128 "Siz, abesle iştigal ederek her bir te­ bunun üzerine Biz de onları helak ettik.
pede yüksek bir anıt, bir yapı mı inşa edi­ Elbet bu (Hûd kıssası)nda da alınacak bir
yorsunuz? 129 Görkemli binalar kondu­ ders mutlaka vardır; fakat insanların ço­
rarak sürekli yaşayacağınızı mı umuyor­ ğu yine de inanmayacaklardır. 75
140 Ne
sunuz? 130 Elinize her (fırsat) geçirdiği­ ki senin Rabbin, sınırsız rahmet sahibi
nizde, 71
hukuka tecavüz edip zorbalık olan O yüceler yücesidir.
(mı) yapacaksınız? 131 Haydi, artık Al­
lah'a karşı sorumlu davranın ve bana 141 S E M U D 76
(da) elçilerini yalanladı.
uyun! 132 Aklınıza gelebilecek her tür 142 Hani bir zamanlar onlara da soydaş­
(nimeti) size lütfeden Zât'a karşı saygılı ları Sâlih şöyle demişti: "Hâlâ sorumlu
olun! 133 Size sürüler ve çocuklar lütfe­ davranmayacak mısınız? 143 Hem bakın,
den; 134 dahası, bağlar-bahçeler ve pınar­ ben size gönderilmiş güvenilir bir elçi­
lar 72
(lütfeden Zât'a)... 135 Bakın, ben yim: 144 Şu halde Allah'a karşı sorumlu
korkunç bir günün sizin üzerinize çörek­ davranın ve beni izleyin! 77
145 Ben bu
lenecek azabından endişe ediyorum!" (davet) karşılığında sizden hiçbir ücret ta­
136 Onlar "Sen" dediler, "bize öğüt ver­ lep etmiyorum; benim ecrimi takdir et­
sen de öğüt vermesen de, bizim için fark mek sadece âlemlerin Rabbine düşer."
eden bir şey olmaz. 137 (Zira) bu, önden 146 "içinde bulunduğunuz şu konumda
giden (atalarımızın) ahlâk sisteminden 73
böylece bırakılacağınıza dair güvenceniz
başkası değildir. 138 Dolayısıyla, bu yüz- mi v a r ? 78
147 Envai ç e ş i t 79
bahçeler için-

71 "El attı, yakaladı, enseledi" anlamındaki 73 Bu kelime halku olarak da okunmuştur. Bu


bataşe fiilinden türetilen bataştum, insan için takdirde anlam "(atalarımızın) uydurmasın­
kullanıldığında olumsuz anlama gelir. Cebbar dan" olur (Râzî). Fakat onların kastı bu olma­
da insan için kullanıldığında olumsuz anlam­ sa gerektir.
da "canının istediğini yapan ve yaptıran" an­ 74 Bâ ile gelen nefyin haberi imkan/ihtimal
lamına gelir. Cebbar olmak Allah'ın hakkıdır, yokluğuna delalet eder (73/En'âm: 107, not 89).
böyle bir iddiada bulunan Allah'tan rol çalma­ 75 Zımnen: Onların çoğu bu kıssalara inan­
ya kalkmış olur. Açıktır ki bu âyet, insana yö­ masalar da, Allah'ın tarih ve toplumlar için
nelik her tür zorbalığı hak ve hukuk ihlali ola­ koyduğu yasalar işlemeye devam edecektir.
rak görmektedir. Bu durumun 'Âd uygarlığını 76 Semud'un Kur'an'da hep 'Âd ile birlikte
yıkılışa götüren nedenler arasında zikredilme­ anılması için bkz. 11/Fecr: 6, not 9.
si de hayli dikkat çekicidir. 77 "İzleyin" şeklindeki çevirimiz için 108.
72 Bahçeyle suyun yan yana anılması, bu uy­ âyetin notuna bkz.
garlığın sulu tarım yaptıklarını gösterir. Ka­ 78 Lafzen: "..güvencede bırakılacak mısınız?"
dim dünyada bu, kalkınmışlık ve gelişmişlik (Krş: Râzî).
ölçütüydü. Bu 'Âd toplumunun yakaladığı 79 Nekira formunun vurgularından biri de
dünyevi refah düzeyini gösterir. "tür"dür (72/Hicr: 26, not 21).
Nûzûl: 51 Mushaf: 26 51/ŞU'ARÂ SÛRESİ 237

de ve pınar başlarında... 148 Ekinler ve iç 157 Buna rağmen onlar, onu işkence ya­
geçirtecek kadar zarif, olgun ve dolgun parak vahşice katlettiler,- fakat sonunda
84

hurma salkımlarının sarktığı hurmalık­ pişman oldular; 158 çünkü onları malum
larda... 149 Bir de kalkmış, dağlarda azap kıskıvrak yakalamıştı.
yonttuğunuz görkemli evlerden dolayı şı- Elbet bu (Sâlih kıssası)nda da, alınacak
marıyorsunuz. 80
150 Ama artık Allah'a bir ders mutlaka vardır; fakat insanların
karşı sorumlu davranın ve beni izleyin! çoğu yine de inanmayacaklardır. 159 Ne
151 Haddi aşanların isteklerine uymayın! ki senin Rabbin, sınırsız rahmet sahibi
152 Böyleleri düzeni sağlamadıkları gibi, olan O yüceler yücesidir.
yeryüzünde fesat çıkarmaktan da geri
durmazlar." 160 LUT kavmi (de) elçilerini yalanla­
153 Onlar dediler ki: "Sen, büyülenmiş mışlardı. 161 Hani bir zamanlar, onlara
birinden başkası değilsin. 81
154 Sen de kardeşleri 85
Lût şöyle demişti: "Hâlâ so­
sadece bizim gibi beşer türüne mensup­ rumlu davranmayacak mısınız? 162 Hem
sun,- eğer sözünün arkasında duruyorsan, bakın, ben size gönderilmiş güvenilir bir
haydi bir delil getir de (görelim)!" 82
elçiyim: 163 Şu halde Allah'a karşı so­
155 "(İstediğiniz delil), işte şu (sahipsiz) 83 rumlu davranın ve beni izleyin! 164 Ben
dişi devedir!" dedi, "Su içme hakkı (belli bu (davet) karşılığında sizden hiçbir ücret
bir gün) ona, belli bir gün de size aittir. talep etmiyorum,- benim ecrimi takdir et­
156 Sakın ola ona bir kötülük yapayım mek sadece âlemlerin Rabbine düşer."
demeyin! Bu takdirde sizi korkunç bir " 165 İnsanların içerisinden erkeklere mi
günün azabı yakalar." yaklaşıyorsunuz? 166 Bu şekilde, Rabbi-

80 Veya: "ustaca evler yontuyorsunuz". Bu an­ 84 'Akara, işkence yoluyla vahşice katletmeyi
lam eşdeğerdeki iki kıraattan biri olan fârihîn ifade eder (56/A'râf: 77, not 59). Bu pasaj, Sâlih
okuyuşuyla uyumludur. Tercihimiz ise ferihîn kavminin helakini bir deveye yapılan işkence­
kıraatine dayanır (Bkz: Ferrâ; krş. Taberî). ye bağlar.
81 Küstahlığın zirvesine ulaşmış bir refah top­ 85 Buradaki ehâhum ile Hz. Lût'un diğer pey­
lumunda ahlâka çağrı 'irrasyonel'dir. Bunu ya­ gamberle iman ve misyon kardeşliği vurgula­
pan kişi küçültücü sıfatlarla marjinalleştirilir. nır. Zira bu sûrede eksen helak edilen kavim­
Böylece hem ahlâk çağrısı boğulmaya çalışılır, ler değil, onlarla mücadele eden peygamberle­
hem de ahlâksızlar rahat eder. ridir ve maksat da 3. âyette beyan edildiği gibi
82 Bu söz kendi türlerinden ümit kesecek ka­ Allah Rasulü'nü teselli ve inşadır. Buradaki
dar azgınlaşmanın göstergesidir. İnsan pey­ "onlar" zamiri, adı daha önce geçen Nûh ve
gambere itiraz edip melek peygamber isteme­ Hûd gibi peygamberlere bir atıf olarak anlaşıl­
lerinin temel nedeni de budur. malıdır. Helak olan kavimlerin kıssalarının
83 Nâkatun'deki belirsizliğe istinaden. A'râf 73 peş peşe anlatıldığı A'râf, Hûd, Nemi ve Anke-
ve Hûd 64'de "Allah'ın devesi" olarak nitele­ bût sûrelerinde Hûd, Sâlih ve Şuayb peygam­
nen bu deve, belli ki sahte kutsallar oluştur­ berlerin adları anılırken ehahum diye nitelen­
mak için uydurulmuş batıl inancın bir sonucu dirildiği halde sıra Lût'a geldiğinde bu nitele­
olarak salıverilmiş ve kamu malı hüviyetini me yer almaz (Gerekçesi ve ayrıntılı bir not
kazanmış bir deveydi (Bkz: 70/Hûd: 64, not 79). için bkz. 70/Hûd: 61).
nizin sizin için yarattığı eşlerinizi bir ya­ etmiyorum; benim ecrimi takdir etmek
na bırakıyorsunuz? Yoo, siz basbayağı sı­ sadece âlemlerin Rabbine düşer."
nırları çiğneyen bir toplumsunuz!"
86
"181 (Ölçüp biçerken) ölçüyü tam tutun,
167 "Eğer buna bir son vermezsen Ey hak yiyenlerden olmayın! 182 Ve doğru­
Lût" dediler, "kesinlikle sürgün edilmiş luktan şaşmayan bir teraziyle tartın! 183
biri olup çıkacaksın! İnsanları hakları olan şeylerden mahrum

168 (Lût): "Bilin ki ben, bu yaptığınızdan bırakmayın ve kötülüğü yaygınlaştırarak

dolayı sizi nefretle kınıyorum!" dedi. 87


yeryüzünde ahlâkî çürümeye meydan
vermeyin! 90
184 Sizi de önceki kuşakları
169 (Allah'a yönelerek): "Rabbim!" (de­
da yaratan o Yaratıcıya karşı sorumlulu­
di), "Beni ve ailemi bunların yaptıkla-
ğunuzun bilincinde olun!"
rınjın belasın)dan kurtar!"
185 Onlar dediler ki: "Sen büyülenmiş
170 Sonuçta, Biz de onu ve ailesinin tama­
birinden başkası değilsin! 186 Sen de sa­
mını kurtardık; 171 ancak bir kocakarı dö­
dece bizim gibi beşer türüne mensup bi­
külenler arasında yer aldı. 88
172 Ardından
risin; doğrusu bize göre sen kesinlikle ya­
ötekileri yerle bir ettik; 173 sonunda (bela)
lancının tekisin. 187 Fakat sen, eğer sö­
sağanağını üzerlerine boca ettik: gör ki,
zünün arkasındaysan haydi göğü param­
uyarılan (fakat uslanmayan) kimselerin
parça başımıza indir!"
maruz kaldığı sağanak ne berbattır.
188 (Şuayb) dedi ki: "Rabbim yapıp etti­
174 Elbet bu (Lût kıssası)nda da alınacak
ğiniz her şeyi çok iyi biliyor."
bir ders mutlaka vardır; fakat insanların
çoğu yine de inanmayacaklardır. 175 Ne 189 Neticede, onu işte böyle yalanladılar;
ki senin Rabbin, sınırsız rahmet sahibi bunun üzerine onları Gölge Günü'nün
olan O yüceler yücesidir. azabı 91
yakalayiverdi; gerçekten de o pek
korkunç bir günün azabıydı.
176 ORMANLIK vadinin halkı (da) elçi­
lerini yalanladı. 89
177 Hani bir zamanlar, 190 Elbet bu (Şuayb kıssası)nda da alına­
Şuayb şöyle demişti: "Hâlâ sorumlu dav­ cak bir ders mutlaka vardır; fakat insan­
ranmayacak mısınız? 178 Hem bakın, ların çoğu yine de inanmayacaklardır.
ben size gönderilmiş güvenilir bir elçi­ 191 Ne ki senin Rabbin sınırsız rahmet
yim. 179 Şu halde Allah'a karşı sorumlu sahibi olan O yüceler yücesidir.
davranın ve beni izleyin! 180 Ben bu (da­
vet) karşılığında sizden hiçbir ücret talep 192 ŞÜPHE yok ki bu (mesaj) elbet âlem-

86 Fıtratla çizilen cinselliğin doğasına uygun bâfdan: Zımnen: geride kalarak toza dönüştü.
sınırları... Bu kadın Hz. Lût'un yerlilerden olan karısıy­
dı. Hz. Lut'un gözü ve gönlü yoldan çıkmış
87 Kâlîn hem "nefretle kmama"yı, hem de
kavminin yanında kalan karısı için 'acûz keli­
bundan dolayı o toplumun bir üyesi olmayı
mesi kullanılıyor. Her iki cins için de "yaşlan­
reddetmeyi" ifade eder. Âyetin başındaki kale
mış kimseler" için kullanılan bu kelime, zım­
ile sonundaki kâlîn arasında Mutarraf da deni­
nen Hz. Lut'un helak olan karısının hakkı ve
len mükemmel bir cinas sanatı görünmektedir. hakkaniyeti savunmasında "acizlik" sergilediği
88 Ğâbirîn, "toz, kir" anlamına gelen i l ­ imâsını da taşır. "Kocakarı"nın acziyetinin te-
Nûzûl: 51 Mushaf: 26 l > < v > < l , 51/ŞU'ARÂ SÛRESİ 239

lerin Rabbi tarafından indirilmiştir: 193 o 196 Yine kuşku yok ki bu (mesaj), önce­
Güvenilir Ruh ile birlikte geldi 92
194 se­ kilerin hikmet yüklü sayfalarında da yer
nin kalbine; 93
ki (onunla) uyaran kimse­ almakta. 95

lerden biri olasın diye; 195 açık bir Arap­ 197 Isrâiloğullarına mensup alimlerin
ça i l e . . . 94
bunu bilmeleri onlar için delil olarak ye-

melinde soy bağını inanç bağından üstün tutma katini çeker." Dolayısıyla Kur'an "açık seçik
hastalığı yatıyordu. Zira kendisi soyca helak bir Arapça ile" indirildiği için Nebi'nin akle­
olan kavme mensup iken, eşi Lut dışarıdan gel­ den kalbine nazil olmuştur.
miş bir 'yabancı' idi. O kocası da olsa mü'min 94 Bu âyetin gösterdiği şey Kur'an vahyinin
'yabancıyı' değil kafir ve sapkın hemşehrilerini açık ve anlaşılır olduğu gerçeğidir. Bunu hem
tercih etmişti. (Krş: 56/A'râf: 83; 70/Hûd: 81). 'Arabiyyeriin türetildiği 'arab kelimesinin
89 Eyke ashabı için bkz. 72/Hicr: 78. kök mânası hem de belirsiz olarak gelen bu sı­
90 Ta'sev'e verdiğimiz bu anlam için bkz. fatın delaleti teyit eder (Bkz: 81/Fussilet: 3 ;

94/Bakara: 60, not 106. 83/Zuhruf: 3 ve 74/Nahl: 105 ilgili notlar).


Vahyin sıfatı olan Arapça vahyin ruhunun içi­
91 A'râf 91 ışığında, bu belanın volkanik bir
ne indiği ceset mesabesindedir. Bir bakıma,
patlama şeklinde gerçekleştiği söylenebilir.
ruhu cesetten ayırmak onu öldürmektir. Do­
92 Veya: "Bununla güvene lâyık olan vahiy in­ layısıyla vahiy tüm dillere çevrilir ve çevril­
di". Ruh, Kadr 4, Mü'min 15, Şûra 52, Nahl 2 mek zorundadır. Fakat hiçbir çeviri Kur'an'ın
ve Isra 85'te doğrudan "vahiy" ya da "vahyin asli dilinin yerine ikame edilemez.
kaynağı" anlamında kullanılır (Ayrıntılı bir
95 Lafzen: "öncekilerin yazılarında/sayfaların­
açıklama için bkz. 74/Nahl: 2, not 5 68/lsra: ;
da". [Zubufa verdiğimiz mâna için bkz.
85, not 112). Fakat hemen tüm klasik müfes-
74/Nahl: 44, not 48). Bunlar Tevrat ve İncil'den
sirler buradaki er-Rûhu'l-emîn'i, tıpkı rûhu'l-
öte -ki onlar zaten adlı adınca zikredilmekte­
kuds'te olduğu gibi (94/Bakara: 87) vahiy me­
dir- başta Eski Hind, Eski Mısır ve Eski İran di­
leği Cebrail olarak anlarlar.
nî metinleri olsa gerektir. Bu tezimizi M. Ha-
93 Buradaki kalp ile fizikî bir organ kastedil- midullah'm verdiği şu emek mahsulü bilgiler
memiştir (Bkz: 36/Kâf: 37). Bu tür bir bağlam­ teyit eder: "Müfessirler resim ve heykellere
da kalb ile düşünme, duyma, bilme, inanma tapmayı reddeden, "övülen" ve "herkese rah­
eylemlerinin kendisinden sudur ettiği manevî met" sıfatlarını taşıyan bir zâtm geleceğini ön­
merkez olan akleden kalp kastedilmektedir ceden haber veren Zerdüştlerin kitabına [Zend-
(Krş: 56/A'râf: 179; 60/Mülk: 10). Zemahşerî Avesta, Hacht 13, XXVI-H, 129) göndermeler
bu âyetleri şöyle açıklar: Eğer Kur'an Arapça yaparlar (Bu konuda Avesta ve Dasâtîf in başka
dışında başka bir dille indirilmiş olsaydı, o za­ pasajları da vardır). Brahman Hinduların Roma­
man bu âyetleri anlamada kalbiniz (aklınız) na ve Vedalafı da çölden çıkacak, adı "övül­
değil kulaklarınız devreye girerdi. Çünkü bu meye değer: Muhammed" olan bir bilgeden ve
durumda anlamını bilmediğiniz birtakım onun arabasının göğe değeceğini (Miraç); devle­
harflerin seslerini duyardınız. Birden çok dil ri bulunan bir bilge (Bkz: îşaya, 21:6-7); biri üç
bilen bir insan, kendi anadilini konuştuğunda yüz diğeri on bin kutsanmış kişiyle gerçekleş­
kalbi aklı sözlerin anlamlarına yönelir, bu mâ­ tireceği iki zaferini (Bedir Savaşı ve Mekke Fet­
naları oluşturan sözlerin nasıl kurulduğunu hi) haber vermektedir. Başka yerde, Kalınki Po-
hiç düşünmez. Fakat aynı kişi ana dili dışında urâna'da babasımn "Allah'ın kulu" (Abdul­
başka bir dili konuştuğunda, bu dili ustaca lah'ın tam karşılığı) annesinin ise "güvenilir"
kullansa bile, önce sözler, sonra anlamlar dik- (Amine'nin tam karşılığı) olduğu yer almakta-
240 51/ŞU'ARÂ SÛRESİ t ,^3^, Nüzul: 51 Mushaf: 26

terli değil m i y d i ? 96 zira Biz, asla zulmeden biri değiliz.


198 Ve eğer Biz onu yabancı birine 97
in- 2 1 0 Hem bu (vahyi) asla şeytanlar indir­
dirseydik; 199 o da o (mesajı) kendilerine miş değildir. 211 Zira bu hem onların ağ­
okusaydı, yine de ona inanmazlardı. zının işi değildir, hem de buna güçleri
200 İşte Biz vahyin, günaha batmışların yetmez: 212 çünkü onlar (vahyi) işitmek­
kalplerinde (etki etmeden) geçip gitmesi­ ten bile kesinlikle men edilmişlerdir.
ni böyle sağlamışızdır. 201 Can yakıcı bir 213 Şu halde, Allah'la beraber başka bir
azabı görünceye kadar bu (vahye) iman ilâha yalvarıp yakarma! Bu takdirde aza­
etmeyecekler; 202 nihayet bu azap kendi­ ba uğrayanlardan olursun.
leri farkında değilken ansızın onları bula­ 2 1 4 Artık sana en yakın olan aşiretini
caktır. 203 Bunun üzerine onlar "Bize uyar; 98
215 ve seni izleyen mü'minlere
(ilave) bir süre daha tanınamaz m ı ? " di­ kol kanat g e r . 99
2 1 6 Ne ki eğer (aşiretin)
yecekler. sana isyan ederse, bu takdirde: "Bakın,
204 Ne! Şimdi onlar azabımızın hemen ben sizin yaptıklarınızdan beriyim!" de
gelmesini mi istiyorlar? 217 ve merhameti bol olan O yüceler yü­
205 Düşünsene bir: onlara yıllarca safa cesine güven! 218 Ki O kıyam ettiğin va­
sürmeleri için fırsat versek; 206 sonra va­ kit 1 0 0
seni görmektedir,- 219 Allah'a tes­

ad edilen azap başlarına gelse; 207 safa lim olanlar arasındaki tasarruflarını

sürerek kaçırdıkları bu fırsatın kendileri­ da... 101


2 2 0 Çünkü O, evet yalnız O'dur

ne bir yararı dokunabilir mi? her şeyi işiten, her şeyi bilen!

208 Dahası, Biz bir ülkeyi helak etmeden 221 O şeytanların kimlere indiğini size
önce illa ki uyarıp 2 0 9 hatırlatmışızdır; haber vereyim mi: 222 Onlar kendini ai­

dır. Yine kumlu bir memlekette dünyaya gele­ leceği gibi "Mekkeli olmayan birine" anlamı­
ceği ve doğduğu şehrin kuzeyine hicret edeceği na da alınabilir. Krş. "Bu ilâhi mesaj, iki şeh­
vs. belirtilmektedir. Hemen belirtelim ki Po- rin en büyük (zenginlerine) inmeli değil miy­
urâna kelime anlamıyla "Eskilerin Yazıları/Su- di?" (83/Zuhruf:31)
hufu'l-Evvelîn" anlamına gelir ki, bu âyette bu 98 Sûrenin iniş zamanı dikkate alınırsa, bu
ifade aynen yer almaktadır. Yine bilinmektedir çağrının bireysel davet döneminden çok son­
ki, Guatama Buda da "Metteya" veya "Maitre- raya denk geldiği anlaşılır. Şu halde bu çağrı,
ya"nın (âlemlere rahmetin) kendi işini tamam­ öncesine nisbetle Muhammedi davette yeni
lamak için geleceğini önceden haber vermiştir bir merhaleye işaret eder. O da, bireysel davet­
[Bkz. aynı yer, IX, 128; XX, 107] [Aziz Kur'an, ten kitlesel davet merhalesine geçiştir ki, bu
lstanbul-2000). Eski Mısır'ın Hermetik metin­ âyet bu merhalede davet edilecek ilk kitlenin
leriyle ilgili bkz. 79/Enbiya: 29, not 37. Hz. Peygamber'in sosyal çevresi olduğunu
96 Mekke'de Kitap Ehlinden bir gurubun vahiy­ amirdir.
den etldlemşinin öyküsü ve daha ayrıntılı tasviri 99 Lafzen: "..kanadını indir". Bu, şefkat ve
için bkz. 67/Kasas: 52-55, ilgili notlar. Isrâiloğul- merhameti ifade eden deyimsel bir ifadedir.
lan kendi kaynaklarındaki bilgilerden yola çıka­ 100 Mücahid'e göre "Bulunduğun her yerde"
rak bir peygamberin geleceğinden emindiler. (Taberî).
97 Bu "Arap olmayan birine" anlamına gelebi- 101 Lafzen: "secde edenler arasında dolaşmanı
Nûzûl: 51 Mushaf: 26 51/ŞU'ARÂ SÛRESİ 241

datmayı alışkanlık haline getiren her gü­ gezinirler,- 226 ve onlar yapmadıklarını
nahkara inerler; 223 (yalana) kulak kabar­ söylerler.
tırlar ve onların çoğu (başkalarına da) ya­ 227 Ne var ki, iman eden ve sâlih amel
lan söylerler. 102
işleyen, Allah'ı sürekli hatırda (ve hatırlı)
2 2 4 Ve (Samanlığa soyunan) ş a i r l e r . . . 103
tutan, zulme uğradıktan sonra haklarını
Onları, batıl inanç peşindeki cahil ve bi­ savunanlar onlara dahil değildirler.
linçsizler izlerler. 104
Nihayet zulme gömülenler, nasıl bir dev­
225 Görmez misin ki onlar, (hayal ve his rimle devrileceklerini günü gelince öğre­
alemindeki) her vadide şaşkın ve amaçsız necekler. 105

da". Sûrenin, henüz herhangi bir mescidin inşa adamuı karnının kendisini yiyip bitiren kan
edilmediği Mekke döneminin 7. yılında indiği ve irinle dolu olması şiirle dolu olmasından
göz önüne alındığında, Hasan Basri'nin verdiği daha hayırlıdır" (Buhârî, Edeb 92) rivayetini
anlam daha uygun görünmektedir (Taberî). Hz. Aişe, "Ebu Hüreyre hadisi koruyamamış"
102 Kahinler ve şairler, Cahiliyye döneminin diyerek reddeder ve o sözün Peygamber'e ha­
mânevi hayatındaki boşluktan yararlanan iki karet eden şiir için söylendiğini ifade eder (İbn
sınıftır. Burada kahinlerin şarlatanlığına, son­ Kesir). İbn Revaha'yı Mescid-i Haram'da şiir
raki âyetlerdeyse şaman koltuğundaki şairle­ okurken görüp ona çıkışan Hz. Ömer'i Allah
rin tutarsızlığına bir atıf yapılmaktadır. Özün­ Rasulü şu sözlerle engeller: "Onu serbest bı­
de medhiye ile hiciv arasında sıkışan cahiliy­ rak ey Ömer! Şüphe yok ki şiir onlar üzerinde
ye şiirinin oturtulduğu bu sahte ve kaygan ze­ oktan daha tesirlidir!" (Tirmizî, Edeb 70). Sa-
mine bir atıf. Zira şairin biri bir beklentiyle habi Şair Ka'b b. Malik'in bu âyete dair bir so­
medhiye diziyor, beklentisi karşılanmayınca rusuna Allah Rasulü'nün verdiği cevap da bu
aynı şair aynı kişi için ağza alınmayacak ifti­ verileri teyit eder (İbn Hanbel, Müsned VI,
ralar düzüp koşuyordu. Övgüsü de sövgüsü de 387).
yalan üzerine kuruluydu. Cahiliyye şairinin 104 el-Ğâvûn'a verdiğimiz bu anlam için bkz.
"akli" olana karşı "hissi" olanı temsil edişine 72/Hicr: 42, not 33.
de yergi içeren bir îmâ vardır. 105 Veya âhirete ilişkin bir okumayla: "..nasıl
103 Kur'an vahyinin, Hz. Peygamber'in mu­ bir dönüşle (Allah'a) döneceklerini günü gelin­
hayyilesinin şiirsel bir ürünü olduğu iddiasını ce öğrenecekler". Esasen zulmün ve zalimin
red. Bunun yanında, şaman koltuğuna oturtu­ sadece âhiretteki değil dünyadaki sonu da
lan cahiliyye şair ve şiirini haddini bilmeye "kötü"dür. Âyet, her iki dünyaya da mesaj
davet. Nüzul ortamında bu âyetlerin şiiri vermektedir. Herkes emin olsun ki: Zulm ile
mutlak olarak yerdiğini düşünen ve Hz. Pey­ âbâd olanın ahiri berbâd olur. Zira zulüm bir
gamber'in Samanlığa soyunan şairi ve vahyin şeyi yerinden etmek'tir. Bir şeyi yerinden
tahtına göz diken şiiri yeren bir sözünü yanlış eden, er-geç yerinden edilir.
aktaranlar olmuştur. Bu cümleden olarak "Bir
' " y a r ı l m a , p a r ç a l a n m a " anlamına gelen İnşikâk adını ilk âyetinden alır.
Sûre Mekkîdir. M u h t e m e l e n boykot döneminin zirvesine aittir. Zira, 6,
13-14 ve 2 0 - 2 4 . âyetler, mü'minlerin acı çektiklerine, kâfirlerinse zulüm
yaptıklarına işaret eder. Peygamberliğin 8. yılma tarihlendirilebilir.

Sûrenin ana mesajı şudur: Bu hayatın bir de öteki yüzü vardır. Herkes yap­
tığının hasılatını derecek, t ü m yollar Allah'a çıkacaktır: "Sen ey insanoğlu!
Evet evet, hayat yolunda son sürat yeldirdikçe (ister istemez) Rabbine doğ­
ru yol alan sen, sonunda O'na kavuşacaksın!" (6)

Kur'an'ın kendine özgü üslubu, Son Saat ve Kıyametle ilgili âyetlerde de


kendini belli eder. Bunları maddeler halinde şöyle özetleyebiliriz:

1) Korkunç, dehşetli ve azametlidir: şerha şerha yarılma (inşikâk), toz du­


m a n olma (intişâr), bürüyüp kuşatan (ğaşiye), korkunç olay (vâki'a), muaz­
z a m haber [nebeun 'azim), öldürücü çığlık [sayha), yerle bir eden sarsıntı
(racfeh, zelzele), içini boşaltan [ha'sera)...

2) Şeffaf ve dakiktir: Zerre kadar (miskâle zerratin), un ufak edici (hehâen


munbessen), atılmış pamuklar gibi [ke'l-'ihni'l-menfuş), uçuşan kelebekler
gibi (ke'1-ferâşi'1-mebsus)...

3) Genellikle belirsiz (nekira) gelir: Anlatılanların eşsiz, benzersiz ve hayal


edilemezliğini ifade eder: o akıl almaz gün (yevmeizin), tarife sığmaz bir ür­
periş [hâşi'atun), anlatılamaz bir kayıp [hâsiratun) gibi...

4) Genellikle fiiller faile bina edilmeyerek ya mutavaat ya da meçhul kipiy­


le gelir: înteterat, inşakkat, inkederat, ikterabet, irtekıb, hukkat, müddet,
zulzilet, hummilet, dukket, busset, ruccet, tumiset, furicet, kuvvirat, suy-
yirat, uzliiet, ieterat... Müfessirler bu ibarelerin failini Allah olarak takdir
etmişler ve bunu da "Faili o kadar bellidir ki söylemeye bile gerek y o k t u r "
şeklinde açıklamışlardır. Fakat faili bunlardan daha açık ve kesin olan fiil­
ler Allah'a nisbetle kullanılmıştır: Allahu haliku külli şey', vallahu yerzu-
ku, er-Rahmân 'alleme'l-Kur'an, halaka's-semavat, nezzele'l-Kur'an gibi. O
halde burada Kur'an'a özgü bir üslûp söz konusudur (Bkz: el-î'câz, 2 4 0 - 2 4 3 ) .

Bu üslûp şu hakikatleri ifade eder: olaylar ilâhi yasalar gereği kendi iç dina­
mikleriyle gerçekleşecek, sistem fıtratmdaki emri uygulayacak, dışardan
bir emre gerek duymayacaktır.

Sözün özü: Kâinatın müstesna yolcusu insan, yolun sonunda kendi tercihi­
nin sonuçlarıyla baş başa kalacaktır. Sûrenin son mesajı, "kendi düşen ağ-
l a m a z " ı n Kur'ancasıdır.
Nüzul: 52 Mushaf: 84 t i = ^ = i , , 52/ÎNŞİKÂK SÛRESİ 243

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 GÖKYÜZÜ şerha şerha yarıldığında, 1


da O'na kavuşacaksın! 6

2 yani Rabbine kulak verdiğinde ve so­


2 7 İşte (o gün) sicili sağ eline verilen kim­
nuç alındığında, 3 seye gelince: 8 onun hesabı pek kolay gö­

3 ve yeryüzü uçsuz bucaksız bir düzlük rülecek 9 ve cemaati arasına sevinçli bir
7

haline getirildiğinde, 4 şekilde dönecek.

4 ve içindeki her şeyi atarak boşaldığın­ 10 Ve sicili bozuk çıkan kimseye gelin­
8

da, 5 ce: 11 artık ısrarla yok olmak için yalva­


racak, 12 ne ki çılgın bir ateşi boylaya­
9

5 yani Rabbine kulak verdiğinde ve so­


cak; 13 oysa o, (vaktiyle) kendi cemaati
nuç alındığında...
arasında pek şen şakrak idi;
6 Sen ey insanoğlu! Evet evet, hayat yo­
14 her halde o (Allah'a) döneceğini asla
lunda son sürat yeldirdikçe (ister iste­
ummuyordu; 15 evet öyleydi, ama Rabbi
mez) Rabbine doğru yol alan sen, sonun-
onu sürekli gözetliyordu.

1 infial kalıbının açılımıyla: "yarılma emrine okuyarak: "Rabbine vardığında hayat yolun­
boyun eğdiğinde". Kıyamete ilişkin tüm haber­ daki çabanın karşılığına kavuşacaksın". Ter­
ler meçhul ya da mutavaat kalıbıyla gelir. Yani cihimiz Müberred ve Ahfeş gibi dil otoriteleri­
faile değil fiile dikkat çekilir. Bu, "aniden" ne dayanmaktadır. Kesb, sonucu sahibine kâr
(bağteten) kelimesiyle ifade edilmiştir. Siste­ veya zarar olarak dönen fiil, kedh sahibini ya­
min içine yerleştirilmiş bir yasayla gerçekleşe­ parken aşırı etkileyen ve büyük emek isteyen
ceği anlamına gelir. Kun fe-yekun emri gereği, fiil. Kedh eylemin sebebini, kesb ise sonucunu
bu âlem oluş ve bozuluş âlemidir. Bozuluş ve ifade eder. (Furûk, 150).
yeniden oluş bir süreçtir. înfitâr, kevn ve fesad 7 Bunun üç farklı yolu vardır: 1) Yaptıklarının
sürecinin başlangıcını, bu âyetteki inşikak bir en iyisiyle ödüllendirilmek (97/Nûr: 38 ve
somaki safhayı, tayy (79/Enbiya: 104) ise süre­ 86/Ahkâf: 16); 2) Günahlarının örtülmesi
cin sonunu ifade eder. Adeta bir torbanın içinin (93/Teğabün: 9); 3) İyiliklerinin on katıyla kar­
dışına çevrilmesi gibi tasvir edilen süreç şu şılık bulması (73/En'âm: 160). Rasulullah bazı
âyette ifadesini bulur: "mahlukat (evrenini) ilk
namazlarında, "Allahumme hâsibnî hısâben
defa nasıl yaratmışsak, onu öylece tekrar yara­
yesîrâ: Allah'ım hesabımı kolay getir!" diye
tacağız" (79/Enbiya: 104).
dua ederdi (ibn Hanbel).
2 Ve bağlacının bu bağlamdaki en uygun kar­
8 Lafzen: "arkadan verilen". Hâkka'da "solun­
şılığı.
dan". Demek ki sağ-sol tanımları mecazidir
3 Meçhul kiple (hukkat) gelmesinin hikmeti ve aslında soldan ve arkadan vermek zorluğa
için sûrenin girişine bkz. ve kaybetmişliğe delalet eder. Zımnen: haki­
4 Bkz. 44/Tâhâ: 105-107 ışığında. Zımnen: bü­ kate sırt dönen karnesini sırtından alacak. Al­
yük duruşma için dev bir duruşma salonu ha­ lah'a sırtını dönenlerin bozuk sicili sırtlarına
line getirildiğinde. yapıştırılmış bir yafta gibi olacak. Böylece ha­
5 Yani: Gizlisi saklısı kalmayıp içini boşalttı­ kikate ters dönerek ihanet ettikleri sırtları da
ğında. Veya içinde taşıdığı cevher, maden, pet­ kendilerinden öç alacak.
rol ve gaz gibi değerleri boşaltıp tabii ömrünü 9 Şu âyet tam da bu gibiler içindir: "Bugün bir
tamamladığında. tek yok oluşu çağırmayın, (zira o size yetmez);
6 Veya, mulâkîhi'deki zamiri kedh'e dönük bir çok yok oluşu çağırın" (40/Furkan: 14).
16 ÖTESİ Y O K ! 10
İşte şafak vaktini Ben kendilerine Kur'an okunduğu zaman onu
şahit tutuyorum! 11
tasdik edip teslim de olmuyorlar. 16
22
17 ve geceyi ve toplayıp kaydettikleri­ Aksine, inkârda direnenler (ilâhi vahyi)
ni, 12 yalanlamakta ısrar ediyor; 23 ama Allah
içlerinde biriktirip gizlediklerini çok iyi
18 ve safha safha dolunay halini a l a n 13

biliyor.
ayı (şahit tutuyorum ki 19 ey insanlar,-
mukadder sona doğru) safha safha, adım 24 Artık onlara şiddetli bir azabı müjde­
adım ilerleyeceksiniz. 14 le,- 25 ancak iman edenler ve Allah rıza­
17

sına uygun davrananlar hariç: Onları ke­


20 Peki, onlara ne oluyor ki hâlâ (Hesap
sintisiz bir ödül bekliyor. 18

Günü'ne) iman etmiyorlar? 15


21 Dahası,

10 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 37/Beled: 1, ve gök katmanlarındaki yolculuğuna da bir


not 1. işaret bulunabilir. Parantez içi açıklamamızın
11 Şafak: gün batarken tan yerindeki beyazlık. gerekçesi bir sonraki âyettir.
Gece şahidinin, nöbeti devralırken gündüz şa­ 15 Yani: Âhiret, bütün yaratılmışları kuşatan
hidine verdiği selamdır. Gecenin içinde saklı tekamül yasasının insana ilişkin boyutudur.
gündüzlere atıf. Zımnen: Size ikram ettiğim 16 Secde burada "tasdik ve boyun eğme" anla­
zamanı şahit tutacağım ve zaman dile gelip mındadır. Zira bir sonraki âyetteki tekzib/ya-
emanete ne yaptığınızı söyleyecek. lanlama", secdenin karşıtı olarak kullanılmış­
12 Zımnen: Gecenin karanlığı altında işledik­ tır (Krş: 41/Rahmân: 6). Allah'ın rehberliğine
lerinizi de Allah görüyor. kayıtsız şartsız uyma anlamına gelir (Krş: Râ-
13 Lafzen: "(ışığı) biriktirip toparlanan". ğıb ve Ebu Müslim'e katılarak Râzî). Zira, he­
men arkadan gelen "küfürde direnenler vahyi
14 Veya: "Bir boyuttan diğer boyuta geçerek
yalanlıyor" âyeti, buradaki secdenin karşıtıdır.
ilerleyeceksiniz". Burada zikredilen insan te­
kinin veya soyunun yeryüzündeki serüveni­ 17 "Azabı müjdele" şeklindeki nükteli üslûp,
dir. Zira âhiret âyetleri muzari değil mazi ola­ onların vahyi hafife almalarına karşı bir misil­
rak gelir. Oysa ki burada kasemden sonra gel­ lemedir.
diği için muzari gelecek zamana kilitlenmiş­ 18 Veya: "Başa kakılmayacak tarifsiz bir
tir. Zımnen: Hayat bir güne benzer; sabahı, ödül". Tercihimiz İbn Abbas'm Nafi b. Ez-
akşamı, gecesi ve yeniden dirilişi var. İyisi ve rak'a verdiği cevaba dayanmaktadır (Tahkikli
kötüsü, acısı ve tatlısı var. Mü'mini ve kâfiri, bir neşr için bkz. Âişe Abdurrahmân, el-î'câ-
sadıkı ve fasıkı var. Ama mutlaka bir sonu ve zu'l-Beyânî Îi'l-Kur'an ve Mesâilu Îbni'l-Ez-
Hesap Günü var. Bu âyette insanoğlunun yer rak, Kahire-1404).
/ ^ \ z e l d e " k a r ı n c a " daha genelde "bir araya gelme yeteneğine sahip küçük
^ - ^ v e hafif c a n l ı " anlamına gelen Nemi adını içerisinde geçen temsili kıs­
sadan alır (18-19). Buhârî ve Tirmizî konusuna nisbetle "Süleyman sûresi"
olarak anmışlardır.

Sûre Mekke'de inmiştir. İlk tertiplerin tümünde Şu'arâ'-Kasas arasında yer


alır. R. Blachere de sûreyi Mekke döneminin ikinci periyodunun sonuna
yerleştirir. Doğrudan ilk muhatabının tasavvurunu inşa eden konusu bu sı­
ralamayı teyit eder. Boykot dönemi ve sonrası sûrelerinin tipik özelliği olan
peygamber kıssaları ve hassaten Isrâiloğulları üzerinden ders veren bir içe­
riğe sahiptir. İlk tertiplerdeki yeri itibarıyla yaklaşık 8. yıla denk düşmek­
tedir.

Sûre peygamberlerin isimleri etrafında gelişen kıssa ve menkıbeler çerçeve­


sinde Hz. Peygamber'in şahsiyetini, onun şahsında t ü m mü'minlerin şahsi­
yetini inşayı amaçlar. Bu a m a ç öylesine belirgindir ki, kıssaların bittiği
noktada Hz. Peygamber'den Allah'a hamd, peygamberlere selam etmesi is­
tenir (59).

Sûrede en geniş yeri, Süleyman ve Belkıs menkıbesi tutar (16-44). Bu bağ­


lamda, "bir karıncayı dâhi i n c i t m e m e " öğüdüyle iktidar ve güç ahlâkı, fark­
lı bir boyutta güç-hikmet ilişkisi işlenir. Aynı zamanda her peygamberin
ayrı bir meziyet ve yetenekle taltif edildiğine işaret edilir. Bunun önünde
yer alan Musa (7-14), ardında yer alan Sâlih (45-53) ve Lût kavmi (54-58) kıs-
salarıyla, inkarcı mantık uyarılır. Yıkılıp gitmiş uygarlıkların kalıntıları­
nın, ibret nazarıyla okunması emredilir:

" D e ki: "Dolaşın yeryüzünü, günahkarların sonunun nice olduğunu gö­


r ü n ! " (69)

Sûre, başta olduğu gibi sonda da sözü Kur'an'a getirerek, vahyin muhatabın­
da oluşturmak istediği âhiret tasavvuruna vurgu yapar.

Sûrenin âyet sayısı, kıraat ekollerine göre değişiklik arzeder. Hicazlılara gö­
re 9 5 , Şam ve Basralılara göre 94, günümüzde artık ü m m e t tarafından yay­
gın kabul görmüş olan Küfe ekolüne göre 9 3 ' t ü r [Besâir). Bu farklılık, bazı­
larının iki âyet saydığı sûrenin ilk âyeti örneğinde olduğu gibi, bazı cümle­
lerin müstakil âyet sayılıp sayılmayacağı ihtilafından doğar.
246 53/NEML SÛRESİ Nûzûl: 53 Mushaf: 27

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA


1 Tâ-Sînl 1
tından nail kılınmaktasın.

BUNLAR Kur'an'ın, yani açık ve açıklayı­ 7 HANİ bir zamanlar Musa ailesine demiş­
cı olan ilâhi kelamın âyetleridir: 2 ina­2
ti ki: "Bakın, gözüme ateş türü cazip bir
nanlar için bir rehber ve bir müjdedir. 3 3
şey ilişti,- belki ondan size bir haber veya
7

Onlar ki, namazı hakkını vererek kılarlar, bir ateş koru getiririm de ısınırsınız." 8

arınıp yücelmek için ödenmesi gereken


8 Fakat oraya gelince kendisine şöyle ses­
bedeli öderler; zira onlar, âhirete gönlü
4

lenildi: "Bu ışık kaynağının hem içinde 9

yatarak inananların ta kendisidirler. 5

hem de etrafında olan herkes mübarek


4 Âhirete inanmayanlara gelince... Biz
onlara yapıp ettiklerini süslemişizdir,- bu kılınmıştır: zira Âlemlerin Rabbi olan
yüzden onlar saplandıkları (kuşku) batak­ Allah'ın şanı pek yücedir. 9 (İmdi) Ey
lığında debelenip dururlar,- 5 azabın en
6 Musa! Her işinde mükemmel, her hük­
kötüsüne duçar olacak kimseler işte böy- münde isabetli olan Allah var ya? İşte O
leleridir,- ve onlar, evet onlardır en büyük Benim! 10
10 Şimdi asanı yere b ı r a k ! " 11

kaybı yaşayacak olanlar. Fakat o asasının çevik ve kıvrak bir yılan


6 Ve elbet sen de bu Kur'an'a, her şeyi bi­ gibi hızla aktığını görünce, ardına bak­
len, her hükmünde tam isabet edenin ka- madan kaçmaya başladı. 12

1 Nüzul sürecinde ilk geçtiği 7/Kalem Tin ilk 6 Ya'mehûn'un türetildiği el-'ameh "şaşkın­
notuna bakınız. lıktan dolayı bir işte tereddüde düşmek" [et-
2 Kur'an'ın mubîn vasfı, ister yüceltme ister in­ tereddüt fi'1-emı mine't-tehayyür) anlamına
kâr suretinde olsun, her tür anlaşılmazhk iddiası­ gelir. Böyle olan sanki "kör" biri gibi davranır.
nı reddeder (71/Yusuf: 1 51/Şu'arâ: 2, not 2 ve 2).
;
7 Belirsizlik çeviriye "tür" olarak yansımıştır
3 Vahyin içeriğinde yer alan müjdeler hariç, Çevrimiz için bkz. 44/Tâhâ: 10, not 10.
bizzat kendisi bir müjdedir. Yani, Allah'ın in­ 8 Hz. Musa'nın ilâhi mükaleme için davetin­
sandan umut kesmediği müjdesidir. de özel bir 'ateşin' araç olarak kullanılması,
olağandışı ilâhi müdahalelerin (mucizelerin)
4 Lafzen "zekâtı verirler". Taberî bu ibareye
dâhi sebepler âlemi üzerinden tecelli ettiğine
alternatif bir anlam olarak "günah kirinden
delalet eder.
kendilerini arındırırlar" mânasını verir. Çevi­
rimizin gerekçesi için bkz. 56/A'râf: 156, not 9 Lafzen: "ateşin.." Zemahşerî'nin de isabetle
115. Mekkî olan bu âyet, çok daha sonra ölçü değindiği gibi, burada "ateş" Allah'ın nuru ye­
ve kuralları belirlenmiş bir ibadete dönüşecek rine istiare olarak kullanılmış olmalıdır.
olan "zekât"ı ifade etmekten çok, Hakka 34, 10 Krş. 67/Kasas: 30.
Fecr 18, Mâ'ûn 3, 7 gibi âyetlerde dile getirilen 11 Âsâ tedbiri temsil ediyordu. Oysa ki o te­
inkarcı mantığın zıddını ifade etmektedir. celli anı tedbire mahal olmayan, Allah'a mut­
5 îmân kalbin yönelişi, îkân yöneldiği şeyden lak güvenin esas olduğu bir andı. O makam
kalbin mutmain olmasıdır. Kelimenin türetil­ tedbir değil teslim makamıydı. Bu nedenle
diği yakîn, bilginin marifeti de aşıp fehme Musa'ya asasını bırakarak tam bir teslimiyet­
ulaşması ve artık insanın iç dünyasında karar le gelmesi emredildi.
kılması halidir (Râğıb). 12 Ke teşbih edatı, onun iri cüssesine rağmen
Nüzul: 53 Mushaf: 27 i ^^ < t , 53/NEML SÛRESİ ( .^g^, 247

(Allah| "Ey Musa, korkma! Çünkü Benim 13 Fakat onlara göz açıcı nitelikteki (mu­
huzurumda elçiler korkuya kapılmaz­ cizevi) âyetlerimiz gelince: "Bu apaçık
lar! 13
11 Ancak zulme bulaşanlar h a r i ç . 14 bir büyüdür" dediler. 14 İç dünyalarında
Fakat daha sonra, o kötülüğün ardından kesin kanaat getirdikleri halde, sırf gerçe­
gidişatlarını iyi yönde değiştirirlerse, ği çarpıtma ve büyüklenmelerinden do­
18

unutmasınlar ki Ben tarifsiz bir bağış, eş­ layı bile bile inkâra saptılar: 19
hele bir
siz bir rahmet kaynağıyım!" 15 bak, fesatçıların akıbeti nasıl olurmuş?
12 "Şimdi de elini göğsüne sok! Her tür
kusurdan arınmış olarak tertemiz, ışıl 15 DOĞRUSU, Davud'a ve Süleyman'a da
ışıl bir beyazlıkta çıkacaktır. 16 ilim vermiştik; o ikisi "Bütün hamd, bizi

Dokuz âyet de içinde olmak ü z e r e , 17


(bü­ mü'min kullarının birçoğundan üstün kı­

tün mucizelerle] Firavun ve kavmine git; lan Allah'a mahsustur!" demişlerdi.

çünkü onlar öteden beri yoldan çıkmış 16 Ve Süleyman Davud'a vâris oldu; ve
bir kavimdirler! "Ey insanlar!" diye seslendi, "Bize kuşla­
rın mantığı öğretildi; ve bize bu alanda
20

küçük bir yılan gibi çevik hareket etmesiyle nın bir göstergesi/ayeti olarak insanlara su­
açıklanmıştır (44/Tâhâ: 20 ve 51/Şu'arâ: 32, nulmaktadır. Zımnen: Elinizin peygamber eli
not 26). Bu edat, "yılanın niteliğine" değil de kadar temiz olması için günahsız olmanız ge­
"görüntünün mahiyetine" ilişkin olarak da rekmez. Samimi bir tevbe bunun için yeterli­
anlaşılabilir. Bu takdirde "yılan gibi görme­ dir (Bkz: 51/Şu'arâ: 33, not 28).
nin" görülen nesnenin mahiyetine yönelik bir 17 Krş. "Doğrusu Biz Musa'ya (risaletinin)
müdahaleyle değil, gören öznenin algısına yö­ apaçık belgeleri olan dokuz âyet verdik"
nelik bir müdahaleyle gerçekleştiği sonucuna (68/lsra: 101, not 121 ve 122).
ulaşılacaktır (Bkz: aynı ibareyle 67/Kasas: 31).
18 Benzer bir âyet için bkz. 40/Furkan: 4, ilgi­
13 Zira, ilâhi bir koruma ve güvence altında­ li notlar.
dırlar: "Çünkü sen güvence altında olanlardan
19 Cahd "bile bile inkâr" mânasındadır (Bkz:
birisin" (67/Kasas: 31).
74/Nahl: 71, not 80).
14 "Bulaşanlar" kelimesi, men zaleme ile zâ-
20 Mantıkin türetildiği mastar olan nutk,
limûn arasındaki farkı vurgulamak içindir. Bi­
hem insana konuşma yeteneğini kazandıran
rincisinin zulmü sadece söz konusu fiille sı­
düşünme ve akletme kapasitesine, hem de dü­
nırlı kalmıştır. İkincisiyse, zulmü kişiliğinin
şündüklerini ifade ettiği seslere denir. Bir an­
bir parçası olarak içselleştirmiştir.
lamı ileten seslerden oluştuğu için her dile
15 Hz. Musa'nm elinden çıkan ölümlü kazaya nutk adı verilir. Bu bağlamda kuşlara "man­
gönderme yapılmaktadır (Bkz: 67/Kasas: 15-17). tıken nisbet edilmesi, Süleyman onların
16 Mucizenin "pırıl pırıl, temiz ve beyaz bir "mantığını bildiği" bir başka ifadeyle "dilin­
el" şeklinde tezahür etmesiyle Hz. Musa'nın den anladığı" içindir. Râğıb şöyle der: "Bir
elinden çıkan ölümlü kaza arasında, zihni bir şeyden bir anlam çıkaran kimseye nisbetle o
bağ kurulmasının istendiği açık: Bir kaza cina­ şeyin dili vardır, isterse hiç ses çıkarmasın; ki­
yetiyle başkasının kanına bulaşmış da olsa, şinin dilinden anlamadığı bir varlık ise o kim­
kendisine yönelen ve gönülden af dileyen biri­ seye nisbetle dilsizdir, isterse konuşma yete­
nin elini Allah, güneşle yıkanmış gibi ışıl ışıl, neğine sahip olsun." Burada kuşlara Süley­
bembeyaz yapar. Bu da Allah'ın sınırsız affı­ man'ın mantığının/dilinin öğretildiği değil,
(gerekli olan] her şey bahşedildi; 21
elbet mut verdi; "(Derhal) yuvalarınıza girin
bu, işte budur Allah'ın apaçık lûtfu. ki, Süleyman ve orduları farkına varma­
17 Ve (günlerden bir gün), Süleyman'ın dan sizi çiğnemesin!" 26

cinden, insandan ve kuşlardan oluşan or­ 19 Komutu onun vermesinden dolayı


d u s u bir araya derilmiş ve zapturapt al­
22
(Süleyman) gülercesine tebessüm e t t i 27

tına alınarak sevk edilmişti. 23


18 Derken ve "Rabbim!" dedi, "Iç dünyamı öyle bir
karıncalar)ın olduğu) vadiye gelince, bir 24
düzene sok ki, Senin bana ve ana-babama
ana karınca 25
"Ey karıncalar!" diye ko- bahşettiğin nimetlere lâyıkıyla şükre -

Süleyman'a kuşların mantığının/dilinin öğre­ man'ın devr-i nübüvvetinde bu güçler üzerine


tildiği ifade edilmektedir. Elmalılı'nın dediği hakim bir devlet kurmasına işaret edilmesi
gibi "ehemmiyet kuşun söylemesinden ziyade muhtemeldir (Krş: 73/En'âm: 112; 56/A'râf:
Süleyman'ın anlamasında ve anlayışının de- 179; 76/Sebe': 12 8/Tekvir: 25, ilgili notlar).
;

rinliğindedir. Hem de Kur'an'ın tabirine naza­ 23 Veya: "düzenli birlikler halinde yola çıka­
ran yalnız kuşun dilinde, lügatinde değil, rılmıştı". Hem ele avuca sığmaz kalabalıkları
mantığındadır." Çevirimizin gerekçesi budur. baştan sona birbirine bağlayarak sürü gibi sür­
21 Buradaki kullu şey'in ile genel mânada meyi, hem de düzene koyup yola çıkarmayı
"her şey" değil bu konuyla sınırlı şeyler kaste­ ifade eder (Yûze'ûn'un her iki anlamı için de
dildiği açıktır (Bkz: 74/Nahl: 89, not 101). bkz. Taberî ve Râğıb).
22 el-Cin kavramının Kur'an'da cismani an­ 24 Veya: "Karınca Vadisi'ne.." Cins isim ola­
lamda kullanıldığı ilk yer burasıdır. Kur'an'da bileceği gibi özel isim de olabilir.
cinn çok anlamlı ve zengin çağrışımlı bir kav­
25 Veya: "kraliçe karınca.." Yaygın kabul
ram olarak kullanılmaktadır. Bütüncül bir
nemie'nin "bir karınca" anlamına geldiğidir.
okuma bu sonuca ulaştırır. Bu özel bağlamda
Fakat Ebu Hanife, bu karıncanın cinsiyeti
görünmez varlıklar ve insanları, cin ve insan
kendisine sorulduğunda kalet fiilindeki dişil­
kelimelerinin kök anlamlarının da desteğiyle
lik ta'sına dayanarak "dişi", olduğunu söyle­
"cana yakın olmayan" ve "cana yakın olan"
miştir (Zemahşerî). Bir sonraki âyet ve notları
diye adlandırmak mümkündür. 18. âyetle bir­
da bunu teyit eder.
likte okunduğunda, bu kıssadaki görülmeyen
varlıklar "karınca çiğneyebilen", dolayısıyla 26 Bu âyet indikten sonra erkek egemen bir
"özgül ağırlığı olan ve iz bırakabilen" varlık­ toplum olan Mekkelilerden bir gurup bu âyeti
lar olmalıdır. Bundan da, buradaki cin kelime­ dillerine dolayarak "Kur'an'ı Muhammed'in
sinin, Kur'an'ın genelinde kullanılandan daha yazdığı belli oldu. Hiç dişiden lider olur mu?
özel ve farklı bir anlam taşıdığı çıkarılabilir. Eğer bu kitabı Allah indirseydi liderin dişi ol­
Şu halde, Hz. Süleyman'ın ordusundaki cinle­ mayacağını bilirdi" dediler. Günümüzde ar­
rin "görünmezlik" özelliklerini, "gözden uzak tık, tıpkı arılarda olduğu gibi karıncalar toplu­
olan, kıt görülen türden varlıklar" olarak açık­ luğunda da liderin "ana karınca" olduğu bilin­
lamak da mümkündür. Hz. Süleyman'ın hük­ mektedir.
mettiği cinler ve kuşlara sembolik anlamlar 27 Bize göre, Hz. Süleyman'ın gülünç bulduğu
vermek de mümkündür. Buna göre cinlerle şey (19) bir dişinin lider olmasıdır. Zaten bu
sembolize edilenlerin büyücülük ve astroloji­ yaklaşımı, Süleyman'ın bilmeyip de Hüd-
nin merkezi olan Babil, kuşlarla da sembolü hüd'ün getirdiği haber (22-23) ve menkıbenin
kartal olan Hitit ve sembolü atmaca (Horus) devamında Kraliçe Belkıs'm oynadığı rol teyit
olan Mısır kastedilmiş olabilir. Hz. Süley- etmektedir.
den 28
ve hep Senin hoşnut olacağın güzel doğru yolu bulamamışlar. 25 Allah'a sec­
işler yapan biri olayım; ve beni rahmetin­ de etmemeleri!?.. 32
O Allah ki, göklerde
le erdemli kullarının arasına k a t ! " 29
ve yerde gizli saklı ne varsa ortaya çıka­
20 Yine o (bir gün] kuşları denetliyordu; rır,- dahası gizlediklerinizi de açığa vur­
birden sordu: "Hüdhüd'ü neden göremi­ duklarınızı da iyi bilir,- 26 Allah, kendi­
yorum? Yoksa yine kayıplara mı karıştı? sinden başka ilâh olmayan, muhteşem ve
21 Ya karşıma geçerli ve ikna edici bir mutlak hükümranlık makamının Rabbi­
mazeretle çıkar; ya da onu şiddetli bir şe­ dir!" 33

kilde cezalandırır, daha olmazsa kafasını 27 (Süleyman]: "Doğru mu söylüyorsun


kopartırım!" yoksa yalancının teki misin, göreceğiz"
22 Derken beklemesi çok sürmedi, (Hüd- dedi (ve ekledi): 28 "Bu mektubumu al
hüd) çıkageldi ve dedi ki: "Ben senin he­ onlara ulaştır; sonra onlardan uzaklaşıp
nüz bilmediğin bir şeyi öğrendim ve sana bir köşeye çekil de bak bakalım, nasıl bir
Sebe'den doğru ve kesin bir haber getir­ sonuca varacaklar."
dim: 30
23 Evet ben orada bir kadın bul­ 29 (Sebe kraliçesi mektubu alınca): "Siz
dum ki, o ora halkına yöneticilik yapı­ ey seçkinler!" dedi, "Elime çok önemli
yor; (bir iktidara gerekli olan] her şeyden bir mektup geçti. 30 Evet o Süley­
ona da verilmişti; üstelik onun pek muh­ man'dan gelen bir mektup ve o şöyle
teşem bir tahtı da vardı. 31
24 Ne ki onu (başlıyor): "Rahman Rahîm Allah'ın
ve kavmini Allah'ı bırakıp da güneşe ta­ adıyla: 31 Bana karşı büyüklük taslama­
par buldum. Öyle (anlaşılıyor] ki Şeytan yın ve bana gönülden teslim olmuş ola­
onlara yaptıklarını güzel göstermiş. On­ rak g e l i n ! " 34

lar da yoldan sapmışlar ve bir daha da

28 Hz. Süleyman'ın ebeveynine verilen nimet­ san, kuştan bile öğreneceğin bir şeyler vardır.
ler için de Allah'a şükretmek istemesi dikkat 31 Veya 'arş'm mecazî karşılığı olarak: "pek
çekicidir. Bu: 1) Kendisini yetiştirip eğiten aile­ güçlü bir yönetimi vardı".
sinin kadrini bildiğine; 2) ağaç kovuğundan
32 Ya da: "Allah'a secde etmeleri gerekmez
çıkmadığının farkında olduğuna; 3) evladın an- mi, ki..." Bu alternatif anlam en-lâ'yı e-lâ
ne-babanın ameli oluşuna delalet eder. okuyanlara göredir (Ferra).
29 Gerçek erdemin zımni tarifi yapılmaktadır: 33 25 ve 26. âyetlerin içeriğinin Hüdhüd'e değil
Sorumluluğunu bilen kişi, isterse Sultan Sü­ de doğrudan Allah'a atfı mümkündür (Râzî).
leyman olsun karıncayı dâhi incitmez. Dün­
34 Bu daveti Allah adına yapan Hz. Süley­
yayı yöneten güçlüdür, kendini yöneten kud­
man'ın mektubunda yer alan bu cümle, ilâhi
retlidir. Kendisinden sonra başlayacak olan
bir emir olarak Allah'a atfen de okunabilir
Anadolu ve Yunan uygarlıklarını temelden et­
(Bkz: "Allah'a karşı büyüklük taslamayın"
kilemiş olan büyük bir iman medeniyetinin
84/Duhân: 19). Sözlerin ait olduğu öznelere
kudretli hükümdarı, Allah'ın şefkat ve merha­
ilişkin bu bilinçli müphemlik, esasen "Söyle­
metine sığınıyor. Güç ve iktidarın ayartıcı ca­ yenden çok söylenene bak!" mesajı verir.
zibesinden, iç dünyasını korumanın tek yolu­ Amaç, mesel üzerinden güç ahlâkı inşa et­
nun bu olduğunu öğretiyor. mektir. Ahlâkı olmayan güç ahlâksız güçtür.
30 Zımnen: Bilge kral Sultan Süleyman da ol- Ahlaksız güç sahibine yarar değil zarar getirir.
32 (Sebe kraliçesi) dedi ki: "Siz ey seçkin­ lerinin, sizin bana verdiğinizden kat kat
38

ler! Karşı karşıya kaldığım bu konuda ba­ hayırlı olduğunu biliniz. Bilakis sundu­
na kanaatlerinizi bildirin! Sizin katkınız ğunuz hediyeler, yine sizin (gibi tek dün­
olmadan bu konuda kestirip atmam doğ­ yalıları) sevindirir. 37 Seni (gönderenlere)
ru o l m a z . " 35
dön ve (Allah'ın şu buyruğunu ilet): "An-
33 (Seçkinler) şöyle dediler: "Biz güçlü­ dolsun karşı konulmaz bir orduyla onla­
yüz ve caydırıcı şiddette bir (askeri) yete­ rın üzerine yürüyeceğiz ve elbette onları
neğe sahibiz. Yine de emir senindir. Şu küçük düşürülmüş bir halde hor ve hakir
halde ne emredeceğine sen karar ver!" olarak oradan çıkaracağız!" 39

34 (Sebe kraliçesi): "Bakın!" dedi, "Kral­ 38 (Süleyman, Kraliçe'nin davete icabet


lar bir ülkeye ne zaman (zorla) girmişler­ edeceğini anlayınca) dedi ki: "Siz ey ma­
se, 36
orayı perişan etmişler, üstelik ora­ haretli kişiler! Onlar, gönülden teslim ol­
nın soylu insanlarını zelil kılmışlardır: muş kişiler olarak bana gelmeden önce,
40

vakıa, bunlar da öyle yapacaklar. 35 İşte aranızdan kim onun tahtını bana getire­
bu nedenle ben onlara bir armağan gön­ bilir?" 41

dereceğim ve bakacağım, elçiler nasıl bir 39 Görünmeyen varlıklara mensup (şey­


(haberle) dönecekler." 36 (Sebe kraliçe­
37
tani) maharette biri "Sen daha oturduğun
sinin elçisi) Süleyman'a gelince, o şöyle yerden kalkmadan onu sana getiririm;
dedi: "Güya servetle beni tavlamış mı çünkü ben bu konuda güvenilir bir güce
oluyorsunuz? Ama Allah'ın bana verdik- sahibim" dedi. 42

35 Kraliçe üzerinden yönetimde istişarenin cesinde ve sonrasında Hz. Süleyman'ın kendi


belirleyiciliğine dikkat çekiliyor (Krş: 98/Âl-i adına yaptığı konuşmalarda zamirler birinci
İmran: 159). tekil şahıs formundayken, burada azamet ifa­
36 Müfessirler bunu "savaş yoluyla giriş" [an- de eden "Biz" [na] zamirine dönülmüştür.
veten) olarak yorumlamışlardır (Taberî). 40 Ya da: "müslüman kimseler olarak". İbn
37 Belkıs'ın güç kullanarak karşı koymak ye­ Cüreyc bu şekilde anlamıştır (Taberî).
rine Hz. Süleyman'a hediye göndermesi 'femi- 41 Buradaki "getirebilir"i, 42. âyetteki teşbih
nen (kadınsı) siyasetin' tipik bir tezahürü ola­ edatından yola çıkarak "onun tahtı gibi bir
rak yorumlanabilir. Allah Rasulü'nün haya­ taht yapıp getirebilir" şeklinde anlamak gayet
tında da benzer bir olay vardır. Hepsi de birbi­ mümkündür. Allahu a'lem.
rini öldürerek biri diğerinin yerine geçen sekiz 42 'ifritin türetildiği el-'afer "toprak, yer" mâ­
İran hükümdarından biri olan Buran Duht nasına gelir. 'Aferah, "güreşte sırtını yere ge­
isimli kadın yöneticinin gönderdiği hediyeyi tirdi" demektir. Tüm anlamları olumsuzdur.
Rasulullah kabul etmiştir (Tirmizî). Zımnen: İktidar tek başına meziyet değildir,
38 Bkz. "..doğrusu Süleyman'a ilim vermiş­ onu kötüler de elegeçirebilir. Meziyet adaletle
tik" (53/Neml: 15). hüküm sürmektir.
39 34. âyette Sebe kraliçesinin dilinden yeri­ Âyetin sonunda, kaviyy ve emin sıfatları bir­
len bir fiilin Hz. Süleyman'a atfedilemeyece- likte gelmiştir. Kaviyy güç ve kudrete, emin
ğinden yola çıkarak, bu tehdidi Allah'a atfen güç ahlâkı ve adalete delalet eder. Güçsüz
okumak Kur'an'ın iç düzenine daha uygun gö­ emînlik mazlum ve mağdur eder, emniyetsiz
rünmektedir. Buna ilaveten, bu ifadelerin ön­ güç zalim ve gaddar eder.
Nüzul: 53 Mushaf: 27 , > < g > > ) , 53/NEML SÛRESİ 251

40 Kendisinde vahiyden bir bilgi bulunan Allah'ı bırakıp da tapmageldiği şeyler en­
kimse "Ben" dedi, "sana onu gözünü açıp gel oldu; çünkü o zaten hakikati ısrarla
kapayıncaya kadar getiririmi" Derken, 43
inkâr eden bir toplumun mensubuydu."
onu önünde kurulu bir biçimde görünce
44 (Sebe kraliçesine); "Saraya buyurun!"
dedi ki: "Rabbimin mahza bir lutfu bu ;
denildi. Fakat sarayı görünce, onun
şükür mü nankörlük mü edeceğim diye
(önünde) derin bir su var sandı ve eteğini
beni sınıyor. Oysa ki şükreden kendi iyi­
liği için şükretmiş olur. Ama kim de nan­ kaldırdı. 47

körlük ederse, iyi bilsin ki Rabbim kendi (Süleyman) dedi ki: "Bu, tabanı kristalle
kendine yetendir, (mahlukata karşı da) sı­ kaplı bir saraydır."
nırsız c ö m e r t t i r . "
44

Kadın "Rabbim!" dedi, "Ben kendime kö­


41 Sözünü şöyle sürdürdü: "Onun tahtını tülük etmişim! Artık ben de Süleyman'la
kendisinin tanıyamayacağı bir hale geti­ beraber Âlemlerin Rabbine gönülden tes­
rin de, görelim bakalım doğru yolu bula­ lim o l d u m . " 48

cak mı? Yoksa doğru yolu bulamayan 45 DOĞRUSU Semud'a da, soydaşları 49

kimselerden mi o l a c a k ? " 45
Salih'i "Yalnız Allah'a kulluk edin!" de­
42 (Sebe kraliçesi) gelince, ona "Senin sin diye göndermiştik. Fakat onlar birbi­
tahtın da böyle miydi?" denildi; o da riyle çekişen iki fırkaya ayrılıverdiler.
"Sanki bu tıpkı o ! " dedi. 46 (Sâlih) "Ey Kavmim!" dedi, "Niçin iyi
Ve (Süleyman şöyle dedi): "Hakikatin bil­ olan dururken kötü olanın çabucak gel­
gisi ondan önce bize verilmişti, bu yüz­ mesini istiyorsunuz? Niçin Allah'tan af
50

den de biz müslüman olduk; 43 ona ise 46


dilenmiyorsunuz? Belki ilâhi rahmete

43 Tefsirlerdeki malumat ışığında, Belkıs'ın Zemahşerî bunun ikna edici gerekçesini ay­
tahtının Yemen'den Kudüs'e biri üç saatte di­ rıntılarıyla açıklamıştır. Bu okuma kıssadaki
ğeri bir anda getirebilme imkanına dikkat çe­ olay-zaman örgüsüne uygundur. Çünkü krali­
kilmiştir. Bu âyetler şöyle de anlaşılabilir: Bu çenin müslüman olduğunu ifade eden 44. âyet
mümkündür ve potansiyel olarak tabiatta var­ daha sonra gelecektir.
dır. Bunu keşfetme hedefi insana gösterilmiş­ 47 Bu, Türkçe'deki "paçaları sıvamak" gibi
tir, insan çaba gösterirse bu hedefe ulaşır. deyimsel bir ifadedir. Allah için kullanıldığı
44 Mucizelerin tabiatına dair bir not için bkz. 7/Kalem 42'de "harekete geçmek", "bir işe gi­
68/lsra: 1, not 7. rişmek" anlamındadır.
45 Tehtedî, "hidayete ermek, doğruyu bul­ 48 Bu son âyet bu menkıbevi kıssanın maksa­
mak" demektir. Bu, kinayeli ve tevriyeli bir dını verir: Dünyevi iktidarın geçiciliğini görüp
dildir. Bu menkıbevî kıssanın amacı muhata­ âlemlerin Rabbine teslim olmak. Âyette Sebe
bı adım adım hidayete, yani bütün bunlarla kraliçesi Süleyman'a teslim olmuyor, Süley­
hedeflenen ahlâkî hakikatleri görebilecek doğ­ man'ın teslim olduğu Allah'a onunla birlikte
ru bir düşünme tarzına ulaştırmaktır. teslim oluyor. Zımnen: Gerçek güç Allah'a
46 Veya, söz Sebe kraliçesine nisbetle şöyle teslimiyettir.
anlaşılabilir: "ve bu olaydan önce bize bilgi 49 Bir su uygarlığı olan Semud için bkz.
verilmişti, bunun üzerine biz de müslüman 11/Fecr: 9, not 13.
olmuştuk" (Krş: Râzî). Bu sözü Başta Mücahid 50 Krş. 58/Ra'd: 6 74/Nahl: 1 ve 79/Enbiya:
;

olmak üzere Mukatil, Taberî, Zemahşerî ve 37, ilgili notlar.


İbn Kesir Hz. Süleyman'a nisbet etmişlerdir.
nail olursunuz." ki Biz, onları ve toplumlarını topyekûn
47 Onlar "Biz, senin ve seninle beraber yerle bir ettik. 54
52 Bak işte onların me­
olanların uğursuzluk getirdiğine inanıyo­ kânları: 55
İşledikleri zulümler yüzünden
ruz" dediler. viran ve ıssız kalmış! 56
Elbet bunda, işin
bilincinde olan bir toplum için alınacak
(Sâlih): "Uğurunuz Allah'ın takdirinde­
bir ders mutlaka vardır. 53 Yine, iman
dir,- kaldı ki siz (besbelli ki) sınanan bir
edip sorumluluk bilinciyle hareket eden
toplumsunuz" dedi.
kimseleri kurtarmış olmamızda d a . . . 57

48 Vâkı'a, malum k e n t t e 51
dokuz eleba­
şı 52
vardi; bunlar düzeni sağlamadıkları 54 VE Lut'u da (kurtarmıştık). 58
Hani o
gibi, bozgunculuktan geri durmuyorlardı. bir zamanlar kavmine şöyle demişti: "Siz
49 Allah adına yemin ederek dediler ki: (fıtrattan sapma olduğunu) göre göre bu
"Ona ve yakınlarına geceleyin baskın ya­ (tür bir) fuhşu işlemeyi sürdürecek misi­
pıp (ortadan kaldıralım); ardından da ka­ niz? 55 Şimdi siz kadınları bırakıp da
nını dâva edecek olanlara 'Biz onun aile­ şehvetle erkeklere yöneliyorsunuz, öyle
sinin ortadan kaldırılmasına asla karış­ mi? Yoo! Siz aslında (bunun getireceği
madık; çünkü biz kesinlikle özü sözü vahim sonucu) bilmiyorsunuz! 59

doğru insanlarız' diyelim" demişlerdi.


56 Buna karşılık kavminin cevabı, "Lût
50 Ve onlar bir tuzak kurdular; Biz de on­ (ve) yakınlarını ülkenizden çıkarın! Belli
lar farkına varmadan tuzaklarını boşa çı­ ki bunlar pek temiz (!) insanlarmış!" de­
kardık. 51 Dön de bir bak bakalım: onların mekten başka bir şey olmadı.
tuzaklarının akıbeti ne olmuş? 53
Elbette
57 Derken, Biz onu ve (iman) ailesini 60

51 Helak olan bu kavmin mekânları bilindiği 56 Hâviye, "boşalmak, ıssız kalmak" ve "düş­
için belirlilik takısıyla gelmiştir. mek, yıkılıp viran olmak" anlamındaki ha­
va''dan (İbn Fâris). Kelimenin bu iki kök anla­
52 Raht genellikle sayıları dokuzu aşmayan
mı, birbiriyle sebep-sonuç ilişkisine sahip olsa
"gurup" için kullanılır. Bu bağlamda "kişi" an­
gerektir. Yani: viran olan ıssız kalır, ıssız ka­
lamına da gelebilir. Her iki çağrışıma da açık
lan viran olur.
olduğu için "elebaşı" karşılığını tercih ettik.
57 Zımnen: Sebe gibi Allah'a teslim olan kur­
53 Bu pasaj ve hassaten yukarıdaki âyetler, tulur, Semud gibi Allah'a başkaldıran helak
Hz. Peygamber'e Mekke'de kurulan tuzakları olur.
ve suikast planlarını "kıssa" üzerinden haber
58 Lût kıssası için bkz. 56/A'râf: 80-84;
vermektedir. Bu üslup sayesinde Hz. Sâlih Hz.
51/Şu'arâ: 160-175.
Peygamber'e çağdaş kılınmakta, zalim kavim
de müşriklere çağdaş kılınmaktadır. Modern 59 Onlar bu çirkin işi "göz göre göre" yani
"bile bile" yapıyorlardı, fakat bu fiilin getire­
muhataba düşen soru şudur: Peki, bu kıssa ve
ceği dehşet sonucun cahiliydiler (Zemahşerî).
bu kıssanın ilk muhataplarını nasıl kendimle
çağdaş kılabilirim,- ve bunu yaptığımda benim 60 Bu bağlamda ehl, kan bağından daha çok
tarafım kimin yanı olur? din bağına işaret etmektedir. Nuh'un oğlu için
"o senin ehlinden değildi" denilir (70/Hûd:
54 Demmernâ ile ilgili bkz. 40/Furkan: 36. 46). Hz. Peygamber de Fars asıllı Selman için
55 İlk muhatapların sürekli gidip geldikleri ker­ "Selman bizdendir, ehl-i beytimizdendir" der­
van yolu üzerindeydi. Her geçişte görüyorlardı. ken aynı anlamı kastediyordu.
Nüzul: 53 Mushaf: 27 , t = ^^, , 53/NEML SÛRESİ 253

kurtardık; ancak karısının dökülenler Yoo, onların çoğu (nereden bakacakları­


arasında yer almasına karar verdik. 58 nı) bilmiyorlar?
Nihayet (bela) sağanağını üzerlerine boca 62 (Allah) değilse kimdir 63
dua ettiğinde
ettik: ve uyarılan (fakat uslanmayan) darda kalanın yardımına yetişecek olan
kimselerin maruz kaldığı sağanağın ne ve sıkıntıyı giderecek olan ve sizi yeryü­
;

berbat olduğunu (gösterdik)! zünün halifeleri yapacak o l a n ? 64

59 De ki: "Bütün hamd yalnız Allah'a, Allah'la beraber başka bir ilâh, öyle mi?!
selam da O'nun seçip beğendiği kullarına Öğüt alanlarınız ne kadar da azınlıkta ka­
olsun!" 61
lıyor! 65

63 (Allah) değilse kimdir karanın ve deni­


(ŞÎMDÎ söylesinler): Allah mı daha hayır­
zin zifiri karanlıklarında yol bulmanızı
lı, yoksa ortak koştukları varlıklar mı?
sağlayan? Ve rüzgarları rahmetinin önü
60 (Allah) değilse kimdir gökleri ve yeri
sıra müjdeci olarak gönderen?
yaratan? Dahası, gökten sizin için su in­
Allah'la beraber başka bir ilâh ha?! Allah,
diren? Üstelik onunla sizin bir tek ağacı­
onların ortak koştukları her şeyden aşkın
nı bile yetiştiremeyeceğiniz, içinden su
çıkan göz bebeği seçkin bahçeler yeşert­ ve yücedir.

mişiz. 62
64 (Allah) değilse kimdir yaratılışı ilk de­

Allah'la beraber başka bir ilâh ha?! Yoo, fa başlatan ve onu tekrar tekrar yenile­

onlar yoldan sapmış bir toplum olmalı. yen? Dahası, kimdir sizi gökten ve yer­
den rızıklandıran?
61 (Allah) değilse kimdir yeryüzünü din­
lenme yeri kılan ve vadilerinden ırmak­ Allah'la beraber başka bir ilâh h a ? 66

lar akıtmış olan; ve kalkmaz kımıldamaz De ki: "Eğer sözünüzün arkasında duru­
dağlar inşa etmiş olan,- ve iki (farklı) su yorsanız, haydi delilinizi getirsenize!"
kütlesi arasına bir engel yerleştirmiş 65 De ki: "Göklerde ve yerde Allah'tan
olan? başka hiç kimse, idraki aşan hakikatleri
Hâlâ Allah'la beraber başka bir ilâh ha?! asla kavrayamaz,- 67
hiç kimse öldükten

61 Buraya kadar anlatılanlar, Hz. Peygam­ 63 Em edatının inkârı istifham içeren yapısı­
ber'in ve diğer inananların kişiliğini inşa ama­ na dayanarak [îtkân II, 164).
cı taşır. Bunun göstergesi, Allah'a hamdi ve 64 Bir önceki âyetin yüklemleri geçmiş zaman
kıssası anlatılan peygamberlere selamı emre­ kipindeyken, burada muzari kipindedir. Bu
den bu âyettir. Buradaki selam ile Ahzab 56'da farklılık tercümeye yansıtılmıştır.
mü'minlere Rasulullah için emredilen selam
65 Veya: "Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz?"
arasında derin bîr bağlantı var gibidir.
66 Eğer 59. âyetteki em-men'i ilgi zamiri ola­
62 Hadîka (ç. hadâik) "içinden su çıkan sık
rak alırsak, bu âyeti oradaki sorunun devamı
ağaçlı bahçe/orman". Hadkatu'l-'ayır. "göz be­
olarak "Allah'ın yanında başka bir ilâh daha
beği". Kişi için "göz bebeği gibi kıymetli olan
bahçe". Bu nedenle, cennâtfâ ilaveten kullanı­ mı var?" şeklinde çevirmek mumundur.
lan "tabanından ırmaklar akan" ifadesi, hadâik 67 Ğayb'ı bu şekilde çevirimizin en mukni ge­
için kullanılmaz (Bkz: 47/Nebe': 33; 27/'Abese: rekçesi bir sonraki âyettir. Ğayb, benzer bağ­
30). lamlarda, "insan idrakini aşan hakikatler"i
sonra ne zaman diriltileceğim de bile­ 71 Bir de diyorlar ki: "(Azaba ilişkin) bu 70

mez. tehdidiniz ne zaman gerçekleşecek, eğer


66 Değilse, âhirete ilişkin (hakikatler] on­ sözünüze sadıksanız haber verin baka­
ların idrak edebileceği bir biçimde baştan lım?"
sona bilgilerine sunulmuştur. Gel gör ki
68
72 De ki: "Belki de, acele gelmesini iste­
onlar, ondan yana hâlâ kuşku içindedirler,- diğiniz o azabın bir kısmı peşinize çoktan
daha beteri, ondan yana kördürler! takılmıştır bile!"
67 Bu yüzden, inkârda direnen kimseler 73 Yine de unutma ki, senin Rabbin in­
şöyle dediler: " N e yani, biz ve atalarımız sanlığa karşı pek lütufkardır, ve fakat in­
toprağa karışıp gittikten sonra yeniden sanların çoğu şükretmemektedir.
çıkarılacağız, öyle mi? 68 Doğrusu bize 74 Yine unutma ki, senin Rabbin onların
ve atalarımıza bu vaad önceden de yapıl­ kalplerinin gizlediklerini de açığa vur­
mıştı. Bu, eskilerin masallarından başka duklarını da elbette bilir.
bir şey değil."
75 Ne gökte ne de yerde 71
gizli ve gizem­
69 De ki: "Yeryüzünde dolaşın da, güna­ l i hiçbir ş e y yoktur ki, kesin ve net bir
7 2 73

hı tabiat haline getirenlerin sonu ne ol­


69
yazılım ve yasayla kayıt altına alınma­
muş, görün!" mış olsun. 74

70 Yine de sen onlar için hüzünlenme!


Ve onların hile ve desiselerinden dolayı 76 HİÇ şüphesiz bu Kur'an, İsrâiloğulları-
sıkıntılanma! nın üzerinde ihtilafa düştükleri bir çok

ifade eder. İçkin bir varlık olarak insan aşkın kapsamına âhirete ilişkin bilgi giriyor mu ba­
hakikatleri kavrayamaz. Kavranamayan bu kalım?" olur (Ferra). Âyeti belâ eddarake ola­
tür hakikatler imanın konusudur. Sözün özü rak okuyan İbn Abbas, cümlede istihza! bir
ğayb konusunda iman idrake değil, idrak ima­ anlam olduğunu söylemiştir (Ferra).
na tâbidir. 69 el-Mucrimin'i bu şekilde çevirimizin ge­
68 Veya: "Hayır, onların âhirete ilişkin bilgi­ rekçesi için bkz. 95/Enfal: 8, not 11.
leri yeterli seviyede değildir!" Bu okuyuşa, 70 Devamındaki âyetten yola çıkarak.
"bel edatı kendisinden sonrasını olumsuzla-
71 Ya da mecazen: "insan üstü âlemde ve in­
maz" itirazı yapılmıştır (Ebu Amr'a katılarak
san altı âlemde.."
Taberî). îddârake'nin türetildiği dereke, "yük­
sek bir şeyi engin bir şeyin seviyesine indir­ 72 Ğâibe, hem tüm boyutlarıyla gizli olanı,
mek" anlamına gelir ki ğayb'a verdiğimiz an­ hem de açık olduğu halde bazı boyutlarıyla gi­
lam bununla ilgilidir (Bkz: âyet 65). et-Teda- zemli olanı kapsar. Kelimenin belirsiz formda
oluşu da bunu pekiştirir.
ruk, "en yüksek düzeyde katkıda bulun-
mak"tır. Tedarake fiili "en arkadaki en önde- 73 Veya: "göğün ve yerin gizli-saklı en küçük
kine kavuştu" anlamını taşır (Râğıb). Çeviri­ sırrı bile.." İbaredeki ğâib'in sıfat, sonundaki
deki "baştan sona" ifadesinin gerekçesi budur. tâ'nm da mübalağa için olması durumunda
84. âyetteki lem tuhîtû bihâ 'ilmen ibaresi, bu (Râzî).
ibareyle karşıtlık içerir. Âyeti bel edrake oku­ 74 Fî kitabin mubinin'deki lugavi belirsizlik ve
yanlara göre mâna "Ama onların bilgilerinin lafzi apaçıklığa dair bir not için bkz. 70/Hûd: 6.
konuya açıklık getirmektedir. 75
77 Çün­ uzaklaşan sağırlara da işittiremezsin. 77

kü o da, inananlar için bir rehber ve bir 81 Yine, yoldan çıkan körleri doğru yola
rahmettir. getirecek olan da sen değilsin. Sen ancak
78 Elbette senin Rabbin, onların arasında âyetlerimize inananlara duyurabilirsin,-
kendi verdiği hükmü uygulayacaktır: zira ki zaten onlar gönülden teslim olan kim­
O en yüce olandır, her şeyi bilendir. selerdir. 78

79 Şu halde yalnızca Allah'a dayan! Çün­ 82 Ve (o vahyi işitmeyen ölüler ve sağır­


kü senin dayanağın, 76
doğruluğu açık ve lar) aleyhindeki s ö z 79
gerçekleştiği za­
kesin olan hakikattir. man, onlar i ç i n 80
yerden bir c a n l ı 81
çıka­
rırız,- o onlara mesajlarımıza öteden be­
82

80 Şu bir gerçek ki, sen ölülere işittire-


ri insanların yürekten inanmamış olduk­
mezsin. Dahası, bu daveti sırtını dönüp
larını söyler. 83
83 İşte o gün, her bir üm-

75 Yekussu fiilinin türetildiği el-kassu kökü, itiraz sadedinde "Kuyruğu değil sakalı olan bir
"açıklamak, adım adım şerh etmek" anlamı­ canlı" diyerek "insan" oluşuna dikkat çek­
na gelir [Lisân ve 71/Yusuf: 3, not 5). miştir. Ebu Ubeyde de 42/Fâtır: 45'te geçen
76 'Alâ edatının istilâ işlevine dayanarak [Li­ dâbbe'nin "insan"a işaret eden bir mecaz ol­
sân). duğunu söyler (Mecaz).
77 Vahiy, kendine özgü bir kavramsal çerçeve 82 Bu gerçeği söylemek için "yerden bir canlı­
içerisinde muhatabının hayat-ölüm tasavvu­ nın çıkarılması", öldükten sonra dirilişe yü­
runu inşa ediyor (Hayat tasavvuru için krş. rekten inanmayan insanın içine düştüğü ya­
"Allah yolunda öldürülenler için 'ölüler' de­ man çelişkiyi temsil eden çarpıcı bir ibret sah-
meyin" 94/Bakara: 154). Yine Kur'an "sağır" nesidir. "Yerden", yani "topraktan" yaratılan
ve "kör" (53/Neml: 81) gibi noksanlık atıfları­ canlıların en gelişmişi olan insan, bu geçmişi­
nı, maddî anlamlarının dışında, insanın haki­ ne rağmen yeniden dirilişi nasıl inkâr edebi­
kate karşı duruşundan yola çıkarak yeniden lir? Bu formun bir benzeri de dünyevi hayat
tanımlıyor ve kendine has bir özürlü/sakat ta­ için kullanılır (Bkz: 94/Bakara: 164). Dünyada
savvuru inşa ediyor. hakikate karşı kör ve sağır kesilenlerin Hesap
78 Zımnen: Küfür ön yargı, iman ön bilgidir. Günü dilsiz olacakları için (Bkz: 39/Yâsîn: 65),
79 Yani: "azab sözü" (Mukatil ve Ferra). Onlar insanoğlunun bu vurdumduymaz tavrının
soruyorlardı: "bu vaadiniz ne zaman gerçekle­ orada bir biçimde dile geleceğinin veciz ifade­
şecek" (71. âyet). si. "Mesajlarımıza insanların inanmadıklarını
söyler" diyen âyet, bu " canlı "nın Allah adına
80 "Onlar için" yani "onlar adına konuşan".
konuşan bir tür "elçi" olduğunu da hatıra ge­
Çünkü "ölüler, sağırlar" -açıkça yer almasa
da- söz geliminden çıkardığımız "dilsizler" tirmektedir. Selim akla insanın içindeki "el­
konuşamayacağı için onlar adına konuşan bir çi" gözüyle bakılırsa, bunu insan aklının (ya
"canlı varlık". da fıtratının) insana gerçeği mutlaka söyleye­
ceği şeklinde okumak da mümkündür.
81 Dâbbe, "hareket etmek, yavaşça yürümek"
anlamındaki debîb'den türetilmiştir. Genel­ 83 Veya tukellimuhum'u "yaralama" kök an­
likle sürüngenler ve haşerat için kullanılır. lamıyla alarak: "o insanlığı yaralar; çünkü in­
Kur'an'da bu kelime, insanın da içerisinde yer sanlar vaktiyle âyetlerimize yürekten inan­
aldığı tüm canlılara ilişkin kullanılmıştır madılar." Bu çeviri tercih edilebilir. Bu takdir­
(Bkz: 95/Enfal: 22, 55; 42/Fâtır: 45). Hz. Ali, bu de olay âhirette değil dünyada gerçekleşmiş
"canlı"nın "hayvan" olarak yorumlanmasına olur. Allah en doğrusunu bilir.
metten âyetlerimizi yalanlayanlara özgü he yok ki, yaptığınız her şeyden haberdar
birer bölük oluşturacağız; ve onları (öyle­ olan da yine 0 ' d u r . 8 9 Kim güzel eylem­
87

ce) sevk edeceğiz. 84 Ta ki (huzura) gel­ lerle (huzura) gelirse, daha hayırlısıyla
dikleri zaman, (Allah) onlara "Aklınızın karşılığını bulacaktır; üstelik onlar o gü­
kapasitesi onları kavramaya yetmediği nün dehşetinden emin olacaklardır. 88

için âyetlerimizi yalanlamaya mı kalktı­ 90 Kim de kötü maksatlı eylemlerle (hu­


nız? Eğer öyle değilse, bugüne dek ne ha­ zura) gelirse, artık onlar da yüzüstü ate­
89

zırladınız?" diyecek. şe kapaklanacaklardır: Şimdi siz, yapıp


85 îşte onların tüm çarpıtmalarına 84
rağ­ ettiklerinizin dışında başka bir karşılık
men kendileri aleyhindeki söz böyle yeri­ mı bekliyordunuz?
ni bulmuş olacak. Dahası, bu durum kar­ 91 (EY Peygamber! De ki): "Ben yalnızca
şısında onlardan çıt çıkmayacak. 86 Hem O'nun mübarek kıldığı şu şehrin Rabbine
onlar, geceyi bağrında dinlensinler diye kulluk etmekle emrolundum: zira her bir
(karanlık), gündüzü de (hayatın çift ku­ şey O'na aittir. Yine ben O'na gönülden
tuplu yasasını) görsünler diye (aydınlık) teslim olanlardan biri olmakla emrolun­
kıldığımızı hiç mi düşünmediler? dum! 92 Bir de bu Kur'an'ı (insanlara)
Elbet bunda inanacak bir toplum için, okuyup iletmekle..."
alınacak bir ders mutlaka vardır. Bundan böyle kim doğru yola yönelirse, o
87 Ve o gün sura üflenecek; bunun üzeri­ kendisi için doğruyu bulmuş olur; kim de
ne, Allah'ın dilediği kimseler hariç, gök­ yoldan saparsa, o zaman de ki: "Ben sade­
lerde ve yerde bulunan herkes dehşetten ce bir uyarıcıyım."
paniğe kapılacak; 85
nihayet herkes, başı 93 Nihayet de ki: "Hamd olsun O Allah'a
önde, O'nun huzuruna varacaktır. ki, size alamet ve işaretlerini gösterecek;
88 İ m d i , 86
hareketsiz ve sabit sandığın derhal siz de onları tanıyacaksınız."
dağların kayıp giden bulutlar (gibi) gitti­ Ve Rabbin yaptıklarınıza karşı asla du­
ğini görürsün: her şeyi mükemmel bir ni­ yarsız değildir.
zama bağlayan Allah'ın sanatıdır bu: Şüp-

84 Zulmün bu anlamı için bkz. 79/Enbiya: 29, 59/Tûr: 10; 50/Vâkı'a: 5; 46/Me'aric: 9;
not 38. 3/Müzzemmil: 14; 35/Mûrselât: 10; 8/Tekvir:
85 Bkz. 79/Enbiya: 103. 3; 22/Kâri'a: 5) söylememektedir. Bu durumda
âyetin bağlamıyla münasebetinin zımni açılı­
86 Veya: "işte (o gün).."
mı şöyle olur: Dağların bilinçsiz hareketini
87 Yeryüzünü oluşturan tabakaların hareket dâhi izleyen ve bir yasaya bağlayan Allah'ın
halinde olduğu günümüzde artık bilinmekte­ insanın eylemlerini bilip izlememesi ve hesa­
dir. Buna "kıtasal sürüklenme" (Continental ba çekmemesi düşünülemez. Dolayısıyla
crif) adı verilmektedir. Bu âyet, "Son Saat" ve O'nun hesaba çekeceği bir gün mutlaka gele­
"Kıyamet" bağlamında yer almasına karşın, cektir.
doğrudan kıyametle ilgili sûrelerdeki gibi
88 Krş. 87. âyet.
'dağların yok olup gittiğini' ya da 'pamuk gibi
atılarak toz duman olup kaybolduğunu' (Krş: 89 Seyyie ve zenttm. farkı için bkz. 70/Hûd: 114.
Qûre ayın evrelerine değil de zati varlığına delalet eden " a y " anlamındaki
^Kamer adını ilk âyetinden alır. Sahabe'nin dilinde ilk kelimeleri olan ik-
terabeti's-sâ'ah ile anılmıştır (Buhârî).

Sûrenin t a m a m ı Mekkîdir. Hz. Aişe'den şöyle bir rivayet nakledilir: "Bu sû­
re M u h a m m e d ' e indiği sırada ben oyun oynayan yeni y e t m e bir kız çocu­
ğ u y d u m " (Buhârî). İlk tertipler sûreyi Tarık-Sâd arasına yerleştirir. Bu sûre­
yi, 5. yılda inen Tarık'ın arkasına yerleştirmek isabetli değildir. Zira sûre
boykot döneminin açtığı yaraları saran bir üsluba sahiptir. Bu yaraların he­
nüz taze olduğu 9. yılda inmiş olmalıdır.

Bu sûrede kıssalar birer kurşun gibi söz kalıbına dökülerek sözün gücüne
karşı gücün sözcülüğünü yapan inkarcı muhataplara yöneltilir. T a m dört
kez şöyle denir: "Fakat, uyarımın (dinlenilmemesi) halinde azabım nasıl
olurmuş, (gördüler)! Doğrusu Biz bu Kur'an'ı ders alınsın diye kolaylaştır­
dık; öyleyse, yok mudur ders alan?"

Zira Kur'an, sahibi Allah olan hayat okulunun yine Allah'a ait olan müfre­
datıdır. Kur'an'dan ders almayan Allah'tan ders almıyor demektir. Vahiy
kendisini "düşünen bir t o p l u m a " ithaf eder. Dersi ise hayatına vahiyle isti­
kamet vermek isteyenler alır. Hz. Ö m e r şöyle der: Lâ yağrurkum men ka-
rae'l-Kurân! Innemâ huve kelâmım netekellemu bih. Velâkin unzurû men
ya'mel bih\" (Birinin Kur'an okuması sizi aldatmasın! O dilimizdeki bir
sözdür. Asıl siz onu kim hayatına koyuyor, ona itibar edin!) Fudayl b. 'ivaz
şöyle der: "înnemâ nezele'l-Kur'anu li-yu'mele bih; ittehaze'n-nâsu kıraete-
hu 'amelen" (Kur'an sadece kendisiyle amel olunmak için indirildi; insan­
larsa onun kıraatini amel edindiler).

Sûre konu itibarıyla üç bölüme ayrılabilir. 1. bölümü oluşturan 1-8. âyetler


yaklaşan kıyametten söz eder. 2. bölümde helak kıssaları yer alır (9-42). Hz.
Nuh'un " b i t t i m n o k t a s ı " dile getirilerek (10) zımnen Allah Rasulü'ne, "Ku­
lun gücünün bittiği yerde Allah'ın yardımı başlar" müjdesi verilir. 3. bölüm
mucizevi bir ihbar ile, vahye karşı direnenlerin hezimete uğrayacakları ha­
beriyle başlar (145). Varlığın ilâhi bir plan üzere yaratıldığı vurgulanır (49).

Son pasajında Allah'a karşı küstahlaşan herkese şu ilâhi uyarı yapılır: " N i ­
tekim, geçmişte sizinle aynı kafaya sahip toplumları yok ettik: hâlâ yok
mudur ders alan?" (51)
258 54/KAMER SÛRESİ ( , î < x ; , Nûzûl: 54 Mushaf: 54
>

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 SON Saat yaklaşacak ve ay yarılacak. 1


Bir davetçinin, asla (kimsenin) tasavvur
2 Ama eğer onlar bir mucize görseler, edemeyeceği o şeye çağıracağı gün, 7 on­
(hem hakikatten] yüz çevirirler (hem de lar yılgın ve bitkin gözlerle, savrulmuş

onun cazibesinden kendilerini alamayışla­ çekirge sürüleri gibi mevzilerinden çıka­ 6

rını) "Bu sürekli gerçekleşen bir sihirdir" 2


caklar,- 8 davetçiye doğru panik içinde se­

diye izah ederler,- 3 zaten hep yalanlıyor­


3
ğirtecekler... ve o inkâr edenler "Bu zor
bir gün!" diye çığlık atacaklar. 7

lar ve önyargılarının peşine düşüyorlar.


Sonuçta, her hakikatin 4
ortaya çıkmak
9 ONLARDAN önce, Nûh kavmi de ya­
(gibi bir huyu) var.
lanlamıştı: hem kulumuzu yalanlamış­ 8

4 Doğrusu onlara, içerisinde (gerçeği] göz­ lar, hem de dönüp "O bir delidir" demiş­
lere zorla sokan haberler bulunan bir me­ lerdi: ama engellendiler. 9

saj gelmiştir: 5 hedefe tam ulaştıracak


10 Derken, o Rabbine şöyle yalvardı:
çapta bir hikmet; fakat uyarının hiçbir
"Ben artık bittim, şimdi Sen yardım
yararı olmadı.
et!" 1 0

6 Artık sen de onlardan yüz çevir! 5

1 Veya: "Son Saat yaklaştı ve ay yarıldı". mek, onun kendi üzerindeki gücünü ve etkisi
Kur'an'da Son Saat haberleri, kesinliği ifade itiraf etmektir. Dolayısıyla buradaki i'rad da
için geçmiş zaman kipiyle yer alır. Tercihimiz mesajından yüz çevirmekle birlikte etkisin­
bu genel Kur'ani üsluba dayanmaktadır. Alter­ den kaçıp kurtulamamayı ifade eder (î'rad ve
natif anlam ise, bir çok müfessirin tercihi olan Tevelli için bkz. 26/Necm: 29, not 21 ve
ve sahabeden gelen rivayetlerde yer alan "ayın 104/Nisâ: 81, not 101). Parantez içi açıklama­
yarılması mucizesi "ne dayanmaktadır. Söz ko­ larımız bu mülahazalara dayanmaktadır.
nusu rivayetler Ankebût 50-51 ve Isra 59 ışığın­ 4 Lafzen: "emrin".
da anlaşılmalıdır. Hasan ve Ata, bu âyeti Kıya­
5 Zımnen: Gündemini düşmanların belirle­
met 8 ışığında "ay tutulması" ile tefsir ederler.
mesin! Tevelli için 2. âyetin notuna ve atıfla­
Buna göre olay kıyamet öncesine bir atıftır (İbn
rına bkz.
Aşur). Olağandışı bir ay tutulması yaşanmış ol­
ması ve bunu görenlerin ayı ikiye yarılmış san­ 6 Ecdâs geldiği üç yerde de kıyamet bağlamın­
ması da mümkündür. Âyet, kozmik sistemin da gelir. Bu yüzden daha genel bir kullanıma
oluşumu sırasında ayın yeryüzünden kopuşuna sahip olan "kabirler" ile karşılanması yerinde
da yorulabilir. Allah en doğrusunu bilir. değildir.
7 O kadar ki; o gün "yüreklerin sahibini bo-
2 Veya kelimeyi merra yerine miıra köküne
isnat ederek: "Güçlü bir sihirdir" (İbn Aşur). ğarcasına gırtlağa dayanacağı dehşet günü"
Müşriklerin vahiy mucizesini sihir saydıkları­ olacak (78/Mü'min: 18).
na dair bkz. 83/Zuhruf: 30; 86/Ahkâf: 7. 8 "Kulumuz"un zımni çağrışımı: "Biz'e kul­
luk edenin mevlası Biz oluruz".
3 Bağlamdan da anlaşılacağı gibi burada inkar­
cı muhatapların vahyin çağrısına sırt çevir­ 9 51/Şu'arâ' 116'ya dayanarak.
mekle vahyin cazibesinden kurtulamamak 10 Lafzen: "yenildim". Kul "Bittim ya Rab!"
arasındaki çelişkili durumları dile getirilmek­ derse, Allah "Yettim kulum!" der (Krş:
tedir. Zaten bir şeyi "sihirdir" diyerek reddet- 64/Nûh: 26-27). Bu âyetlerin Allah Rasulü'nün
Nüzul: 54 Mushaf: 54 , ^ , t 54/KAMER SÛRESİ 259

11 Biz de bardaktan boşanırcasına dökü­ 19 Elbet Biz de onların üzerine kapkara


len bir su ile semanın kapılarını açtık; 12 bir günde gürültülü bir kasırga gönder­
ve toprağı fışkıran pınarlara çevirdik; ve dik: 20 insanları öyle savuruyordu ki,
kararlaştırılmış bir görevi gerçekleştir­ sanki onlar kökünden sökülmüş hurma
mek üzere su(lar| birleşti. 11
13 Ama onu kütükleri gibi (yere serildiler). 21 Fakat
(malzemesi] ahşap ve çiviler olan bir (ge­ uyarımın (dinlenilmemesi) halinde aza­
mi ile) taşıdık: 12
14 o (gemi] gözetimimiz bım nasıl olurmuş, (gördüler).
altında yol aidi; (bu], nankörlüğe maruz
22 Ve doğrusu Biz bu Kur'an'ı ders alın­
kalan (Nuh'a] verilmiş bir ödüldü.
sın diye kolaylaştırdık: öyleyse yok mu­
15 Doğrusu Biz, bu (kıssayı) bir (ibret) dur ders alan?
belgesi olarak bıraktık: 13
öyleyse yok
mudur ders alan? 23 SEMUD da bütün uyarıları yalanladı;
16 Nitekim, uyarımın (dinlenilmemesi) 24 ve dediler ki: " N e ! İçimizden (bula bu­
halinde azabım nasıl olurmuş (görün)! 14
la) bir ölümlüye mi uyacağız? 16
Bu tak­
17 Ve doğrusu Biz bu Kur'an'ı ders alın­ dirde biz sapıklığa ve çılgınlığa gömül­
sın diye kolaylaştırdık: 15
öyleyse yok müş oluruz. 25 Vahiy, aramızdan bir tek
mudur ders alan? ona mı indirildi? Hayır, aksine o yalanda
sınır tanımayan mağrurun biri."
18 'ÂD (kavmi) de yalanlamıştı: fakat 26 (Allah dedi ki): "Onlar yarın 'yalanda
uyarımın (dinlenilmemesi) halinde aza­ sınır tanımayan mağrur' kimmiş bilecek­
bım nasıl olurmuş, (gördüler). ler: 27 Unutma ki (Ey Sâlih); Biz bu dişi

"bittim noktası" olan Taif seferine yakın bir meti gemide değil, mü'minlerin istikametin­
zamanda indiği hatırlanmalıdır. İnsan ne ki? de ve imanında arayınız!
İnsan biter. Gerçekten Allah yolunda bitmek Nükte: Nuh'un gemisinde olun da ister kap­
ve bittim demek kusur değil bilakis meziyet­ tan olun ister tayfa, ister tahta olun ister çivi.
tir, bir hak ediştir. "Ben bittim" diyecek kadar Gemi nereye giderse tayfa da tahta da oraya gi­
koşan ve bunu söylemeyi hak eden kaç fâni var der, kaptan da çivi de oraya gider.
şu dâr-ı dünyada? Onların hepsi de bittiklerin­
13 Hâ dişil zamiri kıssayı gösterebileceği gibi
de "Dayan kulum, Ben de yettim!" diyen bir
gemiyi de gösterebilir. Bu ikincisi olma duru­
Allah'ı yanlarında bulmuşlardır.
munda mâna şu olur: "Biz bu gemiyi gerideki-
11 Hz. Nûh karada gemi yaparken zalim ka­ lere bir ibret olarak bıraktık".
vim "Hani bunun denizi" der gibisinden dalga
14 VaVın "hal" anlamını tercih ederek.
geçiyorlardı. Zımnen, tüm zamanların Nûhla-
rına: Günah okyanusunda sevap adası olmak 15 Zikr, hem anlamayı ve hatırlamayı, hem de
karada gemi yapmaktır. Sen karada gemini öğüt almayı ifade eder (Bkz: 56/A'râf: 3, not 4 ;

yap! Deniz lazım olursa, suların Rabbi onu se­ 79/Enbiya: 10, not 13).
nin ayağına getirir. 16 Tabiatın gizli güçlerinin sembolleri olarak
12 Geminin nitelikleriyle anılmasının şöyle niteledikleri totem ve putlarını meşrulaştır­
bir vurgusu olabilir: Nuh'u ve iman edenleri mak için "melek peygamber" talebine işaret
taşıyan, öyle olağanüstü gökten inmiş bir ge­ eder.. Ama bu talebin özünde insan soyundan
mi değildi. Bildiğiniz türden ve sıradan malze­ umut kesme yatar. Bu, onların kendilerinden
meyle yapılmış bir gemiydi. Dolayısıyla kera- umut kestiklerini gösterir.
260 54/KAMER SÛRESİ , Nûzûl: 54 Mushaf: 54

deveyi onları sınamak için göndermiş bu­ laştılar. 37 Daha beteri arzularını onun
lunuyoruz: artık onları gözetle ve sabır­
17
misafirlerinden tatmin etmek için onunla
lı ol! 28 Ve onlara suyun aralarında tak­ 18
çekiştiler; bunun üzerine Biz de gözleri­
22

sim edildiğini haber ver: her sulama nö­ ni kör ettik,- 23


"Madem uyarımı (göz ardı
betleşe yapılacaktır." ettiniz), o halde azabımı tadın!" (dedik).
29 Derken onlar, (çete başı olan) arkadaş­ 38 Mamafih, sabahleyin erkenden kalıcı
larını çağırdılar. Kafa kafaya verdiler... ve izler bırakan bir azap onları kuşattı: 39
nihayet o, (deveyi) gaddarca boğazladı. 19
sonunda, uyarımın (dinlenilmemesi) ha­
30 Fakat, uyarımın (dinlenilmemesi) ha­ linde azabım nasıl olurmuş (gördüler).
linde azabımın nasıl olduğunu (hiç hesa­ 40 İşte Biz bu Kur'an'ı ders alınsın diye
ba katmadı). kolaylaştırdık: öyleyse yok mudur ders
31 Elbet Biz de onlara tek bir bela sayha­ alan!
sı gönderdik: sonunda çürüyüp un-ufak 41 Doğrusu, Firavun yandaşlarına da bu
olmuş odun talaşına döndüler. uyarılar gelmişti. 42 Bütün âyetlerimizi
32 Ve doğrusu Biz bu Kur'an'ı ders alın­ yalanladılar: bunun üzerine Biz de, her
sın diye kolaylaştırdık: öyleyse yok mu­ şeye gücü yeten yüce bir güç sahibi nasıl
dur ders alan? çekip alırsa, işte öyle çekip aldık.

33 L Û T kavmi de bütün uyarıları yalan­ 43 İMDİ, sizin kâfirleriniz şu bahsi ge­


ladı. 34 Elbet Biz de onları bir bela fırtına­ çenlerden daha mı değerlidir; yoksa silin­
sına maruz bıraktık ve seher vakti sade­
20
mez sayfalarda 24
dokunulmaz olduğunuz
ce Lût'un (iman) ailesini kurtardık, 21
35 mu kayıtlı?
katımızdan bir nimet olarak: şükredenle- 44 Yoksa "Biz örgütlü gücüz, galip geli­
ri Biz işte böyle ödüllendiririz. riz" mi diyorlar?
36 Doğrusu (Lût) Bizim kıskıvrak yakala­ 45 Gün gelecek, birlikleri yenilip dağıla­
ma gücümüze karşı onları uyarmıştı,- fa­ cak ve arkalarını dönüp (kaçacak)lar. 25

kat onlar bu uyarılara hep kuşkuyla yak-


46 Ne var ki onların asıl randevuları Son

17 Sınama aracı kılman diğer örnekler için 20 Krş. 89/Ankebût: 28-35.


krş. 4/Müddessir: 31; 68/İsra: 60; 66/Sâffât: 63; 21 Karısı bu aileye dahil olmadığı için kurtula­
94/Bakara: 102. madı (Bkz: 70/Hûd: 81 ve 53/Neml: 57, not 60).
18 Yani kendi hayvanlarıyla Allah'ın suyunu 22 Tercih ettiğimiz bu anlam için krş. 71/Yu­
dâhi esirgedikleri dişi (ve muhtemelen hamile) suf: 23, not 26.
deve arasında (51/Şu'arâ: 155). Canın sahibi o 23 Zımnen: Şehvet güdüleri bilinçlerini öyle
cam verendir. Sahipsiz deveye Allah sahip çıktı. kuşattı ki, gözleri hiçbir şeyi görmez oldu.
Allah'ın suyunu Allah'ın devesinden esirgeme­
24 Zuhur için bkz. 74/Nahl: 44, not 48 ve
ye kalktılar. Bu Allah'la ayaklaşmak demekti.
51/Şu'arâ: 196, not 95.
Sonunda helak oldular. ("Allah'ın devesi"ne da­
ir tahliller ve konuyla ilgili açıklamalar için 25 Allah Rasulü'nü teselli için mucizevî bir
bkz. 70/Hûd: 64, not 79; 91/Hac: 37, not 58.) biçimde geleceğin önceden haber verilmesi.
Tarih bu mucizevî haberin aynen gerçekleşti­
19 'Akara için bkz. 56/A'râf: 77, not 59. ğine şahit olmuştur.
Nüzul: 54 Mushaf: 54 l î < g > ,, , 54/KAMER SÛRESİ 261

Saat/tir; işte o Son Saat en dehşetli, en acı sahip toplumları yok ettik: hâlâ yok mu­
olanıdır. 47 Çünkü günahı hayat tarzı dur ders alan?
edinenler, sapıklığa ve çılgınlığa mah­ 52 Ve yaptıkları her şey komnaklı sayfa­
kûm olmuşlardır. 48 O gün yüzükoyun larda kayıt altına alınmıştır,- 53 küçük ol­
ateşe sürüklenecekler (ve denilecek ki): sun büyük olsun, her ne yapmışlarsa sa­
"Tadın bakalım, değdiğinin fiyakasını tırlara geçmiştir.
bozan cehennemin okşayışını! 7/26

54 Ne var ki, sorumluluğunun bilincinde


olanlar cennetlerde ve ırmaklar arasında
49 ŞÜPHE yok ki, her şeyi bir kaderle ya­
(mest) olacaklar: 28
55 sadâkat tahtında...
ratan Biz'iz. 27
50 Bizim emrimiz ise, sa­
sonsuz hükümranlık ve iktidar sahibinin
dece göz açıp kapamak gibi bir anlık iştir.
yüce huzurunda... 29

51 Nitekim, geçmişte sizinle aynı kafaya

26 Kısa vadeli hazları hayatın eksenine yerleş­ bir ışık tayfı içinde mest olacaklar " (Krş: Ze­
tirenlere kinayeli bir hatırlatma. mahşerî). Tercilıimiz, Kur'an'daki cennet tas­
27 Yani: "ölçüyle". İradeye bağlı eylemlerin ger­ virlerinin genel bir okumasma dayanmaktadır.
çekleşmesinde iradeyi kullanmak da kaderdir. 29 Allah'ım! Bizi o mutlu sondan mahrum ey­
28 Veya mecazen: "Hayranlık verici, akıl almaz leme!
SÂD SÛRESİ
Nüzul : 55
Mushaf: 38

dini girişindeki sâd harfinden alır. Davud peygamberi konu alan kıssa-
-^*"dan dolayı (21-26 ve 3 0 - 4 0 ) Davud Sûresi diye de anılmış, fakat bu isim
yaygınlaşmamıştır.

Mekke'de nazil olmuştur. T ü m ilk tertiplerde Kamer-A'raf arasına yerleşti­


rilirse de bu sıra iniş yılıyla uyuşmamaktadır. İbn Abbas'tan nakledilen bir
rivayete göre sûrenin 5-7. âyetleri, Mekke ileri gelenlerinin Ebu Talib'in ya­
nında Rasulullah'ın tevhid davetine itirazlarına açıktan atıf içermektedir
(Tirmizî, A h m e d ve İbn Sa'd). İbn H i ş a m ' m naklettiği bir rivayetten, sûre­
nin Ebu TalüVin ölümüyle sonuçlanan hastalığı sırasında nazil olduğunu
öğreniyoruz. Ebu Talib Peygamberliğin 9. yılında (m. 619) vefat etmiştir. Şu
durumda sûreyi 9. yıla yerleştirebiliriz.

Bu dönem sûrelerinin özelliği, kısa ve özet halde naklettiği kıssalar üzerin­


den hitap etmektir. Helak olan kavimlerin şahsında müşrikleri uyarırken,
kendilerine güç ve iktidar verilen peygamberlerin şahsında da Hz. Peygam­
ber ve m ü ' m i n l e r teselli edilir. Bu aynı zamanda Hz. Peygamber'e gaybi bir
ihbardır. Tabi ki bu Hz. Eyyub sabrıyla gerçekleşecektir (41-44). Eyyub kıs­
sası üzerinden Hz. Peygambere sabır telkin edilir. Kıssa anlatımındaki bu
çift boyutlu süreç, bu sûrenin h e m e n ardından indirilen A'raf süresiyle ay­
rıntı kazanacak, Sebe', Kehf ve Yusuf sûresi ile sürecektir.

Sûrenin ana teması hatadan dönmekle hatada ısrar etmek arasındaki farktır.

ilâhî bir inşa projesi olan vahye atıfla başlayan ve biten sûrenin girişi bir ön­
ceki Sâffât'm sonundaki geçersiz mazerete (168-169) bir cevap niteliğinde­
dir. Haddini bilmezlik ve ataları körü körüne taklide saplanan müşrik mu­
hataplara hatada ısrar etmemeleri öğütlenir (1-12). Ç ü n k ü hatada ısrar
edenlerin akıbeti feci olmuştur (13-16). Hz. Davud hatada ısrar etmemenin,
Hz. Süleyman servet ve iktidarla ş ı m a r m a m a n m güzel birer örneğidir (17¬
4 0 ) . Bu iki kıssa bağlamında güç ve güç ahlâkı sorgulanır. İktidar ve refahın
baştan çıkarıcı boyutu dile getirilerek, buna direnenlerle direnmeyenlerin
Allah katında bir tutulmayacağı vurgulanır (28). Ve ardından sıralanan pey­
gamberlerle hassaten Hz. Peygamber'in tasavvuru inşa edilir (41-48). iyile­
rin ve kötülerin ahiretteki ödül ve cezaları ele alınır (49-64). İblis kıssası
özelinde, hatada ısrarın sahibini ne hallere düşürdüğü vurgulanır. Vahyin
amacı insanı İblisleşmeye karşı uyarmaktır. Bu uyarıya karşı kör ve sağır
davrananlar, son âyette şöyle uyarılır: " O n u n verdiği haberin (gerçek oldu­
ğunu) bir z a m a n sonra m u t l a k a öğreneceksiniz" (88).

Sûre, Basra taksimine göre 85, Hicaz taksimine göre 86, Küfe taksimine gö­
re 88 âyettir.
Nûzûl: 55 Mushaf: 38 55/SÂD SÛRESİ 263

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 SâdP- ilâhi mesajın indirileceği bir o mu kaldı?"


Ama hayır, onlar asıl Benim uyarıma kar­
Şeref ve itibar kaynağı olan Kur'an şahit
2
şı şüpheyle yaklaşıyorlar,- dahası, belli ki
olsun! 3
onlar henüz azabımı tatmamışlar.
2 Ama nerde! İnkarda direnenler (aklet- 9 Yoksa, mutlak kudret ve lütuf sahibi
mek yerine) yersiz bir gurura ve tarifsiz Rabbinin rahmet hazinelerinin tasarrufu
bir nefrete gömülmüşlerdir. onların elinde mi? 10 Yoksa göklerin, ye­
3 Kendilerinden önce nice kuşakları he­ rin ve bu ikisi arasmdakilerin mülkiyeti
lak ettik; tam bu sırada imdat dilediler, onlara mı ait? Haydi o zaman, tüm araç­
fakat kurtuluşun vakti çoktan geçmişti. 4 lara sarılsınlar da, (göklerin tahtına) çıkıp

4 Ve onlar aralarından birinin kendilerine kurulsunlar bakalım!

uyarıcı olarak gelmesine şaştılar; işte bu 11 Onlar, bozguna uğramış müttefiklerin


kâfirler şöyle dediler: "Bu, göz boyamak döküntülerinden oluşmuş (başıbozuklar)
isteyen yalancının biri. 5 Bütün bu ilâhla­ ordusu... 7

rı tek bir ilâha indirgiyor ha? Bunun çok


5
12 Onlardan önce Nûh ve 'Âd kavmi ve
tuhaf bir görüş olduğunda hiç şüphe yok." yüksek sütunlar sahibi Firavun da gerçeği
8

6 Onların liderleri öne atılarak (der ki): yalanlamıştı,- 13 Semud ve Lût kavmi, Ey-
"Devam edin, ilâhlarınıza ısrarla sahip çı­ ke ahalisi de öyle... Adı geçenler de (inkâr­
kın,- yapmanız gereken tek şey budur! 7 Biz da) müttefiktiler. 14 Hepsi de elçileri ya­
9

çağdaş inanç sistemlerinin hiç birinde bu­ lanladılar: Bu yüzden cezamızı hak ettiler.
nu duymadık; bu desteksiz bir uydurma­
6
15 Ve şu berikiler var ya; işte bunları bir
dan başkası değildir; 8 ne yani, aramızdan tek bela çığlığı beklemektedir: ilave bir

1 Anlamı her ne olursa olsun, Hz. Peygamber'in 5 Şirki doğuran tasavvurun yapısına dayana­
vahyin bir tek harfini dâhi zayi etmeden ulaştır­ rak: "Tanrısal nitelikleri bir tek varlıkta mı
dığının açık delilidir (Bkz: 7/Kalem: 1, not 1). topluyor?"
2 Veya: "öğüt veren ve uyaran"; ya da "yüce ve 6 O günün dünyasında muasır uygarlığı (ei-
anlamaya açık". Zikr, vahyin insan diline dö­ milletu'l-âhirah) Bizans ve Pers temsil ediyor­
nüşümünü ifade eder. Mesela, Kur'an vahyi du. Türleri farklı olsa da ikisi de şirke ve zul­
Arapça zikredilmiştir. Fakat asıl zikr "şeref ve me sapmış uygarlıklardı.
itibar" anlamına gelir. Son vahyin "okumanın 7 "Savaş döküntüsü" tüm zamanlarda Allah'a
tüm olumlu anlamlarıyla sürekli okunan" mâ­ karşı savaş açanların bu savaşı kaybettiklerini
nasına gelen Kur'an adını alması da şeref ve iti- imâ eder. 15. âyet bu âyetin devamı mahiyetin­
barındandır. Zira şerefli ve itibarlı olan sık sık dedir. Aradaki âyetler bir tür parantez içi açıkla­
anılır ve dillerden, akıllardan, gönüllerden düş­ ma sayılmalıdır. Zira bu âyetler geçmişte kendi­
mez (Bkz: 83/Zuhruf: 44). leri gibi inananların akıbetini ele almaktadır.
3 Yemin va^ı ile başlayan 16 sûrenin ilki olan 8 Veya: "dikili taş anıtlar".
5/Duhâ: 1 'in ilk notuna bkz. 9 Artık mütearife haline gelmiş olan ve Ebu Ha-
4 Sadece burada gelen ve lâte hîne menâs deyi­ nife, Süfyan Sevrî, Şafiî, Ebu Davud, Ahmed bin
mi, Türkçe'deki "geçti Bor'un pazarı" deyimi­ Hanbel gibi imamların dilinden nakledilen "kü­
ni andırır. für tek millettir" tesbitinin Kur'an'daki dayanağı.
nefes bile alamazlar. recek ikna yeteneği vermiştik. 16

16 İşte onlar, "Rabbimiz! Bizim hesabı­


mızı Hesap Günü'nden önce, hemen şim­ 21 SEN davacıların kıssasından haberdar
di k e s ! " 1 0
diye (alay ederler). oldun mu? Hani onlar mabedin inziva
hücresinin 17
(duvarına) tırmanmışlardı. 18

17 Sen onların bu tür laflarına karşı di­


22 Yanına aniden girdiklerini görünce
rençli ol ve güçlü bir kişiliğe sahip olan
Davud onlardan dolayı telaşa kapıldı. 19

has kulumuz Davud'u hatırla! Çünkü o


Onlar "Korkma!" dediler, "Biz (sadece)
her daim Allah'a yönelirdi. 11
18 İşte bu
yüzden, her sabah ve her akşam, onunla iki dâvâlıyız,- birimiz diğerinin hakkına

birlikte emrimize âmâde kıldığımız 12


tecavüz etti: şimdi sen aramızda hakka­
dağlar da kudret ve ihtişamımızı dillendi­ niyetle karar ver ve doğrudan ayrılma; bi­
rirdi; 13
19 katar katar dizilmiş kuşlar ze de doğru yolu göster! 23 İşte bu benim
d a : bunların hepsi her daim O'na yönel­
14 kardeşim,- onun doksan dokuz koyunu
mişlerdi! 20 Biz de onun iktidarını sağ­
15 v a r , benimse yalnızca bir tek koyunum;
20

lama aldık; zira ona adaletle hükmedecek buna rağmen o, "Onu da bana ver" dedi
muhakeme ve anlaşmazlıkları sona erdi­ ve dediğini zorla yaptırdı. 21

10 el-Kıtta'ya verdiğimiz mâna Ebu Ubey- notlar.


de'nin tercihine dayanmaktadır (Mecaz). 16 Bu âyet meşru iktidarın zorbalık ve güç te­
11 Davud'un sabrı ve güçlü kişiliği servet ve ik­ merküzüne değil hikmet ve adalete dayandığı­
tidarın ayartıcılığına karşı direnmesini sağla­ nı ifade eder. Zira devletin imanı adalettir.
mıştı. Varlığa sabretmek yokluğa sabretmek­ Kaynak dilde deyimsel bir ibare olan iasle'l-hı-
ten çok daha zordu. Güç ve serveti Allah'ın tâb, Türkçe'deki "ağacı kesip takırtıyı tüket­
desteği, bunlardan mahrumiyeti Allah'ın deste­ mek" deyimine yakın bir anlam taşır. Zımnen,
ğinden mahrumiyet olarak algılayan (8. âyet) Davud'un iktidarının bu iki yetenek sayesinde
Mekke aristokrasisine Hz. Davud hatırlatıla­ sağlamlaştırıldığını ifade eder. Bunlardan ilki­
rak, Hz. Peygamber'e de tıpkı Hz. Davud'a ve­ nin "en isabetli hükmü verme, düşüncede ve
rildiği gibi güç ve iktidar bahşedileceği îmâ eylemde bir şeyi yerli yerine koyma" anlamına
edilmektedir. Bilindiği gibi sıradan bir nefer gelen hikmet olması manidardır.
olan Hz. Davud'a, atadan kalan bir mirasla de­ 17 Mihrâb için bkz. 43/Meryem: 11, not 18.
ğil ilâhi bir yardımla hem iktidar hem de pey­
18 Zemahşerî, bu kıssadaki diyalogların tama­
gamberlik verilmişti. İktidar ve nübüvvet, hem
men "temsili" olduğunu, temsili anlatımın et­
dünya hem âhiret saadetini temsil ediyordu.
kili bir tarz olduğunu, kıssanın ahlâkî öğüdü
12 Sahharnâ: "boyun eğdirdik, emre âmâde kıl­ üstü örtülü bir biçimde aktardığım dile getirir
dık". Suhınun sevahir, "uysal ve söz dinleyen (Keşşaf-, krş. Ebussuud).
ata denir (Mekâyîs). Muhtemelen teshir'in iniş
19 Tezi'a için bkz. 79/Enbiya: 103, not 104.
sürecinde ilk geçtiği yer burasıdır. Teshir, hem
20 Na'ce, "dişi koyun" ya da "dişi sülün". Bu
yaratılıştaki anlam ve amaçlılığı, hem de ilâhi
"kadın"dan kinaye olarak değerlendirüebilir.
hiyerarşiyi ifade eder (Bkz: 91/Hac: 37, not 58).
Hasan Basri'nin de dediği gibi 99 rakamı çokluk­
13 Yani: O Rabbine yüksek sesle ibadet eder­ tan kinayedir. Yani: "sahip olabileceğinin en faz­
ken, yankılanan dağlar da sesine ses katardı. lasına.." Hz. Nuh'un davet ömrüyle ilgili benzer
14 Benzer bir ibare: "saf saf olmuş kuşlar" bir örnek için bkz. 89/Ankebût: 14, not 20.
(97/Nûr: 41). 21 Hz. Ömer'in müslüman oluşuna müşrikle­
15 Krş. 79/Enbiya: 79 ve 76/Sebe': 10-11, ilgili rin itirazı, bunun üzerine kıssada şu öykünün
Nûzûl: 55 Mushaf: 38 55/SÂD SÛRESİ 265

24 (Davud) dedi ki: "Doğrusu bu kişi, se­ 26 (Ve nida ettik): "Ey Davud! Elbet sana
nin koyununu alıp kendininkine kat­ yeryüzünde iktidarı Biz verdik: O halde
24

makla sana zulmetmiş. Zaten toplumsal insanlar arasında adaletle hükmet, (kim­
hayatı paylaşan insanlar (genellikle) bir­ senin) heva ve arzusuna kapılma ki, son­
birlerinin hakkına tecavüz ederler,- iman ra seni Allah yolundan saptırırlar. Şu ke­
edip dürüst ve erdemli davrananlar hariç: sin ki Allah yolundan sapan kimseler.
ama böyleleri, ne kadar da az. Hesap Günü'nü unutmalarından dolayı
Derken Davud, bizim kendisini sınadığı­ şiddetli bir cezaya çarptırılırlar.
mızı 22
fark etti; hemen Rabbinden af di­
ledi ve baş eğip iki büklüm bir halde tev­ 27 VE Biz gökleri, yeri ve bunlar arasm-
be ederek O'na yöneldi. dakileri bir amaç ve anlamdan yoksun
yaratmadık; 25
bu, inkârda direnenlerin
25 Ve Biz de bu (hatasını) bağışladık: el­
bakış açısıdır: yazıklar olsun (kendilerini
bet onu, Bizim katımıza yakınlık ve gü­
mahkûm ettikleri) ateşten dolayı inkârda
zel bir son beklemektedir. 23

direnen o kimselere! 26

anlatılması: "Sizin yüz koyununuz varken, rin eşi olduğunu öğrenir. Uriyah Hz. Davud'un
bendeki tek koyuna da göz dikiyorsunuz." (23). gönderdiği bir savaşta ölür. Hz. Davud dul eş ile
22 "Bu dâva münasebetiyle" ya da "Uriah'ın evlenir ve bu evlilikten Hz. Süleyman olur. Es­
dul karısıyla". Bu dâva ile sınanması, davacıyı ki Ahid'deki anlatım kesinlikle Hz. Davud'a if­
dinleyip daha dâvâlıyı dinlemeden birincinin tira niteliğindedir. Bir peygambere zina isnat
lehine karar vermesidir (Krş: 79/Enbiya: 78¬ eden bu versiyon kesinlikle reddedilmelidir (n
79). Bu, sanığın savunması alınmadığı için âdil Samuel, 11:4-5). Hz. Ali bu iftirayı taşıyana iki
bir yargılama değildir ve Hz. Davud adaletin kat iftira cezası tatbik edeceğini söylemiştir
tam tecelli etmesini engelleyen bu acele kara­ [Keşşaf]. Kur'an burada hikayenin iftiradan
rından dolayı Allah'a tevbe etmiş olmalıdır. alındırılmış şeklini îmâ ederek, Hz. Davud'a
26. âyetteki "insanlar arasında adaletle hük­ gelen iki davacı üzerinden ahlâkî bir öğüt verir.
met" emri, bu sonucu doğrulamaktadır. Bu kıs­ Zımnen: Doksan dokuzu elinde tutanlar, baş­
sa ile sûrenin sonunda anlatılan İblis kıssası kalarının elindeki bire göz dikmesinler!
arasında bir karşıtlık ilişkisi vardır. Hatada ıs­ 24 Lafzen: "halife yaptık".
rar etmeyenle hatada ısrar eden arasındaki fark 25 Burada "amaçsızlık ve anlamsızlık" mâna-
Davud ve İblis kıssalarıyla verilmektedir. sındaki bâtıl, hakkın karşıtı olarak kullanıl­
23 Bu pasajda anlatılan kıssa somaki müfessir- mıştır (Krş: 65/İbrahim: 19, not 20). Anlamlı­
ler tarafından peygamberleri masum kılan ka­ lık ve amaçlılık yasası, varlığın belki de istis­
rakter temizliğinin doğuştan mı, yoksa ahlâkî nası ve göreceliği olmayan tek yasasıdır. Zım­
bir gayret ve mücahede sonucunda mı gerçek­ nen: Göğün yerin bir amacı olsun da, insanın
leştiği tartışmaları ekseninde ele alınmıştır. İlk bir amacı olmasın mı?
tefsir otoritelerinin kelami polemikten uzak
26 Kur'an'da dünya ve maddî varlık âlemi hem
tavrı bu konuda Tâhâ: 121-122 ve Kasas: 15-
yerilir (oyun ve eğlence, tadımlık zevk, ziynet,
16'da belirginleşen Kur'anî prensibe daha uy­
zuhruf: sahte cazibe 97/Nûr: 39; 40/Furkan:
gun düşmektedir. Bu pasajm arka planını Mu-
23), hem de övülür (80/Mü'minûn: 115;
katil ve Taberî gibi müf essirler şöyle nakleder­
ler: Hz. Davud'un gönlü evinin damından za­ 55/Sâd: 27 bu âyet, 84/Duhân: 38-39; 88/Rûm:
man zaman gördüğü güzel bir hanıma meyle­ 8,30/Tîn: 6; 74/Nahl: 97). Birinciler dünyacıla­
der. Araştırınca hammm Uriyah adlı bir aske- rı dengeye çekmek, ikinciler çilecileri dengeye
28 Yoksa iman eden ve ıslaha hizmet "Onları bana getirin!" (diyerek) başladı
edenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlarla bir bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya.
mi tutsaydık? Yoksa sorumlu davrananla­ 34 Doğrusu Biz Süleyman'ı, vaktiyle tah­
rı, sorumsuz sapıklarla bir mi tutsaydık? 27
tının üzerine bir ceset koymakla sına­
29 Sana mübarek bir kitab olan bu mıştık; 33
bunun ardından o da Bize yö­
(Kur'an'ı) Biz indirdik ki, herkes onun nelmiş (ve) 35 "Rabbim!" demişti, "Bana
mesajları üzerinde iyice düşünsün de akıl mağfiret eyle! Bana, benden sonra hiç
izan sahipleri ders alsın diye. 28 kimsenin üstlenmeye lâyık olmadığı bir
iktidar v e r : 34
çünkü Sen, evet Sensin cö­
30 DAVUD'A bir de Süleyman'ı bahşet­ mertçe bahşeden!"
tik: o ne güzel kuldu,- çünkü o sürekli Bi­ 36 Bunun ardından rüzgarı ona âmâde
ze yönelirdi. 29
kıldık ki, onun emriyle (çalışan gemileri)
31 Hani, gün batınıma doğru kendisine istediği yöne doğru kolayca yüzdürebil-
soylu ve favori a t l a r 30
sunulmuştu da, 32 sin; 35
37 yine şeytanlar (gibi dik başlı)
"Elbet ben güzel olan her şeyi severim" güçlerden, her biri birer yapı ustası ve
demişti, "çünkü bana Rabbimi hatırla­ dalgıç olan kimseleri de (ona âmâde kıl­
tır!" 31
Ta ki (bunu) atlar gözden kaybo- dık); 36
38 ve zincirlerle birbirine bağlan­
luncaya kadar tekrarladı. 33 (Ardından)
32
mış daha başkalarını da...

çekmek içindir. Hırs, tamah, dünyevileşme ne bilir (Tercihimiz için krş. Râzî).
kadar kötü ise miskinlik, tembellik, çilecilikle 33 Hz. Süleyman'ın tahtının üzerine konulan
başkalarına yük olmak da o kadar çirkindir. cesedin nasıl yorumlanacağı tartışmalıdır. Bu
27 "Sâlih amel" nasıl "ifsad"ın karşısına ko- konuda klasik tefsirlerde Isrâiliyyat kaynaklı
nulmuşsa, muttakûriun karşısına da fuccâr oldukça hacimli bir menkıbe oluşturulmuştur.
konulmuştur. Buna göre fuccâr sorumluluğun Bunlar bir mesnetten yoksundur. Bu sembolik
zıddı bir anlam taşımaktadır (Bkz: 90/Mutaffi- anlatımda taht Hz. Süleyman'ın siyasi otorite­
fin: 7, not 2) . "Yarıp çıkmak", "yırtmak" an­ sine, cesetse kendi bedenine tekabül eder. Bir
lamına gelen fecr'den türetilen el-fucûr, "so­ otorite ilâhi kılavuzluk ve ahlâkî değerlerden
rumsuz davranışlar sonucunda inanç ve erdem yoksun kalırsa, ruhsuz bir cesede dönüşür. Hz.
perdesinin tamamen yırtılması" olarak nite­ Süleyman'ın müteakip âyetteki "Bana, benden
lendirilmiştir (Râğıb). sonra hiç kimsenin üstlenmeye lâyık olmadığı
bir iktidar ver" duası da gösteriyor ki, bu ceset
28 Vahye göre ancak düşünenler akıl izan sa­
onun tahtına vâris olan oğlu Rehoboam'dı.
hipleridir ve yalnız akıl izan sahipleri ders alır.
Duada da belirtildiği gibi, babasının tahtına lâ­
29 Zımnen: iktidar, ihtişam ve servet onu Al­ yık olmayan bu oğul döneminde Hz. Süley­
lah'tan koparamamıştı. man'ın bıraktığı görkemli devlet parçalandı.
30 Veya: "Poz veren atlar". Atın tek ayağını 34 Dünya mülkünün geçiciliğini hiç aklından
öne atıp üç ayağı üzerinde duruşuna sufun, bu çıkarmayıp, âhiret mutluluğunu ve saadetini
duruşun sahibi ata da safin (ç. sâfinât) denir. istedi (Elmalılı). Elmalık böyle yorumlasa da,
Ciyâd "cins ve favori" anlamını vermektedir. bizce Hz. Süleyman kendi duasıyla devletinin
31 Her güzellik, bilinçli bir tasarımın eseridir. sonunu hazırlamıştı. Duası tuttu ve tahtına
Güzele bakıp da o güzelliği yaratanı görmeyen, ehliyet ve liyakatten yoksun ve bir "ceset" ka­
camdan bakacağı yerde cama bakıyor demektir. dar manen ölü olan oğlu geçti.
32 Tevâraim dişillik ta'sı "güneşi" de göstere- 35 Bkz. 79/Enbiya: 81, not 84.
Nûzûl: 55 Mushaf: 38 T Î < 5 > , t , 55/SÂD SÛRESİ t < ; < g > i t
267

39 (Ve ona şöyle dedik]: "İşte bu Bizim hem yıkanılacak hem de içilecek soğuk
ikramımızdır, artık onu ister hiçbir hesap bir su var!" (demiştik].
yapmadan karşılıksız v e r , 37
istersen elin­ 43 Ona katımızdan bir rahmet ve akıl sa­
de tut!" hipleri için bir ibret olmak üzere, (kendi­
40 Elbet onu da, Bizim katımıza yakınlık sini terk eden] yakın çevresini ve onlarla
ve güzel bir son beklemektedir. beraber bir kat daha fazlasını bahşettik. 41

44 (Ve dedik ki): "Eline bir deste al ve


41 VE KULUMUZ Eyyub'u da hatırla: 38 onunla vur! Böylece yemininden dönme­
Hani o Rabbine "(Rabbim!) Şeytan bana miş olursun." 42

tarifsiz bir bezginlik ve terkedilmişlik Hakikaten Biz onu pek sabırlı biri olarak
hissi vermektedir!" diye yakarmıştı. 42 39
bulduk: ne güzel kuldu o, gerçekten o (da) 43

(Biz de) "Düş y o l a ! 40


Bak işte (şurada] her daim Allah'a yönelirdi.

36 Lafzen "şeytanları". Bu şeytanlar En'âm: "çaba göster biraz", "şifa ara", "düş yola" anla­
112'de geçen türden "insan şeytanları" olsa ge­ mına gelen bir tabir olarak anlaşılmalıdır. Kıssa­
rektir. nın görünen tarihsel kahramanı Hz. Eyyub ise
37 el-Mennu için bkz. 4/Müddessir: 6, not 6. de, gerçek ve zamanlar üstü kahramanı "sa­
bırdır. Sabrın bu bağlamdaki karşılığı hem di­
38 Krş. 79/Enbiya: 83-84. Hz. Eyyub kıssası
reniş, hem göğüs geriş, hem de çare arayıştır. Es­
"sabretmek hak etmektir "in kıssasıdır.
ki Ahid'deki nakilden Hz. Eyyub'un ağır bir cilt
39 Şeytanın verdiği 'azab'ı, "senin Benim kulla­ hastalığına yakaladığı çıkarılabilir [Eyyub, 2:7).
rım üzerinde hiçbir etkili gücün yoktur" (68/ls­
41 Halkın terk etmesinin önemi yoktu. Asıl
ra: 65; ayrıca: 72/Hicr: 42) âyeti ışığında anla­
kişiyi Hak terk etmemeliydi. Çünkü Hak,
mak durumundayız. Buna ilaveten, 'azab'vn
halk nezdinde kaybolan itibarı daha fazlasıyla
"terk edilmek, yalnız bırakmak" anlamındaki
iade etmeye kadirdi.
etimolojik kökü için bkz. 7/Kalem: 33, not 29.
Şeytanın verdiği belirtilen bu yanıltıcı his "Al­ 42 Veya alternatif bir anlam olarak: (Ve dedik
lah tarafından terkedilmişlik" hissi olmalıdır. ki:) "Eline bir deste bitki al ve onunla birlikte
Bu elbette vehimdir çünkü Allah mü'min ku­ yola koyul! Böylece doğrudan sapmamış olur­
lunu asla terk etmez. Bkz. "Allah kuluna yet­ sun!" Kitab-ı Mukaddes'teki kıssayı gözardı
mez mi?" (77/Zümer: 36). Kul Allah'ı terk et­ eden bu alternatif anlamda iki hususa dikkat
meden Allah kulu terk etmez. Eğer musibet so­ çekmekte yarar var: 1) İlk cümlede yer alan ıd­
nucunda kul Allah'ı terk etmişse, musibet asıl rıb bihi ibaresi. Bu ibare "vurmaya" delalet ede­
bileceği gibi, Bakara 273, Tâhâ 77, Âl-i imran
o zaman felaket olur, Allah'a yaklaştırmışsa
156 ve Müzemmil 20'de kullanıldığı anlamıyla
saadet olur. Burada bir edep vardır. "Yetti gay­
"yola koyulmaya" da delalet eder. 2) İkinci
rı" demiyor. Bezginlik var, bunu itiraf ediyor,
cümlede yer alan lâ tahnes kelimesi. "Günah,
fakat bu bezginliği Şeytan'a nisbet ediyor. Yani
vebal, doğrudan sapmak, ihanet" gibi anlamla­
içine üflenmiş olumsuz bir his olduğunu bili­
ra gelen el-hins, bu vurgusuyla Vâkı'a 46. âyet­
yor. Onu kabullenmemesi, onunla mücadele
te de kullanılır. Bu durumda bu âyetteki vurgu­
edebilmesi için böyle bakmak şart. Âyet tüm
su "doğrudan sapma, vebale girme!" olur. Bu
muhataplarını böylesi durumlara karşı inşa
takdirde akla bir soru gelecektir: "Eline bir des­
ediyor (Ayrıca bkz: 79/Enbiya: 84, not 86).
te bitki al!" emrinin hikmeti nasıl izah edile­
40 Buradaki urkud, Tâhâ 77'deki ıdrıb gibi de­ cektir. Buna cevabımız şudur: Araman gereken
yimsel bir kullamma sahiptir. Bu ibare gayretin şifayı Allah bitkilerin içine koymuştur. İçinde
mümkün olan her türüne teşvikle "ha gayret", şifa olan bitkiyi bul ve yola koyul! Allahu alem.
45 HAS kullarımız İbrahim, İshak ve Ya- (Onlar da) ona yaslanacaklar: 48
ama o ne
kub'u da hatırla: hepsi de güçlü bir kişi­ berbat bir döşektir. 57 Bu (da) böyledir! O
lik ve keskin bir idrak sahibiydiler. 46 halde bırak da, (yürek) dağlayıcı ve zift gi­
Biz onların şahsiyetlerini arı duru bir ta­ bi iç karartıcı zehirli bir azabı sonuna ka­
savvurla saflaştırdık (ki, ebedi) yurdu hep dar tatsınlar; 58 ve aynı türden ona eş­
49

hatırda tutsunlar; 47 ve elbet onlar, bi­ değer daha başka azap çeşitlerini de...
zim indimizde pek seçkin, hayırda öne 59 (Küfrün rehberlerine denilecek k i ) : 50

geçenler arasındaydılar. "İşte şu güruh, körü körüne arkanıza ta­


48 Yine İsmail, Elyesa ve yükümlülük kılan yandaşlarınız!"
alan kişiyi 44
de hatırla: onların hepsi de (Onlar şöyle cevap verecek): "Rahat yüzü
hayırda öncülük yaptılar. görmesin onlar! Elbet onların da ateşe
girmesi gerek!"
49 BU (mesaj) bir hatırlatma ve uyarıdır:
60 (Körü körüne izleyenler ise), "Hayır,
elbet sorumluluğunun bilincinde olanları
(sorumlu) sizsiniz! Asıl siz rahat yüzü
en güzel bir menzil beklemektedir. 50 Ka­
görmeyin! Bunu başımıza siz sardınız ve
lıcı güzelliğin üretildiği merkez olan cen­
gele gele en berbat yeri (buldunuz)!" diye­
netlerin 45
kapıları onlar için ardına kadar
rek 61 şöyle yalvaracaklar: "Rabbimiz!
dayalı olacaktn. 51 Orada huzurla uzana­
Bunu başımıza kim sardıysa, onun ateş
caklar; ve meyvesine (dek) her çeşit lez­
içerisindeki azabını kat be kat a r t ı r ! " 51

zetli (yiyecek) 46
ve içeceği talep edebile­
62 Bir de diyecekler ki: " N e oldu da, bir
cekler. 52 Yanlarında kendilerine denk,
zamanlar kendilerini yaramaz adam say­
gözü dışarıda olmayan (eşler) bulunacak.
47

dıklarımızdan hiçbirini burada göremez


53 İşte bu, Hesap Günü için size verilen
olduk? 63 Bir de onları alaya almıştık, de­
sözdür: 54 elbet Bizim verdiğimiz bu rı­
ğil mi? Yoksa (buradalar da), gözden kay­
zık, asla tükenme riski taşımamaktadır.
bolup saklandılar m ı ? "
55 Bu böyledir! Ama bir de haddini bil­
mez azgınlar var ki, onları da en kötü bir 64 Elbet ateş ehlinin birbiriyle çekişmesi,
işte böyle gerçekleşecektir.
menzil beklemektedir: 56 cehennem...

43 "O (da)", yani sınava çekilen "Davud gibi" 66/Sâffât: 48, not 19).
(Krş: 17. âyetin sonu). 48 Cehennemliklerin "yaslanmaları", cennet­
44 Ze'1-kifl hakkında ayrıntılı bir tahlil için liklerin "uzanmaları" ile bir karşıtlık oluştur­
bkz. 79/Enbiya: 85, not 88. maktadır (Krş: 51. âyet). Cehennemliklerin
45 Cennâtu 'adn için bkz. 58/Ra'd: 23, not 32. yaslanması, bir tandır veya ocağa odunların ya­
kılmak için yaslanmasından telmihtir.
46 Fâkihdnm anlamı için bkz. 39/Yâsîn: 55,
not 39. 49 Ğassâk için bkz. 23/Felak: 3, not 5.
47 Etrâb, nitelediği kimsenin dengini ifade 50 Benzer bir diyalogun yaşandığı Sâffat 25-
eder. Bu kelime de, tıpkı hür gibi dişi için de 32'dekine benzer bilinçli bir müphemlik. Mu­
erkek için de aynı formda kullanılır. "Gözü dı­ hatabın dikkati "kimin" dediğine değil, "ki­
şarıda olmayan" mânası verdiğimiz kâsıratu't- me, neyin" denildiğine çekiliyor. Sözün sahibi,
tarf ile bi-hûrin 'îyn arasında bir mâna yakınlı­ Zuhnıf 77'deki bekçi melek olabilir.
ğı vardır (Krş: 41/Rahmân: 72, not 43; bkz. 51 Krş. 106/Ahzab: 67-68.
Nûzûl: 55 Mushaf: 38 269

çık git bu (yüce) makamdan" dedi, "çün­


65 (EY Peygamber!] De ki: "Ben sadece kü sen kendi kendini aşağıladın! 78 Ve
bir uyarıcıyım! Mutlak otorite olan tek unutma ki, Hesap Günü'ne kadar lane­
Allah'tan başka ilâh yoktur: 66 göklerin, tim senin üzerine olacaktır!" 54

yerin ve o ikisi arasmdakilerin Rabbi,


79 (İblis): "Rabbim!" dedi, "Madem öyle,
mutlak yücelik, sürekli bağış sahibi!.."
bana tekrar cliriliş gününe kadar süre tam!"
67 (Yine) de ki: "Bu, muazzam bir haber­
80 (Allah) buyurdu ki: "Peki, sen artık
dir,- 68 sizse ondan yüz çeviriyorsunuz."
kendisine süre tanınanlardan birisin; 81
69 (De ki): "(İnsanın yaratılışını) tartış­ (tabi ki, sadece tarafımdan) bilinen za­
tıkları zaman, o yüce toplulukta (olup bi­ man dolup günü gelinceye kadar."
tenler) hakkında bir bilgiye sahip deği­
82 (İblis) bunun üzerine dedi ki: "Senin
lim; 70 ne var ki bana, sadece apaçık bir
yüceliğine yemin olsun ki, kesinlikle on­
uyarıcı olduğum bildirilmektedir."
ların tümünü yoldan çıkaracağım! 83 Bu­
71 Hani o zaman Rabbin meleklere de­
nun tek istisnası, onlar arasındaki, ima­
mişti ki: "Ben balçıktan bir beşer yara­ 52

nını saf ve temiz tutma çabasını destek­


tacağım. 72 İzleyin,- ne zaman ki onu şe­
lediğin samimi kulların o l a c a k ! " 55

killendirmeyi tamamlar da kendisine ru­


84 (Allah) bunun üzerine şöyle buyurdu:
humdan üflersem, derhal yere kapanıp
"İşte gerçek budur ve Ben de bu gerçeği
onun (hizmetine) âmâde o l u n ! " 53

dile getiriyorum: 85 Andolsun ki cehen­


73 Bunun üzerine bütün melekler emre nemi senin (gibiler)le ve sana uyanların
âmâde oldular,- 74 İblis hariç: o büyüklük tümüyle dolduracağım!" 56

tasladı ve hakkı inkâr edenlerden oldu.


75 (Allah) "Ey İblis!" dedi, "Ellerimle ya­ 86 (EY Peygamber!) De ki: "Ben bu mesa­
rattığım (beşerin) emrine âmâde olmak­ jı (iletmemden] dolayı sizden hiçbir kar­
tan seni alıkoyan şey neydi? (Başkasına şılık istemiyorum; ben kendi kendini
boyun eğmeyecek kadar) kibirli misin, zorla yükümlülük altına sokanlardan da
yoksa kendini (herkesten) üstün gören­ değilim. 87 Ne ki bu (vahiy), bütün âlem­
lerden biri misin?" ler için serâpâ bir uyarıdır: 88 ama onun
76 (İblis) dedi ki: "Ben ondan üstünüm: verdiği haberin (gerçek olduğunu) bir za­
(zira) beni ateşten yarattın, onu ise ça­ man sonra mutlaka öğreneceksiniz!" 57

murdan yarattın!" 77 (Allah) "Öyleyse,

52 Beşeran, görünmeyen varlığın karşıtı olan "gö­ 55 Muhlasîn'e verdiğimiz bu anlam için bkz.
rünen varlık" anlamına (Bkz: 72/Hicr: 28, not 25). 72/Hicr: 40, not 31.
53 Aynı metin ve detaylı açıklamalar için bkz. 56 Bakara'da (30-39) Âdem'in şahsında adam
72/Hicr: 29, not 26, 27. olacakların akıbeti, burada ise İblis'in şahsında
54 Benzer bir metin ve bir önceki âyetin so­ sapanların akıbeti ele alınıyor.
nundaki racîm'le ilgili bir not için bkz. 57 Zımnen: Ey insan! Öldükten sonra ne olma­
72/Hicr: 34-35. yı düşünüyorsun? İblis mi, Âdem mi?
İsmini 46 ve 4 8 . âyetlerde geçen el-a'râf 'tan alır. Nesâi'nin Hz. Aişe'den
naklettiği bir rivayetten yola çıkarak, daha sahabe döneminde bu adla
anıldığını söyleyebiliriz.

Sûre Mekke'de inmiştir. Kimi âyetlerinin Medine'de indiği varsayımı muk-


ni bir delile dayanmaz. Birkaç istisna hariç, 2 0 6 âyetlik sûrenin nûn harfi­
ne dayalı ses sistemi, sûrenin bir seferde veya pasajlar hâlinde ardarda ini­
şine delalet eder. Aynı şey içeriği için de söylenebilir. T ü m ilk tertipler sû­
reyi Sâd ile Cin sûreleri arasına yerleştirirler. Bu durumda sûreyi peygam­
berliğin 9. yılma tarihlendirebiliriz. (Sâd ve Cin sûrelerinin girişine bkz.]

Mushafta Fâtiha'nın ardından sıralanan Kur'an'ın en uzun yedi sûresinden


biridir. Diğerleri Bakara, Âl-i İmran, Nisa, Mâide ve E n ' â m sûreleridir. Sû­
re girişin ardından sözü, ilâhi kelâma atıfla  d e m ve Şeytan örneğine geti­
rir. Kıssa üzerinden verilen öğüt açıktır: Â d e m de günah işledi, İblis de. Fa­
kat  d e m günahını itiraf ederek " a d a m " oldu, İblis ise günahında ısrar ede­
rek " ş e y t a n " oldu. Ve bu ikisi, bütün bir insanlık için iyinin ve kötünün
prototipi oldu (10-30]. T ü m muhataplara verilen öğüt ise şudur: Kimi mo­
del alırsanız onun gibi olursunuz. Kime benzerseniz, onunla aynı akıbeti
paylaşırsınız (31-58). N i t e k i m Şeytan'm izini takip eden 'Âd, Hûd, Semûd,
Lût ve Medyen toplumları helak oldular (59-102).

Musa Adem'in izinden, Firavun şeytanın izinden yürüdü. İyiler ve kötüler


zamanın bu diliminde bir daha karşı karşıya geldiler. Sonunda Allah'ın ya­
sası gereği iyiler kazandı (103-137).

Fakat kazanan iyiler başarıyı Allah'ın iyiliğe ödülü olarak görmek yerine,
İbranî ırkı onu müktesep hakkı gibi görerek Şeytan'ın düştüğü tuzağa düş­
tü. Musa, tevbesiyle, kulluğuyla ve teslimiyetiyle Âdem'in izini izlerken,
kavmi ırkçılığıyla, hatada ısrarıyla ve Allah'a başkaldırısıyla Şeytan'ın izi­
ni izledi. En sonunda, vahyi taşımakla onurlandırılan m ü s l ü m a n Isrâiloğul-
ları yahudileşip çıktı (103-178). Bu uyarılara kulak tıkayanlar, şöyle tasvir
edildi: "Doğrusu Biz, görünen görünmeyen iradeli varlıklar içinden akleden
kalpleri olup da kavramayan, gözleri olup da görmeyen, kulakları olup da
işitmeyen birçoklarını cehenneme atmışızdır. Hayvan sürüleri gibidir on­
lar, belki daha da aşağı! Onlar, gaflete gömülmüş zavallılardır" (179).

Sure gafillerden o l m a m a n ı n formülünü veren âyetlerle son bulur (180-206).


RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 Elif-Lâm-Mîm-Sâd\ l
ceğiz. 7 Ardından onlara (haklarındaki)
bilgi arşivimizi mutlaka açacağız; hoş,
2 BlR sûre indirildi sana; artık bundan
2
onlardan hiç uzak olmadık ki...
dolayı için daralmasın ki, onunla (insan­ 8 Ölçme ve değerlendirme o gün hakkıy­
ları) uyarabilesin ve mü'minlere de (şu) la gerçekleşir; sonuçta kimin sevabı tartı­
öğüdü verebilesin: 3 "Uyun Rabbinizin da ağır gelirse, işte o kesintisiz mutlulu­
katından size indirilene! O'nun dışında ğa erişir. 9 Fakat sevabı tartıda hafif gelen
birtakım otoritelere de asla uymayın!" 3
kimseler var ya: işte onlar, mesajlarımıza
Ne kadar da kıt hafızalısınız! 4
ettikleri haksızlık yüzünden kendilerini
4 Biz nice (âsî) toplulukları helak etmi­ harcayan kimselerdir.
şizdir; kahredici gazabımız bir gece vakti
ya da gün ortasında dinlenirken gelip ça- 10 (EY İNSANLAR!) Doğrusu sizi yeryü­
tıvermiştir. 5 Kahredici gazabımız kendi­ züne yerleştirdik ve orada geçiminizi sağ­

lerine gelip çatınca, "Kesinlikle bizdik layacak bir ortam hazırladık: (Bu gerçeğe
rağmen) şükredenleriniz ne kadar da azdır?
haksız olan, evet biz!" itirafından başka
bir savunmaları olmayacaktır. 11 Doğrusu sizi yarattık, sonra sizi bi­
6 Hem kendilerine ilâhî mesaj gönderi­ çimlendirdik, ardından meleklere dedik
lenleri, hem de (onlara) ilâhî mesajı ilet­ ki: "Âdem(oğlu) lehine 5
emre âmâde
mekle görevli olanları elbet hesaba çeke- o l u n ! " Hemen emre âmâde oldular, Ib-
6 7

1 Mânası konusunda sözün tükenmeyeceği bu 4 Tezekkür, istikameti geçmişi gösteren dü­


harfler, Hz. Peygamber'in aldığı vahyi tek bir şüncedir ve hafızaya tekabül eder. Tedebbur,
harfini dahi zayi etmeden ilettiğinin lafzî şa­ istikameti gelecek olan ve tedbir üretmeyi he­
hididirler (Bkz: 7/Kalem: 1, not 1). defleyen düşüncedir. Taakkuî bu ikisi arasın­
2 Veya: "Bir ilâhî mesaj". Zemahşerî, kitâbun da bağ kurmak, tefakkuh bu üçünden elde edi­
ile kastedilenin bu sûre olduğunu söyler. Bu­ leni şimdi ve buradaya taşımaktır. Tefekkür
nu, "bundan dolayı için daralmasın" ifadesi ise bütün bu süreçlerin tümünü kapsar. Bun­
destekler. Bu yeni bir durumdur. Gerekçesi ların hepsi de olumlu düşünmeyi içerir ve te-
sûrenin muhtevasında aranmalıdır. Bizce bu, fa'ul babından gelir. Olumsuz kullanıldığı tek
bir yandan Müşriklerin husumetine rağmen yerde ise tefîl babından (fekkera) gelir (Bkz:
onlardan ümit kesmemeye davet (35. âyete 4/Müddessir: 18, ilgili notlar).
bkz), öte yandan Âdem'e hasedinden Şeytanla- 5 Lâm'm lâm-ı leh vurgusuyla.
şan iblis ve buzağıya tapan Isrâiloğulları kıssa- 6 Bu âyette açık ve net olarak Âdem Âdemoğ­
larıyla daha hicret gerçekleşmeden Yahudile­ lu/insanoğlu yerine kullanılmıştır. "Sizi .. si­
rin husumetini celbe ilişkindir. Üçüncü bir zi.." ile başlayan hitap birden "..ve Âdem'e de­
boyut da Müslümanların Yahudileşme tehli­ dik ki.." şekline dönüşür. Bu Kur'an'ın sembo­
kesine dikkat çekmektir. lik dil özelliğinin harika bir örneğidir. Adeta,
3 Zımnen: Kılavuzu vahiy olmayanın kılavu­ "Onlar Kur'an üzerinde derinliğine düşünmü­
zu Şeytan olur. Eviiya'nın "tabi olmak" fiiliy­ yorlar mı?" ilâhî emrinin sebebini ifade eder.
le kullanıldığı bu bağlamdaki en uygun karşı­ 7 Maksada ilişkin bir okuma, Âdem'e secde
lığı "otorite"dir. eden meleklerin gök değil yer melekleri oldu-
272 56/A'RÂF SÛRESİ .«^y-g. N û z û l : 56
Mushaf: 7

lis hariç: o emre âmâde olanlar arasında


8 dosdoğru yolunun üzerine onlar için pusu
yer almadı. 9 kuracağım; 17 soma da hem doğrudan ve
12 (Allah) sordu: "Sana emrettiğim za­ açıktan, hem de dolaylı ve sinsice, hem
man seni emre âmâde olmaktan alıkoyan sûret-i haktan görünerek hem de zaaflan
neydi?" (İblis) cevap verdi: "Ben ondan ve güdüleri kullanarak 13
sokulacağım on­
üstünüm; (çünkü) beni ateşten yarattın, lara: Ve Sen onların çoğunu nankörlük
oysa onu balçıktan y a r a t t ı n ! " 10
eden kimseler olarak bulacaksın."

13 (Allah): "Öyleyse in o bulunduğun 18 (Allah): "Aşağılanmış ve dışlanmış bir


yerden!" dedi, "Çünkü o (makamda) bü­ hâlde defol oradan!" dedi; "onlardan kim
yüklük taslamak senin haddine düşmez! sana uyarsa, unutmayın ki cehennemi tı­
Hadi, çık git artık! Çünkü sen aşağılık bi­ ka basa sizlerle dolduracağım!"
risin!" 19 Ve (sana gelince) Ey Âdem! Sen ve eşin
14 (İblis) dedi ki: "Yeniden diriliş gününe has bahçede yerleşin, canınızın çektiği
kadar bana süre tanı!" her şeyden yiyin, ama sakın şu ağaca yak­
laşayım demeyin: sonra zalimlerden
15 (Allah) "Sen zaten süre tanınmışlar­
olursunuz!
dan biriydin!" buyurdu. 11

20 Bunun üzerine, Şeytan onlara (o zama­


16 (Ve İblis) şöyle dedi: "Madem ki sen be­
na değin) cinsellikleri 14
hakkında henüz
ni saptırdın, yemin olsun ki ben de senin
12

ğunu söyleyenleri doğrular niteliktedir (Bkz: 11 İbarenin yapısı, İblis'in talebinin gerçekleş­
Râzî). Buradaki secdenin namaz secdesi olma­ tiğini değil hasılı tahsil ettiğini gösteriyor.
dığı açıktır. Bu secde ya "İradesi sayesinde bil­ 12 İblis burada Allah'a iftira etmektedir. Zım­
me ve tanımlama yeteneği bahşedilen insana nen: Yanlış tercihini Allah'a nisbet ederek so­
saygılarını sunmak", ya da "Âdemoğlunun ya­ rumluluğunu inkâr eden kişi iblisleşir. Buna kar­
şamı ve iyiliği için yardımcı ve âmâde olmak" şın Hûd: 34'te "Allah'ın azdırması" türünden
anlamına gelir. Çünkü sucûd'un dildeki karşı­ ibareler, "Allah fâsıklardan başkasını saptırmaz"
lığı "önünde eğilmek, emrine âmâde olmak, (94/Bakara: 26) âyeti ışığında anlaşılmakdır.
saygı sunmak "tır.
13 Lafzen: "..ellerinin arasından/önlerinden
8 Zımnen: Allah'tan umut kesmek îblisleş- ve arkalarından, sağlarından ve de solların­
mektir (Bkz: 94/Bakara: 34, not 57). dan". Min beyni eydihim ibaresi bu bağlamda
9 Melekler ve şeytanlar arasındaki fark için "açıktan, göz göre göre, doğrudan", min halfi-
bkz. 72/Hicr: 27, not 23. him ibaresi de bunun karşıtı olarak "gizli, sin­
10 Halk hem yoktan hem vardan yaratmayı sice, dolaylı yoldan" anlamına gelir (Râğıb).
ifade eder. Şeytanın polemiği, akılcı fakat İblis'in "sağlardan ve sollardan sokulmasının"
akıllı değildir. İlkel bir materyalizm olarak ad­ doğruya en yakın anlamı Taberî'nin de tercihi
landırılabilecek bu tavrın en tipik özelliği, ki­ olan yukarıdaki anlam gibi görünüyor. Âyette
şinin, kendi dahlinin olmadığı doğuştan gelen üst ve alt cihetlerin anılmamış olması, İblis'in
bir değeri üstünlük ölçüsü olarak sunmasıdır. şeytani becerisine rağmen atlatılabilir ve sa-
Bu mantıkla, "ben üstünüm çünkü falan ırka vuşturulabilir olduğuna delalet eder.
mensubum", "ben üstünüm çünkü cinsiye­ 14 Sev'e, cinsel organdan kinaye olan bu kul­
tim şu" türü bir mantık arasında hiçbir fark lanım, en temelde "cinsel güdülere" bir atıftır
yoktur. Sözün özü: Şeytan ırkçılığın piridir. (Krş: Lisân ve Müfredat).
Nûzûl: 56 Mushaf: 7 56/A'RÂF SÛRESİ 273

farkına varmadıkları şeyi ifşa etmek için dememiş miydim?"


fısıldadı ve "Rabbinizin sizi bu ağaçtan 23 Her ikisi de dediler ki: "Rabbimiz! Biz
uzak tutması, başka değil, sadece siz (on­ kendi kendimize zulmetmişiz; eğer bizi
dan yiyince) iki melek (gibi) olursunuz ya bağışlamaz ve bize acımazsan, kesinlikle
da ölümsüzleşirsiniz de ondandır" dedi. 15
kaybedenler arasına gireriz!"
21 Ve her ikisine yeminler etti: "İnanın
24 (Allah) buyurdu: "Birbirinize düşman
ki ben ikinizin de iyiliğini istiyorum."
olarak çıkıp gidin! Zira yeryüzünde, geçi­
18

22 İşte böylece onları aldanışa sürükleye­ ci bir hayat alam ve tadımlık bir haz sizi
cek telkinlerde bulundu. Bunun üzerine bekliyor." 25 (Ve) dedi ki: "Orada yaşaya­
onlar o bitkiden tadar tatmaz cinsellikle­ cak ve orada öleceksiniz; nihayet oradan
rinin farkına vardılar ve başladılar has (âhiret yolculuğuna) çıkanlacaksmız." 19

bahçenin yapraklarından topladıklarıyla


üzerlerini ö r t m e y e . 16
26 EY ÂDEMOĞULLARI! Size katımız­
Rableri de ikisine birden şöyle seslendi: dan, hem çıplaklığınızı örtmek hem de
"Ben ikinizi de o ağaçtan men etmemiş zarafet ve güzellik 20
aracı olmak üzere
miydim? Ve ben ikinize 'Kesinlikle Şey­ giysi (yapma yeteneği) bahşettik; fakat
tan sizin için ayan açık bir düşmandır!' 17
takva elbisesi var ya: işte o en hayırlı

15 Zımnen: Mükemmel yaratılmamış olan in­ lıklı bir Şeytan tasavvuruna sahip değilse,
sanoğlunun mükemmelleşme arzusu, Şey­ kendi cinslerini ötekileştirir. İnsan ötekileş-
tan'ın kullanacağı bir tuzaktır. Bu tuzağa dü­ tirdiği insana "şeytan" rolü yükler. Ötekileş-
şen İblisleşir ve cennetten olur. Âdem gibi ku­ tirme bu sınırda da durmaz. Kendi türünü öte-
surunu bilense itiraf eder ve cenneti bulur. kileştiren şaşkın insan, sonunda kendini öte­
16 Sorumluluğunu unutan insanın cinsel dür­ kileştirir. İşte insanın kendi kendisinin Şey­
tülerinin emrine gireceğinin simgesel bir dille tan'ı olma süreci böyle gerçekleşir.
anlatımı. Mücâhid'e göre bu kıssada kullanı­ 18 Hubût [ihbitû), inzâl'in karşıtıdır. İnzal,
lan dil semboliktir. Âdem ve eşinin elbisele­ "ikram olarak iniş", hubût ise özellikle insan
rinden murat, insani sorumluluk ve saygınlı­ için "düşüş ve alçalış" vurgusunu taşır (Râ-
ğın ifadesi olan ve 26. âyette dile gelen "takva
ğıb). Kur'an'da demirin, evcil hayvanların,
elbisesi "dır (Taberî, sûrenin 26. âyetinin tefsi­
yağmurun, adaleti temsil eden mizanın ve da­
rinde). Bu kıssayı Âdemoğlu'nun kıssası ola­
ha bir çok şeyin "indirildiğinin" [inzal] ifade
rak alırsak, bu mecazın her insanın buluğ ça­
edilmesi, esasen "ikram edildiğinin" ifade
ğını temsil ettiği sonucuna varabiliriz.
edilmesinden başka bir şey değildir.
17 Lâm ve sıfat tamlamasının unsurlarının be­
19 Kıssadan hisse zımnen: Allah'ın emirlerine
lirsizliği çevirimizin gerekçesidir. Buradaki
karşı gelen insan, bunun bedelini elindeki de­
zımni mesaj: insanoğlu bir öteki olmadan ya­
ğerleri kaybederek öder. Âdem-lblis kıssası,
pamaz. Madem öyle, o hâlde alın size gerçek
iradeyi kullanmadan ahlâkî sorumluluğun ge­
bir öteki! Şeytan'ın insanoğlunun ötekisi ol­
lişmeyeceğini imâ eder.
duğu o kadar açık ki, bunun isbatı için zahme­
te gerek yok. Vahiy Şeytan'ı insanın ötekisi 20 Sadece burada geçen rîş, kuşların tüy ve te­
olarak ilan etmekle, insanı hemcinslerini öte- leklerine verilen isimdir. İnsana ve eşyaya es­
kileştirmekten kurtarmaktadır. Zira insan tetik ve güzellik katan her şey için, özelikle
düşman bir öteki olmadan yapamaz. Eğer sağ- giysi ve örtü için kullanılır [Esâs ve Müfredat).
olandır. 21
bir şeyi Allah'a mı yakıştırıyorsunuz?"
Bunlar da Allah'ın âyetlerindendir, belki 29 De ki: "Benim Rabbim, sadece doğru
insanlar ders alırlar. olanın yapılmasını emretmiştir: O hâlde
27 Ey Âdemoğulları! Tıpkı atalarınızın siz, Allah'a sadâkatinizi isbat için girişti­
hasbahçeden çıkışına sebep olduğu gibi, ğiniz her eylemde bütün varlığınızla
Şeytan'ın sizi şaşırtmasına fırsat verme­ O'na yönelin 24
ve dini yalnızca O'na has
yin: Cinselliklerini keşfetmeleri için, her kılarak ta yürekten yalvarm. Başlangıçta
ikisinin örtüden yoksun bırakılmasını sizi yarattığı gibi, sonunda yine O'na dö­
sağlajmıştı. Hiç kuşkunuz olmasın ki, o neceksiniz.

ve avanesi sizin kendilerini hiç göremeye­ 30 O, bazılarını doğru yola sevk edecek;
ceğiniz bir boyuttan sizi görüyorlar! Çün­ fakat bazıları için de doğru yoldan sap­
kü Biz şeytanları, (hakkıyla) iman etme­ mak kaçınılmaz hâle gelecek: Çünkü on­
yenlere otorite 22
kılarız. 28 Ve ne zaman lar Allah'ı bırakıp şeytanfî duyguların)ın
çirkin bir iş işleseler, (hemen) "Biz atala­ hakimiyetine girecek; üstelik doğru yolu
rımızı da bu iş üzerinde bulduk; demek bulduklarını sanarak...
ki 23
bunu bize Allah emretmiştir" derler.
De ki: "Şu kesin: Allah çirkin bir şeyi 31 EY Âdemoğulları! Allah'a sadâkatini­
emretmez. Yoksa siz, hiç bilmediğiniz zi isbat için giriştiğiniz her eylemde ziy­
net ve zarafetinizi takının. 25
Yiyin için

21 Zımnen: Takva, sorumluluk bilinci olarak uygun en münasip açılımı bize böyle göründü.
örtünmenin ruhudur. Takvâsız bir örtünme Buradaki vech (yüz), Kur'an'ın bir çok yerinde
ruhsuz bir cesettir. Âyet giyinmenin doğuştan "zatı, varlığı" anlamında kullanılır. Yüz insa­
medenî olan insanın tabiatı gereği olduğunu nın 'logo'sudur. Buradaki vech ile En'âm
ifade eder. Amaç, karşıt cinslerin birbirleriyle 79'daki vech'in anlamı aynıdır: Kişinin bütün
ilişkiyi cinsiyet üzerinden değil şahsiyet üze­ varlığıyla Allah'a yönelmesi.
rinden kurmalarıdır. Aksi hâlde ilişki zehirle­ Âyette geçen mescid sadece "secde yeri/zama­
nir ve bu ilişkiden hasıl olacak katma değer nı" anlamına gelmez. Bu kavramın anlam ala­
yok olur. Medenî olan Nur 31 ve Ahzab 59'da- nına, namaz ve tavaf gibi doğrudan ibadetler­
ki tesettür düzenlemeleri, bu âyetle fıtrî te­ le, düşünce üretimi ve içtihat gibi dolaylı iba­
melleri gösterilen örtünme sürecinin kemali­ detlere varana dek ibadete dönüşebilen her şey
ni ifade eder.
girer [Menâr).
22 Evliya bu bağlamda "otorite" vurgusuna
25 Zinet, bilgi gibi soyut, ahlâk gibi mânevi,
sahiptir (Bkz: âyet 3, not 3). Şeytanların, hak­
takı ve elbise gibi maddî, boy-pos gibi bedeni
kıyla iman etmeyenlere, Allah'a güvenmeme­
olmak üzere, insan hayatına zarafet, letafet ve
lerinin bir cezası olarak nasıl otorite kullandı­
güzellik katan her şeydir (Râğıb). Görkem ve
ğını Fussilet 25 ve Zuhruf 36. âyetler açık ve
gösteriş, süslenip püslenmek de ziynettir
net bir biçimde beyan etmektedir.
(Bkz: 67/Kasas: 79). Bir sonraki âyet, yiyecek
23 Ve bağlacına bu bağlamda verilebilecek en ve içeceklerin de ziynet kapsamına dahil edi­
uygun karşılık. leceğinin delilidir. Âyet, mescide girerken
24 Mescidin üç anlamı vardır: îsm-i zaman, açık saçık veya şeffaf kıyafetlerle değil, maz­
ism-ism-i mekan, mastar-mîmî. Burada keli­ but ve başkalarının huşuunu ihlal etmeyecek
menin mimli masdar vurgusunun bağlama kıyafetlerle girme emri olarak anlaşılmıştır.
ama israf etmeyin; çünkü O israf edenle­ 34 Her toplumun bir vâdesi vardır: Vâde­
ri sevmez. leri dolduğu vakit, onu bir an ne erteleye­
32 Sor bakayım: "Allah'ın kulları için ya­ bilirler ne de öne alabilirler. 29

rattığı güzellikleri, temiz ve helâl rızıkla-


rı yasaklayan k i m m i ş ? " 26
35 EY ÂDEMOĞULLARI! Size aranızdan
benim mesajlarımı ileten elçiler geldiğin­
Cevap ver: "Bunlar dünya hayatında (her­
de, her kim sorumluluk bilinciyle hare­
kesle birlikte) imana erenler için, Kıya­
ket eder ve kendini düzeltirse, onlar gele­
met Günü ise yalnızca onlara has olacak­
cek kaygısı taşımayacak ve geçmişte yap­
tır."
tıkları için üzüntü duymayacaklar. 30
36
Kavrama yeteneği olan bir toplum için Mesajlarımızı yalanlayan ve onları kü­
âyetlerimizi işte böyle açık ve net bir bi­ çümseyenlere gelince: onlar, içinde te­
çimde dile getiriyoruz. 27

melli kalmak üzere ateşe girecek.


33 De ki: "Benim Rabbim, yalnızca açık 37 Kendi uydurduklarını Allah'a isnat
ya da gizli yüz kızartıcı davranışları, gü­ eden ya da O'nun âyetlerini yalanlayan­
nahın her türünü, haksız yere başkasının dan daha zalim biri olabilir mi? Bu tipler
malına göz dikmeyi, herhangi bir delil in­ için yazılan (ceza)lardan onların payına
dirmediği hâlde Allah'tan başkasına ilâh- düşen gelip onları bulacak: En sonunda
lık yakıştırmanızı, hakkında bilginizin canlarını almak için elçilerimiz geldiğin­
olmadığı şeyi Allah'a atfetmenizi yasak­ de, onlara "Nerede Allah'ı bırakıp da
lamıştır." 28

26 Zımnen: Dindarlık yapayım derken sahte Tutunacak bir toprağa, saçak salacak bir me­
haramlar koyarak haddini aşan kimmiş! (Bkz: kâna, gelişecek bir iklime ihtiyaç duyarlar.
69/Yûnus: 59-60; 74/Nahl: 116-117). Akıllı olan kişi ağaçların gövde çapına değil,
27 Dikkat: 31 ve 32. âyete ilişkin her tür yo­ kökünün çürüyüp çürümediğine dikkat eder.
rum, bu âyetlerin Mekke'de indiği göz önüne Kökleri çürümüş ağaçlar ne kadar kaim olur­
alınarak yapılmalıdır. larsa olsunlar, onları yıkacak bir fırtına mut­
laka kopar. Uygarlıkların kökü değerler siste­
28 Zımnen: Cahilin dindarlığı arttıkça sapma­
mi, o kökün yayıldığı toprak insanların yüre­
sı da artar. Zira gösterişçi dindarlık sahte kut­
ği ve bilinci, o toprağı besleyecek yağmur
sallık üretir.
adalet, ahlâk ve imandır.
29 Burada "vâde" diye çevirdiğimiz ecel,
Muhtemelen ümmet kavramının iniş sürecin­
Kur'an'da en kesin ve keskin şekliyle top­
de kullanıldığı ilk yer burasıdır. Bu kavramın
lumlar için kullanılır. "Ne bir an erteleyebi­
kullanıldığı âyetlerin Mekke döneminin son
lirler ne öne alabilirler" kesinliği, sanıldığı­
yıllarına ait olması dikkat çekicidir (69/Yûnus:
nın aksine fert eceli için kullanılmaz. Sadece
49; 72/Hicr: 5 80/Mü'minûn: 43). Bununla bir
;

ertelemeyi dışlayan tek zamanlı kullanımlar


yandan Mekke site devleti ölçeğinde müşrikle­
mevcuttur (9l/Hac: 5; Ankebût: 5 Mâide:;
re tarihin bir yasası, öte yandan mü'minlere
78/Mü'min: 67; Münâfikûn: 11). Bu kalıp, çift
Medine'nin eşiğinde yepyeni bir medeniyetin
zamanlı ve buradaki kesinlikte kullanıldığı
kurucu öğesi olacakları hatırlatılmaktadır.
diğer yerlerde (69/Yûnus: 49; 74/Nahl: 61)
milletlerin ve uygarlıkların ömrüne ilişkin 30 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 94/Bakara:
olarak gelir. Uygarlıklar ağaçlara benzerler. 38, not 68.
kendilerine yalvarıp yakardıklarmız?" di­ 39 Bu kez öncekiler sonrakilere: "İşte
ye soracak. Onlar (ise) "Bizi yüzüstü bı­ gördünüz, sizin bizden bir farkınız y o k . 33

raktılar!" cevabını vererek, hakikati ıs­ Öyleyse, kendi işledikleriniz yüzünden


rarla inkâr etmeleri konusunda yine ken­ tadın azabı!" diyecekler.
di aleyhlerine tanıklık edecek. 31

38 (Ve Allah): "Sizden önce gelip geçmiş 40 HİÇ ŞÜPHESİZ mesajlarımızı yalan­

olan görünür görünmez iradeli varlık 32


lamaya kalkan ve onları küçümseyenlere
yüce âlemlerin kapıları açılmayacak; ve
34

gurupları arasına siz de katılarak ateşe gi­


onlar, h a l a t 35
iğne deliğinden geçmedikçe
rin!" diyecek.
cennete giremeyecekler. Biz, günahta ıs­
(Ateşe) giren guruplar her seferinde diğer
rar edenleri işte böyle cezalandırırız. 41
guruba lanet edecek; öyle ki, onların tü­
Onların (altlarında) cehennemden bir dö­
mü birbiri ardınca oraya doluşunca, son­
şek, üstlerinde ateşten bir örtü olacak: İş­
rakiler önden gidenler için "Rabbimiz! İş­
te Biz, zulme gömülüp gidenleri böyle ce­
te bizi yoldan çıkaran bunlar; bu yüzden zalandırırız.
onlara iki kat ateş azabı çektir!" diyecek.
42 Fakat kim imana erer ve imanıyla
(Allah): "Hepiniz iki kat azabı hak etti­
uyumlu işler yaparsa -(ki) Biz hiç kimse­
niz, fakat bunun dâhi farkında değilsi­
ye taşıyacağından fazlasını yüklemeyiz-
niz!" diye cevap verecek.
işte, içinde ebedi kalmak üzere cennete

31 Küfür fıtrata yabancılaşmaktır. Fıtratına nin köleliğinden kurtulup miraca yükselecek.


yabancılaşan kendisiyle tanışamaz, kendisiyle 35 Cemel sözcüğü cemi, cuml, cummel, cu-
tanışmayan ise kendisine tanık olamaz. mul biçiminde de okunmuştur. Tüm okuyuş­
32 Cinn ve ins'i çevirimiz için bkz. 73/En'âm: lar iki anlama çıkar: "Erkek deve" ya da "ha­
112, not 94. lat". İbn Abbas, benzetme sanatının bu eşsiz
örneğini yorumlarken benzetme sanatında de­
33 Lafzen: "sizin bize karşı bir ayrıcalığınız".
veyi iğne ile eşleştirmenin uygun olmayacağı­
Yukarda verdiğimiz anlamın, bu bağlamda ve­
nı düşünerek bununla halatın kastedildiğini
rilebilecek en isabetli anlam olduğu gözükü­
söyler ve der ki: "Allah teşbihin de en iyisini
yor. Çünkü sonrakiler, kendilerinin izleyici
yapar." (Zemahşerî ve Ferrâ) Hz. Ali, Mücâ-
olduğunu, asıl cezalandırılması gerekenin iz­
hid, Said b. Cübeyr ve Şa'bi de âyeti böyle an­
leyenler değil izlenenler ya da kötülüğe öncü­
lar [Menâr). Erkek deveye, erkekliği halata
lük edenler olduğunu düşünerek, savunmala­
benzediği için cemel denildiği görüşü de bunu
rını bu mantık üzerine bina ediyorlar. Oysa
teyit eder (Tâc). İbn Abbas'm yukarıdaki açık­
onların hesap etmediği, böyle bir mazeretin
geçerli olması durumunda şeytana kadar tüm lamasını doğru kabul edersek, "deve iğne deli­
nesillerin mazeret beyan edeceği gerçeğidir. ğinden geçerse" ibaresinin Araplarda yaygın
Kaldı ki, izlenenler kötülüğe öncülük yaparak ve kabul görmüş bir deyim olmadığını kabul
fıtrat sözleşmelerine ihanet etmişler, izleyen­ etmemiz gerekecek.
ler ise onları körü körüne takip ederek irade Ayetteki bu ifade, cehennemi hak eden inkar­
ve akıl emanetine ihanet etmişlerdir. Sonuçta cılardan söz eden "Rabbin aksini dilemedikçe,
ikisi de ihanettir ve hainlerin cezası aynıdır. gökler ve yer orada durduğu sürece onlar da
34 Lafzen: "Semanın". Zımnen: Ne vahyin yü­ orada kalmayı sürdürecekler" (70/Hûd: 107)
ce mânaları kalbine inecek, ne bilinci güdüleri- âyeti ile bağlantılı olarak anlaşılabilir.
girecek olan da bunlardır. 43 Onları içle­ girmek için sabırsızlanan cennetliklere
rine işlemiş olan her tür olumsuz duygu "Selamün aleyküm!" diye seslenecekler.
ve düşünceden tamamen arındıracağız, 36
47 Onların gözleri ateş kafilesine doğru
ayaklarının altından nehirler çağlayacak çevrilince: "Rabbimiz! Bizi zalimlerin
ve şu itirafta bulunacaklar: "Hamdin ta­ arasına katma!" diye yalvaracaklar.
mamı bizi bu (mutlu sona) ulaştıran Al­ 48 Ve (sözkonusu) ayırdetme yeteneğine
lah'a mahsustur,- eğer Allah bize doğru sahip olanlar, belirtilerinden kim olduk­
yolu göstermemiş olsaydı, biz asla doğru larını çıkardıkları kimselere seslenecek­
yolu bulamazdık. Doğrusu, Rabbimizin ler: "Sahi, ne sağladı size taraftarlarınız /
elçileri bize gerçeği söylemişler." mal-mülkünüz ve böbürlendiğiniz o nes­
Ve yankılanan bir nida: "İşte, yaptığınız neler?" 49 (Cennet yolcularını işaret ede­
(iyiliklere) karşılık mirasçısı olduğunuz rek) "İşte şunlar, bir zamanlar "Allah
cennet bu!" rahmetini onlara asla ulaştırmaz!" diye
44 Ve cennetlikler cehennemliklere: yeminler ettiğiniz, (şimdi ise) kendilerine
"Rabbimiz bize ne vaad ettiyse hepsini "Girin cennete! Sizin için gelecek endişe­
gerçekleşmiş bulduk; siz de Rabbinizin si yok, geçmişten dolayı hüzün duymak
size vaad ettiklerinin hepsini gerçekleş­ da yok!" denilen kimseler değiller m i ? "
miş buldunuz m u ? " diye seslenecekler. 50 Ve ateş yolcuları cennet yolcularına
"Evet!.." diye cevap verecekler. Bunun seslenecekler: "(Ne olur), üzerimize bir
üzerine içlerinden bir münâdî haykıra­ parça su dökün!.." ya da "Allah'ın size
cak: "Allah lanet etsin tüm zalimlere!.. bahşettiği rızıklardan (bize de verin)!.."
45 Onlar ki, insanları Allah'ın yolundan (Diğerleri): "Unutmayın ki Allah, inkâr
çevirirler ve onu çapraşık, dolambaçlı edenleri her ikisinden de mahrum bırak­
göstermeye çabalarlar; üstelik onlar âhi­ mıştır! 51 Onlar ki, dinlerini oyun ve eğ­
reti (de) inkâr ederler!" lenceye çevirip dünya hayatının albenisi­
46 O ikisi arasında bir engel bulunacak­ ne kanmıştılar!" cevabını verecekler.
tır. Dahası, onlar nasıl bu Hesap Günü'nün
gelip çatacağını unuttular ve mesajları­
Orada (iyilerle kötüleri) ayırdetme yeti-
siyle donatılmış 37
kimseler olacak; onlar mızı inkâr ettilerse, Biz de bugün onları

her iki kesimi de belirtilerinden tanıya­ unutulmaya terk edeceğiz. 52 Zira Biz
caklar ve henüz cennete girmeyen lâkin onlara, inanmaya gönüllü bir toplum için

36 Zımnen: Mükemmellik sadece cennette anlamındaki 'urften türetilmiştir. Atın yele­


mümkün olacak. Ğıll, kalbin ta içine nüfuz sine, horozun ibiğine en tanınan alameti oldu­
eden kini ifade eder (Krş: 102/Haşr: 10). "Ta­ ğu için 'uri denilmiştir. "Duvar, sur, burç, ku­
mamen arıtıp damıtacağız" anlamındaki ne- le, platform" gibi göz önünde olan ve bakınca
za'na. ile birlikte düşünüldüğünde ğıll'm "içe göze çarpan her şey için kullanılmıştır. 'Ale'l-
işleyen" anlamı daha bir belirginlik kazanır. a'rafı "marifet yeteneği", ashâbu'l-a'râf 'ı da
37 Sûreye isim olan A 'râf hakkında tartışmalı "marifet sahipleri" olarak anlayan Hasan Bas-
rivayetler bir yana, kelime "tanıma, bilme" ri gibi otoriteler tercimizin gerekçesini teşkil
ederler (Krş: Râzî).
bir yol haritası ve rahmet pınarı olan, ta­ 54 KUŞKUSUZ sizin Rabbiniz, gökleri ve
rifsiz bir bilgiye dayalı izahlarımız bulu­ yeri altı aşamada 39
yaratan,- ve sınırsız
nan bir kitap iletmiştik. güç ve kudret m a k a m ı n a 40
kurulan Al­
53 (Şimdi] onların, O (Gün'ün) ne deme­ lah'tır. O'dur gündüzü aralıksız kovala­
ye geldiğinden başka bir şeyi bekleme yan geceyle örten; güneşi, ayı ve yıldızla­
hakları mı var? Onu vaktiyle göz ardı rı emrine âmâde kılan O... Bakın, yalnız
eden kimseler, onun ne demeye geldiği­ O'na aittir bütün yaratılış ve mutlak
nin açıklandığı gün diyecekler ki: "Doğ­ emir: Âlemlerin Rabbi Allah en yüce, en
rusu Rabbimizin elçileri bize hakikati ulvi bereket kaynağıdır. 41

söylemiş. Acaba şimdi bizden yana aracı­ 55 Rabbinize alçak gönüllü olarak 42
ve
lık yapıp da bizi kayıracak birileri var derin bir acziyet duygusu içinde yalva-
mı? Veya geri dönmemize izin verilse de, rın! 43
Şüphesiz O haddi aşanları sevmez.
şimdiye kadar yaptıklarımızdan başka 56 Bu nedenle, iyi bir düzene sokulmuş­
türlü davransak olmaz m ı ? " ken yeryüzünde bozgunculuk çıkarma­
Doğrusu onlar kendilerini (işte böyle) al­ yın; derin bir ürperti ve büyük bir işti­
datacaklar ve uydurdukları kuruntu ürü­ yakla 44
yalvarm O'na; çünkü Allah'ın
nü (şefaatçi)ler, kendilerini yüzüstü bıra­ rahmeti erdemli davrananlara pek yakın­
kacak. 38 dır. 57 O'dur rüzgarları rahmetinin önü­
ne katıp müjdeci olarak gönderen; niha-
45

38 Zımnen: Allah'tan başka şefaatçi aramak, rin onu dikenlerinden etkilenmeden kopar­
Allah'tan istemeye yüzü olmamaktır. mak için başlarını yere yatırmaları olsa gerek.
39 Lafzen: "altı günde". Nüzul sürecinde bu iba­ Dara'a kökünden gelen sekiz kelimenin tümü
renin ilk geçtiği 36/Kâf: 38'in ilgili notuna bkz. de Mekke döneminin sonlarında indirilen
A'râf, En'âm, Ğâşiye ve Mü'minûn sûrelerin­
40 'Arş için bkz. 44/Tâhâ: 5, not 4.
de yer almıştır. Dilimize "tazarru ve niyaz"
41 Tebârake: Hem "eksilmeyip sabit kalan", biçiminde girmiş olan sözcüğe bu bağlamda
hem de "artıp çoğalan" anlamındaki el-bere- verilebilecek en uygun anlam "alçak gönüllü"
ice'den türetilir. Yük devesinin sırtına verilen olacaktır. (Aynı kökten gelen dari'm âhirete
addır. Bereket, "özünde çok olan ve durduğu ilişkin kullanımına dair bir not için bkz.
yerde artan kalıcı hayır" demektir. Diğer kip­ 61/Ğaşiye: 6, not 4.)
leri kullanılmayan tebâreke fiili, teâlâ gibi
43 Hufyeten'e verdiğimiz karşılık (Krş:
yalnız Allah için kullanılır (Râğıb). Bu niteli­
70/Hûd: 70), sözcüğün "acziyetini bilmekten
ğinden dolayı hem O'nun "sınırsız yüceliği­
dolayı oluşan korku" anlamına gelen havi kö­
ne", hem de "bereket kaynağı oluşuna" dela­
küne dayanır. Haşyetle farkı için bkz. 69/Yû-
let eder. Fiilin yapısı gereği, bu bereket Allah'a
nisbetle sürekli ve kesintisiz, kula nisbetle nus: 62, not 83. Burada söz konusu olan yalın­
ameline bağlı olarak değişkendir. kat bir "korku ve endişe" değil, insanın kendi
acizliğini ve yetersizliğini bilme duygusudur.
42 Tadarru'an, muhtemelen nüzul sürecinde
ilk burada geçer. Hayvanın süt dolu memesi 44 Tame'an'a verdiğimiz bu mâna için bkz.
yere en yakın organ olduğu için dar' adını alır. 57/Secde: 16, not 27.
Dikenli bir çöl bitkisi olan şibrık, iyice kuru­ 45 Buşran kelimesi neşeran ve daha başka
duğu zaman dan' ismini alır. {Lisân, şibrık formlarla da okunmuştur (Zeccâc). Bu du­
md.) Ona bu adın verilmesinin nedeni, devele- rumda "yayan, dağıtan" anlamını alır. Anla-
yet bunlar yağmur yüklü bulutları taşı­ min mesajlarını tebliğ ediyor ve öğüt ve­
y ı n c a , onu ölü toprağa doğru sevkedip
46 47
riyorum; çünkü ben Allah'tan gelen (va­
bu yolla su indiririz ve böylece her türlü hiy) sayesinde sizin bilmediklerinizi bili­
ürünün yeşerip boy vermesini sağlarız. yorum. 63 Ne yani, sizi uyarsın, sorum­
Ölüleri de işte böyle dirilteceğiz: belki luluğunuzu hatırlatsın ve bu sayede rah­
düşünür de ibret alırsınız. 48
58 Ya bere­ mete nail olasınız diye içinizden bir
ketli toprak! Onun bitkisi, -Rabbinin iz­ adam eliyle Rabbinizden size bir bildiri
niyle- gür ve gümrah olur. Ama kötüyse gelmesinde şaşılacak ne v a r ? " 49

bir şey yetişmez, yetişse de işe yaramaz. 64 En sonunda onu yalanladılar. Bunun
Elindeki nimetin değerini bilen bir toplu­ üzerine Biz de onu ve onunla birlikte ge­
luk için âyetlerimizi işte böyle çok bo­ mide bulunanları kurtardık; âyetlerimizi
yutlu olarak dile getiriyoruz. yalanlayanları ise boğulmaya terk ettik:
Onlar gerçekten de kör bir topluluk idi­
59 DOĞRUSU Biz Nuh'u kendi toplu­ ler.
muna göndermiştik. Dedi ki: "Ey Kav­ 65 Â D ' A 50
da soydaşları Hûd'u (gönder­
51

mim! Yalnızca Allah'a kulluk edin, sizin dik). 52


"Ey kavmim!" dedi, "yalnızca Al­
O'ndan başka ilâhınız yok. Kuşkusuz lah'a kulluk edin! Sizin O'ndan başka ilâ­
ben, korkunç bir günün azabına uğrama­ hınız yok. Şu hâlde hâlâ (O'na ortak koş­
nızdan korkuyorum." maktan) sakınmayacak mısınız?"
60 Toplumunun seçkinleri: "Şu kesin ki, 66 Toplumunun inkârda direnen seçkin­
biz seni apaçık bir sapıklık içinde görü­ leri, "Gerçekte biz seni akıl zafiyetine
yoruz" diye cevap verdiler. uğramış biri olarak görüyoruz; üstelik biz
61 "Ey kavmim!" dedi, "Ben sapıtmış de­ senin yalan söylediğini düşünüyoruz" di­
ğilim, aksine ben âlemlerin Rabbi tara­ ye cevap verdiler.
fından seçilen bir elçiyim. 62 Size Rabbi- 67 Dedi ki: "Ey kavmim! Ben aklı kıt bi-

mm özüne ilişkin olmayan bu alternatif oku­ lay kaldırma" (Râğıb).


yuşların nedeni açıktır: İlk yazılışında nokta­ 47 Buradaki "ölü toprak" ile bir sonraki âyet­
lamanın (raks) olmadığı Arap yazısında tek teki "bereketli toprak" birbirinin mukabilidir.
bir kısa çizgiyle resmedilen bu harfin bâ ya da
48 Ölü toprağın rahmet yağmuruyla nasıl can­
nûn olup olmadığı, noktasının nereye konu­
landığını tasvir eden bu ve bundan sonraki
lacağına bağlıdır. İmam Asım, Kûfelilerin
âyetle, ta yürekten alçak gönüllü olarak, kay­
okuyuşu olan buşran'ı tercih etmiştir. Mesa­ gıyla umut arasında duadan söz eden 55-56.
jın içeriğini önceleyen Zemahşerî ve Ebu âyetler arasındaki ilişki dikkat çekicidir.
Müslim'in tercihi de budur (Râzî). Benzer
49 Bkz. 69/Yûnus sûresinin 2. âyeti.
formda gelen iki âyet daha vardır: 40/Furkan:
48 ve Nemi: 63. Fakat, farklı formlarla gelip 50 'Âd hakkında ayrıntılı bir açıklama için
aynı meteorolojik olayı dile getiren âyetlerde bkz. 11/Fecr: 6, not 74.
neşeran'm kullanıldığı da bir gerçektir (Krş: 51 Lafzen: "kardeşleri". Çevirimizin gerekçe­
82/Şûrâ: 28; 83/Zuhruf: 11). si için bkz. 70/Hûd: 61, not 74.
46 Ekalle, "kaldırılan şeyin hafifliğinden değil 52 Hz. Hûd, Eski Ahid'de Eber adıyla anılır
kaldıranın güçlü olmasından dolayı yükü ko­ [Tekvin, 10:42).
. 56/A'RÂF
'- SÛRESİ . ^ Nûzûl: 56 Mushaf: 7

ri değilim; bilakis ben âlemlerin Rabbin- dimizin gerçekliğine) inanmamıştılar.


den bir elçiyim. 68 Size Rabbimin mesaj­
larını tebliğ ediyorum; zira ben sizin için 73 S E M U D ' A da soydaşları Salih'i (gön­
55

güvenilir bir nasihatçiyim. 69 Ne yani, derdik). "Ey kavmim!" dedi, "Yalnızca


sizi uyarsın diye içinizden bir adam eliy­ Allah'a kulluk edin! Sizin O'ndan başka
le Rabbinizden size bir bildiri gelmesine ilâhınız yok. Doğrusu Rabbinizden size
niçin şaşıyorsunuz? Bari Nûh kavminin açık ve net bir delil gelmiştir: İşte Al­
ardından sizi nasıl (uygarlığa) mirasçı kıl­ lah'ın devesi; 56
sizin için bir semboldür:
dığını, yaratılış bakımından sizi nasıl üs­ O hâlde bırakın onu, (Allah'ın devesi) Al­
tünlüklerle takviye ettiğini hatırlayın! lah'ın arzında otlasın ve sakın ona bir kö­
Artık Allah'ın nimetlerini unutmayın ki tülük yapayım demeyin! Yoksa size elem
ebedi kurtuluşa erebilesiniz!" veren bir azap dokunur. 74 Hem hatırla­
70 Onlar dediler ki: "Sen bize bir tek Al­ yın 'Âd'm ardından O'nun sizi nasıl (uy­
lah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapa garlığa) vâris kıldığını ve şu malum yer­
geldiği şeyleri buakmamız için mi geldin? de 57
sizi yerleştirdiğini! (Siz ki) buranın
Tamam, eğer sözünün arkasmdaysan hay­ düzlüklerinde köşkler inşa edip, dağların­
di getir bizi tehdit edip durduğun azabı!" daki (kayalardan) evler yontarsınız. Artık
hatırlayın Allah'ın nimetlerini de, kötü­
71 (Hûd) dedi ki: "Rabbinizden (bir ceza
lüğü yaygınlaştırarak ahlâkî çürümeye
olarak) üstünüze çökmüş bir (ahlâkî) ko­
meydan vermeyin!"
kuşmuşluğun 53
ve tarifsiz bir gazabın
içindesiniz zaten. Şimdi, Allah'ın hakla­ 75 Toplumunun güçsüzlere karşı büyük­
rında hiçbir delil indirmediği, yalnızca si­ lük taslayan seçkinleri, ezilenler arasın­
zin ve atalarınızın yücelttiği 54
isimler daki inanan kimselere dediler ki: "Siz Sa­
hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? O lih'in Rabbi tarafından gönderildiğine
hâlde bekleyin, gerçek şu ki ben de sizin­ inanıyor musunuz?" Onlar "Elbette" de­
le birlikte bekleyeceğim!" diler, "biz onunla gönderilene de iman
etmiş kişileriz!"
72 Nihayet, katımızdan bir rahmet eseri
olarak onu ve onunla birlikte olanları 76 Büyüklük taslayanlarsa: "Biz" dediler,
kurtardık; ve âyetlerimizi yalanlayanların "sizin iman etmeye değer bulduğunuz şe­
kökünü kazıdık: nitekim onlar da (tehdi- yin inkârcısıyız!"

53 Râzî, çoğunluğun aksine rics'i azab olarak 56 "Allah'ın devesi", âyetin devamındaki "Al­
anlamanın mümkün olamayacağını, bu du­ lah'ın arzı" veya "Allah'ın evi" ile aynı vurgu­
rumda tekrara düşülmüş olacağını söyler ve ya sahiptir. Esasen özel mülkiyet olmayıp ka­
bu kelimeyi temizlik ve arılığın zıddı, yani mu malı olduğunu gösterir. Bu uygulamanın
"pislik ve iğrençlik" olarak takdim eder (Krş: cahiliyye Mekke'sinde nasıl bir sahte kutsal­
73/En'âm: 125, not 108). lık icadına dönüştüğü Mâide 103'te dile geti­
rilmiştir (108/Mâide: 103'ün notuna bkz). Bu
54 Semmâ, kök olarak "yüceltmek" anlamını
devenin bir sınav nesnesi kılınması ile ilgili
da içerir (Bkz: 94/Bakara: 31, notlar 49 ve 50).
bkz. 54/Kamer: 27.
55 'Âd ve Semûd'un birlikte anılmasıyla ilgili
57 el-'Ard'daki belirlilik çeviriye "malum"
bkz. 11/Fecr: 6, not 9.
olarak yansımıştır).
77 En sonunda dişi deveyi 58
işkenceyle, zeyde) bir densizliği irtikap etmekte ıs­
vahşice katlettiler ve Rablerinin buyru­
59
rarcı mısınız? 81 Siz ki, kadınları bırakıp
ğuna karşı geldiler; üstelik dediler ki: "Ey şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz: Yoo,
Sâlih! Eğer peygamberlerden biri olduğun siz gerçekten de haddi aşan bir topluluk­
gerçekse, haydi getir şu bizi tehdit ettiğin sunuz.
azabı!" 82 Ama kavminin cevabı şundan ibaret
78 Derken şiddetli bir sarsıntı 60
onları oldu: "Sürüp çıkarın yurdunuzdan onları!
ansızın yakalayıverdi ve kendi obalarında Besbelli bunlar pek temiz insanlarmış!"
cansız donakaldılar. 83 Bunun ardından onu ve yakınlarını
79 Ve (Sâlih) onları ardında bırakırken kurtardık; ne ki eşi (yolda) dökülenlerden
"Ey kavmim!" diye mırıldanmıştı, 61
biri oldu. 63
84 Sonunda sağanak (gibi be­
"Doğrusu ben size Rabbimin mesajını lâ) yağdırdık üzerlerine: Gör ki günaha
64

tebliğ etmiştim ve size öğüt vermiştim; gömülüp gidenlerin sonu nice olurmuş!
ne ki siz öğüt verenleri hiç sevmediniz!"
85 MEDYEN'E de soydaşları Şuayb'i gön­
80 L U T ' U da (gönderdik). Hani o toplu­
62
derdik. 65
"Ey kavmim!" dedi, "Yalnızca
muna şöyle çıkışmıştı: "Sizden önceki Allah'a kulluk edin! Sizin O'ndan başka
toplumlardan hiç birinin yapmadığı (dü- ilâhınız yok: size Rabbinizden hakikatin

58 Bu deve ile ilgili bir açıklama için bkz. 64 Matar, "yağmur" anlamına gelir. Fakat,
70/Hûd: 64, not 79. Câhız'ın da tesbit ettiği gibi, Arap dilini konu­
59 'Ağara, "hayvanın bacaklarını kırmak" an­ şan halk ya da seçkin matafla ğays arasında
lamına gelir. Bu bağlamda kelimenin kazandı­ bir fark gözetmezken, Kur'an türevleriyle 15
ğı anlam "işkenceyle öldürme, hunharca kat­ yerde kullandığı matafı "bela" ve "intikam"
letme" dir. anlamını çağrıştırır biçimde kullanmıştır (ei-
Beyan ve't-Tebyîn). Parantez içi açıklama
60 Racfeh: Şiddetli sarsıntı, deprem (Ferrâ ve
Kur'an'ın bu özel kullanımını yansıtmak açı­
Zeccâc). Mücâhid ve diğerleri, kadim anlatılar
sından zorunludur.
doğrultusunda bunu "şiddetli gürültü" olarak
tefsir etmiş. Kelimedeki belirlilik, bu sarsıntı­ 65 Medyen, Kızıldeniz kıyısında Akabe körfe­
nın insanlar tarafından bilinmedik değil, tersi­ zinin doğusunda yer alan bir şehirdir. Josep-
ne bildik tanıdık bir sarsıntı olduğunu göste­ hus, Eusebius ve Batlamyus bu kentten ayrı
rir. Bu da ilâhî felaketin bir "deprem" ya da ayrı söz ederler. Eski Ahid'de Medyen adlı bir
"volkanik deprem" şeklinde gerçekleştiği so­ kent geçmemektedir. Ne ki, Midyan isminde
nucuna götürür. Allahu alem. bir kabileden ve onun soy kütüğünün varıp
kendisine dayandığı Midyan adlı kişiden söz
61 Peygamber'in bu sözü, helake uğrayan kav­
edilir. Sadece bir ses benzerliği değilse -muh­
minin geride kalan enkazına bakarak söyledi­
temelen Medyenlilerin büyük atası- Midyan,
ği açık.
Eski Ahid'e göre Hz. İbrahim'in Katura'dan ol­
62 Bir önceki Hz. Sâlih (73) ve bir somaki Hz. ma oğludur [Tekvin 25:2). Hz. Şuayb Hz. Mu­
Şuayb (85) için kullanılan ehâhum (soydaşları) sa'nın üstadı, işvereni ve kayınpederidir. Al­
nitelemesinin neden Hz. Lût için kullanılma­ lah Rasulü onu "peygamberlerin hatibi" ola­
dığı ile ilgili bkz. 70/Hûd: 61, not 74. rak nitelendirmiştir (Medyen'le ilgili bir not
63 Ğâbirîn için bkz. 51/Şu'arâ: 171, not 88. için bkz. 67/Kasas: 22).
apaçık belgeleri gelmiştir. Artık (her şey­ raberindeki mü'minleri yurdumuzdan
de) ölçüyü ve tartıyı tam gözetin, insan­ sürüp çıkarırız, ya da bizim inanç siste­
ları hakları olan şeylerden mahrum bı­ mimize geri dönersin!" 69

rakmayın 66
ve iyi bir düzene sokulmuş­ (Şuayb) dedi ki: "Peki, ya razı olmazsak?
ken yeryüzünde fesat çıkarmayın! Bütün 89 Hem Allah bizi ondan kurtardıktan
bunlar sizin hayrınızadır: tabi ki gerçek­ sonra kalkıp sizin inanç sisteminize dö­
ten Allah'a güveniyorsanız! 67
86 Bir de necek olursak, uydurduğumuz yalanı Al­
(Hakka varan) her yolun kenarına kuru­ lah'a isnat etmiş oluruz. Rabbimiz Allah
lup O'na iman eden kimseleri türlü teh­ istemediği sürece inancınıza dönmemiz
ditlerle Allah'ın yolundan döndürmeye asla mümkün değildir. Rabbimizin ilmi
ve onu eğri büğrü göstermeye çalışma­ her şeyi kuşatmıştır (ve) biz Allah'a gü-
yın! Ve hatırlayın ki, siz azınlık iken O venmişizdir: Rabbimiz! Bizimle kavmi­
sizi çoğalttı: işte, fesat çıkaranların akı­ miz arasındaki engelleri kaldır! 70
Çünkü
beti nasıl olurmuş görün! 87 Madem ki Sen, engel kaldıranların en hayırlısısm!"
aranızda, getirdiğim mesaja inanan bir
90 Ve kavminden inkârda direnen seç­
topluluk yanında inanmayan bir toplu­
kinler: "Eğer Şuayb'e uyacak olursanız,
luk da var o hâlde Allah aramızda hü­
;
kesinlikle kaybeden siz olacaksınız!" di­
küm verinceye kadar sabredin: 68
Zira O,
ye tehdit ettiler.
hüküm verenlerin en hayırlısıdır.
91 Derken şiddetli bir sarsıntı onları an­
88 Kavminin büyüklük taslayan seçkin­
sızın yakalayıverdi ve kendi yurtlarında
leri "Ey Şuayb!" dediler, "Ya seni ve be-
cansız donakaldılar. 92 Onlar ki Şuayb'i
71

66 La tebhasû: "..eksiltmeyin, değerini düşür­ inkarcılar olmuştur.


meyin!". Taberî'ye göre "İnsan hakkına teca­ 69 Zımnen: Kötüyü rahatsız etmeyen iyi pasif
vüz etmeyin!" iyidir. Pasif iyi aktif kötünün teşvikçisidir.
67 Zımnen: Allah'ın sizin için hayırlı olandan 70 İbn Abbas kaynaklı bir rivayete göre bu iba­
başkasını önermeyeceğine olan güveniniz tam re şöyle de okunabilir: "Bizimle kavmimiz
ise. Bu anlamda "inkâr" açık bir güvensizlik­ arasında hüküm ver, çünkü Sen hüküm veren­
tir. Bu âyetin bağlamında, iman'a ahlâkî karşı­ lerin en hayırlısısm!" [İtkân II, 5). Fakat 87.
lığı olan "güven" anlamı vermek bizce âyetin âyette bu mâna hem de "hüküm" kelimesiyle
maksadına daha uygun görünmektedir. zaten dile getirilmiştir. Bu âyette ise peygam­
Kur'an'da Allah için kullanılan el-Mü'min sı­ berle kavmi arasındaki tıkanıklığa dikkat çe­
fatı da, teolojik karşılığı olan 'inanmakla' ilgi­ kilmekte ve Hz. Şuayb'in onlar için yapacağı
li değil, ahlâkî karşılığı olan 'güven vermekle' son şey nakledilmektedir. Bu âyetteki fetih
ilgilidir (Krş: 94/Bakara: 100). duasıyla Fetih sûresinin girişi aynı anlam ala­
68 Bu çifte muhataplı ifade, Hz. Şuayb'in nına dahildir. Hz. Şuayb'in insanüstü çabası­
mü'min bağlılarına bir teselli tavsiyesi, mesa­ nın gerekçesini, 6. âyetten yola çıkarak anla­
jını inkâr edenlere ise kinayeli bir tehdit içer­ yabiliriz.
mektedir. Bu ve bundan önceki kıssalarda il­ 71 Racfeh için 78. âyetin ilgili notuna bkz.
ginç olan, inanan kitlenin savunmada kalıp Akabe körfezi kıyısında yer alan bölgenin je­
hiç saldırıya geçmemiş olmasıdır. Aksine bir olojik yapısı, söz konusu bölgenin geçmişte
sonraki âyette olduğu gibi, saldırgan taraf hep volkanik depremlere maruz kaldığını göster-
yalanlıyorlardı; kendileri yalan oldu­ inansalar 77
ve sorumlu hareket etselerdi,
lar. . J Onlar ki Şuayb'i yalancı çıkarıyor­
1
onlara göklerin ve yerin bereketini ardına
lardı; 73
kaybeden yine onlar oldu... kadar açardık, fakat yalanladılar. Bunun
93 Ve (Şuayb) onları ardında bırakırken üzerine biz de yaptıklarından dolayı onla­
"Ey kavmim!" diye mırıldanmıştı, "Doğ­ rı kıskıvrak yakaladık. 78

rusu ben size Rabbimin mesajlarını tebliğ 97 Şu hâlde bu ülkelerin insanları, azabı­
etmiştim ve size öğüt vermiştim. Şu hâl­ mızın gece vakti onlar uykudayken ansı­
de ben (sizin gibi) nankör bir kavim için zın gelip çatmayacağından emin olabilir­
nasıl gam ç e k e y i m ! ? " 74
ler miydi? 98 Ya da, (sözkonusu) ülkelerin
insanları azabımızın gündüz gözüyle onlar
94 BİZ hiçbir ülkeye bir peygamber gön- (hayat) oyununu oynarken ansızın gelip
dermemişizdir ki, (zamanında) oranın çatmayacağından emin olabilirler miy­
halkını belki (Allah'a) boyun eğerler diye d i ? 99 Yani onlar, Allah'ın entrikayla alt
79

şiddetli zorluk ve darlıkla 75


sınamamış edilemeyen düzenine karşı kendilerini gü­
olalım. 95 Sonra (o) kötü durumu güzelli­ vencede sayabilirler miydi? Doğrusu, Al­
80

ğe çevirmişizdir de, refaha kavuşup şı­ lah'ın entrikayla alt edilemeyen düzenine
marmışlar ve "(Bir zamanlar) atalarımız karşı, sadece tükenmiş bir toplum kendi­
da sıkıntılı ve sevinçli günler yaşamış- sinin güvencede olduğunu sanır.
m ı ş " demişlerdir. 76
İşte bunun üzerine 100 Artık önce gelip geçmiş (uygarlıkla­
biz de onları, olup bitenin farkına dâhi rın) ardından yeryüzünün (medeniyet)
varmadan ansızın yakalayıvermişizdir. mirasına konanlar için şu gerçek ortaya
96 Oysa ki, eğer bu ülkelerin insanları çıkmış olmuyor mu: Eğer istersek, gü-

mistir. Bölgede harre adı verilen granit silsile ğmi; iyilik ve kötülüğün, darlık ve bolluğun,
tepecikler, gerçekte volkanik kayalardan baş­ felaket ve saadetin Allah'tan bağımsız, peri­
ka bir şey değildir. yotlar hâlinde ya da tesadüfen gerçekleştiğini
72 Lafzen: "hiç yaşamamış gibi oldular". Bu imâ etmişlerdir (Bkz: 85/Câsiye: 24).
ifade, kinaye olarak "yalan oldular" sözünü 77 Zımnen: daima insanın hayrını isteyen ve
çağrıştırmaktadır. bu amaçla elçi gönderen Allah'a güvenip inan-
73 Kezzebû âyette iki kez gelse de vurgusu salardı...
farklıdır ve bu fark cümlenin muhtevasından 78 Bu âyetin, dinamik kadere bağlı insan dav­
çıkarılabilir. Bizim burada yaptığımız, sadece ranışlarıyla statik kadere bağlı tabiat davranış­
bu vurgu farkını çeviriye yansıtma çabasından ları arasındaki görünmez irtibata bir atıf oldu­
ibarettir. ğu açık. Şüphesiz bu, 99. âyette ifade edilen
74 Buradaki "nankörlük", içerisinde ısrarlı in­ ilâhî tasarımın bir sonucudur.
kârı barındıran bir nankörlüktür. Bu ifade, 79 97 ve 98. âyetler sûrenin başındaki 4. âye­
kavmi topluca helak olan bir peygamberin iç tin açılımı niteliğindedir.
dünyasını ele vermesi açısından hayli anlam­
80 Mekr, aslında "entrika, tuzak" mânasına
lıdır.
gelir. Hiç şüphesiz bu tuzaklar insanın Allah'a
75 Bu iki kavram arasındaki fark için bkz. değil kendi aklına karşı kurduğu tuzaklardır
73/En'âm: 42, not 31. (Bkz: 64/Nûh: 22, not 11). Allah için kullanıl­
76 Bununla Allah'ın hayata müdahil olmadı- dığında "tuzak bozmayı" ifade eder.
nahları yüzünden onları da hedefe koya­ nizden apaçık mucizelerle geldim. Artık
biliriz; üstelik kalplerine mühür basarız bırak da Isrâiloğulları benimle gelsinler.
da, onlar artık (gerçeği) işitmez olurlar. 106 (Firavun) dedi ki: "Madem ki bir mu­
101 Sana kıssalarını naklettiğimiz bu ül­ cizeyle geldin, o hâlde ortaya koy, tabi ki
keler. .. Doğrusu bütün bunlara kendi içle­ sözünün arkasında duruyorsan?"
rinden elçiler hakikatin apaçık belgelerini
107 Bunun üzerine (Musa) asasını yere
getirdiler,- fakat onlar, bir kez yalanlamış bıraktı: Fakat o da ne? Düpedüz bir yılan­
bulundukları için bir daha iman etmedi­ dı o! 108 Ve elini çıkardı: Bir de baktılar
ler: işte Allah inkarcıların kalplerini böyle ki, göz kamaştırıcı bir parlaklık! 84

mühürler. 81
102 Ve biz onların çoğunu
109 Firavun toplumunun seçkinleri dedi­
(fıtrat) sözleşmesine sadık bulmadık,- ak­ 82

ler ki: "Anlaşıldı ki bu kişi, bu işleri iyi bi­


sine onların çoğunu sapıtmış bulduk.
len bir sihirbazmış, 110 tüm arzusu (ise)
sizi yerinizden yurdunuzdan etmek!"
103 SONRA, bu kavimlerin peşinden Fi­
(Firavun): "O hâlde ne öneriyorsunuz?" 85

ravun'a ve onun önde gelen adamlarına


âyetlerimizle Musa'yı gönderdik; ona ge­ 111 Şu cevabı verdiler: "Onu ve kardeşi­

tirdiği âyetler yüzünden haksızlık etti­ ni alıkoy ve şehirlere görevliler yolla, 112
ler 83
ve bak nasıl oldu fesatçıların sonu. bütün bilgin sihirbazları toplayıp huzu­
runa getirsinler."
104 Ve Musa dedi ki: "Ey Firavun! Ben
âlemlerin Rabbinden bir elçiyim! 105 Bana 113 Ve sihirbazlar gelip Firavun'a dediler
yakışan Allah hakkında hakikatten başka ki: "Şayet biz kazanacak olursak her hâl­
bir şey söylememektir. Elbet size Rabbi- de bize bir ödül verilir?" 86

81 "Mühürler" anlamına gelen yatba'u fiili, hammed'in Mekke'sinde ele alınır. Her pey­
"karakter" anlamına gelen tabiatla aynı kök­ gamberin Mekke'si birbirine benzer. Dolayı­
tendir. Buradan yola çıkarak, Üstad Elmalık sıyla Hz. Peygamber ve ona inananlar, tarihin
gibi bu cümleye "Allah küfrü onların karakte­ bu yasasıyla teselli edilir.
ri kılar" anlamını vermek mümkündür. Bu, 84 Krş. 44/Tâhâ: 22, 51/Şu'arâ: 33; 53/Neml:
"Allah kalpleri nasıl mühürler?" sorusunun 12. Bu parlaklık, Eski Ahid'de [Çıkış 4:6) ya­
da cevabıdır. zıldığı gibi "kar gibi bir cüzzam" değil, muci­
82 İman etme, sadece bir sözleşme tazeleme­ zevi bir parlaklıktı. "Cüzzam beyazlığı" yoru­
dir. Asıl sözleşme fıtrat sözleşmesidir ki bu mu, Yahudileşen Isrâiloğullarının mucizevi
insanın saf doğası, bozulmamış karakteridir, işaretlere zorlama akılcı yorumlar getirme
insan kendi saf doğasına ihanet etmeden in­ gayretinin bir sonucu olsa gerek.
kârda ısrar edemez. 85 Şu'arâ 35'te aynı ifade, Firavun'un sözünün
83 Kur'an'da Musa ve Isrâiloğulları kıssası, devamı olarak aktarılır. Tercihimizin gerekçe­
Mekkî ve Medenî bir çok sûrede farklı vurgu­ si budur.
lar ve bölümlerle aktarılmıştır. Mekke'de 86 Bu soru işareti, meşhur bir kıraatte inne
inen bu âyetlerin içeriğiyle, Medine'de inen edatının e-inne okunuşuna dayanmaktadır.
aynı konudaki âyetleri karşılaştırdığımızda, Kaldı ki bu ibare, 51/Şu'arâ: 41'de de soru
şu sonuç çıkar: 'Hz. Musa'nın Mekke'si' diye­ edatlı olarak gelir.
bileceğimiz büyük göç öncesi dönem, Hz. Mu-
114 (Firavun): "Kesinlikle!" dedi, "üste­ kılab gerçekleşti; 120 ve sihirbazlar hep
lik siz (protokolde) maiyetimiz arasında­ birden yere kapanarak 121 şöyle dediler:
ki yerinizi de alacaksınız." "İman ettik âlemlerin Rabbine! 122 Rab­
115 (Sihirbazlar dönüp) "Ey Musa!" dedi­ bine Musa ve Harun'un!"
ler, "Önce Sen mi atacaksın (asanı), ya 123 Firavun: "Demek siz ben izin verme­
yoksa biz atalım m ı ? " den ona inandınız ha?" dedi; "İyi dinle­
yin: Bu sizin kurduğunuz haince bir tu­
116 (Musa): "(Önce) siz atın!" dedi.
zaktır! (Üstelik bana ait) şehirde... Hem
Ve onlar attıkları zaman büyüyle insan­ 87

de şehrin ahalisini oradan çıkarmak


ların gözlerini bağladılar ve onlara korku
için... Fakat yakında gününüzü görecek­
saldılar: Sonuçta müthiş bir sihirdi sergi­
siniz! 124 Kesinlikle dönekliğinizden do­
ledikleri.
layı 89
ellerinizi ve ayaklarınızı kesece­
117 Biz de Musa'ya "Asanı bırak!" diye
ğim, sonra topunuzu asacağım!
vahyettik. Fakat o da ne! O, onların göz­
125 Onlar şöyle cevap verdi: "(İyi ya), biz
bağcılıklarını bir bir silip süpürmesin mi!
de Rabbimize kavuşmuş oluruz. 126
118 Böylece hakikat ortaya çıktı ve (Al­
Çünkü sen, sadece Rabbimizin âyetlerine
lah) diğerlerinin yaptıkları sihri iptal etti.
bize ulaşır ulaşmaz inandık diye bizden
119 Sonunda (Firavun ve avanesi) yenik
intikam alıyorsun." "Rabbimiz! Sabır
düştüler. İşte orada ve o anda, 88
onların
yağdır üzerimize ve varlığımızı sana ada­
küstahça gururunu yerle bir eden bir in-
mış olarak canımızı a l ! " 9 0

87 Lafzen: "sihir" (Lugavî bir tahlil için bkz. 88 Hunâlike zamanı ve mekânı birlikte bildi­
İlk geçtiği 4/Müddessir: 24, not 17). Bu âyette ren bir zarftır. Âl-i İmran: 38'de olduğu gibi
sihir adı verilen şeyin olağanüstü bir yanı ol­ genellikle 'doğaçlama ve aniden ortaya çıkan'
mayıp sadece birtakım tekniklerle yapılan il­ bir gelişmeye dikkat çekmek için kullanılır.
lüzyon olduğu bir sonraki âyetin son kelime­ Burada ortaya çıkan ani gelişme, âyetin de ifa­
sinden açıkça anlaşılmaktadır. Kur'an, göz­ de ettiği gibi, mucizenin sihirbazların yüre­
bağcılığa ve elçabukluğuna dayalı 'illüzyon' ğinde yaptığı büyük devrimdir. Adeta âyet, bu
ile, görünmez güçler kullanılarak yapıldığına gönül inkılabının Asâ-yı Musa'dan daha bü­
inanılan 'sihir' arasında lafzi bir ayrıma gitmi­ yük ve daha muhteşem bir 'âyet-mucize-işa-
yor. Farklı mahiyetlerine rağmen ikisini de ret' olduğuna dikkat çekmektedir.
"sihir" olarak adlandırıyor. Bakara 102 ile bu 89 Min hılâfin-, nüzul sürecinde muhtemelen ilk
âyette sözü edilen 'sihir' sonuçları değilse de geçtiği yer. (Diğerleri 108/Mâide: 33 44/Tâhâ:
;

mahiyeti açısından farklı gibi durmaktadır. Bu 71; 51/Şu'arâ: 49. Yalın olarak hılâf. 114/Tevbe:
yüzden birincisine 'sihir' ikincisine 'illüzyon' 81) Genellikle verilen "çaprazlama" mânası bu
denilebilir. Bu durumda şu sonuca kolayca ibarenin zorunlu karşılığı olmadığı gibi, min
ulaşmış oluyoruz: Kur'an büyüye, büyünün edatıyla birlikte dil açısından problemli bile sa­
öznesi ve nesnesi açısından değil, büyünün yılabilir. "Muhalefetinizden dolayı" karşılığı da­
muhatabı açısından yaklaşıyor. Dolayısıyla ha tutarlı görünmektedir (Bkz: Esed). Bunun bir
muhatabında büyü etkisi bırakan her şey, başka nedeni de, Firavun'un, baskı altında tuttu­
hangi malzemeyle, nasıl bir araç kullanılarak ğu İsrailoğullan'nın savaşabilecek erkekleri ço­
yapılmış olursa olsun Kur'an tarafından 'sihir' ğalınca iktidarım tehdit etmeleri korkusudur.
başlığı altında ele alınıyor. 90 Eski Ahid'in şu ifadesi ilginçtir: "onlarla
127 Firavun toplumunun seçkinleri dedi kılacak, bunun için de sizin tavır ve dav­
ki: "Şimdi sen Musa'yı ve halkını seni ve ranışlarınıza bakacaktır" dedi.
ilâhlarını 91
bırakıp ülkede kargaşa çıkar­ 130 Doğrusu Biz Firavun'un halkını, akıl­
sınlar diye kendi başlarına mı bırakacak­ larını başlarına toplasınlar diye kuraklık
sın?" ve ürün kıtlığına mahkûm ettik. 131 Oy­
(Firavun]: "Onların çocuklarını öldürtüp sa ki onlar, kendilerine ne zaman bir iyi­
kadınlarını sağ bırakacağız: 92
Ve böylece lik ulaşsa "Bu (zaten) bizim hakkımızdı"
biz onların üzerindeki ezici baskımızı derler; fakat ne zaman da bir kötülük do-
sürdürmüş olacağız" dedi. kunsa, Musa ve onunla birlikte olanların
uğursuzluğuna yorarlardı. Yoo! Onların
128 Musa toplumuna dedi ki: "Allah'tan
yardım isteyin ve dirençli olun! Bilin ki uğursuzluğa yordukları (şey) Allah katın-

yeryüzü Allah'ındır, kullarından dilediği­ dandır fakat onların çoğu bunun farkın­
;

ni oraya mirasçı kılar: mutlu son sorum­ da değiller.


lu davrananlarındır." 132 (Musa'ya) dediler ki: "Bizi büyüle­
129 (Musa'nın toplumu): "Sen bize gelme­ mek için hangi delili getirirsen getir yine
den önce de eza cefa görüyorduk, mucize­ de sana inanmayacağız."

lerle geldikten sonra d a " 93


diye çıkıştılar. 133 Bunun üzerine Biz de onlara tufanı, 95

(Musa): "Rabbiniz düşmanınızı yok et­ çekirge ve kurbağa sürülerini, zararlı bö­
tikten sonra sizi ülkeye kesinlikle vâris 94 cekleri ve kanjkırmızı suyu) musallat et-

(Isrâiloğullarıyla) birlikte kendilerine katılan na gelir. "Neden kadınlar" sorusunu tefsirci-


bir çok halk da çıktı" [Çıkış 12:38). Buna göre lerimiz "hizmetçi ve cariye olarak kullan­
Mısır'dan çıkışta Isrâiloğulları haricinde in­ mak için" cevabını verirler (Bkz: ibn Aşur).
sanlar da onlara katılmıştı. Bu "kadınlar" ile, kız çocukları değil de yasa­
91 Firavun'un Kur'an'da sadece bir yerde nak­ ğa rağmen doğurmakta ısrarcı olan hamile
ledilen "Ben sizin en büyük rabbinizim!" anneler kastediliyorsa, bu durumda sorunun
(48/Nâzi'ât: 24) sözü, bu âyetteki "ilâhlarını" cevabı "evlat acısı çektirmek için" olur (Krş:
ifadesiyle birlikte hem "kendisinden başka 67/Kasas: 4).
rablerin varlığını kabul etmekle beraber onla­
93 Veya mâ'ya mastariyye anlamı vererek:
rı kendisinden aşağı görüyor ve sıradan halkın
"..bize gelmenden sonra da". Buradaki mâ ilgi
taptığı klana ait totemlere ses çıkarmıyordu",
zamirinin "mucizelere" delaleti, sözün bağla­
hem de "Hermetik öğreti başlangıçta tek tan­
mına ve olayın akışına daha uygundur.
rıcı olmasına rağmen, daha sonraları çok tan­
rıcı bir hâl almıştı" anlamlarına gelir. Arke­ 94 'Asi'nın "kesinlik" vurgusuna dayanarak.
olojik veriler bunu destekler. Kutsal boğa Bir "ihtimal" edatı olan 'asâ İbn Abbas'ın da
Apis'in başı altında, tahtında oturan Firavun'u tercih ettiği gibi, yerine göre kesinlik vurgusu
gösteren irili ufaklı antik altın heykellerin kazanır (Bkz: İtkân II, 204).
varlığı bunun kanıtıdır. 95 Tufan, "insanı çepeçevre kuşatan felaket"
92 Ebnaehum lügat açısından "oğulları" anla­ (Râğıb). Ya da "felaket nedeniyle kitlesel
mına gelir. Galibiyet kuralınca "çocukları" ölümler" (Tâc). Buna Mısır'ın hem saadeti
vurgusunu taşır. Nisâehum ise, "oğullar"m hem felaketi olan su taşkınlarını da eklemek
karşıtı olan "kızlar" değil "kadınlar" anlamı- gerek.
tik; (bunlar) apaçık mesajlardı, fakat yine onların sabırlarına karşılık (işte böyle)
de büyüklük tasladılar: Zira onlar günaha gerçekleşti. Firavun ve âvânesinin yapıp
batmış bir topluluktular. yücelttikleri kibir uygarlığını tarihe göm­
134 (Bu) musibet(ler)in başlarına geldiği dük. 97

her zaman şu vaadde bulunurlardı: "Ey


Musa, seninle yaptığı peygamberlik ahdi 138 SONUNDA îsrâiloğullarını denizden

hürmetine bizim için Rabbine dua et! Bu geçirdik; derken, birtakım putlara 98
tapı­

musibeti bizden uzak tutmayı sağlarsan, nan insanlarla karşılaştılar. "Ey Musa!"
söz, sana inanacak ve Isrâiloğullarının se­ dediler, "Onların ilâhı gibi bize de bir
ninle gitmesine izin vereceğiz." ilâh tedarik ediver!"

135 Fakat ne zaman sözlerini gerçekleş­ (Musa) cevaben dedi ki: "Siz sahiden de
tirmeye yetecek bir süre musibeti kaldır- kendini bilmez bir yığınsınız. 99
139 O
sak, her seferinde gerisin geri sözlerinden (putperestlere) gelince: Yaşam t a r z l a r ı 100

dönerlerdi. 136 En sonunda Biz de bunun onları yok oluşa sürükleyecektir: zira on­
acısını onlardan çıkardık: Âyetlerimizi lar bir saçmalığı sürdürüyorlar."
yalanladıkları ve onlara karşı kayıtsız 140 (Ve) ekledi: "Size Allah'tan başka bir
kaldıkları için onları suda boğduk. 137 ilâh arayayım, öyle mi; üstelik O, bütün
Vaktiyle hor görülüp ezilen insanları, insanlar arasından (vahyi taşıma) onuru­
toprağını bereketli kıldığımız 96
ülkenin nu size bahsetmişken?"
en doğusundan en batısına kadar tama­ 141 Ve hatırlayın ki size en berbat acıları
mına hakim kıldık. Ve Rabbinin îsrâilo- yaşatan, çocuklarınızı öldürtüp kadınla-
ğullarma verdiği güzel (bir gelecek) vaadi,

96 Bâraknâ: Burada ve Isra l'de geçen bereket 98 Esnam, muhtemelen nüzul sürecinde ilk
"toprak bereketi, verimlilik" vurgusuna sahip geçtiği yer (Krş: 65/tbrahim: 35; 73/En'âm: 74;
gibi görünmektedir. Bu âyetteki havlehû ve 51/Şu'arâ: 71; 79/Enbiya: 57). Somut ya da so­
137. âyette aynı işlevi gören fîhâ, bereketin yut sembol şahsiyetleri temsilen tapınma veya
toprağa atfının dilsel gerekçeleridir. Bu bağ­ tazim amacıyla metal malzemeden dökülerek
lamda bu âyetlerde kullanılan "bereket", Ka­ yapılan şekilli putlar. Bu hariç kullanıldığı her
be'nin bulunduğu arazi için Kur'an'da kullanı­ yerde İbrahim kavminin putları kastedilir. Ay­
lan "verimsiz, ziraata elverişli olmayan va- nı şey evsân için de geçerlidir (Bkz: 89/Anke-
di"nin (65/İbrahim: 37) zıddıdır. Âl-i İmran bût: 17, not 23). Hz. İbrahim'in dilinden kav­
96'da Mekke'nin içerisinde yer aldığı Bekke minin putları Enbiya: 52'de temâsîl, Ankebut
Vadisi için kullanılan mubaraken ise "mukad­ 17'de evsân (t. vesen) şeklinde verilir.
dese" yakın anlamdadır. 99 Kur'an'da cehalet soyut bilgiye sahip olup
97 Ya'rişun: Hem maddî hem manevî anlam­ olmamakla değil kendini bilmekle alâkalı ola­
da "görkemli, yüce, yüksek, kalkmış, dikilmiş rak kullanılır. Zımnen: Cahil kendisine, düş­
şey" anlamına gelen 'arş'tan türetilmiştir (Râ- manın düşmanına yaptığını yapar (Bkz: 98/Â1-
ğıb). Açıktır ki bu bağlamda ya'rişun Firavun i İmran: 154, not 129).
uygarlığının "sahte görkemine" bir atıftır. Ke­ 100 Mâ hum fîh, tıpkı 'alâ mâ entum 'aleyh gi­
limeyi "başkaldırı" ve "kibir"le karşılamamı­ bi "yaşanılan hayat tarzı"na işaret eden bir 'ka­
zın gerekçesi budur (Krş: 67/Kasas: 38-39). lıp' ifadedir (Bkz: 98/Âl-i İmran: 179, not 144).
rmızı sağ bırakan 101
Firavun toplumunun öyleyse sana bahşettiklerime sımsıkı sa­
elinden kurtarmıştık sizi! İşte bu, Rabbi­ rıl ve şükredenlerden ol!"
niz tarafından tabi tutulduğunuz ağır bir 145 Ve levhalara onun için her şey hak­
sınavdı. kında öğüt ve her konuda net açıklama­
lar yazdık: Artık onlara kuvvetle sarıl;
142 VE Musa'ya otuz gecelik bir süre ta­ halkına da emret: iyi niyetle onlar da sı­
yin ettik ve buna on gece daha ekledik. kıca sarılsınlar!
Böylece Rabbinin tayin ettiği süre kırk ge­
Daha durun, size yoldan çıkmışların dün­
ceye tamamlanmış o l d u . 102
Ve Musa kar­
yasını da göstereceğim!
deşi Harun'a dedi ki: "Halkımın arasında­
ki görevimi sen üstlen ve düzeni sağla: sa­ 146 Yeryüzünde haddini a ş a r a k 105
bü­
kın bozguncuların yoluna sapma!" yüklük taslayanları âyetlerimden uzak
tutacağım; isterse onlar her türlü muci­
143 Ve Musa tayin ettiğimiz vakitte tes­
zeye şahit olsunlar, yine de ona inanmaz­
bit ettiğimiz yere g e l i n c e 103
Rabbi de ona
lar; yine onlar hak yolu görüyor olsalar
konuştu. (Musa): "Rabbim! Göster bana
bile o yoldan gitmezler; fakat sapık yolu
zâtını, göreyim seni!" dedi. (Allah) "Asla
görünce hemen onu kendilerine yol ola­
göremezsin beni!" dedi. "Fakat şu dağa
rak benimserler. İşte bu, onların âyetleri­
bir bak; eğer o yerinde kalırsa, sen Beni
mizi yalanlamaları ve onlara karşı umur­
ancak o zaman görebilirsin."
samazlıkları nedeniyledir.
Ve Rabbi dağa tecelli eder etmez, onu to­
147 Nitekim, âyetlerimizi ve âhiret bu­
za toprağa çevirdi; Musa ise baygın düş­
luşmasını yalanlayan kimselerin yapıp
tü. Kendine geldiği zaman dedi ki: "Şanın
ettikleri boşa gidecek. Ne yani, onlar
ne yücedir senin! Pişmanlık duyarak sa­
yaptıklarının karşılığından başka bir şey­
na yöneldim ve ben (bu gerçeğe, yaşaya­
le ödüllendirilmeyi mi bekliyorlar? 106

rak) inananların ö n c ü s ü y ü m . 104

144 (Allah) buyurdu ki: "Ey Musa, mesaj­ 148 VE Musa'nın halkı onun peşi sıra, ta­
larım yoluyla ve hitabım sayesinde seni kılardan mamul ses çıkaran bir buzağı
insanlar arasından seçip onurlandırdım; heykelini ilâh edindiler. 107
Onlar, onun

101 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 56/A'râf: lah'ın varlığı ve birliğine ilişkin değil, O'nun
127, not 92. insan tarafından görülemez oluşunadır. Bu
102 Sûrenin 30. âyetine ilaveten 10, Tâhâ: 83¬ tecrübe konusunda Hz. Musa'nın bir ilki tem­
86 âyetleri ışığında anlaşılmalıdır. Allah Hz. sil ettiği elbette tartışılamaz.
Musa'ya kavminin yoldan çıktığını haber ver­ 105 Lafzen: "haksız yere".
diğinde, Musa'ya verilen 40 günlük süre dol­ 106 Kötüyü tercih edip iyi sonuç bekleyenle­
mamıştı. Musa bu süreyi yarıda keserek kav­ rin içine düştükleri gülünç durumu îmâ eden
mine dönmüş, sonra 10 gün daha ilâhî müla­ örtülü bir istihza.
kata katılarak 40'a tamamlamıştır.
107 el-Tcl: Muhtemelen, Kur'an'ın iniş süre­
103 Mikâtm hem zaman hem mekân ismi ol­ cinde geçtiği ilk yer burasıdır. Erkek olsun dişi
masından hareketle bu anlamı tercih ettik. olsun "sığır yavrusu" anlamına gelen "buza­
104 Hz. Musa'nın bu itirafı zaten inandığı Al- ğının tam karşılığıdır. Isrâiloğullarının neden
kendileriyle konuşmayacağını, yol da kavrayıp kendine doğru çekti.
göstermeyeceğini görmüyorlar mıydı (Harun): "Anamın oğlu!" diye yakındı,
sanki! (Yine de onu) ilâh edindiler; çünkü "Bu topluluk beni etkisiz hâle getirdi,
onlar bilinci altüst olmuş kimselerdi. 108
hatta az kalsın canıma kastedeceklerdi!
149 Pişmanlık içinde elleri kolları dökü­ Sakin ol, beni düşmanıma karşı gülünç
lüp d e 1 0 9
sapmış olduklarının farkına va­ duruma düşürme ve bu zalimler güru-
rınca "Eğer Rabbimiz bize acıyıp da bizi huyla beni bir t u t m a ! " 1 1 0

bağışlamazsa, işte o zaman büsbütün kay­


151 (Musa): "Rabbim!" dedi, "Beni bağış­
bedenlerden olacağız!" diye dövündüler.
la, kardeşimi de ve bizi koruyucu şefka­
;

150 Ve Musa halkının yanma döndüğün­ tinle kuşat! Çünkü Sen merhametlilerin
de, hüzünle karışık bir öfkeyle dedi ki: en merhametlisisin."
"Benim yokluğumda ne berbat bir yol
152 (Harun'a yönelerek): "Şu buzağıyı ilâh
tutturmuşsunuz öyle! Rabbinizin emrini edinenlere gelince: Sonunda Rablerinin ga­
çiğnemede bu ne acele böyle?" zabı gelip onları bulacak, dünya hayatında
Hemen levhaları attı, kardeşinin başını ise onursuzluğa mahkûm olacaklar!" 111

başka bir şey değil de buzağı heykeli yaptıkla­ 108 Zulüm, kök olarak "bir şeyi yerinden et­
rının en makul açıklaması şöyle olabilir: Eski mek" anlamına gelir. Bu ise öncelikle "ters
Mısır dininin en ünlü tanrılarından biri Apis dönmüş bir bilincin" [Nukisû 'alâ ruûsihim:
(Eski Mısır dilinde hapı "kutsal boğa, sığır") 79/Enbiya: 65) yanlış değerlendirmesi sonucu
adını alır. Apis'e Menfis'te bereket tanrısı ola­ gerçekleşir. Ters dönmüş bir bilinç doğru algı­
rak tapılırdı. Kutsal sığırlardan biri öldüğünde layıp doğnı göremez. Yahudileşen Isrâiloğulla-
yerini alacak bir buzağı bulunur ve Menfis'te- rı, geçici de olsa işte böylesine bir 'bilinç ala­
ki Apeion'a (:sığır mabedi, "lo" Eski Mısır di­ borası' sonucu kendilerini Firavun toplumu­
linde "inek") yerleştirilirdi. Apis rahipleri, nun totemleri arasında yer alan inek yavrusu­
kutsal sığırın hareketlerine bakarak kehanette na taparken buldular. Bunun bir diğer anlamı
bulunurlardı; bu kehanetlere hayli itibar edilir­ can düşmanını tanrılaştırmaktı.
di. Apis sığırları öldükten soma görkemli bir 109 Lafzen: "Ellerindeki düşürülünce". Bu bir
törenle Sakkara'da Sarapeum adı verilen yeral­ deyimdir ve zımni anlamı şudur: elleri bom­
tı dehlizlerine gömülürdü. Daha sonra Osiris boş kalıp umutları tükenince. Kurtubî "el"in
kültü ile Apis'in birleşmesinden oluşan Sera- "kalp"ten kinaye olduğunu ifade eder. Şiddet­
pis'e tapınılmaya başlandı. Eski Ahid'de "Mı­ li pişmanlığa delalet eder.
sır çok güzel bir genç inek" (Yeremya, 46:20) 110 Eski Ahid'deki anlatıma göre Hz. Harun,
dendiğine göre, Isrâiloğulları içinden "genç haşa buzağı heykelini yapan ve ona tapanlar
inek" heykeline tapanların, aslında kendilerini arasındadır [Çıkış, 32:1-5). Kur'an bu anlatı­
tutsak eden Mısır'a olan özlemlerini, önceleri mın aksine Hz. Harun'un savunmasına yer
sıradan bir kült iken sonradan tüm Mısır'ın vermekte ve peygamberlikle bağdaşması
sembolü hâline gelen Apis heykeline taparak mümkün olmayan bu tür bir suçlamayı zım­
dile getirdiklerini düşünebiliriz. Kur'an vahyi nen reddetmektedir.
onların bu sapmalarını şiddetle yererken, sapı­ 111 Diyalogun doğal akışı içerisinde bu ifade­
tan Isrâiloğulları şahsında toprak aşkmın bede­ nin Hz. Musa'ya ait olduğunu söylemek daha
linin özgürlük, iman ve insan onuru olamaya­ akla yatkın görünüyor. Kurtubî, bu görüşe sa­
cağını vurgulamış olmaktadır. dece "denildi" formuyla değinip geçmiştir.
290 56/A'RÂF SÛRESİ t < ^ > , | Nüzul: 56 Mushaf: 7

Biz, (Allah'a) iftira edenleri işte böyle ce­ helâk eder misin? Bu Senin sınamandan
zalandırırız. 153 Ama önce kötülük işle­ başka bir şey değil; onunla dilediğini sa­
yip de ardından pişmanlık duyarak Al­ pıklığa terk: eder, dilediğini de doğru yola
lah'a g ü v e n l e 112
yönelenlere gelince: Kuş­ yöneltirsin! Sensin bizim velimiz: O hâl­
kusuz senin Rabbin -hele de böyle bir de bizi bağışla, bize merhamet et! Çünkü
tevbeden sonra- tarifsiz bağışlayıcıdır, eş­ Sen bağışlayanların en hayırlısısın. 114

siz merhamet sahibidir. 113 156 Bizim için bu dünyada da güzellikler


154 Ve öfkesi yatışınca, Musa, üzerinde yaz, âhirette de ki biz pişmanlık içinde
;

Rablerinin (sevgisini yitirmekten) kor­ Sana sığındık!"


kanlara rehberlik eden ve rahmet vaad (Allah) buyurdu ki: "Dilediğim kimseyi
eden öğretiler yazılı levhaları aldı. 155 Ve azabıma hedef kılabilirim, fakat rahme­
Musa, belirlediğimiz bir zaman ve me­ tim her şeyi kuşatmıştır. En sonunda so­
kânda hazır olmak üzere toplumu arasın­ rumlu davranan ve arınıp yücelmek için
dan yetmiş kişi seçti. O zaman onları de­ ödenmesi gereken bedeli ödeyen kimse­
rin bir sarsıntı tutunca, "Rabbim!" dedi, lere, 115
-ki onlar âyetlerimize inanan kişi­
"Dileseydin bunları ve beni daha evvel lerdir- onu paylaştıracağım; 157 onlar ki,
helak ederdin. Şimdi içimizdeki beyin­ ellerindeki Tevrat ve İncil'de tanıtılmış
sizlerin işledikleri yüzünden bizleri de bulacakları Rasul'ün, o Kitap Ehli'nden

Çoğunluğun kabulü bu ifadenin Allah'ın Hz. mek" anlamına gelir [Lisân). Şer'i anlamıyla
Musa'ya yönelik bir hitabı olduğu yönünde­ zekât, bu âyetlerin indiği Mekke yıllarında he­
dir. Fakat pasajda anlatılan olayın devamı olan nüz kavramlaşmamıştı. Burada değil ama, hep­
154. âyet de gösteriyor ki, bu pasajın tümünde si de Mekkî sûrelerde yer alan 3/Müzzemmil:
olay örgüsü dışına hiç çıkılmamıştır. 20; 43/Meryem: 31; 53/Neml: 3 ve 75/Lokman:
112 Lafzen: "inanarak". Çevirimizin gerekçe­ 4 gibi zekâtın namazla birlikte anıldığı âyetler
si için bkz. 56/A'râf: 96'nın ilgili notu. de bu gerçeği değiştirmez. Esasen zekât kavra­
113 Hiçbir günah Allah'ın rahmetinden bü­ mının vahiy sürecindeki anlam seyri, sadece
yük olamaz. kazancı paylaşarak artıp arınmayı değil, aynı
zamanda hak edilmemiş olan ve emeğe saygıyı
114 Çünkü ey Rabbimiz! Bağışlar ve başa kak-
mazsın, bağışlar ve ezmezsin, bin kez bağışlar yok eden bazı gelir kalemlerinden daha baştan
ve bir kez olsun "Yine mi sen?" demezsin! vazgeçmeyi de ifade eder. Mamafih zekât teri­
mi, sonradan kazandığı şer'i anlamda olduğu
115 İniş zamanı tartışmalı olan 3/Müzzemmil
gibi doğrudan "muhtaç kimseler yararına kar­
20'yi görmezden gelirsek, Kur'an'ın iniş süre­
şılıksız mal çıkarmayı" değil, bu araç-eylemle
cinde muhtemelen zekât"m ilk geçtiği yer bu­
kazanılması umulan nihaî amaca işaret etmek­
rasıdır. Zekâ kökü, "çoğalan, üreyen, artma po­
tansiyeline sahip olan" anlamına gelir. Ze­ tedir. "İçten gelerek vermek" anlamındaki îtâ
kâtın lügat mânası 'ekonomik' değil 'ahlâ- ile birlikte Kur'an icazının bir boyutu olan ek­
kî'dir: Salah (kurtuluş, yetkin olmak). Zaten siltin" dilin muhteşem bir örneğiyle karşı karşı­
özgül ağırlığa sahip somut bir varlık olmadığı ya olduğumuz anlaşılmaktadır. Çevirimiz, icaz
hâlde insanın akletme kapasitesine verilen gereği sıkıştırılmış olan bu ifadenin açılımıdır
"zeka" ismi, kelimenin bu özelliğini ele ver­ [îtâ için bkz. 10/Leyl: 18, not 14).
mektedir. Aynı kelimenin türevi olan tezkiye 116 Lafzen: "ümmî olan". Kur'an'da sadece bu
"övgüye değer kılmak, saflaştırarak yücelt- ve müteakip âyette geçen en-nebiyyu'l-ummî,
olmayan 116
peygamberin izinden gide­ celerden bahşedilen ışığın 119
ardına
cekler; (o peygamber] onlara iyiliği emre­ onunla birlikte düşenler kurtuluşa erişen
dip kötülükten sakındıracak, 117
temiz ve kimseler olacak.
yararlı şeyleri onlara helâl kılıp pis ve za­ 158 (Ey Peygamber) de ki: "Ey İnsanlar!
rarlı şeyleri onlara yasaklayacak; 118
sırt­ İyi bilin ki ben Allah'ın hepinize gönder­
larına vurulmuş olan yüklerini indirip diği elçisiyim. Öyle bir (Allah) ki; gökle­
öteden beri (özgürlüklerine) vurulan zin­ rin ve yerin egemenliği O'na aittir,-
cirleri çözecek. Sonuçta ona inanan, onu O'ndan başka ilâh yoktur,- hayatı ve ölü­
el üstünde tutup destekleyen ve ona yü- mü yaratan O'dur: o hâlde Allah'a ve

hem "Ehl-i Kitab'a mensup olmayan Peygam­ rincisini nehyetmek ikincisinden önceliklidir.
ber", hem de "Okur-yazar olmayan Peygam­ 118 Bu âyet Mâide 3, En'âm 145, Bakara 173,
ber" anlamına gelebilir. Ümmi sözcüğünün Nahl 115 ışığında anlaşılmalıdır. İmam Şafiî,
"yalnızca okur yazar olmayan" anlamıyla sı- vahiy ile toplumsal vakıa, bir başka ifadeyle
nırlanamayacağı Kur'an'la sabittir. Cuma 2 örf arasındaki münasebete işaret ederken, Hz.
ışığında "Tevrat'ı bilmeyen, bir kutsal kitaba Peygamber tarafından bazı şeylerin, Arapların
muttali olmayan" vurgusu zaten vardır. Fakat yememesi sebebiyle haram, bazı şeylerin de
Kur'an kitap ehli arasında bulunduğu hâlde yemeleri sebebiyle helâl kılınmış olduğunu
kitaptan uzak durup 'elleriyle yazdıklarına' belirtir. A'râf sûresinin 157. âyeti vesilesiyle,
itibar eden ümmilerden" söz ettiği gibi (94/Ba­ el-habâis'i bir bakıma "Arapların yemediği
kara: 78-79), kitap ehlinin dışında kalanları da şeyler"; et-tayyibatı da "yemiş oldukları şey­
ümmi olarak nitelemektedir (98/Âl-i Imran: ler" olarak anlamlandırmaktadır... Bu itibarla
20, 75). Bu ibare, ticaret yapacak kadar rakam Hz. Peygamber, parçalayıcı dişi (en-nâb) olan
değerli harf sistemi olan ebcede vakıf olsa da, yırtıcı hayvanın yenilmesini men etmiş, fakat
en azından vahyin ilk yıllarına kadar okur-ya­ parçalayıcı dişi olduğu hâlde sırtlanın (ed-da-
zar olmadığı bilinen Rasulullah'ın bu özelliği­ bu') yenilmesini de onlara helâl kılmıştır.
ne dikkat çekiyor olabilir. En doğrusu, Anke- Çünkü Araplar onu yiyorlar, ama pis ve necis
bût 48. âyetin ışığında, buradaki "ümmi"li- bularak yasak addettikleri aslanı, kaplanı ve
ğin, her iki anlamı da içine alacak bir çağrışı­ kurdu yemiyorlardı (el-Müzenî, Muhtasaru'l-
ma sahip olduğunu düşünmektir. Müzenî, Beyrut, ty., s. 285-286). Öyle ki,
117 Peygamberin vasıfları arasında sayılan İmam Şafiî tarihsel ve tamamen yerel olan bu
"iyiliği emredip kötülükten sakındırma" işi, durumdan şöyle bir ilke çıkarma yoluna bile
aslında Kur'an'ın inşa etmek istediği insan ti­ gider: Hakkında haram ve helâl kılan bir nas-
pinin bir özelliğidir. Bu tip sorumluluk bilin­ sın bulunmadığı şeye şöyle yaklaş: "eğer
cine sahip olduğu için sorumlu davranan, nes­ Araplar onu yiyor idiyseler, o helâl ve onlarca
ne değil özne ve birey değil şahsiyet olan so­ tayyibat olan şeyler arasındadır. Çünkü onlar
rumlu ve sosyal bir kişiliktir. Buradaki ma'ruf hoşlandıkları şeyi helâl addediyorlardı. Necis
ve munker terimleri akli alana dahildir. olduğu gerekçesiyle yemedikleri şeyler ise el-
Ma 'ruf aynı zamanda iyi, meşru ve yararlıyı, habâis'in anlam alanına girer" (Muhtasar, s.
munker kötü, gayrı meşru ve zararlıyı temsil 286).
eder. Ma'ruf kendi içinde zorunlu olan ve ol­ 119 Lafzen: nûr. Bu kelimeyi Türkçe karşılığı
mayan diye iki kısma ayrılır. Münker de işle­ olan "ışık" diye çevirmemiz, nüYun kaynak
yenle birlikte başkalarına da zarar veren ve sa­ dildeki mecazî çağrışımlarını çeviride de elde
dece işleyene zarar veren diye ikiye ayrılır. Bi- edebilme amacına matuftur.
O'nun Elçi'sine inanın; Allah'a ve O'nun yalım ve sonunda güzel davrananları
bütün mesajlarına inanan kitap ehlinden ödüllendirelim!"
olmayan Haberci'ye... ve ona uyun ki 162 Fakat onlardan kendilerine kötülük
doğru yolu bulabilesiniz! edenler, sözü kendilerine söylenenden
başkasıyla değiştirdiler. 124
Bunun üzerine
159 MUSA'NIN toplumu içerisinde öyle Biz de, ettikleri kötülükler yüzünden on­
bir kesim d e 1 2 0
vardır ki, onlar hakkıyla ların üzerine gökten belâ yağdırdık.
rehberlik ederler ve o hakikat sayesinde
163 M e s e l a , 125
sor onlara deniz kıyısında­
adaletli davranırlar.
ki mamur kentin hâlini! Hani onlar, Sebt
160 Derken, Biz onları on iki boydan olu­ Günü dışında ortaya çıkmıyorlar diye,
şan (on iki) guruba ayırdık. Toplumu Mu­ Sebt Günü'nde balıkların kendilerine akın
sa'dan su talep ettiğinde, ona "Âsânla ta­ akın gelişine tamah ederek Cumartesi ge­
şa vur!" diye vahyettik. Bunun üzerine leneğini çiğniyorlardı! Biz, yoldan çıkma­
taştan on iki su gözesi fışkırdı da, bu sa­ ları nedeniyle onları (dünyalığa) işte böyle
yede herkes nereden içeceğini öğrendi. mübtela e t t i k . 126
164 Ne zaman ki onlar­
Yine onları bulutla gölgeledik, onlara dan bir topluluk (söz konusu sapkınlara
menn ve selva ikram e t t i k 121
(ve dedik karşı çıkanlara), "Niçin Allah'ın (bu dün­
ki): "Size bahşettiğimiz rızıkların temiz yada) helak edeceği, veya (âhirette) şiddet­
ve güzel olanlarından yararlanın!" li bir azaba uğratacağı birilerine öğüt verip
Fakat (onlar nankörlük etmekle) bize zul­ duruyorsunuz ki?" dediklerinde, onlar şu
metmiş olmadılar,- asıl zulmettikleri cevabı verdiler: "Rabbinizin katında so­
kendi benlikleriydi. rumlu olmayalım diye,- bir de, belki so­
161 Hani, bir zaman da onlara denilmişti rumluluklarını hatırlarlar u m u d u y l a ! " 127

ki: "Yerleşin şu ülkeye, oranın ürünlerin­ 165 Ve o (sapkınlar) kendilerine yapılan


den dilediğiniz gibi yararlanın! Bir yan­ tüm uyarıları kulak ardı edince, Biz de
dan da 'Bağışla!' diye yal varın ve mahvi­ kötülüğe engel olmaya çalışan (bu) kim­
yet içerisinde (kentin) kapısından gi­ seleri kurtardık; ve kendilerine kötülük
rin; 122
Biz de sizin hatalarınızı 123
bağışla- eden kimseleri yoldan çıkmalarından do-

120 istinaf vavı, ana konuya yeniden dönüldü­ 124 Kelimelerle oynama ya da bir başka ifa­
ğünü gösterme yanında, burada olduğu gibi deyle "semantik dalalet" için bkz. 94/Bakara:
bağlamına göre 'dahi' vurgusu da taşır. 58-59 ve 104/Nisâ: 46.
121 İnzâl'e verdiğimiz "ikram" karşılığı için 125 Vavin misal anlamının delili Âl-i Imran:
bkz. 56/A'râf: 24, not 18. Menn ve selva için 68. âyettir. Bu bağlamda 162. âyetle bu âyet
bkz. 94/Bakara: 57, not 100. arasında uygun bir geçiş oluşturmaktır.

122 Râğıb, buradaki succeden ile alçak gönül­ 126 Sebt Günü için bkz. 94/Bakara: 65 ve
lülük ve itaat kastedildiği görüşündedir (Krş: 74/Nahl: 124, notlar 120 ve 135.
94/Bakara: 58; 104/Nisâ: 154). 127 Bu âyet kötülere karşı, pasif iyilerle aktif
123 Hatîâtm tekili hatae "kötüyü kastedip iyiler arasındaki davranış farkını ortaya koy­
onu gerçekleştirmek", Bakara 286'daki ahtae maktadır.
ise "iyiyi kastedip kastını tutturamamak"tır. 128 Beîs: Bu formuyla Kur'an'da geçtiği tek
layı kahredici 128
bir azabın pençesine alan yeni kuşaklar Kitab'a vâris oldular;
mahkûm ettik. 166 Ve sonunda, kendile­ (fakat) bu değersiz dünyanın geçici nazla­
rine yasaklanan şeyleri işlemekteki inat­ rına kapıldılar. Ayaklarına gelen bu tür­
çı tutumları yüzünden onlara dedik ki: den her (dünyevi) hazzı fırsat bilip üzeri­
"Maymundan beter o l u n ! " 129
ne atladıkları hâlde, "Nasıl olsa sonunda
167 Nitekim Rabbin, Kıyamet Günü'ne bağışlanacağız!" bile dediler. Oysa ki on­
kadar onların başına, kendilerini dehşet lardan Allah hakkında, gerçekten başka
felaketlere uğratacak kimseleri belâ ede­ hiçbir şey söylemeyeceklerine dair vahiy
ceğini ilan e t m i ş t i . 130
Unutma ki Rabbin (ile belgelenen) s ö z 1 3 3
alınmamış mıydı?
cezalandırmada çok dakiktir,- bununla Dahası, onun kitapta kayıtlı bulunan der­
beraber 131
O, tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz sini almamışlar mıydı?
bir merhamet kaynağıdır. Tabii ki, sorumluluğunun bilincinde
olanlar için âhiret hayatı en hayırlısıdır:
168 Ve onları gurup gurup yeryüzünün her
tarafına dağıttık; onların aralarında dürüst Hâlâ akıllanmayacak mısınız? 170 Ama

ve erdemli kimseler olduğu gibi, böyle ol­ kitaba sımsıkı sarılan ve Allah'a kullu­

mayanlar da v a r . 132
Bu sonuncuları belki ğun hakkını v e r e n l e r 134
var ya: onlar iyi

kendilerine dönerler umuduyla, hem bağış bilsinler ki Biz, kendilerini ve başkalarını

ve bollukla hem sıkıntı ve darlıkla sınadık. düzeltmek için çaba gösterenlerin emek­
lerini zayi etmeyeceğiz.
169 Onların ardından, kendilerinin yerini

yer burasıdır. Kelimenin türetildiği be's, "Mu­ 134 Lafzen: "salâtı ikâme edenler.." Burada Is-
hatabını hüzün ve zilletten kahreden belâ" râiloğullarma mensup kimselerden söz edildi­
anlamına gelir. Bir sonraki âyette açıklanacak ği için salât "namaz"dan çok "kulluk ve iba­
"maymunlaşmayla" ilintilidir. det" vurgusu taşır. Salât, farklı şekil ve form­
129 Lafzen: "Alçak maymunlar olun!" Doğal­ larda da olsa, tüm peygamberlerin şeriatların­
dır ki, kaynak dildeki söyleyiş vurgusu çeviri­ da bulunan temel bir ibadettir. Namaz emrini
ye yansıttığımız vurgudur. Düşmanının putla­ peşinen içeren ekâmu's-salat ibaresinin, dilsel
rına tapacak kadar ona aşık bir toplum ancak veriler dikkate alındığında, 'namaz aracılığıy­
böyle tanımlanabilirdi. Mücâhid, Isrâiloğulla- la' hedeflenen daha üst bir amaca atıf olduğu
rınm düşmanını taklit hastalığını kastederek anlaşılır. Esasen salat, insanı otururken dik
"ahlaken maymunlaştılar" der. tutan "oyluk" veya ayaktayken dik tutan
130 Bu mucizevi bir önceden haber vermedir "omurga" anlamına gelen bir kökten türetil­
(ihbar). Yahudi tarihi bunun tanığıdır. miştir. Salat'ın ikâmesi, "doğrultulması ve
ayağa kaldırılması" anlamlarını taşır. Bir baş­
131 "innc.ve inne..." te'kitleriyle gelen çifte
ka ifadeyle "Kulun Allah karşısındaki esas du­
cümleye verilebilecek maksada en uygun kar­
ruşu "dur namaz. Bu verilerden yola çıkarak
şılık.
"salatı ikame"nin, namaz kılmanın çok daha
132 Kur'an seçip ayıran mümeyyiz bir akla ça­ ötesinde çağrışımları olduğunu söyleyebiliriz.
ğırır, her tür toptancı-süpürücülüğü reddeder Kur'an'ın bütünü ve dilsel veriler bağlamında
(Krş: 98/Âl-i İmran: 113). bu ibareyle kastedilen, namazın da kendisine
133 Misaku'l-Kitab: Tevrat'ta geçen günah iş­ ulaşmak için araç olarak kullanıldığı daha üst
leyenlerin tevbe etmeden affedilmeyecekleri­ amaç olan "kulun Allah karşısındaki esas du-
ne dair ilâhî söz. ruşu"dur.
171 Ve Biz (Sina) Dağı'nı bir gölgelik gibi (Bunu hatırlattık) ki, Kıyamet Günü bi­
tepelerine dikip, onların dağın üzerlerine zim bu gerçekten haberimiz yoktu deme-
yıkılacağını zannettikleri o zaman da (de­ yesiniz, 173 ya da "Doğrusu bizden önce
miştik): "Size bahşettiğimiz vahye sımsı­ babalarımız şirk koşmuştu, bizse sadece
kı sarılın ve onun ilkelerini aklınızdan onların peşinden giden bir kuşağız; dola­
çıkarmayın ki, sorumluluğunuzu yerine yısıyla, bâtılı icat edenlerin yaptıkları yü­
getirmiş o l a s ı n ı z ! " 135 zünden bizi mi helak edeceksin?" gerek­
çesine sığmmay asınız.
172 VE RABBİN, Âdemoğlunun sulbün­ 174 İşte Biz, âyetlerimizi bu şekilde çok
den onların nesillerini çıkardığı her za­ boyutlu olarak açıklıyoruz ki, belki tek­
man, 1 3 6
onları kendileri hakkında tanık rar (gerçeğe) dönerler.
kıldı: "Ben değil miyim sizin Rabbiniz?"
175 Bir de onlara, mesajlarımızı ulaştırdı­
Onlar da "Kesinlikle" dediler, "buna biz
ğımız hâlde, onları elinin tersiyle itip
şahidiz!" 137

135 Dağın havaya kaldırıldığının sanılmaması le getirmeden de edemez. Bu âyeti lafzî yo­
için özellikle "bir gölgelik gibi" ve "zannet­ rumlayan kaynakların dayandığı rivayetlerin
tikleri" kaydı düşülmüştür. tamamı, Allah'ın Hz. Âdem'in sulbünden söz
136 Kanaatimizce, "Âdemoğlunun sulbünden aldığını ifade etmektedir. Âyetin Hz. Âdem'­
onların nesillerini çıkardığı zaman" ifadesi, den değil "Âdemoğullarından" söz ettiği açık­
üreme organlarının çalışmaya başladığı "bu­ tır. Bu tartışmalı rivayetlere dayanarak âyeti
luğ zamanına" tekabül eder. Buluğ yaşı, ibadet mecazdan hakikate taşıyan klasik tefsire yö­
mükellefiyetinin ve cezai ehliyetin başlangı­ neltilen tüm eleştirileri nakleden Râzî, âyette­
cıdır. Bizce Allah Rasulü'nün "Üç kişiden ka­ ki diyalogun mecazi olduğu görüşünü, karşı
lem kalkar: Buluğ çağına gelinceye kadar ço­ çıkmaksızın dile getirir. İbn Kesir, âyetin insa­
cuktan.." hadisi, bu âyetin nebevi bir okuma­ nın yaratılıştaki saf ve temiz fıtratına dikkat
sı gibi görünmektedir. Esasen hadisteki tür­ çektiğini söyleyerek bu konudaki âyet ve ha­
den bir tesbit, ancak ilâhî bilgiye istinat edebi­ disleri sıralar. Buradaki anlatımın Fussilet 11
lirdi. İyi araştırıldığında, Hz. Peygamber'den ve Ahzab 72'de olduğu gibi temsili bir diyalog
sadır olan bu gibi haberlerin kaynağının vahiy olduğu açıktır. Bu diyalogu lafzî anlamına
olduğu, bu hadislerin vahyin nebevi bir basi­ hamletmek biraz da keskin bir "ruh-beden"
retle okunması sonucunda ortaya çıktığı görü­ ayrımının eseridir. İrfanî bilgi sisteminin Her-
lecektir. Buluğ yaşı çıtası, bundan öncesinin metik Felsefe'den, Burhanî bilgi sisteminin
sorumsuzluk olduğu anlamına gelmez. Terbi­ Yunan Felsefesi'nden ödünç aldığı insanın fi­
ye açısından her yaşın bir sorumluluğu vardır. zikî varlığından bağımsız bir "nefs" ve beden­
137 Bu âyetin muhtevası, avam dilinde kâlû den ayrı bir "ruh" tanımı, hicrî 3. yy.dan itiba­
belâ adıyla bilinir. İnsan fıtratının tevhidi ka­ ren bugünkü anlamında kullanılmaya başla­
bul etmeye doğuştan hazır olduğunu, Rab olan mıştır. Daha sonraları bu etki Beyanî bilgi sis­
bir yaratıcıyı inkârın mazeret olamayacağını temine de geçerek Kelam'a mal olmuştur.
ifade eder. Zemahşerî bu diyalogu mecazi sa­ Eş'arî Kelamı'nm "ilk misak"ı savunması da
yar ve tahyîl (canlandırma, dramatizasyon) buna bağlanabilir. Fakat Matüridî bu yorumu
olarak niteler. Bunu hakiki olarak yorumla­ reddeder. Bu âyet, insanoğlunun doğuştan "aş­
yan müfessirlerden Taberî, bu yorumun da­ kın bir Yaratıcı Varlık "ı algılamaya yatkın ya­
yandığı hadis hakkındaki ciddi kuşkularını di­ pısına, yani "fıtrat"a atıfta bulunmaktadır. Bu
Nüzul: 56 Mushaf: 7 r ^ > . 1 , 56/A'RÂF SÛRESİ t T > < a > ; t
295

şeytana uyan ve sonunda sapık olup çı­ 177 Ne berbattır âyetlerimizi yalanlayan
kan kimsenin durumunu haber v e r . 138
bir toplumun hâli; üstelik onlar (böyle
176 Ki, eğer Biz isteseydik onu mesajları­ yapmakla) kendilerine zulmetmiş olu­
mızla yüceltirdik, 139
ne ki o dünyaya sa­ yorlar. 142

rıldı ve ihtirasının peşine düştü. İşte bu 178 Kimin rehberi Allah olursa, doğru
yüzden böyle birinin durumu, üstüne yola ulaşan o olur O kimi de sapıklığa
;

varsan da kendi hâline bıraksan da hırla­ terk ederse, işte gerçekten kaybeden de
yıp duran bir köpeğe benzer. Mesajlarımı­ onlar olurlar. 143

zı yalanlamaya kalkanların durumu işte


179 Doğrusu Biz, görünen görünmeyen
böyledir. Şu hâlde (bu) kıssaları a k t a r , 140

iradeli varlıklar i ç i n d e n 144


akleden kalp-
belki üzerinde düşünürler. 141

âyet, kolektif bilinçaltı" adı verilen duruma sel olayları değil sembolik ve temsili anlatım­
bir atıf olarak da okunabilir. ları da kastetmektedir.
138 Hz. Ali ve İbn Abbas gibi sahabilere göre bu 141 Tereicicür'ün nüzul sürecinde ilk geçtiği
kişi Bel'am b. Baura (Balam b. Beor)'dır. Bel'am, yer. Bu kalıp geçtiği on beş yerde de olumlu­
Ârami olduğu hâlde önce Hz. Musa'nın dinine dur [Tefkîr ile farkı için bkz. 4/Müddessir: 18,
tabi olmuş, sonra kendi kavminin putperest not 14). Bilgi edinme süreçlerinin tümünü ifa­
kralı Balak yardım isteyince muvahhid ordu­ de eder. Râzî'nin de isabetle kaydettiği gibi te­
nun önüne çınlçıplak fahişeleri çıkarıp onların fekkür, aklın/kâlbin sebepler ile sonuçlar ara­
ahlâkını bozarak yenme öğüdünü vermiş bir sında bağ kurarak bilgiyi elde etmepüretme ve
bilgindir (Bkz: Yahudileşme Temayülü, s. 244 iletme süreçlerinin tümünü kapsar. Bu süre­
vd. Krş. Eski Ahid, Sayılar 25:1-3, 31: 16). Kel- cin her durağı tezekkür, tedebbür, taakkul, te-
bî'ye göre Medine'deki münafıkların liderlerin­ fakkuh gibi farklı isimler alır ve farklı vurgu­
den "keşiş" Abdullah b. Amr'dır. Bazıları da lar taşır (Bkz: âyet 3, not 4). Düşünmenin kal­
bununla Hz. Peygamber'in "Onun şiiri müslü¬ be isnadına dair bkz. 91/Hac: 46, not 66.
man olmuştu" dediği Sakifli ünlü "hanif" şair 142 Zulmün nasıl anlaşılması gerektiğiyle il­
Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın kastedildiğini söyler. gili bkz. âyet 148'in ilgili notu.
176. âyetin de delalet ettiği gibi, bu her çağda
143 Allah'a isnat edilen fiiller, aslında davra­
bulunan prototiptir. Bu tipin belirgin vasfı bil­
nış psikolojisinin Allah tarafından konulmuş
giden değil, bilgi ahlâkından yoksunluktur. Bil­
yasalarına bir atıf olarak okunmalıdır.
gi ahlâka dönüşünce haşyet (42/Fâtır: 28), ah­
lâksız kalınca vahşet üretir. 144 Cinn ve ins'i çevirimizin gerekçesi için
bkz. 73/En'âm: 112, not 94. İki varlığın da
139 Zımnen: Eğer o mesajlarımızla yücelmeyi "kâlbleri, gözleri ve kulakları" olan varlıklar
tercih etseydi, biz de onu mesajlarımızla yü­ olduğu dile getiriliyor. Buradaki "kâlb"in
celtirdik; ama o mesajlarımızı kullanmayı, iman ve inkâr mahalli, göz ve kulağın ise gör­
onların üzerine basarak yükselmeyi seçti, biz me ve işitme duyusundan kinaye olarak me­
de onu alçaktık. caz olması mümkündür. Ancak iman ve in­
140 Burada anlatılması istenen kıssalar bu sû­ kârda, bilgiyi akıl yürütme ya da nakil yoluy­
re boyunca devam eden geçmiş toplumlara ait la almada birbirine eşit olan bu yaratıklardan
kıssalardır. Muhtemeldir ki bu kıssaların içe­ bu üç fonksiyonu kullanmayanların basbayağı
risine 172. âyette ve hemen üstteki âyette ak­ görünen fiziki varlıklar olan "hayvan sürü-
tarılan mesel ve misal de girmektedir. Eğer sü"ne benzetilmesi de üzerinde kafa yorulma­
böyleyse, Kur'an kıssa derken yalnızca tarih­ sı gereken dikkat çekici bir noktadır.
leri olup da kavramayan, 145
gözleri olup adaletle davranan kimseler de vardır. 182
da görmeyen, kulakları olup da işitmeyen Âyetlerimizi yalan sayan kimselere ge­
birçoklarını cehennemlik yapmışızdır. 146 lince: onları bir süreç içerisinde yavaş ya­
Hayvan sürüleri gibidir onlar, belki daha vaş eriteceğiz de farkına dâhi varmaya­
da a ş a ğ ı ! 147
Onlar gaflete gömülmüş olan caklar. 183 Onları bir süre kendi hâlleri­
zavallılardır. 148 ne bıraksam bile, unutmayın ki onların
entrikalarını başlarına geçiren düze­
180 EN güzel nitelikler ve tüm mükem­ nim 1 5 1
çok sağlamdır. 152

mellikler Allah'a m a h s u s t u r . 149


Artık 184 İmdi, onlar (yıllar yılı tanıdıkları]
O'na onlarla yalvarıp yakarın ve O'nun hemşehrilerinde delilikten eser olmadığı­
yüceltilmesinde haktan sapan kimseler­ nı düşünmezler m i ? 1 5 3
O yalnızca açık­
den uzak d u r u n ! 150
Onlar, zamanı gelince tan açığa uyaran biridir.
yaptıklarından dolayı cezalandırılacak­
185 Hem bakmazlar mı göklerin ve yerin
lardır.
mutlak otoritesine, Allah'ın yarattığı her
181 Yarattıklarımız içerisinde hakikate bir şeyin niteliğine? (Düşünmezler mi)
giden yolu gösteren ve onun sayesinde ecellerinin yaklaşmış olma ihtimalini?

145 Kur'an burada düşünme faaliyetini kalbe celik" anlamındaki sumuvve "alamet, işaret"
isnat etmiştir. Bilinen bir gerçektir ki, akıl anlamındaki vesm. Doğrusu bunlardan birin­
isim olarak zaten Kur'an'da hiç geçmemekte, cisi kelimenin illî, ikincisi gâî mânâsıdır. İsim
onun yerini kalp almaktadır. Akletme ise kal­ sahibi olmak varlık arasında bulunmaktır.
bin bir faaliyeti olarak dile getirilmektedir. İsimler yokluk karşısında bir üstünlük ve yü­
Kur'an tefekküründe, kalp aklın arşıdır. Vahiy celiktir, aynı zamanda isimler müsemmaları-
kalbe iner, akıl kalpten neş'et eder. Bu kalbin nın alamet ve işaretidirler. Çevirimiz, kelime­
kan pompası olmayıp iman ve inkârın makar- nin kök anlamlarından biri olan sumuVe da­
rı olan manevî merkez olduğu açıktır (36/Kâf: yanmaktadır.
37). Kur'an sistematiğinde taakkulün kalbe
151 Keyd özünde tuzak değildir, insan davra­
nisbeti, düşünme faaliyetinin entelektüel fa­
nışıyla etkileşim hâlinde olan ilâhî yasalara
aliyetle sınırlanmayıp sezgiyi de içine alacak
bağlı cezalandırma düzenidir. Fakat insan ha­
şekilde geniş tutulduğunu ifade eder (Bu ko­
zırlıksız ve ansızın yakalandığı için bu yasala­
nuda bir not için bkz. 91/Hac: 46).
rı tuzak gibi algılar. Allah için kullanıldığında
146 Lafzen: "..ekmişizdir". Râğıb'ın zere'nâ'yı "tasarlanmış bir entrikayı hiç ummadığı bir
"ortaya çıkardık" şeklinde açıklamasına daya­ yerden bozup tuzağı yapanın başına geçirme"
narak: "..cehennem için ortaya çıkarmışızdır". anlamını taşır.
147 Krş. 40/Furkan: 44, not 56. 152 Bu âyetler çürümenin yönünü göstermek­
148 Gaflet, tam anlamıyla kişinin kendisine tedir: Birey yüreğinden çözülünce çürür, o çü­
yabancılaşma durumunu ifade eder. rük bireyler de toplumu çürütür. Çürüyen
149 Kur'an'da geçtiği dört yerde de el-esmau'l- toplum ise güçlü bir sarsıntıda çöker.
husnâ terkibi Allah'a has olarak kullanılır. Bu 153 Bu âyette Kur'an, ilk muhataplarını man­
terkiple ilgili ayrıntılı bir açıklama için, ilk tıklı olmaya çağırmakta, akıllarını inkârlarına
geçtiği 44/Tâhâ: 8'in notuna bkz. bir gerekçe olarak gösteren Mekkelilerin içine
150 Esma', iki mastara birden izafe edilir: "yü­ düştükleri çelişkiye dikkat çekmektedir.
Bu (vahiy] de değilse, artık hangi habere 189 O'DUR sizi bir tek candan yaratan ve
inanacaklar?! kendisine ilgi duysun diye ona kendi cin­
186 Allah kimi sapmaya terk ederse, ar­ sinden eşini var eden. Gün gelip o eşine
tık ona doğru yolu kimse gösteremez: zi­ sarılınca, (önce) eş hafif bir yük yüklenir
ra onları ısrarlı tercihleri olan sapıklıkta ve o yükü bir süre t a ş ı r . 157
Ardından yük
debelenmeye terk edecektir. 154 ağırlaşmca eşler Rableri olan Allah'a:
"Eğer bize eli ayağı düzgün, kusursuz bir
187 SANA soruyorlar: "Son Saat ne za­ çocuk bahşedersen,- söz, Sana şükreden
man gelip çatacak?" diye. Cevap ver: kimselerden olacağız!" diye yakarırlar.
"Onun bilgisi yalnızca Rabbimin batın­ 190 Fakat O kendilerine eli ayağı düzgün,
dadır; onun vaktini O'ndan başka ortaya kusursuz bir çocuk bahşedince de onlara ;

koyacak kimse yoktur: O bütün ağırlığıy­ bahşettiği çocuk üzerinden O'na ortak
la göklerde ve yerde kopacak, sizi haberi­ koşmaya kalkarlar: oysa ki Allah, onların
niz olmadan ansızın yakalayacaktır. San­ ortak koştukları şeylerden çok yücedir. 158

ki senin ısrarla o bilginin peşine düşüp


191 Şimdi siz O'na has birtakım nitelik­
elde etmen mümkünmüş gibi, onu sana
leri, bir şey yaratmaktan aciz, aksine
soruyorlar. 155
De ki: "Onun gerçek bilgi­
kendileri yaratılmış bulunan şeylere mi
si yalnızca Allah katmdadır, ne ki insan­
yakıştırıyorsunuz? 192 Kaldı ki, ne onla­
ların çoğu bunu bilmezden geliyor."
ra yardımları dokunabilir ne de bizzat
188 De ki: "Allah dilemedikçe, ben (dahi| kendilerine yardımcı olabilirler. 193 Ve
kendime ne yarar sağlayabilirim, ne de eğer yol göstersinler diye yakarsanız, size
zararı önleyebilirim. Zira eğer gaybı bil­ cevap bile veremezler. Onlara ister yalva-
seydim, kendime tüm güzelliklerden da­ rın ister susun,- size karşı konumlarında
ha çok pay ayrılmasını sağlardım, üstelik hiçbir şey değişmez.
kötülük de semtime uğrayamazdı. Ne ki
194 İyi bilin ki, Allah'tan başka yalvarıp
ben, inanan insanlar için yalnızca bir
yakardığmız kimseler de sizin gibi yara-
uyarıcı ve m ü j d e c i y i m . " 156

154 Açıktır ki bu, kula ait bir tercihtir. İnsan 156 Vahyin Allah'a aidiyetinin delillerinden
özgür iradesiyle yaptığı bu tercihinin sorum­ biri bu âyettir. Peygambere talim ettirilen bu
luluğunu behemehal üstlenmek zorundadır. itiraf, hakikate bağlılığın, her tür taktik ve
Bunu "yazgı" olarak nitelendiremez. Bu konu­ stratejik hesabı aşacak kadar hasbi olduğunu
daki yazgı (sünnetullah), insanın iradeli bir gösterir.
varlık olması ve tercihinin daha önceden ku­ 157 Bir çocuğun meydana gelişini anlatan
rallara bağlanmasıdır. Kur'anî belagatın, muhteşem bir zarafet ve ne­
155 Ke-enneke hafiyyun 'anha ibaresini Mücâ- zaketle kesiştiği nokta.
hid istahfeyte 'anhe's-sual hatta 'alimte vakte- 158 Burada maksat Âdem ve eşine dikkat çek­
ha (Senin, onun zamanını öğreninceye kadar mek değildir. Çocuk sahibi olma sürecine da­
bu sorunun peşine ısrarla düşüp hakkında bil­ hil olan sebepler zincirini yüceltip, insanı,
gi alabilme imkanın) şeklinde açıklar (Taberî). neslini sürdürecek bir donanımla yaratan Al­
Zaten, 'an ile birlikte kullanılan ahia fiilinin lah'ın eşsiz rolünü göz ardı eden nankör man­
ism-i faili olan hafiyyun'ün anlamı da budur. tık kınanmaktadır.
tılmış varlıklardır. Nitekim eğer doğrulu­ mazlar bile; ve sanırsın 159
ki sana bakı­
ğunuzdan eminseniz, haydi yakarın da yorlar, fakat onlar görmezler."
duanıza icabet etsinler!
195 Hem onların yürüyecek ayakları mı 199 SEN insan fıtratına uyan yolu t u t , 1 6 0

var? Ya da tutacak elleri veya görecek iyi olanı emret ve haddini bilmezlere al­
gözleri, yahut işitecek kulakları mı var? dırma! 161

De ki: "Haydi çağırın Allah'a ortak koş­ 200 Yine de Şeytan tarafından kurgula­
tuklarınızı, sonra önüme her türlü tuzağı nan ayartıcı bir k ı ş k ı r t m a y a 162
hedef
kurun ve bana göz açtırmayın! 196 (Ama) olursan, hemen Allah'a sığın: unutma ki
unutmayın ki, benim savunucum Kitab'ı O her şeyi işitir, akıl sır ermez bir ilim
indiren Allah'tır: zira, dürüst ve erdemli sahibidir.
olanları O savunacaktır. 197 Oysa ki, 201 Şüphesiz, sorumluluk bilincini kuşa­
O'nun dışında yalvarıp yakardıl^larınız nan kimselerin içine Şeytan tarafından
ne size yardımcı olabilir ne de kendileri­ kurgulanan mevhum bir görüntü yansı­
ne yardımları dokunur. 198 Ve eğer yol yacak o l u r s a , 163
(hemen fıtrat sözleşmesi­
göstersinler diye yakarsanız, sizi duy- ni) hatırlayıverirler ve işte o an gerçeği

159 Raâ fiili "gördü" anlamı yanında, bağla­ lamıyla "bilmeyenler" olamaz. Zaten Pey­
mına göre "varsayıma" da delalet eder. Genel­ gamber bilmeyenlere bildirmek için bir bildi­
likle e-raeyte (varsay ki, farzet ki..) formunda riyle (Kur'an) gönderilmiş bir Bildirici (Ne-
bu vurgu barizdir. Burada "kanaat, sanı" ola­ bi)'dir. Peygamber'in, her şeye rağmen ısrarla
rak karşımıza çıkıyor. "tebliğ etmesi", "işine bakması", "yapılanlara
160 Mücâhid'in huzi'l-'afve ibaresine verdiği aldırmaması"nı emreden âyetlerle birlikte dü­
anlam şudur: "İnsanların yaratılışlarına uy­ şündüğümüzde bu âyette ilişiğin kesilmesi
gun tavır ve davranışlarından kolay, doğal ola­ emredilen kişilerin tipik özelliği ortaya çıkar:
nını al" [huzi'l-'afve min ahlâki'n-nâs ve "Haddini" ya da "kendini bilmezler". Cehalet
a'mâlihim). Taberî de bu anlamı tercih eder. bu anlamı izleyerek 172, 175 ve 179'da atıf ya­
Buhârî'nin Urve'den naklettiği "Allah Elçisi­ pılan "fıtratına yabancılaşanları" da kapsar.
ne insanların fıtratlarına uygun davranışların­ Mekke toplumunun en bilgili ve kültürlü si­
dan kolay olanını almasını emretti" hadisini malarından biri olan Amr b. Hişam'a (ö.
İbn Kesir bu âyetin tefsiri sadedinde nakleder. 2/624) "Ebu Cehil" (cehaletin babası) adının
Yukarda sayılan isimlerin bu tercihini bu sû­ verilmesi de bu yaklaşımın bir sonucudur.
renin son pasajlarının eksen âyeti olan 172. 'îrad'a verdiğimiz anlam için bkz. 104/Nisâ:
âyet de desteklemektedir. Bu ibareyi "müşrik­ 81 ve 26/Necm: 29, ilgili notlar.
lere karşı af yolunu tut" şeklinde anlayan yak­ 162 Nezğ, "bir işin içine onu bozmak için gir­
laşımı bu âyetin hemen öncesinde gelen âyet­ meye çalışmak" demektir (Râğıb). İnsanın se­
le, müşriklere karşı Hz. Peygamber'i "Haydi, lim duygularının frekansını bozup zihin ekra­
çağırın Allah'a ortak koştuklarınızı, sonra nını kirletmek için duygu dünyasına yönelik
önüme her türlü tuzağı kurun ve bana göz aç­ her türlü saptırma teşebbüsünü ifade eder
tırmayın!" şeklinde meydan okumaya çağıran (Krş: 83/Zuhruf: 36).
195. âyet desteklememektedir. 163 Tâif bir kıraatta tayf okunur. Tayf, uyku
161 Cahilin, lafzen "cehalette ısrar edenler". veya yarı uykulu bir hâldeyken görülen hayal
Burada ve her yerde cahillerden kasıt düz an­ (Râğıb). Bizce bu, bilinç devreden çıkınca
kavrarlar. 202 Kendi (fıtratlarına yabancı­ dir."
laşmış) kardeşleri onları azgın sulara sü­ 2 0 4 Artık Kur'an okunurken onu can ku­
rüklemek isteseler dahi, sonuna (dek) lağıyla dinleyin ve sesinizi kesin ki rah­
mücadeleden elçekmezler. 164
mete nail olabilesiniz!
2 0 3 Ve sen onlara istedikleri âyeti getir­
2 0 5 Ve Rabbini, özbenliğinde, alçakgö­
mediğin zaman hemen derler ki: "Onu nüllülükle ve O'ndan sakınarak, sesini
(Rabbinden) almak için çabalasaydm y a ! " yükseltmeksizin gündüz gece a n 1 6 6
ve sa­
De ki: "Ben yalnızca Rabbimden bana kın kendine yabancılaşanlardan 167
olma!
vahyedilene uyarım: bu (vahiy) Rabbiniz
2 0 6 Unutma ki, Rabbinin tarafında olan­
katından gelen bir bilinç kaynağıdır; 165

lar O'na kullukta kibre kapılmazlar; ve


inanacak bir toplum için de kapsamlı bir
O'nun adına/aşkına hareket ederler 168
ve
doğru yol haritası ve bir rahmet pınarı-
yalnız O'nun önünde secdeye kapanırlar.

onun boşluğundan istifadeyle yerini doldur­ si budur.


maya çalışan "sahte bilince" tekabül eder. Bu, 165 Besâir (t. basiret) "aklın eşyanın hakikati­
iradeden boşalan yeri vehimlerin doldurması- ni kavrama hâlini" ifade eder. Muhtemelen bu
dır. Çevirimiz bu mülahazaya dayanır. formla kullanıldığı ilk yer burasıdır. Fiziki bir
164 Bu âyetin, 20 Tin devamı olması sözün görmeden daha çok bir "içgörü, farkındalık ve
bağlamı açısından daha makul görünüyor. bilinçlilik hâlini" ifade eder. Aktif yapıda olan
Klasik müfessirler, bir öncekinin aksine bu kelime kullanıldığı hemen her yerde vahye,
âyetin olumsuz bir içeriğe sahip olduğunu dü­ özellikle de vahyin "özneliğine" delalet eder
şünürler. Ama dil açısından "onlar" zamirinin (Bkz: 68/lsra: 102, not 122).
işaret ettiği yer, tekil gelen "şeytan" değil ço­ 166 Yani: "..her zaman an!"
ğul kullanılan "sorumluluk bilincini kuşa­
167 Lafzen: "gafillerden". 172, 179, 186 ve
nanlar" dır. Yukarıdaki genel yaklaşımı önce-
192. âyetlerle birlikte anlaşılmalıdır.
lemekle birlikte İbn Kesir, bizim âyetin son
cümlesine ait çevirimizi destekleyen bir görüş 168 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 9/A'lâ: 1,
nakleder. Parantez içi açıklamamızın gerekçe­ not 1 ve 2.
SECDE SÛRESİ
Nüzul : 57
Mushaf: 32

Secde, teslimiyetin altına beden diliyle atılan imzadır. Sûre bu adı 15.
âyetinden alır. Tirmizî Cami'inde sûreyi bu adla anar. Y i n e Tirmizî'nin
elif lâm mîm tenzil ve te-
Cabir b. Abdullah'a atfen naklettiği "Peygamber
barakellezi bi yedihi'l-mülk'ü okumadan u y u m a z d ı " rivayetinden sûrenin
başka adları da bulunduğunu çıkarabiliriz.

Sûrenin iniş yeri ve zamanı konusunda ihtilaf edilmiştir. Çoğunluğa göre


Mekkî'dir. İbn Abbas'a atfedilen iki görüşten biri de budur. İkinci görüşe
göre, 18-21. âyetler Medine'de inmiştir. Fakat bu, zayıf nüzul sebebi riva­
yetlerine dayandığı için rahatlıkla göz ardı edilebilir. Kaldı ki E n ' â m sûre­
nin girişinde uyguladığımız kriterler de bu sonucu verir.

Sûre müşriklerin vahye karşı itiraz ve iftiralarından söz ettiğine göre (3),
Mekke'de indiği kesindir. 13. âyette dokuzuncu yılda indirilmiş olan Sâd
sûresinin 8 4 - 8 5 . âyetlerine atıf vardır. Şu halde bu sûrenin de boykot sonu
veya sonrası sûrelerinden olduğu sonucuna varılabilir. 9. yılda inmiş olma­
lıdır, ibn Abbas'tan gelen meşhur tertipte Medenî sûrelerden olan C u m a -
Munâfıkun, Cabir b. Zeyd kanalıyla gelen ibn Abbas tertibinde Inşikâk-An-
kebût, diğerlerinde M ü ' m i n û n - T u r arasında yer alır.

Sûre vahye atıfla başlar, inkarcıların iftiralarını dile getirir (1-3). Ahiret ha­
yatına dair ayrıntılar verir (4-14). Kur'an'da cennet hakkındaki en çarpıcı
âyetlerden biri bu sûrededir:

"..onları (cennette) ne türden göz kamaştırıcı sürprizlerin beklediğini kim­


se hayal dâhi e d e m e z " (17).

Ardından geçmiş ümmetlerden h e m örnek h e m de ibret olanlara değinilir


(23-26). Sûre inkârda ısrar edenleri uyaran bir âyetle son bulur.

Çoğunluğun taksimatına göre âyet sayısı 3 0 , Basralılara göre âyet sayısı


27'dir.
Nûzûl: 57 Mushaf: 32 t î < g > >, , 57/SECDE SÛRESİ 301

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 Elif-Lâm-Mîml 1
ri altı aşamada yaratan, sonra da hü­
6

kümranlık makamına kurulan Allah'tır,- 7

2 BU İLÂHÎ kelamın indirilişi, hiç kuşku (hesap günü) sizi O'ndan koruyacak ne
yok k i alemlerin Rabbindendir.
2 3
bir dost ne de bir kayırıcı bulamazsınız:
3 Yine de onlar "Onu o uydurdu" diyor­
4 peki, hâlâ ders almayacak mısınız? 8

lar. Hayır! O Senin Rabbinden gelen bir 5 Gökten yere kadar bütün bir oluşu O
hakikattir; senden önce kendilerine uya­ düzenler; en sonunda bütün bir oluş sizin
rıcı gelmemiş bir toplumu belki doğru hesabınıza göre bin yıl kadar süren bir
yola gelirler diye uyarman içindir. 5
günde O'na yükselir.
9

6 işte idraki aşan hakikatleri de, idrak ve


4 GÖKLERİ, yeri ve bu ikisi arasındakile-
tecrübe edilebilen gerçekleri de bilen;

1 Bu harfler Allah Rasulü'nün vahyi bir tek tamda "gün" elbette görecedir. Altı aşama, al­
harfini dahi zayi etmeden bize ulaştırdığının tı zamanlı bir oluşum sürecini ifade eder (Bkz:
canlı şahididirler (Bkz: 7/Kalem: 1, not 1). Ve­ 36/Kâf: 38, not 37). Kur'an'da yevm'in görece
da Hutbelerindeki "Bakın, tebliğ ettim mi?" niteliği bir sonraki âyette ifade edilmektedir.
(Buhârî, İlim 37) sorusu çağları aşıp bize kadar Altı aşamada yaratma, tekamül yasasına dela­
ulaşan gözü yaşlı Nebi'ye, kendi şimdi ve bu- let eder. Tekamül yaratılışın kanunudur. Var­
radamızın şahitleri olarak cevap veriyoruz: lığa bu kanunu yerleştiren alemlerin Rabbidir.
"Tebliğ ettin ey Allah'ın Rasulü! Biz şahidiz!" Ol deyince yaratacak bir Rabbin varlığı teka­
2 Veya: "Kendisinde hiç şüphe olmayan bu mül yasasına tabi kılması, insan terbiyesinde
ilahi kelam.." takip edilecek yöntem için de yol göstericidir.
3 isim cümlesiyle başlaması, anlama "bu sü­ 7 îstevâ 'ale'l-'arş, Yahudi ilahiyatmdaki tatil
rekli ve değişmez bir hakikattir" vurgusunu tezini çağrıştıran Yaratıcıya tatil yapmayı,
katar. Zımnen: Alemlerin bir Rabbi olduğuna varlığa ilgisiz kalmayı atfeden tüm tasavvur­
inanmak, O'nun terbiyesinin ifadesi olan vah­ ları red içindir (Krş: 44/Tâhâ: 5, not 4).
ye inanmayı gerekli kılar. Kur'an'da geldiği her yerde, Allah'ın varlıktan
4 Em, "e..em../ya..ya da.." kalıbıyla gelmediği elini çekmediğine, mahlukata ilgisiz kalmadı­
zaman farklı vurgular taşır (Ebu Ubeyde). ğına delalet eder.

5 "Kendilerine uyarıcı gelmemiş bir toplum" 8 Ders: Hayata bir nizam ve intizam koyan,
ifadesi ilk bakışta, "hiçbir ümmet yoktur ki kainat ağacının en soylu meyvesi olan insanı
içlerinden bir uyarıcı çıkmamış olsun" (42/Fâ- başıboş bırakır mı?
tır: 24) âyetiyle çelişik görünse de, Mâide 9 Zımnen "hesabını tutamayacağınız bir süre­
19'da geçen "uzun bir fetret" bu âyetle neyin de". Buradaki ibare, Son Saat tehdidinin yer
kastedildiğini açıklar. Bu toplumun kapsamı­ aldığı bir bağlam olan Hac 47'de, ke benzetme
nı tesbitle ilgili bir not için 40/Furkan 38'e edatıyla kullanılır. 'Bin yıl süren bir gün' kul­
bkz. 42/Fâtır 24 ışığında, bu toplumun benzer­ lanımı tabiatıyla aritmetik değildir (91/Hac:
leri içerisinde uyarıcıya en çok muhtaç olan 47'nin notuna bkz). Fakat bazı astrofizikçiler,
toplum olduğunu düşünebiliriz. bu âyeti Yunus 5 ışığında, ayın bin yıllık yolu
6 Lafzen: "altı günde". Uzay sistemlerinin bir günde almasından yola çıkarak, bunun ışık
oluşumunun henüz tamamlanmadığı bir or- hızına tekabül ettiği sonucuna varmışlardır.
302 > î < g > ; t t 57/SECDE SÛRESİ ( t>= ^ g > ; , Nûzûl: 57 Mushaf: 32

(hem) her işinde mükemmel olan, (hem den de biz yeniden yaratılacak mıyız?"
de) merhamet kaynağı olan yalnızca Aslında (bu tavırlarıyla) onlar, Rablerinin
O'dur. 10
7 O her şeye yaratılış amacıyla huzuruna çıkıp (hesap vermeyi) inkar et­
en uyumlu olma ve kemalini bulma (ye­ mektedirler. 16

teneğini) bahsetmiştir. 11

11 De ki: "Sizin için görevlendirilmiş


Öyle ki, insan türünü yaratmaya (basit) ölüm meleği (nasıl olsa) sizin canlarınızı
bir balçıktan başlamıştır. 8 Sonra onun alacak, 17
en sonunda Rabbinize döndürü­
neslini yine (en az o kadar) basit bir sıvı leceksiniz. 18

özünden yaratmıştır. 9 Daha sonra onu


12 Günahı hayat tarzı haline getirenleri 19

yaratılış amacını gerçekleştirecek bir do­


Rablerinin huzurunda başları eğik vazi­
nanıma sahip kılarak Kendi ruhundan üf-
yette (şöyle derken) bir görmeliydin:
lemiştir, 12
derken s i z i 13
hem işitme ve
"Rabbimiz, (işte artık) gördük ve işittik!
görme, hem de duygu ve düşünce yete­
Şu halde bizi (dünyaya) geri döndür de iyi
nekleriyle donatmıştır: ne kadar da azı­
14

bir şeyler yapalım! Çünkü (yeniden diri­


nız şükrediyor. 15

lişe) ikna olmuş bulunuyoruz." 20

10 Bir de kalkıp derler ki: "Yani biz top­


13 imdi eğer Biz isteseydik, herkesi doğ-
rağın içinde kayıplara karışınca mı? Sahi­

10 el-Aziz ve er-Rahim, tıpkı ğayb ve şehade şünme yetilerinin kendisi sayesinde var oldu­
gibi karşıtlık oluşturmaktadır. Yüceliği celali­ ğu ruh üflenmiştir, insan o zaman "siz" deni­
nin rahmeti cemalinin göstergesidir. Parantez lerek Allah'a muhatap olmuştur.
içi ilaveler, bu yan anlamı çeviriye yansıtma­ 14 Ef'ideh yalnızca insanın manevî dünyası
yı amaçlar. için kullanılır (Bkz: 34/Hümeze: 7, not 3).
11 Ahsene fiili sadece estetik "güzelliği" de­ 15 Çevirimizin gerekçesi "Onların çoğu şük­
ğil, aynı zamanda fıtrî "amaçlılığı" ve o şeyin retmez" âyetleridir.
"amacıyla uyumluluğunu" da ifade eder.
16 Zımnen: Onların asıl derdi, hesabı verile­
Türkçe'de güzel "göze el veren"den kısaltıl­
cek bir hayat yaşamaya razı olmamaktır.
mıştır. Nesnesinin mahiyetinden çok onun
göze görünüşüyle alakalıdır ve bu niteliğiyle 17 Yani: Ölüm ne kadar gerçekse, hesap günü
Arapçada'ki zînefi çağrıştırmaktadır. Ayet de o kadar gerçektir: kaçamayacaksınız!
varlığın en temel yasası olan "amaçlılık" ve Kur'an'da, bahse konu ölüm meleğinin ismi
"anlamlılığa" atıftır. Hemen devamında veri­ geçmemektedir (Krş: 104/Nisâ: 97; 73/En'âm:
len insanın yaratılış örneği bunun en çarpıcı 61, 93; 56/A'râf: 37; 74/Nahl: 28).
misalidir. 18 Zımnen: Ey kemale ermiş bir erişkin ol­
12 Gerekçesi için bkz. 62/Kehf: 37, not 50. in­ maktan kaçan insan: öldükten sonra ne olma­
sanın yaratılışındaki üç temel aşama dile geti­ yı düşünüyorsun?
riliyor. Tin insanın elementer kökenine, sülâ­ 19 Mücrimin, fiilin failde tabiat haline geldi­
le biyolojik kökenine delalet eder. Bunlar insa­ ğini gösterir (Bkz: 95/Enfal: 8, not 11).
nın maddi kökenidirler. Bir de üçüncüsü vardır 20 iman görmeden inanmaktır. Görünceye ka­
ki o manevî kökeni olan üflenen nih'tur. dar inanmamak, zımnen Allah'ın verdiği bil­
13 Ruh üflenmeden insan muhatap dahi alın­ ginin doğruluğuna güvenmemektir. Vahiy
mamıştır. Hep "o" zamiriyle bahsedilmiştir. böylelerine "kâfir" diyor.
Ne zaman ki işitme ve görme, duyma ve dü­
ru yola (zorla) sokardık; fakat (bunu iste­ cak kendilerine duyurulduğunda saygıyla
medik) ki, (iyiler kötülerden seçilsin de)
21
yerlere kapanıp teslim olanlar ve Rableri-
tarafımdan verilmiş bulunan "Mutlaka nin aşkın yüceliğini hamd ile ananlardır:
cehennemi görünmeyen varlıkların 22
ve zira onlar asla büyüklük taslamazlar. 16
insanların (kötüleriyle) tıka basa doldura­ Onlar yataklarından kalkarak 26
tarifsiz
cağım" sözü gerçekleşsin. 23
bir korku ve büyük bir iştiyakla 27
Rable-
14 Haydi, bu buluşma g ü n ü n ü hatırlan­
24 rine yalvarırlar ve verdiğimiz rızıklardan
maya değer bulmadığınız için azabı tadın infak ederler. 17 İşte, yapa geldiklerinden
bakalım! Çünkü artık Biz de sizi hatır­ dolayı bir mükafat olarak, onları (cennet­
lanmaya değer bulmuyoruz. Haydi, yap­ te) ne türden göz kamaştırıcı sürprizlerin
makta ısrar ettiklerinizden dolayı ebedi beklediğini kimse hayal dâhi edemez. 28

mahrumiyeti t a d ı n ! 25 18 Öyle ya: hiç imanda sebat eden, hak


yoldan sapan gibi muamele görür mü?
15 BiZİM âyetlerimize iman edenler, an- Bunlar asla aynı olamazlar! 29

21 Zımnen: Eğer zorlamış olsaydık, iradenin ve 27 Bir çok müfessir tarafından tame'an'a reca'
ahlâkî sorumluluğun gerekçesi kalmazdı. Zira (ümit) mânası verilmiştir. Oysa ki tame'an,
inanç ahlâkî değerini sahibinin o inancı özgürce "büyük bir açgözlülükle Allah'tan istemeyi"
seçebilme yeteneğinden ahr (Krş: 62/Kehf: 29). ifade eder. Maddî olana ilişkin kullanıldığında
olumsuz olan tama'm anlamı bu bağlamda ga­
22 Yani: şeytanların.. (Bkz: 56/A'râf: 18 ve
yet olumludur.
55/Sâd: 85).
23 Adı geçen söz A'raf 18, Hûd 119 ve Sâd 84- 28 Her sürprizin vasfı, sahibi için saklanmış
85'te yer alır. Burada dile gelen söz "Verdiğim olmasıdır. Mâ uhfiye lehum't "sürpriz" anla­
;

irade emanetine ihanet ederek tercihini ce­ mı vermemiz bundandır. Hz. Peygamber bu
âyeti, Allah'ın dilinden şöyle yorumlar: "Ben
hennem yönünde kullananları oraya doldura­
sâlih kullarım için hiçbir gözün görmediği,
cağım" şeklinde anlaşılmak zorundadır.
hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir zihnin tasav­
24 Lafzen: "gününüzü.." İronik bir çağrışımla
vur edemeyeceği güzellikler hazırladım" (Bu-
"gününüzü görün bakalım" der gibi. hârî ve Müslim), İmam Şafiî'den sonra "Kutsî
25 Allah'ı ve âhireti unutmanın Allah'a bir zi­ Hadis" adı konulan bu kategorideki hadislerin
yanı yok. Bundan ziyan gören insandır. Zira diğerlerinden tek farkı vardır: bunlar Allah Ra-
Allah'ı ve âhireti unutunca kendini unutuyor, sulü'nün Rabbini okuması ve hakikati tefsiri­
kendini kaybediyor (102/Haşr: 19 ve 114/Tev­ dirler. Zımnen: "Eğer bu hakikati Allah buyur-
be: 67). saydı şöyle buyururdu" anlamına gelir. Bura­
26 Zımnen: uykularını bölerek... Krş. "Ve ge­ da, "kalıcı güzelliğin üretildiği merkez"
cenin bir vaktinde uykuna ara verip, sana öz­ (58/Ra'd: 23) olan cenneti ve âhiret ödüllerini
gü bir armağan olarak namaz kıl" (68/İsra: 79). aklın kavramakta acze düşeceği ifade edilmek­
Manevî dayanıklılık testi olan gece namazı, tedir. Bu hakikate rağmen cennet ve âhiret
gayba imanın bilinç ve iradeye kattığı enerjiy­ hakkında başka yelerde gelen ayrıntılı tasvir­
le harekete geçen ruhun beden kapısını tıklat- ler, bilinmeyenin bilinenden yola çıkılarak
masıdır. Ruhun kapı çalışını duyma havf ve tasviri kabilindendir (Bkz: 58/Ra'd: 35, not 47).
iştiyakıyla uykuya yatan beden, ilk tıklayışta 29 Deyimsel karşılığıyla: Hiç suyu getirenle tes­
fırlayıverecektir. tiyi kıran bir olur mu? Cennet ve cehennemin
19 İman eden ve o imana uygun değer dada) buluşacağından asla tereddüdün ol­
üretenlere gelince: yapa geldiklerinden masın! 33
Zira Biz, o (vahyi) de Isrâiloğul­
dolayı mükellef bir ikram olarak ağırla­ ları için bir yol haritası kılmıştık. 24 Yi­
nacakları cennetler onların konağı ola­ ne (unutma ki), zorluklara göğüs gerip
caktır. 20 Hak yoldan sapanlara gelince: âyetlerimize gönülden inandıkları za­
artık onların da konaklayacakları yer ateş manlarda, emrimizle içlerinden hidayete
olacak; oradan ne zaman çıkmak istese­ ulaştıran önderler çıkarmıştık.
ler, kendilerine "Oldum olası yalanlayıp 25 Şüphesiz kıyamet günü anlaşmazlığa
durduğunuz ateşin azabını tadın!" deni­ düştükleri konularda aralarında hüküm
lerek oraya iade edilecekler. verecek olan elbet senin Rabbindir. 26
21 Ama onlara, daha büyük mahrumiye­ Şimdi kalıntılarında dolaştıkları kendile­
ti tattırmadan önce daha yakın (dünya) rinden önce yaşamış uygarlıklardan nice­
mahrumiyetini kısmen elbette tattıraca­ lerini helak etmiş olmamız onlar için yol
ğız; 30
umulur ki (yol yakınken) döner­ gösterici olmadı mı? Kuşkusuz bunda da
ler. 31 alınacak bir ders mutlaka vardır: hâlâ mı

22 Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatı­ işitmeyecekler? 34

lıp da, ardından onlara sırt çeviren kim­ 27 Kıraç toprağa suyu sevk edip de onun­
seden daha zalim biri olabilir mi? Elbette la kendilerinin ve hayvanlarının beslen­
Biz, günahı hayat tarzı haline getirenlere diği bitkiler çıkardığımızı nasıl görmez­
yaptıklarının acısını tattırmayı biliriz. 32
ler? Peki ama, daha da mı görmeyecek­
ler?
23 DOĞRUSU Biz Musa'ya da vahiy ilet­ 28 Bir de diyorlar ki: "Eğer doğru söylü­
miştik: şu halde onunla (aynı ortak pay- yorsanız, bu (bahsi geçen) kesin h ü k ü m 35

varlığı, ilâhi hakkaniyetin kaçınılmaz sonucu­ laşacak, onları vahiy sayesinde aşıp sonunda za­
dur. Âhireti inkâr sorumluluğu inkârdır. Bu ise fere ulaşacaksın. Tercihimizi âyetin devamı
hukuksuzluğu savunmakla eş değerdedir. doğrulamaktadır. Zamirin kitâfa. ait olması du­
30 Krş. "yaptıklarının (kötü sonuçlarından) rumunda anlam şöyle olur: "vahyin (tamamına)
kavuşacağından asla kuşku duyma!" (Krş: Ze­
bir kısmını kendilerine tattıracaktır"
mahşerî). Hitabın vahyin kaynağından kuşku
(88/Rûm: 41).
duyanlara yönelik olması da mümkündür [Mir-
31 Bu son cümle, dünyada tattırılan bir kısım ye için bkz. 70/Hûd: 17, not 28).
'azab'ın/mahrumiyetin uyarı ve ibret amaçlı
34 Güce taptığı için kulları kendilerine kul
olduğunun delilidir ('Azâb'ı çevirimiz için
eden ve kula kul olan herkese açık uyarı: Za­
bkz. 7/Kalem: 33, not 29).
afınız olan gücünüz aklınızı başınızdan alma­
32 Zımnen: Nasıl ki onlar günahı hayat tarzı sın! Dünyada ebedilikten söz edip de gülünç
haline getirdiler, biz de onlar için azabı hayat olmayın!
tarzı haline getireceğiz. Mücrimin için âyet
35 Feth için tercihimizi âyetin devamı teyit
12'nin notuna bkz.
eder. "Bahsi geçen" açıklaması, işaret zamiri­
33 Hitabın Hz. Peygambere ve iiicâi/ız'deki za­ nin gösterdiği 25. âyete istinaden konulmuş­
mirin Hz. Musa'ya ait olduğundan yola çıkarak. tur. Zaten bir sonraki âyet de buraya zımni bir
Mesaj şu: Musa'nın karşılaştığı engellerle karşı- atıf içerir.
ne zaman verilecek?" 30 Şu halde boş ver onları da (kendi işine
29 De ki: "Kesin hükmün verileceği gün bak); 36
madem onlar beklemeye razılar,
inkârda ısrar edenlere ne imanları fayda sen (dünden) b e k l e ! 37

verecek, ne de göz açtırılacak."

36 Fe zerhum'den farklılığını, parantez içi 81, not 101 ve 26/Necm: 29, not 21).
açıklamayla vurguladık. Dolayısıyla devamın- 37 n . âyet ışığında: Nasıl olsa geri dönüşü ol­
2

daki "bekle" emri mücerret beklemeyi değil mayan bir gün gelecek,
kendi işine bakmayı âmirdir (Krş: 104/Nisâ:
Sûre "gök gürültüsü" mânasına gelen adını 13. âyetinden alır. Bu ad, vah­
ye ve onu tebliğ eden Hz. Peygamber'e karşı iyice küstahlaşan M e k k e
egemenlerine karşı bir tehdit iması taşır. Ç ü n k ü gök gürültüsü arkadan ge­
len sağanağın habercisidir. Bu sağanak rahmet mi, afet mi getirir, hiç belli
olmaz.

Sûrenin indiği dönem tartışılmıştır. Said b. Cübeyr, Hasan Basri, İkrime,


A t a Mekke'de indiğini söylerken, İbn Zübeyr, Kelbi, Mukatil Medine'de in­
diğini söyler [Fethu'l-Kadir). Bazı kaynaklar, iki görüşe de İbn Abbas ismini
referans olarak göstermişlerdir (Beğavî ve İbnu'l-Cevzî). Her iki rivayet de,
31 ve 4 3 . âyetleri istisna tutar. Bu, bir delile dayanmaz (Krş: 73/En'âm sû­
resinin girişi). Konusu ve üslûbu sûrenin Mekkî oluşuna delalet eder. İlk
tertiplerde Mekkî sûreler arasında yer alır. İbn Abbas tertibinde Secde-Tûr
arasında yer alır. Peygamberliğin 9. yılına tarihlendirilmelidir.

Ra'd sûresinin ana teması, varlığın Allah'a dönük yüzüyle tevhid, varlığın
mahlukata dönük yüzüyle çok kutupluluk yasası ve çoğulculuktur. T ü m
pasajlarda söz bir biçimde varlığın bu yasasına getirilir. Maksat muhataba
hayatın ilâhî yasalarını öğretmek, mücadelesini o yasalara rağmen değil o
yasaların yanında verdirmektir.

Sûre muhatabını, varlığın t a m a m ı n ı bir kitap gibi okumaya çağırır. Afakî (1¬
4) ve enfüsî âyetlerden (8-11) söz eder. Anlamsızlık ve amaçsızlık demeye
gelen tek dünyalılığı, meydan okuyucu bir üslûpla reddeder (5, 11-13, 18).

Sûre, muhataplarının kimliğini de açıkça dile getirir: Bunlar Rablerini ve


yeniden dirilişi inkâr eden (5), ilâhî tehdide karşı küstahça meydan okuyan
ve m u c i z e talep eden (6), Allah hakkında tartışan (12), Allah'tan başkaları­
na yalvarıp yakaran (14), Allah'la olan ahitlerini bozup, birleştirilmesi em­
redileni koparan (25), Allah'ın elçisiyle alay eden (32), Allah'a ortak koşan,
tasavvurlarının kendilerine kurduğu tumturaklı tuzağa düşen (33), dünya
ve âhirette azabı hak eden (34), Hz. Peygamber'e "sen Allah tarafından gön-
derilmedin" diyen (43) kimselerdir. Bu âyetler, sadece ilk inkarcı muhatap­
ları değil t ü m zamanların inkarcılarını tasvir eder.

Sûre, insanın vahyi, tabiatı ve kendisini okumasıyla ilgili mesajlar içermek­


tedir. Bu okumanın nihai amacı, sûrenin 11. âyetinde şöyle ifade edilmiş­
tir: "Bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe, Allah da
o toplumun gidişatını değiştirmez." Bireysel ve toplumsal değişmenin ilâ­
hî yasası budur.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 Elif-Lâm-Mîm-Râ\ l
yor ; belki bu sayede Rabbinize (hesap
vermek üzere) kavuşacağınıza gönülden
BUNLAR Kitab'ın âyetleridir; ve Rabbin inanırsınız. 5

katından sana indirilenler hakikatin ta 3 Dahası O'dur yeryüzünü uzatıp genişle­


kendisidir, fakat insanların çoğu buna
ten,- yani (bir yanda) kalkmaz kımıldamaz
iman etmezler. 2

dağlar dikip (öte yanda) nehirler akıtan,- 6

2 Allah ise, gökleri, gördüğünüz bir des­ ve orada her üründen erkekli-dişili çiftler
tek olmaksızın inşa edip sonra da mut­
3
var eden, gündüzü geceyle örten...
7

lak hükümranlık makamına kurulan tek Elbet bütün bunlarda, düşünen bir toplu­
güçtür. O, her biri belirli bir süreye kadar luk için derin mesajlar vardır.
(görevlerini| icra edecek olan güneş ve ayı
4 Ve (aynı) dünyada birbirine komşu (fa­
belli bir yasaya bağlamış, varlığı çekip çe­
kat bitki örtüsü ve doğal zenginlik açısın­
virmektedir. 4

dan birbirinden farklı) kara parçaları, as­


8

İlâhî mesajları size ayrıntılı olarak açıklı- ma bahçeleri, ekinler, aynı kökten (çıktı-

1 Bu harflerin anlamına dair ayrıntılı bir not 6 Bizce ikinci cümle, yeryüzünün nasıl uzatı­
için, iniş sıralamasında ilk geçtiği 7/Kalem l'e lıp genişletildiğini [medde'l-ard] açıklamayı
bakınız. amaçlamaktadır. Ve bağlacını beyan vurgu-
2 İnzal vahyin hedefine, tenzil kaynağına nis­ suyla çevirmemiz bundandır. Yaratıcı bu ira­
betle kullanılır (Bkz: 71/Yusuf: 2, not 3). Gök desini yerküreye dağlar ve vadiler, yükseltiler
sofrasından nasiplenmenin sürü güdüsüyle ve çukurlar koyarak gerçekleştirmiştir. Enge­
gerçekleşen tesadüfi bir olay değil, bilinçli bir beli arazi yapısı sayesinde yerkürenin yüzey
tercih olduğunun beliğ ifadesidir. alanı bir kaç kat uzatılmış ve yayılmıştır. Bu
uzatılmayı, yeryüzünün kısaltılmasından söz
3 Eğer teravne/ıâ'daki zamir semâvâYa gidi­
eden âyetin zıddı olarak mecaza hamledip bu
yorsa, bu ibareyi bağımsız bir cümle olarak
uzama ve kısalmayı "değerler" olarak düşün­
şöyle de okuyabiliriz: "Gökleri desteksiz inşa
mek de mümkündür (Bkz: âyet 41, not 51 ve
etti (ki), siz onları görebiliyorsunuz".
79/Enbiya: 44, not 54).
4 Krş. 56/A'râf: 54. Zımnen: İlâhî yasalar, eş­
7 Bitkilerin erkekli dişili olduğunu beyan
yayı ölçü ve kurala bağlar. Anlamsız ve amaç­
eden bu âyet hiç şüphesiz botaniği çok çok
sız olan hiçbir şeyin ölçü ve kuralı olmaz. Şu
aşan bir maksada sahiptir. O da, tıpkı tabiat
hâlde ölçü ve kuralı reddetmek, anlam ve
varlıkları gibi insanların, fikirlerin ve inançla­
amaçlı yaratılışı reddetmektir. İlk iki âyet ara­
rın da tek kutuplu olmadığıdır. Hemen arka­
sında kopmaz bir bağ vardır: İslâm, Allah'ın
dan gelen gece-gündüz çifti de bu maksadı te­
kâinatı yönettiği sistemin adıdır. Kâinatın ya­
yit eder. Zaten âyetin sonu, vahyi düşünen bir
salarını kim koymuşsa, hayatın yasalarını da
topluluğa ithaf eder. Zımnen: düşünen bir top­
O koyar. Vahiy işte o yasaları beyan için in­
luluk için bir âyetin içinde sayısız âyet vardır,
miştir. Bunda şaşılacak ne var?
ama düşünmeyen için sayısız âyetler taşıyan o
5 Zımnen: İradesiz ve akılsız varlıklar O'nun bir âyet de yoktur.
emrinden çıkmazken, sen ey insan, O'nun
8 Âyet, aynı özden fışkıran çeşitlilik ve aynı
bahşettiği irade ve aklı O'na başkaldırmak
amaca hizmet eden farklılığa vurgu yapmak­
için mi kullanıyorsun?
tadır. Bir yandan Allah'ın yaratışındaki farklı-
ğı hâlde) çatal çatal ya da çatal kökten lık tasması taşıyanlardır: İşte onlardır
(çıktığı hâlde) tek gövde üzerinde yükse­ ateş yaranı,- onlar orada yerleşip kalacak
len hurma ağaçları... (Hepsi de) aynı suy­ olanlardır.
la sulanırlar; fakat Biz onların her birine
9
6 Ve iyiliği bırakmışlar, (tehdit edildikle­
farklı bir lezzet vermişizdir. ri) kötü akıbetin bir an evvel gelip çatma­
Elbet bütün bunlarda, (olaylar ve eşya sı için seni zorluyorlar. Oysa ki, kendile­
arasında) bağ kuracak akla sahip bir top­ rinden önce bir dolu ibretlik hadise ya­ 13

luluk için bitmez t ü k e n m e z 10


mesajlar şanmıştı. Neyse ki senin Rabbin kendile­
vardır. 11
rine kötülük eden insanlar için dâhi ba­
ğışlayıcıdır; ama unutma ki cezanın en
5 İLLE de (hâlâ nasıl inkâr edebildikleri­ şiddetlisi de yine Rabbine a i t t i r ! 14

ne) şaşacaksan, asıl onların şu sözüne şaş: 7 Bir de inkârda ısrar edenler, "Ona Rab-
" N e yani, şimdi biz toprak olup gittikten binden bir mucize indirilmesi gerekmez
sonra yeni bir yaratılışın muhatabı mı miydi?" diyorlar. 15

olacağız?!"
Unutma ki sen sadece bir uyarıcısın: ve
Onların inkâr ettikleri aslında Rableri- her topluluğun bir hidayetçisi zaten bu­
dir. 12
İşte (hesap verme sorumluluğunu lunmaktadır. 16

reddeden) bu tipler, boyunlarında tutsak­

lıkların aslında bir zenginlik olarak anlaşılma­ anahtarlarını taşır bu pasajlar.


sı gerektiğine dikkat çekerken, öte yandan bu 12 Zımnen: Her tür nankörlüğün temelinde,
zenginliğin kaynak ve hedef, illet ve amaç açı­ Allah'ın hayata ve eşyaya müdahalesinin tü­
sından birliğine dikkat çekmektedir. Pasajın münü ifade eden "Rububiyyetini" inkâr yatar.
tamamında öne çıkan bu tema göz önüne alın­
13 Mesulât. (t. mesule) "ibret-i âlem olacak
dığında, parantez içi açıklamaların gerekliliği
bir dizi ceza" [Lisân).
anlaşılacaktır.
14 Âyette de görüldüğü gibi, sûrenin çift ku­
9 Kesrette vahdet hakikatinin harika bir izahı:
tupluluğa dayalı üslûbu, Allah ile ilgili âyet­
Tek suyla beslenen çok çeşitli ürün... Aynı ır­
maktan sulanan sayısız lezzet... Belki de "Al- lerde de değişmiyor. Bu kez Allah'ın celal ve
lahu ekber"in en güzel tefsiri. cemal tecellileri gündeme geliyor ve ana me­
saj orada da sürüyor.
10 Le-âyâtin'deki belirsizlik hedef dile böyle
yansımıştır. 15 Bkz. 89/Ankebût: 50 ve 73/En'âm: 109. Bu
tür talepler karşısındaki Kur'anî tavır Isra 59
11 Yukarıdaki açıklamalarda da yer aldığı gibi,
ışığında anlaşılmalıdır. İlk muhatapların çar­
bu pasajın tümüne hakim olan tema çeşitlili­
pık mucize anlayışı üzerinden tüm zamanlar­
ğin mahlukatın yasası olduğu hakikatidir. Bu
daki bu türden yaklaşımlara kinayeli muhte­
tema, âyetlerin ilk muhataplarının hem iç
şem bir cevap: "Göklerde ve yerde ne mucize­
hem de dış gündemlerini çok güzel yansıtıyor:
ler var ki, (insanoğlu) yanından geçip gider de
İnsanlar hak ve hakikat dururken neden göz
göre göre inkâra saplanırlar? Allah inkâra ve onlara dönüp bakmaz bile" (71/Yusuf: 105).
sapmaya neden izin vermiştir? Aynı ailenin 16 Bu ibareyi Hz. Peygamber'e, hidayetin yal­
iki çocuğundan biri hakikate yüzünü döner­ nızca Allah'a ait olduğu yolundaki bir uyarı
ken diğeri neden inatla sırtını döner? Neden, olarak anlamak, hem âyetin ilk cümlesine,
neden? Bu ve buna benzer soruların cevap hem de Kur'an'ın genel söylemine daha uy-
8 Allah, her dişinin karnında ne taşıdığı­ (diye düşünüyorsa, Allah onu da bilir). 21

nı, rahimlerin neyi ne kadar eksiltip ne­ 17


Hiç kuşkusuz bir toplumun bireyleri
yi ne kadar artıracağını da bilir: Zira her kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Al­
şey, O'nun katında bir ölçü ve gayeye lah da o toplumun gidişatını değiştir­
bağlanmıştır. 18
9 O, bilinemeyen ve bili­ mez. 22
Ve Allah (hak eden) bir toplumu
nebilen her şeyi, mutlak büyük ve mut­ cezalandırmayı murad ettiği zaman, onu
lak a ş k ı n 19
olarak bilendir. 10 İçinizden engellemek mümkün olmaz; O'ndan baş­
birinin düşüncesini gizlemesi ya da açık­ ka sığınacak bir merci de bulamazlar.
laması hiçbir şeyi değiştirmez. Yine, ge­
celeyin köşe bucak gizlenip de gündüzün 12 SİZE korku ve ümidi (birlikte) yaşat­
ortaya ç ı k a n 20
bir kimse, 11 önünden ve mak için şimşeği gösterip yağmur yüklü
ardından takip eden koruma korteji var bulutları sevk eden O'dur. 23
13 Gök gürül-
da, kendisini Allah'ın gazabından korur

gundur. Birinci ve ikinci nesilden bazıları ve lamı esas alındığında, bu cümleyi kendisinden
müfessir Zemahşerî "yol göstericiyi" Allah önceye değil sonraya atfetmenin daha isabetli
olarak anlamışlardır. Hâd kelimesini olumlu olduğu görülecektir.
anlamda alanlara göre mâna şöyle olur: "Her 21 Tercihimiz, başta Taberî olmak üzere, onun
toplumun doğru yolu gösteren bir rehberi bu­ nakilde bulunduğu İbn Abbas, İkrime ve Dah-
lunur". Fakat bu kelimeyi mücerret mânada hak'ın tercihlerine dayanmaktadır. Zemahşerî
alanlar da olmuştur. Buna göre hâd'in anlamı, bu tercihi "denildi ki" formuyla aktarırken, Râ­
"ardına düşen toplumları doğru ya da yanlış zî de Ebu Müslim'in benzer görüşünü dile geti­
yola sürükleyen önder" olur (Bkz: Taberî). Bu rir. Tercihimizin ana gerekçesi, bu yorumun la­
durumda âyet şu mânaya gelir: "Her bir toplu­ fız, mâna ve maksada uygun ve âyetin iç bağla­
luğun, peşi sıra gittiği bir kılavuz vardır". mıyla da uyumlu olmasıdır. Bu âyete çoğunluk
17 el-Ğayd: Su için "İçine almak, içine çekip tarafından verilen alternatif mâna şöyledir:
tüketmek". Tufan hikaye edilirken ve ğida'l- "Önünden ve ardından onu adım adım izleyen
ma' ibaresiyle suların çekildiği ifade edilir. (melekler) vardır,- (ki) onu Allah'ın emri (gerçek­
Ancak insan için kullanıldığında vaktinden leştiğinde belâdan) korurlar" ya da "onu, Al­
önce doğuma delalet eder [Lisân). lah'ın emriyle korurlar" ya da "Allah'ın emrine
âmâde güçlerden bazıları onu korur".
18 Âhireti inkârın en temelinde varlığın an­
22 Bu âyet toplumsal değişimin yasasını ifade
lam ve amaçlılığını inkâr demeye gelen Nihi-
eder. Toplumun ve hayatın yeniden inşası
lizm'in yattığının ifadesi. Âyetteki mikdâr,
için, tasavvur ve aklın "akleden kalp" olarak
Allah'ın hayat için koyduğu tüm kural ve öl­
yeniden inşasını öngörür. Zımnen: Allah'ın
çüleri kapsar.
bir toplumun gidişatı hakkındaki iradesi, o
19 Allah'ın mutlak aslanlığım doğrudan ifade toplumu oluşturan bireylerin tercihlerinden
eden el-Mute'âl'in kullanıldığı tek yer burasıdır. bağımsız değildir. Bu âyet gidişatı beğenme­
20 Mücâhid, İkrime ve Katade'nin saribun yen mü'min muhatabının önüne "değişimi"
bi'n-nehar ibaresine getirdiği yorumu esas ala­ bir hedef olarak koymaktadır. Bunun başlama
rak (Taberî). İlk bakışta önündeki cümlenin noktası kişinin kendisidir. Zira kendilerini
bir devamı olarak okunan bu ikinci cümle, bir eğitemeyenler başkalarını eğitemezler. İçin­
sonraki âyetle birlikte anlam bütünlüğü oluş­ den aydmlanamayan dışını aydınlatamaz.
turacak biçimde de okunabilir. Bir sonraki 23 Hayatın yasası budur: "Her zorlukla birlik­
âyetin bizim de tercihimiz olan alternatif an- te bir kolaylık vardır" (6/Şerh: 5).
310 58/RAT) SÛRESİ »;<£>>:' Nüzul: 58 Mushaf: 13

tüsü sınırsız bir övgüyle O'nun yüce kud­ lah'ı bırakıp da kendilerine bile bir yarar
retini dillendirmekte, melekler ise bunu sağlayamayan ve muhtemel bir zararı ön­
derin bir tazim ve saygıdan dolayı yapmak­ leyemeyen varlıkları yâr ve yardımcı mı
tadır,- dahası O, yıldırımları gönderip dile­ atadınız?" İlave et: "Hiç görenle görme­
diğini ona hedef kılmaktadır; onlar ise, di­ yen bir olur mu? Ya da, karanlıklarla (bir
lediğini ustalık ve ince bir planla gerçek­ ışık kaynağına sahip olan) aydınlık nasıl
leştirmekte mahir olduğunu bildikleri hâl­ bir tutulabilir? Yoksa onlar Allah'a
de, hâlâ Allah hakkında tartışmaktadırlar. O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar tes­
14 Mutlak hakikati gözeten gerçek bir bit ettiler de, bu yaratış kendilerine (Al­
dua, yalnızca O'na yönelik olmalıdır. 24 lah'ın yaratışından) ayırt edilemeyecek
O'ndan başka yalvarıp yakardıkları var­ kadar benzer mi göründü?"
lıklar, hiçbir şekilde taleplerine karşılık De ki: "Her şeyin yaratıcısı yalnızca Al­
veremezler. (Onların durumu), tıpkı elle­ lah'tır: zira tüm varlığa boyun eğdirecek
rini suya doğru açıp da ağzına (suyun) mutlak otorite sahibi biricik güç sadece
ulaşmasını bekleyen kimse (gibidir); bu O'dur.
durumda o asla suya kavuşamayacak­ 17 O, gökten su indirdi. Bu sayede vadiler
tır. 25
Küfre sapanların duası, sapmalarını hacimleri kadar suyla dolup taştı. Derken
(artırmaktan) başka hiçbir işe yaramaz. akıntı, (yüzeyde biriken ne kadar) köpük­
15 Göklerde ve yerde olan her varlık, on­ lü tortu ve atık varsa alıp götürdü. Bir tür
ların sabahtan akşama (ilâhi yasaya bağlı takı ya da alet yapmak amacıyla potada
olarak değişip duran) gölgeleri de dâhil, eritilen (metalin hasmı, yüzeyine çıkan)
isteyerek ya da istemeyerek Allah'a sec­ köpüklü posadan arındırma işlemi gibi...
de ederler. 26
İşte Allah hak ile batılı bu misalle açık­
16 Onlara: "Göklerin ve yerin Rabbi kim­ lar. Artık bakılır: eğer köpüklü tortuysa
dir?" diye sor ve "Allah'tır" cevabını ver! sonuçta atılıp gider, fakat eğer insanlığın

(Şimdi de) de ki: " N e yani, şimdi siz Al- yararına bir şeyse yerli yerinde durur. 27

24 Dua kulun Allah karşısındaki klas duruşu­ 27 Zımnen: Allah seni hayatın imtihan pota­
dur. Âyetteki el-Hakk hem batılın zıddı olan sında eritmeyi murad etti ey insanoğlu! Göz­
hakikate, hem de hakikatin kaynağı olan Al­ den çıkarılmamak istiyorsan, cürufa değil cev­
lah'a delalet eder (Krş: Zemahşerî). Biz bu iki­ here çıkmaya bak.
sini de gören bir anlamı tercih ettik. Bu âyetteki mâdenin cevherini cürufundan ayır­
25 Allah'tan başkasına yalvarıp yakarmak, su­ ma tasviri, ilk defa dünyada 1911 yılında keşfe­
dan su istemeye benzetiliyor. Bu muhteşem dilip uygulanmaya başlanan ve adına "flotas-
yon" denilen yönteme de yorulabilir. Bu yönte­
teşbih, Fatiha 4'ün tefsiri mahiyetindedir.
me göre, toz haline getirilen mâden, su dolu bir
26 Zımnen: Gölgesine bile söz geçiremeyen in­ havuzda köpük yapıcı maddelerle karıştırılır.
sanın Allah'tan bağımsız bir hayat iddiası gü­ Bu işlemle cürufundan ayrılan mâdenin cevheri
lünçtür. Allah'ın yasasına boyun eğme bağla­ köpüğe yapışır. Sonunda bir kazanda ergitilen
mında eşya ve gölgesi metaforunun kullanıldı­ bu mayinin köpüğü gider. Geriye mâdenin cev­
ğı Nahl 48. âyet, bu ifadenin meali niteliğinde­ heri kalır. Ne var ki, bu türden "bilimsel tefsir"
dir. Parantez içi ilavemizin gerekçesi de budur. yöntemine giren yorumlar bir yere kadar açıkla-
İşte verdiği bu misallerle Allah'ın ortaya masını emrettiği bağları kurarlar: 30
Zira
koyduğu gerçek, 18 Rablerinin çağrısına onlar Rablerinin (sevgisini yitirme) kay­
güzel bir biçimde karşılık verenlerle gısıyla titrerler ve hesabı kötü vermekten
O'nu karşılıksız bırakan kimselerin du­ korkarlar. 31
22 İşte onlar Rablerinin rıza­
rumudur. 28
Ki eğer yeryüzündeki her şey sını elde etme yolunda sebat gösterirler;
onların olsaydı ve bir o kadarına daha sa­ hem salatı ikame ederler hem de kendile­
hip olsalardı, (O gün düştükleri durum­ rine verdiğimiz nimetlerden gizlice ve
dan) kurtulmak için hiç tereddütsüz hep­ açıktan sarf ederler; dahası, kötülüğü iyi­
sini verirlerdi. İşte, hesapların en kötüsü likle ortadan kaldırırlar.
onları beklemektedir ve onların meskeni
İşte onlar, (bu) diyarın mutlu sona ulaşa­
cehennemdir: o ne kötü bir son duraktır.
cak sakinleridirler: 23 Kalıcı mutluluğun
19 HİÇ Rabbin katından sana indirilenin üretildiği merkez olan cennetler... 32
On­
hakikat olduğunu bilen kimse, (hakikate lar ve onların atalarından, eşlerinden ve
karşı) kör davrananla bir tutulabilir mi? nesillerinden erdemli kimseler oraya gi­
Elbet, ancak basiret sahipleri öğüt alırlar; recekler. Melekler de bütün kapılardan
20 onlar ki, Allah'a verdikleri söze sada­ onların huzuruna girecekler (ve şöyle ses­
kat gösterirler ve fıtrat sözleşmesini ihlâl lenecekler): 24 "Selam sizlere! (Bu Rabbi­
etmezler. 29
21 Yine onlar Allah'ın kurul- nizin rızasını elde etme yolundaki) diren-

yıcı olsa da, vahyin maksadını ifade etmez. Zira Islâm aklının koordinatlarından biri olan bu
âyetin ana maksadı siyak ve sibakının da göster­ ölçünün hem Mekke'de hem de Medine'de di­
diği gibi Allah'a kullukta ihlas ve tevhiddir. Me­ le getirilmiş olması, zaman, zemin ve ortamın
talürji alanına dair bilgi vermek, vahyin esas değişmesiyle değişmeyen insana dair temel
maksatları arasında yer almaz. bir meseleye parmak basıldığının işaretidir.
28 15. âyette dua eden insan, icabet eden Al­ Bu uyarıyı sadece akrabalık bağlarıyla sınırla­
lah'tı. Burada ise davet eden Allah, icabeti is­ mak doğru olmasa gerek.
tenen insandır. Bu da gösteriyor ki dua Allah- 31 Haşyet ve havf farkı için bkz. 69/Yûnus:
insan ilişkisinde çift boyutlu bir özelliğe sa­ 62, not 83.
hiptir. İbadet insanın Allah'a duası, vahiy Al­
32 Hepsi de cennetin sıfatı formunda 11 yerde
lah'ın insana 'duası'dır.
kullanılan 'adn "bir yeri beğenip vatan tut­
29 İnsanın Allah'a karşı sorumluluğu, "fıtrat mak, karar, sebat ve istikrar" anlamına gelir
sözleşmesi" olan misal?tan kaynaklanır. (Râğıb). Maden [ma'din] de aynı kökten gelir;
30 Vahyin inşa etmek istediği İslâm aklının her şeyin ağırlık ve çekim merkezine ma'din
koordinatlarından biri olan bu ilke, hakikatle denilir. Bir şeyin kökünün bulunduğu ya da
ve kendi fıtratıyla tanışık ve barışık bir üretildiği merkeze delalet eder [Muhtar ve Li­
mü'minin özelliği olarak verilmektedir. Bu­ sân). Çevirimiz bu açıklamaya dayanmakta­
nun tam tersine, mutlak hakikate ve kendi fıt­ dır. Cennet'in "has bahçe" anlamına geldiği
ratına karşı yabancılaşmış bir aklın tavrı hem düşünülürse, cennâtu 'adn tamlamasının bun­
25. âyette hem de Medenî bir sûre olan Baka­ ların kaynağı, dolayısıyla "güzelliğin üretildi­
ra 27'de şöyle dile getirilir: "Allah'ın kurul­ ği merkez"e atıf olduğu anlaşılır ki, bu güzel­
masını emrettiği bağları kesip koparırlar ve liğin "tükenme ihtimali bulunmamaktadır"
yeryüzünde ahlâkî çürümeye neden olurlar". (Bkz: 94/Bakara: 35; 55/Sâd: 50).
cinizin bir sonucudur. Bakın işte: dâr(-ı
33
daraltır. Ve (rızkı genişletilenler) dünya
dünyanın) ardından gelen mutlu son, ne hayatında sevinirler,- ne var ki dünya ha­
muhteşemdir!" 34
yatı âhirete nazaran kısa vadeli bir naz­
25 Ama fıtrat sözleşmesinin ardından Al­ dan ibarettir. 36

lah'a verdikleri sözü ihlâl edenler, dahası 27 Yine inkârda direnenler, "Ona Rab-
Allah'ın kurulmasını emrettiği bağları binden bir mucize indirilmesi gerekmez
kesip kopararak 35
yeryüzünde sosyal çü­ miydi?" derler.
rümeye neden olanlar var ya: işte onlar De ki: "Allah dileyen kimsenin sapması­
Allah'ın rahmetinden kesinlikle dışlan­ nı diler, kendisine yönelen kimseyi ise
mışlardır ve dâr(-ı dünyanın) ardından ge­ doğru yola yönlendirir",- 37
28 işte onlar,
len kötü akıbet onları beklemektedir. iman eden ve kalpleri Allah'ın v a h y i 38
ile
26 ALLAH, rızkı dilediğine genişletir ve tatmin olan kimselerdir: Bakınız: (akle-

33 Parantez içi açıklama 22. âyette lafzen yer (Krş: 78/Mü'min: 13). Çünkü bu kısımda he­
alan gerekçenin burada zımnen yer aldığı dü­ men önceki yudillu men yeşâ' ibaresinde gizli
şüncesiyle konulmuştur. ikinci özne olan 'insan' açıkça ortaya çıkmış­
34 'Ukbâ, hemen tüm otoriteler tarafından tır: "kendisine yönelen kimse". Yani "Allah
akıbet anlamına alınmıştır. Kur'an'da dünya kendisine yönelen kimseyi doğru yola yönlen­
formu, niçin el-hayâtu'd-dunyâ tamlamasının dirir". Allah'ın hidayete erdirmesi ya da dalale­
zımni sıfatı gibi kullanılmışsa (Bkz: 77/Zü­ te düşürmesi ile ilgili tüm âyetler, buradaki ilâ­
hî iradenin nasıl tecelli ettiğini açıklayan şu
mer: 10; 94/Bakara: 85, not 147), ukba da âhi­
âyet ışığında anlaşılmalıdır: "Allah, yoldan
ret'in yakın anlamlısı olarak el-hayâtu'l-'ukbâ
çıkmışlardan başkasını saptırmaz" (94/Bakara:
tamlamasının sıfatı gibi algılanmak amacıyla
26). Ayrıca Kur'an "Allah esenlik yurduna da­
dişil kullanılmıştır.
vet eder" dedikten sonra, bu davete icabet
35 Krş. Âyet 21 ve 94/Bakara: 27. edenleri kastederek "dileyen kimseleri ise dos­
36 Meta', "uzama, yükselme" anlamındaki el- doğru bir yola yöneltmeyi murad eder" buyur­
mutü'kökünden türetilse de, "günü birlik haz" maktadır (69/Yûnus: 25).-Hidayet/dalalet çif-
anlamına gelir. Daha çok "kısa vadeli geçici tiyle ilgili 19 âyetin biri hariç hepsinde de hem
lezzetleri" ifade için kullanılır [Mekâyîs ve öznelerin hem de tümlecin yüklemi üçüncü
Müfredat). Öyle anlaşılmaktadır ki meta', sahi­ şahıs formuyla gelir. (Buna 79/En'âm: 39 gibi
bine verdiği sahte tatmin duygusuyla onu alda­ kavram çiftinden bir tekinin kullanıldığı yerler
tan "yalancı lezzet "tir ("aldanış" ile birlikte dahil değildir.) Adı geçen tek istisna olan Şûra
kullanıldığı yer için bkz. 98/Âl-i İmran: 185'in 42. âyet ise birinci çoğul şahıs kipi olan "biz"
sonu). Cennet'in kalıcı nimeti na'îm'irı zıddına formuyla gelir. Onda da, mücerret olarak "biz
meta'da üç şey yoktur: kemal, devam, sebat. doğru yola yöneltiriz" şeklinde değil, bir
37 Yeşa'fiili cümle içerisinde iki özneyi de gör­ mef'ulü bih ile "Onun için bir ışık yaratırız, di­
mektedir: O (Allah) ve men (insan). Bu durum­ lediğimizi o ışık sayesinde doğru yola iletiriz"
da, "Allah'ın dilemesi" [hidayet için bkz. formunda gelir. Bu da, hedâ ve dalâl ile kullanı­
114/Tevbe: 80, not 99) "insanın tercihinin" bir lan yeşa' fiilinin iki özneyi de gördüğüne dela­
sonucu olarak gerçekleşmektedir. Özellikle let eder. Aynı sonuca istikrai bir okumayla da
burada, "hidayet" zıddı olan "dalalet" ile bir­ varılır (Ayrıca bkz. âyet 31; 65/lbrahim: 4;
likte anılmaktadır. Fakat anlamamızı kolaylaş­ 97/Nûr: 21; 92/Muhammed: 17, ilgili notlar).
tıran asıl unsur ibaredeki ileyhi men enab'dıt 38 Zikrullah ile kastedilen, Allah'ın vahiy ile
den) kalpler yalnızca Allah'ın vahyi ile
39
başka ilâh olmayandır: yalnızca O'na gü­
tatmin olur! 29 iman eden ve Allah'ın ra­ vendim, yüzümü O'na çevirdim."
zı olduğu eylem ortaya koyan bu kimse­ 31 Eğer bu kendisi sebebiyle 41
dağların
ler var ya: göz aydınlığı onlarındır, güzel yürütüldüğü, yerlerin paramparça edildi­
yurt da onların... ği, ölülerin konuşturulduğu bir h i t a b 42

30 Böylece (ey Nebi), kendisinden önce olsaydı, (yine de inanmazlardı).


nice (inkarcı) toplumların gelip geçtiği Bilakis, iş ve oluş tümüyle Allah'ın yasa­
bir toplumun arasından elçi olarak seni sına bağlıdır: Peki mü'minler, 'Allah iste­
seçtik ki, sana vahyettiklerimizi kendile­ seydi bütün insanları hidayete erdirirdi'
rine ulaştırasın: zira onlar Rahman'ı in­ gerçeğini anlayıp da (herkesi mü'min
kâr ediyorlar. 40
yapma) sevdasından hâlâ vazgeçmediler
De ki: "O benim Rabbimdir; kendisinden mi? 4 3

hatırlatmasıdır. Anlamı yüklemine göre şekil­ duğunun, rububiyyetini inkârın da 'uluhiyeti-


lenen zikr, Kur'an'da vahyin sıfatlarından biri ni' inkâr anlamına geleceğinin bir ifadesidir.
olarak kullanılır (Âl-i Imran: 58; 56/A'râf: 63, Cevabın birinci cümlesi inkârın çıkış noktası­
69; 72/Hicr: 91 vd.) Âyetin iç ve dış bağlamı da nı, ikinci cümlesi ise varış noktasını gösterir.
bunu doğrular. Hemen önceki âyette inkarcı­ 41 Yani: "sırf bu vahye inansınlar diye birta­
ların mucize talepleri gündeme getirilmiş, bu kım mucizeler vesile kılmsaydı.."
âyette ise mucize talep edenlerin dikkati va­
42 Kur'an'ı "hitab" olarak çevirimiz için bkz.
hiy üzerine çekilmiştir. Ayrıca bu pasajların
69/Yûnus: 15, not 26.
ana teması da vahiydir.
43 Basralı dilciler efelem yey'es ibaresini elem
39 Bu açıklama, temel fonksiyonu akletmek ya'lem/yetebeyyen (bilip anlamadılar mı) şek­
olan bir kalpten söz eden âyetler göz önüne linde anlarlar. Fakat kelime geldiği 11 yerde
alınarak konulmuştur (91/Hac: 46; krş. hep "umut kesme" anlamında kullanılmakta­
56/A'râf: 179; Münâfikûn: 3). dır. Tercihimizde istisnai olarak her iki yakla­
40 Rahman'ı inkâr etmelerinin, Allah'ın varlı­ şımın karmasına yer verdik. Âyet, 69/Yûnus
ğını inkâr etmeleri- anlamını taşımadığı açık 99 ışığında anlaşılmalıdır. Aslında âyet, ilk
(Krş: 79/Enbiya: 36, not 48 ve 40/Furkan: 60). muhatabı mû'minlerin tasavvurlarındaki bir
Çünkü bu âyetlerin ilk muhatapları, Allah'a anlama problemini düzeltmeyi amaçlamakta­
inanıyorlardı. Ama Allah'ın Rahman olarak dır. Bu, insanları istisnasız hakikat üzerinde
anılmasına garip bir tepki gösteriyorlardı (Bkz: görmeyi istemektir, "..hâlâ umut kesmediler
1/Fatiha: 1). Tıpkı Hudeybiye'de olduğu gibi. mi?" uyarısı, işte ilâhî yasalara aykırı olan bu
Fakat bu tepkinin nedeni, âyetin devamı oku­ beklentiyi red içindir. Bu reddi, "Allah insan­
nunca daha iyi anlaşılmaktadır. Bu tavırlarıyla ların tümünü doğru yola ulaştırmayı dileme-
ilk muhataplar, vahyin Allah'ın insanoğluna miştir" biçiminde değil de, "Allah insanların
merhametinin bir ürünü olduğu tezine karşı irade ve tercihlerini yok saymayı dilememiş-
gelmiş oluyorlardı. Çünkü bu Allah'ın hayata tir" şeklinde anlamak maksada daha uygun­
müdahil olması anlamına geliyordu. Onlar asıl dur. Çünkü, eğer Allah böyle bir şeyi mutlak
bunu kabullenmiyorlardı. Bu gerçek âyetin de­ bir biçimde murad etseydi, rahmet ve şefkati
vamından da anlaşılmaktaydı. Bir başka ifa­ gereği tüm kulları bu hidayetin muhatabı
deyle söylersek, Allah'ın 'rahimiyyetini' inkâr olurdu. Vâkı'a böyle olmadığına göre, 27. âye­
etmenin, 'rububiyyetini' inkârın bir sonucu ol- tin söylediği gibi O'nun muradı, "sapmayı di-
Ama inkârda ısrar edenlere gelince: Ya­ veriyorsunuz, öyle mi? Belki de sözü (ha­
pıp ettikleri onların başından felaketi ek­ kiki anlamda değil), sırf zahirî anlamda
sik etmeyecektir; ya da yurtlarının yanı
44
kullanıy orsunuzdur ? 4 6

başına ansızın konuverecektir, ta ki Al­ Hayır, inkârda ısrar edenlere hileli man­
lah'ın verdiği söz yerini bulsun: Çünkü tıkları cazip gösterildi ve doğru yoldan
Allah sözünden asla caymaz. saptırıldılar. Zira Allah kimi saptırırsa,
32 Doğrusu, senden önceki elçiler de ala­ ona doğru yolu gösterecek kimse bulun­
ya alınmışlardı. Bu yüzden, inkârda ısrar maz! 34 Dünya hayatında onlar için bir
eden o kimselere (önce) süre tanıdım, so­ ceza vardır, fakat âhiretin cezası çok da­
nunda onları yakaladım. Cezalandırma ha elem verici olacaktır: Allah'a karşı on­
nasıl olurmuş, (görsünler bakayım)! ları savunacak birileri de olmayacaktır.
33 O DEĞİLSE kimmiş bakayım kazan­
dıkları nedeniyle her canlı varlığın tepe­ 35 ALLAH'A karşı sorumluluk bilinci ta­

sine dikilip duran? Buna rağmen, hâlâ Al­ şıyanlara söz verilen cennet, zemininden

lah'a ortak koşuyorlar! De ki: "Onları ırmaklar çağlayan (has bahçelere) ben­

(keyfinize göre) isimlendirin; 45


yani siz, zer. 47
(Fazladan olarak) oranın ürünleri

yeryüzünde bilmediği bir şeyi O'na haber daimidir, gölgeleri de öyle...

leyenin sapmasını dilemek, kendisine yönele­ ti hiç unutmadılar. Ebrehe'ye rehberlik yapan
ni ise doğru yola yöneltmek"tir. kişinin kabrini yıllarca taşa tuttular. Bu ibare­
44 Çevirimiz, cümlenin başındaki lâ yezâl'in ye verilen alternatif bir anlam da şudur: "Ger­
süreklilik vurgusuna dayanır. çekte inanmayıp sırf laf olsun diye söyledikle­
ri söz". Bu mânayı elde etmek için em (ya da)
45 Müfessirlerimizi hayli yoran bu ibarenin
edatına bel (bilakis) anlamı veren Zemahşerî,
bağlamına en uygun anlam bu olsa gerektir.
verdiği anlama Tevbe 30'u referans gösterir.
Zımnen: Siz onları "şefaatçi, Allah'a yaklaştı­ 47 Tam tersiyle mânalandıran da olmuştur:
ran vesileler" vs. diye isimlendirin durun; bu "Zemininden ırmaklar çağıldayan (has bahçe­
onların kendilerine yüklenen bu işleri yapa­ ler), sorumluluk bilinci taşıyanlara söz verilen
mayacakları gerçeğini asla değiştirmez. cennete benzer" (Ferrâ; Sibeveyh'ten naklen
46 Veya: "Yahut yekten, dobra dobra tam bu­ Zeccâc). Bu nakli yapan Zeccâc'm tercihi yu­
nu mu demek istiyorsunuz?" Belli ki, Allah karıdaki anlamdır. Gerekçesi ise şöyledir:
dışında taptıkları varlıklara atfettikleri "ilâh- "Allah bize görüp tanımadığımız cenneti, gö­
lık" ve "ortaklığı" tevil ediyorlardı. Şirkleri­ rüp tanıdığımız dünya ile tarif ediyor"
nin hakiki değil mecazî olduğunu iddia ede­ [Ma'ani'l-Kur'an). Zeccâc'ın bu yaklaşımı, bu
rek, bunda bir sakınca olmayacağını düşünü­ âyetin en doğru yorumudur. Çünkü, âyetin iz­
yor olabilirler. Çünkü onlar Allah dışında tap­ lediği yöntem bilinmeyeni bilinenle tasvir
tıklarını hiçbir zaman Allah'a eşit tanrılar ola­ yöntemidir. Fakat Bakara 25'te cennetliklerin
rak görmediler (Bkz: 77/Zümer: 3). Şu tarihsel dilinden yapılan kıyaslama bunun tam aksi
malumat da bunu doğrulamaktadır: Ebrehe bir seyir takip eder. Çünkü orada kıyası yapan
Taif üzerinden Mekke'ye yürürken, Taifliler özne, cennet sakinlerinden biridir (Krş:
en büyük putları Lat'a zarar vermesin diye Eb- 57/Secde: 17, not 28). Cennet, mutlaka zemi­
rehe'ye kılavuzluk yaparak tepeler arasından ninden ırmaklar çağlayandır. Zira su bahçenin
Mekke'nin yolunu gösterdiler. Kabe'yi "Al­ sebebidir. Suyun bahçeye nisbeti, sebebin mü-
lah'ın beyti" olarak tanıyan Araplar bu ihane- sebbebe nisbetidir. Toprak, temiz olmak şar-
İşte bu, Allah'a karşı sorumluluk bilinci onların keyfi arzularının peşine düşersen,
taşıyanları bekleyen akıbettir; inkarcıla­ senin için Allah'tan başka ne bir yâr, ne
rın akıbeti ise ateştir. de bir sığmak var!
36 Yine, kendilerine (bu) Kitab'ı emanet 38 Doğrusu, senden önce de elçiler gön­
ettiğimiz (mü'min) kimseler, sana indiri­ dermiş, onlara da eşler ve çocuklar ver­
lenlerden dolayı seviniyorlar. Fakat mu­ miştik. Allah'ın izni olmaksızın bir pey­
halif müttefikler arasında onun bir kıs­ gamberin (kendiliğinden) bir mucize ge­
mını inkâr edenler de bulunmakta. tirmesi olacak şey değildir; (kaldı ki) her
(Onlara) de ki: "Ben, sadece Allah'a kul dönemin, (kendine has) bir mesajı var­
olmakla ve O'na ortak koşmamakla em- dır. 39 Allah dilediğini yok eder, diledi­
49

rolundum: Yalnız O'na davet ediyorum, ğini bırakıp sağlamlaştırır: zaten mesa­
50

zira dönüş yalnızca O'nadır." jın kaynağı (da) O'nun katındadır.

37 Ve işte böylece Biz, onu Arapça bir hü­


40 İMDİ, onları tehdit ettiğimiz (cezanın)
küm kaynağı olarak indirdik. 48
Artık sa­
bir kısmını ister sana (daha hayatında)
na ilimden bir pay verildikten sonra eğer
gösterelim, isterse (ondan önce) senin

tıyla suya ancak niyabet edebilir. Tıpkı abdest ğer ilâhî mesajlar varken niçin yeni bir mesa­
yerine teyemmümde olduğu gibi. ja ihtiyaç duyuldu?" sorusuna cevap olarak
48 Kur'an bir beşer dili olan Arapça'ya ve bir (Zemahşerî ve Râzî). Birincisi âyetin iç bağla­
beşer olan Hz. Peygamber'e isnat edildiği her mıyla uyumlu, ikincisi ise bir sonraki âyetle
yerde inzal formunu kullanır (Bkz: 71/Yusuf: uyumludur. Zemahşerî bu ibareyi aynen şöyle
2, not 3). Arapça indirildiğinin vurgulanması, açıklamıştır: "Şeriatların maslahatları vardır.
esasen anlaşılabilirliğine yapılan vurgudur. Bu Şartların ve zamanın farklılığına bağlı olarak
hem dil açısından, hem delalet açısından böy­ farklılaşır. Her zamana uygun bir hüküm var­
ledir. Zira 'Arab ismi bu kavme "açık ve anla­ dır. Kullar üzerine, onların iyiliği için ne ge­
rekliyse o yazılır". Ayrıca buradaki "kitabı",
şılır" bir lisan konuştuğu için verilmiştir [Me­
bize ulaşan ilk orijinal tefsirin sahibi Mukatil
kâyîs). Delalet açısından da böyledir. Zira aş­
de "vahiy" olarak yorumlar.
kın mânalar içkin kelimelerin kalbine inzal
50 Yukarıya bağlı olarak bu ibaredeki "yok
olmuştur. Kendini lafızda ifşa eden mâna ke­
edilen" ve "bırakılıp sağlamlaştırman" ile, ilâ­
lamın ruhu, o ruhun içinde meskun olduğu la­
hî mesajların insanlığın akli ve sosyal gelişi­
fız ise kelamın bedeni mesabesindedir. Bu iki­
minde paralel olarak sürekli yenilenmesi kaste­
sinin ayrılması kelamın hayattan çekilmesi
dilmiş olabilir (Zemahşerî). Katade bu âyeti,
sonucunu doğurur ki, buna "kelamın ölümü"
yine şeriatların yenilenmesiyle ilgili olan
de diyebiliriz.
94/Bakara: 106 ile açıklamıştır. Klasik tefsir
49 Veya kitab'ı "vahiy" olarak alan Mukatil'e bu ibarenin konusu üzerinde ihtilaf etmiştir.
istinaden: "Her vahyin bir vâdesi vardır"; ya­ Silinen ya da bırakılan, insanların "yazılan
hut: "Her ecelin bir yazılımı vardır". Ecel, amelleri" ya da "o amellere mesnet olan yaz­
"süre, dönem" anlamına gelir. Bu ibare iki şe­ gıları" veya "ecelleri" olabileceği gibi; "Mek-
kilde anlaşılabilir. Birincisi: Hz. Peygamber'e kelilerin küfürleri" ya da "yeryüzündeki var­
yönelmesi mukadder olan "Önceki peygam­ lıklar" da olabilir (Taberî; Zemahşerî; Râzî).
berlere verilen mucize türleri neden sana ve­ Tabi bu ifadenin "Kur'an vahyi" ile ilgili oldu­
rilmedi" sorusuna cevap olarak, ikincisi: "Di- ğunu düşünenler arasından, kendi nesh teori-
316 , 58/RAT) SÛRESİ % »î^g» N u z û l : 5 8 M u s h a f : 1 3

ölümünü takdir edelim: unutma ki sana rak! diğer düzenleri boşa çıkarmak) 52
sa­
düşen yalnızca tebliğ etmektir; (onların) dece Allah'a has idi; (zira) O her bir canın
hesabını görmekse sadece bize düşer. ne kazandığını bilir. Ama istikbalin kime
41 Peki onlar görmediler mi ki, Biz yer­ ait olduğunu, (bir gün) gelecek kâfirler de
yüzüne müdahil olup, ona (ait değerleri) bilecekler.
her bir tarafından eksiltiyoruz? 51
43 İnkarda ısrar edenler, (yine) "Sen Al­
(Şu kesin) ki; Allah yasa koyar, O'nun ya­ lah tarafından gönderilmiş değilsin" 53
di­
sasını kimse bozamaz. Üstelik O hesabı­ yecekler.
nı pek çabuk görür. Sen (de) de ki: "Benimle sizin aranızda şa­
42 Doğrusu onlardan öncekiler de zaafı hit olarak Allah yeter,- bir de ilâhî mesa­
ustaca gizlenmiş düzenler kurmuşlardı; jın bilgisini iyice sindirmiş kimseler."
fakat bütünüyle kusursuz düzen kura­

lerine göre yorumlayanlar da çıkmıştır. İbare­ de, bu sûrenin 3. âyetinde (Krş: 72/Hicr: 19,
nin delaleti tek bir mânaya indirgenemezse 36/Kâf: 7) geçen medde'l-'ard (O yeryüzünü
de, tercihimiz bağlama uygun olandır. uzatıp yaydı) ibaresinin mukabilidir: uzatmak-
51 Bu eksiltmeyi, aktüel olarak yorumlayıp ilk kısaltmak (Bkz: 58/Ra'd: 3, not 6 ve 79/Enbiya:
islâm toplumunun toprak kazanımlarına atfe­ 44, not 54). Ne muhteşem bir tevafuktur: insa­
denler olmuştur (İbn Abbas ve Dahhak). Âyetin nın arşı ruhudur, arzı bedeni ve hassaten beyni.
indiği dönem göz önüne alındığında bu yorum Beyin tıpkı yeryüzü gibi engebelidir. Eğer düz
uzaktır. Belki bu açıdan müşriklerin hayat ala­ olsaydı, mevcut zekaya sahip olabilmek için
nının git gide daraldığını ifade edebilir. Mücâ- insan başının şu andakinden beş kat daha bü­
hid bu ibarenin "insanların ölümü" anlamına yük olması gerekirdi. Allahu ekber!
geldiği yorumunu yapmıştır (Taberî). Benzer 52 ei-Meicru'daki belirlilik çeviriye böyle yansu.
bir ifadeyle Enbiya 44'te de dile getirilen bu ek­ 53 Mekke egemenlerinin bu itirazı, peygam­
siltme, başta insan olmak üzere yeryüzünü ay­ berlik kurumunu kökten inkârdan çok Hz.
rıcalıklı kılan tüm değerlere teşmil edilebilir. Peygamber'in peygamberliğini inkâra yönelik
Kanaatimizce Kur'an'da iki yerde geçen bu ifa­ gibidir.
*Kg>*
Sînâ dağına atfen "ulu dağ" anlamına gelen Tûr adını ilk âyetinden alır.
İlk nesilden bugüne T û r ismiyle anılmıştır.

Sûre Mekke'de inmiştir. Sûrede Hz. Peygamber'e yönelik suikast planları­


na atıf bulunmaktadır (42). Sûrenin 4 4 . âyeti ile İsrâ sûresinin 9 0 - 9 2 . âyet­
leri arasında bir irtibat var gibi görünmektedir. O s m a n tertibinde Secde-
Mülk, İbn Abbas tertibinde Ra'd-Mülk, Cabir b. Zeyd'in İbn Abbas'a isnat
ettiği tertipte (Ca'berî) ise N û h - M ü ' m i n û n arasında yer alır. Bütün bu veri­
ler ışığında sûrenin en erken peygamberliğin 9. yılının sonlarında indiğini
söyleyebiliriz. Zira Kureyş, Allah Rasulü'ne suikastı ancak Ebu Talib'in ve­
fatından sonra ciddi olarak düşünebilmiştir.

Her şeyin bir ruhu vardır. Hayatın cesedi bu dünya ise ruhu da ahirettir.
Sûrenin ana konusu da işte bu ruhtur: Ahiret.

Kaynaklarımız, Cübeyr b. M u t ' i m ' i n bu sûreyle ilgili ilginç bir anısını nak­
lederler: Bedir esirleri hakkında Mekke'yi temsilen müzakerelerde bulun­
m a k üzere Medine'ye geldim. Müslümanlar m e s c i t t e n a m a z kılıyorlardı.
Allah Rasulü T û r sûresini okuyordu. "Şüphe yok ki, Rabbinin azabı kesin­
likle vuku bulur,- insan kendisini ona karşı asla s a v u n a m a z ! " (7-8) âyetleri­
ne geldiğinde, kalbim yerinden fırlayacakmış gibi oldum (Buhârî ve İbn
Hanbel).

Sûrede insan davranışının sonuçlarından söz edilerek, bu sonuçların irade­


li bir seçimin eseri olduğu dile getirilir. İnsana acziyet ve kuvveti, zaaf ve
meziyeti gösterilir. Bu açıdan sûreye ödül ve ceza sûresi de denilebilir. Bir­
birlerine çok bağlı aile fertlerinin "Hepimiz imanlıyız, fakat amellerimiz
birbirimize eşit değil; dolayısıyla biz âhirette de dünyada olduğu gibi birlik­
te olabilecek m i y i z ? " sualine cevap olabilecek tek âyet bu sûrede gelir:

"Kendileri i m a n eden ve soyları da bu m u h t e ş e m imanı takip edenlere ge­


lince: Biz onları şovlarıyla buluşturacağız ve kendi yaptıklarının (karşılığın­
dan) da hiçbir şey eksiltmeyeceğiz; (ne ki) herkesin (akıbeti) kendi kazan­
dıklarına bağlıdır" (21).

İnkarcı muhatapların tavrı eleştirilirken, kullanılan iğneleyici üslûp hayli


dikkat çekicidir: "Şimdi onları bu tavra, savruk akılları mı sevk ediyor?
Yoksa onlar, isyanda sınır tanımayan azgın bir topluluk m u d u r ? " (32)
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 U L U Sînâ dağı şahit olsun! 1


7 ŞÜPHE yok ki, Rabbinin azabı kesin­
2 Satırlarda kayıtlı ilâhi mesaj (şahit ol­ likle vuku bulacaktır; 8 insan kendisini
sun), 3 açılmış deri tomarlarda! 2 ona karşı asla savunamaz.
9 Gün gelir, gök büyük bir çöküşle çö­
4 el-Beytu'l-Ma'mûr 3
şahit olsun, 5 yü­
ker. 10 Dağlar dehşet bir yürüyüşle yü­
5

celtilmiş gök kubbe şahit olsun!


rür. 11 İşte o gün yalanlayanların vay ha­
6

6 Kükreyen taşkın deniz şahit olsun! 4

line! 12 Onlar ki daldıkları oyunda oy-


7

1 Veya tûriuı "uçma" anlamına dayanarak: lup taşmış" ya da "karışmış" gibi üç anlama
"uçarak gelenler şahit olsun". Yemin vavı, var­ da yorulmuştur (Taberî). Bu deniz Firavun ve
lığın şahit olduğunun delilidir (Bkz: 35/Mûrse- ordusunun boğulduğu deniz olmalıdır. İlk an­
lât: 1, not 1). Zımnen: Ey insan! Sen de şahit ol! lam âyetin devamındaki kıyametle, son iki
Zira sen bu âleme sahip olmak için değil şahit anlam âyetin öncesindeki Hz. Musa ile alâka­
olmak için geldin (Bkz: 46/Me'aric: 40, not 26). lıdır. Zımnen: "Gerçeğe karşı savaş açanlar er
2 Menşur, tomarın dürülü değil açık hali. Bu­ geç zulümlerinde boğulurlar". Râzî "deniz"
nunla derinin inceltilmesi de kastedilmiş ola­ ile Yûnus peygamber arasında bağ kurar. Âye­
bilir [Kırtas için bkz. 73/En'âm: 7, 91). Önce­ tin kıyamete ilişkin bir haber olması duru­
likle Tûr-ı Sina'da Hz. Musa'ya inen ilâhi vah­ munda, denizlerin bile tutuşacağı korkunç bir
ye atıf. İbn Abbas bu âyetin yorumunda, Tev­ duruma işaret sayılabilir (Krş: 8/Tekvir: 6).
rat'ın tahrifinin yazıda değil yorumda olduğu­ Tûr sûresinin yemin-şehadet vaVı ile başla­
nu söyler (İbn Aşur). yan ilk 6 âyetinin, kendi aralarında bir irtiba­
ta sahip olduğunu düşünmek gerekir. Biz bu
3 Yani: "Ziyaretçilerle şenlenen Beytullah".
âyetlerle Tîn sûresinin yine yemin vaVı ile
Bu ifade benzer içerikteki Tin sûresinin ilk
başlayan ilk dört âyeti arasında çok yakın bir
âyetleri ışığında "Kabe" olarak anlaşılabilir.
anlam bağı olduğu kanaatindeyiz. 1-3. âyetler
Hz. Ali bunun Kabe'nin semadaki aslı olduğu
Hz. Musa'nın vahiy aldığı mekâna ve Tevrat
yorumunu yapmıştır (Taberî). Mü'min kalbi­
vahyine delalet ederler. 4-5. âyetler Kur'an'a
nin mecazi ifadesi olarak da yorumlanmıştır
ve Kur'an'ın 'tavanına' yükselttiği insanlığın
(Beydavî). Hz. Ali'nin yorumu, farklı yorumla­
ortak aklına delalet ederler. Bu iki gurup ara­
ra konu olmuştur. Bu hoş yorumlardan birine
sında, ilâhi vahiylerin birbirinden kopuk de­
göre, Hz. Âdem 'cennette' meleklerin el-Bey-
ğil, birbirinin devamı olduğuna dair bir bağ­
tu'l-Ma'mufn tavaf ederken yaptıkları tesbi-
lantı vardır. 5. âyet vahye sırt dönerek tuğyan
hatı işitiyordu. Cennetten kovulunca buna
edenleri boğacak bir tufanın mutlaka kendile­
hasret kaldı. Bu hasreti dayanılmaz bir nokta­
rini bekleyeceğine delalet eder. Allahu a'lem.
ya ulaşınca dua etti ve Allah ona semadaki
Kabe'yi yeryüzünde temsil eden bir "ev" yap­ 5 4. âyete atıfla zımnen: her şey yıkılır, o gör­
masını emretti. Bu evin yeri ise "yeryüzünün kemli gök kubbe bile çöker.
göbeği", yani insan soyunun ilk konuk edildi­ 6 Fiillerin mastarla pekiştirilmesi (..çöküşle
ği yerdi. Hz. Âdemin hasreti dindi. Bu yüzden¬ çöker, ..yürüyüşle yürür) mecazı red içindir. O
' dir ki hac ibadeti, bir gurbete çıkış değil sılaya fiillerin mecazen değil hakikaten gerçekleşe­
dönüş olarak anlaşılmalıdır. Kabe'yi ziyaret, ceğini ifade eder.
insan için bir tür baba ocağını, ana kucağını 7 Zarfın takdimi, cümleye "eğer öldüklerinde
ziyaret anlamı taşır (Bkz: 98/Âl-i İmran: 97). hâlâ aynı hal üzereyseler" yananlamı katar
4 Mescûr, "alev almış" (Krş: 8/Tekvir: 6), "do- (İbn Aşur).
Nûzûl: 59 Mushaf: 52 > > < g > < < , 59/TÛR SÛRESİ 319

nuyor olacaklar. 13 Onlar o gün karşı ko­ koltuklara yaslanarak..."


nulmaz bir güçle cehennem ateşine itile­ Bir de cennette onları kusursuz bakışlı te­
cekler (ve şöyle denilecek): 14 "Bu sizin miz eşlerle denkleştirip eşleştireceğiz. 10

vaktiyle yalanlamış olduğunuz ateştir. 15


21 Kendileri iman eden, ve soyları da bu
Bu kara büyüjnün kâbusu) mu, yoksa gör­
muhteşem 11
imanı izleyenlere gelince:
mek istemediğiniz bir (hakikat) mi? 16
Biz onları şovlarıyla buluşturacağız ve
Orayı boylayın! Artık ister sabredin, is­
8

kendi yaptıklarının (karşılığından) da


ter sabretmeyin; size ilişkin (hüküm) de­
hiçbir şey eksiltmeyeceğiz,- (ne ki) her­
12

ğişmez: çünkü siz, sadece yaptıklarınızın


kesin (akıbeti) kendi kazandıklarına bağ­
cezasını çekmektesiniz."
lıdır. 13

17 Sorumluluk bilinciyle yaşayanlar, ta­


22 Ve Biz onlara meyve ve etin her türü­
nımsız cennetlerde ve tarifsiz nimetler
nü, canlarının çektiği her şeyi sunacağız;
içinde olacaklar. 18 Rablerinin kendileri­
23 orada birbirlerine içeni boşboğaz et­
ne verdiği nimetlerle sevinip mutlu ola­
meyen ve günaha sokmayan dolu kadeh­
caklar ve Rableri onları gözleri yuvasın­
9

ler sunacaklar.
dan fırlatan azaptan koruyacak 19 (ve on­
lara diyecek ki): "Vaktiyle yapmış oldu­ 24 Ve kendileri için hazırlanmış ebedi bir
gençlik ve tazelik onları hiç terk etmeye­
ğunuz şeylere bir karşılık olarak yiyin,
cek; 14
tıpkı kabuklarının içinde saklan-
için, afiyet olsun! 20 Sıra sıra dizilmiş

8 Islavhâ ile ilgili bkz. 39/Yâsîn: 64, not 45. cak (Krş: 58/Ra'd: 23). 26. âyette ifadesini bu­
9 Fakihîn için bkz. 39/Yâsîn: 55, not 37. lan anne-babaların çocuklarının manevî istik­
bali hakkındaki kaygısı kabul olmuş bir dua
10 Hûr hakkında ayrıntılı bir açıklama için
yerine geçecek (Krş: 113/Tahrîm: 6). Mü'min
kelimenin ilk geçtiği Rahman sûresinin 72.
atalarla onların yolunu izleyen çocuklar ara­
âyetinin notuna bakınız. Kelime göze nisbet
sındaki 'imânî sinerjiye' atıf.
edildiğinde "kusursuzluk, güzellik ve çekici­
lik" ifade eder. Eril ve dişil iki köke de nisbe- 13 Lafzen: rehin. Zımnen: Allah, insanı kendi­
ti mümkün olan hûr, ödül ve cezada cinsiyet sine borç vermiştir. İnsan bu borç karşılığı re­
ayrımı yapılmayacağını ifade eden âyetler hindir; ancak kulluk için yaptıklarını vererek
(98/Âl-i Imran: 19, 25, 161; 104/Nisâ: 110-112; kendini kurtaracaktır. İşte bu yüzden, izlene­
69/Yûnus: 30; 65/lbrahim: 51; 74/Nahl: 111) cek bir ışık bırakan atalar ve o ışığı izleyen ço­
ışığında anlaşılmalıdır. "Temiz eşler" ifadesi, cukların ataların yüksek makammda buluşa­
21, 24 ve 26 âyederdeki soylar ve aile ile irti­ cak olmaları, "kimse kimsenin sorumluluğunu
batlı olarak okunmalıdır. Ayrıca insanın ru­ yüklenmez" ilkesine aykırı anlaşılamaz. Ge­
hunu yansıtan bir ayna olduğu için 'îyn, "ru­ rekçesini 26. âyetin teşkil ettiği bu 'terfi' ile,
hu temiz" anlamına da alınabilir (Krş: Râzî). "hesabı öldükten soma kapanmayacak üç kişi"
hadisi arasında yakın bir ilişki vardır. "Geride
11 îmânın'deki belirsizliğin azamet vurgusuy- sâlih bir evlat bırakmak", yaşayan bir amel bı­
la çeviriye yansıması. rakmaktır. Ebeveynler bunun getirisiyle daha
12 Yani, çocuklar ebeveynlerinin (Ferrâ'ya gö­ yüksek makamı elde ediyorsa, bu durumun,
re ebeveynler de çocuklarının) iman yolunu onlara bu makamı kazandıran iman sahibi ço­
izlerse, Allah aile fertleri arasındaki derece cuklara da manevî bir getiri sağlaması doğaldır.
farkına bakmaksızın aşağı makamda olanları
14 Veya: "Kendileri için (hizmete âmâde)
yüksek makamda olanın yanında buluştura-
gençler etraflarında dönüp duracak". Tercihi-
320 .c^g^, , 59/TÛR SÛRESİ g t ^ ^ , Nûzûl: 59 Mushaf: 52

mış inciler gibi olacaklar. 15


kın da) feleğin sillesini yiyeceği zamanı
25 Derken, birbirlerine dönüp sorular so­ bekleyip görelim" mi diyorlar? 20

racaklar... 31 De ki: "Bekleyin bakalım! Ama unut­


26 Diyecekler ki: "Vaktiyle bizler, aile­ mayın ki, ben de sizinle beraber bekle­
miz hakkında endişeye kapılıp tir tir tit­ yenlerdenim."
rerdik; 16
27 fakat Allah bize kerem etti 32 Yoksa onları bu tavra savmk akılları mı
de, bizi zehir gibi içe işleyen yakıcı bir sevk ediyor? Sakın onlar isyanda sımr ta­
21

ateşin azabından korudu. 17


28 Şüphesiz nımayan azgın bir topluluk olmasın?!
biz bundan önce de hep O'na dua ederdik; 33 Ya yoksa onlar, "Kendi söylediğini Al­
çünkü O, evet O'dur mutlak iyi olan son­ lah'a isnat etti" mi diyorlar? Ama yoo! 22

suz rahmet sahibi. (Dediklerine) kendileri de inanmıyorlar.


34 Öyleyse, haydi onun benzeri bir başka
29 (EY NEBİ!) Öğüt vermeyi (sürdür); söz üretsinler bakalım,- sözlerinin arka­
23

şüphesiz, -Rabbinin nimeti sayesinde- se­ sında duruyorlarsa tabi ki.


nin bir .kahin ve bir mecnun olma ihti¬
35 Ne yani, onlar sebepsiz mi yaratıldı­
malin asla bulunmamaktadır. 18

lar? Yoksa kendilerini yaratan yine ken­


30 Y o k s a (şimdi de) "O bir şairdir,- (bıra­
19
dileri m i ? 2 4

miz tâfe Şia'nın "dönüp dönüp geldi, başın­ kalıbı için bkz. 73/En'âm: 107, not 89).
dan ayrılmadı" genel anlamına dayanmakta­ 19 Bu pasajda 15 kez kullanılan em edatı, hem
dır. Belki cehennemliklerin derilerinin yeni­ soru hem de hakikati muhatabın zihnine kazı­
lenmesi gibi, onların da gençlikleri yenilene­ ma vurgusuna sahiptir (İbn Aşur).
cek. Âyette ğılmanuhum değil ğılmanun le-
20 Kur'an'da tek başına "kuşku" anlamında
hum gelmiş olması tercihimizi güçlendirmek­
tedir. kullanılan rayb, deyimsel kullanımı olan ray-
be'l-menûrida "feleğin sillesini yemek" anla­
15 Vakı'a 23'te de geçen lu'luun meknû-
mını kazanır. İnkarcı muhataplar helak ile
nun/el-lu'lui'l-meknûn benzetmesi, tek taraf­
tehdit edildiklerinde kendilerini böyle avutu­
lı bir cinsi ve cinsiyyeti değil, bakir bir gönlü
yorlardı.
ve muhabbeti temsil etse gerektir. Zira cen-
. nette mü'mine vaad edilen nimetler dünyada­ 21 Veya ahlâm'm hilm'e nisbetiyle: "o engin
ki gönüllü feragatin bir karşılığıdır (Krş: hoşgörüleri mi sevk ediyor?" (Râğıb). 30. âyet­
62/Kehf: 31, not 45). teki "bekleyip görelim" diyenlerin sahte hoş­
görülerinin maskesini sıyırıyor. Alternatif bir
16 21. âyette dile getirilen "buluşturmanın"
anlam da "uçuk hayalleri" olabilir. 30. âyette­
gerekçesi. Krş. "Siz ey iman edenler! Kendini­
zi ve yakinlarınızı yakıtı insanlar ve taşlar ki tavır kastediliyor. Bu meal, Râğıb'ın hulm
olan tarifsiz bir ateşten koruyunuz!" kelimesinin kök anlamına dair açıklamasına
(113/Tahrîm: 6) Zımnen: Çocuklarının mane­ dayanır.
vî istikbali hakkında titreyen ana babaların bu 22 Hesapta küfürlerini, Allah'ı peygamberine
kaygısı boşa gitmeyecek. karşı savunma perdesi ardına mı saklıyorlar?
17 Semûm için bkz. 72/Hicr: 27, not 23. 23 Hadîs, "olayları/hadiseleri haber veren söz"
18 Zımnen: Elinde sihirli değnek yok! Öğüt (Bkz: 113/Tahrîm: 3, not 5; krş. 35/Mûrselât: 50).
alan alır, almayan sonucuna katlanır. [Mâ..bî.. 24 Bu âyet, hem insan yaratılışının amaçsız ve
Nüzul: 59 Mushaf: 52 , ^ ^ > t , 59/TÛR SÛRESİ 321

36 Ya yoksa gökleri ve yeri yaratan ken­ 43 En nihayet, onların Allah'tan başka


dileri mi? bir ilâhı mı var?
Hayır! Asıl onlar inanmaya gönüllü de­ Allah onların şirk koştuğu her şeyden aş­
ğiller. kın ve yücedir.
37 Yoksa Rabbinin hazineleri onların
elinde mi? Ya yoksa onu zorla ele geçirip 44 EĞER onlar gökten bir parçanın düş­

üstüne mi oturmuşlar? tüğünü görselerdi, 28


o bir bulut yığının­
dan ibarettir derlerdi. 29

38 Ne yani, onlara mahsus (göklere uza­


nan bir) merdiven var da orada olup-bite- " 45 Artık onları, dehşetten kendilerini
ni mi dinliyorlar? Öyleyse, haydi açık ve kaybedecekleri günle karşılaşıncaya ka­
inandırıcı delillerle birlikte dinledikleri­ dar kendi hallerine bırak! 46 O gün tu­
ni getirsinler de görelim! zakları kendilerine hiçbir yarar sağlama­
yacak ve kendilerine asla bir yardım ulaş­
39 Ne yani, kızlar O'na da oğullar kendi­
mayacak.
lerine mi? 40 Yoksa onlar senin, kendile­
rine, onları ağır bir ekonomik yükümlü­ 47 Ve elbet kendilerine yazık edenler, bu
lük altına sokacak bir bedel ödetmenden (ahiret) azabından daha yakın bir (dünya)
mi (çekiniyorlar)? 25 azabına da mahkûm olmuşlardır: fakat
onların çoğu bunu kavrayamamaktalar.
41 Ne yani, idraki aşan hakikatlere vâkıf­
lar da, onu kendileri mi kayıt altına alı­ 48 Sözün özü: Rabbinin hükmünü sabır­
yorlar? 26 la bekle! Unutma ki sen Bizim gözetimi­
miz altındasın: kalktığın zaman, Rabbi­
42 Onlar, bir tuzak tasarlıyor olmasınlar
nin yüceliğini hamd ile an! 49 Bir de gece
sakın? Fakat kurdukları tuzağa düşecek
vakti ve yıldızların çekildiği (gündüz)
olan o kâfirlerin ta kendileridir! 27

vakti O'nun yüceliğini dillendir! 30

anlamsızlığı iddiasını, hem de yaratıcı bir ilk lerden biridir. Zaten bu haber bir zaman sonra
özne olmaksızın kendi kendine yaratılma id­ akim kalmış bir teşebbüs olarak gerçekleşe­
diasını reddeder (Krş: 65/lbrahim: 19 ve 79/En­ cektir (Krş: 42/Fâtır: 43).
biya: 18, not 17). 28 Krş. 68/îsra: 92.
25 Zımnen: Oğullara sahip olmak istemeleri­ 29 Tıpkı 'Âd kavminin helak bulutunu görün­
nin altında bu borcu ödeme telaşı mı yatıyor? ce "Bu bize yağmur taşıyan bir buluttur"
Serveti ve gücü yücelten tasavvur suçüstü ya­ (86/Ahkâf: 24) dedikleri gibi.
pılarak teşhir ve tenkit ediliyor.
30 Muhammedi davetin şafağı yaklaşıyor: Ge­
26 Zımnen: İnsan iradesinin geçmediği alanla­ ceni dirilt ki gündüzün dirilsin! Bu gününü di­
rı ele geçirdiler de, kimin ne zaman öleceğine rilt ki yarının dirilsin! Bugün uykusuna söz
onlar mı karar veriyor? geçiren, yarın yedi iklim dört köşeye söz geçi­
27 9. yılın başında suikast ihtimal dahilinde rir. Tarih buna şahit olmuştur.
olmalı. Bu Kur'an'da sık görülen gaybi haber-
A l l a h ' ı n " m u t l a k h ü k ü m r a n ve o t o r i t e " oluşunu ifade eden Mülk adını
birinci âyetinden alır. Kadim tefsir ve hadis kaynaklarında, bu isimle
yer alır. Bir rivayete göre sahabe bu sûreye Mani'a (engelleyen) adını ver­
miştir (Taberânî). İtkân'da, Munciye (kurtarıcı) ve Valcıye (koruyucu) diye
de isimlendirilir. Bunlar, sûrenin ahirete ilişkin içeriğinden neşet etse ge­
rektir.

Sûre Mekke'de inmiştir. Mekkî sûrelerin tipik özelliği olan belagatı önce-
leyen ses yapısıyla dikkat çeker. Sûre konu itibarıyla bir bütünlük teşkil
eder. Bu, bazı âyetlerinin Medenî olduğu iddialarını geçersiz kılar. Cabir
tertibinde Mü'minûn-Hâkka, diğerlerinde Tûr-Hâkka arasına yerleştirilir.
Bu da takriben Peygamberliğin 9. yılına denk gelir. 2 8 . âyetin Rasulullah'a
karşı düşünülen suikast planını i m a etmesi bu tarihi destekler.

Sûre, Allah-insan-kâinat ilişkisi etrafında şekillenir. Ana fikri, insanın vah­


yin rehberliğine olan kaçınılmaz ihtiyacıdır. Hayat ve ö l ü m ü n mahiyetine
dikkat çeker. İnsan denen şaheserin neden iki dünyalı olduğu sorusuna, da­
ha girişte cevap verilir: "Hanginiz daha iyi davranış ortaya koyacak diye"
(2). İnsandan, kendisini çevreleyen evrenin kusursuz nizamı üzerinde dü­
şünmesi istenir (3-4). Z ı m n e n söylenen şudur: Bu m u a z z a m tabii çevrenin
bir anlam ve a m a c ı olsun da, söz konusu çevrenin kendisine âmâde kılın­
dığı insanın bir a m a c ı olmasın mı? Akıl ve vahiy, insana anlam ve amacını
bulmak için verilmiştir. Cehennemliklerin dilinden bu hakikat şöyle dile
gelir: "Eğer biz bu (vahyi) dinlemiş ya da aklımızı kullanmış olsaydık, şim­
di cehennemlikler arasında o l m a z d ı k " (10). Bu ikisine sırt dönen, Allah'a
nankörlük yapmış olur ve nankörler cezalandırılır (13-18). İnşam ancak
sonsuz rahmet sahibi olan Allah korur (20).

İnsan varoluşunu Allah'a borçludur (23-24). Borçluluk bilinci olan ed-dîn'e


sırt çevirenler, hesaba çekileceği Din Günü'ne karşı uyarılır (23-27). Sûre,
hakikati inkar edenlere, bu tavırlarını sürdürmeleri halinde başlarına gele­
cekleri haber vererek son bulur (28-30).

Hz. Peygamber ve sahabeden bu sûrenin önemine dair gelen rivayetler, ke­


sinlikle sûrenin muhtevasına dikkat ç e k m e sadedinde anlaşılmalıdır.

Hicaz ekolü sûreyi 31 âyet, diğer ekoller ise 30 âyet saymıştır.


RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 MUTLAK hükümranlık kudret elinde zensizlik göremezsin,- haydi, çevir gözü­


bulunan (Allah) ne yüce, ne ulu bir bere­ nü de bir bak bakalım: bir kusur ve başı­
ket kaynağıdır,- ve O her şeye kadirdir. 2 1
boşluk görebilecek misin? 4 Sonra tekrar
5

O, ölümü ve hayatı hanginizin daha gü­ tekrar çevir gözünü de bir bak; bakışın 6

zel davranacağını sınamak için yaratmış­ yılgın ve bezgin bir şekilde sana geri dö­
7

tır: O mutlak üstün ve yüce olandır, eş­


2
necektir.
siz ve benzersiz bağışlayandır. 5 Doğrusu Biz, en yakın göğü kandiller­
8

3 O, yedi göğü eşsiz bir uyum içinde ya­ 3


le süsledik; 9
onları, Şeytan(lığa soyu-
ratmıştır; Rahmân'ın yaratışında bir dü-
4
nanjlar için gayba dair spekülasyon ara-
10

1 Tebârake için bkz. 56/A'râf: 54, not 41. nü içerir. Takdir, varın sınırlarını ve dozunu
Onun otoritesinin büyüklüğü, âyetin sonunda belirleme, yani bir "tahdit"tir. Zehiri ilaç ya­
gelen Kadir isminin delalet ettiği kudretiyle pan dozdur. îcâd, yokluğu mümkün olanı var­
birlikte anlaşılmalıdır. dan var etmektir. İbda', yoktan var etmektir.
2 Ölümü yaratması, hem canlıların can veril­ Ben idraki bizim arzımızdır. Vahiy, akıl ve beş
meden önceki elementer kökenine, hem varlı­ duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu gökler­
ğın zıddı olan yokluğa delalet eder (Krş: 94/Ba­ den bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmani ya
kara: 28). Zımnen: Ölüm de hayat gibi O'nun Şeytanîdir. Beş duyumuzu ve aklımızı en yük­
otoritesine tabidir. Ölen O'nun otoritesinden sek gök olan vahyin rahmeti altına tutarsak,
çıkamaz, hayata gelmemiş olan O'nun mülkü bu rahmet akla baharı insana cenneti müjde­
haricinde kalamaz. Eğer yokluk kendi başına ler (Yedi kat gök'e dair çok ayrıntılı ve felsefi
bir gerçekse onu da Allah yaratmıştır, değilse bir yorum için bkz. Elmalılı, VII, 5161-5181).
zaten konuşmaya değmez... Âyette ölüm ha­ 5 Futûr, "delik, gedik, boşluk, yırtık, yarık,
yattan önce gelmiştir. Şu halde ölüm "yok­ çatlak" anlamında kusur (88/Rûm: 30 not 36;
luk" mudur? Hem evet, hem hayır, insanın 42/Fâtır: 1, not 1).
ölümü için Kur'an'da iki kavram kullanılır:
6 idrak tek, göz çifttir, iki göz bir idrake açılır:
cesede nisbetle mevt, ruha nisbetle teveffi. Be­
yamuk bakan doğru idrak edemez.
den ölür, ruh teveffi ettirilir. Bu durumda ce­
vap şöyle olur: Eğer teveffi olmasaydı ölüm 7 Veya: "şaşkın ve hayretler içinde".
yokluk olurdu. Zımnen şu imayı da içerir: Ha­ 8 Zımnen: Kahinlerin, medyumların, falcıla­
yata ve diriye saygılı olun, ölüme ve ölüye de rın söylediği yalan; doğrusu şu ki... (Krş:
saygılı olun. Zira onu da Allah yarattı. Varlık 66/Sâffât: 6-7; 72/Hicr: 16-17.)
kevn ve fesad/oluş ve bozuluş âlemidir, insan 9 es-Semâu'd-dunyâ ile kâinat da kastedilmiş
bedeninde ve kâinatta her an kevn ve fesad te­ olabilir, "ay altı âlem" de denilen atmosfer içi
celli etmektedir (Âl-i Imran: 185). Sınav daha gök de. Bu takdirde, "kandiller", yıldızların
iyi olmanın aracıdır, insanı kemale doğru yü­ orada olmasına değil, ışıklarının orada görül­
rütmek için, Allah insana imtihan suretinde mesine hamlolunur. Bunlar meteor olarak da
ikram etmiştir. düşünülebilirse de, Sâffât sûresinin 6. âyeti bu
3 Veya tıbâkan'ı, tabak yada tabaka'mn çoğu­ ihtimali dışlamaktadır.
lu sayarak: "kat kat, tabaka tabaka". Tercihi­ 10 Yani, "uzak oldu" kökünden türetilen Şey­
miz, kelimenin tâbeka'dan mastar oluşuna da­ tan isminin de tedai ettirdiği gibi, "hakikatten
yanmaktadır. uzaklaşan, haddini aşan ve en sonunda kendi­
4 Halk, takdir, icâd ve ibda mânalarının tümü- ne yabancılaşan insanlar için kullanılır.
cı kıldık; 11
ve onlar için yakıp kavuran 12
10 Ve "Eğer biz (vahyi) işitmiş veya aklı­
bir azap hazırladık; 6 zira Rablerine karşı mızı kullanmış olsaydık, şimdi kavurucu
(böyle) nankörlük yapanları Cehennem ateşe müstahak olanlar arasında bulun­
azabı beklemektedir: ne berbat bir son mazdık" 15
diyecekler.
duraktır. 11 Böylece günahlarını itiraf etmiş oldu­
7 Onlar oraya atıldıklarında, onun kayna­ lar: Olmaz olsun o harlı ateş ashabı!
yış homurtusunu işitecekler,- 8 neredeyse 12 Beri yanda, Rablerine -O ğaybî bir ha­
öfkeden patlayacak... Günahkârların atıl­ kikat olmasına karşın- derin bir saygı du­
dığı her seferinde bekçiler, "Size bir uya­ yanlara gelince: Onları tarifsiz bir bağış
rıcı gelmemiş miydi?" diye soracaklar. ve büyük bir ödül beklemektedir.
9 "Evet, doğrusu bize bir uyarıcı gelmiş­
ti; fakat biz onu yalanladık ve "Allah hiç­ 13 İ N A N C I N I Z I ister gizleyin ister açı­
16

bir şey indirmemiştir; 13


siz (elçiler) bü­ ğa vurun; unutmayın ki O göğüslerin en
yük bir şaşkınlık içindesiniz" 14
demiş­ mahrem sırlarını bilendir. 14 Bakın, Ya­
17

tik" itirafında bulunacaklar. ratan bilmez mi h i ç ? 18


Zira O ilmiyle her

11 Rucûm, tıpkı mahluk mânasına kullanılan gerektir. Cenneti hak edenlerin arasmda ol­
halk gibi, mef'ul mânasına mastardır. Gaybi mak, duyuların doğru kullanımı açısmdan doğ­
konulara dair spekülasyon, tahmin, zan ifade ru kullanılan akıl ve doğru anlaşılan vahiy ka­
eder (Bkz: racmen hi'l-ğayh 62/Kehf: 22). dar önemlidir. Allah'tan ödünç değerler alma
Kur'an her tür gaybtan haber verme teşebbü­ (ilm) ve onlarla Allah-insan-kâinatın hakikatiy-
sünü şeytanlık olarak mahkûm etmiştir. le tam uyumlu hükümlere ulaşma (hikmet) ko­
12 Sa'îı, "tutuşturulmuş, kızgın". S'ir, "bir şe­ nusunda her fert (adem) aynı hakka sahiptir.
yin fiyatı". Zımnen: Cehennem ne kadar ucuz 16 Lafzen: "sözünüzü". Başlangıç vaVı, çeviri­
da alınsa yine de pahalıdır: el yakar, yürek ya­ ye mâna olarak değil paragraf başı işleviyle
kar. Cennet ne kadar pahalı da alınsa yine de yansımıştır.
ucuzdur. 17 Bir önceki âyetteki gaybi bir hakikat olan
13 Bu ibare, Tanrı'nın varlığını inkar eden Allah'a iman ile bağlantılı. Allah'ın gaybi bir
Ateizm'i değil, Tanrı'yı kabul etmekle birlik­ hakikat olması gerçeğini kavrayamadıkları
te O'nun mesaj indirdiğini, peygamber gön­ için onu yok sayanlar çıkabilir. Adem-i vicdan
derdiğini, hayata müdahil olduğunu inkar ile adem-i vücut lazım gelmez. Yani birileri
eden Deizm ve Sekülarizmi de mahkûm eder. bulamadı veya göremedi diye bir hakikat yok
14 Bu son cümle inkarcılara değil de, Allah'a olmaz. 10. âyetteki itirafın, gerçeği tam yan­
veya Cehennem bekçilerine ait olarak da anla­ sıtmadığı iması da var: Allah onların sadece
şılabilir. vahyi işitmediklerini ve anlamaya yanaşma­
dıklarını değil, bunların ardında yatan gerçek
15 Zımnen: "Kendimizi yakacak ateşe en yük­
sebebi de bilir. O, tasavvurdur. Zatu's-sudûı,
sek bedeli ödeyenler arasında bulunmazdık".
tasavvurata tekabül eder. Oradaki yanlış, akla,
Burada iki değil üç unsur var: Vahiy, akıl ve
dile ve nihayet eyleme yansır. 11. âyetteki
çevre. İmam Cafer'e atfedilen şöyle bir söz var­
"günah", işte eyleme yansıyan o sonuçtur.
dır: Peygamber insanın dışındaki akıl, akıl in­
sanın içindeki peygamberdir. Duyularımızın 18 Veya: "O, yarattığını bilmez mi hiç?" Men
ötesini akıl ile, aklımızın ötesini vahiy ile kav­ halaka'nın, ya'lemu fiilinin hem faili hem
rayabiliriz. Burada duyuları "çevre" temsil etse mef'ulü olabileceğine dayanarak.
şeye nüfuz eden, her şeyden haberdar 20 Ya da O Rahmandan başka, size yar­
olandır. 19
dım edip sizin için askerlik yapacak biri­
15 Yeryüzünü sizin için emre âmâde kı­ leri mi varmış? (Bu hakikati) inkar eden­
lan O'dur; 20
artık onun her tarafını dola­ ler, başka değil, sadece sonu kestirileme­
şın 21
ve O'nun rızkından nasiplenin: ama yen bir aldanış içindedirler. 27

O'na döndürüleceğinizi asla (unutma­ 21 Yahut (Allah) rızkınızı keserse, size rı­
yın)! zık sağlayacak birileri mi varmış? Ama
16 Gökte olanın, sizi yerin dibine geçir-
22 hayır, onlar küstahça bir kibir ve nefret
meyeceğinden emin misiniz? O zaman, içinde debelenmekteler.
bir de bakarsınız ki (arz) çalkalanmaya 22 Ne yani, şimdi yüzüstü kapaklanmış
başlamış. kimse, 28
hedefe dosdoğru yolda düzgün
17 Veya gökte olanın, sizin üzerinize bir yürüyen kimseden daha iyi mi ulaşır?
bela kasırgası salmayacağından emin mi­
siniz? Artık uyarım nasıl olurmuş, o za­ 23 DE Kİ: "O sizi inşa edendir,- size işit­
man anlayacaksınız. me duyusu, gözler ve (akleden) kalpler
bahşedendir: Ne kadar da azınız şükredi­
18 Doğrusu, onlardan önce de yalanla­
yor!"
yanlar olmuştu; ama uyarılarımı reddet­
mek nasılmış, gördüler. 23 24 De ki: "O sizi yeryüzünde yayıp çoğal­
tandır: en sonunda O'na döndürüleceksi­
19 Onlar, üzerlerinde saflar halinde kanat
niz."
çırpıp uçan kuşları düşünmezler m i ? 2 4

Onları O sonsuz rahmet sahibinden baş­ 25 Ama onlar: "Bu vaad ne zaman ger­

ka havada tutan y o k : 25
Şüphesiz O, her çekleşecek, eğer sözünüze sadıksanız (ha­
şeyi görmektedir. 26 ber verin de görelim)!" diye meydan oku­
yorlar.

19 el-Lâtîfu'l-habîr için bkz. 75/Lokman: 16, 25 Zımnen: Rahmân'm koyduğu yasalar saye­
not 20. sinde... Hava dinamiğine atıf. Tabiat yasaları
20 Yeryüzü zi/7'den türetilmiş olan zelil değil, ilâhi rahmetin eseri. Bu âyet o yasaları keşfe
zull'den türetilmiş olan zelûl'dür. Mesela at teşvik iması taşır.
zelûl, katır zelîl'dir. Köpeklerin bir kısmı ze- 26 Âyetin son cümlesi Allah'ın kendi koydu­
luldür bir kısmı zelil, kurt ne zeluldür ne ze­ ğu yasaları gözettiğini ihsas eder.
lil, tilki sadece zelildir. 27 Ğurûr'daki belirsizlik, "sonu kestirileme­
21 Lafzen: "Omuzlarına binin". yen" ile mânaya yansımıştır. Zımnen: Tabiat
22 Zatı için zaman ve mekân düşünülemeye­ yasalarını Allah'ı yok sayarak anlamaya çalış­
cek olan Allah'ın mekâni değil makami yüce­ mak, faili inkar ederek fiile yönelmektir. Bu
liğine mecazi bir atıf olabileceği gibi, O'nun aldanıştır.
verdiği cezayı infaz eden meleğe de atıf olabi­ 28 Yani: Bir adım ötesini dâhi göremeyen, bir
lir (Krş: Ankebût: 34). nefes soma kendisini neyin beklediğini bil­
23 Zımnen: Felaket onların Beni reddetmeleri mekten aciz olan insan... Zımnen: Parçayı gö­
değil, asıl felaket Benim onları reddetmemdir. ren insanoğluna düşen bütünü gören Allah'a
teslim olmaktır.
24 5a//için bkz. 99/Saf: 4.
26 De ki: "Onun bilgisi sadece Allah ka- misiniz), inkar edenleri acıklı bir azabın
tındadır! Ben ise, yalnızca onu olduğu gi­ pençesinden kim kurtaracak?
bi ileten bir uyarıcıyım." 29 De ki: "(İşte kurtaracak olan) O Rah-
27 Fakat onun çok yakın olduğunu gör­ mân'dır! Biz O'na iman ettik ve O'na gü­
dükleri zaman, inkara şartlanmış olanla­ vendik. (Size gelince): kimin apaçık bir
rın suratları asılacak; dahası kendilerine sapıklıkta olduğunu günü gelince öğrene­
denilecek ki: "İşte (gelmeyeceğini) iddia ceksiniz.
edip durduğunuz (gün) budur!" 30 De ki: "Hiç düşündünüz mü? Eğer su­
28 De ki: "Hiç düşündünüz mü? Allah yunuz (yeryüzünden) tamamen çekiliver-
beni ve benimle beraber olanların ölümü­ se, size tertemiz kaynak sularını kim ge­
nü takdir etse, ya da bize rahmet edip (ya- tirecek?" 30

şatsa: ikisi de hayırdır). 29


Fakat (söyler

29 Yani: Biz yaşasak da ölsek de bizim için ha­ gün gelip insanlığın yeryüzünün su rezervleri­
yırdır. İyi bir insanın ömrünün uzaması, iyi­ ni hoyratça tüketeceği, ırmakları kurutacağı,
liklerini artıracağı için rahmet"tir.
//
denizleri kirleteceği kimsenin hayaline dâhi
30 Su hayattır, su canlıdır, su mucizedir: ha­ gelmezdi, ama oldu. Bu âyet Kur'an'ın muci­
yat mucizedir. Bu âyetlerin indiği tarihte bir zevi ihbarlarından sadece biridir.
Son Saat'i ifade eden ve "sarıp sarmalayan" anlamına gelen adını ilk âye-
tinden alır. Mushaflarda, tefsirlerde ve bazı hadis kitaplarında bu adla
anılmıştır. İ m a m Malik ve Buhârî'nin nakillerinden sûrenin sahabe dilinde
ilk âyetinin t a m a m ı y l a anıldığını öğreniyoruz.

Sûre Mekke'de inmiştir. İlk tertiplerde Zâriyât ve Kehf arasına yerleştirilir.


Bu durumda sûreyi boykot döneminin son yılına veya sonrasına yerleştire­
biliriz. Bu da takriben 9 veya 10. yıllara tekabül eder. Bu dönemde inen sû­
relerin ana teması, bu sûrede olduğu gibi genellikle Son Saat, Kıyamet ve
âhirettir.

Sûre, Son Saat ve Kıyamet üzerinden bu dünya hayatının geçici âhiret ha­
yatının kalıcılığını hatırlatır. Cennetliklerin ve cehennemliklerin hayatın­
dan kesitler sunar (1-16). Yeniden dirilişi, dolayısıyla Hesap Günü'nü inkâr
edenlerden kâinat kitabını okumalarını ister (17-20).

Esasen bütün bunlarla amaçlanan şey bellidir: muhatabın vicdanının zin­


cirlerini kırıp, onu pasif halden aktif hale geçirmek. Zira kişiyi i m a n a an­
cak kendi hür vicdanı zorlayabilir. İsterse o kişi gönderiliş amacı davet olan
peygamber olsun. İşte bu sûrenin özünü oluşturan şu âyetler bu hakikati
ifade eder:

"Hatırlat, çünkü sen sadece bir hatırlatıcısm; onlara inanç dayatan bir zor­
ba değilsin!" (20-21).

Zımnen: İnsanı imana zorlamak isteseydi bunu Allah yapardı; Allah bile
bunu dilememişken başkasına bu nasıl caiz olur? Sûre insan iradesine atfe­
dilen ilâhî değeri gösteren bu anlamlı î m â ile son bulur.
328 61/ĞAŞİYE SÛRESİ Nûzûl: 61 Mushaf: 88

RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 KASVET gibi sarıp sarmalayan olayın 13 orada sevinç ve huzur kaynağı yüce
haberi sana ulaştı m ı ? 1
makamlar bulunacak;
2 Bazılan vardır o gün zillet içinde yıkıl-
2
; 14 her an içime hazır dolu dolu tarifsiz
m ı ş t m 3 işi bitmiş, eli kolu dökülmüştür,-
3
kupalar, 15 yan yana dizilmiş minderler
4 tarifi imkansız kızgın bir ateşi boylarlar, 16 ve serilmiş halılar...
5 zehir gibi bir (umutsuzluğun) pınarından
sulanırlar; 6 onlara hiçbir yiyecek yoktur, 17 PEKİ, (yeniden dirilişi inkâr edenler)
ancak onursuzların yiyeceği vardır,- 7 ama
4 yağmur yüklü bulutlara bakmazlar mı
7

ne besleyicidir ne doyurucudur. nasıl yaratılmış?

8 Bazıları da vardır o gün nimete gark ol­


;
18 Ve gök kubbeye (bakmazlar mı), nasıl
muştur; 9 sonuçta gayretinin meyvesin­ yükseltilmiş?
den hoşnut ve razı olmuştur; 10 kendini 19 Ve dağlara (bakmazlar mı), nasıl dikil­
tarifsiz bir Cennet'te, yüce bir makamda miş?
bulmuştur.
20 Ve yeryüzüne (bakmazlar mı), nasıl
11 Orada boş bir lakırdı işitmeyecek, 5
yayılmış?
12 orada tarifsiz bir (mutluluk) pınarı hep 21 İmdi sen (ey peygamber) hatırlat! Çün-
çağıldayacak, 6

1 Bu tarz bir sorunun mukadder cevabı: "Ke­ caktır. Darî' konusunda tefsirlerde yer alan
sinlikle ulaştı"dır. Ğâşiye kıyamete isim ol­ yorumlar mesnetsizdir. Zira âyette geçen Da­
muştur. Zira sıfatlara giydirilen dişil form, rî' nekira gelmiştir. Bu formun metne kattığı
onu isme dönüştürmek içindir. yananlam şudur: Bu sizin bildiğiniz, gördüğü­
2 Lafzen: "Bazı yüzler". Yüz, sahibinden kina­ nüz, duyduğunuz bir yiyecek değildir, tarifi
yedir (Krş: 41/Rahmân: 27). Delili 6. âyetteki imkansızdır (Kök anlamıyla ilgili bir not için
"onlar için" ibaresidir. bkz. 56/A'râf: 55). Şu bir hakikattir ki, gaybi
hakikatler bu dünyada gördüğümüz nesneler
3 Huşu' kalp fiillerindendir. Yalnız insan için
üzerinden tarif ediliyor. Böylece ğaybi mâna­
kullanılır. Zira huşu' bilgi ve bilinçten kay­
lar aklımıza nüzul etmiş oluyor.
naklanır. Mesela Allah'ın büyüklüğü hakkın­
da insanın bilgisi arttıkça huşû'u da artar. 5 Cenneti anlamdan ve amaçtan yoksun ta­
Mü'minlere dünyada nisbet edilir, kâfirlere ve savvur edenleri red. Krş. "Elbet cennet ehli o
münafıklara âhirette. Burada olduğu gibi, Al­ gün, keyif veren bir meşguliyet içinde olacak­
lah'tan dünyada huşu' duymadılarsa âhirette lar" (39/Yâsîn: 55).
mecburen duyacaklar (Krş: 48/Nâzi'ât: 9). Fa­ 6 Cennet'teki her ödül dünyadaki bir amele
kat dünyada duyulan huşu' sahibi için izzet ve mukabildir. Dolayısıyla bu nimetler de
şeref, âhirette duyulan huşu' sahibi için zillet mü'minin dünyada Allah korkusuyla döktüğü
ve meskenet olacaktır. göz yaşlarının, sevdanm kesilmeyen çeşmesi
4 Darî'a verdiğimiz bu mâna, kelimenin olan gönlünün, iyilik pınarı olan elleriyle yap­
"onursuz, rezil, zayıf, zelil" gibi kök anlamına tıklarının ödülü olacaktır.
dayanmaktadır [Mekâyîs). Zımnen: Dünyada 7 Veya lafzî manasıyla: "deveye". Tercihimiz
Allah'a karşı takındıkları küstahça kibir orada tekili olmayan ibiî kelimesinin mecazi anla­
zillet ve onursuzluk olarak karşılığını bula- mıdır [Lisân ve Müfredat).
Nüzul: 61 Mushaf: 88 l ? < g > , t , 61/ĞAŞtYE SÛRESİ 329

kü sen sadece bir hatırlatıcısm; 22 onlara işte böylesine yaşatacaktır. 9

inanç dayatan bir zorba değilsin! 8


25 Bakın: Bizedir onlarm nihâî dönüşü. 10

23 İlla ki yüz çeviren ve inkâr eden ola­ 26 Yine bakın: bize düşer onları hesaba
caktır: 24 Allah, en büyük mahrumiyeti çekmek.

8 Bu âyetler, yıllar sonra inecek olan "Zorla­ 7/Kalem: 3 3 , not 29 ve 29/Burûc: 10, not 11).
ma dinde yoktur" (94/Bakara: 256) âyetiyle de 10 Bu kalıpla sadece burada gelen el-iyâb, an­
teyit edilecektir. Dolayısıyla bu âyetlerin nes- lamı daha genel olan er-rucû' ile karşılana­
hedilerek hükmünün yürürlükten kaldırıldığı maz. Varış makamı Allah olan "nihâî dönü­
yorumu isabetsizdir. şü" ifade eder (Krş: el-î'câz, s. 469-472).
9 'Azab'ın kök anlamına dayanarak (Bkz:
Sûre " m a ğ a r a " anlamına gelen Kehf adını, 13-20. âyetlerde anlatılan As-
hab-ı Kehf (Mağara Arkadaşları) kıssasından alır. Daha indiği andan iti­
baren bu adla anılmıştır.

Sûre Mekke döneminin son yıllarında inmiştir. İlk tertiplerde Ğâşiye ile
N a h l sûreleri arasına yerleştirilir. Cabir tertibinde ise Ğâşiye-Şûrâ arasında
yer alır. Bu veriler ışığında boykot sonrasına tarihlendirilmelidir. T a h m i n i
bir tarih vermek gerekirse bu, peygamberliğin 9 veya 10. yılları olabilir.

Sûrenin ana konusu, Allah-insan arasındaki ilişkinin çift kutuplu tabiatı­


dır. Bir yandan yaratan-yaratılan arasındaki mahiyet farkına vurgu yapılır­
ken, öte yandan insanın Rabbine olan varoluşsal ihtiyacı dile getirilir. Bu
nedenle sûre, varlığın zirvesi olan Allah'ın mutlaklığıyla söze başlar, pey­
gamberlerin zirvesi Hz. M u h a m m e d ' i n beşerî tabiatıyla son bulur.

İçerdiği kıssa ve mesellerle, Kur'an'daki sûreler içerisinde sembolik dili ve


simgesel anlatımıyla dikkat çeker. Sûrede Kehf kıssası (13-20), zengin-yok-
sul meseli (32-44), Âdem-lblis kıssası (50-53), Musa-Âlim Kul meseli (60¬
82) ve Zülkarneyn meseli (83-98) yer alır.

Ashab-ı Kehf kıssası, varoluşun iki kutbu olan hayat ve ölümün mahiyeti­
ne dikkat çeker. "Bozulmuş bir toplum içinde direnerek mi yaşamalı, yok­
sa toplumu terk mi e t m e l i ? " sorusuna cevap teşkil eder. Z ı m n e n der ki:
İmanı yaşayacak bir mağaralık yeriniz varsa korkmayın. Zengin-yoksul me­
seli, varsıllığın ve yoksulluğun mahiyetine dikkat çeker. Âdem-lblis kıssa­
sı, iyinin ve kötünün mahiyeti sorununu ele alır. Sembolik dilin zirvesi olan
Musa-Sâlih Kul meseli, nicelik ve niteliğin, zahir ve batının, bilgi ve hikme­
tin (Bkz: 82. âyet) mahiyetini ele alır. Zülkarneyn meseli, maddi iktidar-
mânevî bilgelik bağının ve yerellik-evrensellik dengesinin değerini işler.

Kıssa ve meselleriyle bu sûrenin hedefi, varlığın çift kutuplu tabiatına ve


zıtların i ç t i m a s m a dikkat çekmektir. Bu yolla insanda eşyanın çift boyut­
luluğunu göz ardı etmeyen dengeli bir tasavvur inşa etmeyi amaçlar.

Bütün bunların da ötesinde sûrenin makro hedefi şu hakikati öğretmektir:


İnsanın hayatı, bilgisi ve iktidarı geçici, sınırlı ve görecedir. Allah'ın hayatı,
bilgisi ve iktidarı kalıcı, sınırsız ve mutlaktır. O hâlde insana düşen şudur:
"Artık kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, işte o Allah'ı razı eden ameller
işlesin ve Rabbine kulluk ederken hiç kimseyi O'na ortak koşmasın!"
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 HAMD »tümüyle kuluna ilâhî mesajı in­ demekle sadece yalan söylemiş oluyorlar.
diren ve onda hiçbir çarpıklığa yer verme­ 6 Hal böyleyken demek sen kalkıp, -bu
yen Allah'a mahsustur. 2 (Aksine onu)
1
hitaba inanmamaları dummunda- onla­
dosdoğru ve dolambaçsız (kıldı) ki, (inkar­ rın verdiği tepkiler üzerine kızıp kendini
cıları) kendi katından gelecek şiddetli bir helake sürükleyeceksin. 5

cezayla uyarsın,- yararlı ve erdemli davra­


7 Gerçekten de Biz yeryüzünde bulunan
nan mü'minlere de kendilerini bekleyen
şeyleri, onlardan hangisinin daha güzel
güzel bir karşılığı müjdelesin: 3 içinde davranacağını sınayalım diye oraya (cazi­
ebedi kalacakları (bir karşılığı)... be katan) birer süs unsuru kıldık; 8 ama
4 Bir de "Allah çocuk edindi" diyen kim­ hiç şüphesiz yine Biz, (günü gelince) ora­
seleri uyarsın... 5 (Kaldı ki) ne onlar ne da bulunan her şeyi kupkuru bir toprak
de ataları, bu konuda (sahih) bir bilgiye
2 3
haline çevirmeyi biliriz. 6

sahip değildirler; ağızlarından öylesine


4

9 YOKSA sen mağara arkadaşlarının ve 7

çıkmış pek dehşet bir söz bu: onlar bunu

1 Vahyin Bakara sûresinin 2. âyetinde dile ge­ Bu âyet, "kendinizi öz ellerinizle tehlikeye at­
len "hiçbir kuşkuya yer olmayan" niteliğine mayın" (94/Bakara: 195) âyetinde olduğu gibi,
ya da Nisa sûresinin 82. âyetinde ifade edilen yaygın bir yanlış anlamaya konu olmuş gözü­
tutarsızlık ve çelişkiden uzak oluşuna bir atıf. küyor. Âyetteki kendini helak etme nedeni, sa­
Mushaf sıralamasında hemen öncesinde yer dece onların imana ulaşmamış olmalarından
alan İsra sûresinin 105. âyetinde dile gelen dolayı duyulan üzüntüye bağlanamaz. Ondan
"kaynağından indiği gibi" korunmuşluğu ger­ daha fazla, inkarcı muhataplara duyulan kız­
çeğini de bunlara ilave edebiliriz. gınlıkla ikinci bir Yûnus peygamber vakasına
2 Lafzen: "Babaları.." (Krş: Elmalılı). Müşrik­ karşı peşinen uyarı anlamı taşır. Esefâ,
ler 2. âyette uyarıldığına göre, burada kastedi­ Kur'an'da hem "hüzün" (7l/Yusuf: 84) hem de
lenlerin Hıristiyanlar olması da mümkündür. "kızgınlık" (56/A'râf: 150,- 44/Tâhâ: 86) anla­
3 Zamir "Allah çocuk edindi" iddiasına ait mında kullanılmıştır. Mücahit bunu "telaş",
olabileceği gibi, onların Allah hakkındaki bil­ Katade ise "kızgınlık" olarak anlar (Taberî).
gisizliklerini ifade ediyor da olabilir. 6 Zımnen: Altın yaldızlı tenekeyi altın sanan,
4 Vahiy her bilgiye değil, doğru bilgiye 'Um aldandığını bir gün fena halde anlayacaktır.
adını verir. Parantez içi açıklamamızın gerek­ 7 Mağara arkadaşları kıssası tefsirlerimizde
çesi budur. ayrıntılı olarak anlatılır. En ayrıntılı anlatım
5 Bizim "onların verdiği tepkiler üzerine" kar­ Taberî'ye aittir. Öyle anlaşılıyor ki büyük mü-
şılığını verdiğimiz 'ala âsârUıim ibaresi, bu uya­ fessirimiz, bu konuda adını vermediği bir kay­
rının içeriğini, benzer bir lafızla gelen Şu'arâ nağa istinat etmektedir. Bu kaynağın Efesli
sûresinin 3. (ve 42/Fâtır: 8) âyetinden farkhlaş- mağara arkadaşlarını anlatan bir Süryani kay­
tırıyor. Râzî bu ibareyi açıklama sadedinde, bi­ nağı olması muhtemeldir. Yazarı Suruçlu Ja­
rincinin ölümü ikincinin ölümüne neden ol­ mes (d. 452) adlı bir Süryani papazdır. Eser bir
muşsa bu durumda "Falanca, falancanın ölümü şekilde Yunanca ve Latince tercümeler yoluy­
yüzünden ('ala eseri..) öldü" cümlesini örnek la Avrupalıların eline de geçmiştir. Bu kayna­
verir. Âyetin başmdaki le'alle edatı da, 'ihti­ ğı esas alan tefsirlerimize göre olayın özeti şu­
mal' bildiriminden çok 'kınama' vurgusu taşu. dur: Efes'te (Ephesos-İzmir) Ay Tanrıçası Dia-
332 62/KEHF SÛRESİ t T ^ K ^ , Nûzûl: 62 Mushaf: 18

(onlar için yazılan) anıt kitabenin, bizim


8
rumdan dolayı doğru (sonuca) ulaştıracak
(bütün bu) âyetlerimizden daha mı ibret
9
bir bilinçle d o n a t ! " 10

ve hayret verici olduğunu düşünüyorsun? 11 Bunun üzerine Biz de kulaklarına, yıl­


10 Hani, zamanın birinde o gençler ma­ lar boyu onları (dış dünyaya) kapatan bir
ğaraya sığınmışlar ve "Rabbimiz!" de­ (mühür) vurduk. 12 Sonra onları dirilt­
mişlerdi, "Bize yüce katından bir rahmet tik 11
ki, geçip giden süreci iki guruptan 12

bahşet ve bizi içine düştüğümüz şu du- hangisinin (olayı hakikate uygun bir ba-

na'ya tapılmaktadır. O dönemden kalma Had- müfessirler, bu yüzyılda keşfedilen Lût Gölü
rianus tapmağı halen ayaktadır. İmparator De- kıyısındaki Yahudiliğin Esseni (Kumran) ce­
cius (249-251) zamanında, yönetimin baskı­ maatine mensup zahitlerin yaşadıkları mağa­
sından kaçan İsevî mü'minler, bir mağarada ralar ve yazdıkları tomarlarla bu âyetteki
inançlarını yaşamaya karar verirler. Mucizevi "Mağara ve yazı Arkadaşları" ibaresi arasında
olay bu sırada gerçekleşir. Mağaradakilerin bağlantı kurmuşlardır (Bkz: Esed). Fakat, bu
uyanışı II. Teodosios dönemine (408-450) olayın anlatıldığı pasajda açıkça ölümden son­
denk gelir. Amman yakınlarında 1963 yılında ra dirilişe ilişkin olağanüstü bir olay nakledil­
bulunan bir başka mağara daha vardır. Bir oda mektedir. Dahası, 21. âyette onların üzerine
büyüklüğündeki bu mağarada 7+1 âdet mezar "anıtsal bir kitabe" dikme teklifi de açıkça yer
vardır. Burası önce Bizans kilisesi yapılmış, almaktadır. Tercihimizin gerekçesi budur. Bu
bölgenin fethinden sonra da Kilisenin kalıntı­ âyetlerin nüzul sebebi olarak gösterilen Yahu­
ları üzerine mescid inşa edilmiştir. Kazı sıra­ dilerin üç sorusu rivayeti, hem senet hem me­
sında bulunan Bizans dönemi sikkeleri ve ma- tin açısından güvenilmezdir (Bkz: Elmalılı).
ğaradakilere ait bazı eşyalar ile cesetlerin ka­
9 Yani: Hemen önceki âyetlerde anlatılan tür­
lıntıları orada sergilenmektedir. Duvarlarına
Latince yazılar ve kırmızı boyalı bir köpek den yeryüzünün her bahar mevsiminde bin bir
resmi de hakkedilmiştir. Ayrıntılı olarak ince­ türlü süs ve bezekle donatılıp kış gelince de
leme fırsatı bulduğumuz iki mağaradan ölüme yatması ve bununla adeta her yıl bir kı­
Kur'an'ın tasvirine en uygun olanı kadim Ra- yamet provasının icra edilmesinden daha mı
bîm köyündeki bu mağaradır. Çağdaş müfes­ şaşırtıcı? Burada, hayat ve ölüm gerçeğini an­
sir Hüseyin Tabatabâi'nin görüşü de budur. lamak için uzağa gitmeye gerek olmadığı, in­
Ona göre bu olay Sezar Trajan'ın (98-117) İse- sanın hemen yanmasında bu çift kutuplu ger­
vileri hain ilan edip görüldükleri yerde öldü­ çeği hatırlatacak bir çok mucizevi olayın her
rülmeleri fermanını yayınlaması üzerine ger­ an cereyan ettiği gerçeği dile getiriliyor.
çekleşmiştir [el-Mîzân). 10 er-Raşed ve er-ruşd, "doğru yol tutturma"
anlamında, "sapma ve şaşırmanın" mukabili­
8 Eshabe'l-kehfi ve'r-rakim ibaresini "Mağara
dir. Doğruyu bulacak bir bilgi ve yolun amacı­
ve yazı arkadaşları" şeklinde de çevirebiliriz.
Böyle bir çeviri, kesinlikle burada iki ayrı gu­ nı kavrayacak bir bilinç sahibi olmayı ifade
ruptan söz edildiği anlamına gelemez. Çünkü eder. [Mekâyîs).
burada kıssası anlatılan sadece bir gurup in­ 11 Ya da: "(dış dünyaya yeniden) gönderdik".
sandır. Bu durumda "mağara" ve "yazı"yı kıs­ Be'asnâ fiili mecazi anlamda "uyandırdık"
sasının iki ortak unsuru olarak anlamak gere­ şeklinde anlaşılmıştır. Fakat ilginçtir ki bu
kecektir. Mağara, paylaştıkları ortak mekân­ kıssanın geçtiği âyetlerde "uyku" (nevm) kö­
dır; bu açık. Bu durumda "yazıyı" ortak uğraş­ kenli bir kelimeye hiç yer verilmez. Kur'an'da,
ları, meşgaleleri olarak yorumlamak gereke­ yine hayat ve ölümün mahiyetine ilişkin ola­
cektir. Bu yoruma uygun düştüğü için bazı rak anlatılan buna benzer bir kıssada, Allah'ın
Nüzul: 62 Mushaf: 18 62/KEHF SÛRESİ
••r^-SL^P— •

kış açısıyla) değerlendirdiğini 13


seçip or­ konuşmuşlardı: "Bizim Rabbimiz, gökle­
taya çıkaralım. 14
rin ve yerin Rabbidir! Asla O'nu bırakıp
13 Sana onların haberini, sahih bir amaca da, ilâh diye başkalarına kulluk etmeyiz!
uygun olarak 15
Biz aktaracağız: 16 Doğrusu eğer böyle yaparsak, 18
asıl o za­
Şu bir gerçek ki, onlar Rablerine iman et­ man haktan uzaklaşıp haddi aşmış olu­

miş gençlerdi; 17
ve Biz de onların doğru ruz. 15 İşte bizim kavmimiz olacak şu
güruh, tuttular O'ndan başkalarını ilâh
yolda olma bilincini artırmış 14 ve yü­
edindiler,- oysa ki onların bu konuda ikna
reklerini (imanda) sabit kılmıştık. (Küfre)
edici güçlü bir delil 19
getirmeleri gerek-
başkaldırdıkları zaman (aralarında) şöyle

100 yıl öldürdükten sonra dirilttiği bir şahsın katkısı, onlar hakkındaki tarihsel malumatı
olayı anlatılır (94/Bakara: 259). Orada da olay düzeltmeye indirgenemez. Vahyin asıl katkı­
aynı tema etrafında, aynı anahtar kavramlarla sı, bu kıssa ve mesellerin hangi ebedi gerçeğe
işlenir. Dikkate değer olan, söz konusu olayın ve değişmez hakikate atıf olduğunu, yani kıs­
kahramanının hayata dönüşünün de bu âyette sadan alınacak "hisse"yi göstermektir. Bu su­
olduğu gibi ba's ile ifade edilmesidir. retle Kur'an'ın bütün kıssa ve meselleri anlat­
12 Bu "iki gurup", 21. âyette birbirine zıt iki maktaki asıl amacının tarihi bilgi vermekten
farklı algılama tarzını yansıtan taraflar olsa çok öte, ahlâkî ders çıkarmak ve ibret almak
gerektir. Söz konusu âyette iki taraf da, bu olduğu açıktır. Başta bu kıssa olmak üzere,
olayın ardından kendi bakış açılarına ve algı Âdem, Habil ve Kabil, Yusuf, Musa ve Harun,
tarzlarına göre değerlendirmede bulunmuşlar­ Süleyman ve Belkıs, Hârût ve Mârût gibi bir
dı. Devamında bunlardan biri muteber addedi­ çok kıssa, Yahudi dinî metinlerinde de ele alı­
lirken, diğer bakış açısı olumsuzlanmıştı. nır. Fakat bu kıssaları Kur'an'ın ele alış tarzıy­
la söz konusu metinlerin ele alış tarzı arasın­
13 Ahsa, gerçek bir çok anlamlı kehmedir ve
da öze ilişkin dikkat çekici bir fark vardır
"saymak, hafızaya kaydetmek, saygı duymak,
(Bkz: Yusuf sûresinin girişi). Bu fark, Kur'an'ın
değer vermek, anlamak, anlamlandırmak, dinle­
bu kıssaları ebedi hakikate bir atıf olarak nak­
mek, değerlendirmek, bilince katmak, ders çı­
ledip, onları kimi zaman kendisinden ahlâkî
karmak, hayata aktarmak" gibi anlamlara gelir
dersler çıkarılması gereken birer 'ibret vesika­
(Lisân ve Tâc). Hemen belirtelim ki, biz tercü­
sı', kimi zaman da 'örneklik simgesi' olarak
memizde ahsâ'yı, ism-i tafdil olarak değil geç­
takdim etmesidir (Krş: 56/A'râf: 176; 71/Yu-
miş zaman fiili olarak aldık (Zemahşerî ve Râzî).
suf: 111 ve 70/Hûd: 120).
14 Âyetteki li-na'leme ibaresi, Allah'ın mutlak
16 Kıssa'ya verdiğimiz "aktarma" anlamı için
bilgisi göz önüne alındığında, "seçip ayırmak,
bkz. 71/Yusuf: 3, not 5.
ortaya çıkarmak" şeklinde anlaşılmalıdır (Krş:
94/Bakara: 143, not 275. Ayrıca bkz. 98/Âl-i 17 Fityetun, "genç, delikanlı" anlamına gelen
İmran: 142; 62/Kehf: 7; 92/Muhammed: 31). fetâ kökünden türetilir. Gurubun azlığını (ce­
mi kıllet) belirtmek için kullanılır. Buradan
15 Veya: "mutlak hakikate atıfla" (Tercihimiz
da anlaşılıyor ki bunlar az sayıda bir gurup
için bkz. Keşşaf; bi'1-ğaradı's-sahih, 108/Mâi-
gençti.
de: 27'nin tefsirinde). Bi'l-hak, yalınkat an­
lamda "bütün gerçeğiyle" ya da "aslına uygun 18 Lafzen: "söylersek.."
olarak" veya "gerçekleşmiş haliyle". Bir çoğu 19 Zımnen: delil ve bilgiye dayanmayan inanç
muhatapları tarafından efsaneleşmiş haliyle makbul değildir [Sultân için bkz. 68/İsra: 65,
de olsa bilinen bu kıssa ve mesellere vahyin not 88).
miyor muydu? Şu halde, kendi uydurdu­ yaymış öylece duruyordu: Eğer onların
ğu yalanı Allah'a isnat edenden daha za­ üzerine çıkagelseydin, kesinlikle dönüp
lim biri olabilir mi? 16 İmdi, madem siz ardına bakmadan kaçardın,- zira bu (man-
onlardan ve Allah dışında taptıkları her zarajdan dolayı içini bir ürperti kaplardı.
şeyden uzaklaştınız,- o halde (şu) mağara­ 19 İşte durum böyleyken, onları hayata
ya sığının ki, Rabbiniz rahmetinden size döndürdük; nihayet kendi aralarında (ne
bir pay ulaştırsın ve sizi (soylu) eylemi­ olup bittiğini) sormaya başladılar. İçlerin­
nizden dolayı ihtiyaç duyduğunuz (mad- den birinin "Bu şekilde ne kadar kaldı­
dî-mânevî) donanıma 20
sahip kılsın." 21
nız?" diye sorması üzerine, diğerleri "Bir
17 Ve onlar o mekânın geniş bir bölü­ gün ya da günün bir parçası kadar" diye
münde bulunuyorlarken, sen, güneş do­ cevap verdiler. (O anda söze giren) daha
ğarken onların mağarasını sağ tarafından başkaları ise şöyle dedi: " N e kadar kaldı­
teğet geçip gittiğini, batarken de sol tara­ ğınızı çok iyi bilen sadece Rabbinizdir.
fından teğet geçip gittiğini gözünde can­ Şimdi (bunu bırakın) da, içinizden birini
landırabilirsin: Allah'ın âyetlerinden bi­ şu gümüş paralarla şehre gönderin,- bir
riydi bu. Allah kimi doğru yola yöneltir­ bakıversin, yiyeceklerden en temiz ve
se, işte odur doğru yolu bulan; ama kimi uygunu hangisiyse, size rızık olarak onu
de sapıklığa terk ederse, artık onun için getirsin,- fakat çok hassas davransın ve sa­
ne bir dost, ne bir mürşit bulabilirsin. kın sizin varlığınızı kimseye sezdirme­
sin! 20 Çünkü eğer onlar sizin varlığınızı
18 Onlar (ölüm uykusuna) yattıkları hal­ 22

öğrenirlerse, ya sizi öldüresiye taşlarlar,


de sen onları uyanık sanırdın,- dahası, Biz
23

ya da sizi (zorla) kendi inanç sistemlerine


onları bir sağa bir sola döndürüp duruyor­
döndürürler; o takdirde ise bir daha asla
duk. 24
Köpekleri ise, girişte ön ayaklarını

20 Mirfak (ya da merfik) "yararlanılan, destek çesi için bkz. âyet 12, not 11.
alınan şey". Eylemin niteliğinden dolayı tam 23 Bir yoruma göre: "açık gözlerinden dolayı"
da "eyleme verilen maddî-mânevî destek ve (Râzî). Olayın Kur'an'daki anlatımı içerisinde
donanım" anlamını taşır. uykuyla tek bağlantısı bu eykâzan (uyanık)
21 Âyetin başındaki "toplumdan uzaklaşma­ kelimesidir ve bu da gerçek bir durumu değil,
yı" [i'tezeltumûhum) ifade eden kelimenin bir bir sanıyı, bir yanılsamayı ifade eder. Zaten
benzeri Tevbe sûresinin başındaki beraet "sanırdın" ile kastedilen budur.
(müşrik toplumdan teberri) ile bağıntılıdır. Bi­ 24 Böylesine sıradışı bir olayda, çürümemesi
rincisi sapmış topluma karşı pasif muhalefet için cesetlerin "Bir sağa bir sola döndürüldü­
sergilemeyi ifade ederken, ikincisi aktif mu­ ğünün" dile getirilmesi dikkat çekicidir. Bü­
halefet sergileyip alternatif oluşturmayı ifade tününe bakıldığında olağanüstülüğü ve muci­
eder (114/Tevbe: 1). zevî oluşu açık olan böylesi bir olayda, bu bü­
22 Rukûd, "uykuya yatmak" ya da mecazen tünü oluşturan parçaların tabiat yasalarına
"ölmeye yatmak". Kur'an'da aynı kökten tü­ uygun olduğunun vurgulanması, Allah tara­
retilen merkad, "kabir" anlamında kullanılır fından eşya için konular yasaların, yine O'nun
(39/Yâsîn: 52). Unutmayalım ki bu mucizevi tarafından gerçekleştirilen "mucizevi olaylar"
olay, ölümden sonra dirilişe bir örnek olarak [âyât) için de cari olduğunun dikkat çekici bir
gösterilir. Parantez içi açıklamamızın gerek- örneğidir.
ellerinden kurtulamazsınız." 25
22 (Asırlar) sonra, bilinmeyen hakkında
21 İşte bu y ö n t e m l e 26
onların hikayesini atıp tutma kabilinden, "Onlar üç kişiydi­
(insanlara) aktardık ki, Allah'ın vaadinin ler dördüncüleri köpekleriydi" diyenler
bütünüyle gerçek olduğunu ve Son Sa- çıkacağı gibi, "Beş kişiydiler altıncıları
at'in gelip çatacağından kuşku duyulma­ köpekleriydi" diyenler de çıkacak; dahası
ması gerektiğini bilip fark etsinler. "Yedi kişiydiler sekizincileri köpekleriy­
O zamanlar, (işin bu yanını bırakıp) onla­ di" diyenler b i l e . . . 29

rın eylemini aralarında tartışmaya başla­ De ki: "Onların sayısını Rabbim daha iyi
dılar. Onlardan bir kısmı "Onların hatı­ bilir! Onlar hakkında (gerçek) bilgiye sa­
rasına anıtsal bir kitabe dikin; onların hip olanların sayısı çok azdır."
gerçek konumunu Rableri daha iyi bilir" (Sen, ey muhatap!) O halde artık onlar
dediler. Onların yönetimini ellerine ge­ hakkında, olayın görünen boyutunun dışı­
çirmiş olan egemen sınıfa m e n s u p beri­ 27 na taşan bir tartışmaya girme; yine onlar
kiler ise "(Kararımız) kesindir: onların hakkında, (bilinmeyen hakkında atıp tu­
üzerine ille de bir mabed yapılacaktır!" t a n ) kimselere itibar edip de soru sorma!
30

dediler. 28
23 Ve hiç bir şey için, "Ben bu işi yarın

25 Bu anlatımda ilk muhatapların üslubuna noksan bilgilerini mutlaklaştırarak kestirip


uygun olarak "kaldınız", "kaldığınızı", "içi­ atanlardır. Putperest kültürle hatıraları henüz
nizden", "gönderin", "sizin varlığınızı", "si­ taze olan bu ikincilerin, azizlerini putlaştırma
zi", "kurtulamazsınız" şeklinde ikinci şahıs ve fetişleştirme süreçlerine, âyette bir îmâ var
kipi kullanılan kelimeler; "kaldık", "kaldığı­ gibidir. Hz. Peygamber'in "Allah ... lanet etsin;
mızı", "içimizden", "gönderelim", "bizim onlar peygamberlerinin ve azizlerinin kabirleri­
varlığımızı", "bizi", "kurtulamayız" şeklinde ni mescid edindiler" sözü de azar içeren bu
birinci çoğul kipi olarak anlaşılmalıdır. îmânın amacıyla mutabakat halindedir.
26 Zımnen: hakikate atıf olan boyutlarım öne çı­ 28 Ephesos'ta (Efes) yapılan kazılarda Pion da­
karma yöntemiyle (13'ün bi'l-hakka dair notu). ğındaki Ashab-ı Kehf'e atfedilen mağaranın bu­
27 Ğalebû 'alâ emrinim ibaresi açıkça yönetimi lunduğu yerde, erken Bizans dönemine ait bir
elinde bulunduran dinî ve siyasî sınıflara işaret kilise kalıntısı günümüze kadar gelmiştir. Am­
etmektedir. Bu ibare, hum (onlar) zamirinin man yakınlarındaki mağaranın olay somasında
Mağara arkadaşlarma gittiği varsayılarak, ta­ kilise olarak kullamldığımn kanıtları ise günü­
mamen olumlu bir anlamda "Onların eylemle­ müz de bile hâlâ varlığım muhafaza etmektedir.
rini (bütün gerçeğiyle) kavrayanlar" şeklinde 29 Bu âyet, kıssanın anlatılageldiği asırlar içe­
okunabileceği gibi, nötr bir anlamda "Berikiler risinde menkıbevi bir niteliğe büründüğünü
aleyhine tartışmadan galip çıkanlar" şeklinde dile getirmektedir. Buna göre kıssa hakkında
de okunabilir. Fakat, bu iki guruptan "onların ayrıntıya giren her anlatım, bu âyetin deva­
durumunu Rableri daha iyi bilir" diyenler, bir mında ifade buyurulduğu gibi, recmen bi'l-
somaki âyette "bilinmeyen hakkında atıp tut­ ğayb (bilinmeyen hakkında atıp tutma) ol­
tukları" için kmanlarlardan olmasa gerek. Ak­ maktan öte gitmeyecektir.
sine onlar, "Rabbim daha iyi bilir" (22) diyen­ 30 Parantez içi açıklamamız, âyetin içerisinde
lerdir. Berikiler ise, belli ki onların karşısında yer almaktadır. Bu kimseler, bilgisi sahih ve
yer alan, "bilinmeyen hakkında atıp tutan" ve sahici kaynaklara dayanmayan menkıbeci ve
"Rabbim daha iyi bilir" demek yerine kendi kıssacılar olsa gerektir.
•XgX'
kesinlikle yaparım!" d e m e ! 31
24 Ancak bulunmamaktadır,- zira o egemenlik ve
"Allah dilerse (yapabilirim)" d e . 32
Ve bu­ otoritesine kimseyi ortak etmez.
nu unuttuğun zaman hemen Rabbini ha­
tırla ve de ki: " U m a r ı m ki Rabbim beni 27 O HALDE, Rabbinin kitabından sana
bundan daha yakın (ve derinlikli) bir bil­ indirilenleri izle ve i l e t ! 35
O'nun kelimele­
gi ve bilinç düzeyine eriştirir!" 33
rini kimse değiştiremez: 36
sen de O'ndan

25 İmdi (kimileri) "Onlar mağaralarında başka sığınacak birini bulamazsm.

üç yüz yıl kaldılar" (diye iddia ederler­ 28 Ve Rablerinin rızasını arzu ederek, sa­
ken), bir (başkaları) da bu sayıya dokuz bah a k ş a m 37
O'na yalvarıp yakaran kim­
yıl daha ekledi. 34 selerle birlikte sen de sabret! Dünya ha­
yatının çekiciliğine aldanıp da sakın on­
26 De ki: "Onların ne kadar kaldığını Al­
ları gözden ç ı k a r m a ! 38
Ve ayartıcı arzula­
lah daha iyi bilir: Göklerin ve yerin gizli
rına uyarak, işi gücü aşırı uçlarda dolaş­
bilgisi O'na açık ve ayandır: O ne muhte­
maya döktüğü için (akleden) kalbi kendi­
şem bir gören, ne muhteşem bir işitendir!
sini zikrimize karşı duyarsızlaştıran kim­
Onların, O'ndan başka yakın bir dostları
selere de u y m a ! 3 9

31 Zımnen: Sakın Allah yokmuş gibi konuşa­ eleştirilen bu yaklaşım, olayın özünü bırakıp
yım deme! kabuğuyla ilgilenen bir yaklaşımdır.
32 Allah'ın hayata her an müdahil olduğu ger­ 35 Utlu, hem "izle" hem de "ilet" anlamları­
çeğine atıf. Burada bir şeyi söylemekten daha nı birlikte içerir (Râzî). Tilâvetin türetildiği
çok bir tasavvur inşası vardır. Zımnen: Al­ kök için bkz. 28/Şems: 2, not 2.
lah'tan bağımsız bir hayat alanı olmadığını hiç 36 Buradaki "kelimeler" (kelimât) "ilâhi yasa­
aklından çıkarma ve kariyer planlamasını ya­ lara" da "ilâhi mesaja" da tekabül edebilir. Fa­
parken Allah'ı hesaba kat! Âyetin emrettiği kat kelimatullah şeklinde terkip olarak gelen
zihnî duruş, inşaallah (Allah dilerse) cümlesin­
ifadeler, yalnızca ilâhî yasalara tekabül eder.
de özetlenmiştir. İslâm aklının kodlarından bi­
Savunulması zor klasik nesh teorisine delil ola­
ri olan inşaaîlah'a "istisna" adı verilir (Bkz:
rak gösterilen 74/Nahl 101. ve 94/Bakara 106.
7/Kalem: 18 ve not 21). Kalem sûresinin 17-33.
âyetleri, bu âyetlerin ışığında anlamak gerekir.
âyetleri arasında aktarılan kıssa Allah yokmuş
gibi konuşmanın zararlarını işlemektedir. 37 Yani: "daima.."

33 Sözün özü: Allah sadece hayatınıza ve uya­ 38 Yani: 'Etrafında kenetlenen yoksul ama sa­
nıklığınıza değil, ölümünüze ve uykunuza da mimi kimseleri' (Krş: 73/En'âm: 52).
müdahildir. 39 Veya çoğunluk kıraatıyla: "..kalbini zikri­
34 Hemen soma gelen "De ki: Onların ne kadar mize kartlı duyarsız kıldığımız kimselere uy­
kaldığım Allah daha iyi bilir" ifadesi göz önüne ma!" Bu çoğunluk kıraati vahye karDı duyar­
alındığında, parantez içi açıklamaların zorunlu sız kalmada insanın sorumluluğunu sıfırla­
olduğu anlaşılacaktır. Bu nedenle olsa gerek, maktadır. Bu okuyuDa göre insanı Allah'ın
ibn Mes'ud kendi nüshasma "dediler ki" [kâlû) zikri olan vahiyden gafil kılan Alalh'tır.
notunu düşmüştür (Katade'den. Taberî; Ze­ Kur'an'ın maksadıyla uyuDmayan bu kıraati
mahşerî ve Râzî). Mukatil, kendi tefsirinde bu­ tercih etmedik. Tercihimiz ağfelenâ kalbu-
rada geçenleri "Hıristiyanların iddiası" olarak hû okuyuDuna dayanmaktadır. Tercih ettiği­
açıklar. Tartışmaya "dokuz yıl ekleyerek" da­ miz bu kıraat Kur'an'ın maksadıyla bire bir
hil olan bilgiç bir gurubun, güneş ile ay yılı ara­ uyum içindedir. Zira Allah'ın vahyine karDı
sındaki farka dikkat çektikleri açıktır. Zımnen gafletin sorumluluğunu gafleti tercih eden in-
29 Ve de ki: "Mutlak hakikate (atıf olan ayaklarının altından ırmakların çağladığı
bu mesaj) Rabbinizdendir: 40
Artık dile­ ve mutluluğun üretildiği merkezler olan
yen iman etsin, dileyen inkar e t s i n ! " 41
cennetleri 44
böyleleri için hazırladık.
İşin gerçeği Biz, (nefislerine kıyan) o za­ Orada onlara altın künyeler-bilezikler ta­
limler için kendilerini kat kat sarıp sar­ kılacak; dahası ince ve kaim ipekten sır­
malayacak bir ateş hazırladık; 42
öyle ki, malı yeşil elbiseler giyerek oradaki taht­
onlar susayıp da su istediklerinde, surat­ lara kurulacaklar: 45
Ne güzel bir ödül ve
larını kavuran yanık yağ tortusu gibi bir ne hoş bir makamdır orası...
su sunulur: ne berbat bir içecektir o ve ne
fena bir makamdır orası... 32 ONLARA şu iki adam meselini örnek
ver: 46
Onlardan birine üzüm çubukları
30 Ne ki, iman eden ve (o imana uygun)
ekili iki bağ bağışlamıştık; onların çevre­
değerler üreten kimselere gelince: 43
Şu
sini hurma ağaçlarıyla donatmış, bir de o
kesin ki Biz, güzel bir eylem ortaya koya­
ikisinin arasında ekin bahsetmiştik. 47
33
nın emeğini asla zayi etmeyiz. 31 İşte
Her iki bağ da kendilerinden beklenen

sana yüklemektedir. "Zikrimizden" murâd şedeceği güzellikleri ifade eder. Dünyadayken


öncelikle vahiy olsa gerektir. Furutâ; "aşırı mü'minlerin inançları uğruna yaptıkları feda­
uçta olmak" anlamındaki ifrat ile akrabadır. kârlıklar ve ortaya koydukları özverili tavır
40 Veya: "mutlak hakikate (atıf olan bu mesaj) sonucunda tattıkları gönüllü her mahrumiyet,
Rabbinizden size ulaşmış bulunuyor." âhirette karşılığını bir biçimde mutlaka bula­
41 İlâhî bilgi, insanın iradesiyle seçme yetene­ caktır. Hz. Peygamber'in erkekler için ipek ve
ğini yok sayma pahasına savunulamaz. Zaten altın gibi bir parça kadınlara özgü süs ve takı
Allah'ın da buna ihtiyacı yoktur. unsurlarından uzak durması ve başkalarını da
buna özendirmesi, bu âyetin verdiği mesaj çer­
42 Surâdık, "çadırın gölgeliği, çok katlı tente
çevesinde çok daha doğru anlaşılacaktır. Sö­
ve çardak". Burada cezanın ağırlık ve kuşatıcı-
zün özü: Cennet, kalıcı güzelliklerin üretildi­
lığını ifade eder.
ği merkezdir; geçici dünyevi güzelliklerden
43 Amel-i sâlih kavramının 23 yıllık vahyin gönüllü olarak uzak duran mü'mine ikram
iniş sürecinde kazandığı farklı vurgular için edilir. Şu bir gerçektir ki, âhiret hayatına iliş­
ilk geçtiği 13/'Asr: 3'ün 5 nolu notuna bkz. kin tüm tasvir ve tanımlamalar, mecazî ol­
44 Cennâtu 'adn'e verdiğimiz bu anlam için mak durumundadırlar. İnzal, sadece vahyin
bkz. 58/Ra'd: 23, not 32. aşkın ilâhî kaynağından içkin insani hedefine
"taşınmasını" değil, aynı zamanda âhiret ha­
45 İdraki aşan bir âlem hakkında konuşurken
yatı gibi insan idrakine kapalı olan gaybî haki­
zorunlu olarak başvurulan dolaylı anlatımın
katlerin beşerin bilinç düzeyine "indirilmesi­
ifadesi olan bu kumaşlar, döneminin en gözde
ni" de ifade eder (Bkz: 71/Yusuf: 2, not 3).
ve tanınan kumaşları olmalıdır ki, Ebu Ubey-
de ve Ferrâ gibi ilk müfessirler bu isimleri 46 Bu mesel muhataba eşyanın çift boyutlu
açıklama gereği bile duymamışlardır. Cümle­ hakikatini, dahası varlık ve yokluğun göreceli
nin ilk kısmı edilgen yapıda (takılacak), ikinci mahiyetini verir. Yani Allah'ın gör dediği yer­
kısmı etken yapıdadır (kurulacaklar). Etken den bakınca varsıl görünen gerçekte yoksul
kısım, mü'minlerin amellerine karşılık olarak olabilir, yoksul görünen de yüreğinde varlığı
elde edecekleri, edilgen kısımsa emeklerinin Var edeni taşıyacak kadar varsıl olabilir.
ötesinde Allah'ın onlara armağan olarak bah- 47 Zımnen: Tüm bitki kategorilerine bünye-
338 «g>;. • 62/KEHF SÛRESİ t l > < s > j ; , Nûzûl: 62 Mushaf: 18

ürünü veriyor, verimlilikte en küçük bir vabı verdi: "Şimdi sen kalkmış, seni toz­
düşüş yaşanmıyordu: üstelik her iki ba­
48
dan topraktan ve ardından bir damlacık
50

ğın arasından bir de dere akıtmıştık. 34 döl suyundan yaratan, sonra da seni ya­
Bu minval üzre (sahibi bol bol) ürün dev- rattığı amacı gerçekleştirecek bir donanı­
şiriyordu. ma sahip kılarak 51
adam eden Allah'ı in­
Derken, (bir gün) arkadaşıyla söyleşirken kar ediyorsun, öyle m i ? 5 2
38 Fakat bana
şöyle bir laf etti: "Benim malım senin- gelince: şu kesin ki O benim her şeyimi
kinden çok, dahası nüfusça da senden üs­ borçlu o l d u ğ u m 53
Allah'tır. Ve ben her
tünüm." şeyimi borçlu olduğum birine hiç kimse­
yi ortak k o ş m a m . 54
39 Oysa ki senin ba­
35 Böylece kendi kendisine en büyük kö­
ğına girerken, (O'nun hayata müdahil ol­
tülüğü yapmış olan o (adam bir gün) şun­
duğunu görüp): "Bu, Allah'ın yaratıcı ira­
ları diyerek bağına girdi: "Bu bağın yok
desiyle olur (bu irade) ancak Allah saye­
;

olacağım asla düşünemiyorum bile. 36


sinde kullanılan bir güçle (gerçekleşir)" 55

Hoş, ben Son Saat'in bir gün gerçekleşece­


diye düşünmen gerekmez m i y d i ? 56
Gör­
ğini de düşünemiyorum ya! Fakat Rabbi­
düğün gibi mal ve evlat bakımından sen­
me döndürülecek olsam bile, sonuçta bun­
den daha güçsüzsem de, 40 kim bilir bel­
dan daha iyisini bulacağımdan e m i n i m . " 49

ki Rabbim bana senin bağından daha ya­


37 Kendisiyle söyleştiği adam ona şu ce­
rarlısını verir,- seninkine de gökten bir

sinde yer veren bir arazi. Bilinen bir gerçektir masıdır (Krş: Râzî).
ki hurma gövdeli, asma gövdesiz ve ekin otsu 52 Bu meselin inkarcı kahramanı "Rabbim"
bitkiler kategorisine girer. (36. âyet) diye konuşturulduğu halde, burada
48 Lafzen: "..zulmetmedi". Toprağın zulmet­ Allah'ı inkar (ya da "nankörlük") ettiği dile ge­
mediği, fakat kendisine akıl bahşedilmesine tirilerek, ahirete imanla Allah'a iman arasın­
rağmen toprağın emanet edildiği insanın zul­ daki zorunlu bağ vurgulanıyor. Çünkü öldük­
mettiği, 35. âyette dile getirilecektir. ten sonra dirilişe olan inanç, kişinin eylemleri­
nin sorumluluğunu üstlenmesi demektir.
49 Kesinlik belirten lâm çeviriye "eminim"
şeklinde yansıdı. 53 Rabb'e verdiğimiz mânâ, zengin anlamlı bu
50 Min turâbin'i "tozdan topraktan" şeklinde­ ismin bu bağlamdaki en uygun karşılığıdır
(Bkz: 1/Fâtiha: 1).
ki çevirimiz, âyetin muradına uygundur. Bu
ve daha başka âyetler, insanın başlangıçtaki 54 Yani: Zenginlik ve yoksulluk gibi hayata
elementer yapısının basit ve sıradan olmasına dair bir durumu Allah'ın müdahil olmadığı bir
rağmen, Allah'ın müdahalesi sonucu nasıl pa­ alan olarak görmem ve Allah'a ait mutlak mü­
ha biçilmez bir varlık haline geldiğini hatırlat­ dahale gücünü O'nun dışında bir varlığa ya­
ma amacı taşırlar. kıştırmam.

51 Sevvâice: "Seni varoluş amacını gerçekleş­ 55 Billahi'deki bâ edatının sebebiyye anlamı­


tirecek bir altyapıyla donattı" (Râğıb). Bir şe­ na dayanarak. Râzî bu ibareyi: "Yani, hayatın
yin tesviye'si, onun amacını [mâ hulika leh) alanlarından herhangi bir alanda hiç kimse­
gerçekleştirecek bir altyapı ve donanıma ka­ nin, Allah'ın yardım etmesi ve güç vermesi dı­
vuşturulmasıdır. Doğaldır ki bu da insanın şında bir gücü olamaz" şeklinde açar.
yeryüzündeki yaratılış amacı olan hayatı inşa 56 Kavi "düşünmek, hükmetmek, yargıda bu­
için akıl, irade, bilinç gibi unsurlarla donatıl­ lunmak" manalarını içinde barındırır [Lisân).
âfet indirir de ot bitmez çöle döndürür; 57 ve erdemli davranışlarsa, değer açısından
41 ya da bir daha asla ulaşıp elde edeme­ Rabbinin katında daha hayırlı, ümit et­
yeceğin bir biçimde onun suyunu çeker." meye de daha layıktır.
42 Nihayet, berikinin bütün serveti mah­ 47 Ve dağları yürütüp düzleyeceğimiz o
vedildi; kökü göğe gelip tarumar olmuş o gün, yeryüzünü düz ve çıplak görürsün; 60

bağın karşısında durmuş, heba olan eme­ nitekim geride bir tek kişi bırakmadan
ğine yanıp ellerini ovuşturarak diyordu onların tümünü toplayacağız. 48 Sonun­
ki: " A h n'olaydım, keşke Rabbime hiç da saf halinde Rabbinin huzuruna çıkarıl­
kimseyi ortak koşmamış olaydım!" dıklarında: "İşte, nihayet sizi ilk yarattı­
ğımız günkü gibi Bize geldiniz; fakat
43 Artık onun Allah'tan gayrı kendisine
(dünyadayken) sizin için böylesi bir bu­
destek çıkacak hiç kimsesi yoktu. Üste­
lik kendi başının çaresine bakacak du­ luşmayı gerçekleştiremeyeceğimizi dü­

rumda da değildi. şünüyordunuz !" (denilecek).

44 İşte orada - o anda dahi,- gerçek anlam­


58 49 Sonunda tutulan kayıt (önlerine) ko­
da yâr ve yardımcı olma gücü, sadece mut­ nulur; bunun üzerine suçluların orada
lak gerçeğin ta kendisi olan Allah'a aittir: gördüklerinden dolayı dehşetle irkildik-
O, hem hak edilen karşılığı vermede hem lerini 61
ve şöyle dediklerini görürsün:
de nihai akıbeti belirlemede rakipsizdir. "Vay gele başımıza! Bu nasıl bir kayıtmış
ki küçük büyük dememiş, hepsini bir bir
45 ONLARA dünya hayatını da örnek sayıp d ö k m ü ş ! " 62

ver: 59
Gökten indirdiğimiz bir su (düşü­ Ve yapıp ettikleri her şeyi (kayda alınmış
nün); derken, o suyun karışmasıyla yer olarak) önlerinde bulurlar; zira senin
yüzünün bitki örtüsü boy gösterir,- en so­ Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.
nunda bütün bunlar kuruyup, yerinde
yellerin estiği çer çöpe döner: zira Allah 50 HANİ bir zamanlar meleklere demiş­
her istediğini yapmaya kadir olandır. tik ki: "Âdem(oğlu) için emre âmâde
46 Servet de, evlat da geçici dünya haya­ olun!" İblis hariç hepsi emre âmâde ol­
tının süsleridir; ürünü kalıcı olan güzel muştu,- 63
o görünmeyen varlıklardan bi-

57 Sa'îden zelekan, adeta bir çöl gibi "kaygan lamına gelir. Bu dilsel kökeninden dolayı bu
bir zemin" anlamına gelir. Yani sadece bitki ibare "yeryüzünün içindekileri dışarı attığını
örtüsünün değil toprak kaybı (erozyon) anla­ görürsün" şeklinde de anlaşılmıştır (Taberî).
mını da içeren bir çağrışıma sahiptir. Kelime aynı zamanda "düz ve çıplak" manası­
58 Hunâlike zarfına verdiğimiz bu çifte anlam na gelir ki, bağlama uygun olan da budur.
için 56/A'râf: 119'un ilgili notuna bkz. 61 "Aklı başına geldi" anlamında kullanılan
59 Mesel için bkz. 54, not 66. Vahiy bu pasaj­ "şafağı attı" ifadesi, müşfikin''in Türkçe'de
da, temsili anlatım yoluyla muhatabının de­ aynen deyimleştiğini gösterir. Biz deyimsel
ğerler sistemini yeniden inşa ediyor. Allah'ın karşılığı yerine dilsel karşılığı olan "dehşetle
gösterdiği yerden, kalıcı ve geçici olan yeni­ irkildiklerini" tercih ettik.
den tanımlanıyor. Amaç dünyevileşmeye kar­ 62 Bkz. 3l/Zelzele sûresi 7-8. âyetler.
şı insanı içten takviyedir.
63 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 94/Bakara:
60 Bâhzeten: "ortalıkta olan, açığa çıkan" an-
riydi; sonuçta Rabbinin emrine karşı gel­ akılları kesecek ve oradan kaçıp kurtula­
di. Şimdi onun size olan düşmanlığına cak bir yol bulamayacaklar.
rağmen, Beni bırakıp da onu ve onun so­
yunu can dostlar mı edineceksiniz? Za­ 54 DOĞRUSU Biz bu Kur'an'da, (hakika­
limler lehine yapılan bu takas ne berbat ti) insanlara her türlü dolaylı anlatım tar­
bir takastır! zını kullanarak açıkladık; 66
zira insan,

51 Ben onları ne göklerin ve yerin yaratı­ bütün varlık (içerisinde) tartışmaya en

lışına şahit kıldım, ne de kendi varoluşla­ düşkün olandır. 67

rına; 64
üstelik Ben, (bu) saptırıcı güruhu 55 Nitekim, kendilerine doğru yolu göste­
yardımcı edinmiş de değilim. 65
ren rehber geldiği zaman insanları iman

52 Ve o gün (Allah), "Benim mutlak yet­ etmekten ve Rablerine af dilemekten alı­

kilerime ortak olduğunu düşündüklerini­ koyan şey ya öncekilerin başına gelenle­


;

zi çağırın!" diye nida edecek. Bunun üze­ rin kendi başlarına da gelmesini, ya da

rine onları çağıracaklar. Fakat kendilerine âhiret azabının gözlerinin önüne konul­

cevap veren çıkmayacak: zira onların ara­ masını istemekten başkası değildi. 68

larına aşılmaz bir uçurum yerleştireceğiz. 56 Oysa ki Biz elçilerimizi (azap getirsin­

53 Nihayet günahkarlar ateşi görünce, ler) diye değil, yalnızca müjdeciler ve

kaçınılmaz olarak oraya gireceklerine uyarıcılar olarak göndeririz. İnkarda di-


69

34, not 56-57. Âdem-İblis kıssasının ana fikri 65 Cümledeki konumu ve anlamı üzerinde
de sûrede yer alan diğer kıssa ve meseller gibi farklı yorumlar yapılmış olan mudillîn (saptı­
iyi ve kötünün mahiyetine dairdir. Nasıl ki rıcı güruh), bir önceki âyette anılanları işaret
gündüz gecesiz, bahar kışsız, gül dikensiz de­ eden hum (onlar) yerine ikame edilmiştir (Ze­
ğilse, iyi de kötüsüz değildir. Kur'an'da kötü­ mahşerî).
lük odağı, Allah'la ilişkisinin anlatıldığı yer­ 66 Krş. 68/İsra: 89 ve 77/Zümer. 27. Meseim
lerde İblis, Âdem'le ilişkisinin anlatıldığı yer­ kaynak dildeki karşılığı "bir şeyi anlatırken,
lerde Şeytan olarak anılır (8/Tekvir: 25 ve onu çağrıştıran ve aralarında benzerlik olan
94/Bakara: 34, ilgili notlar). bir başka şeyin yardımına başvurmak"tır. (Râ­
64 Eşhedu en-lailahe illallah diyerek Allah'a ğıb). Yani, "dolaylı anlatım tarzı". Bu tarz, ya
ve O'nun göklerde ve yerde tek ilâh olduğuna anlatıma konu olan şeyin insan idrakini aşan
tanıklık eden biri, aym zamanda ve öncelikle niteliğinden dolayı; ya da bu sûrede olduğu gi­
kendi varoluşuna tanıklık etmiş olur: Şahitlik bi, zengin çağrışımlarıyla tasavvur inşa edici
yapan ben, öncelikle kendi varlığıma şehadet ve akılda kalıcı niteliğinden dolayı kullanılır.
ederim: ben varım, benim varlığım Var edenin 67 Eksera şey'in cedelâ ibaresine Zemahşe-
varlığına tanıktır. Öyleyse ben, hem varolu­ rî'nin verdiği anlamı önceleyerek.
şumla hem de kendi varlığımın farkına vardı­
68 Ceza tehdidinin hemen gerçekleşmesini is­
ğım akleden kalbimle O'nun varlığının da şa­
temeleri için bkz. 70/Hûd: 8 74/Nahl: 1
; ;
hidiyim! insan bu bilince sahip olunca varlık
79/Enbiya: 1 82/Şûrâ: 18.
;
ve Vareden'le ünsiyet kurarak insan olur. Şey­
tan ve dostları bu bilinçten uzaklaştıkları için 69 Parantez içi açıklamamız iç ve dış bağlama
şeytanlaştılar ve sadece Allah'tan değil, kendi­ uygun olduğu gibi, cümlenin dilsel yapısında
lerinden de koptular. saklı olan anlamın ortaya çıkarılması açısın­
dan da gereklidir.
renenlerse, aslı faslı olmayan iddialarla yok ettik; ki Biz onların helaki için de (sı­
hakikati geçersiz kılmanın kavgasını ve­ nırlı) bir zaman takdir etmiştik.
rerek âyetlerimizi ve uyarılarımızı alay 60 BİR zaman d a 71
Musa 72
yardımcısına
konusu ederler. demişti ki: "İki denizin birleştiği y e r e 73

57 Rabbinin âyetleri kendilerine ulaştı­ varıncaya dek durmayacağım,- isterse


rıldığı halde, onu görür görmez kendi iş­ (oraya varmam) yıllarımı alsın."
lediği (kötülükleri) de unutarak ondan 61 Fakat iki (denizin) birleştiği yere var­
yüz çeviren kimseden daha zalim biri dıklarında, balıklarını unutmuşlardı bile;
olabilir mi? nitekim o (balık) da kendi yoluna koyu­
Şu kesin ki Biz, bu gibilerin (akleden) lup denizde gözden kayboldu.
kalplerine onu anlamalarını engelleyen 62 Ve bir miktar uzaklaştıklarında, (Mu­
bir kapak, kulaklarına ise bir tıkaç yerleş­ sa) yardımcısına "Azığımızı çıkar" dedi,
tiririz; dolayısıyla, onları doğru yola ça- "doğrusu bu yolculuk bizi hayli yormuş­
ğırsan da asla doğru yola gelemezler. 70
tur."
58 Yine de mutlak bağışlayıcı olan Rab­ 63 "Bak şu işe" dedi o, "hani dibinde din­
bin sonsuz rahmetin de sahibidir. Eğer iş­ lendiğimiz kaya vardı ya, işte orada balı­
ledikleri (günahlar) yüzünden onları ce­ ğı unutmuşum,- bunu söylemeyi bana
zalandıracak olsaydı, azabı başlarına he­ unutturan da Şeytan'dan başkası olamaz:
men musallat ederdi: Bilakis işte onlar ama o (balık), şaşırtıcı bir biçimde kendi
için de, asla onun ötesine geçip kurtula­ yoluna koyulup gözden kaybolmuştu!"
mayacakları bir süre belirlenmiştir. 59
64 (Musa) dedi ki: "İşte aradığımız da
Nitekim işte o şehirlerin (harabeleri)!..
o(rası)ydı y a ! "
Zulümde ısrar edince onların tümünü
Bunun üzerine hemen geri dönüp kendi

70 Kişinin özgür iradesiyle küfrü seçimine bağlı Ahbar'm yeğeni Nevf el-Bikâlî, bu Musa'nın
olarak, Allah'ın insan psikolojisi için koyduğu Hz. Musa değil başka biri olduğunu iddia et­
kanunlara maruz kalması durumunu ifade eder miştir. İbn Abbas, bu iddiasından dolayı
(Benzer bir sonuç için bkz. 68/lsra: 45, not 62). Nevf'i sert bir dille eleştirmiştir (Râzî). Eski
71 54. âyet mesel ile cedel arasında bağ kurar. Ahid'de bu kıssaya yer verilmemiş, fakat Tal-
Bu kıssa ile anlatılmak istenen hakikatlerin mut'ta benzer bir olay nakledilmiştir. Orada
malumatfuruşluklara, spekülasyonlara ve po­ ise Musa'nın rolünü bir din adamı olan (Rab­
lemiklere kurban edilmemesidir. O hakikatle­ bi) Levi oğlu Jochanan, Bir Kul'un rolünü ise
rin başında zıtların içtiması ve eşyanın çift daha soma göğe yükseltilip dünyanın yöneti­
kutuplu tabiatı gelir. Bu yüzden olayların bir mi için meleklerle birleşen Elijah'ın (İlyas)
dış bir de iç yüzü, görünen ve görünmeyeni, üstlendiği ifade edilmiştir.
zarf ve mazrufu vardır. İlki bilginin, ikincisi 73 Bazı müfessirler "iki denizin birleştiği
hikmetin konusudur. yer"i tamamen simgesel bir yoruma tabi tuta­
72 Bu Musa'nın kimliği üzerinde birtakım rak "iki deniz"den kastın zahiri ve batini bil­
varsayımlar yürütülmüştür. Daha ilk nesiller gi olduğunu,- Musa'nın amacımn bu iki bilgi­
arasında yapılan bu tartışmaya göre eski bir nin kesiştiği noktaya ulaşmak olduğunu söy­
haham olup sonradan müslüman olan Ka'bu'l- lerler (Beydavî ve Âlûsî).
342 62/KEHF SÛRESİ _ Nûzûl: 62 Mushaf: 18

izlerini takip ettiler. 65 Sonunda orada, 69 (Musa) "İnşaallah beni dirençli biri ola­
kendisine katımızdan bir rahmete nail rak bulacaksın!" dedi ve ekledi: "Ben se­
kılarak (ilmimizden) bir ilim öğrettiği­ nin hiçbir emrine karşı gelmeyeceğim."
miz kullarımızdan birini buldular. 74
70 O " T a m a m " dedi; "eğer beni izleyecek-
66 Musa ona dedi ki: "Doğruyu bulma sen, olan bitenler hakkında seni bilgilen-
konusunda sana öğretilen bilgiden bana dirinceye kadar bana hiçbir şey sorma!"
da öğretmen için seni izleyebilir mi­ 71 Birlikte yola koyuldular (ve) nihayet
yim?" bir gemiye bindiler. O, gemide bir delik
67 O, "Korkarım ki sen benimle birlikte­ açtı. 75
(Musa) dedi ki: "Yolcuları boğmak
liğe sabredemezsin!" dedi (ve ekledi): 68 için mi onu deldin? Doğrusu, çok tehli­
"Kaldı ki sen, tecrübi bilgi kapsamına tü­ keli bir şey yaptın!"
müyle girmeyen şeye nasıl (ve neden) 72 O dedi ki: "Ben sana dememiş miydim
katlanasm ki?" 'Sen benimle birlikteliğe sabredemezsin!'

74 'Abden min 'ibâdinâ'mn tam karşılığı "kul­ nır" [el-Fisal IV, 180). Hızır'ın yaşayıp ölmüş
larımızdan bir kul" dur. Bu İslâm rivayet gele­ biri olduğunu söyleyenler arasmda Buhârî, Ebu
neğinde "Hızır" (yeşil adam) adıyla ünlenmiş- Hayyan, Ibnu'l-Cevzî, İbn Teymiyye, el-Müna-
tir. O ve tüm diğer ölümsüzlük iddiaları "Biz, vî, Süyûtî gibi isimler sayılabilir (1. Çelebi, Dİ-
senden önce yaşamış hiçbir insana ölümsüzlük A, Hızır md., XVII, 407). Kıssanın ana fikri şu­
bahşetmedik" (79/Enbiya: 34) âyeti ışığında de- dur: mutlak gayba ancak Allah muttali olur. Bu
ğerlendirilmeUdir. Kuşeyri bunun varlık evre­ hakikat, hassaten müphem bir bilge kul ağzın­
ninde çok özel bir tür olduğu yolunda yorum dan verilmiştir. Bu kıssa adeta Bakara 216'nın
yapar [Letâifu'l-lşâıât). 'Abd Kur'an'da cinler bir tefsiri gibidir. Eşya ve olayların sadece görü­
(87/Zâriyât: 56), melekler (83/Zuhruf: 19), da­ nen dış yüzüne bakmak insanı yanıltabilir. Me­
hası diğer tüm varlıklar için (56/A'râf: 194) kul­ sela bilge kulun ilerde aktarılan üç fiiline tek
lanılır. Maverdî bu "kul"un melek olduğu yo­ boyutlu yüzeysel bir bakış sahibi, eğer onun
rumunu yapar [En-Nüket ve'l-'Uyun, Beyrut, "gıybetini" ederse, sonuç şöyle olur: O, ilk ey­
ty., m, 325). Râzî onun nebi değil veli olduğunu leminden dolayı "çocuk katili" olarak, ikinci
savunur. İbnu'l-Cevzî, İbn Kayyım ve Ah el-Ka- eyleminden dolayı kadir-kıymet bilmez bir
rî, Hızır'ın yaşadığına dair rivayetlerin tümü­ mütecaviz olarak ve üçüncü eyleminden dola­
nün uydurma olduğunu söylerler. Endülüslü yı dostu düşmandan ayıramaz bir hamakat sa­
alim İbn Hazm (ö. 456 h), kitap ehlinin dinî hibi olarak anılacaktır. Kıssa-meselin tümü,
kaynakları konusunda, özellikle de Yahudilik muhatabı tek boyutlu bakışaçısının zararlı so­
ve Tevrat konusunda kadim İslâm alimleri nuçlarından sakmdırmayı amaçlar.
içinde konuya en çok vakıf olanlardan biridir. 75 Meselin işaret ettiği hakikatin bir Hz. Mu­
Bu vukufiyeti, zamanında Yahudiler arasmda sa'nın mücadelesine, bir de ilk muhatabı olan
cari olan üç ayrı Tevrat nüshasmm karşılaştır­ Hz. Peygamberin mücadelesine bakan yüzü
malı tenkidini yapacak kadar derindir. Ünlü
vardır: Hz. Musa İsrâiloğullarını Firavun'dan
eseri el-Fisal'm bir cüdinin neredeyse tamamı­
kurtarmak için denize sürdü, onlar Musa'nın
nı bu konuya ayırmışır. İşte alanında böylesine
kendilerini boğacağını sandılar. Hz. Peygam­
uzman olan İbn Hazm bu konuda şu hükümde
ber Mekke'yi tevhide davet etti, Müşrikler bu­
bulunur: "Mehdilik de, Hızır telakkisi de Ya­
nu ekmek teknelerini batırmak olarak algıla­
hudi kökenlidir. Hızır ve İlyas'm bugüne kadar
yıp ölümüne direndiler.
yaşadığı varsayımı Yahudi telakkilerine daya-
diye?" istediler, fakat onlar bu ikisine konukse­
73 (Musa) "Bir anlığına boş bulundum di­ verlik göstermediler. 78
Hal böyleyken,
ye beni azarlama ve beni yaptığım bu yan­ orada yıkılmak üzere olan bir duvar bul­
lıştan dolayı köşeye sıkıştırma!" dedi. dular; ve o (kişi), duvarı onanverdi. (Musa
bunu görünce) "Eğer isteseydin, buna be­
74 Tekrar yola koyuldular; en sonunda
del olarak bir ücret alabilirdin" dedi.
bir delikanlıya rastladılar; derken, o (âlim
kişi) onu öldürüverdi. 76
(Musa) " N e , sen 78 O (kişi) "İşte böylece seninle yol ayrı­
bir cana karşılık olmaksızın masum bir mına gelmiş bulunuyoruz" dedi; "şimdi
cana kıydın, öyle m i ? " dedi; "Doğrusu sana, hakkında bir türlü sabır göstereme­
sen çok büyük bir yasağı çiğnedin!" diğin olaylarm arkasında yatan gerçeği 79

bir bir açıklayacağım:


75 O (kişi) "Ben sana dememiş miydim"
dedi; "sen benimle birlikteliğe asla katla­ 79 "Gemiden başlayalım: 80
O gemi, geçi­
namazsın diye?!" mini denizden sağlayan yoksullara aitti.
Hal böyleyken onu hasarlı hale getirmek
76 (Musa) "Bundan sonra eğer sana her­
istedim, çünkü onların peşinde her gemiye
hangi bir şey soracak olursam artık be­
zorla el koyan bir yönetici bulunuyordu." 81

nimle arkadaşlık yapma,- zaten benden


yeterince özür işittin." 80 "Gelelim delikanlıya: Onun ebeveyni
imanlı kimselerdi; fakat biz onun azgın­
77 Bunun ardından yeniden yola koyuldu­
lık ve sapkınlıkla (ebeveynini) derin acıla­
lar; nihayet bir kasabanın sakinleriyle
ra boğacağına dair kaygı verici bir bilgiye
karşılaştılar; onlardan yiyecek bir şeyler
77

sahiptik. 82
81 İşte bu yüzden istedik ki,

76 Bir Kul'un öldürdüğü ğulâm'm (genç için râiloğullan idi, iki yetim çocuk Musa ve Harun
de erişkin için de kullanılabilir), Musa'nın öl­ idi, bulunan hazine nübüvvet ve hikmet idi.
dürdüğü Kıpti'ye işaret ettiği söylenebilir. 79 Te'vil, olayları aslına irca etmek ya da iç
Musa'da görülen sert mizacın dayandığı nefis
yüzüne döndürmek. Kur'an eşyanın ve olayla­
öldürülerek, ondan zarar gören ruhun saflaş­
rın dış ve iç gerçekliğine dünya ve âhiret bağ­
ma ve özgürleşme serüveni bu olayla başladı.
lamında Rum 7'de de değinir (Bkz: ilgili not).
Yani şer gibi görünen bir olay, muhteşem bir
dönüşümün ilk hayırlı adımı olmuştur. Musa 80 Emmâ edatının bağlama en uygun vurgusu.
b. Dmran bu sayede bir prens olarak yaDadığı Fi­ 81 Enfâl sûresinin 5-6. âyetlerinde nakledilen
ravun sarayından kurtularak, peygamberlikle Bedir öncesi hal, meselin bu bölümünü hatır­
taçlanacak bir sürece girer. Bu süreç, öğretmen­ latır: "Sanki sen onları göz göre göre ölüme
liğini Hz. Ouayb'ın yaptığı ağır bir eğitim ve öğ­ sürüyörmüşsün gibi.."
retim sürecidir. Bir prens olarak sarayda büyü­
82 Haşînâ'yı çevirimiz, Taberî'nin bu kelime­
yen Musa b. Omran, Medyenli bilgenin yanında
nin "duyu ve gözlem dışı yolla idrak edilen bir
çobanlık yaparak, Allah tarafından peygamber­
bilgi türü" açıklamasına dayanmaktadır. İbn
liğe hazır hâle getirilmiOtir.
Mes'ud mushafına bu âyet hakkında şu notu
77 Lafzen: "Oranın sakinlerinden". düşer: "Senin Rabbin onlann azgınlık ve sap­
78 Kıssadaki unsurlar Hz. Musa'nın hayatına kınlığa sürükleneceğine dair endişe verici bir
uyarlandığında, Allahu a'lem şu sonuç ortaya bilgiye sahipti" (Taberî). Bu notu Ferrâ Ubeyy
çıkar: Kendilerine ikram etmeyen köy halkı Is- b. Ka'b'a nisbet eder.
344 < ; < g > ; , , 62/KEHF SÛRESİ t > < ^ | Nûzûl: 62 Mushaf: 18

Rableri onun yerine o ana-babaya karak­ bir rahmet olarak- diledi. 85

ter temizliği açısından ondan daha hayır­ "Yani, (bütün bunları] ben kendi kararım­
lısını ve daha merhametlisini v e r s i n . " 83
la yapmadım. 86
Senin (sonuna kadar) sab­
82 "Ve duvara gelince: Duvar o şehirde retmeyi başaramadığın olayların iç yüzüy­
yaşayan iki yetime aitti ve altında da on­ le ilgili gerçek yorum işte budur." 87

lara ait bir hazine gömülüydü. 84


O ikisi­
nin erdemli bir babası vardi; senin Rab­ 83 BİR de sana Zülkarneyn hakkında so­
bin ise, onlar erişkin birer insan olunca ruyorlar; 88
de ki: "Size ona ilişkin birta­
hazinelerini çıkarmalarını -Rabbinden kım anı(lar) n a k l e d e y i m . " 89

83 Meselin bu kısmı Müşriklerin durumunu ha­ yordu. O kendi bakış açısıyla öyle yorumladı.
mlatır: İman atalan Hz. İbrahim'e asi olmuş ev­ Muhatabı ise onun bakmadığı bir noktadan,
lat rolünü oynadılar. Allah onların kökünü kazı­ hikmet ve illet noktasından bakıyor ve olayla­
yıp yerine atalarına layık evlat getirdi. Hz. Mu­ rın görünmeyen yüzünü esas alıyordu. Çünkü
sa'nın hayatında, Allah'a asi olan neslin bire ka­ 78. âyette geçen te'vil, "bir şeyi aslına döndür­
dar kırıldığı 40 yıllık çöl hayatma tekabül eder. mek" demekti (Lisân). 'Sâlih Kul'un olayların
84 Kötüler şehrinin yıkık duvarını düzelt­ altında yatan nedenleri bilmesi ancak Allah
mek... Hz. Peygamber'in hayatında bunun bir katından ona öğretilen bir bilgiydi (62/Kehf:
karşılığı vardı: Hayber'den gelen gümüş kül­ 65). Bu da açıkça gösteriyordu ki, olayların al­
çeleri kıtlıkla boğuşan Mekke'ye göndermek. tında yatan asıl nedenlerin bilgisi yalnızca Al­
lah'ın katında olan bir bilgiydi. Bu nedenle
85 Sâlih Kul'un tüm yapıp ettiklerinin kendi
Musa bunları bilmemekle kınanamazdı. Fakat
bilgi ve iradesinin bir sonucu değil, ilâhî bildi­
başta Musa olmak üzere herkesin alması gere­
rim ve iradenin bir gereği olduğu gerçeği bura­
ken ders açıktı: Allah'ın gör dediği yerden
da ortaya çıkmaktadır. Hemen önceki 80 ve
bakmadan O'nun işlerini anlayamazsınız.
81. âyetlerde geçen "biz" (nâ) zamirleri ilâhî
iradenin son halkası olan "bir kul"a giderken, 88 Bu meselimsi kıssada anlatılan Zülkar-
bu âyette yukarıdaki "biz" zamirleri içerisin­ neyn'in tarihsel kimliği hakkında tefsirleri­
de belli belirsiz imayla yer alan " O " [erâde mizde hayli farklı ve çeşitli anlatımlar yer al­
rabbuke) fiilen açığa çıkmaktadır. mıştır. Araplar tarafından bilinen çok eski
çağlarda yaşamış bir cihangir olabilir. Make­
86 79, 80 ve 82. âyetlerde âlim kul olayların iç
donyalı İskender ya da Himyer krallarından
yüzünü açıklarken üç cümle kurar. Fakat üçü­
biri olma ihtimali oldukça zayıf görünüyor.
nün de öznesi farklıdır. Gemiyi delme fiilinde
Aslında kıssanın tümünün ana fikri olan zıtla­
"ben", eylemin çıkış noktası olan insan
rın içtiması ve eşyanın çift boyutluluğu öze­
"ben"ini; çocuğu katletmedeki "biz", eyle­
linde "çift boynuzlu" anlamı da bir yere otur­
min içkin ve aşkın iki kaynağını,- duvarı tamir
maktadır: İktidarın bilgi ve güçten oluşan çift
etmedeki "Rab" eylemin mutlak kaynağını
boyutlu karakteri. Zira Zülkarneyn bir isim
gösterir. Öte yandan sâlih Kul'un, Allah'ın ira­
değil sıfattır. "Çift boynuz" ile, batı ve doğu
desini gerçekleştirmekten başka bir şey yap­
gibi "iki coğrafya" veya "iki çağ" da kastedil­
madığım belirten bir ibare. Bu son derece sim­
miş olabilir. Sûrenin son âyeti ışığında, aktarı­
gesel anlatımda, Allah'ın kâinatta cari olan
iradesinin nasıl gerçekleştiği ve yüzeysel bir lan beş kıssa/mesel üzerinden hayat, servet,
bakışın bu iradenin doğru anlaşılabilmesi için makam-mevki, bilgi ve iktidarın göreceliği ve
yetmediği ifade edilmektedir. geçiciliği hakikati işlenmektedir.

87 Musa, bütün bu olaylara görünen boyutuy­ 89 Tilâvet, krrâet'tan farklı olarak "bir şeyi
la yasa (hüküm ve ahkâm) çerçevesinden bakı­ geldiği gibi aktarmak" demektir. Genellikle ti-
84 Evet, onun (iktidarı) için yeryüzünde kum olacaktn; en sonunda Rabbine dön­
uygun bir zemin h a z ı r l a d ı k ve ona eşya­90
dürülecek; ve (Allah âhirette) onu da görül­
nın yasalarıyla uyumlu araçların (bilgisi­ memiş bir azaba uğratacaktır. 88 Ama kim
ni) b a h ş e t t i k ; 91
85 o da kendisini (amacı­ de iman eder ve erdemli davranırsa, işte
na) ulaştıracak bir a r a c a 92
başvurdu. onu da karşılık olarak güzel bir akıbet bek­
86 Nihayet güneşin battığı y e r e 93
ulaşın­ lemektedir,- zaten Biz ona talimatlarımız­

ca, orada kara balçığa (benzer) bir su göze­ dan kolay olanları buyuracağız. 98

sinde 94
(güneşi) batar b u l d u ; 95
ve orada 89 Sonra o, yeni (amacına) ulaştıracak bir
yerleşik bir topluluğa rastladı. araca yine başvurdu.
Biz "Ey Zülkarneyn!" dedik, "(Zulmede­ 90 En sonunda güneşin doğduğu y e r e 99

rek) azab da çektirebilirsin, onlar hakkında ulaştı; onu kendileri için güneş ışığından
(adil davranarak) güzel bir yöntem de be- gayrı bir ö r t ü 1 0 0
takdir etmediğimiz bir
rümseyebilirsin; 96
87 (fakat)" 97
diye ekledi topluluk üzerine doğar halde buldu: 91
(Rabbi); " k i m zulmederse, iyi bilsin ki o onların yaşam tarzı da işte b ö y l e y d i ; 101

(bu dünyada) günü gelince azabımıza mah- fakat doğrusu Biz, onun sahip olduğu ta-

lâvette aktarıcı pasif konumdadır. Bu nedenle 95 Yani: "Batar gibi gördü" (Krş: Râzî).
etlû fiilini "nakledeyim" şeklinde karşıladık. 96 Tefsirlerdeki çoğu problemli birbirini tut­
90 Mekkennâ için bkz. 71/Yusuf: 21. Alterna­ mayan rivayetler bir yana, burada, yönetme
tif bir karşılığı şudur: "ona (iktidar) imkanı konusunda insanlıkla yaşıt iki zıt üsluba dik­
hazırladık". kat çekilmektedir: Zor ve zorbalıkla yönetme;
91 "Bir şeye kendisi ile ulaşılan şey" anlamı­ ya da katılımcı ve gönüllülük esasına dayalı
na gelen sebeb, hurma ağacının meyvesine güzellikle yönetme. Yani bu temsili kıssa güç
ulaşmak için tutunularak tırmanılan ipe de­ ahlâkı konusunda ilâhi bir uyarı taşımaktadır.
nir. Müfredat sahibi bu âyeti örnek gösterdik­ Bir sonraki âyet bu anlamı doğrular. Parantez
ten sonra şöyle açar: "Allah ona her şeyin ni­ içi açıklamalarımızın gerekçesi budur.
teliğine ilişkin bilgiyi ve araçlarını, bunları 97 Bu ve bir sonraki âyet, öznesi Zülkarneyn
kullanarak amacına ulaşsın diye verdi." Çevi­ olarak da anlaşılmıştır. Fakat 87. âyetteki
rimiz buna dayanır. "azabımız" sözcüğü, dahası 88. âyetin son
cümlesinin Allah'a atfı, tereddüde mahal bı­
92 Seoeben'deki belirsizlik, metne ya "her
rakmayacak kadar açıktır.
tür" olarak niceliğe ilişkin, ya da "pek bilin­
meyen, görenleri şaşkına çeviren" şeklinde ni­ 98 Zımnen: İnsanı yaratanla vahiydeki buy­
teliğe ilişkin bir vurgu katar. rukları veren aynı kaynaktır. Bu yüzden ilâhi
emirler insanla uyumludur ve uygulanması
93 Zımnen: Batıda varabileceği en uzak nokta­
kolaydır.
ya... Mağrib, kalıbı gereği üç anlama birden
gelebilir: "battığı yer", "battığı zaman", ba­ 99 Yani: Doğuda varabileceği en uzak nokta­
tış". Mana teorik olarak üçüne de muhtemel ya... Maili! de tıpkı mağrib gibi üç anlama bir­
olabilir. den gelebilir (86'nın notuna bkz).

94 Burada "kara balçıklı su" anlamma gelen ha­ 100 Buradaki "güneş ışığından gayrı bir örtü"
miştin (Bkz: 72/Hicr: 26), bir kısım kıraat otori­ ile "gece" kastedilmiş de olabilir. Eğer öyleyse,
teleri tarafından "kaynar bir su" anlamma gelen gündüzü uzun bölgeler kastedilmiş olabilir.
hamiyetin şeklinde de okunmuştur (Taberî). 101 Kezalikdye bu bağlamda verilebilecek en
346 62/KEHF SÛRESİ f t^ v ^ , Nûzûl: 62 Mushaf: 18
^ = 3 ^ — . ^'"^ " "
x
^ .—

savvuru derin bir bilgiyle kuşatmışızdır. 97 Evet, artık onların (düşmanları) ne

92 Yeniden kendisini (amacına) ulaştıra­ onu aşabilirlerdi, ne de onda bir delik ve

cak bir araca başvurdu. gedik açabilirlerdi.

93 Nihayet iki set arasına ulaştığı zaman, 98 (Zülkarneyn) dedi ki: "Bu Rabbimin bir
onların arasında yaşayan bir topluluğa rahmetidir. Rabbimin vaad ettiği zaman
rastladı; 102
konuştuğu dilden pek anlamı­ geldiğinde, onu yerle bir edecektir: zira
yorlardı. 94 "Ey Zülkarneyn!" dediler, Rabbimin vaadi mutlaka gerçekleşir. 104

" Y e ' c û c ve Me'cûc ülkede bozgunculuk


yapıyor; derhal onlarla bizim aramıza bir 99 O G Ü N geldiğinde, Biz onları birbiri­
set yapman karşılığında, sana bir bedel ni kıran dalgalar (gibi) çalkalanmaya ter-
ödemeye ne d e r s i n ? " 103 kederiz. Nihayet sur borusu çalınır; so­
nunda hepsini bir araya t o p l a r ı z . 105
100
95 Şöyle cevap verdi: "Rabbimin bu ko­
İşte o gün kâfirlere cehennemi (reddede-
nuda bana verdiği imkan daha değerlidir;
meyecekleri bir biçimde) arz e d e r i z . 106

haydi sizler bana iş gücüyle yardımcı


olun da, sizinle onların arasına bir set ya­ 101 Onlar öyle kimselerdi ki; beni hatır­

payım: 96 (şimdi) bana demir plakalar ge­ latan (her şeye) karşı gözlerine bir perde

tirin!" çekilmişti, üstelik onlar işitmeye de ya­


naşmıyorlardı.
Nihayet iki dik yamaç arasındaki (boş­
luk) doldurulup düz hale gelince onlara 102 İnkarda ısrar eden bu kimseler benim

"Körükleyin!" dedi. Sonunda demir ak­ kullarımı, benden bağımsız olarak, ken­

kor halini alınca, "Onun üzerine dökmek dilerine kayırıcı veli edineceklerini mi
için bana ergimiş bakır getirin!" dedi. sandılar? Şüphesiz Biz cehennemi kâfir-

uygun anlam. Hz. Peygamber'e, dünyanın Ara­ 104 Zımnen: İktidar ve güç ne kadar büyük
bistan'dan, insanlığmsa Araplardan müteşekkil olursa olsun Allah'ın mutlak iktidarı karşısın­
olmadığı gerçeğini hatırlatan bu âyet, ona, oluş­ da bir gün yok olacaktır. Burada Hz. Peygam­
turacağı hukuk ve iktidar pratiğini, tüm insan­ ber inşa edilmektedir. Zımnen: Ey peygamber
lığı kapsayacak bir fıtrat yasası üzerine oturt­ senin ellerinle kurulacak bir yapı da bu genel
ması gerektiğim îmâ eder. Bu âyet ve ona ilişkin ilâhi yasanın dışında değildir. Emek zahmet
açıklamamız, 56/A'râf sûresinin 199. âyeti ve il­ inşa ettiğin sınırları ve günah setlerini yıkma­
gili notlarımızla birlikte dikkate alınmalıdır. ya kalkanlar çıkacaktır. Esasen Zülkarneyn
102 Tefsir edebiyatmda bu şeddin Kafkaslar­ kıssasının tümünde Hz. Peygamber'in elleriy­
daki Derbent şeddi olduğu yorumu yaygındır. le kurduğu medeniyetin sınırlarının doğudan
batıya kadar yayılacağına işaret vardır.
103 Ye'cûc ve Me'cûde helaki hak eden tüm
toplumlardan söz edilen bir pasajda daha değini­ 105 Yani: "Dünyada cehennemi ısrarla talep
lir (79/Enbiya: 95-96). İkisi birlikte düşünüldü­ etmiş olan kâfirleri.." Parantez içi açıklama­
ğünde, Ye'cuc ve Me'cuc'un belli bir zaman ve mız, 'aradna... 'ardan formunun dilsel yapısı
mekâna has mahdut ve belirli bir topluluk ol­ gereğidir.
madığı, her zaman ve mekânda ortaya çıkan yı­ 106 "O gün" ile kastedilen Son Saat'tir. Bu her
kıcı ve tahripkar güçleri temsil ettiği anlaşılır. canimin öldüğü ve Allah'tan başka her şeyin fa­
Ye'cûc ve me'cûc isirmerinin manaları ve ayrın­ ni olduğunun ortaya çıktığı gündür. Âyetin
tılı bir tahlil için 79/Enbiya: 96'nın notuna bkz. ikinci cümlesi "kalkış günü" (kıyamet) ile ilgi-
ler için bir konukevi (!) olarak hazırladık. edici davranış sergileyenlere gelince: on­
103 De ki: "Eylem olarak en büyük kay­ ların buyur edileceği konukevi en gör­
ba uğrayacak olanı size haber verelim kemli c e n n e t l e r 108
olacaktır: 108 Orada
mi?" sürekli kalacaklar; oradan asla ayrılmak
istemeyecekler. 109

104 "Bunlar, dünya hayatında t ü m yapıp


ettikleri (istikametten) sapmış olan kim­
109 DE Kİ: "Eğer Rabbimin sözlerini yaz­
selerdir: oysa ki bu tipler, kendilerinin
mak için denizler mürekkep olsa, hatta
güzel ve erdemli işler yaptığını sanmak­
onun bir mislini de üzerine ilave etmiş
tadırlar. 107
105 Bunlar, Rablerinin âyetle­
olsak, yine de Rabbimin kelimeleri tü­
rini ve O'na kavuşmayı ısrarla inkar eden
kenmeden denizler tükenirdi."
kimselerdir: Bu yüzden onların t ü m ya­
pıp ettikleri boşa gitmiştir; çünkü onlara 110 De ki: "Elbet ben de sizin gibi ölüm­
Kıyamet Günü hiç kıymet vermeyeceğiz. lü bir i n s a n ı m : 110
Bana ilâhınızın bir tek
ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık kim
106 İşte onların cezası, inkarda direndik­
Rabbine kavuşmayı umuyorsa, işte o Al­
leri, âyetlerimi ve elçilerimi alaya aldık­
lah'ı razı eden imanına layık işler yap­
ları için cehennem olacaktır.
sın 1 1 1
ve Rabbine kulluk ederken hiç
107 Ne var ki imanda sabreden ve ıslah
kimseyi O'na ortak koşmasın!"

lidir. Sonuncu cümle ise "toplanma gününe" zeltmekle mümkündür.


[haşr] işaret etmektedir (Krş: 44/Tâhâ: 102-108). 108 Firdevs, Yunanca'ya olduğu gibi Arap­
107 Tasavvur, insanın hem gerçekliği algıla­ ça'ya da çok eski çağlarda Babilce aslı olan fa-
ma biçimini, hem de gerçekliği algıladığı zih­ radisu'dan (paradisu) geçmiştir. Hadislerde
ni merkezi ifade eder. Klasik mantık, kelam "en yüce, en görkemli cennet" olarak açıklan­
ve hatta fıkıh usulü kitaplarının ilk bahsi ta- mıştır (Taberî). Batı dillerindeki "paradise, pa-
savvuratve tasdikat bahsidir. Musavvire, tüm radis" de bu köke dayanır.
akli hükümlerimizi üzerine bina ettiğimiz te­ 109 Hıvelâ, "değişim" anlamına gelen tahvil
mel kavramların içini doldurduğumuz zihni mastarından türetilmiştir. Alternatif anlamı
melekedir. Sözün özü: aklın ve o aklın verdiği "asla değişim istemeyecekler" ya da "mekânı
hükümlerle yapılan eylemlerin ana rahmi ta­ değiştirmek istemeyecekler".
savvurdur. Tasavvuratı yanlış olanın tasdikatı
110 Onun her insan gibi ölümlü olması, Al­
doğru olmaz. Tasavvuru yamuk olanın, ne ak­
lah'ın seçilmiş elçisi olma ayncalığı ile birlikte
lı ne eylemi düzgün olur. Akla koordinatlarını
düşünülmelidir. Bu takdirde Peygamber'in be­
tasavvur verir. Akıl da tasavvurdan aldığı ko­
şeri varlığının ölümlü, misyonunun ölümsüz
ordinatlara uygun eylem üretir. Bu yüzden ta­
olduğu gerçeğiyle karşılaşırız. O ölümsüz mis­
savvurdaki milimetrik bir sapma, eylemde ki­
yonu taşıma emaneti ise, âyette "sizin gibi" ile
lometrelere tekabül eder. Bir yanlış eylemi dü­
ifade edilen İslâm ümmetinin omuzlarındadır.
zeltmek asla eylemin kendisini düzeltmekle
gerçekleşmez. Gerçek bir düzeltme, o eylemin 111 'Amelen sâlihan'ı çevirimiz için bkz.
ana rahmi olan tasavvurdaki sapma açısını dü­ 13/'Asr: 3, not 5
" G ö r ü n m e y e n varlıklar" anlamına gelen el-cinn adını ilk âyetinden alır.
Buhârî SaiıiMnde sûreyi kul ûhiye ileyye adıyla anar. Sûre Mekke'de
inmiştir. İniş zamanı boykot sonrasına, yani peygamberliğin 10. yılındaki
(620 m.) Taif seferine tekabül eder. İlk tertiplerdeki yeri tarihi verilerle
uyuşmaz.

Sûrenin konusu tevhiddir. Cahiliyye insanının cinlere atfettiği ne kadar


olağanüstülük varsa, onların t a m a m ı n ı reddeder. Sûre, görünmez varlıkla­
rın Allah'la insan arasında aracı değil, ilâhi rehberliğe m u h t a ç mahluklar
olduğu temasını işler. Nüzul dönemi insanı, şiir ve her tür söz sanatını ke­
hanet ve sihirle, bunları da cinlerle ilişkilendiriyordu. Cinlerde insanı çar­
pacak bir tanrısal güç vehmediyorlar (Hûd: 54), onlara ilâhlık yakıştırıyor­
lardı (En'âm: 100). Cinlerin gaybi bildiğine, insana yarar ve zarar verdiğine
inanıyorlar ve Allah'a sığınır gibi cinlere sığınıyorlardı (6. âyet). H a t t a doğ­
rudan cinlere tapanlar bile vardı (Sebe': 41). Sûredeki cinlerin Kur'an dinle­
me olayı (1-20), ilk muhatapların cin tasavvurlarını düzeltmeyi amaçlar. Bu
sûrede Kur'an görünmez varlıklar gerçeğini asli zeminine oturtur, onlar
üzerinden vahyin vurulma girişimlerini boşa çıkarır.

Aynı zamanda sûrenin bu bölümü, Ahkaf 2 9 - 3 2 ile birlikte ele alınmak şar­
tıyla, dolaylı olarak Yahudi Kabalizmine dayalı çarpık cin anlayışını da red­
deder (8-9. âyetlere bkz). Zira bölge müşriklerinin görünmeyen varlıklara iliş­
kin tasavvurunu oluşturan unsurlardan biri de Yahudi kültürüdür. Bu gerçek,
sûrenin ilk pasajıyla irtibatlı olan Ahkaf 30'dan da anlaşılır. Müşrikler vahye
karşı savaşırken kullandıkları malzemenin çoğunu bölge Yahudilerinden el­
de etmektedirler. Kehf süresindeki Zülkarneyn kıssası bağlamında nakledi­
lenler bunun delilidir. Ü m m i Araplar, kitap ehli Yahudilerin spekülasyonla­
rına bakarak, onların cinlere ve vahyin kaynağına dair esrarlı bilgilere sahip
olduklarını düşünüyorlardı. Onları bu konuda tahrik eden, vahyin sıhhatine
şaibe düşürme arzusuydu. Müşriklerin bu tavrı Yahudilerin de işine geliyor­
du. Bu âyetlerde söz edilen cinlerin Yahudi olduğunu, aynı konuyu işleyen
Ahkâf 2 9 - 3 2 . âyetlerden öğreniyoruz. Sûrenin örtülü hedefi, müşrik Araplar­
la kitabî Yahudiler arasındaki bu şeytani işbirliğini bozmaktır.

Sûrenin cinlerle ilgili âyetlerinin Hz. Peygamber'i teselliye yönelik bir imâ­
sı daha vardır: Seni yakınındaki Mekke dinlemezse, Allah çok uzaklardan
seni dinleyecek birilerini bulup gönderir. Veya: Seni görünen ve bilinen ira­
deli varlık dinlemezse, görünmeyen ve bilinmeyen iradeli varlık dinler.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 De ki: "Bana vahyedildi ki, cinlerden


1 2
k i , Rabbimizin şanı pek yücedir: O ken­
4

bir kısmı (bu mesaja) kulak vererek, disine ne bir eş ne de çocuk edinmiştir.
(dostlarına) şöyle dediler:
3
4 Bir başka gerçek de, içimizdeki beyin­
"Gerçekten de biz olağanüstü güzellikte siz (kişilerin) Allah'a karşı sorumsuzca
bir hitap dinledik; 2 doğru bir bilinç inşa konuşması olmuştu. 5 Halbuki biz, ne
5

eden (bir hitab)... Böylece ona iman ettik: insanların ne de cinlerin Allah'a iftira
artık asla Rabbimizden başkasına ilâhlık edeceğine asla ihtimal vermezdik." 6

yakıştırmayacağız; 3 ve şu bir hakikat 6 Hiç kuşku yok ki insanlardan bazıları 7

1 "Bana vahyedildi" ifadesi, Hz. Peygamber'in 32'den yola çıkarsak, ilk pasajda anlatılan olayın
cinleri görüp görmediği tartışmasına bir cevap kahramanlarının Hz. Musa'ya inandığı ortaya
sadedinde anlaşılabilir. İblis'in cinlerden oldu­ çıkar. İnsan ve cinlere kendi türlerinden pey­
ğuna, Kehf sûresinin 50. âyeti delildir. Cinlerin gamber gönderildiği ifade edildiğine göre, bu du­
insanları gördüğü halde insanların cinleri gör­ rumda burada cinn adıyla anılanlar insanlar ol­
mediğini yine Kur'an haber verir (56/A'râf: 27). malıdır. Şu halde bu âyetlerde geçen cinin anla­
2 Cinlerle ilgili bkz. 76/Sebe': 12; 56/A'râf: 179 mı "görünmeyen varlık" olmaktan çok "bölge
ve 86/Ahkâf: 29, ilgili notlar. Kur'an'da cinn ger­ insanının görmediği uzak mekânların insanları"
çek bir çok anlamlı kelimedir. Kur'an'da duyula­ olsa gerektir. Belki, Hz. Peygamber haberdar ol­
madan ve kendilerini görmeden onu dinledikle­
rımıza kapalı olduğu için bize kendilerini dış du­
ri için de cinn adım almış olabilirler. Allah en
yular yoluyla değil de hissiyat yoluyla duyuran
doğrusunu bilir.
varlıklar (73/En'âm: 100 ve 66/Sâffât: 158); esrar­
lı, gizemli, mevhum şeytanî güçler (56/A'râf: 38; 3 Veya: "(kendi kendilerine)".
73/En'âm: 112; 70/Hûd: 119; 57/Secde: 13); büyü 4 Sûrenin 18. âyeti hariç, 3-19 arasındaki âyet­
sembolleri (94/Bakara: 102; 73/En'âm: 128, 130; lerin başmda yer alan edatlar, inne veya enne
63/Cin: 5-6); o zamana kadar görülmemiş, ilk şeklinde farklı okumaya açıktır. înne okumak
defa görülen veya çok uzaktan gelenler (86/Ah­ 1. âyetteki innâ semi'nâ'ya atıf olur ki, bu du­
kâf: 29-32; 63/Cin: 1-17); ilk muhatapların tasav- rumda konuşan cinlerdir. Enne okunması ha­
vurundaki folklorik ve mitolojik güçler (76/Se­ linde atıfların mercileri farklılaşabilir.
be': 12-14; 79/Enbiya: 82) gibi farklı anlamlarda 5 Şatat, "uzak oldu" kökünden, "haddini aşan"
kullanıhr. Cinler insanın gözeneklerine nüfuz anlamma gelir. Bu pasajı Ahkâf 29-32 ışığında
edici tarifsiz bir ateşten/enerjiden yaratılmıştır anlarsak, Yahudilerin "Biz Allah'ın çocukları
(72/Hicr: 27; 41/Rahmân: 15). Şeytanlar cinlerin ve can dostlarıyız" (108/Mâide: 18) türü sözler
yoldan çıkmış olanlarıdır (62/Kehf: 50). Bir ha­ kastediliyor olsa gerektir. Bu netice 3. âyetin
disten de meleklerin nûr'dan yaratıldığını öğre­ sonuyla da mutabıktır. Ayrıca ilk muhatapla­
niyoruz. Nâr da nur da hem lafzî hem zihni açı­ rın Allah'la cinler arasında bir soy bağı kurma­
dan birbirinden ayrı şeyler değildir. Ateşten hem sına red olarak da anlaşılabilir (66/Sâffât: 158).
ısı çıkar hem ışık. Buna göre ışık meleğe, ısı ci­ 6 Zımnen: Böyle sanarak onları taklit ettik ve
ne delalet etmektedir. İnsan ve cin irade sahibi bu da bizi şirke sürükledi.
olma itibarıyla benzer, fakat bu dünyadaki hayat 7 Lafzen: "Bazı erkekler". Buradaki rical, cin­
düzlemlerinin farklılıkları itibarıyla ayn varlık­ siyeti tahdit için değil insiyyeti tekit içindir.
lardır. Bunun içindir ki Kur'an'da insan ve cinle­ Belki onların hayvanlar gibi iradesizler dünya­
re kendi türlerinden peygamberler gönderildiği sına değil, insanlar gibi iradeliler dünyasına
ifade edilir (73/En'âm: 130). Eğer Ahkâf 29- ait olduğuna işaret eder.
cinlerden bazılarına sığınırlar, bu da on­ 10 Ve anladık ki, gerçekte biz (gaybi) bil-
ların (cinler karşısındaki) zillet verici miyormuşuz; (mesela) şu yerdekilere şer
edilgenliğini artırır. 7 Öyle ki o sapık in­
8
mi murad edilmiş, yoksa Rableri onları
sanlar, tıpkı sizin sandığınız gibi Allah'ın doğru bir bilince ulaştırmayı mı murad
hiç kimseyi elçi göndermeyeceğini san­ 9
etmiş? 14
11 Nitekim bizden iyi olanlar
mışlardı. 10
var, ama bizden öyle olmayanlar da var:
8 (Yine cinler şöyle dediler): "Gerçek şu zaten öteden beri biz hep birbirine aykırı
ki biz göğü yokladık, ama onu tam dona­ yollar izlemişiz. 15

nımlı bir koruma ordusu ve tarifsiz bir 12 Ve nihayet aklımız kesti ki, yeryüzün­
göktaşı sağanağıyla dopdolu bulduk, 11
9 de asla Allah'a üstün gelemeyiz ve
halbuki vaktiyle biz onun uygun yerle­ O'ndan asla kaçıp kurtulamayız. 13 İşte
rinde (haber) dinlemek için otururduk; 12
tam da bu yüzden biz, ilâhi rehberliği işi­
ne var ki şimdi (bizden) her kim dinleme­ tir işitmez ona inandık; artık kim Rabbi­
ye kalksa, derhal karşısında hedefe kilitli ne inanırsa, o ne bir ziyana uğrar, ne de
bir ateş topu buluyor. 13
gazaba. 16
14 Bununla beraber, içimizden

8 Zımnen: Cinler üzerinden kendi vehimleri­ olan Allah'a bırakmış gibidir. Aynı şey arka­
nin oyuncağı oluyorlardı. Bu cinin kendisin­ dan gelen pasajda da gerçekleşir. Zira 16-19'da
den kaynaklanan bir etki değil, insanın ona konuşan doğrudan Allah'tır. Aslında zamirler
yüklediği vehme dayalı anlamdan kaynakla­ ve mercileri arasındaki bu baş döndürücü de­
nan bir etkiydi. Yani: İnsanlar görünmeyen ğişiklik, ele alınan konuda "kim demiş "e de­
varlıklarda güç vehmediyorlar, sonuçta ev­ ğil, "neyi, niçin demiş"e kilitlenmemiz gerek­
hamlarının esiri oluyorlardı. Bilinmezlik kor­ tiğini ihsas eder.
kuyu, korku vehmi tetikliyor,- kişi kendi ken­ 11 Krş. 72/Hicr: 17-18. Yahudi Kabbalizmine
dini iradesizleştiriyordu (Krş: Elmalılı). Bu, dayalı astrolojik çabalarla gaybi bilgiye ulaşma­
irade emanetine ihanet eden insana Allah'ın nın imkansızlığı, dolayısıyla vahyin kaynağını
bir cezasıydı. Özelde icat edilmiş Yahudi kim­ bulandırma çabalarının sonuçsuz kalmaya
liğinin bir parçası haline gelen Babil büyücü­ mahkûm olduğu gerçeğine atıf. Krş. "Ona an­
lüğüne atıf (Krş: 94/Bakara: 102). Bu âyetle, cak temizler dokunabilir" (50/Vâkı'a: 79).
Hz. Peygamber'in "Üfleyerek düğüm atan
12 Yahudilerin, kendi ırklarından bir peygamber
kimse sihir yapmıştır, sihir yapan şirk koş­
beklentisiyle astrolojiyi kıülandıklarmı îmâ.
muştur" dedikten sonra eklediği "kim bir şe­
ye bağlanırsa, o ona havale edilir" (ve men 13 Zımnen: Kulak hırsızlıklarına dayalı sahte
te'alleka şey'en vukkile ileyh) sözünü bu âyet­ vahiyleri ve gelecekten haber verme girişimle­
le birlikte düşünmeli (Nesâi). rini gerçek vahyin nuru, güdümlü bir silah gi­
bi avlayıp geçersiz kılıyor.
9 Veya: "Yeniden diriltmeyeceğini". Yahudi­
lerin kendi dışındakilere peygamberlik gelme­ 14 Şer meçhul kiple gelirken, hayfm Allah'a
yeceğine dair inançlarına atıf. Bu söylem, in­ isnat edilmesi dikkat çekicidir.
san neslinden umut kesmeye delalet eder. 15 Yani: Yahudice bir kibrin sonucu olan, top­
10 5 âyetteki ennâ zanennâ'daki mütekellim tan kurtuluş tezinin geçersiz olduğunu anla­
zamirleri ile cinlerin ağzından sürdürülen söy­ dık. Zımnen: Kendi içimizde yollarımız ayrıy­
lem, 7. âyetteki zannû gaib ve zanentum mu- ken, menzilimiz nasıl bir olur?
hatab zamirleriyle yerini gerçek mütekellim 16 Bölge Yahudilerine Muhammedi davete
Nûzûl: 63 Mushaf: 72 63/CÎN SÛRESÎ 351

Allah'a tam teslim olanlar da var, kendi­ nıverirlerdi. 20 Dediği (sadece) şuydu: 21

sine kötülük edenler de ama her kim Al­


; "Ben yalnızca Rabbime yalvarıp yakarı­
lah'a teslim olursa, işte onlar doğru bir nın ve O'ndan başka hiç kimseye ilâhlık
bilinç inşa etmenin hakkını verenlerdir. yakıştırmam." 22

15 Kendisine kötülük edenlere gelince: so­


nunda onlar cehenneme odun olacaklar." 21 DE Kİ: " N e zarar (ve yarar) verebili­
16 İmdi, eğer onlar yolda doğru dürüst gi­ rim, ne de hidayet (ve dalalete) götürebi­
derlerse, elbet Biz de onları bitimsiz bir lirim. 23

suyla sularız,- 17
17 (bunu, nimet) içinde 22 De ki: "Şu bir gerçek ki, ne beni Al­
yüzdürerek sınamak için (yaparız); ama lah'a karşı kimse koruyabilirdi, ne de ben
Rabbinin vahyinden yüz çeviren kimseyi O'nun dışında bir sığmak bulabilirdim;
de pek zorlu bir mahrumiyete mahkûm 23 tabi ki eğer, Allah'tan gelen görevi ve
ederiz. O'nun mesajlarını iletmemiş olsay­
18 Yine (bana vahyedildi k i ) , 18
kesinlikle dım... 24

ibadethaneler 19
Allah'a mahsustur,- 20
öy­ Artık kim Allah'a ve Elçi'sine karşı gelir­
leyse Allah'ın yanı sıra başka hiç kimse­ se, iyi bilsin ki onun payma içinde ebedi
ye yalvarıp yakarmayın! 19 Ne var ki Al­ kalacağı Cehennem düşecektir.
lah'ın kulu O'na davete kalkmaya gör­
sün; hemen yek vücut olup üzerine çulla- 24 TEHDİT edildikleri azabı görünceye

inanmada geç kalmama imâsı. Zımnen: Uzak­ tan putlara tapma geleneği, Ismaili Araplar'ın
taki Yahudiler inandı da, yakındaki Yahudiler düşmanları tarafından Mekke'den sürüldükle­
inanmayacak mı? ri çok eski zamanlara kadar gider. Kabe'den
17 Burada, "Cinlerin su ile ne alâkası olabilir ayrılmak zorunda kalan Ismaililer, giderken
ki?" dermebilir. Muhtemel cevabı, gerçek bir ço- Kabe'nin anısını canlı tutmak için ondan birer
kanlamlı kavram olan el-cinn'in taşıdığı muhte­ parça taş götürmüşler, somaki nesiller bunla­
rı tapınılan nesnelere dönüştürmüşlerdir.
mel anlamlar içinde aramak gerekir. 1. âyetin 2.
notuna bkz. Gerçek anlamı "görünmeyen var­ 20 Cu'ilet liye'l-'ardu meselden ve tahûran
lıklar" olan bu kavram, mecazen "uzaklardan (Bana yeryüzü temiz haliyle mescid kılındı)
gelen, bölgede tanınmayan, ender görülen garip hadisine göre yeryüzünün tamamı âyetin kap­
kimseler" anlamına da gelir. Allahu âlem. (İn­ samına girer. Bu durumda anlam, "Yeryüzü
san ve cinlere kendi türlerinde peygamber gön- Allah'a/O'na kulluğa mahsustur" olur. Hasan
derildiğiyle ilgili bkz. 73/En'âm: 130). Basri'nin tercihi de budur.

18 İttifakla bu âyet 1. âyetin başına hamledil- 21 Veya: "de ki". Tercihimiz, çoğunluğun ka­
miştir. Parantez içi açıklamanın gerekçesi bu­ le okuyuşuna dayanmaktadır.
dur. 22 Bu âyet açıkça Allah'tan başkalarına duayı
19 Veya: "ibadetler/kulluk"; yada "ibadet za­ şirk olarak nitelemektedir.
manları"; yahut "secde organları". Mesâcid, 23 Zımnen: "Ben bile bunları yapamazken,
hem mescid hem de mesceci'in çoğulu olabilir. cinlerin yaptığına nasıl inanabilirsiniz?
Alternatif anlamlar, ikinci ihtimale binaendir. 24 Zımnen: İnsanın başına gelenlerin sebebi
Burada ilk akla gelen başta Hubel olmak üze­ görünmeyen varlıklar değil, kendi sorumsuz­
re putlarla doldurulan Kabe'dir. Araplarda taş- luğudur.
kadar yolları var,- 25
işte o zaman, kimin rumda O (elçisini), gerek bildiği gerekse
yardıma daha muhtaç ve sayıca az oldu­ bilmediği hususlarda ilâhi gözetim altı­
30

ğunu anlayacaklar. 26 na alarak 31


hedefine ulaştırır 28 ki, (pey­
25 De ki: "Keşke bilseydim tehdit edildi­ gamberler) bu sayede tebliğ ettiklerinin
ğiniz azap yakın mı, yoksa Rabbim onu Rablerinin risaleti olduğunu,- dahası (Al­
bir müddet daha erteledi m i ? 2 7
26 Gaybi lah'ın) ellerindeki (vahyi) çepeçevre ku­
(sadece) O bilir ve O gaybına kimseyi bü­ şattığını ve her şeyi tek tek sayarak mu­
tünüyle 28
asla muttali kılmaz,- 27 razı ol­ hafaza altına aldığını bilsin. 32

duğu e l ç i 29
müstesna... Böylesi bir du­

25 Hattâ, izâ ile birlikte cümle başında geldi­ rektir. Bir sonraki âyette ise "peygamberler"
ğinde "söz başı" olduğuna delalet eder. Âyeti kastedilmektedir. Vahyin, kaynağından hede­
paragraf başı yapmamızın gerekçesi budur. fine ulaşırken cinlerin/şey tanların tasallutun­
26 Allah'a görünmeyen varlıklardan yardımcı, dan korunduğuna delalet eder.
eş, ortak ve evlat tasavvur etmenin arkasında­ 30 Bu âyetler sûrenin ana konusu olan vahiy­
ki zehirli ve hasta bilince işaret. Bu, Allah'ın le ilgilidir,- elçinin "bildiği" indirilmiş vahiy­
muhtaç olduğunu vehmetmenin yanında, tev­ lere, "bilmediği" ise henüz indirilmemiş va­
hid akidesinin temeli olan Allah'ın tekliğini hiylere delalet eder.
bir zaafmış gibi tersinden anlamayı da getiri­ 31 Peygamberlerin masumiyetlerinin Kur'ani
yor. Yani: Cinleri bir tek olan Allah'a ortak tanımı: İlâhî gözetim altında olmak. Bunun da
koşanlar, böyle yapmakla Allah'ı güçlendir­ sebebi vahyin kaynağından geldiği gibi muha­
miş mi oluyorlar? taba iletilmesidir.
27 Zımnen: Ama bilmiyorum. Bunu ben bile 32 Li-ya'lemdmrı öznesi Allah da olabilir. Fakat
bilemezken, görünmeyen varlıkların bildiğine tercihimiz iç bağlama uygundur. Bu âyet vahyin
nasıl inanırsınız? her türlü saldırıdan, özellikle de cinlerin tasal­
28 'Alâ edatının "istila" anlamına dayanarak. lutundan korunmuş olduğunu ifade eder. Bizce
29 Tekvir sûresinin 19. âyeti ışığında, "elçi" sûrelerin başındaki mukatta'âtm verdiği mesaj­
ile burada vahiy meleği kastedilmiş olsa ge­ ların ilki budur (Bkz: 7/Kalem: 1, not 1).
Sûre adını Hz. Nuh'un inkarcı kavme karşı verdiği ömürlük mücadeleyi
dile getiren muhtevasından alır. Kadim mushaflarda ve tefsirlerde hep
bu isimle anılmıştır.

Mekke'de inmiştir. Cabir kanalıyla gelen tertipte Nahl-Tûr, diğerlerinde


Nahl-lbrahim arasında yer alır. Bu da sûrenin, diğer komşu sûreler gibi boy­
kot sonrası ve hicret öncesi sûreler arasında yer aldığını gösterir. Kıssanın
muhtevası indiği dönemin havasını haber verir. Bu, peygamberle inkarcı
kavim arasındaki ilişkinin kopuş haberidir. 10. yıla yerleştirilebilir.

Sûrenin tek bir konusu vardır: Davet. Hz. Nûh, dünyevileşmiş kavmini tev­
hid ve adalete davet eder. İnkarcı kavim bu çağrıyı ısrarla karşılıksız bıra­
kır. Sonunda Hz. N û h kavmini Allah'a havale eder. Sûrenin başındaki âyet­
ler (1-20) sonundaki helak duasını (27-28) açıklamak içindir.

Kur'an kıssaları M u h a m m e d i davetin aynasıdır,- davet kendini bu aynada


seyreder.

Kur'an'da Hz. N u h ' a ve inkarcı kavmine bir çok yerde değinilir (A'râf: 59¬
64,- Yûnus: 71-73; Hûd: 25-29; M ü ' m i n û n : 23-31; Şu'arâ: 105-122; Ankebût:
14-15; Sâffât: 75-82; Kamer: 9-16). Zira Ortadoğu'da tarih N û h ile başlar.
Kur'an vahyi de risaleti ve ü m m e t l e r tarihini N û h ile başlatır (A'râf: 59;
Hûd: 25; Mü'minûn: 23; Nisa: 163). En ayrıntılı anlatım bu sûrede yer alır.
N û h kavminin kıssası, her şeye fiyat biçen bir toplumun değerden nasıl
m a h r u m kaldığının hikayesidir. Bu bir tuğyandır, tuğyan olan yerde mutla­
ka tufan olur. Her tufan değeri fiyata feda edenler için bir yok oluş ve fela­
ket, tercih edenler için bir kurtuluş ve nimettir. Tufan, toprak için bir ab-
dest, toplum için de bir arınmadır.

Sûrenin amacı, Hz. N û h ile inkarcı kavmini, Hz. Peygamber ile Kureyş
müşriklerine çağdaş kılmaktır. Sûre Hz. N û h üzerinden Hz. Peygamberi te­
selli eder. N û h k a v m i üzerinden Mekke müşriklerini tehdit eder. Y ü k s e k
bir belagata sahip olan sûrenin amacı gerçekleşmiştir. Buna tarih şahittir.
Müşrikler kendilerini topyekûn boğacak bir bela gelmemesini, vahyin bu
etkili üslubuna borçludurlar.

Sûrenin verdiği mesaj açıktır: Her tuğyan çağının bir tufanı, her tufanın bir
Nuh'u, her N u h ' u n bir gemisi, her geminin bir rotası ve yol haritası vardır.
Ü m m e t - i M u h a m m e d ' i n rotası ve yol haritası Kur'an'dır. Kur'an'ın kıla­
vuzluğuna teslim olan, ahir z a m a n tufanından kurtulur.
354 64/NÛH SÛRESİ ^ NüzûL 64 Mushaf: 71

RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 Biz Nuh'u kendi halkına gönderdik; yüklendiler...


"Başlarına elim bir azap gelmezden önce 8 Gün oldu ben onları açıktan davet et­
halkını uyar!" (dedik). 1
tim; 9 gün oldu hem (davetimi) kendileri­
2 (Nûh) "Ey kavmim!" dedi, "Ben size ne ilan ettim, bir de gizliden gizliye davet
gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım". 3 ettim; 10 nihayet dedim ki: "Rabbiniz­
(Uyarım şu): "Yalnız Allah'a kulluk edin
2
den bağışlanma dileyin,- unutmayın ki O
ve O'na karşı sorumluluğunuzun bilin­ sürekli bağışlayandır:
cinde olun; dahası bana uyun ki, 4 geç­ 11 göğü üzerinize cömertçe boşaltacak­
m i ş günahlarınızı bağışlasın ve adı ko­
3
tır; 12 mal ve evlat vererek dünyevi refa­
nulmuş bir vakte kadar size süre tanısın; hınızı artıracak; dahası sizin için tarifsiz
ama unutmayın ki, Allah'ın belirlediği cennetler var edecek ve nehirler bahşe­
süre gelip çattığında asla ertelenemez: decektir.
keşke bunu kavrasaydiniz.
13 Size ne oluyor da Allah için vakarlı bir
5 (Nûh) dedi ki: "Rabbim! Ben kavmimi tavır takınmıyorsunuz? 14 Oysa ki sizi
5

gece gündüz davet ettim. 6 Ne ki benim uzun süreçler içinde halden hale geçire­
davetim onları uzaklaştırmaktan başka rek yaratan O'dur. 6

bir işe yaramadı. 7 Senin bağışına layık


15 Allah'ın yedi kat göğü nasıl birbiriyle
olmaları için onları davet ettiğim her se­
uyumlu tabakalar halinde yarattığını gör­
ferinde parmaklarını kulaklarına tıkadı­
müyor musunuz? 16 Yine ayı etkili bir
7

lar, gözlerini (hakikate) kapadılar, (in­4

ışık (yansıtıcı) kıldığını, güneşi de (ışık


karda) direndiler, büyüklendiler de bü-
kaynağı) tarifsiz bir lamba yaptığını? 8

1 Kur'an'da 30 ayrı yerde değinilen kıssaya re" delalet eder. İnsanın tabi olduğu tekamül
ilişkin her anlatım farklı bir vurgu taşır. Me­ kanununun ifadesidir. İnsan 28'deki tebdîl ile
sela Hûd süresindeki Hz. Peygamber'i teselli­ birlikte okunmalıdır.
yi, Zâriyât süresindeki kafirleri korkutmayı 7 Tıbâk için krş. 32/lnsan 3. Bu âyetin helak
hedefler. edilen Nûh kavmi bağlamında neden yer aldı­
2 En'in tefsiriyye işlevine dayanarak. ğını bilmek için bu helak kıssasını karşılaştır­
3 Min'in anlama katkısına dayanarak (Krş: İbn malı okumak gerekir. Böyle yapıldığında şu
Atiyye). görülür: inkarcı kavim Hz. Nuh'a iman eden
ezilmiş ve toplumun altta kalmış kesimlerini
4 Lafzen: "elbiselerine hüründüler".
etrafından uzaklaştırmasını ister. Zira onları
5 Veya: "Allah'a mahsus bir azametin (hatırı­ hor görürler (70/Hûd: 27). Burada söylenen
nı) gözetmiyorsunuz"; veya vakâfm "imanın zımnen şudur: Zayıfları neden yok sayıyorsu­
hasılatı" anlamına dayanarak: "Allah'a hasre­ nuz? Allah göğü nasıl tabaka tabaka yarattıy-
dilmiş bir imanın hasılatını elde etmeyi arzu sa insanları da akıl, beceri, zevk, mizaç ve ka­
etmiyorsunuz?" Tercihimiz, vakar m hafifli­
1
pasite açısından tabaka tabaka yaratmıştır.
ğin karşıtı olan "ağırlık" anlamına dayanır Allah'ın yasasını Allah'ın kullarını hor gör­
[Mekâyîs). mek için kullanmak, öyle mi?
6 Etvâr, her bir halkası diğerinden farklı olan 8 Benzer bir âyet için bkz. 69/Yûnus: 5.
"çok zamanlı ve çok aşamalı süreçlere/halle-
Nûzûl: 64 Mushaf: 71 , 64/NÛH SÛRESİ 355

17 Ve Allah sizi yerden tarifsiz bir bitiriş- 24 Doğrusu böylece onlar bir çoklarını
le bitirmiştir. 18 Ardından sizi oraya ge­
9
yoldan çıkardılar,- Sen de (Allah'ım) bu za­
ri döndürecek; en sonunda tarifsiz bir çı­ limleri hedeflerinden daha fazla saptır!" 14

karışla yeniden çıkaracaktır. 25 Onlar günahlarından dolayı boğuldu­


19 Ve Allah sizin için yeri (döşek gibi) lar,- dahası (âhirette) ateşe atılacaklar ve 15

yaymıştır 20 ki, geniş yollar bulup onun Allah dışında kendilerine yardım edecek
üzerinden aşabilesiniz diye. 10
kimse de bulamayacaklar.
26 Nûh "Rabbim!" diye yalvardı, "Yer­
21 N U H "Rabbim!" dedi, "Onlar bana yüzünde kâfirlerden numunelik 16
tek ki­
karşı direndiler, malı ve nesli sadece hüs­ şi dahi bırakma! 27 Çünkü eğer Sen onla­
ranını artıran kimselere uydular; 22 onlar rı bırakırsan, Senin kullarını yoldan çı­
(propaganda yoluyla) korkunç tuzaklar karmaya (çalışacaklar); onlardan fesatçı­
kurdular; 11
23 ve "İlahlarınızı asla bırak­ lar ve küfre saplananlardan başkası doğ­
mayın; bırakmayın Vedd'i, Suva'ı, Ye- mayacaktır. 17

ğus'u, Ye'uk'u ve N e s r ' i ! " 12


dediler. 13

9 İnsanın hem ilk yaratılıştaki elementer kö­ Nesr Kartal/Akbaba sûretindeydi. Bu putların
kenine, hem de her insanın büyüme ve üreme Nûh kavminden sonraya nasıl intikal ettiği
sürecini ifade eden biyolojik kökenine atıf. Bu ise yoruma açıktır. Vahiy burada, inkarcı mu­
âyet 14. âyetin yanında, tekamül kanununa hataplarına çizgisini izledikleri aklın sefaleti­
atıf yapan İnsan 1 ve benzer yapıdaki Hac 55 ni tanıtmaktadır. Verdiği mesaj nettir: aynı
ile birlikte anlaşılmalıdır. yolu izleyenler aynı akıbeti paylaşırlar.
10 Aynı zamanda yeryüzünün engebeli arazi 13 İbn Abbas'a göre bu beş put Hz. Nuh'un
yapısıyla genişletilmesini ifade eder. Sözün kavminden sâlih zatlardır. Bu zatlar ölünce ar­
özü şudur: Sizlere böyle cömert davranan Al­ kadan gelenler onların evlerini kutsal adak ye­
lah'a niçin nankörlük ediyorsunuz? İndiği yı­ ri edindiler. Bu zatların isimlerini o sunaklara
lın ortamına uygun olarak Allah Rasulü'ne verdiler. Bir zaman sonra yeni nesiller bunlara
taktik de olabilir: Önündeki engelleri aş! Zira tapmaya başladılar (Buhârî, Tefsir 398).
her engeli aşacak bir geçit vardır. 14 Dua kökünden gelen da'vet, fiilî bir dua idi.
11 Akla kurulan bu tuzaklar şunlar: insan so­ Bu bir ömür sürdü. O fayda etmeyince iş kav­
yundan bir peygamber gelmesi (56/A'râf: 63), li duaya kaldı. Bu duanın kabulü, sürecin doğ­
ilk inananların toplumun ezilen kesimleri ol­ ru işlediğinin delilidir.
ması (70/Hûd: 27); hazinelere ve ğaybın ilmi­ 15 Dünyada su, âhirette ateşle cezalandırıldı­
ne sahip olmasının istenmesi (70/Hûd: 31); lar.
yerleşik düzeni devirip (siyasi) üstünlük sağla­ 16 Deyyâr bir tek burada geçer. Nadir kelime­
makla itham edilmesi (80/Mü'minûn: 24). lere nadir karşılık kuralımız gereği böyle çe­
12 Râzî'nin de isabetle belirttiği gibi bu putlar virdik. Sözün özü: Sitemin büyüklüğü emeğin
kesinlikle nüzul dönemi Araplarının taptıkla­ büyüklüğünün göstergesidir.
rı putlar arasında yer alıyordu. Abdu Vedd, 17 Bu ifadeler, Hz. Nuh'un harcadığı emeğin ve
Abdu Yeğus isimleri konuluyordu. Vedd ve davet yolunda katlandığı zorluğun büyüklüğü­
Tayy'ın putu Yeğûs erkek, Huzeyl'in putu Su- nü göstermek içindir. Hz. Nuh'un duasının ka­
va' dişi tanrıça, Yemen-Hemdanlıların putu bul olması, "Her peygamberin ümmeti hakkın­
Ye'ûk at suretinde, Himyerli Zulkela'ın putu da kabul olmuş bir duası vardır" hadisi ışığında
28 Rabbim! Beni, ana-babamı ve evime lan bağışla! Zalimlerinse sadece tükeni-
mü'min olarak giren herkesi, 18
dahası şini artır!"
tüm mü'min erkekleri ve mü'min kadm-

anlaşılmalıdır (Şatıbî, el-Muvâfakât IV, 283). ki onlar senin kullarındır.." (108/Mâide: 118)
İbn Mes'ud, içinde bu duanın geçtiği şu hadisi diyen Isa gibisin. Ey Ömer, sen de "Rabbim!
nakleder: "Bedir esirleri getirildiğinde Hz. Ebu- Mallarını yok et, kalplerini bağla.." (69/Yûnus:
bekir: "Ya Rasulallah! Onlar senin kavminden- 88) diyen Musa ve "Rabbim yeryüzünde kâfir­
dir,- istersen onları bırakabilirsin: umulur ki Al­ lerden mostralık dahi bırakma!" diyen Nûh gi­
lah onlara dönüş nasip eder!" dedi. Ömer de de­ bisin" (Tirmizî ve ibn Hanbel).
di ki: "Ya Rasulallah! Onlar seni yalanladılar, Hz. Nûh, kendi kanaatini yansıtan bu duayı
yurdundan çıkardılar ve sana karşı savaştılar: felaketin ardından da yapmış olabilir. Zira bu
vur boyunlarını!" Bunun üzerine Hz. Peygam­ iki âyetin öncesi buna delalet eder. Bunu Hûd
ber şöyle buyurdu: "Allah kimi kalpleri pamuk 36 da teyit eder. Zira söz konusu âyette, "Bun­
gibi yumuşak, kimilerini de kaya gibi sert yara­ dan böyle toplumundan kimse sana inanma­
tır. Ey Ebubekir, sen: "Artık kim bana uyarsa
yacak" denilmektedir.
işte o bendendir.." (65/lbrahim: 36) diyen ibra­
him,- ve "Eğer onlara azap edersen, şüphe yok 18 Zımnen: "Davetime icabet eden herkesi".

-^3^
Sûre adını, 3 5 - 4 1 . âyetlerinde geçen Hz. İbrahim'in ailesini Allah'a ema-
net ediş kıssasından alır. Kur'an'da bir çok yerde Hz. İbrahim anlatılma­
sına rağmen bu sûreye bu adın verilmesi anlamlıdır.

Mekke'de inmiştir. 28 ve 2 9 . âyetlerinin Medine'de indiği görüşü sadece iniş


sebebi rivayetlerine dayandığı için isabetsizdir (Krş: 73/En'âm sûresinin giri­
şi). Sûrede konu ve üslûp bütünlüğü vardır. Cabir b. Zeyd tertibinde Şura-
Enbiya, diğer ilk tertiplerde Nûh-Enbiya arasına yerleştirilir. Bütün bu veri­
ler ışığında sûrenin zamanını, peygamber kıssalarının yer aldığı boykot dö­
nemi sonrası olarak tesbit edebiliriz. Tıpkı aynı döneme ait Sâd, A'râf, İsrâ,
Enbiya gibi, kıssalarda ilk sırayı Yahudi ve Yahudileşme sorununa verir.

Surenin ana teması Allah'a kayıtsız şartsız teslimiyettir. Teslimiyetin zım­


ni bir şükür olduğu, daha girişte şu vurucu âyetle ifade edilir: "Eğer şükre­
derseniz size olan n i m e t i m i artırırım, yok eğer nankörlük ederseniz iyi bi­
lin ki m a h r u m i y e t i m pek şiddetli olacaktır" (7). İbrahim ailesi üzerinden
dile gelen bu hakikat, insanın Allah huzurundaki esas duruşudur. Bu çerçe­
vede insanın mazisi, hâli ve istikbali ele alınarak tarihi örnekler şimdi ve
buradaya taşınır, bu örneklerin hatırlatıldığı muhataplara ebedi istikbal
için tedbir üretmeleri öğütlenir.

Sure, Kur'an'ın bütününde görülen geçmiş-gelecek, dünya-âhiret, iman-


amel, gösterge-hakikat, afak-enfüs arasında bağ kuran bir akıl inşa etmeyi
amaçlar. Bu a m a c ı en güzel veren âyetler toprak-kök, kök-meyve bağlarını
iyi/güzel kötü/çirkin örneğinde ortaya koyan 2 4 - 2 7 . âyetlerdir. Bu Kur'an'ın
en dikkat çekici pasajlarından biridir. Güzel söz kökü toprakta sabit dalla­
rı duaya duran eller gibi semaya yükselmiş güzel ağaca, çirkin söz de kökü
yerinden sökülüp yerini yurdunu kaybettiği için cüruf hâline gelmiş, kuru­
yup ç ü r ü m ü ş ağaca benzetilmiştir. Bu benzetmeler üzerinden sözün gücü­
ne dikkat çekilmektedir. A n c a k sözün güçlü olabilmesi için, onun hakika­
tin toprağında neş'et etmesi gerekir. Hakikatten kopan söz, toprağından ko­
pan ağaç gibi çürür.

Surenin son konusu, hakikatten neşet eden hak söze sırtını dönenleri bek­
leyen feci akıbettir (42-50). Bu akıbetten kurtulmanın tek yolu aktif bir ak-
l e t m e yeteneğine sahip olmaktır (51-52).
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 Elif-Lâm-Râ\ l 4 BİZ her peygamberi yalnızca kendi kav­


minin diliyle gönderdik ki, mesajı onlara
BU, insanlığı, Rablerinin arzusuyla ka­ açık ve net olarak iletsin. Bundan sonra­
4

ranlıklardan aydınlığa; tüm övgülerin dır ki Allah isteyenin sapmasını dileye­


muhatabı olan, O her işinde mükemmel cek, isteyeni ise doğru yola yöneltecek­
olanın yoluna çıkarman için sana indirdi­ tir: 5
Zira her işinde mükemmel olan,
ğimiz bir vahiydir. 2 O Allah ki, gökler­
2 hükmünde tam isabet kaydeden O'dur.
de ve yerde olan her şey kendisine aittir. 5 Nitekim, Musa'yı da âyetlerimizle
(Kendilerini bekleyen) şiddetli cezadan "Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar
dolayı vay o kâfirlerin hâline! 3 Onlar ki, ve onlara Allah'ın (imtihan ve yardım)
sevgilerini dünya hayatına hasrederek günlerini hatırlat" diye göndermiştik. 6

onu âhirete tercih ederler; başkalarını da Çünkü bunda sonuna kadar sabreden ve
Allah yolundan çevirirler; dahası o (yolu) şükrünü eda etmek için var gücünü har­
çapraşık ve dolambaçlı göstermeye çaba­ cayan herkes için dersler vardır. 7

larlar. İşte onlar derin bir sapıklığa gö­


6 İşte o zamanlar Musa kavmine demişti
mülmüşlerdir. 3

ki: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatır-

1 İniş sürecinde ilk geçtiği 7/Kalem Tin notu­ sat açık ve net olarak anlaşılmaktır. Zira vah­
na bkz. yin indiriliş amacı, ancak anlaşılmasıyla ger­
2 Vahyin akla nisbeti, ışığın göze nisbeti gibi­ çekleşir.
dir. Işıksız kalan göz de, vahiysiz kalan akıl da 5 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 69/Yûnus:
kördür. Vahyin maksadı akılları bilinçaltının 25; 58/Ra'd: 27; 97/Nûr: 21, notlar.
karanlığından bilinç semasının aydınlığına çı­ 6 Hatırlamak genellikle geçmişte kalıp unu­
karmaktır. Bilinç semasının güneşi ise vahiy­ tulmuş şeyler için kullanılır. Âyetin son cüm­
dir. Bu âyet cahiliye aklını "karanlık" olarak lesi de hatırlatma gerekçesi olarak "ders alma­
isimlendirmektedir. Bu yüzden vahyin hedef­ yı" gösterdiğine göre, hatırlatılması istenen
lerini, onun "karanlık" olarak nitelediği cahi­ şeyler geçmişe ilişkin olmalıdır. Âyetin bağla­
liyye insanının bilgi ve birikimiyle sınırla­ mı da bunu desteklemektedir. Bunlar, hem İs-
mak, Kur'an'la çelişen bir yaklaşımdır. râiloğullarmm özel tarihinde hem de onların
3 Krş. 56/A'râf: 45, 86, 70/Hûd: 19. Allah'ın bilgisi dahilinde olan bölge insanının genel ta­
dosdoğru yolunu eğri büğrü, çapraşık ve do­ rihinde yer alan inişler ve çıkışlar, alçalışlar
lambaçlı göstermenin her türünü kapsar. Bu­ ve yükselişler, yenilgiler ve zaferler olmalıdır.
nun bir türü cepheden saldırı yöntemiyle dini Bununla birlikte âyetin kastettiği "Allah'ın
hayattan dışlama amacıyla yapılır, bir başka günleri "nin, kıyamet ve sonrasındaki hesap
türü de sûret-i haktan görünerek sahte kutsal­ günü olarak anlaşılması da mümkündür (Krş:
lık icadı yoluyla yapılır. 85/Câsiye: 14). Son tahlilde âyet Allah'ın za­
4 Peygamberlerle gönderilen mesajın gönderil­ mana müdahil oluşunu, Allah'tan bağımsız
dikleri toplumların diliyle olmasının gerekçe­ bir gelecek tasarımının mümkün olamayacağı
si dikkat çekicidir: "..mesajı onlara açık ve net ebedi gerçeğini haber vermektedir.
olarak iletsin". Burada vahyin beşer diliyle in­ 7 Şekûr kalıbına verdiğimiz bu mananın gerekçe­
dirilmesinin maksadı verilmektedir. O mak- si ve referansı için bkz. 93/Teğabün: 17, not 22.
Nûzûl: 65 Mushaf: 14 ı ; < g > < t , 65/İBRAHÎM SÛRESİ t 1 > < g > > 359

layın; hani O sizi Firavun yönetiminin başka kimse bilmez.


elinden kurtarmıştı? Onlar size işkence­ Elçileri onlara hakikatin apaçık delille­
nin en bayağısını reva görüyorlar, oğulla­ riyle gelmiş, onlar ise nimeti teperek
rınızı öldürtüp kadınlarınızı sağ bırakı­ (sözlerini) ağızlarına tıkmışlar 11
ve "Şu­
yorlardı. Bu yaşananlar, içerisinde Rab-
8

nu aklınıza koyun ki biz sizinle gönderi­


binizden size gelen ağır bir sınavı barındı­ lenleri reddediyoruz; zira biz, davet etti­
rıyordu. 7 Hani Rabbiniz size şunu du­ ğiniz şeye dair şüphe içindeyiz" demiş­
yurmuştu: "Eğer şükrederseniz size (olan
lerdi; mütereddit bir h â l d e . . . 12

nimetimi) artırırım, yok eğer nankörlük


9

10 Elçileri onlara "Gökleri ve yeri var


ederseniz iyi bilin ki m a h r u m i y e t i m 10

eden Allah hakkında kuşku h a ? " dediler;


pek şiddetli olacaktır."
"O sizi günahlarınızdan arındırıp bağışla­
8 Ve Musa dedi ki: "Siz ve yeryüzünde
maya ve sizin (hâk ettiğiniz cezayı) belir­
bulunan herkes topyekûn nankörlük et­
li bir süreye kadar erteleyerek, sizleri
seniz bile, şunu unutmayın ki Allah öv­
(tevbe etmeye) çağırıyor.
gülerin tümü kendine mahsus olup kendi
Onlar şöyle cevapladılar: "Siz de bizim
kendisine yeten yegâne zâttır.
gibi ölümlü bir insandan başkası değilsi­
niz. Siz bizi babalarımızın öteden beri ta­
9 SİZDEN öncekilerin haberi size gelme­
pa geldiği şeylerden vazgeçirmek istiyor­
di mi? Nûh, 'Âd ve Semud kavimlerinin
sunuz. Madem öyle, bize apaçık bir bel­
ve onlardan sonra gelenlerin (uğradıkları
felaketin gerçek mahiyetini) Allah'tan ge 13
getirsenize!"

8 Oğullar ve kadınlara dair bir açıklama için çok farklı şekillerde anlaşılabilir. Nitekim Râ­
bkz. 56/A'râf: 127, not 72. zî bu ibareyi tam 10 farklı şekilde okumuştur.
9 Nimetin şükrünü eda için kadrini idrak ge­ 12 Murib için bkz. 114/Tevbe: 110, not 140.
rekir. Bir nimetin kadrini lâyıkıyla idrak de o Şekk ile farklılığı için bkz. 76/Sebe': 54, not
nimeti vereni bilmekle olur. Her nimetin şük­ 70. Burada soru şudur: murib, neden niteleye­
rü kendi cinsindendir. Ve şükür insanın neye ni olduğu şekkfin hemen ardından değil de, in­
daha çok değer verdiğinin göstergesidir. Zira karcıların ağzından nakledilen sözün sonunda
neye çok şükrediyorsanız onun artmasını isti­ gelmiştir? Kelimeyi inkarcıların cümlesine
yorsunuz, neye değer veriyorsanız ona çok dahil ederek "biz tereddütlü bir kuşku içinde­
şükrediyorsunuz demektir. yiz" şeklinde anlamak, çelişkilerini ele veren
10 Azâo'ın kök manası olan "mahrumiyet" bir itiraf olacağı için isabetli değildir. Dahası
için ilk kullanıldığı 7/Kalem 33 ve 29 nolu no­ böyle yaptığımız takdirde, birlikte bir sıfat
tuna bkz. tamlaması oluşturduğu sekişten ayrılıp âye­
tin sonuna iliştirilmesinin anlama yaptığı kat­
11 Ya da lafzen: "ellerini ağızlarına koyarak".
kı zayi olmaktadır. Çevirimiz, onların inkâr­
Yed mecazen "nimet" manasına gelir (Zemah­
larını dile getirirken içlerinde sakladıkları te­
şerî). Buna göre vahiy Allah'ın nimetlerinin
reddütlü hâlin, vahyin kaynağı tarafından ifşa
kaynağıdır. Onlar başta vahiy olmak üzere
edildiği sonucuna ulaştırmayı amaçlar.
peygamberlerinin uyarı ve nasihatlerini ağızla­
rına tıkmakla nimeti geri tepmişlerdir. Tercih 13 Sultan, kök mana olarak hem "kesin delil,
ettiğimiz anlam, ibarenin bu deyimsel karşılı­ belge, gerekçe" hem de "şiddet, güç, kuvvet,
ğıdır. İbare, zamirlerin merciine bağlı olarak keskinlik" mânasına gelir [Lisân). Buna göre
360 65/İBRAHİM SÛRESİ % , « ^ 3 ^ , Nüzul: 65 Mushaf: 14

11 Peygamberleri onlara şöyle cevap ver­ didimden korkan kimselere hastır.


di: "Evet, biz de yalnızca sizin gibi ölüm­ 15 Ve (mü'minler) önlerinin açılmasını
lü birer insanız, ama Allah kullarından niyaz ettiler.
dilediği kimseyi de nimetlendirir,- üstelik
İnatçı zorbaların tümü ise dünyada yıkı­
Allah'ın izni olmaksızın size (bu konuda
lıp gittiler. 16 Onun da ötesinde cehen­
mucizevi) güçte bir belge sunmak da bi­
nem vardır,- onlara orada iğrenç 16
bir sıvı
zim üstümüze vazife değildir. Ne ki yü­
14

sunulacaktır. 17 Onu (yutmak için) yut­


rekten inananlar yalnızca Allah'a güve­
kunacak fakat bir türlü yutamayacaktır.
nip dayanmalıdırlar. 12 Hem bize yolları­
Derken ölümfden beter bir hâl) her yan­
mızı bulmada rehberlik ettiği hâlde, Al­
dan gelip onu kuşatacak, ne ki o ölüm
lah'a neden güvenip dayanmayalım ki?
imkanından mahrum olacaktır. 17
Ve
Ve elbette sizin bize çektirdiğiniz eza ce­
onun da ötesinde, çok daha ağır bir azap
faya rağmen direneceğiz: sağlam bir daya­
onları bekleyecektir.
nak arayan herkes de sadece Allah'a gü­
venip dayansınlar!" 18 Rablerini inkârda direnenlerin yapıp
ettikleri (iyi şeyler), fırtınalı bir günde
13 Sonunda inkârda direnenler peygam­
rüzgarın haşince saçıp savurduğu küle
berlerine (iki seçeneğiniz var) dediler: " Y a
benzer; onların eline kazandıklarından
sizi yurdumuzdan sürüp çıkarırız, veya
hiçbir şey g e ç m e z . 18
Bu işte budur telafi­
bizim inanç sistemimize dönersiniz!" 15

si mümkün olmayan büyük kayıp. 19

Bunun ardından Rableri kendilerine şöy­


le vahyetti: "Zalimleri kesinlikle helak 19 GÖRMEZ misin ki Allah, gökleri ve
edeceğiz,- 14 onların ardından (boşalan) yeri mutlak hakikate (bir atıf olsun diye)
yere sizi yerleştireceğiz." amaçlı ve anlamlı olarak yarattı. (Dola­
20

İşte bu (son), Benim makamımdan ve teh- yısıyla) eğer dilerse sizi topyekûn ortadan

"gücü meşrulaştıran, gücü karşısında baş eğ­ leri çağırın!" (40/Furkan: 14) Çevirimizin ge­
diren delil" anlamı çıkmaktadır. Çevirimizin rekçesi, nefyin haberinin bâ ile gelmesidir.
gerekçesi budur (Farklı bir vurgu için bkz. 18 Zımnen: Allah'tan yoksun eylem anlam ve
68/lsra: 65, not 88). amaçtan yoksun eylemdir; tıpkı kül gibi işi
14 Mâ kâne li... kalıbı için bkz. 71/Yusuf: 76, bitmiş bir atıktır; savrulmaya açıktır.
not 76. 19 Dalal, "sapma" anlamının yanında "yitme,
15 İnanca karşı zorbalığın tarihte yaşanmış fakat kaybolma" anlamını da içerir {Lisân ve Tâc).
tarihte kalmamış bir örneği (Krş: 56/A'râf: 88-89). 20 Lafzen: "hakikatle". Bi'l-hakk, Kur'an'da
ilâhî eylemi niteleyen olarak geldiği bir çok
16 Zımnen: Zira kendileri Allah'ın emanet et­
yerde hem eylemin (burada "yaratma") mü­
tiği pırıl pırıl hayatı iğrenç hâle getirdiler. "Yüz
kemmelliğini, hem öznenin (Allah) mutlaklı-
çevirmek ve geri dönmek" manasındaki sadde
ğını, hem de nesnenin (gökler ve yer) amaçlılı­
köküne nisbet edilen sadîd, "bir yaradan taşan
ğını ve anlamlılığını ifade eder. Çünkü O, hiç­
kanla karışık irin" manasına gelir (İbn Fâris).
bir şeyi amaçsız yaratmamıştır (Âl-i Imran:
Çevirimiz bu içeriği yansıtmayı amaçlar.
191). Zıddı bâtıl'dır ve bâtıl "anlamsızlık ve
17 Bkz. "Yoo, bugün yok olmak için bir tek amaçsızlığa" delalet eder (Bkz: 79/Enbiya: 18
ölümü çağırmayın, yok olmak için tüm ölüm- ve 59/Tûr: 35). Kelimenin başındaki bâ edatı
kaldırır, yerinize yepyeni bir varlık t ü r ü 21
22 Ve hüküm kesinleşip iş bitince Şeytan
getirir: 20 bu Allah için erişilmesi güç bir dedi ki: "İşte hakikat: Allah size gerçek­
şey de değildir. 22
leşmesi kesin olan bir söz vermişti, ben
21 Derken, (hesap günü) toptan Allah'ın de size söz vermiştim: fakat size verdi­
huzuruna çıkmışlardır. Ve altta kalan za­ ğim sözü tutmadım. Zira benim sizin

yıflar 23
büyüklük taslayanlara diyecekler üzerinizde yaptırım gücüm bulunma­

ki: "Sahiden biz zamanında size uymuş­ maktaydı. Ne var ki sizi sadece davet edi­
yordum, siz de benim davetime yumulu­
tuk; şimdi siz Allah'ın azabından bir şeyi
yordunuz. Dolayısıyla beni suçlamayın,
bizden savabilecek durumda mısınız?"
asıl kendinizi suçlayın! Ne ben sizin im­
Onlar cevap verecekler: "Eğer Allah bize
dadınıza yetişecek durumdayım, ne de
bir yol gösterseydi, biz de size kılavuzluk
siz benim imdadıma. İşin gerçeği ben, si­
ederdik; inleyip sızlasak da (başımıza ge­
zin daha önce beni Allah'a ortak koşma
lene) sabretsek de, bizim için hepsi bir:
girişimlerinizi de zaten (baştan beri) be­
artık bizim sığınacak bir yerimiz y o k ! " 2 4

nimsememiş tim ! 2 5

hem "gerekçe", hem "bağlantı ve atıf", hem ne mani değildir. Zira fiil bâ ile geçişli yapıl­
de "aracılık" ifade eder. Parantez içi açıklama­ mıştır {Furûk, s. 28).
mız, edatın bu muhtevasını çeviriye yansıt­ 22 Aynı ibarenin benzer bir bağlamda kulla­
mak içindir. Gökleri ve yeri birer âyet olarak nılmasıyla ilgili bkz. 42/Fâtır: 16-17.
niteleyen sayısız âyet, onların Mutlak Var-
23 Lafzen: Mustaz'aflar. Kur'an'da sözü edilen
lık'a atıf yapan birer gösterge oluşlarına dik­
üç tip mustaz'af için bkz. 76/Sebe': 31, not 48.
kat çekmektedir. Göstergenin gösterdiği haki­
Bu âyettekiler kınanan mustaz'aflardır. Bunla­
kati görebilmek, ancak varlığa amaçlılık pen­
rın belirgin vasfı ikidir. Birincisi: sırf sorumlu­
ceresinden bakmakla mümkündür. İşbu ne­
luktan kaçmak için haklarından vazgeçerler.
denle Zemahşerî "hakikatle" ifadesini "hik­
İkincisi: kazara ezilmekten kurtulsalar, ken­
metle, doğru bir amaç ve muhteşem bir iş
dileri de başkalarını ezerler.
için... O onları amaçsız ve keyfi olarak yarat­
madı" şeklinde açıklar. 24 Mahîs: mastar olarak "kurtuluş, kaçış",
ism-i mekân olarak "sığınak" manasına gelir.
21 Ya da: "yepyeni bir toplum" (Krş: 42/Fâtır:
16-17). Halk, "insan nesli, insanlık" manasına 25 Yani: Ey şirk koşanlar! Siz böyle yapmak­
geldiği gibi "var etme ve varlık" manasına da la beni tanrılık makamına çıkardınız, fakat
gelir. Her iki anlamıyla da bu ilâhî uyarı, tüm ben sizin bana olan bu teveccühünüzü karşı­
insan soyunun bir başka varlıkla takasına yö­ layamazdım. Doğal olarak beni nankör duru­
nelik gibi gözükmektedir. Hitabın insan soyu­ muna düşürdünüz. Vahiy, mü'min muhata­
nun tümünü kapsadığı, âyetin girişinden anla­ bında doğru bir Şeytan tasavvuru inşa eder.
şılmaktadır. Ayrıca, aynı tür içerisinden daha Bu tasavvurda Şeytan insanın ötekisi ve ger­
küçük ölçekli bir değiş-tokuşun kastedildiği çek düşmanıdır. Şeytan varken insanın ille de
Mâide: 54'te halk değil kavm kullanılmakta­ ötekileştirecek başkaca bir düşman araması­
dır (Ayrıca krş. 104/Nisâ: 133). İbarenin yapı­ na gerek yoktur. Burada da görüldüğü gibi
sı, silinen toplumun kökünün kazınmasını Şeytan Allah'ın hasmı olamaz. Bu şirktir
değil, üzerinin çizilip onların yerine başkaları­ (Âyet 30). O sadece Allah'a asi olmuş zavallı
nın getirilmesini ifade eder. Bu ceza her iki bir mahluktur, insan üzerinde etkin bir gücü
toplumun da eş zamanlı olarak mevcudiyeti- yoktur (Krş: 72/Hicr: 42; 68/lsra: 65). Onun
Elbette zalimleri, can yakıcı bir azap bek­ rır: çünkü Allah dilediğini yapar. 27

lemektedir. 26

23 Fakat iman eden ve o imana uygun iş 28 GÖRMEZ misin Allah'ın nimetini

işleyen kimseler, zemininden ırmaklar limitsiz bir nankörlükle takas edenleri?

çağlayan cennetlere buyur edilecekler. Ve toplumlarını sürükleyenleri tükeniş

Onlar orada Rablerinin izniyle ebedi ka­ diyarı olan 29 cehenneme? (Evet) oraya

lacaklar. Onlar orada (birbirlerine şöyle) varıp dayanacaklar: Ama orası ne berbat

mukabele edecekler: "Mutluluklar!.." bir ikametgahtır!


30 Allah'a, O'nun yolundan saptırmak
24 ALLAH'IN güzel bir söze nasıl bir için eşdeğer rakip güçler tasavvur etti­
benzetme yaptığını görmez misin? O, kö­ ler. 28

kü (yerde) sabit, dalları göğe uzanan alım­ De ki: "Geçici arzularla oy alana durun,
lı bir ağaç gibidir; 25 Rabbinin izniyle o nasıl olsa varacağınız yer ateş olacaktır!"
her mevsim ürün verir.
31 İmanda sebat gösteren kimselere söy­
İşte Allah belki öğüt alırlar diye insanla­ le: hiçbir pazarlığın, hiçbir dostluğun fay­
ra böyle misaller veriyor. da vermediği gün gelip çatmazdan önce
26 Çirkin bir söz ise, (ekili olduğu) yer­ hakkını vererek namaz kılsınlar, kendile­
den kökten sökülüp çıkarılmış (kendi ba­ rine verdiğimiz nimetlerden -gizli ya da
şına) ayakta duramayan zavallı bir ağaç açık- infâk etsinler.
gibidir... 32 (Unutmayın ki) Allah'tır gökleri ve
27 Allah inanıp güvenen kimseleri sabit, yeri yaratan; gökten suyu indiren ve
sağlam bir sözle hem dünyada hem de onunla size rızık olması için ürünler çı­
âhirette sapasağlam (dimdik ayakta) tu­ karan; ve Kendi emriyle denizde yüzen
tar; ve Allah zalimlerin ayaklarını kaydı- gemileri sizin yararlanmanız için (bir ya­

insan üzerindeki tüm tasarrufu, insanın ken­ tır: Kökü olan ve olmayan; veya bir mesnede
disine transfer ettiği irade ile kaimdir. Bir baş­ sahip olan ve olmayan. Zımnen: Söz etkisini
ka ifadeyle; Şeytan'ın insana karşı kullandığı kendisinden değil kaynağından alır. Vahyin in­
tüm cephaneyi ona yine insan verir. Dolayı­ san tekini ve toplumlarını değiştirme ve vic­
sıyla, insandan sadır olan kötülüklerin suçlu­ danları harekete geçirme gücünü nerden aldı­
su aynadaki görüntüler değil, o görüntünün ğını merak ediyorsanız, o kelamın geldiği ilâhî
gönüllü seyircisi olmakla kalmayıp Allah'ın kaynağa bakınız (Ayrıca sûrenin girişine bkz.)
verdiği aklı kullanmayan ve iradesini Şeytana 28 Endaden kelimesi rakip ve düşman eşe de­
transfer ederek yerine vehmi koyan insandır. lalet eder (Bkz: 81/Fussilet: 9, ilgili notlar). Bu­
Bu yüzden Râzî insanın arzu ve tutkularını radaki sapma, Şeytanın ya da başka soyut-so-
temsil eden hevâ için eş-şeytânu'l-'aslî (aslî mut varlıkların kötülük ilâhı olarak tasavvur
şeytan) der. edilmesine bir atıftır (âyet 22). Doğaldır ki, bu
26 Bu cümlenin Allah'a atfedilmesi bize daha durumda kötülüğün yaratıcısı olarak görülen
makul göründü (Krş: Zemahşerî). varlık, zıt bir işlevle de olsa, Allah'a rakip ilan
27 Bu pasaj yalnızca sözün gücüne hasredil­ edilmiş demektir. Bu tür bir Şeytan tasavvuru
miştir. İlâhî kelam olan vahiy, tüm sözleri çı­ tevhidden ciddi bir sapıştır (Bkz: âyet 22, not
kış noktalarından yola çıkarak ikiye ayırmış- 25).
Nüzul: 65 Mushaf: 14 ı y ^L^<< * 65/İBRAHİM SÛRESİ 363

saya) tabi kılan,- ve nehirleri siz yararla-


29
Artık insanların gönüllerini onlara mey­
nasmız diye (bir yasaya) bağlayan,- 33 yi­ lettir,- onları bereketli ürünlerle rızıklan-
ne sizin yararlanmanız için (bir yörünge­ dır umulur ki onlar da (bunun) şükrünü
;

de) devinip duran güneşi ve ayı (yasalara) eda ederler!..


tabi kılan; yine sizin için geceyi ve gün­ 38 "Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen bizim giz­
düzü (yasalarına) âmâde kılan,- 34 ve iste­ lediklerimizi de açığa vurduklarımızı da
yebileceğiniz her türlü şeyden (yararınıza bilirsin: Zira yerde ve gökte olan hiçbir
olanları) size veren... şey Allah'a gizli kalmaz!
Ve eğer Allah'ın nimetlerini 30
saymaya
39 "Her tür övgü ve sena, yaşlılığıma rağ­
kalksanız baş edemezsiniz. Şu da bir ger­
men bana İsmail ve İshak'ı bahşeden Al­
çektir ki, insanoğlu zulme pek yatkın
lah'a aittir. Gerçekten de benim Rabbim
olup nankörlüğünde hayli ısrarcıdır. 31

duaları işitendir: 40 (Öyleyse) ey Rabbim!


Beni ve neslimden gelenleri ibadet ve
35 BÎR ZAMAN da İbrahim "Rabbim!" kulluğun hakkını verenlerden kıl; ve
demişti, "Bu beldeyi güvenlikli kıl; ben duamı kabul buyur ey Rabbimiz!
ve çocuklarımla birlikte hepimizi putlara
41 "Rabbimiz! Beni, ebeveynimi ve tüm
tapmaktan uzak tut! 36 Rabbim! Çünkü
inananları hesapların verileceği gün affet!"
o putlar insanlardan bir çoğunu saptırdı­
lar: 32
Artık kim bana uyarsa işte o ben­
42 SEN, zalimlerin yaptıklarından Allah'ı
dendir; kim de bana karşı çıkarsa biliyo­
habersiz sanmayasm. Ne var ki O onları,
rum ki Sen tarifsiz bir bağışlayıcısın, eş­
sadece gözlerin yuvalarından fırlayıp bir
siz bir merhamet kaynağısın!
noktada donakaldığı 34
bir güne ertele­
37 "Rabbimiz! İşte ben, neslimden bir
mektedir. 43 (O gün) onlar arkaya kaykıl­
kısmını ekip-biçmeye elverişsiz bir vadi­
mış 35
başları, yuvalarına bir türlü dönme­
ye, Senin Mukaddes Beytinin yanma yer­
yen fırlamış bakışları ve tamtakır yürek-
leştirdim. Ey Rabbimiz, (bunu) kullukla­
leriyle panik içinde seğirtip dururlar. 36

rını yerine getirebilsinler diye (yaptım)! 33

29 Veya lekum'deki lâm sebep değil de sıla ka­ log açıklıyor: Hacer sordu: "Bizi kime emanet
bul edilirse: "sizin emrinize tabi kılan". Tes­ ediyorsun?" İbrahim cevapladı: "Allah'a!" Ha­
hir için ilk geçtiği 55/Sâd 18'e bkz. cer dedi: "Öyleyse sorun yok: O bize yeter!"
30 Lafzen: "nimetini". Kuraldır: Mastar mu- 34 Teşhasu: "(Göz) dikilir". Korku, kaygı ve
zaf olursa tekiline çoğul manası verilebilir. dehşetten gözlerin fırlayacakmış gibi olup ba­
31 Bu âyetler "Açlık evrensel ihtiyaç sınırsız­ kışların sabitlenmesi (Zemahşerî).
dır" diyen kapitalizmin aksine, "rızık evren­ 35 Mukni'î ruûs, bir çok ilk müfessir ve dilci­
sel nimet sınırsızdır" der. ye göre "başları yukarı kaldırmak", bir başka
32 Zımnen: Tevhid yoksa hidayet yok, hida­ ifadeyle "başların enseye düşmesi"... Bitmiş-
yet yoksa hiçbir şey yok. liğin resmi. Nadir kullanımlarda "nadir keli­
meye nadir karşılık" kuralı gözetilmiştir. Bu­
33 Lâm, o vadide iskanın gerekçesini ifade
eder. O ıssız vadiye bırakılan iki kişiden biri radaki "kaykılmış" ve bir sonraki "seğirtme­
genç bir anne olan hicretin gelini Hacer, diğeri nin" gerekçesi budur.
de yavrusu İsmail idi. Her şeyi şu küçük diya- 36 Muh tı'ih'in bakışları değil, "panik içinde
44 Bu yüzden, başlarına azabın geleceği ma ki Allah, herkese yaptığının acısını
gün için insanları uyar. Zalimler (o gün] tattıran 37
yüceler yücesidir.
diyecekler ki: "Rabbimiz! Bize kısa bir 48 O gün yer başka bir yere, gökler ise
süre daha tanı da, senin çağrına katılalım (başka göklere) dönüştürülür,- ve her şe­
38

ve elçilere tabi olalım!" ye egemen biricik güç olan Allah'ın hu­


(Onlara denilecek ki): " N e oldu? Daha zuruna çıkarlar,- 49 ve sen günahkarları
39

önceki (hayatta), sizin için herhangi bir o gün zincirlerle birbirlerine bağlı olarak
tükenişin olamayacağına yemin edip dur­ görürsün. 50 Onların giysileri katrandan­
muyor muydunuz? 45 Üstelik siz, kendi­ dır; 40
suratlarını ise ateş yalazı bürüye-
lerine zulmedenlerin yurdunda yaşıyor­ cektir.
dunuz,- dahası onlara nasıl muamele etti­
51 (İşte bu), Allah'ın her bir cana kendi
ğimiz size açıklanmıştı; ve size örnekler
kazandığının karşılığını verdiği içindir;
de göstermiştik. elbette hesabı (böylesine) seri gören sade­
46 Ama onlar hilelerini sürdürdüler,- is­ ce Allah'tır.
terse onların hileleri dağları yerinden oy­
natmayı vaad etsin, yine de hileleri bütü­ 52 BU, insanlık için bir mesajdır: Artık
nüyle Allah'a ayandır. onunla uyarılsınlar ve bilsinler ki biricik

47 İşte bu yüzden, asla Allah'ın elçilerine ilâh O'dur: nihayet derin kavrayış sahibi
olan vaadinden cayacağını sanma! Unut­ olanlar, bunu hatırdan hiç çıkarmasınlar!

seğirtmeyi" ifade ettiği bağlamdan anlaşıl­ 40 Katırân, ebhel adı verilen sabin ardıcı/kara
maktadır (Ebu Ubeyde ve Zemahşerî). ardıç'tan elde edilen bir tür reçinedir. Bu reçi­
37 İntikam'm deyimsel karşılığı, kişinin yap­ ne kaynatıldıktan sonra uyuz develere sürü­
tığını yanına kar koymamaktır (Krş: 77/Zü­ lür, çok yakıcı olmasından dolayı deve bu has­
mer: 37, not 41). talıktan kurtulurdu. Bazen aşırı kullanıldığın­
da hayvanın dokularına nüfuz ederek o bölge­
38 Vahiyden başka hiçbir yerde bulamayacağı­
yi yakıp kavururdu. Koyu renkte ve pis koku­
mız bu müthiş malumat iki manaya gelebilir:
lu olup ateşte çok çabuk yanma özelliğine sa­
Ya mevcut yerin ve göğün yerini farklı bir bo­
hiptir [Keşşaf]. Râzî bu âyeti açıklama sade­
yutta başka bir 'yer' ve 'gök' alacak; ya da mev­
dinde şunları söyler: "Ruh, ulvi âlemden ve
cut yer ve gökler başkalaşım geçirecek (Krş:
yüceliğin insan idrakini aşan boyutundan par­
62/Kehf: 47; 44/Tâhâ: 106,- 50/Vâkı'a: 3). Teb­
layıp ışık saçan bir cevherdir. Beden adeta bu
dil kelimesinin delaleti birincisini teyit eder
ruhun elbisesi gibidir. Ruhun maruz kaldığı
[Tağyirden farkı için bkz. 68/İsra: 77, not 99).
bütün acı ve elemlerin nedeni sadece bu be­
39 Üstte insan eliyle yapılmış düzenlerin ze­ dendir. Bu yüzden bedenin ruha yanaşıp onu
vali, burada ise insana âmâde kılınmış koz­ yakması söz konusudur. Nitekim şehvet, hırs
mik sistemin zevali dile geliyor. Âyetin so­ ve öfke de ruh cevherine beden (arazından) do­
nundaki esma, aynısının geldiği bir başka âye­ layı sirayet etmiştir. Bu beden kesif, katı, bu­
ti hatıra getiriyor. Allah soracak: "Bugün mut­ lanık ve karanlık olduğu için ruhun ışığını
lak iktidar kime aittir?" O'na Ondan başka ce­ gizlemiştir. Kokma ve kokuşmanın nedeni de
vap veren bulunmayacak: "Elbet mutlak oto­ bedendir. Bu yüzden beden katrandan gömlek­
rite olan tek Allah'a!" (78/Mü'min: 16). lere benzer." (Te/sirXIX, 117).
" S a f saf dizenler/dizilenler" anlamındaki Sâffât adını ilk âyetinden alır.
Mekke'de inmiştir. Sûre t ü m nüzul tertiplerinde E n ' â m - L o k m a n arası­
na yerleştirilir. Fakat bu sûrenin 62. âyetini Duhan 4 3 ' e yapılan itiraza ce­
vap olarak, yine İsrâ 60. âyeti de bu sûrenin 6 2 . âyetine atıf olarak o k u m a k
mümkündür. Bu takdirde sûreyi Duhân'dan sonra ve îsrâ'dan önceki bir ye­
re yerleştirmek gerekir. Fakat bu takdirde Duhân'ı H â - M î m ailesinden ko­
parmak gerekecektir ki, bu da doğru gözükmemektedir. Bu noktada işin
içinden çıkamadığımı itiraf etmeliyim.

Allah'ın peygamberlerine yardım edeceğine dair vaadinin hatırlatılması bu


sûrenin çok zor bir zamanda indiğini düşünmemize yol açar (171-172). Bu
da takriben, henüz Akabe biatleriyle Medine umudunun yeşermediği 10.
yıl olmalıdır.

Sûrenin ana fikri âhirettir. 1-11. âyetler muhatabın dikkatini çekmeyi önce-
leyen Mekkî üslubun çarpıcı örneklerindendir. Kısa, vurucu ve etkilidirler.

Yasa bellidir: kötüler cezalandırılır, iyiler ödüllendirilir. Kötülerin kendile­


rine "atalar y o l u n u " referans göstermelerini boşa çıkarmak için Hz. İbra­
h i m örneği verilir. İlle de atalar yolu takip edilecekse imânın büyük atası
İbrahim'in yolu ne güne durmaktadır? Fakat onlar yanlış tercih yapmışlar­
dır: "onlar atalarını eğri bir yol üzere buldular; fakat şimdi o ataların izin­
den gitmeye can atıyorlar" (69-70). İyilerin ödülü dokuz peygamber özelin­
de ele alınır (74-148). Özellikle Hz. İbrahim ve kurban ederken gördüğü bi­
ricik oğlunun ağır sınavı ayrıntılı olarak bu sûrede verilir (100-105). A m a ç ,
bedelsiz ödül olmaz gerçeğidir: "İyileri Biz, işte böyle ödüllendiririz" (105).

T ü m sapmaların temelinde Allah tasavvurundaki sapma yer alır. Bu sapma­


nın başında ise, Allah'la doğrudan iletişimi yok eden şirk gelir. Görünür gö­
rünmez bir çok m a s u m varlığa Allah'a ait nitelikler yakıştırılır (149-166).
Oysa ki: "İzzet ve azamet sahibi Rabbin, insanların idrak evrenlerinin çok
ötesinde aşkın bir yüceliğe sahiptir" (180).

Sûrenin temasını sûrede en çok kullanılan muhlasîn kelimesi verir. Yani:


"imanını saf ve temiz t u t m a çabasını Allah'ın desteklediği kullar". T ü m
Kur'an'da 8 yerde geçen bu kelime bu sûrede t a m 5 kez kullanılmıştır.

Rabbim! Bizleri ihlaslı olan ve ihlas verilenler arasına kat!


RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 ŞAHÎT olsun sıra sıra dizenler ve dizi­ sınlar ve her yandan yüz geri edilsinler,- 9
lenler, 1
(dünyada) dışlansınlar ve (âhirette de) sü­
2 Vazgeçirip set çekenler, rekli bir azaba mahkûm olsunlar,- 10 an­ 7

cak bir (bilgi) kırıntısı kapanlar olursa,


3 Uyarmak için peş peşe gelenler... 2

onlar da delik deşik eden bir ateş koru­


4 Elbet, ilâhınızın bir tek olduğunda şüp­
nun pençesine düşsünler. 8

he yoktur,- 5 göklerin, yerin ve onların


arasındaki her şeylerin Rabbi,- ve bütün 11 ONLARDAN şu sorunun cevabını is­
doğuların Rabbi. 3

te: "Kendileri yaratılışça (takdir ettiği­


6 Şüphesiz Biz, yerin en yakın göğünü mizden) daha üstün ve güçlü müdürler,
yıldızların güzelliğiyle süsledik; 7 üste­
4
yoksa Bizim yarattığımız (ve çok iyi bil­
lik (onları) her isyankâr Şeytanın tasal­
5
diğimiz Şeytansı) birileri midir?" 9

lutundan koruduk, 8 ki yüce katın sakin­ Açık gerçek şu ki, onları konsantre bir
lerini dinleme (girişiminde) bulunama-
6
balçık türünden yaratan Biziz. 10

1 Sâffât, (t. sâffe), insan, melek ve kuş gibi ha­ şı" [el-haric 'ani't-ta'ah] anlamını da içerir.
reket yeteneğine sahip varlıklar için kullanılır Gaybi bildiğini iddia eden ve kendi kendini
(99/Saf: 4 97/Nûr: 41; 60/Mülk: 19). ilk üç
; gerçekleştiren kimi kehanetlerle insan irade­
âyette her çeşidiyle "itaatkar varlıkların" kas­ sini zaafa uğratan şeytanlar ve şeytansılar. el-
tedildiğini 165. âyet teyit etmektedir. Kasıt Mârid'in "soyutlayan, yalıtan, soyan" anlamı
vahyin kendisi de olabilir (Râzî). Bu durumda göz önüne alındığında, her tür kehanet teşeb­
vahiy benzer örneklerde olduğu gibi (42/Fâtır: büsünün "bilgiyi amacından soyutlamak", bir
31; 39/Yâsîn: 2) inşa edici bir özne olarak öne tür "hakikat hırsızlığına soyunmak" olduğu
çıkar. Sâffât hem "sıraya dizenleri", hem de anlaşılır.
"sıraya dizilenleri" ifade eder. Böylece şu an­
6 Yani: Melekler âlemini ve özellikle vahiy
lama ulaşılır: "Şahit olsun vahyin sıraya dizdi­
meleğini.
ği itaatkar kullar ve/veya kulları hizaya sokan
sıra sıra âyetler". 7 Krş. 56/A'râf: 18 ve 68/lsra: 39.

.2 Tâliyât Nasıl ki sâYbir amaca ulaşmak için 8 Sâkıb, "oyan, delik deşik eden, yakan, kal­
yan yana dizilmekse, tilvya da tilavet de "bir bura çeviren bir kor alev" (Lisân). Kelimenin
mâna oluşturmak için yan yana gelmek"tir. belirsiz olması, bu kor alevin gördüğümüzün
Katade bununla "vahyi okuyup izleyen kim­ dışında veya ender görülen şaşırtıcı mahiyeti­
selerin" kastedildiğini söyler (Taberî). ne delalet eder.
3 Meşânk, "güneşin doğum yerleri". Zımnen: 9 Zımnen: Şeytan ve tüm şeytansılar gibi, ya­
Vahiy güneşinin kaynağı bir fakat doğum yer­ ratılıştan gelen sınırlılıkları çoktan aştıkları­
leri, muhatapları, dilleri farklı farklıdır. nı, dolayısıyla ilâhi yasaların kendilerini bağ­
4 Lafzen: "gezegenlerin". Burada kastedilen lamadığını mı düşünüyorlar? Bu âyet "Allah
gök cisimlerinin kendileri değil ışıklarıdır. yarattığını bilmez mi?" (60/Mülk: 14) âyeti
Dolayısıyla "yakın gök" ifadesi, ışığı dünyaya ışığında anlaşılmalıdır. Parantez içi açıklama­
ulaşan* yıldızların bulunduğu tüm uzayı kap­ mızın gerekçesi budur.
sar. 10 insanın elementer kökeni için 80/Mü'mi-
5 Veya: "kontrol dışı". el-Mârid, "kontrol dı- nûn: 12, not 12.
12 Ama hayır, sen hayranlık ve şaşkınlık 29 (Diğerleri) "Asla" diyecekler, "Siz za­
duyarken, 11
onlar işin şakasındalar; 13 ten hiç inanmamıştınız! 30 Hem bizim
hatırlatıldığı zaman da öğüt almazlar; 14 sizi zorlayacak bir gücümüz de yoktu: bi­
ve bir âyet gördüklerinde küçümsemeye lakis siz küstah ve azgın bir topluluktu­
kalkarlar; 15 ve derler ki: "Açıkça bu, bü- nuz! 31 Fakat şimdi Rabbimizin sözü he­
yüjleyici sözjden başka bir şey değil: 16 pimizin aleyhine gerçekleşti: hepimiz
ne yani, biz ölüp gittikten, toza toprağa (yaptıklarımızın) acısını elbette tadaca­
karışmış bir iskelet halini aldıktan sonra ğız. 32 Fakat biz sizi (aldatmadık), açıkça
tekrar mı diriltileceğiz? 17 Yani, önden saptırdık; çünkü biz zaten sapıtmış kim­
giden atalarımız da m ı ? " 1 2
selerdik. 15

18 "Evet" de, " H e m de rezil rüsva bir hal­ 33 Şu halde onlar o gün azapta da ortak
de!" 19 Nitekim o (gün) bir tek sarsıcı ko­ olacaklar; 34 çünkü Biz suçu tabiat hali­
mut yankılanır: ve işte o an onlar bön ne getirenlere işte böyle davranacağız.
bön bakakalu; 20 ve "Eyvah! Bu, işte o 35 Şu bir gerçek ki, ne zaman kendilerine
Hesap Günü budur!" derler. "Allah'tan başka ilâh yoktur" denilmiş-
21 İşte bu, yalanlayıp durduğunuz (iyi ile se, mutlaka küstahça kibirlenmişler 36
kötünün) arasını ayırma günüdür: 22 ve " N e yani, şimdi kalkıp da mecnun bir
Toplayın bütün o zalimleri, onların tür­ şairin sözüne uyup ilâhlarımızı mı terk
deşlerini ve kulluk ettikleri her şeyi! 23 edelim?" demişlerdir. 16

Allah'tan başka her şeyi... Ve hepsini 37 Hayır! Bilakis o, hakikati getirmiş ve


gözleri fal taşı gibi açacak bir ateşe yön­ (önceki) elçileri tasdik etmiştir.
lendirin,- 13
24 ve onları orada alıkoyun: 38 Şu kesin ki siz, acıklı bir azabı hak et­
çünkü onlar sorgulanacaklar! tiniz,- 39 ve yaptıklarınızın dışında bir
25 (Denilecek ki): " N e oldu, neden birbi­ şeyle cezalandırılmayacaksınız.
rinize yardım etmiyorsunuz?" 26 Ama
40 Ancak, imanını saf ve temiz tutma ça­
hayır, onlar o gün Allah'a ister istemez
balarını Allah'ın desteklediği kulları ha­
teslim olacaklar. 27 Ve birbirlerine yöne­
riç: 41 işte onlar için (âhirette) belirlen­
17

lerek başlayacaklar hesap sormaya... miş bir rızık vardır; 42 lezzet kaynağı her
28 (Bir kısmı) şöyle diyecek: "Siz bize hep tür ü r ü n . . . 18
Zira onlar (tarifsiz bir) ikra­
sûret-i haktan görünerek yanaşırdınız." 14
ma mazhar olacaklar; 43 nimetlerle tıka

11 'Acibte fiilinin ikili anlamı gereği zımnen: 15 Zımnen: "peşimize takılırken bunu hesap
Allah'ın yaratışına hayranlık, buna rağmen in­ etmeliydiniz". Bu âyet, 28. âyetteki "aldatma"
karcıların direnişine şaşkınlık duyarken... suçlamasını red içindir (Krş: 65/İbrahim: 22).
12 18. âyet ışığında bu ibare, alttan alta baba­ 16 İlk inkarcı muhataplar şiir-kehanet ve şair-
larla yüzleşme korkusunu imâ eder. cin arasında zorunlu bir ilişki olduğunu düşü­
13 Cahim'in bu anlamı için bkz. 3/Müzzem­ nüyorlardı (Bkz: 51/Şu'arâ: 224, not 203).
mil: 12, not 13. 17 Muhlâsîn'in bu anlamı için bkz. 72/Hicr:
14 Lafzen: "sağdan gelirdiniz". Zaten min ye­ 40, not 31.
rine 'an gelmesi "suret-i haktan" yan anlamı­ 18 Fevâkih (t. fâkihe) için bkz. 39/Yâsîn: 55,
nı verir. not 39.
basa dolu olan cennetlerde; 44 muhteşem 54 (Sözüne devamla) sordu: "Onun halini
tahtlarda birbirlerini sevgi dolu gözlerle görmek ister misin?"
süzerek... 45 Aralarında kaynağından dol­ 55 Bunun üzerine bakar ve onu dehşet
durulmuş kadehlerle kendilerine servis verici bir ateşin göbeğinde görür. 56
yapılacak; 19
46 içenlere tarifsiz bir lezzet "Aman Allah'ım!" der, "Az kalsın beni
veren berraklıkta olacak; 47 ne zahmet de mahvedecektin! 57 Eğer Rabbimin
verecek ne de sarhoş edecek; 48 ve yanla­ yardımı olmasaydı, ben de burada tutu­
rında gözü dışarıda olmayan tatlı bakışlı lanlardan olmuştum! 58 (Cennet arka­
eşler; 20
49 sanki kumda gizlenmiş deve daşlarına yönelerek): "Biz bir daha asla
kuşu yumurtaları gibi kusursuz... ölmeyeceğiz, değil mi? 59 (Ölüm) sadece
50 İşte onlar da (berikiler gibi) birbirle­
21 şu ilk ölümümüzdü; ve biz artık asla aza­
rine yönelerek sualler soracaklar. ba uğratılmayacağız (değil mi)? 60 Evet
51 İçlerinden biri diyecek ki: "Bir zaman­ bu, işte budur muhteşem zafer!"

lar benim bir arkadaşım vardi; 52 bana, 61 Çalışıp çabalayanlar, işte buna benzer
"Sahi, sen gerçekten de onun doğruluğu­ bir akıbet için çalışmalılar.
nu tasdik mi ediyorsun?" derdi; 53 " N e 62 Şimdi konuğu böyle ağırlamak 22

yani, biz ölüp gittikten, toza toprağa ka­ iyidir, yoksa zehir zakkumla (ağırlamak)
rışmış bir iskelet halini aldıktan sonra mı? 2 3

hesap vereceğiz, öyle m i ? " (diye eklerdi).

19 Ke's, eşanlamlısı gibi duran fakat asla eşan­ yısıyla hem hayra nail olacaklar, hem yarara,
lamlısı olmayan kûb'den farklıdır. Ke's ille de hem de kesintisiz hazza...
dolu olan bardak/kadeh için kullanılır ve sa­ 20 Bu ibare hakkında bkz. 41/Rahmân: 56, not
dece camdan yapılanına denir (Se'alibî). Kûb, 37. Bir başka ifadesiyle: Yüzünde göz izi, gözünde
dolu veya boş, camdan, ağaçtan, topraktan ve­ yüz izi olmayan, gözü ve gönlü eşine dönük eşler.
ya metalden mamul her bardak için kullanılır.
21 Zımnen, 27. âyette yer alan: "Cehennem­
47. âyette kadehin içindeki içecekten iki şey
liklerin kendi aralarında yaptıkları gibi.."
nefyedilmiştir: zahmet ve sarhoşluk. Özellik­
le sarhoşluğun nefyedilmiş olması sunulan bu 22 Nuzulen, misafire verilen mükellef ziyafet
içeceğin sudan çok öte bir şey olduğunu göste­ ve ziyafet sofrasına verilen isim [Lisân). Vahyin
rir. Râzî'nin Ahfeş'ten nakline göre hem bar­ inişi de nüzul ile ifade edilmiştir. Zira vahiy,
dağa/kadehe hem de içindeki "içki"ye ice's de­ insanlığın önüne serilmiş bir gök sofrasıdır. O
nilir. Muhammed sûresinin 15. âyetinde, cen­ sofra, kendisinden beslenen insanın dizine der­
nette sunulacak bu meşrubat hamrin şeklinde man, gözüne fer, yüreğine ferman olarak yürür
belirsiz formla gelir. Bu da, dünyada bildiği­ ve sonu cennetle noktalanan zorlu yolu insan
miz "içki" türlerinden bir tür değil, asla tat­ ancak bu takviye/takvâ ile tamamlayabilir.
madığımız, akıl sır ermez mükemmel ve 23 Lafzen: "zakkum ağacıyla mı". Anlamı
muhteşem bir içecek olduğuna delalet eder. için muhtemelen Kur'an'da ilk geçtiği 84/Du-
Bu cennet içeceğine "şarap" [hamr) adının ve­ hân: 43'e bkz. Daha önce inen söz konusu âye­
rilmesi, dünyadaki içki yasağına uyan insanla­ te inkarcı muhataplar "Cehennemde ağaç mı
ra Allah'ın âhirette vereceği bir karşılık oldu­ bitermiş?" gibisinden itiraz etmiş olmalılar
ğunu beyan içindir. Yani dünyada hayra nail ki, özellikle 63. âyet buna bir cevap olarak in­
olmak için hazdan vazgeçenler, âhirette o haz­ miştir. Son söz edildiği İsra 60'ta "cehennem
zı mükemmel bir biçimde yaşayacaklar. Dola- ağacı" olarak geçer.
63 Şüphe yok ki Biz onu zalimler için bir
imtihan vesilesi kıldık: 24
64 Elbet o ce­ 75 DOĞRUSU, (onlardan biri olan) Nûh

hennemin ta orta yerinde yetişen bir ağaç­ da bizden imdat dilemişti; ve onun imda­

tır; 65 tomurcukları, yeleli yılanların baş­ dına derhal yetişmemiz de güzeldi: 76 zi­

ları gibi (albenili)dir; 66 ve onlar kesin­


25
ra onu ve (inanç) ailesini büyük bir ba­
31

direden kurtarmıştık; 77 onun (inanç) so­


likle ondan yemeye ve karınlarını onunla
yunu da baki kıldık: 78 geriden gelenle­
tıka basa doldurmaya mecburdurlar; 67
rin zihninde ona dair (örnek) bir hatıra bı­
sonra, onun üstüne bir de yürek dağlayıp
raktık: 79 Bütün milletler arasında Nuh'a
iç kaldıran bir kokteyli yudumlayacak-
selam olsun! 32

lar ;
26
68 neticede son durakları, elbet göz­
leri faltaşı gibi açan ateş olacaktır. 27 80 Elbet Biz, iyi olup güzel davrananları
69 Çünkü onlar sapık atalarının başlarına işte böyle ödüllendiririz,- 81 çünkü o, Bi­
sardığı geleneği izlediler; 28
70 fakat ken­ zim gerçek iman sahibi kullarımızdandı,-
dileri atalarının izinden akılsızca seğirti­ 82 nihayet (inkârda direnen) diğerlerini
yorlar! 29 boğulmaya terk ettik.

71 Doğrusu, onlardan öncekilerin çoğu


83 VE onun tarafında 33
saf tutanlardan
da sapmıştı. 72 Ve elbette onların arasına
biri de elbet İbrahim idi: 84 Hani o Rab­
da uyarıcılar göndermiştik: 73 dön de bir
bine arı duru bir kalp ile yönelmişti; 85 34

bak şu uyarılmış olanların akıbeti nasıl-


o zaman babasına ve kavmine şöyle de­
mış? 74 Bunun tek istisnası var: imanını
mişti: "Sizler nelere tapıyorsunuz böyle?
saf ve temiz tutma çabalarını Allah'ın
86 Ne yani! Allah'ı bırakıp da uyduruk
desteklediği samimi kullar! 30

24 Kur'an'da imtihan vesilesi kılınan diğer 26 Sadece burada kullanılan şevben, "karışım,
unsurlar için bkz. 68/lsra: 60, not 81. kokteyl" anlamına gelir (Râğıb ve Ferrâ).
25 Lafzen: "şeytanların başları". Devamı zım­ 27 el-Cahîm'i bu şekilde çevirimiz için bkz.
nen: "..fakat içinde ölümcül bir zehir barındır­ 91/Hac: 51, not 74.
maktadır". Araplar bir taç gibi başmda taşıdığı 28 ElfeVe [leffdden) ilişkin özgün çevirimizin
göz alıcı yelesiyle meşhur olan zehirli bir yılan gerekçesi için bkz. 94/Bakara: 170, not 316.
türüne [hayyetun lehâ 'urfun) Şeytan adım ve­
29 el-Har', "öndekine yetişeyim diye dengesiz
rirlerdi [Lisân ve Tâc krş. 8/Tekvir: 25, not 21).
}

Bir hadiste son derece tehlikeli olan bu "Şey­ ve düşüncesizce, yani çılgınca koşmak".
tanın görüldüğü yerde öldürülmesi emredilir. 30 Muhlasîriin bu anlamı için bkz. 72/Hicr:
Bizce burada, zehirli cehennem ağacının tomur- 40, not 31.
cuğuyla Şeytan adı verilen bu yılanın göreni 31 Ehl ile "inanç ailesi" kastedilmiştir. Açık­
hayrette bırakan yeleli başı arasmda bir benzer­ lama için bkz. 53/Neml: 57, not 60.
lik kurulmaktadır (Krş: Ferrâ ve Zeccâc). Göre­
32 Çağları aşarak gelen bu ilâhi selam, bu kıs­
ni büyüleyen bu zehirli cazibe, arkasmda ölüm­
saların amacını muhataba beyan içindir: Ki­
cül bir tehlikeyi saklamaktadır. Muhtemelen
min izinden gidiyorsan onu seç! Unutma: gök
çiçeHerinin kokusu ve görüntüsü güzel fakat
zehirli bir bitki türü olan Nerium Oleander cin­ kubbeye bırakılan her hoş seda baki kalır!
sine de, bu özelliği dolayısıyla "zakkum" adı 33 Şî'a için bkz. 88/Rûm: 32, not 41.
verilmiştir (Krş: 84/Duhân: 43, not 28). 34 Kalb-i selim için krş. 51/Şu'arâ: 89.
ilâhlara tapmakta ısrar mı ediyorsunuz? pın ve onu çılgınca yanan ateşin ortasına
87 Sahi siz, âlemlerin Rabbini ne zanne­ atın!" dediler.
diyorsunuz?" 98 Böylece ona zarar vermek istediler,
88 Ardından yıldızlara bir göz attı 89 ve ama biz onları rezil ettik.
"Ben rahatsızım!" dedi. 90 Bunun üzerine
35
99 Ve (İbrahim), "Ben Rabbime (kulluk
etrafındakiler, ondan yüz çevirip gittiler. edebileceğim bir yere) gideceğim, O ba­38

91 Derken o, onların putlarına usulca na yol gösterecektir" diyerek (şöyle yal­


yaklaştı ve " N e ! Yoksa (önünüze konu­ vardı): 100 "Rabbim! Bana erdemli bir
lanlardan) yemiyor musunuz?" dedi (ve (evlat) bağışla!" 101 Bunun üzerine ona
ekledi): 92 "Size ne oldu böyle, yoksa ko­ uyumlu ve olgun bir oğlan çocuğu müj­
nuşamıyor musunuz?" 93 Ve onların deledik. 39

üzerine abanıp bütün gücüyle vurmaya 102 Derken çocuk onun çaba ve tasasına
başladı. 35

ortak olacak olgunluğa eriştiğinde, (İbra­


94 Derken etraftan koşuşarak başına him) şöyle dedi: "Yavrucuğum! Kendimi
üşüştüler. rüyada seni kurban ederken görüyorum;
95 O dedi ki: "Elinizle yonttuklarınıza 37 bir bak bakalım, sen bu işe ne dersin?"
mı tapıyorsunuz? 96 Oysa sizi de yont­ (Oğul) "Babacığım!" dedi, "Sana emredi­
tuklarınızı da yaratan Allah'tır." leni yap; inşaallah beni sabredenlerden
97 Onlar "Onu (yakmak) için bir yapı ya- bulacaksın."

35 Muhtemelen tevriyeli bir ifade (Hz. Yu­ yine aynı kıssanın anlatıldığı Meryem 42'de
suf'a ait benzer bir ifade için krş. 71/Yusuf: de görülür.
23). Etrafındakiler onun yıldızlara bakarak
37 Yontulmuş heykellere delalet eder [nehhât
hastalanacağını okuduğunu sandılar. Fakat o,
"heykeltıraş").
kavmin bu yönelişinden duyduğu rahatsızlığı
dile getiriyordu. Tevriye, Allah'ın nebilerinin, 38 Krş. "Bana, Rabbime doğru yürüyen bir
zorda kaldıklarında başvurdukları bir söz söy­ muhacir olmak düşer" (89/Ankebût: 26).
leme yöntemidir. Peygamberler yalan söyle­ 39 Bu oğulun Ishak mı, İsmail mi olduğu tartı­
mezler. Zorda kaldıklarında tevriye sanatına şılmıştır. Yahudiler İshak olduğunu savunur.
başvururlar. Hz. İbrahim ve Hz. Yusuf'un baş­ Oysa ki Tekvin 22:2'de "biricik/ilk oğul"dan
vurduğu bu yöntemi hicret sırasmda Hz. pey­ söz edilir. "Biricik/ilk oğul"un İsmail olduğun­
gamber'in de kullandığını biliyoruz. Yolda da ittifak vardır. Bu durumda ilgili Eski Ahid
karşılaştıkları bir kafileye kim oldukları soru­ metnine "Ishak" adı somadan eklenmiş olma­
suna cevap olarak Allah Rasulü "sudan" ceva­
lıdır (Bkz: İbn Aşur). Her iki oğul da müjdelen-
bını vermişti. Bununla kendisi "Biz her canlı­
miştir. Fakat İsmail İbrahim'in duasına icabet
yı sudan var ettik" âyetine telmihte bulun­
olarak, İshak ise mucize olarak, ileride gelecek
muş, fakat güvenilmez muhataplar bunun bir
olan 112. âyette ayrıca Ishak'a yapılacak olan
kabile adı olduğunu sanmışlardı.
atıf "ismail'dir" diyenleri destekler mahiyette­
36 Lafzen: "sağ eliyle", mecazen: "bütün gü­ dir. 102. âyet Kurban edilen oğulun "sabreden­
cüyle". İmanın sahibine kazandırdığı celadet lerden" olmayı istediğini söyler. Enbiya 85'te
ve cesaret vurgulanıyor. Puta tapan insana de­ "sabredenlerden" olarak nitelenen üç peygam­
ğil tapılan nesneye vurması, suçluyu değil su­ berden biri de ismail'dir.
çu hedef alması anlamına gelir. Aynı incelik
Nûzûl: 66 Mushaf: 37 66/SÂFFÂT SÛRESİ 371

103 Sonunda o ikisi Allah'a teslimiyetle­ zulmeden d e . 43

rinin bir gereği olarak (vardıkları sonuca)


uydular ve (babası) onu yüzüstü yatırın- 114 DOĞRUSU Biz Musa'ya ve Harun'a
ca, 104 Biz kendisine "Ey İbrahim!" diye da lütuf ta bulunmuştuk: 115 o ikisini ve
seslendik: 105 "Artık rüyanı gerçekleştir­ onların kavmini büyük bir musibetten
miş bulunuyorsun!" 40 kurtarmıştık; 116 ve kendilerine yardım
Nitekim Biz, iyilik yapanları işte böyle etmiştik de, sonunda galip gelen onlar ol­
ödüllendiririz. muştu.

106 Hiç şüphesiz bu, elbet apaçık bir sı­ 117 Onlara (hakkı batıldan) seçip ayıran
navdı. 107 Ve Biz ona fidye olarak muh­ kitabı vermiş 118 ve o ikisini dosdoğru
teşem bir kurban verdik; 41
108 geriden yola yöneltmiştik. 119 Nihayet geriden
gelen herkesin zihninde ona ilişkin (ör­ gelen herkesin zihninde o ikisine ilişkin
nek) bir hatıra bıraktık: 109 Selam olsun (örnek) bir hatıra bıraktık: 120 Selam ol­
İbrahim'e! sun Musa ve Harun'a!
110 İyileri Biz, işte böyle ödüllendiririz. 121 İyileri Biz işte böyle ödüllendiririz.
111 Zira o, Bizim gerçek mü'min kulları­ 122 Zira onlar, Bizim gerçek mü'min kul­
mızdan biriydi. larımız arasındaydılar.
112 Bir de ona kendisi sâlih kullardan bi­
ri olan bir peygamberi, İshak'ı müjdele­ 123 ŞÜPHE yok ki İlyas da elçilerden bi­
dik; 113 dahası o n u 42
ve İshak'ı mübarek riydi. 44
124 Hani kavmine demişti ki:
kıldık: ama o ikisinin soyundan dürüst " N e o, sorumluluğunuzu idrak etme­
ve erdemli olan da var, kendisine açıkça mekte direnecek misiniz? 125 B a ' l e yal-
45

40 Rüyasını gerçekleştirmişti, çünkü rüyada şünü destekler.


"kurban etmiş halde" değil "kurban ediyor­ 43 Kutsallık kisvesine bürünmüş Yahudi ırk­
ken" görmüştü. Amaç oğlunu kurban etmesi çılığını red. Ayrıca krş. "Sözüm (senin soyun­
değil, Allah'a teslimiyetinin sınanmasıydı ve dan bile olsa) zalimler için asla geçerli değil­
sınavdan alnının akıyla çıkmıştı. Hz. İbrahim dir" (94/Bakara: 124).
bir "trajik kahraman" değil, tam teslim olmuş
44 Isrâiloğulları peygamberlerinden Elijah (I.
bir mü'mindi.
Krallar 17 ve II. Krallar 1-2). MÖ. 9. yüzyılda
41 Yani bir sonraki âyetle birlikte: Allah-in- Kral Ahab zamanında Kuzey israil krallığına
san ilişkisinde mesafe bulunduğu sahte duy­ gönderildi, ardından Elişa (Elyesa) geldi.
gusunun geçersizliğini ifade eden kurban iba­
45 Ba'l, Fenikelilerin en büyük erkek tanrısı.
detini teşri kılarak, İbrahim ve oğlunun anısı­ Muvahhid olan Isrâiloğullarınm Ba'l putuna
nı ebedileştirdik. tapma sürecinin kısa hikayesi şu: Kral Ahab
42 Buradaki zamir İbrahim'i de kurban olan bir adamın değerli arazisine el koydu. Hz. İl­
oğulu da gösterebilir. Devamında gelen tesni- yas bu zulme karşı çıktı. Kral "Sen benden ya­
ye zamirinde [min zurriyyetihima) kastedilen na değilsen ben de senden yana değilim" diye­
iki kişi ibrahim'in soyunu sürdüren iki oğul rek Allah'ı bırakıp komşu putperest kavmin
olmak durumundadır. Şu halde ilk zamirin İs­ putu Ba'l'e tapmayı emretti. Sözün özü, bu ib­
mail'i göstermesi daha makuldür. Bütün bun­ retlik olay, aslında "menfaatlerine tapma"nm
lar kurban edilen oğulun ismail olduğu görü- tipik bir örneğiydi.
372 66/SÂFFÂT SÛRESİ Nüzûl: 66 Mushaf. 37

varıp yakararak, Sanatkarların Mükem­ nunda, diğerlerinin tamamını kahrettik;


melini 46
göz ardı edeceksiniz, öyle mi; 137 ve siz onların mekânlarından gelip
126 Allah'ı, hem sizin hem de önden gi­ geçmektesiniz; her sabah 138 ve her ak­
den atalarınızın Rabbi olanı? şam...
127 Derken onu da yalanladılar,- bu yüz­ Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
den onlar elbette yargılanacaklar. 128
Ancak, Allah'ın inancını saf ve temiz tut­ 139 ŞÜPHE yok ki Yûnus da elçilerden
ma çabasını desteklediği samimi kullar 47 biriydi. 140 Hani o efendisinden kaçan
hariç. 129 Ve geriden gelen herkesin zih­ bir k ö l e 50
gibi ağzına kadar dolu bir ge­
ninde ona ilişkin (örnek) bir hatıra bırak­ miyle kaçmıştı. 141 Bunun ardından
tık: 130 Selam olsun İlyas ve onun takip­ kur'a çekilmiş ve hayatı kayıp (denize
çilerine! 48 atılmıştı). 142 Derken o derin bir piş­

131 İyileri Biz, işte böyle ödüllendiririz. manlıkla kıvranır bir haldeyken iri balık

132 Zira onlar, Bizim gerçek mü'min kul­ tarafından yakalanmıştı. 51


143 Fakat o

larımız arasındaydılar. eğer Rabbinin yüceliğini sürekli hatırda


tutan biri olmasaydı, 144 yeniden diriliş
133 ŞÜPHE yok ki Lût da elçilerden bi­ gününe kadar onun kamında kalacaktı.
riydi. 134 (Kavmi helak) olduğu zaman, 145 Sonunda Biz onu bitkin bir halde ıs­
onu ve (inanç) ailesini toptan kurtarmış­ sız ve çorak bir kıyıya çıkarttık; 146 ve
tık; 135 geride kalıp toz o l m a y ı 49
tercih onun başucunda bodur ve bol hevenkli
eden yaşlı bir kadın dışında. 136 En so- bir bitki yeşerttik. 52

46 Halk?m "icat" vurgusuyla. Zira bu bağlam sühü çağrıştırır şekilde bir tür ölümsüzlük yo­
Ba'l putundan söz edilen bir bağlamdır. Zım­ rumları yapmışlarsa da, Kur'an'ın "Senden ön­
nen sizi bu sanat eseri olan yontular cezbedi- ce hiç bir insana ölümsüzlük vermedik"
yorsa eğer, onların hammaddesini de, ustaları­ (79/Enbiya: 34) ifadesi bu tür yorumları boşa
nı da yaratan Sanatkarlar Sanatkarı Allah ne çıkarır.
güne duruyor.
49 Ğâbirin için bkz. 51/Şu'arâ: 171, not 88.
47 Muhlasîn için bkz. 72/Hicr: 40, not 31.
50 Ebeka, "köle efendisinden kaçtı" anlamına ge­
48 îlyâsîn okunuşu İlyas'ın çoğulu olarak an­ lir (Lisân). Hz. Yûriüs'un görev yerini izinsiz terk
laşılmıştır. "İlyaslar", yani "İlyas ve onun yo­ edişine atıf yapan bu pasaj, peygamberlerin de
lundan gidenler" anlamına gelir (Ferrâ). Öyle kendi iç dünyalarında büyük bir mücadele ver­
anlaşılmaktadır ki bu selam, peygamberler diklerini ifade eder. Son tahlilde, onlara mükem­
zincirinin son ve en büyük halkası olan Hz. mellik atfeden her düşünceyi red amacı taşu.
Muhammed'i de kapsamaktadır (Elmalılı).
Tûri Sînâ' (80/Mü'minûn: 20) ile tûri sînîn 51 lltekame, "yiyeceği ağzıyla kaptı" anlamı­
(30/Tîn: 2) örneği de bunu andırmaktadır. İbn na gelir [Mekâyîs). Krş. "Derken o (düştüğü)
Mes'ud Idris (123. âyet) ve îdrâsîn şeklinde zifiri karanlığın içerisinde "ibadete lâyık baş­
okumuştur. Buradan yola çıkarak bazı yorum­ ka tanrı yok,- sadece yüceler yücesi olan Sen
cular, Idris'le İlyas'm aynı peygamberin iki varsın: hiç şüphesiz ben (bu tavrımla) zalim­
farklı ismi ya da iki farklı makamı olduğu so­ lerden biri olup çıktım!" diye yakarmıştı"
nucuna varmışlardır. İrfan ekolüne mensup (79/Enbiya: 87).
bazı yorumcular bu iki ismin sahibi için tena- 52 Bu anlam için bkz. Ebu Ubeyde. Zımnen şu
147 Yine onu yüz bin, hatta daha fazla ki­ ler oysa bu görünmez ve ruhani varlıklar
;

şiye (yeniden) elçi gönderdik. 148 Bu kez da bilirler ki, onlar kesinlikle yargılana­
onlar iman ettiler; bu yüzden Biz de onlara caklar.
bir müddet müreffeh bir hayat yaşattık. 53
159 Yüceler yücesi olan Allah, onların
149 İMDİ onlardan şu sorunun cevabını her türlü tasavvur ve tanımlarının çok
iste: "Senin Rabbinin payına yalnızca çok ötesindedir.
kızlar onlara da oğullar düştü, öyle mi? 160 Ancak, inancını saf ve temiz tutma
150 Yoksa melekleri dişiler olarak yarat­ çabasını Allah'ın desteklediği samimi
tık da, buna onlar mı tanık oldular?" kulları böyle yapmazlar: 161 çünkü ne
151 Bakın, işte bu tiplerin iftiraya düş­ siz, ne de taptıklarınız,- 162 hiç biriniz
künlüklerinden dolayı ısrarla dedikleri O'na karşı kimseyi ayartamazsınız; 54
163
şudur: 152 "Allah doğurdu!" Onlar var ya ancak (göz göre göre) ateşe koşan kimse­
onlar, kesinlikle yalan söylüyorlar. ler hariç.
153 Sahi, O kızları oğlanlara tercih mi et­ 164 Hem, (samimi kullar derler) ki: "İçi­
55

miş? 154 Ne oluyor size, nasıl böyle hü­ mizde, (Allah tarafından) kendisine bir yer
küm verebiliyorsunuz? 155 Hiç mi dü­ tayin edilmemiş hiç kimse yoktur: 165
şünmüyorsunuz? 156 Yoksa elinize apa­ evet biziz (emre âmâde olup) saf saf duran­
çık bir belge mi geçti? 157 Eğer doğru lar, elbette biz 166 yine biziz (O'nun) yü­
;

söylüyorsanız, haydi (varsa) kendi kitabı­ celiğini dile getirenler, elbet biz!"
nızı getirin!
158 Bir de O'nunla görünmez ve ruhani 167 AMA bir de ısrarla şöyle diyenler var:
varlıklar arasında bir soy bağı vehmetti- 168 "Eğer geçmiş atalarımızdan bize te-

ilâhi yasayı hatırlatır: "Her zorlukla beraber gönderilmek istemişti. Eski Ahid'e göre görev
tarifsiz bir kolaylık vardır; evet, her zorlukla yerini terk etmesinin sebebi buydu. Bu kıssa
beraber tarife sığmaz bir kolaylık vardır" Enbiya, Yûnus ve hassaten ilk sûrelerden Ka-
(6/Şerh: 5-6). Üstad Mevdûdî, 1891 yılında ya­ lem'de yer alır. Hz. Peygamber'e Hz. Yûnus gi­
şanmış benzer bir olay nakleder. Bir İngiliz ba­ bi olmama imâsını ve uyarısını taşır.
lıkçı teknesi balina avı için açıldığı okyanusta 54 Ya da zamirin mâ tâ'budûn'u göstermesin­
büyük bir balinayı yakalama mücadelesi ve­ den yola çıkarak: "Görünmez varlıkları". Eğer
rirken James Bartley adlı balıkçı denize düşer mâ entum 'aleyhi'yi bir kalıp olarak alırsak
ve balina onu yutar. İki gün sonra başka bir (Krş: 98/Âl-i Imran: 179) "Üzerinde bulundu­
tekne tarafından yakalanan balinanın karnın­ ğunuz halin (görüntüdeki cazibesi) sebebiyle
dan Bartley sağ olarak çıkar [Tefhim). ayartamazsınız" anlamına gelir (Krş: Ferrâ).
53 Buna göre Hz. Yûnus, görev yeri değiştirile­ 55 Âyet 160'taki "samimi kullara" atıf. Buna,
rek iki defa gönderildiği açıklanan tek pey­ 161'de atıf yapılan melekler ve görünmez ruha­
gamberdir. Eski Ahid'in Yûnus Kitabı'n&a, ni güçleri, hatta 166. âyetteki musebbihûridan
onun öfkesinin sebebi anlatılır. Buna göre, Al­ yola çıkarak bütün varlıkları dahil edebiliriz:
lah Hz. Yûnus'u önce İsrâiloğullarına peygam­ "O'nun ululuğunu övgüyle dile getirmeyen bir
ber olarak göndermiş, o ise Yahudi olmayanla­ tek nesne dâhi bulunmamaktadır" (68/lsra: 44;
rın hidayetini çok istediği için (belki de umut krş. 74/Nahl: 48 ve 76/Sebe': 10).
kestiği için) Isrâiloğulları dışında bir kavme
varüs eden ilâhi bir uyan devralmış ol­ di perişan hallerim) görecekler.
saydık, 169 elbet biz de imanını saf ve te­ 176 Sahiden de, onlar azabımızın bir an
miz tutma çabasını Allah'ın desteklediği önce gelmesini (gerçekten) istiyorlar mı?
halis kullarından olurduk!" 170 Fakat 177 Fakat o aniden kendi mekânlarında
(vahiy gelince de) onu inkâr ettiler; ama başlarına indiğinde, uyarılanlar berbat bir
zamanı gelince (ne fena yaptıklarını) bile­
sabaha uyanmış olacaklar.
cekler.
178 Yine de sen onlardan bir süreliğine
171 Ama doğrusu, has kullarımız olan el­
uzak dur 179 ve sen gözetle,- onlar da ya­
;

çilerimize geçmişte verilmiş bir sözümüz


kında (günlerini) görecekler.
vardı: 56
172 mutlaka kendileri yardıma
mazhar olacaklar,- 173 elbet sonunda ga­
180 İZZET VE AZAMET sahibi Rabbin,
lip gelecek olan da Bizim ordumuz ola­
insanların idrak evrenlerinin çok ötesin­
caktır. 57

de aşkın bir yüceliğe sahiptir.


174 Bu yüzden artık onlardan bir süreliği­
181 O'nun bütün elçilerine selam olsun!
ne uzak dur; 175 ve sen onlarıjn zavallı
halini) gör, zamanı gelince onlar da (ken- 182 Ve âlemlerin Rabbine hamdolsun! 58

56 "Geçmişte verilmiş bir söz" sünnetullah- Harun'a yardım eden deniz, Hz. Yûnus'a yar­
tır yani bu konudaki ilâhi yasalardır.
; dım eden hayvan ve bitki bu orduya dahildir.
57 Bu orduya, eşyayı harekete geçiren muhar­ 58 İbn Ebi Hatim'in Şabi'den naklettiği bir ha­
rik güçler de dahildir. Hz. Nuh'a yardım eden bere göre, Hz. Peygamber son üç âyeti toplan­
su, İbrahim'e yardım eden ateş, Hz. Musa ve tıların sonunda okumayı tavsiye etmiştir.
KASAS SÛRESI
Nüzul : 67
Mushaf: 28

Kıssa kelimesinin çoğulu olan Kasas adıyla şöhret bulan sûreye, 2 5 . âyet-
t e n ilhamla bu ad verilmiştir.

Mekke'de indirilen sûre, t ü m ilk tertiplerde îsrâ sûresinin önüne yerleşti­


rilmiştir. R. Blachere sûreyi M e k k e döneminin 3. periyoduna, M. Bazergan
dört âyet hariç (81-84), 11 ve 12. yıllara yerleştirir. Konusu itibarıyla Kasas
sûresinin kendi içerisinde bir bütünlük teşkil ettiği açıktır. Aslında sûrenin
kendi içinde, iniş tarihine delalet edebilecek hayli done vardır. 2 0 . âyet Ra-
sulullah'a karşı hazırlanan suikastı dolaylı olarak haber verir. 2 4 . âyet Al­
lah Rasulü'nün Taif seferini hatırlatır. Bu durumda iniş tarihini 10. yıl ola­
rak tesbit e t m e k isabetlidir.

Bir önceki sûrede ağırlıklı olarak yer alan Süleyman-Belkıs kıssası bağla­
mında iktidar ve güç ahlâkı ele alınmıştı. Bu sûrede anlatılan Karun kıssa­
sı bağlamında (76-82) servet ahlâkı ele alınır. Esasen sûrede ayrıntılı olarak
ele alman Firavun-Hâmân-Karun üçlüsü, siyaset-bürokrasi-sermaye üçge­
nini temsil eder. Bu üçlü zalim olursa, zulüm üzerine bina edilmiş olan pi-
ramidik bir siyaset üretir. Bu üç erkin temerküzü, gücü tanrılaştırır. İlgili
pasajların ana fikri de budur.

Sûrede Musa kıssası, öncelikli bir yer tutar (3-46). Bu kıssa boyunca iç ça­
tışmaları, endişe ve kaygıları, şaşkınlık ve hatalarıyla Hz. Musa'nın "beşe­
r i " boyutu işlenir. Z a t e n bu kıssanın h e m e n ardından gelen ve Hz. Peygam-
ber'e hitap eden "Sen sevdiğini doğru yola yöneltemezsin, fakat Allah dile­
yeni doğru yola yöneltmeyi diler" (56) âyeti de, bu kıssanın vermek istedi­
ği mesajı t a m a m l a y ı c ı mahiyettedir. Bu âyetin içerisinde yer aldığı uzun
bölüm (47-75) peygamberlerin beşeri tabiatı ve vahyin ilâhi kaynağına dik­
kat çeker. Bu bölümde, inkarcı toplumların başına gelenler hatırlatılır. Bir
toplumu neyin helake sürüklediğini çarpıcı bir dille beyan eden şu âyet, bu
bölümde yer alır: "biz hiçbir ülkeyi oranın halkı (birbirlerine) z u l m e t m e -
dikçe helak e t m e y i z " (59). Söz, Hesap Günü'ndeki ilâhi yargıya getirilir.
Herkesin âhiret ve akıbetini, bu hayatta, kendi eylemleriyle inşa ettiği ha­
kikati bir kez daha vurgulanır.

Sûre, t ü m vahiylerin en t e m e l hakikati olan tevhid akidesine atıf yaparak


son bulur: "Allah'tan başka ilâh yoktur; O'nun (sonsuz) zâtından başka her
şey yok olacaktır!"
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA
1 Tâ-Sîn-Mîm\ l
onları öncüler yapalım; ve kendilerini
(ülkeye) vâris kılalım; 6 dahası onları
7

2 BUNLAR kitabın açık ve açıklayıcı yeryüzünde güvenli biçimde yerleştire­


olan âyetleridir. 2 lim; Firavun'u, Hâmân'ı ve bunların or­
8

dusunu, berikilerin eliyle korktukları şe­


3 İmanlı bir toplum (oluşturmak) için, 3

ye uğratalım. 9

sana Musa ve Firavun arasında geçen


olaylardan bir kısmını sahih bir amaca 7 İşte (bunu gerçekleştirmek için) Mu­
uygun olarak aktaracağız. 4 sa'nın annesine şöyle vahyettik: "Onu (bir
müddet) emzir! Fakat onun başına bir şey
4 Şu bir gerçek ki, Firavun malum ülkede
gelmesinden korktuğun zaman onu suya
zorbaca baskı kurmuş ve ülke halkını
5

bırak; sakın korkayım ve üzüleyim deme!


kastlara ayırmıştı. Onlardan bir sınıfı za­
Çünkü Biz kesinlikle onu sana geri döndü­
yıf ve güçsüz düşürmek istiyor, (bu yüz­ receğiz ve onu elçilerden biri yapacağız!" 10

den) çocuklarını öldürtüp kadınlarını sağ


8 Derken, Firavun'un ailesi onu buldu;
11

bırakıyordu,- çünkü o, gerçekten de boz­


6

sonunda kendileri için bir düşman ve bir


guncunun tekiydi.
hüzün kaynağı olacak (bu bebeği) sahip­
5 Ve Biz de istiyorduk ki, ülkede zayıf ve lendiler. Belli ki Firavun, Hâmân ve onla­
güçsüz bırakılanlara destek çıkalım ve rın askerleri yanılgı içindeydiler. 12

1 Mânası ne olursa olsun, Hz. Peygamber'in âyetin ilk muhatapların yüreğini nasıl serin­
vahyin bir tek harfini bile zayi etmeden iletti­ lettiği daha iyi anlaşılır. Allah Rasulü'nün o
ği vurgusunu taşır (Bkz: 7/Kalem: 1, not 1). zor ve kor günlerde ashabına çağın iki impara­
2 Mubîn hem özünde açık, hem de açıklayıcı torluğunun başkentini vaad etmesinin arka­
(71/Yusuf: 1, not 2). Mubîn vasfı, ister yücelt­ sında, vahyin verdiği bu mesaj yatıyordu.
me ister inkâr suretinde olsun, her tür anlaşıl- Zımnen: inancınız uğruna köle edildiğiniz bir
mazlık iddiasını reddeder (72/Hicr: 1 ve ülkeden sürgünü göze alırsanız, efendisi ola­
51/Şu'arâ: 1, ilgili notlar). cağınız bir ülke size ödül olarak sunulur.

3 Kur'an kıssaları haber formunda aktarılmış 10 Zımnen: Her Firavun'un bir Musa'sı vardır.
olsalar da, inşa edici bir amaç güderler. Muha­ Hiçbir Firavun'un gücü Musa'ların doğumuna
tabının şahsiyetini inşa ettiği gibi, onlardan mani olamaz. Eğer Firavun'un zulmü anaların
toplumsal bir kimlik oluşturmalarını da ister. rahmine kadar uzanmışsa, orada Musa'yı Fira­
vun'un sarayında arayın!
4 Bi'l-hak ibaresini çevirimizin gerekçesi için
bkz. 62/Kehf: 13, not 15. 11 Arkadan gelen âyetten bu kişinin Fira­
5 "Büyüklendi" anlamındaki 'ala. bu bağlamda vun'un karısı olduğu anlaşılmaktadır. Bazı
'baskı ve zorbalığı' ifade eder [Galebe anlamı müfessirler bu kraliçenin, 113/Tahrîm: 11'de
için bkz. Külliyyat, s. 628). örnek gösterilen kişi (Asiye) olduğunu söyler­
ler (Taberî).
6 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 56/A'râf:
127, not 72 (Krş: Eski Ahid, Çıkış I, 8-16). 12 Veya: "..yanlış yoldaydılar". Hasan Bas-
ri'nin yorumuna dayanan tercihimizin açılımı
7 Krş. 56/A'râf: 137.
şöyledir: 'kendi elleriyle kendilerini iktidar­
8 Hâmân için 38. âyetin notuna bkz. dan edecek süreci başlatan bir yanılgıya düş­
9 indiği hassas zaman göz önüne alınırsa, bu müşlerdi' (Râzî).
9 Firavun'un karısı "İşte, benim için de se­ 13 Ve sonunda onu annesine döndürdük
nin için de bir göz aydınlığı!" dedi, "Onu ki, gözü aydın olsun ve üzülmesin diye...
öldürmeyin; bakarsın bize bir yararı doku­ Dahası insanların çoğu bunu bilmese de,
nur ya da onu evlatlık edinebiliriz." kendisi Allah'ın vaadinin kesin bir ger­
Ama berikiler, (olacakların) asla farkında çek olduğunu bilsin d i y e . . . 15

değildiler.
10 Bu arada Musa'nın annesi, gönlü onun 14 DERKEN (Musa) erişkinlik dönemini

acısıyla dolu olarak sabahı etti. Öyle ki,


13
tamamlayıp (aklen) iyice olgunlaşınca, 16

(vaadimize) inanıp güvenenlerden biri ol­ ona üstün bir muhakeme ve seçip ayırma
ması için kalbini sımsıkı pekiştirmiş ol­ yeteneği kazandıran bir bilgi bahşettik: 17

masaydık, az kalsın onun kimliğini açı­


14 Biz dürüst ve erdemli davrananları işte
ğa vuracaktı. 11 işte o (anne bu haldey­ böyle ödüllendiririz. 18

ken, Musa'nın) ablasına "Onu izle!" dedi. 15 Ve (Musa) halkından bir kısmının gaf­
Bunun üzerine kız onu uzaktan izlemeye lete daldığı bir zamanda kente girdi ve
koyuldu. orada iki adamı birbiriyle kavga ederken
Hâlâ onlar hiçbir şeyin farkında değildi­ buldu. Bunlardan biri kendi halkına, di­
ler. ğeri düşman tarafına mensuptu. Derken
kendi halkından olan, düşmana mensup
12 Ve Biz daha ilk günden onun (Mısırlı)
olana karşı ondan yardım istedi. Yerin­
süt anneleri (emmekten) geri durmasını
den fırlayan Musa ona bir yumruk vur­
19

sağladık. Bu durumu (öğrenen kız karde­


du ve hesabını gördü.
şi) "Onun bakımını sizin adınıza üstlene­
cek bir aile göstermemi ister misiniz?" (Fakat kendine geldiğinde) "Bu Şeytan'ın
dedi (ve ekledi): "Hem, onlar onu iyi eği­ işi!" dedi, "Çünkü o, kişiyi yoldan çıka­
tirler." ran apaçık bir düşmandır." 20

13 Lafzen: "gönlünde (onun acısından başkası­ 18 Hata yapmak değil, hatayı savunmak kişi­
na) yer kalmaksızın.." yi erdemli olmaktan uzaklaştırır.
14 Bu şekildeki çevirimiz için bkz. 114/Tevbe: 19 Takibiye /a'sı bu bağlamda, tercihimize ya­
61, not 74 ve krş. 71/Yusuf: 64. el-Mu'mi- kın bir işleve sahiptir.
nîn'in, Allah'ın kalbe sımsıkı pekiştirdiği 20 Bu üslubun sırrı yanlışla yanlış yapanı aynı-
iman sahibi için kullanılması, bizim bu kalıp­ laştırmamaktır. Bunun için kaza cinayeti şey­
la ellezine âmenû arasındaki farkı izah sade­ tana atfediliyor ki tevbesi kolay olsun. Güna-
dinde 104/Nisâ 136'ya düştüğümüz notu des­ hıyla aynılaşan ona ateş edemez. Günahı Şey­
tekler mahiyettedir. tan'a nisbet etmek hem insanın aslen temiz ol­
15 Hz. Peygamber'in yetiştirilmesine dolaylı bir duğunu, hem günahı meşrulaştırmamayı, hem
atıf. Onun kişiliği Hz. Musa'nın çocukluk hika­ de insanın gerçek 'ötekisi' olan Şeytan durur­
yesi bağlamında inşa ediliyor. Zımnen: Kulun ken başka bir öteki icadına meydan vermeme­
gücünün bittiği yerde Allah'ın yardımı başlar. yi ifade eder. İnsanı günahla aynılaştıran, tev-
16 Eski Ahid'e göre 40 yaşına gelince [İşler, be etmesini istediği günahkara "Kendine nişan
7:23). al!" demiş olur. Oysa vahiy böyle demez. Zira
insan özü itibarıyla temizdir. Kirlilik arızidir.
17 Hükmen ve 'ilmen'e verdiğimiz bu anla­
Kirlenen yıkanır. Vahiy günahkara "Günahına
mın gerekçesi için bkz. 79/Enbiya: 74, not 75.
16 (Ardından) "Rabbim!" dedi, "Ben ken­ olan kimseyi yakalamaya girişmişti. O
dime kötülük ettim! Ne olur beni af­ kişi "Ey Musa!" dedi, "Daha dün öldür­
fet!" 21 düğün adam gibi beni de mi öldürmek is­

Bunun üzerine Allah onu affetti: çünkü tiyorsun? Anlaşılan senin arzun haksız­

O, evet O'dur mutlak bağış sahibi, son­ lıkları gideren ve düzeltenlerden biri ol­
suz merhametin kaynağı da O'dur. 22 mak değil, ülkenin başına zorba kesil­
mek." 2 3

17 (Yine o) "Rabbim!" dedi, "Bahşettiğin


nimet hakkı için, suçlu ve haksız kimse­ 20 İşte bu sırada kentin öteki ucundan

lere bundan böyle asla arka çıkmayaca­ bir a d a m 24


koşarak geldi ve "Ey Musa!"

ğım." dedi, "Soylular seni öldürmek için hak­


kında görüşme yapıyorlar,- derhal (burayı)
18 Ve ertesi sabah, söz konusu kentte en­
terk et! Ve şunu da unutma ki, ben senin
dişeyle etrafı kolaçan ederek dolaşıyordu.
iyiliğini isteyen b i r i y i m . " 25

Fakat o da ne? Dün ondan yardım isteyen


adam, kendisini yine yardıma çağırmıyor 21 Bunun üzerine, korku dolu gözlerle et­
mu? Musa ona: "Besbelli ki sen iyice zı­ rafa bakınarak orayı terk ederken, bir
vanadan çıkmışsın!" dedi. 19 Fakat bir yandan da şöyle yakarıyordu: "Rabbim!
yandan da her ikisinin ortak düşmanı Beni şu zalim toplumun elinden kurtar!"

nişan al!" der. Bu yaklaşım günahkarın günahı 23 Bu ikinci sınavda doğrunun bilgisine sahip
benimsemesinin önüne geçer. Kendi günahını olduğu halde doğru davranışı gerçekleştirecek
kurtulunması gereken bir hastalık gibi görme­ olgunluğa sahip olmadığı anlaşıldı. Bunun
sini sağlar. Hepsinden öte, günahı Şeytan'a nis­ üzerine ciddi bir eğitimden geçmek üzere
bet ederek kendini veya başkalarını şeytanlaş- Medyenli üstada yollanacaktır. Burada ilâhi
tırma tehlikesinin önüne geçer. Eski Ahid'de takdirin akıl-sır ermez cilvelerinden biri tecel­
aktarılan kıssamn bu bölümü hiçbir ahlâkî li etmektedir. Zira bağımsız Hz. Musa biyog­
öğüt içermediği gibi, anlatım sıradan bir ka- rafilerine göre, Mısır ordusunun başında gön­
çak-suçluyu resmeder tarzdadır [Çıkış 2:12). derildiği Habeş seferinden muzaffer bir
"prens" olarak dönen Musa, mevcut yönetici­
21 Hakkı gözeterek değil, sırf mensubiyete ba­
den sonra, Mısır sarayının iktidara en yakın
karak taraf tutmuştu. Bu kişinin gerçeğe karşı
adaylarından biridir. İlk bakışta olumsuz gibi
işlediği bir suçtu. Gerçeğe karşı işlenmiş her
duran olaylar zinciri, o farketmese de, son tah­
suç, aslında kişinin kendisine karşı işlenmiş
lilde Hz. Musa'ya yepyeni bir yol haritası çi­
bir suçtu. Burada dikkat çekilen bir kaza eseri
zen bir dizi gelişmenin başlangıcını oluşturur.
olduğu açık olan ölüm değil, Hz. Musa'nın
"bizden" gerekçesiyle haklıya karşı haksızı 24 Veya: "kentin ileri (gelenlerinden) bir
savunmasıdır. Zira 17. âyet İbranî'nin haksız adam". Özel olduğu için kulağı kesilerek bel
olduğunu gösteriyor. Bu âyet zımnen her tür­ konulmuş deveye kasvâ denir (Mekayis). Bu,
lü asabiyeti reddediyor. takdir gerektirdiği için uzak bir mânadır.
22 Belirlilik takısıyla gelen ilâhi esma, ismin 25 Vahyin kıssalar üzerinden Allah Rasulü'nü
eyleme dönük yüzünden daha çok öznesinin nüzul ortamında olup bitenler hakkında bilgi­
zâtına aidiyyetiyle alâkalıdır. "Mutlak" ve lendirdiğinin çarpıcı bir örneği. Âyet Rasulul-
"sonsuz" vurgusu bunu göstermek içindir (Be­ lah'a karşı suikast hazırlığı yapan müşriklerin
lirsiz gelen esma için bkz. 114/Tevbe: 102; bu durumunu haber verme amacı taşır.
91/Hac: 61, ilgili notlar).
22 Ve Medyen/e doğru yola koyulurken:
26
(Musa) onun yanına varınca, olan biteni
"Umarım Rabbim beni doğru yola yön­ bir bir anlattı. O, "Korkma!" dedi, "Za­
lendirir" dedi. lim kavmin elinden artık kurtulmuş ol­
dun." 29

23 VE (MUSA) Medyen sularına ulaşınca, 26 Kızlardan biri: "Babacığım!" dedi,


orada (hayvan) sulayan bir gurup insanla "Onu ücret karşılığı yanında tut! Çünkü
karşılaştı; ve onların az ötesinde iki kadı­ ücret karşılığı tutabileceğin güçlü ve gü­
nı hayvanlarına sahip olmaya çalışırken venilir kimselerin en iyisi bu olacak­
buldu. O ikisine "Size nasıl yardımcı ola­ tır." 30

b i l i r i m ? " dedi. Onlar "Bu çobanlar işini


27

27 (Kızların babası Musa'ya): "Bana bak!"


bitirip ayrılıncaya dek biz (hayvanlarımı­
dedi, "İşte şu iki kızımdan birisini, bana
zı) sulayamıyoruz; (biz kadınız) ve baba­
sekiz yıl işçilik yapman karşılığında se­
mız da çok yaşlı biri" diye cevap verdiler.
ninle evermek istiyorum; fakat bu süreyi
24 Bunun üzerine (Musa) onların (hay­ on yıla tamamlarsan, artık o da senin bi­
vanlarını) suladi; ardından gölgeye çeki­ leceğin iştir; zira ben seni zahmete koş­
lip şöyle yalvardı: "Rabbim! Bana bahşet­ mak istemem,- inşaallah sen beni hep dü­
miş olduğun bu tür bir hayra öylesine rüst ve erdemli davranan bir (işveren) ola­
muhtacım k i ! " 2 8
rak bulacaksın!"
25 Derken, o kızlardan biri utana sıkıla 28 (Musa): "Bu seninle benim aramda
çıkagelerek dedi ki: "Babam (hayvanları­ kalsın!" dedi, "İki süreden hangisini dol-
mızı) sulamana karşılık ikram etmek durursam doldurayım, artık bana karşı
üzere seni davet ediyor." bir husumet olmasın,- ve Allah bu söyle-

26 Medyen halkı Arapların Amorit koluna çak, aç, susuz, uykusuz, evsiz ve barksız biri
mensup bir halk. Hem ırk hem dil olarak Ibra- olarak Rabbine bittiğini ilan ediyordu. Hz.
nîlerle uzak akrabadırlar. Bugünkü Amman va­ Musa'nın durumu, Hz. Peygamber'in TaıiPten
disinde, Mısır'a mücavir fakat bağımsız olarak kan-revan içinde dönüşüne tekabül eder.
yaşıyorlardı (Hz. Şuayb ve Medyen tarihine da­ 29 Kıssada adı geçmeyen bu kişinin kimliği
ir bir not için bkz. 56/A'râf: 85). Medyen bölü­ konusunda çeşitli tahminler yapılmıştır.
münde iki kadının babasının ismi hiç verilmez. Onun Şuayb olduğunu söyleyenlere yönelti­
27 Lafzen: "Beklentiniz ve arzunuz nedir?" len itirazlar çürütülmemiştir (Bkz: İbn Kesir).
28 Bu karşılaşmayı, yaşadığı yalnızlığı gider­ Eski Ahid'de bu kişi Reuele olarak anılır [Çı-
mek için Allah'ın bir lutfu saymıştı. Nitekim İcış2:18).
ileriki âyetlerde bu kızlardan biriyle evlen­ 30 Imran b. Musa, tıpkı Hz. Süleyman gibi
mek için ödeyeceği bedel nakledilecektir. Bu hem kaviyy hem de emîn sıfatlarıyla birlikte
âyette anlatılan Musa'nın "bittim" noktası­ anılmıştır (Bkz: 53/Neml: 39, not 42). Kaviyy
dır. Özel ilâhi eğitim kapsamına alınan Musa, onun kendine haksızlık edilmesine izin ver­
yaşamakla ölmek arasındaki bir kıyıda gizlice meyen güçlü kişiliğini, emîn onun başkasma
doğmuş, suya bırakılmış, sarayda büyümüş, haksızlık etmekten kaçınan güvenirliğine de­
prens olmuş, Habeş seferinda başarı kazana­ lalet eder. Bu iki sıfat üzerinden verilen mesaj
rak adını sarayın adayları arasına yazdırmıştı. açıktır: Ne güçsüz ol zulme maruz kal, ne de
Elinden çıkan ölümlü kaza sonrası şimdi ka- güvenilmez güç sahibi ol zulmet.
diklerimize tanık o l s u n ! " 31
lah!" 36
diye seslenildi. 37

31 Ve (o ses şöyle) devam etti: "Asanı ye­


29 NİHAYET Musa belirlenen süreyi ta­ re bırak!"
mamlayıp da yakınlarıyla birlikte yola
Fakat o asasının küçük ve çevik bir yılan
koyulunca, gözüne (Sina) Dağı'nın 32
ya­
gibi 38
hareket ettiğini görünce, ardına
macından (şavkıyan) ateş türü cazip bir
bakmadan dönüp kaçmaya (başladı).
şey 33
ilişti. Ailesine dedi ki: "Siz bekle­
"Ey Musa! Yaklaş ve korkma; çünkü sen
yin, gözüme ateş türü cezbedici bir şey
güvence altında olanlardan birisin! 32
ilişti; belki size ondan bir haber ya da
(Şimdi) elini göğsüne sok! Her tür kusur­
ateşten bir köz getiririm de, bu sayede
dan arınmış olarak tertemiz, ışıl ışıl bir
ısınırsınız!"
beyazlıkta çıkacaktır. 39
Haydi tüm kor­
30 Fakat oraya varınca, o bereketli mev­
ku, hüzün ve kaygılarından uzaklaşarak
kide, 34
vadinin sağ yamacındaki a ğ a ç 35

kendini t o p l a ! 40
İşte bu ikisi senin, Fira­
(yönün)den kendisine "Ey Musa! Be­
vun ve onun kurmaylarına Rabbin katm-
nim... Ben, Âlemlerin Rabbi olan Al-

31 Musa b. İmran'ın burada ayrıntısı verilen 37 Vahyin üç şekilde geldiğini söyleyen âyet
kıssası, büyük dedesi sayılan Hz. Yusuf'un şu cümleyle başlar: "Hiçbir ölümlüyle Al­
kıssasının tam tersi bir süreç izler. Biri saray­ lah'ın (yüz yüze) konuşması olacak şey değil­
dan ücretli çobanlığa, diğeri kölelikten sara­ dir" (82/Şûrâ: 51). Buradaki, vahyin şekillerin­
ya... Bu pasajda Hz. Musa'nın hayatı üzerin­ den ikincisine girer: "..ya da perde gerisin­
den şu hakikat verilir: İnsanoğlu gerçekte bir den.." Buradaki "perde" ağaçtı.
adım sonra kendisini neyin beklediğini bil­ 38 Buradaki ke benzetme edatı ve cân ile ilgili
mekten ve görmekten acizdir. Bu yüzden par­ bir not için ibarenin aynen geldiği 53/Neml sû­
çada kötü gibi duran bütünde güzel durabilir. resinin 10. âyetinin ilgili notuna bkz. Yine yıla­
Parçayı gören insana düşen, bütünü gören Al­
nın hayye ve su'bân olarak adlandırılması için
lah'a güvenmek ve teslim olmaktır. Zira bütü­
bkz. 44/Tâhâ: 20 ve 51/Şu'arâ: 32, ilgili notlar.
nü gören Rabbu'l-Alemin, insanı eğitmeyi
murad etmiştir: Hayat bir okul, insan bu oku­ 39 Zımnen: Elinizin peygamber eli gibi olma­
lun talebesidir. sı için hatasız olmanız gerekmez. Musa'nın
yed-i beyzası, bir kaza cinayeti işleyen el idi.
32 Görkem ve gösterişinden dolayı "ulu dağ" Samimi tevbe her eli pırıl pırıl eder (51/Şu'arâ:
anlamına gelen Turun adı Mü'minûn: 20'de 33; 53/Neml: 12, notlar).
Seynâ/Sînâ olarak geçmektedir (Krş: 94/Baka­
40 Lafzen: "kolunu kanadını indirerek topar­
ra: 63, not 117).
lan". Bu deyimsel ibarenin, "etrafından kendi­
33 Ânestu'ya. verdiğimiz mâna için bkz. sine yönelen en ufak bir sesle ürküp uçmaya
44/Tâhâ: 10, not 10. hazır bir kuşu" tasvir ettiği açık. Zımnen,-
34 Buradaki fî edatı, bereketin toprağa izafe edil­ "uçmaya hazır bir kuş gibi durma, kendini
diğine delalet eder (Bkz: 56/A'râf: 137, not 96). topla ve üstlendiğin sorumluluğu yerine ge­
35 Eski Ahid'de bu ağacın "böğürtlen" anla­ tir" anlamı taşısa gerektir. Zemahşerî'nin dik­
mına gelen ulleyka olduğu söylenir. kat çektiği "el pençe divan dur" anlamı, tesli­
miyete çağırdığı için, benzer imayı içermekte­
36 Aynı olay farklı vurgu ve ibarelerle Tâhâ 12
dir. er-Rehb, Râğıb ve İbn Fâris'in de işaret et­
ve Nemi 9'da da nakledilir.
tiği gibi korku, hüzün ve kaygının bileşimidir.
Nüzul: 67 Mushaf: 28 . ^ . t 67/KASAS SÛRESİ 381

dan (gönderildiğinin) açık belgeleridir: kılavuzuyla gelenin kim olduğu ve bu


çünkü onlar yoldan sapmış bir toplum yurdun en sonunda kime kalacağını be­
olup çıktılar." nim Rabbim daha iyi bilir; şu bir gerçek
33 (Musa) "Rabbim!" dedi, "Onlardan bi­ ki, zalimler asla başarıya ulaşamazlar"
rini öldüren benim,- buna karşılık onların dedi.
da beni öldürmelerinden endişe ederim. 41
38 Firavun ise: "Siz ey efendiler!" dedi,
34 İşte kardeşim Harun! Onun dili ben­ "Sizin için (hayatınıza müdahil olan) 45

den daha açık, daha düzgün: beni destek­ benden başka bir ilâh hiç tanımadım. Ve
leyip doğrulayan bir yardımcı olarak onu sen ey H â m â n ! 46
Benim için tuğla ocağı­
da benimle birlikte gönder! Çünkü ben, nı tutuştur da, bana yüce bir yapı inşa
beni yalanlamalarından korkuyorum." ediver! Kim bilir, belki o zaman Mu­
35 (Allah); "Senin pazunu kardeşinle güç­ sa'nın ilâhına ulaşabilirim; hoş, ben onun
lendireceğiz ve size öyle etkin bir güç ve yalancının teki olduğundan eminim ya."
yetki vereceğiz ki, ikinize de asla ilişe- 39 İşte o ve onun askerleri yeryüzünde
meyecekler,- ve âyetlerimiz sayesinde siz­ haksız yere büyüklendiler; 47
ve sandılar
ler ve sizi izleyenler galip gelecekler." ki kendileri Bizim huzummuza hiç çık­
36 Musa onların karşısına hakikatin apa­ mayacaklar.
çık belgeleri olan âyetlerimizle çıkınca 42
40 Sonunda onu ve askerlerini enseledik
"Bu tasarlanıp ortaya atılmış bir büyüden ve onları denize gömdük: Bak gör işte, za­
başkası değildir; zira biz önden giden ata­ limlerin akıbeti nasıl olurmuş!
larımızın geleneğinde böyle bir şey ol­
43 44
41 Ve onları, (takipçilerini) ateşe çağıran
duğunu işitmedik!" dediler. rehberler kıldık; onlara kıyamet, günü
37 Ve Musa: "O'nun katından, doğru yol yardım da edilmeyecektir. 42 Zira Biz, lâ-

Yani, başa gelmesinden korkulan bir şeyden larıyla "hayata müdahil olma" iddiasıdır. De­
dolayı olağanüstü sakınma ve ürkme hali. ğilse, Firavunlar Mısır'ının Amon kültü çok
41 Bu endişenin kaynağı can korkusu değil, tanrıcıydı.
yüklenen sorumluluğu yerine getirememe 46 Bazı oryantalistler Hâmân olarak anılan ki­
kaygısıydı. şinin, Eski Ahid'de Pers kiralı Ahaşveroş'un ve­
42 Bu âyetler âsâ ve yed-i beyzâ'dır. Birincisi ziri olarak geçmesinden yola çıkarak Kur'an'ı
peygamberin uyarıcı (nezir) oluşunu, ikincisi eleştirirler. Fakat son dönemlerde, Firavunlar
müjdeci [beşîr] oluşunu temsil eder. Âsâ cela­ dönemine ait hiyerogliflerde II. Ramses'in
lin, yed-i beyzâ cemalin tecellisidir. Âsâ kah­ Âmen isminde bir yardımcısı olduğu tesbit
rın, yed-i beyzâ lutfun sembolüdür. Âsâ gücün edilmiştir (Cabirî, Medhal ile'l-Kur'ani'l-Kerim
330, Daru'l-Beydâ'-2006). Yine hiyerogliflerde
yed-i beyzâ bilgi ve hikmetin simgesidir.
Firavun'un imar işleriyle görevli vezirinin adı­
43 Âbâine'l-evvelin'i çevirimizin gerekçesi
nın Hâmân olarak imla edildiği M. Bucaille ta­
için bkz. 80/Mü'minûn: 24, not 25.
rafından kaydedilmiştir. Hâ-Âman, Amon dini­
44 Çevirimiz fi edatına dayanmaktadır. nin rahiplerine verilen isimdi ve protokolde Fi-
45 Bu açıklama, Firavun'un "Ben sizin en bü­ ravun'dan soma gelen ikinci kişiydi.
yük Rabbinizim" (48/Nâzi'ât: 24) iddiasına 47 Büyüklenme hakkına sahip olan tek varlık
dayanmaktadır. Rab olma iddiası, tüm boyut- [el-Mütekebbir] Allah'tır (102/Haşr: 23).
net (halkasını) daha bu dünyada onların leyen tanıklardan da değildin. 54
45 T a m
(yüreklerine) geçirimsizdir; 48
Kıyamet aksine, Biz (o günden bu güne) nice ku­
Günü'nde ise aşağılık ve iğrenç olan yine şaklar var ettik ve bunların üzerinden de
onlar olacaklar. 49
nice zaman akıp gitti.
43 Ve doğrusu, önceki nesilleri (hak et­ Dahası sen, kendilerine mesajlarımızı
tikleri) helake sürükledikten sonra, in­ iletmek i ç i n 55
Medyen sakinleri arasında
sanlık için bir bilinç kaynağı, bir doğru
50 bulunmuş da değildin,- fakat (bu mesajla­
yol rehberi ve bir rahmet membaı olarak rı) öteden beri gönderip duran da yine
Musa'ya Kitab'ı verdik ki belki (sorumlu­ Bizdik. 56

luklarını) hatırlarlar. 51
46 Yine sen, Biz nida ettiğimizde (Sina)
Dağı'nın yamacında da değildin,- ve fakat
44 VE SEN (Ey Peygamber)! Biz (vadinin senden önce uyarıcı gelmemiş bir toplu­
bir yamacında) Musa'ya bu E m r ' i 52
bildi­ mu uyarman için Rabbin tarafından rah­
rirken, sen vadinin ö b ü r 53
yamacında de­ met olarak gönderildin; belki (sorumlu­
ğildin; dolayısıyla (olan biteni oradan) iz- luklarını) hatırlarlar.

48 Kendi akıllarını doğru kullanmak yerine, delil olarak gösteren bir âyet. Zımnen: Bu
başkalarının peşine körü körüne takılmak, olaylardan, böylesine ayrıntılı bir biçimde an­
"halkalı köle" olmak anlamına gelmektedir. cak vahiy sayesinde haberdar oldun. 45 ve 46.
Lanet'in "dışlama" anlamı için bkz. Âl-i İm­ âyetlerde yer alan aynı delil, farklı formlarla
ran: 87, not 80. Âl-i İmran 44 ve Yusuf 102'de de geçer.
49 Kişi dünyada kendine ne değer biçiyorsa, Kur'an'ın aktardığı bu kıssalar nüzul ortamın­
âhirette kendini o değerde bulacaktır. da bilinenden farklı olmasaydı, bu türden
meydan okuyucu ifadelere başvurmaz, ya da
50 Bkz. 56/A'râf: 203 ve 68/lsra: 102, not 165 bu ifadeler muhataplar tarafından alaya alınır­
ve 122. dı. Böyle bir şey bilmiyoruz. Bu yüzden, "bun­
51 İlâhî vahiylerin tümü, Allah'ın insana olan lar sana vahyettiğimiz gayba dair haberler"
merhametinin kelam suretindeki tecellisidir. (70/Hûd: 49) âyetindeki ğayb "senin şahit ol­
52 Emr, yani "şeriat", "yasa" ya da "buyruk" madığın" mânasına alınabilirse de, sadece bu
anlamına gelen ve Eski Ahid'in ilk beş kitabı­ mânaya indirgenemez.
nı oluşturan Tora. Kur'an'da Musa'ya verilen 55 Ya da: "kendileri önünde (diz çöküp öğren­
vahiy A'lâ 19'da suhuf, diğer tüm âyetlerde ki- mek maksadıyla) okumak için". Zımnen:
tab olarak geçer. Sadece Enbiya 48'de kitab 'Musa okuma yazma bildiği ve Medyen'de bir
hem Musa, hem de Harun'a isnat edilir. üstattan eğitim gördüğü halde, sen ne okuma-
Kur'an'ın Tevrat'la kastettiği şey 39 kitaptan yazma öğrendin, ne de bir üstattan ders aldın'!
(ya da 54 Peraşa/Sidra'dan) oluşan ve bir çok Seni Allah eğitti!
İbranî peygamberin kitaplarının yer aldığı Es­
56 Mukatil, 'a/eynim'deki zamirin Mekkelile-
ki Ahid'dir (Tanah). İşte bu yüzden olsa gerek,
ri gösterdiğini söyler [Tefsir). Dahhak ise bu
hiçbir âyette Tevrat ismi Musa adına izafe
zamirin Medyenlileri gösterdiği görüşündedir.
edilmez. Tevrat'tan esfâr (kitaplar) diye söz
Buna göre âyetin son cümlesi şöyle olur: "..fa­
edilen tek yer Cuma 5'tir.
kat (bütün elçileri) başından beri gönderen yi­
53 Lafzen: "..batı.." ne Bizdik" (Râzî). Bu mâna da en az meale çı­
54 Atıf yaptığı tarihi olayı ve onun içerisinde kardığımız mâna kadar isabetlidir. Fakat bağ­
yer aldığı kıssayı Kur'an vahyinin ilâhiliğine lam tercihimize daha münasiptir.
Nüzul: 67 Mushaf: 28 t > = ^ f c l { . , 67/KASAS SÛRESİ 383

47 İmdi muhataplar, elleriyle işledikleri 50 Fakat eğer senin (bu çağrına) cevap ve-
yüzünden başlarına bir musibet gelmesi remiyorlarsa, iyi bil ki onlar kendi keyfi
durumunda: "Rabbimiz! Keşke bize bir ve bencil yargılarına uyuyorlar. 57
Al­
elçi gönderseydin de biz de Senin mesaj­ lah'ın rehberliği dışında kendi keyfi ve
larına uyup inanan kimselerden olsaydık, bencil yargılarına uyan kişiden daha sap­
olmaz mıydı?" demesinler diye (gönder­ kın biri olabilir mi?
dik seni). Şüphe yok ki Allah, zulmü tabiat haline
48 Ama, kendilerine Bizim katımızdan getiren 58
bir toplumu doğm yola yönelt­
gerçeğin ta kendisi geldiğinde: "Musa'ya mez.
verilenin bir benzeri ona da verilseydi 51 DOĞRUSU Biz bu ilâhi sözü onlara
y a ! " derler. Peki ama, onlar bundan önce adım a d ı m ulaştırdık k i , belki (sorum­
59 60

Musa'ya geleni de inkâr etmemişler miy­ luluklarını) hatırlarlar. 61

di? (Bu kez de) "Birbirini destekleyen iki


52 Kendilerine daha önce kitap vermiş
gözbağcılık mahsulü" diyorlar ve ilave
olduğumuz kimseler ona inanmak duru­
ediyorlar: "Zaten biz, hepsini birden in­
mundadırlar. 62
53 Onlar, kendilerine
kâr ediyoruz."
(Kur'an vahyi) iletildiğinde: "Buna iman
49 De ki: "Eğer doğru sözlü kimselerse- ettik, çünkü bu Rabbimizden gelen haki­
niz, haydi Allah katından doğru yola bu katin ta kendisidir,- zaten biz bundan ön­
ikisinden daha iyi yönelten başka bir ki­ ce de (O'na) kayıtsız şartsız teslim olmuş
tap getirin de, ben de ona uyayım." kimselerdik!" 63
derler. 64

57 Heva: "keyfi ve bencil yargı". Bkz. "Heva- 63 Veya: "biz bundan önce de müslüman ol­
sını tanrısı edinen kimsenin durumunu göz muş kimselerdik.." İslâm ve müslüman te­
önüne getirsene bir" (40/Furkan: 43). rimlerinin tüm vahiylere iman etmiş kimsele­
58 Zulüm ancak tabiat haline gelince sahibine ri kapsadığının ve bu terimlerin özelleştirile-
isim olur. Çevirimizin gerekçesi budur. meyeceğinin, hepsinden öte, Kur'ani ifadele­
rin bir "isme" değil bir "niteliğe, duruşa ve
59 Vassalnâ, "birbiri ardınca, peşi peşine" an­
hale" (yani "Allah'a kayıtsız şartsız itaat etme
lamına gelmekle beraber, vahyin belli bir süreç
haline) isim olduğunun açık ve net bir ifadesi­
içerisinde ve birbirini açıklayan bölümler ha­
dir. Kur'an'ın bu konudaki yaklaşımının diğer
linde indirilmesini ifade eder (Taberî ve Râzî).
tanıkları için bkz. "İslâm Allah'ın kabul ettiği
60 Metnin başındaki ve bağlacı, çeviride kar­ tek hak dindir: Âl-i İmran: 19 ve 85; Nûh müs-
şılığını "ki" olarak bulmuştur. lümandır: Yûnus: 72,- İbrahim müslümandır:
61 Zımnen: "üzerinde iyice düşünüp gerekli Bakara: 131-132; Âl-i İmran: 67; İsmail müslü-
dersleri çıkararak.." mandı: Bakara: 128; Lût müslümandı: Zâriyât:
36; Yusuf müslümandı: Yusuf: 101; Musa ve
62 Öznenin yüklemden önce gelmiş olması,
Isrâiloğulları müslümandı: Yûnus: 84,- tüm İb­
cümleye eylemi pekiştiren bir yananlam katar
ranî peygamberleri müslümandı: Mâide: 44;
(İbn Aşur). Bu, çeviriye "inanmak durumunda­
Firavun ölürken müslüman olmak istemişti:
dırlar" şeklinde yansımıştır. Bu, o dönemde
Yûnus: 90; Süleyman müslümandı ve Belkıs
Habeşistan'dan gelen Hıristiyan din adamla­
müslüman olmuştu: Nemi: 44,- İsa ve havari­
rından oluşan kafileye işaret ettiği gibi, kipin
leri müslümandı: Mâide: 111."
özelliği gereği gelecekte Kur'an vahyine teslim
olacak tüm samimi Kitap Ehlini de kapsar. 64 52-55 arasındaki âyetlerin gönderme yaptı-
54 İşte, her şeye (rağmen hakta) direnme­ 57 Bir de: "Eğer seninle birlikte doğru yo­
lerine, kötülüğü iyilikle savmalarına ve la girersek, yurdumuzdan yuvamızdan
kendilerine rızık olarak verdiklerimizden koparılırız" dediler. 70
Ama onları, saye­
infak etmelerine karşılık, kendilerine iki mizde her türlü ürünün gelip rızık olarak
kat ecir verilecek olan böyleleridir. 65
55 kendisinde toplandığı kutsal bir doku­
İşte onlar, düşüncesizce söylenmiş bir nulmazlığa sahip güvenli bir yere yerleş­
söz 66
işittiklerinde ondan yüz çevirirler tirmedik mi? Ne ki onların çoğu bunun
ve "Bizim yaptıklarımızın sorumluluğu farkında bile değil.
bize, sizin yaptıklarınızın sorumluluğu 58 Ama Biz, refahın şımartıp azgmlaştır-
da size aittir; yolunuz açık olsun,- 67
biz dığı nice ülkeyi helak etmişiz. Bakın, iş­
kendini bilmezlerle bir arada bulunmak te onların yaşadıkları mekânlar! Pek azı
istemeyiz" derler. % dışında arkalarından oralara bir daha yer­
leşen olmadı: ve zaten her şeyin ebedi vâ­
56 ŞÜPHESİZ ki sen sevdiğin herkesi risi sadece Biziz.
doğru yola yöneltemezsin,- ve fakat Allah
59 Ama senin Rabbin hiçbir ülkeyi, onla­
(isteyenin) doğru yola yönelmesini di­
rın ana kentine kendilerine mesajlarımı­
ler: 68
zira O kimin doğru yola girmek is­
zı okuyup açıklayan bir elçi gönderme­
tediğini çok iyi bilir. 69

dikçe asla helak etmemiştir. 71

ğı yaşanmış olay kaynaklarda şöyle geçer: 225, not 414.


"Habeşistanlı kitap ehlinden oluşan 20 kişilik 67 Lafzen: "size selam olsun". Bu bağlamdaki
bir gurup Mekke'ye gelir. Hz. Peygamber onla­ en uygun karşılığı.
ra Kur'an okur. Onlar gözyaşları içinde dinler­
68 Çevirimizin dilsel gerekçesi için bkz.
ler ve okunanın Allah kelamı olduğunu tasdik
69/Yûnus: 25; 65/Ibrahim: 4 ve 97/Nûr: 21, il­
ederler (İbn Hişam ve Beyhaki). Bu âyetle daha
gili notlar. Âyetin sonundaki "O kimin doğru
önce inmiş olan Şu'arâ 197 arasında bir bağ
yola girmek istediğini çok iyi bilir" cümlesi
vardır. Biz, teslisçi Hıristiyanlardan farklı ola­
tercihimizi desteklemektedir.
rak "Biz Nasârâ'yız" (108/Mâide: 14 ve 82) di­
yenlerin muvahhid İsevilerden oluşan farklı 69 ilk müfessirlerimiz bu âyeti, Hz. Peygam­
bir gurup olduğu kanaatindeyiz. İşte bu Ha- ber'in çok sevdiği amcası Ebu Talib'e islâm'ı
beşli gurup onların başında geliyordu. Bu mu­ telkinlerinin sonuçsuz kalmasıyla ilişkilendi-
vahhid iseviliği Mekke'de üç kişi temsil edi­ rirler. Eğer rivayet doğru ise Ebu Talib bu tel­
yordu: Varaka b. Nevfel, Ubeydullah b. Cahş kinlere rağmen "Babalarının dini üzere oldu­
ve Osman b. El-Huveyris. ğunu söyleyerek son nefesini vermişti" (Buhâ­
rî). Elbette âyet tüm zamanlar ve mekânda ge­
65 Hem Kur'an vahyinden önceki vahye iman
çerli bu hakikati beyan eder: Hidayet kişinin
ettikleri, hem de onlardan sonra gelen Kur'an'a
kendi yönelişini Allah'ın ödüllendirmesidir.
iman ettikleri için. Açıktır ki, içinde yaşadığı
Belirleyici olan insanın iradesidir.
geleneğin zincirini kırarak inandığı temel de­
ğerlerin en berrak ve parlak bir biçimde ifade­ 70 Mekkelilerin tarihi korkusu diğer kabileler
sini bulduğu son vahye inanmak için harekete tarafından Mekke'den çıkarılmaktı. Zira Mekke
geçen her kitap ehli, eski çevresi tarafından tarihinde bu çok yaşanmış ve kendileri de Mek­
maddî mânevi baskılara maruz kalacaktır. ke'deki bu konumlarım öyle elde etmişlerdi.

66 Lağv'i böyle çevirimiz için bkz. 94/Bakara: 71 Krş. 70/Hûd: 117.


Zaten Biz başkalarını değil, sadece fertle­ 64 Sonunda onlara: "Çağırın ortak (koş­
rinin (birbirine) zulmettiği toplumları he­ tuk (larmızı!" denilecek ve onları yardı­
lak etmişizdir. 72
60 Ve size her ne veril­ ma çağıracaklar, 75
fakat kendilerine asla
mişse, hepsi de dünya hayatının kısa va­ karşılık verilmeyecek ama azabı görüve-
deli hazları ve süsüdür,- Allah katında recekler. 76

olanlarsa daha hayırlı ve daha kalıcıdır: Ne olurdu sanki, daha önceden doğru yo­
Hâlâ akletmeyecek misiniz? lu bulmuş olsalardı!
61 Şimdi kendisine tarifsiz güzellikte bir 65 işte o gün (Allah) onlara seslenecek ve
vaadde bulunduğumuz ve sonunda ona ka­ "Gönderilen elçilere nasıl bir karşılık
vuşan kimsenin dummu, kendisine dünya verdiniz?" diye soracak. 77
66 Fakat artık
hayatının tadımlık hazlarmı tattırdığımız onlara (kendilerini kurtaracak) haberlerin
ve Kıyamet Günü yargı önüne çıkarılacak yolu kapanmış olacak; dahası onlar, bir­
birinin durumuyla aynı olur m u ? 73
birlerine de soramayacak.
62 îşte o gün (Allah) onlara seslenecek ve 67 Ama tevbe eden, iman eden ve imana uy­
"Öteden beri Bana ortak olduğunu san­ gun davrananlara gelince: işte böylelerinin
dıklarınız hani, neredeler?" diye soracak. kurtuluşa erenlerden olması beklenecek.
63 Aleyhlerindeki sözün gerçekleştiğini
68 Ne ki dilediğini yaratan ve (elçi) seçen
gören kimseler: "Rabbimiz!" diyecekler,-
yalnızca senin Rabbindir. Zaten (bu ko­
"işte şunlar bizim azdırdıklarımız; ken­
nuda) onların seçim hakkı asla olmamış­
dimiz azdığımız gibi onları da azdırdık:
tır: 78
yüceler yücesi Allah'ın aşkın olan
(onlarla) ilişiğimizi kesip sana sığınıyo­
zâtı, onların şirk koştukları her şeyin öte­
ruz; zaten onlar aslında bize tapıyor de­
sindedir.
ğildiler." 74

72 Hz. Ömer'in "Adalet mülkün temelidir" 76 Veya: "Yalvarıp yakarın ortak koştukları­
sözü, ibn Teymiyye'nin "Devlet küfürle değil nıza!" denilecek; bunun üzerine onlara yalva­
zulümle yıkılır" sözü, hep bu gibi âyetlerin in­ rıp yakaracaklar, fakat yakarışlarına asla kar­
şa ettiği bir akim ürünüdür. Değil mi ama: şılık verilmeyecek".
Adalet devletin imanıdır. 77 "Andolsun, kendilerine elçi gönderilenler­
73 Burada biri iki dünyalı diğeri tek dünyalı den soracağız..." (Krş: 56/A'râf: 6) âyetinin ilk
iki tipten söz edilir, iki dünyalı olan ebedi yarısı burada ikinci yarısı 75. âyette dile geti­
dünyasına yaptığı yatırımı kat kat fazlasıyla rilmektedir.
bulmuş, tek dünyalı olan onu da kaybedince 78 Veya: "dilediğini yaratan ve (insanlar için)
elleri boş kalakalmıştır. hayırlı olan her ne idiyse onu seçen yalnızca
74 Zımnen: kendi arzu ve tutkularına tapıyor­ senin Rabbindir" (Taberî; krş. Zemahşerî). Ta­
lardı (40/Furkan: 43 ve 69/Yûnus: 28). berî bu ibareyi, ilâhi iradenin genel niteliğine
75 Lafzen: "..denildi., çağırdılar., verilmedi." atıf olarak alır ve insan iradesini, bu ibarenin
son kısmına dayanarak reddedenlere karşı sa­
Ahirete ilişkin bir bağlamda kullanılan geç­
vunma sadedinde mâ'ya ilgi zamiri anlamı ve­
miş zaman kipi, adı geçen eylemin mutlaka
rir. Fakat bu ibarenin, öncesinde yer alan elçi­
gerçekleşeceğine delalet eder. Bu kipleme ay­
lik konusuyla (Âyet 65 vd.) doğrudan ilgili ol­
nı zamanda gaybi bir hakikat olan âhiret haya­
duğunu düşünmek, bağlama daha uygun görün-
tının zamanlar üstü oluşuna da bir imâ taşır.
69 Onların göğüslerinde sakladıklarını si olarak geceyi ve gündüzü var etti ki, il­
da, açığa vurduklarını da en iyi bilen se­ kinde bağrında dinlenesiniz, diğerinde
nin Rabbindir. 70 Zira O kendisinden O'nun lutfundan (payınızı) arayasınız di­
başka ilâh olmayan Allah'tır. Bu dünyada ye: belki böylece şükredersiniz.
da öte dünyada d a 79
hamd bütünüyle
O'na mahsustur ve nihai yargı sadece 74 VE O G Ü N (Allah) onlara seslenecek
Ona aittir: zira O'na döndürüleceksiniz. ve "Öteden beri Bana ortak olduğunu dü­
şündükleriniz hani, neredeler?" diye so­
71 DE Kİ: "Hiç düşündünüz mü: eğer Al­ racak. 81
75 Zaten (o demeye kalmadan)
lah geceyi üzerinizde Kıyamet Günü'ne Biz, her ümmetten bir tanık çıkarmış ola­
kadar baki kılsaydı, Allah'tan başka size cağız; ve dönüp "Haydi, getirin delilini­
82

ışık getirebilecek ilâh kimdi? Hâlâ (bu se­ zi!" diyeceğiz. Sonuçta onlar anlayacak­
se) kulak vermeyecek misiniz? lar ki, gerçek bütünüyle Allah'tan yana
ve (çarpık tasavvurlarının) ürettiği sahte
72 De ki: Hiç düşündünüz mü: eğer Allah
ilâhlar kendilerini yalnız bırakmış. 83

gündüzü üzerinizde Kıyamet Günü'ne


kadar sürekli kılsaydı, Allah'tan başka si­
76 U N U T M A Y I N ki, Karun 84
da Musa
ze bağrında dinlendiğiniz geceyi getirebi­
kavmine mensup biriydi; fakat onların
lecek ilâh kimdi? Hâlâ (bu gerçeği) gör­
omuzlarında yükselerek haddi aştı,- zira 85

meyecek misiniz? 80

Biz kendisine öyle hazineler vermiştik


73 Evet O size olan rahmetinin bir ifade- ki, sadece anahtarlarını 86
taşımak bile

mektedir. Mukatil bu âyeti "Bu Kur'an şu iki ait olmanın prototipidir. Karun ismi Eski
şehrin büyük adamlarından birine inmeli değil Ahid'de anılmaz. Fakat Mısır'da Feyyum vilaye­
miydi?" âyeti bağlamında açıklar ve iki âyetin tinin kuzeybatısında bulunan dünyanın en eski
iniş nedenini de aynı olaya bağlar (83/Zuhruf: tabii göllerinden biri Karun ismini taşımakta­
31, not 24). Aynı isim, âyetin şirkten tenzihi dır. Burada yapılan kazılarda Firavun (ayrıca Ro­
içeren son kısmının Sâd 5. âyette aktarılan iti­ ma ve Kıpti) döneminden kalma eserler bulun­
raza verilmiş bir cevap olduğu görüşündedir. muştur. Aynı kaynak bu bulgulardan yola çıka­
79 Lafzen: "..önünde de sonunda da.." rak, jeolojik araştırmalann Hz. Musa'mn Fira­
vun ve ordusundan kurtulmak için Mısır'dan
80 Bu iki âyet kâinattaki kozmik dengeye ve
çıkışı deniz yoluyla değil, Karun Gölü üzerin­
eşyanın çift/zıt kutupluluğuna delalet eder.
den gerçekleştiği sonucuna vanr. Muhtemelen
Zımnen: Ey insan, dengeyi bozma! Belki, bir
Karun, kendi adım alan bu gölün kenannda ya­
insanın sapmasının kâinatın kozmik dengesini
şamıştır. Yine buradaki Sağa Sarayı kalıntıların­
sarstığına dair bir imâ olarak da anlaşılabilir:
da altm heykeller bulunmuştur (www.arabi-
Küçük âlem bozulursa büyük âlem etkilenir.
yat. com-/cgi-bin/magazine/exec/search. cgi).
81 Sûrenin 60. âyetiyle karşılaştırınız.
85 Beğa, "haddi aştı, tecavüz etti" anlamına
82 Bu âyet 65 ile birlikte 56/A'râf 6. âyetteki
gelir ki, buradaki taşkınlık ve tecavüz, 'aleyhi
hakikati ifade etmektedir (65'in notuna bkz).
ile birlikte ekonomik bir sömürüye atıf olsa
83 Yamuk tasavvur sahte tanrı imalathanesi-
gerektir.
dir. Bir Allah'a kul olmaz da, kul olacağı bin­
lerce tanrı icad eder. 86 Mefâtih hem "anahtar" anlamına gelen
miftâh ya da miftah'm, hem de "kilit altında
84 Karun servete sahip olmanın değil, servete
güçlü kuvvetli bir müfrezeye zor gelirdi. görkem ve gösterişi içinde çıkmıştı. Yal­
Bir gün k a v m i 87
ona dedi ki: "Şımarma! nızca dünya hayatını isteyenler (ona ba­
Çünkü Allah şımaranları asla sevmez. 77 kıp) "Ah keşke, ne olurdu Karun'a verilen
Gel sen Allah'ın sana verdiklerini doğru kadar bize de verilseydi! Şu kesin ki o ger­
yolda harcayarak âhiret yurdunun (mut­ çekten de çok şanslı biriymiş!" derlerdi. 92

luluğunu) ara, üstelik dünyadan da nasi­ 80 Fakat bilgi ve bilginin amacını kavra­
bini unutma! Allah'ın sana iyilikte bu­ ma yeteneğiyle donatılmış olanlar da,- 93

lunduğu gibi, sen de (başkalarına) iyilik "Yazıklar olsun size! iman eden ve Al­
yap ve sakın ola yeryüzünde haddi aşarak lah'ın razı olduğu iş işleyen kimselere Al­
bozgunculuk edeyim deme: çünkü Allah lah'ın verdiği ödül daha hayırlıdır,- ama
bozguncuları asla sevmez!" ona sabredenlerden başkası kavuşamaz!"
78 (Karun) "Herkes iyi bilsin ki bu serve­ derlerdi.
te ben, kendi bilgim ve becerim sayesin­ 81 Nihayet (Kamn'u) da, onun evini barkı­
de ulaştım" dedi. O bilmez miydi ki Al­
88
nı da yerin dibine geçirdik. 94
Artık Al­
lah, kendisinden önceki kuşaklar içeri­ lah'tan başka hiç kimse onun yardımına
sinden ondan daha güçlü kuvvetli ve yetişemezdi: (ama ona Allah da yardım et­
maddî birikimi daha fazla olan nicelerini medi), zira yardımı hak edenlerden değildi.
helak etmiştir. 89
82 Daha dün onun yerinde olmaya can
Artık, suçu tabiat haline getirenlerin 90
atanlar diyorlardı ki: "Vay canına! Demek
günahlarından sual olunmaz. 91
ki kullarından dileyenin rızkını genişlet­
79 Ve işte bu kişi kavminin karşısına tüm meyi dileyen, dileyeninkini de sınırlama­
yı dileyen Allah'mış! Eğer Allah bize lut-

korunan şey, değerli eşya" yani "hazine" anla­ bkz. 95/Enfal: 8, not 11.
mına gelen meftah'm çoğuludur. Bu tahlil 91 Çünkü "suç" onun için ayrılmaz bir nite­
En'âm sûresinin 59. âyeti için de geçerlidir. lik halini almıştır. Krş. "Günahkarlar alamet­
Zımnen: Servetini veya anahtarlarını kilit al­ lerinden tanınacak" (41/Rahmân: 41).
tında saklıyor, aslında kendini servetine kilit­
92 Kitlelerin servete şaşı bakışı: akıbeti düşü­
liyordu; Allah batırırken ikisini de ayırmadı.
necek ufuktan yoksun olanlar, her şeyi 'şimdi
87 Karun'un Hz. Musa ile akrabalık bağları ve buradadan' yola çıkarak değerlendirirler.
olan İbranî kavmine mensup biri olduğunu îmâ
93 Tlm'i çevirimiz için bkz. 79/Enbiya: 74,
etse gerektir. Bu aidiyetine rağmen Karun, hak­
not 75.
lının yanında değil güçlünün yanında yer aldı.
94 Servet, meratibü'l-vücutta (varlık hiyerar­
88 Zımnen: Serveti sınav aracı olan bir ema­
şisi) en aşağı tabakayı ifade eder. insan yüzü­
net değil mutlak bir mülkiyet olarak gördü.
nü servete dönerse sırtını Allah'a dönmüş
Servetin sadece "alınan" değil "verilen" bir
olur. Kendisine tutunanı servet aşağı çekerek
şey olduğunu hatırlamadı. Eğer hatırlasaydı,
yerin dibine batırır. Sözün özü: Servet insanın
"vereni" görecekti. Sözün özü: Karun mutlak
nesnesidir. İnsan servet elinde nesneleşirse,
anlamda servete sahip olduğunu sanınca, ser­
Allah onu servetinin eline vererek cezalandı­
vete ait oldu.
rır. Bu takdirde at süvarisinin sırtına binmiş
89 Krş. 88/Rûm: 9; 78/Mü'min: 82. olur. Kıssanın verdiği ders şudur: Sırta alınan
90 Mücrimîn'i bu şekildeki çevirimiz için servet sahibini yere geçirir.
fetmemiş olsaydı, elbet bizi de yerin dibi­ ni ve apaçık bir sapıklığa gömülenin de
ne geçirirdi! Vay be! Görülen o ki, meğer kim olduğunu asıl bilen Rabbimdir."
nankörler 95
asla iflah olmazmış?" 86 Ve sen (ey bu vahyin m u h a t a b ı ) ; 100
bu
83 İşte orada (bir de) âhiret yurdu var! Biz ilâhi mesajın sana kadar ulaşacağını ümit
orayı yeryüzünde büyüklük taslamayan etmezdin! Sadece Rabbinin rahmeti saye­
ve fesat çıkarmak istemeyen kimselere sinde oldu bu: o halde inkâr edenlere asla
tahsis ederiz: zira mutlu son sorumlu arka ç ı k m a ! 101

davrananların olacaktır. 96
87 Ve sana indirilmiş olduğu şu vakitten
84 Kim huzura iyiliklerle çıkarsa, işte sonra, onların seni Allah'ın âyetlerinden
ona getirdiğinden daha hayırlısı vardır. alıkoymalarına asla izin verme! Aksine
Kim de huzura kötülüklerle çıkarsa, işte (onları) Rabbine çağır! Sakın ha, Allah'a
kötülük yapan o kimseler sadece yaptık­ ortak koşanlardan biri olma! 88 Ve asla
larının karşılığını görecekler. 97
Allah'la beraber başka bir ilâha yalvarıp
yakarma!
85 (EY bu vahyin muhatabı!) 98
Senin ha­ O'ndan başka ilâh yok: her şey yok ola­
yatına Kur'an'ın kuşatıcı mesajıyla 99
(is­ cak, sadece O'nun Zatı baki k a l a c a k . 102

tikamet) tayin eden (Allah), elbet seni Nihai yargı yalnız O'na aittir: sonunda
yepyeni bir hayata kavuşturacaktır. elbet hepiniz O'na döndürüleceksiniz.
(Şu halde) de ki: "Kimin hidayete erdiği­

95 Lafzen: "kâfirler.." Bu kelime Şu'arâ 19'da 99 'Ala edatının istilâ vurgusu, çeviride karşı­
açıkça "nankör" anlamında kullanılır. Benzer lığını "kuşatıcı mesaj" olarak bulmuştur.
anlamda kullanıldığı yerler için bkz. 68/lsra: 101 Parantez içi açıklamanın gerekçesi için
8, not 18. bkz. âyet 85, not 78.
96 Kur'an'ın inşa ettiği bir medeniyet tasavvu­ 101 Zımnen: Ey muhatap! Servetini koruma
runda tahrip ve tahakküme, sömürü ve tekeb­ güdüsüyle hakkın değil de gücün yanında yer
büre geçit yoktur. alıp Karunlaşma! Zira o, Musa'nın yakınların­
97 Yukarıda verilen Karun örneği, bu âyetle dan olmasına rağmen Firavun gibi bir zalime
tarihsel olmaktan çıkıp tüm zamanlar için ge­ servetiyle arka çıkmıştı. Servetini Firavun'un
çerli bir "ibret vesikası" oluyor. sayesinde kazandığını düşünüyor olsa gerekti.
98 Daha sonraki âyetlerde yer alan "kâfirlere 102 Ne servet, ne iktidar, ne güç, ne devlet;
asla arka çıkma!" (86), "seni Allah'ın âyetle­ hepsi gün gelecek hâk ile yeksan olacak. Tarih
rinden alıkoymalarına asla izin verme!" ve ebediyyen yaşayacağı iddiasındaki iktidarların
"Sakın ha, Allah'a ortak koşanlardan biri ol­ mezarlığıdır. Âyetteki vecn'in güzel bir te'vili
ma!" (87) uyarılarının niteliklerinden de açık­ için bak: İbnu'l-Cevzî, Def'u Şubehi't-Teşbih,
ça anlaşılacağı gibi, bu âyetler, ulaştığı herke­ s. 13, Kahire-1412.
se hitap etmektedir.
"Gece yürüyüşü" anlamına gelen adını ilk âyetinden alır. H e m gelecekte
gerçekleşecek olan Hicret'e, hem de derûnî hicret olan Isra'ya atıftır. İs-
râiloğullarmdan söz ettiği için "Beni İsrail sûresi" olarak da adlandırılmıştır.

Sûre Mekkî'dir. Peygamber kıssalarının yer aldığı boykot sonrası sûreleri ara­
sına yerleştirilebilir. Yahudilere ait içerik, bu dönemin sûreleri olan En'âm,
A'râf, Cin, Nemi, Şu'arâ' sûrelerini hatırlatmaktadır. Zuhrî (ö. 124/742) İsrâ
olayının peygamberliğin 5. yılında gerçekleştiğini söyler (Nevevî, Şerh II,
209). Kurtubî de bunu benimser. 60. âyet Sâffât: 62'ye atıf yaptığına göre Sâf-
fâftan sonra indiği kesindir. İlk tertiplerde Kasas-Yûnus arasına yerleştirilir.
10. yıla tarihlendirilebilir. Sûrenin kimi âyetlerinin Medine'de indiği rivayet­
lerini En'am sûresinin girişinde uyguladığımız kriterler doğrulamaz.

Sûre, Isrâ âyetiyle başlar. Bu âyet h e m anlam h e m de ses (sûredeki t ü m


âyetler elifle, biterken, sadece bu âyet ra ile biter) açısından sûre içerisinde
nisbeten bağımsız bir birim teşkil eder. Fakat Isrâ müşahedesi ve onun ana
duraklarından biri olan el-Mescidu'l-Aksa ile Isrâiloğulları arasındaki ilişki
bağlamında, âyetin sonrasıyla atıf düzeyinde bir ilişkisi olduğu da açık.

Surede, Isrâiloğullarmın tarihte uğradığı askeri yenilgi ve sosyal felaketlere


yer verilir. Bunun amacı, muhataplarına yükselişin ve çöküşün yasalarını
hatırlatmaktır. Olayların çevresinde döndüğü eksen, "Ve Biz, her insanın
kaderini kendi çabasına bağlı kıldık" (13) mealindeki anahtar âyettir.

Sure, daha sonra insan-Allah ve insan-insan ilişkilerinde uyulması gereken


akidevi ve ahlâkî kuralları hatırlatır. Özellikle 2 3 - 3 7 . âyetler arasında dile
getirilen kuralların -Sebt yasağı h a r i ç - Tevrat'taki on emri içermesi
(Kur'an'da dokuz emir: krş. İsra: 101), t ü m vahiylerin zirvesi olan Kur'an'ın,
kendisinden önceki vahiylerin ruhunu içerdiğinin göstergesidir. Ardından
tevhid, nübüvvet ve vahiy konularının işlendiği âyetler, sözü âhiret inancı­
na getirir. Yeniden dirilişe inanmak istemeyenleri "ister taşa dönüşün, is­
ter d e m i r e " (50) diyerek ihtar eden sûre, insanı eylemlerinin ahlâkî sorum­
luluğunu üstlenmeye davet eder. Âdem(oğlu) ile Şeytan arasındaki ezeli
mücadele ile, vahye karşı direnişin negatif kaynağına işaret edilir.

Nübüvvetle başlayan sûre, sözü anlamın kaynağı olan Allah'a getirerek son
bulur. Müebbet yolcu olan insan için peygamberlik k u r u m u rehberliği, Al­
lah ise yolun sonunu.ifade eder. Sözün özü: İnsan Allah'tan kaçamaz.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 YARATTIKLARINA benzemekten mü- cid-i Haram'dan çevresini bereketli kıldı-


nezzeh, mutlak aşkın ve yüce O (Allah) ğımız Mescid-i Aksâ'ya, âyetlerimizden
4 5

ki, kulunu gecenin bir vaktinde Mes-


1 2 3

1 İsimleşmiş bir mastar olan subhân, "aşkın duğu açık olan "gece müşahedesi"nin [rüya],
olanı aşkın bilmek, yüceliği takdir etmek" an­ tıpkı Kur'an'da geçen "lânetli ağaç" örneğinde
lamında, vahyin muhatabının Allah tasavvu­ olduğu gibi "insanlar için bir sınav" kılındığı
runu inşaya yönelik bir anahtar kavramdır. Is- ifade edilir. Isrâ'nm "sınav" olma niteliğiyle
ra ile ilgili bir âyetin başında gelmiş olması bu âyetteki uyarıları birleştirdiğimizde, Isrâ
hayli anlamlıdır. Çünkü Isra, Hz. Peygamber'e olayı konusunda bilincimize çizilen sınırlar da
ruhanî âlemde yaptırılan sırlarla dolu bir yol­ ortaya çıkmaktadır. Hiç şüphesiz Isrâ, ilerle­
culuktur. Hz. Peygamber'in yaşadığı bu çok me mitine karşı yücelme hakikatini temsil
özel tecrübenin niteliğini ancak o tecrübeyi eder. Birincisi Allah'tan kopuk, ikincisi Al-
yaşayan bilir. Bu ruhanî yolculuk üzerinde ya­ lah'lı, Allah'la ve Allah'adır. Birincisi dünyevi-
pılacak spekülasyonlara üç âdet sınır çizen leşmedir ve fiyatlar üzerine inşa edilir, ikinci­
âyet, bu tecrübenin zihin tarafından tasvir si ulvileşmedir ve değerler üzerinde yükselir.
edilmesi ve yorumlanması sırasında, Allah'ın
3 Veya: "kısa bir vaktinde.." Leyien'in belirsiz
mutlak aşkın ve tüm beşeri niteliklerden beri
olarak gelmesi, anlama "bir vakti" ya da "kı­
olan yüce zâtına yönelik her tür kişileştirme
sa bir vakti" olarak yansır (Krş: Zemahşerî ve
ve indirgeme teşebbüsünü daha baştan reddet­
İtkân II, 292). Leylen bir vakit tayinidir. Oysa
meyi amaçlar. Bu, birinci sınırdır. Subhanal-
ki düş zamandan bağımsızdır. Kur'an'da sözü
lah teşbihinin anlamını Hz. Peygamber şöyle
edilen diğer rüyalarda zamandan bahsedilmez.
açıklar: "Allah'ın her tür olumsuzluktan uzak
bilinmesidir" (Taberî). 4 Bu bereketin niteliği için bkz. 56/A'râf: 137,
not 76.
2 Yukarıdaki notta açıkladığımız subhân, na­
sıl ki Isrâ olayını tasavvur ederken Allah'ın 5 el-Mescidu'l-Aksa: "en uzak mabed" veya
mutlak ve sınırsız zâtını içkinleştirmemeyi mescidin lügat anlamıyla "secde edilecek en
hatırlatıyorsa, buradaki "kul" da Hz. Peygam­ uzak yer". Tefsirlere göre bu, Kudüs'te bulu­
ber'in beşeri ve sınırlı kimliğini aşkmlaştırma- nan ve çevresinin bereketli kılındığı ifade edi­
mayı hatırlatır. Bu da ikinci sınırdır. Bu sınır­ len (Krş: 56/A'râf: 137; 79/Enbiya: 71, 81) Sü­
ların üçüncüsü ise âyetin sonunda yer alan leyman Mabedi ve onun çevresinde yer alan
"zira O, evet sadece O'dur her şeyi işitip gö­ verimli topraklardır. Buradaki problem, âyetin
ren" cümlesidir. Bu cümle, neden Allah'ın indiği tarihte Kudüs'te Süleyman Mabedi'nin
sembollerinden sadece bir kısmının [min âyâ- tamamen harap bir hâlde bulunmasıdır. MS.
tinâ) gösterildiğini de açıklamaktadır. Çünkü 70'teki Titus katliamında mabed yerle bir edil­
Hz. Peygamber de dahil hiçbir insana aşkın ha­ miş ve yeri Hıristiyanlar tarafından çöplük hâ­
kikatlerin tümü sunulmamıştır. Muhataba line getirilmiştir. Vahyin indiği dönemde de bu
söylenen şudur: Isrâ olayı anlaşılmaya çalışı­ hâlde bulunuyordu. Bu durumda iki ihtimal
lırken bu sınırlar gözetilmeli, ne Allah'ın aş­ vardır: 1) Ya Allah Rasulü'ne Isrâ müşahede­
kın yüceliğine halel getirecek, ne Peygamber'i sinde gösterilen el-Mescidu'l-Aksa, Süleyman
beşeri kimliğinden soyutlayacak, ne de aşkın mabedinin yıkılmadan önceki hâlidir ve bir
hakikatlerin tümüne Hz. Peygamber'in vakıf mucize olarak gösterilmiştir. 2) Ya da buradaki
kılındığı anlamına gelecek bir yoruma mey­ el-Mescidu'l-Aksa, tıpkı Tur 4'teki el-Beytu'l-
dan verilmemelidir. 60. âyette, Isra'ya atıf ol­ Ma'mur gibi göklerin ötesindeki "en uzak
bir kısmını gösterelim diye yürüttü: zira
6 7
2 Yine Biz, Musa'ya (da) kitabı vermiş ve
O, evet sadece O'dur her şeyi işitip gören. 8
onu Isrâiloğulları için bir doğru yol hari-

mescid" anlamına gelir. Rûm 3'te Filistin top­ kelimesi hariç, bu sûrede ve Kur'an'ın hiçbir
raklarının "yakın" olarak nitelendirilmesi bu­ yerinde Miraç geçmez. Biz de burada bu çok
nu teyit eder. Bazıları, Ezrakî ve Vakıdî'nin ri­ özel müşahedeyi Kur'an'ın koyduğu adla an­
vayetine dayanarak, bu mescidin mü'minlerin dık. Hadislerde bu yolculuğun burak adı veri­
gizlice toplanıp ibadet ettikleri Mekke'ye on len bir vasıtayla yapıldığı ifade buyurulur. Bu­
mil mesafedeki Cirane'de olduğunu söyler. rak "şimşek" anlamına, farklı bir ifadeyle "do­
"En uzak mescid" ile Medine'deki Mescid-i ğal elektrik akımı" anlamına gelen berikin mü­
Nebi'nin kastedildiğini söyleyenler de olmuşsa balağa kipidir. Tabi ki bu aracın niteliğini ve iş­
da bu tutarsızdır. İkinci şıkka giren görüşler levini bilmemiz mümkün değildir. Bu bir mu­
içinde en tutarlısı göklerin ötesindeki en uzak cizedir. Mucizeler ona muhatap olanların yap­
mescid görüşüdür. Secde'nin hakikatinin, ku­ maktan aciz kaldıkları hakkı isbat, bâtılı iptal
lun Allah'a bağlılığını sunması olduğu hatırla­ amacı taşıyan ilâhî müdahalelerdir. Her muci­
nacak olursa, el-Mescidu'l-Aksa'nın karşılığı ze eşyada bulunan ilâhî bir potansiyelin ya za­
şu olur: "İnsanın Allah'a bağlılığını sunabilece­ yıfken güçlendirilmesi veya tersi, ya atılken
ği en yüksek makam". Fakat âyetin devamında harekete geçirilmesi veya tersi, ya pasifken ak-
hayli ayrıntılı bir biçimde Isrâiloğullarından tifleştirilmesi veya tersidir. Bu durumda büyük
söz edilmesi, Hz. Peygamber'e müşahede etti­ kuvvet zayıf olanı âtıl hâle getirir, fakat asla
rilen mescidin Süleyman Mabedi'nin orijinal bâtıl hâle getirmez (Krş: 53/Neml: 40). Kur'an
hâlinin görüntüsü olduğunu teyit eder. Bunun­ olağan mucizeleri göremeyenin olağandışı mu­
la şu mesaj verilmiş olsa gerektir: Davud ve Sü­ cizeleri de göremeyeceğini söyler: "Göklerde
leyman peygamberlerin nübüvvet mirasının ve yerde ne mucizeler var ki, insanoğlu yanın­
vârisi sensin ey Muhammed! Allahu a'lem. dan geçip gider de onlara dönüp bakmaz bile"
(71/Yusuf: 105). Gözüne gösterileni göreme­
6 Min âyâtinâ ibaresi, gaybi hakikatin sembol­
yen, gönlüne gösterileni nasıl görsün?
lerinden bir kısmının gösterildiğine delalet
8 Miraç rivayetlerinde beş vakit namazın bu
eder. Necm 18'de ise Rabbinin en büyük âyeti­
sırada verildiği nakledilmişse de, bu sûreden
ni gördüğü ifade edilir. Orada görülen, vahiy
yıllarca önce indiği kesin olan Tâhâ 130'da
meleğinin asli suretidir. Olayın anlatıldığı pasaj
(Krş: 70/Hûd: 114, not 130) "güneşin doğum
bu âyede son bulur. Necm sûresinde nuranî-
ve (tam) batımından önce, gecenin bir kısım
melekî âlemin beşeri âlemin ufkuna inişi (nü­
saatinde ve gündüzün kenarlarında olmak
zul), burada ise beşeri âlemin ufkunun nûrâni-
üzere" beş vakit namaz farz kılınmıştı. Ayrıca
meleki âleme yücelişi (Isrâ) dile getirilmektedir. Miraç'ta verildiği söylenen üç şey arasında Ba-
7 Esra, "insanlık, şeref, onur" anlamuîa gelen kara'nın son iki âyeti de sayılmaktadır. Oysa
es-serv kökünden türetilmiştir (Etimolojik bir Bakara sûresi tümüyle Medine'de inmiştir.
tahlil için bkz. 11/Fecr: 4, not 5). es-Seriyy, Aksi iddialar, bu rivayetlere dayanır. Fakat
"büyümek ve yücelmek" anlamına gelir (Li­ sözkonusu âyetlerin 284. âyetten ayrılamaya­
sân). Esra'nın "yüceltme" anlamı, "yürü­ cağını, yine bu âyetin nüzul sebebi rivayeti
yüş "ün maddî değil manevî, yolculuğun yatay söyler. Öyle anlaşılmaktadır ki, Rasulullah'ın
değil dikey, amacın da yolcuya kilometre kat bu özel tecrübeyi ümmetiyle paylaştığı haber­
ettirmek değil "yüceltmek" olduğu sonucunu lerin arasına başka şeyler de karışmıştır. Bu
verir. Kur'an bu müşahedenin adını açık ve net haberlerin bu gibi problemli kısımları dışında
olarak İsrâ koymaktadır. Bağlamla alâkası ol­ yer alan bölümlerinde kullanılan yoğun meca­
mayan me'âric (83/Zuhruf: 33; 46/Me'aric: 3) zi dil dikkat çekicidir.
tası kılarak (demiştik ki): "Benim dışım­ 6 Daha sonra tekrar onlara galip gelmeni­
da, herhangi bir koruyucu otorite edine­ 9
zi temin ettik; ve sizi hem mal, hem de
yim demeyin! 3 Siz, ey Nuh'la birlikte evlatça destekleyip sayınızı artırarak (şu
(gemide) taşıdıklarımızın soyundan ge­ mesajı verdik): 7 "Eğer iyilik ederseniz
lenler! Unutmayın ki o hep şükreden bir yalnızca kendinize iyilik yapmış olursu­
kuldu!" 10
nuz, yok eğer kötülük ederseniz bunun
4 Ve İsrâiloğullarma vahiy yoluyla (şunu) da sonucuna katlanırsınız." 15

bildirdik: "Mutlaka yeryüzünde iki kez Derken, sonuncu uyarının da vakti gelip
bozgunculuk çıkartacak ve küstahça bö­ çattığında (yeni düşmanlar gönderdik
bürlenip büyüklük taslayacaksınız!" 11 /göndereceğiz); ki sizler için yüzkarası
5 İşte bu iki uyarıdan birincisinin vakti olan öncekilerin girişi gibi, Mabed'e (des­
geldiğinde, sizin üzerinize şu Bizim (bela­ tursuz) girip ele geçirecekleri her şeyi pa­
lı) kullardan saldırı gücü çok yüksek ramparça edip mahvetsinler. 16

olanları musallat e t t i k ; 12
öyle ki, bunlar
köşe bucak her yeri arayıp taradılar: zi­ 13 8 Tabii ki Rabbinizin size rahmetiyle
ra bu, sadece (böyle yapanlar için) konul­ muamele etmesi umulabilir; ama eğer siz
muş bir yasanın uygulanmasıydı.
14 (günaha) dönerseniz, Biz de (cezaya) döne-

9 Vekîl, şahit ve kefîl'den farklı olarak, elinde mesi, bunların "belalı" birileri olduğuna dela­
"her an müdahale yetkisi olan" otoriteyi ifade let eder.
eder (Bkz: 71/Yusuf: 66, not 65). Burada 54 ve 13 Câsû, hâsû olarak da okunur {İtkân III,
65'te "koruyucu otorite" anlamında kullanıl­ 265).
mıştır. 14 Lafzen: "vaadin". Buradaki vaadden kasıt,
10 İnsanlığın ikinci atası sayılan Hz. Nuh'un, Allah'ın bozgunculuk yapan ve küstahça bö­
örnek olarak takdim edilmesi, insanlık tarihin­ bürlenen toplumlar ve uygarlıklar için koydu­
de sapmanın arızi, tevhidin asli olduğunu imâ ğu yasadır. Bu yasa, en çarpıcı ifadesini bu sû­
içindir. Zımnen: Hiç kimse kendi sapmışlığına renin 16. âyetinde bulur. Bu âyette Isrâiloğul­
ataları şahit gösteremez,- çünkü insanlığın ata­ ları özelinde gündeme getirilen bu yasa, 16.
ları sapmış değildi. Bu ve buna benzer âyetler âyette tüm insanlık tarihi için geçerli olan ilâ­
ilâhî vefanın göstergesidirler. Âlemlerin Rabbi, hî bir kanun olarak zikredilmektedir.
elçilerinin hatırasına sahip çıkmaktadır.
15 "Bunun da sonucuna katlanırsınız" karşılı­
11 Lafzen: "kitapta.." Bununla kastedilenin ğı, edatlardan oluşan fe-lehâ ibaresinin açılı­
İsrâiloğullarma gönderilen ilâhî mesajlar oldu­ mıdır.
ğu açıktır (Bkz: Zemahşerî). Bu âyet, 39 kitap­
16 Yutebbirû: "kırsınlar, yerle bir etsinler,
tan oluşan Eski Ahid'de yer alan Levililer
mahvetsinler". Bu yüzden her tür cam kırığı­
(26:14-39), Tesniye (28:15-68 ve 33:4), Işâyâ
na, demir ve altın kıymığına tibr adı verilir
(5:24-30), Yeremyâ (2:28) kitaplarında ve İn­
(Zeccâc). Haber verilen şeyin kesinkes olaca­
cil'de yer alan (Matta 23:33-37; Luka 21:10-24)
ğını bildiren tetbîr mastarının anlama kattığı
Hz. İsa'nın İsrâiloğullarma uyarılarına bir atıf
pekiştirmeyi "paramparça" ile karşıladık (Krş:
olsa gerektir.
Râzî). İzâ zarfı anlama gelecek zaman vurgusu
12 MÖ. 7. yüzyılda Kudüs'ü yerle bir eden da kattığı için, bu tehdit geleceğe yönelik ola­
Asur ve yüz yıl sonraki Babil soykırımları kas­ rak da okunabilir.
tediliyor. 'Ibâdenâ yerine 'ıbâden lenâ denil-
Nüzul: 68 Mushaf: 17 , ^ 3 ^ , , 68/ÎSRA SÛRESİ , »i<g>fr 393

r i z . Zira Biz cehennemi nankörleri çe­


17 18
12 Hem Biz geceyi ve gündüzü iki âyet
peçevre kuşatan bir hisar kılmışızdır. 19
kıldık. Baksanıza, gecenin âyetini gideri­
yor 21
ve (onun yerine) gündüzün âyetini
9 HİÇ şüphe yok ki işte bu Kur'an, en bir ışık kaynağı olarak getiriyoruz ki;
doğru yola yöneltmekte; erdemli ve güzel hem Rabbinizin lutfundan (size düşeni)
davranış sergileyenleri, kesinlikle muh­ arayasmız, hem de (geçip giden) yılların
teşem bir karşılığın beklediğini müjdele­ sayısının ve (gelmesi kaçınılmaz olan]
mektedir,- 10 ve âhirette (yaptıklarından hesabın farkına varasınız. 22
İşte Biz, (ib­
hesap vereceğine] inanmayan kimseler ret almanız için gerekli olan) her ş e y i 23

için, dehşet bir azap hazırladığımızı da... açık ve net olarak önünüze koymuş bulu­
11 Ne ki insan, (sanki] hayır için yalvarıp nuyoruz. 24

yakarıyormuşçasına şer için yalvarıp ya- 13 Ve Biz, her bir insanın kaderini kendi
karır; zira insan çok acelecidir. 20
çabasına bağlı kıldık. Nitekim Kıyamet
25

17 Krş. 84/Duhân: 15. Allah hakkında ikinci ce âyeti olmadığına dair İbn Abbas rivayetine
çoğuldan (Rabbiniz), birinci çoğula geçiş (Biz) dayanarak.
dikkat çekicidir (Krş: 89/Ankebût: 23). 22 Veya: "Yılların sayısını ve hesabını yapabil­
18 Kâfirin kelimesini, ahlâkî karşılığı olan meniz için". Parantez içi açıklamalar, hemen
"nankörler" olarak çevirdik (Kelimenin "nan­ arkadan gelen âyetlerle uyumludur. İlk cümle­
körler" anlamında açıkça kullanıldığı yer için de gece ve gündüz âyetinden, ikinci cümlede
bkz. 51/Şu'arâ: 19). Çünkü burada sözü edilen­ gecenin ve gündüzün âyetinden söz edilerek
ler Isrâiloğullarıdır ve kendilerine verilen vah­ âyet içinde âyete işaret ediliyor. Gündüzü ve
ye nankörlük etmişlerdir. Hemen sonra gelen gecesiyle bütün bir gün, insanın doğum, ölüm
âyetin Kur'an vahyinden söz etmesi de bunu ve tekrar dirilişine bir atıftır. Ay ve güneş, in­
göstermektedir. sana bu hakikati gösterdiği için birer "göster­
19 Hasirâ, hem inkârda direnenler için cehen­ ge" (âyet) olarak takdim edilmektedir.
nemin son durak kılınmasına, hem de kaçıp 23 Parantez içi açıklamanın gerekçesini teşkil eden
kurtulunması mümkün olmayan bir zindan kullu şeyin üe ilgili bkz. 74/Nahl: 89, not 101.
kılınmasına delalet eder (Taberî). 24 Gece ve gündüz ibrettir: İlki bir adım öte­
20 18. âyette dile getirilen dünyevileşmenin sini göremediğimiz dünyaya, ikincisi her şeyi
temelinde yatan zaaf. Kur'an şöyle der: "insa­ hakikatiyle göreceğimiz ahirete dair ibret...
noğlu aceleci bir yaradılışa sahiptir" (79/Enbi­ 25 Lafzen: "Ve Biz, her bir insanın kuşunu ken­
ya: 37). Bu zaafa karşı Allah'ın muamelesi şöy­ di boynuna geçirdik". Tâir, "uçan varlık" anla­
ledir: "eğer onların nimeti istemede acele et­ mma gelir. Aynı kökten türetilen tayr "kuş"
tikleri gibi Allah da insanlar için (hak ettikle­ türünün ortak adıdır, islâm öncesi Arap toplu­
ri) cezayı vermede acele etseydi, onların sonu­ mu, bir şey yapmaya niyetlendiklerinde kuş
nu getirecek hüküm hemen infaz edilirdi" uçururlar, o kuşun sağa-sola ya da yukarı-aşağı
(69/Yûnus: 11). Bu kimseler, tehdit edildikleri uçuşuna göre anlamlar çıkarırlardı. Bu işleme,
feci akıbete meydan okuyan inkarcılardır. Sö­ kader ve kısmeti belirlemek ve geleceği oku­
zün özü: insan aceleciliği yüzünden peşin fela­ mak için başvururlardı (Râzî). Allah Rasulü de
keti vadeli saadete tercih eder. tıyera'yı "uğurluluk-uğursuzluk" ile ilgili bir
21 Veya: "söndürüyor". Ayın sönmeden önce batıl inanç olarak tarif etmiş ve bunu şirkin
güneş gibi parlak oluşuna ve o zaman ayın ge­ kardeşi olan cibr/ten saymıştır (Hadis için bkz.
Günü onun önüne, (dünyada yapıp etti­ reç şöyle gelişmiştir: önce) o toplumun
ği) 26
her şeyi kayıtlı bulacağı bir sicil ko­ refah içinde şımarmış seçkinlerini yöne­
yacak (ve diyeceğiz ki): 14 "Oku sicilini! tici yaparız,- 27
buna rağmen onlar orada
Bugün kendi hesabını görmek için sen sa­ kötülük işlemeyi sürdürürlerse, artık on­
na yetersin!" lar aleyhindeki hüküm kesinleşir: bunun
15 Kim doğru yola yönelirse, iyi bilsin ki ardından Biz de orayı yerle bir ederiz.
o sadece kendisi lehine yönelmiş olacak­ 17 Nitekim Biz Nuh'tan bu yana nice
tır,- kim de saparsa, unutmasın ki o da toplumları helak etmişizdir.
yalnızca kendi aleyhine sapmış olacaktır: Zira, günahkarlıkları yüzünden kullarıy-
zira hiç kimse bir başkasının sorumlulu­ la başa çıkmak için, her bir şeyden haber­
ğunu taşımaz,- üstelik Biz, bir elçi gönde- dar olup her bir şeyi gören Rabbin âlâsıy-
rinceye kadar asla (bir toplumu) azaba sü- la yeter de artar b i l e ! 28

rüklememişizdir. 16 Biz bir toplumun


18 Her kim ki, hemen 'şimdi ve bura-
helakini dilediğimiz zaman (bilin ki sü-
da'nm geçici nazlarını tercih ederse, Biz
29

104/Nisâ: 51, not) Batıl inanca dayalı bu uygu­ ne (iyiliği) emrederiz; fakat onlar orada kötü­
lamada kullanılan aracın adı ya da niteliği (tâir, lük işlerler.." Zemahşerî bu tevilli okuyuşu
tetayyur, tıyera) daha soma "şans, talih, uğur, "delilsiz" gerekçesiyle reddeder. Tercihimiz,
kader ve kısmet" anlamlarında kullanılmaya uyguladığımız usul gereği emmernâ okuyuşu­
başlandı. Ebu Ubeyde tâifi "nasip, pay" [haz) na dayanmaktadır (Bkz: Müfredat). Ebu Ubey­
olarak açıklamıştır (Krş: 98/Âl-i İmran: 49; de aynı kelimeyi "artırırız" anlamına âmernâ
108/Mâide: 110,- 56/A'râf: 131; 68/lsra: 13; olarak okumuştur.
53/Neml: 47; 39/Yâsîn: 19). Tâifi çevirimiz bu 28 Habîrve Basîr isimlerinin mübalağa kipiyle
verilere dayanmaktadu. Âyette geçen 'unuk gelmiş olması, "yeter" anlamına gelen ve yine
(bir başka okuyuşta 'unk), kinayeten "sorumlu­ mübalağa amaçlı kullanılan kefâ, verdiğimiz
luk alma, yük taşıma"yı ifade eder. Bunu göz deyimsel mananın gerekçesini teşkil etmekte­
önüne alan Elmalılı, ibareye alternatif anlam dir. Ayrıca, normalde cümle içinde öznenin
olarak "mesuliyetini kendi talep ve ameline başında kullanılmayan be edatı [bi-rabbike),
tahsis ettik" veya "vebalini kendi nefsine bağ­
kullanıldığı her yerde özneye veya yaptığı işe
ladık" karşılığını verir. Râzî de, 'insanın boynu­
övgü ya da yergi anlamı katar (Ferrâ). Bu ne­
na takılanın "tasma" mı, "madalya" mı ya da ;
denle "âlâsıyla" yananlammı parantez içine al­
"yular" mı, "gerdanlık" mı olacağını yine ken­
madık. Söz konusu edatın övgü işlevi, çeviri­
di tercih ve eylemlerinin belirlediğine' dikkat
mizin ikinci gerekçesini teşkil etmektedir.
çeker. Bizim tercihimiz olan "kendi çabasına"
karşılığı, 'unukun bu çağrışımlarına dayan­ 29 el-'âcile, zaman olarak "yakın ve hemen",
maktadır. Zaten âyetin son kısmı, insanın kişi­ mekân olarak 'şimdi ve buradaya' tekabül
sel tercihleriyle maddî ve manevî yazgısı ara­ eder. Dişil formda gelmesinden de anlaşılaca­
sındaki doğrudan bağı vurgulamaktadır. ğı gibi el-hayâtu'd-dunyâ (Bkz: 9/A'lâ: 16, not
16) karşılığı kullanılmıştır. Uzak ama kalıcı
26 Parantez içi açıklamamız, Taberî'nin terci­ bir âhiret hayatının karşısına yakın ama geçi­
hine dayanmaktadır. ci bir dünya hayatı konulmuştur. İnsan, geçici
27 Veya çoğunluğun emernâ okuyuşunu Ta­ şimdinin ayartıcı cazibesine kapılıp da kalıcı
berî'nin İbn Abbas'a dayandırdığı tercihle âhiretin nitelikli nimetlerinden mahrum ol­
okuyarak: "refah içinde şımarmış seçkinleri- maması için zihni bir inşaya tabi tutulur.
Nüzul: 68 Mushaf: 17 ^ ~ ^ , t t 68/İSRA SÛRESİ 395

de onun payını orada hızlandırır, dilediği­ bir ilâh edinme! Sonra kınanmış olarak
miz kimseye istediğimiz kadar veriveri- bir köşeye atılıp orada bir başına kalaka­
riz; ne ki sonunda ona cehennemi tahsis lırsın. 23 Zira senin Rabbin, başkasına
ederiz (de), o oraya kınanmış ve gözden değil yalnızca kendisine kulluk etmenizi
çıkarılmış* biri olarak atılır. 30
19 Ve her emreder.
kim de âhiret hayatını tercih eder, (karşı­ Bir de ana babaya iyilik etmeyi... Eğer
lığını Allah'tan alacağına) inanarak ora­
31

onlardan biri ya da ikisi senin yanmday-


sı için göstermesi gereken çabayı göste­ ken yaşlanırsa, sakın onlara " Ü f ! " bile
rirse, işte onların bu çabası karşılığını bu­ deme ve onları azarlama! Aksine onlara
lur. 20 Hepsine birden, -ötekilere de, be­ gönül okşayıcı şeyler söyle! 36
24 Dahası,
rikilere de- senin Rabbinin lutfundan (bu o ikisine alçak gönüllü davranarak mer­
dünyada zaten) ulaştırmaktayız: 32
zira hametle kol-kanat ger ve de ki: "Rabbim,
Rabbinin lutfu yalnız (bir kesimle) sınır­ o ikisi beni küçüklüğümde sevgiyle gö­
landırılamaz. 33

rüp gözettikleri gibi, sen de onları merha­


21 (Bu dünyada) onların bir kısmını, di­ metinle k o l l a ! " 37

ğerlerine nasıl üstün kıldığımıza bir bak; 25 (Ey insanlar!) Rabbiniz, içinizde olan
ama âhiretin payı hem nicelik olarak çok biteni çok daha iyi bilir; 38
yeter k i 3 9
siz
daha büyük, hem de (nitelik olarak) çok iyiliği özümseyenlerden olun: hiç aklı­
daha üstün ve değerlidir. 34
nızdan çıkarmayın ki O, (hatada ısrar et­
meyip) kendisine yönelenler için tarifsiz
22 (EY İ N S A N ! ) 35
Allah'la birlikte başka bir bağışlayıcıdır. 40

30 Yaslâhâ'mn açılımı: "kendi kendini yakan bir yan müteakip âyetteki la ta'budû'nun çoğul
yakıt olarak atılır" (Krş: 39/Yâsîn: 64, not 45). gelmiş olmasıdır.
31 Taberî'nin açıklamasına dayanarak. 36 Burada anne babaya davranışa herhangi bir
32 Parantez içi açıklama, metnin akışından istisna getirilmezken, bu âyetlerin tefsiri nite­
kolayca çıkarılabilecek bir yananlamdır. liğindeki 75/Lokman: 14-15 ve 89/Ankebût:
33 Rahman isminin bir gereği olarak (Bkz: 8'de onlara uymanın sınırları çizilir.
1/Fatiha: 2, not; krş. 94/Bakara: 126 ve 37 Tevhid ile vahdet aynı pasajda işlenmiştir.
74/Nahl: 117). Biri akideyi, diğeri toplumu ayakta tutar. Tüm
34 Derecât, burada ve geçtiği birçok yerde nite­ sosyal kıyametlerin temelinde aile bağlarının
lik farkına değil nicelik farkına işaret eder (Krş: çözülmesi yatar.
94/Bakara: 228; 104/Nisâ: 95; 105/Mücâdile: 38 Zımnen: Allah insan olmanın getirdiği
11). Cümlenin ikinci kısmı, doğal olarak birin­ farklı hâller dolayısıyla anne-babanm yanlış
ci kısmındaki vaadden farklı bir içerik taşı­ algılayıp kırıldıkları kasıtsız söz ve tavırları­
maktadır. Bu da dünya ile âhiret arasındaki "ni­ nızı, onların altında yatan niyet ve tasavvurla­
telik farkı "dır. Birinci cümledeki "nicelik ola­ ra göre değerlendirir.
rak" açıklaması yananlamken, ikinci cümlede­
39 İn edatı, kimi zaman "yüreklendirme"
ki parantez içi açıklama sözgelimine dayanır.
[tehyic] ve "özendirme" [ilhab] işlevi görür.
35 Burada hitap doğrudan insanadır (Krş: Râzî Edatın söz konusu işlevine dayanarak bu anla­
ve Katade'den. Taberî). Baştaki ikinci tekil za­ mı tercih ettik.
mirinin, Hz. Peygamber'e değil tüm insan so­
40 Evvabîn, "geri dönmek, yönelmek, vaz geç-
yuna ait olduğunun delili, aynı ilkeyi tekrarla-
26 (Ey insan!) Yakınlık sahiplerine hakkı­ na bağlayıp (cimrilik yap), ne de onları
nı ver düşküne ve yolda kalmışa da... Fa­
; büsbütün açarak (saçıp savur); eğer böy­
43

kat sakın ola ki (elinde avucunda olanı) le yaparsan, kınanmış olarak bir köşeye
amaçsız bir biçimde saçıp savurma! 27 atılıp pişmanlık içinde kıvranırsın. 30 El­
Çünkü amaçsızca saçıp savuranlar, (çok bet senin Rabbin (hak edenin) rızkını bol­
geçmeden) Şeytanın kardeşleri olup çı­ laştırmayı, (hak etmeyenin) rızkını da
karlar: 41
zira Şeytan Rabbine karşı pek kısmayı diler; 44
çünkü O kullarının her
nankör idi. durumundan haberdardır, her şeyi tarif­
28 Ve eğer sen kendin, umut (kapın olan) siz görmektedir.
Rabbin katından gelecek bir rahmet ve 31 Şu hâlde, çocuklarınızı rızkınıza ortak
lutfu arama çabasında olduğun için (muh­ olur 45
endişesiyle ördürmeye kalkmayın!
taçları) geri çevirmek durumundaysan, en Onları da sizi de besleyecek olan Biziz:
azından onlara gönül alıcı bir söz söyle. 42
şüphesiz onları öldürmek büyük bir cü­
29 Yine sen (ey insan), ne ellerini boynu- rümdür. 46

mek" anlamlarına gelen âbe fiilinden türetil­ ber'le sınırlandıran görüşü esas alsak bile,
miştir, îsm-i fail kalıbıyla tekil olarak kulla­ âyette dile getirilen bu çaba Hz. Peygamber'in
nıldığı beş yer dışında, çoğul olarak sadece bu­ şahsı için gösterdiği bir çaba olamaz. Çünkü
rada kullanılmıştır. Evvabîn'in anlamı konu­ çok daha önceden Hz. Peygamber rızık kaygı­
sunda ilk yorumcular çok farklı şeyler söyle­ sına düşmemesi konusunda uyarılmış ve ken­
mişlerdir (Taberî). Bunlar arasında "akşamla disine bu konuda ilâhî garanti verilmişti (Bkz:
yatsı arasında namaz kılanlar" gibi, hiçbir de­ 44/Tâhâ: 131-132).
lile dayanmayan yorumlar yapılmıştır. Said b. 43 "El bağlamak-el açmak" deyimleri, cimrilik
Cübeyr, sözcüğün buradaki işlevinin evladın ve müsriflikten kinayedir. Parantez içi açıkla­
eyleminin ebeveyn tarafından nasıl algılandı- malarımızın gerekçesi budur. Harcama ahlakıy­
ğıyla değil, özünde iyi ve hayırlı bir amaç taşı­ la ilgili bir başka âyet için bkz. 40/Furkan: 67.
yıp taşımadığıyla ilgili olduğunu söyler (Ze­
44 Parantez içi açıklamalarımız, yeşa' fiilinin
mahşerî). Bu durumda ibare, ebeveynlerin,
cümle içerisindeki konumundan kaynaklan­
özünde iyilik ve hayır amacı taşıyıp taşımadı­
maktadır. Bu konuda ayrıntılı bir açıklama
ğına bakmaksızın çocuklarına kırılıp gücen­
için bkz. 58/Ra'd: 27, not 37. Kuşku yok ki Al­
melerinden dolayı Allah'ın onları sorumlu
lah, her konuda olduğu gibi rızık konusunda
tutmayacağını ifade etmiş olur. Parantez içi
da yasalar koymuştur. Bu yasaların başında,
açıklama, Taberî'nin Said b. Müseyyeb'ten
insan çabasının karşılıksız kalmayacağı ilâhî
yaptığı nakle dayanır.
kuralı gelir (26/Necm: 39). Bir başka âyet, rı­
41 Buradaki kânû fiili, "varoluş" (keynu- zık konusunda ilk adımın insandan beklendi­
net/kognitif) anlamıyla değil, "sonradan oluş" ğini ifade eder (107/Talâk: 3).
(sayruret/konstrüktif) anlamıyla çevrilmiştir.
45 EmieJca'nın enfeka vurgusundan yola çıka­
Isrâf ve savurganlığın, günah sektörünü doğu­
rak.
ran en büyük amil olduğu gerçeği vurgulan­
maktadır. 46 Açlık korkusu insanı evlat katili yapar. Zi­
ra açı doyurmak mümkün, açgözlüyü doyur­
42 Bu âyet de yukarıdaki gibi, vahyin tüm mu­
mak imkansızdır. Açgözlülüğün temelinde
hataplarına hitap eden bir âyettir. Âyetin hi­
açlık korkusu yatar, onun da temelinde Al­
tap alanını ilk muhatabı olan Hz. Peygam-
lah'a güvensizlik.
Nûzûl: 68 Mushaf: 17 , ^ y ^ > , , 68/ÎSRA SÛRESİ 397

32 Ve sakın zinaya yaklaşmayın! Çünkü o Yine, verdiğiniz her (meşru) söze sadık
arsızca bir hayasızlık ve çirkin bir yoldur. kaim! Şüphesiz söz veren herkes bundan
33 Yine haklı bir gerekçeye dayanmaksı­ dolayı hesaba çekilecektir.
zın Allah'ın dokunulmaz kıldığı hiçbir 35 Ve ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tu­
cana kıymayın! Zira haksız yere canına tun! Tartıp değerlendirdiğinizde (ise) dos­
kıyılan kim olursa olsun, işte onun ve­
47
doğru kıstas ile tartıp değerlendirin! 51

lisine (eşdeğer bir ceza konusunda) yetki Böylesi çok daha yararlı ve sonuç alma
tanımışızdır, fakat o kati cezasında (belir­ açısından 52
çok daha güzeldir.
lenen) sınırı aşmasın,- 48
şu da bir gerçek 36 Ve bilmediğin bir şeyin peşinden git­
ki, zaten o yardıma mazhar olmuştur. 49
me! 5 3
Çünkü kulak, göz ve gönül; bütün
34 Yetimin malına da, -kendisi (ergenlik bunlar (hesap günü) ondan dolayı sorguya
çağma erinceye kadar) yapacağınız en uy­ çekilecektir. 54

gun ve olumlu tasarruflar dışında- yak­ 37 Ve yeryüzünde çalım satarak dolaşma!


laşmayın. 50
Unutma ki sen ne yeri yarabilir, ne de

47 Lafzen: "kimin canına haksız yere kıyılmış- razi) yerine el-kıstas'm (ölçüt) kullanılması
sa.." Bizim çevirimiz, âyetin devamına, dış dikkat çekicidir. Vezn ve mizan terimleri dahi,
bağlama ve vahyin ilkelerine uygundur (Bkz: Kur'an'da muhtelif yerlerde mecazen kullanıl­
94/Bakara: 178). Yani: "yoksul ya da zengin, mıştır (Krş: 56/A'râf: 8 82/Şûrâ: 17; 96/Hadîd:
;

güçlü ya da güçsüz, fark etmez" anlamındadır. 25). Burada, ölçüp tartma konusundaki uyarı,
48 "Eşdeğer bir ceza" [kısas], Bakara 178'de kas­ terazi ve metre gibi fiziki olanından tasavvur
ten adam öldürme suçunun cezası olarak öngö­ ve akıl gibi mânevi olanına kadar, tüm ölçme
rülür. Aynı ceza türünün önceki vahiylerde de ve değerlendirme araçlarını kapsar. Buradaki
bulunduğuyla ilgili bkz. 108/Mâide: 45. Tanın­ ölçme ve tartmanın sadece ekonomik olanla
dığı ifade edilen yetkinin üst sınırı budur, fakat sınırlanamayacağmm delili bir sonraki âyettir.
maktulün velisi isterse, aynı âyette diyet alarak 52 Te'vil Kur'an'da sadece anlamlı söz için de­
katilin suçunun dengi olan cezayı bağışlama ğil, anlamlı ve amaçlı eylem için de kullanılır.
yetkisi de verilmiştir (94/Bakara: 178, ilgili not­ Bu da gösteriyor ki Kur'an, amaçlı eylemi tıpkı
lar). Burada, "bir cana karşılık bir can" sınırının anlamlı söz gibi okuma konusu olarak görmek­
aşılıp güçlünün güçsüze, varsılın yoksula karşı tedir. Sözün özü: Amel imanın fiili yorumudur.
intikam amaçlı bir katliam yapması yasaklan­ 53 La takfu (ya da lâ takat], "peşine düşme, ar­
maktadır (Krş: 94/Bakara: 178, ilgili notlar). dınca gitme" anlamına (Ferrâ). İz sürücülük
49 Mücahit buradaki "o" zamirinin cinayet sanatına kıyâie, bu işin uzmanına da kâii de­
kurbanını gösterdiği görüşündedir (Taberî). nilirdi. Bir önceki âyetle birlikte düşünüldü­
Fakat dilsel açıdan, zamir veliyi gösterir. Kal­ ğünde yanlış ölçme ve değerlendirmenin ye­
dı ki, bu ibareyi kendisinden önceki cümleden tersiz ya da yanlış bilgiden kaynaklandığını
koparmak için inne'den önce bir bağlaç da açıklayan bir ifade. Alternatif bir anlamı da
kullanılmamıştır. Taberî de bunu tercih eder. şudur: "Bilmediğin bir konuda konuşma!"
50 Açıklamamız, 104/Nisâ: 6'daki en yekbe- 54 Burada, "peşinden gitme" eyleminin bir so­
rû'ya dayanır. nuç olduğu, bunun öznesinin ise gözlem, bilgi
51 Burada tartma fiili (vezinû) kullanıldığı hâl­ ve bütün bunları ölçüp değerlendiren ve bura­
de, isim olarak aynı kökten gelen el-mîzân (te- da "akleden kalbe" karşılık gelen "gönül" ol­
duğu dile getirilmektedir. Bunların sorguya çe-
398 1 > < S > < , , 68/tSRA SÛRESİ t l y^ < l Nûzûl: 68 Mushaf: 17

dağlarla boy ölçüşebilirsin. nüp öğüt alabilsinler; fakat bu onların sa­


38 Bütün bunların asıl kötülüğü, 55
Rabbi­ dece nefretini artırdı.
nin katında hoş karşılanmamış olmaları­ 42 De ki: "Eğer iddia ettikleri gibi O'nun­
dır: 39 bütün bunlar, Rabbinden sana vah- la birlikte başka ilâhlar olmuş olsaydı,
yedilen amacı gerçekleştirme hususunda onlar da Otorite Sahibine (yakın olmak
en isabetli hükümlerden bir bölümüdür. ya da O'na galip gelmek için] elbet bir yol
(Ey insan!] Sakın Allah'la birlikte başka bulmağa çabalarlardı." 59

bir ilâh edinme! Yoksa kınanmış ve dış­ 43 Her noksandan berî, her şeyden yüce
lanmış biri olarak cehennemi boylarsın. 56
ve mutlak aşkın olan O, onların söyledik­
lerinin de çok çok ötesinde sonsuzca yü­
40 NE YANI, şimdi Rabbiniz sizin için celik, sonsuzca büyüklük sahibidir: 44
oğullar seçip ayırırken, kendisine melek­ yedi gök ve yer ve onlarda yaşayan her bi­
lerden kızlar edindi, öyle mi? Şu bir gerçek linçli varlık O'nun sonsuz yüceliğini dil­
ki siz, pek dehşet bir söz söylüyorsunuz. 57
lendirirler,- daha da öte, (lisan-ı hâl ile)
41 Doğrusu Biz bu hitapta, 58
(hakikati] onun ululuğunu övgüyle dile getirmeyen
tüm boyutlarıyla ortaya koyduk ki düşü­ bir tek nesne dâhi bulunmamaktadır; 60

kümesi, hesap gününde sahibi hakkında şahit­ ahlâkî ilkeler koymak Allah'a mahsustur. Zi­
lik yapacak olmasıdır ki, kulak ve gözlerin şa­ ra ancak Allah'ın koyduğu hükümler zaaf ta­
hitliği Fussilet 22'de açıkça dile getirilir. Yine şımaz.
Kur'an diğer organların şahitliğinden de söz 57 Zımnen 35-36. âyetler ışığında: İşte size bir
eder (Nur: 24; 39/Yâsîn: 65). Âyetteki "gönlün ölçme-değerlendirme yanlışı. Necm sûresinin
sorgusu" ile Bakara 283'teki "kalbin günahkar­ 21. âyetinde de dile getirilen, Arapların öteden
lığı" arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Bü­ beri süregelen melekler hakkındaki batıl ina­
tün bunlar, insan eyleminin çıkış noktasımn nışı.
tasavvur ve akıl oluşuyla açıklanabilir. Dolayı­
58 Kur'an'ı "hitap" olarak çevirimizin için
sıyla sapmış bir eylemi düzeltmek, o eylemin
bkz. 69/Yûnus: 15, not 26.
merkezini düzeltmekten geçmektedir.
59 Parantez içindeki alternatifli açılım, âyetin
55 "Bütün bunlar"dan kasıt 22-37. âyetler ara­
genelinin her iki şıkka da açık olmasından kay­
sında dile getirilen davranışlardır. Bu pasajda
naklanır. Taberî ibarenin açılımını olumlu an­
yer alan 12 talimat, Hz. Musa'ya indirilen ilâ­
lamda "yalan olmak için" şeklinde yapmış, diğer
hî buyrukları da içermektedir. Kâne yardımcı
şıkkı tartışmamıştır bile. Fakat bize kadar ulaşan
fiilinin cümle içindeki konumuna dayanan
ilk tam tefsirin sahibi olan Mukatil (ö. 150 h.)
"asıl" karşılığı, âyetin muradını hedef dilde
olumsuz anlam olan "galip gelmek, alt etmek
gösteren anahtar konumundadır. Elbette her
için" açıklamasını yapmıştır. îbteğa fiili,
bir mü'min için yasaklara uyma çabasının ni­
Kur'an'da hem olumlu hem olumsuz olarak "bir
hai amacı Allah'ın hoşnutluğudur. Bu amacı
amaca ulaşmayı istemek, bunun için çaba sarfet-
göz ardı ederek Allah'ın hoşlanmadığı eylem­
mek" anlamında kullanılmıştır (Krş: 114/Tevbe:
leri hayat tarzı hâline getirenlerin karşılaşaca­
ğı hayal kırıklığı, Muhammed 28'de aynı kav­ 48; 46/Me'aric: 31 ve 68/lsra: 12; 68/lsra: 66).
ramlarla dile getirilmiştir. 60 Zımnen: Varlık bir dildir O'nu söyler,- bir
kitaptır O yazar ve O'nu yazar; âlem bir şahit­
56 Âyetin başıyla sonu arasındaki münasebet
tir O'na şehadet eder.
açıktır: İyi ile kötüyü belirlemek ve evrensel
Nûzûl: 68 Mushaf: 17 . ^ ^ y ^ , , 68/İSRA SÛRESİ 399

ve fakat siz onların ululayan dilini anla­ me) gücünü asla kendilerinde bulamıyor­
mamakta (ısrarcısınız); 61
buna rağmen O lar. 65

sizi cezalandırmada hiç acele etmeyen­ 49 Bir de tutmuş diyorlar ki: "Ne yani, şim­
dir, eşsiz bir bağışlayıcıdır. di biz kemik yığınına dönüşüp oradan da
45 Hem ne zaman (onlara) Kur'an okusan, toza toprağa karıştıktan soma yepyeni bir
seninle âhirete inanmamakta ısrar eden o yaratılışla tekrar diriltileceğiz, öyle mi?"
kimseler araşma görünmez bir perde çeke­
50 De ki: "İster taşa dönüşün, ister demi­
r i z ; 46 (akleden) kalplerinin üzerine onu
62

re,- 51 ya da mahlukat içerisinde aklınıza


anlamalarını engelleyen bir kapak, kulak­ gelebilecek (hayata) en uzak (başka) bir
larına ise bir tıkaç yerleştiririz. Bu yüz­ 63
varlığa!.."
den sen ne zaman Kur'an (okuma ânmjda
Bundan sonra kalkıp da "Kimmiş bizi ye­
Rabbini birleyerek ansan, 64
nefretle geri­
niden diriltecek olan?" diye soracak olur­
sin geri dönüp uzaklaşırlar.
larsa, "Sizi ilk defa yaratan Kimse!" diye
47 (Ey Muhammed!) Sana kulak verdikle­ cevapla.
rinde, aslında onların neye kulak kabart­
Bunun üzerine, kafalarını (kinayeli kina­
tıklarını ve kendi aralarındaki gizli ka­
yeli) sallayarak "Peki, bu ne zaman ger-
paklı görüşmeleri sırasında o zalimlerin,
çekleşecekmiş bakayım?" diye sana sora­
"Eğer (ona) uyarsanız yalnızca büyülen­
cak olurlarsa, de ki: "Kim bilir (!) belki de
miş bir adama uymuş olursunuz" dedik­
çok yakında gerçekleşecektir: 52 O sizi o
66

lerini Biz çok iyi biliyoruz.


gün çağıracak, derhal siz de (ister istemez)
48 Şunların seni neye benzettiklerine bir O'nu överek bu çağrıya uyacaksınız,- üste­
bak hele! Ve sonuçta öyle bir sapıtıyorlar lik (dünya hayatında) çok kısa bir süre
ki, bir daha doğru yolu bulacak (muhake- oyalandığınızı kesinkes bileceksiniz!" 67

61 Parantez içi açıklamalar sözgeliminden çı­ tefekkür yöntemiyle metnin açılarak üretil­
karılmıştır. "Israrcısınız" açıklamamızı, âyetin mesine delalet etse gerektir. Zikrin, tüm va­
son cümlesi neredeyse zorunlu kılmaktadır. hiylerin bir sıfatı olduğu ve aşkın bir kaynak­
62 Önceki âyetlerle birlikte: Kâinat kitabını tan fışkıran anlamın insan diline indirilmesi­
okumayan ilâhî kelamı da okumaz; zira kâina­ ni ifade ettiği hatırlanmalıdır.
tın dilini işitmeyen biri vahyin dilini de işitmez. 65 Bkz. 40/Furkan: 9.
63 Zımmen: imanı ve küfrü tercih eden, bu 66 inkarcı aklın yönelttiği kinayeli soruya, ay­
özgür tercihi ile uyumlu olarak, Allah'ın koy­ nı üslûpla verilmiş bir cevap. Ünlem işareti,
duğu psikolojik yasalara maruz kalır. Küfrü bu kinâî anlamı göstermek içindir, ihtimal
tercih edenin hakikate karşı kör ve sağır dav­ edatı olan 'asâ, bu gibi yerlerde (Krş: 68/lsra: 8;
ranması onun için mazaret değildir, kendi ter­ 113/Tahrîm: 5) ibn Abbas tarafından "belki"
cihinin doğal bir uzantısıdır. anlamında değil "kesinlikle" anlamında yo­
64 Yalın haliyle "Kur'an'da Rabbini birleyerek rumlanmıştır (îtkân II, 204).
ansan" şeklindeki ifade, Rasulullah'ın söyle­ 67 Lafzen: "..zannedeceksiniz". Zarın, tıpkı
yen bir özne olarak vahyin söylemine dahil bir önceki âyette geçen 'asa. gibi Kur'an'da
edilmesinden daha çok, kıraati tilavetten ayı­ imana konu olan yerlerde, "kesine yakın bilgi,
ran (Bkz: 62/Kehf: 83, not 89) nokta olan met­ iyice aklı yatmak, iyice inanmak" anlamların­
nin üzerinde düşünerek sonuçlar elde etme ve da kullanılmıştır (Kelimenin bu anlamı için
*ı~ X * * *' - —>•

53 İmdi söyle kullarıma: birbirlerine kar­ (tanrısal güç) vehmettiğiniz kimseleri ça-
şı sözü en güzel bir biçimde söylesinler; 68
ğırsanıza,- (düş kırıklığıyla) göreceksiniz
çünkü Şeytan aralarını açmak ister. Ger­ ki, sizden hiç bir zararı kaldırmaya ya da
çek şu ki, Şeytan insanın apaçık düşma­ onu (yararlı bir şeyle) değiştirmeye güçle­
nıdır. ri yetmeyecektir." 71

54 Rabbiniz kim ve ne olduğunuzu çok 57 Kaldı ki, onların kendilerine yalvarıp


iyi bilmektedir; dilerse size rahmetiyle yakardıkları kimseler var ya,- -(Allah'a) en
muamele eder, dilerse cezalandırır. yakın sandıkları hangileriyse- işte onlar
Bunun içindir ki, Biz seni onlara inanç bile Rablerine yakın olmak için var güçle­
dayatan bir otorite olarak göndermedik.
69 riyle çaba gösterirler ve O'nun rahmeti­
72

55 Zira, göklerde ve yerde bulunan her ni dilenip cezasından da korkarlar: çünkü


varlığı Rabbin çok iyi bilmektedir; daha­ senin Rabbinin azabı, her daim kaçınıl­
sı Rabbin peygamberlerden her birine di­ ması gereken bir ceza olmuştur. 73

ğerinden farklı olarak üstün nitelikler 58 Ve (yoldan çıkmış) hiçbir toplum yok­
vermiştir: Nitekim, Davud'a (hükümdar­ tur ki, Biz onun helakini Kıyamet Gü-
lıkla birlikte) hikmet yüklü sayfalar ver­ nü'nden önce kararlaştırmamış, ya da
diğimizi (hatırlayın). 70 şiddetli bir azap ile cezalandırmamış ola­
lım: Bu daha baştan kayıt altına alınmış
56 DE Kİ: "O'nun dışında kendilerinde ilâhî yasa gereğidir. 74

bkz. 94/Bakara: 46, not 84; krş. 94/Bakara: kalet veren üzerinde yaptırım gücüne de sahip­
249). Bu şekildeki çevirimiz, Kur'an'ın dünya tir. İsterse müvekkiline dayatabilir, onu bazı
hayatının ahirete göre "tadımlık bir lezzet" kararlar almaya zorlayabilir. Burada, Hz. Pey­
(104/Nisâ: 77; 114/Tevbe: 38) ve kısa bir mola gamber'in sorumlulukları arasına, muhatapları­
olduğunu (94/Bakara: 259) söyleyen âyetleriy- na inanç dayatmak gibi bir yöntemin girmediği
le uyumludur. vurgulanmaktadır. Diyalogu emreden bir önce­
ki âyetin devamında bu âyetin yer alması mani­
68 Bir başka ifadeyle "konuşma zeminini açık
dardır. Zımnen: Sizden olmayanları tehdit et­
tutsunlar". "Kullarım"dan kastın mü'minler,
meyin, değerlerinizi temsil ve teklif edin, yeter!
onların söylemeleri emredilenlerin de "farklı
inanç mensupları olduğu sözgeliminden anla­ 70 Zebur'a verdiğimiz bu anlamın gerekçesi
şılmakta (Krş: Râzî). Zımnen: Mü'minler sö­ için bkz. 74/Nahl: 44, not 48.
zün gücüne güvensinler (Bkz: 77/Zümer: 18; 71 Aziz, veli ve Allah'a yakın olduğuna inanı­
114/Tevbe: 61 ve 89/Ankebût: 46). lan kimseleri kurtarıcı ve kayırıcı ilan eden
her tür yaklaşımı red.
69 Bu, vekîl kelimesinin Kur'an'da en çok kul­
lanıldığı sûredir. "Görevini yapabilmek için bir 72 Vesfie'nin "yakın olmak için tüm ilgi ve
başkasına dayandı" anlamına gelen yekelerden çabayı yoğunlaştırmak" anlamı ve benzer bir
türetilmiştir [Mekâyîs). Kul görevini yapa­ kullanımı için bkz. 108/Mâide: 35, not 38.
bilmek için Allah'a dayandığı için Allah "el- 73 Âyetteki varsayıma dayalı anlatımı di'li
vekil"dir. Allah için geçtiği yerlerde, O'nun eş­ geçmiş zamanla pekiştiren kâne fiili, şimdiki
ya ve olaylar üzerindeki aktif ve aktüel müda­ zaman kipinin sonuna parantez içinde koydu­
halesi, bir bakıma "koruyucu otoritesi" anlamı­ ğumuz "dı" ekinin de gerekçesini oluşturmak­
na gelir. Vekîl olma niteliği peygambere veril­ ta, cümleye "eğer sandığınız gibi olsaydı, ke­
memiştir (Bkz: 68/lsra: 2 ve 71/Yusuf: 66, not­ sinlikle böyle olurdu" vurgusu katmaktadır.
lar 9 ve 65). Vekil olan, doğaldır ki kendisine ve­
74 Zımnen: Allah'tan başkalanna tanrılık ya-
Nüzul: 68 Mushaf: 17 ( _ ^ . 68/İSRA SÛRESİ 401

59 Bizim mucizeler göndermemize yal­ yalnızca korkutarak uyarma amacıyla


nızca önceki toplumların onları yalanla­ göndeririz. 78

mış olmaları engel oldu. 75


Nitekim Se- 60 Hani (Ey Muhammed), Biz sana de­
mud'a (risaletin) görünür bir delili olarak miştik ki: "(Tasalanma), senin Rabbin in­
dişi deveyi vermiştik, fakat temsil etti­
76
sanları çepeçevre k u ş a t m ı ş t ı r ! 79
Sana
ği gerçeği inkâr yoluyla ona zulmetti­ gösterdiğimiz o (malum) müşahedeyi
ler; 77
zaten Biz bu tür mucizevi delilleri, ise, 80
başka değil, insanlar için yalnızca

kıstırmak, kula kul olmayı ve kulları kul etme­ rak Ebu Ubeyde ve Zemahşerî, buradaki zul-
yi beraberinde getirir,- bu da tahakküm ve zulme m'ü "inkâr" olarak almışlardır. Aynı işlevi
yol açar. Bunlar ise bir toplumun kıyametini ha­ göz ardı etmeden, fakat A'râf 73'teki "vahşice
zırlar. İşte "ilâhî yasa" budur. Helak ile 'azâb katletmeyi" de göz önüne alarak, ulaşılabile­
arasmda şöyle bir farktan söz edilebilir: Helak cek en kapsamlı anlam bu olsa gerektir.
doğa yasalarının kullanılarak sapmış toplumla­ 78 Buradan da açıkça anlaşılıyor ki mucizevi
rın cezalandırılması, 'azâb ise çözülme sürecine belgeler, muhatabın kendisini teslim alan hissi­
girmiş toplumların ilâhî yasalara uygun olarak yatına hitap etmektedir. Amacı ise, korku gibi
çöküşe doğru yol almasıdu. Helak aniden tabiat olumsuz duygularla tıkanan bilincinin önünü
kullanılarak gerçekleşirken, 'azâb bir süreç içe­ açmak ve muhatabın aklım vahiyle buluştur­
risinde insanlar eliyle de gerçekleşir. maktır. İlk muhatabı olan inkarcı topluma, iste­
75 Bu âyet, daha önceki peygamberlerin pey­ dikleri (Bkz: âyet 90-93) "apaçık delillerin" gel­
gamberliklerini tasdik için kendilerine verildi­ memesinin kendi lehlerine olduğu, helak olan
ği ifade edilen "mucizevi belgelerin" (âyât-ı Semud toplumu örnek verilerek îmâ ediliyor.
beyyinât) Hz. Peygamber'e niçin verilmediğini 79 Yani, "bunlara delil gelse bunlar öncekiler
açıklar. Hz. Peygamber'in risaletini destekleyi­ gibi direnmezler" diye düşünme! Çünkü Al­
ci "açık belge", daha öncekiler gibi dışarıdan lah nasıl bir davranış göstereceklerini bilecek
değil, vahyin kendisidir: "Ne yani! Şimdi, bu kadar onların içini ve dışını kuşatmıştır.
ilâhî kelamı kendilerine iletmen için sana in­
80 Ru'yet, ibsaf dan farklı olarak somut ya da
dirmiş olmamız onlara yetmedi mi?" (89/An-
soyut, maddî ya da manevî akledilebilir her
kebût: 51). Bu, "Rabbinden ona mucizevi bir
şeye delalet eder. Bu çok özel müşahedenin
belge indirilmesi gerekmez miydi?" (Ankebût:
[ru'yâ), sûrenin başında değinilen gece yolcu­
50) sorusuna verilmiş bir cevaptır. İlk inkarcı
luğu olduğu tartışmaya mahal bırakmayacak
muhatapların bu tür taleplerini reddeden bir
kadar açıktır. îsrâ müşahedesinin, insan bilin­
başka âyet, bu red için "Eğer kendilerine bir
cini aşan gaybi doğası gereği sembolik bir dil­
mucize gelmiş olsaydı yine de inanmazlardı"
le anlatılması, insanlar arasında bu müşahede­
(73/En'âm: 109) gerekçesini gösterir.
nin bir "imtihan" kılınması sonucunu doğur­
76 Mubsıraten, besâif den farklı olarak edilgen muştur (Bkz: âyet 1, not 2). Aynı şey "üzerin­
ve nesne konumunda, kendisini görecek göz de 19 vardır" âyeti (4/Müddessir: 30), Hârût ve
arayan risalet delilleridir (Bkz: 68/İsra: 102, not Mârût'un öğrettikleri (94/Bakara: 102) için de
122). Bu deliller Sâlih peygamberin dişi devesi, söz konusudur (Lânetli ağaç için bir sonraki
gündüzün ve gecenin âyetleri (İsra: 12) ve ken­ nota bkz). Bizim "malum" şeklindeki açıkla­
disi risaletin apaçık delili (âyâtun beyyinatun) mamız, kelimenin belirlilik takısına atfendir.
olan gaybi âyetler gibi (53/Neml: 13) gözleri fal- Burada ru'ya, bizim bildiğimiz "düş"ten çok
taşı gibi hakikate açıcı unsurlardır. öte bir durum olsa gerektir. Çünkü burada
77 Biha'daki bâ edatının işlevinden yola çıka- "görülen" değil ısrarla "gösterilen" bir şeyden
• ' • ^3S^

bir imtihan aracı yaptık; tıpkı Kur'an'da dışında onun soyunun ağzına gem vurup,
geçen lanetlenmiş ağaçta olduğu g i b i . . . 81 tümünün ipini elime geçireceğim!" 84

İşte, onları (bu tür imtihanlarla) korkuta­ 63 (Allah) buyurdu ki: "Defol, git! Onlar­
rak uyarıyoruz, 82
ne var ki (bu) onlarm dan her kim seni izlerse, şu kesin ki, tü­
sadece küstahça azgmlaşıp böbürlenme­ münüzü bekleyen bir ceza olarak cehen­
lerini artırıyor!" nem, yaptıklarınızın mükemmel bir kar­
şılığı olacaktır! 64 Ve onlardan gücünün
61 HANİ bir zamanlar meleklere "Âdem'e yettiklerini sesinle yoldan çıkar,- atlarmı
secde edin!" demiştik de, İblis dışında tü­ ve adamlarını sal üzerlerine, 85
servet ve
mü secde etmişti. O dedi ki: "Şimdi ben evlat edinirken onlara ortak ol,- 86
dahası
çamurdan var ettiğin birine secde edece­ onlara vaadlerde bulun! -Nasıl olsa Şey­
ğim, öyle m i ? " 8 3
62 (İtirazına) şunu da ek­ tan'ın vaadi aldatmadan başka bir şey ifa­
ledi: "Bula bula şuncağızı mı buldun bana de e t m e z - 87
65 Ama unutma ki, (gerçek)
üstün tutacak? Eğer bana Kıyamet Gü­ kullarım üzerinde senin etkin bir gücün
nü'ne kadar izin verecek olursan, çok azı olmayacaktır: zira senin Rabbin, (kulla-
88

söz edilmektedir. Gösteren görenden çok daha lamına gelir. Burada akıl ve ruh potansiyelini
aktiftir. "Biz" zamirine isnat edilmesi, ilâhî ilâhî inşaya teslim etmekten kaçınan insanla­
kudreti gerektiren bir görme-gösterme olayı rın şeytan tarafından akıl ve ruhuna gem vu­
ile karşı karşıya olduğumuzun delilidir (Bu rularak günaha tutsak edilip nasıl Şeytan bini­
müşahadenin mahiyeti üzerine daha sahabe ti olarak kullanıldığı dile getirilmektedir. Bu,
hayattayken belirginleşen yorum farklılıkları gerçek hürriyetin sahici kapısını şaşıranların,
için bkz. Üç Muhammed, s. 115-119). özgürlük vaadiyle yalan ve günah vadilerinde
81 Yani: "sınav ağacı". "Lânetli ağaç" ile, iniş kendi içgüdülerine ya da birilerinin pespaye
sırasına göre Duhân 43 ve Sâffât 62'de geçen arzu ve heveslerine nasıl kul-köle edildikleri­
zakkum ağacı kastedilmektedir. Cehennem nin beliğ bir anlatımıdır.
ağacı olarak tasvir edilen (66/Sâffât: 64) bu 85 Eğer vav'a beyaniyye anlamı yüklersek ma­
ağaç için de aynen burada olduğu gibi "Biz o na şöyle olur: "atlarını; yani, adamlarını sal
ağacı zalimler için bir sınav aracı yaptık" üzerlerine". Bu mana 62. âyette geçen tasvirle
(66/Sâffât: 63) denilmektedir. Sınav aracı yapı­ de uyum içindedir.
lan şeyler arasında Sâlih peygamberin devesi 86 Yani: Servetlerini ve evlatlarım haram yol­
(54/Kamer: 27) ve cehenneme ait melek ya da lardan elde etmeleri için onları ayart. Haksız
insana ait melekeleri temsil eden 19 rakamı kazanca ve zinaya bir atıf. Böylesi bir sapma,
da (4/Müddessir: 30) sayılmıştır. gerçekte "şeytanla işbirliği" sayılmaktadır.
82 Çok özel İsrâ müşahedesi ve cehennem 87 İtiraz cümlesi kabilinden olan yan cümle­
ağacının "sınav" kılınmasına istinaden. ler iki çizgi arasında gösterilmektedir.
83 İnsana Allah'ın biçtiği değer hatırlatılıyor 88 Sultân, "güç" ve "otorite" anlamındaki es­
(Krş: âyet 70). Zımnen: Ey insan! Değerini bil, sek kökünden türetilmiş olsa da, yalınkat bir
Şeytanlaşma! (Krş. 94/Bakara: 30-34; 56/A'râf: "güce" değil, "etkin ve inandırıcı güce" dela­
11-18; 72/Hicr: 26-44.) let eder (Etimolojisi için bkz. 65/İbrahim: 10,
84 Hanek, "alt çene kemiğine" verilen addır. not 13). Çünkü sultân, "sahibinin ehliyet, li­
Ihteneke, at katır gibi hayvanlar için "ağzına yakat ve doğruluğunu gösteren belge ya da
gem vurdu" ya da "alt çenesine ip geçirdi" an­ yetki" anlamına gelir [Mekâyîs).
rmı) koruyucu otorite olarak haydi haydi nunda, (bu hâlinizle) kendinize hiçbir ko­
yeterlidir!" ruyucu otorite bulamayacaksınız.
69 Ya da sizi bir defa daha denize döndü­
66 RABBÎNlZ... 89
O'dur lutfu keremin­ rüp, üzerinize ortalığı kasıp kavuran bir
den payınıza düşeni arayasınız diye sizin fırtına göndererek nankörlüğünüze karşı­
için denizde gemileri yüzdüren; yine, bi­ lık sizi boğmayacağına dair bir garantiniz
timsiz bir merhametle sizi kollayan da mi var? Bunun ardından sizin adınıza Bi­
O'dur. 90
ze hesap soracak hiç kimse bulamayacak­
67 îmdi, siz denizde bir tehlikeyle karşı­ sınız.
laştığınızda, yalvarıp yakardığınız herkes 70 Ama doğrusu Biz Âdemoğluna kat kat
sizi yüzüstü bırakır da O bırakmaz; fakat ikram ederek 91
onu üstün ve şerefli kıl­
O sizi kurtarıp karaya çıkardığı zaman dık. 92
Karada ve denizde onlara ulaşım
(bu kez de] siz yüz çevirirsiniz: zira insa­ imkanı sağladık. Temiz ve helâl besinler­
noğlu pek nankördür. le onları rızıklandırdık ve onları yarattık­
68 Şimdi, O'nun sizi (bulunduğunuz) ka­ larımızın bir çoğundan üstün t u t t u k . 93

ra parçasının bir kısmıyla birlikte yerin 71 Bir gün gelecek, bütün insanları, (ey­
dibine geçirmesine, yahut, taşı toprağı lemlerine) önderlik eden (tasavvur ve bi­
üzerinize uçuran bir kasırga göndermesi­ linç )leriyle huzurumuza çıkarıp (hesap
94

ne dair kesin bir güvenceniz mi var? So-

89 Bu noktalama şekli, bu âyetin başında yer rek, o akıl ve iradeye yol haritası olan peygam­
alan "Rabbiniz" kelimesinin, bir önceki âye­ berler ve vahiyler göndererek...
tin sonundaki "Rabbin" kelimesine olan be- 92 Kerramnâ fiilinin ait olduğu tef'il babı,
yani atfı göstermeyi amaçlamaktadır. kaynağın hedefe sürekli müdahalesine işaret
90 Burada sanki işlevsizmiş gibi duran kâne (ol­ eder. Buradaki "süreklilik" katlanarak artan
du, idi) yardımcı fiili, Allah'ın koyduğu doğa bir yapıdadır. Buna göre Allah'ın insana ikra­
yasalarına işaret etse gerektir (Aynı fiilin key- mı olup bitmiş bir ikram değil, süren ve katla­
nunet ve sayruret anlamları hakkında bir not narak artan bir ikramdır. Bu nedenledir ki âde­
için bkz. âyet 27, not 41). Âyette değinilen su moğlunun Rabbine yabancılaşması tek kat bir
ve rüzgar dinamiği bu yasalardandır. Sosyo­ küfür değil, bu sûrenin 89 ve 99. âyetlerinde
ekonomik bir yasa olan "rızkın aranması", bu olduğu gibi "kat kat küfürdür". Zira kufûf un
tabii yasalara bağlı kılınmıştır. Burada icane'nin tam karşılığı budur.
işlevi, muhatabı, "Allah daha işin başında o ya­ 93 Bu son cümle, insanın tüm yaratılmışların
saları size olan merhameti nedeniyle koymuş en üstünü ve biriciği olduğu tezini zayıflat­
idi" anlamına ulaştırmaktır. Kelimenin bu gibi maktadır. O, yaratılmışların "bir çoğundan"
yerlerde "başlangıçta bir kez yapılıp ondan son­ üstün kılınmıştır, "tümünden" değil.
ra sürekli yürürlükte kalan eylem" yani "ko­
94 Lafzen: "önderleriyle birlikte.." Bu âyette­
nulmuş yasa" olarak anlaşılması gerektiğini,
ki imâm'm tanımında tüm seçenekleri nakle­
Nâfi'in bir somsuna İbn Abbas'm verdiği ce­
den Râzî, kendi tercihini şöyle ortaya koyar:
vaptan anlıyoruz (el-î'cazu'l-Beyânij.
"Kişinin bilinçli olarak yaptığı ahlâkî eylem­
91 İşareten: Yokluktan varlığa getirerek, var­ ler." Devamında der ki: "Kıyamet Günü ödül
lık içinde can vererek, canlılar içinde ruh üfle­ ve ceza, işte bu bilinçli ahlâkî eylemler üzeri-
yerek, üflenen ruhun içinde akıl ve irade vere-
soracağız); artık kimlerin karnesi sağ el­ da ölümün de acısını kat kat tattırırdık;
lerine verilirse, işte onlar karnelerini (se­ üstelik seni elimizden kurtaracak birini
vinç içinde) okuyacaklar ve onlara zerre de bulamazdın.
kadar 95
haksızlık edilmeyecek. 72 Ne ki, 76 Fakat (bunun imkansız olduğunu gö­
bu dünyada (kalp) gözü kör olan kimse ren) berikiler, bu kez oradan çıkarmak
âhirette de kör olacak; öyle ki, yolunu için (senin) toprağında ısrarla seni taciz
büsbütün kaybedecektir. 96
ve tedirgin etmeye çalışıyorlar. Ama (se.-
ni çıkardıkları) zaman, senin ardından
73 İŞTE o (tipler) eğer ellerinden gelse, sa­ onlar da pek fazla kalamayacaklar. 98
77
na vahyettiğimizin dışında Bizim adımı­ Elçilerimizden senden önce gönderdiği­
za birtakım şeyler tedarik edesin diye, se­ miz kimselere uygulanan yöntem de buy­
ni dâhi baştan çıkararak tuzağa düşürme­ du,- ve sen Bizim uyguladığımız yönte­
ye kalkışırlar,- seni de ancak bunu başara- min (niteliğinde) bir farklılaşma bula­
bildikleri zaman dost edinirler. 97
74 Fa­ mazsın. 99

kat Biz eğer kalbini iman üzere perçinle­


memiş olsaydık, belki o zaman birazcık 78 GÜNEŞİN zirveyi aşıp (batıya) ağma­
olsun onlara eğilim göstermen mümkün sından 100
gecenin karanlığının iyice çök­
olabilirdi. 75 O zaman da sana, hayatın mesine k a d a r 101
(geçen zaman dilimlerin-

ne bina edilecektir". Bu ibare "tasavvur ve ak­ mayıp, ondan yıllar sonra gerçekleşecek olan
lı inşa eden özneyle birlikte" anlamına da ge­ Mekke'nin fethini de haber vermektedir.
lir. Çünkü inşa edici özne oluşundan dolayı 99 Tahvil, niceliğe ilişkin değişimin adı olan
vahiy "imam"dır (86/Ahkâf: 12). İnsanın ey­ tağyir den farklı olarak, tıpkı odunun küle dö­
1

lemleri, tasavvur ve aklının bir ürünüdür. Do­ nüşmesi gibi "bir şeyin niteliğine ve özüne
layısıyla, insanların eylemlerinde kendisini ilişkin değişim"dir (Ebülbeka el-Kefevî, Kül-
izlediği gerçek rehber tasavvur ve akıllarıdır. liyyât, s. 294). Çevirimizin gerekçesi budur.
Vahyin temel işlevi insanın tasavvur ve aklını Vahiyler arasındaki değişimin sadece ahkâmla
inşa etmektir. Burada kastedilen imam'la ak­ sınırlı kalıp iman esasları, ahlâkî hedefler ve
leden bir kalbin, bir başka ifadesiyle kalbin gö­ peygamberlerin tabi olduğu tarihi ve sosyal
ren gözü işiten kulağı olan aklın kastedildiği­ yasaların değişmemesi örnek gösterilebilir.
nin en güzel delili bir sonraki âyettir.
100 Hz. Peygamber'in dulûki'ş-şems ibaresini
95 Lafzen: "Hurma çekirdeğinin çukurunda güneşin yeryüzüne dikey duruşu olan "zeval­
bulunan mini çıkıntı kadar dahi.." den sonrası" olarak açıkladığı nakledilmiştir
96 Âhiret dünya hayatının doğal bir uzantısı. (Taberî). İbn Abbas, İbn Ömer, Hasan Basri,
Zımnen: Kişinin dünyadaki bilinçli tercihleri Dahhak gibi birinci ve ikinci nesle mensup
varlığının öylesine kopmaz bir parçası hâline otoriteler de böyle anlamışlardır.
gelecek ki, o ahirete de yansıyacak. 101 Ğasak için bkz. 23/Felak: 3, not 5. Âyetin
97 Kâfinin sûresindekine benzer pazarlıkların bu kısmı öğle namazından yatsı namazına ka­
tasarlandığından söz ediliyor. dar dört vakit namazı kapsamaktadır. Deva­
98 Mekke'de indiği kesin olan bu âyetlerin ge­ mında ise sabah namazı ayrıca vurgulanmış,
leceğe dair bir ihbar olduğu açık. Bu ihbar, orada da namazın ruhu olan "Kur'an okuma"
Mekke müşriklerinin yıldırma politikaları so­ öne çıkarılmıştır. Beş vakte ilk dikkat çeken
nucu gerçekleşen hicreti haber vermekle kal- âyet için bkz. 44/Tâhâ: 130.
Nüzul: 68 Mushaf: 17 , ^ 3 ^ , . 68/ÎSRA SÛRESİ t t:<g» 405

de) namazı hakkını vererek kıl; ve bir de 81 Yine de ki: "Hak geldi, batıl ise yıkılıp
sabah (namazı) okuyuşunu: unutma ki gitti; çünkü her bâtıl zaten yıkılıp gitme­
sabah okuyuşu, oldu olası (insanı her tür ye m a h k û m d u r ! " 107

manevî) algıya açık hâle getirir. 102


82 îşte Biz Kur'an'ı, 108
ona inananlar için
79 Ve gecenin bir vaktinde uykuna ara (iç dünyalarını onaran) bir şifa ve rahmet
vererek, 103
sana özgü bir armağan ola­ (eczanesi) olarak indirdik; ama o, zalim­
rak 1 0 4
namaz kıl; umulur ki Rabbin seni lerin yalnızca yıkımını artırıyor. 109

övgüye değer bir makama y ü c e l t i r ! 105


83 Zira ne zaman Biz insana nimet ihsan
80 Ve de ki: "Rabbim! Benim girdiğim etmişsek, mesafe koydu ve (sorumlulukla­
her yere doğruluk ve dürüstlükle girme­ rından) yan çizdi; ne zaman da başına bir
mi, çıktığım her yerden doğruluk ve dü­ ziyan gelse, tuttu umutsuzluğa kapıldı. 110

rüstlükle çıkmamı sağla,- ve yüce katın­ 84 De ki: "Herkes kendi tasavvur ve ak­
dan beni (bu hususta başarılı) kılacak et­ lının verdiği istikamet üzere eylemde bu­
kin bir güçle destekle. 106
lunur; 111
nasıl olsa Rabbiniz kimin yö-

102 Meşhuda, "şahit olunan, açık ve görünür olan vahyi ulaştırdı,- Rabbimiz de onu övülmüş
kılınan" anlamına gelir. Açıktır ki, gecenin en makamın en yücelerine ulaştırsın! Âmîn!
dingin vakti olan sabaha yakın zaman dilimi, 106 Sultan'm bu karşılığı için bkz. âyet 65,
insan duyargalarının manevî hazzı almaya en not 88. Bu duanın sonucu çok geçmeden Me­
açık olduğu andır. Bu dingin anın insanın ma­ dine'de İslâm toplumunun teşekkülüyle görü­
nevî potansiyeline katacağı zenginliğe dikkat lecek, bu şekilde hakikat güçle takviye edil­
çeken bu kelimenin, bağlama en uygun karşı­ miş olacaktır.
lığı bu olsa gerektir (Namaz vakitleri için krş.
107 Cümle diziminin zımni karşılığı şudur:
88/Rûm: 17-18, not 17). Bu sonuç Kur'an'ın
Batıl hakkın, karanlık aydınlığın yokluğu hâ­
kıraat edilmesiyle; yani, içinde anlama çabası­
lidir. Enerjinizi batılı götürmek için değil hak­
nı barındıran bir okuyuşla alınabilir.
kı getirmek için harcayın. Zira bâtıl kendi ba­
103 "Durdurdu, ara verdi, kesti" anlamındaki şına bir varoluş hâli değil, hakkın yokluğu hâ­
hecede kökünden gelen teheccud, "uykuya lidir. Nihayet hakkın tahakkuk etmek gibi;
ara vererek gece namaza durmak" şeklinde batılın da batmak gibi bir tabiatı vardır.
açılabilir.
108 Eğer min'i teb'idiyye olarak alırsak mana
104 Nâfileten, "gönüllü olarak, boynuna borç "Biz Kur'an'dan.." olur. Biz min'i beyaniyye
olmadığı hâlde armağan olarak" [Mekâyîs). olarak aldık. Zira mü'minler için, Kur'an'ın
Aynı "armağan" anlamında kullanıldığı bir bir kısmı değil tümü şifa ve rahmettir.
başka yer için bkz. 79/Enbiya: 72.
109 Kur'an kendisine iman önbilgisiyle yakla­
105 Allah Rasulü'ne müjdelenen makâmen şan mü'minin imanını, küfür önyargısıyla
mahmuden nedir? Kur'an ışığında oknursa, bu­ yaklaşan kâfirin küfrünü ve münafığın nifakı­
nun Fâtiha'daki "nimet verilenlerin" Allah nı artırır.
nezdindeki makamı olduğu sonucuna varılabi­
110 Galiba halk irfanının mahsulü olan şu
lir. Efendimiz, her daim kendisini de onlar ara­
duanın temelinde bu âyet yatar: Ya Rab! Çok
sına katması için Rabbine yalvarmıştır. Hatta
verip azdırma, az verip bezdirme!
vefat anmdaki son sözü de bu mahiyettedir: Er-
rafîku'l-'alâ: "yüce dostlar katına"!.. "Övülmüş 111 Bu ibareye "Herkes kendi sütünün iktiza­
makam", Allah Rasulü'nün arzuladığı "yüce sını işler" ya da "herkes kendine yakışanı ya­
dostlar katı" olmalıdır. O bize hidayet rehberi par" şeklinde anlam da verilebilir. Muşâkele,
neltildiği yolun daha doğru olduğunu çok deki lutfu her daim büyük olmuştur.
iyi bilmektedir. 88 De ki: "Bütün görünen ve görünme­
yen iradeli varlıklar 114
bu Kur'an'ın bir
85 SANA ruh hakkında soruyorlar. 112
De benzerini ortaya koymak için bir araya
ki: "Ruh Rabbimin (akıl sır ermez) işle­ toplansalar ve bu konuda birbirlerine var
rindendir ve size bu konuda çok sınırlı güçleriyle destek verseler, yine de onun
bir bilgi verilmiştir." bir benzerini ortaya koyamazlardı!" 115

86 Ve eğer dilersek, kesinlikle sana vah- 89 Doğrusu Biz bu Kur'an'da, (hakikati)


yettiklerimizin tamamını gideririz. Ar­ insanlara her tür dolaylı anlatım tarzını
dından da Bize karşı sana kol-kanat gere­ kullanarak farklı açılardan açıklamışız­
cek bir koruyucu bulamazsın. 113
87 Ney­ dır. 116
Buna rağmen insanların çoğunun
se ki Rabbinin rahmeti sayesinde (bundan yüz çevirmesi, kat be kat nankörlükten
uzaksın). Unutma ki O'nun senin üzerin- başka bir şey değildir. 117

"nitelik ve nicelikte uyum ve benzerlik" de­ dur. Vahiy, Allah'ın insana öğretme sürecinin
mektir. Şekl, "bir şeyin bir başka şeye hem bi­ bir parçasıdır. Yeryüzünde yaratılış amacına
çim hem de eylem olarak uygun olması" anla­ uygun bir hayat inşa etmek amacıyla yaratılan
mına gelir (Râğıb). Bu anlamlar birleştirildi­ insan, hayatın özüne/ruhuna sadık kalacaksa,
ğinde, tasavvur ve akim insan eylemine isti­ bunu ancak kendi özünü/ruhunu vahyin
kamet veren merkezi yapısı ve bu merkezin özü/ruhu olan anlamıyla inşa ederek gerçek­
verdiği istikamet üzre ortaya çıkan eylemlere leştirebilir. Bir çok müfessir buradaki ruhu
dikkat çekildiği açıktır. Elmalılı'nm ibareye "Kur'an" olarak anlamıştır (Taberî; Râzî vd.)
verdiği "Herkes hissiyyat-ı mahsusasına göre Fakat Kur'an "akıl sır ermez işlerden olmadı­
iş yapar" karşılığı dikkat çekicidir. ğı gibi, "sınırlanan" bir bilgi kaynağı da değil­
1 1 2 Rûh hayatın sırrıdır. 21 kez kullanılan dir. O hâlde bu ruh bir sonraki âyetin de îmâ
ruh, "vahiy" (74/Nahl: 2, not 5) "vahiy mele­ ettiği gibi, Kur'an'dan da öte, vahyin gerçek­
ği" (51/Şu'arâ: 193) ve insanı beşer olmaktan ten insan idrakine kapalı sırlarla dolu "kayna­
çıkarıp insan eden Allah'ın emrinden ilâhî bir ğıyla" ilgili olsa gerektir. Çevirimiz, bu müla­
sır (72/Hicr: 29; 55/Sâd: 72; 113/Tahrîm: 12; hazalara dayanmaktadır. Mevdudi de bu ibare­
57/Secde: 9) olarak geçer. Yani ruh insanı di­ yi "vahyin kaynağı" şeklinde anlamıştır (Tef­
ğer canlılardan ayıran niteliktir ki, bu da insa­ him). Sözün özü ruh, varlıkların anlamını
nın akletme melekesine tekabül eder. Bu âye­ temsil eder. Onu üflemek, varlığa anlam ver­
tin öncesi insan ve onun ayırıcı niteliği olan mektir. Elbette Allah en doğrusunu bilir.
akılla, sonrası ise vahiyle ilgilidir. Bu, âyette 1 1 3 Benzer ibareler için krş. 68 ve 75. âyetle­
geçen rûh'un hem vahiy hem insan için kulla­ rin sonu.
nılan ortak bir kavram olduğu sonucuna götü­
1 1 4 îns ve cinn'i çevirimiz için bkz. 73/En'âm:
rür. Bu da Allah tarafından insana "üflenen ru­
112, not 94.
hun" (72/Hicr: 29) doğal bir sonucu olarak Al­
lah'la insan, ilâhî kelam ile insani kelam, ilâ­ 1 1 5 Kur'an'ın muarızlarını aciz bırakan bu
hî irade ile insani irade, vahiy ile akıl, ilâhî ah­ meydan okuyuşunu her boşa çıkarma teşeb­
kâm ile beşeri hüküm ve muhakeme arasında­ büsü hüsranla sonuçlanmıştır. Tarih bunun
ki kopmaz bağlantıyı ifade eder. Âdem'in ya­ canlı şahididir.
ratılışı bahsinde geçen "isimlerin öğretilme­ 1 1 6 Krş. 62/Kehf: 54, not 66 ve 77/Zümer: 27.
si" (94/Bakara: 31) işte bu ilişkinin bir sonucu- 1 1 7 Keiufu çevirimiz için bkz. âyet 70, not 92.
90 Nitekim demişlerdi ki: "(Ey Muham­ 97 Nitekim, her kime Allah rehberlik et­
medi) Bize yerden kaynak fışkırtmadıkça mişse işte odur doğru yola ulaşan,- kimi de
sana asla inanmayacağız. 91 Veya senin sapıklığa terk etmişse, artık böylelerini
hurma ağaçlarıyla ve asmalarla dolu bir O'na karşı savunacak dostlar bulamazsın.
bahçen olmah; dahası onların arasından Ve Biz Kıyamet Günü onları (dehşetten
gürül gürül ırmaklar çağlatmalısın. 92 Ya kararmış olan) yüzleri yerde, (hakikati)
da sürekli iddia ettiğin gibi göğü başımız­ görmez, işitmez ve söylemez birileri ola­
da p a r a l a m a l ı 118
ve nihayet Allah'ı ve rak toplayacağız,- varış yerleri, ne zaman
melekleri getirip karşımıza dikmelisin. yatışır gibi olsa kavurucu alevini tekrar
93 Veyahut da senin altından bir köşkün kışkırtacağımız cehennem olacaktır.
olmalı ya da semaya çıkmalısın; fakat se­ 98 Bu onların, Bizim âyetlerimizi inkârda
maya çıkman durumunda (dahi) oradan ısrar etmelerinin ve " N e yani, şimdi biz
bize okuyacağımız bir kitap indirmedik­ kemiğe, toza-toprağa karıştıktan sonra
çe yine de sana inanmayacağız." yepyeni bir yaratılışla tekrar mı diriltile­
De ki: "Kudret ve yüceliğinde sınır bu­ ceğiz?" demelerinin bir karşılığı olacak.
lunmayan sadece Rabbimdir; ben, fâni bir 99 Gökleri ve yeri yaratan Allah'ın, onla­
elçiden başka neyim k i ? " rı kendi suretleri üzere yeniden yaratacak
94 İşte, kendilerine doğru yol bilgisi gel­ güce 1 1 9
sahip olduğunu, yine onlar için
diği zaman insanları ona inanmaktan alı­ bir gün sona ereceğinde hiçbir kuşku bu­
koyan şey, sadece şöyle akıl yürütmele­ lunmayan sınırlı bir süre takdir etmiş bu­
riydi: " N e yani, şimdi Allah fâni bir insa­ lunduğunu nasıl görmezler?
nı mı elçi olarak gönderdi?." Fakat şu da var ki, zalimler, zirvesine
95 Onlara de ki: "Eğer yeryüzünde salma ulaştıkları nankörlükten başka her (iyi)
salma dolaşanlar melekler olsaydı, elbet şeyden yüz çevirirler.
Biz de onlara elçi olarak gökten bir melek 100 De ki: "Eğer benim Rabbimin rah­
indirirdik." met hazinelerine siz sahip olsaydınız, o
96 De ki: "Benimle sizin aranızda (bütün zaman harcanıp tükenir korkusuyla ke­
bu olan bitenlere) şahit olarak Allah ye­ sinlikle onlara sımsıkı sarılırdınız: zira
ter: Çünkü O kullarıyla ilgili her habere insanoğlu oldum olası pek hasistir.
(daha kaynağında) vakıf olan, onların her
hâlini bizzat görendir." 101 D O Ğ R U S U Biz Musa'ya, (Risaleti-

Fe'ûl kalıbı hem etken hem edilgendir. Şöyle ce.." Tercih ettiğimiz anlam, bir önceki âyet­
açılabilir: "Allah'a nankörlük yaptığı için in­ le konu bütünlüğü arz etmekte, yeniden diri­
sanların nankörlüğüne uğrayan.." lişi inkâr edenleri reddetmektedir. Alternatif
118 Bu küstahça ve meydan okuyucu talepler­ anlam ise, "Eğer dilerse sizi topyekûn ortadan
le, benzer bir ilâhî tehdidi içeren Sebe' 9 ara­ kaldırır, yerinize yepyeni bir varlık türü geti­
sındaki bağlantı hayli dikkat çekicidir (Krş: rir" (65/İbrahim: 19); ya da "sizin yerinize baş­
59/Tûr: 7-16). ka bir toplum getirir" (114/Tevbe: 39) gibi
âyetlerde vurgulanan kökten yenileme ve de­
119 Veya: "onların benzerini yaratacak gü-
ğiştirmeye işaret etmektedir.
408 > ; < g > ; > . 68/tSRA SÛRESİ , Nüzûl: 68 Mushaf: 17

nin) apaçık belgeleri olan d o k u z 120


muci­ nun üzerine Biz de onu ve onunla birlik­
zevî k a n ı t 121
verdik. İstersen sor İsrâilo­ te olan herkesi boğup attık. 104 Derken
ğullarma; (Musa) onlara geldiğinde, Fira­ onların ardından İsrâiloğullarma "(Artık)
vun ona "Gerçek şu ki, ben senin sihir­ yurd(unuz)a güvenlik içinde yerleşin!"
lenmiş biri olduğunu düşünüyorum!" de­ dedik; "fakat ahirete ilişkin vaad gerçek­
mişti. leştiği zaman, sizi parçası olduğunuz (in­
102 (Musa) dedi ki: "Doğrusu (muhatabı­ sanlıkla) bir araya getireceğimizi de
na) basiret kazandıran bu (vahyi), 122
gök­ (olup-bitmiş bir iş gibi kesin b i l i n ) ! " 123

lerin ve yerin Rabbi dışında kimsenin in- 105 BİZ bu (vahyi) mutlak gerçeğe bir atıf
diremeyeceğini sen de çok iyi biliyorsun; olarak indirdik ve o da kaynağından indi­
ve ben de ey Firavun, senin artık iyice tü­ ği (gibi) asli gerçekliğiyle (muhatabına)
kenip bittiğini düşünüyorum!" ulaştı; 124
nitekim Biz seni, sadece müjde­
103 Nihayet (Firavun), onların kökünü ci ve uyarıcı olarak gönderdik. 106 Ayrı­
yeryüzünden kazımaya karar verdi. Bu- ca onu sürekli okunan bir Kur'an kılmak

120 Bu dokuz 'âyet' Isrâiloğulları Mısır'dan dır. İnsanlık aklının tekamül ettiği bir zaman­
çıktıktan sonra gelen ilâhî talimatlar olama­ da tüm insanlığa gönderilen son peygambere
yacağına göre, vahyi destekleyen vahiy dışı verilen "apaçık kanıtlar", öncekiler gibi vahiy
mucizevi deliller olması makul tek seçenek­ dışında değil vahiy içinde yer almıştır (69/Yû­
tir. Çünkü bir sonraki âyette (ve 53/Neml: nus: 15 ve 86/Ahkâf: 7). Bunlar Kur'an'da yer
12'de), Hz. Musa'nın Firavun ve toplumuna ri- alan gayba ilişkin âyetlerdir ve inkarcı ilk mu­
saletinin delilleri olan bu dokuz âyetle gittiği hataplar da, söz konusu âyetlere "sihir" itha­
belirtilmektedir. Kaldı ki, ilâhî talimatların mında bulunmuşlardır (86/Ahkâf: 7).
muhatabı sadece Firavun ve toplumu değil, 122 Nüzulde ilk geçtiği yer olan A'raf 203'te
asıl Isrâiloğullarıydı. Bu dokuz rakamını laf­ açıkladığımız besâir, aktif yapıda olduğu için,
zen alanlar, A'râf: 133'te sayılan tufan, çekir­ pasif yapıda olan mubsırateriden farklı olarak
ge, kurbağa, zararlı böcekler ve kan (kırmızı (Bkz: 68/lsra: 59, not 76) kullanıldığı hemen
su)'dan oluşan beş mucizevî âfete, Hz. Mu­ tüm yerlerde (56/A'râf: 203; 67/Kasas: 43;
sa'ya verilen âsâ, beyaz el (yed-i beyzâ), deniz, 85/Câsiye: 20) risaletin nedeni olan vahye,
kaya gibi diğer mucizeleri de ekleyerek dokuz özellikle de onun muhatabını inşa edici özne
rakamına ulaşmışlardır. Fakat buradaki "do- oluşuna [huden ve rahmeten) dikkat çeker.
kuz"un "bir çok" ya da "çeşitli" anlamına ki­
123 Parantez içi açıklamamız, ci'nâ mazi fiili­
naye olması da mümkündür.
nin vurgusuna dayanır.
121 Âyâtin beyyinâtin tamlamasının anahtarı
124 Lafzen: "Biz onu hak ile indirdik, o da hak
olan beyyine, "gözlemlenebilen kanıt ve bel­
ile indi". Ebu Ali el-Fârisî, bi'1-hakk'daki bâ
ge" demektir. Önceki peygamberlerin risalet-
edatına mea (birlikte) manası verir (Râzî). Bu
lerini doğrulayan dışardan bir "kanıt" ve "bel­
durumda anlam "Biz onu gerçek bir içerikle
ge" olduğu için bu isim verilmiştir. Musa'ya
birlikte indirdik..." olur. Doğrusu, vahyi nite­
olduğu gibi İsa'ya da "apaçık kanıtlar" veril­
leyen el-hakk kelimeleri (Msl. 73/En'âm: 73;
miş (94/Bakara: 87), bunların niteliği ise 98/Â1-
69/Yûnus: 82; 86/Ahkâf: 7), vahyin kaynağına
i Imran 49'da dile getirilmiştir. Metinde geçen
ve onun taşıyıcısı olan risalet kurumuna yö­
âyât'ı, inkarcı muhataplar olağanüstü nitelik­
nelik kuşkuları red anlamı taşır. Dilciler
lerinden dolayı hep "sihir" olarak algılamışlar­
Arapça'daki el-hakk ile hakikat kelimeleri
için bölüm bölüm açıkladık (ki), üzerinde artırıyor.
dura dura onu insanlara okuyasın; 125
çün­ 110 De ki: "ister Allah diye yalvarıp ya­
kü biz de onu, (hayata geçirsinler) diye karın, ister Rahman d i y e : 127
O'na hangi
dura dura, parça parça indirmiştik. 107 biriyle yalvarırsanız yalvarm, ama unut­
(Artık) de ki: "Ona ister inanın, ister mayın ki en güzel nitelikler ve tüm mü­
inanmayın!" kemmellikler O'na mahsustur!"
Gerçek şu ki, daha önceden bilgi ve bilgi­ imdi (ey muhatap), sen de yalvarıp yaka-
nin amacını kavrama yeteneğiyle dona­ rırken ne sesini aşırı yükselt, ne de aşırı
tılmış olanlar, kendilerine (ayetlerimiz) kıs; bu ikisi arasında dengeli bir yol
okunduğu zaman, derhal yüzleri üzerine tut; 128
111 ve de ki: "Övgülerin tamamı
yere kapanırlar 108 ve derler ki: "Kudret (kendisi için) çocuk edinmeyen, mutlak
ve yüceliğine pâyân olmayan Rabbimizin otoritesine ortak olacak hiçbir varlık bu­
şanı ne yücedir! İşte Rabbimizin sözü ke­ lunmayan, güçsüzlük ve düşkünlükten
sin olarak gerçekleşmiş b u l u n u y o r ! " 126

dolayı bir yâr ve yardımcıya ihtiyaç duy­


109 İşte onlar gözyaşları içinde yüzleri mayan Allah'a aittir!"
üzere böyle yere kapanıyorlar ve bu (du­ Nihayet, sınırsız büyüklüğünü anarak
yarlıkları) onların Allah'a olan saygılarını O'nun ululuğunu ikrar e t ! 1 2 9

arasında fark görmüşlerdir. "İnsanın üzerine olarak alır ve tüm sıfatlar Allah ismini niteler.
titremesi gereken şey" için kullanılan haki­ Fakat bu Rahman isminin sıfatlar arasındaki
kat, iyi için de kötü için de kullanılırken, el- ayrıcalığını görmeye engel değildir. Zira Rah­
hakk sadece iyi için kullanılır [Furûk, s. 36). man Allah'ın zâtına ait rahmeti niteler, Ra­
125 Kur'an ile ilgili lügavi bir açıklama için bkz. him ise fiiline ait rahmeti. Zatî olanın tecelli­
69/Yûnus: 15 ve 40/Furkan: 30, ilgili notlar. si eşyanın cevherine, fiilî olanın tecellisi eşya­
nın fiiline dönüktür. Ayrıca burada zımnen
126 Zımnen: Allah'ın insanla konuşmasının ne
Rahman ismine karşı inkarcı muhatapların
muhteşem bir imkan olduğunu fark eden birine
anlaşılması zor tavırları reddedilmektedir.
düşen, O'nun huzurunda secdeye kapanmaktır.
Âyette kesinleştiği ifade buyurulan "Rabbimi­ 128 İbn Abbas bu âyeti şöyle yorumlar: Hz.
zin sözü" Hz. Peygamber'in gönderileceği müj- Peygamber Mekke'de gizlenirdi. Müşrikler
desidir. "Müjde" anlamına gelen İncil'in müjde­ Kur'an'ı işittiklerinde küfrederlerdi. Bunun
lediği odur. Onun İncil'de "Ahmed" olarak üzerine Allah bu âyeti indirdi (Buhârî, Tevhîd
müzdelendiğini Kur'an haber verir (99/Saf: 6). 34; Müslim, Salât 145).
Luka Incili'ndeki evdokıa kelimesinin İncil'in 129 Zımnen: Ey insan! Unutma ki O'nun sen­
orijinal dili olan Âramca'daki karşılığı "Ah­ den zâtını yüceltmeni istemesi, sana ikramı­
med" olarak tesbit edilmiştir (Bkz: 99/Saf: 6, dır! Zira O, zaten kimsenin yüceltemeyeceği
not 10). Hz. Peygamber'in Tevrat ve İncil'de kadar yücedir. Yüceler yücesi Allah senden
müjdelendiği A'râf 157'de de dile getirilir. zâtını yüceltmeni istiyorsa, bunun tek sebebi
127 isim ve sıfat birbirinin yerine öneriliyor. vardır: Seni yüceltmek ve sana değer verdiğini
"Allah" ismi, diğer tüm esmayı kendine sıfat göstermek!
Sûre adını 9 8 . âyetinden alır. Yûnus peygamber (MÖ. 860-784) bir Asur ken­
ti olan Ninova'ya gönderilmiştir. Tefsirlerde ve rivayetlerde bu adla yer al­
mıştır. Sâffât'ta Yûnus kavmi daha fazla yer almasına rağmen bu adı almamış­
tır. Bunun gerekçesi sûreye adını veren âyette saklıdır: "Yûnus'un kavmi dı­
şında (azabı hak ettikten sonra) iman edip de imanmın gününü gören başka
hiçbir ülke olmadı". Sûrede Yûnus kıssasından önce dört peygamberin kıssa­
sı daha yer almasına rağmen sûrenin bu adı alması, peygamberler tarihindeki
bu istisnai durumundan dolayı olsa gerektir. Mushaf'ta arka arkaya gelen üç
sürelik Elif-Lâm-Râ ailesinin ilkidir. İlk nesillerin dilinde başlangıç harfleri
aynı olan sûre gurupları " a i l e " olarak anılırdı (Msl. Hâ-Mîm ailesi gibi).

Sûre Mekke'de inmiştir. Boykot dönemi sonrasına gelen peygamberliğin 10.


yılına yerleştirilebilir. Sûrenin, içerik, üslûp ve biçimi bunu teyit eder. Vah­
yin nüzul süreci üzerine fikir beyan eden eski-yeni t ü m otoritelere göre (Su-
yutî, Blachere, Bazergan) de bu böyledir. İçerisinden bir kaç âyetin Medi­
ne'de indiği rivayetlerini, E n ' â m sûresinin girişinde tatbik ettiğimiz kriter­
ler doğrulamaz. Bu tür yaklaşımlar, kitap ehline dair âyetlerin sadece Me­
dine dönemine ait olduğu yolundaki ön kabulden kaynaklansa gerektir. İlk
tertiplerde sûre Isrâ-Hûd arasında yer almaktadır. Üslûp açısından sûre, be­
lagatı önceleyen M e k k e tarzı sûrelerle anlamı önceleyen Medine tarzı sûre­
ler arasında orta bir formu temsil etmektedir.

Sûrenin konusu ilâhî rehberlik ve bu rehberliği reddedenlerdir. Ela tembih


edatının en çok geçtiği sûrelerden biridir. Bu da sûrenin uyarı levhası olma
niteliğini gösterir.

Mukatta'ât ile başlayan sûrelerin genelinde olduğu gibi bu sûre de vahye


atıfla başlar. Kavli âyetler, fiili âyetleri anlatır. Allah'ın hakikatin kaynağı
ve ölçüsü olduğu dile getirilir ve sorulur: "..hakikati çıkarsanız, geriye sa­
pıklıktan başka ne kalır?" (32). Âhireti inkârın temelinde m â n e v i körlüğün
yattığı dile getirilir. Hakikati yalanlama problemi, yanlış anlama problemi­
nin sonucudur (39).

Sûre, ilâhî rehberliğin peygamberler eliyle geldiğini Hz. Nûh, Hz. Musa ve
Hz. Y û n u s örneği üzerinden aktarır. Musa kıssasında en dikkat çeken nok­
ta, evlerin insana istikamet açısı veren birer "karargah" hâline getirilmesi
talimatıdır (87). Bu, "Firavun'un z u l m ü anaların rahmine kadar uzanmışsa,
orada yapılacak ne kalmıştır?" sorusuna cevap niteliğindedir.

Sûre insanların kaderini eylemlerinin belirlediğini ifade eden bir pasajla son
bulur.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA
1 Elif-Lâm-Râl1
dan) "Dikkat edin! Bu var ya bu, düpedüz
bir sihirbazdır!" dediler.
4

İŞTE BUNLAR, her hükmünde tam isa­


bet kaydeden ilâhî kelamın âyetleridir. 2
3 KUŞKUSUZ sizin Rabbiniz, gökleri ve
2 Ne yani, kendi aralarından bir kişiye yeri altı devrede yaratan; ve sınırsız güç
5

"insanları uyar,- ve Rableri katındaki şe­ ve kudret makamına kurulup varlığı yö­
ref, itibar ve dürüstlük (yarışında) iman neten Allah'tır: 6
O'nun izni olmadan
edenlerin diğer herkesten öne geçtiğini kimse şefaatçi olamaz. 7

müjdele!" diye vahyetmemiz insanların İşte bu (niteliklere sahip) olan Allah'tır


garibine mi gitti? 3
sizin Rabbiniz,- artık yalmz O'na kulluk
Küfre gömülüp gidenler (bir de utanma- edin: Hâlâ öğüt almayacak mısınız?
8

1 Mânası konusunda sözün tükenmeyeceği bu dir. Hz. Peygamber'e "sihirbaz" iftirasını


harfler, Hz. Peygamber'in aldığı vahyi tek bir atanların gösterebildikleri tek gerekçe "O ki­
harfini dâhi zayi etmeden ilettiğinin lafzî şa­ şiyle ebeveyninin, akrabasının, kavminin ara­
hididir (Bkz: 7/Kalem: 1, not 1). sını ayırıyor" şeklindeydi (ibn Hişam, es-Sîra
2 Kur'an'ın sıfatı olarak özne formu olan ha­ II, 132). 19. âyetin, bu ithama îmâ yoluyla ce­
kinim kullanılması, vahyin inşa edici bir özne vap verdiğini düşünebiliriz. Söz konusu 19.
oluşuna delalet eder. "İşte bunlar" ile kastedi­ âyet, aynı anne-babadan türeyen insanların
len bazılarına göre bu âyetler, bazılarına göre farklı görüşlerde olmasının ilâhî yasa gereği
de Kur'an'dır (Msl. Zemahşerî ve Taberî). Mü­ olduğunu dile getirerek, müşriklerin Hz. Pey­
gamber'e sihirbaz iftirası atarken getirebildik­
teakip âyetlerin kapsamı, ikinci görüşü haklı
leri "ebeveynle evladın arasını ayırıyor" deli­
kılmakla beraber, hassaten sûre içinde yer alan
lini çürütüyordu.
âyetlere vurgu olduğu da bir gerçektir.
3 Zımnen: iman Allah'a sadâkat yarışında ipi 5 Lafzen: "altı günde" (Bkz: İbarenin nüzul sü­
göğüslemektir. Kâne nakıs fiilinin olaya dela­ recinde ilk kullanıldığı 36/Kâf: 38, not 37).
let etmeyip sadece zamana delalet ettiğini ka­ 6 Kur'an'da Allah için siyaset yerine hep ted­
bul eder de ii'n-nasi'deki lam edatını kâne'ye bir kullanılır. Zira siyaset "dikkat ve özen is­
değil de 'aceben'e ilişkin görürsek, edat 'ace­ teyen, dikkat ve özen gösterilmeyince bozu­
ben'e geçişlilik anlamı verir. Bu durumda an­ lan" vurgusunu taşır. Hakikattir ki Allah'ın
lam şöyle olur: "...insanları acayipleştirdi buna ihtiyacı yoktur (Krş: Furûk, s. 29).
mi?" Eğer icâne'nin haberi olarak 'aceben'i, is­ 7 Ebu Müslim'e göre Ma min serî'in'deki
mi olarak da evhayna'yı alırsak, o zaman da "tek"in mukabili olan "çift, ikinci" anlamına
anlam şöyle olur: "...diye insanlara vahyetmiş şef den türetilmiştir. Bu durumda mâna şöyle
olmamız bir gariplik midir?" olur: "Yaratma işinde, O'nun bir destekçisi
4 Parantez içi açıklamanın, bağlaçsız ve edat- yoktur". Aynı isim, illa biiznihiyi "varlık, an­
sız bir şekilde yukarıdaki cümlelerin peşinden cak O'nun izninden sonra vücut bulmuştur"
gelen bu ibarenin zımni vurgusu olduğunu dü­ şeklinde açıklamıştır (Râzî). Tüm şefaat anla­
şünüyoruz, inkarcı Mekkeliler, aralarında ya­ yışları Zümer 44 ve Sebe 23 ışığında tashih
şayan ve ittifakla el-emin (güvenilir kişi) adını edilmelidir (Bkz: kelimenin ilk geçtiği 4/Müd-
verdikleri Peygamber'in geçmiş hayatından dessir: 48, not 39).
sihri andıran bir tek örnek gösterememişler- 8 Mekke putperestlerinin putlarını Allah ka-
4 Hepinizin dönüşü O'nadır,- (bu) Allah'ın ları, bilmek isteyen bir toplum için varlık
gerçekleşmesi kaçınılmaz vaadidir. Çün­ âyetlerini 12
ayrıntılı olarak açıklıyor. 6
kü O, insanı yaratmaya başladıktan son­ Çünkü gecenin ve gündüzün birbiri ar­
ra onun yaratılışını sürdürüyor ki; iman dınca gelişi ve Allah'ın göklerde ve yerde
edip de ıslah edici iyi şeyler yapanları yarattığı her şey, sorumluluk bilinci taşı­
hak ettiklerinden fazlasıyla ödüllendir­
9
yan bir toplum için hakikate yapılmış bi­
sin. İnkârda ısrar edenlere gelince: inkâr­ rer atıftır. 13

da direnişleri nedeniyle, yudum yudum 7 Şu da bir gerçek ki; bizim huzurumuza


içecekleri kavurucu bir pişmanlık 10
ve çıkmaya yüzü olmayanlar ve dünya ha­
14

can yakıcı bir azap onları bekleyecek. yatıyla yetinip onunla kendilerini tatmin
5 Güneşi aydınlığın kaynağı ve ayı ışık edenler, 15
üstelik (bir de) hakikate yapıl­
yansıtıcı yapan; 11
yılların sayısını ve he­ mış (söz konusu) atıfları fark edemeyen­
sabı) nı) bilesiniz diye ona evreler takdir ler var: 8 işleye geldikleri bütün bu şey­
eden O'dur. Bunu başka değil, mutlak ha­ lerden dolayı onların son durağı ateştir.
kikate (bir atıf olsun) için halk eden Al­ 9 Ne var ki iman eden ve imana lâyık

tında kendilerinin kayırıcıları olarak görmele- mik bir hakikattir. Türkçe'de "aydınlık" ve
riyle alâkalıdır. "Yalnız O'na kulluk edin"; "ışık" birbirlerinin yerine kullanılsalar da (Ş.
yani, "Yalnız O'ndan kayırma ve yardım dile­ Sami), birinciyi dıyâ', ikinciyi nûr karşılığı
nin!" olarak kullanmayı tercih ettik.
9 el-Kıst, yine Kur'an'da kullanılan el-'adl'in 12 Burada açıklananın "vahyî âyetler" değil,
eşanlamlısı olarak görülemez. Tercihimizin güneş ve ay gibi "kozmik âyetler" olduğu an­
gerekçesi için bkz. 112/Hucurât: 9, not 12. laşılmaktadır. Kevnî ve kavlî olanıyla tüm
10 Lafzen: "kavurucu bir içecek". Bu mecazi âyetler, aslında birer "gösterge"dirler bir asla
;

ifade, öncelikle yürek yakıcı ve vicdanı kavu­ delalet eder, bir hakikati gösterirler. Bu âyetle­
rucu bir pişmanlığa delalet etse gerektir. Râzî rin gösterdikleri gerçek ise "Mutlak Hakikat"
bu sûrenin 7. âyetindeki "ateşi" [en-nâr) tefsir olan Allah'tır. Yukarıdaki çevirimiz, işte bu
ederken, ateşin ve yanmanın farklı türlerin­ yaklaşıma dayanmaktadır.
den söz eder. Bunlardan birini de "psikolojik 13 Üstteki açıklamaya binaen, âyâtfm bu bağ­
ve aklî ateş" diye adlandırır ve bunun hissedi­ lamdaki en uygun karşılığı. Zımnen: Ahirete
len ateşten daha fazla yaktığını ifade eder. iman, ahlâkî davranışın garantisidir.
11 Dıyâ' [dav\ Kur'an'da aydınlatan kaynak 14 Lafzen: "Bize kavuşmayı istemeyenler".
anlamında kullanılmıştır (Krş: 94/Bakara: 17; 15 Zımnen: İki dünyalılar Allah'ın rızasıyla
67/Kasas: 71). Dilde ışığın kaynağı için kulla­ tatmin olurken (11/Fecr: 27-28), tek dünyalı­
nılır. Daha çok işlevsel ve hep maddî anlam­ lar ilâhî rıza yerine koyarak tanrılaştırdıkları
dadır. Nûr ise, birinciyi de kapsayan ve mad- dünyalıklarla tatmin olurlar. Birine değer biç­
dî-mânevî, somut-soyut tüm ışıma ve ısıtma mek isteyen neyle tatmin olduğuna baksın.
süreç, araç ve hâlleri için kullanılır [Müfredat-, Dünyalıkla meşgul olmak kişiyi dünyalığa sa­
Lisân ve Mekâyîs). Işığın azına da çoğuna da hip kılar, dünyalıkla tatmin olmak kişiyi dün­
nûr adı verilebilir. Fakat dav sadece nurun ço­
7
yalığa ait kılar. Bu sonuncusu felakettin ta
ğuna verilen addır. Bu nedenle gün ışığına dav' kendisidir. Zira servet harika bir köle, berbat
denmiştir [İtkân III, 232). Ay için kullanıldı­ bir efendidir.
ğında "ışık yansıtıcı" anlamına geldiği koz­
Nûzûl: 69 Mushaf: 10 413

davranışta bulunanlara gelince: Rableri muza çıkmaya yüzü olmayanları küstah­


onları imanları sayesinde, 16
ayaklarının ça taşkınlıkları içerisinde debelenmeye
altından nehirler çağlayan, nimetlerle do­ terkederiz.
lu Cennetlere ulaşan yola yöneltecek­ 12 Hem ne zaman insanoğlunun başına
tir. 17
10 Orada onların nidaları "Muhte­ 18
bir ziyan gelse, gerek yatarken, gerek otu­
şemsin ey Allah'ım!" olur,- ve kendilerine rurken ya da ayaktayken (başlar) Biz'e
"Mutluluklar!.." diye mukabele edilir yalvarıp yakarmaya. Biz onu başına gelen
orada. Nihayet onların son nidası yankı­ ziyandan kurtardığımız zaman ise, sanki
lanır: "el-hamdu lillahi Rabbi'l-'ale- kendisine dokunan ziyandan kurtarma­
mîn!" 19
mız için Biz'e hiç yalvarmamış gibi (nan-
körleşir). 22
Değere dönüşebilecek tüm
11 EĞER onların nimeti istemede acele imkanlarını boşa harcayanlara yaptıkları,
ettikleri gibi Allah da insanlar için (hak (işte) böylesine cazip görünür. 23

ettikleri) c e z a y ı 20
vermede acele etseydi, 13 Doğrusu sizden önceki bir çok nesli
onların sonunu getirecek hüküm hemen de, kötülük odağı olmaya başlayınca yok
infaz edilirdi. 21
Şu hâlde, bizim huzuru- oluşa mahkûm etmiştik. Oysa ki onlara

16 Cennetin, amelin değil eylemle isbat edilmiş vasi'l-hannas olan Şeytan'a izafe edilir. Enbiya
imanın ödülü olduğunun açık ve net ifadesi. sûresi 35. âyette Allah'ın insanı hayır ve şer ile
17 Allah'ın hidayetini bu şekilde çevirimiz imtihan etmesi, şerrin Allah'a izafe ve isnadı
için bkz. 114/Tevbe: 80, not 99. değildir. Şerre Allah tarafından izin verilmesi­
nin gerekçesidir. Bu âyet kötülük ilâhı vaz eden
18 Bu bağlamda da'va'mn, "dua, övgü, anış,
her tür düalizm şirkini red içindir (Bkz: 79/En­
duyuru, çığlık, çağırış" [Mekâyîs ve Lisân) gi­
biya: 35, not 47). Burada ca'l fiili ile yapılan is­
bi birden fazla olan çağrışımlarını yansıtabile­
nat ise, reddetmek için yapıhr (Ca'l ve halk {ar­
ceğimiz en uygun Türkçe karşılık budur. Bu
kı için bkz. 47/Nebe': 8-9, ilgili notlar). Yani
nidanın her şeyden önce "teşekkürü" çağrıştı­
"Eğer., etseydi, fakat etmedi" mânasındadır. Ve
ran bir "sevinç çığlığı" olduğu akıldan çıkarıl­
böylece şerrin Allah'a isnat ve izafe edilemezli­
mamalıdır.
ği kuralı bozulmamış, aksine pekişmiş olur
19 Mânası: "Hamd, bütün âlemlerin Rabbi Al­ (Bunu teyit için bkz. 98/Âl-i İmran: 26; 79/En­
lah'a mahsustur!" Fâtiha'nın ilk cümlesi, cen­ biya: 35 ve 63/Cin: 10, ilgili notlar).
nete nail olmuş bir bahtiyarın ağzından çıkan
21 Zımnen: Allah ihmal etmez imhal eder, ya­
ilk cümledir. Bir mü'min bunu her vakit na­
ni süre tanır. Zira "O rahmeti kendisine ilke
mazının tüm rekatlarında söylemekle, özünde
edinmiştir" (73/En'âm: 12).
cennete olan özlemini dile getirmiş olmakta­
dır. Eğer bunu sadece bir dil alışkanlığı olarak 22 Emaneti mülkiyet sanmanın doğal sonucu
söylemeyip yürekten söylüyorsa, bu cümleyi budur. Sahibine ihanet eden akıl kötüyü iyi
söylediği her seferinde cennet duası ediyor de­ gösterir.
mektir. Zira hasret kalbin duasıdır. 23 İsrafın büyüklüğü, kaybedilen imkandan
20 Lafzen: "Şerri". Burada bahsedilen ceza, ken­ çok imkanı doğru harcamadığı için kaybettiği
disinden sonra ibret alınıp tevbe edilemeyecek nimetin büyüklüğüyle ölçülür. Burada kaybe­
bir ceza olduğu için "şer" olarak gelmiştir. dilen Allah rızası ve onun karşılığı olan cen­
Kur'an'ın hiçbir yerinde şer Allah'a izafe ve is­ nettir. İlâhî rızayı ve cenneti kaybedenin kay­
nat edilmez. Fakat şer Nâs sûresi 4. âyette ves- bını gösterecek bir rakam da yoktur.
(da) peygamberleri hakikatin apaçık bel­ kü ben Rabbime karşı gelecek olursam,
geleriyle gelmişlerdi; fakat onlar inanma­ korkunç bir Gün'ün azabından korka­
makta direndiler: günaha gömülüp giden rım."
toplumu işte böyle cezalandırırız. 24

16 De ki: "Eğer Allah öyle dikseydi, ben


14 Daha sonra ise, öncekilerin peşinden onu size okumazdım; zaten O da onu si­
sizi (helak olanların yaşadığı) yerlere 25
ze göndermezdi. Hem doğrusu şu ki; on­
mirasçı kıldık ki, nasıl davranacağınızı dan önce yıllarımı sizin aranızda geçirmi­
görüp gözetleyelim. şim: bu kadarını olsun düşünemiyor mu­
15 Bir de ne zaman hakikatin apaçık ka­ sunuz?"
nıtları olan âyetlerimiz onlara okunsa, 17 Hem kendi uydurduğu yalanları Al­
huzurumuza çıkacak yüzü olmayan o lah'a yakıştırandan, ya da O'nun mesajla­
kimseler derler ki: "Git, bize bundan baş­ rını yalanlayandan daha zalim biri olabi­
ka bir h i t a b 26
getir, ya da onda değişiklik lir m i ? 2 8
Gerçek şu ki; günaha gömülen­
yap!" 27
ler asla iflah olmaz! 18 Bir de Allah'ın pe­
(Ey Peygamber)! De ki: "Onu kendime şi sıra kendilerine yararı da zararı da do­
göre değiştirmem olacak şey değil. Ben kunmayan varlıklara kulluk edip de, üs­
29

yalnızca bana vahyedilene uyarım: çün­ telik "İşte şunlar Allah katında bizim ka-

24 Tüm muhataplara zımni bir uyarı: Sebepler nin ilk ve zorunlu adımı, anlamın kaynağın­
tekerrür ediyorsa, sonuçların tekerrüründen dan hedefine taşınırken yolda uğradığı "anlam
daha doğal ne olabilir? zaafını" asgariye indirmektir. İşte bu yüzden,
25 Buradaki el-ard, elbette tüm yeryüzü değil, kur'ânin lafzı için yalnızca mantukunu değil
helak olan kavimlerin topraklarıdır. mefhumunu da iyi yansıttığını düşündüğü­
müz "hitab" karşılığını kullandık.
26 Kur'an'ın sözlük mânası için bkz. 40/Fur-
kan: 30, not 39. Burada belirsiz formda gelen 27 Müşriklerin bu talebi açıkça gösteriyor ki,
Kur'an, isme değil vasfa yakın bir mastar ola­ onlar mesajını, hedefini ve inşa etmek istedik­
rak çevrilmelidir. Unutulmaması gereken leri dünyayı çok iyi bildikleri bir Kur'an'a kar­
nokta, "Kur'an" ifadesinin müşriklere atfen şı çıktılar. İtirazları Kur'an'ın getirdiği öğreti­
kullanılan bir cümle içerisinde geçmesidir. Bu nin özüne, içeriğine yönelikti. Onlar esasen iyi
ve buna benzer bir bağlamda "Kur'an" olarak ve kötüyü belirleme yetkisinin ellerinden çık­
çevirmek anlama problemine yol açacaktır. masına itiraz ediyorlardı. "Değiştir" demekle,
Çünkü, Hatib'in ve ilk muhatapların bu keli­ itirazlarının Hz. Muhammed'e değil vahyin
meye yükledikleri anlamla modern muhata­ kaynağına yönelik olduğunu itiraf ediyorlardı.
bın zihnindeki kavramlaşmış anlam bire bir Bununla zımnen "hayat tarzımıza dokunma­
örtüşmemektedir. Kelime kavramsal anlamı­ yacak bir içeriğe razıyız" demiş oluyorlardı.
nı sonraki dönemlerde kazanmış, hatta Ted­ 28 Hem Müşriklerin yaptığı "kendi üretti" if­
vin Asrı'ndan sonra "Mushaf" isminin yerine tirasının cezasını, hem de onların inkârının
kullanılmaya başlanmıştır. Oysa ki Kur'an, cezasını hatırlatan bir ifade.
Hatib olan Allah'la muhatab olan insan ara­
29 Ebu Ubeyde, buradaki mâ (şey) ilgi zamiri­
sında canlı, aktif ve yaşanan bir diyalogun ese­
nin e77ezi (kimse) yerine kullanıldığını söyler
ri olarak sözlü bir "hitab", Mushaf ise Hz.
[Mecaz). Tercihimiz olan "varlıklar" bu ikisi­
Peygamber'den sonra vahiy metninin kayde­
ni de içermektedir.
dildiği yazılı bir "kitap"tır. Anlama faaliyeti­
yırıcılarımızdır" diyenler (iflah o l m a z ) . 30
hüküm verilip iş bitirilirdi. 33

De ki: "Yoksa siz Allah'a, göklerde ve


yerde bilmediği bir şey var da, onu mu 20 BİR de diyorlar ki: "Ona Rabbinden
haber veriyorsunuz?" O, sınırsız yüceliği mucizevi bir belge gönderilmeli değil
ve aşkın varlığıyla, onların putlaştırdığı miydi?"
her şeyden beridir. Buna karşılık de ki: "Aşkın hakikatler
yalnızca Allah'a ait bir alandır: 34
şimdi
19 3 1
İNSANLIK başlangıçta aynı duygu, artık bekleyin (akıbetinizi)! İyi bilin ki,
düşünce ve ideal etrafında toplanmış bir ben de sizinle birlikte bekleyeceğim!" 35

topluluktan oluşuyordu; fakat sonradan 21 Ve ne zaman, kendilerine dokunan bir


ayrı görüşlere saptılar. 32
Ve eğer Rabbin sıkıntının ardından bu tiplere rah­
tarafından daha önceden bir yasaya bağ­ metlimizden) bir parça tattırsak, derhal
lanmamış olsaydı, onların kendi araların­ âyetlerimiz hakkında tuzak tezler kurgu­
da tartıştıkları konularda (daha başından) lamaya başlarlar. 36

30 Bu âyet şefaat (kayırıcılık) inancının müş­ konuda ayrıntı için bkz. 85/Câsiye: 32;
riklerin şirkinin hem sebebi hem sonucu oldu­ 46/Me'aric: 38; 47/Nebe': 3, ilgili notlar).
ğunu gösterir. Buradaki "kayırıcılık" ile müş­ 31 Burada metinde yer alıp çeviride görünme­
riklerin dünyada sahip olduklan refah kastedil­ yen bir vav vardır. Bu vav'ın ibtidaiyye işlevi
miş olabilir. Bununla ahiretteki kayırıcılık da çeviriye paragraf başı olarak yansımıştır.
kastedilmiş olabilir. Bu durumda 7 ve 15. âyet­
32 İlk olanı ilkel sayan modem antropolojinin
te "bizim huzurumuza çıkarılacaklarım asla
önyargıya dayalı tezlerini çürüten ve alterna­
ummayanlar" ifadelerini, Mekke kodamanla­
tif antropolojinin temellerini atan bir ifade.
rından olan ve kökeni karanlık ve karışık bir
inkâr ideolojisine mensup çok özel bir guruba 33 Kur'an'ın muhatabında inşa ettiği çoğulcu
hasretmek gerekir. Mekke putperestlerinin ço­ zihniyetin sık karşılaştığımız temellerinden
ğu nasıl ki Allah'ı inkâr etmiyorlarsa, eline ke­ biri. Sözgeliminden şunu çıkarıyoruz: ".. fakat
miği alıp da onu ufalayıp savurarak "Ne yani, Rabbin farklılığı insanlık için bir yasa kıldı".
şimdi ölüp de toprak olup gittikten soma yeni­ 34 Konu "mucize" olduğu için, "aşkın haki­
den mi diriltileceğiz?" (50/Vâkı'a: 47-48; krş. kat" olarak çevirdiğimiz ğayb bu bağlamda,
39/Yâsîn: 78) diyen ve ilkel bir materyalizm sadece ilâhî bilgiye değil, aynı zamanda ilâhî
olan "dehriliğin" peşinden giden (85/Câsiye: eyleme de tekabül eder. Çevirimizin gerekçe­
24) sınırlı sayıdaki Ebu Cehil, Ümeyye b. Halef, si budur.
kardeşi Ubeyy b. Halef ve Ebu Süfyan gibi 35 Beklenen iki şeydir: Ya fiili mucize gönde­
"dehri" (nihilizme çıkan ilkel bir materyalizm) rip inanmayınca helak etmek, ya da onun ye­
kişiler dışında, âhireti de mutlak anlamda in­ rine gönderilen Kur'an mucizesine inanma­
kâr etmiyorlardı. Ama Allah inançları nasıl yanlara dünyada mühlet verip âhirette ceza­
yozlaşmışsa, âhiret inançları da öylesine yoz­ landırmak.
laşmıştı. Onların Allah inancındaki çarpıldık
36 Meknın mastarı iz edatıyla birlikte, hemen
"şirk" biçiminde, âhiret inançlarındaki çarpık­
gerçekleşen bir eyleme dönüşür (Bkz: Ferrâ).
lık da "şefaat" biçiminde tezahür etmiştir. "Ki
"Bu tipler", sûrenin buraya kadarki âyetlerin­
onlar o (haber) hakkmda farklı düşünüyorlar"
de ele alınan olumsuz tipler. "Âyetlerimiz",
diyen Nebe' 3, müşriklerin âhiret konusunda
yalnızca mesajları değil, âyetin girişinde anla­
farklı düşünceler taşıdıklarına delalet eder (Bu
tılan türden olayları, yani "âyât-ı hâdisâtı" da
De ki: "Allah her tür tuzağı seri bir bi­ den olacağız!" diye yalvarıp yakarıyorlar.
çimde (boşa çıkarır)." 37 23 Sonunda (ne oluyor, biliyor musunuz):
Dikkat edin, elçilerimiz inceden inceye kurtarmasının hemen ardından bu kim­
tasarladığınız her şeyi kayda alıyorlar. seler, yeryüzünde hak hukuk dinlemeden
22 Sizi karada ve denizde gezdiren azgınlık yapmaya başlıyorlar. 39

O'dur. 38
Dahası (tutun ki) sizler gemide Ey insanlık! Yaptığınız azgınlıkların ne­
bulunuyorsunuz, tatlı bir rüzgarda onun­ ticesi gelip yine sizi bulacaktır. Dünya
la yol alıyorsunuz, üstelik tam da bunun hayatının zevkleri gelip geçicidir. Sonun­
sevinciyle mest olmuşsunuz,- derken bir da Bize döneceksiniz ve Biz yaptıklarını­
fırtına yakalıyor gemiyi ve dalgalar her zı bir bir size haber vereceğiz. 40

yandan yolcuları kuşatıyor. Artık onlar 24 Bu dünyanın cezbedici hayatı, olsa ol­
dört bir yandan (ölümle) sarıldıklarına sa şu misale benzer: gökten indirdiğimiz
kanaat getirmiş vaziyetteler,- tüm içten­ bir su (düşünün); nihayet o insanların ve
likle Allah'a yönelip yalnız O'nun niza­ hayvanların kendisinden beslendiği bit­
mına sığınarak; "Eğer bizi bu belâdan kilerce emilir. Derken toprak (yapay) bir
kurtarırsan yemin olsun ki şükredenler- parlaklık ve baştan çıkarıcı bir tezyin 41

kapsıyor. Buna karşı tasarlanan "tuzak tez­ dir: Ey insan, keramet suda değil ona o yasayı
ler", vahyin kaynağı hakkında şeytanca tasar­ koyanda! Bu gerçeği aklından çıkardığın gün,
lanmış iftiralar (Krş: Âyet 2) olabileceği gibi, denizdekinde değilse de yüreğindeki fırtınada
kâinat ve hadisat âyetleri hakkında sahibini batarsın!
tuzağa düşürmekten başka bir işe yaramayan 39 12. âyette dile getirilen nankörce tavır.
kurgusal tasarımlar da olabilir. Bunların başın­
40 22. âyette "siz" zamiriyle söze girildi, ar­
da, insana dokunan iyilik ya da kötülüğün bir
"mesaj" taşımadığı, olayların Allah'tan ba­ dından "onlar" zamirine geçildi. 23. âyette yi­
ğımsız gerçekleştiği vehmi gelir. Bu tür bir ak­ ne "siz"le söz tamamlandı. "Siz"den "onlara"
lın başına gelen olaylara karşı duruşu da, tıpkı geçiş, adeta bir soyutlama çağrısıdır. Bununla
5-6. âyetlerde ele alınan kevni âyetlere karşı insana kendisini dışardan seyretme, hayatını
duruşuna benzer (Krş: âyet: 7-8). Böyle bir du­ karşısına alıp sorgulama yolu (tecrit) gösteril­
ruşun sahibi, gerçek nedenlerle olaylar arasın­ mektedir. Bu ruhsal arınmaya giden yolun ilk
daki bağlantıyı kuramayacağı, buna çalışsa bi­ durağıdır. Âyetin üslûbu, bunun temsili bir
le kurduğu bağlantı yanıltıcı olacağı için, kur­ anlatım olduğunu açıkça gösteriyor. Ve vahiy
duğu tuzağa kendisi düşen biri konumundadır. dilin tüm imkanlarını insanın hidayeti için
seferber ediyor, işte rahmet bu!
37 Müşâkele sanatı gereği Allah'a atfedilen
mekran'm en isabetli karşılığı (Krş: 94/Bakara: 41 Zuhruf, "altın" anlamına da kullanılan
15, not 21). madeni bir parlaklığa ve müdahaleyle oluştu­
rulmuş sentetik güzelliğe bir gönderme olsa
38 Miladi 7. yüzyılın akışkanlar dinamiğini
gerek. Parantez içi açıklama işte bü anlamı
bilmeyen insanı için, özellikle çöl insanı için
yansıtmak içindir. Iz-zeyyenet bu kurgusallığı
deniz yolculuğu gerçekten olağanüstü bir şey­
imâ için "tezyin" diye aktarılmıştır. Bu âyet,
dir ve Kur'an muhataplarına Allah'ın büyük­
doğaya insanın bir emanet değil de bir tutsak
lüğünü anlatırken o günün insanının dikkati­
gibi muamele edip kendi ayartıcı şehvet ve ik­
ni celbeden bu olayı örnek vermektedir. Bu ta­
tidar tutkularını onun üzerinden tatmin et­
rihsel olay üzerinden verilen mesaj evrensel­
mesine bir cevap teşkil etmektedir.
ile arzı endam edip de sakinleri onun Cennet'in sakinleridirler; orada yerleşip
üzerinde tamamıyla hakim olduklarını kalmak üzre girerler.
düşünmeye başladıklarında; bir gece vak­ 27 Kötülük yapmakta ısrar edenler ise,
ti ya da güpegündüz, (ansızın) emrimizin sadece yaptıkları kötülüğün misliyle ce­
infaz (vakti) geliverir: Böylece onu, sanki zalandırılacaklar. Ve onlar (o gün) öyle
önceden hiç safa sürmemiş gibi kökün­ bir aşağılanmaya mahkûm olurlar ki -Al­
den sökülmüşe çeviririz! 42
lah'ın gazabından kaçıp sığınacakları biri
İşte Biz, düşünen bir toplum için âyetle­ de olmadığı (için)- sanki zifiri bir gecenin
rimizi böyle açık ve anlaşılır bir biçimde karanlığı sıvanmış gibi suratları (utanç ve
dile getiriyoruz. zilletten) kapkara kesilir: işte bunlar (da)
25 Böylelikle Allah (insanı) mutluluk ve ateşin sakinleridirler; onlar (da) orada
güvenlik zeminine çağırmakta 43
ve iste­ yerleşip kalmak üzre girerler.
yeni dosdoğru bir yola yöneltmeyi dile­ 28 Ve bir gün onların tümünü bir araya
mektedir. 44
toplayacak, ardından da (hayattayken)
26 İyi ve yararlı davranmakta sebat göste­ Allah'a has özellikleri başkalarına yakış­
renlere, (karşılık olarak) ondan daha iyisi tırmakta direnenlere diyeceğiz ki: "Siz ve
ve (kat kat) fazlası v a r . 45
Dahası (o gün) ilâhlık yakıştırdıklarınız: haydi yerlerini­
onların ne yüzleri kara çıkar, 46
ne de ze!" 4 7
İşte böylece onların arasını kesip
onursuzluktan başları eğilir: işte bunlar ayırmış (olacağız). Ve (o zaman) onların

42 Hasîd: Ekin ve otçul bitkiler için "kökün­ ler niteHktedir. (Ayrıca iniş sürecinde ilk kulla­
den sökmek" [Mecaz). O dönemde bölgedeki nıldığı yer olan 4/Müddessir 31'in ilgili notuna
hasat yöntemi böyle olduğu için. Çayır-çime- bkz.) Bu âyetin zımni açılımı şudur: Allah her­
ni cennet zanneden insanın, üzerine bir kaç kesi ebedi saadete çağırıyor; ne var ki herkes
öğle güneşi değdikten sonra sararıp yok olan o içerisinden bu çağrıyı kabul edenleri ebedi sa­
güzelliğin yerinde yeller estiğini görünce kapı­ adetin kutlu yoluna yöneltiyor.
lacağı düş kırıklığına bir atıf. 45 Parantez içi açıklamalar, bu âyetteki ziyâ-
43 Bir üstteki âyetten de anlaşılacağı gibi, bi­ aVnin niteliğini açıklayan şu âyete birer atıf­
zim "zemin" ile karşıladığımız dâr, sadece öte tırlar: "Kim (huzur-u ilâhiye) ürettiği iyi bir
dünyada değil bu dünyada da insamn kendi­ değerle gelirse, yaptığının on katmı kazana­
siyle, çevresiyle ve Rabbiyle barışık yaşadığı caktır" (73/En'âm: 160).
bir ortamın oluşturulması çağrısıdır. 46 Bir somaki âyette tasvir edilen cehennem­
44 Çevirimizin gerekçesi için 58/Ra'd 27 ve no­ liklerin aksine (Krş: 77/Zümer: 60; 33/Kıyâ-
tuna bkz. "Hidayet" ya da "dalalet", birinci ço­ met: 22-25; 27/'Abese: 38-40; 90/Mutaffifin:
ğul şahıs kipiyle (biz) neşâ' formunda gelen 19 24). Kara yüz gam ve kederi, ak yüz sevinç ve
âyetten sadece birinde kuUanılır (82/Şûrâ: 52). neşeyi ifade eden bir mecazdır.
Onda da mücerret olarak "biz doğru yola yönel­ 47 Âyetteki "yer" (meJcân), fizikî olmaktan
tiriz" şeklinde değil, bir mef'ûlü bih ile "Onun daha çok konum ve makamla ilgilidir. Yani,
için bir ışık yaratırız, dilediğimizi o ışık saye­ şirk koşanlar, bu yaptıklarının "tanrı atama"
sinde doğru yola iletiriz" şeklinde gelir. Bu da anlamına geldiğini, dolayısıyla yaratılmış ol­
hedâ ve dalâl ile kullanılan yesa'fnlinin, mut­ ma konumlarım unutup, kendilerini Yaratanı
lak irade sahibi Allah ile mukayyet irade sahi­ "tayin edici" bir makama yerleştirdiklerini;
bi insan arasmda mülazemet olduğunu destek- Allah'a ortak koştuklan varlıkları ise, kendi
ilâhlık yakıştırdıkları, dönüp kendilerine 31 (EY PEYGAMBER)! De ki: "Göğün ve
şöyle diyecek: "Zaten sizin tapınıp dur­ yerin ürünleriyle sizi rızıklandıran kim­
duklarınız, (gerçekte) hiç biz olmadık dir? Peki, işitme ve görme duyularınız
ki; 48
29 ve artık bizimle sizin aranızda şa­ üzerinde kim mutlak söz sahibidir? Da­
hid olarak Allah'ın yeterli olduğu (bir ha­ hası kimdir ölüden diriyi çıkaran? Ve di­
kikat var) ki, o da şu: Biz, sizin (bize) kul­ riden ölüyü çıkaran kim? Ya bir düzen
luk ettiğinizin farkında bile değildik. içerisinde devinen bütün bir varlığa tali­
matı kim veriyor?
30 İşte o an ve orada herkes geride bırak­
tıklarından smav verir, (yaptıklarının so­ Derhal diyecekler ki: "(Elbette) A l l a h ! " 52

nucunu görür); 49
en nihayet Allah'a, o O hâlde sen de (onlara) de ki: "Hâlâ so­
yüceler yücesi gerçek sahipleri olana rumsuzca davranmayı sürdürecek misi­
döndürülürler 50
ve (çarpık tasavvurları­ niz?" 32 Hâlbuki, işte bu Allah'tır sizin
nın) ürettiği sahte ilâhlar kendilerini yü­ gerçek ve tek Rabbiniz! Şimdi söyler mi­
züstü bırakır. 51 siniz: hakikati çıkarsanız, geriye sapık­
lıktan başka ne kalır? Buna rağmen, nasıl

konumlarının dışında olmamaları gereken bir hakkında bilgi sahibi olmalarının belâ (sınav)
makama yakıştırdıklarını ifade ediyor. Cüm­ ile ifade edilmesi bir mecazdır. îbtila bilgiyi
lenin mâna ve mefhumu bu şekilde tamam­ hasıl eden sebeptir. Sebebe ait ismin sonuç
landığı için, takdiri bir ilaveye gerek yoktur. hakkında kullanılması mecazdır (Râzî). Rud-
Dilci müfessirlerin ilklerinden olan Ahfeş (ö. dû ilallah (Allah'a döndürülürler), bu ve buna
209 h.) bu ibareye bir "bekleyin" fiili takdir benzer bağlamda geçtiği yerlerde insanın bo­
ettiği için (Maani'l-Kur'an), başta Taberî ve zulan istikametinin âhirette düzeltileceğine
Beydavi olmak üzere daha sonra gelen bir çok ilişkin olarak anlaşılabilir. İnsan dünya haya­
klasik ve çağdaş (R. Rıza ve Esed) müfessir tında neye ya da nereye yönelmiş olursa ol­
onu tekrarlamışlardır. Sadece Elmalılı, mea­ sun, sonunda yalnızca Allah'a yönelmek du­
lindeki tercihiyle bunun istisnasını teşkil rumundadır. Bu, aynı zamanda insanın yöneli­
eder. Zaten hemen devamında "onların arala­ şini bozan bilinç ve tasavvur sapmalarından
rının kesin bir biçimde ayrıldığı" ifade edil­ kurtularak Allah'ın birliği, mutlaklığı ve ha­
mektedir. "Bekleyin" ilavesi, bu bağlamda kikatin kaynağı oluşu hakkında doğru bir id­
hem gereksiz, hem anlam bozucudur. rake kavuşması anlamını taşır. Zaten insan,
48 Zımnen: Aslında siz kendi heva ve hevesi­ buna yatkın bir altyapıya (fıtrat) sahiptir. Fa­
nize, kendi benliğinize taptınız. Kulluk edece­ kat o kendisine karşı yabancılaştığı [eşrafû
ği tanrıyı seçme ya da Allah'a ait bir niteliği 'ala enfusihim) için, Rabbine karşı da yabancı­
başka bir varlığa verme yetkisini kendisine ta­ laşmış (dalal), kendi asli gerçeğinin hatırlatılıp
nıyan bir akıl, gerçekte kendisini tanrılaştır- kaybettiği gerçek tabiatına dönme çağrısına
mıştır. İnsamn Tanrısını ya da onun yetki ve ise kulak tıkamıştır. Fakat en sonunda gör­
sınırlarını kendisinin belirleyeceğini düşün­ mezden geldiği gerçeği; yani varlığın ilk sebe­
mesi, sahte tanrılara kul köle olmasından da­ binin ve son gayesinin Allah olduğu gerçeğini
ha vahim bir sapmadır. kabullenmek zorunda kalacaktır.

49 "Sınav" anlamı verdiğimiz teblû, "karnesi­ 51 İbareye bu bağlamda verebileceğimiz en


ni okur" anlamına gelen tetlû olarak da okun­ uygun mâna.
muştur. 52 İşte şirki hak-bâtıl şirketi hâline getiren ka­
50 İnsanların kendi amellerinin sonuçları rışık tabiatı.
oluyor da (hakikate) böylesine mesafeli 36 Bir de, onların çoğu sadece zannın pe­
durabiliyorsunuz ? şine takılırlar. Oysa ki hiç bir zan, insanı
33 İşte böylece, yoldan iyice sapmış olan­ hakikatten hiçbir şekilde müstağni kıl­
lar için Rabbinin sözünün hakikat oldu­ maz. Elbette Allah onların yaptıklarını
ğu ortaya çıkmış oldu: "Onlar inanmaya­ çok iyi bilmektedir.
caklar!" 37 İmdi bu h i t a b , 55
Allah'tan başkası ta­
34 Sor (onlara): "Hayatı yoktan var edip rafından tasarlanıp ortaya konulmuş ola­
de sonra o yaratışı sürekli yenileyen zât, maz. Aksine o, kendisinden önce gelen­
ortak koştuklarınızdan biri midir? lerden geriye kalan hakikatleri doğrular 56

ve kendisinde kuşku bulunmayan Kitab'ı


Cevap ver: "Hayatı yoktan var edip de
ayrıntılı olarak açıklar; 57
Âlemlerin Rab-
sonra o yaratışı sürekli yenileyen Al­
bindendir.
lah'tır! Gerçek bu iken, nasıl olur da böy­
lesine savrulursunuz?" 53 38 Yoksa, "Onu o uydurdu" mu diyorlar?

35 Sor (onlara): "Hak yola yönelten kim­ De ki: "Öyleyse haydi, Allah'tan başka

se ortak koştuklarınızdan biri midir? " 5 4


yardıma çağırabileceğiniz herkesi çağırın

Cevap ver: "Hak yola yönelten sadece Al­ da ondakine eşdeğer bir sûre getirin,- tabii
lah'tır. Peki, hak yola yönelten mi uyul­ ki eğer sözünüzün arkasındaysanız!"
maya daha lâyıktır, yoksa yol gösterilme­ 39 Fakat hayır, aksine onlar özünü kavra­
dikçe kendi başına doğru yolu bulamaya­ maktan aciz kaldıkları, üstelik o mesajın
cak olan mı? Şu hâlde ne oluyor size; na­ ayrıntılı açıklaması da (henüz) kendileri­
sıl böyle bir hükme varabiliyorsunuz?" ne ulaşmamışken yalanlamayı tercih et-
58

53 Şirk, şirk koşulanla ontolojik bağ kurmaya 2) Dahili objeler: a) Medenî sûreler Mekkî sûre­
engel teşkil eder. lerin tefsiridir (Bkz: 39. âyet ve krş. 33/Kıyâmet:
54 Burada kastedilen, hak yola yöneltmesi söz 17-19). b) Ahkâmla ilgili âyetler akidevi âyetle­
konusu bile olmayan cansız putlar olamaz. rin tefsiridir, c) Müteşabih âyetler, bu âleme ve
Olsa olsa o putlarla sembolize edilen melek­ öte âleme ilişkin gaybi hakikatlerin tefsiridir.
ler, cinler ve azizlerdir. Bunların hepsinin de tek merkezi vardır: Levh-i
Mahfuz. Şu hâlde ilâhî hitabın, tabiatm, kâina­
55 Kur'an'ı "hitab" olarak çevirimiz için bkz.
tın, insanın ve toplumların tabi olduğu tüm ya­
âyet 15, not 26.
salar aynı kaynaktan neş'et etmektedir.
56 Tüm vahiy süreci boyunca gelen mesajla­ 58 Veya: "O mesajın (tehdidi) henüz başlarına
rın aynı kaynaktan neş'et ettiğini ifade eder. gelmemişken.." Vahyin "özü" yani maksadı,
57 Bu ibare, Kur'an'ın yalnızca tefsire konu ya da ilâhî mesajın temelini oluşturan akidey­
olan m üfesser bir hitab değil, aynı zamanda tef­ le ilgili âyetler, Mekke sürecinde inen âyetler
sir eden m üfessir bir hitab olduğunu ifade eder. olsa gerektir. Kur'an vahyinin temelini teşkil
Bir müfessir olarak Kur'an, biri harici, diğeri da­ eden Mekkî ilkeler, yine vahiy tarafından Me­
hili olmak üzere iki tür objeyi tefsir eder: dine'de detaylandırılarak bir tür 'tefsir' ve
1) Harici objeler: a) Varlığın yaratılış ve denet- 'te'vil' edilecektir. Fakat, bu da henüz gerçek­
leniş yasalarının tefsiridir, b) Bireyin tabi ol­ leşmiş değildir; yani kendilerine ulaşmamış­
duğu psikolojik yasaların tefsiridir, c) Top­ tır. Kur'an'ı ilâhî bir hitab olarak gönderen,
lumların tabi olduğu sosyolojik ve tarihsel ya­ onu indirdiği gibi açıklamayı da üstlenmiştir.
saların tefsiridir.
tiler. Onlardan öncekiler de işte böylesi 45 Ve o Gün gelip de Allah onları bir ara­
bir yalanlamaya yeltenmişlerdi; fakat (on­ ya topladığı zaman, onlara (dünyada) san­
ların akıbetini merak ediyorsan), dön de ki birbirleriyle tanışmalarına yetecek ka­
zalimlerin sonunun ne olduğuna bir bak! dar, yalnızca gündüzün bir saatinde kal­
40 Onlar arasında bu mesaja inanacak mışlar (gibi gelecek); 61
doğrusu, Allah'ın
olanlar olduğu gibi, hiç inanmayacak huzuruna çıkarılacakları gerçeğine yalan
olanlar da var. Bir de, senin Rabbin boz­ gözüyle bakan ve doğru yola yönelme­
gunculuğu iş edinenleri en iyi bilendir. mekte ısrarcı davranan kimseler (o gün)
hepten kaybetmiş olacaklar.
41 Şu durumda eğer seni yalanlamaya
kalkarlarsa, hemen (onlara) de ki: "Benim 46 Ve sana, onlara vaad ettiklerimizden
yaptıklarım!ın sorumluluğu) bana, sizin bir kısmının gerçekleştiğini ya (bu dün­
yaptıklarınız (m sorumluğu) da size aittir; yada) gösteririz, ya da senin canını alır
siz benim yaptıklarımdan sorumlu tutul­ (âhirette gösteririz). 62
Nasıl olsa en so­
mazsınız, ben de sizin yaptıklarınızdan nunda dönüşleri Bizedir,- dahası, Allah
sorumlu tutulacak değilim." onların yaptığı her şeye şahittir.

42 Bir de, onlar arasında sana kulak verip 47 Her ümmet için bir elçi olagelmiştir:
işitirmiş gibi yapanlar var iyi ama, eğer
;
ve onlara elçileri geldikten (ve hakikati
akıllarını kullanmıyorlarsa sen sağırlara tebliğ ettikten) sonradır ki ancak arala­
duyurabilir m i s i n ? 43 Yine onlar arasın­
59 rında âdil bir yargıda bulunulabilir; onla­
da sana (sanki görürmüş gibi) bakanlar ra asla haksızlık da yapılmaz.
var; iyi de, eğer basiretleri bağlı ise sen 48 Buna rağmen bir de kalkıp "Bu tehdit
(böylesi) körlerin görmesini sağlayabilir ne zaman gerçekleşecekmiş? Eğer doğru
misin? 60
söylüyorsanız (cevap verin de görelim)!"
44 Şüphe yok ki Allah, insanlara hiç bir diyorlar. 63

şekilde kötülük etmez,- fakat insanlar kö­ 49 De ki: "Allah dilemedikçe, ben ken­
tülüğü kendi kendilerine ederler. dim için dâhi ne yarar sağlayacak ne de

59 Allah'ın gör dediği yerden bakınca, bilinenden dür: "Ve sanki yalnızca gündüzün bir saatinde
çok farklı bir "özürlülük" tarifi ortaya çıkmakta­ kaldıklarını (sandıkları bir hayatın ardından),
dır (Krş: 92/Muhammed: 16 ve 73/En'âm: 25). o gün Allah onları bir araya toplayınca birbir­
60 Bu âyetler Türkçe'deki "işitmek-dinle­ leriyle tanışacaklar." Mahşer hakkındaki
mek", "bakmak-görmek" farkına dikkat çek­ Kur'anî tasvirlerin mefhumuna, tercih ettiği­
tiği için, biz de bu karşılıkları kullandık. miz çeviri daha uygun düşmektedir. Dünya
Kur'an tefekküründe, hayat-ölüm, temizlik- hayatının kısalığı üzerine krş. 44/Tâhâ: 104.
pislik, kar-zarar, kazanç-kayıp anlam çiftle­ 62 Her peygamber dünyada Allah'ın elçisi,
rinde olduğu gibi, görmek-körlük, dinlemek- âhirette ilâhî mahkemenin şahididir
sağırlık anlam çiftleri de fizikî değil manevî­ (104/Nisâ: 41-42). Zımnen: Allah'ın hesap ver­
dir. Kur'an'a göre hakikati görmeyen kimse mekten kaçanlara hesap sorma zaman, mekân
gözü olsa dâhi kördür,- hakkın sesini duyma­ ve imkanı çok çeşitlidir.
yan kimse kulağı olsa dahi sağırdır.
63 Bu ve ardından gelen âyetlerin kıyamet ve
61 Bu cümleyi şöyle çevirmek de mümkün- âhirete atıf yaptığı 52. âyetten anlaşılmakta.
zararı önleyecek bir güce sahibim. Her Kazanıp durduğunuz şeyler dışında bir
ümmet için belirlenmiş bir süre vardır; 64
karşılık mı bekliyordunuz?" 68

süreleri dolduğunda artık onu ne bir an 53 Tutup bir de seni "Şimdi bu gerçek mi
erteleyebilirler, ne de öne alabilirler." yani?" diye sorguluyorlar. 69
De ki: "Ke­
50 De ki: "Baksanıza! Tutun ki O'nun sinlikle! Rabbim hakkı için bu gerçeğin
azabı bir gece ya da bir gündüz çıkageldi; ta kendisidir,- üstelik sizler (büyük sorgu­
günaha batmış olanlar ne (elde edecekle­ lamayı) asla atlatamayacaksmız!"
rini umarak) onu çabuklaştırmak istiyor­ 54 Bilinci ters dönmüş her birey, eğer
lar?" 65
51 Tehdit gerçekleştikten sonra yeryüzündeki her şey kendisinin olsa
mı O'na inanacaksınız? onu (Hesap Günü) kurtuluş akçesi olarak
Ne! Ancak şimdi ha? Oysa ki siz (asla vermek isterdi. 70
Onlar asıl pişmanlığı,
gelmez diye meydan okuyor), onun ça­ kendilerini bekleyen azabı görünce yü­
buk gelmesinde ısrar ediyordunuz!? 66 reklerinin en derinlerinde yaşayacaklar. 71

52 Sonunda, bilinci ters dönmüş kimsele­ Ne ki onların aralarında herkese lâyık


re 6 7
denilecek ki: "Tadın bitimsiz azabı! ilâhî bir hakkaniyetle hükmolunacak; ve

64 Ümmetlerin, en geniş anlamıyla milletle­ su bilinç, bir sonraki âyette, hakikati nasıl ter­
rin ve uygarlıkların tabi olduğu bir yasaya dik­ sinden okuduğunu açıkça ele vermektedir.
kat çekiliyor: İnsanlar gibi doğarlar, büyürler, 68 Âhireti dünya ile, kalıcıyı geçici ile, değer­
yaşlanırlar ve ölürler. Bu ibareyle "Her ümme­ liyi değersizle ve hayrı hazla takas etmek, ters
tin bir elçisi olduğunu" haber veren 47. âyet dönmüş bilincin sahibine oynadığı en tehlike­
arasındaki ifade benzerliği dikkat çekicidir. li oyundur.
65 Mâzâ soru edatını mâ yerine isim olarak 69 Öğrenmek için sorma değil de inkâr ama­
alırsak bu anlam uygundur. Eğer zâ edatını il­ cıyla sorgulama olduğuna ilişkin çevirimiz,
gi zamiri olarak alırsak "Gece veya gündüz­ A'meş'in okuyuşuna dayanmaktadır [Keşşaf).
den hangisinde acele ediyorlar?" anlamına Âyetin sonu bu çeviriyi desteklemektedir.
ulaşmak mümkündür (Ahfeş). Bir sonraki âye­
70 Hesap Günü'nden kaçanlar, hesabı verile­
tin, buradaki sorunun cevabı olduğu düşünül­
meyecek bir hayat yaşayanlardır.
düğünde, tercihimiz daha isabetli görünmek­
71 Eserra fiilinin zıt anlamlı müşterek bir söz­
tedir (Krş: Zemahşerî).
cük olduğunu ve hem "bir şeyi gizledi" hem
66 Parantez içi açıklama Zemahşerî'nin yoru­ de "açığa çıkardı" anlamına geldiğini söyle­
muna dayanmaktadır. Aynı âyette Hatib mu­ yenler (Beydavî ve Râzî) Ebu Ubeyde'ye daya­
hataba iki ayrı zamandan, iki ayrı 'şimdi ve nırlar. Fakat Ferrâ, Ebu Ubeyde'nin bu fiilin
burada'dan hitab etmektedir,- "Ancak şimdi "açıkladı" anlamı için şiirden gösterdiği tek
ha?" cümlesinden öncesi muhatabın dünya delilde okuma hatası yaptığını söyler [Meka-
hayatına, sonrası âhiret hayatına ilişkindir. yîs III, 67). Âyetteki eserru'n-nedamete ibaresi
67 Zulm'ün "bilincin ters dönmesi" anlamı "yüreğin ta derinliklerinde hissedilen vicdan
için bkz. 56/A'râf: 148, not 108. Bu bağlamda, azabına" delalet etse gerektir. Dolayısıyla, söz
"başkasına haksızlık yapmak" anlamında bir konusu fiil yaşanan pişmanlığın tezahürünü
zulüm söz konusu değildir. Pasajı oluşturan değil, sahibinin kalbî ıstırabını ifade etmekte­
31-55. âyetler arasında, sahibini "bitimsiz aza­ dir (Bunu pekiştiren bir pişmanlık tasviri için
bı" hak eden eylemlere sürükleyen alt-üst ol­ krş. 40/Furkan: 27). Âyet, ilki ilâhî yargı ikin­
muş bir bilince atıf yapılmaktadır. Söz konu- cisi ilâhî ceza olmak üzere iki duruma ışık
onlara hiç haksızlık yapılmayacak. 72
lanmanız için ikram ettiği, sizin de (key­
55 Unutmayın ki, göklerde ve yerde bu­ fî olarak) bir kısmını haram bir kısmını
lunan her şey Allah'a a i t t i r ! Unutmayın
73
helâl saydığınız rızıklar hakkında ne der­
ki, Allah'ın vaadi kesinlikle gerçekleşe­ siniz?" 76

cek olan bir hakikattir: velâkin onların De ki: "Size Allah mı izin verdi, yoksa
çoğu bunun bilincinde değildir. 56 O'dur siz Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" 77
60
hayatı ve ölümü yaratan,- nihayet sonun­ İmdi, uydurdukları bu yalanı Allah'a is­
da dönüp dolaşıp varacağınız yer O'nun nat edenler, acaba Kıyamet Günü ne (ce­
huzurudur. vap vereceklerini) düşünüyorlar?
Şu kesin ki Allah insanları sınırsız lutfu-
57 EY insanlık! Rabbinizden size bir öğüt na muhatap kılmıştır,- ve fakat onların
ve kalplerde oluşabilecek her tür (mânevi çoğu şükretmezler.
hastalık) için bir şifa,- inananlar için de
bir yol haritası ve bir rahmet gelmiştir. 74
61 VE SEN (ey Peygamber); hangi ko­
58 Söyle (onlara): Allah'ın ihsanı ve rah- numda bulunursan bulun, Kur'an'dan
metiyle, evet işte bunlarla sevinsinler ar­ hangi mesajı gündeme getirirsen getir;
tık; (ki) bu onların tüm birikimlerinden sizler de hangi işe el atarsanız atın: Ona
daha hayırlıdır. 75
giriştiğiniz her an (ve) mekânda 78
Biz si­
59 Sor (onlara): " Y a Allah'ın sizin yarar- zin üzerinizde tarife sığmaz bir şahidiz. 79

tutmaktadır: ilk cümlesi zalimlerin sorgula­ 74 Zımnen: İnsanın Allah'tan tek bir şey iste­
ma dışı kalmak için gösterecekleri olağanüstü me hakkı olsa, insan o hakkı hidayet istemek
çabayı, ikinci cümlesi ise sorgulama sonucu için kullanmalıdır. Âyet dört unsur içerir. İlk
suçu sabit görülenlerin yaşayacağı asıl şaşkın­ ikisi olan "öğüt" ve "şifa" herkesi kapsar.
lığı ifade etmektedir. Öğüt düşüncenin, şifa duygunun inşası için­
72 Kistın 'adî den farklı olduğunun delili âye­ dir. Son ikisi olan "rehberlik" ve "rahmet",
insanoğlu içinden inananları kapsar. Zira va­
tin hiç kimseye haksızlık yapılmayacağını
hiy ancak kendisine inanana rehberlik yapar,
vurgulayan son cümlesidir. 'Adi anlamına
rehberlik yaptığına rahmet olur.
alındığında bu cümle zait olurdu. Adalet her­
kese hak ettiği kadar vermek, kist kötüyü as­ 75 insanın sahip olabileceği en iyi şey hidayet­
la hak ettiğinden fazlasıyla cezalandırmamak tir (Krş: 1/Fâtiha: 5).
fakat iyiyi liyakatine göre kat kat fazlasıyla 76 icat edilmiş sahte haramlar ile ilgili bir not
ödüllendirmektir. Bu ise özünde Allah'ın ken­ için bkz. 108/Mâide: 87-88; ayrıca bkz.
di "hakkından feragate" dayandığı için kist 73/En'âm: 145, not 126.
kullanılmıştır (Bkz: 112/Hucurât: 9). 77 Kur'an haram alanının keyfî olarak genişle­
73 55. âyetteki mâ ile 54'deki mâ arasında bir tilmesini Allah'a iftira saymaktadır.
bakışımlılık vardır. Madem "yer yüzünde bu­ 78 îz zarfı zamana, fî ise mekâna delalet ettiği
lunan her şey Allah'a aittir", o hâlde zalim bi­ için.
reyin "yeryüzündeki her şeyi kurtuluş akçesi 79 Belirsizlik çeviriye "tarife sığmaz" olarak
olarak vermek istemesi" gerçekte kendisinin yansımıştır. Özne saygı ve yüceltme amacıyla
olmayan şey üzerinde tasarrufta bulunma is­ çoğul olarak (Biz) gelince, nesne de çoğul gel­
teğidir. Bu da ancak ters dönmüş bir bilincin miştir (şahidiz). Krş. Allah asla uyumayan ve
eseridir. unutmayan bir şahittir. (94/Bakara: 255).
Nûzûl: 69 Mushaf: 10 , t 69/YÛNUS SÛRESİ 423

Nitekim ne yerde ne de gökte zerre mik­ işte budur muhteşem zafer!


tarı bir şey bile Rabbinin bilgisinden sak­ 65 Şu hâlde onların laflan 86
seni üzme­
lı kalamaz. 80
Ne bunun daha küçüğü ne sin,- çünkü şeref ve itibarın kaynağı bütü­
de büyüğü yoktur ki, hepsi apaçık bir fer­ nüyle Allah'a aittir: O her şeyi işitendir,
manda kayıtlı olmasın. 81
her şeyi bilendir.
62 Unutmayın ki Allah'a yakın olanlar, 82

gelecekten dolayı kaygı geçmişten dolayı 66 U N U T M A Y I N ki, göklerde ve yerde


keder duymayacaklar. 83
63 Onlar imanda kim varsa hepsi Allah'a aittir. Dahası Al­
sebat gösteren ve sorumluluk bilincine lah'tan başkasına ilâhî nitelik yakıştıra­
sahip olan kimselerdir. 84
64 Onlar için rak yalvarıp yakaran kimseler gerçekte
hem bu dünya hayatında, hem de öteki ona uymuş olmuyorlar, sadece kendi zan-
hayatta müjdeler vardır. 85
Allah'ın vaad- larmm peşinden gidiyor ve yalnızca sürü
lerinde bir değişiklik olmayacaktır: bu, güdüsüyle hareket ediyorlar. 87

80 Ya'zubu (ya da ya'zibu) "saklanır, uzak da hem de öte dünyada müjdeler vardır" âye­
olur, kayba karışır" anlamına gelir (Râğıb). tinin birinci kısmı 62. âyetteki "kedere", ikin­
81 Benzer bir âyet için krş. 76/Sebe': 3. ci kısmı "kaygıya" tekabül eder.

82 Evliyaullah'a ilâhî aşkınlığı göz ardı etme­ 86 Kavl'i "laf" diye çevirmemizin gerekçesi ke­
den verilebilecek en uygun karşılık "Allah'a limenin kök anlamıdır. Büyük dilci İbn Cinnî,
yakın olanlar". Kâf sûresinin 16. âyeti ışığın­ kavi ve kelime [kelime ile ilgili bkz. 94/Bakara:
da: "Şahdamarına yakın olanlar". Yani ben id­ 124) sözcüklerinin kökeni olan üç harfin oluş­
rakine sahip olup kendini kaybetmeyenler. Bir turduğu bütün kombinezonlan (k-v-1, v-l-k, v-k-
önceki âyetle birlikte okunduğunda sonuç şu­ 1 gibi) inceleyerek k-v-1 harflerinin oluşturduğu
dur: Birinin Allah'ın velisi olduğu, başkaları­ altı kökün tümünün ortak anlamının hiffet (yu­
nın değil Allah'ın şahitliğiyle sabit olacak. muşak ya da etkisiz) ve sür'at-, k-l-m harflerinin
oluşturduğu beş kökün (biri kullanılmıyor) or­
83 Zımnen: Yaratana haşyet duyan, yaratılan­
tak anlamınm ise şiddet ve İcuvvet (etki) anla­
dan havf etmez. Havi korkanın güçsüzlüğün­
mma geldiğini tesbit etmiştir [el-Hasâis I, 5-24).
den, haşyet korkulanın yüceliğinden kaynak­
Bu kökeninden dolayı dile gelsin gelmesin tüm
lanır. Birincisi geçmiş zamana, ikincisi gelecek
insan düşünceleri için kavi kullamlrrken kelam
zamana, delalet eder (94/Bakara: 38, not 68).
sadece dile dökülen düşünceyi ifade eder. Bura­
Haşyet tazim, hürmet, sevgi ve yüceltme içe­
da "onların lafları" anlamındaki kavluhum, 64.
rirken,- emn'in zıddı olan nav/bunları içermez.
âyette "Allah'ın vaadleri" diye çevirdiğimiz ke-
Kur'an'da 32/lnsan 10 gibi bir iki istisna dışın­
îimatullah ibaresinin mefhum olarak adeta tam
da ekseriyetle haşyet övülürken havf övülmez.
Haşyet in kaynağı bilgi, havf in kaynağı ceha­ karşısmda yer almakta ve Allah'ın "etkili sözü"
lettir (Bkz: 42/Fâtır: 28). Çünkü havf in insan karşısında onların "etkisiz lafına" aldırmamak
psikolojisini olumsuz etkileyip onun ruhsal di­ gerektiği îmâ edilmektedir. Onların laflarının
namizmini yok eden ve manevî gücünü soğu­ Hz. Peygamber'in şeref ve itibarım hedef aldığı,
ran bir tarafı vardır. (Korkuya dair ayrıntılı br âyetin devamından kolayca anlaşılmaktadır.
tahlil için bkz. 104/Nisâ: 77, not 97.) 87 Zımnen: Allah'tan başkasına her tanrılık
84 Önceki âyet ışığında; Allah'ın velisi olma­ yakıştırma teşebbüsü aslında gizli bir kendini
nın iki şartı var: İman ve takva. putlaştırmadır. Zira bu bir tanrı atamadır.
Atayan atananın amiridir. Yahrusun'un anla­
85 Bu âyet 62. âyetle birlikte okunmalıdır. Bu­
mı için bkz. 73/En'âm: 148, 116.
rada geçen "onlar için hem bu dünya hayatın-
69/YÛNUS SÛRESİ Nüzul: 69 Mushaf: 10
'- • ^

67 Sizin için kollarında dinlenesiniz diye Allah'ın âyetlerini size hatırlatmam zo­
geceyi ve (işlerinizi) görüp gözetesiniz di­ runuza gidiyorsa, şunu iyi bilin ki ben
ye gündüzü takdir eden O'dur: zira bunda yalnızca Allah'a güvendim. Haydi siz de
(hakkı) işitecek bir topluluk için âyetler yapacağınız eylemi kararlaştırmak için
vardır. kendilerine ilâhlık yakıştırdıklarınız da
68 (Bu gerçeklere rağmen) "Allah bir oğul dahil, bir araya toplanın ki, kararlaştırdı­
edindi" iddiasında bulundular. O aşkın ğınız eylem sizi riske sokmasın: 90
en so­
bir hakikattir; O hiçbir şeye muhtaç ol­ nunda bana karşı aldığınız kararı infaz
mayıp, mutlak anlamda kendi kendine edin hem de hiç göz açtırmaksızın! 72
;

yetendir: Göklerde ve yerde ne varsa hep­ Şunu da iyi bilin ki: Eğer yüz çevirirse­
si O'na aittir. Sizin elinizdeyse bu tür bir niz, hatırlayın ki ben zaten sizden (dave­
iddiada bulunmak için hiçbir deliliniz time) bir ücret talep etmemiştim; benim
yoktur: (buna rağmen), Allah'a bilmediği­ ücretimi takdir etmek yalnızca Allah'a
niz bir şeyi mi isnat ediyorsunuz? 88 düşer; zira ben Allah'a kayıtsız şartsız
teslim olmakla emrolundum. 91

69 De ki: "Kesinlikle, kendi yalanlarını


Allah'a isnat edenler başarıya ulaşamaya­ 73 Derken, onu yalanladılar; bunun üzeri­
caklar. 70 Yalnızca dünya ile sınırlı geçi­ ne Biz de onu ve onunla birlikte gemide
ci bir haz. Sonunda onların dönüşü Bize bulunanları kurtardık ve onları (yeryüzü­
olacak: en nihayet ısrarlı inkârlarından nün) varisleri kıldık. Âyetlerimizi ısrarla
92

dolayı onlara şiddetli azabı tattıracağız. 89 yalan sayan kimseleri ise boğulmaya terk
ettik. Dön de bir bak: uyanlan (ama uyan­
71 ONLARA Nuh'un kıssasını aktar: Ha­ mayan) kimselerin akıbeti nice olurmuş?
ni o bir zamanlar kavmine şöyle demişti:
"Ey kavmim! Eğer benim konumum ve 74 SONRA onun izinden, 93
her birini

88 Müşriklerin ve Hıristiyanların şirki. Âyet di; yani "Allah'a kayıtsız şartsız teslimiyeti
her tür Allah'ı 'tanımlama' teşebbüsünü mah­ din olarak seçmişti".
kûm etmektedir. 92 Yapılan araştırmalar, Avustralya Aborijin-
89 Buraya kadarki ilâhî uyarılar boşuna yapıl­ lerinden Guatamala yerlilerine, Seylan hal­
mamıştır. Zira Allah insanlığın geçmişine ta­ kından Eskimolara kadar, kapalı havza top­
nıktır. Arkadan gelen pasajlar bu tanıklıktan lumları da dahil tüm dünya halklarının ortak
sadece birkaç örnektir. hafızasında bir "tufan" kıssası olduğunu orta­
90 Bu bağlamda, summdyt verilebilecek en uy­ ya koymuştur. Bu, tufanın dünya çapında ol­
gun karşılık "ki" bağlacıdır. Bu cümle, Hz. duğunu değil, o dönemde insan neslinin bu­
Nuh'un dilinden aktarılan bir önceki cümlenin günkü gibi dağınık bir hâlde olmadığını göste­
ironik çağrışımlı bir açıklamasıdır: vahye, dola­ rir. Allahu a'lem.
yısıyla Allah'a karşı eylem planı için kendileri­ 93 Öncelik-sonrahk ilişkisini sümme bağlacı
ne ilâhlık yakıştırdıkları kimseleri de yanlarına ifade ettiği için min ba'âihi ibaresini "onun
alma çağrısı boşuna değildir. Allah'a karşı ey­ izinden" şeklinde çevirmek, sadece mefhuma
lem planı hazırlamak risk içerir. Zımnen: Sah­ değil -adı geçen ibare cümlenin öznesiyle tüm­
te tanrılarınızı, Allah'tan gelebilecek gazap ris­ leci arasında yer aldığı için- mantuka da uy­
kine karşı tedbir üretsin (!) diye çağırın! gun göründü. Bilindiği gibi peygamberler hep
91 Zımnen: İlk Rasul olan Nûh da müslüman- birbirlerinin izinden gitmiş ve hep somaki ön-
kendi toplumlarına olmak üzere (daha bizi atalarımızı üzerinde bulup izlerini
başka) elçiler de gönderdik. Ve onlar ha­
94
takip ettiğimiz yoldan çevirmeye ve bu
kikatin apaçık belgeleriyle geldiler; fakat şekilde kendinize ülkede iktidar yolunu
berikiler bir kez yalanlamış bulundukları açmaya mı geldin? Fakat biz, her ikini­
98

hakikate inanmamakta sonuna kadar di­ ze de asla inanacak değiliz."


rendiler: İşte Biz, haddi aşanların kalple­ 79 Firavun ise (şu) emri verdi: " T ü m uz­
rini böyle mühürleriz! man sihirbazları bana getirin!"
75 Sonra onların izinden Musa ve Ha­ 80 Sihirbazlar gelince, Musa onlara dedi
run'u, âyetlerimizle Firavun ve onun et­ ki: "Atın atacaklarınızı!"
rafındaki yönetici seçkinlere gönderdik. 81 Onlar (gözbağcılığa dayalı düzenekleri­
Fakat büyüklük tasladılar: Zira onlar, gü­ ni) atınca Musa dedi ki: "Sizin karşıma çı­
naha batmış bir topluluktular. 76 Şöyle kardığınız sadece sihir! Elbette Allah bu­
ki: Katımızdan kendilerine hakikatin ta nu boşa çıkaracaktu: çünkü Allah fesatçı­
kendisi geldiği zaman dediler ki: "İşte bu ların işini amacına ulaştırmaz. 82 Evet,
kesinlikle ayan beyan bir sihirdir!" 95
etkili müdahalesiyle 99
Allah hakkın (üs­
77 Musa dedi ki: "Siz (ayağınıza) gelen tünlüğünü) gerçekleştirir,- isterse günaha
hakikat hakkında (hep) bu tarz mı düşü­ batmış olanlar bundan hoşlanmasın.
nürsünüz? 96
Ne yani, şimdi bu da mı si­ 83 Firavun ve onların önde gelenleri ken­
hir? İyi ama, sihirbazlar (bunu) başara­ dilerine işkence ederler korkusuyla, 100

maz k i ! " 9 7 Musa'ya, onun kavminden sadece bir

78 (Yönetici seçkinler) dediler ki: "Sen, avuç insan iman e t t i . 101


Çünkü Firavun

çekini tasdik etmiş, kimi zaman da önceki etmişlerdir. Eğer durum böyleyse, kendileri
somakini muştulamıştır (Krş: 73/En'âm: 90). suçüstü yakalanmışlardır.
94 Bu ifade, risaletin kapsamı ve görev alanı 99 Lafzen: "kelimeleriyle". Kelime'nin kök
açısından, "alemlere rahmet" olarak gönderi­ anlamının tercihimizi destekliyor olması, ge­
len Hz. Peygamber'in diğer peygamberlerden rekçemizin sadece dilsel boyutunu oluştur­
farkını ortaya koymaktadır. Allah Rasulü'nün maktadır (Krş: 65. âyet, ilgili not). Buna ilave­
zamanının büyük devletlerinin yöneticilerine ten, buradaki "kelimelerin", söze değil eyle­
davet mektupları yazmasının arkasındaki saik me ilişkin olduğu, bu eylemin de Hz. Mu­
de budur. sa'nın elinde gerçekleşen ilâhî mucize, bir
başka ifadeyle 'eşyada etkisi görülen ilâhî bir
95 Adeta 2. âyetteki Mekke müşriklerinin it­
müdahale' olduğu açıktır. Çünkü, bu etkili
hamına kinayeli bir atıf: Kimin izinden yürü­
müdahalenin hemen ardından Firavun'un si­
düğünüzün farkında mısınız?
hirbazlarının, üstün olan hakikat karşısında
96 Kale fiili yalnızca "konuşmak" anlamına boyun eğdiklerini yine Kur'an'dan öğreniyo­
gelmez, "düşünmek" anlamını da içerir (Bkz: ruz (56/A'râf: 120; 51/Şu'arâ: 46).
âyet 65, not 86). 100 'Ala havim, Zemahşerî'nin de tercih etti­
97 Buradaki lâ yuflihu, ceza. hukukunun ko­ ği gibi "korkmakla birlikte", "korkuya rağ­
nusu olan müeyyideye değil, teknik anlamda men" şeklinde de anlaşılabilir.
"başarısızlığa" delalet etse gerektir. 101 "Onun kavminden" ifadesindeki zamir
98 Ezilenlerin iktidardan pay istemelerini, Firavun'a gidebileceği gibi Hz. Musa'ya da gi­
ezenler affedilmez bir cürüm olarak takdim debilir. Birinci anlam İbn Abbas'a, ikinci an-
ülkede gerçekten de otorite ve baskı sahi­ yettik: "Şehirde toplumunuz için bazı ev­
biydi; zaten o dengesizin tekiydi.
102
leri karargah edinin,- kendi evlerinizi ise
84 Musa ise (onlara) dedi ki: "Ey toplu­ ibadethaneye dönüştürerek ibadetinizi
l u k ! Eğer Allah'a inanıyorsanız, o hâlde
103 eda e d i n ! 104
Ve (sen ey Musa!), mü'minle-
yalnızca O'na güvenip dayanmanız gerekir: ri (zaferle) m ü j d e l e ! " 105

tabi ki siz O'na tam teslim olmuşsanız! 88 Ve Musa "Rabbimiz!" dedi; "Şu bir
85 Bunun üzerine dediler ki: "Yalnızca gerçek ki Sen, Firavun ve onun yakın
Allah'a güvenip dayandık: Rabbimiz! Bi­ çevresine bu dünya hayatında göz kamaş­
zi bu zalim kavmin zulmüne muhatap tırıcı bir saltanat ve mal verdin! Rabbi­
kılma! 86 Ve bizi inkârda ısrar eden top­ miz (işte) bu yüzden senin yolundan in­
lumun elinden lutfu kereminle kurtar!" sanları saptırıyorlar. Rabbimiz! Onların

87 Derken Musa ve kardeşine şöyle vah- servetlerini kökünden kazı ve yürekleri-

lam ise öğrencisi Mücâhid'e atfedilir (Taberî). kendilerinden Allah'a sığındıkları zalim ve
İbn Abbas 'ın yorumuna uygun olarak bu iba­ kâfir topluluk, her hâlde Isrâiloğullarınm geri
reyi "zamir kendisinden hemen önceki isme kalam değil Firavun toplumu idi.
gider" kuralından istisna tutmak kaydıyla, 102 Müsrife verdiğimiz anlam.
"Firavun'un kavminden" biçiminde okuyabi­
103 Lafzen: "Ey kavmim!" Kavm sözcüğü bu­
liriz. Yukarıdaki çekince bir yana, bu yorumu
rada ve daha başka âyetlerde bireyleri arasında
haklı kılan gerekçeleri şöyle sıralayabiliriz:
kan bağı olan ırk mensubiyetini değil, daha
1) Isrâiloğulları zaten Hz. Musa'nın önderliği­
çok bir inanca mensup olan bireylerin oluştur­
ni benimsemişlerdi ki, Mısır'dan çıkışta hep
duğu cemaati ifade etse gerektir.
birlikte onu takip ettiler.
2) Onlar öteden beri işkence ve baskı görüyor­ 104 Bu âyet, "Bir diyarda zulüm ayyuka çık­
lardı (56/A'râf: 129). mışsa, orada nereden başlamalı?" sorusunun
3) Gösteri Kur'an'a göre, Hz. Musa'nın isteğiy­ cevabıdır. Her şeyin bittiği zor ve kor zaman­
le bir bayram günü şehir halkının gözü önün­ larda âlemlerin Rabbi mü'minlere nereden
de yapılmıştı (44/Tâhâ: 59). Belli ki Hz. Mu­ başlayacağını söyleyor: Evlerinizden... Evlerin
sa'nın bundan amacı mesajını Mısır halkına insana istikâmet açısı (kıble) kazandırılan bir
da duyurmaktı. iman atölyesi olmasını, bir şahsiyet okuluna
4) "Onların yönetici seçkinleri" anlamına ge­ dönüştürülmesini emrediyor. Allah Rasulü bu
len meleihim'deki "onlar" çoğul zamiri ile Kur'ani ilkeyi Mekke'de Erkam'ın evinde uy­
kastedilenin Mısırlı yönetici seçkinler olması, gulamıştı.
Isrâiloğulları ileri gelenleri olmasından daha 105 Kur'an Hz. Musa'nın Firavun'a karşı ver­
makuldür. diği mücadeleyi çok sık nakleder. Bununla ve­
5) Tarihen sabittir ki, Hz. Musa'ya iman eden rilen mesaj şudur: Firavun'lar ölür fakat Fira­
yerlilerden bir kısım insan da onlarla birlikte vunluk devam eder. Firavun'un mümin karısı
Mısır'dan çıkmışlardı [Çıkış 12:38). Asiye'nin şehadetinin hemen öncesinde bir
6) Bizim "bir avuç insan" diye çevirdiğimiz son nefes gibi kayda geçirilen "ve beni Fira­
zurriyyeten ile, öteden beri ataları İbrahim, İs­ vun'dan, onun (çirkin) amelinden..koru!"
hak, Yakub ve Yusuf'un tevhid inancına bağlı (113/Tahrîm: 11) duası da bunu teyit eder. Zi­
olan Isrâiloğulları değil, Firavun toplumuna ra sadece "Firavun'dan" demekle yetinmeyip
mensup iman etmiş küçük bir azınlık kaste- "amelinden de" demesi, zımnen "Firavunluk­
dilse gerektir. Zira 85 ve 86. âyette bu grubun tan da" anlamını içerir.
ne bunun acısını oturt; belli ki onlar, can güvenli bir yere yerleştirmiş o l d u k ; 109
ve
yakıcı azabı görmedikçe iman etmeye­ onlara temiz ve helâl rızıklar ihsan ettik;
cekler!" 106
durdular durdular da, kendilerine hakika­
89 (Allah): "Doğrusu, her ikinizin de dile­ tin bilgisi geldikten sonra ihtilaf ettiler:
ği kabul olunmuştur" buyurdu; "bundan Elbette senin Rabbin, Kıyamet Günü
böyle doğru yolda sebat gösterin, cehalete hakkında anlaşmazlığa düştükleri konu­
gömülmüş kimselerin yoluna uymayın!" larda aralarmda hüküm verecektir.

90 Ve îsrâiloğullarmı denizden geçirdik.


94 B Ü T Ü N bunların ardından (ey bu hi­
Hemen ardından Firavun ve ordusu kin
tabın muhatabı), sana indirdiğimiz mesa­
ve nefretle onların peşini takip etti. Ni­
jın gerçekliğini daha önce indirilen kitap­
hayet boğulacağını anladığında şöyle ya­
ları okuyanlar da biliyor; şüphen varsa
kardı: "Ben de, îsrâiloğullarmm inandı­
sor onlara! Doğrusu, Rabbinden sana ha­
ğından başka ilâh olmadığına inandım;
kikatin ta kendisi gelmiştir: Artık asla
artık ben de O'na kayıtsız şartsız teslim
kuşku duyanlardan olma! 95 Dahası, Al­
olanlardanım!" 107

lah'ın âyetlerini yalanlayan kimselerden


91 " N e yani, ancak şimdi mi (akim başı­ olmaktan şiddetle sakın! Sonra büsbütün
na geldi)? Oysa ki sen daha önce isyanda kaybedenlerden olursun!"
ısrarcıydın ve bozgunculuğu iş edinmiş 96 Hakikat şu ki, haklarında Rablerinin
biriydin." yargısı kesinleşenler asla iman etmeye­
92 Artık bugün, senden sonrakilere bir cekler. 97 İsterse hakikatin her tür belge­
ibret vesikası olsun diye senin yalnızca si (ayaklarına kadar) gelmiş olsun: ta ki
bedenini kurtaracağız,- zira şu bir gerçek can yakıcı azabı görünceye kadar... 98 Şu
ki, insanlardan bir çoğu ibret vesikaları­ da var: keşke olsaydı, fakat ne yazık ki
mıza karşı ısrarla aldırmaz bir tavır için­ Yûnus'un toplumu dışında (azabı hak et­
dedirler. 108
tikten sonra) iman edip de imanının gü­
93 Sonunda, îsrâiloğullarmı verimli ve nünü gören başka hiçbir ülke o l m a d ı . 110

106 Kulun bittim noktasında yapılan dua, kal­ meye özen gösterdik. Bunun, anlam akışının
bin Allah'la konuşmasıdır. Ve bilinen bir ger­ zorunlu kıldığı çok az istisnalarından biri de
çektir ki; kulun bittiği yerde Allah'ın yardımı bu âyettir.
yetişir. 110 Felev lâ kânet Bizim "Keşke olsaydı, fa­
107 Buna "Firavun imanı" denir. Âhireti gö­ kat ne yazık ki ...olmadı" şeklinde çevirdiği­
rünce "iman ettim" demek gibi yararsızdır. miz bu ibaredeki lev edatı, tek başına temen­
ni ve teşvik ifade eder. Lâ ile birlikte geçmiş
108 Eski Mısır uzmanlarına göre bu MÖ. 12.
zaman fiilinin başında geldiğinde ise temenni
yüzyılda yaşamış olan II. Ramses'tir. Onun se­
anlamı genişleyerek "yazıklanma" ve "hayıf­
lefi Tutankhamon ya da çok önce yaşamış olan
lanma" anlamını da içerir. Ubeyy'e atfedilen,
EL Tutmosis olduğu da söylenir. H Ramses'in Ebu Ubeyde'nin de benimsediği fehel la oku­
cesedi şu anda Kahire'de sergilenmektedir. yuşu da tercih ettiğimiz bu anlamı destekle­
109 Çevirinin iç bütünlüğünü sağlamak ama­ mektedir (Mecaz). Yûnus Peygamber (MÖ.
cıyla, tüm çevirimiz boyunca le-kad pekiştir­ 860-784), Asurlularm başkenti Ninova'ya gön­
me edatını "doğrusu ...mıştı" kalıbıyla çevir- derilmişti.
Onlar iman edince, Biz de onları dünya lerin ne de uyarıların hiçbir yararı olmaz.
hayatında onursuzluk cezasına çarptır­ 102 Şu durumda, kendilerinden önce ge­
maktan vazgeçtik; ve bir süre daha onla­ lip geçmiş kimselerin yaşadığı (felaket)
rı nimetlerimizden yararlandırdık. 111 günlerinin benzerini mi gözlüyorlar?
99 Ve eğer Rabbin dileseydi yeryüzünde De ki: "O hâlde gözleyin,- şunu iyi bilin ki
bulunan herkes topyekûn iman ederdi, ben de sizinle birlikte gözleyenlerdenim!"
(fakat bunu dilemedi). Şimdi kalkıp da,
103 Sonuçta, elçilerimizi (ötekilerin başı­
sen mi onları iman edinceye kadar zorla­
na gelecek her belâdan) kurtarırız; aynı
yacaksın? 112
100 Hem Allah'ın (akıl ve şekilde iman eden kimseleri de (kurtarı­
irade vermek suretiyle gerçekleşen) izni rız): İşin gerçeği, mü'minleri kurtarmak
olmasaydı, hiçbir insan imana eremezdi! en çok Bize d ü ş e r . 114

Ve O aklını kullanmayanları pisliğe mah­


kûm e d e r ! 113
104 (EY P E Y G A M B E R ! ) 115
De ki: "Ey in­
101 De ki: "Göklerde ve yerde nelerin sanlar! Eğer benim dinimden kuşku du­
bulunduğuna bir bakınız!" Ne ki, iman yuyorsanız; şunu iyi bilin ki, Allah dışın­
etmemekte direnen bir topluma, ne âyet­ da sizin kulluk ettiğiniz varlıklara 116
asla

111 Krş. "Eğer siz şükreder ve iman ederseniz, Al­ 114 Burada Allah'a atfen kullanılan 'alâ edatı­
lah size azap edip de ne yapsın" (104/Nisâ: 147). nın Kur'an'daki genel kullanımıyla ilgili bkz.
112 Kur'ani çoğulculuğa delalet eden bir çok 72/Hicr: 41, not 32.
âyetten biri. 115 Kur'an'da Hz. Peygamberin adı mükerre-
113 Zımnen: Kokuşmuş ve çürümüş bir haya­ ren gelir, fakat hiç birinde "Ey Muhammed!"
tı yaşamaya. Veya: "onur kırıcı iğrenç musi­ şeklinde nida ile gelmez. Ne ki, "Ey Peygam­
betlere.." (Rics'in "pislik" anlamı için bkz. ber" şeklinde gelir. Çünkü Allah'ın "ilet" em­
56/A'râf: 71, not 53. Ayrıca bkz. 73/En'âm: ri Abdullah oğlu Muhammed'e değil, Allah'ın
125, not 108). Parantez içi açıklamamız âyetin Nebisinedir.
son cümlesine dayanmaktadır. Aklını kullan­ 116 Lafzen: "kimselere". Ellezine ta'budûne
mamak, tüm sapmaların çıkış noktası olarak ibaresindeki ilgi zamiri, burada kastedilenle­
gösteriliyor. Vahyin amacı insana aklını doğru rin özellikle insan ve melekler gibi kendileri­
kullanmayı öğretmektir. Yani, insanın kendi­ ne tapınılan bilinçli varlıklar olduğuna delalet
ni pisliğe mahkûm etmesine mani olmaktır. eder. Kâfirûn süresindeki mâ ta'budûn ise ta­
İç dünyasını vahye inşa ettirmeyenler, değdiği pınılan nesneleri de kapsar. Bu iki farklı ibare­
her şeyi önüne katıp sürükleyen bir sel gibi den yola çıkarak, iki ayrı şirk tezahürüne ula­
gürül gürül akan duyguların ve güdülerin dün­ şabiliriz: 1) Bu âyette olduğu gibi, tapanın tap­
yasına teslim olurlar. Akıl kalbin duygu selini tığı karşısında nesneleştiği şirk biçimi, 2) Kâ­
kontrol altına almak için verilmiştir. Bu yüz­ firûn sûresinde olduğu gibi tapanın taptığını
den akıl kalbin bağı hükmündedir. Kalbine nesneleştirdiği şirk biçimi. Birincisi tapanın
akılla ferman dinletemeyen kimse, bir müd­ tüm insani özelliklerini öldürüp ruhsal dina­
det sonra eline, ayağına, gözüne, kulağına, di­ miklerini ve mânevi gücünü yok ederek insa­
line, dudağına da sahip olamamaya başlar. Ni­ nı onursuz ve zavallı bir hâle düşürürken,
hayet kendine sahip olamaz hâle gelir ve ken­ ikincisi tanrısını tayin etme ve ona tahakküm
dini kaybeder. Can alıcı soru şudur: Kendini etme gibi insanın kendisinde sahte bir yetki
kaybeden neyi kazanabilir? ve güç vehmetmesine yol açmaktadır. İki tav-
Nûzûl: 69 Mushaf: 10 , 69/YÛNUS SÛRESİ t , ^ 3 ^ . 429

kulluk etmem! Ne ki ben, yalnızca sizin ve keremini, kullarından dileyen kimseye


canınızı alacak olan Allah'a kulluk ede­ bağışlamak ister: Zira O mutlak bağış sa­
rim; zira ben inananlardan olmakla em- hibidir, sonsuz rahmet kaynağıdır.
rolundum". 117

105 Ve dâhi sen (ey bu hitabın muhata­ 108 (EY PEYGAMBER)! De ki: "Ey insan­
bı), 118
varlığını 119
her tür sapmadan uzak lık ailesi! İşte size Rabbinizden hakikatin
tutarak tümüyle doğru dîne a d a ;
1 2 0
ve sa­ ta kendisi gelmiştir! Artık kim doğru yo­
kın şirk koşanlardan olayım deme! 106 lu tercih ederse, hiç şüphesiz o bu tercihi
Ve Allah'ın peşi sıra, sana ne yararı doku­ kendisi için yapmış olacaktır,- kim de
nan ne de senden zararı gideren varlıkla­ (yoldan) saparsa, hiç şüphesiz onun sap­
ra yalvarıp yakarma! Zira eğer böyle ya­ ma tercihi kendi aleyhine olacaktır: ama
parsan, işte o zaman sen de zalimlerden sizin tercihinizden dolayı sorumlu tutu­
olursun! lan asla ben olmayacağım!"

107 Yine (unutma ki), eğer Allah sana bir 109 İmdi (ey Peygamber): Sana indirileni

darlık musallat ederse, onu O'ndan başka izle ve Allah hükmünü verinceye kadar

kimse savuşturamaz! Fakat eğer senin için sabret! Zira hüküm verenlerin en hayırlı­

bir hayn dilerse, O'nun lütuf ve keremi­ sı O'dur.

nin önüne gerilecek kimse yoktur. O lütuf

rın da ortak noktası, insanın yerinden edilerek 119 Parça ile bütün kastedilmiştir. Bir şeyin
(zulüm) heba edilmesidir. yüzü, onun bütün varlığını temsil eder.
117 Bu âyetle Kâfirim sûresi arasında çok ya­ Kur'an'da bu anlamda vech Allah için de kul­
kın bir irtibat var (Din'in anlamı için bkz. lanılır (Bkz: 56/A'râf: 29 ve not 24). Doğaldır
18/Kâfirun: 6, not 7). ki, insanın bir şeye yüzünü dönmesi o şeye
tüm varlığıyla yönelmesi anlamma gelir.
118 105 ve 106. âyetlerdeki "sen" şahıs zami­
rinin ve emir fiillerdeki gizli tekil zamirlerin 120 Hane/ mastarı "doğru asla yönelmek" an­
muhatabı, hitabın içeriğine bakılarak tesbit lamma gelir. "Doğrudan yanlışa yamulma" an­
edilmelidir. Her tekil muhatap zamirini Hz. lamma gelen çenet'in zıddıdu. Hanîf bu mas­
Peygamberin şahsına atfetmek doğru olmasa tardan türetilen bir sıfat olması itibarıyla, "doğ­
gerek. Bu âyetlerde açık ve gizli tekil zamirle­ ru ve saf inancı" ifade eder. Kelimenin asıl an­
rin muhatabının müşriklerden ve zalimlerden lamı ayaktaki baş parmağın diğerlerine sırt dö­
olma ihtimali bulunmayan peygamber olma­ nüp yüzünü öteki ayaktaki başparmağa dön­
dığı açıktır. İşte tırnak içi açıklama buna bina­ mesidir. Zımnen: Yöneldiğin istikamet, Al­
en konulmuştur. lah'ın senin için tayin ettiği amaçla çakışsın.
Sûre ismini 5 0 - 6 0 . âyetlerinde anlatılan aynı adlı kıssadan alır. Kıssa ay-
nı z a m a n dilimine ait A'râf ve Şu'arâ'da da yer almış olmakla birlikte, bu
sûrede çok daha ayrıntılı olarak ele alınır. Sûreye adını Rasulullah koymuş­
tur. Bunu şu hadisten öğreniyoruz: "Ebubekir bir gün Nebi'ye dedi ki: 'Ya
Rasulallah (erken) yaşlandın?' Aldığı cevap şuydu: 'Beni Hûd, Vâki'a, Mur-
selât, 'Amme yetesâelûn, İzeşşemsu kuvvirat ihtiyarlattı" (Tirmizî, 5/402).
Sûre t ü m kaynaklarda bu adla anılır.

T ü m ilk nüzul tertiplerinde Yûnus-Yusuf arasında yer alır. İbn Atıyye bu


sûrede Yûnus'takinin on katı meydan o k u m a olduğu için, Hûd'un Yû-
nus'tan önce indiği görüşündedir. Sûre, peygamber kıssalarının anlatıldığı
boykot sonrası döneme tekabül eder. 12, 17, 114. âyetlerinin Medine'de in­
diği rivayetlerini, E n ' â m sûresinin girişinde uyguladığımız kriterler onayla­
mamaktadır.

Hûd, Peygamber ihtiyarlatan sûredir. Sûrenin ana fikrini şu âyet beyan


eder: "Senin Rabbin halkı (birbirlerine karşı) doğru dürüst davrandığı süre­
ce, (sadece) sapık inançları yüzünden uygarlıkları helak e t m e z " (117). Küf­
re meydan okuyan sûreler içinde ilk sırayı Hûd sûresi alır.

Hûd, Y û n u s ve Yusuf'la birlikte Elif-Lâm-Râ ailesindendir. Bu sûre ile Yû­


nus sûresi arasında sıkı bir bağ vardır. Bu sûrede Hz. N u h ' u n yaşadığı aile
dramı ele alınıyor. Bir önceki sûre ise hep ilâhî vahye karşı dik kafalılık
eden toplumların m u t l a k a cezalandırılacağından söz ediyor ve buna ilişkin
Firavun ve t o p l u m u n u n başına gelenler aktarılıyor. Y û n u s sûresi "Allah
h ü k ü m verinceye kadar sabret!" uyarısıyla bitmişti. Hûd sûresi ise Firavun
ve toplumuna ilaveten, N û h , Hûd, Sâlih, Lût, Şuayb kavimleri gibi hepsi de
ilâhî vahye sırt döndüğü için cezalandırılan toplumlardan ibretler sunuyor.
Cezalandırılanlar arasında Hz. N u h ' u n oğlu ve Hz. Lût'un h a n ı m ı gibi, pey­
gamberlerin inkarcı yakınlarının da yer alması ibret vericidir.

Bütün bunlar göz önüne alınırsa, bu sûrenin indiği sırada Rasulullah'm ruh
hâlini şöyle t a h m i n edebiliriz: Hz. Peygamber, İlâhî iradeye boyun eğmek
istemeyen Kureyş'e, serkeşlik yapan bu akrabalarına bir belâ gelir endişesi
taşıyordu. Bir önceki sûre Hz. Peygamber'in k a v m i için duyduğu endişeyi
daha da belirgin hâle getirmiş, bu sûredeki sert uy arılarsa Hz. Peygamber'i
iyiden iyiye telaşa düşürmüştü. Sûrenin Hz. Peygamber'in saçlarını ağart­
masının sebebi bu olsa gerektir.

Her saç bir değirmende ağarır; saçını vahiyle ağartanlara selam olsun.
Nüzul: 70 Mushaf: 11 , 70/HÛD SÛRESt 431

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 Elif-Lâm-Râ\ l
doluncaya kadar (akıbeti) güzel bir hayat
7

bahşetsin ve erdem sahibi herkese erde­


ÖYLE bir kitaptır ki (bu), her hükmünde minin karşılığını versin. Ama eğer yüz
tam isabet sahibi ve her şeyden haberdar çevirecek olursanız, iyi bilin ki ben kor­
olan (Allah) tarafından, âyetleri şüpheden kunç bir günün azabının üzerinize kop­
arındırılmış ve hayatta karşılığı olan doğ­ masından korkuyorum! 4 (Er veya geç)
ru hükümlerle sabitlenmiş, dahası çok
2
dönüşünüz Allah'adır; ve O her şeyi yap­
boyutlu ve anlaşılır kılınmıştır 2 ki, Al­ 3
maya kadirdir.
lah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz. 4

5 Baksanıza onlar, O'ndan saklamak için


(Ey Peygamber! De ki): "Hiç şüphesiz gönüllerini kat be kat örtüyorlar: Unut­
ben de, O'nun katından size gönderilmiş mayın ki, onlar (niyetlerini) kat kat örtü­
bir uyarıcı ve müjdeciyim! 3 Haydi, Rab­
5
lere sarıp sarmalasalar dahi, O onların
binizden kusurlarınız için af dileyin ve (gerçeği) gizlediklerini de bilir, (yalanı)
bilincinizi yenileyerek O'na yönelin,- O 6
açığa vurduklarını da nitekim O, gönül­
;

da size, sonu yasayla belirlenmiş bir süre lerin en mahrem sırlarını bilendir.
8 9

1 Mânası her ne olursa olsun, Allah Rasu­ başkasına kulluk edenin kaybedeceğini haber
lü'nün bir tek harfini bile zayi etmeden vahyi veriyorum.
ulaştırdığını îmâ eder. Ayrıntılı bir açıklama 6 Tevbe bir " dönüş "tür, bu dönüş bir bilinç
için iniş sürecinde ilk geçtiği 7/Kalem: l'in ilk yenileme sonucunda gerçekleşir (Bkz:
notuna bkz. 114/Tevbe: 27, not 31).
2 Âl-i Imran 7. âyetteki âyâtun muhkemâtun 7 Ecel, sözlükte "bir eylem için konulan belir­
ibaresi, bu anlamın bir başka formla ifadesidir. li süre" mânasına gelir. Bu yüzden yalnızca
"Hükümde tam isabet kaydetme" mânasmda- hareketli varlıklar için kullanılır. Ecelle ilgili
ki hikmef'ten türetilmiş olan ihkâm, hüküm tüm ifadeler "Allah insanların canlarını ölüm­
ile o hükmün nesne ve öznesi arasındaki leri sırasında alır, henüz ölmemiş olanları da
uyum, olgu ile ilke, hayat ile hakikat, lafız ile uykusunda alır" (77/Zümer: 42) ve "Her ece­
mâna arasındaki 'ideal denge' ve 'âzami yara­ lin bir yazılımı vardır" (58/Ra'd: 38) âyetleri
ra' tekabül eder (Bkz: 94/Bakara: 269, ilgili ışığında anlaşılmalıdır. Söz konusu "yasa"
notlar). Âyet, hakîm olan vahyin yine hakim ölümün Allah tarafından konulan yasasıdır.
Allah'tan geldiğini beyan eder. İnsanı hayata bağlayan solunum sistemi, sinir
3 Fussılet için bkz. 81/Fussilet: 3, not 6. Muh­ sistemi ve kan dolaşımı sistemi bu yasaya
kem müteşabih'in, Mekkî Medenî'nin anası- bağlı olarak çalışırlar. Üçünün birlikte devre­
dır. Zımnen: Kur'an sadece tefsirin nesnesi den çıkması ecel kanunu gereği "ölüm" ola­
(müfesser) değil, esasen tefsirin öznesi (müfes­ rak adlandırılır. Esasen ecel, zerreden kürreye
sir) olan bir hitaptır. Zira Kur'an, varlığın ha­ yaratılmış her varlığın ölümlü olduğunu, baki
kikatini tefsir eder. olmadığını ifade eder.
4 Zira vahyin nihai amacı, insanı kula kulluk­ 8 Sudur ile ilgili aydınlatıcı bir not için bkz.
tan kurtarmaktır. Enfal: 43.
5 Yani: "Ben bana kul olun" demiyorum; O'na 9 Ancak kalpsizler kalbi Allah'tan saklamaya
kul olanı özgürlük ve mutlulukla müjdeliyor, kalkarlar. İbn Aşur'un sıradışı katkısına rağ-
6 Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızık üzerinde kaimdir. 14
(Bütün bunları) han­
açısından Allah'a bağımlı olmasın. Zira ginizin eylem ahlâkı konusunda daha iyi
O, her canlının konup eğleşeceği yeri de olduğunu sınamak için yaptı. 15

göçüp yerleşeceği yeri de iyi bilir: 10


Bü­ Şimdi sen kalkıp da, "Muhakkak siz
tün bunlar kesin ve net bir yazılım ve ya­ ölümden soma yeniden diriltileceksiniz!"
sayla 11
kayıt altına alınmıştır. 12
desen, küfre saplananlar hemen "Hah, al
7 Yine O (bile) gökleri ve yeri altı aşama­ sana bir numara daha!" diyecekler. 16

da yaratmıştır; 13
ve O'nun Kudret Maka- 8 Ve eğer onların cezasını sayılı bir süre­
mı'nın (en büyük tecellisi olan hayat) su ye 1 7
ertelesek, hemen "Onu tutan mı

men âyetin mânasına ulaşmada zorlandığımı bağlı olarak yarattı. Siz ey mü'minler! Top­
itiraf etmeliyim. Parantez içi açıklamaları lumsal dönüşümün bir çırpıda olmasını, başa­
âyetin son cümlesi teyit eder. rının plansız-programsız ve nizamsız-intizam-
10 Mustekarve m us tevda' kelimelerinin geç­ sız geleceğini mi sanıyorsunuz?
tiği bir başka âyet için bkz. 73/En'âm: 98 not 14 "Biz her canlıyı sudan var ettik" ışığında
81. Farklı bir ibareyle benzer bir mâna için (79/Enbiya: 30). Eski Ahid'de de buna çok ben­
bkz. 92/Muhammed: 19. zer simgesel bir ifade bulunmaktadır [Tekvin
11 Kitabun mubîn, Levh-i Mahfuz'dur (29/Bu- 1:2). Ebu Müslim, ilâhî kudretin mecazi bir
rûc: 22, not 18). Bu tamlama ilk bakışta önü­ tasviri olarak anlar (Râzî). Fakat bağlam, son­
müze şu problemi çıkarır: Hem "bilinmezlik" suz kudretin canlıların elementer kökende
mânasındaki belirsizlik, hem "apaçıklık" mâ- birliği üzerinden kendini duyurduğunu îmâ ve
nasındaki mubîn'lik: nasıl oluyor? İki ihtimal ifşa etmektedir.
var: Ya "Allah için ayan açık, insan için akıl 15 Bu ibare, "yeryüzünde halife" olan insanın
sır ermez bir yazılımla korunmuş..", veya hem eşref-i mahrukat olma iddiasını destekler gibi
lazım hem müteaddi olan mubın'in özünde görünmektedir. En azından ilâhî şaheser olan
açık ve dâhi açıklayıcı olan çift yönlü tabiatı­ insanı kuşatan en küçükten en büyüğe bütün
na istinaden "Göstergeleriyle insana açık, bir çevrenin, hz. insanın varoluşu için var
özüyle Allah'a açık bir yazılımla korunmuş.." edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Yeryüzü in­
Her halükarda belirsiz olarak geldiği bu ve bu­ san için, insan imtihan için yaratılmıştır (Krş:
na benzer bağlamlarda özellikle "ilâhî yazı­ 60/Mülk: 3).
lım "a ve oluş-bozuluş yasalarının kayıtlı tabi­ 16 Sinr'in mânalarından biri de "hileli söz" ya
atına delalet eder (Msl. 53/Neml: 75; 76/Sebe': da "el oyunlarıyla aldatma", yani Türkçe'deki
3). Bu ilâhî yazılımın kaynağı 39/Yâsîn 12'de çağrışımlarıyla "numara çekme"dir. Müşrik­
imâmın mubîn (ana bellek) olarak beyan edilir. ler ölümden soma dirilişi sihir olarak niteler­
12 Bu durumda eğer açlık varsa, bu, rızkın ye­ ken, hiç kuşkusuz bununla sihrin "kara bü­
tersizliğinden değil insanoğlunun hırsa dayalı yü" anlamını kastetmiyorlardı (Konuyla ilgili
bencillik ve paylaşmayı bilmeyen açgözlülü- notlar için bkz. 4/Müddessir: 24; 56/A'râf: 116
ğündendir. Bu âyet "kader"in her şeyin ilâhî ve 94/Bakara: 102).
bir ölçü ile yaratıldığını isbat edip varlıkta te­ 17 Ummet teriminin anlamları arasında "süre,
sadüfü reddeder. Zımnen: Eşyanın kaderi zaman" da bulunmaktadır (Krş: 71/Yusuf: 45).
onun tabi olduğu ilâhî yasalarda kayıtlıdır. Ne ki kelimenin ilk anlamı bu değildir. İlk an­
13 Parantez içindeki "bile", cümlenin telmi­ lamı göz önüne alarak ila ümmetin ma'dûde-
hine dayanır. Zımnen: Kudreti sonsuz Allah tin'e "belirlenmiş bir topluluk için" karşılığı
bile göğü-yeri aşamalı bir biçimde bir yasaya verilebilir. Bu, âyetteki tehdidi âhiret azabı de-
Nûzûl: 70 Mushaf: 11 < > < g > ; , , 70/HÛD SÛRESİ f , ^
> = < l 433

var?" derler. Bakın, o gün geldiğinde, onu sına uygun işler yapan kimseler (bu tavrı
onlardan savuşturacak hiçbir güç olma­ takınmazlar): İşte onlar için, ilâhî bir ba­
yacak; dahası, alaya aldıkları gerçek onla­ ğış ve muhteşem bir karşılık vardır.
rı çepeçevre kuşatacak. 18

9 Ne ki eğer insanoğluna katımızdan bir 12 ŞÖYLE Kî; belki de, onlarm "Onun
rahmet tattırır, daha sonra da o rahmeti üzerine bir hazine indirilmeli değil miy­
ondan çekip alırsak; derhal o derin bir di?" ya da "Onunla birlikte bir de melek
umutsuzluğa, dehşet bir nankörlüğe sap­ gelse (ya)!" demekle senden beklentileri,
lanır. 10 Yok eğer kendisine dokunan bir göğsün bu yüzden daralsın da, sana bildi­
sıkıntı ve darlığın ardından ona esenlik rilen kimi vahiyleri kulak ardı edesin di-
ve bolluk tattırmış olsak, hemen der ki: yedir! 20

"kötülük(veren güçjler benden uzaklaş.- Kesinlikle sen sadece bir uyarıcısın! Al­
tı" ;
1 9
(ve) bir anda küstahça bir övünce lah ise, her şeyi en ideal mânada koru­
kapılır. 11 Ancak sabreden, Allah'ın rıza- yandır. 21

ğil de Bedir yenilgisi olarak tefsir edenlerin yo­ ise bu beklentiyi ortaya çıkaran nedendir. Hz.
rumuna uygun düşmektedir. Çünkü Bedir'de Peygamber'in saçlarım ağartan, Mekkelilerin
cezaya çarptırılan, Mekke'nin inkarcı seçkin­ bu tavırlarıdır. Onun göğsünün daralmasının
leri arasından "belirlenmiş bir topluluk" idi. nedeni, yalnızca kendi başına karşılamaktan
18 Hâka mazi fiildir, fakat gelecek zamana aciz olduğu Mekkelilerin mucize talepleri de­
ilişkin bir bölümün içerisinde geçmektedir. ğildir. Aksine, geçmişte mucize talep eden
Amaç muhatapta Ceza Günü'nü yaşanmış bir tüm inkarcı toplumların gelen mucizeye rağ­
gerçeklik kadar kesin kabul edecek bir tasav­ men iman etmediklerini, bunun sonucunda
vur inşa etmektir. da geri dönüşü mümkün olmayan bir helak
sürecine mâhkum olduklarını biliyor olması­
19 Parantez içi açıklamamız âyetin lafız, mâna
dır. Söz konusu toplumların helaki, bir film
ve maksadına uygundur. Şöyle ki; zehebe 'an
şeridi gibi bu sûrede de aktanlacaktır. Bu ör­
(uzaklaştı), öznesi içinde bir yüklemdir ve aktif
neklerin tamamında da süreç aynıdır: Pey­
eyleme delalet eder. Uğurluluk-uğursuzluk ba­
gamber gönderilir. Toplum mesajı inkâr ede­
tıl inancını çağrıştıran bu tasavvur, mutlulu­
rek mucize ister. Mucize verilir ve toplum
ğu/iyiliği olduğu gibi mutsuzluğu/kötülüğü de
mucizeyi yalanlar. İlâhî ceza geri alınmaz bir
özü itibarıyla Allah'tan bağımsız bir özne ola­
biçimde kesinleşir ve infaz süreci başlar. Bu
rak görmektedir. Bu tasavvura sahip olan biri­
nin bollukta da darlıkta da Allah'a yönelmesi, arada ahlâkî kokuşma toplumu ayakta tutan
elde ettiğinde şükür kaybettiğinde hamd etme­ tüm unsurları yok ederek ölümcül bir hastalık
si, dahası özeleştiri yapıp bilincini tevbeyle ye­ gibi sosyal bünyeyi çepeçevre kuşatır ve çöküş
nilemesi mümkün değildir. Vahiy, bu aklın sa­ kaçınılmaz olur. En sonunda toplum yeryü­
hibini, Allah'tan bağımsız bir mutluluk tasarı­ zünden silinip gider. İşte Hz. Peygamber'in
mı yaptığı için kınamaktadır. Bu tür bir tasav­ içini daraltan Mekke inkarcılarının da kendi­
vuru, 3. âyet temelden reddetmektedir. lerini bu geri dönülmez helak sürecine soka­
cak sorular sormaya başlamalarıdır. Böyle baş­
20 Fe lealleke, bir "beklentiyi" ifade etmekte­ layan bir sürecin feci sonunu bilmek, Rasulul-
dir. Bu beklentinin öznesi olağanüstü talepler­ lah'ı tedirgin etmektedir.
de bulunan müşrikler, beklentinin nesnesi ise 21 Zımnen: Vekil değil nezîr ol! Allah adına ta­
"bildirilen kimi vahiylerin kulak ardı edilme- ahhüt altma girme, görevini yap! Bu sana yeter.
si"dir. Hz. Peygamber'in göğsünün daralması
13 Yoksa "onu o uydurdu" mu diyorlar? (gelen) hakikatin apaçık belgesine daya­
De ki: "Madem öyle, eğer dürüstseniz nan kimseyle bir tutulabilir mi? Şimdi­
haydi Allah dışında gücünüzün yetip eli­ lerde O'nun katından bir şahidin duyur­
26

nizin erdiği herkesi yardıma çağırın,- siz duğu o belgeyi, daha önce de bir önder ve
de onun seviyesinde 'uydurulmuş' (! ) 2 2
on bir rahmet olarak Musa'nın Kitabı temsil
sûre getirin de (görelim)! 23
14 Fakat, eğer ediyordu. İşte, ancak (hakikatin birliğini
onlar sizin çağrınıza cevap veremezlerse,- fark eden) o kimseler bu vahye inanırlar.
o zaman bilin ki (Kur'an vahyi) yalnızca Küfür ittifakı mensuplarından 27
her kim
Allah'ın ilmiyle indirilmiştir; yine (bilin bu hakikati inkâr ederse, iyi bilsin ki
ki) O'ndan başka ilâh yoktur: Şimdi siz, onun son durağı ateştir.
artık O'na kayıtsız şartsız teslim olacak Sen (ey bu vahyin muhatabı); sakın ola
mısınız? onun kaynağı hakkında tereddüde düşe­
yim d e m e ; 28
iyi bil ki o, Rabbin katından
15 HER KİM dünya hayatını ve onun gü­ gelen hakikatin ta kendisidir: ve fakat in­
zelliklerini isterse, orada yaptıklarının sanların çoğu (henüz bu gerçeğe) inanmı­
karşılığını tastamam veririz; üstelik on­ yorlar.
lar orada, (niyet ve amaçlarına bakılarak)
18 İmdi, kendi uydurduğu yalanı Allah'a
değerlendirmeye tabi tutulmazlar. 24
16
isnat edenden daha zalim biri olabilir mi?
(Fakat) işte bu kimselerin payına âhiret­
İşte onlar, (hesap vermek üzere) Rableri­
ten düşen yalnızca ateştir; zira onların
nin huzuruna çıkarılacaklar. Şahitlerse
burada yaptıkları (yatırım, orada) işe ya­
"İşte, Rablerine karşı yalan söyleyenler
ramayacaktır: (ibadet adına) yapa geldik­
bunlardı!" diyecekler.
leri her şey ise zaten batıldır. 25

Unutmayın: Allah zalimleri rahmetin­


17 Şu hâlde, hiç (böyleleri), Rabbinden
den tamamen dışlamıştır: 19 O zalimler

22 İnkarcı muhataplara nükteli bir meydan 26 Bu ilavenin gerekçesi, yetlûhu fiilinin


okuma. Parantezli ünlem, kelimede içkin -min kablihî (daha önce) ile karşıtlık oluştura­
olan ince ironiye işaret eder. cak şekilde- şimdiki zamanı göstermesidir.
23 Bakara 24 ve Yûnus 38'de bu meydan oku­ 27 Ahzâb genelde Kur'an'da "küfürde ittifak et­
ma mutlak olarak herhangi bir sûre içindir. miş müttefikler" mânasında kullanılmaktadır.
Buradaysa "on sûre getirin" şeklinde yer al­ 28 Mirye: "Bir şeyde iki arada bir derede kal­
maktadır. Bu, bazı müfessirleri Yûnus sûresi­ mak". Türetildiği kök, "atın huylandığı için
nin Hûd'dan sonra indiği sonucuna götürmüş­ eşelenmesini" ifade eder. Türevleriyle birlikte
tür (İbn Atıyye). Menâr sahibi bu meydan oku­ kelime, hep birbirine yakın anlamlarda ve
yuşun kıssalar için geçerli olduğunu söyler. tüm vahiy süreci boyunca kullanılır (İlk kulla­
24 Lafzen: "değerleri düşürülmez". "Fiyat dü­ nıldığı yer 26/Necm: 12). Cehaletten kaynak­
şürdü, ucuzlattı" anlamına gelen behase fii­ lanan "mutlak şüphe" anlamındaki şeicic'ten
linden. Açılımı "Eğer niyet ve amacına bakıla­ ve "yakine ulaştırmayan bilgiye dayalı ya doğ­
rak dünyada yaptıklarına değer biçilecek ol­ ruysa endişesi taşıyan kuşku" anlamındaki
saydı, bu çok düşük bir değer olurdu" şeklin­ rayb'den farklı olarak "birbirine karşıt iki şey
de olur (Krş: Menâr). arasında gidip gelmeyi, bocalama ve tereddüt
durumunu" ifade eder [Külliyyât).
25 Bunun bir örneği için bkz. Enfal: 35.
ki, insanları Allah'ın yolundan çevirirler; 25 DOĞRUSU, Nuh'u da mesajımızı
onu çapraşık ve dolambaçlı göstermeye kavmine taşımak için elçi olarak görev­
çabalarlar: çünkü onlar ahirete inanmaz­ lendirmiştik. (Demişti ki:) "Bakın, ben
lar. 20 Bu tipler yeryüzünde (cezayı atlat- size açık ve net bir uyarıyla geldim. 26
salar da, âhirette) yakalarını asla sıyıra- Şöyle ki: Başkasına değil sadece Allah'a
mayacaklar; 29
Allah dışında onlara yar­ kulluk edesiniz! Çünkü ben, can yakan
dım edecek bir evliya da olmayacak; on­ bir Gün'ün cezasına çarptırılmanızdan
ların azabı katlandıkça katlanacak: (değil korkuyorum."
mi ki) onlar hakikati işitmeye tahammül 27 Bunun üzerine kavminin seçkinlerin­
edemiyorlardı ve gerçeği görmemekte di­ den inkârda ısrar edenler şöyle dedi: "Ba­
reniyorlardı? 21 Bu tipler kendilerine ya­ kıyoruz da, sen de bizim gibi sadece
zık eden kimselerdir; ve uydurdukları ölümlü bir insansın. Yine, sana ayak ta­
kuruntu(ürünü aracı)lar, kendilerini yü­ kımına mensup sığ görüşlü kişilerin dı­
züstü bırakmıştır. 30
22 (Daha dünyada şında kimsenin uymadığını görüyoruz. 32

bütün bunlar olacaksa,) âhirette ondan Sonuçta, sizin bize karşı bir üstünlüğü­
beter ziyana uğrayacakları kesindir. nüzün olmadığını düşünüyoruz. 33
Aksi­
23 Ne var ki iman edenler, Allah'ı razı ne, sizin yalancı olduğunuzdan eminiz!"
eden değerler üretenler ve Rablerine gö­ 28 Dedi ki: "Ey kavmim! Düşünsenize
nülden boyun eğenler de var: işte cennet bir: ya ben Rabbimin katından gelen açık
ehli olanlar da bunlardır; bunlar orada bir delile dayanıyorsam,- dahası, ya O ba­
ebedi kalacaklardır. na katından bir rahmet bahşettiği hâlde
24 Bu iki kesim insanın örneği, kör ve sa­ siz bunu görmüyorsanız? Şimdi siz,
ğır biriyle gören ve işiten birinin arasın­ (O'nun delil ve rahmetini) görmeye dâhi
daki fark gibidir: Konum olarak hiç bu tahammül edemezken biz kalkıp da ona
ikisi aynı düzeyde olabilir mi? Hâlâ ibret (imana) sizi zorlayabilir m i y i z ? 34

almayacak mısınız? 31

29 Lem yekûnu ibaresinde gelecek zaman kas- linde sunmaktaydı (56/A'râf: 58).
tedilmesine rağmen bunun geçmiş zaman ki­ 32 Her peygamberin kula kulluktan kurtuluş
piyle ifade edilmesi, muhataba şu mesajı verir: çağrısına ilk koşup gelenler topumun mazlum
bu sonucu olup-bitmiş gibi kesin bil! ve mağdur kesimleri olmuştur. Bu da mağdur
30 Her tür şirk ve ilâhlaştırma insanın kendi ve mazlum kesimlerin, ilâhî davetin doğal
kendisine söylediği yalandır; ve en tehlikeli müttefikleri olduğunu gösterir.
yalan insanın kendisini inandırdığı yalandır. 33 Güce ve paraya tapanlar, güce ve paraya
31 Bu âyet, birbiri peşi sıra ele alınacak olan teslim olurlar. Zımnen: Eğer bizim üstünlük
altı ayrı kıssanın hemen öncesinde, insan ta­ alameti saydığımız güç, servet ve iktidar sizde
savvuruna iyi-kötü ayrımını, gören-görmeyen, olsaydı üstünlüğünüzü kabul ederdik.
işiten-işitmeyen örneği çerçevesinde sunuyor. 34 Cümle içindeki hâ zamirleri, hem "delili",
Yine aynı kıssaların farklı boyut ve vurgularla hem de "rahmeti" görmektedir. Bunun yakla­
ele alındığı A'râf sûresinde, kıssaların hemen şık açılımı şudur: "..siz bizim delile tabi olup
öncesinde yer alan âyet de iyi-kötü ayrımını inanmamız sonucunda bize bahşedilen rah­
verimli toprak-verimsiz toprak örneği teme- meti görmezken, biz kalkıp da sizi delili görüp
29 îmdi ey kavmim! (Çabama karşılık) içlerindekini çok daha iyi bilir,- eğer böyle
sizden bir bedel beklentisi içerisinde deği­ davranırsam o zaman ben de kendisine
lim! Benim (çabamın) karşılığı Allah'a zulmeden biri olup çıkarım."
aittir. Dahası, (bana) güvenip inanan kim­ 32 Dediler ki: "Ey Nûh! Bizimle tartıştın,
seleri de etrafımdan uzaklaştıracak deği­ üstelik aramızdaki tartışmada hayli ileri
lim. 35
Çünkü onlar Rablerine kavuşacak­ gittin. Madem öyle, eğer sözünün arka-
larına inanıyorlar). Ve fakat bu arada, ben smdaysan hadi bizi tehdit ettiğin cezaya
de sizin cahilce davranan bir topluluk ol­ çarptır!"
duğunuzu düşünüyorum. 36
30 Bakın ey
33 Dedi ki: "Allah dilesin yeter ki! Onu
kavmim! Eğer onları etrafımdan uzaklaş-
sizin başınıza öyle bir sarar ki, artık bir
tırırsam, Allah'tan gelebilecek bir cezaya
daha a s l a 40
atlatamazsmız! 34 Hem ben
karşı bana kim yardım eder? Bunu da mı
size ne kadar öğüt vermeye çalışırsam ça­
düşünemiyorsunuz? 31 Dahası ben size,
37

lışayım, eğer Allah sizin yoldan sapmanı­


"Allah'ın hazineleri benim gözetimimde-
zı dilemiş olsaydı (-hele ki öyle değil-), 41

dir" demiyorum; görünmezin bilgisine sa­


benim verdiğim öğüt size hiçbir yarar
hip de değilim. Üstelik asla "Ben mele­
sağlamazdı: O sizin Rabbinizdir, sonunda
ğim" de demiyorum. 38
Sizin küçük görüp
O'na döndürüleceksiniz."
tahkir ettiğiniz kimseler için "Allah onla­
ra gelecekte bir hayır vermeyecek" deme­
35 4 2
YOKSA, " B u (kıssayı) o uydurdu" mu
43

ye i s e 39
zaten yanaşmam: Allah onların

inanmaya zorlayabilir miyiz?" Bunun anlamı, nüstü varlık değildir.


"imanın sahibine bahşettiği rahmeti göreme­ 39 Girişteki vav, kaynak metnin vurgusunu
yen, insanı o imana götüren delili göremez" hedef metne taşıyabilmek için "ise" ile karşı­
demektir. Yani zımnen: Meyveyi dahi gör­ lanmıştır.
mekten aciz olan kökü ve saçağı nasıl görsün?
40 Baştaki bağlaç çeviriye "dahi" ile yansır­
35 Her peygamber gönderildiği kavmin karşı­ ken, cümlenin öznesinin açık ve bağlantısız
sına, Allah'ın elçisi olmanın doğal sonucu ola­ zamirle [entum) yapılandırılması, "asla" pe­
rak davetinin karşılığını Allah'tan alacağı ha­ kiştirmesini zorunlu kılmaktadır.
beriyle çıkar.
41 Veya: "helakinizi dilemiş olsaydı" (Krş: Râ­
36 Yani: Bir peygambere pazarlık teklif etmek zî). Parantez içi açıklama hem cümlenin şart­
kendini bilmezliktir. Fiyatı olanların değeri lı yapısı gereği sözgelimine, hem de Kur'an'ın
olanlarla pazarlığı için Kâfirûn sûresi ve notla­ bütününe dayanmaktadır (Bkz: 94/Bakara:
rına bakınız. 256; 62/Kehf: 29; 48/Nâzi'ât: 3). Allah'ın sap­
37 Nûh peygamber hakikat kavgası verirken, tırma ve doğru yolu göstermesinde insanın
inkarcı muhatapları sınıf kavgası veriyorlardı. tercihinin belirleyiciliği için bkz. 94/Bakara:
Tek dertleri zulüm ve küfürle elde ettikleri 27. Parantez içi açıklamanın gerekçesi, zalim
güç, servet ve iktidarın ellerinde kalmasını kavmin 27 ve 32. âyetlerde dile gelen tavrıdır
sağlamaktı. (Krş: 58/Ra'd: 27, not 37).
38 Zımnen: Sizin istediğiniz bende yok. Âyet, 42 Süren kıssanın arasında, kıssanın zamanın­
"Bir peygamber ne değildir?" sorusunun ceva­ dan ver-kaç yöntemiyle çıkıp sözü iniş zama­
bını sıralıyor: 1) Define bulma aleti değildir. 2) nının 'şimdi ve buradasına' getiren bir âyet. Bu
Gaybtan haber veren kâhin değildir. 3) İnsa- nedenle bağımsız pasaj olarak görülmüştür.
Nüzul: 70 Mushaf: 11 l ^ ^
r t , 70/HÛD SÛRESİ 437

diyorlar? De ki: "Eğer onu ben uydurmuş- 38 DERKEN o, gemiyi inşa etmeye koyul­
sam, bunun sorumluluğu bana aittir: Ama du. Şimdi, toplumunun önde gelenleri ne
benim, sizin işlediğiniz suçlara ilişkin hiç­ zaman ona rastlasalar, onunla alay eder­
bir sorumluluğum bulunmamaktadır. //44
lerdi. O derdi ki: "Siz bizimle alay ediyor­
sanız, hiç kuşkunuz olmasın ki, (zaman
36 DERKEN Nuh'a şöyle vahyettik: "Şu gelecek) tıpkı sizin gibi, 49
biz de sizinle
kesin ki, daha önce inanmış olanlar dı­ alay edeceğiz. 39 Evet, zamanı gelince siz
şında bundan böyle toplumundan kimse de öğreneceksiniz alçaltıcı bir cezaya ki­
sana inanmayacak: 45
Artık, onların yapa min çarptırılacağını; dahası, kalıcı bir
geldikleri şeylerden dolayı sakın üzüle­ azaba kimin mâhkum edileceğini. 50

yim d e m e ! 46
37 Bizim rehberliğimiz al­
40 En nihayet, hükmümüzün vakti gelin­
tında ve bildirdiğimiz şekilde 47
gemiyi
ce tandır kaynadı. 51
(Nuh'a) " Y a n m a her
inşa e t 4 8
ve (bundan böyle) sakın kendisi­
tür (canlıdan) birer ç i f t 52
al; bir de hakla­
ni harcayan kimseler hakkında Bana baş­
rında hüküm kesinleşmiş olanlar dışın-
vurma! Şu kesin: onlar boğulacaklar.

43 Lafzen: "o". çekleşen bir toplumun tufanı da o alanda ko­


44 Burada, muhatabı doğrudan suçlamak ve par. Böyle bir yerde tevhid ve adalet ehline dü­
yargılamak yerine onun kendi durumunu göz­ şen tuğyan seline kapılmayıp, karada da olsa
den geçirmesi ve kendi kendini yargılaması gemi yapmayı sürdürmektir. Eğer deniz lazım
için böyle hoş bir üslûp kullanılmıştır. (Ayrı­ olursa, denizin Rabbi onu yerden olmazsa
ca bkz. 94/Bakara: 170; 70/Hûd: 35; 77/Zü­ gökten indirmeyi bilir. Nasıl ki her tuğyanın
mer: 43; 83/Zuhruf: 81.) bir tufanı varsa, her tufanın bir Nuh'u ve her
Nuh'un bir gemisi vardır. Ezeli ve biricik ha­
45 Krş. "Karar kesin: onlar boğulacaklar!"
kikatin insanlığın son çevrimindeki tezahürü
(80/Mü'minûn: 27) Şöyle bir soru gelebilir: Kâ­
olan Kur'an, kendisinden sonraki tüm tufan­
fir kavmin artık inanmayacağına dair bu kesin
larda karada gemi yapacak olanların klavuzu,
haber Hz. Nuh'un helak duasından (64/Nûh:
rehberi, rotası ve yol haritasıdır.
26-28) soma mı yoksa önce mi gelmiştir? Nûh
25 ışığında Hz. Nuh'un bu duayı, kavmin he­ 47 Lafzen: "vahyimizle" (Krş: 80/Mü'minûn: 27).
lakinden soma olan biteni kendi vicdanında 48 Nûh kıssasını kendimize çağdaş kılacak
da tasdik sadedinde yaptığı düşünülebilir. Yi­ olursak, bu ilâhî ferman bize şunu söyler: Sen,
ne âyetin devamından, Hz. Nuh'un onlar için Kur'an'ın rehberliği altında hayat gemini inşa
üzüldüğü anlaşılmaktadır. Bu hakikatin Hz. et! Tufana gark olacak bir tuğyan ortamından,
Peygamber'i nasıl derin bir endişeye sevk etti­ ancak Allah'ın rehberliği altında inşa edilmiş
ğini tahmin edebiliriz. bir hayat gemisiyle kurtulabilirsin.
46 Yani: Onlar üzülmeye değmez, zira onların 49 Lafzen: "tıpkı sizin alay ettiğiniz gibi".
kalemini Ben kırdım. Tufan, toprağa aldırılan 50 Birinci tehdidin dünya hayatında, ikincisi­
gusül abdestidir. Bu âyet, ilâhî bir yasayı hatır­ nin ise âhirette gerçekleşeceği açıktır.
latmaktadır: Tuğyan olan yerde mutlaka tufan
51 Fâıa't-tennûr (Krş: 80/Mü'minûn: 27) cüm­
olur. Her zaman ve zeminin tuğyanı da tufanı
lesi birbirine zıt iki unsuru yan yana getirmek­
da farklıdır. Tuğyanı ahlâk alanında olan bir
tedir: /ara yüklemi "kaynadı, coştu, taştı" gibi
toplumun tufanı da o alanda kopar. Tuğyanı
suyla ilgili bir eyleme delalet ederken, onun
güç ve servet alanı olan bir toplumun tufanı
öznesi olan ve "tandır, fırın, ocak" anlamına
da o alanda kopar. Tuğyanı inanç alanmda ger-
70/HÛD SÛRESİ Nûzûl: 70 Mushaf: 11
—• • *$<Ş^*
da 53
aileni ve iman eden kimseleri (al) /;
43 (Oğlu,) "Ben bir dağa kaçıp sığınaca­
talimatını vermiştik. Zaten onun inancı­ ğım; o beni sulardan korur" dedi.
nı paylaşan kimseler çok a z d ı . 54
(Nûh) "Bugün Allah'ın belâsından,
41 Sonunda (Nûh) "Haydi, ona binin!" ta­ O'nun rahmet ettikleri hariç, kimse için
limatım verdi; "yol alması da, demir atma­ kaçıp kurtulma ümidi yok!" diye seslen­
sı da Allah'ın adıyla olsun: gerçek şu ki,
55 di. Derken, aralarına dalga giriverdi... ar­
benim Rabbim elbette tarifsiz bir bağışla­ tık o da boğulanlardan biriydi.
yıcıdır, eşsiz merhamet kaynağıdır." 56
44 Nihayet denildi ki: "Ey yer, suyunu
42 Ve gemi dağlar gibi dalgaların arasında yut! Ve ey gök, suyunu t u t ! " Ve sular çe­
yol almaya başladı,- ve Nûh oğluna - k i o kildi ve hüküm infaz edildi, sonunda ge­
kendi başına bir kenarda duruyordu- ses­ mi C û d î 57
üzerine oturdu. Ve kendilerine
lendi: "Yavrucuğum! Gel, bizimle birlik­ kıyan toplum için "Olmaz o l s u n l a r ! " 58

te bin gemiye; inkâra gömülüp gidenlerle denildi.


birlikte o l m a ! " 45 Ve Nûh Rabbine yakardı 59
ve "Rab-

gelen tennûr ateşle ilgilidir. Cümledeki bu kar­ ğışlayıcı ve eşsiz rahmet kaynağı oluşunu dile
şıtlık, müf essirlerin birbirini tutmayan yorum­ getirmek... Zımnen: O'nun helaki dâhi hiçbir
larına neden olmuştur. Bu yorumlardan çoğu aklın boyutlarını tahmin edemeyeceği rahmet
Talmut kaynaklı yorumlardır. Râzî, Arapların ve mağfiretinin eseridir. Bunu ancak Allah'ın
yeryüzü için "tandır" mecazını kullandıklarım "gör" dediği yerden bakanlar görür.
söyler. Menâr sahibine göre, Fara't-tennufun 57 Zeyd b. Amr'ın şiirinde "dağ, tepe" anlamı­
en makul anlamı, yeryüzünü tufana veren bir na cins isim olarak andığı cûdî "yüksek tepe"
su fışkırmasıdır (Krş: XII, 75-76). Bu fışkırma anlamına gelir. Bir yorumda, bunun her dağa
Kamer 11-12. âyetlerde tasvir edilmiştir. Elma- verilebilen bir cins isim olduğu ifade edilir
lılı, bunun mecaza hamledilmesinin doğru ol­ (Bkz: Elmalılı). Bugün aynı adla şöhret bulan
madığım, ibarenin hakikatinin buhar gücüyle Cûdî Dağı olduğu söylenmiştir. Kitab-ı Mukad-
hareket eden bir gemi motorunu akla getirdiği­ des'te Ararat (Ağrı/Urartu) dağı olarak geçer.
ni söyler. Elmalılı'nın bu yorumunu, geminin 58 Lafzen: "uzak olsunlar". Zemahşerî, mef'ul
yapımının "ilâhî gözetim altında" ve "vahiy­ olarak gelen bu'den için şu yorumu getirir:
le" gerçekleşmesi güçlendirmektedir. "Eğer uzaklaştırmaktan amaçlanan onun he­
52 Zevceyn-isneyn kalıp ifadesinin yaklaşık lak ve ölümü ise, bu şekilde gelir. İşte bu se­
Türkçe karşılığı. Orijinal ifade, hem erkekli beple bu ifade yalnızca beddua için kullanıl­
dişili eşlilik, hem de cinsiyet belirtmeksizin mıştır. Bunun meful olarak gelmesi, kahredici
çifterlilik anlamına gelmektedir. En doğrusu güce ve ezici büyüklüğe delalet eder. Çünkü
iki anlamı birden içermesidir. bütün bunlar, ancak sınırsız gücü ve kahredi­
ci bir öznenin fiili müdahalesi sonucunda ger­
53 Oğlu dışında karısı da inanmamış, bu yüz­
çekleşir. Böyle bir mef'ulün fiilinin öznesi de,
den gemiye alınmamıştı (113/Tahrîm: 10).
eylemine kimsenin ortak olamadığı biricik fa­
54 Zımnen: 113/Tahrîm 10'a istinaden karısı il olan Allah'tır" [Keşşaf 11, 218).
ve oğlu bile paylaşmamıştı.
59 Metinde nida olarak geçen kelime, artık
55 Besmele'nin tüm vahiylerin ortak kodu ol­ boğulmuş bir çocuk için yakarışla birlikte, yü­
duğu buradan anlaşılmaktadır. Besmele için reği yaralı bir babanın sızlanış ve yazıklanışı-
bkz. 1/Fâtiha, not 1. nı da ifade etmektedir.
56 Belanın tam göbeğinde, Rabbin tarifsiz ba­ 60 Metindeki ve irme ibaresine, lafız, mânâ ve
Nüzul: 70 Mushaf: 11 , ^ 3 ^ , , 70/HÛD SÛRESİ 439

b i m " dedi, "o benim oğlumdu, ailemden olanlara, katımızdan bir esenlik ve mut­
biriydi!.. Bir kez daha anladım k i , 6 0
senin luluk, bir bereket ve bolluk (muştusuyla)
sözün (herkesi kapsayan) gerçeğin ta ken- inip yerleş. A m a (gelecek) kuşaklar (ara­
disiymiş; ve en hakkaniyetli hüküm ve­ sında öyleleri) bulunacak ki; (önce) onla­
ren de Senmişsin!" ra geçici zevkleri tattıracağız, sonra tara­
46 (Allah) "Ey Nûh! Kesinlikle o senin ai­ fımızdan can yakıcı bir azaba çarptıraca­
lenden sayılamaz; 61
dolayısıyla bu (bu ğız!" denildi.
tarz yaklaşım) doğru olmayan bir davra­
nıştır,- bundan böyle, iç yüzünü bilmedi­
62 49 BUNLAR sana bildirdiğimiz gaybi ha­
ğin bir şeyi Benden isteme: Elbet Ben sana berlerdendir; bunları ne sen ne de toplu­
cahillerden olmamanı öğütlerim!" dedi. m u n daha önce biliyor değildiniz. 64
Şu

47 (Nûh) "Rabbim! Hakkında bilgim ol­ hâlde sabret! U n u t m a ki mutlu son, Al­
mayan bir şey istemekten sana sığınırım! lah'a karşı sorumluluğunun bilincinde
Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet olanlarındır. 65

etmezsen, büsbütün kaybedenlerden olu­


r u m ! " dedi. 63 50 ÂD 6 6
(kavmine) ise, soydaşları 67

Hûd'u gönderdik. "Ey k a v m i m ! " dedi,


48 (Nuh'a) "Ey Nûh! Senin ve seninle bir­
likte olanların nesillerinden (gelecek) "Yalnızca Allah'a kulluk edin! (Zira) si-

maksadın üçü birden gözetilerek bu bağlamda tevbesi bunun delilidir. Vahiy aynı hassasiyeti
verilebilecek en isabetli karşılık bu olsa gerektir. Hz. İbrahim'in babasına duası konusunda da
61 Ehl teriminin kan bağını aşan kullanımıy­ sergilemiştir (114/Tevbe: 113-114). Esas aldığı­
la ilgili bir tahlil için bkz. 53/Neml: 57, not mız okuyuşta mastar olarak amelun okunan
60. Tefsirlerimiz buradan yola çıkarak boğu­ sözcük alternatif okuyuşta fiil olarak amile
lan oğlun Hz. Nuh'un öz oğlu değil, karısının okunmaktadır. Bunun kelamdaki "peygamber­
eski kocasına ait bir çocuk olduğunu dile geti­ lerin masumiyeti" tartışmalarım önceleyen
rirler. Nadir olarak, kadının zinadan peydahla­ bir okuma biçimi olduğu açık.
dığını söyleyenler de olmuştur. Fakat bu her 63 Hz. Nuh'un tevbe ederken yaptığı itiraf,
açıdan yanlıştır. Zira böyle bir itham isbatı kulun ilâhî takdirin sebepleri, insanın nihai
yoksa iftira olur ve iftira herkes için yasaktır. konumu, bunun niçin ve nedenleri hakkında­
62 Bu ibarenin alternatif bir anlamı, "o (oğul) ki bilgiyi tüketemeyeceğinin itirafıdır. Bir
yerini bulmamış bir ameldir" şeklinde olabilir. sonraki âyet bunun belgesidir.
Kur'an'ın genelinden, "insanın çocuğu onun 64 "Âyetteki ğayb "olay amnda orada olma­
amelidir" dediği çıkarılabilir. Fakat bu anlam, mak" şeklinde anlaşılabilir (Bkz: 67/Kasas: 44,
ancak tali bir anlam olabilir. 'Amelun, 'amile not 54).
olarak da okunmuştur. Bu durumda arkadan 65 Zımnen: Biz bunları hikaye olsun diye an­
gelen kelimeyi de Oayra Deklinde mansup ola­ latmadık; muhatapların hayatında yankı bul­
rak okumak gerekecektir. Bu takdirde mâna sun diye anlattık.
şöyledir: "çünkü o (oğul) yanlış yaptı". İbn Ab­
66 'Âd ve bir sonraki Semud kıssaları arasın­
bas, ıkrime, Kisai ve Yakub gibi kıraat imam­
daki çarpıcı bağlantı için bkz. 56/A'râf: 73 not
larının tercih ettiği bu anlamda yanlış yapan
55 ve 11/Fecr: 6, not 9.
boğulan oğul iken, bizim çevirimizde yanlış
yapan Hz. Nuh'tur. Arkadan gelen Hz. Nuh'un 67 Lafzen: "kardeşleri". Yani, 'Âd kavminin
soyundan (Bkz: 86/Ahkâf: 21).
zin, O'ndan başka kulluk edeceğiniz bir soluk aldırmayın! 56 İyi bilin ki ben, yal­
ilâh yoktur. Sizin (yaptığınız) uyduruk nızca benim de Rabbim sizin de Rabbiniz
ilâhlar icat etmekten başka bir şey değil­ olan Allah'a güvendim. Hiç bir canlı yok­
dir! 68
51 Ey kavmim! Sizden bu (çabam) tur ki, O onun denetimini 70
elde tutma­
için maddî bir karşılık talep etmiyorum. mış olsun. Kuşkusuz benim Rabbim dos­
Yaptıklarımın karşılığını takdir edecek doğru bir yol üzeredir. 71
57 Ama eğer yüz
olan yalnızca beni yoktan var edendir. çevirirseniz (siz bilirsiniz). Doğrusu ben,
Bunu olsun akledemiyor musunuz? 52 benimle size gönderilen mesajı ulaştır­
Haydi ey kavmim! Günahlarınız için on­ mış bulunuyorum. İmdi Rabbim (dilerse
dan af dileyin ve bilincinizi yenileyerek eğer), sizin yerinize başka bir toplum ge­
O'na yönelin (ki), sizin üzerinize gökten tirir ve (yokluğunuz nedeniyle) O'na hiç­
bol bol rahmet yağdırsın ve gücünüze güç bir zarar veremezsiniz: 72
çünkü benim
katsın; 69
ama (her şeyden önce) sizler gü­ Rabbim her şeyin denetimini elinde bu­
naha gömülerek yüz çevirmeyin!" lundurandır."
53 "Ey Hûd!" dediler, "Sen bize bir delil 58 Ve (cezalandırma) talimatımız geldi­
ile gelmedin. Sırf senin sözlerine kanıp ğinde, Hûd'u ve inançlarıyla onun yanın­
da ilâhlarımızı terk edecek değiliz. Yani, da yer alanları katımızdan bir rahmetle
bizden sana inanmamızı asla bekleme! kurtardık,- 73
dahası onları (âhiretin) ağır
54 'Seni ilâhlarımızdan kimileri fena ve berbat azabından halas ettik.
çarpmış' demekten başka sana söyleye­ 59 İşte böyleydi 'Âd kavmi: Rablerinin
cek hiçbir sözümüz yok!" mesajlarını reddettiler ve O'nun elçileri­
(Hûd) şöyle dedi: "Bakın, Allah şahidim ne karşı geldiler; üstelik her inatçı zorba­
olsun ve siz de şahit olun ki, (Allah'a) or­ nın yönetimine boyun eğdiler. 60 Sonuç­
tak koştuğunuz ilâhlarınızdan beriyim,- ta peşlerine, bu dünyada da kıyamette de
55 (tabii ki) Allah dışındaki... Haydi artık bir lanet takıldı.
topunuz bana tuzak kurun,- sonra da bana

68 Lafzen: "Siz, uyduruk tanrılar icat edenler­ re" olmasının zımni anlamı şudur: O istediği­
den başkası değilsiniz!" Peygamberler davet­ ni yapmaya gücü yettiği hâlde ilkeli davran­
leri sırasında, muhataplarının kişiliklerini de­ mıştır. Mesela bunlardan biri kendisi için rah­
ğil kötü eylemlerini hedef almışlardır. Paran­ meti ilke edinmesidir (73/En'âm: 54). Ya siz ey
tez içi açıklama, ibaredeki yan anlamı ortaya insanoğlu! Siz her açıdan yetersiz olduğunuz
çıkarma amacını taşımaktadır. hâlde neden ilkesiz bir hayat istiyorsunuz?
69 Midrâr, sadece "yağmur" değildir. "İnci" 72 Zımnen: Siz Allah için vazgeçilmez değil­
mânasına gelen durrî ile aynı köke aidiyeti siniz, fakat Allah sizin için vazgeçilmezdir. O
dikkate alındığında, insanın dahli olmadan hâlde Allah'ın sizi gözden çıkarmasından kor­
hazırlanmış olan her değerli ve etkili şeye de­ kun! Kendilerini vazgeçilmez sananların feci
lalet eder. akıbetini haber veren şu âyeti okuyup da titre­
70 Lafzen: "kâkülünü". Arap dilinde arsız memek mümkün mü: "Ne gök ağladı onlara,
hayvanların sahiplerinin kontrolü altında ol­ ne yer" (84/Duhân: 29; krş. 104/Nisâ: 133;
duğunu ifade eden deyimsel bir ibare. 92/Muhammed: 38).
71 Âlemlerin Rabbi'nin "sırat-ı müstakim üz- 73 Bkz. 54/Kamer: 19 ve 45/Hâkka: 6-8.
Unutmayın ki, Rablerini ısrarla inkâr su sen, bundan önce içimizde (hep) gele­
eden işte bu 'Âd idi. Unutmayın: Hûd'un cek vaat eden biriydin. 76
Şimdi kalkıp
kavmi 'Âd tarih sahnesinden işte böyle sen bizi atalarımızın kulluk ettiği şeylere
silindi. tapmaktan mı alıkoyacaksın? Ama şunu
iyi bil ki, biz senin davet ettiğin şeye da­
61 SEMUD'A ise soydaşları 74
Salih'i ir şüphe içindeyiz" demişlerdi; mütered­
(gönderdik). "Ey kavmim!" dedi, "Yalnız­ dit bir h â l d e . . . 77

ca Allah'a kulluk edin (zira) sizin ondan


;
63 "Ey kavmim!" dedi, "Düşünsenize
başka kulluk edeceğiniz bir ilâh yoktur. bir: ya ben Rabbimin katından gelen açık
Sizi topraktan inşa eden ve size orayı bir delile dayanıyorsam ve O bana katın­
imar etme yeteneği bahşeden O'dur. 75
O dan bir rahmet bahşetmişse? Eğer O'na
hâlde O'ndan günahlarınız için af dileyin isyan edersem, Allah'tan gelebilecek bir
ve artık bilincinizi yenileyerek O'na yö­ cezaya karşı bana kim yardım eder? O
nelin; çünkü benim Rabbim (kendisine takdirde siz, yıkımımı artırmaktan başka
dönene) çok yakındır, duaları kabul eden bir şey yapmamış olursunuz." 78

tek mercidir.
64 "İmdi ey kavmim! Allah'a ait olan bu
62 Onlar şöyle dediler: "Ey Sâlih! Doğru- dişi d e v e sizin için bir sembol kılınmış-
79

74 Lafzen: "kardeşleri". Yani: "Semud kavmi­ olan kentlerine atıf. Onların bu becerileri için
nin soydaşı olan". Buradaki "onlar" zamiri, krş. 56/A'râf: 74.
eğer adı daha önce geçen Nûh ve Hûd gibi pey­ 76 Hz. Sâlih üzerinden Hz. Peygamber'in
gamberlere bir atıf olarak anlaşılırsa, bu kan Mekke'deki saygın konumu dile getiriliyor.
kardeşliğinden daha çok iman kardeşliği şek­ Dün "el-Emîn" diye onu öven Mekke, ne ol­
linde anlaşılabilir. Fakat karşılaştırmalı bir muştu da bugün onu dövme ve ona sövme ya­
okuma bunu doğrulamamakta, zamirin Se­ rışına girmişti? Cevabı belliydi: Kötülerin iti­
mud toplumunu gösterdiğini ortaya koymak­ razı iyiye değil, aktif iyiye idi. Çünkü her iyi­
tadır. Çünkü helak olan kavimlerin peş peşe nin aktifleşince ilk yaptığı şey kötülükle mü­
yer aldığı A'râf, Hûd, Nemi ve Ankebût sûre­ cadeleydi (Bkz: 4/Müddessir: 2, not 2).
lerinde Hûd, Sâlih ve Şuayb peygamberlerin
77 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 65/İbra-
adları aminken ehahum geldiği hâlde, sıra
him: 9, not 12.
Lût'a geldiğinde bu ifade yer almaz (Krş:
56/A'râf: 80, 53/Neml: 54, 89/Ankebût: 28). 78 Bu âyet tevhidi zedeleyen tüm itikadı, ak­
Tarihi bilgilerimiz, Lut'un davet ettiği toplu­ li, fiili ve mistik sapmaların sadece sahih ima­
mun üyesi olmadığı yönündedir. Bu ifade Nûh nın yıkımına değil, aynı zamanda insanın iç
için de kullanılmaz, çünkü insanlık o zaman mimarisinin de tahribine yol açtığını beyan
henüz kavim ve kabilelere ayrılmamıştı. Eha­ eder. Bunu söyleyen insanı imar ve inşa eden
hum ifadesini "soydaşları" şeklindeki çeviri­ Allah ise, işte orada durmak gerektir.
mizin gerekçeleri bunlardır. Bunun tek istis­ 79 Lafzen: "Allah'ın devesi". Bu ifade tıpkı
nası olan Şu'arâ' 3'teki kullanım ve bunun beytullah (Allah'ın evi) ve bu âyette geçen 'ar-
açıklaması için 51/Şu'arâ: 161'in notuna bkz. dullah (Allah'ın arzı) gibi anlaşılmalıdır. Bu
son ikisi nasıl kamu malım ifade ediyorsa,
75 "II. 'Âd'" da denilen Semud'un, İslâm önce­
hakkında bir yığın mesnetsiz yorum yapılan
si Arap edebiyatmda efsaneleşen imar ve ba­
bu deve de kamu malını ifade eder. Etiyle ca­
yındırlık faaliyetine ve bir mimarlık harikası
nıyla bilinen bir devenin "bilinmeyen mucize-
tır. O hâlde bırakın da Allah'ın arzında ot­ yakalayıverdi de, kendi yurtlarında can­
lasın! Sakın ona kötülük yapayım deme­ sız donakaldılar; 68 sanki orada hiç yaşa­
yin! Sonra ânî bir azaba çarptırılırsınız." mamıştılar: 81
unutmayın ki, Rablerini ıs­
65 Buna rağmen, onu vahşice katlettiler. rarla inkâr edenler işte bu Semud idi;
Bunun üzerine (Sâlih) dedi ki: "Konakla­ unutmayın, Semud tarih sahnesinden
rınızda keyif sürme süreniz sadece üç böyle silindi. 82

gündür,- işte bu yalanlanması imkansız


bir tehdittir!" 69 VE doğrusu elçilerimiz İbrahim'e bir
muştu getirdiler ve "Selam sana!" dedi­
6 6 Kararlaştırdığımız vakit gelince, S a ­
ler. O da "Selam size!" diye mukabele et­
lih'i ve onun inancını paylaşan kimseleri
ti ve çok geçmeden önlerine kebap yapıl­
Rahmetimiz sayesinde kurtardık; dahası
mış bir buzağı çıkardı. 83
70 Fakat elleri­
(onları), O Bir Gün (yaşayacakları) utanç­
nin ona uzanmadığını görünce onları ya­
tan da (kurtarmış olduk).
dırgadı ve onlardan yana içini bir korku
Şüphesiz senin Rabbin var ya: işte O, eş­ ve endişe kapladı. 84

siz güç sahibidir, mutlak üstün ve yüce


Onlar dedi ki: "Endişeye mahal yok, çün­
olandır. 80

kü biz Lût kavmi için gönderildik!" 85

67 Derken, o zâlimleri (dehşetli) sayha

vî bir belge" [âyeten] olması, o deve üzerinden tenezzül buyurmayacağı hakikatini ifade eder.
yapılan sınavın azametine ve asla tahmin edi­ 81 Bkz. 56/A'râf: 92, not 72.
lemeyecek olan sonucuna işaret etse gerektir.
82 Lafzen: "Unutmayın, Semud böyle defedil­
Muhtemelen bu deveyi ayrıcalıklı kılan, onla­
di" (Bkz: 56/A'râf: 73, not 55).
rın varlıktaki ilâhî hiyerarşiye müdahale anla­
mına gelen sahte kutsallık icadı sayılabilecek 83 Krş. 87/Zâriyât: 28. Kur'an'ın çift kutuplu
uygulamalarıydı. Allah için hayvan kurban et­ yapısı gereği bu pasajda müjde ve belâ yan ya­
menin hikmeti de, ilâhî hiyerarşiye (merati- na. Adeta "her zorlukla birlikte bir kolaylık var
bü'l-vücûd) saygı taliminden başkası değildi idi" (6/Şerh: 5) âyetinin hayattaki delili gibi.
(Krş: 91/Hac: 36-37, notlar). Bu, 108/Mâide 84 Bu korku, klasik yorumda olduğu gibi on­
103'ten öğrendiğimiz Mekke ve çevresinde ların kim olduğunu anlamamaktan dolayı de­
yaygın olan bir geleneği andırır. Bu geleneğe ğildi. Aksine onların kimliğinin anlaşılması­
göre, özellik sahibi hayvanları önce adayarak nın verdiği endişeydi. Bu yüzden sözün deva­
sahte bir kutsallık kılıfı geçiriyorlar, bu süreç mı "biz meleğiz" diye değil "..biz Lût kavmi
o hayvanlara eza-cefaya dönüşerek ölüme ka­ için gönderildik" şeklinde geldi.
dar varabiliyordu. Bu geleneğin köklerinin Se- 85 Lût kavmi, bugünkü Lût Gölü'nün (Ölüde­
mud'a kadar uzandığını düşünebiliriz. niz) güneyinde yer alan Sodom, Gomore (Go-
80 Âyetin sonunda Rab için el-Kaviyy ve el- morra), Adma, Tseboim ve Bela şehirlerinin
'Azîz sıfatları birlikte kullanılmıştır. Yedi yer­ halklarını kapsar. Hz. Lût, Amcası Hz. İbra­
de bu iki sıfat Allah için birlikte kullanılır. him'in yanında bölgeye gelmiş, Erden havza­
Zaman açısından ilk kullanım, hicret önce­ sında hayvancılık yapmış, Sodomlu biriyle ev­
sinde indirilen bu sûredir. Beşi ise Medenî sû­ lenmiş ve bu şehirlere peygamber gönderil­
relerde yer alır. el-Kaviyy Allah'ın sonsuz ve miştir. Ahlâkî bir çöküş yaşayan kavim ara­
mutlak gücünü, ei-'Aziz O'nun bu gücü kulla­ sında eşcinsellik yaygındır. Hz. Lut'un ısrarlı
rına haksızlık ve zulüm yönünde kullanmaya davetine bir avuç insan dışında karşılık ver-
71 Karısı ise ayakta duruyordu; derken kavmi konusunda bize ısrarla yalvarma­
hayız alameti hissetti. 86
İşte bu şekilde ya başladı,- 88
75 çünkü İbrahim, hep ya­
Biz o kadına Ishak'ı müjdeledik; üstelik
87
nık bir yürekle ah edip Allah'a iltica eden
Ishak'ın ardından da (onun oğlu) Yakub'u biriydi. 89

(müjdeledik). 76 (Elçilerimiz): "Ey İbrahim, bundan


72 "Ah benim dertli başım! Ben yaşlı bir vazgeç! Gerçek şu ki, Rabbinin kesin ta­
kadın şu kocam da bir piri fânî olduğu limatı gelmiştir: artık onlar geri dönül­
hâlde, ben çocuk doğuracağım ha? Bu mez bir cezaya çarptırıldılar!" dedi.
gerçekten de çok garip bir şey!" dedi. 77 Ve elçilerimiz Lût'a gelince, 90
onları
73 Onlar "Sen Allah'ın emrini garip mi korumaya güç yetiremeyeceğini 91
düşü­
karşılıyorsun?" dediler; "Allah'ın rahme­ nerek derin bir endişeye kapıldı ve "Bu­
ti ve bereketi sizin üzerinize olsun ey hâ­ gün belâlı bir gün olacak!" dedi.
ne halkı, kuşku yok ki O'dur hamde en 78 Nitekim kavmi ona doğru çıldırmışça-
lâyık olan, O'dur yüceler yücesi!" sma seğirttiler,- zaten daha önceden de o
74 Sonunda İbrahim'in endişesi geçip de kötülüğü işleyip duruyorlardı. (Lût) "Ey
92

müjde kendisine ulaşınca, (bu kez de) Lût kavmim! İşte kızlarım, onlar sizin için

meyen kavim sonunda helak olmuştur. Son "meleklerimizle tartıştı" şeklinde açıklarlar.
araştırmalar, Lût Gölü'nün "Lisân" (dil) adı Esed, hiçbir gerekçe göstermeden bu ifadeye
verilen güney ucunun bir fay hattıyla ikiye ay­ "Bize yakarmaya başladı" anlamı verir. Terci­
rıldığını, karanın uzantısı olan parçanın yak­ himiz, yucâdilunâ'nm "bir şeyde ısrar etmek,
laşık 40 metre çöktüğünü, fay hattının kuzey direnmek" kök anlamına dayanır. Bir sonraki
tarafının derinliğinin ise yüzlerce metreyi bul­ âyet ise bu tercihin doğruluğunu pekiştirir.
duğunu ortaya çıkarmıştır. Helak olan kavim­ Hz. İbrahim'in Rabbi tarafından 'tartışma'ya
lerin çöken bu sığ tabaka üzerinde yaşadıkları yakın bir ısrar olarak nitelenen bu yalvarışını,
tahmin edilmektedir. Eski Ahid ayrıntısıyla aktarır (TeJcvin 18:23¬
32). Parantez içi açıklama, endişesinin yersiz­
86 Veya: "..haber üzerine gülmeye başladı".
liğini anlayan Hz. İbrahim'in bu kez de onlar
Tercihimiz ed-dahik'm "inkişaf, uyanma, ol­
adına 'şefaatte' bulunmaya kalkmasını ifade
gunlaşma ve buluğ" anlamından dolayıdır
içindir.
[Mekâyîs]. Allame Tabatabâi de bu mânayı
tercih etmiştir (Bkz: el-Mîzân). Aşağı aldığı­ 89 Bir sonraki âyet, Hz. İbrahim'in ısrarlı ya­
mız yaygın mâna olan "gülmeye başladı" da karışının kabul edilmediğini söylüyor. Buna
muhtemel olmakla birlikte, tercihimiz olay rağmen Hz. İbrahim'in bu ısrarının gerekçesi
örgüsüyle daha bir uyumludur. veriliyor: yanık yüreklilik ve şefkat. İsteği red­
dederken isteyeni övme üslûbu, vahyin muha­
87 Müjde Sâre'ye verildi, çünkü çocuk hasre­
tabında mümeyyiz bir akıl inşa etme amacıy­
tini o çekiyordu. Zira Hz. İbrahim'in Ha-
la açıklanabilir.
cer'den bir oğlu vardı.
90 "Soydaşları" nitelemesinin neden olmadı­
88 Lafzen: "Bizimle tartışmaya.." Kelimenin
ğıyla ilgili bkz. âyet 61, not 74.
kipi (şimdiki zaman) bu bağlamda aykırılık
teşkil eder [Keşşaf]. Bizce sırf bu dilsel gerekçe 91 Ve dâka bihim zer'an: Türkçe'deki karşılı­
dahi, yucâdilunâ'nm "tartışma, çekişme" an­ ğı "eli ermedi, gücü yetmedi" olan bir deyim.
lamı yanında daha farklı bir vurgu taşıdığını 92 Lût kavminin cinsel tercihleri, hem ahlâkî
gösterir. Müfessirler serbest bir yaklaşımla hem fıtrî açıdan mâhkum edilmişti.
daha temiz! Artık Allah'tan korkun da ki onların vâdesi bu sabah doluyor: (za­
konuklarıma karşı beni mahcup etme­ ten) sabah yakın değil m i ? " 9 6

yin; aranızda hiç mi aklı başında biri 82 Sonunda emrimizin (infaz) vakti geldi,
yok?" dedi. 93
oranın altını üstüne getirdik ve o coğraf­
79 Dediler ki: "Sen de iyi biliyorsun ki yanın üzerine püskürtü hâlinde 97
akkor
bizim senin kızlarında gözümüz yok; as­ balçıktan taşlar yağdırdık,- 98
83 Rabbin
lında sen çok iyi biliyorsun bizim ne iste­ tarafından hedefi belirlenmiş (taşlar)... 99

diğimizi!" O taşlar ki, zalimlerin başlarından hiç de

80 (Lut): "Ah, keşke size karşı koyacak uzak değildi.


gücüm ya da sırtımı yaslayacağım sağlam
bir dayanak olsaydı!" dedi. 84 M E D Y E N ' e 100
de soydaşları 101
Şuayb'i
gönderdik. "Ey kavmim!" dedi, "Yalnız­
81 (Elçilerimiz]: "Ey Lût!" dediler, "Biz
ca Allah'a kulluk edin! (Zira) sizin, ondan
Rabbinin elçileriyiz,- onlar sana asla ilişe-
başka kulluk edeceğiniz bir ilâh yoktur.
meyecekler! Artık gecenin bir vaktinde
Bir de eksik ölçüp t a r t m a y ı n ! 102
Her ne
(iman) ailenle birlikte yola k o y u l ! 94
Siz­
kadar sizi şimdi refah içinde görüyorsam
den hiç kimsenin gözü arkada kalmasın;
da, yine de ben sizi çepeçevre kuşatacak
tabii ki karın hariç: çünkü ötekilerin akı­
bir Günün gazabından korkuyorum! 85
beti onun da başına gelecektir. Unutma95

Bu nedenle ey kavmim, ölçüde ve tartıda

93 Hz. Lût'un burada yer alan çağırışının ama­ na bir cevap teşkil ettiği anlaşılmaktadır.
cı bellidir: Eşcinsel ilişkiyi dışlayıp doğal ola­ Hz. Nuh'un oğlundan sonra, Nebi'nin saçları­
na davet. Bazı müfessirler şu yorumu yapar: nı ağartan bir aile dramı daha.
"İşte kızlarım.." ile gönderildiği kavmin kız­
97 Mendûd: "biteviye, birbiri ardınca, kürem
larını kastetmiştir, zira peygamberler gönde­ kürem". Muhtemelen bununla bir lav püskür-
rildikleri kavimlerin babası hükmündedirler. tüsü tasvir edilmektedir.
Bu zorlamadır. Âyet, Şu'arâ 166 ve bir sonraki
98 Siccîİin "balçıktan taş" ya da "taşlaşmış
79. âyet ışığında "İşte kızlarım, onlarla meşru
balçık" anlamı için krş. 87/Zâriyât: 34. Bugün
olarak evlenin!" mânasında anlaşılmalıdır.
bölgede bolca bulunan yanmış sülfür taşları,
94 Hz. Lût'un inkarcı eşine atıf yapılmaksızın ilâhî afetin canlı şahidi olarak varlıklarını mu­
"aile"nin mücerret olarak kullanıldığı yer için hafaza etmektedirler. Helakin bir yanardağ
bkz. 54/Kamer: 34. püskürmesi ile gerçekleştiğinin kanıtı budur.
95 Hz. Lût'un karısı Sodom'un yerlisiydi, ken­ 99 Musevvemeten: "belirli, işaretli". Hedefin
disi ise Mezopotamya asıllı bir göçmendi. Ka­ Allah tarafından belirlendiğini ve taş balçık
rısı hakkı ve haklıyı destekleyeceği yerde karışımı bu püskürtünün hedefe kilitlendiğini
hemşerilik gayretine düştü ve bu onun helaki­ ifade eden bir kelime.
ne yol açtı. 100 Medyen ve Hz. Şuayb için bkz. 56/A'râf:
96 Son cümlenin, azgın kavmin gün ağarınca 85, not 65.
helak olacağını haber veren elçilere Hz. 101 Bkz. âyet 61, not 74.
lût'un "Şimdi mi?" sorusu üzerine, onların 102 Tüm peygamberlerin davetinin ekseni bu­
verdiği cevap olduğu nakledilir (Ferrâ). Fakat rada olduğu gibi ikidir: Tevhid ve adalet. Bu
âyetin son cümlesinin, Hz. Lût'un, azgın kav­ son cümleden Medyen'in de Mekke gibi tica­
min "hemen, şimdi" cezalandırılması arzusu- ret merkezi olduğu anlaşılıyor.
adaleti tam gözetiri; ve insanları hakları Allah'a bağlıdır: sadece O'na dayanıp gü­
olan şeylerden yoksun bırakmayın; 103
ve vendim ve yalnızca O'na y ö n e l d i m . 107

kötülüğü yaygınlaştırarak yeryüzünde 89 "Dahası ey kavmim, benimle yolları­


ahlâkî çürümeye meydan vermeyin! 86 nızı ayırmanız sakın sizin günahta ısrarı­
Allah'ın size bıraktığı sizin için daha ha­ nıza yol a ç m a s ı n ! 108
Yoksa Nûh kavmi­
yırlıdır; tabii ki eğer O'na inanıyorsamz? nin, Hûd kavminin, ya da Sâlih kavminin
Zira ben sizin korumanız değilim!" başına gelenlerin benzeri sizin de başını­
87 "Ey Şuayb!" dediler, "Atalarımızın za gelebilir. Kaldı ki Lût kavmi sizden
taptıklarını, ya da mallarımız üzerinde pek de uzakta sayılmaz. 90 Haydi, günah­
keyfimizce tasarrufta bulunmayı terk et­ larınız için Rabbinizden af dileyin ve ar­
memizi, senin salât'm mı emretmekte­ dından bilinçlerinizi yenileyerek O'na
dir? 104
Oysa ki (bizce) sen oldukça uyum­ yönelin! Unutmayın ki benim Rabbim
lu ve akıllı bir a d a m s ı n ! " 105
çok merhametli davranır: O hem sever
88 "Ey kavmim!" dedi, "Düşünsenize hem de sevilmeyi i s t e r ! " 109

bir: ya ben Rabbimin katından gelen açık 91 "Ey Şuayb!" dediler, "Senin söyledik­
bir delile dayanıyorsam,- ve O beni kendi lerinden bir çoğunu anlamıyoruz,- üstelik
katından güzel bir rızıkla rızıklandırmış- biz, aramızdaki konumunun ne kadar za­
sa? Hem sizi sakındırdığım konulara gir­ yıf olduğunun da farkındayız: eğer ai­
m e m sadece size muhalefet etme arzum­ leni den hatmnı saydıklarımız) olmasay­
dan kaynaklanmıyor. 106
Aksine tüm ar­ dı, 1 1 0
seni mutlaka taşa tutardık; zira sen
zum, gücümün yettiğince düzeltmeye ça­ bizden hiç de güçlü ve üstün değilsin." 111

lışmaktan ibarettir. Başarım ise yalnızca 92 (Şuayb) "Ey kavmim!" dedi, "Sizin

103 Bkz. 56/A'râf: 85, not 65. meyen uyumsuz bir anlam elde edilmektedir.
104 Veya: "..davetin mi.." Ya da 108/Mâide: Çevirimiz lafız ve mânâ ile birlikte, Hz. Şu­
57 ışığında: "dinin mi.." İbn Atıyye, tefsirinde ayb'in mücadelesinin maksadını da gözeten
meçhul bir raviye atıfla buradaki salat sözcü­ bir yaklaşıma dayanır.
ğünün "namaz, kıraat, ibadethane, davet" gibi 107 Hz. Peygamber bu etkili hitabetinden do­
dört anlama da gelebileceğini, bunlardan bi­ layı Hz. Şuayb'e "peygamberlerin hatibi" sıfa­
rinci ve dördüncüsünün gerçeğe en yakın gö­ tını verecektir.
rüş olduğunu söyler [el-Muharraru'1-Veciz-, ay­
108 Pekiştirme edatı olarak kullanılan nun'un
rıca bkz. 108/Mâide: 106). Namazın kötülük­
katkısı çeviriye "ısrar" olarak yansımıştır.
ten alıkoyduğu hatırlanacak olursa, buradaki
salat doğrudan namaz olarak da anlaşılabilir. 109 Vedûd, dil yapısı gereği hem "seven" hem
de "sevilen" anlamına gelir. Feûl kalıbı hem
105 Bir sonraki âyette Hz. Şuayb'in verdiği ce­
etken hem de edilgendir. Yani Allah sever ve
vaptan onların "akıllı" olmakla, yaptıkları ti­
sevgi ister. Sevginin çift yönlülüğünü göster­
cari sahtekarlığın gerekçesi olarak "iş bitirici"
mesi açısından hayli manidardır.
olmayı kasdettikleri anlaşılıyor.
110 Parantez içi açıklama, bir sonraki âyetin
106 Bu cümle "sizi sakındırdığım konuları, si­
sarih beyanına dayanmaktadır.
zin hilafınıza yapmak istiyor değilim" şeklin­
de de çevrilebilir. Fakat bu çeviride, hem uhâ- 111 İmana karşı güç, söze karşı kaba kuvvet,
lifekum kelimesi yerine tam oturmamakta, davete karşı şiddet: Küfrün çağlar üstü tabiatı­
hem de bir somaki cümlenin anlamıyla örtüş- na dair bir misal.
nezdinizde ailemin hatırı Allah'ın hatı­ yurtlarında cansız donakaldılar: 95 sanki
rından daha mı üstün ki, O'nu arkaya atı­ onlar orada hiç yaşamamıştılar. 115

lacak 112
biri gibi telakki ediyorsunuz? El­ Unutmayınız: Medyen tarih sahnesin­
bette Rabbim sizi yapıp ettiklerinizle ku- den, tıpkı Semud'un silindiği gibi silindi.
şatacaktır!" 113

93 "Ve ey kavmim! Siz kendinize yakışa­ 96 DOĞRUSU Biz Musa'yı da, âyetleri­
nı yapınız,- şunu iyi biliniz ki ben de (ken­ mizle ve kesin bir yetkiyle 97 Firavun'a
dime yakışanı) yapmaktayım. Zamanı ve onun yönetici seçkinlerine göndermiş­
gelince, alçaltıcı cezaya kimin çarptırıla­ tik. Fakat onlar Firavun'un yönetimine
cağını ve yalancının kim olduğunu öğre­ boyun eğdiler. Ne ki firavun)laşmış) bir
neceksiniz. Siz de gözetleyin, unutmayın yönetimin, sağduyulu olması mümkün
ki ben sizinle birlikte zaten gözetlemek­ değildi. 116
98 O, Kıyamet Günü ( d e ) 117

teyim." kavminin önüne düşecek ve onları ateşe


sürecek: sürüldükleri yer ne berbat bir
94 Derken emrimizin (infaz) vakti geldi:
y e r ! us
Şuayb'i ve onunla aynı inancı paylaşan
kimseleri katımızdan bir rahmet sayesin­ 99 Sonuçta peşlerine burada da bir lanet
de kurtardık, zulme gömülüp gidenleri takıldı, Kıyamet Günü'nde de... Pay da,
malum s a y h a 114
ansızın yakalayıverdi; öz pay verilen de ne fenadır! 119

112 Yani: "dikkate alınmayacak" (Krş: 40/Fur- 118 Vird, "girmek, sürmek" mânasına gelir.
kan: 55). Allah'ı dikkate almakla ilgili bkz. Bu âyette "sürüyü sulamak için suya sürme"
98/Âl-i Imran: 30. işlemini ifade eder (Taberî ve Zemahşerî). Fi­
113 Ya da: "Yapıp ettiklerinizi (ilmiyle) kuşa- ravun'un sürüleştirici yönetim modelinin fe­
tacaktır". Fakat bu mânaya takdiri bir ilave ile nalığını îmâ eden bu ibare, onun zalim yöne­
ulaşılmaktadır. Biz usulümüz gereği bundan timinde sürü olmayı kabullenenlerin fena akı­
azami oranda kaçındık. Tercihimiz bâ'mn ge­ betine bir atıftır. Aynı kökten türetilmiş üç
rekçe vurgusuna dayanmaktadır. ayrı formun kullanıldığı âyette bu kelime ki­
naye olarak kullanılır. Yani Firavun, sürüleş-
114 Bu sayhanın içeriğini yansıtan racfeh ile
tirdiği kitleyi sulama bahanesiyle ateşe sürük­
ilgili bir açıklama için bkz. 56/A'râf: 78, not
lemektedir. Bu âyetten, Firavun'un sürüsü ol­
60. Sayha, işiteni çıldırtan dehşetli bir ses.
mayı kabullenenlerin Allah tarafından mazur
Zımnen: Vahyin çağrısına kulak tıkayanlar,
görülmediği anlaşılır. Onlar dünyada sürü ol­
gün gelir belânın çıldırtan sesiyle uyanırlar,
mayı kabullenmekle, kıyamette ateşe sürül­
fakat iş işten geçer.
meyi hak etmiş olmaktadırlar.
115 Benzer bir ibare ve açıklaması için bkz.
56/A'râf: 92. 119 Son cümleyi krş. Âd kavminin helakini
anlatan pasajın son âyeti olan 60. âyet. Bu ve
116 Nefyin haberi bâ ile gelirse imkan ve/ve­
bir önceki âyetin sonlarında yer alan kınama
ya ihtimal yokluğuna delalet eder. İkinci Fira­
cümleleri, aslında anlamı olumlu olan el-vird
vun isminin yerinde zamir kullanılmayıp is­
ve er-rifd gibi kelimelerle inşa edilmesine kar­
min ikinci kez gelmesi, birincisinde Fira­
şın, "kötü, berbat, fena" anlamındaki bi'se
vun'un kişiliğine, ikincisinde Firavun'un mis­
kullanılarak kinayeten olumsuz anlama taşın­
yonuna bir atıf olarak yorumlanabilir. Zım­
mıştır. Amaç, olayın kahramanlarındaki iç çe­
nen: Her despot yönetim firavuncadır.
lişkiye ve çıkış noktasıyla varış noktası ara­
117 Tıpkı dünyada olduğu gibi. sındaki vahim farka dikkat çekmektir.
100 B Ü T Ü N bu kıssasını sana anlattıkla­ ki o gün tüm insanlığın toplandığı bir
rımız, (bilinen) kentlerin (acı) hikayele­ gündür; dahası her şeyin ortaya serildiği
rinden bir kısmıdır: onlardan (geriye) ka­ bir gündür. 104 Ve o günü Biz, ancak sa­
lıntı bırakan da var, hasat edilmiş tarlalar yısı (Bize malum) bir süreye kadar ertele­
gibi yerinde yeller esen de... 101 Ama on­ riz. 105 O gün geldiğinde, hiçbir kimse
lara zulmeden Biz değildik, lâkin onlar O'nun izni olmadan savunma yapa­
kendi kendilerine zulmettiler. Dahası maz: 1 2 0
sonuçta onlardan kimileri bed­
Rablerinin (helak) emri geldiğinde, Allah baht, kimileri de bahtiyar olur.
dışında yalvarıp yakardıkları ilâhları on­ 106 Artık bedbaht olan kimselerin mekânı
ların başından hiçbir şeyi savamadı,- üste­ ateş olacaktn: onlar orada âh-u figân ede­
lik bunlar, kendi çöküşlerini hızlandır­ cekler. 107 Rabbin aksini dilemedikçe,
maktan başka bir işe de yaramadı. gökler ve yer orada durduğu sürece onlar da
102 Ve senin Rabbin, kentleri cezalandır­ orada kalmayı sürdürecekler: 121
Unutma ki
mak istediği zaman işte böyle cezalandı­ senin Rabbin dilediğini yapan (Allah)tır.
rır,- ki onlar zulmetmiştiler: hiç şüphesiz 108 Ve bahtiyar olanlara gelince: işte on­
O'nun cezalandırması çok can yakıcı, lar da Rabbin aksini dilemedikçe, gökler
pek dehşet vericidir. ve yer orada durduğu sürece içerisinde
103 Kuşkusuz bunda, âhiret azabından yerleşip kalacaklar: kesintisiz bir bağış
korkanların alacağı derin ibretler vardır: olarak!.. 122

120 Bu ifade ilâhî mahkemede kişinin kendi­ Ali, İbn Abbas, Abdullah b. Amr, Cabir b. Ab­
sini savunma hakkının olmadığına değil, Al­ dullah, tabiinden Şa'bi, mutasavvıf Mevlana
lah'ın mutlak otoritesine bir atıftır. Her insa­ Celaleddin er-Rumi (672/1273), İbnu'l-Vezir
na kesinlikle savunma hakkı tanınacaktır (840/1436), çağdaşlarımızdan Musa Carullah
(74/Nahl: 84, 111; 41/Rahmân: 39; 35/Mûrse- ve İsmail Hakkı İzmirli de aynı görüştedir (Y.
lât: 36). Sâd 59-64, suçluların kendi aralarında­ Ş. Yavuz, DİA, Azap md. IV, 305; B. Topaloğ-
ki tartışmalarını dile getirir. lu, Cehennem md. VII, 231-232). Taberî, bu
âyetin tefsirinde yukarıda adı geçen sahabile-
121 Bu ve buna benzeyen En'âm 128, Hûd
rin ve tabiin otoritelerinin içerisinde huld
106-108, Nebe 23 gibi âyetlerden yola çıkan
(Bkz: 94/Bakara: 39, not 69) ve ebed geçen tüm
bazı otoriteler, cehennem azabının uzun süre
âyetlerin bu âyetle tahsis edildiğini savunduk­
devam ettikten soma sona ereceği görüşüne
larını dile getirir. Âlemin sonsuzluğu düşün­
varmışlardır. Sahabeden Hz. Ömer, Abdullah
cesini başta Gazzali olmak üzere hemen tüm
b. Mes'ud, Ebu Hüreyre, Ebu Said el-Hudrî ve
İslâm kelamcıları küfür olarak görmüşlerdir.
daha başkaları; tabiinden Abd b. Humeyd, İs­
Âyete dönecek olursak: bu âyetin gaybi birer
hak b. Rahuye, Hasan el-Basrî, Hammad b. Se­
hakikat olan cennet ve cehennemin sonsuz-
leme gibi otoriteler de aynı görüştedirler (İbn
luk-sonluluk tartışmalarıyla doğrudan bir ilgi­
Kayyım, Hadi'l-Ervâh ilâ biladi'l-Efrâh, Dı-
si olmasa gerektir. Verili âlemde en uzun
maşk, 1419, s. 490-491). Taberî (ö. 310/922) de
ömürlü nesneler yer ve göklerdir. İnsan tasav­
aynı görüşü işler (Tefsir). Cennet ve Cehen­
vurunun lâyıkıyla algılamaktan aciz olduğu
nem konusundaki en çaplı eserlerden birine
âhiret hayatının uzunluğu, insanın bilip tanı­
imza atmış olan İbn Kayyım el-Cevziyye (ö.
dığı en uzun ömürlü nesneler üzerinden anla­
751/1350) bu görüşü hocası İbn Teymiyye
tılmaktadır. Elbette Allah en doğrusunu bilir.
(727/1328) ve daha başkalarından nakleder
(ay). Yukarıdakilere ilaveten sahabeden Hz. 122 Kur'an'daki göndermelere bakarak cennet
109 ARTIK, şu adamların (neye) taptıkla­ ol ki Rabbin, onların her birine yaptıkla­
rından hiçbir kuşkun o l m a s ı n : 123
onlar, rının karşılığını tastamam ödeyecektir.
önceki atalarının kulluk ettiklerinden Unutma ki O, yaptıkları her şeyden ha­
başkasına kulluk etmiyorlar. Şu var ki berdardır.
Biz, onların payına düşeni hiç eksiksiz 112 Şu hâlde emrolunduğun gibi dosdoğ­
ödeyeceğiz. 124
ru ol! Ve seninle birlikte yürümek için
110 Doğrusu Biz Musa'ya da kitap ver­ sana uyanlar da (aynı yolu t u t s u n l a r ) ! 127

miştik ve onda da ayrılığa düşmüşlerdi: Asla sınırı aşmayın! Unutmayın ki O


Ne ki eğer Rabbin tarafından daha önce­ yaptığınız her şeyin farkındadır!
den bir yasaya bağlanmamış olsaydı, on­
113 Zulmedenlere en ufak bir eğilim dâ­
ların kendi aralarında (daha başından) hü­
hi göstermeyin! 128
Soma ateş size de do­
küm verilip iş bitirilirdi. 125
Çünkü, (tıpkı
kunur. 129
Sizin Allah'tan başka yardımcı­
Mekkeliler gibi) onlar da onun hakkında
nız da olmadığına göre, sonra büsbütün
önce şüpheye düştüler, nihayet (şüphele­
yardımsız kalırsınız.
rinden de) kuşku duydular. 126
111 Emin

ve cehennemin bu dünyada kurulacağı söyle­ lah'ın hakkına tecavüze yeltenseler de, Allah
nebilir. Bazı müfessirler bu âyettekilerin, için­ onların haklarını tastamam verecek. Onlar
de yaşadığımız yer ve gökler değil âhirete ait Rablerinin hukukunu gözetmeseler de, Rable-
yer ve gökler olduğunu dile getirirler. Fakat, ri onların hukukunu gözetecektir. Ne ki so­
söz konusu yer ve göklerin şu anda içinde ya­ nuçta kula, eşyaya ve benliğe kul olma yönün­
şadığımız yer ve göklerin değiştirilmiş biçimi deki yanlış tercihleri akıbetlerini belirleye­
olacağı İbrahim 48'de dile getirilmektedir (Bu cektir. Dünyevi haz uğruna gösterdikleri tüm
konudaki itirazlara verilmiş bir cevap için çabaların karşılığı yine bu dünyada verildiğin­
bkz. İbn Teymiyye, et-Tefsiru'l-KebîrV, 51). den, âhirette onların hiç bir payı kalmayacak­
tır (Krş: âyet 15-16).
123 Muhtemelen bu ibare, kendilerine "Siz
Allah yerine putlara tapıyorsunuz" denilince, 125 Benzer bir ibare için bkz. 69/Yûnus: 19.
onların yaptığı "Biz bunlara sadece bizi Al­ 126 Veya: "..şüphelerinden kuşku duyacak bir
lah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz!" hâle geldiler." Rayb'm "ya doğruysa" kaygısı
(Krş: 77/Zümer: 3) savunmasını geçersiz kıl­ içeren bir kuşku olduğuna dayanarak (Bkz:
mayı amaçlamaktadır. Yani onlar Allah'ı baş Tevbe: 114/110, not 140).
tanrı addedip tüm putları O'na ulaşma aracı
127 İbaredeki bağlaç ümmetin dini ikame hu­
kıldıklarını söyleyerek kendilerini savunsalar
susunda bir bütün olarak 'masum' olduğunu
da, bu tavrın, onların Allah adına aracı tayin
ifade eder. Atfın aralıksız iki bitişik zamir
yetkisini kendilerinde görmek, dolayısıyla da
üzerine yapılmış olması ümmetin gerek isti­
"kendi nevalarını ilâh edinmek" (85/Câsiye:
kameti konusunda, gerekse Allah'ın emri ve
23) anlamına geldiği açıktır. Çünkü böyle bir
hitabına muhatap olması hususunda risalet
davranış, "tanrı atama yetkisini" kendilerinde
ile olan kopmaz bağını veciz bir şekilde ifade
vehmettiklerinin göstergesidir. Bu vehim, on­
eder.
ların tüm savunmalarını boşa çıkarmaktadır.
128 er-Rukûn-, "hafif eğilim" demektir. Çevi­
124 Bu ifade, İbn Abbas tarafından kinaye yo­
riye bu mâna "en ufak" olarak yansımıştır.
luyla tehdit olarak algılanmamıştır. Yani, on­
lar Allah'a ait olanı O'nun dışındaki ve aşağı 129 Zira zulüm ateş, zalim ise o ateşin ocağı­
değerde varlıklara yakıştırmak suretiyle Al- dır: zalime yaklaşmak ateşe yaklaşmaktır.
Nüzul: 70 Mushaf: 11 t ^ ^ t , 70/HÛD SÛRESİ 449

114 Gündüzün iki eteğinde ve gecenin cı dünyevî zevklerin peşine takıldılar ve


gündüze yakın vakitlerinde namazı ika­ günaha gömülüp gittiler.
me e t ! 1 3 0
Unutma ki iyilikler kötülükleri 117 Değilse, senin Rabbin halkı (birbirle­
giderir: 131
işte bu, öğüt alacaklara bir ha­ rine karşı) doğru dürüst davrandığı süre­
tırlatmadır. ce, (sadece) sapık inançları y ü z ü n d e n 134

115 Ve diren: unutma ki Allah iyilerin uygarlıkları helak e t m e z . 135


118 Zaten,
hak ettiği karşılığı asla zayi etmez! eğer Rabbin dileseydi insanlığın tamamı­
nı tek bir ümmet yapıverirdi. (O bunu di­
116 KEŞKE çıksaydı, ama ne yazık k i 1 3 2
lemediği içindir ki) onlar, farklı görüşler
sizden önceki nesiller arasından, kendile­ benimseye gelmişlerdir. 119 Tabii ki
rini kurtardığımız bir azınlık dışında, Rabbinin rahmetiyle (yol gösterdiği) kim­
yeryüzünde toplumsal çürümeye karşı seler hariç. Oysa ki O, (tüm insanları) bu
direnen akıllı ve erdemli kimseler çıkma­ (rahmete nail olmak) için y a r a t t ı . 136

dı. 1 3 3
Zulme eğilimli çoğunluksa, ayartı-

130 Bu âyet namazın vakit sayısının beş oldu­ ralına dönüşecek olan Ferrâ'nm açıklamasına
ğunun dilsel delilidir. "Güdüzün iki eteğinde" dayanmaktadır (Ma 'âni '1-Kur'an).
ifadesinin iki vakte tekabül ettiği açıktır. 133 İbarenin bu anlamı için bkz. Taberî ve Ze­
"Gecenin gündüze yakın vakitlerinde" diye mahşerî.
çevirdiğimiz ibaredeki zulefen, "gecenin gün­
134 Buradaki bi-zulmin ibaresini bir çok dil ve
düze sarkan saatleri ve gündüzün geceye sar­
tefsir otoritesi "şirk, küfür" gibi sapık inanç
kan saatleri" için kullanılır [Lisân). Kelime
olarak açıklamışlardır (Bkz: Ferrâ, Taberî; Râ­
olarak çoğul kipindedir ve dilde çoğulun alt sı­
zî). Parantez içi açıklama için Taberî'nin yoru­
nırı üçtür (zira Arapça'da ayrı bir tesniye for­
mu esas alınmıştır.
mu vardır). Buna göre, bu âyette beş vakitten
söz edildiği dilsel bir sonuçtur. Tartışılabilir 135 Krş. 67/Kasas: 59.
olan, bu âyette kaç vakte atıf yapıldığı değil, 136 İbn Abbas, Mücahid, Katade ve Dahhak
hangi vakitlere atıf yapıldığıdır. Beş vaktin za­ "bunun için" anlamındaki lizalike'yi "rahmet
manları ve namazın diğer ayrıntıları, Hz. Pey­ için" şeklinde anlamışlardır (Taberî). Âyetin
gamber'in uygulamalarıyla sabittir. On binler­ bağlamı olan bir önceki âyetin, ibarenin önün­
ce insan bu uygulamaları nesilden nesile taşı­ deki ve arkasındaki cümlelerin onayladığı çe­
mıştır. Âyetten de çıkartılacağı gibi, Hz. Pey­ virimiz bu yoruma dayanmaktadır. Bu ibare­
gamber "gündüzün iki eteğini" öğle ve ikindi, nin alternatif bir anlamı şöyle olabilir: "Oysa
"gecenin gündüze yakın vakitlerini" de ak­ ki O, (tüm insanları) bu (farklı görüşleri doğu­
şam, yatsı ve sabah olarak uygulamıştır. ran iradeyi gerçekleştirmek) için yarattı." Ni­
131 Seyyiât ile benzer anlama gelen zunûb tekim Hasan, Ata, A'meş ve Malik'ten bu
arasındaki fark şudur: Birincisi bir kötülüğü yönde bir yorum nakledilmiştir (Taberî). Ne
istemek ya da bir yasağı çiğnemek, ikincisi ki bu yorum âyetin bağlamıyla, özellikle de
ilâhî bir emri terk etmektir. Hz. Peygamber'in İlâhî rahmetin eriştiği kimseleri istisna tutan
günahları büyük ve küçük olarak sınıflandır­ âyetin ilk cümlesiyle uyuşmamaktadır. Terci­
ması, özünde Kur'an'a dayanmaktadır (Bkz: himizin yukarıda lafız ve mâna ile ilgili gerek­
104/Nisâ: 31 ve 26/Necm: 32). çelerini sıraladık. Maksat açısından da bu böy­
ledir. Çünkü rahmet insan varlığının, hatta
132 Fe-lev lâ kâne: "Keşke öyle olsaydı, ama
tüm yaratılışın ilk illeti mesabesindedir ve bu
olmadı" şeklindeki çevirimiz, bir belagat ku-
450 70/HÛD SÛRESİ t h r ~ ^ , Nüzul: 70 Mushaf: 11

Ne ki, (rahmete ısrarla sırt çevirenler maktadır.


için de) Rabbinin, "Andolsun ki Ben Ce­ 121 İnanmamakta ısrar edenlere ise de
hennemi bütünüyle görünmeyen ve gö­ ki: "Siz, kendinize yakışanı yapınız,
rünen tüm iradeli varlıkların (kötüleriy- unutmayın ki biz bize yakışanı yapmak­
le) tıka basa dolduracağım" sözü, elbet tayız: 122 ve bekleyiniz, iyi bilin ki biz
gerçekleşmiş o l a c a k t ı r . 137
zaten beklemekteyiz.
123 Göklerin ve yerin gizli gerçekleri Al­
120 BAK, elçilerin haberlerinden senin lah'a aittir,- ve sonunda her iş döner dola­
gönlünü 138
takviye edecek olan kısmını şır Allah'ın (dediğine) varır: şu hâlde yal­
sana aktarmış bulunuyoruz. Bu haberle­
nız O'na kul ol ve O'na güvenip dayan;
rin içerisinde, hem sana hakikat hem de
zira senin Rabbin yaptıklarınız karşısın­
mü'minlere bir öğüt ve uyarı ulaşmış ol-
da asla duyarsız kalmaz.

nedenle de kendi dışındaki her şeyi kuşatıcı­ rin iç dünyada yaptığı ilk etkiyi ifade eder.
dır: "Rahmetim her şeyi kuşatmıştır" Esasen fe'd kökü, "ateşli hastalık, şiddetli
(56/A'râf: 156). Ayrıca Hz. Peygamber de ilâhî ateş, et kızartma" anlamına gelmektedir [Me­
rahmeti böyle okur: "Kulun Allah üzerindeki kâyîs). Bu durumda fuâd kalbin özel bir duru­
hakkı onlara azab etmemesidir." (Buhârî, Ri- mudur. Yani, Türkçe'deki "yüreği yanmak",
kak 84:37; Müslim, îman 10). "kalbi tutuşmak", "içine ateş düşmek" de­
137 Krş. 68/İsra: 63; 57/Secde: 13; 66/Sâffât: yimleri fuâd ile ifade edilir. Bu âyette kelime­
85. nin bu anlamı hayli belirgindir. Zira bu sûre­
de anlatılan kavimlerin feci akıbeti, muhata­
138 Fuâdek. kalb ile arasındaki farkı vurgula­
bın içini yakıp kavuran cinstendir. Hz. Pey­
mak için fuâd "gönül" olarak çevrilmelidir.
gamber üzerinde de bu etkiyi yapmış olmalı
İşitme ve görmeyle gelen kalbin yatışma ve it­
ki, bu sûre için "beni ihtiyarlattı" itirafında
minan hâlini ve beş duyu ile toplanan bilgile-
bulunmuştur.
Sürenin bilinen tek ismi budur. Sûre baştan sona Yusuf peygamberin kıs-
sasını anlattığı için bu adı alır. Hz. Yusuf bu sûre dışında E n ' â m ve
M ü ' m i n sûrelerinde de anılır.

Sûre t ü m otoritelere göre Mekke'de, hicrete yakın bir z a m a n diliminde in­


miştir. Muhtemelen sûrenin zamanı hicretten iki veya üç yıl önceye a m a
Taif dönüşünden sonraya denk gelir. Baştan sona konu bütünlüğü taşıdığı
için, tek celsede inmiş olmalıdır. İlk tertiplerde Hûd-Hicr arasında yer alır.

Sûrenin ana fikri "Bir kişiden ne çıkar?" sorusunun cevabıdır: İman, ihlas,
ilim, liyakat, ehliyet, iffet, gayret, sabır ve sebatla bir kişi koca bir topluma
istikamet verir. Sûrenin konusu Ken'an ilinde ve peygamber ocağında dün­
yaya gelen, küçük yaşta annesini kaybederek öksüz kalan, kıskançlık nöbe­
tine tutulmuş kardeşlerince kuyuya atılan, köle diye satılan, iftirayla zin­
danlarda tutulan Hz. Yusuf'un Mısır'a 'sultan oluş' hikayesidir. Kıssada iki
sevginin hikayesi anlatılmaktadır: Züleyha'nın tüketici sevgisi, Hz. Ya-
kub'un üretici sevgisi.

Aslında Hz. Yusuf gibi tarihi bir şahsiyet üzerinden hayatı anlatılan Hz.
Peygamber'in ta kendisidir. Sûre Hz. M u h a m m e d ' e şu gerçeği söyler: Ey
Mekke'nin Yusuf'u! Taif senin kuyun, Mekke senin zindanın, hicret senin
Mısır yolculuğun, Medine senin Mısır'ındır. Yusuf'u bekleyen m u t l u son
seni de bekliyor!

Ve tarih bu mucizevî müjdenin gerçekleştiğine şahittir. Gün geldi kendine


dünyayı dar eden Mekkeliler kıtlığa m â h k u m oldular. Tıpkı Hz. Yusuf'un
kıskanç kardeşlerinin imdadına yetiştiği gibi, Hz. Nebi de kendini kovan
Mekke'nin imdadına yetişti. Hayber'den gelen gümüş külçeleri fakirlere er­
zak alınıp dağıtılmak üzere yolladı. Muzaffer ordusunun başında canına
kasteden Mekke'ye girdi. Kabe'nin avlusunda endişeyle bekleyen Mekkeli-
lere sordu:

-Bugün size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?


-Sen erdemli bir babanın erdemli oğlusun,- senden yalnızca iyilik beklenir!
-Yusuf'un kardeşlerine dediğini ben de size diyorum: "Bugün size kınayıp
ayıplama y o k ! "

Allah Rasulü Yusuf sûresinin mesajını elbette daha baştan almıştı. Kim bi­
lir belki de Allah Rasulü, Hz. Ebubekir'e Sevr'deki olmak ya da o l m a m a k
anında " Ü ç ü n c ü s ü Allah olan iki kişiye k i m ne yapabilir ki ey Ebubekir!"
derken, bu müjdeye dayanıyordu.

Sûre t ü m muhataplarına mesaj veren sembollerle doludur. Bunların birin­


cisi " g ö m l e k " sembolüdür. Kıskançlığın şahidi olan Yusuf'un kanlı gömle­
ği ve Z ü l e y h a ' n m arkadan yırttığı iffet gömleği. Mesaj açık: Hepiniz Yu­
suf'sunuz ve her Yusuf'un bir Züleyha'sı vardır. Gömleğinizin nereden yır­
tıldığına dikkat edin? Görmeyen gözleri açan herhangi bir gömlek değil, if­
fet gömleğiydi. Zira keramet gömlekte değil iffettedir. Bu kıssanın görünen
kahramanları Hz. Yusuf ve Züleyha'dır. Fakat onlar üzerinden sunulan ger­
çek kahramanlar iffet ve şehvettir. Kıssa iffetin şehvete galip gelmesini an­
latmaktadır.

Yusuf kıssası Tevrat'ta da anlatılır. Fakat sadece bu kıssanın karşılaştırma­


lı bir okuması bile Kur'an farkını ortaya koymaya yeter. Tevrat'taki anla­
tımda Ne Yusuf Hz. Yusuf'tur, Ne Yakub Yakub nebidir. Tevrat'taki anla­
t ı m kaba, maddî ve hikmetsiz, Kur'an'daki anlatım edebî, mânevi ve hik­
metlidir.

Özetle kıssa şunu der: En güzel kariyer planlamasını Allah yapar; kariyer
planlamasını Allah'lı yapan kazanır.
Nüzul: 71 Mushaf: 12 t i ^ ^ t , 71/YUSUF SÛRESİ 453

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 Elif-Lâm-Râl 1
belki bu sayede, kafanızı kullanırsınız.
BUNLAR, hakikati beyan eden kitabın 3 Bu Kur'an'ı sana vahyetmekle Biz, sa­ 4

(olan-biteni) açıklayan âyetleridir. 2 na naklettiklerimizi en güzel, en açık se­

2 Biz onu Arapça bir hitab olarak indirdik:


3 çik bir biçimde nakletmiş oluyoruz: oy- 5

1 Ünlem, bu harflerin dikkat çekme işlevini tir (Bkz: 83/Zuhruf: 3). Belirsiz gelen kur'anen,
göstermek içindir. Mânası her ne olursa olsun, isim değil vasıf olarak çevrilmelidir (Bkz:
Rasulullah'ın tek bir harfini zayi etmeden 69/Yûnus: 15, not 26). İnzal, bir şeyin idrak
vahyi ilettiğine işaret eder. Ayrıntılı bir not düzlemine indirilmesidir. Klasik nüzul teori­
viçin bkz. 7/Kalem: 1. sinde "dünya semasına indirilme" olarak ad­
2 Mubîn sıfatı, "Biz vahyi anlayamayız" türü landırılan ara kategori, aslında insanlığın idra­
yaklaşımları peşinen reddeder. "Açık olmak, kine indirilmeyi ifade etse gerektir. Tenzil ile
açıklamak" anlamına gelen ebâne'den türeti­ ifade edilen hakikat de, vahyin iki düzlem ara­
len mubîn, hem geçişsiz (açık-seçik ve net) sındaki iniş sürecinin idraki aşan kısmını ifade
hem geçişli (açıklayan, netleştiren) olmak üze­ eder. Zira vahiy kaynağına (Allah'a ve melekle­
re çift kutuplu anlam taşır. Yani Kur'an mesajı re) isnat edildiğinde tenzil, hedefine (Arapça
ve onun âyetleri özünde açık, işlev olarak da oluşuna ve Peygamber'e) isnat edildiğinde inzal
açıklayıcıdır. Birinci anlam, vahyin insanın formu kullanılmaktadır. (Bkz. 58/Ra'd: 37,
önüne okusun diye açılarak konulmuş bir kitap 44/Tâhâ: 113; 89/Ankebût: 47 vd.)
imasını da içerir. Çevirimiz şu dilsel gerekçeye 4 Bu şekildeki çevirimiz, bi-mâ evhaynâ ibare­
dayanmaktadır: tamlamada sıfat olarak kulla­ sine, Ferrâ tarafından bi-vahyinâ anlamı veril­
nılan mubîn nitelemesi, teknik olarak hem ki­ mesine dayanmaktadır.
tab'ı nitelemekte, hem de âyâtfı nitelemekte­
5 "Adım adım izledi, izini sürdü, takip etti, ay­
dir. Çünkü âyât izafetten dolayı belirlilik özel­
nısını yaptı" anlamındaki kassa kökünden türe­
liği kazanmıştır. Öte yandan parantez içindeki
tilen kasas, "nakletmek, anlatmak, haber ver­
açıklamamız, bu sûrede yer alan âyetlerin za­
mek" anlamına mastardır [Mekâyîs ve Lisân).
manlar ve zeminler üstü tarihi ve sosyal yasa­
"Misliyle cezalandırmak" anlamındaki kısas da
lara atıf olmasının yanında, ilk muhatabı olan
aynı kökten gelir (Krş: 94/Bakara: 178-179). Ke­
Hz. Peygamber'in ve onun inkarcı muhalifleri­
lime "adım adım açıklama" anlamı kazanmış­
nin tarihsel tasnifte kimlerle aynı konumda ol­
tır (Krş: 53/Neml: 76, not 75). Muhtelif şekiller­
duklarına da birer atıftır. Bu, âyetin ilk muha­
de 21 âyette 25 kez geçer. Bu âyetteki kıssa iba­
tabı olan tüm tarafların şimdi ve buradalarmı
resi Katade'ye atfen Taberî, ayrıca Zemahşerî ve
tarihsel örneklerden yola çıkarak bir analize ta­
Râzî tarafından sadece Yusuf kıssasına değil,
bi tutmaktır. Bu âyetler, henüz yaşanmakta
Kur'an'ın tamamına teşmil edilmiştir. Biz de
olan sürecin akıbetini, tamamlanmış bir süreç­
çevirimizde bu yaklaşımı esas aldık. Esasen ka­
ten yola çıkarak açıklamaktadır. İşte bu neden­
sas'm mastar manasıyla tamlama "en güzel na­
le "beyan etme/açıklama" özelliği sadece kita­
kil" anlamına gelir. Mastarların mef'ul yerine
bın zamanlar üstü niteliğine değil, aynı zaman­
kullanıldığı göz önüne alınırsa, bu ibareye "kıs­
da bu âyetlerin bastığı yer olan nüzul ortamına
saların en güzeli" karşılığı da verilebilir [Keş­
da tekabül etmektedir.
şaf). Bu takdirde terkibin vurgusu "finali en gü­
3 Veya 'arabiyyen'in isim değil de vasıf mana­ zel kıssa" olur. Biz birinciyi tercih ettik. Kur'an
sıyla: "Açık ve anlaşılır bir şekilde". 'Arab'a di­ kendi hedefini tek kelimeyle açıklar: Hidayet.
li "açık ve anlaşılır" olduğu için 'Arab denmiş- Kur'an'ın her parçası, dolayısıyla bu kıssalar da
454 t > < g > < , t 71/YUSUF SÛRESİ t t > r = 3 t ~^ t Nûzûl: 71 Mushaf: 12

sa ki sen, bu hitabtan önce (vahyin ne ol­ ra bunun anlamı, Rabbinin seni seçmesi,
duğundan) habersizdin. 6 sana olayların altında yatan gerçeği öğ­ 9

retmesi ve tıpkı daha önceden ataların İb­


4 HANİ bir zamanlar Yusuf babasına "Ey rahim ve Ishak'a olan nimetini tamamla­
babacığım!" demişti, "Ben rüyamda on dığı gibi, sana ve Yakub oğullarına da ni­
bir gezegen, bir de Güneşi ve Ayı gör­
7
metini tamamlaması demektir. Gerçek­
ten de senin Rabbin her şeyi bilir, her
düm,- hepsi de yerlere kapanarak beni
hükmünde tam isabet eder. 10

saygıyla selamlıyorlardı. 8

5 (Yakub): "Ey yavrucuğum!" dedi, "Rü­


7 DOĞRUSU, Yusuf ve kardeşlerinin
yanı kardeşlerine anlatma, sonra sana
(kıssasında, öğrenmek) isteyenler için as­
karşı bir tuzak kurarlar,- çünkü Şeytan in­
la tüketip bitirilemeyecek kadar ç o k 11

san soyu için apaçık bir düşmandır! 6 Zi­


dersler vardır.

bu amaca hizmet için kullanılan araçlardandır. ten bir teslimiyet sürecine tekabül eder.
Bu kıssaları bir tarih kitabı okur gibi okumak, 9 Zımnen ilk muhataba mesaj: Ey Mekke'nin
onlara amacımn dışında anlamlar yüklemektir. Yusuf'u! Olana bakma, onun altında yatan ha­
Râzî, Yûnus 39'un tefsirinde, Kur'an kıssaları­ kikate bak! Te'vîl, bir şeyi hakikatine ircadır.
nın mesajım şöyle açıklar: "(Müşrikler), bu kıs­ Te'vili'l-ehadis, "olayların özünü kavramak
salarla amaçlanan şeyin sırf hikayenin kendisi için onları illet ve sebeplerine irca etmek" de­
değil de daha farklı şeyler olduğunu anlamamış­ mektir. Rüya, âlem-i mülke ait beden ile
lardır" (XVH, 79). Kur'an kıssalarının maksadı âlem-i ervaha ait ruh arasında bir perde olan
ilâhî rehberlik olduğu için, onda zamanı belirti­ âlem-i misale yansıyan görüntülerdir. Bu gö­
len bir tek kıssa yer almaz. rüntüler "hakiki" değil "temsili" bir mânaya
6 Habersiz olunan şeyin niteliği konusunda sahip olduğu için "tasdik" edilmezler, "tabir
Zemahşerî ve Râzî'nin yaklaşımını esas aldık. ve tevil" edilirler. Hz. Yakub oğlu Yusuf'un
Krş. "Sen daha önce kitap nedir, iman nedir gördüğü rüyayı tabir ve tevil ederek ulaştığı
bilmezdin" (82/Şûrâ: 52). sonuçları aktarıyor.
7 Kevkeb, ışığı en parlak gök cisimlerini ifade 10 Kur'an'da onlarca kullanımdan sadece bu­
eder. Tefsirlerin isimlendirmesinden yola çı­ rada 'alîmurı hakîm sıfatları, bir özneye [ke:
karak, kevkeb'in "yıldız" değil "gezegen"e te­ senin) muzaf kılınmış Rabb'i niteler. Bu şunu
kabül ettiği anlaşılmaktadır. Kebbe'den türe­ gösterir: Birbirinin tekrarı gibi görünen her
tilen kevkeb, lügatte "Ait olduğu sistemden ilâhî isim, aslında içerisinde yer aldığı ibare­
bağımsız hareket edemeyen parça" demektir. nin bütününde anlamını bulan özel bir vurgu­
8 Sâcidîn, sözlükte "saygı duydu, boyun eğdi, ya sahiptir. Bu âyetin sonundaki Allah'ın
alttan aldı, bağlandı" anlamlarına gelir [Mekâ­ 'alîm ve hakîm sıfatları, bir önceki âyetin so­
yîs). Kur'an'da rüku' ve kıyam da, tıpkı secde gi­ nundaki Şeytan'ın 'aduvvun mubîn vasfına
bi hem şer'î anlamıyla hem de lügat anlamıyla karşı bir kalkan iması taşır. Zımnen: İnsanın
kullanıhr ve her üçünün de lügat anlamları fark­ ilmine ve hikmetine akıl sır ermez Rabbi sa­
lı düzeylerde "saygı ve bağlılığı" içerir. Kıyam yesinde, apaçık düşman olan Şeytan'la baş
yalnızca "saygı", rüku' saygıdan dolayı "boyun edebilir. ['Alîmun Hakîmun'u "bilir" ve
eğme ve itaat", secde ise itaatin son noktası "..eder" diye çevirimizin gerekçesi için bkz.
olan "tam teslimiyet" vurgusuna sahiptir. Na­ Tevbe: 114/102, not 129).
mazın sembol rükünlerinden olan kıyam, rüku' 11 Ayâtin'deki belirsizliğin hedef metindeki
ve secde, saygıyla başlayıp varlığım adayışla bi­ karşılığı.
8 HANİ bir zaman da (Yusuf'un kardeşle­ niz beni endişelendiriyor: Siz dalgınlıkla
ri) şöyle demişti: "Biz kalabalık olduğu­ onu ihmal edersiniz de, sonunda onu
muz hâlde, babamız için Yusuf ve karde­ kurt kapar diye korkuyorum." 16

şi bizden daha sevimli ve gözde,- bu da 14 Onlar dediler ki: "Biz bunca kalabalık
gösteriyor ki babamız açık bir yanılgı içe­ olduğumuz hâlde eğer onu kurt kapacak
risindedir. 12
olursa, asıl işte o zaman biz yanmışız de­
9 (İçlerinden biri dedi ki): "Yusuf'u öldü­ mektir."
rün! Ya da onu ıssız bir yere atın ki baba­ 15 İşte bu minval üzre, onu kuyunun de­
nızın 13
ilgisi yalnız size yönelsin,- ve rinliklerine atmada söz birliği etmiş bir
onun ardından, işleri tıkırında giden bir hâlde yanlarında götürüyorlardı ki, Biz
topluluk olmuş olursunuz. 14

ona "(Bir gün gelecek) kendileri hiç far­


10 Bir diğeri ileri atılarak "Yusuf'u öldür­ kında değilken onlara bu yaptıklarını bir
meyin!" dedi ve ekledi: "İlle de bir şey bir haber vereceksin" diye ilham e t t i k . 17

yapacaksanız, onu bir kuyunun 15


derin­
16 Derken akşam vakti babalarına ağla­
liklerine bırakın,- nasıl olsa bir kervan ge­
yarak geldiler: 17 "Ey babamız!" dediler,
lip ona el koyacaktır."
"Yarış yapma amacıyla uzaklaşmıştık.
11 (Babalarına dönüp) "Ey babamız!" dedi­ Yusuf'u da eşyalarımızın başında bırak­
ler, "Biz ona candan yürekten davrandığı­ mıştık. Bir de baktık ki onu kurt y e m i ş . 18

mız hâlde, neden Yusuf hakkında bize gü­ Ama biz ne kadar doğruyu söylersek söy­
venmiyorsun? 12 Bırak onu, yarın bizimle leyelim, yine de sen bize inanmayacak­
birlikte koşup oynasın,- bizim onu koruya­ sın!" 18 Üstelik, üzerinde yalandan bir
cağımızdan en ufak kuşkun olmasın." kan lekesi bulunan gömleğini de getir­
13 (Yakub) dedi ki: "Bakın, onu götürme- miştiler.

12 Kıskançlık Şeytan'la Yusuf'un kardeşleri 17 Lafzen: "vahyettik". Hz. Yusuf'un kuyuda


arasındaki ortak nokta. Kıskançlığın hedefi aldığı vahyin 'ilâhî bir ilham' vurgusu daha
olan Yusuf bu kıssada Âdem'in rolünü oynu­ baskın görünmektedir (Vahy'in anlamı için
yor. bkz. 82/Şûrâ: 51, not 62). Zımnen: Ey muha-
13 Yani: "..babamızın". Bu üslûp, ilk muha­ tab! Parçada kötü duran bütünde güzel durabi­
tapların konuştuğu dilin yaygın bir özelliğidir. lir. Parçayı görene düşen, bütünü görene tes­
lim olmaktır.
14 Bu âyet, Mekke muhalefetinin, Hz. Pey­
gamber'e suikast planları yaparken vicdanları­ 18 Öyle anlaşılıyor ki, kıskançlık nöbetine tu­
nı ikna için ürettikleri gerekçeler bağlamında tulan kardeşler babaları söyleyinceye kadar
okunmalıdır. "kurt yeme" senaryosunu akıllarına getirme­
mişlerdi. Bunu onların aklına düşüren Hz. Ya-
15 Cubb, taşlarla örülmemiş, sadece su bulu­
kub'un bu sözü oldu. 13 ve 16. âyet birlikte
nuncaya dek oyulmuş insanı boğmayacak ka­
okunduğunda üç şey akla geliyor: 1) Kötü ni­
dar suyu az fakat çıkılamayacak kadar da de­
yetlilerin eline bahane vermeyin. 2) Sevdiğini­
rin kuyu. Örülmüş olanına bi'ı denir [el-Kül-
zi korumak için tek başına tedbir yetmez; onu
liyyât).
Allah'a emanet edin. 3) Sakınılan göze çöp ba­
16 Bazen aşırı sakındığınız bir şeyin elinizden tar, en çok neden korkarsanız başınıza o gelir,
uçma gerekçesini de onun hasımlarına siz ve­ bunu bilin.
rirsiniz.
(Yakub) "Olamaz" dedi, "tasavvurları­ yanlarında gizlediler; oysa ki Allah ne ya­
nız 19
size tumturaklı bir oyun oynayarak pacaklarını çok iyi biliyordu.
sizi yanıltmış o l m a l ı ! 20
Artık (bana dü­ 20 Sonunda onu düşük bir değere -sadece
şen) güzel bir sabırdır; 21
ve anlattığınız bir kaç gümüş paraya- sattılar; 23
zaten
bütün bu şeyler karşısında kendisinden onlar ondan kurtulmak istiyorlardı.
yardım dilenilecek tek merci Allah'tır."
21 Ve onu satın alan Mısırlı adam karısına
dedi ki: "Ona iyi bak! Bakarsın bize yararı
19 BERİ yandan, bir kervan geldi ve sucu­ 22

dokunur,- ya da onu evlat edinebiliriz."


larını suya gönderdi; kovasmı kuyuya sal-
İşte böylece Yusuf için o ülkede sağlam
masıyla (gördüğü karşısmda) bağırması bir
bir zemin hazırladık. Yine (bu şekilde)
oldu: "Â, ne kısmet! Bir oğlan çocuğu bu!"
ona olayların doğru yorumunu öğrettik. 24

Onu ticarî bir mal olarak satmak üzere

19 Nefs (lügat anlamı için bkz. 104/Nisâ: 1, olmasıdır. Aynı ifade, bu sûrenin 83. âyetinde
not 2) ve nüfûs şeklindeki kullanımların öte­ de yer almaktadır (Krş: 92/Muhammed: 25).
sinde, enfus'un bu sûredeki kullanımları, be­ Bu ve 83. âyet, Hz. Yakub'un kalbinin bu se­
lirgin bir biçimde diğerlerinden farklılaşmak­ naryoya yatmadığını îmâ etmektedir.
tadır. (Krş. âyet 23, 26, 30, 32, 53 vd.) Sanki bu 21 Hz. Peygamber fe-sabrun cemîl'i "şikayet
farklılaşma anlam daralması biçiminde olmak­ içermeyen sabır" olarak açıklamıştır (İbn Ebi
ta ve nefis kavramı bizim kimi yerde "ters Hatim).
dönmüş tasavvur" kimi yerde "ayartıcı sahte
22 Veriler bunun, Mısır'a güneyden emtia götü­
benlik" olarak karşıladığımız özel anlamlarıy­
ren İsmailoğulları kervanı olduğunu gösteriyor.
la öne çıkmaktadır. Nefis kavramındaki bu an­
lam farklılaşması, zihnimizde Kur'an'ın indiği 23 Şirâ', Kur'an'da sülasi olarak geldiği dört
dönemdeki insan tasavvurundan farklı olarak, yerde de (71/Yusuf: 20; 94/Bakara: 102, 207;
bu olayların yaşandığı Hermetizm'in vatanı 104/Nisâ: 74) bâ'a (sattı) mânasına kullanıl­
olan Eski Mısır'da cari olan insan tasavvurunu mıştır ve ba harfi satın alınan şeye bitişiktir.
çağrıştırmaktadır. Bu durumda Kur'an'ın, eşsiz "Satın aldılar" mânasını bu istikrai okuma­
bir anlatım tekniğiyle olayları, kahramanları­ dan dolayı tercihe şayan bulmadık. Buna ila­
nın kendi zamanlarına dair temel tasavvurla- veten, "satın aldılar" alternatifinin ilave an­
rıyla birlikte aktardığı gibi bir sonuç çıkar. Bu lam sorunlarına yol açacağı da ortadadır:
konuda hiçbir metin Kur'an'la kıyaslanamaz. 1) Bu takdirde âyetin son cümlesine "zaten
Bununla amaçlanan tarihsel bir aklı ve o aklın ona az bir değer biçiyorlardı" mânası veriliyor
temellerini yansıtmanın da ötesinde, bu olay­ ki ve kânû fîhi mine'z-zâhidîn ibaresi için bu
dan çıkarılacak ahlâkî derslerin ve ilâhî yasala­ tekellüftür.
rın daha net ve doğru bir biçimde çıkarılması­ 2) Yusuf gibi dünyalar güzeli bir delikanlıya
nı temin etmektir. neden az değer biçmişler? Değersiz bir köleye
ülkenin bakanı müşteri olur mu?
20 Tesvil, [Müfredat se-e-le Muhtar ise se-ve-
3) Fakat kervancıların Yusuf'tan kurtulmak
le maddesine yerleştirmiş) İnsan tasavvuru­
istemeleri olay örgüsüyle bire bir mutabıktır
nun, çirkini güzel göstererek sahibini yanılt­
ve makuldür. Zira Yusuf'un köleleştirilmesi
ması (Râğıb). Bu, hakikate müdahaleye girişen
yasal prosedüre uygun değildi.
tasavvurun sahibine kurduğu bir tuzaktır. Bu
tuzağın en bariz özelliği, gerçeğin fark edilme­ 24 Aynı terkibin kullanıldığı 6. âyetin ilgili
sini zorlaştıran albenili gerekçelerle bezenmiş notuna bkz.
Zira Allah murad ettiği işi başarıyla so­ zalimler asla başarıya ulaşamaz."
nuçlandırandır; ve fakat insanların çoğu 24 Doğrusu kadın onu gözüne kestirmiş­
bunu kavrayamaz. ti; eğer Rabbinin burhanım müşahede et­
22 Artık olgunluk çağına e r i n c e 25
ona bir memiş olsaydı, o da kadını gözüne kesti­
muhakeme yeteneği ve bilgi (yöntemi) rip gitmişti: işte bunun nedeni, her türlü
bahşettik: Zira Biz iyilik yapanları işte kötülük ve tutkuya bağlı taşkınlığı on­
böyle ödüllendiririz. dan uzaklaştırmak istediğimiz içindi;
23 Derken, evinde bulunduğu kadın arzu­ çünkü o bizim seçkin kullarımızdan bi­
sunu onunla tatmin etmek için onu baş­ riydi.
tan çıkarmak istedi. Ve (bir gün) kapıla­
26
25 Ve kapıya koşuştular... Ve kadın onun
rı sıkı sıkıya kapatıp dedi ki: "Hadi, seni­ gömleğini arkasından yırttı. T a m sırtına
nim!" 2 7
sarılacaktı k i , kadının beyiyle yüz yüze
29

(Yusuf): "Allah'a sığınırım" dedi, "çünkü geldiler. Kadın dedi ki: "Senin karına kö­
O benim Efendim; bana güzel bir ko­
28 tülüğe kalkışan bir kişinin cezası hapse­
num kazandırdı! Şu da bir gerçektir ki, dilmekten ya da daha acı bir cezaya çarp-

25 Eşudde, "ergenlik çağı" olarak anlaşılabilir. 27 Bu, İbn Abbas'm alternatif okuyuşu olan
Bunu İbn Abbas ve Mücahid aklın olgunluk hi'tu'yu da gören bir karşılıktır.
yaşı olarak kabul edilen otuz üç yaşı olarak 28 Burada Hz. Yusuf'a ait olan "çünkü O be­
yorumlamış, bazıları ise kalbin olgunluk çağı nim Efendim" ifadesinde "efendim" sözcüğü­
olarak kabul edilen kırk yaş olarak kabul et­ nün aslı olan rabbi, Hz. Yusuf'un da konuştu­
mişlerdir. ğu Sami dil ailesinde "hizmetçinin sahibi, kö­
26 el-Murâvede, "iki taraftan birinin isteme­ lenin efendisi, kulun Rabbi" anlamlarına kul­
diğini diğerinin istemesi yüzünden taraflar lanılan çok çağrışımlı bir ifadedir. Dolayısıyla
arasında çıkan çekişme" anlamındadır (Râ­ bununla ne kastedildiği ancak hatibin kastı, iç
ğıb). Zemahşerî'ye göre, bu çekişme sırasında ve dış bağlam göz önüne alınarak bilinebilir.
arzuladığını elde etmek için "her türlü hile, Hz. Yusuf ile yöneticinin karısı arasındaki bu
işve, cilve ve tuzağa başvurma" anlamını içe­ diyalogda bu sözcük kasten tevriyeli kullanıl­
rir [Esâs ve Keşşaf). Tercihimiz, râvedet- mış gibidir. Çünkü bu kıssanın ana temaların­
hu...'an nefsini ibaresinin yan anlamlarını ter­ dan biri de Allah'ın rububiyetine dikkat çek­
cümeye yansıtma kaygısının bir ürünüdür. mektir (Bkz: âyet 39, 42 ve 50). Bu gerçek dik­
İbarenin tamamlayıcı unsuru olan 'an-nefsihi, kate alındığında Hz. Yusuf'un rububiyet ko­
'muhatabın direnişine rağmen onu kendi aley­ nusunda ne kadar titiz olduğu görülecektir. Bu
hine bir işe razı etmek' vurgusunu zaten ba­ durumda Hz. Yusuf, "o benim Rabbim'dir"
rındırır. 'An edatının, genellikle, nesne olarak derken gerçek Rabbi olan Allah'ı kastetmiş,
aldığı yüklemi özneden uzaklaştırma vurgusu fakat içerisinde bulunduğu konum gereği, bu­
dikkate alınırsa, bu ibare mefhum olarak "ka­ nu tevriyeli olarak ifade etmiştir. Bu durumda
dın, arzusunu tatmin etmek için, onu öz ben­ muhatabın bu sözü kendi tasavvuruna göre
liğinden uzaklaştırmak istedi" ya da "onu, anlaması doğaldır. Böylelikle Hz. Yusuf, evin
kendi özüne yabancılaştırarak arzusunu tat­ hanımına, kendi aleyhine kullanacağı bir koz
min etmek istedi" anlamına ulaşılır. Elde edi­ da vermemiştir.
len bu dolaylı anlam, aslında her günahın, in­ 29 Elfâ'nm "sarılmak" anlamındaki leffe kök
sanın kendi özünden uzaklaşması anlamına anlamından yola çıkarak (Mekâyîs).
geldiğini de imâ eder (Krş: 54/Kamer: 37).
458 .^3^, , 71/YUSUF SÛRESİ t , g> .
> < <
N Û 2 Û l :
71 Mushaf: 12

tırılmaktan başka ne olabilir ki!" dedi: "Malum yöneticinin 30


karısı genç
26 (Yusuf) söze girdi: "Asıl arzusunu be­ hizmetçisini baştan çıkarmaya yeltenmiş.
nimle tatmin için beni baştan çıkarmaya Besbelli ki tutku kadının yüreğine işle­
çalışan odur." miş. 31
Bakın: bizim onun hakkındaki dü­
şüncemiz işi iyice azıttığı yönündedir."
Ve kadının yakınlarından olan bir görgü
tanığı: "Eğer onun gömleği önden yırtıl- 31 (Kadın) onların (bu tür) dedikodularını
mışsa bu durumda kadın doğru söylüyor; işitince, onları davet ederek kendileri için
öteki de yalancının teki demektir. 27 dayalı döşeli bir ziyafet sofrası hazırladı, 32

Yok eğer onun gömleği arkadan yırtıl- her birinin eline de birer bıçak tutuşturdu
mışsa, o zaman da kadın yalan söylüyor, ve (Yusuf'a) "Çık karşılarına!" dedi.
beriki dürüst biri demektir." Hanımlar onu görünce kendilerinden ge­
28 Bunun ardından (koca) onun gömleği­ çip hayran kaldılar; 33
dahası (bu yüzden)
nin arkadan yırtılmış olduğunu görünce ellerini kestiler ve "Olamaz!" dediler,
dedi ki: "Öyle anlaşılıyor ki bu da sizin "Aman Allah'ım! Bu bir insan olamaz,
tuzaklarınızdan biridir ey kadınlar taife­ olsa olsa bu yüce bir melektir! " 3 4

si! Doğrusu sizin tuzağınız pek yaman­ 32 Kadın dedi ki: "Bakın, işte beni kendi­
dır! 29 (Ey) Yusuf, sen bu olayı yaşama­ sinden dolayı kınadığınız kişi bu! Doğru­
dın say! Ve sen (ey) kadın, kabahatinden su ben onu baştan çıkarmaya çalıştım, ne
dolayı özür dile! Çünkü (şu hâl) senin su­ ki o geçit vermedi. Ve eğer (bundan böyle
çunun sabit olduğunu gösteriyor. de) arzumu yerine getirmezse, kesinlikle
hapsi boylayacak ve sürüm sürüm sürü­
30 VE ŞEHİRDE hanımlar (birbirine şöyle) necektir. 35

30 Lafzen: "Saygın kişinin karısı". ei-'Azîz, yen 'aşkı, "muhabbetin haddi aşmış şekli"
Eski Ahid'de geçen ve aslı eski Mısır'ca olan olarak tarif eder [Mekâyîs).
Puti-phare'nin [puti: izzet, lütuf; phare: nasi- 32 Mutteke', "yaslanıp oturacak yer" anlamı­
hatlı) Arapça karşılığıdır. Hazine bakanının na gelir. Bu bağlamda "ziyafet salonu" ya da
adı ya da unvanıdır. "ziyafet sofrası" vurgusu taşır (Ebu Ubeyde).
31 Kur'an'da sadece burada kullanılan şeğai Bu kelimenin "turunç" anlamına geldiğini
"yürek zarı", ya da "gönül dili" gibi mecazi söyleyen Abdullah b. Mes'ud, Mücahid ve Fer-
ifade kalıplarıyla dile getirilen insanın duygu râ'yı şiddetle reddeden Buhârî, bu konuda Ebu
merkezine tekabül eder [Keşşaf]. Burada "sev­ Ubeyde'yi tekrarlayarak "Bunu söyleyen ya­
gi" anlamına gelen hubb ile birlikte kullanıla­ nıldı. Arapça'da turunç yoktur" der (Buhârî,
rak, sözü edilen sevginin "haddi aşmış bir sev­ Tefsir).
gi" olduğuna atıf yapılmıştır. Bu nedenledir
33 Lafzen: "onu gözlerinde büyüttüler" ya da
ki, Kur'an'ın bir çok yerinde olumlu anlamda
"onu göz kamaştırıcı buldular".
sevgiyi ifade için kullanılan hubb'u, şeğaf ile
birlikte kullanıldığı tek yer olan bu bağlamda 34 Melekleri gördükleri için böyle demiyorlar
"tutku" ile karşıladık. Genellikle Arapça'da, elbette. Fakat kıssa bu anlatım tarzıyla ilk
sahibinin aklını tutuklayıp basiretini bağla­ muhataplarının melek tasavvurları üzerinden
yan şehvete dayalı beşeri sevgi 'aşk ile, sahibi­ ders veriyor.
nin basiretine basiret katan sevgi hubb ile ifa­ 35 Vahiy tam da burada, şu soruyu sorup yü­
de edilir. Dilci İbn Fâris, Kur'an'da hiç geçme­ reğimizde doğru cevaplamamızı istiyor: Mâ-
Nüzul: 71 Mushaf: 12 , ^ ~ ^ , t , 71/YUSUF SÛRESİ 459

33 (Yusuf) "Rabbim!"dedi, "Benim için sidiğimi, kuşların (da) ondan yediğini gör­
hapislik, bunların beni çağırdıkları şey­ düm" dedi. (Birlikte şunu talep ettiler):
den daha hayırlıdır! 36
Bununla birlikte 37
"Bize bu (rüyaların) altında yatan anlamı
Sen onların tuzaklarına karşı beni koru­ haber ver! Çünkü biz senin (bu işi) iyi bi­
mazsan, hilelerine kapılır da kendini bil­ len biri olduğunu düşünüyoruz."
mezlerden biri olup çıkarım!" 37 (Yusuf) dedi ki: "Öğününüz size ulaş­
34 Bunun üzerine Rabbi onun duasına madan, ben her ikinize de rüyanızın altın­
icabet etti ve onların tuzaklarına karşı da yatan anlamı, (onun sonucu) başınıza
kendisini korudu: Çünkü O her şeyi işi­ gelmeden haber vereceğim. 38
Zira bunlar
ten ve her şeyi bilendir. Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Ama
(önce) şunu bilmeniz şart: Ben, Allah'a
35 En sonunda yetkililer, gördükleri bel­
inanmayan ve âhireti inkâr eden bir top­
ge ve delillerin ardından (olayın sırrına
ermelerine rağmen), belli bir süre onu lumla yolumu ayırdım,- 38 ve atalarım İb­

hapsetmenin kesinlikle daha uygun ola­ rahim, İshak ve Yakub'un inanç sistemine

cağını düşündüler. uydum. Allah'a ait herhangi bir niteliği


ondan başkasına yakıştırmak bize yakış­
36 O ARADA onunla birlikte iki genç da­ maz. İşte bu (tevhidi iman), Allah'ın bize
ha hapse girdi. (Bir gün) o iki gençten bi­ ve tüm insanlığa olan bir luthıdur: ne var
ri dedi ki: "Rüyamda kendimi şaraplık ki insanların çoğu bunu değerlendirmez. 39

üzüm sıkarken gördüm." Diğeri ise,- "Ben 39 Ey hapishane arkadaşlarım! Birbirin­


de rüyamda başımın üzerinde ekmek ta- den farklı birden fazla ilâha (inanmak) mı

nevî kölelik mi, fizikî kölelik mi: hangisi da­ onun gibi düşünenler (Msl. R. Rıza), "Rüyala­
ha büyük onursuzluktur? Zımnen: asıl köle­ rınızda size yemek ikram edilmeden önce on­
lik, akim duygu tarafından tutuklanıp içgüdü­ ların altında yatan anlamı size bildireceğim"
lerin insanı esir almasıdır. Sonsöz: Yusuf zin­ şeklindeki bir anlayışı reddetmiş olmaktadır.
danda özgür, Züleyha sarayda tutsaktır. Bu anlama problemi, la-ye'tiyekumâ'daki giz­
36 Zımnen: Günah işleyerek kalbimi imana li zamirin nereye gittiğiyle alâkalıdır. Eğer bu
zindan etmektense, günah işlememek için be­ gizli zamir "yemeğe" giderse anlam "yiyeceği­
denimin zindana atılmasını tercih ederim. niz yemek size gelmeden önce" olur, yok "rü­
yalara" giderse "rüyada gördükleriniz (gerçek
37 Ve illa'ya. bu bağlamda verilebilecek en uy­
hayatta) başınıza gelmeden önce" olur. Bunun
gun anlam.
hangisinin isabetli olduğu ise, bi-re'vilihi'deki
38 Bu ifadenin mahiyeti tartışılmıştır. Bazıla­
açık zamirin adresine bağlıdır. Bu zamirin ad­
rı bunun rüyada görülen yiyecek olduğunu
resi Zemahşerî'ye göre "anlatılan (rü-
söyler (Taberî; Süddi'den naklen Râzî). Bu yi­
ya)lar"dır. Bizce isabetli olan da budur.
yeceğin normal günlük tayın olmadığında ıs­
39 Lafzen: "şükretmez". Şükür, kök itibarıyla
rarlı olanlar "Yönetim, birine ölüm cezası ve­
"aldığını hak etmek ve verimli değerlendir­
receği zaman, ona zindanda zehirli bir yemek
mek, verileni zayi etmeyip onu azami ürüne
yedirerek cezayı infaz ederdi" şeklindeki sıh­
çevirmek" anlamına gelir. Kelimenin nisbet
hati kuşkulu bir açıklamaya dayanır (Râzî).
edildiği hepsi de "verimli kılma" ve "değer­
Yine Taberî kable en ye'tiyekuma (size gelme­
lendirme" anlamında birleşen dört ayrı köke­
den önce) ibaresini ise, öncesinin aksine "uya­
ni vardır [Mekâyîs).
nıkken" notuyla verir. Bunu yaparken o ve
460 > > < a > < T t 71/YUSUF SÛRESİ (
N û z û l : 71
Mushaf: 12

daha m a k u l , 40
yoksa bütün varlıklar üze­ (rüyasının anlamına) gelince: Sonunda o
rinde otorite olan biricik Allah'a (inan­ efendisine şarap sunma işini sürdürecek.
mak) mı? 40 O'nu bırakıp da taptığınız Diğerine gelince: îşte o asılacak ve kuşlar
şeyler, başka değil, yalnızca sizin ve ata­ başını didikleyecek. Akıbetini soruştur­
larınızın (Allah'a ait) nitelikleri kendile­ duğunuz bu iş hakkındaki ilâhî karar ke­
rine yakıştırdığınız isimlerdir, Allah bun­ sinleşmiş bulunuyor."
lar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. 42 Ve o ikisinden, kurtulacağına inandığı
(Varlıkların konumları hakkındaki) nihâî gence şu ricada bulundu: "Efendinin ya­
yargı yalnızca ve yalnızca Allah'a aittir: 41
nında beni an!" Şeytan, onu efendisine
O size kendisinden başkasına kulluk et­ hatırlatmayı o (gence) unutturdu. Bunun
memenizi emretmiştir: işte bu dosdoğru sonucunda hapiste birkaç yıl d a h a 43
kal­
olan tek dindir, fakat insanların çoğu dı. 44

bundan habersizdir. 42

41 Ey hapishane arkadaşlarım! Birinizin 43 DERKEN, k r a l 45


(bir rüya gördü ve)

40 Lafzen: "hayırlı". di atadığı tanrıydı. Önce tanrısını atamak,


41 Bu cümle kıssanın anahtarıdır. Zımnen: Ey sonra da ona taptığını iddia etmek.. îşte ya­
insan, Allah yokmuş gibi davranamazsın! Kök man çelişki buydu. Bununla, iki büyük yanlı­
anlamı "bağlamak" olan hukm, doğru seçene­ şı birden işliyorlardı: Birincisi Allah'a ait bir
ğin dışındakileri mâhkum edip bağlamaktır niteliği, O'ndan keyiflerince çekip alabilecek­
(Ayrıntılı bir not için bkz. 79/Enbiya: 74). Bu­ leri vehmine kapılmak; ikincisi Allah'a ait bu
rada "nihai yargı" ile karşıladığımız hukm'ün, niteliği istediklerine takma yetkisini kendile­
din ve kulluk tayiniyle ilgili olduğu bağlam­ rinde görmek. Zaten âyette de, isim takma
dan açıkça anlaşılmaktadır (Zemahşerî). [tesmiye) işi onlara izafe edilmekteydi [Âlem­
lerin Rabbi Allah, s. 26).
42 Onlar ve ataları Allah'a ait nitelikleri, ger­
çekte o niteliklere sahip olmayan varlıklara 43 Bid', 3'ten çok 10'dan az olan rakamlar için
takmaktaydılar. Dolayısıyla takılan isim, o is­ kullanılır.
min kendisine takıldığı müsemmaya uymadı­ 44 Hapsin birkaç yıl daha uzaması, Allah'tan
ğı için ortada kalmakta, müsemmasız isim bir an gafil kalmanın bedeliydi. Cüneyd'in ün­
durumuna düşmekteydi. Çünkü isim taktık­ lü sözü tam da bu durumlar için geçerli olsa
ları varlıklar, o isimlerin hakiki sahibi değil­ gerek: İyilerin iyiliği, Allah'a yakın olanların
lerdi ve olamazlardı da. İsimle müsemma kusurudur. [Hasenâtu'l-ebrar seyyiatu'l-mu-
uyuşmayınca, gerçekte onlar Allah'a ait isim­ karrabîn) "Unutturma" işinin Şeytan'a nisbet
leri yakıp yakıştırdıkları varlıklar yerine, içini edilmesi, günahın insan için asli değil arızi bir
boşalttıkları ve karşılıksız koydukları "isimle­ şey olduğunun, arınmanın her an mümkün ol­
re" tapmış oluyorlardı. Hakikatte ise bu, ken­ duğunun zımni ifadesidir.
di heva ve heveslerine tapmaktan başka bir 45 Kur'an baştan sona eski Mısır yöneticileri­
şey değildi. Sonuçta onların taptığı, içi boş, ni "Firavun" adıyla anarken, istisnai olarak
hiçbir hakikati olmayan isimlerdi. Tanrılık Yusuf sûresinde onları "melik" adıyla anar.
yakıştırılan putlar, gerçekte birer sahte özney­ Bunun nedeni de Hz. Yusuf dönemindeki yö­
diler. Gerçek özne ise, onlara tanrılık yakıştı­ neticinin Firavunlar hanedanına mensup ol­
ranlar, yani kendileriydi. Bu tavır, her tür şir­ mamasıdır. Eski Mısır uzmanlarına göre bu
kin bir aldanma ve aldatma olduğunu ortaya kral, MÖ. 1700-1580 arasında hüküm süren
koyuyordu. Müşriğin taptığı sahte tanrı, ken­ Suriye kökenli Hiksos Hanedanlığının altı
şöyle anlattı: "Ben rüyamda, yedi besili46
cevapla) dönebilsem,- böylece bakarsın se­
ineğin zayıf olan diğer yedisi tarafından nin (değerini) de anlamış olurlar."
yenildiğini gördüm; ayrıca yedi yeşil ba­ 47 (Yusuf) cevapladı: "Öteden beri yapa
şak ve bir o kadar da kuru başak gördüm. geldiğiniz gibi yedi yıl ekip biçeceksiniz,
Siz ey seçkin yorumcular! Eğer rüyaların fakat yiyeceğiniz az bir miktar dışında
doğru y o r u m u n u 47
biliyorsanız, benim kalanı, daneyi başağından ayırmaksızın
rüyamı da yorumlayın bakalım!" muhafaza edeceksiniz. 48 Ondan sonra,
44 "Bir tuhaf, karma karışık düşler bun­ bunların ardından yedi yıllık bir kıtlık
lar" dediler, "üstelik biz rüyaların altında dönemi gelecek ve sizin zor zamanlar
yatan gerçek anlamı bilmekten de aciziz." için ayırdığınız her şeyi, muhafaza ettiği­
niz az bir miktarın dışında silip süpüre­
45 İşte o an, iki (zindan arkadaşından]
cek. 49 Daha sonra, bunun da ardından
kurtulmuş olan diğeri, aradan geçen bun­
insanların darlıktan kurtulup bolluğa ka­
ca vakitten sonra geçmişi hatırlayarak
vuştuğu bir devir gelecek; o zaman in­
50 51

söze girdi: "Ben bunun altında yatan ger­


sanlar (şıralı ve yağlı bitkileri tekrar) sı­
çek anlamı öğrenip size bildirebilirim, 48

kabilecekler. 52

fakat önce bana izin vermeniz gerek."


50 (Bu yorum kendisine iletilince,) kral
46 (Hapishaneye gelerek): "Yusuf, ey dü­
"Onu bana getirin!" emrini verdi. Görev­
rüst d o s t ! " 49
dedi, "Şu rüya hakkındaki
li kendisine gelince (Yusuf) dedi ki:
görüşünü bana söyle: Yedi besili inek zayıf
"Efendine dön ve ona sor bakalım, elleri­
olan diğer yedisi tarafından yeniliyor,- ayrı­
ni kesen hanımların derdi neymiş? Şunu
ca yedi yeşil başak ve bir o kadar da kuru
da iyi bil ki, benim Rabbim onların tu­
başak?.. Keşke insanların yanma (doğru
zaklarını çok iyi bilmektedir."

kralından biridir. "Çoban krallar" (hik-şasu) 48 Nebbee fiilinin geçişli yapısı gereği, keli­
anlamına gelen adından da anlaşılacağı gibi menin tam açılımı bizi bu anlama ulaştırır.
MÖ. 1700-1580 arasında hüküm süren bu ha­ 49 Ey sıddîkm çağrışımı... İyiliği iyi de yapar
nedan, Mısır'ın muhtemelen Sami-Arap asıllı kötü de, fakat kötülüğe karşı sadece Allah'a,
olan Güney Doğulu fatihleridir. Bu açıdan fıtrata, hakka, hakikate ve iyiye sadık olan
Hiksos Hanedanı Hz. İbrahim'in çocuklarıyla sıddiklar sabredip direnir. "Rabbim, benim
hemşehridirler. Hatta uzak akraba olmaları da için hapislik bunların beni çağırdıkları (gü­
ihtimal dahilindedir. Hz. Yusuf'un sarayda nahtan) hayırlıdır" (33) sözü de işbu dürüstlü­
böylesine kolay hüsnü kabul görmesinin ne­ ğün ifadesidir.
denlerinden biri de bu olsa gerektir. 50 Tercihimiz, yuğas'm "zorluk ve darlıktan
46 Ru'yâ Kur'an'da hep tekil gelir. Tabire lâ­ kurtuluş" anlamına gelen ğavs köküne nisbet-
yık olan sadık ru'ya budur. Hulm ise hep ço­ ledir. Eğer fiil ğays'a nisbet edilirse, mâna "..
ğul [ahlâm) gelir ve "karma karışık" [adğâs) sı­ bol yağmura kavuştuğu" şeklinde olur.
fatını alır. Mısır Kralının gördüğünün ahlâm 51 Lafzen: "yıl".
değil ru'ya olduğunu vahiy onayladı, fakat gö­ 52 Ya'surun'u "yağmura kavuşacaklar" mâna­
revliler onu "karma karışık düşler" sınıfına sına yu'sarûn şeklinde okuyanlar olmuşsa da,
sokmuştu (Bkz: âyet 44). Taberî bu anlamın Arap lehçelerinden hiç bi­
47 Te'vîl kelimesiyle ilgili bir not için bkz. rine ait olmadığını, böyle okuyanların da dil
62/Kehf: 78. bilmeyen cahiller olduğunu söylemiştir.
51 (Kral onları toplayıp] sordu: "Sizler, 54 Derken kral "Onu bana getirin!" diye
bir zamanlar Yusuf'u baştan çıkarmaya emretti, "Onu kendime seçkin bir yar­
çabalamakla ne elde etmeyi ummuştu­ dımcı olarak atayayım."
nuz? Onunla konuşmasının ardından dedi ki:
Onlar: "Hâşâ!" dediler, "Allah için biz, "iyi bil ki bundan böyle sen, katımızda
onun aleyhine olabilecek en küçük bir saygın bir konuma sahip olup kendisine
kötülüğe tanık olmadık." güven duyulan birisin."
Malum yöneticinin 53
karısı "İşte" diye 55 (Yusuf) şu talepte bulundu: "Beni ül­
atıldı, "gerçek olanca çıplaklığıyla şimdi kenin hazinelerine bakmakla görevlen­
ortaya çıktı! Arzumu tatmin için onu dir! Benim onu çok iyi koruyacağıma, bu
baştan çıkarmaya çalışan bendim,- ne ki konudaki bilgi ve birikimime güvenebi­
o, hep (özüne ve sözüne) sadık kaldı. 52 54
lirsiniz."
Bütün bunları şu gerçeği kesinlikle bilsin
56 İşte bu şekilde Biz, Yusuf'a ülkede sağ­
diye (söylüyorum) ki, ben gıyabında ona
lam bir iktidar zemini hazırladık (ki), o
57

ihanet etmedim, üstelik Allah da hainle­


orada istediği yapıyı inşa edebilsin. Biz
rin tuzağını asla başarıya ulaştırmaz. 53
rahmetimizi istediğimize bahşederiz,- fa­
Bununla ben kendimi temize çıkarıyor da
kat iyilik yapanların (bu dünyadaki) kar­
değilim,- o kötülüğü işlemesini (ona) ben
şılığını da zayi etmeyiz. 57 Hele bir de
kendim ısrarla emrettim,- ne var ki Rabbi­ öte dünyadaki karşılığı var ki, daha ha­
min rahmeti bunu temizler; 55
Şüphesiz yırlı olan bu karşılık iman eden ve onu
Rabbim rahmeti sınırsız bir bağışlayıcı­ korumakta titizlik gösterenler içindir.
dır. 56

53 "Yüksek rütbeli görevli", "yönetici" anla­ nakletmişlerdir (Bkz: Mukatil; Ferrâ; Taberî;
mında kullanılan el-'aziz deki belirliliği çevi­
1
Zemahşerî). Kıssanın akışına göre bu sözler
riye olay örgüsünün tahkiye mantığına uygun söylendiğinde Yusuf hâlâ zindandadır ve 54.
olarak "malum" şeklinde yansıttık. âyetin de gösterdiği gibi daha sonra çıkacaktır.
54 Lafzen: "dürüst biri olarak". 23. âyetin ilgi­ Yukarıdaki tercihi dillendiren müfessirler yö­
li notunda açıkladığımız ibarenin anlamı ile neticinin karısının itiraf sahnesini (51. âyet),
uyumluluğunu dikkate alarak, bu fıtrat eksen­ ölümden kurtulan zindan arkadaşının kralın
li anlamı tercih ettik. rüyasını yorumlatmak için geldiğinde Hz. Yu­
suf'a aktarmıştır (Mukatil ve Ferrâ). Fakat 51¬
55 Veya: "Rabbimin rahmetiyle (koruması) dı­
53. âyetler arasındaki söz akışını kesecek lafzî
şında, şüphesiz insan benliği kötülüğün danis­
bir emare bulunmamaktadır. Kıssanın akışı
kasını işletebilir.." Tercihimizde en-nefs, ka­
da, söz akışını desteklemektedir. Râzî iki yo­
dının kendisidir. Âyetin ilk cümlesindeki nef­
rumu da tartışır ve 53. âyetin kadına isnadını
si (kendimi) tamlaması bilindiği için, ikincisi
da Hz. Yusuf'a isnadını da sorunlu olarak gö­
aynı formda değil ahd lamı ile (el-nefs) gelmiş­
rür ve her iki ihtimali de dışlamaz. İbn Kesir,
tir (Krş: 3/Müzzemmil: 15-16). Bunu çeviride
Reşid Rıza ve Elmalılı, 52 ve 53. âyetlerde ko­
"ben kendim" şeklinde karşıladık.
nuşanın yöneticinin karısı olduğu görüşünü
56 Klasik müfessirlerin çoğunluğu muhteme­ tercih ederler.
len İbn Abbas'tan gelen bir rivayete dayanarak
57 Benzer bir ibare ve açıklaması için bkz.
52 ve 53. âyetleri Hz. Yusuf'un sözü olarak
âyet 21.
58 NlriAYET Yusuf'un kardeşleri (tahıl 64 (Yakub) dedi ki: "Daha önce kardeşi
yardımından pay almak için Mısır'a) gel­ hakkında size güvendiğim gibi mi size
diler ve onun huzuruna çıktılar. 58
O on­ güveneceğim? Neyse ki Allah en hayır­
63

ları derhal tanıdı, fakat onlar onu tanıya­ lı koruyucudur: zira O, merhametlilerin
madılar. en merhametlisidir." 64

59 Ve onların yükleri yükletilince; "(Ge­ 65 Ve yüklerini açtıklarında, (takas ola­


lecek sefer) baba bir kardeşinizi de birlik­ rak) verdikleri malların kendilerine iade
te g e t i r i n ! " dedi (ve ekledi): "Görmüyor
59
edilmiş olduğunu gördüler. "Ey baba­
musunuz ki ben size tam ölçek verdim,- m ı z ! " dediler, "Başka ne isteyebiliriz ki?
çünkü konukseverliğim dillere destan­ İşte, verdiğimiz karşılık (bile) aynen bize
dır! 60
60 Fakat (gelecek sefer) onu da ge­ iade edildi. Bunlarla ailemiz için tekrar
tirmezseniz, o takdirde benden ne bir öl­ erzak alabiliriz. Üstelik hem kardeşimizi
çek alabilirsiniz, ne de yanıma yaklaşabi­ korur, hem de fazladan bir deve yükü da­
lirsiniz." ha alırız,- (zaten) bu (getirdiğimiz) tartıca
61 "Onu getirmek için babasından izin az bir miktar."
alma konusunda tüm çabamızı kullana­ 66 (Yakub) dedi ki: "Her tarafınızdan ku­
cağız" 61
dediler, "çünkü biz bunu yapma­ şatılıp tüm imkanlarınız tükenmedikçe
ya mecburuz." onu bana geri getireceğinize dair Allah
62 Bu arada (Yusuf) hizmetçilerine "Onla­ adına sağlam bir yemin edip söz verme­
rın bedel olarak getirdiklerini yüklerinin dikçe, onu sizinle birlikte asla yolla­
içerisine koyun!" dedi, "Belki ailelerinin mam!"
yanına döndüklerinde bunu fark ederler Onlar yemin ettiklerinde ise (Yakub),
de, bu sayede bir kez daha gelirler." "Allah bütün bu konuştuklarımıza mü­
63 Sonunda babalarının yanına dönerek dahil olan bir ş a h i t t i r ! " 65
dedi 67 ve ekle­
(olan biteni haber verdiler ve) "Ey baba­ di: "Yavrularım! (Şehre) tek bir kapıdan
m ı z ! " dediler, "(Bünyamin olmadan) bize girmeyin, farklı farklı kapılardan girin!
bir ölçek dâhi verilmeyecek. İşte bu yüz­ Ben Allah'tan gelecek hiçbir şeyi sizden
den kardeşimizi bizimle birlikte gönder savamam,- (zira) nihâî karar yalnızca Al­
de payımızı a l a l ı m . Bir de, onu koruya­
62 lah'a aittir: O'na güvenim tamdır; sağlam
cağımızdan en ufak kuşkun olmasın!" bir dayanak arayan kimseler de O'na gü-

58 Kenan diyarı (Filistin) o dönemde Mısır'ın 63 Hz. Yakub unutmadı; zira büyükler affeder,
bir eyaletidir. zavallılar unutur.
59 Yusuf ve Bünyamin, Hz. Yakub'un Ra- 64 İmtihanın tamamlanması için Hz. Ya­
şel'den doğma çocuklarıdır. Diğerleri baba bir kub'un bittim noktasına dayanması gereki­
anne ayrı kardeşlerdir. yordu. Bunun için Bünyamin'i de kaybetmesi
lazımdı.
60 Son cümlenin bu bağlamdaki en uygun
çağrışımıyla. 65 Vekil: Şahid ve kefil'den farklı olarak biri­
ni bir şeye vekil kılmak, şahit olduğu konuya
61 Senuravic/u'nun açılımı. Kelimenin kök
aktif ve aktüel katılımını istemektir. Bu ne­
mânası için bkz. âyet 23, not 26.
denle Allahu..vekilun ibaresini "Allah...mü­
62 Lafzen: "ölçtürüp tarttıralım". dahil olan bir şahittir" şeklinde çevirdik.
venip dayansınlar!" 66 nin denkleri arasına koydurttu. 67
Ardın­
68 Ve onlar her ne kadar babalarının ken­ dan bir görevli 68
"Siz ey kervancılar!
dilerine emrettiği gibi (şehre) girdilerse Evet, kesinlikle siz yapmış olmalısınız
de, bunun Allah'tan gelecek olana karşı (bu) hırsızlığı!" diye bağırdı.
bir yararı olmadı. Ne ki bu, Yakub'un 71 Onlara yönelerek şöyle seslendiler:
içinden geçeni dile getirme ihtiyacını "Nedir kaybettiğiniz?"
duyduğu bir temenniden başka bir şey 72 "Kralın su kupasını 69
kaybettik!" de­
değildi. Ve gerçekte o, kendisine öğretti­ diler ve (eklediler): "Onu getiren kimseye
ğimiz üzre (Allah'ın hayata müdahil ol­ bir deve yükü (tahıl ödül) verilecektir!
duğunun) tam bilincindeydi; fakat insan­ Ben de buna kefilim!"
ların çoğu (bunu dâhi) farketmezler. 73 "Hayret v a l l a h i ! " 70
dediler, "Doğrusu,
ülkede bozgunculuk çıkarmak gibi bir
69 VE Yusuf'un huzuruna girdiklerinde, amaçla (buraya) gelmediğimizi ve bizim
o, kardeşini bağrına bastı ve (diğerlerinin hırsızlık yapan birileri olmadığımızı siz
duymadığı bir ortamda) "Evet ben" dedi, de biliyorsunuz!"
"ben senin kardeşinim; artık geçmişte
74 "Evet ama, eğer yalan söylüyorsanız
onların yaptıklarına üzülme!" bunun cezası (size göre) nedir?" dediler.
70 En sonunda, yüklerinin yüklenme iş­ 75 "Onun cezası" dediler, "kimin denkle­
lemi tamamlanınca, su kabını öz kardeşi- ri arasında bulunursa, onun ona karşılık

66 Bu âyet tedbir ve tevekkülün altın dengesi­ fundan haberdar olmayan saray görevlileri,
ni verir. krala ait kayıp bir su kabı olan es-sikaye'yi
67 Burada Hz. Yusuf'un koydurduğu kabın, ararken Hz. Yusuf'un gizlice hediye olarak
kendisine ait olmayan bir kap olduğunu dü­ koyduğu su kabı olan suva'ı bulmuş olmalı­
şünmemizi gerektirecek hiçbir sebep yoktur dırlar. Hz. Yusuf'un tek yaptığı, her anında
(Krş: Âyet 72 ve 76, notları). Aksine, ilgili me­ ilâhî müdahalenin açıkça görüldüğü bu olayın
tinlerin gramatik yapıları, Hz. Yusuf'un koy- gelip dayandığı noktada, olan bitene müdaha­
durttuğu kapla [sikâye] kaybolan kabın (suva ) / le etmemek için, işin aslını açıklamamış ol­
farklı olabileceği düşüncesini pekiştirmekte­ masıdır.
dir. Âyet, Yusuf'un kabı koydurttuğunu açık­ 68 Lafzen: "tellal, çığırtkan".
ça ifade etmektedir. Bünyamin'in alıkonulu- 69 Burada suva' adıyla anılan kabın, 70. âyet­
şuyla sonuçlanan bu senaryonun Hz. Yusuf'a te daha genel bir isimle anılan es-sikaye ile ay­
ait olmadığı 76. âyette açıkça dile getirilmek­ nı kap olup olmadığını bilmiyoruz. Fakat aynı
tedir: "..böyle bir planı yürürlüğe Biz koy­ pasaj içerisinde ayrı isimlerle anılmış olması,
duk." Bu sonuç ilâhî senaryo gereğidir. Bu ve­ bu ikisinin farklı şeyler olduğunun delilidir.
riler ışığında olayı şöyle açıklayabiliriz: Hz. Eğer böyleyse, birinci kabın Hz. Yusuf'a ikin­
Yusuf, kardeşine değerli bir hediye vermek is­ ci kabın da krala ait olduğunu düşünmek daha
temiş, bunu ise ondan ve diğerlerinden haber­
makuldür. Allahu a'lem.
siz yapmıştır. Bu, öz kardeşine bir sürpriz yap­
ma isteğinden kaynaklanmış olabilir. Diğerle­ 70 Tallahi, vallahi'den farklı olarak, hayret ve
rinin kıskançlık duygularını kabartmamak şaşkınlık anlamını da içeren yemindir. Bu ya-
için, bu durumdan onları haberdar etmemesi nanlam çeviriye "hayret" şeklinde yansımış­
tır.
gayet doğal karşılanmalıdır. Onun bu tasarru-
rehin alınmasıdır: 71
biz bu (suçu işleyen) sizin kendi kendisine dedi ki: "Asıl siz
zalimleri işte böyle cezalandırırız!" 72
berbat bir konumdasınız,- zira Allah söy­
76 Bunun ardından, (Yusuf'un huzuruna lediğiniz şeyin (gerçeğini) çok iyi bili­
getirildiler). O, öz kardeşinin yükünden yor." 78

önce diğerlerinin yüklerini aratarak işe 78 "Ey saygın yönetici!" dediler, "Onun
başladı. Sonunda o n u 73
öz kardeşinin yü­ yaşını başını almış bir babası var,- bu ne­
künden çıkarttı. denle onun yerine içimizden birini alı­
İşte Yusuf'un (arzusunu gerçekleştirmek) koy: Kesinlikle biz senin iyiliksever biri
için böyle bir planı yürürlüğe Biz koy­ olduğunu düşünüyoruz."
duk. 74
Eğer Allah böyle dilememiş olsay­ 79 "Malımızı kendi yanında bulduğumuz
dı, kralın hukuk sistemine g ö r e 75
karde­ kimse dururken, bir başkasını alıkoy­
şini alıkoyması doğru olmazdı. 76
Biz, di­ maktan Allah'a sığınırız!" dedi, "Çünkü
lediğimiz kimseyi (ilmen) kat kat yücel­ o zaman biz de zalimlerden oluruz."
tiriz,- fakat her bilenin üstünde her şeyi 80 Bu şekilde ondan umutlarını kesince,
bilen bir (Allah) vardır. baş başa verip durumu gizlice görüşmek
77 (Anne ayrı kardeşler) dediler ki: "O için bir kenara çekildiler. Büyükleri de­
79

çalmışsa, olabilir! Doğrusu, bir zamanlar di ki: "Bilmiyor musunuz ki, babanız siz­
onun kardeşi de ç a l m ı ş t ı . " 77 den 80
Allah adına söz alıp yemin ettir­

Bunun üzerine Yusuf onlara belli etmek- mişti? Zaten daha önce Yusuf konusunda

71 Ibranilerin böyle bir ceza geleneği olduğu 58/Ra'd: 38; 65/İbrahim: 11 106/Ahzab: 36
; ;

Eski Ahid'de kayıtlıdır [Çıkış, 22:3). 78/Mü'min: 78). Öte yandan, krallıkların ta­
72 Bu son cümle Hz. Yakub'un oğullarına ait biatı düşünüldüğünde, "alıkoyamazdı" gibi
olabileceği gibi, Mısırlı tellala da ait olabilir. bir anlam vakıaya uygun düşmemektedir.
Sonuncu durumda takdiri mâna şöyle olur: 77 Bu âyet, kıskanç kardeşlerin Yusuf'un be­
"Zaten biz (Mısırlılar) da bu (suçu işleyen) za­ deniyle birlikte kendi vicdanlarını da kuyuya
limleri böyle cezalandırırız!" attıklarını gösterir. Yusuf kuyudan kurtuldu,
73 70. âyette sözü edilen kapla, 72. âyette sö­ ama anlaşılan o ki onu kuyuya atanların vic­
zü edilen kabın aynı olmadığı düşünülürse, danı hâlâ kuyudan kurtulamamıştı.
burada kullanılan dişilik zamirinden yola çı­ 78 Ayrıntıları bazı tefsirlerde anlatılan bir ri­
karak, bulunan kabın 70. âyette sözü edilen vayete göre Hz. Yusuf'un halası öksüz yeğeni­
kap olduğunu kesin bir biçimde söyleyebiliriz. ni yanında alıkoymak için o küçükken böyle
74 Veya kâde'yt tam fiil anlamı vererek "..di­ bir mizansen düzenlemiş. Kardeşlerin aslını
ledik" (Krş: 44/Tâhâ: 15). bilmeden imâ ettikleri bu olay olsa gerektir.

75 Dün'in terim anlamlarından biri de budur 79 Neciyya: "Bir konuyu baş başa gizlice mü­
(Bkz: 18/Kâfirun: 6, not 7). zakere etmek" anlamındaki neciyy kökünden
(Krş: 43/Meryem: 52). Kelimenin eş anlamlı
76 "Doğru olmazdı" şeklindeki tercümemiz,
bir benzeri olan necva için bkz. 68/İsra: 47;
Kur'an'daki "mâ kâne li..." kalıbı kullanılan
105/Mücâdile: 7 ve 10.
cümlelerin genel karakteristiğine uygundur.
Bu gibi hukuki olmayan konumlarda bu kalıp 80 ilk muhatapların üslûbu gereği ikinci çoğul
"düşünülemez" olanı ya da "yakışık almaz" kipiyle gelmiştir. Bir diyalogda bunun dilimizde­
ve "şık düşmez" olanı ifade eder (Bkz: ki karşılığı "babamız bizden" şeklinde olacaktır.
466 71/YUSUF SÛRESİ t ,^=^>r^. N u z û i : 71
Mushaf: 12

da güven zedelemiştiniz. Şu durumda, bilir belki de Allah hepsini birden bana


babam bana izin verinceye ya da Allah le­ kavuşturur: çünkü O, evet O'dur her şeyi
himde hüküm verinceye kadar ben bu ül­ bilen, her hükmünde tam isabet kayde­
keden asla ayrılmayacağım: Zira Allah en den." 84

iyi hükmü verendir. 81 Babanıza dönü­ 84 Ve içine kapandı, ve "Ey gam, ey Yu­
85

nüz ve "Ey babamız!" deyiniz, "Oğlun suf'a dair tasam!" diye inledi, ve keder­
hırsızlık yaptı,- 81
ne ki biz sadece bilip den gözlerine ak indi; ve o tüm derdini
gördüğümüzün şahidiyiz: Üstelik biz, bi­ içine g ö m d ü . 86

lip gördüğümüz dışında olup bitenlerin


85 "Hayret vallahi!" dediler, "Hâlâ Yu­
sorumlusu da değiliz! 82
82 İstersen, (olay
suf'tan söz etmeyi sürdürüyorsun; so­
günü) bulunduğumuz şehrin sakinlerine
nunda (bu hasret) seni yiyip bitirecek; ya
ve birlikte döndüğümüz kervancılara sor:
da kendini telef edip gideceksin."
zira biz gerçekten doğru söylüyoruz."
86 "Ben derdimi 87
ve hüznümü sadece
83 (OLAN biteni haber verdikleri babala­ Allah'a arz ediyorum!" 88
dedi (ve ekledi):
rı) "Hayır!" dedi, "tasavvurlarınız size "Üstelik Allah sayesinde, sizin bilmedik­
tumturaklı bir oyun o y n a m ı ş . 83
Bundan lerinizi biliyorum! 87 Ey yavrularım!
böyle bana düşen güzel bir sabırdır,- kim Haydi gidin, Yusuf ile kardeşi hakkında

81 Veya Kisâî'nin surrika okuyuşuna dayana­ 87 Bessî, lafzen "(gönlümden) kopup gelenleri,
rak: "Hırsızlıkla suçlandı". iç dökmelerimi" (Râğıb). İbn Abbas'a göre bu­
82 Bu son cümle, "Biz sana söz verirken onun rada "keder, dert, gam" anlamına kullanılmış­
hırsızlık yapacağını bilemezdik" ya da "Yu­ tır (Taberî).
suf'un başına gelenlerin onun da başına gele­ 88 Bu nokta 'bittim noktası'dır. Kulun gücü­
ceğini bilemezdik" gibi anlamlar içerir. Fakat nün bittiği yerde Allah'ın yardımı başlar. Al­
Taberî'nin kendi tercihine ve Zemahşerî'nin lah Rasulü'nün bittim noktası tam da bu dö­
dile getirdiği üç ihtimalden birine göre bu neme denk gelen Taif dönüşü idi. O, elleri ve
cümlenin anlamı, öncesine bağlı olarak şudur: ayakları kan revan içinde Ninovalı Addas'm
"..biz sadece bilip gördüğümüzün şahidiyiz, şahitliğinde "İlâhi" demişti, "Kuvvetimin
değilse biz işin görgü ve bilgimizin dışında ka­ azaldığını, gücümün tükendiğini, insanlar yü­
lan iç yüzüne vakıf değiliz." zünden küçük düştüğümü sana arz ediyorum!
83 Bu şekilde çevirimizin gerekçesi için bu Ey merhameti sonsuz olan! Ey ezilmişlerin
ibarenin aynen geçtiği 18. âyetin ilgili notları­ Rabbi! Ey benim Rabbim! Kimlerin eline bı­
na bakınız. raktın beni!.. Bana gaddarlık yapan yabancıla­
84 Âyet öksüz çocuk sahibi her babaya -veya rın eline mi? Yoksa, dâvamı ipotek edecek bir
yetim çocuk sahibi yeni evlilik yapmış her an­ düşmana mı? Eğer sen bana gücenmedinse,
neye- şu zımni öğüdü verir: Öksüzlerin hakkı­ kesinlikle bunlara aldırmıyorum. Lakin iyili­
nı koru ve çocukların üzerinde çok iyi bir göz­ ğin beni rahatlatacaktır. Senin nuruna sığını­
lemci ol ki, kimin ne yapıp ne yapmayacağını rım; karanlıkları aydınlatan nuruna, dünya ve
bilesin. Bunu bilen bir babayı çocukları hak­ ahiretimi aydınlatacak nuruna... Gelecek ga­
kında kimse yanlış yönlendiremez. zabın, bana ulaşacak öfkenden kaçıp kurtula­
85 Lafzen: "ve onlardan yüz çevirdi". cak bir sığınak arıyorum. Sana sığındım, yeter
ki razı ol! Güç ve kuvvet sendendir, yalnız
86 Acı çeken insan, peygamber de olsa inler:
senden!" (İbn Hişam, Sira II, 29-30).
bu insanî bir durumdur.
haber elde etmeye çalışın! Allah'ın rah­ karşılıksız bırakmaz." 91

metinden de umut kesmeyin! Şu bir ger­ 91 "Aşkolsun vallahi!" dediler, "Doğruya


çek ki, Allah'ın kuşatıcı ve kurtarıcı rah­ doğru: Allah seni bize üstün kılmıştır,-
metinden yalnızca kâfirler güruhu umut biz de hataya gömülüp gitmişiz işte!.."
keser.
92 "Bugün sizi kınayıp ayıplama yok!" de­
di (Yusuf),- "Allah sizi affeder, zira O mer­
92

88 DERKEN onlar (tekrar Mısır'a gelip


hametlilerin en merhametlisidir. 93 Şu
Yusuf'un) huzuruna çıktılar: "Ey saygın
gömleğimi götürün! Babamın yüzüne sü­
93

yönetici!" dediler, "Biz ve ailemiz kıtlık­


rün onu,- gözleri ışığa kavuşacaktır. Sonun­
tan dolayı perişan olduk; üstelik bedel
da tüm ailelerinizle birlikte bana gelin!"
(olarak) getirdiğimiz şeyler de pek yeter­
siz. Buna rağmen sen (yine de) bize tam
94 DERKEN, kervan yola koyulduğunda
ölçek ver! İstersen üzerine ikramını (da
babaları dedi ki: "İnanın ki ben Yusuf'un
ilave) et! Unutma ki Allah ikram edenle­
kokusunu alıyorum,- 94
umarım beni bu­
rin karşılığını verir.
nak yerine koymazsınız."
89 (Yusuf) dedi ki: "Siz henüz cahilken,
95 "Hayret vallahi!" dediler (ve ekledi­
Yusuf'a ve kardeşine yaptıklarınızı hatır­
ler): "Anlaşılan o ki sen, kadim yanılgın­
lıyor musunuz?"
da ısrarcısın."
90 Onlar atılıverdiler: "Ne? Yoksa sen...
96 Nihayet müjdeci ulaşıp da o (gömleği)
sen Yusuf m u s u n ? " 89

yüzüne sürünce, derhal gözleri ışığa ye­


95

(Yusuf): "Ben Yusuf'um, işte bu da karde­ niden kavuştu; "Ben size dememiş miy­
şimdir!" diyerek ekledi: "Allah bize lüt­ dim' dedi, 'herhalde ben Allah sayesinde
fetti; çünkü her kim Allah'a karşı gel­ sizin bilmediklerinizi biliyorum' di­
mekten sakınır ve (musibete) sabreder­ ye?" 9 6

se, 90
iyi bilsin ki Allah iyilerin yaptığını

89 Ubeyy b. Ka'b'ın "e ve ente Yusuf?" kıra­ 94 Hz. Yakub'un gözlerine perde indiğini söy­
atini dikkate alarak. leyen 84. âyetle birlikte zımnen: Saf sevgi uğ­
90 Mücahid'in yorumuna göre (Taberî). runa bir çift göz veren, o gözün kapasitesini
fersah fersah aşan bir buruna kavuşur. îşte bu
91 Başarıyı Allah'a nisbet etmek kulluğun
her zorluğun ardından bir kolaylığı müjdele­
edebindendir. Mamafih hiçbir başarı sebepsiz
yen vahyin fiili tezahürüdür (Krş: 107/Talâk:
değildir. İşte âyette gösterilen başarının iki al­
7). Burada tamamen kör olma değil, görme du­
tın anahtarı: Sorumluluk ve sabır.
yusunun en asgariye indiği anlaşılıyor. Görme
92 Bu tarihten yaklaşık 2500 yıl sonra Mek­
kaybını gözyaşıyla açıklamak 93 ve 96. âyet­
ke'nin fethi ardından benzer bir sahne yaşana­
lerle bağdaşmamaktadır.
cak ve Hz. Yusuf'un bu sözü Hz. Muham­
med'in dilinden Mekkelilere söylenecektir. 95 "Derhal" anlamı bazılarınca zaid sayılan
en edatının anlama katkısıdır.
93 Burada Hz. Yusuf "Herhangi bir gömlek"
(kamîsan) veya "benim herhangi bir gömleği­ 96 Vahiy, mucizevî bir olayın ardından kendi­
mi" [bi-kamîsî] değil, "bu gömleğimi" diyor. ne has bir 'rasyonellik' üretiyor: olağanüstü
O gömlek arkadan yırtılan iffet gömleğidir. ile bilgi arasında sırlı bir bağ kuruyor. Vahyin
Keramet gömlekte değil, keramet iffettedir. ürettiği bu kendine has rasyonelliğin olmazsa
97 "Ey babamız!" dediler; "Günahları­ rak bana lütufta bulunmuştur. Çünkü be­
mız bağışlansın diye bizim için Allah'tan nim Rabbim, dilediği şeyi cömertçe lutfe-
af dile! Kusurlu olan elbette b i z l e r d i k . " 97
dendir: 101
zira O her şeyi bilen, her hük­
98 "Sizin için Rabbimden af dilenece­ münde tam isabet kaydedendir.
ğ i m " dedi, " ç ü n k ü O, evet O'dur mutlak 101 "Rabbim! Doğrusu, bana iktidarı sen
bağış sahibi, sonsuz merhamet kaynağı." bahşettin! Yine Sen öğrettin bana olayla­
rın doğru y o r u m u n u ! 102
(Ey) gökleri ve
99 DERKEN, Yusuf'un huzuruna girdik­ yeri yoktan var eden: Hem bu dünyada
lerinde o, "Allah'ın izniyle kendinizi gü­ hem öte dünyada yârim, yardımcım Sen­
vende hissedeceğiniz Mısır'a buyurun!" sin! Canımı, varlığını Sana adamış biri
diyerek, ebeveynine kucak açtı. olarak al ve beni iyiler arasına k a t ! "
100 Ebeveynini 98
makamına ç ı k a r t t ı 99
ve
onu yerlere kapanarak saygıyla selamla­ 102 BU OLAY, Bizim sana vahyettiğimiz
dılar. 100
Ardından "Ey babacığım!" dedi, gaybî haberlerden biridir; üstelik sen, on­
"Bir zamanlar gördüğüm rüyanın altında lar tuzak kurmak amacıyla plan yapmak
yatan anlam buymuş meğer. İşte, Rabbim için bir araya geldiklerinde onların yanın­
onu gerçeğe dönüştürmüştür. Yine O, be­ da da değildin. 103

ni hapisten çıkararak, dahası Şeytan be­ 103 Hem -sen gönülden arzuluyor olsan
nimle kardeşlerimin arasını açtıktan son­ dahi- insanların çoğu yine de inanmaya­
ra bile sizin çölü aşıp gelmenizi sağlaya- cak. 104 Oysa ki sen onlardan (davetine)

olmaz temeli Allah'a kayıtsız şartsız teslimi­ lam ve hürmet şeklidir. Birini selamlarken
yettir. Evet teslimiyet, rasyonelliğin ulaşabi­ başlarını öne eğerlerdi" (Kurtubî). Secde ile il­
leceği son sınırdır. gili dilsel bir açıklama için 4. âyetin notuna
97 Peygamberlerin görev alanına ümmetleri bkz. Yine 4. âyette dile gelen rüya bu şekilde
için Allah'tan mağfiret dilemek de girer (Krş: gerçekleşmiş olmaktadır.
98/Âl-i Imran: 159). 101 Latif ismi bağlamına göre lütufya da leta­
98 Eski Ahid anne Raşel'in Bünyamin'in doğu­ fete nisbet edilebilir. Burada lütuf'tan müba­
munda öldüğünü nakleder. Bu anne Hz. Yusuf'u lağa ile ism-i fail anlamı daha uygundur (Diğe­
büyüten üvey anne (veya hala) olmalıdır. Bu he­ ri için bkz. 75/Lokman: 16, not 20). Taberî'ye
men devamında ikisine birden değil yalnızca göre de buradaki Latif ismi, zu lutf (lütuf sahi­
babasına hitap edişinden de anlaşılmaktadır. bi) anlamınadır (Krş: Râğıb). Ne ki Râzî bu is­
me daha farklı bir mâna yükler: "Olmasını di­
99 Buradaki 'arş'ın hakiki karşılığı "taht"tır.
lediği şeyin sebeplerini kolaylaştırıp onu ger­
Fakat Hz. Yusuf'un konumu göz önüne alındı­
çekleştirendir".
ğında "makam" diye çevirmek daha uygun­
dur. 'Arş, rafa'a 'alâ ile birlikte "makama çı­ 102 Bir önceki âyetteki 'Alîm ve Hakîm esma­
karttı, aldı" mânasına gelir. sı ışığında: İnsanın öğrenmesi 'Alîm isminin,
iktidar Hakîm isminin tecellisi. Bu ikisi birle­
100 Harra bu bağlamda "durmak, geçmek"
şince dünya ve âhiret saadeti gerçekleşir (Ben­
mânasındadır. Harrû succeden ibaresinin an­
zer bir mesaj için bkz. 62/Kehf: 83-98).
lamı "yere kapanarak selama durmak" olma­
lıdır. Hasan Basri bu ibareyi şöyle açıklar: "Bu 103 Âyetteki ğayb'a ilişkin bir yorum ve ben­
secde değildir, o toplumda yaygın olan bir se­ zer bir âyet için bkz. 67/Kasas: 44, not 54.
Nüzul: 71 Mushaf: 12 . ^ y ^ , 71/YUSUF SÛRESİ 469

bir karşılık da beklemiyorsun; elbet bu yücedir ve ben O'na ait vasıfları başkası­
(vahiy) tüm insanlığı muhatap alan bir na yakıştıranlardan değilim.
uyarıdır. 105 Göklerde ve yerde ne muci­ 109 Senden önce gönderdiğimiz peygam­
zeler var ki, (insanoğlu) yanından geçip berler, kentlerin ahalisinden (seçip) ken­
gider de onlara dönüp bakmaz b i l e . 104
106 dilerine vahyettiğimiz adamlardan baş­
Nitekim onların çoğu, Allah'a, O'na ait kası değildi. 107
Hem onlar yeryüzünde ge­
nitelikleri başkalarına yakıştırmaksızın zip dolaşmazlar mı? Öyle yapsalardı, 108

iman e t m e z l e r . 105
kendilerinden öncekilerin başına gelen
107 Yani şimdi onlar, Allah'ın cezasının feci akıbeti görmüş olurlardı!
kendilerini bularak çepeçevre kuşatma­ Ve Allah bilincine ulaşanlar için âhiret
sından, ya da kendileri farkında dâhi de­ yurdu elbette daha hayırlıdır: Bunu dâhi
ğilken son saatin ansızın gelip çatıverme- düşünemiyor musunuz?
sinden yana güvencede olduklarını mı
110 (Önceki) peygamberler (öylesine zor­
düşünüyorlar?
landılar ki), en sonunda neredeyse (top­
108 De ki: "Benim yolum budur: Ben yal­ lumlarına ilişkin) tüm umutlarını yitirdi­
nızca Allah'a çağırıyorum. Ben de, bana ler; artık iyiden iyiye yalanlandıklarını
uyan kimseler de (ne yaptığımızın) çok düşünmeye b a ş l a y ı n c a , 109
yardımımız
iyi farkındayız; 106
ki Allah'ın şanı pek kendilerine ulaştı,- sonuçta dilediğimizi

104 Zımnen: İnsanoğlu mucize mi arıyor? Kâ­ uygun karşılık.


inata basiretle baksın, mucizeden başka bir 109 Tercihimiz Medineli ve bir kısım Kûfeli
şey göremeyecektir. Ne var ki, bakışı muhte­ otoritenin tercihi olan mevcut mushaftaki ku-
şem olmayan, baktığındaki ihtişamı göremez. zibû okuyuşuna dayanır. Kelimenin okunuşu­
Kâinat âyetlerine sırt dönenlerin kitabın âyet­ na göre bu cümlenin anlamı değişir. Kezebû
lerine sırt dönmeleri sürpriz değildir. okuyanlar, ennehum'daki zamirin inkarcı
105 Müşriğin imanı, imanın çelişkisidir (Krş: muhataplara değil "peygamberlere" gittiğini
89/Ankebût: 61-63 vd.) söyler. Bu durumda mâna şöyle olur: "Gönde­
106 Zımnen: Bilinç imanın kimyasıdır. rildikleri toplumlar, iyiden iyiye onların yalan
söyledikleri kanaatine vardıklarında.." Bu
107 Yani: Meleklerden değil, ölümlü insanlar­
okuyuş aynı zamanda İbn Mes'ud ve Said b.
dandı. Çünkü Mekke müşrikleri, Hz. Peygam­
Cübeyr'e de atfedilmiştir. Tercihimiz olan ku-
ber'in nübüvvetine "Eğer Rabbimiz birini gön­
zibu okuyuşunun tercih etmediğimiz alterna­
derecek olsaydı, bu melek olurdu" şeklinde
tif bir anlamı da şudur: "Kendilerine yalan
itiraz ediyorlardı (Zemahşerî). Bu âyetin konu­
söylendiğini sandıklarında". Bunun açılımı
su, peygamberlerin cinsiyeti değildir. Bu âye­
şu: "Peygamberler, kendilerine yardım vaadi
tin peygamberin cinsiyetiyle ilgili olduğunu
gecikip de başlarına olmadık işler gelince 'aca­
düşünenler, bu görüşlerine bu âyetin bir kadın
ba bize yalan mı söylendi, peygamberlik ko­
olan yalancı peygamber Secah'la ilgili olduğu­
nusunda kendi kendimizi mi kandırdık, dol­
nu söylerler (Taberî). Oysa ki bu sûre Mekkî-
duruşa mı geldik' diye içlerinden geçirince.."
dir. Secah'ın peygamberlik iddiası ise Ne-
Ama bu mâna ne peygamberlik kurumuyla,
bi'nin vefatından sonradır.
ne de bağlamla mütenasiptir. Tüm alternatif
108 Fâ edatına bu bağlamda verilebilecek en okuyuşlarla beraber bu okuyuşun da kendisi-
kurtuluşa ulaştırmışızdır; fakat azabımız rulmuş bir söz değildir. 110
Aksine önceki
günaha gömülüp gitmiş bir toplumdan (vahiylerden) kendisine ulaşan hakikatle­
asla geri çevrilmez. ri doğrulayan ve her şeyijn dayanacağı te­
111 Doğrusu onların kıssalarında, derin melleri) açık seçik ortaya koyan ve yü­
kavrayış sahiplerinin alacağı bir hayli ib­ rekten inanan bir toplum için bir kılavuz
ret vardır. (Vahye gelince:) o asla uydu- ve bir rahmet olan (hitaptır).

ne nisbet edildiği İbn Abbas, bu okuyuşu "On­ rinden döndüler." Bu son okunuşun alternatif
lar ölümlü birer insan değiller miydi?" diye bir anlamı da şudur: "Peygamberler gönderil­
savunmuş, fakat onun bu yaklaşımı Hz. Ai- dikleri toplumları tarafından yalanlanacakla­
şe'ye nakledilince o bunu şiddetle reddetmiş rından emindiler." Bir önceki âyet, kendile­
ve kelimeyi kuzzibu olarak okumuştur. Buna rinden önce peygamberlerini yalanladıkları
göre anlam "Peygamberler, kendilerine (ilk el­ için cezalandırılan toplumlardan söz etmekte­
de) inanıp güvenen insanların (sonuna kadar) dir. Tercihimiz de buna dayanmaktadır (Krş:
kendilerini destekleyeceğini sandılar. Fakat Taberî).
onlar zaferin gecikmesinden dolayı peygam­ 110 Kur'an kıssaları, tarihin, hem vahyin hem
berlerini yalan söylemekle itham edip dinle- de imanın konusu olduğunu gösterir.
Sûre adını 8 0 . âyetinden alır. Hıcr, her ne kadar "kayalık arazi" ya da "ka-
palı h a v z a " anlamına geliyorsa da, kadim zamanlardan beri kayıtlara
geçmiş Semud kavminin yaşadığı yerin adıdır. Semud, debdebeli varlığı ve
feci akıbeti bölge halkının ortak hafızasında yer t u t m u ş bir refah uygarlığı­
dır. 99 âyettir.

T ü m ilk tertipler Hicr'i Yusuf sûresinin ardına yerleştirir. 10 veya 11. yıla
denk gelir. Boykot sonu ve sonrası sûrelerinin tipik özelliği, geçmiş kavim­
lerin helak kıssalarıdır. Sûre bunlar üzerinden ders verir.

Konusu, dili, üslûbu ve ses yapısı sûrenin Mekkî olduğunun en açık göster­
gesidir. Buna ilaveten, h e m e n t ü m otoriteler sûrenin t a m a m ı n ı n Mekke'de
indirildiğinde müttefiktirler (Besâir). Bazıları, Fâtiha'ya atıf olarak yorum­
lanan 87. âyeti Medenî sayar (Zemahşerî ve Râzî). Bunun sebeb-i nüzul ri­
vayetlerine yer a ç m a dışında m a k u l bir gerekçesi yoktur. Sûre her açıdan
bir bütünlük teşkil eder (Krş: En'âm sûresinin girişi). Süyûtî'ye göre sûre
Hicret öncesi dönemde indirilen sûrelerdendir [İtkân).

Ana konusu insandır. Bu nedenledir ki insanın elementer kökenine ilişkin


Kur'an'da ender kullanılan terimler bu sûrede yoğunlaşmıştır (26, 2 8 , 3 3 ) .
Sûrede işlenen diğer konular şöyle sıralanabilir: Emsali sûreler gibi meydan
okuyan bir üslûpla vahiy, beşeri boyutu sürekli vurgulanan nübüvvet, insan­
lığın kolektif bilincini oluşturan tarih, insanın ebedi istikbali olan âhiret, bir
kitab olarak takdim edilen tabiat ve insanın esas duruşu olan tevhid.

Sûre h e m vahyin kayıtlı tabiatına atıf yapan el-Kitab oluşuna, h e m de vah­


yin sözlü bir hitab olma vasfını dile getiren Kur'an oluşuna dikkat çekerek
söze girer. Böyle bir giriş doğal olarak, sûrenin anahtar âyetlerinden biri
olan şu ilâhî garantiyle taçlanacaktır: "Biz, elbet Biz indirdik Kur'an'ı ve el­
bet onu koruyacak olan da Biziz!" (9)

Verdiği helak olmuş uygarlık örnekleriyle, muhataplarının hafızasını tazele­


yen sûrenin ana konularından biri de peygamberlik kurumudur. Bu çerçeve­
de, vahyin şahsiyet inşa edici fonksiyonunun en çarpıcı iki örneği bu sûrede
yer alır: "Onlardan birtakım kimselere verdiğimiz dünyalıklara gözlerini çe­
v i r m e ! " ve " Ö l ü m sana gelinceye dek Rabbine kulluğu sürdür!" (88 ve 99).
472 72/HtCRSÛRESİ % . ^ y ^ . , Nûzûl: 72Mushaf: 15

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 Elif-Lâm-Râ\ belirlenen sürenin (artık kaçınılmaz


olan) bitimini ne öne alabilir ne de ertele­
BUNLAR Kitab'ın, yani özünde açık ve
1
yebilir.
(hakikati) açıklayıcı olan ilâhî hitabın 6 Bir de (kalkıp) "Sen ey kendisine uyarı­
âyetleridirler. 2 Gün gelecek, inkârda ıs­
2
cı mesaj indiğini (iddia eden) kişi, evet
rar edenler (vahyin yol göstericiliğine) tes­ sen kesinlikle mecnunsun!" dediler; 7
lim olmayı yürekten temenni edecekler. "Eğer doğru söylüyor idiysen, bize me­
3 Kendi hâline bırak onları; yesinler, ge­ leklerle gelseydin y a ! " (diye de eklediler).
çici nazlarla avunsunlar, oyalasın onları 8 Biz, melekleri ancak ve ancak hakika­
boş umutlar: nasıl olsa zamanı gelince tin gerçekleşmesi için indiririz; eğer (de­
(gerçeği) öğrenecekler. dikleri olsaydı), o zaman da onlar için as­
4 Zira Biz hiçbir memleketi, (önceden) la erteleme olmazdı. 5

bilinip anlaşılan ilâhî bir vahye muhatap 9 Elbette bu uyarıcı mesajı kaynağından
kılmadıkça helake sürüklememişizdir. 5 3
indiren Biziz; onu koruyacak olan da ke­
(Kaldı ki) hiçbir uygarlık, kendisi için
4
sinlikle yine Biz olacağız, Biz! 6

1 Vav'ın beyaniyye özelliğine dayanarak. bilir. Nitekim, bu âyetin son ibaresi olan mâ
2 Kur'an için tercih ettiğimiz bu karşılıkla ilgi­ kânû munzarîn, Firavun ve ordusunun boğu­
li bkz. 69/Yûnus: 15, not 26. Mubın'in "açık ve larak cezalandırıldığını haber veren bir pasaj­
açıklayan" olarak çevirisiyle ilgili bkz. 71/Yu­ da da aynen yer almaktadır: "Ne gök ağladı
suf: 1, not 2. Açık anlamı, "okunmak için açık onlara, ne de yer ve ne de cezalan ertelendi"
;

bekleyen kitap" imasını da içerir. Bu âyet, el- (84/Duhân: 29). Bir sonraki âyete bakarak, el-
Kitab ile vahyin kayıtlı tabiatına atıf yaparken, hakkm "vahiy" olduğunu söylemek de müm­
Kur'an ile vahyin insan algısına açık ve haya­ kündür. O takdirde anlam 4 ve 5. âyetlerin
tın içerisinde üretilmeye müsait sözlü bir hi­ içeriğiyle örtüşür.
tap oluşuna atıf yapmaktadır. Yani kitap oluşu 6 Zemahşerî, bu âyetin vahyin parça parça ini­
kaynağına nisbetle, Kur'an oluşu hedefine nis­ şine yönelik kuşkuları da nefyettiğini söyler.
betle aldığı isimdir. Vahiy kaynağına nisbetle Bizce tenzil'i bu vurguya hasretmek doğru de­
el-Kitab'tır, el-Kur'an olma vasfını insana oku­ ğildir. Tenzil, vahyin kaynağına nisbet edildi­
nunca ve insan okuyunca kazanır. ğinde kullanıldığı formdur (Bkz: 71/Yusuf: 2,
not 3). Bu yananlamı "kaynağından" kelime­
3 Bu anlamı, aynı gerçeği farklı formlarla dile ge­
siyle çeviriye yansıttık. Zaten İbn Abbas vah­
tiren 73/En'âm: 131; 68/lsra: 15; 44/Tâhâ: 134;
yin korunmasını vahyin kaynağından hedefi­
51/Şu'arâ: 208 ve 67/Kasas: 59. âyetlerle karşı-
ne ulaşmasıyla sınırlandırır. Kur'an hedefine
laştmnız. Bu karşılığı, maksadı lafız ve manaya
ulaştıktan sonra binlerce, onbinlerce, yüzbin-
hakem kılarak kitâbun ma'lûm ibaresinin doğru
lerce şahidin elinde, dilinde, hafızasında ve
anlamına ulaşan Muhammed Esed'e borçluyum.
kalbinde korunarak nesilden nesile aktarıl­
4 Ümmet e verdiğimiz "uygarlık" karşılığı için mıştır. Dahası Hz. Osman döneminde çoğaltı­
bkz. 74/Nahl: 36, not 40. lan ilk orijinal nüshalardan en az ikisi bugüne
5 Buradaki el-hakk'ın açılımı, "hesap günü" kadar gelmiştir. Ceylan derisi üzerine yazıl­
[yevmu'l-hakk, 47/Nebe': 39) olabileceği gibi, mış olan hareke ve nokta bulunmayan Taş­
"kesinleşmiş ceza" (Krş: 73/En'âm: 8) da ola- kent nüshası bunlardan biridir. Dünyada
10 DOĞRUSU (Ey Peygamber), senden 16 DOĞRUSU Biz, gökyüzünde yıldız
önce de geçip gitmiş topluluklara (elçiler) kümeleri var ettik; ve onları (ibret naza­
11

göndermiştik. 11 Kendilerine gelen hiç­


7
rıyla) bakanlar için süsledik. 17 Ve onları
bir elçi yoktu ki onları alaya almamış ol­ (bilir bilmez) a t a n her tür şeytani güçten
12

sunlar. 12 Biz (vahyin, etki etmeden) gü­ koruduk. 13


18 Fakat kim ki (gayb konu­
nahkarların yüreklerinden geçip gitmesi­ sunda) kulak hırsızlığına soyunur, onun
ni işte böyle sağlarız,- 13 onlar da önceki­
8
peşine ayan açık parlak bir alev takılır. 14

lerin nasıl bir model ortaya koydukları 19 Ve yeryüzünü (engebeli arazi yapısıyla)
sergilendiği hâlde, (yine de) bu (vahye) uzatıp genişlettik,- 15
zira orada kalkmaz
inanmazlar. 9
kımıldamaz dağlar yerleştirdik; üstelik
14 Ve eğer onların üzerine gökten bir ka­ orada her türün dengeli bir biçimde büyü­
pı açmış olsaydık ve onlar da oraya yük- yüp gelişeceği (bir canlı hayat) bahşettik.
selebilselerdi, 15 kesinlikle derlerdi ki: 20 Yine orada hem sizin için, hem de rı­
"Al işte, bizim basiretimiz de bağlandı; zık vericisi siz olmadığınız bütün (diğer)
daha da beteri, (galiba) biz topyekûn bü­ varlıklar için geçinme imkanları sağladık.
yülendik..." 10
21 Hiçbir şey yoktur ki, onun kaynağı 16

Kur'an'ın elde bulunan tüm ilk nüshaları ara­ den atan, iftira atan, sıkan" anlamına.
sındaki farklar, hiçbiri de anlamın çatısını de­ 13 "Büyülendik" ile biten 15. âyetle bu âyet­
ğiştirmeyen hareke, ses ve kıraat farklarından ler arasındaki ilişki açıktır. Zira yıldızlar öte­
öte gitmez. Hâfızûriun çoğul gelmesi, innâ den beri büyücülerin ve şarlatanların istisma­
(biz) zamirine ittibaandır. Bu "Biz" zamiri, Al­ rına konu olmuş, gaybî bilgiye ulaştıkları iddi­
lah'ın vahyi koruma görevini yarattıklarının asıyla Allah'tan rol çalmağa yeltenmişlerdir.
kimilerine tevdi etmesi olarak anlaşılacağı gi­ Vahiy, "sahte bilgiye" ve "bilgi sahtekarlığı­
bi, O'nun insan bilincinde kişileştirilmesinin na" dikkat çekerek sahih bilginin önemini
önüne geçmek için de olabilir. Aynı âyette vurguluyor.
farklı zamirlerin kullanılmasının sebebi de
14 Adeta bir alev topuna benzeyen göktaşı gi­
budur (Msl. 68/lsra: 8).
bi. Şeytani dürtülerle gaybi bilgi devşirme id­
7 Tevhid, insanlığın ilk ve saf inancıdır. Tüm diasına kalkışanlar ve onlara kulak verenlerin
batıl inançlar tevhidden birer sapmadır. akıbeti, bir yürek yangını, derin bir aldanış ve
8 İnsan psikolojisine dair ilâhî yasa: Kişi alay hayal kırıklığıdır. Bizim "ayan açık" diye çe­
ettiği hakikatin mahiyetini anlamakta acze virdiğimiz mubin, bu bağlamda gizli hırsızlığa
düşer. Zımnen: Kendini vahye kapatan kişiye, açık ceza anlamını çağrıştırmaktadır. Bu âye­
Allah da vahyi kapatır. tin açılımı niteliğindeki 66/Sâffât: 10'a bkz.
9 Benzer bir ibare için bkz. 51/Şu'arâ: 200. 15 Parantez içi açıklama, yeryüzünün uzatıl­
10 Lafzen: "büyülenmiş bir toplumuz". masına dair 58/Ra'd: 3'e dayanmaktadır (Bkz:
58/Ra'd: 3, not 6.)
11 Burûc: Kök anlamı "dikkat çekmek" ya da
"sığınak" olan kelime burada "Yıldız kümele­ 16 Hazâin, bir şeyin var edilmesi, terkip edil­
ri" ya da "takım yıldızları" manasında kulla­ mesi, icat edilip kotarılması ve kullanıma su­
nılmıştır [Külliyyât). nulmasını ifade eder (Zemahşerî). Dengeden
sonra ölçüye atıf. Zımnen: Eşya Allah'tan ba­
12 Racîm, hem fail hem de mef'ul manasına
ğımsız değildir.
gelir. Burada "asılsız söz söyleyen, bol kese-
Bizim katımızda olmamış olsun; fakat Biziz. 19

Biz her bir şeyi tesbit ve tayin edilmiş bir 24 Doğrusu Biz, sizin içinizden öne geç­
ölçüye göre indiririz. 17
mek isteyenleri de, bile isteye geride ka­
22 Yine, aşılayıcı rüzgarları Biz sevk et­
18
lanları da biliriz. 20

mişiz; bunun sonucunda gökten suyu in­ 25 Ve gerçekte senin Rabbin var ya işte ;

dirmiş ve onunla sizi suya kandırmışız; O'dur onları bir araya toplayacak olan:
yoksa onun kaynağına hükmeden siz de­ Çünkü O her hükmünde hep isabet kay­
ğilsiniz. deder, her şeyi tarifsiz bilir.
23 Ve elbette Biziz hayatı ve ölümü var
eden; ve (ölümlü tüm varlıklardan) geriye 26 DOĞRUSU Biz insanı süzme, kuru­
kalan her şeyin tek gerçek vârisi olan da muş, ses veren bir balçık türünden,- öz- 21

17 Kader, "ölçü"dür,- kadere iman Allah'ın elverişli bir şeye vurularak elde edilen ses" an­
hiçbir şeyi ölçüsüz yaratmamış olduğuna lamına gelir (Râğıb). Akustik kabiliyetinden
imandır. yola çıkarak çanak, çömlek, küp gibi kurutul­
18 Hem bulutları sürükleyerek yağmurun muş çamurdan yapılan nesnelere de ateşte pi­
yağmasında rol üstlenmelerine, hem de bitki­ şirilmeden önceki haliyle salsâl adı verilir.
lerin döllenmesine hayati katkıda bulunmala­ Ateşte pişirilme süreci, ke'l-fahhâr gibi ilave
rına bir atıf. İbn Abbas bu âyeti daha o zaman­ bir ibareyle ifade edilmiştir (Msl. 41/Rahman:
dan böyle tefsir etmiştir. Yakın zamanlarda 14). "Ses veren çamur", zımnen "düşünen ve
yapılan botanik bir keşif olan bitkilerin erkek konuşan, yani akıl sahibi olan bir varlık yarat­
ve dişi tohumlardan oluştuğu gerçeği için bkz. tık" anlamına gelir. Üçü bu sûrede (26, 28,
58/Ra'd: 3. 33), biri Rahman 14'te olmak üzere Kur'an'da
dört yerde geçen kelimenin yer aldığı tüm
19 Bu, "Göklerin ve yerin mirası gerçekte Al­
âyetler, karmaşık ve muhteşem bir inşanın
lah'a aittir!" (98/Âl-i İmran: 180; 96/Hadîd: 10)
eseri olan insanın biyolojik kökeninin basit ve
âyetinde anlamını bulan hakikatle aynıdır. Ni­
sıradanlığına dikkat çekmektedir. Allah'ın
hai anlamda kalıcı ve sonsuz gerçekliğin Allah
müdahalesiyle, bu değersiz ve yetersiz ele­
olduğunu ifade eden "(Göklerde ve yerdeki)
mentlerden insan gibi bir şaheser yaratılmış­
her varlık fanidir; baki kalacak olan azamet ve
tır. Kur'an'ın, insanın yaratılışını toprak ve
ihtişam sahibi Rabbinin zâtıdır." (41/Rahman:
toprak cinsinden olan değişik maddelerle irti-
26-27) âyetiyle bağlantılı olarak anlaşılabilir.
batlandırmasının bir başka nedeni ise, insanın
20 İnkarda ya da imanda öne geçme ve geride yeryüzündeki yaşamını ve gelişimini sağlaya­
kalma. "Bile isteye geride kalanlar" şeklinde­ cak şekilde toprak ve onun üzerindeki organik
ki çevirimiz muste'hııîn'm. gramatik yapısına ve inorganik elementlere bağımlı olarak sür­
dayanır. Klasik tefsire göre bu âyet, "geçip git­ dürmek zorunda oluşunu beyan içindir. Çevi­
miş (toplulukların hâl ve gidişatını) da biliyo­ riye "süzme" olarak yansıttığımız karşılık
ruz, geriden gelecek olanların (hal ve gidişatı­ salsale sözcüğünün anlamlarından birinin de
nı) da" veya "önden geçip gidenleri de arkadan "suyun geride bıraktığı unsur" olmasından
gelecek olanları da" şeklinde anlaşılabilir (Ta­ dolayıdır (Râğıb). Bunu, içinde hayat emarele­
berî; Zemahşerî ve Râzî). ri bulunan mikro organizmaların yer aldığı öz­
21 İnsanın [însan için bkz. 32/lnsan: 1) biyolo­ lü tortu olarak algılayabiliriz. Salsal''in de, he­
jik ve elementer yaratılış süreciyle ilgili olan men ardından gelen hamein mesnun gibi, çö­
bu âyette geçen salsâl, "kuru ve ses çıkarmaya zülmeye, bozulup kendi tabiatından başka bir
Nüzul: 72 Mushaf: 15 , > < v > ; , , 72/HİCR SÛRESİ 475

gün bir biçim almaya elverişli, tabiatı de­ demişti ki: "Bakın, Ben süzme, kuru­
ğiştirilmiş, koyu ve yoğun çamur nevi bir muş, ses veren bir balçıktan,- özgün bir
şeyden yarattık. 22
27 Görünmez varlıkla­ biçim almaya elverişli, tabiatı değiştiril­
rı ise, (insandan) daha önce, yakıp kavu­ miş, koyu ve yoğun bir ç a m u r d a n 24
fizi­
ran (şaşırtıcı bir karışımda), zehir gibi (in­ ki olarak görünen ölümlü bir v a r l ı k ya­ 25

sanın gözeneklerine) nüfuz eden tarifsiz ratacağım! 29 İzleyin; ne zaman ki onu


bir ateşten yarattık. 23 şekillendirir de kendisine ruhumdan üf-
28 Hani bir zamanlar Rabbin meleklere lersem, 26
derhal yere kapanıp onun (hiz-

tabiata geçmeye elverişli bir özelliğe sahip ol­ nüfuz edici" şeklindeki çevirimiz, semûm'un
duğu, "kokuşma" anlamına gelmesinden an­ biri diğerine tercih edilemez olan kök anlam­
laşılmaktadır (Râğıb). Bu kokuşmayı, mevcut larına dayanmaktadır. Bu çok özel nâr'ın (ateş
bağlamda "olgunlaşma" ve "kıvamına erme" veya ışın) tabiatına ilişkin bir ayrıntıyı Rah­
anlamında almak yerinde olacaktır. Çünkü man 15'te geçen min mâricin min nâr ibare­
İbn Abbas salsal'i "toprağın en değerli ve en sinde bulmaktayız. Parantez içindeki "şaşırtı­
özlü (el-ceyyid) birimi" şeklinde anlamıştır cı bir karışım" açıklaması, mâride dayanır
(Taberî). (Râğıb). Nâr'ın bilinen bir ateş olmadığı, belir­
22 Kur'an'da (üçü aynı formla bu sûrede, biri siz gelmesinden anlaşılmaktadır. Bu durumu
farklı formla Kehf 86'da) sadece dört yerde kul­ çeviriye "tarifsiz" sözcüğüyle yansıttık. Bura­
lanılan hame', "kokuşup başkalaşarak hüviye­ da, yeryüzünün insan yaşamına elverişli ol­
tini değiştiren konsantre kara balçık" anlamı­ madan önceki magma dönemindeki fonksiyo­
na gelmektedir. Beydavi bu başkalaşmayı, nuna ilişkin bir işaret var gibidir. Meleklerin
yaratıldığı nûr ile cinlerin yaratıldığı nâr ara­
"toprak-su kanşımınm üzerinden uzun süre
sında sadece etimolojik ve fonetik bir yakınlık
geçmesi" ile açıklar. Mesnun, Sibeveyh gibi
değil, aynı zamanda bir mahiyet yakınlığı ol­
kimi dil otoritelerine göre "orijinal bir şekil al­
duğu da söylenebilir. Zaten bir cevherden çı­
ma sürecine tabi olan" anlamına gelir ki, Sün­
kan iki arazı ifade eden ışık ve ateş kelimeleri
netin anlamlarından biri de budur. Min hame-
de, bu yakınlığın niteliğini ele verir. İşin haki­
in mesnun ibaresi bu bağlamda, insanın Allah
katini Allah bilir.
tarafından belirlenen ideal sureti alması için,
hem ilk yaratılıştaki biyolojik tekamül süreci­ 24 Gerekçe için bkz. âyet 26, notlar.
ne, hem de anne karnındaki embriyolojik süre­ 25 Beşeran, "bir şeyin olanca güzellik ve ça-
ce bir atıf olarak anlaşılabilir (Krş: 64/Nûh: lımlılığıyla ortaya çıkıp görünür hale gelme-
14). Zira Mü'minûn 12-14'te, hem elementer si"ni ifade eder {Mekâyîs). İlk bakışta görünen
süreç hem de embriyolojik süreç art arda bir­ yer olduğu için insan derisine beşera, kadınla
likte ele alınır. Buna bakarak, Kur'an'ın iki sü­ erkeğin tenlerinin birbirlerine bütünüyle gö­
reci birbiriyle eşleştirdiğini söyleyebiliriz, rünür kılındığı için cinsel birlikteliğe mubaşe-
"..nevi bir şey" şeklindeki çevirimiz, belirsiz­ ra denilmiştir. Bu ve buna benzer âyetlerde
lik formunun, "bir tür, bir çeşit" anlamı katan "görünmeyen varlıkların" karşıtı olan "görü­
özelliğine dayanır [îtkân U, 291). nen varlık" manasında kullanılmıştır. Yani
23 Cinn için bkz. 56/A'râf: 179, not 144. Gö­ beşer, cânn'ın mukabili olarak kullanılmıştır.
rünmeyen varlıkların kökeni konusunu yarı Kur'an'da geçtiği 35 yerin 25'inde peygamber­
simgesel bir dille açıklayan bu âyette yer alan lerin "beşerliğine" dair kullanılır.
nari's-semum, değişik yorumlara konu olmuş­ 26 Rûh bir çok âyette, "vahiy" (Msl. 74/Nahl:
tur. Bizim "yakıp kavurucu" ve "zehir gibi 2; 78/Mü'min: 15; 82/Şûrâ: 52) ya da "vahiy
metine) âmâde o l u n ! " 27
nü'ne kadar tüm lanet senin üzerine ola­
30 Bunun üzerine meleklerin tümü hep caktır!"
birlikte yere kapandı; 31 İblis müstesna: 36 (İblis) "Rabbim!" dedi, "Madem öyle,
o (hizmete) âmâde olup yere kapananlar­ bana tekrar diriliş gününe kadar süre tam!"
la birlikte hareket etmekten kaçındı. 37 (Allah) buyurdu ki: "Peki, sen zaten
32 (Allah) "Ey İblis! Sen neden yere kapa­ süre tanınmışlardan birisin,- 38 (tabi ki,
nanlarla birlikte hareket etmedin?" dedi. sadece tarafımdan) bilinen zaman dolun­
33 (İblis) dedi ki: "Benim, süzme, kuru­ caya ve günü gelinceye kadar!"
muş, ses veren bir balçıktan,- tabiatı de­ 39 (İblis) "Rabbim!" dedi, "Beni yoldan
ğiştirilmiş, koyu ve yoğun bir çamurdan dışladığın için ben de yeryüzünde onlara
yarattığın bir beşerin 28
emrine âmâde ol­ (günahları) süslü püslü göstereceğim ve
mam yakışık a l m a z d ı ! " 29
kesinlikle onların tümünü yoldan çıkara­
34 (Allah) "Öyleyse çık git bu makam­ cağım. 40 Bunun tek istisnası, onlar ara­
dan!" dedi, "Çünkü sen kendi kendini sındaki imanını saf ve temiz tutma çaba­
aşağıladın! 35 Ve unutma ki Hesap Gü-
30 sını desteklediğin kulların o l a c a k ! " 31

meleği" (Msl. 43/Meryem: 17; 46/Me'aric: 4 çasına oturmasıdır. Kurtubî bunu "selam ve
vd.) anlamındaki kullanımdan ayrı olarak saygı" olarak açıklar (Krş: 55/Sâd: 72).
mutlak niteliklerin insandaki mukayyet yan­ 28 Çevrimizin gerekçesi için bkz. âyet 26, il­
sımaları manasmdadır. Buradaki "ruh üfleme­ gili notlar.
yi", "ona başta hayat olmak üzere, kendi özel­
29 Zımnen: Şeytan Allah'ı anlamadı. Allah'ın
liklerimden, sıfatlarımdan sınırlı düzeyde ver­
bak dediği yerden bakmadığı için, gösterdiğini
dim" şeklinde anlamak mümkündür. Hayatın
göremedi. Allah Âdem'e üflenen ruha dikkat
tüm unsurlarını taşıyan cevher, ruh olarak ad­
çekti, o Âdem'in çamuruna taktı.
landırılmıştır. Ruh, bedenin herhangi bir yeri­
ne izafe edildiği zaman özel bir hüküm ve 30 "Kendi kendini aşağıladın" şeklindeki çe­
isim alır. Göze izafe edildiği zaman basar, kal­ virimiz, racîm'in hem fail hem mef'ul olan
be izafe edildiği zaman akıl, bedenin tamamı­ çift kutuplu yapısına dayanmaktadır.
na izafe edildiği zaman ruh adını alır. Her 31 Muhlasîn: Lafzen "saf, temiz, arı duru kılı­
merkezde asıl fonksiyonu gören ruhtur. Gör­ nan", dahası "saf ve samimi bir inançla do­
me, akletme, işitme ve konuşma yetenekleri, nanmış olan". Hâlis, bir şeyi, "saflığını bozan
gören, akleden, işiten ve konuşan birer ruhtur. tüm unsurlardan arındırarak tertemiz kıl­
Gerçekte ruh bedeni harekete geçiren, onu ak­ mak" [inferadû hâlisine 'an ğayrihim) anlamı­
leden, idrak eden, seven, bilen ve yapan herke­ na gelir (Râğıb). Muhataplarının şeytanla ilgili
sin "ben" (ene) ile tabir ettiği şeyin ta kendisi­ batıl ve sahte inançlarını temizleme amacı ta­
dir. Ruh insanın yaratılışındaki sırlı halkadır. şıyan bu pasaj içerisinde muhlasîn'in anlamı,
Ruh Âlemlerin Rabbinin emrine amadedir. tam da hemen aşağıdaki 42. âyette kullanılan
Ruh ile beşer insan olma seviyesine çıkmış, ğâvîn (âyet 42, not 33) sözcüğünün karşı kut­
akıl ve irade sahibi olmuştur. Ve onun hak­ bunda yer almaktadır. Muhlas (ya da çoğunlu­
kında bize bilgi verilmiştir, fakat bu kesinlik­ ğun tercihiyle muhlis), "inanç ve itikadını ce­
le "az bir bilgindir (68/lsra: 85). halet ve bilinçsizliğe dayalı tüm batıl ve hura­
27 Ka'a, insanın dizlerini karnına çekip elleri­ feden arındıran ve onun bu çabasını Allah'ın
ni yere dayayarak ve sırtını bir yere yaslamış- desteklediği kişi" anlamındadır.
41 (Allah) buyurdu ki: "(Zaten) bu, ken­ 47 Zira Biz Onları, içlerine işlemiş olan
dim için benimsediğim en doğru yol ve her tür olumsuz duygu ve düşünceden ta­
yöntemdir,- 42 Şu bir gerçek ki, has kul­
32
mamen arındıracağız. 35
Onlar mutluluk
larım üzerinde senin hiçbir inandırıcı gü­ tahtları üzerinde, kardeşler olarak karşı­
cün olmayacaktır,- ne var ki batıl inançlı lıklı oturacaklar. 48 Orada onlar ne bir
cahil ve bilinçsizlerden sana uyanlar yorgunluk ve zahmete katlanacaklar, ne
müstesna! 33
43 îşte onların tümünün bu­ de oradan çıkarılacaklar.
luşma yeri cehennemdir,- 44 oranın yedi 49 (Ey Peygamber!) Kullarıma haber ver:
kapısı vardır; o kapıların her biri, onlar­
34
Ben, evet Ben tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz
dan (günahına göre) tasnif edilmiş bir ke­ bir merhamet kaynağıyım! 50 Ama unut­
sime tahsis edilecektir. ma ki, en çok elem ve ıstırap veren azap
da Benim azabım!
45 VE FAKAT muttakiler! Onlar has bah­
çelerde, pınar başlarında... 46 (Çünkü) 51 ONLARA İbrahim'in konuklarından 36

onlara "Esenlik ve güvenlik içinde oraya da haber ver: 52 Hani, onun huzuruna
girin!" (denilecek). girmişler ve " S e l a m ! " 37
demişlerdi. (İbra-

32 Buradaki 'aleyye, bazıları tarafından ileyye lıklara ya da kendi hayalinde ürettiği mevhum
(bana ulaşan) ve hatta sıfat olarak 'aliyyun (yü­ varlıklara irade transfer eden ve bu şekilde ken­
ce) anlamına da alınmıştır (Ferrâ). Bu tür yo­ di elleriyle zayıflattığı iradesindeki boşluğu cin
rumlara, çoğunlukla Allah'ın şanını tenzih şeytanlarının ya da hayalinin ürettiği mevhum
kaygısıyla gidildiği bilinmektedir. Kaldı ki, varlıkların doldurmasına fırsat verenleri tanım­
'ala'nm Allah'a zamirsiz ya da zamirli izafe lamaktadır. Onlar transfer ettikleri güçle, ken­
edildiği tüm âyetlerde mana tercihimizi teyit di kendilerini vuran aymazlardır. Sonunda, sap­
eder niteliktedir (Bkz: 73/En'âm: 12, 54; malarının faturasını şeytana ya da mevhum
114/Tevbe: 111; 69/Yûnus: 103; 74/Nahl: 38; varlıklara çıkarmak isteyecekler, fakat bu ma­
79/Enbiya: 104; 40/Furkan: 16; 88/Rûm: 47). zeretleri bizzat suçladıkları Şeytan tarafından
reddedilecektir (65/lbrahim: 22).
33 el-Ğâvîn, "Bilgisizlikten ya da bilinçsizlik­
ten dolayı batıl inanç sahibi olmak" ya da 34 Seb'a rakamı kinaye olarak "birden fazla"
"inancında boşluk bulunmak" anlamına gelen ya da "farklı, çeşitli" manasına alınabilir. Ay­
el-ğayyu kökünden türetilmiştir (Râğıb). Şey­ nı zamanda bir eylemle birlikte kullanıldığın­
tan ve görünmeyen kötü güçlerin insan üzerin­ da, eylemin sürekliliğini ifade eder. Hem
de gücü olduğu vehmini kökten reddeden bu isimle hem de fiille birlikte kullanıldığında
âyette ğâvîn, 40. âyette dile getirilen muhla- çevrimselliğe ve dünüşümlülüğe delâlet eder.
sîn'in tam karşı kutbunda yer alır. Aynı kelime 35 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 56/A'râf:
Şu'ara sûresinin 90-91. âyetinde muttakîn'm 43, not 36.
zıddı olarak kullanılır. Bu bağlamda "sorum­
36 Hz. İbrahim'in çok özel konukları için bkz.
suz" anlamı kazanır. Aslında kendiliğinden in­
70/Hûd: 69-76; 87/Zâriyât: 24. (Krş. Eski Ahid,
san üzerinde hiçbir güç ve etkinliği olmayan
Yaradılış 18.)
şeytana, kendi aleyhine kullanması için güç
aktaran bir kimlik dile getirilmektedir. Bu bağ­ 37 Selam, selam veren kimsenin muhatabına
lamda ğavîn, muhlâsîrim tam zıddına, kendi verdiği bir barış ve güvenlik garantisidir. Bura­
iradesinden cin şeytanları gibi görünmez var- da, özel konukların verdikleri selam, "size za­
rar vermek üzere gelmedik" vurgusunu taşır.
478 72/HİCR SURESİ ,^y^ı N û z û l : 72
Mushaf: 15

him) ise "Doğrusu biz sizden çekiniyo­ bocalayıp durdukları şeyi getirdik, 64 ve
ruz" diye mukabele etmişti. biz sana tartışılmaz bir gerçekle geldik;
53 "Çekinmenize gerek yok" dediler, zira unutma ki biz sadece doğruyu söyle­
"çünkü biz sana bilge bir oğlan çocuğu riz. 65 Şu durumda sen gecenin bir vak­
müjdelemek amacıyla geldik." tinde aileni yola çıkar, sen de onların ar­
kalarından peşlerine takıl! Sizden hiç
54 " N e ! Yaşlılık gelip başıma çökmüş­
kimsenin gözü arkada kalmasın! Emre-
ken bana bu müjdeyi veriyorsunuz, öyle
dildiğiniz yere doğru ilerleyin!"
m i ? " dedi; "Peki neye dayanarak bana
müjde veriyorsunuz?" 66 Ve ona şu kesin kararımızı bildirdik:
"İşte bu güruhun kökü gün ağarırken ta­
55 Onlar "Biz seni, gerçekleşmesi kaçı­
mamen kazınmış olacaktır!"
nılmaz bir bilgiye dayanarak müjdeliyo­
ruz" deyip eklediler: "Sakın ha, umut­ 67 Derken, şehir halkı sevinç çığlıkları
suzluğa düşeyim d e m e ! " 38 atarak gelip (kapıya dayandı).

56 (ibrahim) "Yoldan sapanlar dışında 68 (Lût) dedi ki: "Bakın, onlar benim ko-
Rabbinin rahmetinden kim umut kesebi­ nuklarımdır! Sakın bir rezalet çıkarayım
lir ki?" dedi 57 ve ekledi: "Daha başka bir demeyin! 69 Ve Allah'tan korkun,- beni
işiniz de var mı ey elçiler?" de utanç içinde bırakmayın!"

58 Dediler ki: "Evet, biz günaha gömül­ 70 Şöyle çıkıştılar: "Yok ya! Biz seni el
müş bir toplumun (helaki) için gönderil­ âlemin işine karışmaman konusunda
dik; 59 tabii ki Lût'un (iman) ailesi bun­ uyarmamış mıydık?"
dan istisna. Şu kesin ki, biz onların tümü­ 71 (Lût) dedi ki: "İşte kızlarım,- tabi ki il­
nü kurtaracağız; 60 onun karısı hariç! Biz le de bu işi yapacaksanız!.." 40

(tercihine bakarak) bunu öngördük; çün­ 39


72 (Melekler) "Hay, sen bin y a ş a ! " 41
dedi­
kü o dökülenlerden biri olmayı seçti." ler; "Baksana, onlar (şehvet) sarhoşluğuy-
la (gömüldükleri günah bataklığı) içeri­
61 DERKEN, elçiler Lût ailesinin (yanı­ sinde debelenip duruyorlar!"
na) gelince 62 o dedi ki; "Bakın, siz tanın­
73 Ve şafak ağarırken, onları (dehşetli)
mayan garip kimselersiniz!"
sayha 42
kıskıvrak yakalayıverdi; 74 ve
63 Dediler ki: "Hayır, aksine biz sana on­ oranın altını üstüne getirdik ve o coğraf­
ların kendisi hakkında kuşku içerisinde yanın üzerine (püskürtü hâlinde) 43
akkor

38 Umut imanın çocuğudur; çocuğunu öldü­ sin, fakat bunun onlara hiçbir yararı yok.
ren anasını ağlatır. 42 "Ses, çığlık" anlamına gelen ve helak edi­
39 Kaddernâ fiili, bir sürecin sonucunun öngörü len toplumların cezalandırıldığı şeyi ifade
yoluyla bilinmesi anlamını verir (Krş: Keşşafj. eden sayha'nm yerine bazı sûrelerde racfeh
kullanılmıştır (Bkz: 56/A'râf: 78, not 60). Bu
40 Bu anlatımın daha ayrıntılı bir versiyonu ve
kullanım, bize savna'nın niteliği hakkında da
"işte kızlanm"a dair bir not için bkz. 70/Hûd: 78.
bilgi vermektedir.
41 Le-amruke lafzen "ömrüne yemin olsun" 43 Parantez içi açıklama, aynı olayın anlatıl­
demektir. Tercihimiz bağlamla uyumludur. dığı Hûd 82'de bu âyetten farklı olarak yer
Hz. Lut'a zımnen söylenen şu: Sen iyi niyetli- alan mendûd nitelemesine dayanmaktadır.
balçıktan taşlar yağdırdık. 44
âyetlerimizi iletmiştik, fakat onlar o
75 Kuşku yok ki bütün bunlarda, işaret­ (ayetlerden) ısrarla yüz çevirmiştiler.
leri okumasını bilen kimselerin alacağı 82 Hesapta onlar dağları oyarak kendile­
nice ibretler vardır. 76 Yine kuşku yok ki rine güvenli evler inşa ediyorlardı; 83 fa­
bu (şehir)ler, (hâlâ) varlığı sabit bir yol kat sabahın ilk ışıklarıyla (dehşetli) sayha
üzerindedirler. 45 onları kıskıvrak yakalayıverdi; 84 ve elde

77 Kuşkusuz bütün bunlarda iman sahip­ ettiklerinden hiçbir şey onların başından
lerinin alacağı nice ibretler vardır. belâyı savamadı.

78 DOĞRUSU (Medyen'deki) Yeşil Va- 85 İMDİ Biz, gökleri, yeri ve o ikisi ara­
di'nin halkı da zulme gömülmüş kimse­ sındakileri başka değil, sadece mutlak
lerdi. 79 Bundan dolayı Biz, onlara (da) hakikate atıf olsunlar için yarattık. Şu da
yaptıklarının acısını tattırdık. 46 bir gerçek ki, Son Saat kesinlikle gelecek­
tir. Şu hâlde (onlara) hoşgörüyle karşılık
İşte adı geçen bu iki toplumun da, (dün­
ver: 49
86 çünkü senin Rabbin var ya: en
yevi refah açısından) çok önde olduğu
yüce yaratıcı, her şeyi bilen işte O'dur!
ayan açık ortadaydı. 47

87 DOĞRUSU Biz sana, seb'i mesâ-


80 DOĞRUSU Hicr halkı da gönderilen
nf y i , 5 0
yani Yüce Kur'an'ı verdik. 88 (Öy-
elçileri yalanlamıştı. 48
81 Zira onlara

44 Bu taşların niteliğiyle ilgili krş. 70/Hûd: 82, mu oluşu da doğrulamaktadır (Âyet 78 ve


not 98. 56/A'râf: 85). A'râf 95. âyet, helake uğrayan
45 Güney-kuzey ticaretinde eskiden yüzyıl­ tüm toplumların dünyevi refahın zirvesine çı­
larca kullanılıp terk edilmiş olan bu yol günü­ kıp iyice şımardıktan sonra cezalandırıldığını
müzde hava fotoğraflarıyla yeniden keşfedil­ dile getirir. Aslında bu, yok olan tüm geçmiş
miştir. uygarlıkların tabi olduğu sosyal bir yasadır
(Krş: 68/lsra: 16). Tercihimiz lafız, mana ve
46 Bu iki âyeti müstakil bir paragraf yapma
maksadı gözeten bu gerekçelere dayanır. Esa­
gerekçemiz, bu pasajın içeriğinin Âdem ve İb­
sen, bu âyetlerin muhatabı olan Mekke'nin
lis, İbrahim ve Lût kıssalarının ardından anla­
durumu da, helak olan refah toplumlarını ha­
tılan üçüncü kıssa olmasıdır (Krş: Râzî).
tırlatıyordu (Bkz: 21/Kureyş sûresinin girişi).
47 Bu âyetin tefsirinde klasik dil ve tefsir oto­
48 Hıcr "kayalık arazi" ya da "kapalı havza"
riteleri, imâm kelimesinin ilk manaları olan
anlamına gelir. Kadim zamanlardan beri tarihi
"öne geçen, önder, lider, rehber" yerine, dolay­
kayıtlarda yer alan bir mekândır. Semud kav­
lı olan "yol" [tarik] anlamı üzerinde ittifak et­
mi burada yaşamış ve helak olan uygarlıkları­
miş görünüyor (Mukatil; Ferrâ ve Zeccâc). Fa­
nı bu havzada kurmuşlardır.
kat, buradaki imam'm dolaysız ve ilk anlamıy­
la kullanıldığım söylemek, dil açısından daha 49 Sam, dilde "karşılık, öteki taraf, mukabe­
ikna edicidir. Şöyle ki: Lût ve Şuayb kavimle­ le" anlamına gelir ve ötekinin varlığına hoşgö­
rinin kendi zaman ve mekânlarının dünyevi rüyü ifade eder (Bkz: 93/Teğabün: 14).
refah açısından "öncü, ileri gelen, gelişmiş" 50 Veya: "Doğrusu Biz sana Seb'i Mesânryi ve
[imam] toplumlar olduğu "ayan açık" olarak Yüce Kur'an'ı verdik." Tercihimiz vav'ın be­
anlaşılmaktadır. Bunu, Medyenlilerin yemye­ yan atfı vurgusuna dayanmaktadır. Mesânî,
şil ve ağaçlık vadilerde oturan bir ticaret toplu- "katlanarak, dürülerek, kıvrılarak tekrarlanan
leyse) onlardan kimilerine verdiğimiz ge­ yım!"
çici lezzetlere iltifat e t m e ! 51
Üstelik on­ 90 (Vahyi sana Biz indirdik), tıpkı (onu
lar için üzülme de... Ancak mü'minlere önceden) paramparça edenlere 52
indirdi­
kol kanat ger 89 ve de ki: "Bakın ben, ğimiz gibi. 91 Onlar ki, (şimdi de)
evet ben (ilâhî vahyi) açıklayan uyarıcı- Kur'an'ı birbirinden kopuk sözler demeti

şey" anlamına gelir ki tam Türkçe'si "kat kat, durumda âyet "çift kutuplu hakikatlerden çe­
dürüm dürüm, kıvrım kıvrım, tekrar tekrar" şit çeşit örnekler ve yüce Kur'an'ı verdik" an­
demek olur. Eğer sena köküne nisbet edilirse lamına gelir (Elmalılı). Yorumu konusunda
"müstesna, biricik, ender" anlamına ulaşılır Taberî'nin tam 82 rivayet naklettiği bu ibare­
(İbn Abbas'tan Taberî). îsnâ'dan bir mim ekle­ nin, namazlarda sık sık tekrarlanan ve yedi
me yoluyla elde edilmiş olabilir ki, bu durum­ âyetten oluşan Fatiha sûresi olduğu yorumu
da "müstesna bir övgü kaynağı" anlamına ge­ yapılmıştır. Allah Rasulü'nün bu âyeti tefsiri
lir. Mesânî Zümer 23'te Kur'an'ın bir sıfatı sadedinde nakledilen rivayet de bu yöndedir
olarak geçer. Bu, anlam olarak Kur'an'ın "tek (Buhârî, Tefsir 5:222). Fâtiha'nın işlevi, "sık
kat" değil, "kat kat" olduğunu ifade edebile­ tekrarlanan yedili" anlamıyla uyum içindedir.
ceği gibi, Kur'an'ın çift kutuplu niteliğine bir Çünkü Hz. Peygamber de bu sûreye başka hiç­
atıf da olabilir (Elmalılı ve Râzî Zümer: 23'ün bir sûreye vermediği bir isim vererek onu Um-
tefsirinde). Kur'an'ın çift kutuplu niteliğinden mu-1 Kitâb (Kitab'ın Anası) olarak adlandır­
kastımız, tez ve antitez, nefy ve isbat, iyi ve mıştır. Dahası, onsuz namazın namaz olma­
kötü, olumlu ve olumsuzu birlikte veren içe­ yacağını ifade ederek, namazın her rekatında
riğidir. İman-küfür, insan-şeytan, dünya-âhi- Fâtiha'yı okumuştur. Bütün bu veriler klasik
ret, hak-batıl, rahmet-gazap, emir-yasak, müj- tefsiri âyette iki ayrı şeyden bahsedildiği so­
de-uyarı, sevinç-hüzün hep birlikte dile getiri­ nucuna götürmüştür. Oysa ki bu sonuç varıla­
lir. Hatta bâzı zıt ve karşıt kavramların sayıla­ bilecek tek sonuç değildir. Eğer Seb'an mine'l-
rı bile aynıdır. Sadece birkaç örnek vermek ge­ mesânî ile el-kur'an el-'azîm arasındaki vav
rekirse, Kur'an'da erkek-kadm 24'er kez, dün­ beyan atfı olarak alınırsa tercih ettiğimiz an­
ya hayati ile âhiret hayatı karşıtları 115'er lam öne çıkacaktır. Şöyle ki: Şayet Seb'i Me­
kez, melek ile şeytan karşıtları 88'er kez, ha­ sânî ile ikinci bir unsur olan Fatiha kastedil­
yat ve ölüm karşıtları 145'er kez, sadaka ver­ miş olsaydı, cümlenin önünde değil sonunda
mek ve hoşnut/tatmin kalmak 73'er kez, sihir gelmesi gerekirdi. Zira Kur'an bütün, Fatiha
ve fitne 60'ar kez, zekât ve bereket 32'şer kez ondan bir parçadır. Parça bütünden sonra ge­
zihin/akıl ve nur (ışık) 49'ar kez dil ve hutbe lir. Kaldı ki Kur'an-ı Azîm'e Fatiha da dahil­
25'er kez, istek/dilek ve korku 8'er kez, zor­ dir. Mesânı'nin geçtiği iki yerden biri olan Zü­
luk/engel ve sabır 114'er kez, Muhammed ve mer 23 de tercihimizi doğrular niteliktedir. Bu
Şeriat 4'er kez geçer. Bu âyetin öncesindeki durumda Buhârî hadisinin şöyle yorumlanma­
pasajlarda, özellikle de Hz. İbrahim'e gelen sı daha doğru olur: "Fatiha, Kur'an'ın Seb'i
müjde ve Lût kavmine gelen gazabı işleyen Mesânî özelliğini en güzel yansıtan süresidir."
âyetler bunun en tipik örneğidir. Eğer seb'an'\
51 Lafzen: "gözlerini dikme" (Krş: 44/Tâhâ:
(yedi) "çeşitli, birden çok" anlamına kinaye
131-132).
olarak düşünürsek, mesânî ile seb'an'm birbi­
rini takviye eden benzer anlamlara geldiği so­ 52 Parantez içi açıklamamız, bu âyetin 87.
nucuna varabiliriz. Hz. Peygamber'in "Kur'an âyete zımni bir atıfla bağlantılı olduğu görüşü­
yedi harf üzere indirildi" hadisindeki "yedi", ne dayanmaktadır (Zemahşerî). "Paramparça
bir çoklarınca bu anlamda anlaşılmıştır. Bu edenlerden" kasıt kitap ehlidir (73/En'âm: 159
ve 94/Bakara: 85).
olarak tasavvur ediyorlar. 53
buluyorlar. Nasıl olsa günü gelince (yap­
92 Evet, Rabbine andolsun ki onların tü­ tıklarının ne demeye geldiğini) öğrene­
münü sorgulayacağız; 93 yapıp ettikleri cekler! 56

her şeyden! 97 Doğrusu, onların söyledikleri şeyler­


94 O hâlde, artık sana emredileni açıkça den dolayı içinin daraldığını Biz de bili­
ortaya k o y 54
ve şirk koşmayı tabiat hâli­ yoruz. 98 Öyleyse Rabbinin adını anarak
ne getirenlere aldırma! 55
95 Unutma ki O'nun yüceliğini hamd ile dile getir ve
küçümseyip alaya alanlara karşı Biz sana (hep) O'nun huzurunda secde edenlerden
yeteriz. 96 Onlar ki, Allah'la beraber baş­ biri ol! 99 Nihayet, ölüm gelip seni bu­
ka bir ilâh (atama yetkisini) kendilerinde luncaya dek Rabbine kulluğu (sürdür)! 57

53 İdin, "koparılıp ayrılmış, birbiriyle irtibatı 214, not 98. Bu âyetin mesajı 81/Fussilet 34 ve
kalmamış parçalar" anlamına. Vahyin inkarcı 74/Nahl 125 ile birlikte arüaşılmahdır.
muhataplarının Kur'an'da birbiriyle alâkasız 55 İ'râd, kötülük işleyenin kendisinden değil
bir sürü şey olduğu, onun muhtevasının "si­ işlediği kötülükten yüz çevirmek, onu çamu­
hir, yalan, hikaye, şiir" gibi birbiriyle bağlan­ ra düşmüş altın gibi görüp onu temizleme ça­
tısız ve tutarsız şeylerden oluştuğu iftirasına basından vazgeçmemektir [Tevelli ile farkı
atıf (Mukatil; Ferrâ; Taberî). Allah'ın gör dedi­ için bkz. 26/Necm: 29 ve 80/Mü'minûn: 54,
ği yerden bakmayanlar, vahyin maksadını ilgili notlar).
kavrayamazlar. Ona hidayet rehberi olan bir
56 Allah'a ait mutlak bir özelliği Allah dışın­
hayat kitabı değil de giriş-gelişme-sonuç bö­
da bir başka varlığa yakıştırmak, Allah dışın­
lümleri olan bir kompozisyon gibi bakanların
da da tanrılar olduğunu iddia etmekle eş an­
derin yanılgisına işaret. Özetle Kur'an, hayat
lamlıdır. Allah'la beraber başka bir tanrı oldu­
ve insan kadar sade, hayat ve insan gibi muci­
ğunu iddia eden kimse, "tanrı atama yetkisi­
ze, hayat ve insan kadar karmaşıktır.
ni" kendisinde görüyor demektir. Hiç kimse
54 Bu emrin Muhammedi davetin bireysel mer­ âmiri olduğu bir tanrıya kul olduğunu iddia
haleden kitlesel merhaleye geçmesiyle alâkalı edemez.
olduğuna dair bir açıklama için bkz. 51/Şu'arâ:
57 Krş. 43/Meryem: 31.
"En'âm sûresi "sığırlar" anlamındaki adını, icat edilmiş sahte kutsallıktan
söz eden 136 ve devamındaki âyetlerden alır. Sûrede bu kelime altı kez
geçer. Daha Rasulullah döneminde bu isimle anılmıştır.

Sure, M e k k e döneminin sonlarında, m u h t e m e l e n 10 veya 11. yılda bir bü­


tün olarak tek celsede indirilmiştir. İlk tertiplerde Hicr-Sâffât arasına yer­
leştirilir. İbn Abbas'tan M ü c â h i d yoluyla gelen ve Süyûtî'nin "isnadı c e y -
yit, ricali sikadır" dediği bir rivayet, 1 5 1 - 1 5 3 . âyetlerin Medine'de indiğini
iddia eder [İtkân I, 25). Mekkî ya da Medenî bir sûrenin bir kısmının farklı
bir zamanda indiği iddiası önemli bir iddiadır. Z i r a bir pasajın Mekkî veya
Medenî oluşunun y o r u m a katkısı, inkâr edilemez bir gerçektir.

Bu türden rivayetleri, mealin girişinde serdettiğimiz beş kritere tabi t u t m a k


gerekir:

1) Ses ve fasıla açısından: Medine'de indiği iddia edilen 1 5 1 - 1 5 3 . âyetlerin


son kelimeleri olan ta'kılun, tezekkerun, tettekun, kendisinden önceki
150. ve sonraki 154. âyetin son kelimesi yu'minûn ile ses u y u m u içerisin­
dedir. Öncesi ve sonrasıyla sûrenin ses akışına en ufak aykırılık yoktur.

2) Dil açısından: 149, 1 5 0 ve 1 5 1 . âyetler kul ile başlıyor. 153, 1 5 4 ve 155.


âyetler bağlaçlarla anlamı birbirine ekliyor: summe, ve, ve. Dolayısıyla
h e m 149, 150, 151 h e m de 153, 154, 155. âyetler dil açısından birbirine bağ­
lıdır. Bu, anlamı doğrudan etkileyen bir bağdır. Mesela 1 5 4 ' ü n girişi, âyeti
önceki pasaja doğrudan bağlar: "Bereket kaynağı olan bu Kitab'ı ise (ve ha­
zâ...) biz indirdik ki, ona uy asınız."

3) Muhteva açısından: a) Üç âyetin içeriği ve bütüne nisbeti: Söz konusu


âyetler konu bütünlüğüne sahiptir. Yasakların sınırlı olduğunu vurgulaya­
rak bunları sayar. Bu, kendisinden önceki pasajın cevabıdır. Ç ü n k ü bu âyet­
lerin öncesinde (145) yasaklanmadığı hâlde hurafeye dayalı olarak 'haram'
addedilen şeyler sayılmaktadır, b) Bütünün içeriği ve parçaya nisbeti: Parça­
nın önünde yer alan 146. âyet bu hastalığın tarihi örneği olan Yahudilerden
söz ederken, sonunda yer alan 154. âyet Musa ve Tevrat'tan söz eder. Bölüm
ahkâma dair oluşundan dolayı Medenî sayılıyorsa, öncesi ve sonrası da Ya­
hudiler hakkında olduğu için Medenî sayılmalıdır. Tabii ki bu doğru değil­
dir. 1 5 1 - 1 5 3 ' ü n bütünün parçası olduğunu anlamanın en kestirme yolu söz-
konusu âyetleri bütünden çıkardıktan sonra geriye kalanı okumaktır.
4) Üslûp açısından: Sûrenin üslûbu, benzeri t ü m sûreler kadar birörnek,
t ü m sûreler kadar renklidir.

5) Rivayetlerin doğruluğu açısından: Ebu Ubeyd ve Taberânî'nin İbn Ab-


bas'a dayanarak yaptıkları nakle göre bu sûrenin t a m a m ı bir gecede indiril­
miştir {itkân I, 107). Benzer bir rivayet İbn Ömer'den de gelmiştir. Bu görüş
Atâ, Süfyan, İkrime ve el-Avfî'nin de görüşüdür (İbn Aşur).

Beri yandan, Hz. Peygamber bazı âyetleri bazı olayların ardından okuyor,
onu dinleyenlerden bazıları o âyeti orada indi zannediyordu. Bu kriterler de
göstermektedir ki, bu sûre z a m a n açısından bir bütünlük teşkil etmektedir.
Rivayetler ise sûrenin t a m a m ı n ı n tek celsede indiğini gösterir.

Surenin ana fikri tevhiddir. Varlık, insan ve kâinat açısından tevhidi bütün
boyutlarıyla işler. Evcil hayvanlar gibi a h k â m a dair görülen pasajların arka
planında da bir dip akıntısı gibi hep tevhid hassasiyeti yer alır. Özellikle 7 1 -
82'de Uluhiyyet, 83-90'da Rububiyyet, 9 1 - 9 4 ' t e nübüvvet, 9 5 - 1 0 7 ' d e vahda-
niyyet delilleri gösterilir. 108-117'de bu delilleri reddeden inkarcı tipin has­
talıklı iç dünyası tahlil edilir. 118'den sûrenin sonuna kadar, yiyecekler ko­
nusundaki bâtıl inanç ve hurafeler üzerinden kitlelerin sürü psikolojisi tah­
lil edilir ve hurafenin tevhidin düşmanı olduğu örnekler üzerinden işlenir.

Sûrede anlatılan oğul İbrahim ve baba Azer, sûrenin görünen kahramanla­


rıdır. Fakat asıl kahramanlar bu iki tarihi şahiyet üzerinden verilen tevhid
ve şirktir. Tevhid ile şirk arasındaki mücadelenin hiç bitmeyeceği gerçeği­
ni vahiy bu üslûpla dile getirir.

Tevhid hassasiyeti, sûrenin 162. âyetinde zirveye ulaşır: " D e ki: 'Benim
t ü m istek ve arzum, bütün ibadetlerim, hayatım ve ö l ü m ü m âlemlerin
Rabbi olan Allah'a armağan o l s u n ! ' "
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 B Ü T Ü N HAMD gökleri ve yeri yara­ nın altından çağlayan ırmaklar var etmiş­
tan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Al­ tik. Ama sonunda onları günahlarından
lah'a mahsustur. 1
Buna rağmen tevhid dolayı helak ettik ve onların yerine başka
hakikatini inkâr edenler, başkalarını nesiller var ettik. 6

Rablerine denk tutarlar. 2


7 Eğer sana yazılı bir m e t i n indirseydik
7

2 O'dur sizi balçıktan yaratan, sonra bir ve ona elleriyle dokunmuş olsalardı dahi,
ömür tayin eden yalnızca O'nun bildiği
; inkârda direnenler ısrarla derlerdi ki: "Bu
bir ömür. Fakat hâlâ tereddüt içinde bo­
3 apaçık bir sihirden başka şey değildir!" 8

calıyorsunuz. 3 Oysa O, göklerde de yer­ 8 Bir de, "Ona bir melek indirilseydi ya?"
de de Allah'tır,- gizlediğinizi de açığa
4
derler. Ama eğer melek indirmiş olsay­
vurduğunuzu da bilir,- dahası bütün işle­ dık, iş bitirilmiş olurdu ve bir daha da fır­
diklerinizle neyi kazandığınızın da far­ sat tanınmazdı. 9 Ama Biz bir melek
9

kındadır. göndermiş olsaydık, yine de onu i n s a n 10

4 Ne zaman Rablerinin âyetlerinden bir kılığında gönderirdik; böylece şimdi içi­


âyet gelmişse, ondan yüz çevirmişlerdir. ne düştükleri şaşkınlığa onları yine düşü­
5 Ve kendilerine gelen hakikati yalanla­ rürdük.
mışlardır. Yakında onlar, alay ettikleri 10 Doğrusu senden önceki elçilerle de
şeyin ne olduğunu öğrenecekler. 5
alay edildi. Ama onlarla alay edenler,
6 Görmezler mi kendilerinden önceki ni­ alay ettikleri gerçek tarafından kuşatılıp
ce nesilleri helak ettiğimizi? Onları, sizi yok edildiler.
yerleştirmediğimiz verimli yurtlara yer­ 11 De ki: "Dolaşın yeryüzünü, sonra gö­
leştirmiştik, üzerlerine semadan müte­ rün gerçeği yalanlayanların sonunun ne
madiyen rahmet göndermiştik, ayakları- olduğunu!"

1 Zımnen: Bilinmeyen her şeyi temsil eden 6 "Nesiller" anlamı verdiğimiz kam en geniş
"karanlık" şer tanrısı değil, Allah'ın yaratığı­ manasıyla "uygarlıklara" tekabül eder. İnsan
dır. Giriş âyetleri, İbn Amr'ın da tesbit ettiği soyunu ve eylemlerini, insanın yeryüzünde
gibi Eski Ahid'in Tekvin kitabının girişi ile varoluşuna karar veren makamın izlemeye al­
konu benzerliğine sahiptir (Buhârî). dığının ifadesi.
2 Allah'tan bağımsız bir alan yoktur. Dolayı­ 7 Kırtâs, saz bataklıklarında yetişen kamıştan
sıyla, yokluk ve karanlığı kendisine nisbet mamul kağıt tomarlar. Muhtemelen Yunanca
edeceğimiz bir 'şer ilâhı' da yoktur. Chartes veya Latince çoğul bir form olan
3 Âyetin başında insan soyunun yeryüzünde Chartas ile köken ortaklığına sahiptir.
varoluşu dile getirildiği için, bu ecei'i insan te­ 8 Küfür en katı, en iflah olmaz önyargıdır.
kinin değil, insan soyunun yeryüzünde varo­ 9 Krş. 108/Mâide: 115, not 127.
luş süresi olarak anlamak daha uygundur.
10 Lafzen: "erkek". Burada müşrik muhatap­
4 Birinci âyetin mesajıyla bağlantılı: Allah her ların dişi melek tasavvuruna ince bir gönder­
an hayata müdahildir. me ile birlikte, kendi hâllerine bakarak insan
5 Lafzen: "ne olduğunun haberi kendilerine soyundan ümit kestiklerine dair zımni bir atıf
gelecek". da görüyoruz.
12 "Kime aittir göklerde ve yerdeki her olamaz; yok eğer senin için bir hayır di­
şey?" diye sor! lerse, unutma ki O her şeyi yapmaya ka­
"Kendisine rahmeti prensip edinen Al­ dirdir.
lah'a" diye cevap v e r ! 11
18 Zira yalnızca O'dur kulları üzerinde
Geleceğine dair hiçbir kuşku bulunma­ mutlak otorite sahibi olan; yine O'dur
yan Kıyamet Günü'nde, elbet hepinizi bir her hükmünde tam isabet kaydeden, her
araya toplayacaktır. Kendisini kaybeden şeyden henüz kaynağındayken haberdar
kimselere gelince: onlar artık iman et­ olan.
mezler. 13 Oysa ki, gecenin ve gündüzün 19 Sor onlara "En büyük şahit kimdir?"
koynunda yatan her şey O'na aittir; ve Cevap ver: "Benimle sizin aranızda Allah
yalnızca O'dur duyulmayanı duyan, var­ şahittir; ve bu Kur'an bana kendisiyle si­
lığın sırrını bilen. 12
zi ve onun ulaştığı kimseleri 14
uyarayım
14 (Ey muhatab|! De ki: "Ben gökleri ve diye vahyedildi. Size de (ulaştığına göre
yeri bir çekirdeği yarar gibi yarıp çıka­ şimdi söyleyin bakalım): Allah'la birlikte
ran 13
Allah'tan başkasını mı veli edinece­ başka ilâhların olduğuna gerçekten şahit­
ğim? Ki O herkesi doyurur, fakat doyu­ lik eder misiniz?
rulmaya muhtaç değildir." De ki: "Ben buna şahitlik etmem."
"Ben Allah'a teslim olanların öncüsü ol­ Ve ekle: "Tek ilâh ancak O'dur; ve benim
makla emrolundum" de ve sakın şirk ko­ Allah dışında ilâhlık yakıştırdıklarınızla
şanlardan olma! hiçbir bağım yoktur."
15 De ki: "Eğer Rabbime karşı gelirsem, 20 Daha önce vahye muhatap kıldıkları­
elbet korkunç bir günün azabından kor­ mıza gelince: onlar o n u 15
kendi çocukla­
karım." rını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini
kaybeden kimseler var ya: işte onlardır
16 O gün kim azaptan esirgenirse, kesin­
inanmaya yanaşmayanlar. 21 Hem, kendi
likle Allah ona rahmet etmiştir. Bu ise
uydurduğu yalanları Allah'a yakıştıran­
apaçık bir kurtuluş demektir.
dan, ya da O'nun mesajlarını yalanlayan­
17 Ve eğer Allah senin zarara uğramanı
dan daha zalim kim olabilir? Gerçek şu
isterse, Zâtından başka kimse ona engel

11 Buradaki 'ala edatıyla ilgili genel bir değer­ dır?" sorusunun cevabı niteliğindedir. Bu âyet
lendirme için bkz. 72/Hicr. 41, not 32. Gökler dolaylı olarak bu soruya "hayır" der. Elbette
ve yer, bütün yaratılmışlar âlemini kapsayan onlar fıtrat, selim akıl, iradelerinin gereğinden
bir anlam içerir. Zımnen: bütün bir mahlukat hesap vereceklerdir. Belki Kur'an'ı ulaştırma
demektir. sorumluluğu olup da ulaştırmayanlar sorumlu
12 Duyma ve bilmenin zirvesini ifade eden be­ tutulacaklardır.
lirlilik tercümeye böyle yansımıştır. 15 Buradaki "o" zamiri teorik olarak Hz. Pey­
13 Fâtır için bkz. 42/Fâtır: 1, not 1. gamberi gösterebileceği gibi, vahyi de göstere­
bilir (Krş: 94/Bakara: 146). Birincisi benzetme
14 "..sizi ve onun ulaştığı kimseleri" ifadesi,
mantığına daha uygundur. Zira oğullar ile Pey­
"Kur'an mesajının kendisine ulaşmadığı kim­
gamber arasındaki benzerlik insanın insana
seler bu mesajdan sorumlu tutulacaklar mı-
benzetilmesidir. İkincisi ise bağlama uygundur.
ki zalimler asla iflah olmazlar. 22 Zira o derler ki: "Bu eskilerin masallarından
gün tümünü bir araya toplayacağız, ar­ başka bir şey değildir." 19
26 Onlar hem
dından ortak koşmakta ısrar edenlere so­ diğerlerini ondan mahrum eder, hem de
racağız: "Hani sizin (yardım edeceğini) kendileri ondan yan çizerler. Başka değil,
düşündüğünüz ortaklarınız ? " 1 6
yalnızca kendi benliklerini helake sürük­
23 Bunun ardından, "Rabbimiz Allah'a lerler de bunun farkına dâhi varmazlar.
yemin olsun ki, bizim amacımız O'na or­ 27 Ateşin başında dikilecekleri zaman
tak koşmak değildi" 17
demekten başka onları bir görmelisin. Derler ki: "Ah, keş­
bir fitnelik düşünemeyecekler. ke hayata bir daha döndürülsek! (O za­
man) Rabbimizin mesajlarını yalanla­
24 Bak, kendi kendilerine karşı nasıl ya­
maz, mü'minlerden olurduk."
lan söylemişler,- ve yamuk tasavvurları
kendilerini nasıl aldatmış! 28 Ama hayır, daha önce gizlemiş olduk­
ları şey onlara apaçık göründü de on­
25 Onlar arasında öyleleri var ki, sana
dan; 20
ve eğer geri döndürülselerdi, ken­
kulak verir(miş gibi yapar). Fakat kalple­
rinin üzerine, onları hakikati kavramak­ dilerine yasaklanan şeylere yine döner­

tan aciz bırakan örtüler yerleştirdik, ku­ lerdi: 21


Şu kesin ki onlar, yalanı tabiat
laklarına da kurşun. 18
Ve hakikatin bü­ hâline getiren kimselerdir. 29 Zira, "Bu
tün belgelerini görseler dâhi artık iman dünyadakinden başka hayatımız yoktur,
etmezler. Öyle ki, tartışmak için sana öldükten sonra da dirilecek değiliz" de­
geldiklerinde inkâra saplanmış olanlar mişlerdir.

16 Mekkeliler, ortak koştukları varlıklarda tülen örtü ve kulağa akıtılan kurşun Allah'a
Allah'la aralarında "aracılık" vehmediyorlar­ isnat ediliyor. Bir başka yerde ise "Sağırdırlar,
dı. Râzî'nin de tercih ettiği bu anlam daha isa­ dilsizdirler, kördürler,- artık onlar dönemez­
betli görünüyor. ler!" (94/Bakara: 18) buyuruluyor. Bu iki âyeti
17 Lafzen: "biz ortak koşmadık". Tercih etti­ birlikte okuduğumuzda şu sonuca ulaşırız:
ğimiz bu anlam, âyetin iç ve dış bağlamıyla Akletmemekte direnerek akleden kalbi atıl
uygunluk arz eder. Onlar Allah dışındaki var­ hâle getiren kimsenin akletme melekesi gide­
lıklara "aracı" ve "şefaatçi" rolü yüklerken, rek ölür ve ölen aklın üzeri örtülür. Hakikati
bunun şefaat objesi olan varlıkları Allah'a or­ işitmemekte direnen kimsenin işitme mele­
tak koşmak anlamına geldiğini göz ardı edi­ keleri giderek dumura uğrar ve en sonunda
yorlardı. Onun için de, "bu anlama geleceğini kalbinin kulağı kurşun akıtılmış gibi sağırla-
bilmiyorduk" gibi bir mazeret ileri sürecekler. şır. Bu iki sonuç da Allah'ın yasası gereğidir.
Zümer 3 bunun kanıtıdır. Kendisinden sonra­ Onun için iki fiil de âyette bu sürecin kanu­
ki hemen tüm müfessirleri bu konuda etkile­ nunu koyan Allah'a isnat edilmiştir (Benzer
yen Katade'nin fitne sözcüğünü "mazeret" bir yorum için bkz. Keşşaf).
olarak algılamasının nedeni de bu olsa gerek 19 "Eskilerin masalları" ile ilgili bkz.
(Taberî). Bu âyet, Mekke müşriklerinin kendi­ 74/Nahl: 24, not 28.
lerini Hz. İbrahim'in inanç vârisi olarak gör­
20 Bedâ lehum, âhirette için dışa döneceğini,
düklerine delalet eder (Krş: 74/Nahl: 35 ve
maskelerin düşeceğini, insanın gerçek kişili­
77/Zümer: 3).
ğiyle arz-ı endam edeceğini ifade eder.
18 Lafzen: "ağırlık" (Krş: 69/Yûnus: 42 ve 21 Zımnen: Küfür sahibini kör eden iflah ol­
92/Muhammed: 16). Âyette akleden kalbe ör- maz bir önyargıdır.
30 Yine sen onları, Rablerinin katma çı­ mız yetişti: Zira hiçbir güç Allah'ın kesin
karılıp O'nun "Bu gerçek değil miymiş?" ve keskin vaadini 25
değiştiremez.
diye sorduğu zaman görmeliydin. Onlar, Doğrusu peygamberlere dair bir kısım
"Kesinlikle... Rabbimiz hakkı için öyle!" bilgiler daha önce de sana ulaşmıştı.
diye cevap verecekler. O da diyecek ki: 22
35 Eğer onların yüz çevirmeleri ağırına
"Tadın azabı, ısrarlı inkârınıza karşılık!" gidiyorsa ve senin de yeri oymaya ya da
31 Doğrusu, Allah'a kavuşacaklarını ya­ göğe merdiven dayamaya gücün varsa,
lanlayanlar hüsrana uğrayacaklar. Kıya­ haydi bunu yap da bir mucize getir baka­
met Saati ansızın geliverdiğinde, günah­ lım! Oysa ki eğer Allah dikseydi, onların
larının yükünü sırtlarında taşır bir hâl­ tümünü hidayet üzre buluştururdu, (ama
de 23
diyecekler ki: "Ondan mahrum kal­ dilemedi). 26
Öyleyse, sakın (Allah'ın ya­
dığımız için yazıklar olsun bize!" Ah, o sasını) bilmezden gelme! 36 Şüphe yok
yüklendikleri şey ne fenadır! ki, sadece yürekten dinleyenler bir dave­
32 (Tek başına) bu dünya hayatı geçici bir te icabet edebilir. Ölülere gelince: Onları
oyun ve eğlenceden ibarettir. 24
Âhiret yalnızca Allah diriltebilir; en sonunda
yurdu ise, sorumluluk bilincini kuşanan­ hepsi O'na dönecektir. 27

lar için daha hayırlıdır: Hâlâ aklınızı kul­ 37 Onlar "Ona Rabbinden mucizevi bir
lanmayacak mısınız?
belge indirilmesi gerekmez miydi?" der­
33 Onların söylediklerinin seni üzdüğü­ ler. De ki: "Allah her tür mucizevi belge­
nü biliyoruz elbet. Şu bir gerçek ki, onla­ yi indirmeye kadirdir." Fakat onların ço­
rın yalanladığı sen değilsin; bu zalimlerin ğu bunun bilincinde değildir. 38. Oysa
asıl inkâr ettiği Allah'ın mesajlarıdır. 34
yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki
Doğrusu senden önce de elçiler yalanlan-
kanadıyla uçan hiçbir varlık türü yoktur
mıştı. Ama yalanlandıkları hakikat üze­
ki, 28
sizin gibi bir âlem olmasın: Biz ilâ­
29

rinde direndiler ve bu yüzden eziyete uğ­


hî yasalarda hiçbir boşluk bırakmadık. 30

radılar,- en sonunda kendilerine yardımı-

22 Lafzen: "dedi". Âhiret bağlamında gelen 28 Âyetteki tâirin en geniş manasıyla başta
geçmiş zaman formları yaşanmışlığa değil, ya­ kuşlar olmak üzere uçan tüm varlıkları kap­
şanacak olanın kesinliğine delalet eder. sar. Bu âyette yürüyen hayvanlar gibi uçan
23 Zımnen: Dünyada taşımadıkları sorumlu­ kuşların ve diğer kanatlı varlıkların da "yer­
lukları, âhirette sırtlarına yüklenecek. yüzüne" hamledilmesi hayli dikkat çekicidir.
Daha başka bazı âyetlerde atmosfer içinin
24 Parantez içi açıklamamız için bkz. 89/An-
"gök" olarak nitelendirilmesi, Kur'an koz-
kebût: 64 ve 46/Me'aric: 42, notlar 84 ve 27.
moğrafyasmm çeşitliliğine işaret eder (Krş:
25 Kelimi?m "sıradan" değil, "etkili, iz bıra­
40/Furkan: 25, not 57).
kan, kesin ve keskin sözler" anlamı için bkz.
94/Bakara: 124, not 299. 29 Başta Fatiha olmak üzere Kur'an'da geçen
'âiemin'lerin kapsamına giren "her sınıf mah­
26 Parantez içi açıklama hem sözgelimine,
rukat" bir ümmettir. Burada ümmet, "varlık
hem de Yûnus 99 gibi âyetlere dayanmaktadır
türlerinden bir tür" anlamına gelir.
(Krş:70/Hûd: 34, not 41).
30 Lafzen: "kitapta". İbn Abbas'a göre burada
27 Allah'ın gör dediği yerden bakınca, "Ölü
geçen kitap her şeyin kendisinde yazılı olduğu
'kim-diri kim?" sorusunun cevabı değişiyor.
Yine en sonunda onlar, Rablerinin huzu­ tık. 32
Onlar kendilerine verilen nimetle­
runda toplanacaklar. rin hazzıyla sermest bir hâldeyken, ken­
39 Mesajlarımızı yalanlayanlar, karanlığa dilerini apansız yakalayıverdik: İşte o va­
mahkûm olmuş sağırlar ve dilsizlerdir. Al­ kit, tüm umutlarını yitirdiler. 45 En so­
33

lah kimi dilerse onu saptınr, ve kimi de n u n d a zulümde ısrar eden toplum(ların)
34

dilerse onu dosdoğru bir yola yönlendirir. kökü kesilip atıldı. 35

40 De ki: "Düşünsenize bir, eğer Allah'ın Neticede tüm övgüler, yalnızca âlemle­
azabına uğraşanız ya da Kıyamet Günü rin Rabbi Allah'a mahsustur.
gelip çatsa, Allah'tan başkasına yalvara- 46 De ki: "Tutun ki Allah işitme yetene­
bilir misiniz? Hadi (cevap verin), eğer dü- ğinizi ve görme duyularınızı 36
elinizden
rüstseniz? 41 Aksine, yalnızca O'na yal­ aldı ve kalplerinizi de mühürledi; peki,
varırsınız; O da eğer dilerse sizi yalvartan onları size Allah'tan başka hangi ilâh ge­
sıkıntıyı giderir,- öyle ki, koştuğunuz or­ ri verebilir?
takları bile unutuverirsiniz. Bak, mesajlarımızı nasıl da her boyutuy­
42 Doğrusu Biz, senden önceki topluluk­ la açıklıyoruz? Fakat hâlâ onlar katı bir
lara da mesajlarımızı göndermiştik. On­ önyargıyla diretiyorlar.
ları da şiddetli zorluğa ve darlığa düşür­
31
47 De ki: "Tutun ki Allah'ın azabı ani­
dük ki, acziyetlerini itiraf etsinler. 43 den ya da ayan açık geldi; (o zaman) hiç
Onlara takdir ettiğimiz sıkıntı kendileri­ zalim halktan başkası helak edilir mi der­
ne eriştiği zaman acziyetlerini itiraf et­ siniz?
meliydiler, fakat yürekleri katılaştı. Çün­
48 Biz elçilerimizi, yalnızca müjdeci ve
kü Şeytan yaptıkları her şeyi onlara güzel
uyarıcı olsunlar diye göndeririz. Bundan
gösterdi. 44 Öyle ki, onlar kendilerine ya­
sonra da kim iman eder ve kendini düzel­
pılan bütün uyarıları kulak ardı ettiler.
tirse, işte onların gelecekten endişe geç­
Biz de nimet kapılarını ardına kadar aç-
mişten hüzün duymalarına gerek yok-

Allah katındaki "ana bellek" [ummu'l-ki- anlamına gelir (Bkz: 94/Bakara: 34, not 57).
tab)'tu. Râzî'nin buradaki kitabı Kur'an olarak 34 Âyetin başındaki fâ edatı, normal bağlaç ol­
algılaması pek tutarlı görünmemektedir. Zira masının ötesinde kendisinden sonrasıyla ön­
35. âyette insan topluluklarının sosyolojik ya­ cesi arasındaki neden-sonuç, illet-hikmet ba­
saları, 36. âyette ise insan tekinin psikolojik ğına delalet eder.
yasaları dile gelir. Buna göre kitâb bireysel,
35 Bu âyet de 35 ve 36. âyetler gibi toplumla­
sosyal ve kozmik ilâhî yasalara tekabül eder.
rın tabi olduğu yasalara bir atıftır. Bilinen bir
31 el-Be'sâ' korkunun baskın olduğu hayati hakikattir ki, tabiatına yabancılaşan bireyle­
zorluk, ed-darra' ekonomik sıkıntı [Furûk). rin baskın olduğu toplumlar, ahlâkî çözülme­
32 Zımnen: Darlıkla sınadıktan sonra bir de ye maruz kalırlar. Bu onların ve oluşturdukla­
varlıkla sınadık. rı uygarlıkların sonu demektir,- sonunda tarih
33 Zımnen: Umut kesmek ıblisleşmektir. sahnesinden silinip giderler.
Kur'an'da Şeytan'dan Allah ile ilişkisinin an­ 36 Kur'an'ın belagat sırlarından biri de görme
latıldığı yerlerde "İblis" olarak söz edilir. Eb- duyusunun çoğul, işitme duyusunun tekil gel­
lese, "umutsuzluğa düştü, umudunu yitirdi" mesidir.
tur. 37
49 Mesajlarımızı yalanlayan kim­ senin yaptıklarından dolayı onlar hesaba
selere gelince: onlar yoldan çıkmaları se­ çekilirler. Sözün özü: onları kovarsan za­
bebiyle azaba mahkûm olacaklar. limlerden olursun. 41

50 De ki: "Size ben ne 'Allah'ın hazinele­ 53 İşte bu şekilde insanları birbiriyle sı­
ri bana aittir', ne de 'Gaybi ben bilirim' narız ki, "Acaba Allah bizi bırakıp da on­
diyorum,- yine size, 'Ben bir meleğim' de lara mı ikramda bulundu?" diye sorsun­
42

demiyorum: Benim görevim, sadece bana lar. Kimin şükrettiğini en iyi bilen Allah
bildirilene u y m a k t ı r ! " 38
değil midir?
De ki: "Hiç görmeyenle gören bir olur 54 Mesajlanmıza yürekten inanan kim­
mu? Siz hâlâ düşünmeyecek misiniz? seler sana geldiğinde de ki: "Selam olsun
51 Kendilerini O'na karşı savunacak bir size! 43
Rabbiniz, rahmeti kendi zâtı için
dost ya da O'nun katında şefaat edecek prensip edinmiştir. 44
Haberiniz olsun ki,
birileri olmadan Allah'ın huzuruna çık­ sizden biri bilmeden bir kötülük işler ve
maktan korkanları vahiyle uyar ki, O'na ardından tevbe edip kendini düzeltirse,
karşı sorumluluk bilinciyle hareket et­ kesinlikle O'nu tarifsiz bağışlayıcılığı
sinler. 39 olan eşsiz bir merhamet kaynağı olarak
(bulacaktır).
52 Ve Rablerinin rızası uğruna sabah ak­
şam 4 0
O'na kulluk eden (hiç) kimseyi hu­ 55 Böylece Biz mesajlanmızı ayrıntılı ak­
45

zurundan kovma! Ne onların yaptıkları tarıyoruz ki, günahı hayat tarzı hâline geti­
şeyden dolayı sen hesaba çekilirsin, ne de renlerin yolu açık seçik ayırt edilebilsin.

37 Tesbit, saygı, davet ve ihtarın hepsi bir ara­ na uzaklaştırılmasına dair bu atıflar, 'Abese
da: İnsanın inanç özgürlüğünü tesbit, onun öz­ sûresinin ilk pasajında nakledilenlere benzer.
gür iradesiyle yaptığı seçime saygı, bunun kar­ Oysa ki âyette 'uzaklaştırılmaması istenenle­
şılığında tercihinin sorumluluğunu üstlenme­ rin' toplumsal konumları değil de manevî ve
ye davet, yanlış tercihinin kendisi için fena ahlâkî konumları dile getirilmektedir. Dolayı­
olacağını ihtar. sıyla iniş sebebi rivayetleri, âyetin içeriğiyle
38 Sûrenin 37. âyetinde dile gelen mucize ta­ örtüşmemektedir.
lebine red cevabı. 42 Lafzen: "aramızdan". Min beynini, min
39 Bu âyet bağlamı itibarıyla müslüman olsun dûninâ vurgusuna sahip olduğu için böyle çev­
ya da olmasın, ahirete iman ettiği hâlde bu rilmiştir (Zemahşerî). Burada inançların aynı
imanı problemli olanlara hitap etmektedir selim kaynaktan çıktığı hâlde, nasıl anlayış ve
(Taberî, Râzî ve Zemahşerî). kavrayış f arklılıklarıyla bozulduğu dile getiril­
mektedir.
40 Yani: "daima.."
43 Ya da: "ne mutlu size!"
41 Bizce bu âyet bir önceki âyetle doğrudan
ilişkilidir. Önceki âyette, âhiret inancında pü­ 44 Buradaki 'alâ edatıyla ilgili genel bir değer­
rüz olan insanların inanç problemlerinin çö­ lendirme için bkz. 72/Hicr: 41, not 32.
zümü için çaba gösterilmesi öğütlenmektey- 45 Bu son pasajlar boyunca "mucize" mânasın-
di. Bu yüzden âyetin, esbâb-ı nüzul rivayetle- daki âyet ile "mesajlar" mânasındaki âyât aynı
riyle sınırlanması yanlıştır. Hz. Peygamber'in formla ifade edilir. Bunda, Hz. Peygamber'den
yoksul ve alt tabaka mensubu tabilerinin zen­ mucize isteyenlere "gerçek mucize bu âyetler­
gin Mekkelilerle diyalog yolunu açma hatırı- dir" vurgusu vardır (Krş: 89/Ankebût: 51).
56 DE Kî: "Ben, Allah'ı bırakıp yalvardı- 60 Nitekim, geceleyin sizi ölü (gibi) ya­
ğınız şeylere kulluk etmekten men olun­ pan ve gündüzün neler işlediğinizi bilen
dum." 46 O'dur. Sonra tayin edilen ömrü yaşamak
De ki: "Sizin keyfinize uymam! (Eğer uy- üzere, sizi her gün hayata O geri döndü­
saydım), a s ı l o zaman sapıtmış olurdum
47 rür: 51
En sonunda dönüşünüz O'nadir ve
ve doğru yolda yürüyenlerden olmaz­ nihayet yaptığınız her bir şeyi size bildi­
dım!" 57 De ki: "Çünkü ben Rabbimden recektir.
gelen açık bir delile dayanmaktayım; ve 61 Çünkü kulları üzerinde mutlak otori­
siz bu tavrınızla onu da yalanlamış bulu­ te sahibi olan yalnızca O'dur. 52

nuyorsunuz,- sizin acele gerçekleşmesini İçinizden birine ölüm gelip de elçilerimiz


istediğiniz şey (de) benim elimde değil. onun canını alıncaya dek size kol kanat
Hüküm yalnızca Allah'a aittir. O, haki­ geren koruyucular gönderir ve bunlar hiç­
kati haber verecektir,- zira (hak ile bâtıl bir şeyi gözden kaçırmazlar. 62 Sonunda
arasmda) en iyi hükmü O verir." onlar gerçek sahipleri olan Allah'a teslim
58 De ki: "Eğer acele gerçekleşmesini ıs­ edilirler: İşte mutlak hüküm yalnızca
rarla istediğiniz şey benim elimde olsay­ O'nundur; ve O hesabı en seri görendir.
dı, benimle sizin aranızda hüküm gerçek­ 63 De ki: "Siz, ta yüreğinizden 'eğer O bi­
leşmiş olurdu. Ama Allah kimin zalim zi bu (musibet)ten kurtarırsa kesinlikle
olduğunu daha iyi bilir. şükredenlerden olacağız' diye dua ettiği­
59 Zira gaybın anahtarları 48
yalnızca nizde, karanın ve denizin görünmez teh­
O'nun katmdadır,- onu başkası değil, yal­ likelerinden sizi kurtaracak olan biri var
nızca O bilir. mı?"

O, karada ve denizde olan-biten her şeyi 64 De ki: "Sizi ondan ve diğer tüm sıkın­
bilir,- hiç bir yaprak düşmez ki O bunu tılardan kurtaracak olan yalnızca Al­
bilmesin; yerin derinliklerinde bir tek to­ lah'tır,- ama hâlâ Allah'tan başkasına
hum, yaş-kuru 49
hiçbir şey yoktur ki ilâhlık yakıştırmayı sürdürüyorsunuz.
O'nun apaçık yasasına dahil olmasın. 50
65 De ki: "Size üstünüzden ya da ayakla-

46 Zımnen: Dua kulluk, kulluk duadır (Krş: görüyoruz.


78/Mü'min: 60, not 43). 48 Mefâtîh ile ilgili bkz. 67/Kasas: 76, not 86.
47 Sadece fiillerin başında gelen kad edatı, 49 "Net-brüt" diye de anlaşılabilir. Zımnen:
mazi fiilin başında bu ve buna benzer bir bağ­ Her şey O'nun yasasına dahildir.
lamda geldiğinde bir beklentiye cevap olma­
50 Lafzen: "kitapta". Buradaki kitâb ile, Al­
nın yanında, haksız bir ithamı inkâr ve itham
lah'ın ilmi ya da korunmuş levhaların kaste­
sahibine iade vurgularını da taşır. Burada ve
dildiği söylenmiştir (Taberî). Fakat "apaçık"
özellikle izen ile birlikte kullanıldığı yerlerde
vasfını taşıdığı göz önüne alınırsa, bu yorum­
"asıl" anlamını vermek isabetli görünüyor.
ların isabetli olmadığı sonucuna varılır (38.
Kur'an söyleminin genelinde gördüğümüz üs­
âyetin notuna bkz).
lûptaki olağanüstü nezaketin bir sonucu ola­
rak, "sapıtma" ithamının söyleyenin şahsı ye­ 51 Krş. 47/Nebe': 9-11, not 8.
rine, onun çağırdığı sapıklığa iade edildiğini 52 Krş. Âyet 18.
rınızın altından azap gönderme ya da sizi geçici zevklerini din hâline getiren kim­
birbirinize düşürüp paramparça bir top­ seleri kendi hâline bırak. Fakat şunu da
56

lum hâline getirme gücü yalnızca O'nun- onlara hatırlat ki, her insan işlediklerine
dur." 53
karşılık ipotek altına alınacak, 57
ve ne
Bak, iyice kavrasınlar diye mesajlarımızı kendisini Allah'a karşı koruyacak, ne de

nasıl çok boyutlu dile getiriyoruz? kayıracak kimsesi olacaktır. Ve kendisi


için en yüksek fidyeyi verse bile, bu on­
66 O hakikatin ta kendisi olduğu hâlde, se­
dan asla kabul edilmeyecektir. İşte bun­
nin hitap ettiğin toplum bunu yalanlıyor.
lardır işlediklerine karşılık ipotek edile­
De ki: "Ben size korumalık yapmakla yü­
cekler,- ısrarlı inkârları sebebiyle onlar
kümlü değilim." 67 Her haberin bir ger­
54

(gelecek için) yakıp kavurucu bir (umut­


çekleşme süreci vardır; zaman gelecek,
suzluk) zehiri içecekler, (geçmiş için) şid­
(bunu) siz de öğreneceksiniz. 55

detli bir azap çekecekler. 58

68 ÂYETLERİMİZ hakkında ileri-geri ko­


71 DE Kİ: "Biz, Allah'ı bırakıp da bize ne
nuşanları gördüğün zaman, onlar başka
faydası dokunan ne de zarar veren şeyle­
konulara geçinceye kadar sen onlardan
re mi yalvaralım? Ve tıpkı "bizimle gel!"
uzak dur! Ama eğer Şeytan sana bunu diye kendisini doğru yola çağıran arka­
unutturursa, hiç değilse hatırladıktan daşları dururken şeytanların ayartmaları­
sonra, zulme gömülmüş böylesi bir top­ na kapılıp dünyevi zevklerin peşine tut­
lulukla birlikte bulunma! 69 Gerçi, so­ kulu bir biçimde takılan kimse gibi, Al­
rumluluk bilincini kuşananlar onlardan lah bizi doğru yola ilettikten sonra to­
hiçbir şekilde sorumlu değildirler,- fakat puklarımız üzerinde gerisin geri mi döne­
bir hatırlatmadır, umulur ki sorumluluk lim?"
bilincini kuşanırlar. De ki: "Hiç şüphe yok ki yegâne rehber­
70 Dünya hayatına dalarak eğlenceyi ve lik Allah'ın rehberliğidir ve biz Âlemle­
59

53 ilki doğal felaketlere, ikincisi sosyal fela­ re ve ubsilû kelimelerini ikisi de Arapça kö­
ketlere işaret eder. kenli olan rehin ve hapis ile karşılamak, çevi­
54 Buradaki vekîl, Türkçe'de kazandığı an­ ride eşdeğerliliğe aykırıydı. Biz de, 'kaynak
lamda değil, gelmesi muhtemel azaba karşı dildeki nadir kelimeye hedef dilde nadir karşı­
"koruma sorumluluğu" anlamındadır. Bu tür­ lık' ilkemiz gereği "ipotek" ile karşıladık.
den her âyet irade özgürlüğüne ilâhî saygıyı 58 Yani: Geçmişleri azap, gelecekleri serap
ifade eder. olacak. Bu ibare, Allah dostları için Kur'an'da
55 Sözgeliminden zımnen: ..fakat iş işten geç­ muştulanan "onlar gelecekten dolayı endişe,
miş olacak. geçmişten dolayı hüzün duymayacaklar" ifa­
desinin zıddı olarak okunabilir.
56 Bu ibarenin iki anlamı vardır: "Dinlerini
oyun ve eğlence hâline getiren kimseler" veya 59 Nahivcilere göre bu ibaredeki el-hudâ ha­
"Oyun ve eğlenceyi din hâline getiren kimse­ ber, hudallah ise mübtedadır. Bu yaklaşım bir
ifadenin gramerini mânasına önceleyen bir
ler." Râzî, Kurtubî, Ebussuud ve Âlûsî bu ikin­
yaklaşımdır. Her tür hidayetin Allah'a atfı
ci anlamı alternatif bir anlam olarak anarlar.
Kur'an'daki uluhiyet anlayışına en uygun
57 Kur'an'da sadece bu âyette gelen en tubse- olandır ve bunun için de hudallah terkibini
rin Rabbine kayıtsız-şartsız teslim ol­ kısmmı da, algı kapsamına giren kısmını
makla emrolunduk; 72 ve namazı hakkı­ da bilendir: O her hükmünde tam isabet
nı vererek k ı l m a k ve O'na karşı sorum­
60
edendir, her şeyden haberdar olandır.
luluk duymakla..." 74 HANİ bir zamanlar İbrahim babası
Çünkü sonunda huzurunda toplanacağı­ Azer'e 62
demişti ki: "Sen putları mı ilâh
nız varlık yalnızca O'dur. ediniyorsun? Görüyorum ki, sen ve top­
73 Zira gökleri ve yeri gerçek bir amaca lumun apaçık bir sapıklık içindesiniz!"
mebni olarak yaratan O'dur. O ne vakit 75 İşte böylece biz, İbrahim'e göklerin ve
"Var ol!" derse, (varlık) hemen varoluş yerin hükümranlığı hakkında bir bakış
sürecine girer: O'nun sözü (sanal değil) açısı kazandırdık ki, kalben mutmain
tahakkuk eden bir gerçekliktir. 61
Ve Sur kimselerden olsun. 63

çalındığında, otorite yalnızca O'na ait


76 Ve gece karardığında bir yıldız gördü
olacaktır. O gerçekliğin algılanamayan
ve haykırdı: "Benim Rabbim b u ! " 6 4
Fakat

haber, el-huda lafzını ise mübteda olarak oku­ him'in "yaratan" değil "yaratılan" olduğunu
mak Kur'an'ın genel üslûbuna daha uygun isbat ettiği ay-güneş-yıldız teslisi, işte içinden
düşmektedir. Arap dilinin büyük otoritesi Sî- çıktığı toplumun putlaştırdığı bu unsurlardı.
beveyh (ö. 180/769) el-Kitab'mda şöyle der: 63 îkân ile ilgili bkz. 94/Bakara: 4, not 9.
"Nahivcilerin çoğunluğu bir ifadenin grameri­
64 Farklı kelam ekolleri, kendi savundukları
ni düzelteceğim diye anlamını göz ardı eder­
'tenzih' ve 'ismet' doktrinleri doğrultusunda
ler. Hâlbuki sözün anlamı irabından çok daha
bir anlam üretebilmek için bu ibareyi soru for­
önemlidir." İbn Hişam da şöyle der: "Metnin
muna çevirerek, alternatif anlam arayışına gir­
irabını gözeten dilciler mânanın gereğini göz
mişlerdir. Bu ibare her türlü teolojik tartışma­
ardı ettiler" (nkl. İtkân n, 261). Nahivcilerin
dan ve mülahazadan uzak bir biçimde okundu­
ön kabulleri dışına çıkmak zorunda kaldığı­
ğunda bu anlama gelmektedir. Kaldı ki, Hz.
mız çeviri örneklerimizin gerekçesi budur.
Peygamber'den bunun aksi bir anlamı destek­
60 Teslimiyet insanın Allah'a karşı esas duru­ leyen herhangi bir rivayet de nakledilmemiş-
şu, namaz bu duruşun pratiğidir [Salât için tir. Metnin görünen anlamını destekleyen Ta-
bkz. 9/A'lâ: 15, not 15). berî'nin naklettiği İbn Abbas kaynaklı rivayet,
61 Kavluhu'l-hakk, maddî dünyanın sanallığı- bazı müfessirler tarafından sırf Eş'ari doktrini­
na dair eşyanın hakikatini yok sayan tüm spe­ ne aykırı olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir
külatif yaklaşımları kökten dışlayan bir ifade­ (Bkz: Râzî). Ne ki, bu ibareyi soru formuna ta­
dir. şımak bizi daha başka problemlerle yüz yüze
62 Kitab-ı Mukaddes'e göre Terah, Eusebius'a getirecektir. 77. âyetin sonundaki "batınca de­
göre Aser (Athar). Yaklaşık MÖ. 2100 (veya di ki: 'Doğrusu, eğer Rabbim beni doğru yola
2300) civarında Ur'da yaşamış bir saray hey­ iletmezse, ben de kesinlikle sapıtan kimseler­
keltıraşı. Bir Keldani devleti olan Ur, Ur- den olurdum!" ifadesi, "benim Rabbim bu"
Nammu tarafından kurulmuştu. Muhtemelen ibarelerini "istifhâmî" ya da "inkârî" yapmaya
"Nemrud" ismi de buradan mülhemdi. Urlu­ yetmez, ancak Hz. İbrahim'in, kendisini dinle­
ların binlerce putu arasında "Ay Tanrısı" olan yen bir guruba gerçek Allah inancını öğretebil­
Nannarvc "Güneş Tanrısı" olan Şamaş en ün­ mek için, tek kişilik bir temsil sergilediği akla
lüleri idi. Ayrıca yıldızlara da perestiş ediyor­ gelebilir. Bu âyetlerin Hz. İbrahim'in imana
lardı. Pasajın ilerleyen âyetlerinde Hz. İbra- davetini dile getiren 74 ve 75. âyetlerin ardın-
yıldız batınca dedi ki: "Ben batanları sev­ hâlde, siz Allah hakkında hâlâ benimle
mem". 6 5
tartışıyor musunuz? Ben sizin şirk aracı
77 Sonra ayın doğuşunu görünce "İşte kıldığınız şeylerden korkmuyorum; Rab­
Rabbim bu!" dedi. Fakat o da batınca de­ bimin dilemediği hiçbir şey gerçekleşmez,
di ki: "Doğrusu eğer Rabbim beni doğru Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatır: siz hâlâ
yola iletmeseydi, ben de kesinlikle sapı­ bunu düşünemiyor musunuz? 81 Hem
tan kimselerden olurdum!" ben Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden
neden korkacakmışım? 68
Üstelik siz, Al­
78 Nihayet güneşin doğuşunu gördü ve
lah katından geçerli bir deliliniz olmadığı
"Benim Rabbim bu (zira) bu en büyüğü!"
;

dedi. Fakat o da kaybolunca "Ey kav­ hâlde Allah'a şirk koşmaktan korkmaz­

m i m ! " diye seslendi, "Ben sizin şirk koş­ ken? Şu hâlde eğer biliyorsanız, iki taraf­

tuğunuz şeylerde y o k u m ! " 66


79 Artık tan hangisi kendini güvende hissetmeye
ben, her türlü bâtıldan yüz çevirerek bü­ daha lâyıktır, (söylesenize)? 82 İmana ula­
tün varlığımla gökleri ve yeri yaratana şan ve imanlarına z u l ü m bulaştırmayan­
69

yöneldim; ve ben O'ndan başkasına ilâh- lar var ya: işte onlardır güvene lâyık olan­
lık yakıştıranlardan değilim! 67 lar,- zira onlar doğru yoldadırlar."
83 İşte bu, toplumuna karşı kullanması
80 Ve toplumu onunla tartışmaya girdi.
için İbrahim'e verdiğimiz isbat yöntemi-
Dedi ki: "Beni doğru yola ileten O olduğu
mizdi. 70
Biz, dilediğimiz kimseyi derece

dan gelmesi, onun bu ilâhî yöntemi yine bir 3) Sezgi temeli üzerine kurulu İrfan Bilgi Sis­
sevk-i ilâhî ile uyguladığını gösterir. 83. âyette temi [Risale, Kahire, 1991, s. 287).
geçen huccetuna'dan (isbat yöntemimiz) yola 67 Allah Rasulü'nün belli bir dönem namazla­
çıkarak, bu yöntemin Allah'ın kendi zâtına ait rın girişinde subhâneke yerine okuduğu âyettir.
bir yöntem olduğunu anlıyoruz. Dolayısıyla
68 Zımnen: Ey muhatap! Korktuğun korkul­
bunun doğruyu bulmak için entelektüel bir
maya değer olsun! Öyle birinden kork ki, on­
muhakeme ve görünenlerden görünmeyene
dan korkman seni tüm korkulardan emin eyle­
ulaşma yöntemi olduğu da anlaşılmış olmak­
sin! Eğer birinden büyük olduğu için korkuyor­
tadır. Buradan hareketle, uluhiyyet ve vahda­
san, Allah'tan kork! Zira en büyük Allah'tır.
niyeti kavramak ve isbat etmek için kullanı­
Eğer birinden güçlü olduğu içüı korkuyorsan,
lan bu muhakeme tekniğiyle amaçlanan sonu­
Allah'tan kork! Zira en güçlü Allah'tır. Eğer bi­
ca bakmak en doğru yaklaşım olacaktır.
rinin desteğini ve sevgisi kaybetmekten korku­
65 "Ben batanları sevmem"in zımni karşılığı şu­ yorsan, Allah'tan kork! Zira seni en çok destek­
dur: iman etmek sevmektir; inandığınızı sevgi leyen ve en çok seven Allah'tır.
dünyanıza dahil etmek, hatta hakim etmektir.
69 Rasulullah, buradaki zulm sözcüğünü
66 Kuşeyri Hz. İbrahim'in tevhide yürüyüşü "şirk" olarak tefsir etmiş ve buna da Lokman
sırasındaki üç durak olan yıldız, ay ve güneş 13'ü delil göstermiştir (Buhârî ve Müslim).
sembollerini İslâm'ın üç bilgi sistemine tatbik Âyetin ibadet ya da isyanla değil imanla ilgili
eder: olan bağlamı bu rivayeti destekler (Râzî).
1) Akıl temeli üzerine kurulu Burhan Bilgi Sis­ 70 Bu isbat yöntemi, hem her insana olduğu
temi. gibi Hz. İbrahim'e de doğuştan verilen muha­
2) Vahiy temeli üzerine kurulu Beyan Bilgi keme yeteneğine, hem de bir sevk-i ilâhîye de­
Sistemi. lalet edebilir. Fakat 74-75. âyetler, bu yöntemi
494 73/EN'ÂM SÛRESI Nüzul: 73 Mushaf: 6

derece (hakikate) yüceltiriz. Hiç şüphe­


71 Eğer onlar bu hakikatleri inkâr ediyorlar­
siz senin Rabbin her hükmünde tam isa­ sa, iyi bilsinler ki Biz (çoktan) onların ye­
bet edendir, her şeyi tarifsiz bilendir. rine başka bir topluluğu vekil kıldık: onlar
84 Ona îshak'ı ve Yakub'u bağışladık; ve asla bu hakikatlerin inkarcısı olmazlar; 90
daha önce Nuh'u ilettiğimiz gibi hepsini işte şu Allah'ın doğru yolu gösterdiği in­
de doğru yola ilettik. Onun neslinden sanları... O hâlde sen de onların rehberli­
Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, ğine u y ! 74
(Ve) de ki: "Sizden bunun için
Musa'yı ve Harun'u (seçtik). 72
İşte Biz, bir karşılık beklemiyorum. Unutmayın ki
iyilik yapanları böyle ödüllendiririz; 85 o, bütün insanlığa bir öğütten ibarettir! 75

ve Zekeriyya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve 11- 91 Onlar "Allah hiç bir insana hiçbir şey
yas'ı 73
da (seçtik): hepsi de dürüst ve er­ indirmemiştir" derken Allah'ı hakkıyla
demli kimselerdendi. 86 İsmail'i, Elye-
takdir edemediler. De ki: "Kim indirdi
76

sa'yı, Yûnus'u ve Lût'u da (seçtik). Ve Biz


Musa'nın insanlara bir ışık ve rehber ola­
onlardan her birini çağının diğer insanla­
rak getirdiği ve sizin papirüs parçalarına
rına üstün kıldık. 87 Onların atalarından,
dönüştürdüğünüz, çok gizlediğiniz hâlde
çocuklarından ve kardeşlerinden kimile­
sadece gösteriye açtığınız, sizin ve atala­
rini de...
rınızın bilmediği birçok şeyi kendisi sa­
İşte onların hepsini Biz seçtik ve dosdoğ­ yesinde öğrendiğiniz kitabı?"
ru bir yola yönelttik. "Allah'tır!" diye cevap ver! Sonra da bı­
88 Bu Allah'ın rehberliğidir: O bununla rak, daldıkları boş laflarla oyalanıp dur­
kullarından dilediğini doğru yola ulaştı­ sunlar.
rır. Eğer onlar şirk koşmuş olsalardı, yap­ 92 Bu da, şehirlerin anasında 77
ve onun
mış oldukları her şey kesinlikle boşa git­ çevresinde bulunanları uyarman için in­
miş olurdu. 89 (Ne ki) Biz onlara vahiy, dirdiğimiz, bereket kaynağı, kendisine
(onunla) hükmedecek yetenek ve pey­ kadar gelen hakikatleri doğrulayan ilâhî
gamberlik verdik. bir kelamdır. Ahirete inanan kimseler

Hz. İbrahim'in ilâhî gözetim altında uyguladı­ hakkını bilmekle olur. Allah'ın hakkını bilen,
ğını düşünmemizi gerektirir. Allah'a hakkını teslim eder. Bunun bir tek
71 Burada, Hz. İbrahim'i Allah'ın varlığına ve yöntemi vardır: Allah'a kayıtsız şartsız teslim
birliğine ulaştıran muhakeme sırasında Mut­ olmak. Yani müslüman olmak, Allah'a hakkı­
lak Hakikate ulaşmada basamak olarak kul­ nı teslim etmektir.
landığı araçlara bir atıf yapılmaktadır. 77 Bu âyetin indiği bölgede 'anakent' Mekke
72 Bu isimler, Hz. İbrahim'in 94/Bakara 124'te idi. Çünkü tüm Arabistan'da taşıdığı tarihî,
dile gelen duasına Allah'ın bir icabeti gibidir. dinî ve ticarî misyon gereği Mekke, kelimenin
73 llyas için bkz. 66/Sâffât: 123, not 43. MÖ 880¬ tam anlamıyla bir 'merkez' işlevi görüyordu.
850 arasmda, zamanın moda sapması olan Baal Bir çağın "anakenti" o çağı yöneten merkez­
putçuluğuna karşı destânî bir mücadele verdi. dir. Bu âyet, "ilâhî mesajın taşınacağı öncelik­
74 Hakikat kesintisiz, sürekli akan bir nehir li mekân neresidir" sorusuna bir cevap teşkil
gibidir. Ne yenidir, ne eskidir: eskimezdir. etmektedir. Ummu'l-Kura ifadesi Mekke'nin
75 Zikrâ: İlâhî bir yadigar. kutsallığıyla ilgili değildir. Bölgedeki merkezi
yerleşim yeri olmasıyla alâkalıdır.
76 "Allah'ı hakkıyla takdir etmek", Allah'ın
buna da inanırlar. (Allah'a karşı esas du­ kopmuştur ve bütün dost sandıklarınız
ruş olan) namazlarım muhafaza edenler
78
sizi yapayalnız bırakmıştır."
de işte onlardır.
93 Allah hakkında yalan uyduran ya da 95 KUŞKUSUZ Allah'tır tohumu ve çe­
kendisine hiçbir şey indirilmediği hâlde kirdeği yaran, bir süreçte ölüden diriyi
"Bana da indirildi" diyen ve "Allah'ın in­ var eden ve diriden ölüyü çıkaran. 79

dirdiğine benzer şeyleri ben de indirebili­ İşte budur Allah! Peki, nasıl oluyor da
r i m " iddiasında bulunan kimseden daha böylesine savruluyorsunuz!
tahripkar biri olabilir mi?
96 O'dur tan yerini ağartan ve geceyi din­
Ölüm sancısıyla kıvranırken melekler el­ lenme vakti, güneşi ve ayı zamanı tayin
lerini uzatarak "Ruhlarınızı teslim edin! ölçüsü kılan. Bunlar, her şeyi bilen son­
80

Allah'a doğru olmayan şeyler atfettiğiniz suz kudret sahibinin iradesiyle tayin ve
ve O'nun mesajlarına karşı kibrinizden tesbit edilmiştir.
dolayı bugün onur kinci bir cezaya çarp­ 97 Dahası, karanın ve denizin zifiri ka­
tırılacaksınız!" dediklerinde, bir görme­ ranlığında onlara bakıp yolunuzu bulabi-
liydin o zalimleri! lesiniz diye sizin için yıldızları var eden
94 Ve (Allah diyecek ki): "İşte şimdi bize O'dur. Doğrusu Biz bu mesajları öğren­
yapayalnız geldiniz, tıpkı sizi ilk yarattı­ meye gönüllü olanlar için açıklıyoruz.
ğımız gibi; dahası, size verdiğimiz her şe­ 98 Yine O'dur sizi bir tek canlıdan ortaya
yi arkanızda bıraktınız. Sizin lehinize Al­ çıkaran; ve (her biriniz için) geçici ve ka­
lah'a ortak olduğunu sandığınız o şefaat­ lıcı bir yer (tayin eden). Doğrusu Biz bu
81

çilerinizi neden şimdi yanımzda göremi­ mesajları kavrama yeteneği olan insanla­
yoruz? Artık aranızdaki bütün bağlar ra açık ve anlaşılır kılıyoruz.

78 İkâme fiiline isnat edilmeden yalınkat kul­ cun) olarak gelmiştir, çünkü ölmek hayata gel­
lanılan sala r/larda, kelimenin kök anlamına mek gibi zomnlu bir sürece bağlı kılınmamış­
istinaden kulun Allah karşısındaki esas duru­ tır. "Bir süreçte" ifadesi, fiil formunun bu özel-
şu vurgusu baskındır (Krş: 9/A'lâ: 15, not 15). liliğinin çeviriye yansımasıdır.
79 İrme edatının yapısı gereği nasbettiği ismine 80 Bir önceki ve bir sonraki âyet de dikkate
'tümleç' vurgusu yüklemek gerektiği için, bu alındığında, burada sayılan şeyler insana olan
tür cümleler genellikle devrik çevrilmelidir. yararları açısından ele alınmıştır.
Bu tarz bir çeviri, Allah'ı, "Allah yarandır"
81 Taberî, Ebu Ubeyde'den naklen muste-
gibi mahdut bir eylemiyle tammlamak yerine,
kar'm babanın sulbü, mustevda'm annenin
eylemi Allah'tan bağımsız algılamama amacı­
rahmi olduğu görüşünü nakleder. İbn Abbas,
na matuf olan "Allah'tır.. .yaran" gibi doğru ve
Mücâhid ve Said b. Cübeyr'in yaklaşımları bu­
hikmetli bir yaklaşımı da öne çıkarmaktadır.
nun tam tersidir (Taberî). Geçici yer-kalıcı yer
Arap dilinde isim süreklilik ve sabitliğe delalet
ile anne karnı-hayat, dünya-âhiret kastedilmiş
ederken fiil bir süreç içinde yemlenmeye ve de­
olabileceği gihi, insanın beşerî/geçici-ruha-
ğişkenliğe delalet eder (İtkân E, 316). Âyette
nî/kalıcı boyutu da kastedilmiş olabilir. Ya­
ölüden diriyi çıkarmak fiille [yuhricu) ifade
hut erkek-dişi, sperma-yumurta. "Bazısının
edilmiş, çünkü hayata gelmenin yasası bir sü­
hanesi var, bazısı gurbette" şeklinde de anlaşı­
rece bağlı olarak sürekli yenilenme ve değişim­
dir. Diriden ölüyü çıkarmak ise isim [muhri- labilir (Krş: 70/Hûd: 6 ve 92/Muhammed: 19).
496 73/EN ÂM SÛRESI
, Nüzûl: 73 Mushaf: 6

99 O'dur gökten yağmuru indiren. İşte 102 İşte Rabbiniz Allah budur: O'ndan
Biz bu yolla her tür bitkiyi tomurcuklan­ başka ilâh yoktur, her şeyin yaratıcısıdır.
dırdık, ondan da yemyeşil bir çim meyda­ O hâlde yalnızca O'na kulluk edin! Çün­
na getirdik, ondan ise birbiri üzerine bin­ kü O'dur her şeyi koruyup gözeten.
miş tahıl taneleri çıkarıyoruz. Yine hur­ 103 Hiçbir beşeri görüş ve tasavvur O'nu
ma ağacının tomurcuğundan sık salkımlı kuşatamaz, fakat O her türlü beşeri görüş
hurmalar, üzüm bağları, zeytin ve nar ve tasavvuru çepeçevre kuşatır: Yalnız­ 84

ağaçları; 82
biri diğerine çok benzeyen ve ca O'dur her şeye nüfuz eden, her şeyden
biri diğerinden çok farklı. 83
Ürün verdiği haberdar o l a n . 85

ve olgunlaştığı zaman meyvesine bakın!


104 Doğrusu, Rabbinizden size (vahiy gi­
Hiç kuşkusuz bütün bunlarda inanacak
bi) bir bilinç kaynağı gelmiştir. 86
Artık
insanlar için derin mesajlar vardır.
kim (vahyin gösterdiği hakikati) görmek
100 Fakat görünmez varlık türlerine Al­ isterse kendi lehine, kim de körlüğü ter­
lah'a denk bir makam yakıp yakıştırdılar, cih ederse kendi aleyhinedir. Ben sizi en­
oysa ki onları da O yaratmıştı. Bir de ce­ gelleyecek değilim. 87

haletleri yüzünden O'na oğullar ve kızlar


105 İşte böylece Biz, mesajlarımızı çok
peydahladılar.
boyutlu olarak dile getiriyoruz ki "Sen
O'nun aşkın ve yüce olan zâtı, insanların dersini almışsın!" desinler,- dahası öğren­
her tür tasavvur ve tahayyüllerinin üze­ meye gönüllü bir topluluğa onu açıklaya­
rindedir. bilelim. 106 Sen Rabbinden sana vahye-
101 Gökleri ve yeri, ömeksiz yaratandır. dilene uy -O'ndan başka ilâh yoktur- ve
O'nun hiçbir zaman bir eşi olmadığı hâl­ başkalarına ilâhlık yakıştıranlardan yüz
de nasıl çocuk sahibi olabilir? Kaldı ki, çevir!
her şeyi yaratan O'dur ve O her şeyi bil­ 107 Eğer Allah (aksini) dileseydi, onlar
mektedir. (Allah'a rağmen) şirk koşamazlardı. 88
Ne

82 Zeytin vahdeti, nar kesreti temsil eder. Nar rak, bu âyeti ya da en azından âyetin son cüm­
holografik bir meyvedir. Her bir tanesi bütünü lesini Hz. Peygambere atfetmişlerdir. Âyetin
temsil ettiği gibi, bütün de taneyi temsil eder. ait olduğu pasajda söyleyen Allah'tır ve bunu
Kesrette vahdetin timsalidir. değiştirecek başkaca bir gerekçe de bulunma­
83 İkisi de kendi başına yetişir ve kültür bitki­ maktadır. Âyetin bu son cümlesi ise Allah'ın
si değildir. Fakat ikisinin de tadı, şekli, rengi, insana verdiği iradeyi yok saymayacağına,
kullanım alanı farklıdır. onun seçimine saygı göstereceğine, önce akıl
verip soma da yokmuş gibi davranmayacağına
84 O'nun zâtı insanın sadece göz ufkunu aş­
delalet eder ve bunu en güzel veren anlam da
maz, aynı zamanda tasavvur ve tahayyül uf­
şudur: "Ben sizi engelleyecek değilim". Çünkü
kunu da aşar.
hıiz "zarar veren şeyleri engellemeyi" de içerir.
85 Latif ismi Habîr ile birlikte geldiğinde, 88 Bu ibarenin eliptik karakteri göz ardı edil­
ikincisi birincisini açıklar. diğinde, Kur'an'ı kendi kendisiyle çelişir gös­
86 Besâir için bkz. 56/A'râf: 203 ve 68/İsra: termek işten bile değildir. Zira 148. âyette
102, notlar. müşriklerin ağzından "Eğer Allah dileseydi
87 Tefsirler, haiîz sıfatını rakîb anlamına ala- biz şirk koşmazdık" ifadesi yerilerek nakledi-
Biz seni onlara muhafız yaptık, ne de sen 110 Biz de onların gönüllerini ve gözleri­
onları korumakla yükümlüsün. 89
ni çeviriverirdik, tıpkı ilk başta ona inan­
108 Allah'tan başkalarına yalvarıp yaka- madıkları konumda olduğu gibi; ve Biz
ranlara sövmeyin ki, onlar da cehaletin onları küstahça taşkınlıkları içinde kör
verdiği nefretle Allah'a sövmesinler: 90 ve şaşkın debelenmeye terkederiz.
Zira Biz her topluma kendi yaptıklarını 111 Eğer Biz onlara melekleri indirmiş ol­
güzel gösterdik. 91
Sonuçta onlar Rableri- saydık, ölüler de onlarla konuşmuş olsa­
ne dönecekler: İşte o zaman yaptıkları lardı, (gerçeği isbat edecek) her şeyi de on­
kendilerine bir bir haber verilecektir. ların önüne sermiş olsaydık, Allah dile­
109 Şimdi kendilerine bir mucize göste­ medikçe yine de iman etmezlerdi. Fakat 93

rilmesi hâlinde bu vahye iman edecekle­ onların çoğu (bunu) bilmezden gelirler.
rine dair var güçleriyle yeminler ediyor­ 112 Ve böylece Biz, görünür-görünmez
lar. De ki: " T ü m mucizeler Allah katın- şeytanları 94
her peygambere düşman kıl­
dadır!" Ve farkında değil misiniz k i , 92
on­ dık. Onlar aldatmak amacıyla birbirleri­
lara bir mucize gelmiş olsaydı dâhi yine ne yaldızlı yalanları telkin ediyorlar. 95

de inanmazlardı. Ama eğer Rabbin dileseydi, onlar bunu

lir. Dolayısıyla âyet Yûnus 99 gibi âyetler ışı­ veya "siz farkına varamazsınız" (Zemahşerî).
ğında anlaşılmalıdır. Parantez içi açıklamala­ 93 "Allah insanın hidayetini ne zaman diler?"
rın gerekçesi budur. sorusunun doğru cevabı bellidir: "İnsan diledi­
89 Olumsuzluk edatının haberi ba ile gelirse, ği zaman" (Bkz: 92/Muhammed: 17; 94/Baka­
olumsuzlanan işin istenilse dâhi yapılmasının ra: 26; Nûr: 21 ve ilgili notlar).
imkan ve/veya ihtimalinin yokluğuna delalet 94 tns ve cin 18 yerde birlikte kullanılır. Bir­
eder. Bir eylemi fiille reddetmek onu öznenin likte kullanıldığı yerlerde genellikle "görünen-
zâtından değil sıfatından nefyetmektir. Fakat görünmeyen" iradeli varlık çiftini ifade eder.
ism-i faille nefyetmek onu öznenin zâtından İhs'in kökü olan uns, "yakın olan, bilinen, gö-
nefyederek imkan ve ihtimali dışlamaktır. rülen"dir ki vahşî olanın karşıtıdır (insan için
Dolayısıyla "sen onları korumakla yükümlü bkz. 13/'Asr: 2, not 2). Nasıl ki ins'in karşıtı
değilsin" anlamının, "istesen de koruyamaz­ cinn ise, insan'm (aslı insiyân) karşıtı da cân-
sın" anlamını içerdiği kabul edilmelidir. n'dır. "Toplum"u ifade eden nâs ise ferdin
90 Dilbilgisi kuralları dikkate alındığında âye­ karşıtıdır. Görünen şey yakınlık ve ilgi, görün­
tin doğru çevirisi budur. Âyet doğrudan Al­ meyen şey korku ve kaygı nedenidir. Birlikte
lah'tan başka kimselere dua edenlere sövmeyi geldiği her yerde "iradeli varlıkların hepsi"
yasaklamaktadır, onların Allah'ın astı olarak vurgusunu taşır. Görünen kısmında bir numa­
telakki ettiklerine değil. Davette küfür ve ha­ rayı inşân, görünmeyen kısmında bir numara­
karet, küfür ve hakarette ise davet yoktur. Zi­ yı cânn temsil eder. Âdem ve Şeytan karşıtları
ra bu hem duyguları incitir, hem de savunulan da bu çiftle alâkalıdır. İns-cinn karşıtlığı mese­
değerleri küfür ve hakarete açık hâle getirir. la Rahman sûresinin tekrar âyetlerindeki ku­
91 Zımnen: Şirki anlayışla karşılamayın, fa­ ma zamirlerinde olduğu gibi bir hakikatin iki
kat şirke bulaşmış insanın durumunu anlama­ yüzünü ihsas eder (Krş: 32/lnsan: 1, not 2).
ya çalışın! 95 Bu telkinin "vesvese" olduğunu, daha önce
92 Alternatif anlamları: "iyi bildiğiniz bir şey­ indiği kesin olan Nâs sûresinden anlıyoruz
dir"; ya da "Ah, bilemezsiniz siz" (ibn Atıyye); (Krş: âyet: 121).
yapamazlardı: 96
o hâlde onlardan da, uy­ her şeyi bilen sadece O'dur.
duruk teorilerinden de uzak dur! 113 Za­ 116 Eğer yeryüzünde yaşayan kitlelerin
ten onların bundan amacı, âhirete inan­ ardına düşersen seni Allah yolundan sap­
mayanların gönüllerini o (yaldızlı yalan­ tırırlar: Onlar yalnızca bâtıl inancın pe­ 98

larla) çelmektir ki, berikiler ondan hoş­ şinden giderler ve onlar sadece kitle psi-
lansınlar ve ulaşmak için çabaladıkları kolojisiyle hareket ederler.
99

kötü sonuca ulaşabilsinler. 97

117 Hiç kuşkusuz senin Rabbin, kimin


114 (De ki): "Hakikati açık ve net bir bi­ kendi yolundan saptığını kimin de doğru
çimde ortaya koyan bu ilâhî kelamı size yolda olduğunu en iyi bilendir.
gönderen O iken, (iyi ve kötüyü belirle­
118 O hâlde, üzerine Allah'ın adının anıl­
mede) O'ndan başka bir hakem mi araya­
dığı şeylerden y i y i n ; 100
tabi ki O'nun
yım?"
âyetlerine içten inanıyorsanız! 119 Kaldı
Dahası kendilerine önceden vahiy ema­ ki Allah, -mecbur kaldığınız hâller dışın­
net ettiklerimiz bilirler ki, bu (Kur'an) da- yasakladığı şeyleri size ayrıntılı ola­
Rabbin tarafından indirilmiş olan bir ha­ rak açıkladığı h â l d e , 101
O'nun adının
kikattir: öyleyse (ey muhatab), sakın kuş­
üzerlerine anıldığı şeyleri niçin yemiyor-
ku duyanlardan olma! 115 Zira Rabbinin
sunuz? Fakat (bu tür konularda) birçokla­
sözü aslına sadık olarak (yerine ulaşmış)
rı, sahih bir bilgiye dayanmaksızın sırf
ve adaletle uygulanmıştır: O'nun sözleri­
kendi kişisel görüşleriyle (yasak alanını
ni alıp da yerine başka bir söz koyacak
genişleterek) başkalarını saptırmaktadır:
hiçbir güç yoktur: Zira her şeyi işiten,

96 Sözgeliminden: "..ama dilemedi". Kötülü­ Araplarının birtakım hayvanları bâtıl inanç­


ğün hep var olacağına dair yasaya atıf. larla kutsayarak onların etini yemeyi kendile­
97 "Ağacın ya da yaranın kavlayan kabuğu" rine yasaklamaları zikredilebilir. Devamında­
anlamına gelen iktiraf, genellikle olumsuz an­ ki âyetler bunun ifadesidir.
lamda kullanılır (Râğıb). Bu âyet bir üstteki 99 Yahrusûn, "sahte ve aldatıcı olanın peşin­
âyetle bağlantılı olarak, âhirete inanmayan den gidenler" anlamına. Körü körüne taklit ve
kimselerin parlak ve yaldızlı teorilere aldana- bilinçsizce hareket edenlere atıf (Taberî ve Râ­
rak, kendilerini aldatan görünür görünmez zî). Kitle psikolojisi güdüleme ve şartlandır­
şeytanların ekmeğine yağ sürdüğünden söz malara dayandığı için, bu şekilde bir çeviri bi­
eder. Esed, 112. âyette yer alan "aldanışa" atıf ze âyetin maksadına daha uygun göründü.
olan ileyhi ve yerc/avhu'daki zamirleri, ikna 100 Bir sonraki âyetle birlikte zımnen: İnsan
edici bir delil sunmadan Allah'a ait olarak yo­ kim adına yaşıyorsa, onun adına hayvan kes­
rumlar. Ne var ki, âyetin muhtevasını tersine miş olur.
çeviren böyle bir tasarrufun güçlü bir karineye
101 Ayrıntılı olarak açıklandığı ifade edilen
dayanması şarttır.
şeylerin, bu sûreyle neredeyse eşzamanlı ola­
98 Zann, burada "bâtıl inanç" anlamında kul­ rak inen Nahl 114-116. âyetlerde yer aldığı gö­
lanılmaktadır. Bununla, yığınların sırf yaygın rülmektedir. Sûre olarak En'âm'ın Nahl'den
bâtıl inançlara ve varsayımlara dayalı olarak önce indiği yaygın olarak kabul görse de, en
ortaya koydukları iyi ve kötü, helâl ve haram, azından bu âyetlerin Nahl sûresinin ilgili
sevap ve günah ölçütlerinin keyfiliğine dikkat âyetlerinden sonra indiği kesindir.
çekilmektedir. Bu cümleden olarak cahiliyye
Kuşkusuz Rabbin haddini aşanları çok iyi îşte inkarcılara yaptıkları böyle güzel görü­
bilmektedir. 102
nür. 123 Ve böylece her ülkede, entrika ve
120 Ve günahın açığını da gizlisini de bı­ hile düzenini kuran düzenbaz suçluları ora­
rakın! Unutmayın ki, günahkar kimseler nın el üstünde tutulan kimseleri yaparız:
işledikleri yüzünden cezalandırılacaktır. Fakat çevirdikleri entrikalar yalnız kendi
121 Üzerine Allah'ın adı anılmayıp (baş­ aleyhlerine olur da, onu dâhi anlamazlar.
kasının adı anıldığı için) fısk olduğu mu­ 124 Ne zaman onlara bir âyet gelse, "Al­
hakkak olan şeylerden y e m e y i n ! 103
Ve lah'ın peygamberlerine verdiklerinin
şeytanlar kendi dostlarına, sizi (iyi ve kö­ benzeri bize de verilmedikçe inanmayız"
tüyü belirleme konusunda) tartışmaya derler. (Oysa ki) risaletini kime vereceği­
çekmeyi telkin ederler,- 104
ve eğer onlara ni en iyi bilen Allah'tır. Suç işlemekte ıs­
uyarsanız, hiç kuşkusuz siz Allah'tan rar edenler, Allah katında aşağılanacak
başkasına ilâhlık yakıştırmış olursunuz. ve entrikalarından dolayı şiddetli bir aza­
ba çarptırılacaklardır.
122 HÎÇ (manen) ölüyken hayat verdiği­ 125 Allah kimi doğru yola ulaştırmak is­
miz ve insanlar arasında yolunu bulması terse, onun kalbini teslimiyet için geniş­
için kendisine ışık tuttuğumuz kimse, letir,- kimin de sapmasına izin verirse,
içinden çıkma imkanı bulamayacağı 105

onun kalbini de adeta göğe tırmanıyor­


zifiri karanlıklara gömülüp giden kimse muş gibi daraltıp sıkıştırır: 107
îşte böyle-
gibi olur m u ? 1 0 6

102 Bu âyet eşyada asıl olanın mubahlık oldu­ çenektir ve tercihimiz de bu gerekçeye dayan­
ğu ilkesine zemin teşkil eden âyetlerin başın­ maktadır (Bkz: İtkân II, 322; krş. Râzî). Daha­
da gelir (Krş: 98/Âl-i İmran: 93). Burada vahiy, sı burada ifade edilenle "Allah'tan başkası adı­
açıkça yasak sınırlarının keyfî ve bâtıl inanca na kesilenlerin haram kılındığını" ifade eden
dayalı olarak genişlemesine karşı çıkıyor. Ya­ bu sûrenin 145. âyeti arasındaki farklılık da
sakların ayrıntılı olarak açıklandığını ifade böylece giderilmiş olmaktadır. Bu anlama gö­
eden âyet, bunların dışında kalanları 'haram' re kesilen bir hayvanda, "üzerine Allah'ın adı­
saymada ısrar edenleri açıkça yeriyor. Bu âyet­ nın anılmış olması" değil, "O'ndan başkası
te "haddi aşma" ifadesi, genel kullanımın ak­ adına kesilmemiş olması" yeter-şart olarak
sine "yasak sınırlarını genişletme, Allah'ın görülmektedir. Allahu alem.
haram kılmadıklarını haram kılma" eylemine 104 Bu ifade, insanın kendisine en yakın duy­
karşılık olarak kullanılıyor. guları olan şeytani ve ayartıcı güdülerini de
103 Ya da: "Üzerine Allah'ın adının anılmadı- doğal olarak kapsamaktadır. Burada insan,
ğı şeylerden yemeyin, muhakkak bu fısktır." kendisine sürekli kötülüğü telkin eden benli­
Fakat bu tür bir çeviri dil açısından problemli­ ğinin çekim alanına girme tehlikesine karşı
dir. Şöyle ki: Bu ibareyi oluşturan iki cümle­ uyarılmaktadır.
den birincisi fiil ikincisi isim cümlesidir. Bu 105 Nefyin haberi bâ ile gelirse imkan ve/ve­
ikisinin arasında bağlaç bulunmaktadır. Dilde ya ihtimal yokluğuna delalet eder.
farklı türde iki cümleyi birbirine atfetmek hoş
106 Allah'ın gör dediği yerden bakınca ölüm
karşılanmamıştır. Bu da iki cümle arasındaki
ve hayatın tarifi değişiyor. Tıpkı burada oldu­
vaVm atıf ya da başlangıç vavı olma seçenek­
ğu gibi.
lerini zayıflatmaktadır. Geriye vaVm hâl ol­
ma seçeneği kalmaktadır ki; bu en isabetli se- 107 irtifa arttıkça oksijenin azaldığı gerçeği
ce Allah, inanmamakta direnen kimsele­ 130 (Allah diyecek ki): "Ey görünmeyen
ri dehşet bir ıstıraba 108
sürükler. 126 Ve ve görüneniyle tüm iradeli varlık türle­
bu Rabbinin dosdoğru yoludur. ri! 1 1 1
Kendi içinizden, mesajlarımı size
Doğrusu Biz mesajlarımızı, ders alacak in­ anlatan ve bu gününüzle karşılaşacağınız
sanlara 109
açık ve net olarak anlatıyoruz. konusunda sizi uyaran peygamberler gel­

127 Rableri katında barış ve saadet yurdu medi m i ? 1 1 2

onların olacak; ve O, yapıp ettiklerinden Onlar: "Biz kendi aleyhimize şahitlik ya­
dolayı onların velayetini üstlenecek. parız!" diyecekler,- zira bu dünya hayatı

128 Yine O, onların tümünü bir araya onları aldatmıştır; ve böylece onlar ken­

topladığı o gün, "Ey görünmez (şerli) var­ dilerinin inkarcı olduklarına yine kendi­
leri şahitlik yapmış olacaklar.
lıklarla aynı safta duranlar! Siz insanlar­
dan birçoğuna epey çektirdiniz!" (diye­ 131 Bunun nedeni şudur: bir toplumun
cek). Onlara yakın olan insanlarsa; "Rab­ bireyleri (ilâhî sınırlardan) habersiz ol­
bimiz! Biz birbirimizden epey yararlan­ dukları sürece, senin Rabbin o (tür) top­
dık, nihayet senin bizim için tayin etti­ lumları işledikleri yanlışlar sebebiyle as­
ğin sürenin sonuna geldik!" diyecekler. la helak e t m e z . 113
132 Zira herkes, ancak
(Ve) O, "Ateş sizin içinde yerleşip kalaca­ yaptıklarına bakılarak sınıflandırılır.

ğınız ikametgahınız olacaktır; tabii ki Al­ Rabbin ise, onların yapıp ettiklerinden

lah aksini d i l e m e d i k ç e " 110


diyecektir. habersiz değildir.

Kuşkusuz Rabbin her hükmünde tam isa­ 133 Ve yalnızca Rabbindir kendi kendine
bet eder, her şeyin hakikatini bilir. yeten, rahmet sahibi olan. O dilerse tıpkı
sizi başka insanların soyundan var ettiği
129 Ve işte Biz, işledikleri yüzünden za­
gibi, sizi ortadan kaldırıp sonra da diledi­
limleri birbirine böyle musallat ederiz.
ğini sizin yerinize geçirir. 114
134 Kaçış

üzerinden, inkarcının iç daralmasının tasviri. bkz. 'Âşerahu, "biriyle birlikte oldu, onun sa­
108 Rzcs'in irticâs mânasını önceleyerek (Ze­ fında yer aldı" (Lisân). Bu âyetle birlikte 128.
mahşerî). âyette de aynı form kullanılmaktadır.

109 97 ve 98. âyetlerde hitap tefakkuh edenlere 112 Bu âyet insan ve cinlere kendi içlerinden,
iken, burada tezekkür edenleredir. Çünkü ilkin­ eğer bunları iki ayrı tür sayarsak kendi türlerin­
de dile gelen derin düşünülerek sonuca varılabi­ den peygamber gönderildiğini açıkça ifade eder.
lecek maddi varlıklar, burada dile gelense hida­ 113 Krş. 72/Hicr: 4 68/lsra: 15; 44/Tâhâ: 134;
;

yet ve nübüvvet gibi ancak vahyin hatırlatma- 51/Şu'arâ: 108; 67/Kasas: 59. İnsanların akıbet­
sıyla [zikr) ulaşılabilecek manevî değerlerdir. lerini onların özgür tercihleri belirlemektedir.
110 Cehennemliklere ilişkin bu istisna cüm­ Bu, Allah'ın koyduğu bir yasadır. Bu tercihi or­
lesinin bir benzeri Hûd sûresinin 108. âyetin­ taya koyabilmeleri için de iyi-kötü, doğru-yan-
de cennetlikler söz konusu olduğunda da kul­ lış, hak-bâtıl hakkındaki esas kriterleri öğrene­
lanılır. Âyetin üslubu, cehennemin "dâru't- cekleri bir yol haritasına ihtiyaçları vardır. O
terbiye" olduğu görüşünün teyidi sayılabilir yol haritası ilâhî mesajlardır. Âyetteki helak
(Bkz: 70/Hûd: 107-108). "toplum, ülke, uygarlık" vurgusuna sahip el-
kurâ için geçerli olan dünyevî helaktir.
111 îns ve cinn'e verdiğimiz "görünen ve gö­
rünmeyen" anlamı için 112. âyetin notuna 114 Krş. 42/Fâtır: 16-17.
yok: tehdit edildiğiniz şey mutlaka ger­ zim izin verdiklerimiz dışında hiç kimse
çekleşecektir: ve siz ona asla engel ola­ onlardan yiyemez! Yine falanca türden
mayacaksınız. hayvanlara yük vurulması haram kılın­
135 De ki: "Ey halkım! Siz kendinize ya­ mıştır!" 119
Ve birtakım hayvanlar da var­
kışanı yapın! Ben de görevimi yapıyorum dır ki onlar üzerine Allah'ın adını anmaz­
ve nasıl olsa zamanla anlayacaksınız ki­ lar, (bâtıl inançlarını) asılsız yere O'na is­
min mutlu sona ulaşacağını!" nat ederler. Zamanı gelince iftiralarından

Kesin olan şu ki zalimler asla mutluluğa dolayı cezalandırılacaklar.


;

ulaşamayacaklar. 139 Yine onlar şu (çarpık) iddiada bulun­


dular: "Şu hayvanların karnında olan
136 ALLAH'IN yarattığı ekinlerden ve yavrular canlı doğarsa yalnızca erkekleri­
hayvanlardan bir pay ayırıp, bâtıl inanç­ mize ait olup kadınlarımıza yasaklan­
larına 115
göre dediler ki: "Bu Allah'a ait­ mıştır; ama ölü doğarsa, hepsi de ona or­
tir, bu da (Allah'a) koştuğumuz ortakları­ tak olacaklardır." Allah onları bu tür is­
mıza." 1 1 6
Oysa ki ortakları için olan Al­ natlarından dolayı cezalandıracaktır:
lah'a ulaşmıyor, fakat Allah için olan or­ Çünkü O her hükmünde tam isabet kay­
taklarına ulaşıyordu: ne berbat muhake­ deder, tarifsiz bir bilgiyle bilir.
me tarzları var! 140 Gerçekte hüsrana uğrayan kimseler,
137 Dahası, (Allah'a] koştukları ortaklara cehaletleri yüzünden beyinsizce çocukla­
(olan inançları|, şirk koşanların çoğuna rını öldürenler ve Allah'ın kendilerine rı-
çocuklarını öldürmeyi bile güzel göste­ zık olarak bağışladıklarını Allah'a iftira
rir; 117
işte böylece onları yok oluşa sü­ olan (hurafelerle) haram kılanlardır: On­
rükler ve değer sistemlerini yozlaştırır. lar sapmışlardır ve doğru yolu da bulama­
Ne ki, eğer Allah dileseydi yine de bunla­ mışlardır.
rı yapamazlardı: 118
Şu hâlde onlardan da, 141 Ve O'dur insan eliyle yetiştirilen ve
uyduruk teorilerinden de uzak dur. kendi başına yetişen bahçeleri 120
bağları,
138 Onlar bâtıl inançlarına göre dediler hurmagilleri, çeşit çeşit ürün veren tarla­
ki: "Şu hayvanlar ve ekinler kutsaldır, bi- ları, biri diğerine çok benzeyen ve biri di-

115 Bu bağlamda "bâtıl inanç" vurgusu taşı­ 119 "insan her şeyin ölçüsüdür" diyen hüma-
yan zu'm için bkz. 93/Teğabün: 7, not 8. niter mantık egemen olduğunda, insanoğlu­
116 Şirkin Allah'ı inkâr olmayıp, hak-bâtıl şir­ nun kendi elleriyle kendi başına ne işler aça­
keti olduğunun açık delillerinden biri. cağına dair yaşanmış bir örnektir (Krş:
108/Mâide: 103).
117 "Güzel göstermenin" putlara isnat edil­
120 Taberî'nin Ibn Abbas'tan naklen aktardığına
mesi, şirk koşanların kendi tasavvurlarının
dayanarak. Lafzen "çardaklı ve çardaksız" anla­
kendilerine kurduğu tuzağı ifade eder. Zira
mına gelen ma'ruşâtin ve gayra, ma'mşatm iba­
putlar özne değildir. Vesvese budur ve bu gibi
resi, bir sonraki âyetin başmda yer alan hamûle-
âyetlerin tümü böyle anlaşılmalıdır.
ten ve ferşen ibaresiyle ilginç bir uyum oluştur­
118 Sözgeliminden: "..fakat şirkin ve küfrün var­ maktadır. Bu dikkate alındığında, bu ibareye
lığına izin vermeyi diledi" (Krş: 69/Yûnus: 99). "yerde yetişen gövdesiz ve ağaçta yetişen gövde­
li bitkiler" anlamı da verilebilir [Celâleyn).
gerinden çok farklı 121
zeytingilleri ve narı Sor (onlara): "O'nun haram kıldığı çiftle­
var eden. Her biri ürün verdiğinde ürünle­ rin erkekleri mi, yoksa dişileri mi; ya da
rinden yiyin ve hasat günü (yoksullara) (yasak) dişilerin rahimlerinde bulunan
haklarını verin; fakat israf etmeyin: Unut­ yavruları da kapsıyor mu? Ya yoksa, Al­
mayın ki O israf çılan s e v m e z . 122
lah bütün bunları yasaklarken siz şahit
142 Ve yük taşımaya elverişli olan ve ol- miydiniz?"
mayanıyla 123
hayvanlardan, Allah'ın size Hiçbir gerçek bilgiye dayanmaksızın, in­
rızık olarak verdiklerini yiyin ve Şey- sanları saptırmak amacıyla, kendi uydur­
tan'm izinden gitmeyin: Unutmayın ki o dukları yalanı Allah'a isnat edenden daha
sizin apaçık düşmanınız dır. zalim biri olabilir m i ? 1 2 4
Bakın, Allah za­
143 (Sayısı) sekiz(e ulaşan dört) çift (hay­ lim bir topluma rehberliğini bahşetmez.
vanın da insana yasak olduğunu iddia et­ 145 De ki: "Bana vahyedilenler içerisinde
tiler): Koyun ve keçinin iki cinsinden her leş ya da akan kan veya domuz eti - k i o
biri. katıksız pistir-, yahut amacından saptırı­
Sor (onlara): "O'nun haram kıldığı, çiftle­ larak Allah'tan başkası adına kesilen kur­
rin erkekleri mi, yoksa dişileri mi? Bir de ban dışında, yemek isteyen i ç i n 125
yasak
şu: (yasak), dişilerin rahimlerinde bulu­ olan hiçbir şey göremiyorum. 126
Fakat ça­
nan yavruları da kapsıyor mu? Hadi, bil­ resiz kalan kimse, hakka tecavüz etme­
giye dayalı bir haber verin bana,- tabi ki den ve zaruret sınırını aşmadan (yemiş-

iddianızın arkasında duruyorsanız?" se), unutma ki Rabbin tarifsiz bir bağışla­


yıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.
144 Deve ve sığırın iki cinsinden her bi-
rijni de haram sayarlar). 146 Yahudileşenlere 127
tırnaklı her tür

121 Bu ifade için bkz. 73/En'âm: 99, not 82. edatıyla gelmiştir. Burada hasr edatının yerini
122 İsraf, amaçsızca saçıp savurmaktır (68/îs- la..illâ., ile yapılan nefy-isbat cümlesi almış­
ra: 26). tır. Çok daha sonra inen Mâide 3 ile bu dört
yasak pekiştirilmiştir. Bu sonuncu âyetin ön­
123 Ferşen, "yaygı ve sergi" anlamına gelir.
cekilerden tek farkı leş sınıfına giren kimi
Karnı yere yakın olduğu için yük vurmaya elve­
hayvan ölümlerini isim isim sayarak detay-
rişli olmayan hayvanlardan kinaye kullanılmış
landırmasıdır. Bu dört âyetin de belagat çatısı
olmalıdır. Kimileri lafzî anlamdan yola çıkarak
yasakları genişletmek değil sınırlandırmak
"yününden sergi, döşek yapılan" karşılığını ve­
üzerine inşa edilmiştir. Bu sûrenin ana teması
rir. Biz, bu ibareyle yukarıdaki âyette yer alan
da icat edilmiş sahte kutsallar ve sahte haram­
ma'ruşâtin gayra ma'ruşâtin arasındaki benzer­
lara karşı Allah'ın sınırlarını vurgulamaktır.
likten yola çıkarak bu anlamı tercih ettik.
Söz konusu iki sahte icat, sonuçta sahte bir
124 Zımnen: En çirkin iftira, Allah adına uy­ dindarlık üretmektedir (Krş: 69/Yûnus: 59;
durulan iftiradır. 94/Bakara: 78).
125 Yenilmesi kesin yasak olan bu dört mad­ 127 Ellezine hâdû formunu "Yahudiler" ya da
de dışında kalanlarla ilgili kişisel ya da top­ "Yahudi olanlar" yerine "Yahudileşenler" şek­
lumsal alışkanlık ve tercihleri dikkate alan bir linde çevirmek, dil, âyetin bağlamı, Kur'an'ın
ifade için bkz. 56/A'râf: 157, not 118. düşünce sistematiği ve tarihsel gerçeklik açıla­
126 Bu dört madde, bu âyetten sonra sırasıyla rından isabetli ve hatta zorunludur.
inen Nahl 115 ve Bakara 173'de innemâ hasr 1) Dil açısından: Bazı alimler bu formu tehevve-
hayvanı haram kıldık; ve onlara ineğin ve De ki: "Elinizde bize sunabileceğiniz gü­
koyunun sırt, bağırsak ve kemik yağları venilir bilgiye dayalı herhangi bir belge
dışında kalan içyağlarmı da haram kıldık: var m ı ? " Siz yalnızca hurafenin peşinden
Onları, değer yıkıcılıkları yüzünden işte gidiyorsunuz ve sadece kitle psikolojisiy-
bu şekilde cezalandırdık: çünkü Biz, ke­ le hareket ediyorsunuz. 130
149 De ki: "İyi
sinlikle sözümüze sahibiz. 128 bilin ki, yalnız Allah katındadır hakika­
tin en kesin delili; ve O dileseydi, hepini­
147 Ve onlar seni yalancılıkla itham eder­
zi doğru yola yöneltirdi.
lerse de ki: Rabbiniz sınırsız merhamet sa­
hibidir; ama günaha gömülüp gitmiş in­ 150 De ki: "Haydi, Allah'ın bütün bunları
sanları cezalandırması da kaçınılmazdır. haram kıldığına tanıklık eden şahitlerini­
zi getirin bakalım!" Eğer onlar yalan yere

148 ALLAH'A ortak koşanlar derler ki: tanıklık ederlerse sakın onların bu tanıklı­
"Eğer Allah dileseydi, ne biz ne de atala­ ğını onaylama ve mesajlarımızı yalanla­
rımız şirk koşmazdık; dahası (O'nun he­ yanların ve âhirete inanmayanların keyfî
lâllerinden) hiçbir şeyi haram kılmaz­ düşüncelerine uyma! Zira onlar, mevhum
dık." 129
Onlardan öncekiler de hakikati güçleri Rablerine denk tutuyorlar.
işte bu mantıkla yalanladılar; ta ki azabı­ 151 De ki: "Gelin, Allah'ın size neyi haram
mızı tadıncaya kadar... ve dokunulmaz kıldığım 131
aktarayım:

dû (Yahudileşenler) ile karşılar (Râzî, Cuma ği kundaklayarak onun enkazı üzerine eklem-
6'nın tefsiri) Zebîdî bu kelimeye keynûnet değil lenmiştir. Kur'an'ın kullandığı bu form, aynı
sayrûret anlamı vererek ey sara yahudiyyen zamanda bunun icat edilmiş bir kimlik oldu­
(somadan yahudileşen) anlamı verir [Muhtaru's- ğunu îmâ eder. Çevirimiz, ifadenin bu tür yan
Sıhah). Ayrıca Hz. Peygamber'in "Her çocuk fıt­ anlamlarını hedef dile taşıma gayretinin ürü­
rat üzere doğar, onu ebeveyni Yahudileştirir" nüdür (Konuyla ilgili ayrıntılı bir çalışma için
(Buhârî ve Müslim) hadisindeki yımevvidânihi bkz. Yahudileşme Temayülü, İstanbul, 1995).
ibaresi de "yahucmeştirir" anlamına gelir. 128 Krş. 98/Âl-i İmran: 93; 104/Nisâ: 160. Es­
2) Âyetin bağlamı, müslüman İsrâiloğulları- ki Ahid'de yenilmesi serbest ve yasak olanlar:
nın Yahudileşmesinden söz ediyor ve bu âyet­ Tesniye, 14:1-19, Levililer-, 11 (93):9, 13-19 ve
te sayılan yasakların gerekçesi aynı âyetin so­ 41-42. Bu yasaklarla İbranî ırkının genetik ya­
nunda açıkça yer alıyor: "İşte onları, değer yı­ pısı arasında bir alâka kurulabilir.
kıcılıkları yüzünden bu şekilde cezalandır­
129 Cahilin inancı arttıkça sapmasının da ar­
dık." Bunun anlamı, "müslüman olan İsrâilo-
tacağının en tipik delili: Kadere iman perdesi
ğulları Yahudileştiği için" demektir.
altında Allah'a iftira eden mantık işleniyor.
3) Kur'an'a göre tüm peygamberler islâmın
peygamberi, tüm vahiyler islâmm vahyi, tüm 130 Krş. 83/Zuhruf: 20; 74/Nahl: 35 ve 116.
vahiy mensupları da müslümandırlar. Dolayı­ âyet, notlar.
sıyla islâm ve müslüman dışındaki tüm isim­ 131 Harrame, hem "yasak kıldı" hem de "do­
lendirmeler sonradan tedarik edilmiştir. kunulmaz kıldı" anlamına gelir. Aslında her
4) Yahudilik, Babil dönüşüne tekabül eden yasak zımni bir dokunulmazlığı içerir. Ha-
MÖ. 6. yüzyıldan itibaren icat edilmiş kurma­ ramlığm temelinde de hürmete riayet yatar.
ca bir kimliktir. Dinî olmaktan çok siyasî ve Harama yaklaşmamak hem Allah'ın hürmeti­
sosyaldir. Hz. Musa ve İbranilerle ilişkisi de ne, hem eşyanın hürmetine hem de insanın
kurmaca ve yapaydır. Hatta, gerçek Musevili- kendi hürmetine riayettir.
O'ndan başka şeylere kesinlikle ilâhlık (gereken) her şeyi iyice açıklamak ve, bir
yakıştırmayın; anne-babaya iyi davranın,- yol haritası ve bir rahmet olmak üzere Mu­
rızkınıza ortak çıkar endişesiyle çocukla­ sa'ya ilâhî kelamı bağışladık ki, (en sonun­
rınızı öldürmeyin, 132
zira sizin de onların da) Rableriyle buluşacaklarına inansınlar!
da rızkını Biz veriyoruz; açık ya da gizli, 155 işte bu da Bizim indirdiğimiz mübarek
sizi mahcup edecek bir günaha yanaşma­ bir kelamdır: Şu hâlde ona uyun ve sorum­
yın; haklı bir gerekçeye dayanmaksızın luluk bilincini kuşanın ki rahmete nail ola­
Allah'ın kutsal saydığı insan hayatına sınız. 156 (Bir de) "Sadece bizden önce ya­
kıymayın: 133
Allah size işte bunları em­ şamış iki topluluğa ilâhî mesaj mdirilmişti
retti ki aklınızı kullanabilesiniz. 152 Rüş­ ve biz onların öğretilerinden haberdar de­
tüne erinceye kadar, lehine olmadıkça ye­ ğildik" demeyesiniz; 157 ya da, "Eğer bize
timin malına dokunmayın; (maddî mane­ de ilâhî bir kelam indirilmiş olsaydı onlar­
vî her alanda) ölçüp tartarken hikmet ve dan daha sıkı uyardık" (demeyesiniz).
hakkaniyeti gözetin; (bilin ki) Biz insana işte size de Rabbinizden hakikatin açık bel­
gücünün yettiğinden fazlasını yükleme­ gesi, yol haritası ve rahmet gelmiştir. Bu
yiz; ve biri hakkında konuşacaksanız ya­ durumda, Allah'ın âyetlerini yalanlayan­
kınınız da olsa âdil olun,- ve Allah'la olan dan ve ona karşı katı davranandan daha za­
sözleşmenize sadâkat gösterin! 134
lim biri olabilir mi?Âyetlerimize karşı katı
Bütün bunları Allah size emretti ki, so­ davrananları, bu kaskatı davranışları yü­
rumluluğunuzu aklınızdan çıkarmayası- zünden şiddetli bir azapla cezalandıracağız!
nız. 153 Zira işte Benim dosdoğru yolum 158 Onların, meleklerin kendilerine
budur: Öyleyse bu yolu izleyin ve farklı (ölüm) getirmesinden ya da Rabbinin
yollara sapmayın ki, sizi O'nun yolundan (azabının) gelmesinden, veya Rabbinin
uzaklaş tırmasınlar! (haber verdiği) kimi (helak) işaretlerinin
Bütün bunları Allah size emretti ki, O'na gelmesinden başka neyi beklemeye hak­
karşı saygıda kusur etmeyesiniz. 135 ları v a r ? 1 3 6
Rabbinin kimi işaretlerinin
geldiğini haber vereceği o gün, daha önce
154 (BİLİNEN sürecin) ardından, iyilikte inanmamış, yahut inandığı hâlde imanı­
sebat edenlere nimetimizi tamamlamak, nın hayrını görmemiş olan kimseye ima-

132 'İmlâk konusunda bkz. 68/tsra: 31, not 45. olmasıdır. Âyetin sorumluluk bilincine vurgu
133 Krş. 68/Isra: 33; 40/Furkan: 68. Kürtajı da yaparak bitmesinin sebebi, bütün bu yasakla­
bu yasak kapsamında değerlendirmek gerekir. rın insandaki sorumluluk duygusunu öldür-
mesidir. işte asıl felaket budur.
134 Bu iki âyette çizilen kırmızı çizgiler ve
konulan ilâhî sınırlar, adeta insan hayatının 135 Sûrenin 151-153. âyetlerinin Medenî ol­
tüm alanlarını kapsamaktadır. Insan-Allah, duğuna ve Mekkî olan sûreye sonradan yerleş­
ebeveyn-evlat, ebeveyn-çocuk, insan-insan tirildiğine ilişkin rivayetin çürütülmesine da­
ilişkilerine dair sınırlar çizildi. Bunlar, akide- ir bir iç bağlam kritiği için, bu sûrenin giriş
vî, fıtrî, insanî ve tabiî alanlara dair çizgilerdi. kısmına bakınız.
Ardından ahlâkî ve ekonomik çizgiler çizildi. 136 Bu işaretlerin "helak" değil "kıyamet"
Aslında burada yasaklanan şeylerin ortak nok­ işaretleri olduğunu söyleyenler varsa da
tası, tümünün de insan fıtratını bozan şeyler Kur'an, kıyametin ansızın geleceğini defaatle
nı hiçbir yarar s a ğ l a m a z . 137
âlemlerin Rabbi olan Allah'a armağan ol­
De ki: "Bekleyin (o kaçınılmaz günü)! sun! 140
163 Uluhiyyetinde O'nun ortağı
A m a asla unutmayın: Biz de bekliyoruz! yoktur: Ben işte bu tevhid ile emrolundum;
ve ben varlığını kayıtsız şartsız Allah'a tes­
159 Dinlerini paramparça edip fırkalara
lim edenlerin öncüsü olacağım!
taraftar olanlara gelince: Senin onlar için
yapabileceğin bir şey yok. Zira onların işi 164 De ki: "O her bir şeyin Rabbi iken,

yalnız Allah'a kalmıştır: Sonunda Allah şimdi ben Allah'tan başka bir Rab mi ara­

onlara yaptıklarının hesabını soracaktır. yacağım?


İnsanların işledikleri kötülükler yalnızca
160 Kim (İlâhî mahkemeye) bir iyilikle
kendilerini bağlar; zira hiç kimse bir baş­
gelirse yaptığının on katını kazanacak­
kasının sorumluluğunu t a ş ı m a z . 141
So­
tır; 138
ama kim de bir kötülükle gelirse
nunda hepiniz Rabbinize döneceksiniz;
onun aynısıyla cezalandırılacaktır: fakat
işte o zaman O, ihtilafa düştüğünüz haki­
hiç kimseye haksızlık yapılmayacaktır.
katlerin içyüzünü size bildirecektir.
165 Çünkü O, sizi yeryüzüne mirasçı kıl­
161 DE Kİ: "Kuşku yok ki, Rabbim beni
mış ve bahşettiği nimetlerle sizi sınamak
dosdoğru bir yola yöneltti; her türlü sap­
için bir kısmınızı diğerlerinizden derece­
madan uzaklaşan ve Allah'tan başkasına
lerle üstün kılmıştır.
ilâhlık yakıştırmayan İbrahim'in değiş­
Kuşkusuz Rabbin karşılık vermede çok
mez değerleri (temsil eden) yoluna."
seridir: Fakat, bununla birlikte O gerçek­
162 De ki: "Benim tüm istek ve a r z u m , 139
ten tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir mer­
bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hamet kaynağıdır.

ifade etmiştir. Ansızın gelenin işareti olmaz sîr, 94/Bakara 3'ün tefsiri).
(Bkz: 56/A'râf: 187; 74/Nahl: 77; 44/Tâhâ: 15; 140 Nusuk özelde "kurban" için kullanılsa da
106/Ahzab: 63; 92/Muhammed: 18). genelde tüm ibadetleri ifade eder (Bkz: 94/Ba­
137 Lafzen: "imanıyla bir iyilik ortaya koyma­ kara: 200, not 386 ve 9l/Hac: 34, not 50) Bu
mış". Eyleme dönüşmemiş, sahibinin yüreği­ âyet, Kur'an'ın mü'minlerine talim ettirdiği
ne yük olan iktidarsız bir iman kastediliyor. anddır. İnsanı Allah 'en güzel kıvamda' yarat­
138 Hasene'ye fazlasıyla kıymet biçileceği mış, kıvamını bulması için üstün yetilerle do­
muştusu (Hasenat ve sâlihât farkı için bkz. natarak yolun başına bırakmıştır. Böylece in­
13/'Asr: 3, not 4). Yunus 26'daki ziyâde'nin bir sanı kendi kendisine emanet etmiştir. Eğer in­
açılımı niteliğindedir. Rakam bildirilmesi, in­ san emanete sadâkat göstermek istiyorsa,
san zihninin çalışma yasasıyla alâkalı bir teş­ kendisini Allah'a adayacaktır. Zira insanın
vik ifadesidir. Matematiğin diliyle söylersek: kendisini armağan edeceği ve aldanmayacağı
Ölçülemeyen değerlendirilemez, değerlendiri­ tek kapı Allah'ın kapısıdır. Allah dışındaki bir
lemeyen artırılamaz. Eylem kalitesinin art­ kapıya adanış bin aldanıştır. Zira insana 'değe­
ması için ölçme ve değerlendirme yeteneğinin rini' yalnızca Allah verir. Bu yüzden Allah'a
önemine dikkat çekilmektedir. armağan olana fiyat biçilemez. Fiyat biçilenin
139 Lafzen: "salâtım". Burada, salât'm "dua, ise değeri olmaz. Onu alan da çıkar, satan da.
istek, destek istemek - destek vermek" gibi Bu âyet muhatabına bu hakikati tebliğ eder.
kök anlamlarına bir atıf (Bkz: 108/Mâide: 12 141 Vızr'in, manevî yüke delalet ettiği yerlerde "so­
ve 9/A'lâ: 15, notlar 20 ve 15. Krş. Zâdu'l-Me- rumluluk" anlamı için bkz. 44/Tâhâ: 87, not 68.
Sûre " b a l a n s ı " manasına gelen adını 6 8 . âyetinden alır. Z ı m n e n şunu söy-
ler: Ortalama ö m r ü birkaç ay olan arının bir yaratılış a m a c ı olsun da, ilâ­
hî bir şaheser olan insanoğlunun bir yaratılış a m a c ı olmasın mı?

İlk tertipler Kehf-Nûh arasına yerleştirir. Bu, sûrenin M e k k e döneminin


sonlarına doğru nazil olduğu anlamına gelir. En'âm'dan sonra indiği kesin­
dir. Zira 118. âyetteki "sana daha önce aktardığımız" ibaresi E n ' â m 146'ya
atıftır. İniş dönemini, O s m a n b. Maz'un'un imanına vesile olan sûre oldu­
ğunu öğrendiğimiz İbn Hanbel rivayeti de teyit eder. Fakat, bizce zayıf ol­
m a k l a birlikte, bu sahabinin E r k a m ' m evinde i m a n ettiğine dair rivayetler
bulunduğu da gözden ırak tutulmamalıdır. el-Burhan sahibi 4 0 . âyete kadar
Mekkî, gerisinin Medenî olduğunu iddia etmiştir. İbn Abbas'tan son üç âye­
tinin Medenî olduğu rivayeti de nakledilmiştir. E n ' â m sûresinde uyguladı­
ğımız kriterler bunu doğrulamaz. Bu, sûrenin konu bütünlüğünden ilk ba­
kışta da anlaşılabilir. Hicretten söz eden 41 ve 110. âyetleri, hicret öncesin­
de indiğini gösterir. Peygamberliğin 11. yılma yerleştirilebilir.

Sûre, muhatabında sorumluluk ahlâkı inşa eder. Baştan sona insanın Allah,
insan ve tabiatla olan ilişkisini işler. Sûredeki hitap çok üst perdeden bir hi­
taptır: "Eğer Allah insanları yaptıkları zulümler yüzünden enseleseydi, yer­
yüzünde bir tek canlı varlık k a l m a z d ı " (61). Bu hedefi gerçekleştirmek için
muhatabının bilincinde doğru bir Allah tasavvuru inşa eder (Msl. 6 2 , 74,
86). İnsanı çevresindeki varlıkların amacını düşünmeye davet eder (12, 13,
14, 6 5 , 67, 69, 79). İnsanın yeryüzündeki fizikî hayatı için gerekli olan t ü m
donanımın Allah tarafından yaratıldığı vurgulanır. Dahası, m â n e v i ve ahlâ­
kî donanımdan m a h r u m bırakılmadığı i m a edilir (Msl. 5-16, 4 8 - 5 0 , 6 5 - 6 9 ) .
Bu donanımın kullanım kılavuzu olarak vahye dikkat çeker (2). Peygamber­
lik kurumunun amacının insanın Allah'ı ve eşyayı yanlış anlamasını önle­
m e k olduğunu ihsas eder (36). Sahte ve çarpık bir 'kader' inancının ardına
saklanarak kişisel sorumluluğu kurnazca inkâra kalkışanların maskesini
düşürür (35).

Evrensel doğru, iyi ve güzele ulaşmak için bireysel ve sosyal ahlâkî ilkele­
re dikkat çeken sûre, doğruları savunmanın her z a m a n ve zeminde geçerli
olan usulünü şöyle ortaya koyar:

"(İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlara karşı


tezini güzel s a v u n ! " (125)
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 Allah'ın emri geldi (bilin); onun çabuk


1
nu iletmeleri için, melekleri (ölü canlara)
gelmesini istemenize gerek yok k i ! 2 hayat veren vahiyle indirir."
5

Yüceler yücesi olan O, onların şirk koş­ 3 O, gökleri ve yeri mutlak hakikate (bir
tukları her şeyin ötesinde aşkın ve eşsiz­ atıf olsun diye) amaçlı olarak yarattı; eş­ 6

dir. 3
yaya ilâhlık yakıştıranların tasavvur et­
2 O, kullarından dilediğine "(İnsanları) tiklerinin çok ötesinde, aşkındır O!
uyarın! Şunu iyi bilin ki Benden başka 4 O insanı bir damlacık atık sudan yarat­
ilâh yok! O hâlde (başkalarına ilâhlık ya­ mıştır. Fakat o da ne! O sonunda bilinç­
7

kıştırmaktan) artık sakının!" buyruğu-


4
li bir (biçimde Allah'a karşı) kendini sa-
8

1 Etâ ve câe fiilleri çoğunlukla "geldi" şeklinde 4 Fettekûn emrinin bu bağlamdaki en uygun
çevrilir. el-Askerî'nin Faruk'una almadığı bu karşılığı, ancak parantez içindeki açıklamayla
iki madde arasındaki farka dair bir açıklama şu­ birlikte anlaşılabilir (Bkz: Ebüssuûd).
dur: etâ bu âyette olduğu gibi genellikle söz ve 5 Rûh, burada vahiy anlamındadır. Bu anlam­
zaman türü soyut gelişi, câe Yusuf: 18, 72'de ol­ da ilk kullanıldığı âyet Kadr sûresinin 4. âye­
duğu gibi somut ve fizikî gelişi ifade eder [îtkân tidir. (Ayrıca 78/Mü'min: 15; 82/Şûrâ: 52.) Pa­
n, 307). Ne var ki câe ile gelen 43/Meryem 43 rantez içi açıklama Taberî'nin İbn Abbas'ı da
ve Fecr 23 ve etâ ile gelen Kasas 30 gibi âyetler şahit göstererek yaptığı yoruma dayanmakta­
(ki başka örnekler de var) bu kurala uymamak­ dır (Krş: Zemahşerî ve Râzî). İlâhî bir inşa pro­
tadır. Bu durumda önümüzde iki seçenek var: jesi olan vahiy, muhatabının tasavvurunu, an­
Ya bu kuralın isabetli olmadığı sonucuna vara­ lamını kendi yüklediği kavramlarla inşa eder.
cağız, ya da kural dışı örnekleri kuralın istisna­ Buna göre vahiy, hayata "ruh" katan bir me­
sı sayacağız. (Mesela 43/Meryem: 43'te ikisi de sajdır. Nasıl ki ruhunu yitiren bir insan ceset
"hakikatin bilgisine" atıfla kullanılır). hâline geliyorsa, vahiysiz bir hayat da odur.
Kur'an Allah ve Elçi'sinin vahiyle yaptığı çağ­
2 Çeviriye "ki" vurgusunu katan, ikinci cüm­
rıyı da "diriliş çağrısı" olarak niteler (Enfal:
lenin başındaki ia'dır. îronik bir îmâyı içinde
24). Vahiy gönlün nur ve cilası, aklın ziyası,
barındıran bu ibare, tehdit edildikleri Hesap
gözün ışığı, cesedin canı mesabesindedir.
Günü'nün çabuk gelmesini isteyen kimselere
bir uyarı olarak anlaşılmalıdır (Krş: 70/Hûd: 8; 6 Bi'l-hakk ve parantez içi açıklamamız için
79/Enbiya: 1, 37 53/Neml: 46; 89/Ankebût:
;
bkz. 65/lbrahim: 19, not 20. Zımnen: Varlığın
53; Şûra: 18). Çünkü âyet şirke dikkat çekerek anlamlılığını fark etmeyen, kendi yaratılış an­
bitmektedir. Bu âyeti, müslümanların yardım lamını aramaz.
beklentilerine ve Hz. Peygamber'in hicret tale­ 7 Nutfe, insamn kendisinden yaratıldığı "özsu"
bine cevap olduğu yorumu da yapılmıştır. Bu [el-mâu's-sâfî\, yani sperm veya zigottur [Tâc).
uzak yorumu hem âyetin sonu, hem de bu âye­ Sperm veya zigot ile başlayıp insanlaşmayla so­
tin bir açıklaması mahiyetindeki 33. âyet doğ- nuçlanan hayat yolculuğunun Allah'a izafe edil­
rulamamaktadır. mesi, bütün bu sürecin yasalarım koyamn Al­
3 Çoğunluk bu cümleyi bir üsttekinin devamı lah olduğuna bir atıftır. İnsanın yaratılış süre­
olarak görüp, yuşrikûn fiilini üçüncü çoğul ki­ cindeki basitten mükemmele doğru gelişen te­
kamül sürecine dikkat çekilerek, böyle bir şahe­
piyle tuşrikûn şeklinde okumuşlardır. Bu du­
serin "amaçsız" olamayacağı îmâ ediliyor.
rumda anlam "..sizin şirk koştuğunuz her şe­
yin.." olur. 8 Mubîn'in, insan eylemiyle ilgili bu bağlam-
vunan biri olup çıkar. 9
nız nice mekânlara yüklerinizi onlar taşır,
5 Ve evcil hayvanları da O yarattı: sizi ısı­ iyi bilin ki Rabbiniz gerçekten çok şef­
tan giysileri onlardan temin ediyorsu­ katli, pek merhametlidir.
nuz. 10
Daha başka yararlarının yanında
8 O, atları, katırları ve merkepleri hem
onlardan elde ettiğiniz besinleri de yiyor­
kendilerine binesiniz, hem de (hayata) gü­
sunuz. 6 Yine onlarda, akşam getirirken zellik katmak için yarattı, ve daha sizin
12

ve sabah salarken sizin güzellik duygunu­ bilmediğiniz nice şeyleri de yaratacak. 13

zu tatmin eden bir boyut vardır. 11


7 Ken­
9 işte (O tek yaratıcı olduğu için), yolun
dinizi sıkıntıya sokmadan ulaşamayacağı­
istikamet tayini de O'na düşer,- zira ba-
14

daki en doğru karşılığı budur. Benzer bir cüm­ (tahsiniyyat) boyutları dile getirilmektedir.
le içerisinde ğayru mubîn kalıbının "bilinçsiz­ 13 Buraya kadar kullanılan halaka mazi fiili,
ce" anlamında kullanıldığı bir örnek için bkz. âyetin son cümlesinde yerini yahluku muzari
83/Zuhruf: 18. fiiline bıraktı. Allah'ın "yaratacağı" ifade edi­
9 Hasîm, "savunmacı ve tartışmacı kişilik, azı­ len "şeyler" de, belli ki âyetin başında ifade
lı hasım olan dişli muhalif ve güçlü rakip" anla­ edilen tabii nakil araçlarıyla aynı işlevi gören
mına gelir [Lisân ve Râğıb). Burada hem insanın "şeyler". Burada, vahyin ilk muhataplarının
taşıdığı isyan edebilen ve kendini savunabilen bilmediği fakat gelecekte ortaya çıkacak ula­
bir özne olma yeteneğine, hem de kendisini bu şım araçlarına açık bir gönderme vardır. Âye­
donanımla yaratan Rabbine karşı kullanabilme tin son cümlesinde gelecekte ortaya çıkacak
imkamna delalet eder (Zemahşerî ve Râzî). Bir ulaşım araçlarının Allah'ın yaratmasına ham­
önceki âyet, gerçek bir amaca hizmet için yara­ ledilmiş olması, vahyin inşa etmek istediği ta­
tıldığı ifade edilen tabiatın insan tarafından is­ savvurun temel özelliklerinden biridir. Kur'an
tismarım dile getirmişti. Bu âyetse tabiattan da­ vahyi bir çok yerde insan eliyle meydana ge­
ha mükemmel yaratılan insanın sadece dış dün­ len şeyleri Allah'ın fiiline hamleder. Bu saye­
yasını değil, iç dünyasını ve kendisini özne kı­ de hem insanın yeni şeyler icat etme yetene­
lan öz yeteneklerini de istismar edip amacına ğinin Allah tarafından verildiğine, hem bu ye­
aykırı kullanabileceğini dile getiriyor. tenekle kendisinden yeni şeyler icat edilen
10 Dif'un, "sıcacık yapan, ısıtan" anlamına. hammaddenin Allah tarafından yaratıldığına,
Kur'an'da kullanıldığı tek yer burasıdır. Sözcü­ hem de bütün bunların Allah tarafından eşya
ğün kök anlamı dikkate alındığında, yalnızca için konulan yasalar sayesinde mümkün oldu­
yünlerinden elbise yapımına değil, dışkıların­ ğuna atıf yapmış olur.
dan yakacak elde etmeye de îmâ var gibidir. 14 Zımnen: Yaratan kim ise, yarattığının ama­
11 Vahiy bu iki âyette, insan yararına yaratı­ cını belirleme hakkı da ona aittir, insanın doğ­
lan varlıkların üç boyutlu işlevine atıf yap­ ru yolu görmesini sağlayan iç ve dış donanımı,
maktadır: Zorunluluklar [zamriyyât), gerekli­ aklî ve naklî belge ve delilleri vermek de O'na
likler [hâciyyât] ve estetik değerler [tahsiniy- düşer (Ferrâ). Âyetteki 'alallah (Allah'a düşer,
yât). Bir amaç uğruna yaratılan hayvanlar dün­ Allah'a ait bir görevdir) ibaresi, 'zatı için rah­
yası da, insanın protein gibi zorunlu, giyinme meti ilke edindiğini' dile getiren âyetteki 'alâ
ve ısınma gibi gerekli, güzellik gibi estetik de­ nefsihi ile aynı anlama sahiptir. Bu, ilâhî irade­
ğer ihtiyacını karşılamaktadır. nin tecellisinin ilâhî gayretin değil ilâhî rah­
12 Bu âyette, bir üstteki âyette dile getirilen metin bir eseri olduğunu gösterir. Bir amaç uğ­
varlıkların üç boyutlu işlevinden son iki bo­ runa yarattığı insanı, o amaca ulaştıracak yolu
yut olan gereklilik (haciyyat) ve estetik değer tayin etme hakkı da yalnızca Allah'a aittir.
zı yollar saptırıcıdır. Eğer Allah dilesey­
15
her biri farklı tonlarda rengarenk (güzel­
di, hepinizi doğru yola yöneltirdi. 16
likler)... Kuşkusuz bütün bunlarda (da),
10 O'dur gökten suyu indiren; ondan hafızası olup hatırda tutan bir toplum
hem siz içersiniz, hem de hayvanlarınızı için mutlaka çıkarılacak bir ders vardır. 21

otlattığınız bitkiler; 17
11 onunla sizin 14 Yemeniz için taze et ve takınıp kuşan­
için ekin(ler), zeytin ve hurma ağaçları, manız için mücevherat çıkarasınız diye
üzümler ve daha nice ürünler bitirir O. denizi ve onun içinde suları yararak akıp
Unutmayın ki bütün bunlarda, düşünen gittiğini gördüğün(üz) gemileri, O'nun ih­
bir toplum için mutlaka çıkarılacak bir sanından payınıza düşeni arayacağınızı
ders vardır. 18
ve (bulunca da) şükredeceğinizi umarak
12 Ve O'dur sizin yararlanmanız için gece­ (bir yasaya) tabi kılan da yine O'dur. 22

yi ve gündüzü, güneşi ve ayı (yasalarına) bo­ 15 Bir yanda sizi sarsar diye yeryüzüne
yun eğdiren; zaten bütün yıldızlar O'nun
19
yerleştirdiği kalkmaz kımıldamaz dağlar,
emrine teslim olmuşlardır. İyi bilin ki bü­ öte yanda yolunuzu bulabilmeniz için
tün bunlarda akimi kullanan bir toplum nehirler ve yollar, 23
16 ve daha bir nice
için mutlaka çıkarılacak bir ders vardır. 20

işaretler var... Mesela onlar, yıldızlarla


13 Ve sizin için yeryüzüne serpiştirdiği yollarını buluyorlar. 24

15 Her ne kadar zamir yola atıf olduğu için "sa­ 19 Benzer bir âyet için bkz. 65/İbrahim: 33.
pan yolcudan" değil, "saptnan yoldan" söz edil­ 20 Yani: Gece ve gündüz var oldukça iyi-kötü
mişse de, saptıran yolda yürüyüşü sürdürmenin ve bu ikisinin savaşı da var olacaktır.
sapan yolcu olmak demeye geldiği aşikar.
21 Kur'an tek Allah'ın yaratışındaki çok çeşit­
16 Söz geliminden, cümlenin sonunun liliğe dikkat çekiyor. Yaratan tek, yaratılan
"...ama dilemedi" şeklinde olduğunu anlıyo­ çoktur. Yaratanın tekliğini ihlal eden her tür
ruz. Zira "eğer" anlamına gelen lev edatı, ta­ inanç ve yaklaşım şirk adı altında nasıl mâh­
sarım dışı bir şeyin farz-ı muhal düşünülmesi kum ediliyorsa, yaratılandaki çokluğu redde­
durumunu ifade etmektedir. Bu âyetin bir üst­ den her yaklaşım da şirk'in karşı kutbu olarak
teki âyetle bağlantısı açık: Fiziki yolculuğu­ görülüp zımnen mâhkum ediliyor. Vahyin in­
nuzun at, katır ve eşek gibi araçlarını O yarat­ şa ettiği aklın bu iki tavrı da bir sapma olarak
tığı gibi, mânevi yolculuğunuzun akıl, irade, görmesi telkin ediliyor.
bilinç gibi araçlarını yaratan da O. Akıl terbi­ 22 Tıpkı hayvanlar âlemi gibi denizlerin de za-
yeden geçmemiş yılkı atı ya da inatçı katır gi­ ruriyyat, haciyyat ve tahsiniyyat alanındaki
bi davranırsa, sizi maksadınıza taşıyamaz. üçlü fonksiyonuna atıf (Krş: âyet 5-8).
17 Şecerun, dilde "yerden biten her tür bitki­ 23 Dağlar ve ırmaklar/vadiler/yollar yan yana
ye" verilen ortak isimdir (Ferrâ). anıldığında, hem vahyin hem de mahlukatm
18 O ders açıktır: Nasıl ki su biyolojik hayatın çift kutuplu özelliğine bir atıf olarak anlaşıl­
kaynağıysa, vahiy de mânevi hayatın kaynağı­ malıdır (Krş: 58/Ra'd: 3 ve 72/Hicr: 19). Bu ay­
dır. Suyun seması gök, vahyin seması arştır. nı zamanda ilâhî yaratmadaki denge ve hikme­
Suyun indiği kalp toprak, vahyin indiği toprak ti gösterir. Dağlar da, onların arasından yolcu­
akleden kalptir. İkisi de "indirilmiş" bir ni­ lara ve sulara geçit veren vadiler ve su yatakla­
mettir. Âlemlerin Rabbinin indirdiği su ile ha­ rı da insan için bir yasaya tabi kılınmıştır.
yat bulup da O'nun indirdiği vahye sırt dön­ 24 Vav'ın tefsiriyye vurgusuyla. Zımnen: Ge­
mek, nankörlüğün daniskasıdır. çici dünyanızda fizikî yolculuklarınız için yol
17 İMDİ BAKIN, hiç yaratan yaratama­ yüklük taslamaları yüzünden (bu hakika­
yan gibi (olur] mu? Hâlâ gerçeğin farkına ti) inkâra meyletmiştir. 23 Ziyanı y o k , 27

varmayacak mısınız? nasıl olsa Allah onların gizlediklerini de


18 Ve eğer Allah'ın nimetlerini saymaya açığa vurduklarını da bilmektedir. Şu bir
kalksanız asla baş edemezsiniz. 25 gerçek ki O, büyüklük taslayanları hiç
sevmez.
İyi bilin ki, tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz
bir rahmet kaynağı elbet yalnızca Al­ 24 Ve kendilerine "Rabbiniz size ne in­
lah'tır. 19 Zira Allah, içinizde tuttuğu­ dirdi?" diye sorulduğunda, "Eskilerin
nuz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilir. masallarını..." 28
derler; 25 böylece Kıya­
met Günü kendi günahlarının yükünü
20 Allah'tan başka kendilerine yalvarıp ya-
tamamen, bilgisizlikleri sebebiyle 29
sap­
kardığınız varlıklar hiçbir şey yaratamaz­
26

tırdıklarının vebalini ise kısmen yüklen­


lar,- zira onların kendileri yaratılmışlardır.
21 Onlar ölüdürler, diri değildirler,- ne za­ miş olurlar. 30
Hele bir bakın şunlara, ne

man diriltileceklerini dâhi bilemezler. berbat bir yükü yükleniyorlar!


26 Doğrusu, onlardan öncekiler de zaafı
22 Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır,- fakat ahi­
ustaca gizlenmiş düzenler kurmuşlardı; 31

rete inanmayan kimselerin yürekleri, bü­

gösterici kılavuzlar var eden Allah, sizi sonsuz muhtemelen Kalem sûresinin 15. âyetidir.
mutluluğa götürecek yolun kılavuzu olarak da Terkibin kullanıldığı bağlamlar göz önüne
vahyini gönderdi. alındığında, inkarcı muhatapların öldükten
25 Tekil gelen ni'mefi çoğul çevirimizin dil­ sonra dirilme inancını "eskilerin masalları"
sel gerekçesi için bkz. 65/lbrahim: 34, not 30. diye adlandırdıkları anlaşılmaktadır
(73/En'âm: 25; Enfal: 31 vd).
26 Bilinçli varlıklar için kullanılan ellezîne il­
gi zamiri, burada kastedilenin şirke alet edilen 29 Zemahşerî, "bilgisizlikleri sebebiyle" ifa­
ölüp gitmiş insanlar olduğunu gösterir. desinin saptırılanlara gittiğini dile getirir.
27 Lâ-cerame: "ağaçtan meyveyi koparmak" 30 Bu âyetle, En'âm sûresinin 164. âyeti ara­
anlamına gelen ei-cerm'den türetilir. Basra dil sında herhangi bir çelişki bulunmamaktadır.
ekolü ibareyi birleşik olarak "kesinlikle" ma­ Bu âyette saptıranların yüklendikleri kısmi
nasına yemin olarak alırken (Ebu Ubeyde), vebal, gerçekte kendi eylemlerinden doğan so­
Küfe dil ekolü kalıbı bozarak ia'ya "hayır", ce- nucun vebalidir, "başkasının" günah yükü de­
rame'ye "elde kalan" anlamı vermişlerdir ğil. Buradaki vurgu açıktır: Başkalarını saptı­
(Ferrâ; krş. Külliyyât). Daha başkaları ceram ran biri tüm sorumluluğu cahilliklerinden do­
ile "suç" anlamına gelen curm'un aynı oldu­ layı sapanlara yıkamayacağı gibi, sapan biri de
ğunu söylemişlerdir (Râğıb). Müfredat sahibi, tüm sorumluluğu kendisini saptıranlara yıka­
bu kalıbın anlamına ilişkin dilcilerin birbiriy­ maz. Çünkü onlar körü körüne berikileri ta­
le çelişen yorumlarının temelsiz olduğunu kip etmiş, akıllarını kullanmamış, kendileri­
imâ eder. Klasik tefsir birinci anlamı öne çıka­ ne söylenenlerin doğruluğunu araştırmamış­
rarak, kalıbın sonradan kazandığı hakkan (ger­ lardır. Dolayısıyla sapmalarının sorumluluğu­
çekten) anlamını benimsemiştir. Fakat, he­ nun bir kısmı kendilerini saptıranlara aitse,
men ardından gelen inne edatı bu anlamı za­ bir kısmı da kendilerine aittir.
ten vermektedir. Tercih ettiğimiz harfi anlam,
31 Güçlü gibi görünseler de gerçek güç sahibi
bu bağlamdaki en uygun karşılık olsa gerektir.
değillerdi; zira gerçek güce sahip olan hileye
28 Esatir in iniş sürecinde ilk kullanıldığı yer
1
muhtaç olmaz.
fakat Allah onların kurdukları yapıları iyilikte sebat gösterenler bu dünyada iyi­
temellerinden sarstı ve sonunda üstlerin­ lik bulacaklar,- ama ahiret yurdu ondan
deki tavan başlarına çöktü: zira daha ne­ çok daha hayırlı olacak: ve elbet pek gü­
reden geldiğini anlayamadan azap onlara zeldir muttakilerin yurdu! 31 Zemininden
ulaşıvermişti. ırmakların çağıldadığı kalıcı mutluluğun
27 Sonunda Kıyamet Günü O, onları re­ merkezi olan cennetlere girecekler; ora­
36

zil edecek ve "Neredeymiş bakalım o uğ­ da istedikleri her şeyi bulacaklar. Allah,
runa mücadele verdiğiniz 'ortakla­ sorumluluk bilincine sahip olanları işte
rım')!)?" diye soracak. böyle ödüllendirecek. 32 Bunlar, melekle­
rin "Selam sizlere!.. Yapmış olduklarınız­
Bilgi ve bilginin amacını kavrama yete­
dan dolayı girin cennete!.." diyerek canla­
neğiyle donatılmış olanlar, "Bugün" di­
32

rını tertemizken aldığı kimseler olacak.


yecekler, "alçaklığın her türü ve kötülü­
ğün daniskası kâfirler içindir! 33
28 O
kimseler ki, kendi kendilerine kötülük 33 ŞU BERİKİLER başka değil, sadece
etmeyi sürdürürken melekler onların meleklerin ya da Rablerinin (helak) emri­
canlarını almışlardı, işte (Hesap Günü] nin kendilerine gelmesini bekliyorlar,
bunlar teslim sancağını çekerek "Biz yap­ öyle m i ? 3 7
Onlardan öncekiler de böyle
tıklarımızı kötülük olsun diye yapma­ yapmıştı. Onlara zulmeden Allah değildi;
mıştık" (diyecekler). aksine onlar kendi kendilerine zulmet­
miş oldular. 34 En sonunda yaptıkları kö­
" Y o o ! " (denilecek kendilerine), "Unutu­
tülüklerin hedefi hâline geldiler: alay
yorsunuz a m a , Allah yapmış olduğunuz
34

edip durdukları şey tarafından çepeçevre


her şeyi eksiksiz bilendir. 29 Haydi o hâl­
kuşatıldılar.
de, içerisinde yerleşip kalmak üzere ce­
hennemin kapılarından buyurun!" 35 Bir de, Allah'tan başkasına ilâhlık ya­
kıştırmakta direnenler dediler ki: "Eğer
işte, büyüklük taslamayı kişiliğinin bir
Allah dileseydi, ne biz ne de atalarımız,
parçası hâline getirenlerin düştüğü ber­
35

hem O'ndan başka hiçbir şeye kulluk et­


bat konum.
mez hem de O'ndan başkasının (sözüyle)
30 Bir de sorumluluk bilincine sahip
hiçbir şeyi haram kılmazdık." 38

olanlara sorulacak: "Rabbiniz size ne in­


Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı;
dirdi?" Onlar î'Iyilik-güzellik!" diyecek­
peki, bu durumda elçilere (mesajı) açık
ler. I

32 el-'Ilm'i çevirimiz için bkz. 79/Enbiya: 74, ifade eder. Mutekebbir kalıbının metne kattı­
not 75. ğı yananlam budur.
33 Belirlilik takısının anlama kattığı vurguya 36 Cennâtu 'adn için bkz. 58/Ra'd: 23, not 32.
istinaden. 37 Sûrenin ilk âyetinde değinilen hakikat, bu­
34 Belâ ile birlikte izine edatının bu bağlamda­ rada daha bir ayrıntılı olarak dile getiriliyor.
ki en uygun çağrışımı. 38 Müşrikçe kader inancının, sahibini sadece
35 Bir eylem ve niteliğin insana isim olması, iradesine ihanet sınırında bırakmayıp, Allah'a
doğaldır ki o insanın söz konusu eylem ve ni­ iftira etmeye kadar götürdüğünün çarpıcı bir
teliği kişiliğinin bir parçası hâline getirdiğini ifadesi (Krş: 73/En'âm: 148 ve not 129).
seçik bildirmek dışında başka ne düşer? 39
kimseyi asla diriltmeyecektir!"
36 Doğrusu Biz, (geçmiş] her uygarlığın Kesinlikle hayır, bu O'nun gerçekleştir­
içinden "Allah'a kulluk edin, ilâhlaştırı-
40 meyi üstlendiği bir sözdür,- ve fakat in­
lan şer otoriteden uzak durun!" diyen bir
41 sanların çoğu bunu bilmiyorlar. 39 (Oysa
elçi çıkarmışızdır. Bunun ardından onlar­ ki), hakkında görüş ayrılığına düştükleri
dan kimileri Allah'ın gösterdiği doğru yo­ hakikati onlara ayan açık göstersin; (onu]
la uydu, kimileri de (ısrarlı tercihleri sonu­ inkârda ısrar edenler ise, kendilerinin ya­
cu] sapıklığa mâhkum olmayı hak e t t i . 42 lancı olduklarını anlasınlar diye (Allah
İsterseniz yeryüzünde dolaşın ve yalanla­ ölüleri diriltecektir).
yanların sonu nasıl olurmuş görün! 40 Gerçek şu ki, bir şeyin olmasını iste­
37 Sen onların doğru yolu bulmasını ne diğimizde ona " O l ! " d e m e m i z 44
yeterli­
kadar istersen iste, ama unutma ki Al­ dir,- o da hemen oluş sürecine girecek­
lah'ın sapıklığa mâhkum ettiğini kimse tir. 45

doğru yola yöneltemez,- 43


onlara yardım
eden de bulunmaz! 41 BERİ YANDAN, uğradıkları zulmün
38 Dahası, bunlar var güçleriyle Allah ardından Allah yolunda hicret edenlere
adına yeminler ediyorlar: "Allah ölen gelince: kesinlikle onları dünyada güzel
46

39 Onlar ahlâkî sorumluluktan kurtulmak la getirilemez" [yuhdâ) okuyuşunu tercih et­


için kendi iradelerini reddetmeye kalksalar mişlerdir. Çevirimiz, bu ikinci okuyuşa da­
da, peygamberler hakikati tebliğin ötesine ge­ yanmaktadır. Kur'an'ın inşa ettiği hidayet ve
çip onları zorlayamazlar. Onların bu sahte dalalet tasavvurlarına göre, insan ısrarı dolayı­
mazeretlerinin geçersizliğini ifade etmek, en sıyla Allah tarafından kendi tercihine mâh­
tutarlı bir biçimde ancak bu tavırla ortaya ko­ kum edilmektedir (Bkz: 69/Yûnus: 25 ve
nabilirdi. 58/Ra'd: 27, notlar).
40 Bu ibare "her çağda" anlamına da gelebilir. 44 Burada kavi olarak gelen "söz", Allah'ın
Çünkü ümmet kavramı, Kur'an'da "çağ, dö­ Musa'ya konuştuğunun haber verildiği yerde
nem, asır" anlamında da kullanılmıştır. Son kelam ile ifade edilmektedir (104/Nisâ: 164).
tahlilde hem bir uygarlığı, hem de o uygarlığı Bu durumda kavi yokluğa yönelik ilâhî emir,
oluşturanların bütününü ifade eder. kelam ise varlığa yönelik ilâhî emir olur.
41 Lafzen tâğut. Kelimenin kökeni için bkz. 45 ilâhî emrin infazı, hem fiilin vasfı olan te­
104/Nisâ: 51, not 79. ceddüt ve tekamülü, hem de muzari kipinin
42 Krş. 65/îbrahim: 4. Parantez içi açıklama delalet ettiği üç zamanı kapsayacak şekilde
için bkz. 94/Bakara: 27. Hidayet ve dalalette anlaşılmalıdır.
insanın belirleyici rolüyle ilgili yeşâ'iiili için 46 Burada kastedilen Habeşistan'a hicret ola­
bkz. 58/Ra'd: 27, not 37. bileceği gibi, sonradan adı Medine olarak deği­
43 La yehdi men yudillu ibaresi farklı okunuş­ şecek olan Yesrib'e hicret de olabilir. Sûrenin
lara konu olmuştur. îbn Abbas'a nisbet edilen Hicret'ten iki yıl önce indirildiği kabul edile­
cek olursa, bu dönemde bir çok mü'min Yes­
"Allah, saptırdığı kimseyi doğru yola ulaştır­
rib'e göç etmişti. Muhtemelen hicret'in özel
maz" (yehdi ya da yehiddi) okuyuşunu prob­
anlamıyla kullanıldığı ilk yer burasıdır. Hicret
lemli bulanlar (Ferrâ ve Taberî), Ubey okuyu­
imkanların tükendiği yerden imkanların yeni­
şuna yakın olan "Allah'ın saptırdığı doğru yo-
den üretileceği yere göç etmektir.
bir konuma yerleştireceğiz, fakat öte sın 49
ve belki onlar da bu sayede düşü­
dünyadaki karşılıkları çok daha büyük nürler.
olacaktır. (İnkarcılar) keşke kavrayabilse- 45 Yani şimdi, entrikaya dayalı düzenler
lerdi 42 eza cefaya karşı direnen ve sade­ kuran kimseler Allah'ın kendilerini yerin
ce Rablerine dayanan kimseleri (bekle­ dibine geçirmeyeceğinden, ya da azabın
yen bu güzellikleri)... hiç farkında olmadıkları bir noktadan ge­
lip kendilerini bulmayacağından emin­
43 (EY PEYGAMBER!) Senden önce gön­
ler, öyle mi? 46 Veya (gündelik telaşeyle)
derdiklerimiz de kendilerine vahyettiği-
dolaşıp dururken, kendilerini asla savuş­
miz (Âdemoğullarma mensup) adamlar­
turmayacakları bir (belanın) yakalama­
dan başkası değildi 47
-eğer bilmiyorsanız
yacağından? 47 Yahut da, bir süreç içeri­
(önceki) vahiylerin mensuplarına sorabi­
sinde içten içe çözülmeye mâhkum edip
lirsiniz-: 44 (Biz onları) hakikatin açık
ortadan kaldırmayacağından... 50

belgeleri ve hikmet yüklü sayfalarla 48

Şunu da unutmayın ki Rabbiniz, elbet


(göndermiştik).
çok şefkatli, pek merhametlidir.
İşte sana da bu uyarıcı vahyi indirdik ki,
kendilerine indirileni insanlara açıklaya- 48 İMDİ onlar, Allah'ın yarattığı çevrele-

47 Âyet peygamberlerin erkek ya da dişi olup rıyla, kimi yerde ise sadece "duyurma-iletme"
olmadıklarıyla değil, ölümlü birer insan olup anlamıyla kullanılmıştır. Mesela 98/Âl-i İmran
olmadıklarıyla ilgilidir. Çünkü bu âyet melek 187 ve 108/Mâide 15 gibi âyetlerde, hep kitap
peygamber talep edenlere bir cevap olarak gel­ ehliyle ilgili olarak "gizleme" [hafâ) ve "sakla­
miştir (Krş: 79/Enbiya: 7. Benzer bir âyet için manın" (keteme) zıddına "eksiksiz iletme, du­
bkz. 71/Yusuf: 109 ve not 107). Parantez içi yurma" anlamına kullanılır. Fakat tüm dil oto­
açıklamamız Taberî'ye dayanır. ritelerinin de ifade ettiği gibi, tebyin, sözü de
48 Lafzen: "yazılarla.." [Fî-zuburi'l-evvelîn içine alan fakat ondan daha kapsamlı bir anlam
için bkz. 51/Şu'arâ: 196, not 95). Zubur (t. ez- taşır [Esâs-, Lisân ve Müfredat). Bu sûrenin 39.
zubratu), ağır demir plakalarına verilen isim. âyetinde ve başka âyetlerde (Msl. 104/Nisâ: 26,
Hacimce ağır ya da kinayeten değerli kitaplar 108/Mâide: 75 vd.) Allah'a izafe edilen beyyene
için veya "silinmezlik özelliği olan" kayıtlar fiili, 64. âyette (ayrıca İbrahim: 4) yine aynı an­
için kullanılmıştır. Râğıb'ın başkalarına da­ lam içeriğiyle Hz. Peygamber'e izafe edilir. İlgi­
yandırarak ve Taberî'nin Enbiya 105'in tefsi­ li âyetler birlikte okunduğunda, Hz. Peygam­
rinde verdiği bilgiye göre, içerisinde yasaların ber'in beyan ve tebyin misyonunun sadece
değil hikmetin yer aldığı eserlere verilen genel "iletmekle" sınırlı olmadığı, uygulamaya konu
isimdir. Hz. Davud'un kitabına da yasayla il­ olan talimatlarm nasıl uygulanacağını bizzat
gili olmamasından dolayı bu ad verilmiştir. göstermenin de bu misyona dahil olduğu görü­
Bağlamına göre "Hikmet yüklü sayfalar" veya lecektir. Zaten vahyin onu "güzel örnek" ola­
"silinmez/korunaklı kayıt" şeklindeki çeviri­ rak nitelemesi bunun teyididir (106/Ahzab: 21).
miz, bu verilere dayanmaktadır. 50 Tehavvuf, bir süreç içinde eksilerek ve aşı­
narak bitme, tükenme ve sonuçta ortadan si­
49 Tebyin, hem "iletme, duyurma, bildirme",
linme (Taberî ve Lisân). Bunun korkulması ge­
hem de "tarif etme" ve "uygulamalı olarak gös­
reken bir süreç olduğu için kelime daha sonra­
terme" anlamında "açıklama"dır. Kur'an'da
dan "korku" anlamı da kazamıştır.
beyyene fiili kimi yerde bu en geniş çağrışımla­
rindeki şeylere hiç mi bakmıyorlar? On­ 53 Fakat, nimetten payınıza her ne düşer­
ların gölgeleri sağ ve sollarından süzülüp se bilin ki o Allah'tandır. Dahası başınıza
dönerken, Allah'a teslim olup 51
(koyduğu ne zaman iş gelse, hemen O'ndan imdat
yasaya) derin bir tevazu ile boyun eğmek- dilersiniz. 54 O daha sonra üzerinizden
teler. darlığı çekip alacak olsa, o zaman da içi­
49 Yine, (görünen) varlıkların en (yakın) nizden bir gurup hemen Rablerine şirk
tabakasından (görünmeyen varlıkların koşmaya başlar,- 55 adeta kendilerine ver­
ufku olan) meleklere varıncaya dek, gök­ diğimiz nimetlere nankörlük edercesi­
lerde ve yerde olan her ş e y 52
Allah'ın (ya­ ne...
sasına) boyun eğip teslim olmuşlardır; 53
Haydi, tadımlık lezzetlerle oyalanın ba­
onların hiçbiri büyüklük taslamazlar. 50 kalım: gün gelecek nasıl olsa (gerçeği) öğ­
Üzerlerinde (egemen) olan Rablerinden reneceksiniz.
korkarlar ve verilen komutları uygular­ 56 Bir de kendilerine verdiğimiz rızıktan
lar. (dolayı), hakkında bir şey bilmedikleri
51 Hani Allah şöyle buyurmuştu: "iki nesnelere bir pay ayırırlar. 55

ilâh edinmeyin; çünkü yalnızca O'dur bi­ Allah şahittir k i , 56


iftira ede geldikleri
ricik ilâh! Artık Benden, sadece Benden şeylerden dolayı, kesinlikle sorguya çeki­
sakının!" lecekler.
52 Zira göklerde ve yerde olanların hepsi 57 Üstelik kızları Allah'a isnat eder­
ona aittir,- (varlıkların) O'na olan borçlu­ ken, 57
-hâşâ, beşeri niteliklerden uzak aş­
luk sorumluluğunun bittiği bir nokta kın bir varlıktır O- beğendiklerini ise
yoktur. 54
Şimdi siz kalkıp Allah'tan baş­ kendilerine ayırıyorlar. 58 Ne var ki on­
kasına saygı duyacaksınız, öyle mi? lardan birine (bir) kız çocuğu olduğu müj-

51 Secde, başta namaz olmak üzere Allah için reken hamd, şükür ve kulluktan ayırdıkları
yapıldığı her zaman ve her makamda O'na tes­ manevî bir paya delalet etse gerektir. Nasî-
limiyeti ifade eder. ben'in belirsizliği, bu payın nitelik ve nicelik
52 Parantez içi ilavelerimiz, sözgeliminde olarak sınırlanamayacağını ifade eder.
saklı olan varlık hiyerarşisini hedef dile taşı­ 56 Yemin, bir şeye şahit tutmaktır. Yemin
maya matuftur. edilen Allah olunca, anlam da hiç kuşkusuz
53 Zımnen: En alttan en üst tabakaya kadar bu olacaktır. Aynı yemin Yusuf 73 ve 91'de de
tüm eşya varoluş amacına göre davranır; ya geldi, fakat çevirimiz aynı olmadı. Zira burada
sen ey insan? yeminin sahibi Allah orada ise Yusuf'u kuyu­
ya atan kardeşler.
54 ed-Dîn için bkz. 17/Mâ'ûn: 1, not 1. Vâsı-
ben burada ve 66/Sâffât sûresinin 9. âyetinde 57 Mekke müşrikleri Allah'a kızlar isnat eder­
"daima, sürekli" vurgusu taşır (Taberî). lerdi. Onların, birer dişi suretinde olan Lat ve
Uzza hakkında "Allah'ın kızları" şeklindeki
55 Mimma birleşik edatı, hem "bir şeyden
sapık inançları, "Allah'ın çocukları" anlamın­
(ayırmak)" hem de "bir şeyden dolayı (ayır­
dan daha çok "Allah'ın haremi" anlamınday-
mak)" demektir. Parantez içi açıklamamız bu
dı. Çünkü onlar bu aracılara "Allah'ın sevgili­
nükteyi yansıtmak içindir. Bu pay maddî ol­
leri" gözüyle bakıyorlar, O'nun yazı Uzza ile
maktan daha çok, sırf Allah'a yöneltmeleri ge-
kışı da Lat ile geçirdiğine inanıyorlardı.
Nüzul: 74 Mushaf: 16 l V ^_ , y 74/NAHL SÛRESİ 515

delense suratı kapkara kesilir. İçini öf­ dı fakat onları belirli bir süreye kadar er­
;

keyle karışık bir hüzün kaplar,- 59 Ona


58
telemektedir. Ama vâdeleri dolduğu va­
60

müjdelenen şeyin kendisinde oluşturdu­ kit, akıbetlerini ne bir an geciktirebilirler


ğu kötümser duygulardan dolayı, top­ ne de çabuklaştırabilirler. 61

lumdan kaçıp köşe bucak saklanacak de­ 62 Hem kendilerinin hoşlanmadığı şeyi
lik arar: şimdi onu zillete katlanma paha­ Allah'a lâyık görürler, hem de en güzel
sına tutsun mu, ya yoksa toprağa mı akıbete kendileri lâyıkmış gibi yalan be­
gömsün? Görüyorsunuz değil m i ne ber­ ;
yanda bulunan dilleriyle kendilerini alda­
bat akıl yürütüyorlar. 59
tırlar. 62

60 Çirkin niteleme(ler]e âhirete inanma­ Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki, elleri­
yanlar lâyıktır; Allah'a lâyık olan ise en ne geçen sadece ateş olacaktır,- üstelik de
yüce, en güzel niteleme(ler)dir: zira O her onlar önden buyur edilecekler. 63

işinde mükemmel olandır, her hükmün­


63 Allah şahittir ki, senden önceki top­
de tam isabet sahibidir.
lumlara da nice elçiler göndermişizdir:
61 Nitekim, eğer Allah insanları zulüm­ fakat Şeytan onlara eylemlerini güzel
leri nedeniyle hemen cezalandıracak ol­ göstermiştir. Bakın işte o bugün onların
64

saydı, yeryüzünde bir tek canlı bırakmaz- kılavuzudur, 65


fakat (yarın) onları yürek

58 Kezîm, aslen "nefesi kesilip donup kal­ dan itibaren kendi ölümüne doğru yürümeye
mak" manasınadır (Râğıb). Kur'an'da (öfkesi­ mâhkumdur (Bkz: 70/Hûd: 3, not 7).
ni) "tutmak, yenmek" anlamında kullanılır 61 Lafzen: "öne alabilirler". Açıktır ki "öne
(98/Âl-i İmran: 134). Aşırı hüzün, öfke, korku almaktan" amaç, acı çekmemek için cezalan­
gibi durumlarda insanın aldığı hâli ifade eder. dırma sürecini çabuklaştırmayı ve kısa tutma­
İbn Abbas, Dahhak gibi ilk otoriteler bu psiko­ yı istemektir.
lojik durumu "hüzün, hayal kırıklığı, nefesi 62 Veya: "Kendi (kalplerinin inanmadığı) yala­
kesilmek ve boğulmak" şeklinde açıklamış­ nı dilleriyle söylerler." (Krş: âyet 116.)
lardır (Ebu Ubeyde ve Taberî). Bağlam hüzün-
62 "Aşırılar, önde gidenler" anlamına mufrı-
öfke karışımını yansıtır (Krş: 7/Kalem: 48).
tûn olarak da okunmuştur (Zemahşerî).
59 Müşrik aklın yaman çelişkisi. Sadece kadı­
63 "Eylemlerini güzel göstermek", insan eyle­
nı aşağılayıcı tutum değil, Allah'a karşı sami­
minin ana rahmi olan tasavvura bir atıftır. İn­
miyetsizlik de göz önüne seriliyor. sanın çirkin ve güzel, iyi ve kötü tasavvurunu
60 Buradaki ecel, tüm canlıları kapsayan bir Şeytan'ın inşa etmesinden söz edilmektedir.
anlama sahiptir. Dolayısıyla hücrenin yazılı­ Vahiy, istikamet açısı sapmış olan bu yanlış
mında mevcut bulunan biyolojik ömür takvi­ inşayı imha ederek, insan tasavvurunda yeni
mine dair ilâhî yasaya bir atıf olarak da okuna­ bir inşa gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır.
bilir. Zira biyolojik bir varlığın hücre düzeyin­ 64 Veli, sözlükte (birine) "yakın oldu, yaklaş­
de sonsuz yaşamasına imkan tanınmamıştır. tı" anlamına gelir [Mekâyîs). Kur'an'da "arka­
Muhal farz hücre yaşlanması durdurabilse da­ daş, dost, efendi, himayeci, âmir, patron, sa­
hi, hücre mutasyonla ömrünü doldurma hip, akıldâne, kılavuz" gibi farklı anlamlarda
'emr'ini baştan almıştır. Bu ona verilen ilâhî kullanılmıştır. Burada bağlama en uygun anla­
emr gereğidir ve bu emr eşyaya yüklenen ne­ mı "kılavuz"dur. Bu ve aşağıda gelecek olan
densellik kanununa tekabül eder (Bkz: 81/Fus- 100. âyet, birbirini açıklamaktadır.
silet: 12, not 19). Yani her hücre doğduğu an- 65 "Yarın" açıklaması, Kur'an'ın, muhatabın
yakan bir ceza beklemektedir. 66 ölümünün ardından onunla toprağa can
64 Biz sana ilâhî mesajı, sadece üzerinde veren Allah'tır: 68
şüphesiz bunda da işi­
anlaşmazlığa düştükleri (inançla ilgili) ten bir toplum için mutlaka alınacak bir
meselelerin çözümlerini kendilerine su­ ders vardır.
nasın, 67
inanıp güvenecek bir topluluk 66 Yine sizin için sağmal hayvanlarda da
için de bir yol haritası ve bir rahmet ol­ alınacak bir öğüt vardır: size hayvanın
sun diye indirdik. karnında 69
sindirilen şeylerden oluşan, 70

atıklarından ve kanından ayrışarak süzü­


65 VE (BAKIN), gökten yağmuru indirip lüp gelen 71
saf ve lezzetli, sindirimi kolay

ahlâkî meyveler devşirmesi için naklettiği her Bu mantıklı da değildir. Olması gereken, dil
olay örgüsünde sık sık başvurduğu çift kutup­ kurallarının, o dilin en temel kaynağı olan hi­
lu zaman anlayışını yansıtmaktadır. taba/metne uygun olup olmadığını tesbit et­
66 Tebyin ile ilgili geniş bir açıklama için bkz. mek, kuralları, onlardan çok önce var olan ve
74/Nahl: 44, not 49. o kuralların kendisinden yola çıkılarak tesbit
edildiği kaynak metne bakarak belirlemektir.
67 Baştaki ve bağlacı, bir üstteki pasajla bu pa­
Aksi bir tutum, evladı anaya değil anayı evla­
saj arasındaki konu irtibatını göstermektedir.
da nisbet etmek olur. Sözün özü: Esas olan, ku­
Muhatabın tasavvurunda, insana hayat bahşe­
rala uygun 'kitap' değil kitaba uygun kuraldır.
den vahiyle, toprağa hayat veren yağmur ara­
sında ilgi kuruluyor. 69 Lafzen: "şeylerden". Mimma birleşik edatı­
nın anlam alanına "sindirilen" lafzı doğal ola­
68 Lafzen: "onun karınlarındaki.." Fî-butûni-
rak dahil olduğu için paranteze alma gereği
hîde "onlara" tekabül eden dişil-çoğul ha za­
duymadık.
miri yerine, tekil-eril hu zamirinin kullanıl­
ması farklı yorumlara konu olmuştur. 70 Lafzen: "arasından". Beyn, hem "seçip ayır­
Kur'an'da 'kural dışı' sayılabilecek buna ben­ ma" hem de "birleştirme ve buluşturma" an­
zer örnekler bulunmaktadır. Mesela: 73/En'âm lamlarına gelen zıt anlamlı bir kelimedir [Li­
78'de güneşi gösteren zamir hâzihi yerine hazâ sân). Kelimenin bu yapısı bizi "sentez ve ana­
olarak gelmiştir. 51/Şu'arâ 35'te kraliçenin ge­ liz" zıt anlamına götürür. Bağlamına göre kimi
lişi caet yerine cae ile ifade edilmiştir. zaman ikisinden birini, kimi zaman da her iki­
113/Tahrim 12'de fîhâ yerine Meryem'e giden sini birden içerdiği görülür (Krş: İtkân II, 188).
zamir eril formda fîhi olarak gelmiştir. Oysa Bu bağlam, kelimenin iki anlamını da kapsa­
aynı anlamdaki 79/Enbiya 9l'de standarda uy­ maktadır: Hayvanın karnında sindirilen şeyle­
gun biçimde fihâ olarak kullanılmıştır. rin posa ve atıklarıyla kana dönüşen unsurları
27/'Abese 12'de dişil kullanım zekerahâ yerine ayrıştırıldıktan sonra, üçüncü bir unsur olarak
eril olarak zekerahû gelmiştir (Ayrıca bkz. bir de sütün süzülüp gelmesi... İbaredeki min
42/Fâtır: 28; 83/Zuhruf: 13). Bütün bunlara çe­ edatı, çeviriye "süzülüp gelen" şeklinde yansı­
şitli dilsel açıklamalar getirilmiştir. Bu açıkla­ mıştır. Min beyni ibaresinin lafzî manası olan
malara, Arap dilinin Kur'an'ın inişinden çok "arasından" karşılığı, sütün ne kan gibi zaruri,
sonra derlenmesi ve kurallı hâle getirilmesi de ne de atık gibi yararsız bir madde olmayıp, iki­
eklenebilir. Kur'an'ın, Arap dili kurallarının si "arasında" bir mahiyette oluşuna atıf olarak
tesbitinden çok önce indiği müsellem bir haki­ da yorumlanmıştır (Esed).
kattir. O hâlde yapılması gereken, önceden in­ 71 Parantez içi açıklamamız, "hem şunu, hem
miş bir hitabın sonradan belirlenmiş kurallara de bunu" formundaki cümlenin söz dizimi ge­
uygun olup olmadığını denetlemek değildir. reğidir. Ve bağlacından sonra elde edilen rız-
Nüzul: 74 Mushaf: 16 . ^ . t 74/NAHL SÛRESİ 517

bir süt içiriyoruz. (Bütün bunların sonunda) onların karın­


67 Yine, hurma ağaçlarının ve asmaların larından, içerisinde insanlar için şifa ba­
ürünlerinden, hem sarhoşluk veren (za­ rındıran farklı renkler/tatlardan oluşan
rarlı) şeyler, hem de yararlı, güzel bir rı-
72 bir sıvı çıkar.
zık elde ediyorsunuz: elbet bunda aklını Hiç şüphesiz, bütün bunlarda da düşünen
kullanan bir topluluk için mutlaka alına­ bir toplum için mutlaka alınacak bir ders
cak bir öğüt bulunmaktadır. 73
vardır. 76

68 Yine Rabbinin arıya vahyettijğini de 70 Sizi de Allah yarattı, sonra canınızı


düşün): 74
"Dağlardan, ağaçlardan ve imal alacak, içinizden kimileri ömrün en düş­
edilmiş kovanlardan kendine yuva edin! kün çağına kadar ulaştırılır. Hatta öyle
69 Sonra her türlü üründen ye ve ardın­ ki, bilirken hiçbir şey bilmez olur: (ama)
dan Rabbinin sana âmâde kıldığı yolları­ unutmayın ki Allah her şeyi bilir, sınırsız
na k o y u l ! " 75
kudret sahibidir. 77

kın hasenen (iyi, güzel, yararlı) diye nitelendi­ sanın elindedir.


rilmesinden, öncekinin zımnen de olsa bunun 73 Rabbin arıya vahyetmesi ile Fussılet 12'de
tersi olduğunu çıkarmak mümkündür. Said b. geçen yedi kat göğe emrini vahyetmesi arasın­
Cübeyr de sekeran (sarhoşluk veren) kelimesi­ da mahiyet ilişkisi vardır. Her ikisi de neden­
ni, haseneriin zıddı olarak anlamış, İbn Ab- selliğin ilâhî yasalarına delalet eder. Cebbar,
bas'tan da bu yönde bir görüş aktarılmıştır Kahhâr ve Maliku'l-Mulk olan Allah'ın hem
(Taberî). Esasen içkinin kötülüğü Medine dö­ varlığın yasalarını koymasım hem de varlığı
nemiyle sınırlandırılamayacak bir şeydir. sürekli emr'i altında bulundurmasını ifade
A'raf 33 bunun delilidir. Mekkeliler de hiç eder (81/Fussilet: 1 2 n i n n o t u n a bkz).
kuşkusuz, her insan gibi içkinin kötülüklerini
74 Vahyin bu türü f ı t r a t bilgisi olan güdüsel
bizzat biliyorlardı. Hz. Ömer cahili hayatında
bilgi dağarcığıdır. A r ı l a r bu b i l g i sayesinde
da içki kullanmamakla övünürdü. Haniflerin
günde ortalama yirmi b i n çiçeği dolaşır, iki
içkinin kötülüğü aleyhine sözleri ve yergi şiir­
aylık ömründe iki b i n kilometre y o l yapar ve
leri dilden dile okunuyordu (Umeyye b. Ebi's-
yaklaşık elli gram bal üretirler.
Salt es-Sekafi örneği için bkz. îbn Kuteybe, cş-
Şi'r-Ve'ş-Şu'arâ, Beyrut, 1405, s. 300-301). 75 Zımnen: O r t a l a m a ö m ı ü 60 g ü n olan arı,
kendisi i ç i n k o n u l a n f ı t r a t k a n u n u n a tabi ola­
72 Kur'an'ın "öğüt vardır" dediği her yerde
durmak ve derin derin düşünmek gerekir. rak verilen n i m e t i iyiyi elde etmede kullanı­
"Burada bitki ve hayvanlar üzerinden verilen yor însan akıllı bir v a r l ı k olduğu hâlde, nasıl
o l u r da kendine emanet edilen n i m e t i kendi
öğüt nedir?" sorusunun doğru cevabını bul­
mak için önce pasajın temel konusunu tesbit aleyhine kullanır?
etmek gerekir. O konu 70. âyetin de gösterdi­ 76 Bu ayet yukarıdaki pasajın ana fikrini b ü n ­
ği gibi insan hayatıdır. Bitki ve hayvan örnek­ yesinde taşıdığı için z o r u n l u olarak buraya da­
leri sırf insan hayatı açısından taşıdığı değer hildir (Bkz: 69. âyetin notu). Z ı m n e n : Ortala­
gözetilerek verilmiştir. Üzüm ve hurma gibi ma ö m r ü 6ü gün olan bir arının amacı olsun
nimetler hem insanın akli fonksiyonlarını ya­ da, senin a m a c ı n olmasın mı ey insanoğlu!?
vaşlatan içki üretiminde kullanılabilir, hem 77 Mâ meleket eymânuhum, bir efendi hesa­
de iyi, temiz ve yararlı gıdalar elde etmede. bına çalışan herkesi ifade eder. Bu bağlamda
Kıssadan hisse şudur: İnsan hayatı bir nimet­ patron hesabına çalışan işçiyi de kapsar. Hz.
tir. O nimeti kötüye veya iyiye kullanmak in- Ömer'in, Allah Rasulü'nün hanımlarını boşa-
71 ALLAH rızkı kiminize diğerinden da­ Bütün bunlara rağmen bir yandan asılsız
ha fazla vermiştir. Peki, kendisine fazla şeylere inanıp öte yandan Allah'ın nime­
verilenler emirleri altında çalışan kesim­ tini inkâr edecekler, öyle mi? 73 Üstelik
leri 78
servetlerine ortak etseler de, onlar Allah'ı bırakıp, kendileri için göklerden
da bu konuda (kendileriyle) eşit hâle gel­ ve yerden rızkın hiçbir türünü sağlaya­
seler y a ! 7 9
Buna (dâhi razı olmayacakları­ mayan ve buna gücü de yetmeyen şeyle­
na) göre, hâlâ (ortak koşmakla), Allah'ın re kulluk edecekler! ?
nimetlerini bile bile i n k â r a 80
yeltenmiş 74 Artık Allah i l e 83
(başka şeyler arasın­
olmuyorlar mı? da) benzetme yoluyla misal vermeye
72 Yine Allah size sizin cinsinizden eşler kalkmayın! 84
(Allah misaller veriyor;)
var etti; ve eşlerinizden sizin için çocuk­ çünkü Allah (her şeyi) biliyor, fakat siz
lar ve torunlar 81
takdir etti; ve sizi temiz bilmiyorsunuz. 85

ve güzel şeylerle rızıklandırdı. 82

dığı haberi üzerine yaptıklarını anlattığı ünlü rak açıklamıştır. Kur'an'da sadece burada ge­
hadiste "Rasulullah'm Bilal isimli kölesine çen kelimenin "çocuklara" atfedilmiş olması,
vardım.." dediğine göre (Müslim ve Tirmizî), onlarla "torunların" kastedildiğini anlamamız
o dönemde hizmet görenler de "köle" diye için yeterli bir gerekçedir [el-l'câz, s. 318).
anılabiliyordu. 81 Bu âyetteki rızkı Hz. Aişe'nin "Rızık de­
78 Bu âyet bazı çağdaş müfesirleimizin anladı­ yince aklına boğazından giren şeyler gelenin
ğı gibi (Bkz: Esed) gelir dağılımıyla ilgili ahlâ­ aklına şaşarım" sözü ışığında anlamak gerekir
kî bir bağlama ilişkin değildir. Öncesi ve son­ 82Rızık için bkz. 82/Şûrâ: 19, not 29).
rasındaki âyetlerden de anlaşılacağı gibi tevhit 83 Lillahi'deki lam edatı, "benzetilen" ve "ken­
ve şirkle ilgili akidevi bir bağlamda yer almak­ disine benzetilenden" oluşan bir benzetmede
tadır. Yani bu bağlam insan-insan ilişkilerini "benzetilene" tekabül eder. Tahrim 10'da geçen
değil, insan-Allah ilişkilerini önceleyen bir lam ile aynı işleve sahiptir (Ebüssuud).
bağlamdır. Burada, kendi geçici ve sahte statü­
84 Zımnen: Başka bir şeyi Allah'a benzetme­
lerini köleleriyle paylaşmaya yanaşmayacak
yin! Yaratan ile yaratılan varlıklar arasındaki
olan müşriklere, Allah'a O'nun eşi ve dengi
olmayan birtakım varlıkları ortak koşmaları­ mahiyet farkına atıf. Aralarında illet benzerli­
nın altında yatan çelişki ve mantıksızlık ha­ ği bulunmayan iki şey arasında kıyas yapmak
tırlatılmaktadır (Krş: Taberî'nin îbn Abbas ve yanlıştır. Nitelikleri farklı iki varlık arasında
Katade'den rivayeti). Aynı bağlamda benzer yapılacak kıyasın sonucu yanlış olur. Gerek
bir delilin dile getirildiği Rûm 28, bu âyetin Allah'ın yaratılmışlardan herhangi bir şeye
maksadını anlamamızı kolaylaştırmaktadır. benzetilmesi yoluyla, gerekse yaratılmışlar­
Bununla birlikte âyette tali olarak gelir dağılı­ dan herhangi birinin Allah'a benzetilmesi yo­
mındaki dengesizliğe bir îmâ ve paylaşmaya luyla işlensin, şirkin her çeşidi âyette ifade
dolaylı bir teşvik bulunduğu da söylenebilir. edilen sapmasının sonucudur. Bu nedenledir
ki, bir üstteki âyet "onlara" hitap ederken bu­
79 Cahd, Şu'arâ sûresinin 14. âyetinde açıkça
rada hitap "size" dönüşerek, hedef kitleye
yer aldığı gibi, doğrusunu bildiği hâlde ısrarla
müslim-gayri müslim herkes dahil edilmiştir.
diliyle inkâra kalkışmaktır (Krş: Râğıb).
80 İbn Abbas, Harici reisi Nafi b. Ezrak'ın so­ 85 Bu vurguyla çevirimizin ve parantez içi
rularına verdiği cevapta, kök anlamından yola açıklamamızın gerekçesi, Allah'ın verdiği mi­
çıkarak hafedeterii "hizmetçi, yardımcı" ola­ sale bir örnek olan sonraki âyettir.
75 (İşte, örnek olarak) Allah size şu misa­ 77 İmdi, göklerin ve yerin gaybını (bilmek)
li verir: Başkasının boyunduruğu altında­ yalnızca Allah'a mahsustur: Nitekim Son
ki köle sınıfına 86
mensup birini (düşü­ Saat'in gelip çatması, sadece bir göz açıp
nün; bir de) kendisine tarafımızdan güzel kapamak gibi veya daha da kısa bir zaman­
bir rızık verdiğimiz ve ondan açık ve giz­ da vuku bulacak. Unutmayın ki her şeyi
li hayırda bulunan (hür) birini... Şimdi yapmaya kadir olan yalnızca Allah'tn.
bunların (ikisi de) bir tutulabilir m i ? 8 7
78 Sizi analarınızın karınlarından hiçbir
Övgülerin en mükemmeline yalnız (ira­ şey bilmez bir hâlde çıkaran, belki şükre­
deyi yaratan) Allah lâyıktır: fakat onların derler diye sizin için işitme, görme ve
çoğu (bunun dahi) farkında değiller! 88
duyma-düşünme kabiliyeti takdir eden
76 Yine Allah şu iki adamı da misal verir: de yine Allah'tır. 90

Onlardan biri elinden hiçbir iş gelmeyen, 79 Peki, kuşlar üzerinde hiç mi gözlem
iki lafı bir araya getiremeyen bir ahmak. yapmazlar? 91
Onlar göğün boşluğunda
Üstüne üstlük bir de efendisinin sırtında (uçarken, ilâhî yasalara) boyun eğmişler­
yük. Onu nereye gönderse başarılı bir so­ dir. Onları orada tutan (yasayı) Allah'tan
nuçla dönemez. Şimdi böyle biri, adaleti başka kimse (koyamaz). Hiç şüphesiz,
emreden ve kendisi de dosdoğru yolda inanıp güvenen bir toplum için bunda da
olan kimseyle denk tutulabilir m i ? 8 9 mutlaka alınacak dersler vardır. 92

86 İkil form kullanılmayıp da çoğul form olan çoğulu ise 97 kez gelir. Bu durumda 'abîdin
hel yestevûne şeklinde kullanılması, sadece iki iman etmemiş kullar için 'ıbâd'm mümin kul­
bireyin değil, bunların mensup olduğu iki sını­ lar için kullanıldığı sonucuna ulaşırız.
fın kıyaslandığının delilidir (Elmalık). "Köle sı­ 87 Cevap belli: Bir tutulamaz? Şu hâlde: Eğer
nıfı" şeklindeki çevirimizin gerekçesi budur. aynı türe ait olduğu hâlde bu ikisi dâhi bir ol­
'Abd kelimesi Kur'an'da tekil olarak 27 yerde mazsa, yaratan Halik ile yaratılan mahluk ara­
kullanılır. Bunlardan sadece üçü "köle" anla­ sında nasıl bir benzetme yapılabilir?
mında, gerisi "kul, Allah'a kullukla mükellef 88 Yani "özgürlüğün Allah'ın en büyük ihsanı
insan" anlamındadır. Üç kullanımdan birisi olduğunun dahi..." Burada karşılaştırılan iki sı­
bu âyette, diğer ikisi Bakara 178 ve 221'dedir. nıfın, hürler ve köleler, iradeliler ve iradesizler
'Abd'm "köle" mânası bu âyette zahir olmuş­ olduğu açık. Buradaki hamd de, Allah'ın insana
tur. Zira 'abden memlûken şeklinde bir sıfatla verdiği özgür iradenin hamdi olsa gerektir.
gelmiştir. Yukarıdaki sayım-döküm'ün bize
89 Zımnen: Nimetin şükrü onu doğru kullan­
gösterdiği şey 'abd kelimesinin Kur'an'da ga­
maktır.
libiyetle "kul olan insan" anlamında kullanıl­
dığıdır. Cahiliyye döneminde bu anlamda kul­ 90 Bu âyet insan suretinde doğmanın insan ol­
maya yetmediğini, işitme-görme ve akletme
lanıldığı bilinmemektedir. Bu durumda keli­
yeteneğini kullanarak insanın beşerlikten in­
me, anlamı Kur'an tarafından boşaltılıp yeni­
sanlığa doğru tekamül etmesi gerektiğini ifade
den doldurulmuş/tanımlanmış kelimeler gru­
eder.
buna dahil olmuş olur. 'Abd'in çoğul kullanı­
mında iki siga göze çarpmaktadır: 'abîd ve 91 Yerav, sıradan görmeye değil, burada ve
'ıbâd. Kur'an'da yalnızca 5 kez geçen 'abîd, her birçok âyette "gözlem yapmaya" delalet eder.
seferinde Allah'ın kullarına zulmetmekten 92 Uçana hayran olup da uçmanı fark etme­
beri olduğunu ifade bağlamında geçer, 'ıbâd mek, parmak ayı gösterirken aya değil parmağa
520 74/NAHL SÛRESİ , Nüzul: 74 Mushaf: 16

80 Size içinde huzur ve sükun duyacağı­ de nankörlük ediyorlar; zira onların çoğu
nız sabit meskenler (inşa etme yeteneği­ küfre sapmışlar.
ni) veren; yine size hayvanların derilerin­ 84 Fakat bir gün gelecek Biz, her ümmet­
den konup göçerken kolayca taşıyacağı­ ten bir şahit çıkaracağız. Sonra inkârda
nız seyyar mekânlar (yapma yeteneğini) ısrar edenlere ne mazeret beyan etme iz­
kazandıran,- onların yünlerinden, kürk­
93

ni verilecek, ne de suçlarını itiraf ile af


lerinden, kıllarından hem dayanıklı te­
dileme i m k a n ı . 95

mel eşyalar hem de sınırlı süre kullanılan


dayanıksız tali eşyalar (üretme yeteneği­ 85 Ve o zulmedenler azabı görünce, artık

ni) veren de Allah'tır. onun kendilerine hafifletilmeyeceğini de,


fırsat tanınmayacağını da anlayacaklar.
81 Yarattığı şeylerden kimilerini size göl­
gelik kılan; ve dağlardan size sığınaklar- 86 Allah'a ait nitelikleri başkalarına ya­
korunaklar temin eden,- yine size hem sı­ kıştıranlar ise, (Allah'a) yakıştırdıkları or­
cağa (ve soğuğa) karşı korunacak giysiler, takları karşılarında görünce,- "Rabbimiz!
hem de savaşlarınızın darbelerinden ko­ İşte sana ortak koştuklarımız,- Seni bırakıp
runacak elbiseler (imal etme yeteneği) da kendilerine yalvarıp durduğumuz kim­
veren de Allah'tır. seler bunlardı!" der demez, hemen beri­
96

kiler onların sözlerini ağızlarına tıkaya­


Size olan nimetlerini işte böyle tamamla­
caklar: "Sizi gidi yalancılar sizi!.." 97

dı; belki (O'na) teslimiyetiniz (de tam)


olur. 94 87 işte o gün onlar, (iş işten geçtikten
sonra) Allah'a kayıtsız şartsız teslimiyet­
82 BUNA rağmen yüz çevirirlerse unut­ lerini sunarlar,- uydurdukları kuruntu
ma ki sana düşen açık ve net olarak (me­ (aracılar) kendilerini yüzüstü bırakırlar.
sajı) tebliğ etmektir. 83 Allah'ın nimetle­ 88 İnkarda direnmekle kalmayıp başkala­
rini pekâlâ tanıyıp biliyorlar, fakat yine rını da Allah'ın yolundan çeviren kimse-

bakmaktır. Zımnen: Akıl, kök manasının da 94 Tuslimûn, "yaralanmaktan kurtulursu­


delaletiyle bağ kurduğu kadar akıldır. Bağ kura- nuz" anlamında teslemûn olarak da okun­
mıyorsa "akıl" adım almayı hak etmiyor de­ muştur (Ferrâ).
mektir. İşleyen bir akıl esere bakıp müessiri, 95 Krş. 70/Hûd: 105 ve 88/Rûm: 57. Yusta'te-
sanata bakıp sanatkarı, fiile bakıp faili keşfeder. bûn'a verdiğim manayı Müfredat sahibi Râğıb
93 Metin içinde geçen sekenen ve büyüten keli­ el-Isfahânî'nin açıklamasına borçluyum.
meleri birbirinin mukabili olarak kullanılmış­
96 Fa bağlacının "takibiyye" vurgusuna isti­
tır. Birincisi "sabit konutlara", ikincisi çadır vb.
naden.
gibi "seyyar barınaklara" delalet eder. Aslında
"ev" anlamında kullanılan bey t (ç. buyût) "ge­ 97 Lafzen: "Kuşkusuz siz düpedüz yalancısı­
celedi" anlamına gelen bâtdden türetilmiştir. nız". Bu düz çeviride hiç şüphesiz dil, hâl ve
Bu nedenle ilk anlamı da "içinde gecelenen me­ olay karinelerinden kaynaklanan yananlam-
kândır. Âyetin sonundaki esasen ve metâ'an lar, tercih ettiğimiz Türkçe karşılıkta kaynak
da, tıpkı öncekiler gibi karşıtlık oluştururlar: Bi­ metinde olduğu gibi karşılanamamaktadır.
rincisi "temel ve dayanıklı tüketim malları"na Öte yandan elkav ileyhimu'1-kavl deyimsel
tekabül ederken, ikincisi "tali ve dayanıksız tü­ ibaresinin Türkçe'deki karşılığı "lafı ağıza tı­
kamak "tır (Ferrâ).
ketim mallarına" tekabül eder.
lerin üzerine, sebep oldukları toplumsal 91 Yine Allah ile s ö z l e ş m e 105
yaptığınız­
çürüme ve yozlaşmadan dolayı azab üs­ 98
da, sözünüze sadâkat gösteriniz; bir de
tüne azap yığacağız,- 89 ve günü gelince yeminlerinizi iyice kesinleştirdikten
onların aleyhine (de) 99
her bir ümmetin sonra bozmaya kalkmayınız! Unutmayı­
kendi içerisinden bir şahit çıkaracağız. 100 nız ki Allah'ı kendinize kefil kılmıştınız:
Seni de (Ey Muhammed), işte şu (mesajın zira Allah yaptığınız her şeyi biliyor.
muhatabı olan) insanlara bir şahit olarak 92 Ve asla bir topluluk (diğerinden) daha
getirdik; ve sana (din ile ilgili) her ş e y i 101
kârlı gerekçesiyle, yeminlerinizi kendi ara­
ana kaynağından indirerek vurgulu bir bi­ nızda bir kandırmacaya dönüştürerek, ipli­
çimde a ç ı k l a y a n 102
ve bir yol haritası, bir ğini iyice eğirdikten sonra onu tersine çe­
rahmet ve Allah'a teslim olanlar için bir virip çözen kadının durumuna düşmeyin!
müjde olan bu ilâhî mesajı indirdik. Şüphesiz Allah sizi bununla sınamakta­
dır,- ve elbette Kıyamet Günü üzerinde
90 HİÇ şüphe yok ki Allah âdil davran­ sürekli tartışıp farklı sonuçlara ulaştığı­
mayı, iyilik yapmayı ve yakınlara karşı nız şeyleri açık seçik önünüze serecektir.
cömert o l m a y ı 103
emreder; ve her türlü 93 Zaten eğer Allah dileseydi sizi tek bir
utanç verici hayasızlığı, selim akla ve ümmet yapıverirdi; fakat O sapmak iste­
sağduyuya aykırı çirkinliği ve sınırları hi­ yeni saptırıyor, doğru yola yönelmek is­
çe sayan taşkınlık ve azgınlığı yasaklar: teyeni ise (ona) yöneltiyor: 106
ne ki (seçi­
size (bu) öğütleri verir ki, sorumlulukları­ miniz sonucu! yapa geldiğiniz her şeyden
nızı aklınızda tutabilesiniz. 104
mutlaka hesaba çekileceksiniz.

98 Hem çoğul hem de eylemin başkaları üze­ 103 Yakınların hem niteliği hem de niceliği
rinde bıraktığı e t k i y e delalet eden geçişli konusunda hiç bir sınırlandırma yapılmamış­
formda (yufsidun) k u l l a n ı l d ı ğ ı bu gibi yerler­ tır, ilk müfessirler de âyetteki "akrabaya ver­
de, doğaldır ki bireysel değil 'toplumsal" bir me" emrini böyle anlamışlardır (Mukatil).
çürüme ve yozlaşma k a s t e d i l m e k t e d i r . 104 Zımnen: insanın doğuştan getirdiği şey
99 Buradaki "de", benzer bir uyarı taşıyan 84. ilk günah değil, sorumluluktur.
âyete imaen atıf niteliği taşımaktadır. Orada 105 Bu sözleşme, hem insani varoluşumuzla
sapanlar, burada ise saptıranlar m u h a t a p a l ı n ­ ilgili ontolojik sözleşmeyi, hem Allah'a gü­
mıştır. vendiğimizi iman ve teslimiyeti seçerek ifade
100 Her peygamberin ü m m e t i n e ş a h i t l i ğ i i ç i n ettiğimiz teolojik sözleşmeyi, ve hem de insan
bkz. 104/Nisâ: 41. ilişkilerinde verdiğimiz söz ve vaadlerden olu­
101 Parantez içi açıklamamız Zemahşerî'ye da­ şan sosyolojik ve ekonomik sözleşmeleri kap­
yanmaktadır. Kur'an'da kullu şeyin kalıbı, Al­ sar. Kur'an genellikle birincisi için misak,
lah için kullanıldığı bazı yerler dışında, lafzı de­ ikincisi için ahd, üçüncüsü için akd ve eymân
ğil mecazî anlam taşır (Krş: 62/Kehf: 84; kavramlarını kullanır.
53/Neml: 16). Dolayısıyla "her şeyi" değil, o 106 Çift faili birden gören yeşâ' fiilinin nasıl
bağlamda sözü edilen alanla i l g i l i şeyleri kapsar. anlaşılması gerektiği ve bu şekildeki çevirimi­
102 Tenzil'in inzal'den farklı olarak v a h y i n zin ayrıntılı bir gerekçesi için bkz. 58/Ra'd:
kaynağına nisbetini göstermesiyle i l g i l i bkz. 27, not 3 7 . Âyetin son cümlesi çift faili gören
71/Yusuf: 2, not 3. çevirimizi açıkça teyit etmektedir.
94 Asla yeminlerinizi bir kandırma aracı­ ödüllendireceğiz: 97 kim imanlı olarak bir
na dönüştürmeyin; yoksa ayağınızı sağ­ iyilik ortaya koymuşsa; -erkek ya da ka­
lam basmışken (zemin alttan) kayıp gi­ dın (fark etmez)- kesinlikle ona güzel bir
der 107
ve Allah yolundan uzaklaşmanızın hayat yaşatacağız; dahası elbet onları işle­
kötü sonuçlarını (yudum yudum) tadarsı­ diklerinin en iyisiyle ödüllendireceğiz.
nız; üstelik (ötede) sizi bekleyen daha
korkunç bir azap bulursunuz. 98 BUNDAN böyle Kur'an okuyacağın
95 Ve Allah ile yaptığınız sözleşmeyi az zaman, öncelikle kovulmuş şeytandan
bir bedel karşılığında satmayın! Bakın, Allah'a s ı ğ ı n . 108
99 Fakat şunu da unut­
(onun) Allah katındaki karşılığı var ya iş­ ;
ma ki, (Şeytan'ın) imanda sebat gösteren­
te o eğer bilirseniz sizin için çok daha ha­ lerin ve Rablerine güvenip dayananların

yırlıdır: 96 (zira) sizin yanınızdaki tüke­ üzerinde etkin bir gücü y o k t u r ; 109
100 ne

nir, fakat Allah katındakiler bakîdir. var ki o, yalnızca kendisini kılavuz edi­
nip ısrarla izleyenlerin ve kendisine ilâh­
İmdi herkes emin olsun ki, zorluklara kar­
lık yakıştıranların üzerinde etkin bir güç
şı göğüs gerenleri işlediklerinin en iyisiyle
sergileyebilir. 110

107 Zellet kademuhu, iyilikten sonra gelen gu ve düşünceyi vahye hazırlamak ve onları
kötülük, sağlıktan sonra gelen hastalık, var­ dış etkilere kapalı, yalnızca vahyin etkisine
lıktan sonra gelen yokluk gibi durumlar için açık hâle getirmektir. Kur'an okurken Allah'a
kullanılan Arapça bir deyimdir (Taberî). Bura­ sığınma emrini dar anlamda bir "isti'âze" ola­
da, "haktan sonra gelen batıl", "sadâkattan rak anlamamak gerek. Îstiaze emri, bir bilin­
sonra gelen ihanet" anlamında kullanılmıştır. cin imha edilerek yeniden inşa edilmesi tali­
108 Akleden kalbe manevî abdest aldırma de­ matıdır. Bu bilinçle yapılan bir isti'âze, zaman
meye gelen isti'âze için bkz. 1 /Fatiha: 1, not 1. ve mekân boyutuna inen bir hareket olmayı
Baştaki izâ zaman zarfı geçmiş zamana gele­ aşar. Artık isti'âze kelimesinin gösterdiği Al­
cek zaman anlamı da kattığı için izâ kara'te'yi lah'a sığınma ve iltica, Kur'an'ın insana yöne­
"okuyacağın zaman" diye çevirdik. Kur'an lik bütün hükümlerinin gözden geçirilmesin­
okumanın tilavet ile değil kıraet ile ifade edil­ de hakim olması beklenen derunî bir bilinç
mesi, aktarmadan önce anlamanın gerekliliği­ hâline dönüşür. Bu bilinç, ayrıntılı bir varoluş
ne delalet eder (Bkz: 42/Fâtır: 29 ve 3/Müz- haritası olan ve geçmişle birlikte insanlığın
zemmil: 4, notlar). Burada kıraet ile ifade edi­ hâl ve istikbaline işarette bulunan Kur'an'ı,
len okuma bir anlama-yaşama-anlatma çaba­ ilâhî murakabe ve müşahede önünde okuma
sını içerir. îstiaze, Kur'an'ı anlama çabasına bilincidir. Özetle isti'âze, Kur'an'ı okumaya
yönelik her tür Şeytani müdahaleden sakınma duran insanın kendi bilincini öz elleriyle vah­
iradesini ifade eder. Kur'an okurken yapılacak yin sahibine teslim etme, yani bir 'huzurda
zihnî ve kalbî hazırlığı emreden ilk ve tek okuma' iradesidir.
âyet bu olduğundan (A'râf 200 âyeti, benzer 109 Bu gerçeğin Şeytan tarafından itirafı için bkz.
emri farklı bir bağlamda içerir) baştaki fâ eda­ 65/lbrahim: 22 (Krş: 72/Hicr: 42, 68/lsra: 65).
tı bu şekilde karşılanmıştır. Aynı edat bir son­
110 Zımnen: Şeytan'ın gücü yoktur, onda güç
raki cümleciğe "öncelikle" anlamı katmakta­
vehmedenler vardır. Yetevellevnehû: "Onu
dır. Burada verilen emir, bir şeyi söyleme de­
kılavuz edinmek", yani onun velayetine baş­
ğil, bir şeyi yapma emridir. Bu da, önyargılar­
vurmak. Bu, 63. âyet ışığında anlaşılmalıdır.
dan bilinci arındırma başta olmak üzere, duy­
"Kendisine tanrılık yakıştıranlar" şeklindeki
101 Ve Biz bir âyeti diğeriyle değiştirdiği­ teslim olan kimseler için bir yol haritası
mizde, 111
- k i Allah neyi ne zaman indire­ ve bir müjde olsun diye, Rabbin katında­
ceğini pekala b i l i r - 112
"Sen sadece ve sa­ ki ana kaynaktan indirdi!"
dece uydurduklarını söyleyen birisin!" 103 Doğrusu Biz onların,- "Ona bu (vahyi)
derler; aksine onların çoğu (lafının nereye öğreten bir insandan başkası d e ğ i l " 115
de­
vardığını) bilmeyen kimselerdir. 113
diklerini çok iyi biliyoruz. Onların gerçe­
102 De ki: "Onu Kutsal R u h , 1 1 4
mutlak ği saptırmak için kendisini imâ ettikleri
hakikate bir atıf olsun ve hem imanda se­ kişinin dili yabancı bir dil olduğu hâlde,
bat edenleri desteklesin, hem de Allah'a bu (vahyin) dili hem özünde açık hem de

çevirinin dayanağı, Taberî'nin Rebi'den nak­ anlamıştır (Mukatil). Âyeti klasik nesh teorisi
lettiği görüştür. Buradaki üçüncü tekil şahıs dışında yorumlayan bu anlayış, iç ve dış bağla­
zamiri [bihi] Allah'a atıfla okunduğunda, an­ ma da uygun düşmektedir. Vahyin söylemin­
lam şöyle olur: "Allah'a ortak koşanların..." deki her farkhlaşma bir öncekinin hükmünü
111 Yani: "Bir risaleti diğeriyle değiştirdiği­ geçersiz kılmayı değil, 125. âyette açıkça ifade
mizde". Buradaki âyetin en münasip karşılığı edildiği gibi, "Rabbin yoluna hikmetle çağır"
"risalet" olsa gerektir. Zira bu âyet 44. âyette­ talimatının, vahiy tarafından bizzat uygulandı­
ki bi'l-beyyinâti ve'z-zubur adıyla anılan ve ğını ifade eder. İşin gerçeği budur ve bir sonra­
tüm peygamberlere verildiği ifade edilen vah­ ki cümlede yer alan parantez içi açıklamamız
yin bir devamı ve parçasıdır. Bu âyet klasik da buna dayanmaktadır.
nesh teorisinin savunulmasında ilk sırada yer 112 "Neyi ne zaman indireceği" şeklindeki
alır. Ne var ki bu, yine bu teoriyi savunanların çevirimiz, yunezzilu fiilinin "nassın yer ve za­
koydukları "nesh, inançla ilgili âyetler için de­ manla irtibatlı olarak, parça parça indirilen"
ğil, dinî hükümlerle ilgili âyetler için geçerli­ tabiatını ifade ettiği vakıasına dayanmaktadır.
dir" kuralına aykırıdır. Çünkü bu sûre Mekkî- 113 Böyle bir itham Elçi'yi değil gerçekte elçi
dir. Kaldı ki buradaki âyeten kelimesi, "ilâhî göndereni ithamdır. Peygamberi yalancılıkla
mesaj, vahiy, mucize ve hakikatin belgesi" suçlamak, aslında Allah'ı kendi adına vahiy
manalarına gelir. Şu durumda bu âyetin, klasik uyduran birini engellemekten aciz olmakla
nesh teorisine delil olması mümkün görünme­
suçlamaktır.
mektedir. Bu âyette nesn'ten değil tebdil'den
114 Kutsal Ruh'la ilgili bkz. 94/Bakara: 87, not 148.
söz edilmektedir. Öte yandan bu âyet indiğin­
de, nesh teorisini savunanların değiştiğini iddi¬ 115 Krş. 40/Furkan: 4-6. İnkarcı muhalifler,
a ettikleri "ahkâm âyetleri" henüz indirilme- bununla hem vahyin kaynağı hakkındaki kuş­
mişti. Hemen arkadan gelen yunezzilu fiili as­ kularını, hem de vahyi bir üstteki âyette dile
lında bu âyetteki tebdilin nasıl anlaşılması ge­ getirilen Kutsal Ruh'un getirdiği hakkındaki
rektiğinin de anahtarını verir. Bu anahtardan kuşkularını sergilemiş oluyorlardı. Onların
yola çıkarak, bir âyetin bir başka âyetle değiş­ nasıl bir şaşkınlık yaşadıkları, bu itirazda
tirilmesi, bir süreç içerisinde parça parça inen açıkça görülmektedir. Bir kısmı vahyi Hz.
vahyin farklı zaman ve şartlara göre söylemi­ Peygamber'in kendisinin uydurduğu iftirasını
nin ve talimatlarının da farklılaşması şeklinde yayarken, Kur'an vahyinin ihtişamını fark
anlaşılabilir. İbn Abbas, "bir âyeti diğeriyle de­ eden diğer bir kısmı ise bunu dâhi ona yapıl­
ğiştirme" ibaresini, "daha sert âyetlerin yerini mış bir iltifat kabul edip, daha tutarsız bir id­
söylem olarak daha yumuşak âyetlere terk et­ diayla çıkıyorlardı: Vahyi ona biri öğretiyor...
mesi" olarak, yani üslûp değişikliği biçiminde Onların îmâ ettiği kişinin kimliği konusunda
klasik tefsirlerde birbirini tutmayan bir çok ri-
hakikati açıklayan bir Arapça'dır. 116
edinenlerin ta kendileridir. 118

104 Şu kesin ki; Allah'ın âyetlerine inan­ 106 İman ettikten sonra Allah'ı inkâr
mayan kimseleri Allah doğru yola yö- eden kimseye gelince: -(ki) bu kalbi
neltmeyecektir; dahası (ötede) onların pa­ imanla tatmin bulmuş olduğu hâlde bas­
yına can yakıcı bir azap düşecektir. 105 kı altında görünüşte inkâr eden kimse de­
Zaten yalan uydurup (birilerine) a t m a 1 1 7
ğil, 119
ve fakat kalbini küfre bile isteye
işini, ancak Allah'ın mesajlarına inanma­ açan kimsedir- işte böyleleri Allah'ın
yanlar yapar: zira onlar, yalanı meslek rahmetinden dışlanacaklar, dahası (âhi-

vayet yer almaktadır. Bu spekülatif rivayetler­ lır" niteliğine delalet eder (Bkz: 83/Zuhruf: 3,
de, imâ edilen bu kişinin adı konusunda dâhi not 3). Zımnen: Ezeli ve biricik hakikatin in­
altı ayrı ihtimalden söz edilir. Yine Müşrikle­ sanlığın son çevrimindeki tezahürü olan
rin imâ ettiği bu ismin köle mi, hür mü, Hıris­ Kur'an vahyi, açık ve anlaşılır manaların açık
tiyan mı, Yahudi mi, hanif mi, müşrik mi, ve anlaşılır bir dil kalıbına dökülerek insanlı­
Arap mı, Acem mi olduğu hakkında da spekü­ ğa sunulduğu ilâhi bir hitaptır. Dolayısıyla hiç
lasyonlar vardu. Birtakım önyargılı oryantalist­ kimse gerek yüceltme bahanesiyle gerek baş­
ler, tarihsel hiçbir zemine yaslanmayan bu söy­ ka bahanelerle "Biz bu vahyi anlayamayız"
lencelere dayanarak vahyin kaynağına gölge mazeretinin ardına siğınamaz.
düşürmeye çabalamışlarsa da, bu ilmî olmayan 117 Mâ yefterî el-kezib-, "bir suçu başkasına
tavra ilk itiraz yine Sale ve W. M. Watt gibi atmak" anlamına gelen yefterî (iftira) ile "som
kendi meslektaşlarından gelmiştir. Mekke'de yalan" anlamına gelen el-kezib lafzını içeren
bulunan bir ya da iki Hıristiyan kölenin, Rasu- deyimsel bir ifadedir. Çevirimiz ibarenin yan
lullah'm ilâhî mesajına ilgi duymuş olması, Ra- anlamlarıyla birlikte yansıtılmasını amaçla­
sulullah'ın da bu ilgiyi karşılıksız bırakmamak maktadır. Bu, müşriklerin şirkinin Allah'ın
için herkesle olduğu gibi ilâhî vahyi tebliğ çer­ ortakları olduğu yalanını Allah'a isnat etmek
çevesinde onlarla da ilgilenmesi gayet muhte­ gibi bir iftiraya dayandığını, dolayısıyla onla­
meldir. Ne ki, Kur'an vahyinin kadim düşmam rın Hz. Peygamber'e yönelik suçlamaları sıra­
Mekke müşrikleri ve onların düşmanca söyle­
sında, farkında olmadan kendi suçlarını itiraf­
mini tekrarlamaktan başka bir şey yapmayan
ta bulunduklarını îmâ eder.
Kur'an'ın modem düşmanlarının, kitap ehli bir
köleden Kur'an gibi tüm zamanlar ve mekânla­ 118 el-Kâzibûn'u "yalanı meslek edinenler"
ra meydan okuyan ilâhî bir hitabı Hz. Peygam­ diye çevirmemizin gerekçesi, hem fail kalı­
ber'e öğretecek çapta bir "süper(öğret)men" çı­ bında olması, hem de sözcüğün, ilgi zamiri [el-
karmaya çalışmaları, kara mizah olmaktan öte lezîne) yerini tutan bir belirlilik takısıyla kul­
ilmî hiçbir değer taşımamaktadır. Burada asıl lanılmasıdır.
inşam hayran eden, Kur'an vahyinin kendi kay­ 119 İşkenceye dayanamadığı için kendisine
nağına dair özgüvenidir. Zira bu söylentiyi va­ dayatılan şeyi söyleyen kimseler... Ammar b.
hiy bize haber vermeseydi, bundan kimin habe­ Yasir'in başından buna benzer bir olayın geçti­
ri olurdu? Tek başına bu bile, vahyin kaynağı­ ğini tefsirler aktarmaktadır (Zemahşerî). Al­
nın ilâhiliğine delildir. lah Rasulü Yasir Ailesi'ne yapılan ağır işken­
116 'Arabiyyuriun türetildiği 'arab kelimesi celer sürerken, günün sonunda uğrayarak "Di­
"açık ve anlaşılır konuşan" demektir [Mekâ­ renin ey Yasir ailesi, randevunuz cennette!"
yîs). Mubîn sıfatı ile birlikte bu terkip hem buyuruyordu [TabakâtlV, 136). Her tür takiy-
manayı taşıyan dil kabının, hem de o kabın ta­ ye anlayışı, bu âyetler ışığında tashih edilme­
şıdığı muhteva olan mananın "açık ve anlaşı­ lidir.
rette) onları korkunç bir azap bekleye­ siliğini tastamam bulacak: zira (orada)
cektir. 120
107 İşte bu, hem onların dünya hiç kimse zulme uğramayacaktır.
hayatını âhiret hayatına tercih etmeleri­
nin, hem de Allah'ın inkarcı kimseleri 112 ALLAH (size) bir örnek verir: Güven­
doğru yola yöneltmemesinin neticesi­ li ve (sakinlerini) her açıdan tatmin eden
dir. 121 bir belde (düşünün ki), oranın ihtiyaç

108 İşte onlar Allah'ın kalplerinin (aklet- duyduğu rızık her yerden oraya akıyor.

me), işitme ve görme yetilerini mühürle- Buna karşın o (belde) Allah'ın nimetleri­

diği kimselerdir. 122


Artık onlar (bundan] ne nankörlük etti. Derken, yaptıkları se­

dâhi habersizdir. 109 Kimsenin en ufak bebiyle Allah orayı çepeçevre içine alan

kuşkusu olmasın ki, âhirette de hepten açlık ve korku (belasıyla) k u ş a t t ı . 125

kaybedecek olanlar işte bunlardır. 113 Ve doğrusu onlara kendilerinden bir

110 Sonra yine unutma ki Rabbin, ağır iş­ elçi gelmişti; fakat onu yalanladılar. Ne

kence altında (kendilerine dayatılanı ka­ var ki onlar zulümlerini sürdürürken

bul ederek) fitneye düşürülmelerinin 123


azap onları yakalayiverdi.
ardından hicret edenleri, (Allah yolunda) 114 Haydi, siz hem Allah'ın size verdiği
tüm çabasını harcayan ve direnenleri gö­ rızıkların helâl ve temiz olanlarından yi­
zetecektir,- evet, çünkü senin Rabbin, o yin, hem de onun nimetlerine şükredin!
(ağır acının) ardından 124
elbette tarifsiz Tabi ki, gerçekten yalnızca O'na kulluk
bağışıyla, eşsiz rahmetiyle muamele ede­ etmek (istiyorsanız)... 115 (Ki) O size yal­
cektir. nızca leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan
başkası adına kesilen (hayvanı) haram
111 Gün gelecek, her can kendi derdine
kılmıştır! 126
Fakat mecbur kalan kişi,
düşecek; ve herkes yapıp ettiklerinin kar-

120 Mekke'den hicret etmek yerine inancını zamirin "işkenceyi" göstermesi yüzündendir.
gizleyip onlardan gibi görünme pahasına Mek­ Buradaki hicret için bkz. âyet 41, not 46. Said
ke'de kalan kişiler hakkındadır (Bkz: 89/An- b. Cübeyr bu âyetle 89/Ankebût 2-3. âyetler
kebût: 10-13). arasında kopmaz bir ilişki kurmuştur.
121 Çeviride yer alan "hem... hem de..." kalı­ 125 Lafzen: "Allah orayı açlık ve korku elbise­
bının gerekçesi, metindeki iki cümlecikte de siyle kuşattı". Buradaki libas'm (elbise) meca­
sonucu belirleyen ardışıklı iki gerekçe işlevini zi bir kullanım olduğu ve öznesini boydan bo­
yüklenen enne edatlarıdır. ya sarıp kuşattığı için böyle denildiği açık (Ze-
122 Kur'an, akletmeyi kalbin bir fonksiyonu mahşerî). Ahlâkî çözülmenin ekonomik ve
olarak niteler (91/Hac: 46). Buradaki mühürle­ ona bağlı olarak güvenlik problemlerini davet
me, "fonksiyonlarını yerine getirememe, iş­ edeceğini ifade eden bu evrensel uyarı, hük­
levsiz kalma" anlamınadır. Parantez içi açık­ münü ilk defa Mekke'de icra etti. Refah için­
lamamız, Kur' an'ın bu kullanımına dayan­ de yüzen Mekke, Hicretten önce başlayıp yıl­
larca süren açlık tehdidi ve buna bağlı olarak
maktadır.
oluşan gelecek endişesine maruz kaldı.
123 Parantez içi açıklamamız, futinû fiilinin
bu bağlamda taşıdığı anlamın açılımıdır. 126 Bu dört yasak için bkz. 94/Bakara: 173, il­
gili notlar. Bu yasakların Kur'an'da geliş süre­
124 Açıklamanın gerekçesi, min-ba'dihâ'daki
ci ve kapsamıyla ilgili kısmen ayrıntılı bir
haddi aşıp zorunlu miktarı geçmeden (ye- ki, Rabbin, bir cahillik ederek kötülük iş­
mişse], bilsin ki Allah tarifsiz bir bağışla­ leyen ama bunun ardından tevbe edip Al­
yıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır. lah'a yönelerek kendisini düzeltenden
116 Artık, dillerinizle yalan beyanda bu­ yana tavır k o y a r . 129
Çünkü senin Rabbin,
lunup, üstelik uydurduğunuz yalanı (da] öylesi bir (tevbenin) ardından tarifsiz bir
Allah'a isnat ederek "Bu helâldir, bu da bağışlayıcı, eşsiz bir rahmet kaynağı ol­
haramdır!" demeyin! Çünkü uydurduk­ duğunu mutlaka (gösterecektir).
ları yalanı Allah'a isnat edenler asla kur­ 120 HlÇ şüphe yok ki İbrahim tüm güzel­
tuluşa eremezler. 117 (Bu dünyada) oyala­ likleri kendinde toplamış başlı başına ör­
yıcı kısa bir haz (duysalar da], (âhirette) nek bir önder, 130
her türlü kötülükten yüz
onları can yakıcı bir ceza bekler. çevirip bütün varlığıyla Allah'a adanmış 131

118 Ve yalnızca Yahudileşen kimsele­ biriydi; fakat o, asla başkalarına ilâhlık ya­
re 1 2 7
sana daha önce aktardığımız şeyleri kıştıran bir müşrik olmadı. 132
121 O, ken­
yasaklamıştık,- 128
ama onlara zulmeden disini seçip dosdoğru bir yola yönelten (Al­
biz değildik, ne var ki onlar asıl kendi lah'ın) nimetlerine hep şükretti.
kendilerine zulmettiler. 122 Biz de bu dünyada ona iyi bir (makam)
bahşettik; 133
şu kesin ki o, âhirette de dü-
119 Sonuç olarak şunu aklından çıkarma

açıklama En'âm sûresinin 145. âyetinin ilgili berler ve onlara iman eden tüm mü'minler
notunda yapılmıştı. Kur'an, tüm iniş sürecine "müslüman" ismini alırlar. Isrâiloğullarınm
yayılan bu tür âyetlerle, insanlar tarafından, Yahudileşmesi, İslâm'dan bir sapmadır. Bu
dindarlık gösterisi olarak yasakların genişleti­ sapmayı Yahudi kelimesinin geçirdiği seman­
lip bunun da Allah'a izafe edilmesine ilkesel tik serüven de ortaya koymaktadır (Bkz:
olarak karşı çıkar (56/A'râf: 32; 73/En'âm: 94/Bakara: 62, not 113).
151; ayrıca krş. 94/Bakara: 173; 73/En'âm: 128 Bu âyetlerden önce indirilen En'âm sûre­
145; 56/A'râf: 33). Çünkü, Allah tarafından ya­ sinin 146. âyetinde aktarılanlar kastedilmek­
saklanan şeylerin tamamı vahiyle açıklanmış­ tedir. Bu âyet, sonra inen âyetlerin önceki
tır (En'âm: 119). Bu sûrenin 9. âyetinde açıkça âyetleri referans göstermesine tipik bir örnek
belirtildiği gibi başta insan olmak üzere tüm teşkil eder.
varlığa değer ve konum biçme, onun amaçları­
129 Lâm edatının istihkak işlevine dayanarak
nı tayin etme, iyi ya da kötüyü belirleme yet­
[İtkân II, 224).
kisi Allah'a aittir. 114. âyette de ifade edildiği
gibi, Allah tarafından çizilmiş haram kapsa­ 130 Tercihimiz, ummeten kelimesinin bu
mını her genişletme girişimi, vahiy tarafından bağlama uygun ve en kapsamlı karşılığıdır.
bir yetki gasbı olarak değerlendirilmektedir. 131 Kâniten'in en uygun karşılığı budur. Ha­
Bir dindarlık gösterisi olarak dâhi yasakların nimin dilsel gerekçesi için bkz. 69/Yûnus: 105,
genişletilmesine izin vermeyen Kur'an, bu not 120.
âyetin sonunda olduğu gibi zorunlu hâllerde 132 Bu âyet, 73/En'âm 79'da geçen Hz. İbra­
ilâhî yasakların geçici olarak askıya alınması­ him'in kendi sözüne bir göndermedir.
nı, bu konudaki ilkeler zincirine eklemiştir. 133 Kendisinden sonraki tüm kitaplı dinlerin
Bu da muhatabı, "din insan içindir" temel ku­ ve hatta Arabistan müşrikleri gibi sonradan
ralına götüren bir yaklaşımdır. putperest olan toplumların inanç atası olarak
127 Allah katında tüm vahiy getiren peygam- kabul görmesine atıftır.
rüst ve erdemliler arasında yer alacaktır. zeli, en etkilisi olsun! Çünkü senin Rab­
123 Sonuçta (ey Peygamber], sana da şöy­ bin var ya: işte O kendi yolundan sapan
le vahyettik: "Her türlü kötülükten yüz kimseyi de, doğru yola yöneleni de en iyi
çeviren ibrahim'in inanç sistemine uy ; bilendir.
zira o Allah'tan başkalarına ilâhlık yakış­ 126 imdi siz, cezalandırdığınızda mutla­
tıranlardan değildi!" 124 Cumartesi yasa­ ka sizin maruz kaldığınız miktarı aşma­
ğı sadece, bu konuda (ibrahim'in inanç dan cezalandırınız; yok eğer sabrederse­
sisteminden] farklılaşıp kopmuş olan niz, bu, sabırda direnenler için daha ha­
kimselerin aleyhine oluşturulmuş bir du­ yırlıdır.
rumdu. 134
Ama şu kesin ki, Rabbin Kıya­
127 Ve sen de sabret ve (unutma ki) senin
met Günü üzerinde sürekli çekişip dur­
sabretmen yalnızca Allah sayesinde
dukları bu konuda onlar arasında hüküm
mümkündür! Ve onlardan yana üzülme!
verecektir. 135

Hele onların çevirdikleri entrikalardan


dolayı için hiç daralmasın! 128 Çünkü
125 RABBÎNlN yoluna hikmetle ve güzel Allah sorumluluk bilincine sahip olanlar
öğütle davet et; ve onlara (karşı] öyle bir ve iyilik ve erdemi hayat tarzı hâline ge­
mücadele yöntemi ortaya koy ki, o en gü­ tirenlerle beraberdir.

134 Parantez içi açıklamamız, ihtelefû'nun açıklamayı güçlendirmektedir. Bununla bir­


"farklılaşma, kopma, ayrışma" kök anlamına likte bu ibareden, sebt uygulaması hakkında
dayanır. aralarında kadim bir ihtilaf bulunan Yahudiler
135 Sebt (Şabat: cumartesi yasağı, bkz. 94/Ba- ve Hıristiyanlar için ilâhî bir sınama olsun
kara: 65, not 120) uygulaması ile ilgili bu âyet, için yasalaştırıldığı anlamı da çıkarılabilir.
söz konusu yasağın ibadet konusunda Isrâilo- Her halükarda âyetin son cümlesinde sözü
ğullarının iman ataları Hz. ibrahim'in inanç edilen çekişme, ceza maksadıyla bir dönemde
sisteminden kopmaları sonucu konulduğuna yaşayanlar için konulan bu yasağı, bir dindar­
atıf olsa gerektir. Bu âyetle, Hz. ibrahim'in lık gösterisi olarak içeriğini boşalttıkları hâlde
inanç sisteminden söz eden hemen önceki inatla uygulayan Yahudilerle, onun geçici ol­
âyet konu bütünlüğüne sahiptir. Sebt yasası­ duğunu söyleyen Hıristiyanlar arasındaki te-
olojik polemiğe bir atıftır.
nın âyette Allah'a izafe edilmeyip cu'ile edil­
gen fiiliyle meçhul bir özneye atfedilmesi, bu
LOKMAN SÛRESI
Nüzul: 75
Mushaf: 31

Q üreye Lokman adı, bu menkıbevî bilgenin oğluna, yani hepimize verdiği


^ ö ğ ü t l e r i n yer aldığı âyetlerden (12-19) ilhamla verilmiştir. Bu bilge
Kur'an'da yalnızca bu sûrede anılır.

Sûre îbn Abbas'a göre Mekke'de indirilmiştir. Sûrede Mekke'deki şiddete


ilişkin açık veya kapalı hiçbir atıf yer almaz. M u h a m m e d i davete koşan ço­
cukların ebeveynlerine karşı davranış y ö n t e m i (14-15) ve ebeveyn evlat iliş­
kisinin âhiretteki boyutu işlenir (14-15 ve 3 3 ) . Bütün bu veriler, sûrenin
M e k k e döneminin sonlarında indiğini gösterir. Bu sûrenin, ebeveyne hiçbir
kayıt olmaksızın iyi davranışı emreden îsrâ sûresinin 2 3 - 2 4 . âyetlerinin ar­
dından inmiş olması güçlü bir ihtimaldir. Aynı konuya daha sonra inen
Ankebut 8'de de benzer bir üslûpla değinilecektir. Zira akide farklılığının
doğurduğu kuşak çatışması, bu dönemde sosyal bir problem olarak iyice su
yüzüne çıkmıştır. Bazı âyetlerinin Medine'de indiği yolundaki rivayetler,
sağlam bir delile dayanmadığı için rahatlıkla göz ardı edilebilir (Bkz: E n ' â m
sûresinin girişi). Sûre ilk tertiplerin tümünde Sebe' sûresinin önünde yer
alır. Nübüvvetin 11. yılına tarihlendirilebilir.

Sûrenin öne çıkan konusu, en genel anlamıyla söz ve sözün/kelamm gücü­


dür. İlâhî kelama atıfla başlar, 6. âyetinde gücünü bilgiden almayan sözün
sahte cazibesine dikkat çeker. 12-19. âyetlerde dile getirilen Lokman'ın hik­
metleri, "güzel s ö z e " bir göndermedir. Üzerinden binlerce yıl geçse de gök
kubbeye salınmış hiçbir hoş sedanın yok olmayacağının delili olan bu hik­
metler, sözün terbiye amaçlı kullanımının en güzel örneklerinden biridir.
"Sesini y ü k s e l t m e ! " (19) demek, zımnen "Sözünün kalitesini yükselt!" de­
mektir. Bunun ardından söz, sözlerin şahı olan "Allah'ın sözlerine" getirilir:

"Ve eğer dünyanın tüm ağaçları kalem olsa denizleri de mürekkep, buna yedi
deniz daha eklense, Allah'ın kelimeleri yine de tükenmez" (27). İlâhî kelamın
anlamının asla tüketilemeyeceği daha nasıl söylenebilir ki!

Sûrede körü körüne ataların yolunu taklit kınanır (21). Zira hakikatin refe­
ransı atalar değildir. Ancak Lokman'ın öğütlerinde olduğu gibi, ataların iyi
olan öğütleri tutulmalıdır (12-19). Hiçbir ebeveynin evladına ve evladın
ebeveynine yarar sağlayamayacağı o günden korkulmalıdır (33). Kelam ede­
biyatımızda "beş gaybi k o n u " (Muğayyebât-ı Hamse) gibi yanlış bir başlık­
la tahsis edilen 3 4 . âyet "insani bilginin sınırlılığını" söyler.

Medine ve Mekkelilere göre 3 3 , Şam, Basra ve Kûfelilere göre 34 âyettir.


RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA
1 Elif-Lâm-Mîml 1
mak ve onu gülünç duruma düşürmek için
(ilâhî mesajlar üzerinde) kelime oyunu oy­
2 İŞTE BUNLAR, her hükmünde tam isa­ namaya kalkışular: işte onlar onur kırıcı
7

bet kaydeden ilâhi kelamın âyetleridir; 3 2


bir terk edilmişliğe mahkûm olacaklar.
8 9

Allah'ı görür gibi hareket edenler için bir 7 Böyle birine âyetlerimiz okunduğu za­
rehber ve bir rahmet olan (ayetleri); 4 3

man sanki kulaklarında kurşun varmış gi­


onlar ki namazı hakkını vererek eda bi hiç aldırmadan serkeşçe yüz çevirir: işte
ederler, arınıp yücelmek için ödenmesi
4

böylesini can yakıcı bir azap ile müjdele.


gereken bedeli öderler; zira onlar âhirete
5

8 Bir de iman eden ve imanına uygun ey­


inananların ta kendisidirler.
lemler ortaya koyan kimseler var ki, her
5 İşte onlar, Rablerinden gelen kusursuz tür nimetle dolu olan cennetler onların
bir rehberliğe tabidirler,- ve işte onlar, "olacak: 9 Onlar orada Allah'ın mutlaka
evet onlardır ebedi mutluluğa erenler. 6
gerçekleşecek olan vaadi uyarınca ebedi
6 Ama insanlardan öyleleri varchr ki, bilgi­ kalacak. 10
Zira O her işinde mükemmel
sizce (başkalarını) Allah yolundan saptu- olandır, her hükmünde tam isabet edendir.

1 Mukatta'ât için bkz. Nüzul sürecinde ilk gili bkz. 94/Bakara: 174 ve 98/Âl-i İmran: 77).
geçtiği 7/Kalem 1, not 1. İbn Teymiyye 'azabun muhîn ile kâfir ve mü­
2 Tilke, "bu âyetler" ya da "bu kitabın tümü" nafıkların, 'azâbun azîm ile cehennemden en
(Bkz: 69/Yûnus: 1, not 2). sonunda çıkacak olanların azabının ifade edil­
diğini söyler {es-Sâhmu'l-Meslûl, Beyrut,
3 Muhsinîn'i çevirimiz için bkz. 94/Bakara:
1414, s. 58).
58, not 102. Zımnen: Değil mi ki insan müeb­
bet yolcudur? Şu halde yolcuyu ve yolu var 9 ibn İshak bu âyetin hakkında nazil olduğu­
eden Allah, yol haritasını da göndererek rah­ nu söylediği Nadr b. Haris'i "Kureyş'in şey­
metini tamamlamıştır. tanlarından biri" diye niteler. Pers imparator­
luk başkenti Hire'de öğrendiği efsane, şarkı ve
4 Salat için bkz. 56/A'râf: 170 ve 94/Bakara: 3,
çalgı eşliğinde sefahat ve âlem yapıyordu. Pey­
ilgili notlar.
gamberi davete karşı insanların ilgisini başka
5 Zekâtın bu anlamı için bkz. 56/A'râf: 156 tarafa yönlendirmek için iki şarkıcı kadın sa­
ve 53/Neml: 3, ilgili notlar. tın almıştı. "Allah'ın indirdiğine benzer şeyle­
6 Lokman ve Bakara sûrelerinin ilk 5 âyetleri ri ben de indirebilirim" (73/En'âm: 93) diye­
arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. cek kadar küstahlaşan biriydi. Hz. Peygamber
7 Kelime oyunu yaparak muhatabı yanıltma genel tutumunun istisnası olarak onun Be-
ve uyutma amacı taşıyan söze delalet eden dir'de esir düştükten sonra öldürülmesine izin
lehve'l-hadîs, yalnız burada geçer [Lehv için vermiştir. Bu istisnai iznin Kur'ani dayanağı
bkz: 102:1, not 1). Zımnen: İnsanların bilgi aç­ "küfrün önderleri" ile ilgili ilâhi talimat olsa
lığını kelime oyunları, laf cambazlıkları ya da gerektir (114/Tevbe: 12).
keyif ve eğlence verici sözlerle bastırmaya 10 "Onlar orada ebedi kalacak" ibaresinin ce­
kalkarak sözü bir uyuşturucu gibi kullanırlar. hennemlikler için değil de (7) cennetlikler için
8 'Azab "terk ve mahrumiyet" mânasmdaki kullanılması çarpıcıdır. Bu, "rahmetim her şe­
'azb'den türetilmiştir (7/Kalem: 33, not 29). yi kuşatmıştır" (56/A'râf: 156) âyeti ışığında
Kıyamette Allah tarafından terk edilmekle il- anlaşılmalıdır.
530 75/LOKMAN SÛRESİ , Nûzûl: 75 Mushaf: 31

10 O gökleri, gördüğünüz bir direk ol­ miş olur. Fakat kim de nankörlük ederse,
maksızın yarattı; ve O sizi sarsmasın di­ iyi bilsin ki Allah kendi kendine yeterli
ye yeryüzüne kalkmaz kımıldamaz dağ­ olandır, her tür övgüye lâyık olandır.
lar yerleştirdi ve orada her çeşit canlı var­ 13 Hani Lokman oğluna öğüt verirken
lığın üremesini sağladı. şöyle diyordu: "Yavrucuğum! 13
Allah'tan
İşte Biz, gökten yağmuru (böyle) indiririz, başkasına ilâhlık yakıştırma! Çünkü her
akabinde orada her tür ve cinsten yararlı tür ilâhlık yakıştırma gerçekten de kor­
varlığı (böyle) yetiştiririz. 11
kunç bir zulümdür. 14

11 Bu Allah'ın yaratışıdır: Haydi, göste­ 14 Nitekim (Allah şöyle buyurur): "Biz


rin bakayım O'nun dışındakiler neyi ya­ insana anne babasına (iyi) davranmasını
ratmışlar? Hayır, zulme gömülüp gitmiş emrettik. Annesi onu ağır acılara katla­
15

olanlar apaçık bir sapıklık içindedirler. narak karnında taşıdı 16


ve onun sütten
kesilmesi iki yılda gerçekleşti: şu halde 17

12 DOĞRUSU Biz Lokman'a da (şu) hik­ 12


(ey insan), Bana ve anne babana şükret;
meti bahsetmiştik: "Allah'a şükret! Çün­ (ama sonunda) dönüş yalnızca Bana­
kü (O'na) şükreden kendi lehine şükret- dır!" 18

11 Âyette Allah'ı gösteren üçüncü tekil zamir­ sundaki ciddiyetini tüm çıplaklığıyla ortaya
ler [halaka, elkâ, besse) birden birinci çoğul koyan olaylardan biri, bu âyet sebebiyle ya­
(Biz) zamirine geçiveriyor. Zımnen bu, Al­ şandı. Âyet inince sahabeyi bir endişe kapladı.
lah'ın insan zihninde kişileştirilemezliğinin ve Allah Rasulü'ne gelip dediler ki: "İmana zu­
hiçbir beşeri dilin imkanlarının O'nu olduğu lüm karıştırmamaya hangimizin gücü yeter
gibi tavsife güç yetiremeyeceğinin ifadesidir. ki?!" Allah Rasulü buyurdular: "Bakın, bu zu­
12 Başta Taberî olmak üzere bazı müfessirle- lüm sizin anladığınız zulüm değil; Lokman'ın
rin verdiği malumattan çıkan sonuç, Lok- şu sözünü işitmez misiniz?" dedi ve bu âyeti
man'ın tarihte Ezop (Aisopos) adıyla efsanele- okudu (Buhârî, Tefsir 6:20).
şen kişi olduğu ihtimalini güçlendirir. 15 Allah Rasulü'ne Mekkeli inkarcıların yö­
Kur'an'da bilge bir kişiliğin simgesi olarak nelttiği "Ebeveyni evladından ayırıyor" suçla­
takdim edilen Lokman, tıpkı Kehf sûresinde masına zımni cevap.
Musa'ya hikmet öğreten "bir kul" gibi, hik­ 16 Çocuğun annesine zorunlu olarak bağımlı
metli şahsiyeti karakterize eder. MÖ. 6. yüz­ olduğu dönemi ifade ettiği gibi, zımnen anne­
yılda yaşadığı sanılan Ezop'un tevhidi bir nin kendini toparlama süresini ifade eder.
inanca sahip olduğunu onun ölüm şeklinden 17 Krş. 86/Ahkâf: 17 ve sûrenin girişi.
anlıyoruz. O, şirke sapan Delphoilileri iğnele­
18 Anne-baba ile ilgili tavsiye sürecinde yer
yen sözleri yüzünden halkın inancına karşı
alan ilk âyet bu olsa gerektir. Bunu, 15. âyet
gelmekle suçlanıp Hyampaca kayasından atı­
ile dengeleyemeyen mü'min gençleri uyaran
larak katledilmiştir (M. Larousse).
68/îsra 23-24 ve Ankebut 8. âyetler izler.
13 Binlerce yıl önce gök kubbeye salınmış bu Âyet, Mekke'de yeni vahye iman eden genç­
altın öğütleri ölümsüzleştiren Kur'an, adeta lerle onların aileleri arasındaki inanç çatışma­
tüm muhataplarına, sadece Lokman'ın oğlu sına dengeli ve ahlâkî bir çözüm sunmaktadır.
Anka değil "Hepiniz Lokman'ın çocuklarısı­ Formül bellidir: Anne-baba için Allah'ın ve
nız" demektedir. O'nun Rasulü'nün hukukunu çiğnememek,
14 Sahabenin inen vahyi hayata koyma konu- fakat bunun dışında onlara iyi davranmak.
15 Yine (Allah): "Eğer hakkında bilgi sahi­ Şüphesiz bütün bunlar kararlılık ve di­
bi olmadığın bir ş e y i Bana ortak koşman
19
renç isteyen işlerdendir."
için seni zorlarlarsa, asla onlara itaat et­ 18 "Kasıntılık yapıp insanlara karşı bö­
me! Yine de onlara şu (geçici) dünyada iyi bürlenme ve yeryüzünde çalım satarak
davran ve yönünü Bana dönenlerin yolu­ dolaşma! Zira unutma ki Allah kendini
nu izle! En sonunda elbet Bana döneceksi­ beğenmiş kibirliyi sevmez. 23

niz ve yapıp ettiğiniz her şeyin (gerçeğini)


19 (Hayat) yürüyüşünde dengeli ol ve se­
size bir bir göstereceğim" (diye buyurur).
sini y ü k s e l t m e ! 24
Unutma ki seslerin en
16 (Lokman): "Yavrucuğum! (Yapıp etti­ çirkini eşeğin sesidir." 25

ğiniz) o şeyler isterse bir hardal tanesi ka­


dar olsun, ister bir kayanın bağrında, ister 20 İŞTE (ey insanlar), görmez misiniz ki
göklerin derinliklerinde, isterse yerin al­ Allah göklerde ve yerde bulunan her şeyi
tında saklı bulunsun,- Allah onu bulup or­ emrinize âmâde kılmıştır,- açıktan ve giz­
taya çıkarır: çünkü Allah (ilmiyle) her şe­ li olarak size nimetlerini bol bol ihsan et­
ye nüfuz eder, her şeyden haberdardır.
20
miştir? 26

17 "Yavrucuğum! Allah'a kulluğunu Ne ki yine de insanlar içerisinden her­


hakkıyla yerine getir, 21
her zaman iyi ve hangi bir bilgiye, yol gösterici bir kılavu­
doğru olanı önerip kötü ve yanlış olandan za ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksı­
sakındır,- başına gelenlere göğüs g e r ! 22
zın Allah hakkında tartışan kimseler çı-

19 Zımnen: Tanrı olarak bilinmesi ve nitelen­ cümlesi bu zımnî manalı teyit eder.
mesi doğru olmayan bir şeyi (Krş: 89/Anke- 23 Muhtâl, "Kendinde olağanüstü fazilet veh­
bût: 8, not 8). mederek kurumlanma" anlamına gelen ihti­
20 La tîf özellikle habîr ile kullanıldığı bu gibi yar den türetilmiştir (Krş: 96/Hadîd: 23).
yerlerde, kesafetin karşıtı olan letafetten sı- 24 "Sesini yükseltme!" Zımnen: Sözünün ka­
fat-ı müşebbehe olarak gelir. Manevî duyulara litesini yükselt! Söz etkisini sesin yüksekli­
letâif, ince nükteye latife denmesi de bundan­ ğinden değil, taşıdığı hakikatin gücünden alır.
dır. "Allah'ın akıl-sır ermez bilgisiyle her şeye Gücün sözüne değil, sözün gücüne itibar et!
nüfuz ettiğini, hiçbir şeyin buna engel teşkil Gücünü, buyurganlığı ve otoriterliği temsil
edemeyeceğini" ifade eder (Râğıb). İlâhî bilgi­ eden sesten değil, içerikli ve nitelikli sözden
nin aklın sınırlarını fersah fersah aşan tabiatı­ al! Burada, adeta 6. âyetteki "içeriksiz söze"
na zımnî bir atıftır. gönderme yapılmakta, sözün kalite açığını
21 Lafzen: "Salatı ikame et!" Çevirimizin ge­ sesle kapatma yerilmektedir.
rekçesi için bkz. 9/A'lâ: 15 ve 43/Meryem: 59, 25 Zımnen: Sözün kerameti sesin yüksekli­
not 15 ve 65. ğinden kaynaklansaydı, eşeğin anırışı sözlerin
22 Emr "öneri" mânasındadır (Bkz: 2/'Alak: en etkilisi olurdu. Oysa ki durum tamamen
12, not 15). Zımnen: Ey muhatap! Pasif iyi ol­ bunun aksinedir. Söz gücünü taşıdığı hakikat­
mak yetmez, aktif iyi ol ve iyiliği çoğalt! "Ba­ ten alır. Ve hak sözün gücü, çağlar geçse de,
şına gelenlere göğüs ger", zira iyiliği önerip gücün sözüne erinde-gecinde galip gelir. Tıpkı
kötü ve yanlış olandan sakındıranın başına Lokman'ın hikmetli sözleri gibi.
mutlaka iş gelir. Kötüler pasif iyilerden değil 26 Gerçek keşif, kanunları değil, o kanunları
aktif iyilerden rahatsız olurlar. Âyetin son koyanı keşfetmektir.
kabilmektedir. 27
21 İşte böylelerine "Al­ ardından onları altında ezilecekleri ağır
lah'ın indirdiklerine u y u n ! " denildiğin­ bir azaba mahkûm ederiz.
de: "Asla, biz sadece babalarımızın hayat
tarzına uyarız!" derler. 28 25 EĞER onlara kalkıp da sorsan " G ö k ­
34

Ne yani, Şeytan onları çılgın bir ateşin leri ve yeri yaratan kimdir?" diye, hiç te­
a z a b ı n a çağırmış olsa da mı (bunda ısrar
29 reddütsüz "Allah'tır" derler. Sen de
edecekler)? "Hamd Allah'a mahsustur" de! Ne var ki
onların çoğu bunu dâhi kavramaktan
22 A m a 3 0
kim de bütün varlığıyla görürce-
acizdirler.
sine inandığı 31
Allah'a teslim olursa, 32
iş­
te o kopmaz bir halkaya sımsıkı yapışmış 26 Göklerde ve yerde olan her şey Allah'a
olur: en nihayet her iş döner dolaşır, sonu­ aittir,- şüphesiz Allah var ya: işte O'dur
cunu takdir etmesi için Allah'a varır. 33 kendi kendine yeterli olan, her tür övgü­
ye lâyık olan.
23 Kim de inkâra saparsa, artık onun in­
kârına üzülmen gerekmez. (Nasıl olsa) 27 Ve eğer dünyanın tüm ağaçları kalem
sonunda Bize dönecekler; ve Biz yaptıkla­ olsa denizleri de mürekkep, buna yedi de­
rını) n iç yüzünü) bir bir kendilerine haber niz daha eklense, Allah'ın kelimeleri yi­
vereceğiz: çünkü Allah göğüslerdeki en ne de t ü k e n m e z : 35
çünkü Allah'tır her
mahrem sırları bilendir. 24 Tadımlık bir işinde m ü k e m m e l olan, her hükmünde
hazzı kısa vâdede tüketmelerini sağlarız,- tam isabet kaydeden. 36

27 Aynı ibare için Hac 8. ve onunla bağlantılı 32 Krş. 94/Bakara: 112'nin girişi.
Hac 3. âyete bakınız. Bu âyette inkârın üç sebe­ 33 Benzer bir ibare için bkz. 91/Hac: 41.
bi zikrediliyor: 1) Herhangi bir bilgiye dayanma
34 Metnin başında çeviride görünmeyen bir
ihtiyacı duymayanlar: Bir somaki âyette bunun
vav vardır. Bu vavın ibtidaiyye vurgusu "BÜ­
gerekçesi babaları taklit olarak veriliyor. Yani
YÜK HARFLERLE" belirginleştirilen çeviriye
kafalarmı kullanmayanlar. 2) Yol gösterici bir
paragraf başı olarak yansımıştır.
kılavuza dayanmayanlar: İlle de taklit edecek­
lerse, doğru yoldan giden bir rehberi izlemeleri 35 Yazılı olan ve olmayanıyla birlikte bütün
gerekirken, yanlış rehberi izleyenler. Bunlar bi­ bir yaratılmışlar evreni Allah'ın âyetleridir. Bu
rincilerden daha aşağıdadırlar. 3) Bir belgeye da­ muhteşem âyet, çok küçük bir kısmından ha­
yanmayanlar: Kur'an vahyinden önceki vahiy­ berdar olduğumuz bu evrenin tamamını bilme
lerden hiç birini gündemine almamış olanların iddiasının ne kadar yersiz olduğunu söyler. Bu­
tartışmak için geriye tek dayanakları kalıyor: nunla beraber, söz konusu âyetlerin kelimeler­
ya Nadr b. Haris'in yaptığı gibi "Pers mitoloji­ deki tezahürü olan bu vahyin sözel imkanları­
si" ya da "atalar yolu" nostaljisi. nın da tüketilemeyecek kadar zengin ve büyük
oluşuna delalet eder. Bu mucizevi gerçek, vah­
28 Mâ...'aleyh kalıbına verdiğimiz "hayat tar­
yi anlama çabasına giren her samimi muhatap
zı" anlamı için bkz. 98/Âl-i Imran: 179, not 144.
tarafından fark edilecektir. Kur'an vahyinin
29 'Azabi's-sa'ir için bkz. 40/Furkan: 11, not 18. hâlâ indiği günkü gibi hayatı inşa eden aktif ve
30 Hal ya da itiraziyye olması muhtemel vav müdahil bir özne olması bu özelliğinden kay­
için tercih ettiğimiz "ama" karşılığı, bu âye­ naklanır. Bu âyet, tabiatın bitmez tükenmez
tin 20. âyetteki karakterle zıtlık içerdiği ger­ bir bilgi hazinesi olarak keşfedilmeyi bekledi­
çeğine dayanır. ğinin de zımni ifadesidir (Bkz: 62/Kehf: 109).
31 Ihsan'm bu tanımı Hz. Peygamber'e aittir. 36 Muhteşemsin Allah'ım! İhtişamın karşı-
28 Hepinizin yaratılması ve tekrar diril­ 32 Derken, dalgalar onları zifiri gölgeler
tilmesi, (O'nun için) bir tek can(ın yara­ gibi kuşattığında, yalnız O'na yönelerek
tılması ve diriltilmesi) gibidir: Kuşkusuz başlarlar Allah'a yalvarıp yakarmaya; fa­
Allah her şeyi işitir, her şeyi tarifsiz bilir. kat onları sağ salim karaya çıkarır çıkar­
29 Fark etmez misin ki (ey insan): Allah maz, onlardan kimileri ortada kalarak
geceyi uzatıp gündüzü kısaltıyor ve gün­ (inanmakla inanmamak arasında) bocalar
düzü uzatıp geceyi kısaltıyor; O güneşi
37 durur: 41
zaten âyetlerimizi, h a b i s 42
kâfir­

ve ayı bir yasaya tabi kıldı da, her biri so­ lerden başkası bile bile inkâr etmez.

nu yasayla belirlenmiş bir s ü r e 38


dolun­
33 EY insanlık! Rabbinize karşı sorumlu­
caya kadar hareketini sürdürüyor? 39

luğunuzu hatırlayın! Dahası ne anne baba­


Yine (bilmez misiniz) ki Allah, yaptığınız
nın çocuğuna, ne de çocuğun anne babası­
her şeyden haberdardır?
na hiçbir fayda sağlamayacağı bir günün
30 işte bu yüzdendir ki Allah mutlak ha­ dehşetinden sakının! Unutmayın ki Al­
kikatin ta kendisidir ve onların O'nun dı­ lah'ın vaadi gerçekleşecektir: şu halde bu
şında yalvarıp yakardığı her şey bütünüy­ dünya hayatı sizi asla ayartmasın,- dahası,
le batıldır: evet o Allah ki yüce olan aldatıcının hiçbir türü sizi Allah (hakkın­
O'dur, ulu olan O'dur. 40
daki asılsız düşünceler) ile aldatmasın. 43

31 Görmez misiniz ki (ey insanlar),


34 Şu da bir gerçektir ki, Son Saat'in bil­
O'nun (müdahalesinin) delillerini size gisi sadece Allah katındadır: yağmuru
göstermek için gemiler denizde Allah'ın yağdıran O'dur; rahimlerde yer tutanı O
nimeti sayesinde yol alıyorlar? Elbet bü­ bilir,- oysa ki hiç kimse yarın ne kazana­
tün bunlarda, derin bir şükran duygusuy­ cağını bilemez. Dahası hiç kimse yarın
la (O'na) kullukta direnenler için mesaj­ hangi mekânda öleceğini bilemez. 44

lar vardır.

sında kamaşmayan göz kör, secdeye kapanma­ 42 Bu âyetteki hattâr ve kefûr, 31. âyetteki
yan kalp ölü, kıyama kalkmayan akıl felçtir. sabbâr ve şekûf un mukabilidir.
37 Krş. 98/Âl-i Imran: 27. 43 Gardı, ğurûr olarak okunduğunda anlam
38 Ecei'in bu anlamı hakkında bkz. 70/Hûd: 3, şöyle olur: "Allah, hiçbir şekilde sizi aldatma
not 7. sebebi yapılmasın!" Ğarûr. şeytani dürtüler ve
ayartıcı düşünceler. "Allah ile aldatmak", Al­
39 Zımnen: Ya sen ey insan! Sen neyin etra­
lah hakkındaki kuruntu kabilinden düşünce­
fında pervanesin? Bunu Allah'ın bilmediğini
lerin peşine takılmak. Zımnen: "Nasıl olsa af­
mi sanıyorsun?
feder" diyerek O'nun affını istismar etmeyin!
40 Eşyanın O'ndan bağımsız bir hakikati oldu­
44 Bu âyette sayılanlar, farklı lafız ve cümle­
ğunu düşünenler, mantığın en temel kuralını
lerle hadis olarak da rivayet edilmiştir. Buha-
yok sayarlar.
rî'nin naklettiği beş hadis de İbn Ömer'e da­
41 Veya: "dengeyi tutturur". Tercihimizde ve yanmaktadır. Bu rivayetlerden ikisinde Hz.
parantez içi açıklamamızda bu âyete benze­ Peygamber "Gaybın anahtarı beştir" der ve
yen Ankebut 65 ve 68/Isra 67'ye dayandık. Lokman süresindeki bu âyete atıf yapar. Diğer
Mücahid bunu, küfründe devam ettiği yönün­ üç rivayette ise âyete atıf yapılmaz. Bu üç ha­
de anlamıştır (Taberî). diste beş şeyi Allah'tan başka kimse bilemez:
534 **3Z~X> t 75/LOKMAN SÛRESİ | , ^ 3 ^ , Nüzul: 75 Mushaf: 31

Şüphesiz Allah'tır her şeyi bilen, her şey- den haberdar o l a n . 45

1) Yarın ne olacağı, 2) Rahimlerde olan, 3) Ki­ konusundaki bilgiyi Allah'a hasreden bir mâ­
şinin nerede öleceği, 4) Yağmurun ne zaman na yoktur. Aynı şey bir sonraki "rahimlerde
yağacağı, 5) Yarın ne kazanılacağı ve /veya kı­ yer tutanı O bilir" cümlesi için de geçerlidir.
yamet saati. Oysa ki, bu âyete atıf yapan Bu- Diğer üç husustaki bilgi Allah'a tahsis edilir­
harî'deki ilk iki rivayette tıpkı bu âyette oldu­ ken, bu iki husus tahsis olmadan zikredilir.
ğu gibi Allah'tan başkasının bilemeyeceği şey­ 45 Ey parçayı gören, parça parça yaşayan ve
ler sadece gelecekle sınırlıdır: 1) Kıyametin paramparça olan insan! Bütünü göremiyorsun,
zamanı, 2) Kişinin yarın ne kazanacağı, 3) Ki­ bir adım sonra başına neyin geleceğini bilemi­
şinin nerede öleceği. Âyette "yağmur yağdıran yorsun, itiraf et! Bari gören ve bilen Allah'a
O'dur" buyurulmaktadır. Bu cümlede yağmur inan ve O'na teslim ol!
SEBE' SÛRESI
Nüzul: 76
Mushaf: 34

Sûre Sebe' adını, 15-20. âyetlerinde sözü edilen Sebe uygarlığından alır.
Sebe, Okyanus-Akdeniz arasındaki Baharat Yolu'na hükmeden Güney
Arabistan'daki su uygarlığının adıdır. Hadis ve tefsir kaynaklarında sûrenin
anıldığı tek ad budur.

Sûre Mekke'de inmiştir. Aksi görüşler ikna edici delillerden yoksundur. Ba­
zı âyetlerinin Medine D ö n e m i ' n e ait olduğu iddialarını, E n ' â m sûresinin gi­
rişindeki kriterler doğrulamaz.

Sûrenin iniş zamanını tesbitte, "Eğer Biz dileseydik onları yerin dibine geçi­
rir ya da göğü başlarında paralardık" mealindeki 9. âyet yol göstericidir. Bu
âyet, Isrâ 92'deki "İddia ettiğin gibi göğü başımızda paralamaksın" meydan
okumasına bir cevap niteliğindedir. Bu, Sebe'nin Isrâ'dan sonra indiğinin de­
lilidir. Konusuna bakarak sûreyi boykot sonrasına, peygamberliğin 11. yılı­
na yerleştirebiliriz. T ü m ilk tertiplerde L o k m a n - Z ü m e r arasında yer alır.

Sûre hepsi de Mekkî olan Fatiha, En'âm, Kehf ve Fâtır sûreleri gibi Allah'a
h a m d ile başlar. İnsanın kula ya da maddeye kulluğuna yol açan şirki red­
deder. Görünen âlemin görünmeyenle, parçanın bütünle, her şeyin her şey­
le, ve her şeyin Allah'la deruni bağlantısına vurgu yapar. Varlığın anlam ve
amaçlılığına dikkatimizi çeker (1-5).

Göğün ve yerin bilgisinin göze görünenden ibaret olmadığını, bunun görün­


meyene nisbetle çok az olduğunu vurgulayan 9. âyet, zımnen muhatapları­
nı görülmeyeni bilmek için çaba göstermeye teşvik eder. Bunun sonucunda
elde edilecek kudret ve ihtişam varlığın yaratılış amacına uygun da kulla­
nılabilir, aykırı da. Birincisine Davud ve Süleyman örnekleri verilir (10-14).
İkincisine ise Sebe Uygarlığı (15-21). Fakat bütün bu örneklerin ortak bir
yanı vardır: Dünyevî her iktidar geçicidir, kalıcı olan Allah'ın mutlak ikti­
darı ve âhiretin ebedi mutluluğudur.

Bu mutluluk ancak diri bir Allah bilinciyle elde edilir. Tıpkı 46. âyette bu-
yurulduğu gibi: "Size tek bir öğüdüm var: ister başkalarıyla beraber ister
yalnız basmayken, Allah'ın huzurunda bulunduğunuzu asla (unutmayın)"

Sahici olanın kalıcı, sahte olanın geçici tabiatına atfın ardından (49) gelen
şu âyet, hidayetin mahiyetine de dikkat çeker: "Eğer yoldan saparsam, ken­
di aleyhime sapmış olurum,- yok doğru yolu bulursam, Rabbimin bana yol
göstermesi sayesinde bulmuş o l u r u m " (50).

Sûre çoğunluğa göre 54, Şam ekolüne göre 55 âyet olarak taksim edilmiştir.
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA
1 HAMD, tümüyle göklerde ve yerde var tir: işte böylelerini sınırsız bir bağış ve ta­
olan her şeyin gerçek sahibi Allah'a mah­ rifsiz güzellikte bir rızık beklemektedir. 7

sustur; yine hamd öteki âlemde de, tü­


1
5 Ama mesajlarımızı amacmdan mah­
müyle O'na mahsus olacaktır: zira yal­
2
rum bırakmak için çaba gösterenlere ge­
nız O'dur her hükmünde tam isabet kay­ lince: işte böylelerini de, (bu) çirkinlikten
deden, her şeyden haberdar olan. 2 Topra­ dolayı acıklı bir azap beklemektedir.
ğa giren ve oradan çıkan her şeyi, yine
gökten inen ve göğe yükselen her şeyi O 6 BİLGİ ve bilginin amacını kavrama ye­
bilir,- ne ki tarifsiz bağışlayan da, eşsiz
3
teneğiyle donatılmış olanlar, Rabbinden
8

merhametin kaynağı olan da yine O'dur. sana indirilenin hakikatin ta kendisi ol­

3 Ama küfürde direnenler "(Kıyamet) Saa­ duğunu,- ve O yüceler yücesi, O tüm öv­
gülere lâyık olanın yoluna yönelteceğini
ti asla gelip bizi bulmayacak!" dediler.
görmektedirler.
De ki: "Hayır, Rabbime andolsun ki o
mutlaka gelip sizi bulacaktır!" 7 Beri yanda inkâra saplanmış olanlar
(yandaşlarına) derler ki: "Siz paramparça
O, idraki aşan hakikatleri bilendir. Gök­ 4

olup dağıldıktan sonra, size yeniden yara­


lerde ve yerde zerre kadar bir şey bile
tılacağınızı haber veren bir adam göstere­
O'nun bilgisinden kaçıp kurtulamaz: İs­ 5

lim mi? 8 O uydurduğu yalanı Allah'a mı


ter bundan daha küçük olsun, ister daha
isnat ediyor, yoksa kendisinde delilik be­
büyük; bütün bunlar kesin ve net bir ya­
lirtileri mi var?"
zılım ve yasayla kayıt altına alınmıştır. 6

4 Ki böylece O, iman eden ve imanla Hayır! Asıl ahirete inanmayan kimseler,


uyumlu eylem üretenleri ödüllendirecek- can yakıcı bir terk edilmişliğe ve en uç
9

1 Bir sonraki cümlede yer alan âhiret kelime­ cümlenin anlamı şöyle olur: "Hayır, idraki
sinin buradaki zımni karşılığı "bu dünya"dır. aşan hakikatleri bilen Rabbime andolsun
Şükür sadece verince, hamd verince de alınca ki..." Ğayb'm "idraki aşan hakikatler" anlamı
da yapılır. Zira: 1) Her şey O'nundur. 2) O ver­ için krş. 53/Neml: 65, not 67.
diğinden bir kısmını alınca, geriye kalan yine 5 Benzer bir âyet için bkz. 69/Yûnus: 61.
O'nundur. 3) Daha büyüğünü vermek için ala­ 6 Fi kitabin mubinirideki lugavi belirsizlik ve
bilir. 4) Daha büyüğünü de alabilirdi. 5) Yeni­ lafzî apaçıklığın izahı için bkz. 70/Hûd: 6.
den verecek biri varsa yine O'dur.
7 Mağfiretim ve rizicun'daki belirsizlik, çeviri­
2 Bkz. "(Cennete girince) diyecekler ki: Hüznü ye "sınırsız" ve "tarifsiz" olarak yansımıştır.
bizden gideren Allah'a hamd olsun!" (42/Fâtır: 34)
8 Lafzen: "bilgi verilmiş olanlar", ('llm'in tari­
3 "İnen" ve "çıkan", maddî-mânevî bir çok şe­ fi için bkz. 79/Enbiya: 74, not 75)
yi kapsar: yağmur-filiz, vahiy-dua, nüzul-mi-
9 'Azağ'ın kök mânasına dayanarak (Bkz:
raç, melek-ruh, gazap-isyan, akıbet-eylem...
7/Kalem: 33, not 29). Açıktır ki dalâl ile bilik-
Âyetin devamı, bu son iki şıkkı teyit eder.
te, üstelik ondan önce kullanılan 'azâb muha­
4 İlk âyetin sonundaki Allah'ı gösteren zami­ tapların ahiretteki değil dünyadaki halini ifa­
rin ikinci haberi olarak. Yok eğer Rabbrnin sı­ de etmektedir. Dolayısıyla buradaki 'azâb âhi­
fatı olarak okunursa, bu durumda bir önceki rette değil dünyada yaşanan ve kelimenin kök
Nûzûl: 76 Mushaf: 34 l > < H > ; , , 76/SEBE'SÛRESİ t > > < g > < | 537

noktada bir sapıklığa mahkûm olacaklar. de (öyle yapın ey) k u ş l a r ! " 14

9 Onlar gökten ve yerden ne kadarını ön­ Dahası, Biz ondaki bütün katılığı ve sert­
lerine serdiğimize, ne kadarını da kendi­ liği yumuşattık 15
(ve dedik ki): 11 "işleri
lerinden gizlediğimize bakmazlar m ı ? 1 0 en güzel, en ideal bir şekilde hakkını ve­
Eğer Biz dileseydik, onları yerin dibine rerek yap ve onlar arasındaki ölçü ve
geçirir ya da göğü başlarında paralardık. uyumu g ö z e t ! " 16

Şüphe yok ki bütün bunlarda, O'na yöne­ Ve hepiniz Allah'ı razı edecek işler yapın!
len her bir kul için mutlaka alınacak bir Çünkü Ben, yaptığınız her işi görmekte­
ders vardır. 11
yim.

10 DOĞRUSU Biz Davud'u da katımız­ 12 SÜLEYMAN'IN emrine de rüzgarı


dan (işte bu nedenle) ödüllendirmiştik: 12
âmâde kıldık: onun gidişi bir aylık mesa­
"Ey dağlar! Onun sesine ses k a t ı n ! 13
Siz feyi, dönüşü yine bir aylık mesafeyi bulu-

anlamıyla Allah'la ilişkinin kesilip, terk edil­ 15 Lafzen: "onun için demiri yumuşattık".
me cezasıdır. Bu da bir tür dünyada çekilen Tercihimiz hadid kelimesinin mecazi anlamı­
vicdan azabıdır (Krş: Elmalılı). na dayanmaktadır. Kâf 22. âyette "bakışın bu­
10 Veya: "Ne o, yoksa onlar gök ve yerden du­ gün daha keskin" derken hadîd bu mecazi an­
yularına sunulan ve duyularının ötesinde olan lamıyla kullanılır (Bu anlama ulaşmamda
şeyleri görmeyecek kadar kör müdürler?" Bu Esed'in katkısını yad etmek zorundayım). Ge­
anlamda duyularla algılananın ötesinde tabia­ leneksel tefsirin lafzî anlamda aldığı hadid
tın duyularla algılanamayan bilgilerine de sa­ (demir) kelimesi, Arap dilinde mecazen "sert
hip olmak teşvik edilmektedir. Zımnen: insan mizaç, keskin tavır için kullanılır. Türkçe'ye
de geçmiş olan hiddet aynı anlama gelir [Li­
maddî varlıkların dâhi çok az bir kısmını bili­
sân-, Tâc ve hassaten Esâs).
yorsa, ya maddî olmayan varlıklar hakkındaki
bilgi yetersizliğini varın siz düşünün. 16 Metindeki sâbiğât (t. sabiğah) "ideal, mü­
kemmel, bol, tam, kapsamlı, dökümlü, o işin
11 Allah'a yönelenlere neler vaad edildiği, Hz.
hakkını vererek yapmak" anlamına gelir ve
Davud örneği üzerinden verilecektir.
çoğul kullanımda genellikle isim işlevine sa­
12 Yani: Tevbe edip Rabbine yöneldiği için.. hiptir [Lisân ve Külliyât). Vmel sâbiğâtin ibare­
Bir önceki âyetin sonundaki "yönelme", Hz. sini, hemen arkadan gelen i'melû sâlihan iba­
Davud'un tevbesine üstü kapalı bir atıf içer­ resinin ışığında i'mel sâlihâtin çağrışımıyla
mektedir (Bkz: 55/Sâd: 24). anlamak gerekir. Serd, "bir bütünü oluşturan
13 Evb, "bir tür dönme, geri gelme", te'vîb "se­ parçaların birbiriyle uyumlu ilişkisi" anlamı­
sin yankı yapıp daha gür dönmesi" (Krş: 79/En- na gelir [Lisân). Bu ibare "zırh imali" gibi zana­
biya: 79). insan, canlı cansız demeden bütün atla ilgili maddî bir içeriğe sahip olmaktan da­
bir tabiatla deruni bir diyalog içinde olmaya ha çok (aynı durum Enbiya 80 için de geçerli­
çağrılmaktadır. Mezmurlardan: "Dağlar bal­ dir), vahyin eksenini oluşturan ahlâkî davranış
mumu gibi eridi" (12/Kadr: 5); "Ey dağlar, ey kalıplarıyla ilgili manevî bir içeriğe sahip olsa
tepeler! Neden koçlar, kuzular gibi sıçrıyorsu­ gerektir. Hemen ardından gelen "sâlih amel"
nuz?"; "Ey dünya, titre!" (24/Nâs: 6 ve 8). talimatı da bunu teyit etmektedir. Âyetin so­
14 Zımnen: Ey insanlar! Dağlar ve kuşlar gibi nu, hayatı dengeli yaşama çağrısıdır. Kur'an bu
siz de varlık korosuna katılıp o varoluş ilâhi­ çağrıyı farklı yerlerde farklı formlarla yapar
sini terennüm edin! (75/Lokman: 19; 94/Bakara: 143).
yordu. Ve ergimiş metal cevherini onun
17 (Biz de dedik ki): "Ey Davud'un inanç ai­
için akıttık; 18
yine cinlerden bir kısmı,
19
lesi,- şükretmek için çok çalışın! Ne ki,
24

Rabbinin izniyle onun emri altında çalı­ samimi kullarım arasında bile hakkıyla
şıyordu,- ve onlardan hangisi emrimizden şükreden pek azdır. 25

çıkarsa, ona çılgın bir a t e ş i n 20


azabını 14 (Süleyman'ın görkemli iktidarına rağ­
tattırıyorduk. 13 Onlar, arzusuna göre men) bir zaman geldi ölüm hakkındaki ya­
ona mabedler, 21
heykeller, 22
göletler gibi samız ona da hükmetti; bastonunu kemi­
yekpare dökümden havuzlar ve yere tes­ ren ağaç kurdu da olmasaydı, öldüğünü
bit edilmiş dev küvetler yapıyorlardı. 23
onlara bildiren bir delil asla olmayacaktı,- 26

17 Lafzen: "sabah çıkışı/akşam dönüşü.." Ge­ Kur'an'ın bu atıfları yapmaktan maksadı, cahi­
milerin rüzgar gücüyle gidiş gelişini hayvanla­ li geleneğin ürettiği görünmeyen varlıklarla il­
rın sabah çıkıp akşam dönüşüne benzeten me­ gili vehmi tasavvuru onaylamak değil, bunun
cazi bir kullanım [Mecaz). Hz. Süleyman'ın üzerinden ahlâkî öğüt vermektir.
inşa ettirdiği dillere destan deniz ticaret filola­ 20 Sa'ir'in bu anlamı için bkz. 32/lnsan: 4, not 7.
rına atıf olsa gerektir.
21 Lafzen: "mihraplar". Mihrah (ç. meharîb),
18 Eski Ahid'de de geçtiği gibi Hz. Süley­ hem alet ismi hem de mübalağa kalıbıdır.
man'ın bakır, demir ve bakır katkılı metal ala­ "Korunan, uğruna savaşılan" anlamına gelir
şımları kullanarak inşa ettiği sanat şaheseri ve mabedi sembolize eder.
yapılara atıf (II. Tarihler 4: 1-18).
22 Eski Ahid'de şöyle bir ibare yer alır: "Ve al­
19 Veya: "cin (gibi ele avuca sığmayan) kimse­ tı basamak üzerinde iki tarafta 12 aslan duru­
lerden". Bu âyet, 41. âyet ışığında anlaşılmalı­
yordu." (I. Krallar 10: 20).
dır. Kur'an tıpkı şefaat konusunda olduğu gibi
cin konusunda da ilk muhataplarının tasavvu­ 23 Bu yekpare dökümden havuzlar ve dev kü­
runu reddeder. Tıpkı şeytan gibi cin kelimesi­ vetler Eski Ahid'de de yer alır (II. Tarihler 4:1¬
ni de, hem görünmeyen varlıklar hem de ender 6 II. Tarihler 4:6).
;

görünen türler için kullanır. Burada Hz. Süley­ 24 A/'in anlam alanı, kan bağına delalet eden
man'ın emri altında çalışan "cin gibi ele avuca ehl'den daha geniştir (Krş: 53/Neml: 57, not 60).
sığmayan", "cin fikirli" birileri kastedilse ge­ 25 Gereği gibi şükür, nimetin gerçek sahibini
rektir. Sâd 37'de aynı kimselerden "şeytanlar" bilmektir. İktidar ve refahın devamı, nimetin
diye söz edilmesi bu yorumu güçlendirir. Bu gerçek sahibinin bilinmesi ve şükrünün eda
durumda cin, hem melekler gibi görünmeyen edilmesiyle, yani onun bir emanet olduğunun
varlıklar hem de "cin gibi" zapt edilmesi zor bilincinde olarak üzerine tir tir titrenilmesiy-
ve bir o kadar da marifetli kimseler için kulla­ le mümkündür. Buradaki hitap bu âyetin tüm
nılan çok anlamlı bir kelimedir. Kur'an'da muhataplarınadır. Çünkü her mü'min muha­
"cin" bir cins isim, "şeytan" ise bir sıfat olarak
tap Davud'un inanç ailesine mensuptur.
kullanılır. Bundan dolayı "Allah şeytanı lanet­
ledi" denildiği halde, benzer bir ibare cinler 26 Zımnen: Cihana hükmeden Süleyman da ol­
için gelmez. Cinn'in bir anlamı da, bizatihi gö­ sa, her dünyevi iktidar gelip geçicidir. Allah her
iktidara, onu yıkacak birilerini musallat eder.
rünmez olmayıp o zamana kadar görülmemiş
Nitekim Hz. Süleyman'dan sonra kurduğu
bölge insanın yabancısı olduğu garip kimseler
muhteşem devlet oğlu Rehoboam'ın zevk ve se­
veya yabancı varlıklardır (Msl. 86/Ahkâf: 29¬
fahate dalması sonucu parçalanmıştı. Bu âyet­
32; 63/Cin: 1). Bazen de ilk muhataplarının ta-
ten, Hz. Süleyman'ın ölümü üzerine, bir iç kar­
savvurundaki muhayyel ve efsanevi varlığı ifa­
gaşaya meydan vermemek için sanki yaşıyor-
de eder (76/Sebe': 12-14 ve 79/Enbiya: 82).
nihayet (baston kırılıp) Süleyman devrilin­ yüzden Biz onların üzerine (barajlarını) yı­
ce, (bir gerçek) anlaşılmış oldu: eğer cinler kan şiddetli bir s e l gönderdik ve o iki has
31

gaybı bilmiş olsalardı, o küçük düşürücü bahçeyi, acı meyveli çalılar 32


ve ılgınlar­
cezaya katlanmalarına gerek kalmazdı. 27
la 33
kaplı, içerisinde birkaç sedir cinsi
a ğ a ç bulunan harap bir bahçeye çevirdik.
34

15 DOĞRUSU (bu), yurtlarında bir nice


28
17 İnkârda inat etmelerinden dolayı onla­
ibret bulunan Sebe halkı için de geçerliy­ rı işte böyle cezalandırdık: biz nankörler­
d i : sağdan ve soldan boylu boyunca uza­
29
den başkasını hiç cezalandırır m ı y ı z ? 35

nan cennetler (gibi bir doğa, hal diliyle


18 Biz (bu helakten önce) onlara, müba­
sanki şöyle sesleniyordu): "Rabbinizin si­
rek kıldığımız şehirlerle kendileri arasına
ze bahşettiği rızıktan nasiplenin, ama birbirine nazır beldeler inşa ed(ecek kud­
O'na olan şükrünüzü de eda edin! (işte) ret verjdik; ve bunlar arasında düzenli
tarifsiz güzellikte bir yurt ve tarifsiz ba­ ulaşımı temin ettik; (ve bu yolla) "Gece­
ğışlayıcı bir R a b ! " 3 0
ler ve gündüzler boyunca güvenli bir bi­
16 Ne var ki onlar yüz çevirdiler. İşte bu çimde yolculuk yapın!" (demiş olduk). 36

muş izlenimi verme amacıyla siyasî bir tedbir 30 Âyet sanki şöyle demektedir: Dünyadaki
alındığı da çıkarılabilir. Bu durumda âyet, bu her güzellik cennetteki aslına atıftır.
tür tedbirlerin dünyevi iktidann geçiciliği yasa­ 31 el-'Arim: 'Arame'den "şiddet ve çokluk",
sını değiştirmediğini ifade eder. Öte yandan ya da selin ismi olarak "Arim Seli" veya Ye­
âyet nüzul ortamı insanının cinlerin gaybı bil­ men ve Habeş lügatinde "suyu tutmaya yara­
diğine dair batıl inançlarını reddeder. Zımnen yan set, baraj" anlamına gelir (İbn Aşur).
der ki: Eğer cinler gaybı bilselerdi, Süleyman'ın
32 Dallarından misvak yapılan meyvesi acı
öldüğünü bilirler ve boşuna yorulmazlardı.
olan erak türünden çöl iklimine özgü çalılar.
27 Yukarıdaki Davud ve Süleyman örnekleri,
33 Yine çalı bitkilerinden olan bir ılgın (tama-
başta ilk muhatap Hz. Peygamber olmak üze­
rix) türü.
re tüm mü'minlerin iktidarla ilişkilerine ibret
olarak sunulmaktadır. Fakat aşağıdaki Sebe 34 Bunun bilinen sedir türleriyle bir yakınlığı
örneği, başta cahili muhataplar olmak üzere olup olmadığını bilmiyoruz. Elmalılı bunu
tüm inkarcıların iktidar tasavvurlarına yöne­ "kara yemiş" diye de bilinen "Arabistan kira­
lik bir uyarıdır. zı" olarak niteler. Gölgesi en geniş ağaç olarak
takdim edilmesi yaprağını dökmediğinin deli­
28 Yani: 'dünyevî iktidarın geçiciliği' yasası.
lidir. Metinde "az" olduğu vurgulandığına gö­
Krş. "o (iyi ve kötü) dönemleri Biz insanlar ara­
re, muteber bir bitki türü olmalıdır. Bir çeşit
sında döndürür dururuz" (98/Âl-i İmran: 140).
çam olan bilinen sedir türlerinden biri olması
29 Sebe (Eski Ahid'de Şiba), milattan önceki da muhtemeldir. Sedir için ayrıca bkz.
bin yılda Hadramevt, Yemen, Necran ve Habe­ 26/Necm: 14, not 8.
şistan'ın bir bölümünü içine alan ve okyanus­
35 Nankörlüğün kendisi bir cezadır, nankörlük
la Akdeniz arasındaki Baharat Yolu'nu elinde
edenden nimetin alınması ikinci bir cezadır.
bulunduran gelişmiş bir su uygarlığı. Arim Ba­
rajı, kadim çağların en büyük yapay su göletiy- 36 Verilen her nimet, tıpkı inen bir vahiy gibi
di. İlk yıkılışı miladi 215 tarihinde Roma im­ okunup anlaşılması gereken bir mesaj taşır.
paratoru Decius dönemine rastlar. Sebe halkı­ Vahyin ilk muhatapları dolaylı olarak uyarılı­
nı teşkil eden Kahtân kabileleri bu felaketin yor; nitekim onlar doğrudan da uyarılmışlardı
ardından dağılarak kuzeye göç ettiler. (67/Kasas: 57 ve 21/Kureyş: 1-4).
19 Buna rağmen onlar "Rabbimiz! Sefer bin her şeyi görüp gözetmektedir.
menzillerimiz arasındaki mesafeyi uzat!"
dejmeye getirjdiler ve böylece kendileri­
37 22 DE Kİ: "Allah dışında, (kendilerinde
ne zulmetmiş oldular. Bunun üzerine Biz tanrısal güç) vehmettiklerinizi çağırın.
de onları geçmişin efsanelerine döndür­ Ne göklerde ne de yerde onların zerre ka­
dük ve param parça edip dağıttık. 38 dar bir gücü yoktur,- üstelik onlar bu iki­

Hiç şüphesiz bütün bunlarda, derin bir sinin (yönetiminde) bir ortaklığa da sahip
değiller; dahası O onlar arasından kendi­
şükran duygusuyla O'na kullukta dire­
sine bir yardımcı da a t a m a m ı ş t ı r . " 40
23
nen herkes için mutlaka alınacak dersler
O'nun nezdinde, kendisi lehine izin ver­
vardır.
dikleri dışında hiç kimse için şefaat fayda
20 Ve doğrusu iblis, onların aleyhinde ka­
vermez: 41
nihayet (kıyametin) dehşeti
naat belirtirken yanılmamıştı; nitekim
(ödül tevdi edeceklerin) kalplerinden gi­
bir gurup inanan hariç geri kalanların
derilince 42
(ödüllendirilenler) soracaklar:
hepsi ona uydular. 39
21 Oysa ki onlar
"Rabbiniz sizin hakkınızda ne buyurdu?"
üzerinde onun zorlayıcı hiçbir gücü yok­
Berikiler "Hak neyse onu: zaten mükem­
tu; sadece ahirete inanan kimseleri on­
mel olan da, büyük olan da sadece
dan kuşku duyanlardan seçip ayıralım di­
O'dur" 43
diyeceklerdir.
ye (ona izin verdik]: nitekim senin Rab-

37 Veya bir kıraatta inşa değil haber olarak: tüm şefaat âyetleri; "onlar, O'nun hoşnut ve ra­
"Rabbimiz sefer menzillerimiz arasındaki me­ zı olmadığı hiç kimseye şefaat edemezler"
safeyi uzattı." Tercihimiz şu anlama gelmekte: (79/Enbiya: 28) ve "De ki: şefaat yetkisi tama­
şükredecekleri yere fiili nankörlük yaparak hal mıyla ve sadece Allah'a aittir" (77/Zümer: 44)
lisanıyla böyle demeye getirdiler. Üslûp bize, âyetleri ışığında anlaşılmalıdır. Bu da şefaat'in
her nankörün nankörlüğünün "Bu nimeti ben­ Allah'a ait bir yetkinin kula devri değil, Al­
den al!" bedduası olduğunu öğretmektedir. 15. lah'ın takdir ettiği ödülün sahibine tevdii oldu­
âyetle başlayan bu sembolik üslûpta, hal dili­ ğunu gösterir. Ödülü veren Allah'tır. Ödülü
nin konuştuğu mecazi bir diyalog hakimdir. takdim izni verdiği kimseyi de böyle onurlan­
38 Çölleşmenin getirdiği güneyden kuzeye dırır. Dolayısıyla ödülün asıl sahibinin onu su­
doğru başlayan göç dalgaları kastedilmektedir. nan olmadığını ifade eder. Âyetin öncesi de
ödülü gerçek sahibi dışında kimseden isteme­
39 İblis: "onların çoğunu nankörlük eden
meyi ifade etmektedir (Şefaatle ilgili ayrıntılı
kimseler olarak bulacaksın" demişti
bir sayım-döküm için bkz. Zümer: 44, not 47).
(56/A'râf: 17 ve 68/lsra: 62).
42 Buradaki diyalog ödül verilenlerle o ödülü
40 Allah dostlarının ve din önderlerinin, Allah
sahiplerine tevdi etmekle onurlandırılanlar
nezdinde aracılık yapacağına ve ayrıcalık elde
arasında gerçekleşecektir. Anlaşılan o ki bu
edeceğine dair tüm tasavvurların reddi.
ikinciler de büyük korku ve endişe yaşayacak­
41 Limen'in hem şefaat edilen hem de şefaat lardır. Fakat onların endişesi ödül takdim izni
edeni kastetme ihtimaline binaen "kendisine çıkınca giderilmiş olacaktır.
izin verdikleri dışında hiç kimsenin şefaati fay­
43 Hem "şefaat konusundaki hakikat neyse
da vermez" anlamı da verilebilir. Fakat burada­
onu", hem de "herkes neyi hak ettiyse onu"
ki lâm'm da gösterdiği gibi tenfa'u fiili tümlece
anlamına gelir. Ama özellikle ödül sahibinin
geçmeyip özne üzerinde kaldığı için şefaatin
tür olarak tamamı olumsuzlanmıştır. Bu ve sadece Allah olduğu ve bu nedenle de ödülün
24 Sor onlara: "Göklerden ve yerden size miştir: (o gün geldiğinde) ne onu bir an
rızık veren kimdir?" erteleyebilir, ne de atlatabilirsiniz".
"Allah'tır!" de (ve ekle): "Şu takdirde biz 31 İnkarda ısrar edenler dediler ki: "Biz­
ya da siz ama mutlaka (ikimizden biri)
; ler ne bu Kur'an'a inanırız, ne de geçmiş
doğru yoldaysa, diğeri de derin bir sapık­ vahiylerden bugüne kalanlara."
lığa gömülmüş demektir."
Sen o haddini bilmezlerin, 46
Rablerinin
25 De ki: " N e siz bizim suçlarımızın he­ huzuruna tutuklanmış olarak getirildik­
sabını vereceksiniz, ne de biz sizin işle­ leri zaman suçu (nasıl) birbirlerine attık­
diklerinizin hesabını." 26 De ki: "Rabbi-
larını bir görmeliydin!
miz bizi (bir gün) bir araya getirecek ve
Mustaz'aflar 47
büyüklük taslayanlara
aramızda hükmünü hakkıyla verecektir:
"Siz olmasaydınız eğer biz kesinlikle ina­
zira O her hükmü hakkıyla verendir, her
nanlardan olacaktık" diyecekler. 48

şeyi ayrıntısıyla bilendir."


32 Büyüklük taslay anlar mustaz'aflara
27 De ki: "Ona ortak olarak tasavvur et­
" N e ! Ayağınıza kadar gelen hidayetten
tiklerinizi bana bir gösterin bakayım! As­
sizi Biz mi mahrum ettik yani? Asla! Siz
la yapamazsınız! Aksine O mutlak üstün
ve yüce olan, her hükmünde tam isabet zaten günahı hayat tarzı haline getirmiş­

kaydeden Allah'tır." tiniz!" diye cevap verecekler.


33 Bu kez zayıf bırakılanlar büyüklük
28 (EY NEBÎ!) Biz seni ancak, bütün insan­ taslayanlara "Hayır" diye itiraz edecek­
lık için bir müjdeci ve uyarıcı olarak gön­ ler, "(İşiniz gücünüz) gece gündüz dolap
derdik; ama insanların çoğu bunun farkına çevirmek! Hatırlasanıza bir; bize Allah'a
dâhi varmamış olacaklar 29 ki, "Bu vaad
44
yabancılaşmamızı ve O'na eşdeğer rakip
ne zaman gerçekleşecek; eğer sözünüze güçler 49
tanımamızı dayatıyordunuz!"
sadıksanız (söyleyin)?" diyorlar. 45
Derken onların tümü de asıl pişmanlığı,
30 De ki: "Sizin için bir gün tesbit edil- kendilerini bekleyen azabı görünce yü-

kime verileceğini belirleme hakkının da zatı­ di. Belli ki, kendilerini ezenlerin sahip olduk­
na ait olduğu gerçeğini ifade eder. ları güç ve servete gıpta ediyorlar, buna kavuş­
44 Yani: müjde ve uyarının ne anlama geldiği­ manın yolunun onları izlemekten geçtiğini
nin farkına dâhi... düşünüyorlardı. Onları böyle bir akıbetin bek­
lediği hiç akıllarına gelmemişti. Bu nedenle
45 Bu sorunun cevabı verilmiştir: "Onun bil­
mazeretleri geçersizdi. Kur'an'da üç tip mus-
gisi yalnızca Rabbimin katmdadır, onun vak­
taz'af yer alır: Sorumluluğunu yerine getirdik­
tini O'ndan başka da ortaya koyacak kimse
leri için övülenler (67/Kasas: 5), buradaki gibi
yoktur" (56/A'râf: 187).
yerilenler, nötr olarak söz edilenler (104/Nisâ:
46 Zâlimûn'un bağlama en uygun vurgusu 75). Buradaki mustaz'aflar, sırf sorumluluktan
(Bkz: 79/Enbiya: 29, not 38). kaçmak için haklarından vazgeçenlerdir. Bu
47 Fiilin kalıbı gereği hem toplumun zayıf onları sadece ezilen değil, aynı zamanda onur­
görme isteğini ve zayıf bırakanların zulmünü, suzlar sınıfına dahil etmiştir Ayrıca bkz.
hem de zayıflıklarını kendilerinin kabullen­ 65/lbrahim: 21, not 23).
mişliğini ifade eder. 49 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 81/Fussi-
48 Kötüyü izlemek onların kendi tercihleriy- let: 9, not 11.
542 76/SEBF SÛRESİ • N û z û l : 7 6 M u s n
af: 3 4

reklerinin en derinlerinde yaşayacaklar; 50 yen kimseler var ya: işte onları yaptıkla­
zira Biz inkârda ısrar edenlerin boyunları­ rına karşılık ödülün en katmerlisi bekle­
na halkalar geçireceğiz: 51
hem yaptıkları­ mektedir; ve onlar yüce köşklerde, 52
hu­
nın bunun dışında bir karşılığı mı var? zur ve güven ortamında yaşayacaklar. 38
34 Ve ne zaman Biz bir topluma uyarıcı Ama âyetlerimizin amacını geçersiz kıl­
göndermişsek, oranın refah içinde şımar­ maya çalışan kimseler, azabın içerisinde
mış seçkinleri "Sizinle gönderilen şeyin (yaptıklarıyla) yüzleşecekler. 53

ısrarlı inkârcısıyız" derler. 35 Yine, "Biz 39 Tekrar et: "Şüphe yok ki, isteyen kul­
servet ve soy açısından sizden daha güç­ larına rızkı açmayı da, onun lehine sınır­
lüyüz: bu durumda bizim cezaya çarptı­ landırmayı da dileyen benim Rabbim­
rılmamız söz konusu olamaz" derler. dir; 54
ama siz her ne infak ederseniz O

36 De ki: "Şüphe yok ki isteyene rızkı aç­ onun yerini hemen doldurur; 55
zira O rı-

mayı da, sınırlandırmayı da dileyen be­ zık verenlerin en hayırlısıdır. 56

nim Rabbimdir; fakat insanların çoğu bu­ 40 Ama (o haddini bilmezlere gelince);
nu) n hikmetini] dâhi kavrayamaz." bir gün onların tümünü bir araya getire­
37 Sizleri Bizim katımıza yakın kılacak cek ve ardından meleklere soracağız:
olan ne servetinizdir, ne de soyunuz; fa­ "Bunların tapındıkları siz miydiniz ? " 5 7

kat iman eden ve imanla uyumlu iş işle­ 41 (Melekler): "Aşkın olan zatını tenzih

50 Bu ibareyle ilgili ayrıntılı bir açıklama için 55 Yani: "verilen şeyin azalacağı" önyargısı
bkz. 69/Yûnus: 54, not 71. her zaman ve her şey için geçerli değildir. Akıl­
51 Kölelik işareti olan halkalar: çünkü onlar cı bir bakış açısını aşan, azalma ve çoğalmanın
benliklerine köle, kula ve eşyaya kul oldular. tek ölçütünün rakamlar olmadığını anlar. Ve
Allah'ın, kendi rızası için verilenin yerini bere­
52 Krş. 40/Furkan: 75 ve 89/Ankebût: 58.
ketle, huzurla, iç enerjiyi artırarak doldurdu­
53 Muhdarûn, "hazır bulunmak, huzura çık­ ğunu görür. Âhirette göreceği ise dile dâhi ge­
mak, yargılanmak için yargıç önüne çıkmak"
tirilemez. Rasyonel matematikte 40'tan bir çı­
gibi anlamlara gelen hudûr'dan. İhdâr, yüzleş­
karsa 39 kalır, iman matematiğinde 40'tan bir
tirmek üzere birini bir yerde hazır bulundur­
çıkarsa 400 kalır. Bunun adı "bereket"tir. Bu­
mak. Fî edatı zaten "içinde bulunmayı" ifade
nu anlamak için akıl tek başına yetmez, iman
ettiği için muhdarûn mücerret tekitten öte bir
da gereklidir: "Allah faizin bereketini alır ve
anlam taşır (İbn Aşur, Rûm: 16'nın tefsirinde).
emanete sadâkat için yapılan hayrı (kattığı be­
Bu da bizce "yaptıklarıyla yüzleşme" ya da
reketle) artırır" (94/Bakara: 276).
"kendisiyle yüzleşme" demektir.
56 Bu durumda yalmzca eldekinin çoğalması
54 Buradaki lehu, metne parantez içindeki yan
değil, eldekinin azalması da rızık olmaktadır.
anlamı kazandırır. Bu, parçayı gören insanın,
Mal azalınca sabır artıyorsa, gelir azalınca ka­
bütünü ve parçanın o bütün içerisindeki ger­
naat artıyorsa, servet azalınca cennet artıyorsa,
çek yerini gören Allah'a teslim olma imâsını
bu durumda rızık nedir? Daha da önemlisi,
içerir (Krş: 94/Bakara: 216). Men yeşa' formu­
böylesi bir durumda kayıptan söz edilebilir mi?
nu parantez içi ibareyle birlikte çevirimiz için
69/Yûnus: 25 ve Nur: 21 ile ilgili notlara bkz. 57 Metin, "Size tapınanlar bunlar mıydı?"
36. âyette rızık olarak farklı iki kişiden, bu şeklindeki bir çeviriye de izin verir. Fakat 41.
âyette ise bir kişinin rızık açısından iki farklı âyette verilen cevap bu alternatifi devre dışı
durumundan söz edilmektedir (Krş: Elmalılı). bırakmaktadır.
ederiz ki onlar değil, Sensin bizim veli­ açıkça büyüleyici bir sözden başka bir
miz! 58
Hayır, onlar öteden beri cinlere ta­ şey değil" dediler.
pıyorlardı; bunların çoğu onlara iman et­ 44 Halbuki Biz onlara ne okuyup öğrene­
mişti!" diyecekler. 59
cekleri vahiyler, ne de senden önce bir
42 Derken (Allah şöyle buyuracaktır): uyarıcı göndermiş değildik.
"Sizden hiçbiriniz bir diğerine bugün ne 45 Dahası onlardan öncekiler de yalanla­
yarar, ne de zarar verecek güce asla sahip mışlardı,- ama onlara verilen (manevî ni­
değilsiniz!" metler, bu ümmete) verilenin onda birine
Ve o gün haddini bilmezlere şöyle sesle­ bile ulaşmamıştı; buna rağmen elçileri­
60

niriz: "Kendisini yalanlayıp durduğunuz mi yalanladılar ve sonuçta inkâr nasıl


ateşin azabını tadın bakayım!" olurmuş gördüler. 61

43 Ve âyetlerimiz onlara açık ve seçik 46 De ki: "Size tek bir öğüdüm var: ister
olarak aktarıldığında dediler ki: "Bu sizi başkalarıyla beraber ister yalnız basınay­
öteden beri atalarınızın taptıklarından ken, Allah'ın huzurunda bulunduğunuz
uzaklaştırmaya çalışan birinden başkası gerçeğini asla (unutmayın)! Sonra arka­
62

değil." Bir de şunu eklediler: "Bu (Kur'an) daşınızda delilikten eser olmadığını dü­
uydurulmuş düzme koşma bir (mesajdan) şünün: onun tek yaptığı, önünüzde bek­
ibarettir." Nihayet inkârda direnenler leyen şiddetli mahrumiyete karşı sizi
ayaklarına kadar gelen hakikat için, "Bu uyarmaktır. 63

58 Zımnen: İbadet, ibadet edenle ibadet edilen mayın! Bu bir tek öğüt, adeta kulluğun anah­
arasındaki velayet ilişkisidir. tarı mesabesindedir. Bu cümlenin irabında ih­
59 Kur'an'da cin kavramının çok anlamlı kul­ tilaf edilmiştir. Sebeb-i nüzul rivayetine bağlı
lanıldığına çarpıcı bir önek. Buradaki cinle okuma ısrarı, işi karıştırmıştır. Zemahşerî en-
"ins" ile birlikte kullanılan "cin" arasında tekûmû'nun bi-vâhidetin'i tefsir eden atf-ı be­
fark olsa gerektir. Buradaki "cin" hakikî, veh­ yan olduğu görüşündedir. Ebu Havyan buna
mi, izafî ve mecazî tüm çağrışımlara sahiptir. dil açısından haklı olarak karşı çıkar. Dilci
Nüzul ortamı insanının görünmeyen ve bilin­ Ebu Ali (el-Fârisî) en-tekûmû'yu vahide-
meyene dair tapınma derecesindeki korku ve tin'den bedel olarak okumuştur [Bahr). Bu ter­
o korkudan kaynaklanan perestişi dile getiril­ cihe şayandır. Bi-vâhidetin'i Süddi uluhiyyet
mektedir. Değilse Arapların taptığı envai çeşit tevhidine yorarak müstakil olarak lâ-ilâhe il­
put arasında hassaten cinleri temsil eden bir lallah ile açıklamıştır. Bu, kelimenin belirsiz
put bilinmemektedir. Dikkat çekici bir başka olmasından dolayı isabetsizdir. İbn Aşur'un
nokta da sorunun meleklere soruluyor olması­ dediği gibi bu bi-hasletin, bi-kadiyyetin mâna­
dır. Bu, nüzul ortamı insanının görünmeyen sına gelir [et-Tahrir). Mesnâ ve furâdâ haldir.
ve bilinmeyen konusunda kafasının hayli ka­ Cümlenin burada tamamlandığı görüşünü ter­
rışık ve evhamının esiri olduğunu gösterir. cih ettik. Fakat bir kısım kariler summe tete-
fekkerû ile başayan cümleyi de öncekinin de­
60 Ya da: "bunlara verdiklerimiz onlara ver­
vamı saymışlardır. Biz bu ikincinin müstakil
diklerimizin onda birine bile ulaşmamıştı".
bir cümle olduğu görüşüne dahil olduk (Bkz:
Tercihimiz Râzî'nin alternatif olarak sunduğu
Ebu Havyan ve İbn Aşur).
kişisel yorumuna dayanmaktadır.
63 Azab'm kök mânası olan "terk ve mahru-
61 Krş. 91/Hac: 44, not 65.
miyefe dayanarak (7/Kalem: 33, not 29).
62 Yani: Allah'a karşı esas duruşunuzu boz-
47 De ki: "Sizden hiçbir ücret talep etmiş 51 ASIL sen onları, şah damarlarından
değilim; o sizin olsun! Benim ücretimi yakalanıp kaçacak delik bulamamış bir
takdir etmek sadece Allah'a düşer: zira O halde dehşetten panikledikleri 67
zaman
her şeye fazlasıyla tanıktır." bir görmeliydin! 52 İşte onlar (o zaman)
48 De ki: "Şüphesiz Rabbim (batılın başı­ "Biz ona inandık!" diye haykırırlar. 68

nı) ebedi gerçekle parçalayacaktır; 64


O Ama bunca uzak mesafeden (kurtuluşa)
kimsenin bilmediği (geleceğin nelere ge­ zahmetsizce u l a ş m a k 69
nasıl ve nereden
be olduğunu) çok iyi b i l i r . " 65
mümkün olacak? 53 Oysa ki onlar daha
49 De ki: "Ebedi gerçek (gündeme) gel­ önceden inkâr etmişler ve (dünya gibi)
miştir: artık sahte ve yalan ne yeni bir uzak bir noktadan (âhiret gibi) idraki
şey ortaya koyabilir, ne de geçmişi geri aşan bir gerçeğe dil uzatmışlardı.
getirebilir." 54 Artık kendileriyle arzu ve özlemleri
50 De ki: "Eğer ben saparsam kendi aley­ arasına bir set çekilmiştir; tıpkı kendile­
hime sapmış olurum,- yok eğer doğru yol- rinden önce geçip gitmiş kafadarlarına
daysam, bu yalnızca Rabbimin bana ilet­ yapıldığı gibi: çünkü ötekiler de korku ve
tiği vahiy sayesindedir: şüphesiz O her endişeyle karışık bir kuşku içinde (helak)
şeyi işitir, O (kuluna şah damarından) olup gitmişlerdi. 70

çok daha yakındır. 66

64 Veya: "Rabbim başınıza vura vura hakkı si­ 70 Şekkwe murib''in birlikte aynı âyette kulla­
ze duyurmak istemektedir". nılması ikisinin eş anlamlı olduğunu söyle­
65 Lafzen: "gaybi". Ğayb'm bu bağlamdaki yenleri reddeder. Bu farkı korumak için tüm
açılımı "gelecekte olacaklardır". Bu mucizevi çevirimiz boyunca şekk i "şüphe" rayb'ı "kuş­
bir haberdir ve tarih vahyin muştusunun faz­ ku" olarak çevirmeye özen gösterdik. Şekk
"birbirine girdirmek" kökünden türetilmiştir.
lasıyla gerçekleştiğine şahit olmuştur.
Yakîn'in karşıtıdır. Daha çok seçememekten
66 Krş. "Biz insana şahdamarından yakınız" dolayı karıştırmaya delalet eder. Ayırdma var-
(36/Kâf: 16). mamakla alâkalıdır. Rayb Kur'an'da geldiği 17
67 Fezi'u'nun anlamı için bkz. 79/Enbiya: 103, yerde de "yeniden diriliş" ve "âhiret" bağla­
not 104. mında kullanılmıştır. İçinde "ya öyleyse" en­
68 Geçmiş zaman kipi kullanılmasına rağ­ dişesi bulunan kaygılı ve korkulu şüphedir.
men, buna benzer tüm bağlamlarda olduğu gi­ Âhiret bağlamında bu, "ya öldükten sonra bir
hayat varsa" endişesine tekabül eder. Benzet­
bi bununla murad edilen gelecek zamandır.
me yapacak olursak: Şekk ufukta görülen belli
Geçmiş zamanın kullanılması, "olup bitmiş
belirsiz bir karaltı hakkında duyulan histir.
gibi kesin bilin" mesajı vermek içindir (Krş:
Karaltı gibi görülen şey, aslı faslı olmayan bir
Zemahşerî).
yanılsama da olabilir, olmayabilir de. Eğer aslı
69 Tenavuş, "devenin suya kolayca dudak varsa dost da olabilir düşman da, taş da olabi­
uzatıp birkaç yudum alması". Dolayısıyla, ke­ lir insan da... Fakat rayb bakmaya gidenin geri
limenin kendisinde "zahmetsizce" anlamı dönmediği gizemli bir dağın arkası hakkında
mevcuttur. duyulan his gibidir. Endişeli bir kuşkudur.
ZÜMER SÛRESİ
Nüzul: 77
Mushaf: 39

dini sadece bu sûrede geçen (71-73) zumer ("zümreler/guruplar") keli-


^ m e ş i n d e n alır. Hz. Aişe'den nakledilen bir rivayetten, sûrenin daha ilk
nesil zamanında bu adla anıldığını söyleyebiliriz (Tirmizî).

Mekke'de inmiştir. Bazı âyetlerinin Medine'de indiği iddiası delilden yok­


sundur. E n ' â m sûresinin girişindeki kriterler de bu iddiayı doğrulamamak-
tadır. "Allah'ın arzı geniştir" (10) ifadesi, hicrete atıf yapar. Sûrenin uzun
âyetlerden oluşan üslubunun genel karakteri, bunun Habeş hicretinden da­
ha çok Medine hicreti olduğunu gösterir. Dolayısıyla sûre m u h t e m e l e n
boykot sonrasında inmiş olmalıdır. T ü m ilk tertiplerde Sebe'-Mü'min ara­
sına yerleştirilmesi bunu teyit eder. Peygamberliğin 11. yılına tarihlendiri-
lebilir.

Sûrenin ana teması İslâm akidesinin odağı olan tevhittir. Tevhidi zıddı olan
şirkle birlikte ele alır. Z ü m e r sûresi, vahyin çift kutuplu üslubunun en çok
göründüğü sûredir. Onun için de Kur'an'ın çift kutuplu/zıt kutuplu üslubu­
na alem olan âyet bu sûrede yer alır:

"Allah, öğretilerin en güzelini, biri diğerine atıf yaparak tekrarlanan, çift


kutuplu bir hitap olarak indirmiştir: (öyle bir hitap ki), Rablerine karşı de­
rin bir saygıyla titreyenlerin ondan dolayı tenleri ürperir; ardından Allah'ıjn
sonsuz rahmetini) hatırlayınca kalpleri ve tenleri yatışır" (23).

Tevhid, "inancı saf ve samimi, arı duru kılarak ibadeti yalnız Allah'a has­
r e t m e k " şeklinde defalarca formüle edilir (2, 3, 11, 14). "Kendini kaybet­
m e k " insanın en büyük hüsranıdır (15). Tevhid binasını tahrip eden şirk ta­
savvurları ayrıca ele alınır (33, 3 8 , 4 3 - 4 6 , 6 2 - 6 7 ) . Her tür şirk "Allah'ın ye­
tersizliği" sapık fikrine dayanır. "Allah kuluna y e t m e z mi?" diyen 3 6 . âyet
işte bu sapık düşünceyi reddeder.

Sûrenin 53. âyeti Kur'an'ın en müjdeli âyetlerinden biridir: "De ki: Ey ha­
yatını israf eden kullarım! Allah'ın rahmetinden ü m i t kesmeyin! Ç ü n k ü
Allah günahların t a m a m ı n ı affedebilir: zira O çok bağışlayandır, m e r h a m e t
kaynağıdır" (53). Âhiret hayatı bu t e m a çerçevesinde ele alınır.

Kûfelilerin 75 âyete taksim ettiği sûreyi Mekke, Medine ve Basra ekolleri


72 âyete taksim ederler.

*xgx«
546 77/zûMER SÛRESI Nüzul: 77 Mushaf: 39

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 BU ilâhi mesaj, her işinde mükemmel çünkü Allah yalanı tabiat haline getiren
olan, her hükmünde tam isabet kaydeden hiçbir nankörü asla doğru yola yönelt­
Allah katından indirilmedir: 2 bu ilâhi
1 mez.
mesajı gerçek bir amaçla elbette Biz in­
2
4 Şayet Allah bir çocuk edinmek istesey­
dirdik; şu halde, sadece Zâtına hasredil­ di, yarattıkları arasından elbet dilediğini
miş saf ve samimi bir borçluluk bilinciy­ seçerdi. (Ama) O yüceler yücesi bundan
le Allah'a kulluk e t ! 3
münezzehtir: O mutlak otorite sahibi bir
3 Değil mi ki böyle bir borçluluk bilinci­ tek Allah'tır. 5

nin en saf ve samimi olanı, sadece Al­ 5 O gökleri ve yeri gerçek bir amaçla ya­
lah'a has kılınanıdır! ratmıştır; o geceyi gündüzün başına sa­
O'ndan başkalarını sığınacak otorite edi­ rar, gündüzü de gecenin başına sarar,- yi­ 6

nenler, "Biz bunlara sadece bizi Allah'a ne O, her biri kendi mecrasında belirli bir
yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz!" süreye kadar akıp gidecek olan güneşi ve
(derler). 4
ayı da bir yasaya bağlamıştır. 7

Şu kesin ki, tartıştıkları her hususta Al­ Değil mi ki, sadece O mutlak üstün ve
lah onlar arasındaki hükmü verecektir: yüce olandır, tekrar tekrar bağışlayandır. 8

1 Burada Allah için kullanılan 'Azîz ve Hakîm lini sürdürme ve destek arama ihtiyacından
sıfatları, aynen Kur'an için de kullanılır. Da­ kaynaklanır.
hası burada bu iki sıfat el-kitâb'ı da niteleye­ 6 Kur'an'da gece-gündüz örneğinin geçtiği her
bilir. Bu da Kur'an'ın şuurlu bir özne oluşuna yerde olduğu gibi, burada da hak-batıl, iman-
delalet eder. Zımnen: Vahiy kendisine özne küfür mücadelesinin tabiatı dile getirilmekte­
muamelesi yapanın öznesi olur ve onu inşa dir. Tıpkı karanlığı güneş ve ayla etkisizleştir-
eder. Zira vahiy gerçek bir mürşid-i kâmildir. diği gibi, küfür ve batılı da vahiyle etkisizleş­
2 Bu ve 5. âyette geçen bi'l-hakk, "amaçsızlık" tirmeyi dilemiştir.
anlamına gelen bâtıl'm zıddıdır (Bkz: 65/lbrahim: 7 "Belirli bir süreye kadar": Evrenin mutlak
19, not 20). Ba edatının sebebiyye vurgusuyla
ve sonsuz olduğu düşüncesini red içindir. Tes­
mâna şöyle olur: "hakikati beyan nedeniyle.."
hir sırrı için bkz. 91/Hac: 37, not 58.
3 Dîn, köküne nisbetle "Allah'a borçluluk bi­
8 Ğâfir, bağışlayıcılık niteliğine sahip olandır.
lincini" ifade eder (Bkz: 17/Mâ'ûn: 1, not 1).
Ğafûr bağışlayıcılık rüteliğinin bir türü değil
4 Bu âyet tarih boyunca tüm şirklerin sahte her türü kapsadığına delalet eder. Fakat el-Ğaf-
mazeretini ortaya koyar. Esasen şirk Allah'ın fâr tüm günahları bir seferliğine bağışlama nite­
yetersizliği düşüncesinden neşet eder. Buradan liği olana değil, tüm günahları tekrar tekrar sı­
anlaşılan şirke bulanmış inanç sahiplerinin nırsız kez bağışlama niteliği olana denir. Bu
şirk nesnelerini birebir Allah yerine koymadık­ isimlerin üçü de Kur'an'da Allah için kullanılır.
ları gerçeğidir. Şirk koşulanların sadece "aracı" Bu durumda bu isimlerin üçü de Allah'ın gü­
olduğunu onlar da itiraf etmektedirler. Bu da nahkar kullarındaki üç ayrı duruma mukabil ol­
"uzak" Allah tasavvurunun bir sonucudur.
malıdır. Birincisi olan Ğâfir zâlim'in zulmüne,
5 Allah'a oğul isnadına dayalı tüm şirkler de ikincisi olan Ğafûr zalûm'ün zulmüne, üçüncü­
yine aynı sapmaya varıp dayanır: Yetersizlik. sü olan Gaffar da zallâm'm zulmüne karşılık
Zira çocuk edinme, ölümlü olan insanın nes­ olan ilâhî bağış ve affı ifade etse gerektir.
6 O sizi de bir tek canlı varlıktan yarat­ mını) bir bir haber verecektir: çünkü O
mış, ondan da eşini meydana getirmiş­ gönüllerde gizleneni hakkıyla bilir. 14

tir; yine O her iki cinsten dört tür hay­


9
8 Hem ne zaman insanoğlunun başına bir
vanı 10
sizin yararlanmanız için emre iş gelse, Rabbine yönelerek O'ndan yal­
âmâde kılmıştır, 11
O sizi (de) annelerini­ var yakar yardım ister,- ama O'nun saye­
zin karınlarında üç kat karanlığın göbe­ sinde bir nimete kavuşunca da, O'na ön­
ğinde birbirini izleyen yaratma aşamala­ ceden yalvardığını unutur ve başka var­
rından geçirerek halk etmektedir. 12
lıkları O'na eş ve denk saymaya başlar:
İşte Rabbiniz olan Allah budur: mutlak böylece başkalarını da O'nun yolundan
hakimiyet O'na aittir: O'ndan başka hiç­ saptırır.
bir ilâh yoktur. Böyleyken, nasıl (gerçeğe) (Bu gibisine) de ki: "Nankörlüğünle az bir
bunca mesafeli durabiliyorsunuz? süre keyif sür ama şunu da iyi bil ki, sen
;

7 Eğer nankörlük ederseniz, unutmayın ateşe lâyık birisin."


ki Allah size asla muhtaç değildir,- ama O 9 Yoksa (böyle biri), gece vakitlerinde
kullarının nankörlüğünden razı olmaz,- secde ve kıyamda durup kendisini ibade­
fakat şükredecek olursanız, işte O sizin te adayan, Âhiret kaygısı taşıyan ve Rab­
bu tavrınızdan razı olur. binin rahmetini dilenen kimseyle hiç ay­
Hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu nı tutulur mu?
taşımaz. 13
De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir
En sonunda dönüşünüz Rabbinizedir: o olur m u ? " 1 5
Ne var ki, sadece akleden
zaman size yaptıklarınızın (gerçek anla- kalbe sahip olanlar bunu kavrayabilir."

9 Buradaki nefs'in "Âdem" olduğunu söyle­ 10 Lafzen: "..çiftlerin sekizi.." Deve, inek, ko­
mek yoruma açıktır. Dolayısıyla ondan yaratı­ yun, keçi türlerinin erkek-dişi çiftleri kaste­
lan "eş"in Havva olduğunu söylemek de öyle­ dilmektedir.
dir. Arapça'da zevç her iki cins için de kullanı­ 11 Buradaki enzele (Krş: 56/A'râf: 26), bir üst
lır. Ne/s ise mânevi dişil bir kelimedir. Yahudi âyetteki sahhara ile benzer bir anlama sahiptir.
kültüründen Araplara geçen "Kadın kaburga
12 Embriyolojik açıdan "üç kat karardık", rahim
kemiği gibidir, zorlarsan çabuk kırılır" anlayı­
içinde olup cenini saran ve "amniyon, koriyon,
şı nüzul ortamında yaygın kabul görmüş, Efen­
decidua" denilen üç koruyucu zan ifade eder.
dimiz de "Kadın kaburga/kürek kemiği gibi­
dir.." buyurmuştur (Buhârî ve Müslim). Tabi 13 Vizr için bkz. 44/Tâhâ: 87, not 68.
ki bölgede atasözü haline gelmiş bu sözün as­ 14 Zatu's-sudûr için bkz. Enfal: 43, not 49.
lının Yahudi kültürüne ait olması sözün yanlış 15 "Bilgi neyi bilmektir?" sorusunun cevabı.
olduğu anlamına gelmez. Zira bu söz kadının Bu âyet vahye göre bilmenin yönünün ahlâk­
hassas, nazik ve nazenin yaratılışına bir atıftır. tan bilgiye doğru olduğunu gösterir. Zira âye­
Bu hadis öncekinin girdiği kaynaklara "Kadın tin başı eyleme işaret eder ve ahlâk eylemden
kaburga/kürek kemiğinden yaratılmıştır" (Bu­ ayrı düşünülemez. Bu durumda âyetin açılımı
hârî 64:2, 3153) şeklinde de girmiştir ki, bu ay­ şudur: "Hiç haddini bilenlerle bilmeyenler bir
nen "İnsanoğlu aceleci bir yaratılışa sahiptir" olur mu?" İlim, "veri ve data" anlamındaki
(79/Enbiya: 37) veya "Allah sizi güçsüzlükten malumattan farklıdır. İlim, türetildiği alamet
yaratmıştır" (88/Rûm: 54) âyetine benzer bir mastarının da gösterdiği gibi bir "işaret"tir. Bir
kullanımdır ve elbette mecazdır.
548 Nüzul: 77 Mushaf: 39

10 (Ey Peygamber!) De ki: "(Allah şöyle bu­ Uyar: "Gerçek şu ki, asıl hüsrana uğra­
yurur): Ey iman eden kullarım! Rabbinize yanlar, Kıyamet Günü hem kendilerini
karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun; hem de yakınlarını hüsrana uğratanlar­
akıbet, bu dünyada iyilik yapanları (öte dır: 16
bakın bu, işte bu değil midir açık
dünyada) güzellikler beklemektedir; iyi bi­ kayıp? 16 Onları, üstlerinden ateş taba­
lin ki Allah'ın arzı geniştir: şüphesiz sabre­ kaları kuşatacak, altlarından da (ateş) ta­
denlere, karşılıkları hesapsız verilecektir." bakaları..."
11 De ki: "Elbet ben, dini Allah'a has kı­ İşte bu yolla Allah kullarının kalbine
larak yalnız O'na kulluk etmekle emro- korku salıyor. 17

lundum,- 12 bir de, Allah'a teslim olanla­ Ey Kullarım! Bana karşı sorumluluğunu­
rın önderi olmakla emrolundum." zun şuurunda olun! 17 Allah'a isyanı sis-
13 Duyur: "Eğer ben Rabbime isyan et­ temleştiren güç odaklarına 18
kulluğa ya­
miş olsaydım, korkunç bir günün azabın­ naşmayan ve Allah'a yönelen kimseler
dan dehşete düşmem gerekirdi." var ya: işte asıl müjdeyi onlar hak ediyor:
14 İlan et: "Ben, dinimi yalnız Allah'a şu halde bu kullarımı müjdele! 18 O kul­
has kılarak sadece O'na kulluk ederim. lar ki, sözün tamamını dinlerler ve en gü­
15 Artık siz de, O'nu bıraktıktan (sonra) zeline uyarlar: İşte Allah'ın kendilerine
19

neyi dilerseniz ona kulluk edin!" doğru yolu gösterdiği kimseler bunlardır,-

bilginin mutlak hakikate hangi açıdan referans bir bilgidir. Bu bilgi varlık sancısından yola çı­
olduğu bilindiğinde o "ilme" dönüşmüş olur. kıp, sahibine kendini doğuracak bir ben idraki­
Kur'an alimi bilgisi üzerinden değil, bilginin ni kazandıran bilgidir. "Ben" (eşhedu) diyerek
ahlâkî değeri üzerinden tanımlamış ve değer­ başlayan kelime-i şahadet, ancak o zaman sa­
lendirmiştir: "Allah'a kulları içinde yalnızca hibini "Allah'ın şahidi" kılar.
bilenler/alimler hakkıyla saygı duyarlar" 16 Allah insanı bizzat kendisine zimmetle-
(42/Fâtır: 28). Kur'an'ın altın neslinden seçkin miştir. Bu yüzden insanın en büyük emaneti
sahabi İbn Mes'ud'un şu sözü, bu âyetin bir kendisidir. Hasirû enfusehum, "kendini kay­
tefsiri gibidir: "İlim çok rivayet/malumat sahi­ betmeyi" ifade eder. Kendini kaybedenin ka­
bi olmak değildir, ilim Allah'a olan saygıdan zanacağı hiçbir şey yoktur.
tir tir titremektir (haşyet)". Allah Rasulü, sahi­
17 Neden "korku salıyor"? Zira Allah insanın
binde ahlâkî bir değere dönüşmeyen bilgiyi
hasmı değil dostudur. İnsanın korkusunu is­
"faydasız bilgi" olarak nitelendirmiş ve bun­
tismar etmeyen yegâne mercidir. İnsanın kor­
dan Allah'a sığınmıştır. Bu âyet de bütün bu
kusunu yine insanın kendi lehine kullanır,- zi­
verileri desteklemektedir. "Hiç bilenlerle bil­
ra O'nun insanın korkusundan elde edeceği
meyenler bir olur mu?" sorusuna "Neyi bilen­
hiç bir çıkar yoktur.
lerle bilmeyenler?" diye karşı bir soruyla mu­
kabele edenin alacağı cevap âyetin başıdır: Bu 18 Tağut, "tuğyanı otorite kılan" anlamına
bilgi sahibinin vicdanını harekete geçirip onun gelir. Bir sonraki âyetin zıddı olduğu düşünü­
iç dünyasını imar edecek, insanı gece yansı sı­ lürse "gücün sözünü, sözün gücüne hakim kı­
cak yatağından kaldırıp Rabbinin huzurunda lan otoriteler" demektir. Tekili ve çoğulu bir
secdeye vardıracak bir bilgidir. Bu bilgi sorum­ olan tâğûtun burada çoğul kullanıldığı ya'bu-
luluk ahlâkından (takva) neşet edip, sahibini duhâ'dâki zamirden anlaşılmaktadır.
sorumlu davranışa [el-âmelu's-sâlih] sevkeden 19 Sözün gücünün ve düşünceye saygının
bundan daha iyi bir ifadesi olamaz.
Nûzûl: 77 Mushaf: 39 , 77/ZÜMER SÛRESİ t ,;<g>;. 549

ve işte onlar, akletme yetilerini kamil onunla farklı renklerde bitkiler çıkardı,-
mânada kullananlardır. 20
ve nihayet onları kuruttu: artık sen onla­
19 Ne o, hakkında azap vaadi gerçekleş­ rı sararmış görürsün; en sonunda onu da
miş olan kimseyle (böyle olmayan) kim­ çer çöpe çevirecektir. İşte bütün bunlarda
se bir olabilir mi? Şimdi, ateşin göbeğine akletme yetisini tam kullananlar için alı­
düşmüş birini sen kurtarabilir misin? nacak bir ders mutlaka vardır. 22

20 Öte yandan Rablerine karşı sorumlu 22 Ne o! Yoksa Allah'ın gönlünü İslâm'a


davrananlar, altından ırmakların geçtiği açtığı ve böylece Rabbinden bir ı ş ı k 23

üst üste inşa edilmiş yüce cennet köşkle­ üzere olan kimse, Allah'ı hatırlamaktan
rine sahip olacaklar. Bu Allah'ın vaadidir: uzaklaşıp kalpleri katılaştığı için kendi­
Allah vadinden asla dönmez. 21 sine yazık eden kimseyle bir tutulur
mu? 2 4
Böyleleri apaçık 25
bir sapıklığa
21 (EY İNSAN!) Görmez misin ki Allah mahkûm olacaklardır.
yağmuru gökten indirdi; ve onu yeryü­ 23 Allah, öğretilerin en güzelini, biri diğe­
zünde kaynaklar halinde akitti; sonra da rine atıf yaparak tekrarlanan, çift kutup-
26

20 el-Elbâb'daki belirlilik metne "kamil mâ­ 24 İbn Mes'ud aktarıyor: Bu âyeti Nebi okudu­
nada" olarak yansımıştır. Her ne kadar tekili ğunda "Allah kişinin gönlünü İslâm'a nasıl
zor söylendiği için çoğul kullanıldığı söylense açar?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Nûr
de [îtkân II, 301), bizce bu kelimenin hep çoğul (akleden) kalbe girer, kalp aydınlanır ve arı­
gelmesi tasavvur da dahil tüm akletme süreç­ nır" (Râzî).
lerini kapsadığı içindir. Tasavvur terimlerle 25 Mubîn, "açık ve açıklayıcı" (Bkz: 71/Yu­
oluşur, terim ve kavramların anlamları da top­ suf: 1, not 2). Yani: örtülemeyecek kadar açık
lumsal mutabakat yoluyla oluşur. Lebbe hem ve sapıtma sebeplerini tüm unsurlarıyla göz­
"gerekli ve sabit olana", hem de "bir şeyin en ler önüne seren bir sapıklık.
kaliteli haline ve en değerli yanına" delalet
26 Âl-i Imran 7'de bir kısmı "müteşabih" ola­
eder. Akla bu yüzden lubb denilir. Burada ço­ rak adlandırılan Kur'an burada tümüyle müte­
ğul geldiğine göre sadece akla değil, başta ak­ şabih olarak adlandırılmakta. Bu, iki müteşa-
letme yeteneğinin çıkış noktası olan tasavur bihlik arasında fark olduğu sonucunu verir.
olmak üzere akletme sürecinin tamamını ve İbn Abbas buradaki müteşabihliği "ayetlerin
bu sürece dahil olan akleden kalp, fıtrat, vic­ birbirine benzemesi" olarak tanımlar. Burada­
dan, muhayyile gibi yetileri ifade etse gerektir. ki müteşabihliğin biri lafza diğeri mânaya iliş­
21 Allah sözünden dönmez,- ya insan? Zım­ kin iki boyutu vardır. Lafza ilişkin boyutu
nen: Şirk koşarsan fıtrat sözleşmesine ihanet vahyin çift-zıt kutupluluğudur. Mesanenin de
etmiş olursun ey insan? delalet ettiği gibi Kur'an baştan sona çift-zıt
kutuplu bir sisteme sahiptir. Esasen bu mah-
22 O ders şudur: Vahiy yağmurdur. Yağmur
lukatın yasasıdır. Kur'an varlığı tefsir ederken
her daim ve her yerde yeşertir. Fakat, yağmur
varlığın yasasına uymuştur, o kadar. Mânaya
da toprak da mevsimlerin yasasına tabidir. Ha­
ilişkin boyutu ise vahyin kaynağına nisbetiy-
kikat solmaz ve eskimez, fakat onun canlan­
le ilgilidir. Bunu iki şey teyit eder. Birincisi
dırdığı insan bilinci solar ve unutur. İşte o an­
âyette vahyin kaynağına nisbetini ifade eden
larda zikr olan vahiy hakikati tekrar hatırlatır.
tenzil'in kullanılmış olması (Bkz: Yusuf: 2,
23 Vahyin sıfatı olan nûr, kaynağı görünmeyip not 3'ün sonu), ikincisi âyetin bağlamı ve
eşyayı görünür kılan ışıktır. özellikle 21. âyetteki sebep-sonuç bağlantısı.
lu bir hitap olarak indirmiştir: 27
(öyle bir 27 DOĞRUSU Biz bu ilâhi mesajda (ha­ 32

hitap ki), Rablerine karşı derin bir saygıy­ kikati), belki düşünüp ibret alırlar diye
la titreyenlerin ondan dolayı tenleri ürpe­ insanlara her türlü dolaylı anlatım tarzı­
rir; ardından Allah'ıjn sonsuz rahmetini) nı kullanarak aktardık,- 28 (ve onu) hiç­
33

hatırlayınca kalpleri ve tenleri yatışır. bir çarpıklığa 34


meydan bırakmadan
İşte bu Allah'ın hidayetidir: isteyeni bu­ Arapça bir hitap olarak (indirdik): belki
nunla doğru yola ulaştırmayı diler. 28
Al­ sorumluluklarını idrak ederler. 35

lah'ın saptırdığı k i m s e , 29
artık asla yol 29 (Bu bapta) Allah size hepsi birbirine
gösterici bulamaz. rakip bir çok ortağın emri altında bulu­
24 Ne o! Yoksa Kıyamet Günü azabın en nan bir adamla, sadece bir kişiye bağlı bir
beterinden kendisini y ü z ü y l e 30
koruma­ adamın durumunu misal gösterir: bu iki­
ya çalışan kimse, (güven içindeki) kim­ sinin durumu eşit midir? Allah'a hamd
seyle aynı olur mu? olsun ki hayır, a m a 3 6
onların çoğu bunu
kavramaktan bile acizdirler.
Zalimlere (o gün) "Daha önce kazandık­
larınızı şimdi tadın bakalım!" denilecek. 30 Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da
ölecekler: 31 En sonunda sizler Kıyamet
25 Onlardan öncekiler de hakikati yalanla­
Günü Rabbinizin huzurunda hesaplaşa­
mışlardı,- bunun üzerine, nereden geldiğini
caksınız.
anlayamadıkları azap onları bulmuştu. 26
Sonunda Allah onlara bu dünyada onur­ 32 Allah hakkında yalan söyleyen ve aya­
suzluğu 31
tattırdı: ama âhiret azabı elbet ğına kadar geldiği halde gerçeği yalanla­
daha beterdi; keşke bunu olsun bilselerdi. yandan daha zalim kim olabilir? Hiç in-

Mutlak hakikat olan Allah'a ilişkin ifadeler fırlatan ve sahibini panikleten dehşetinden
nasıl zorunlu olarak müteşabihse, beşerin ko­ elin kolun tutmaması (79/Enbiya: 97,103), ya
nuştuğu bir dilin içerisine yerleştirilen vahyi da kelepçelenmiş olmasıdır (65/İbrahim: 49 ve
mânaların Allah'a nisbeti de öyledir. Çünkü 55/Sâd: 38). Kendisi azaptan yüzüyle koru­
aşkın kaynağı itibarıyla vahiy, beşer idrakini mak, zımnen çaresiz kalmak ve korunama­
aşan gaybi bir hakikattir. mak demektir.
27 Veya eğer musennâ'nm çoğulu olarak oku­ 31 Hizy" in bu anlamı için muhtemelen ilk
nursa: "övgü kaynağı müstesna bir hitap ola­ kullanıldığı yer olan 44/Tâhâ: 134'ün 127 no-
rak". Mesani'yi (t: mesnâ) bu şekildeki çeviri­ lu notuna bkz.
miz için bkz. 72/Hicr: 87, not 50. Burada tüm 32 Kur^n'ı bu şekilde çevirimiz için bkz.
Kur'an için kullanılan mesânî özelliği, Hicr
69/Yûnus: 15, not 26.
87'de daha özel bir anlamda kullanılmıştır.
33 Krş. 68/lsra: 89 ve 62/Kehf: 54, not 67.
28 Çevirimizin gerekçesi için bkz. Nûr: 21,
34 Iveciçin krş. 62/Kehf: 1, not 1.
not 25. Bu tür her ibare,- "O, doğru yola yöne­
lenlerin hidayetini artırır" (92/Muhammed: 35 Vahyin Arapça indirilmesi "açık ve anlaşı­
17) âyeti ışığında anlaşılmalıdır. lır bir dille indirilmesi anlamına gelmektedir
(Bkz: 83/Zuhruf: 3, not 3 ve 74/Nahl: 103, not
29 Bu ve buna benzer tüm ibareler 94/Bakara
116).
26 ışığında anlaşılmalıdır.
36 Buradaki bel edatı "..hayır, ama.." vurgusu­
30 Zımnen: "ellerini kullanamadığı için". Bu­
na sahiptir.
nun nedeni ise, ya azabın gözleri yuvalarından
kârda ısrar edenler için cehennemde yer lah benim için bir zarar murad etse,
bulunmaz m ı ? 3 7
O'ndan gelecek zararı onlar def edebilirler
33 Ama doğruluğun tarafında yer alan ve mi? Veya bana bir rahmet dilese, onlar
hakikati tüm kalbiyle tasdik eden kimse­ O'nun rahmetine engel olabilirler m i ? "
lere gelince: işte sorumluluklarını idrak İlan et: "Allah bana yeter! Artık O'nun
eden onlardır. 34 Arzuladıkları her şey (kuluna yeteceğine) güvenen herkes, sa­
Rableri katında onları beklemektedir: Bu dece O'na dayansın!"
da iyi davrananların ödülüdür. 35 Şöyle 39 Uyar: "Ey kavmim! Siz kendinize yakı­
ki: Allah onların yaptıklarının en kötüle­ şanı 42
yapınız! Şunu iyi biliniz ki ben de
rini örter ve onları yapageldiklerinin en (kendime yakışanı) yapmaktayım. Unut­
iyisiyle ödüllendirir. 38
mayın ki, zamam gelince onlar bilecekler
40 muhatabım alçaltan (dünyevî) azabın
36 HİÇ Allah kuluna yetmez mi ki, onlar kimi gelip bulacağını ve (âhiretteki) kalıcı
seni O'ndan başkalarıyla korkutuyor­ cezanın kimin basma çökeceğini...
lar? 39

41 Hiç şüphe yok ki, bu ilâhi kelamı in­


Ve Allah kimi yoldan saptırırsa, artık sanlık için (gerçek) bir amaca mebni ola­
onu doğru yola getiren olmaz,- 37 ama Al­ rak 43
sana Biz indirdik: Artık kim doğru
lah kimi de doğru yola yöneltirse, artık yolu seçerse bu kendi lehinedir,- ama kim
onu doğru yoldan kimse çıkaramaz. 40
de saparsa sadece kendi aleyhine sapmış
Değil mi ki Allah her işinde tek mükem­ olur: zira sen onların tercihinden sorum­
mel olandır, kimsenin yaptığını yanına lu değilsin.
kâr bırakmayandır. 41
42 Allah insanların canlarını ölümleri sı­
38 Ve eğer onlara "Gökleri ve yeri yara­ rasında alır, henüz ölmemiş olanları da
tan kimdir?" diye sorsan, kesinlikle "Al­ uykusunda alır: D e r k e n 44
ölümüne hük­
lah'tır" derler. mettiklerini (katında) tutar, geri kalanla­
Sor onlara: "Allah dışında yalvarıp yakar- rı sonu yasayla belirlenmiş bir süre do­
dığmız varlıklara hiç baktınız mı? Eğer Al- luncaya kadar (geriye) salar. 45

37 Krş. 89/Ankebût: 68. 42 Ya da: "konumunuza uygun olanı". 'Ala


38 Bu muhteşem müjde, hep daha iyisini yap­ mekânetikum, kâne kökünün de işaret ettiği
mayı teşvik eder (Krş: 73/En'âm: 160; gibi mekânî değil, makâmî bir konumu ifade
114/Tevbe: 121; 86/Ahkâf: 16; 26/Necm: 31). eder.

39 Zımnen: Allah yetmezse kim yeter? Tüm 43 Bi'l-hakk'ı çevirimizin gerekçesi için bkz.
şirke dayalı sapmalar, Allah'ın yetersizliği sa­ 65/lbrahim: 19, not 20.
pık fikrine dayalıdır. Bu nedenle şirk, özünde 44 Fâ, musahabe vurgusuyla çeviriye yansı­
Allah'ın yetersiz olduğunu iddia etmek de­ mıştır.
mektir. 45 Kur'an'daki insanın beşeri ölümüne ilişkin
40 Bu iki âyet, 23. âyet ışığında anlaşılmalıdır. tüm atıflar bu âyet ışığında anlaşılmalıdır.
41 Nekame, "bir şeyi ve ondan sadır olan ayı­ Âyette kullanılan teveiii ruha, mevt ise bede­
bı inkâr etti" demektir. İntikam, "birinin yap­ ne nisbet edilir. Birincisi insanın aşkın tarafı­
tığı kötülüğün acısını ona tattırmak"tır. nı, ikincisi içkin tarafını ifade eder. insanın
Kuşkusuz bunda, düşünen bir toplumun güçleri yetmese, akılları ermese de
alacağı bir ders mutlaka vardır. mi?" 4 6

43 Yoksa onlar, Allah'ı bir tarafa bırakıp 44 De ki: "Şefaate (izin verme) yetkisi ta­
da (hayali) şefaatçiler mi buldular? mamıyla ve sadece Allah'a aittir: Gökler 47

Onlara şunu sor " N e yani! Hiçbir şeye ve yerin mutlak otoritesi (de) O'na aittir:

ölümü anında ruhlar Allah'ın emrine vefa gös­ dir kullanarak, âyeti "Şefaate (izin verme) yet­
tererek teveffi eder. Secde 11'de ölüm meleği­ kisi tamamıyla ve sadece Allah'a aittir" şeklin­
ne, En'âm 61'de elçilere isnat edilen "ölüm" de anlayamaz mıyız? Bunun biri "asla, hayır"
burada Allah'a isnat ediliyor. Bu üçünü şöyle olan, diğeri de "evet" olan iki cevabı vardır:
telif edebiliriz: Allah'ın yasalarına göre insanı 1) Kur'an'da içinde "şefaat" geçen âyet sayısı
hayata bağlayan bağların kopması mevt anla­ 25'tir (Bakara: 48 Bakara: 123; Bakara: 254; Ba­
;

mında "ölüm"dür. İşte bu an geldiğinde Allah kara: 255; Nisa: 85; En'âm: 51; En'âm: 70;
emaneti olan ruhu teveffi ettirmektedir. Âyet­ En'âm: 94; A'râf: 53; Yûnus: 3; Yûnus: 18; Mer­
teki "uykuda tutar", zımnen "canı bedende, yem: 87; Tâhâ: 109; Enbiya: 28, Şu'arâ: 100;
ruhu ise serbest tutar" mânasına gelebilir. Hz. Rûm: 13; Secde: 4 Sebe': 23; Yâsîn: 23; Zümer:
;

Ali'ye göre bazı rüyalar uykuda serbest bırakı­ 43; Zümer: 44; Mü'min: 18 Zuhruf: 86; Necm:
;

lan ruhun seyahati sonucunda gördükleridir. 26; Müddessir: 48). Bunlardan 23 tanesinin bela­
Beden ruhun evidir. Uykuda evinden çıkar, gat çatısı "olumsuzlama" (nefy) üzerine kurulu­
uyanma sırasında tekrar gelir. Ölüm, evin yı-
dur. Bu olumsuzlama lâ, mâ, men, leyse, lem,
kılmasıdır. Yeniden yaratılış gerçekleşinceye
em ile yapılır. Geriye kalan ikisinden biri müş­
kadar ruh artık evine dönemez. İlâ ecelin mu-
riklerin ağzmdan nakil (69/Yûnus: 18), diğeri de
semmâ için bkz. 70/Hûd: 3, not 7 ve 74/Nahl:
şefaati tamamıyla Allah'a hasreden bu âyettir.
61, not 60. Buradaki hayat ve ölüm, mecazen
Bu durumda 25'ten geriye kalan 2 âyet de delale-
iman ve küfre işaret eder. Zaten 41. âyetle bu
ten menfi çatıya dahil olurlar. Bu olumsuz çatı
âyet arasındaki bağlantı bunu göstermektedir.
garip değildir. Zira Kur'an şefaatten, şefaati isbat
Âyetin düşünen topluma hitap eden sonu da,
için söz etmez. Muhataplan inkâr ediyormuş da,
buradaki hayat ve ölüm örneğinin lafzî anla­
Kur'an onları şefaate imana çağırıyor değildir.
manın ötesinde, tıpkı "sen ölülere işittire-
Durum tam aksinedir. İlk muhatapların, Al­
mezsin" (53/Neml: 80) âyetindekine benzer
lah'ın astlan olarak (min dûnillah) daha başkala­
mecazî imalar taşıdığına işarettir (Râzî).
rına kulluk etme gerekçeleri, onların kendileri­
46 Krş. 83/Zuhruf: 86; 77/Zümer: 43, 94/Baka- ne şefaat edeceğine olan inançlarıdır. Bu haki­
ra: 170. kat, tam da bu sûrenin 3. âyetinde dile gelen ha­
47 Krş. 76/Sebe': 23, not 41. Tüm şefaat âyetle­ kikattir: "O'ndan başkalarını sığınacak otorite
ri bu âyet ışığında anlaşılmalıdır. Bu âyet açık edinenler, "Biz bunlara sadece bizi Allah'a yak­
ve net olarak şefaati yalnızca Allah'a tahsis et­ laştırsınlar diye kulluk ediyoruz" (derler)".
mektedir. Bu durumda illâ istisna edatıyla ge­ Kur'an şefaat konusundaki âyetleri menfi çatı
len ve "ancak onun izin verdikleri müstesna" üzerine kurarken, işte muhatapların bu sapık şe­
gibi bir karşılığı olan ibareler bu âyetle çelişme­ faat inançlarım hedef alıyordu. Bütün bunlardan
yecek bir biçimde anlaşılmak zorundadır (izahı dolayı, istisna cümleleriyle gelen âyetler bu âyet
için bkz. 4/Müddessir: 48, not 39). Burada şöy­ ışığında anlaşılmak zorundadır.
le bir soru akla gelebilir: İstisna cümleciğiyle 2) Tam bu noktada zorunlu olarak şu soru so­
gelen âyetleri bu âyet ışığında anlamak yerine, rulacaktır: Peki, şu halde şefaati reddeden
bu âyeti onlar ışığında anlayamaz mıyız? Mese­ âyetlerin tümü de buradaki gibi mutlak red ve
la burada, âyette olmayan bir parantez içi tak- Allah'a tahsis ile gelmek yerine, bir kısmı ne-
Nûzûl: 77Mushaf: 39 77/ZÛMERSÛRESİ 553

sonunda sadece O'na döndürüleceksiniz. disi katımızdan bir nimete kavuşsa "Bu ser­
45 Ve ne zaman Allah tek başına anılsa, vete ben sadece ve sadece kendi bilgim ve
âhirete inanmayanların kalpleri tiksinti becerim sayesinde ulaştım" d e r ;
49
ama ha-
duyar; ne zaman da O'nun dışında başka yu, aksine o bir smav aracıdu: ne var ki on­
varlıklar anılsa, bu kez aynı kimseler se­ ların çoğu bunu dâhi kavrayamamaktachr.
vinçten uçar. 50 Doğrusu onlardan öncekiler de böyle

46 De ki: "Allah'ım! Ey göklerin ve yerin demiştiler: fakat kazana geldikleri şeyler

yaratıcısı! Ey idraki aşan hakikatleri de, kendilerine hiçbir yarar sağlamamıştı. 51

idrak edilenleri de bilen! Kullarının tar­ En sonunda kazandıklarının kötü sonuç­

tıştıkları konularda, aralarında son sözü ları gelip onları bulmuştu. İşte şu zulme­

söyleyecek olan yalnızca Sensin, Sen! den kimseleri de, kazandıklarının kötü
sonuçları gelip bulacaktır: ve onlar asla
47 Ve eğer yeryüzünün tüm serveti, hatta
(Allah'ı) atlatamayacaktır.
onun bir kat fazlası zulümde ısrar edenle­
rin olsaydı, Kıyamet Günü çarptırılacak­ 52 Şimdi onlar bilmezler mi ki, Allah di­
ları cezadan kurtulmak için onu fidye ola­ lediğinin rızık alanını genişletir, dilediği-
rak verirlerdi; zira (o gün) daha önceden ninkini sınırlandırır. 50

hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah ta­ Elbet bunda, inanan bir toplumun mutla­
rafından ortaya çıkarılacak 48
48 ve önce­ ka alması gereken dersler vardır.
den yaptıkları her kötülük önlerine kona­
caktır; sonuçta alay ede geldikleri gerçek, 53 (ALLAH'IN şu müjdesini) ilet: "Ey had­
kendilerini çepeçevre kuşatmış olacaktır. lerini aşıp kendilerini israf eden kullarım!
Allah'ın rahmetinden asla umut kesmeyi­
49 İŞBU nedenle, ne zaman insanın basma niz! 51
Allah bütün günahları affedebilir: 52

bir zarar gelse Bize yalvarır; daha soma ken- çünkü O, evet O'dur mudak bağışlayıcı,

den istisna cümlesiyle geldi? Evet, 25'ten 8 ta­ ödülün sahibi değildir, ödülün sahibi Al­
nesi istisna cümlesiyle gelmiştir. Üstelik bun­ lah'tır. Allah birine ödül vererek, diğerine
lar standart kalıpta da değildirler. Özellikle ödül verdirerek, ikisini de ödüllendirmektedir
Necm 26, Meryem 87 ve Zuhruf 86'da kulla­ (Bkz: 4/Müddessir: 48, not 39).
nılan üslûp, istisnayı dikkate almamızı gerek­ 48 Yani orada içler dışa dönecek, herkes ger­
tirir. Son bir soru: Hem tüm şefaatle ilgili çek kişiliği ve maskesiz yüzüyle arz-ı endam
âyetleri şefaati yalnız Allah'a has kılan bu edecek (Krş: 73/En'âm: 28, not 20).
âyet ışığında anlayacağız, hem de istisnayı
49 Krş. âyet 8. Karun örneği için bkz. 67/Ka­
dikkate alacağız: bu çelişki olmaz mı? Çelişki
sas: 76-82.
insanın zihnindedir, Kur'an'da çelişki olmaz.
Bunun açıklaması şudur: İstisna cümlelerinde 50 Allah'ın rızık dağıtımı, insanın yetenek ve
izin verilecek şey "şefaat" değil, "Allah'ın şe­ çabasının da dahil olduğu ilâhi bir değerlendir­
faatini takdim etme, bildirme" iznidir. Tıpkı menin akıl sır ermez sonucudur. Dünyevileş-
peygamberlerin Allah'ın insanlığa gerçek şefa­ miş akıl "açlık evrensel, ihtiyaçlar sınırsız­
ati olan vahyi iletmeleri gibi. Âhirette Al­ dır" derken, vahyin inşa ettiği akıl "rızık ev­
lah'ın şefaati en büyük ödüldür. O ödülü tak­ rensel, paylaşmak sorumluluktur" der.
dim ve tevdi etme izni verilenler de ödülendi- 51 Allah'ın rahmetinden umut kesmek rahme­
rilmiş olurlar. Ödülün elinden alındığı kimse te sırt dönmektir. Zira umut kalbin duasıdır.
sonsuz rahmet kaynağı olan!" leri, bu alandaki başarıları sebebiyle kur­
54 İmdi, azap gelip sizi bulmazdan önce taracak; 54
kötülük de hüzün de onların
Rabbinize yönelin ve O'na teslim olun; semtine asla uğramayacak.
sonra kimse size yardım edemez. 55 Ve
bu azap siz farkında değilken ansızın ge­ 62 ALLAH her şeyi yaratandır ve O her
lip çatmadan ö n c e , 53
Rabbiniz tarafından şeyin üzerindeki tek otoritedir,- 63 Gök­ 55

siz (insanlara) indirilmiş olan en müteka­ lerin ve yerin anahtarları O'na aittir. Ve
mil vahye uyun 56 ki, hiç kimse, "Al­ Allah'ın âyetlerini ısrarla inkâr edenlere
lah'a karşı yabancılaştığım ve gerçeği gelince: asıl kaybedenler işte onlardır.
alay konusu yaptığım için vay benim ha­ 64 De ki: "Ey kendini bilmezler güru­
lime" demesin! 57 Veya "Eğer Allah beni hu! 5 6
Allah'tan başkasına kulluk etmemi
doğru yola iletseydi, elbet ben de sorum­ mi teklif ediyorsunuz?" 57

lu davrananlar arasında olurdum" deme­ 65 Doğrusu sana ve senden öncekilere


sin! 58 Ya da azabı gördüğü zaman, "Keş­ (insanoğluna iletilmek üzere) şöyle vah-
ke bana bir fırsat daha tanınsa da iyiler yedilmişti: "(Ey insan!) Eğer Allah'a ait
arasına girsem" demesin! nitelikleri başkalarına yakıştırırsan, ke­
59 (Allah onlara şöyle diyecek): " T a m ak­ sinlikle yapıp ettiklerin boşa gidecek, üs­
sine sana âyetlerim gelmişti de, sen onla­ telik büsbütün kaybedenlerden olacak­
rı yalanlamış, küstahça büyüklenmiş ve sın! 66 Asla böyle yapma,- sen yalnız Al­
58

hakkı inkâr edenlerden olmuştun. lah'a kulluk et ve şükredenlerden ol!"


60 Ve Kıyamet Günü Allah hakkında ya­ 67 Nitekim onlar Allah'ı hakkıyla takdir
lan söyleyenlerin suratlarının kapkara ke­ edemediler; oysa ki bütün yeryüzü Kıya­
sildiğini göreceksin: Hiç küstahça böbürle­ met Günü O'nun tasarrufundadır,- gök­ 59

nenler için cehennemde yer bulunmaz mı? ler ise O'nun kudret eliyle durulmuş­

61 Allah sorumluluklarını yerine getiren- tur: Yüceler yücesi olan O, onların şirk
60

52 Yani, 'af dileyip tevbe eden herkesin günahını 57 Zımnen: "Kula kul olmamı mı öneriyorsu-
affeder' (Krş: 104/Nisâ: 110, not 119 ve âyet 48). nuz?"
Abdullah b. Mes'ud bu âyeti "dilediği kimsenin 58 Bel edatının bu bağlamdaki en uygun karşılığı.
bütün günahlarım" şeklinde anlamıştır (Ferrâ).
59 Yeryüzünün tasarrufunun sadece Allah'a
53 Azabı görünce yapılan "Firavun imanı", has kılınması, büyük bozuluş günü (kıyamet)
özgür iradeye dayalı serbest bir seçimin ürünü yeryüzünün sistemin diğer unsurlarından ayrı
değildir (Krş: 78/Mü'min: 85). tutulacağına delalet eder gibidir. Bu da, dünya­
54 Ya da mefâze'nm mekân ismi oluşuna ve mızın müstesnalığını ve biricikliğini teyit
mefâzâtihim okuyuşuna dayanarak: "kurtuluş eder mahiyettedir. Bu âyetten, dünyanın kitap
mekânlarına ulaştıracak" (Râzî ve İbn Aşur). sayfaları gibi dürülüp katlanacak olan kâinat­
tan ayrı tutulacağı sonucuna varılabilir
55 VeJcfJ'in bu bağlamdaki anlamı için bkz.
(79/Enbiya: 104). Allahu a'lem. t
68/lsra: 2, not 9.
60 Lafzen: "sağ eliyle.." Bu âyet, mecaza ya da
56 Buradaki cahillik ile bilgi yolculuğu anla­
hakikate hamledilerek yapılan tüm yorumların
mında bir bilmezlik durumu değil, bir "kendi­
ötesinde, yaratıcı kudretin azamet ve heybeti
ni bilmezlik" durumu kastedilmektedir.
karşısmda yaratılmışlar âleminin ne kadar cı-
Nûzûl: 77 Mushaf: 39 , 77/ZÜMER SÛRESİ 555

koştukları her şeyin ötesinde aşkın bir hükmü kesinleşmiş olacak. 72 Onlara de­
varlıktır. 61
nilecek ki: "içinde yerleşip kalmak üzere
68 Ve sura üflenecek: 62
derken Allah'ın cehennemin kapılarından girin!"
diledikleri dışında 63
göklerde ve yerde Sahi, küstahça böbürlenenler için ne ber­
bulunan herkes dehşetten çârpılmışçası- bat bir meskendir orası!
na düşüp bayılacaktır. 64
Sonra sura bir 73 Rablerine karşı sorumluluklarının bi­
daha üflenecek: işte o zaman onlar yerle­ lincinde olanlar ise guruplar halinde cen­
rinden doğrulup (gerçeği) görecekler.
nete yollanacaklar. Kapıları zaten açılmış
69 Ve y e r 65
Rabbinin nuruyla aydınlana­ bulunan cennete vardıklarında, 66
oranın
cak, tutulan kayıtlar ortaya konulacak, muhafızları kendilerine şöyle diyecek:
peygamberler ve (diğer) tüm şahitler hu­ "Selam olsun size! Safa başınıza! Ebedi
zura getirilecek; onlar arasında adaletle kalmak üzere buyursunlar!.."
hükmedilecek ve kendileri asla zulme
74 Onlar da şöyle mukabele edecekler:
uğramayacaklar. 70 Zira herkese tüm
"Bize olan vaadini gerçekleştiren, bizi bu
yaptıklarının karşılığı eksiksiz verilecek­
uçsuz bucaksız 67
mekâna vâris kılan ve
tir: nasıl olsa O onların yaptığı her şeyi
bizi cennette dilediğimiz yere yerleştire­
bilmektedir.
cek olan Allah'a hamd olsun!"
71 İnkarda direnenler de, guruplar halin­
işte, çalışıp çabalayanların ödülü böylesi­
de cehenneme yollanacaklar. Oraya var­
ne muhteşemdir.
dıklarında, (cehennemin) kapıları açıla­
cak; ve oranın muhafızları onlara "Size 75 Ve sen, meleklerin Allah'ın hüküm­

aranızdan Rabbinizin âyetlerini ulaştıran ranlık makamı çevresinde halkalanıp

ve sizi (hesap vereceğiniz) bu güne karşı hamd ile Rablerinin sonsuz yüceliğini di­

uyaran elçiler gelmemiş miydi?" diye so­ le getirdiklerini görürsün. 68


Ki (o gün)
racaklar. herkes hakkında adaletle hüküm veril­
mekte ve şöyle denilmektedir: "Hamd ol­
Onlar: "Hayır, elbette geldi!" diyecekler;
sun âlemlerin Rabbi olan A l l a h ' a ! " 69

ne var ki inkâr edenler hakkındaki azap

hz, aciz ve yetersiz kaldığının edebî ve ebedî bir delil olarak da ibrahim sûresinin 48. âyetini
ifadesidir (Krş: 79/Enbiya: 104, not 105 ve 106). gösterir.
61 Krş. 88/Rûm: 40 ve ayrıca subhâneh hak­ 66 Vav'ın hâliye manasıyla.
kında bkz. 68/lsra: 1, not 1. 67 'Ard'm kök anlamına dayanarak bu anlama
62 Ya da Katade'nin suver okuyuşuna dayana­ ulaşılmıştır.
rak: "suretlere (ruh) üflenecek" (Ferrâ). 68 Secde ederek emrine âmâde oldukları insan
63 Son Saat'in dehşetinden korunanların daha oğluna verilen ödül meleklerin dâhi gözünü
ayrıntılı bir tasviri için bkz. 79/Enbiya: 101-103. kamaştıracak ve bu manzara karşısında cuşu-
huruşa gelecekler. Zımnen: İnsanın aldığı bü­
64 Benzer bir âyet için bkz. 53/Nemi: 87. "Büyük
yük ödülde paylarının olmasına sevinecekler
bir tehdit karşısında dehşetten yere yığılma" an­
ve Şeytan gibi insana düşman olmadıkları için
lamına gelen sa'ika A'râf sûresinin 143. âyetinde
hamd edecekler (Bkz: 94/Bakara: 30-34).
de "bayıldı" anlamına kullanılmaktadır.
69 Zımnen: Ey insan! Hamdlerin tümüne ne­
65 Râzî bu "yer"in dünya olmadığını söyler ve den sadece Allah lâyıkmış, şimdi anladın mı?
MÜ'MIN SÛRESI
Nüzul: 78
Mushaf: 40

Sûre, İslâm coğrafyasının batısında 2 8 - 4 5 arasındaki kıssaya istinaden


Mü'min, doğusunda 3. âyetine istinaden Ğâfir adıyla şöhret bulmuştur.
Tirmizî, Hz. Peygamber'in sûreyi Hâ-Mîm el-Mu'min olarak andığı bir ha­
dise yer verir.

Mekkî olan sûre, Ebu T a l i b i n vefatının ardından inmiş olmalıdır. Ç ü n k ü


"Şimdi siz, Rabbim Allah'tır dediği için bir insanı öldürecek m i s i n i z " (28)
ifadesini Hz. Ebubekir Ukbe b. Ebi Muayt'ın Rasulullah'a saldırısını engel­
lerken kullanmıştır (Buhârî). Bu tür fiziki saldırılar Ebu Talib'in vefatından
sonra ve hicretten önce gerçekleşmiştir. Y a n i sûre, ailenin diğer üyeleriyle
birlikte, Rasulullah'ın varlığına kastedilen bir dönemde inmiştir. Muhte­
melen 11. yılın sonu veya 12. yılın başına denk gelir. Mushaf ta da iniş sıra­
sına göre dizilen yedi sürelik H â - M î m ailesinin ilkidir. T ü m ilk tertiplerde
Zümer-Fussılet arasında yer alır.

Sûrenin konusu insandır. Sûrede insan, Yaratıcı karşısında haddini, yaratıl­


mışlar karşısında değerini bilmeye çağırılır. Küstahça büyüklenenlerin kal­
binin mühürlenmesi (35), İlâhî mesajları bile bile reddedenlerin zihni sav­
ruluşu (63) bunun ifadesidir. Sûrede bir dip akıntısı gibi sahte değerlere yas­
lanan insanın nasıl hakikate ve kendisine yabancılaştığı vurgulanır. Servet,
güç tutkusu, ilerleme miti, gösteriş, iktidar ve büyüklük hırsının insanoğ­
lunun ayaklarını nasıl yerden kestiği şöyle vurgulanır: "Onların içinde hiç­
bir z a m a n erişip t a t m i n olamayacakları bir büyüklenme tutkusu vardır,
başkası değil." (56) Haddini bilmezliğin, sahibini Allah'ın âyetlerini pole­
m i k konusu yapmaya götürdüğü dile getirilir (4, 3 5 , 69). Allah'a kulluktan
insanı uzak tutan şeyin bu küstahça tavır olduğu ifade edilir (60). Ve kullar
duaya davet edilir: "Bana dua edin ki ben de kabul e d e y i m " (60).

En ç ü r ü m ü ş ortamlarda dâhi diri vicdanların bulunabileceğine, Firavunun


ailesi arasında kendini gizleyen m ü ' m i n örneğiyle vurgu yapılır (28).

Son âyet, azabı gördükten sonra i m a n etmenin kişiye hiçbir yararı olmaya­
cağını dile getirir. Bu sayede, imanın her tür dayatma dışında özgür iradeye
dayalı bir tercih olduğuna dikkat çekilir (85). Sünnetullah budur: Firavun-
laşmış her akıl er geç sahibini i m h a eder.

Küfe okuluna göre 8 5 , Mekke ve Medine okullarına göre 84, Basra okuluna
göre 82 âyettir.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 Hâ-Mîm\ hakkındaki sözü böyle gerçekleşmiştir;


elbet onlar ateş yoldaşıdırlar.
2 BU ilâhi kelamın indirilişi her işinde
mükemmel olan, her şeyi bilen Allah ka­ 7 (ALLAH'IN) hükümranlık makamına
tımdandır. 3 (O) günahları bağışlayan, (lâyık bir) sorumluluk taşıyanlar ve O'na
6

kendine yönelenin yönelişini kabul yakın olanlar; hamd ile Rablerinin son­
eden, cezalandırması çetin, keremi de
1 2
suz yüceliğini dile getirirler, O'na güve­
sınırsız olandır: O'ndan başka ilâh yoktur nirler ve iman eden (diğer) kimseler için
ve tüm yolların sonu O'na çıkar. bağışlanma dilerler: "Rabbimiz! Sen her
şeyi rahmet ve bilginle kuşatmışsın! Ar­
4 ALLAH'IN âyetleri konusunda, sadece tık tevbe edip Senin yoluna uyanları ba­
inkârda direnenler ileri geri konuşurlar. 3
ğışla ve onları gözleri yuvalarından fırla­
Fakat onların gözde mekânlarda 4
keyif tan dehşetli ateşin azabından k o r u ! " 7

çatmaları seni yanıltmasın: 5 Onlardan 8 "Rabbimiz! Onları ve onların ataların­


önce Nûh kavmi ve peşlerinden gelen dan, eşlerinden ve nesillerinden iyi ve
tüm kafadarlar da yalanlamıştı; her top­ dürüst olanları güzelliğin merkezi olan
lum kendi elçisini yakalayıp ondan kur­ cennetlere yerleştir: 8
çünkü Sen, evet
tulmanın planlarını yapmıştı,- batıl uğru­
5
Sensin her işinde tek mükemmel olan,
na hakikati kendi kendisiyle alt etmeye her hükmünde tam isabet kaydeden! 9
çalışmak gibi yanlış ve yanıltıcı bir müca­ Ve onları tüm kötülüklerden koru! Ki
dele yöntemini benimsediler. Fakat, so­ Sen o gün birini kötü duruma düşmekten
nuçta Ben onları yakaladım: cezalandır­ korursan, bu ona rahmet ettiğin anlamı­
ma nasıl olurmuş görsünler bakalım! na gelir: bu, evet, en büyük başarı işte bu­
6 İşte Rabbinin inkârda direnen kimseler dur!" 9

1 Günahların affı ile tevbelerin kabulü ayrı ay­ 6 "Bir şeyi üstlendi" anlamına gelen bu fiil
rı şeylerdir. Tevbe ilâhi af yollarından sadece maddî olmaktan daha çok manevî sorumluluk
biridir. Acılar, sıkıntılar, musibetler, yokluk­ için kullanılır (Bkz: 44/Tâhâ: 100; 89/Anke-
lar, dertler, iyilikler, dualar, kazanılan sevap­ bût: 13; 100/Cuma: 5).
lar, vazgeçilen kötülükler af vesilesi olabilir. 7 Tefsirlere göre bu kimseler "melekler"dir.
2 Allah'ın cezası iki rahmet arasına alınmış­ Fakat bunlar "iman eden" varlıklardır. İman
tır. ise iradeye dayalı bir tercihtir. Dolayısıyla
3 İnkârını savunurken ilâhi kelamı polemik âyette vasfedilenler kulluk sorumluluğunu
konusu yapanlar kastedilir. Bu tür polemik 5. sırtlanan mü'minlerdir. İlâhî iradeyi yeryü­
âyette "batıl uğruna hakikati kendisiyle alt et­ zünde gerçekleştirmek, Allah'ın arşını omuz­
meye çalışmak" şeklinde tanımlanmıştır. da taşımaktır.

4 Lafzen: "Beldelerde, ülkelerde" (Krş: 98/Âl-i 8 Gerçek mü'minlerin yakınlarıyla cennette


îmran: 196). buluşacaklarına dair müjde (Bkz: 59/Tûr: 21).
5 Hz. Musa'ya yapılan gibi (67/Kasas: 20). Ne- 9 Dua etmek, tek başına kabul olmuş bir dua­
bi'ye, suikast planlan imâen haber verilmektedir. dır. Duanın kabulü ise fazladan bir ikramdır.
10 İnkarda ısrar edenlere (o gün) şöyle ni­ dırsa da, siz akideyi yalnız O'na has kıla­
da edilecektir: "İman etmeye çağırıldığı­ rak saf ve samimi bir inançla sadece Al­
nız halde inkâr etmeyi sürdürdüğünüz lah'a yal varın! 15 Zira O, bütün varlık hi­
zaman Allah'ın size olan kahır ve sitemi, yerarşisinin en yücesi olarak hükümran­
sizin (şu an) kendi kendinize olan kahır lık makamına kurulmuştur.
ve siteminizden daha b ü y ü k t ü r ! " 10
O Duruşma Günü hakkında uyarmak
11 Şöyle karşılık verecekler: "Rabbimiz! için kullarından dilediğine kendi katın­
Sen bizi iki kez öldürdün, iki kez de di­ dan vahiy indirir. 13
16 O gün onlardan
rilttin. İşte artık günahlarımızı itiraf et­
11
hiç kimse Allah'tan hiçbir şeyi saklaya-
tik: şimdi bizim için bir çıkış yolu yok madan (gerçek yüzleriyle) ortaya çıkar­
mudur?" lar. 14

12 (Onlara şöyle denilecek): "Durum işte - Bugün mutlak iktidar kime aittir?
böyle(sine vahimjdir: çünkü sadece Al­
- Elbet mutlak otorite olan tek Allah'a! 15

lah'a (kulluğa) çağrıldığınız her seferinde


17 O gün herkes kazandığının karşılığını
inkârı tercih ettiniz; O'na ortak koşuldu-
bulur; haksızlığın olmadığı gündür o:
ğunda ise inanıverdiniz. Fakat şimdi hü­
küm yüceler yücesi, mutlak büyük olan çünkü Allah hesabı seri görendir.

Allah'a aittir." 18 Ve onları yüreklerin sahibini boğarca-


sına 16
gırtlağa dayanacağı dehşet gününe
13 O'DUR size (varlık) delillerini göste­ karşı uyar: o gün zalimler ne samimi bir
ren ve size semadan rızık indiren: Yönü­ dost, ne de sözü geçen bir şefaatçi bula­
nü O'na çevirenlerden başkası bundan caktır.
ders a l m a z . 12
19 O, bakışlarda (saklı) ihaneti ve yürek­
14 Hakikati inkâr edenleri ne denli kız- lerin gizlediği şeyleri bilir,- 20 ama Allah

10 Makt bu bağlamda insan için. "zarar vere­ dırmak mümkündür (Elmalılı).


cek şeye karşı tedbirsizlik" anlamına istiare 12 58/Ra'd sûresinin 27. âyetiyle karşılaştırınız.
olarak kullanılmıştır (İbn Aşur). Bizce burada­
13 Rûh vahiy mânasında kullanılmıştır (Krş:
ki en uygun karşılığı "sitem"dir. Sitemin
74/Nahl: 2 ve 82/Şûrâ: 52).
muhtemel üç nedeni:
1) Arkalarına düştüklerinin hiçbir yararını gö­ 14 Zira o gün maskeler düşer, içler dışa döner,
remedikleri için. insanın peşine düştüğü hayvani güdüler sahi­
2) Şeytan bile gerçeği itiraf ettiği için. bine suret olur. İçgüdülerinin güdümüne giren
3) Dünyada hor gördükleri karşısında rezil ol­ insan, içinde taşıdığı "nefs-i hayvânî"nin su­
dukları için. retine bürünür.

11 Krş. 94/Bakara: 28. Kur'an dilinde canlı var­ 15 Sorunun başında "Allah der ki..", sonunda
lıkların can verilmeden önceki inorganik du­ "onlar dediler ki.." ibaresi bulunmaz. Çünkü
rumuna da "ölüm" denilmektedir (Krş: muhatap kalmamıştır. Allah'tan başka her şe­
9 l/Hac: 28 ve 164). "İki kez" ifadesi teksir ola­ yin yok olduğu bir ortamda "Kim sordu?" ve
rak yorumlandığında anlam "defalarca öldü­ "Kimler, ne cevap verdiler?" soruları gereksiz­
rüp, defalarca dirilttin" olur. Birincisi maddî dir.
ikincisi manevî bir ölümdür ki, bin ölümden 16 Kazımın için bkz. 74/Nahl: 58, not 58 (Krş:
beterdir. Bunu "ruhun ölümü" olarak adlan- Ferrâ). Bkz. "Zor bir gün" (54/Kamer: 8).
Nûzûl: 78 Mushaf: 40 l > ^ : z > t , 78/MÜ'MlNSÛRESt 559

hükmünde hakkaniyeti gözetir, O'nu bı­ 25 (Musa) kendilerine tarafımızdan gön­


rakıp da yalvarıp yakardıklarıysa hiçbir derilmiş malum hakikatle gelince, 19

şey hakkında hüküm veremezler: çünkü "Onun yanında yer alan mü'minlerin ka­
sadece Allah her şeyi işitendir, her şeyi dınlarını sağ bırakıp oğullarını öldürün!"
görendir. dediler. Kâfirlerin entrikası asla hedefine
21 Onlar hiç yeryüzünde dolaşmazlar mı ulaşamayacaktır.
ve görmezler mi kendilerinden önce ge­ 26 Firavun "Bana bırakın, Musa'yı ben
çip gitmiş olanların (feci) akıbetini? On­ öldüreyim!" dedi ve ekledi: "O Rabbine
lar kendilerinden daha güçlüydüler ve yalvara dursun,- ama ben asıl onun sizin
yeryüzünde daha derin izler bırakmıştı­ hayat tarzınızı 20
değiştirmesinden ve ül­
lar. Buna rağmen Allah günahları sebe­ kede düzenin bozulmasından korkuyo­
biyle onları cezalandırdı ve kendilerini rum!" 21

Allah'a karşı koruyacak kimse olmadı. 27 Musa dedi ki: "Ben kibre kapılıp He­
22 Böyle oldu, çünkü elçileri kendilerine sap Günü'ne inanmayan herkesten be­
hakikatin apaçık belgeleriyle geldiği hal­ nim de sizin de Rabbiniz (olan Allah'a) sı­
de, onlar inkârda direndiler; bunun üzeri­ ğınırım."
ne Allah da onları cezalandırdı: Zira O
28 Firavun'un yakın çevresinden olup da
güçlüdür, cezası pek çetindir.
imanını gizleyen mü'min bir adam şöyle
çıkıştı: 22
"Bir adamı sırf 'Rabbim Al­
23 DOĞRUSU Biz Musa'yı, mesajları­
lah'tır' dediği için, üstelik size Rabbiniz -
mızla ve (sahibinin doğruluğuna şahit
den hakikatin apaçık delillerini getirdiği
olan) apaçık bir belgeyle 17
elçi gönder­
halde öldürecek misiniz? Kaldı ki, eğer
miştik: 24 Firavun'a, Hâmân'a ve Ka­
yalancıysa yalanının zararı yalnızca ken-
run'a... 18
Fakat onlar "Yalancı sihirbazın
disinedir,- yok eğer gerçeği söylüyorsa,
teki" demişlerdi.
tehdit ettiklerinin hiç değilse bir kısmı

17 Sultân için bkz. 68/İsra: 65, not 88. 20 Dın'in anlamı için ilk geçtiği 17/Mâ'ûn:
18 Bu üçünün birlikte anılması anlamlıdır. Zi­ l'in ilk notuna bkz.
ra bu üçü iktidarın üçayağını temsil eder: Fira­ 21 Fesad Kur'an'da hep insan davranışlarının
vun siyasal ayağı, Hâmân bürokrasi ayağını, neden olduğu ferdî, içtimaî ve tabiî çözülme sü­
Kânın ekonomik ayağı. reçleri için kullanım* (Bkz: 88/Rûm: 41, not 49).
19 Arapça'da geçişsiz bir fiili geçişli yapmanın 22 Saraydaki gizli mü'minin kimliği yoruma
birden çok yolu vardır. Fakat bir fiili tef'il ve­ açıktır. Süddî'ye göre Firavun'un amca oğlu­
ya if'al babına taşıyarak geçişli yapmakla bâ dur. Asiye diyenler vardır. Bizce bir ihtimal da­
edatıyla geçişli yapmak arasında fark vardır. ha var: hanedanlar tarihinde istisnai bir kırıl­
Diğerlerinde öznenin aynı anda ve aynı yerde ma olan muvahhid kral Ahneton. Ahneton ik­
nesneyle birlikte olması şart değilken, sonun­ tidara gelince putperest Amon dinini yasakla­
cusunda şarttır [Furûk). Burada câe bi şeklinde dı, sarayı halka açtı, Ahataton (Tanrı'ya adan­
geldiği için, "hakikati getirince" mânası değil mış şehir) adlı yeni bir başkent kurdu. Nihai
"hakikatle gelince" mânası verdik. Çeviri bo­ tahlilde bu âyet imanın gücünü temsil eden bir
yunca buna uymaya çalıştık. Aksi durumlar örnektir. Zımnen: Allah dilerse küfrün ve zul­
ya istisnalar ya da gözümüzden kaçanlardır. mün kalbinde dâhi yiğit mü'minler var eder.
560 .Kg^. < 78/MÜ'MİN SÛRESİ | , ^ 3 ^ . Nüzûl: 78 Mushaf: 40

gelip sizi bulacaktır: çünkü Allah yalan kimi saptırırsa artık ona yol gösteren
dolanla kendini araya veren birini 23
asla kimse bulunmaz. 25

hedefe ulaştırmaz." 34 "Ve doğrusu daha önce Yusuf da size


29 "Ey kavmim! Bugün iktidar sizin te­ hakikatin apaçık belgeleriyle gelmişti;
kelinizde, yeryüzünde ezici güçsünüz; ta­ ama onun size getirdiklerine karşı sürek­
m a m ama, eğer Allah'ın cezasına maruz li bir şüphe taşıdınız,- en sonunda Yusuf
kalırsak bizi kim kurtaracak?" ölünce, kalkıp 'Allah ondan sonra bir da­
Firavun dedi ki: "Ben size sadece kendi ha elçi göndermeyecek' 26
dediniz!"
görüşümü bildiriyorum,- ve sizi doğru İşte Allah düştükleri kuşku bataklığında
olan alternatifsiz bir y o l a 24
yöneltiyo­ debelenerek kendilerini harcayanları
rum." böyle yoldan çıkarır. 35 Bu gibiler kendi­

30 Yine iman eden kimse söze girerek de­ lerine ulaşmış hiçbir belge ve yetki olma­
di ki: "Ey kavmim! İnanın ki ben, şu (in­ dan Allah'ın âyetleri hakkında ileri geri
kârda] ittifak etmiş toplulukların helaki­ konuşurlar: (bu) hem Allah katında, hem
ne benzer bir günün sizin de başınıza gel­ de iman edenler nezdinde büyük bir ba­
mesinden korkuyorum; 31 yani Nûh kav­ yağılaşmadır: İşte Allah her kibirli zorba­
minin, 'Ad ve Semud'un ve onlardan son­ nın kalbini böyle mühürler. 27

rakilerin uğradığı türden bir helakin... Bir 36 Ve Firavun "Ey H â m â n ! " 28


diye em­
de (unutmayın) ki Allah, kullarına hak­ retti, "Bana görkemli bir kule yap! Belki
sızlık etmeyi asla istemez." böylece (amacımı gerçekleştirecek) araç­

32 "Ey Kavmim! Ben, herkesin birbirin­ lara ulaşırım; 37 gökleri aşacağım araçla­
den imdat dilediği o günün aleyhinize so­ ra... Böylece Musa'nın ilâhına erişebili­
nuçlanmasından korkuyorum. 33 O gün rim | ! ) . 29
Hoş, ben onun bir yalancı oldu­
arkanızı dönüp kaçmaya çalışacaksınız, ğundan kesinlikle eminim y a ! "
fakat Allah'ın (adaletinden) sizi kurtara­ İşte kötü davranışı Firavun'a böylesine
cak kimse bulamayacaksınız: zira Allah güzel göründü ve doğru 30
yoldan alıko-

23 Müsrifin açılımıdır (Bkz: 77/Zümer. 53). zeme yapılmaktadır. Bu küfür, onu över gibi
24 Mâ...illâ... kalıbının bu bağlamdaki en uy­ yaparak icra edilmektedir. Bu da, 5. âyette di­
gun karşılığı. le getirilen "batıl uğruna hakikati kendisiyle
alt etmeye çalışma"nm bir başka yöntemidir.
25 Zımnen: "Kim Allah'ın desteğini reddeder­
se". Bkz. "Allah sapıklardan başkasını yoldan 27 Bu paragrafın içeriği de, kendisinden önce­
çıkarmaz" (94/Bakara: 26). Aynı mânayı 34. ki pasajda olduğu gibi "mü'min adam"a nisbet
âyetin son cümlesi de içermektedir. edilebilir. Fakat 35. âyetteki "polemik yapan­
lar" ifadesi, bu pasajı sûrenin başındaki 4. âye­
26 Bu iki anlama gelir: Birincisi, Hz. Yusuf'tan
te bağlamaktadır. Dolayısıyla bu paragrafın
sonra peygamberlik kurumunu toptan inkâr
içeriği Allah'a isnat edilmelidir.
etmek. İkincisi, "Yusuf'tan sonra Yusuf gibi
bir peygamber asla gelmeyecek" demek. Her 28 Hâmân için bkz. 67/Kasas: 38, not 46.
iki anlamda da bir ikiyüzlülük, bir samimiyet­ 29 Ünlem, Firavun'un alayına dikkat çekmek
sizlik görülmektedir. Yaşarken peygamberliği­ içindir.
ne kuşkuyla bakılan Hz. Yusuf, vefatından 30 es-Senîi'deki belirlilik çeviriye "doğru" ke­
sonra geriden gelen peygamberleri inkâra mal- limesiyle yansımıştır.
nuldu: 31
neticede Firavun'un düzeni, çö­ zaklarından korudu,- 33
Firavun ailesinin
küşü (hızlandırmaktan) başka hiçbir işe helaki ise azabın en kötüsüyle oldu: 46
yaramadı. Ateş... Onlar o (ateşe) sabah ve akşam su­
38 Derken iman eden o kimse, "Ey kav­ nulacaklar,- ve Son Saat gelip çattığında
34

m i m ! " dedi, "Bana uyun ki ben sizi akl-ı (Allah şöyle buyuracak): "Firavun ailesi­
selim yoluna yönelteyim! 39 Ey kavmim! ne en şiddetli cezayı verin!"
Bu dünya hayatı sadece kısa vadeli bir naz­
dır; bir de öteki (hayat) var: kalıcı diyar işte 47 HANİ ateşin bağrında karşılıklı tartı­
orasıdır. 40 Kim bir kötülük işlerse, sadece şırken onları (bir görmelisin): Nitekim
yaptığı kadarıyla cezalandırıhr; ama kim zayıflar büyüklük taslayanlara: "Bizim
de imanlı olarak güzel davramş sergilerse, sizin peşinize takıldığımız kesin,- şu hal­
-erkek ya da kadın fark etmez- işte bu gi­ de ateşin üzerimizdeki etkisini bir parça
biler cennete girecek ve orada haddi hesabı olsun hafifletemez misiniz?" diye yalva­
olmayan nimetler ikram edilecektir." racaklar. 48 Büyüklük taslayanlar ise:

41 "Ey kavmim! Nasıl oluyor da ben sizi "îşte hepimiz onun içindeyiz; kesin olan

kurtuluşa çağırırken siz beni ateşe çağırı­ şu ki, Allah kulları arasındaki hükmünü

yorsunuz? 42 Siz beni hem Allah'ı inkâr çoktan vermiştir!" diyecekler.

etmeye, hem de (tanrısal bir nitelik taşı­ 49 Ve ateşin içindekiler, cehennemin


dığı) hakkında hiçbir bilgim olmayan bekçilerine şu ricada bulunacaklar: "Rab-
şeyleri 32
O'na ortak koşmaya çağırırken, binize yalvarın da, azabı üzerimizden bir
bense sizleri mutlak üstün ve yüce olup gün olsun hafifletsin!"
tekrar tekrar bağışlayana çağırıyorum. 43 50 (Bekçiler) şöyle cevap verecek: "Elçileri­
Kesinlikle, sizin beni çağırdığınız şey ne niz size hakikatin apaçık belgeleriyle gel­
dünyada ne de âhirette kendisine çağırıl­ memiş miydi?" (Berikiler): "Elbette (gel­
maya lâyık bir şey değildir,- zaten dönü­ mişti)" diyecekler. (Bekçiler) diyecek ki:
şümüz de Allah'adır: ve elbet kendini "O halde yalvarmaya devam edin! Ama in­
harcayanlar ateşin yoldaşlarıdır. kârı tabiat edinenlerin yalvarması aldamşı
44 Ve bir gün gelecek, bu sözlerimi bir bir (artırmaktan) başka bir sonuç vermez."
hatırlayacaksınız. Bense sorumluluğuma
ilişkin (hükmü) Allah'a havale ediyorum: 51 ŞÜPHE yok ki Biz rasullerimize ve

çünkü Allah kulların her şeyini görmek­ iman eden kimselere, hem bu dünya ha­

tedir." yatında hem de şahitlerin dinleneceği


günde (hasımlarına karşı) 35
elbette yar-
45 Derken Allah onu kavminin çirkin tu-

31 Ya da sadde okuyuşuna istinaden: "doğru kast planlarına karşı Allah seni de koruyacak­
yoldan döndü". tır. Bu ilâhi müjdenin gerçekleştiğine tarih şa­
32 Kur'an'da sık geçen bu kalıbın açıklaması hittir.
için bkz. 89/Ankebût: 8, not 8. 34 Zımnen: "sürekli". 55. âyetteki "akşam sa­
33 Hicrete adım adım yaklaşıldığı bir zaman bah Allah'ı anmak" bunun mukabilidir.
diliminde bu pasajın ilk muhatabına mesajı 35 Haberin inne edatıyla pekiştirilmesinin
açıktır: Sana karşı kurulan tuzaklara ve sui- metne kattığı yan anlama dayanarak (İbn Aşur).
dım edeceğiz. 52 O gün zalimlere maze­ nin yüceliğini dile g e t i r ! 40

retlerinin hiçbir yararı olmayacak; 36


on­ 56 Allah'ın âyetleri hakkında kendilerine
ların payına düşen Allah'ın rahmetinden ulaşmış hiçbir belge ve yetki olmadan
dışlanmak ve en berbat yurda konmak tartışanlara gelince: onların içinde hiçbir
olacak. zaman erişip (tatmin) olamayacakları bir
53 (Vaadimiz gereği) vaktiyle Biz Mu­ büyüklenme tutkusu vardır, başkası de­
sa'ya rehberliğimizi iletmiş ve Îsrâiloğul­ ğil. 41

larmı ilâhi kelama vâris kılmıştık: 37


54 Artık sen sadece Allah'a sığın: çünkü O,
akletme yetilerini kamil mânada kulla­ evet O'dur her şeyi işiten, her şeyi görüp
nanlar için bir hidayet ve bir uyarı ola­ gözeten.
rak... 38

57 Göklerin ve yerin yaratılması elbette


55 Şu halde dirençli ol! Zira Allah'ın vaa­ insan cinsinin yaratılmasından daha kap­
di mutlaka gerçekleşecektir. Hatan için samlı bir hadisedir,- lakin insanların çoğu
af d i l e ve akşam sabah hamd ile Rabbi-
39
bunun (anlamını) dâhi bilmez. 42
58 Neti-

36 Rûm sûresinin 57. âyetiyle karşılaştırınız. yüceltmeci Hıristiyânî ve tefriti temsil eden
37 Vahiy yol kılavuzudur; yoldan çıkanlarsa indirgemeci ve aşağılayıcı .Yahudi anlayışları
kılavuz istemezler. Ama yolun yolcusuz kal­ böylece reddedilmiş olur. Kur'an'da beş yerde
ması değildir felaket, asıl felaket yolcunun Hz. Peygamberin insanların arınmasına katkı­
yolsuz kalmasıdır. da bulunması emredilir (94/Bakara: 129, 151;
114/Tevbe: 103; 100/Cuma: 2 ayrıca bkz. Üç
;
38 Ulu'l-elbâb'ı çevirimizin gerekçesi için
Muhammed, s. 362-365). Hz. Peygamber'in bu
bkz. 77/Zümer. 18, not 20.
emri yerine getirdiğine ilişkin haberden, bura­
39 Zenb, "bir şeyin kuyruğunu kısalttı" anla­ daki "hata"yı nasıl anladığını da öğrenmiş
mına gelen zenebe'den türetilmiştir. Sadece oluyoruz: "Ara ara içimde anlık bir gaflet his­
kasıtlı günahı ifade eden ism'den farklı olarak settiğim için, günde yüz kez Allah'tan mağfi­
kasıtlı-kasıtsız hata, noksanlık, dikkatsizlik ret dilerim" (Buhârî ve Müslim).
ve kusurları da kapsar. Yine zenb ile cunâh
40 Yani: "her daim". 46. âyetin mukabili: sa­
arasında da fark vardır. Zenb insamn hem Al­
bah akşam cehenneme sunulmamak için...
lah'a hem insanlara karşı işlediği suç ve hata­
ları ifade eder. Cunâh ise insanın sadece in­ 41 Yani: Büyüklük tasladıkça küçülüyorlar ve
sanlara karşı işlediklerini ifade eder [Külliyyât aradaki fark hiçbir şeyle kapatılamayacak ka­
ve Müfredat). İstiğfar m buradaki karşılığı
1 dar çift taraflı açılıyor. Bu da tatminsizliği bes­
"kirlenmeden korunma talebi"dir (Râğıb). Bu leyip büyütüyor.
takdirde günahkarın istiğfarı "af talebi", takva 42 Çeviride "kapsamlı" karşılığını verdiğimiz
sahibinin istiğfarı "korunma talebi"dir. Bura­ ekber nicelik ifade eder. Bu nedenle "Göklerde
da ve Muhammed 19'da geçen "Günahın için ve yerde ne varsa hepsini katından bir lütuf ola­
af dile" ifadesi, Hz. Peygamber'in üzerinden rak sizin enirinize âmâde kıldı" (85/Câsiye: 13),
mü'min muhatapların peygamber tasavvuru­ "Biz insanoğlunu en güzel kıvamda yarattık"
nu inşayı amaçlar. Peygamberler risalet görev­ (30/Tîn: 4) gibi âyetlerin bu âyetle çelişmesi söz
lerinden dolayı Allah'ın korumasıyla masum­ konusu değildir. Nicelik olarak kâinata nisbetle
dur. Bu ve bunun gibi âyetler, bu masumiyetin bir nokta kadar bile cirmi olmayan insan, değer
nasıl anlaşılması gerektiğini beyan eder. Pey­ açısından kâinatın gözbebeği mesabesindedir
gamber tasavvurunda ifratı temsil eden aşırı (Krş: Elmalıh, Câsiye: 13'ün tefsirinde).
cede görenle görmeyen bir olmaz; tıpkı şekil verip üstelik şeklinizi de en güzel
iman edip o imana uygun iyilik yapan ile kılan, dahası sizi temiz ve güzel nimet­
kötülük yapanın bir olmadığı (gibi): Ne lerle rızıklandıran Allah'tır. Rabbiniz
kadar da azınız öğüt alıyor! olan Allah işte böyledir: nitekim âlemle­
59 İmdi, Son Saat mutlaka gelecektir; rin rabbi olan Allah ne yüce bir bereket
bunda kuşku yok: Ama insanların çoğu kaynağıdır! 46

buna (dahi) inanmaz. 65 Mutlak diri O, kendisinden başka ilâh


60 Ve Rabbiniz şöyle buyurur: "Bana du¬ olmayan O'dur: Artık siz de O'na, adan­
a edin ki ben de kabul edeyim! 43
Bana mış samimi ve saf bir inançla 47
sadece
kulluk yapmayı kendisine yediremeyen­ O'na yalvarın! Hamd tümüyle âlemlerin
ler, rezil rüsva olarak cehenneme gire­ Rabbi Allah'a mahsustur. 48

cekler. 66 De ki: "Elbet ben, hele de Rabbimden


bana hakikatin apaçık delilleri ulaşmış­
61 GECEYİ sükûnet bulaşınız diye, gün­ ken, Allah'tan başka yalvarıp yakardıkla-
düzü ise (işlerinizi) göresiniz diye yaratan rınıza kulluk etmekten nehyolundum; ve
Allah'tır: , çünkü Allah insanlara karşı
44
ben kendimi Âlemlerin Rabbine teslim
sınırsız lütuf sahibidir,- ama insanların etmekle emrolundum."
çoğu yine de şükretmezler.
67 Sizi önce toprak türünden, 49
sonra bir
62 Rabbiniz olan Allah işte böyledir: her damlacık hayat suyundan, sonra da döl­
şeyi yaratan, kendisinden başka ilâh olma­ lenmiş yumurta hücresinden 50
yaratan
yan O'dur: şu halde, nasıl oluyor da böyle­ O'dur; sonra bebek olarak meydana gel­
sine savruluyorsunuz? 63 İşte, vaktiyle menizi (dilemiştir),- sonra olgunluk çağı­
Allah'ın âyetlerini göz göre göre inkâr na erişmeniz ve ardından da yaşlanmanız
edenler de tıpkı böyle savrulmuştular. 45 için (yasa koymuştur): Ne ki kiminize
64 Yeryüzünü sizin için bir yerleşim ala­ ölüm daha erken tattırılır, (kiminize) de
nı yapan ve gök kubbeyi inşa eden, size sonu yasayla belirlenmiş bir s ü r e y e 51

43 Veya: "Bana kulluğunuzla davetiye gönde­ dir: Önce zaman (61), sonra mekân (64), sonra
rin ki, ben de rahmet ve ödülümle davetinize insan (67) geliyor.
icabet edeyim". Ya da Elmahiı'nın ifadesiyle: 45 Tu'fekûn'u çevirimiz için bkz. 42/Fâtır: 3,
"Benden beni isteyin size icabet ederim, beni not 8.
bulursunuz; beni bulansa her şeyi bulmuş
46 Tebâreke'yi çevirimiz için bkz. 56/A'râf:
olur". Dua kulun Allah karşısındaki esas du­
54, not 41.
ruşudur. Dua etmek ilâhi bir lütuftur, duanın
kabulü fazladan bir lütuftur. Dua etmek, biz­ 47 Benzer bir âyet için bkz. 77/Zümer: 2.
zat kabul olmuş bir duadır. Allah'tan isteye­ 48 el-Hamdu lillahi rabbi'l-'âlemin için bkz.
nin, kendisine isteği verilse de verilmese de 1/Fatiha: 1, not 3.
onuru ve hatırı artar. Allah'tan başkasından
49 Min turâbin için bkz. 62/Kehf: 37, not 50.
isteyenin isteği verilse de verilmese de onuru
azalır. 50 Yani "zigof'tan (Bkz: 91/Hac: 5, not 9).
51 Ecelen musemmâ için bkz. 70/Hûd: 3, not
44 Krş. 69/Yûnus: 67; 53/Neml: 86. Bu pasajı
7; 74/Nahl: 61, not 60.
oluşturan âyetlerin sıralaması dikkat çekici-
564 78/MÜ MÎN SÛRESİ
;
Nûzûl: 78 Mushaf: 40

ulaşmanız için (zaman tanınır) ki, belki ki hiçbir şeye yalvarıp yakarmamışız."
aklınızı başınıza alırsınız. İşte Allah gerçeği inkâr edenleri böyle şa­
68 Hayatı ve ö l ü m ü 52
yaratan O'dur: ve şırtır. 75 Bunun nedeni, yeryüzünde hak
O bir işin olmasına hükmettiğinde ona etmediğiniz halde azıp şımarmanız ve
sadece " O l ! " der, o da hemen oluşum sü­ kasıntılık yapmanızdır: 76 Haydi, içinde
recine giriverir. yerleşip kalmak üzere cehennemin kapı­
larından girin; doğrusu, küstahça böbür­
69 BAKSANA Allah'ın âyetleri hakkında lenenler için orası dehşet bir mekândır.
ileri geri konuşan şu tiplere: (tasavvurları)
kendilerini hakikatten nasıl da uzaklaştı­ 77 ŞU HALDE dirençli ol! Zira Allah'ın
rıyor. 70 Onlar, bu ilâhi kelamı ve elçile­ vaadi mutlaka gerçekleşecektir. İmdi, on­
rimize daha önce gönderdiğimiz mesajları lara yönelttiğimiz tehditlerin bir kısmı­
yalanlayan tipler; fakat bu gibiler zamanı nın gerçekleştiğini ister sana gösterelim,
gelince (gerçeği) öğrenecekler. 71 İşte o isterse senin için ölümü takdir edelim; er
zaman, kendi boyunlarına (geçirdikleri) geç, onlar Bize döndürülecekler. 53

tasmalar ve (ellerindeki) kelepçelerle sü­ 78 Doğrusu Biz, senden önce de sayısı be­
rüklenecekler; 72 yürek dağlayan bir lirsiz 54
elçiler göndermiştik; onların ki­
(umutsuzluğun) gayyasına... En sonunda misinden sana söz ettik, kimisinden sana
ateşi azdıran bir yakıta dönecekler. hiç söz etmedik. Ama şu kesin ki, hiç­
55

73 Ve onlara sorulacak: "Hani, nerede bir elçi Allah'ın izni olmadan mucizevi
ilâhlık yakıştırdığınız varlıklar; 74 (İlâh­ bir mesaj getiremez. Nitekim Allah'ın
lar hiyerarşisinde) Allah'ın astlarından emri geldiği zaman, hak tecelli etmiş ola­
saydığınız?" cak; işte o anda ve orada, hayatı anlam ve
Onlar şöyle cevap verecekler: "Bizi terk amacından yoksun bırakanlar 56
hüsrana
ettiler. İşin doğrusu, daha önceden biz san- uğramış bulunacaklar.

52 Kur'an'a göre mevt hayatın "görünmeyen maz". İsmail'in mesajı: "Sen Allah'a kurban
yüzü"dür (88/Rûm: 7). Çevirideki "ölüm" olursan varlık sana kurban olur". Yakub'un
mevti tam karşılamadığı için, tüm mevt mesajı: "Saf sevgiye iki göz verirsen, bin gözün
(ölüm) kelimeleri Rûm 7 ile Zümer 42 ışığın­ görmediği bir burun kazanırsın". Yusuf'un
da anlaşılmak zorundadır. mesajı: "Bir kişi sabır, sebat, ilim, hikmet, gay­
53 Tarih şahittir ki, bunu tüm dünya gördü. ret, iffet ve hizmetle koca bir ülkenin kaderini
54 Rusulen'deki belirsizliğin teksir özelliğine değiştirir". Musa'nın mesajı: "Firavun'un zul­
istinaden. mü anaların rahmine kadar uzanmışsa Mu­
sa'nızı Firavun'un sarayında arayınız"...
55 Kıssası hiç anlatılmayan bir çok peygamber
56 eî-Mubtılûn, "anlamsızlık ve amaçsızlık"
olduğuna göre, Kur'an'da anlatılanların seçimi
demeye gelen bâtıl'ı hayat tarzı edinenler
çok özel mesajlar taşısa gerektir. Mesela
[Hakk ve Bâtıl kıyası için bkz. 65/İbrahim: 19,
Âdem'in mesajı: "Adam olmanın yolu hatasız­
not 20). Bu sıfatın kapsamına hayatın "anlam­
lıktan değil hatayı itiraftan geçer". Nuh'un
dan ve amaçtan" yoksun olduğunu düşünen
mesajı: "Sen karada gemini yap, deniz lazım
her nihilist girer. Hayat bütünüyle mucizedir;
olursa Rabbin onu ayağına getirir". İbrahim'in
ancak bunu hayatın anlam ve amacını kavra-
mesajı: "Hiçbir Nemrud'un ateşi imanı yaka-
Nüzul: 78 Mushaf: 40 ^ y ^ , 78/MÛ'MlN SÛRESİ
" »y^fc-^* •

79 Bir kısmına binmeniz, bir kısmıyla da kat birikimleri onlara hiçbir yarar sağla­
beslenmeniz için evcil hayvanları emri­ madı. 83 Çünkü onlara elçileri hakikatin
nize âmâde kılan (da) Allah'tır. 57
80 On­ apaçık delilleriyle geldiğinde, elde tut­
lardan daha başka alanlarda da yararlanır­ tukları bir parça bilgiye güvenip küstah­
sınız,- onlar aracılığıyla yürekten özlemi­ ça sunardılar: sonunda alay ede geldikle­
ni çektiğiniz bir ihtiyaca da ulaşırsınız,- ri gerçek kendilerini çepeçevre kuşattı. 58

hem onlarla hem de gemilerle (hayatın) 84 Ve kahredici cezamızı gördükleri za­


yükünü taşırsınız. man "Tek olan Allah'a iman ettik ve
81 İşte O size (varlık) âyetlerini böyle O'na ortak koştuğumuz şeylere olan
gösterir,- o halde Allah'ın âyetlerinden inancımızı reddettik!" dediler. 85 Fakat
hangisini inkâr edebilirsiniz? kahredici cezamızı gördükten sonra iman
etmeleri, onlara hiçbir yarar sağlamadı.
82 ŞÎMDl onlar yeryüzünde dolaşıp ken­ Kulları hakkında geçmişten bugüne Al­
dilerinden öncekilerin sonunun nasıl ol­ lah'ın uygulaması budur: Nitekim inkârı
duğunu görmezler mi? Onlar berikiler­ tabiat edinenler orada ve o anda hüsrana
den daha kalabalık, daha güçlü ve yeryü­ uğradılar.
zünde daha derin izler bırakmışlardı: fa-

yanlar görebilir: "Göklerde ve yerde ne muci­ Allah'ın okunacak âyetiyse, gerisini siz düşü­
zeler var ki, (insanoğlu) yanından geçip gider nün!
de onlara dönüp bakmaz bile" (71/Yusuf: 105). 58 Zımnen: Bütünün parçaları hakkında elde
57 Zımnen: Allah, Rab oluşunun gereği insanı ettikleri bilgiyi bütünün amacına aykırı kul­
yaratmakla kalmayıp onun ihtiyaç duyduğu landılar, sonuç hüsran oldu. Parçayı bütün
her şeyi de yarattı. Zımnen: Hayvanlar dâhi sanmaları ise bu aldanışa sebep oldu.
Sûre adını muhtevasından alır. Başta Hz. ibrahim olmak üzere, sûrede on
yedi peygamberin adı zikredilir. Kur'an'da on sekiz peygamberin adının
geçtiği E n ' â m sûresi dışında, başka hiçbir sûrede bu yoğunlukta peygamber
adı anılmaz.

Sûre, Mekke'de inen son sûrelerdendir. Cabir b. Zeyd Secde-Nahl sûreleri


arasına, diğerleri Ibrahim-Mü'minûn sûreleri arasına yerleştirir. 3. âyeti, bu
sûrenin ilk Akabe biatinden (621) sonra indiğini gösterir. Zuhruf sûresinin
57. âyetinin bu sûrenin 9 8 . âyetine atıf olduğuna işaret eden ibn Ishak'ın
naklettiği ibn Abbas rivayetine göre Enbiya sûresi Zuhruf'tan önce inmiş
olmalıdır. Bu veriler ışığında sûreyi 12. yıla tarihlendirebiliriz.

Sûrenin konusu Kur'an'ın fihristi gibidir. Dinin üç t e m e l direğinden söz


eder: Tevhid, âhir et ve nübüvvet, insan soyuna yönelik bir uyarıyla söze gi­
rer. Sabahı Âdem'le başlayan insanlık yürüyüşünün kuşluğunu Hz. Nûh,
öğlesini Hz. ibrahim, ikindisini Hz. M u h a m m e d temsil eder. Sûrenin giri­
şindeki "vaktin yaklaştığı" uyarısı, bize bu hakikati hatırlatır, insanların
bu hakikati hatırlatan vahiyden neden yüz çevirdiği sorgulanır (1-15). Söz
âlemin anlam ve amaçlılığına getirilir. Şu hakikat zımnen vurgulanır: Ye­
rin göğün bir a m a c ı olsun da, şaheserin bir a m a c ı olmasın mı? (16-33)

Kur'an'daki peygamber kıssalarının iki maksadı vardır: Biri peygamberlik


k u r u m u n u ve hayati önemini anlamamızı kolaylaştırmak. Zira nübüvvet
bir ruhtur, onu ete-kemiğe büründüren bu kıssalardır. Diğeri muhatabın ki­
şiliğini inşa etmek. Zira vahiy kavramlarıyla tasavvuru, önermeleriyle ak­
lı, örnekleriyle şahsiyeti, bütünüyle hayatı inşa eder. Sûre, peygamberler­
den yola çıkarak dile getirdiği insanlığın değişmez değerlerine ait ilkelerle,
ortak iyinin kökeninin aynı olduğuna işaret eder. Adları sayılan peygam­
berlerin hayatı, bu gerçeğin tarihsel delilidir (48-91). Bu ebedi gerçeğin şim­
di ve burada tezahür eden sonucu ise şöyle ifadesini bulur: "Sizin bu ü m ­
metiniz bir tek ü m m e t t i r " (92). Bu formun aynısı sonraki bir pasajda Al­
lah'ın birliğini ifade ederken kullanılır: "Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır" (108).
Bununla, Allah'ın m u t l a k birliği ile ona inananların a m a ç birliği arasında
bağ kuran bir tasavvurun inşasını hedeflemektedir. Birincisi "tevhidin",
ikincisi " v a h d e t i n " şartıdır. Belki birincisine "akidevi vahdet", ikincisine
"sosyal tevhid" adını vermek de mümkündür.

Son Saat'i hatırlatan pasajlarla başlayan sûre Son Saat'i hatırlatan pasajlar­
la son bulur. Göklerin kitap ruloları gibi dürüleceğini ifade eden 104. âyet,
vahyin en çarpıcı kıyamet tasvirlerinden birini oluşturur.
RAHMAN RAHÎM XLAHTN ADIYLA

1 İNSANLAR için yaptıklarının hesabını mektedir: zira O her şeyi işitendir, her şe­
verme vakti oldukça yaklaştı; fakat onlar yi bilendir."
hâlâ gaflet içerisinde (bu gerçeğe) sırt çe­ 5 "Hayır!" dediler; "(Bunlar) karma karı­
viriyorlar. 1
şık düşlerdir!.. Yok yok, onu kendisi uy­
2 Rablerinden kendilerine ne zaman yeni durmuştur!.. Bu da değilse, o bir şair ol­
bir uyarı gelse, onu da sadece alaya ala­
2
malı... İyi ama, önceden gönderilen (pey­
rak dinliyorlar. 3 Onların aklı fikri oyun­ gamberler) gibi bize bir mucize getirse
da oynaştadır; üstelik bilinci altüst olan ya!.." 8

bu kimseler el altından şöyle fiskos ya­


3
6 Onlardan önce kendilerini (inkarda ıs­
pıyorlar: "Bu da sizin gibi ölümlü bir in­
4
rarlarından dolayı) helak ettiğimiz nice
san değil mi? Şu halde siz, göz göre göre kentler iman etmemişlerdi, şimdi bunlar
büyüye kapılıp gidecek misiniz?" 5
mı iman edecekler?
4 (Ve) dedi ki: "Rabbim gökte ve yerde
6
7 Biz senden önce de kendilerine mesajla­
söylenen her sözü, her düşünceyi bil- 7
rımızı ilettiğimiz (ölümlü) insanlardan 9

1 Âyetle ilgili bir değerlendirme için sûrenin 6 Medine ile Basra kıraat okullarının tümü ve
girişine bakınız. bazı Mekkeli kârilere göre emir kipiyle [kul)
2 Vahyin "uyarı" [zikr) vasfıyla ilgili Hicr 9; okunan bu kelimeyi Küfe okuluna mensup
Yasin 69; 55/Sâd 1, 87 ve 83/Zuhruf 44. âyet­ kârilerin tümü ve bazı Mekkeliler geçmiş za­
lere, ayrıca konuyla ilgili bir açıklama için man fiili olarak [kale: dedi) okumuşlardır (Ta-
44/Tâhâ 99'un notuna bkz. berî). Her ikisi de aynı kapıya çıktığı halde ilk
kıraat alimlerinin kılı kırk yaran bir hassasi­
3 Lafzen: "zulmeden kimseler". Zulüm, "bir
yetle bir kelimenin okunuşu üzerindeki bu
şeyi yerinden etmek"tir. Burada yerinden edi­
farklı yaklaşımlan, Kur'an'ın indiği dönemde
len insanın kendisidir. Bu da, tam anlamıyla
henüz yazı, imla, noktalama (raks), harekele­
bir "bilinç alaborası"dır (Bkz: 56/A'râf: 148,
me kurallarının yeterince oturmamış oluşuy­
not 108). Bu ters bilinç hayatı oyun, dünyayı
la açıklanır.
oyun alanı, sınav araçlarını oyuncak olarak al­
gılar. Bütün bunların temelinde, tersyüz edil­ 7 el-Kavl, hem "söz" hem de "düşünce" anla­
miş bir tasavvurla hayata bakmak yatar. Bu mına gelir (Bkz: 62/Kehf: 39).
ise kişinin kendisine yapacağı en büyük zu­ 8 Vahyin ilk muhaliflerinin kafalarının hayli
lümdür (Krş: âyet 29, not 38). kanşık olduğunun göstergesi. Hz. Peygamber
4 "Özel görüşme, gizli randevu, kulis, fiskos peygamberlik öncesi dinî hiçbir iddiası olma­
ve dedikodu" gibi bağlamına göre farklı mâna­ yan, kitap okuyup yazmayan, şiire ilgi duyma­
lara gelebilen necvâ, yararlı, yararsız ve zarar­ yan, kendisinden kehanet ve olağanüstülük sa­
lı olmak üzere üç vasfa da sahip olabilir. Bura­ dır olduğu duyulmamış biriydi. Aksi halde id-
daki fiskos ve kulis anlamında zararlı bir nec­ dialanm desteklemek için onu örnek verirlerdi.
vâ'dır (Krş: 71/Yusuf: 80; 68/îsra: 47; 9 Lafzen: "adamlardan, erkeklerden". Burada
105/Mücâdile: 7-10, ilgili notlar). vahyi ve peygamberliği inkar edenlerin itirazı
5 Vahyin olağanüstü gücünün vahyin düş- peygamberin cinsiyetiyle değil beşerliğiyle
manlan tarafından dolaylı bir itirafı olarak alâkalıdır (Bkz: âyet 3, 7, 8). Dolayısıyla bu
okunmalıdır. âyetteki rical, gönderilen peygamberlerin er-
79/ENBİYA SÛRESİ Nüzul: 79 Mushaf: 21
^-38^*— * * —*^Sc^*

başka birilerini peygamber olarak gönder­ dan onların (yerine) başka bir toplum ika­
medik. Hem eğer (bu konuda bir şey) bil­ me ettik. 14

miyorsanız, (geçmiş) vahiylerin mensupla­ 12 Ve onlar Bizim ezici gücümüzü hisset­


rına sorun! 8 Biz onlan yemeğe bile ihtiyaç tikleri zaman, derhal oradan kaçmaya
duymayan varlıklar olarak göndermedik; 10
yeltendiler.
dahası onlar ölümsüz de değildiler. 11

13 Durun, kaçmayın! Haydi, sizi küstah­


9 Neticede Biz onlara verdiğimiz sözü ça şımartan konforlu yaşantınıza ve ko­
tuttuk; bunun sonucunda onları ve dile­ naklarınıza geri dönün! Ne yani, herhal­
diklerimizi kurtarıp, (hayatlarını) amaç­ de hesaba çekilecektiniz! 15

sızca harcayanları ise helak e t t i k . 12

14 Onlar "Vahbize!" diyecekler; "Şu kesin


ki, bizler hep zulümde ısrar ettik!" 15 Ve
10 DOĞRUSU Biz size, içinde size şeref
onların bu yazıklanmaları, Biz kendilerini
ve itibar kazandıran bir m e s a j 13
indirmiş
biçilmiş ekin haline getirip sönmüş köze
bulunuyoruz: şu halde, hâlâ aklınızı başı­
çevirinceye kadar devam edip gidecek.
nıza almayacak mısınız?
11 Üstelik Biz, zulümde ısrarcı olan nice 16 (EY İNSANLAR!) Biz göğü, yeri ve
beldeleri kırıp geçirdik; ve (bunun) ardın­ bunların arasındakileri bir oyun olsun di-

kekliğini değil insanlığını vurgular. Bu kimlik ceden varolduğu halde bir şekilde kaybolmuş
vurgulanırken "erkekler" anlamındaki ri- olanı yeniden ortaya çıkarmaktır. Bu tanımı ya­
câl'in kullanılmasında çok ince bir imâ da se­ pan Râğıb, önce "kalbin" ve "dilin" zikri diye
zilmiyor değil. Bu imâ, hem meleklere "ka­ ikiye ayırdığı kavramı, bir de kendi içinde ikiye
dın" cinsiyeti yakıştıran, hem de peygamber ayırır: 1) Unutmaktan dolayı hatırlatmak, 2)
olarak bir meleğin gönderilmesini isteyen Akılda kalıcı olmasını sağlamak için hatırlat­
Mekke müşrik aklının içine düştüğü çelişki mak [Müfredat). Bu tanım, temel niteliklerin­
ve gülünç durum olsa gerektir. den biri zikr olan vahyi, "ilâhi bir inşa projesi"
10 Lafzen: "cesetler.." Sözlük anlamı "bir şe­ olarak öne çıkarmaktadır (44/Tâhâ: 99, 130, il­
yin yoğunlaşmış hali, unsurları toplanmış ha­ gili notlar). Vahiy bu inşayı önce eylemin ana
li" olan ceset, burada "varlık kategorisi" anla­ rahmi olan tasavvurda gerçekleştirir. Çevirimiz
mı taşımaktadır [Mekâyîs). bu yaklaşıma dayanmaktadır.

11 Peygamberler gökte değil yerde yürürler. 14 Zımnen: Siz Allah için vazgeçilmez değil­
Yerde yürüyenler iz bırakırlar. Ancak iz bıra­ siniz, fakat Allah sizin için vazgeçilmezdir.
kanlar izlenebilirler. Zira hiçbir toplum alternatifsiz değildir. "Sizi
ortadan kaldırıp sonra da dilediğini sizin yeri­
12 Eşraf e köküyle ilgili bir açıklama için bkz.
nize geçirir" (73/En'âm: 133) gibi âyetlerle ifa­
44/Tâhâ: 127, not 112.
de edilen tarihin değişmez yasası (Krş:
13 Veya: "içinde zihninizi inşayı amaçlayan 104/Nisâ: 133; 65/İbrahim: 19; 42/Fâtır: 16).
uyarılar olan bir mesaj" (Bkz: Taberî; krş.
15 Le'aîle edatının "gerekçe" anlamına daya­
83/Zuhruf: 44, not 31). Zikrukum ifadesinin çe­
narak şu mâna da verilebilir: "Hesaba çekil­
viriye böyle yansıması, kelimenin yapısından
meniz için yeterli neden mevcuttur" (Bkz: İt­
kaynaklanır. Zikr, ya insan tasavvuruna bir şe­
kân II, 233; krş. 44/Tâhâ: 130, not 119). Zım­
yin simgesini sunarak onu hafızasına kaydet­
nen: Hayatı sorumsuzca yaşayanlar, hesap so­
mesini sağlamak, ya da zihinde/tasavvurda ön­
rulmasından nefret ederler.
ye yaratmadık. 16
17 Eğer Biz bir eğlence na çalarız da, o berikinin belini kırar; işte
edinmek isteseydik, onu kendi katımız­ o zaman beriki de yok olup gider. 21

dan edinirdik, ne ki bunu asla yapacak


17
İşte (Yaratan ve yaratılan) konusunda bu
değiliz. 18
türden tanımlamalarınızdan 22
dolayı ya­
18 Aksine Biz, mutlak hakikate atıf olan zıklar olsun size! 19 Zira, göklerde ve
(amaçlı ve anlamlı yaratılış) gerçeğini, 19 yerde ne varsa hepsi O'na aittir,- nitekim
malum 20
amaçsız ve anlamsızlığın başı- O'nun tarafında yer alanlar, O'na kulluk

16 Yani: "bir amaç ve anlamdan yoksun yarat­ ya da "akıp giden" şeyler için kullanılır (Me-
madık" (55/Sâd: 27). "başka değil, sadece gerçek kâyîs). Burada bu yaratıklar evreninin bir ama­
bir amaç uğruna yarattık" (84/Duhân: 39). Bu cının olmadığı,- çünkü kendine has gerçek bir
gerçeği fark edenler "göklerin ve yerin yaratılışı varlığının olmadığı,- sadece Yaratıcının bir
üzerinde düşünürler: Rabbimiz! Bütün bunları "yansıması" ya da varmış gibi görünen sanal
anlamsız ve amaçsız yaratmadın!" (98/Âl-i Im- bir evren, bir hayal dünyası, köpük, gölge ol­
ran: 191) derler. Bu âyet, kadim kültürlere ait duğu yönündeki, insanın ahlâkî davranış ze­
"Tann yalnızlıktan canı sıkılınca inşam yarat­ minini yok eden âlem tasavvurları reddedil­
tı" gibi bir tezi de kökten reddetmektedir. Esa­ mektedir. Âyetteki bi'l-hakk ifadesi, hem ya­
sen bu pasaj, başta Hermetik miras olmak üze­ ratılmışlar âleminin kendine has bir iç gerçek­
re gök cisimlerine "akıl" ve "öznelik" (faal akıl) liğe sahip olduğunu, hem de onların gerçek bir
izafe eden tüm kadim mistik ve ruhçu kültürle­ amaç uğruna yaratılmış olduğunu ifade eder
re bir reddiyedir. 29. âyet bunun delilidir. (Bkz: 16. âyet, not 16).
17 Bu ibare iki şekilde de anlaşılabilir: 1) Bu 20 el-Batıl'm başındaki belirlilik takısı anla­
görünen âlemi değil, sizin algınızın ötesinde ma "malum" olarak yansımaktadır. Bu terci­
bir âlem yaratarak onu eğlence edinirdik" 2) himiz aynı zamanda vahyin reddettiği türden
"Sizin eğlence ve oyun aracı gibi gördüğünüz maddî varlığın sanallığı tezlerinin, nüzul orta­
bu âlemi, sizden önce Biz eğlence yapardık" mında birileri tarafından bilinip savunulduğu­
(Krş: Elmahh). na delalet eder.
18 Veya: "Tabii ki eğer yapmış olsaydık, (ama 21 Allah'ı tanımaya çalışmak yerine tanımla­
yapmadık)". Küfe dil okulunun büyük ismi maya çalışanlar, -haşa- Allah'ı nesne kendini
Ferrâ, şart edatı olan in'in olumsuzluk vurgu­ özne yerine koymuş olan haddini bilmezlerdir.
suna da dikkat çeker (Benzer bir kullanım için 22 Yaratan ya da yaratılanı, birini diğerine dahil
bkz. 42/Fâtır: 23). Ondan da önce bize kadar eden bir tezle tanımaya çalışmak, "tanımak"
ulaşan ilk orijinal tamamlanmış tefsirin sahi­ değil "tanımlamak" (tavsif) sayılmaktadır. Bu
bi olan Mukatil (ö. 150 h.) ibareyi böyle anlar ise, haddini aşan insanın Yaratıcısına had ve hu­
[Tefsir). Taberî'nin de alternatifsiz tercihinin dut çizmeye kalkışmasıdır. Oysa ki yaratılmış­
bu olduğunu söylemeliyiz. lar dünyası "tanımak" için var edilmiştir,- bu
19 el-Hakk "anlamlılık ve amaçlılığa" delalet nedenle de vahiy bu evreni "işaret, atıf, belge"
eder. Başındaki bâ edatıysa hem "gerekçe", anlamına gelen 'ilm-'alâmet köküne nisbetle
hem "bağlantı ve atıf" hem de "aracılık" ifade 'âlem/'âlemin diye isimlendirir (1/Fatiha: 1, not
eder (Açıklama için bkz. 65/ıbrahim: 19, not 2). Zira "yaratılmış varlıklar evreni olan" bu
20). Âyetteki el-bâtıl, el-hakkm zıddı olan 'âlem, O'nun varlığına, birliğine, eşsizliğine ve
"amaçsızlık ve anlamsızlık" anlamına kulla­ yaratıkları üzerindeki mutlak tasarrufuna dela­
nılmıştır (Krş: Râğıb). Betale, "özgür ağırlığı let eden birer belge ve âyet, birer alem ve ala­
olmadığı ya da çok az olduğu için uçup giden" mettir. [Alemin için bkz: Âyet 107, not 111)
etmede ne kibre kapılırlar, ne de bıkıp mı edecekler?
usanırlar: 20 Onlar, gece gündüz deme­
23
De ki: "Haydi, siz de kendi delilinizi ge­
den aralıksız O'nun aşkın ve yüce olan tirin! İşte bu, hem benimle birlikte olan­
zatını anarlar. ların hem de benden öncekilerin dile ge­
tirdikleri (ortak) mesajdır".
21 YOKSA onlar (gökyüzü yerine), ken­ 24

Ama hayır, onların çoğu bu (açık) gerçeği


dileri (ilâh diye tapınılan o cansız nesne­ bilmiyorlar; bu nedenle (ondan) yüz çevi­
ler) tarafından canlandırılsınlar diye mi
riyorlar. 25 Halbuki Biz, senden önce
yeryüzünden ilâh ediniyorlar? 25
22 Eğer
gönderdiğimiz peygamberlerin tümüne
göklerde ve yerde Allah'tan b a ş k a 26
ilâh­
bir mesajı ısrarla ilettik; o da şu: "Benden
lar olsaydı, (gökler ve yer) kaos içinde
başka ilâh yok, o halde yalnız Bana kul­
mahvolurdu: işte bu nedenle O her şey­
luk e d i n ! " 29
26 A m a (onların takipçileri
den yüce olan Allah, O mutlak otorite sa­
arasından) yine de "Rahman çocuk edin­
hibi, onların yakıştırdıkları her şeyin öte­
di" diyenler ç ı k t ı . 30

sindedir.
O şanı yüce olan, (ölümlülere has bu tür)
23 O, yaptıklarından dolayı asla sorgula-
tanımlamalardan sonsuzca uzaktır,- aksi­
namaz; fakat onlar her daim sorgulanır­
ne, (Allah'ın soyundan geldiğini iddia et­
lar. 27
24 Yoksa onlar (bu gerçeğe rağmen)
tikleri o kimseler), ilâhi i k r a m a 31
mazhar
O'nun dışında 28
ilâhlar edinmekte ısrar
olan kullardır: 27 Onlar, kendi sözlerini
32

23 Başta melekler olmak üzere, yıldızlar, geze­ mına kullanılmasıyla ilgili bkz. likan II, 160.
genler ve diğer gök cisimleri (yer cisimlerini 27 Daha dünyadayken bile hemcinsleri tara­
tanrılaştıranlar 21. âyette ele alınacak) gibi so­ fından sorgulanıyorlar, ya âhirette?
yut ve somut, varlığı sabit ya da muhayyel bir­
28 Min dûnihi, sadece "O'nun dışında" değil,
takım şeylere, zirvesini Allah'ın oluşturduğu
aynı zamanda makam olarak "O'nun çok geri­
bir hiyerarşide "ilahlar" ya da "yarı ilâhlar"
sinde, aşağısında, uzağında, astı mevkiinde"
payesini veren ve somut putlara tapman Mek­
anlamına da gelir (Bkz: likan II, 195).
ke müşriklerinin inancından daha sofistike ve
soyut olan Eski Hind, Mısır, Harran, Cündi 29 Tevhid, bütün bir oluş evrenini doğru kav­
Şapur ve Mezopotamya merkezli batıl inanç ramanın koordinatını verir. Bu koordinatla
sistemleri kastedilmektedir. yola çıkmayan akıl, her ölçü, kıyas, öncül ve
önermesinde yanlıştan çıkıp yanlışa varacak­
24 Parantez içi açıklamanın gerekçesi, 16-19.
âyetlerin muhtevasıdır. tır.

25 Yani; 'Madem yeryüzünden cansız nesnele­ 30 Burada kastedilenin Hıristiyanlar olduğu,


ri ilâh ediniyorlar, öncelikle onların yeryüzü­ bu âyetlerle, bu sûreden önce nazil olan Mer­
ne ait bir varlık olan insanoğluna can vermesi yem 91 ve 92. âyetlerin benzerliğinden de an­
gerekmiyor muydu?' Yunşerûn: "diriltilecek­ laşılmaktadır. Çevirimizin gerekçesi budur.
ler, canlandırılacaklar". Bu ibare, "Gökleri ve 31 Ya peygamberler gibi "ilâhi vahye" ya da
yeri kim yarattı?" sorusuna "Elbette Allah" melekler gibi o vahyi "taşımaya" mazhar
(89/Ankebût: 61) cevabını vermekte tereddüt olanlar. Bu âyetle 43/Meryem 93 arasındaki
göstermeyen cahili aklın içine düştüğü çeliş­ benzerlik dikkat çekicidir.
kiye dikkat çeker. 32 Zımnen: Eşyayı tanrılaşman, Tanrı'yı eş-
26 İllâ edatının "..den gayrı, ..den başka" anla­ yalaştırmaya kalkar.
O'nun sözünün önüne geçirmezler: 33
ya­ basamakta da olsa, sonuçta ben de bir ilâ­
ni onlar sadece O'nun talimatıyla hare­ hım demiş olsaydı, bu takdirde onu ce­
ket ederler. hennemle cezalandırırdık: Çünkü haddi­
37

28 O, onların bildiklerini de bilmedikle­ ni bilmeyenleri Biz böyle cezalandırırız. 38

rini de bilir. Ki zaten onlar, O'nun hoş­


34

nut ve razı olmadığı hiç kimseye şefaat 30 İNKARDA ısrar eden o kimseler gör­
edemezler: 35
zira onlar O'nun yüceliği mezler mi ki; gökler ve yer başlangıçta
karşısında derin bir saygıyla titrerler. 36 bitişikken Biz onları ayırdık ve (hareket
39

edebilen) her canlıyı sudan var e t t i k ?


40 41

29 Kaldı ki onlardan biri "O'ndan bir alt

33 Peygamberler yalnızca Allah'ın vahyini ile­ Cabirî, Bunyetu'l-Akli'l-Arabi, Beyrut-91, s.


tir, melekler ise sadece kendilerine verilen ta­ 265). Arabistan yarımadası Hermetik miras­
limatı yerine getirirler. tan habersiz değildi. Bazılarının Kur'an'da zik­
34 Bir başka ifadeyle: "geçmişlerini de gele­ redilmeyen peygamberler arasında saydığı Gü­
ceklerini de" (Bkz: 44/Tâhâ: 110, not 91). neyli (Yemen) Şu'ayb b. Mehdim (veya: Mah­
rem) zi-Mehdim, Kuzeyli Riab b. el-Berra eş-
35 Kur'an, Allah'tan bağımsız bir kayırma ve
Şeninî ve Reyyan b. Zeyd b. Amr gibi isimler,
şefaat iddiasını tümüyle reddeder. Burada oldu­
Hermetik irfanı bölgede temsil eden isimler
ğu gibi reddetmediği şefaat biçimi, sadece Al­
olarak görülebilir.
lah'ın razı olduğu birine verdiği ödülü, sahibine
takdim etmekle onurlandırılmaktır. Ödülü 38 Lafzen: "zalimleri". "Bir şeyi yerinden et­
takdim eden ödülü veren değildir. Onun ödül mek" anlamına gelen zulm, bir çok yerde
üzerinde hiçbir tasarrufu yoktur. O sadece, "kendi kendisine zulmetme" formunda, eyle­
ödül sahibi tarafından ödül takdimine mazhar min öznenin kendisine döndüğü bir cümle ya­
kılınmakla onurlandırılmıştır (Ayrıca bkz. pısıyla dile getirilir. Zalimin (zulmedenler)
76/Sebe': 23, not 43 ve 77/Zümer: 44, not 47). şeklinde ism-i fail kipiyle yalın olarak geldiği
yerlerde ise, bu zulmün muhatabı (tümleç)
36 Haşyet sıradan bir korku değil, özellikle de
zımnen yine zalimin kendisi olarak anlaşıl­
müşfikin ile birlikte kullanıldığında saygı ve
malıdır. Bu zulmün niteliği de, kelimenin eti­
sevgiden dolayı duyulan derin bir ürperti hali­
molojisine uygun olarak kişinin kendisine Al­
dir (Bkz: 62/Kehf: 49, not 61).
lah'ın tayin ettiği konumu beğenmeyerek baş­
37 Piramidik tanrı anlayışına dayanan kadim ka bir konumu tercih etmesidir ki, bu bir "bi­
Hermetik mirasın muhtemelen sonradan bo­ linç alaborası"dır. Bu mânanın en güzel açılı­
zulmuş tanrı anlayışını çağrıştınyor. Bu anla­ mı, bu sûrenin 65. âyetindeki "baş aşağı çev­
yış uluhiyyeti hiyerarşik bir silsilenin zirvesi rilmiş bilinç hali" ifadesidir.
(piramidin zirvesi) olarak görüyor, o zirvenin
daha altta yer alan diğer halkalar üzerinde 39 Buradaki ratk ile âlemin varoluş öncesi po­
yükseldiğine inanıyordu. İşte içinde kadim tansiyel hali, fetk ile de bunun fiili varlık ola­
hikmet pırıltılarının yer aldığı Hermes'in mü­ rak ortaya çıkma hali kastedilmiş olabilir (Ebu
şahedesinin (Corpus Hermeticum) 12. madde­ Müslim'den Râzî). 42/Fâtır 1 ve 94/Bakara
si: "Sonra her şeyin babası hayat ve nur olan 117'deki yoktan yaratılıştan bir sonraki aşa­
akıl, kendisine benzeyen bir insan yaratır. mayı ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Meydana getirdiği oğlunun kendisine benze­ 40 Parantez içindeki "hareket eden" açıkla­
yen güzelliğine hayran kalır. Gerçekte Allah mamız, aynı yaratılış gerçeğini vurgulayan
oğlunda kendi suretini sevmiştir. Bütün yara­ Nûr 45'te yer alan dâbbe (kendiliğinden hare­
tıklarını onun hizmetine verir." (nkl. M. A. ket eden) kelimesine dayanmaktadır.
Buna rağmen hâlâ inanmayacaklar mı? yaşamış hiçbir insana ölümsüzlük bah­
31 Ve yeryüzünde kendilerini sarsar diye şetmedik. 45
Hem sanki sen öleceksin de,
kalkmaz kımıldamaz dağlar var e t t i k ; 42 onlar ebediyyen yaşayacaklar m ı ? 4 6

ve onların aralarında, yollarını bulabil­ 35 Her can ölümü tadacaktır,- şu da var


sinler diye vadiler a ç t ı k . 32 Ve göğü gü­
43
ki, Biz sizi seçip ayırmak için hayır ve şer
venlikli bir kubbe olarak tepelerine dik­ ile sınava tabi tutuyoruz: 47
zaten sonun­
tik; ama onlar, bu tür göstergelerle işaret da Bize döneceksiniz.
ettiğimiz (hakikatlere) sırt çeviriyorlar. 36 Ve o küfre saplanmış olanlar ne za­
33 Oysa ki geceyi ve gündüzü, güneşi ve man seni görseler, sadece alaya almak
ayı yaratan da O'dur; (ama yıldız ve geze­ amacıyla "Bu muymuş sizin ilâhlarınızı
genlerin) hepsi de (kendileri için tesbit edi­ diline dolayan?" diye (dudak bükerler);
len) bir yörüngede akıp durmaktadırlar. 44
ama iş, Rahman (adının) anılıp yüceltil-
mesine gelince: onu ısrarla tanımazdan
34 (EY PEYGAMBER!) Biz, senden önce gelen de yine onlar olur. 48

41 Su belirlilik takısıyla gelmiştir. Bu, metne 46 Krş. "Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da
şöyle yansıyabilir: "herkesin bildiği su..." ölecekler" (77/Zümer: 30).
42 Dağların kazık olması, adına "izostasi" de­ 47 Kur'an şerri Allah'a nisbet de izafe de et­
nilen çivi etkisi meydana getirerek kıtaları mez (Ayrıntı için bkz. 98/Âl-i Imran: 26;
dengelemektedir. 69/Yûnus: 11 ve 63/Cin: 10, ilgili notlar). Bu
43 Dağlar ve vadiler, zirveler ve çukurlar, ya­ âyette de şer Allah'a ne izafe ne de nisbet edi­
ratılmışlar dünyasının çift kutuplu yapısına lir. Sadece Allah'ın "hayır ve şer ile imtihan
bir göndermedir (Bkz: 74/Nahl: 15, not 23). ettiği" buyurulmuştur. Metinde şer min ile
değil ilsak için kullanılan bâ ile gelmiştir. Bu­
44 Zımnen: kâinatın kütle çekimiyle içine
nun anlamı şerrin "sınava alet" kılınmasıdır.
çökmeden kalabilmesi Allah'ın koyduğu koz­
Maksadı ise Zerdüştizm ve Maniheizm gibi
mik tavaf sayesinde mümkün olmaktadır. Fe­
düalizme dayalı her tür şirki reddetmektir.
lek, "dairevi ve küresel olan her şeyi" kapsar
Düalist şirk inancı, iyilik ve kötülük tanrısına
(Taberi). Burada gök cisimlerinin hem yuvar­
dayanır. Bu, kötülüğün tanrısal olduğunu söy­
laklığına, hem dönüşüne, hem de "yörüngele­
lemek ve kötülüğü meşrulaştırmaktır. Ona
rine" bir işaret bulunabilirse de, asıl maksat
ontolojik bir hakikat ve cevheri bir kimlik
kozmik bilgiler değil ahlâkî öğütlerdir. Nihi­
vermektir. Bu bakış onunla savaşmayı imkan-
lizmi kökten reddeden bu âyetlerin verdiği
sızlaştırır ve ondan yana olmanın kapısını ara­
öğüt şudur: Âlemde 'cansız' diye nitelenen
lar. Zira bu bakışa göre kötülükle savaşmak
varlıkların bile bir anlam ve amacı varken,
tanrıyla savaşmak, hakikatle savaşmak anla­
varlık ağacının en soylu meyvesi olan insanın
mına gelir. Bu âyetin amacı, Allah dışında bir
bir anlam ve amacı olmasın mı? Ya da: Gök
yaratıcı vehmine yol açan "kötülük tanrısı"
nesnelerine bir yol ve yörünge tesbit eden Al­
icadını reddir.
lah, insan gibi akıllı ve iradeli bir varlık için
bir yol ve güzergah belirlemesin mi? 48 Son ibarenin alternatif bir anlamı da şöyle
olabilir: "O Sınırsız Rahmet sahibini anmakla
45 Bu Kur'anî ilke, başta Hz. İsa ve Kehf sûre­ birlikte, O'na nankörlük eden de yine kendile­
sinde kendisine atıf yapılan meçhul zât (bir ri olmaktadır" (Krş: Râzî). Kur'an'a göre onlar;
kul) olmak üzere, "insan" sınıfına giren her­ "Rahman'ı inkar ediyorlardı" (58/Ra'd: 30) ve
kes için bir anahtar hükmündedir. "Rahman da neyin nesi?" (40/Furkan: 60) di-
37 İNSANOĞLU aceleci bir yaratılışa sa- dan yüz çeviriyorlar."
hiptir,- 49
zamanı gelince size mesajları­ 43 Yoksa onların Bizim dışımızda kendi­
mın (gerçek olduğunu) göstereceğim; do­ lerini savunacak birtakım ilâhları mı
layısıyla, acele etmenize hiç gerek y o k . 50
var? O (sahte ilâhlar) kendilerine dâhi
38 Buna rağmen onlar diyorlar ki: "Eğer yardım edecek güçten yoksunlar; üstelik
sözünüze sadıksanız (cevap verin baka­ onlara katımızdan hiç bir himaye de ulaş­
lım): bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?" mayacak.
39 İnkarda ısrar eden bu kimseler, yüzle­ 44 Hayır, Biz onları ve atalarını geçici
rini ve sırtlarını ateşten koruyamayacak­ zevklere daldırdık; ta ki ömrün kendileri
ları, dahası hiçbir yardım da alamayacak­ için böyle uzayıp gideceği (zehabına ka­
ları anın (dehşetini) keşke bir bilseler! pılsınlar): 53
İyi ama, onlar görmüyorlar
40 Ama hayır, o (an) birdenbire gelecek mı ki Biz yeryüzüne müdahil olup, ona
ve onları şaşkına çevirecektir; artık ne (ait değerleri) her bir tarafından eksiltiyo­
onu geri çevirebilecekler, ne de kendileri­ ruz? 54
Bir de kalkıp kazanacaklarını
ne zaman tanınacaktır! umuyorlar, öyle mi?

41 Doğrusu (ey Muhammed)! Senden ön­ 45 (Ey Muhammed!) "Ben sizi sadece va­
ceki elçilerle de alay edilmişti; fakat alay hiyle uyarıyorum!" de.
eden kimseleri bizzat alay ede geldikleri Ama, ne kadar uyarılsalar da (kalbi) sağır
şey perişan e t t i . 51
olanlar bu çağrıyı işitmeyecekler.
42 De ki: "Sizi O sınırsız rahmet kayna­ 46 Fakat, Rabbinin azap rüzgarından on­
ğına karşı, gece ya da gündüz kim koru­ lara bir efilti dokunsa, hemen "Yazıklar
yacak? 52
olsun bize!" derler, "Meğerse biz, zulmü
Ama hayır, onlar Rablerinin uyarıların- karakter haline getirmişiz!" 55

yorlardı. Oysa ki Mekke müşriklerinin Allah'ı gazaba talip olmak ne büyük talihsizlik!
inkar etmedikleri nasıl tarih ve Kur'an'la sa- 53 Allah'tan koparılmış bir hayat ve sahte bir
bitse, Rahman ismine karşı alerjileri de aynen ebedilik duygusu...
öyle sabittir. Bu âyet, Rahman ismini içeriğiy­
54 Çevirimizin gerekçesi için benzer bir ibare­
le birlikte reddettiklerinin açık delilidir (Bkz:
nin yer aldığı Ra'd sûresi 41'in ilgili notuna
58/Ra'd: 30, not 40). Hudeybiye'de Hz. Pey­
bkz. Burada "değer eksiltilmesi" olarak anla­
gamber besmele sırasında bu ismi kullanınca,
şılması gereken "yeryüzünün eksiltilme-
"Onu biz tanımıyoruz, 'bismikallahûmme'
si"nin, "yeryüzünün uzatılıp yayılması"
yaz" diyeceklerdir.
(58/Ra'd: 3 72/Hicr: 19; 36/Kâf: 7) ile bir kar­
;

49 Lafzen: "İnsanoğlu aceleden yaratılmıştır". şıtlık oluşturduğu düşünülebilir. Bu sûrenin


Bunun bir mecaz olduğu açıktır. 11. âyetinin sonunda ifade edildiği gibi, yeryü­
50 Buna benzer bir âyet için bkz. 74/Nahl: 1 zünde birtakım değerler bazı birey, toplum ve
(Krş: 82/Şûrâ: 18). coğrafyalarda eksiltilirken, bazılarında da artı­
51 Zımnen: Gösteren ve gösterilenin ciddi ol­ rılmaktadır (Krş: 104/Nisâ: 133; 73/En'âm:
ması yetmedi, gören de ciddi olmalıydı. 133; 65/lbrahim: 19; 42/Fâtır: 16).

52 Rahman isminin geçtiği bir âyette kahır 55 Zulmün birine isim olarak verilebilmesi
tehdidi!.. Zımnen: Merhametin kaynağından için, o kişinin zulmü içselleştirmesi, karakter
47 Ve Biz, Kıyamet Günü dosdoğru tar­ önce ibrahim'e de doğru işleyen bir mu­
tan teraziler kurarız da, hiçbir kişi en kü­ hakeme vermiştik; (ibrahim'in) bununla
çük bir haksızlığa uğratılmaz,- hatta har­ (doğru yolu bulacağını) daha baştan bili­
dal tanesi ağırlığında bir şey olsa, onu dâ­ yorduk. 63

hi gündeme getiririz: Biz, hesap görücü


56
52 Hani o babasına ve kendi toplumuna
olarak yeter de artarız bile.. . 5 7
"Sizin kendilerine tapınıp durduğunuz
bu heykeller de neyin nesi?" dediği za­
48 DOĞRUSU Biz, Musa ve Harun'a, man, 53 onlar şöyle cevap verdiler: "Ata­
hakkı batıldan ayıran, karanlıkları aydın­ larımızı onlara kulluk eder bulduk!"
latan 58
ve sorumluluk bilincine sahip
54 Dedi ki: "Doğrusu siz de, atalarınız da
olanlara (yabancılaştıkları özlerini) hatır­
başından beri açık bir sapıklık içindey-
latan bir mesaj vermiştik; 59
49 onlar ki,
mişsiniz."
idrak sınırını aşan bir hakikat olsa da
Rablerinden korkarlar,- yine onlar (görür- 55 Dediler ki: "Sen (bunları söylerken)

cesine inandıkları) Son Saat'ten dolayı gerçekten ciddi misin, yoksa bize (şaka­

titrerler. 60
cıktan) bir oyun mu oynuyorsun?"

50 işte bu da, kendisini Bizim indirdiği­ 56 (İbrahim): "Asla!" dedi, "Sizin Rabbi-

miz mübarek bir hatırlatıcı mesajdır: 61


niz göklerin ve yerin Rabbidir ki, onları O

Peki, bu durumda siz onu hâlâ inkar ede­ yaratmıştır,- ve ben de bu gerçeğe tanıklık

cek misiniz? 62
etmek için (size gönderilen) biriyim.
57 Derken, (ibrahim kendi içinden şu ka­
51 DOĞRUSU Biz, (Musa'dan) çok daha rarı aldı): "Allah'a yemin olsun ki, siz dö-

haline getirmesi gerekir. Zâlimin (t. zâlim) değinilir.


ism-i failini çevirimizin gerekçesi budur. 60 Parantez içi açıklamamız 94/Bakara 3-4'e
56 Şu âyetle karşılaştırınız: "Kim zerre kadar dayanmaktadır. Zımnen: Allah'a iman özünde
iyilik yaparsa onu (ilâhî kayıtta) görecektir,- gayba imandır.
kim de zerre kadar kötülük yaparsa, onu (ilâhi 61 Mübarek kalıbının mef'ul oluşuna dikkat.
kayıtta) görecektir" (3l/Zelzele: 7-8). Kur'an'da hep bu formla gelen bu kelime, be­
57 Kefâ'yı bu şekildeki çevirimiz için bkz. reketin kaynağının Allah olduğu ve bir şeye
68/Isra: 17, not 28. bereketin O'nun tarafından verildiğini vurgu­
58 Dıyâ' herhangi bir tahdit içermeyen nûf- lar (Hz. isa'nın mübarek kılınmasıyla ilgili
dan farklı olarak, tıpkı güneş gibi sadece kay­ bkz. 43/Meryem: 31).
nağından gelen ışık için kullanılır. Vahyin dı­ 62 Çeviride en zorlandığımız yer, kaynak dil­
yâ' olarak nitelendirilmesi onun özne oluşuy­ de her iki vurguya da açık olduğu halde hedef
la alâkalıdır. dile çevrilince vurgulardan birini yitiren bu
59 Peygamber kıssalarının Hz. Musa ve Hz. tür cümlelerdir. Âyetin sonu "bu durumda
Harun ile başlaması, boykot sonrası dönemde onu siz mi inkar edeceksiniz?" vurgusuyla da
inen sûrelerin genel karakteristiğine uygun­ okumaya açıktır.
dur. Zira bu sûrelerde (A'raf, Cin, Isrâ, Nemi) 63 Doğru işleyen muhakeme onun sanata ba­
doğrudan veya dolaylı olarak mutlaka Isrâilo- kıp sanatkarı, esere bakıp müessiri, fiile bakıp
ğullarına ve onların Yahudileşme problemine faili bulmasını sağladı (Bkz: 73/En'âm: 74-79).
nüp gittikten sonra, putlarınız için tasar­ 64 Bunun üzerine kendi iç dünyalarına
ladığım şeyi mutlaka gerçekleştirece­ döndüler ve (kendi kendilerine) "Siz var
ğim!" 6 4
ya, siz" dediler, "işte asıl haddini bilme­
58 Nihayet, onların tümünü paramparça zin ta kendisisiniz!"
etti; dönüp de kendisine başvurabilsinler 65 Fakat daha sonra, baş aşağı çevrilmiş
diye (!) 65
onların en iri-yarı olanına do­ bilinç haline (geri dönerek); 68
"Doğrusu,
kunmadı. onların konuşamayacağını kendin de çok
59 (Olan bitene vakıf olunca, birbirlerine) iyi biliyorsun!" (dediler).
dediler ki: "Kim yaptı bunu ilâhlarımıza? 66 (İbrahim) " N e yani" dedi, "şimdi siz
Her kimse, onun haddini bilmez biri ol­ Allah'ı bırakıp da, size hiçbir yarar sağla­
duğu 66
apaçık ortada. yamayan ve hiç bir zarardan (da sizi koru­
60 (Onlardan bazıları) "Adına İbrahim de­ yamayan) nesnelere mi kulluk ediyorsu­
nilen bir gencin onları diline doladığı ku­ nuz? 67 Size de, Allah'ı bırakıp taptığınız
lağımıza kadar geldi" dediler. bütün bu nesnelere de yuh olsun! Siz hiç
mi akıllanmayacaksınız?!"
61 (Diğerleri) dediler ki: "Onu insanların
önüne çıkarın,- belki görgü şahitliği yapa­ 68 "Onu yakın!" diye bağrıştılar; "İlle de
cak birileri çıkar!" bir şey yapacaksanız (böyle yapın) ki,
ilâhlarınızı desteklemiş olasınız!" 69

62 (Getirerek) "İlâhlarımıza bunu sen mi


yaptın ey ibrahim?" diye sorguladılar. 69 Biz "Ey ateş!" dedik; "İbrahim'e karşı
serin ve esenlikli o l ! " 7 0

63 (İbrahim) "Hayır!" dedi, "Bunu yapsa


yapsa, şu en iri-yarı olanı yapmış olmalı­ 70 İşte onlar (İbrahim'e) karşı bir düzen
dır,- en iyisi mi siz kendilerine sorun; tabi kurmak istediler,- fakat Biz onların (düze­
ki eğer cevap verebilirlerse!" 67 nini) boşa çıkardık. 71 Dahası onu ve (ye-

64 Ekîdenne fiilinin türetildiği keyd mastarı 68 Nukisû 'ala ruûsihim ibaresinin karşılığı
"ince ve hassas tasarlanmış ceza" anlamına olan "baş aşağı çevrilmiş/tersyüz edilmiş bi­
gelir (Bkz: 56/A'râf: 183, not 151). linç hali", tam da bir önceki âyette geçen zali­
65 Bu kinayeli bir ifadedir. Ünlem metnin söz min algı biçimini açıklamaktadır. Bu zuVm'ün
konusu yan anlamına dikkat çekmek içindir. açılımıdır.
Üeyhi'dcki zamirin aidiyetine göre,- "dönüp 69 Cari üslûp gereği kullanılan "tanrılarınız''
puta başvurabilsinler" veya "dönüp İbrahim'e kelimesi "tanrılarımız'' şeklinde anlaşılmalıdır.
başvurabilsinler" şeklinde anlaşılabilir. Fakat 70 Bu tür mucizeleri aklileştirmek için tevil
metnin iç bağlamı birincisini destekler. etmek yersizdir. Sâffât 97 bunu pekiştirir. Mu­
66 Zâlimin''in bu anlamı için bkz. 29. âyet, cizeler, ilâhî-kevnî yasalarla uyum içinde ger­
not 38. çekleşir (Konuyla ilgili ayrıntılı bir not için
bkz. 44/Tâhâ: 21). Ateşin yakması ilâhi bir ya­
67 Modern veya kadim her putperest tazim et­
sadır. Ateşte insan vücudu da yanar, bu da ilâ­
tiği putun zavallı bir nesne olduğunu bilir. İyi
hi yasadır. Vücudun ateşte yanmaması buna
de, o halde neden tapar? Bu sorunun tek cevabı
aykırıdır. Bu âyette "İbrahim yanmadı" denil­
vardır: Tapmak insanın ontolojik ihtiyacıdır.
miyor, aksine "Ey ateş "İbrahim'e dokunma,
İnsan bir Allah'a kul olmazsa, kul olacağı bin­ ona serin ve esenlikli ol!" deniliyor. Ateşten
lerce sahte tanrıyı işte bunun için icat eder. yakıcılık alınmış, sonuçta Hz. İbrahim yanma-
576 t 79/ENBÎYA SÛRESİ t Nûzûl: 79 Mushaf: 21

geni) Lût'u (oradan) kurtararak, bütün luk eden kimselerdi.


milletler i ç i n 71
mübarek kıldığımız yur­
da ilettik. 72 Ve ona bir armağan olarak
72 74 LUT'A da sağlam bir muhakeme ve
İshak'ı 73
ve (onun oğlu) Yakub'u bahşet­ seçip ayırma yeteneği kazandıran bir bil­
tik; ve onların hepsini kişilik ve erdem gi tasavvuru bahşettik; 75
ve onu çirkin
sahibi kıldık; 73 ve onları talimatlarımız eylemleriyle tanınan kentten kurtardık:
çerçevesinde herkese doğru yolu gösteren çünkü onlar yoldan çıkmış yoz bir ka­
önderler yaptık; nitekim onlara hayırlı iş­ vimdi. 75 Ama (Lût'a bir şey olmadı), onu
ler yapmalarını, Allah'a ibadetin hakkını rahmetimizle kuşatmıştık; zira o dürüst
vermelerini, 74
arınmak ve yücelmek için ve erdemli kimselerdendi. 76

gerekli bedeli ödemelerini vahyettik: Ni­


hayet, onların tümü de sadece Bize kul­ 76 ONLARDAN çok daha önce Nûh da

mış değil, ateş onu yakmamıştır. Çünkü Allah etme teşebbüsüyle birlikte bütün süreci şöyle
ateşin yakma özelliğine müdahale etmiştir. özetleyebiliriz: Allah her ne ki istedi, almak
Yani, bir alt yasasını bir üst yasasıyla aşmıştır. için değil vermek için ister. Hz. İbrahim'den
Zira Allah koyduğu yasaların mahkûmu değil İsmail'ini almadığı gibi, yanına armağan ola­
hakimidir (Krş: Tâhâ: 21, not 20). "Serin ol" rak bir de İshak'ı verdi.
emri "esenlikli ol" emrine vav ile bağlanmış­ 74 Ekirnu's-salâta verdiğimiz bu anlamın ge­
tır. Birinci emir yakmama emri, ikinci emir
rekçesi için bkz. 9/A'lâ: 15, 56/A'râf: 170;
üşütmeme emridir. Zira soğukluğun da yak­
94/Bakara: 3 ilgili notlar.
ması vardır. Bu mucizevî olayın her çağın insa­
nına verdiği ders şudur: Hiçbir zalimin ateşi, 75 Hukm, tüm alternatifleri, içlerindeki en
saf imanı ve aşkı yakamaz. Zaten aşk da bir da­ doğru şıkka indirgeme işlemi demektir. Aynı
ha yanmamak için yanmak değil midir? kökten gelen hikmet, işte bu işlemi mümkün
kılan yetenektir. İbn Fâris'in ilmi, yedullu 'ala
71 'Âlemîrii bu şekilde çevirimizin gerekçesi
eserin bi'ş-şey'i yetemeyyezu bihi 'an ğayrihi
için 107. âyetin ilgili notuna bakınız.
(ilim, bir şeyi, ona ait olmayandan seçip ayır­
72 İbrahim ailesinin Harran üzerinden Filis­ maya yarayan bir iz/alamet ve işarettir) şek­
tin'e göçü. Mukaddes Filistin topraklarının linde tarif ettiği hatırlanacak olursa, ilim, hü­
Yahudi ırkının değil evrensel tevhid ailesinin küm ve hikmeti birbirine bağlayan anahtarın
ortak mekânı olduğunun ifadesi. Zira orasının "seçip ayırma" (temyiz) yeteneği olduğu anla­
mukaddes kılınmasıyla MS. 7. yüzyıldan son­ şılır. Sıradan bilgilerin (veri, data) vahyin 'Um
ra icat edilmiş bir kimlik olan Yahudilerin adını verdiği şeye dönüşmesi için, insan zih­
alâkası yoktu. Daha İbraniler Isrâiloğulları ninde bir çevrim istasyonu bulunmalıdır. İşte
adını almadan yüzyıllar belki de bin yıllar ön­ hükm-muhakeme bunun adıdır. Bir ilâhi inşa
ce mübarek kılınmıştı. projesi olan vahyin amacı, insan zihninde söz
73 Nâfileten, "fazladan olan", "zorunlu olan­ konusu 'çevrim istasyonunu' inşa etmektir.
dan arta kalan" anlamına (Bkz: 68/lsra: 79, not Bu sayede sıradan bilgi hayatın illet, amaç ve
104). Çocuksuz geçen bir ömrün hasretiyle ve­ hikmetini gösteren bir göstergeye dönüşür
rilen ilk oğul İsmail'in ardından gelen İshak, (Krş: 71/Yusuf: 40).
hiç kuşkusuz "fazladan" bir "armağan" idi. 76 Kur'an peygamberleri överken dahi, onlara
(Hz. İbrahim'in çocuklarının sıralaması için bahşedilmiş olandan çok onların bilinçli ter­
bkz. 65/lbrahim: 39; ayrıca: 94/Bakara: 140; cihlerinin sonucu olan kendi eylemlerine ve
104/Nisâ: 163.) Hz. İbrahim'in İsmail'i kurban erdemlerine atıfta bulunuyor.
Bize yalvarmış, bunun üzerine Biz de (daha) derin bir kavrayış v e r m i ş t i k . 80
Bu­
onun duasını kabul etmiş, onu ve onun nunla beraber Biz, her birine sağlam bir
yakınlarını büyük bir beladan kurtarmış­ muhakeme ve seçip ayırma yeteneği ka­
tık. 7 7
77 Yine onu, âyetlerimizi yalanla­ zandıran bir bilgi tasavvuru b a h ş e t t i k . 81

makta ısrar eden bir topluma karşı des­ Zaten Davud ile birlikte, emrimize âmâ­
teklemiştik: zira onlar da ahlaken yozlaş­ de kıldığımız dağlar da O'nun kudret ve
mış bir toplumdu; bu yüzden Biz de tü­ ihtişamını dillendiriyordu, kuşlar d a . . . 82

münü boğulmaya terk ettik. Zira Biz, her zaman istediğimizi gerçek­
leştiririz.
78 D A V U D ve Süleyman'ı da (gündeme
80 Ve Biz ona, sizi korku ve zilletten kah­
taşı)! 78
Hani o ikisi, bir topluluğa ait ço-
redecek her belaya karşı koruyacak (mâ­
bansız ve dağınık koyun sürüsünün gece
nevi) savunma araçları geliştirmeyi öğ­
yayıldığı tarla konusunda karar verecek­
rettik: 83
Hal böyleyken siz (gereği gibi)
lerdi; ve Biz de onların kararına şahit
şükrediyor musunuz?
idik; 79
79 fakat bu dâvada Süleyman'a

77 Hz. Nuh'un îmâ edilen duası için bkz. mülahazaya kurban edilemez. Zira adalet
64/Nûh: 26-28. Nûh kıssası hakkındaki tüm pa­ mülkün temelidir (Benzer bir kıssa için krş.
sajların alt alta okunmasıyla elde edilen sonuç 55/Sâd: 23-24).
şu: Yoldan çıkmış kavim Hz. Nuh'un duası yü­ 80 "Akıl yaşta değil baştadır" atasözünün
zünden helak olmuyor, onların helakine kendi Kur'an'cası. Süleyman'ın yargısı çok daha isa­
sapmaları sebebiyle Allah hükmediyor ve bu so­ betlidir, fakat bu yargılamanın kahramanı Hz.
nuca üzülen Hz. Nuh'a "onların lehine Bana Davud'dur. Zira babalık, hükümdarlık ve bü­
başvurma" Duyuruluyor (70/Hûd: 36-37, not 35). yüklük gerekçelerini bir kenara koyarak adale­
78 Bu isimlerin ardından "gündeme taşı" ila­ tin hatırını her şeyin üstünde tutmuş ve Süley­
vesi, sözgeliminden doğan bir gerekliliktir. man'ın kararının kendi karanndan üstün oldu­
Davud ve Süleyman, nübüvvet, hikmet ve ğunu onaylamıştır. İşte gerçek büyüklük bu­
devlet gibi üç değerin ellerine verildiği yöneti­ dur. Hz. Peygamber'in "Hakim içtihadında isa­
ci peygamberlerdir. Bu pasajın ana fikri güç bet ederse iki, etmezse bir sevap alır" (Ebu Da­
ahlâkıdır. vud) tesbiti de kaynağını buradan alsa gerektir.

79 Kur'an'da ve sünnette bu âyetlerde geçen 81 Çevirimizin gerekçesi için bkz. âyet 75,
olayın ayrıntısına dair hiçbir bilgi yoktur. Fa­ not 76.
kat sahabe ve tabiinden gelen rivayetler, bu 82 Krş. 76/Sebe': 10. Hz. Davud'un ilâhileriy-
olayın o gün bilindiğini gösterir. Özeti şudur: le kâinat korosuna katılımının ifadesi.
Hz. Davud, kendisine intikal eden bir dâvada 83 Be's kökünden türetilen beîs, vahyin "alçak
komşunun tarlasını yayılan sürünün tarla sa­ maymunluk" dediği Isrâiloğullarının taklit
hibine verilmesine hükmeder. Hz. Süleyman hastalığına atıf için kullanılır (Krş: 56/A'râf:
telafisi mümkün bir zarara telafisiz bir cezayı 165-166, not 129). Lebûs, "giysi" mânasındaki
sert bulur. Sürünün bir yıllık intifa hakkının libas ile aynı köktendir (Râzî). Ebu Ubeyde bu
tarla sahibine, tarlanın da eski haline getiril­ kelimenin Arap dilinde "tüm silahlar için"
mesi için sürü sahibine verilmesine ve yıl so­ kullanıldığını söyler ve Taberî de isim verme­
nunda her ikisinin sahiplerine iadesine hük­ den bu görüşe aynen katılır. Fakat tefsir gele­
meder. Burada ana fikir şudur: Adaletin hatın neğinde sadece Katade'nin yorumuna dayana­
her hatırın üstündedir. Adalet arayışı, hiçbir rak "zırh" anlamı şöhret bulmuş ve yine Kata-
578 79/ENBtYA SÛRESİ t < > < H > < , Nûzûl: 79 Mushaf: 21

81 Kendisini bereketli kıldığımız ülkeye zamanlar; "Bu dert gelip beni buldu, ama
doğru esip O'nun emriyle (çalışan gemi­ Sen merhametlilerin en merhametlisi-
leri) yüzdürsün diye şiddetli rüzgarları sin!" diye Rabbine yalvarmıştı. 84 Biz de
Süleyman'a (âmâde kıldık): 84
zira Biziz onun duasını kabul etmiş ve onu bizar
her şeyin (yasasına) vakıf olan. 82 Yine eden dertten kurtarmıştık; dahası katımız­
dik başlı birileri, hem onun için dalgıç­
85
dan bir rahmet ve gereği gibi kulluk eden­
lık yapıyorlar, hem de bunun dışında baş­ lere bir öğüt olmak üzere, ona yakınlarını
ka hizmetler görüyorlardı. Aslında onlara bir kat daha artırarak geri vermiştik. 86

mukayyet olan da Biziz.


85 İSMAİL'İ, Idris'i 87
ve yükümlülük
83 EYYUB'U da (gündeme taşı)! Hani o bir alan kişiyi de (gündeme taşı); 88
hepsi de

de'ye ait "Hz. Davud demir zincirlerden örülü lan nankör Yahudiler (Bkz: 94/Bakara: 102)
zırhı ilk yapan kişiydi" yorumu standart yo­ olabileceği gibi, insanoğluna baş eğmeyen ta­
rum haline gelmiştir. Tarihi veriler Hz. Da- biî güçler de olabilir.
vud'dan çok önceleri zırh yapımının bilindiği­ 86 Krş. 55/Sâd: 41-44. Hz. Eyyub hakkında
ni göstermektedir. Buradaki lebûs'ım anlam birbirini tutmayan farklı rivayetler nakledil­
alanı A'râf 26'daki libasu't-takvâ terkibindeki miştir (Taberî). Pasajın anlaşılmasını kolay­
libas ile örtüşür. Buna göre âyet, Allah'ın Da­ laştıracak özeti şudur: Muhtemelen Arap asıl­
vud'a, mü'minlerini hem birbirlerine karşı lı bir peygamber olan Eyyub önceleri varlık ve
duydukları korkudan hem de bilinmeyene kar­ sıhhat sahibiyken sonradan yokluk ve hasta­
şı duydukları güdüsel korkulardan korunma lıkla sınanır. Etrafından çocukları ve eşi de da­
yöntemini öğrettiğini ifade eder (Esed). Be's'in hil herkes dağılır. Düştüğü ölümcül dert sıra­
daha çok manevî bela ve musibetler için kulla­ sında destanî bir sabır sergiler. Razı ettiği Rab­
nıldığı hatırlanırsa, bu yorum daha makul gö­ bi onun adını sabrın simgesi olarak ölümsüz-
rünmektedir. Nebevî hüküm ve ilimden söz leştirir. Eski Ahid'deki Eyyub tasvirinin
eden pasajların ardından bağlama uygun olan
Kur'an'daki sabır timsali bilge bir peygamber
da budur [Jügş: 76/Sebe': 10-11, notlar 15, 16).
olan Hz. Eyyub ile örtüşmediği açık.
84 Cerâ, "aktı, kaydı, yüzdü" anlamına gelen
Eyyup peygamberin Sâd sûresinin 41. âyetinde
ve bir türlü yerinde duramayıp hareket eden
geçen şikayetinden de anlaşılacağı gibi, bu
akışkan maddelerin hareketi için kullanılır.
mübarek Nebi, bedenine arız olan hastalıktan
Bunun için gemiye de el-câriye adı verilir [Me-
değil, maneviyatına ve kalbine arız olan ma­
kâyîs). Kur'an'da birçok yerde gemilerin de­
nevî hastalıktan bizar olmuş ve şikayet etmiş­
nizde yüzmesi bu kelimeyle ifade edilir
ti. Zira maddî vücud insanın aslî varlığı değil­
(94/Bakara: 164; 58/Ra'd: 32; 91/Hac: 65). Hz.
di. İnsanın aslî varlığı manevî vücud idi. Dola­
Süleyman'ın efsanevi devletine tüm dünyanın
yısıyla asıl musibet insanın bedenine gelen
zenginliklerini taşıyan unsur gemi filolarıydı.
değil kalbine ve ruhuna gelen musibetti. Sâd
Dilsel verilerle birlikte bu gerçek, parantez içi
açıklamamızın gerekçesini teşkil eder. 41'de Hz. Eyyup işte bundan şikayet ediyordu.

85 Şey âtin, "baş eğmedi, serkeşlik etti, azdı" 87 İdris hakkında bkz. 43/Meryem: 56, not 62.
anlamına gelen satana kökünden türetilmiştir Ayrıca Hz llyas'ın yeniden doğmuşu olduğu
(Krş: 8/Tekvir: 25, not 21). Bunlar, Hz. Süley­ iddiası için bkz. 66/Sâffât: 123, 130, not 47.
man zamanında yaşamış başıbozuk ve hiçbir 88 Zu'1-kifl "sorumluluk sahibi", ya da "yü­
kural tanımayan vahşi kabileler veya onun kümlülük altına giren kişi" anlamına gelir.
devleti sihirbazlıkla yönettiği zehabına kapı­ Lügat anlamı "kişiye düşen pay, nasip" olan
sıkıntıya karşı direnen kimselerdendi: 86 nı kabul ettik ve onu içine düştüğü sıkın­
bu yüzden onları rahmetimize gark ettik: tıdan kurtardık: işte Biz, inanıp güvenen­
Zira onlar dürüst ve erdemli kimseler­ leri böyle kurtarırız.
dendi.
89 ZEKERİYYA'YI da (gündeme taşı)!
87 VE balık olayının kahramanını da Hani bir zamanlar o "Rabbim!" diye yal­
(gündeme taşı]! Hani bir zamanlar o, hak­ varmıştı; "Beni (evlatsız) tek başına bı­
kında işlem yapmayacağımızı düşünerek, rakma! Şu da var ki, Sen vârislerin en ha­
öfkeyle (görev yerinden) çekip gitmişti. 89
yırlısısm!" 91

Derken o (düştüğü) zifiri karanlığın içeri­ 90 Ve Biz onun yakarışını da kabul ettik
sinde "İbadete lâyık başka ilâh yok; sade­ ve onun eşini kendisi için çocuk doğur­
ce yüceler yücesi olan Sen varsın: hiç şüp­ maya elverişli hale getirerek ona Yah­
hesiz ben (bu tavrımla) zalimlerden biri ya'yı armağan ettik. İşte bunların (üçü)
olup çıktım!" diye yakarmıştı. 90
de birbirleriyle hayırlarda yarışan kimse­
88 Bunun ardından Biz de onun yakarışı- lerdi; Bize bollukta da darlıkta da yalva-

el-kifl, "birine söz verdi, sorumlu oldu" anla­ mi kaynaklarda İbnu'l-'Acuz (kocakarının oğ­
mındaki kefele ya da "kendini yükümlülük lu) diye bilinen Hezekiel'dir. Hezekiel, Ku­
altına soktu" anlamındaki tekeffele fiiline düs'ü işgal eden Nabukadnazar tarafından esir
nisbet edilir. Burada ve Sâd sûresinin 48. âye­ alınan İbraniler arasında Doğu Anadolu'da
tinde sözü geçen zatın kimliği konusunda Hz. Habur yakınlarına getirilmiş ve orada pey­
Peygamber'den hiçbir sahih açıklama gelme­ gamber seçilmiştir. Hezekiel kitabı onun "sa­
diği gibi, Islâmî olan ve olmayan hiçbir kay­ bırlı" ve "sâlih biri" olduğunu söyler.
nakta da hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. Kur'an'da biri adı diğeri sıfatı olmak üzere iki
Bundan dolayı, bu nitelemenin sahibi tartış­ isimle anılan daha başka peygamberler de var­
ma konusu olmuştur. Ebu Musa el-Eş'arî, İbn dır. Mesela Hz. Yakub "İsrail" olarak, Hz. İsa
Abbas, Mücahid onun peygamber olmadığını "Mesih" olarak, Hz. Yûnus "Zu'n-nûn" ola­
erdemli bir yönetici olduğunu söylemişlerdir rak, Hz. Muhammed "Ahmed" olarak geç­
(Taberî ve Râzî). Mukatil, Ferrâ ve Ebu Ubey- mektedir. Bazıları bu kişinin Eyyub peygam­
de gibi ilk otoriteler bu konuda hiçbir açıkla­ berin oğlu olan ve Şamlılara gönderilen Şeref
ma yapmazlar. Esed bu nitelemeyi "peygam­ olduğunu söyler.
berlerin her biri için kullanılan ortak bir de­ 89 Hz. Yûnus, Asur'un başkenti Ninova'ya gön­
yim" kabul ederek "kendisini (Allah'a) bağla­ derilmişti. İlgisizlikle karşılaşınca kızarak gö­
yan herkesi.." şeklinde çevirir. Fakat metin la­ rev yerini "kaçak bir köle gibi" terk etti (66/Sâf­
fız ve mâna olarak bu çeviriyi desteklemez. fât: 140). Bindiği gemi fırtınaya yakalandı. Hata­
Çünkü zu'1-kifl ifadesi, tek kişiye ait bir nite­ sını itiraf etti ve gemiden atıldı. Bir balık tara­
lik olarak kullanılmaktadır. Geriye bu nitele­ fından yutuldu. Tevbesinin ardından kurtuldu
menin müstakil bir isim değil, bilinen pey­ ve görevine yeniden döndü ve gönderildiği ka­
gamberlerden birinin sıfatı/ikinci adı olduğu vim bu kez iman etti. Zımnen: Sorumluluktan
ihtimali kalır. Bunların başında Hz. Uyas ve kaçan peygamber de olsa cezasız kalmaz.
Ergani'de makamı bulunan Hezekiel Peygam­ 90 Zımnen: Hatadan değil hatayı savunmak­
ber gelir. Sâd 49'da iki isim de yan yana zikre- tan kork!
dildiği için, Hz. llyas olamaz. Elde kesin bir 91 Kıssanın ayrıntısı için bkz. 98/Âl-i Imran:
delil olmasa da, geriye kalan tek ihtimal, Islâ- 37-41.
580 > > < g : : ^ t < 79/ENBtYA SÛRESİ ( t > < g > < 1 Nûzûl: 79 Mushaf: 21

rıp yakarırlardı: zira onlar Bize karşı de­ ramparça ettiler: (oysa ki) hepsi de so­
rin bir saygı duyarlardı. 92
nunda yine Bize dönecekler. 97

91 BÎR de iffetini koruyan o kadını (gün­ 94 Neticede, kim iman etmiş olarak o
deme taşı)! "Kuşkusuz ona d a 93
ruhu­ imanla uyumlu davranışlar göstermeye
muzdan üflemiş; 94
onu ve oğlunu (çağı­ gayret ederse, onun bu gayreti asla gör­
nın) bütün insanları i ç i n 95
(rahmetimi­ mezden gelinmeyecektir: zira Biz, onun
zin) bir belgesi kılmıştık. lehine bütün bunları kaydediyoruz.
95 Ne ki, Bizim helakine karar verdiği­
92 (EY İNSANLAR!) İşte (burada kısaca miz bir toplum mecburi (istikamete gir­
anlatılan peygamberler tarihinin de gös­ miştir); 98
artık onların geri dönmesi
terdiği gibi) sizin ümmetiniz bir tek üm­ mümkün değildir,- 96 ta k i 9 9
Ye'cûc ve
mettir ve Ben de sizin Rabbinizim: O hal­ Me'cuc'un salınıp, 100
her bir köşeden bo­
de sadece Bana kulluk e d i n ! 96

şalacakları zamana d e k . . . 101

93 Ama onlar birliklerini aralarında pa­

92 Haşyet için bkz. 28. âyet, not 36. alınmaya değer bulmadı.
93 Burada sözü edilen Hz. Meryem'dir ve "ona 98 Yani: "dönüşü olmayan bir yola.." Hara­
da" şeklindeki çevirimiz, başta Âdem olmak mım (ya da hırmun), aksi düşünülemez olan",
üzere tüm Âdemoğullarına bahşedilen ilâhî "tersini beklemek imkansız olan" [mümteni')
armağan olan "hayatın" ona da bahsedildiğini mânasındadır (Zemahşerî). Bu ibare, Ebu Müs­
dile getirmektedir (Krş: 72/Hicr: 29; 57/Secde: lim'in yorumladığı gibi âhirete ilişkin anlaşı­
9; 55/Sâd: 72). Ontolojik bir olguyu ifade et­ lacak olursa, bu durumda anlam "helak ettiği­
meyip tıpkı "Allah'ın arzı, Allah'ın devesi, Al­ miz bir toplum (sorumsuzca bir hayatın hesa­
lah'ın evi" gibi gaye belirtme ve onurlandırma bını vermeye) mecbur ve mahkûmdur" olur
anlamı taşıyan bu mecazî beyan, insan türü­ (Krş: âyet 35). Bu durumda bir sonraki âyette
nün tüm fertleri için geçerlidir. Bunu mecaz sözü edilen Ye'cûc ve Me'cûc de, dünyaya de­
olmaktan çıkarıp lafzî olana indirgemek, Pav- ğil âhirete ait bir tür olmuş olur (Râzî).
lusyen kilisenin Hz. İsa'ya dair "Allah'ın ru­
99 95 ve 96. âyetlere anlam verirken, onlan bir­
hu: Allah'ın oğlu" sapmasına yol açacaktır.
birinin devamı olarak telakki ettik (Krş: Râzî).
94 Bu ibarenin açılımı için bkz. 72/Hicr: 29, 100 Fütuhat?takı dişillik tâ'sı, metinde görün­
not 26. Ruhun Allah'a nisbeti, tıpkı Beytul- meyen bir çoğulluğa delalet eder (Râzî). Bu ise,
lahda olduğu gibi teşrif ve taltif içindir. hemen arkadan gelen Ye'cuc ve Me'cuc'un be­
95 Parantez içi açıklamamız için bkz. 94/Ba­ lirli bir şahıs değil, her zaman ve mekânda bu­
kara: 47, not 86. lunan yıkıcı ve tahrip edici güç olduğu sonu­
96 On yedi peygamberin özet kıssasının ardın­ cunu verir (Krş: 62/Kehf: 94).
dan gelen bu âyet, hakikatin ortak kökenine ve 101 Ye'cûc ve Me'cûc, kelimelerin Arapça dil
islâmın insanlığın tüm zamanlardaki değişmez kalıbına uygun hale getirilmiş telaffuzudur.
değerlerinin öbür adı olduğuna delalet eder. Kelimeler bu sayede "yandı, yaktı, parladı,
97 Bir önceki âyette "siz" olan zamir, beşerî alev aldı" anlamına gelen 'acece köküne nis-
dilin Allah'ı tam ifade etmekten aciz olduğu­ bet edilebilmiştir. Yâcuc ve Mâcuc şeklindeki
nun bir göstergesi olarak bu âyette "onlara" bir okuyuş, kelimenin yabancı bir kökene ait
dönüştü. Zımnen: vahyin tevhid ve vahdet olduğunu ele veren bir okuyuştur. Kitab-ı Mu-
kaddes'e Gog-Magog olarak geçen kavram çif-
çağrısından yüz çevirenleri Allah muhatap
97 İmdi, mutlaka gerçekleşecek olan sö­ duymayacaklar.
zün vakti yaklaşmıştır: işte o zaman, kü­ 101 Ne var ki, katımızdan kendilerine
fürde ısrar edenler, gözleri yuvalarından iyilik-güzellik ihsan ettiğimiz kimselere
fırlamış 102
bir halde "Yazıklar olsun bi­ gelince: işte onlar (cehennem)den uzak
z e ! " (diyecekler), "Doğrusu biz bu (söze) tutulacaklar. 103
102 Onlar oranın uğultu­
karşın gaflete dalmışız,- dahası (böyle yap­ sunu bile duymayacaklar. Ve onlar canla­
makla) kendi kendimize kıymışız!" rının çektiği şeyler arasında kalıcı bir ha­
98 Şu kesin ki, siz de, Allah'tan başka yat sürecekler.
taptıklarınız da cehennemin yakıtısınız: 103 Onları, (kıyamete mahsus) o benzeri
sizler ona mutlaka takdim edileceksiniz! görülmemiş dehşetli panik dâhi tasalan­
99 Eğer (tanrılaştırdıkları) gerçek ilâh ol­ dırmayacak; 104
zira melekler kendilerini
salardı, oraya asla girmezlerdi: (ama) hep­ "Bu, işte size vaad edilen o (mutlu) gün­
si orada temelli kalacaklar: 100 orada on­ dür!" diye karşılayacaklar.
ların payına inim inim inlemek düşecek; 104 O gün Biz gökleri, kitap sayfalarını ru­
ve onlar orada (iniltiden başka bir ses) lo yapar gibi dürüp katlayacağız, 105
man­

ti Grekçe asıllıdır. Arapça'da ye'cûc şeklinde en ileri ve en dehşet örneğidir (bkz: Ö. R. Doğ­
telaffuz edilen sözcüğün aslının Grekçe tea- rul, Tanrı Buyruğu, İstanbul-1955).
gog (teos-agos) olduğu sanılmaktadır. "Tanrı­ 102 Şâhısatun ebsâr, bir korku ve dehşet kar­
ları kendi arzu ve istekleri doğrultusunda sevk şısında "insanın gözlerinin yuvalarından fırla­
eden, onlara tedhiş uygulayarak zorla istediği­ yacakmış" gibi etkilenmesini ifade eder.
ni yaptıran" anlamına gelir. Me'cûc ise, de-
103 Enbiya 101'in sebeb-i nüzulüyle ilgili bir
mos-agos (demagog) köküne nisbet edilir ki,
rivayette Kureyşli şair Abdullah b. Ziba'ra es-
"insanlar üzerinde etki yapan, psikolojik bas­
Sehmi'nin "Allah'tan başka tapınılan tüm
kı oluşturan" anlamına gelir. Önceleri olumlu
mabutlar cehenneme girecek öyle mi? Ee, biz
anlamda kullanılan kelime sonraları "zorba,
meleklere, Yahudiler Uzeyr'e, Hıristiyanlar da
eşkıya, çete, terör şebekesi" anlamına kulla­
Isa b. Meryem'e tapıyorlar, (bunlar da mı ce­
nılmıştır. Ye'cuc "çete başı" için, Me'cûc ise
henneme girecek?)" demesi üzerine Hz. Pey­
"eşkıyalık yapıp terör estiren çete için" kulla­
nılmıştır. Musa Carullah'ın dediği gibi gamber: "Hayır, siz sadece şeytanlara tapıyor­
Ye'cûc-Me'cûc yeryüzünün her tarafında, her sunuz" der. Bunun üzerine Enbiya sûresinin
millette, her çağda bulunabilir. Kur' an'da, 101. âyeti nazil olur (Beğavî).
bunların cinsiyetleri, zaman ve mekânı sınır­ 104 Krş. 53/Neml: 89 ve 76/Sebe': 51. el-Feza',
lanmamıştır. Günümüz itibarıyla askeri ve "büyük telaş, dehşete düşmek, ürkme, panik"
ekonomik gücüyle bütün yeryüzünü işgal et­ anlamlarına gelir. Kıyamette yaşanacak olan
miş olan egemen küresel güçler en dehşetli dehşetin verdiği korkunç telaşa delalet eder.
anlamıyla Ye'cûc ve Me'cûc'turlar. Eski şirk 105 ibn Abbas'ın, ke-tayyi's-sicilli li'l-kutub
dinlerinin bütün teorilerini, eski paganların ifadesini ice-tayyi Vsu/ıu/şeklinde anlamasına
bütün putlarını kendilerine mal ettikten son­ dayanarak (Taberî). Bu dürülüşü günümüz ki­
ra, kendi silah ve para güçleriyle hem Allah'a tap tekniğinden yola çıkarak değil, o günkü
karşı başkaldıran (teagog: ye'cûc), hem de in­ çok katlı sayfaların rulo halinde dürülüş tek­
sanlığa güç kullanarak tahakküm eden (dema­ niğinden yola çıkarak anlamak gerekir. Tekvîr
gog: me'cûc) küresel egemen güç, yeryüzüne sûresi bu dürülüşü, Infitâr sûresi bu dürülü­
gelebilecek ye'cûc-me'cûc'lerin en gelişmiş, şün nihayetinde varlık ağacının yeniden filiz-
582 Nûzûl: 79 Mushaf: 21

lukat (evrenini) ilk defa nasıl yaratmışsak, 107 İşte bu yüzden (Ey Peygamber), Biz
onu öylece tekrar yaratacağız. 106
Bu üst­ seni bütün insanlığa, 111
sadece bir rah­
lendiğimiz bir sözdür: zira Biz, evet Biz met olarak gönderdik. 112

her istediğimizi hep gerçekleştirmişiz. 108 De ki: "Bana vahyolunan her şeyin
105 Ve doğrusu Biz, hatırlatıcı mesajların (özü) yalnız ve yalnızca "ilahınızın bir
ardından, 107
bütün ilâhi vahiylerin hik­ tek ilâh olduğu" som gerçeğidir: şu halde
met yüklü sayfasına 108
"(Tekrar yarattı­ artık siz O'na teslim olacak mısınız?
ğımız) bu yerin vârisi sâlih kullarım ola­ 109 Fakat eğer (bu davetten) yüz çevirir­
cak" diye y a z m ı ş ı z . 109
106 Hiç şüphesiz lerse, o zaman da de ki: "Ben bu daveti
bunda, Allah'a gereği gibi kulluk etmek hiçbir ayrım gözetmeden hepinize duyur­
isteyenler için n i c e 1 1 0
mesajlar vardır. dum; 113
ne var ki ben tehdit edildiğiniz

lenişini ifade eder (Adı geçen sûrelerin ilgili mışlardır" diyerek itiraz eder (İbn Manzur).
notlarına bkz). Aslında görüş farklılığı kelimenin hangi köke
106 Bu âyet, zamanın ve evrenin bir başlangı­ atfedileceğiyle alâkalıdır. Onu el-'Um kökün­
cı olduğu gibi bir sonunun da olduğunu, zama­ den türetenler, şuurlu bir varlığa delalet ettiği
nın geriye sarılacağını ve başlangıcına geri ve dolayısıyla "insanla" sınırlı olduğu sonu­
döndürüleceğini, zımnen bunun da kütle çeki- cuna ulaşırken, 'alâmet kökünden türetenler
miyle olacağını imâ ediyor. tüm 'âlem'i, yani "yaratıkların bütününü"
kapsadığı sonucuna varmışlardır [Menâr l, 51).
107 Ziicriçin bkz. 44/Tâhâ: 99, not 82).
Fakat el-'ilm de 'alâmet mastarından türetil­
108 Zebur'u "hikmet yüklü sayfa" şeklindeki miştir. İşin gerçeği bu kelime Sami dil ailesi­
çevirimizin gerekçesi ve kelimenin kökeni ne mensup Süryanice'den Arapça'ya geçmiş­
hakkında bir tahlil için bkz. 74/Nahl: 44, not tir. Aslı "yüzyıl, uzun zaman, çağ" (sonradan
48. Buradaki Zebur'la. "Allah'ın peygamberlere "o çağda yaşayan nesiller, kuşaklar") anlamı­
indirdiği vahiylerin tümünün" kastedildiğini na gelen olem (ç. olmîn) olan sözcük, çoğulu
söyleyen Mücahid'e Taberî de katılır. kurallı olarak 'avalim [iâal-ievâil kalıbından)
109 Yeryüzünde iktidar, servet ve güç sahibi gelmesi gerekirken, yabancı kökeninin bir
olmak iyilik, erdem ve doğruluğun ölçütü ola­ göstergesi sayılan 'âlemin şeklinde gelmiştir.
mayacağına göre, bu âyetteki vaad âhirete iliş­ Bağlamına göre kapsamı ve anlam alanı deği­
kin olarak anlaşılmalıdır. Buna göre, bir önce­ şen 'âlemîn'i bu bağlamda "bütün insanlığa"
ki 104. âyet kıyametten söz etmektedir. Dola­ şeklindeki çevirimiz, işte bu gerekçeye dayan­
yısıyla bu âyetteki vaad edilen el-ard, "duru­ maktadır.
lup büküldükten sonra yeniden yaratılan yer" 112 İsra 82 ile birlikte: Vahyin şifa eczanesini
olarak anlaşılabilir. Bu ise mü'minlere âhiret­ insanlığın ezeli hastalıklarına derman olsun
te vaad edilen mutluluk diyarına tekabül et­ diye insanlığa ulaştıran bir rahmet...
mektedir. Allahu a'lem. Ya Rab! Şimdi ve buradan sesleniyoruz: biz şa-
110 Belâğan'm belirsiz yapısının anlama kat­ hitiz ki o âlemlere rahmet oldu! Seni de buna
kısı (Krş: 72/Hicr: 26; 44/Tâhâ: 117). şahit tutarız! Sen de bizim adımızı şahitler
111 'Âlemin'in bu bağlamdaki kapsamı "in­ arasına yaz!
san soyu"dur. Katade'den nakledilen "tüm ya­ 113 'Alâ sevâ', "eşit bir biçimde, dengeli şekil­
ratıkları içine alır" yorumuna, İbn Abbas, de.." Zımnen: hem hitaba ilişkin hem de mu­
"Peygamber hayvanları ve melekleri uyarmak hataba ilişkin bir ayrımcılık gütmeden. Veya
için gönderilmedi; oysa ki bunlar da yaratıl- Enfâl 58 ışığında, zımnen: Kureyş kâfirlerinin
Nûzûl: 79 Mushaf: 21 t f e : ^, t , 79/ENBtYA SÛRESİ 583

(Hesap Günü'nün) yakın mı uzak mı ol­ 112 (Allah'a yönel ve) de k i : 1 1 4


"Rabbim!
duğunu da bilemem." Aramızda hakkaniyetle hüküm v e r ! "
110 Fakat (Allah) açıktan söyleneni nasıl (Onlara dön) ve (de ki): "Kendisine yakış­
bilirse, gizlediklerinizi de öylece bilir. tırdığınız tüm (gerçek dışı) nitelemelere
111 Ama ben (bu ertelemenin) sizin için
;
karşı kendisinden yardım istenecek tek
bir sınama ve kısa süreliğine verilmiş bir merci, (yine) O sınırsız merhamet sahibi
mühlet olup olmadığını herhalde bile­ olan Rabbimizdir."
mem."

de savaş hukuku açısından diğer kâfirlerden de. fiil kipiyle [kale: dedi) şeklinde okunmuş-
bir farkı olmadığını ifade eder. tur. Hz. Peygamber'e burada demesi öğütle-
114 4. âyete düştüğümüz nottaki gerekçelerle, n e n
ifadenin bir benzeri için bkz. 56/A'râf: 89.
bu kelime de hem emir kipiyle [kul: de) hem
Sûre " M ü ' m i n l e r " anlamına gelen adını ilk âyetinden alır. Bize kadar ge­
len rivayetlerden sûrenin Rasulullah'ın dilinde de bu adla anıldığı anla­
şılmaktadır (Ebu Davud).

M e k k e döneminin sonlarında inmiştir. H a t t a k i m i otoriteler, Mekke'de


inen son sûre olduğunu söylerler. Fakat konusu itibarıyla sûre nisbeten bir
müddet daha önce, Akabe biatinin ardından, tahminen 12. yılda inmiş ol­
malıdır. Bu sûrede "(muhtemelen) Allah'tır diyecekler" (84-89) şeklinde
'varsayıma dayalı' olarak gerçekleşen diyalog, başka yerlerde "elbette Al­
lah'tır derler" formuyla, 'gerçekleşmiş' bir diyalogun parçası olarak gelir
(Msl. Ankebût: 6 1 ; Lokman: 2 5 ) . Buna göre bu sûre Z ü m e r , L o k m a n ve Zuh-
ruf süreleriyle eş veya art zamanlı inmiş olmalıdır. Cabir b. Zeyd tertibin­
de Tur-Mülk arasına, diğer ilk tertiplerde Enbiya'nın ardına yerleştirilir.

Sûre konu açısından baştan sona bir bütünlük arz eder. İdeal m ü ' m i n i n port
resini çizen giriş âyetleri ile Me'âric 2 2 - 3 5 âyetleri arasında çarpıcı bir ben­
zerlik bulunur. Makbul bir imanın kapsamı konusu etrafında dönen sûre
vahyi, nübüvveti, âhireti, a m a öncelik ve özellikle de hayatı (1-9) kapsama­
yan bir imanın hiçbir şey ifade etmediğini (84-89) dile getirir. Bir yandan da
ilk muhatabı olan Hz. Peygamber'in kişiliğini, geçmiş peygamberlerden ak­
tarılan örnekler etrafında inşa eder (23-50).

Sûre söze, muhatabının " k u r t u l u ş " tasavvurunu inşa ederek girer. Ekono­
m i k ve sayısal üstünlüğün, haklılık gerekçesi olarak kullanılamayacağını
vurgular (55-56). Yanlış kurtuluş tasavvurunun temelinde yanlış hayat ta­
savvurunun yattığını dile getirir. Hakikatin insandan bağımsız m u t l a k kay­
nağına atıfta bulunur ve der ki: "eğer hakikat onların keyiflerine tabi olsay­
dı gökler, yer ve içindekiler mahvolur giderdi" (71). Bu, hayatın bir anlam
ve a m a ç t a n yoksun olduğu kuruntusudur. Bu kuruntu şöyle reddedilir:
" Y o k s a sizi boş ve anlamsız bir oyun için yarattığımızı mı sanıyorsunuz?"
(115)

Sûre insan-Allah ilişkine istikamet veren ve doğru bir Allah anlayışını inşa
eden bir pasajla son bulur (116-118). Sûre, muhatabına Allah'tan istemeyi
öğreten şu âyetle son bulur: "İmdi, (ey bu vahyin muhatabı): " R a b b i m ! " de,
"Bağışla! M e r h a m e t et! Zira m e r h a m e t edenlerin en hayırlısı Sensin!"
RAHMAN RAHÎM L L A H ' I N ADIYLA

1 D O Ğ R U S U , gereği gibi inananlar ger­


1 2
likten dolayı) kınanamazlar. 7 Ama bu sı­
çek kurtuluşa erecekler: 2 Onlar ki, na­
3
nırın ötesine geçen kimseler, haddi aşmış
mazlarında derin bir ürperti ve tevazu 4
olanlardır- 8 yine onlar ki, emanetlerine
içinde olurlar,- 3 onlar ki, yararsız her şey­ ve verdikleri sözlere riayet ederler,- 9 ve
den yüz çevirirler,- 4 onlar ki, arınmak
5
onlar ki, namazları üzerine titizlenirler. 7

için gerekeni yaparlar; 5 onlar ki, iffetleri­ 10 İşte onlar, (mutluluk yurduna) vâris
ni korurlar; -6 fakat kendi eşleri, yani meş­ olacak kimselerdir: 11 onlar ki, görkemli
ru olarak sahip oldukları müstesna; zaten
6
cennetlerin mirasçısı olacaklar, 8
onlar
onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsel- orada ebedi kalacaklar. 9

1 Mazi fiilin başında gelen kad, ya bir beklen­ yalı açıklamasını buraya alıyorum: "Çoğu mü-
tiye cevap ya da haksız bir ithamı red içindir. fessir bu ibarenin şüphe götürmez bir biçimde
2 ei-Mu'minûn'daki belirlilik, anlama "gereği kadın kölelerle ilgili olduğunu ve ev takısının
gibi" ifadesiyle yansıtılmıştır. da meşru seçeneklerden birine işaret için kul­
lanıldığını ileri sürmüşlerdir. Bu geleneksel
3 Lafzen: "kurtuluşa ermişlerdir". Kur'an'da
yorum, bizce, kadın kölelerle evlilik dışı cinsel
örneğine çokça rastlanan dil kuralına göre ger­
ilişkinin meşruiyetini öngördüğü sürece doğru
çekleşmesi kesin olan bir olay hakkında, mu­
ve kabul edilebilir gözükmemektedir; çünkü
hatabın inancını pekiştirmek için, geçmiş za­
böyle bir öngörü ya da ön kabul Kur'an'm ken­
man kipi kullanılır. Sûrenin ilk âyeti "inanan­
disiyle çelişmektedir (104/Nisâ: 3, 24, 25; Nûr:
lar kurtuluşa erecekler" derken, sondan bir
32). Üstelik sözü geçen yoruma karşı yapılabi­
önceki 117. âyeti "inkarda ısrar edenler asla
lecek tek itiraz da bu değildir. Çünkü Kur'an
kurtuluşa eremeyecekler" der.
mü'minler terimiyle hem erkek hem de kadın
4 "Baş eğmek, boyun bükmek" mânasındaki mü'minleri kastetmekte,- ezvâc (eşler) terimi
huşû'un hudû' ile farkı şudur: İlki ses ve ba­ de hem erkek hem de kadın eşlere işaret et­
kışta, ikincisi bedende tezahür eder (Mekâyîs). mektedir. Bunun içindir ki, mâ meleket eyma-
Fakat buna itiraz eden İbn Dureyd, huşû'u rü­ nuhum ifadesinin "onların kadın köleleri" an­
kû' ile açıklamıştır (Cemhera). Esasen gönül­ lamına yorulması için ortada hiçbir neden
den kopup gelen bir ürpertinin, insanın başını yoktur. Öte yandan bu ifadeyle erkek ve kadın
sonuna kadar Rabbine eğmesidir. Namazın kölelerin birlikte kastedilmiş olması da söz
başı kıyam, ortası rükû, sonu secdedir. Nama­ konusu olmadığına göre, ifadenin hiçbir şekil­
zın bir rekatının ana hattını oluşturan bu sü­ de kölelerle ilgili olmadığı, fakat Bakara sûre­
recin, kuru bir ayin olarak değil de, kalbî bir sinin 24. âyetindeki gibi nikah ya da evlilik yo­
ürpertiye bağlı olarak doğal süreç içinde geliş­ luyla meşru olarak sahip oldukları kimseler
mesine huşu' denir. Sözün özü huşu: Akleden anlamına geldiği aşikardır." Bu konudaki açık­
kalbin namazına bedenin katılmasıdır. lamalarımız için bkz. 104/Nisâ: 24 ve 92/Mu-
5 Lağv, amacı gerçekleştirmede herhangi bir hammed: 4, ilgili notlar).
işlev üstlenmeyen söz, tavır, eylem ve her şey. 7 En geniş anlamıyla: Allah'a karşı esas duruş­
Kelime daha sonra Fussılet 26'da geçtiği anla­ larını korurlar.
mıyla "çirkin ve karalayıcı söz" anlamını al­ 8 Kökenini Kehf 107'nin notunda dile getirdi­
mıştır [Müfredat ve Mekâyîs). ğimiz el-firdevs, "İçerisinde her türden ağaç,
6 Buradaki ev'e beyaniyye işlevi yükleyen özellikle üzüm bağları bulunan görkemli bah­
Esed'in bu âyetin yorumuna ilişkin emeğe da­ çe" anlamına gelir. Kur'an'da iki yerde geçer
586 80/MÜ'MlNÛN SÛRESİ t t t Nûzûl: 80 Mushaf: 23

12 DOĞRUSU Biz insan t ü r ü n ü , bir ne­


10
lenmiş hücreden cenini yarattık; ve ce­
vi 11
konsantre bir balçıktan yarattık; 12
13 ninden de kemikleri yarattık; en sonunda
epey sonra onu, karar kılacağı (rahimde) kemiklere kas giydirdik; sonuçta, onu ba­
yer tutan bir hayat tohumu kıldık; 13
14 ğımsız 14
bir varlık olarak inşa ettik: işte
daha sonra, o hayat tohumundan döllen­ her şeyi en güzel şekilde yaratan Al­
miş hücreyi yarattık; hemen sonra döl- lah'ın 15
şanı böyle yücedir! 16

(diğeri 62/Kehf: 107). Hnâ'daki dişil zamir eril olarak bulunduğu gerçeği bunu doğrular. Bu
bir kelime olan firdevs'i (ç. ferâdîs) gösterdiği­ âyet aynı zamanda, insanın ilk canlıdan son
ne göre, bu kelime "cennet" yerine kullanıl­ canlıya kadar yeryüzündeki serüveniyle, anne
maktadır. Çevirimiz buna dayanır. Sahih ha- karnındaki spermadan doğuma kadarki serü­
dislerdeki kullanımdan, firdevs'in cennetin en veni arasında paralellik olduğunu da îmâ eder.
görkemli yeri/tepesi olduğu sonucu çıkmakta­ 13 Nutfe, sadece hayat suyu olan meninin adı
dır (Taberî). Bunun esas alınması durumunda, değil, onun içindeki "hayat tohumu"nun, yani
çeviri "cennetlerin en görkemli yerinin vâri­ "sperma"mn adıdır. Zira rahimde sağlama alı­
si.." şeklinde olacaktır. nan, meni değil ondaki "hayat tohumu" olan
9 Sûrenin ilk pasajıyla Me'âric 22-35 arasında­ spermadır [Nutfe için bkz. 74/Nahl: 4, not 7).
ki benzerlik dikkat çekicidir. 14 Lafzen: "diğer, başka". Burada anne-cenin
10 e7-/nsan'daki belirlilikten dolayı türün tüm irtibatının mucizevi tabiatına (ki anne bünye­
bireylerini kapsar. si kendisine yabancı olan bu hücreyi tıbben
kabul etmemesi lazım) ve bebeğin anneden
11 "Bir nevi", sülâle ve tin'deki belirsizliğin an­
bağımsız bir birey olarak varlık dünyasına ka­
lama yansımasıdır (Krş: 72/Hicr: 26-27, not 22).
tılmasına atıf yapılmaktadır.
12 İnsanın embriyolojik yaratılış sürecini işle­
15 Veya, ahsen'in ism-i tafdil anlamıyla: "ya­
yen bu âyetler, insan var oldukça sürecek ya­
ratanların en güzeli olan Allah'ın.." Halk bir
ratılış yasasına dikkat çekmektedir. "Yarat­
çok yerde olduğu gibi burada da "yoktan var
tık" şeklindeki geçmiş zaman kipi, "yaratılış
etme" [ibda] değil, "var olanların terkibinden
yasası takdir ettik" anlamını içerir. Taberî sü­
bir başka varlık çıkarma" [icadj anlamındadır.
lâle''yi hulâsa ile karşılar. Kelimenin ait oldu­
Bu anlamıyla hem Allah için, hem de insan
ğu iu'âle vezninin "bir şeyi mümkün olan en
için kullanılabilir (Bkz: 98/Âl-i Imran: 49). Al­
aza indirmeye" delalet ettiği hatırlanacak
lah, yoktan var etmede rakipsiz, vardan var et­
olursa, bizim tercih ettiğimiz "konsantre" ke­
mede emsalsizdir. Buradaki "yaratma", "tak­
limesi bunun en uygun karşılığıdır. Aynı vez­
dir etme" olarak anlaşıldığında, bu "yaratılı­
nin bir fiilin son amacına delalet etmesinden
şın yasasını koyma" anlamını taşır (Râzî). Bu
yola çıkarak da bu süzülme işleminin "hayat
âyet, "O, sizi çeşitli aşamalardan geçirerek ya­
tohumu" elde etmek amacıyla yapıldığı sonu­
ratmıştır" (64/Nûh: 14) âyetinin açılımıdır.
cuna ulaşılmış olur. İnsanın balçıktan yaratıl­
masının hem elementer, hem embriyolojik 16 Tebâreke, bereketten "uzama ve artma",
hem de doğduktan sonraki biyolojik varlık sü­ buruk dan "sebat ve devam" anlamlarına gele­
reçlerinin tamamını toprağa borçlu olduğu­ bilir. Bu durumda mâna şöyle olur: "Varlık
nun bir ifadesidir (Ayrıca bkz. 72/Hicr: 26-27, alanındaki her türlü oluş, artış, süreklilik ve
not 21-22). Çamur, toprakla suyun bileşimini kalıcılığın kaynağı olan Allah yaratanların en
temsil eder. İnsanı besleyen tüm bitkisel ve güzelidir." Hicr sûresinin 26. âyeti ile birlikte
hayvani besinler toprak ve suyun bileşimin­ düşünüldüğünde, elementer kökeni temsil
den elde edilmiş olur. Toprakta mevcut olan eden dört unsurla embriyolojik süreci temsil
element ve minerallerin insanda da yaklaşık eden dört unsur arasında şöyle bir eşleştirme
Nûzûl: 80 Mushaf: 23 , 80/MÜ'MİNÛN SÛRESt 587

15 Ve kuşku yok ki siz, bu sürecin ardın­ elbet bir ibret vardır: onların karınlarında
dan elbette öleceksiniz. 16 Yine kuşku bulunan sütten size içiriyoruz,- ve sizin
yok ki siz, Kıyamet Günü (tekrar) dirilti­ için onlarda bir çok yarar bulunuyor; üs­
leceksiniz. 17
telik onlar sayesinde besleniyorsunuz. 22
Onlara (karada), tıpkı (denizdeki) gemile­
17 DOĞRUSU yine Biz, sizin üzerinizde re (olduğu gibi) yük taşıtırsınız. 22

kat kat yollar yaratmışız: zira Biz hiçbir


18

varlıktan habersiz değiliz. 19


23 DOĞRUSU Nuh'u kendi kavmine
18 Ve gökten suyu bir yasaya bağlı olarak gönderen de yine Bizdik. 23
Nitekim, on­
Biz indirmekteyiz; ve yeryüzünde onu lara demişti ki: "Ey kavmim! Yalnız Al­
tutmaktayız,- şu da var ki Biz, onu gider­ lah'a kulluk edin! Sizin O'ndan başka bir
meye elbette kadiriz. 19 Ve nihayet ilâhınız bulunmamaktadır: hâlâ sorum­
onunla sizin için hurma bahçeleri ve luluk bilinciyle hareket etmeyecek misi­
üzüm bağları yeşertmekteyiz,- orada sizin niz?"

için bir çok meyve bulunmakta ve onun­ 24 Bunun üzerine, kavminin seçkinlerin­
la beslenmektesiniz. 20 Yine Sina D a ğ ı 20 den inkarda ısrar eden kimseler şöyle de­
(havalisinde) yetişen, ürünü sayesinde di: "Bu da, sadece sizin gibi ölümlü bir
yağ elde edilen ve yiyenler için hoş bir insan; 24
onun amacı size üstünlük sağla­
katık sağlayan (zeytin) ağacından d a . . . 21 mak; hem eğer Allah isteseydi, gökten
21 Yine, evcil hayvanlarda da sizin için bir melek indiriverirdi; (üstelik) bizler,

yapılabilir: tıyn-nutfe (meni), salsal-alaka (ce­ muştur (Bkz: 94/Bakara: 63, not 117).
ninin ilk evresi), hamein mesnun-mudğa, fah- 21 Bu veciz ibarede yüklem kullanılmamış ol­
har-ızam (kemik). Birinci sürecin sonucunu sa da, bir önceki âyetin yüklemi olan "beslen­
ifade eden neiha-i ruh (ruh üfleme), ikinci sü­ mektesiniz" bu âyet için de zımnen geçerlidir.
recin sonu için de aynen geçerlidir. Üç noktanın işaret ettiği budur.
17 Zımnen: İnsan gibi bir şaheser yok olup git­ 22 Veya: "(Karada) onlara, (denizde) ise gemi­
mesin diye âhiret var. lere yük taşıtırsınız".
18 Lafzen: "yedi yol.." Yedi sayısının "çeşitli­ 23 Bu şekildeki tercümemiz, âyetin (ayrıca 1,
likten" kinaye oluşuna ilişkin bkz. 72/Hicr: 44, 12, 17. âyetlerin) başındaki edatlar paketinin
not 34. "Çeşitli yollar" ya da daha doğru ifadey­ [ve-le-kad "doğrusu ..de yine ..idik"), sadece
le "kat kat yollar" tercihimiz, tarâik kelimesi­ lafzen değil vurgu olarak da çeviriye yansıtıl­
nin "üst üste dizdi" (târeka) kök mânasına da­ ma çabasının bir ürünüdür. Bilindiği gibi, ba­
yanmaktadır (Halil). Bu ibare gezegenlerin [ke- şında kad edatı bulunan bir cümle, ya bir bek­
vâkib) ya da yıldızların [nucûm] yörüngelerine lentiye cevap ya da haksız bir ith.amı red ama­
atıf olabileceği gibi, birini içinde bulunduğu­ cı taşır. Üstteki pasajlar da dahil, burada vur­
muz evrenin teşkil ettiği yedi kozmik sisteme gu Yaratıcı Özneye, özellikle de O'nun mesaj
atıf da olabilir (Krş: 40/Furkan: 25, not 33). gönderme vasfına yapılmaktadır.
19 Veya: "yaratmanın hiçbir çeşidinden ha­ 24 İnsan peygamber itirazı, bu sûrenin kıssala­
bersiz değiliz" [el-Halk için bkz. 65/îbrahim: rını diğerlerinden ayıran özel vurgudur. Bu iti­
19, not 20). razı bu sûrede helaki anlatılan diğer kavimler
20 Seynâ've sînâ' olarak iki şekilde de okun- de tekrarlar (Bkz: 33, 34, 47).
588 t 80/MÜ'MlNÛN SÛRESİ t .fr<gx. Nüzul: 80 Mushaf: 23

bu konuda önder 25
atalarımızdan bir şey sadına) ulaştıranların en hayırlısısın!"
işitmiş de değiliz. 25 O ise, sadece aklını 30 Elbet bunda (akleden kimseler için)
kaçırmış biri: artık siz de onu bir süre gö­ işaretler vardır; ve elbet Biz (öncekileri)
zetim altında tutarsınız. de sınavdan geçirmişizdir.
26 (Nûh) demişti ki: " R a b b i m ! 26
Onların
beni yalanlamalarına karşı bana yardım 31 DAHA sonra bunların peşinden, başka
et!" bir n e s l i 28
(tarih sahnesine) çıkardık. 32
27 Bunun üzerine ona şöyle vahyetmiş- Ve onların içinden de, kendilerine "Yal­
tik: "Bizim rehberliğimiz altında ve bil­ nız Allah'a kulluk edin! Sizin O'ndan
dirdiğimiz şekilde gemiyi inşa e t ;
2 7
unut­ başka bir ilâhınız bulunmamaktadır: hâlâ
ma ki hükmümüzün vakti gelip çattığın­ sorumluluk bilinciyle hareket etmeye­
da, tandır da kaynamaya başlar. Bu tak­ cek misiniz?" diyen bir elçi gönderdik.
dirde sen yanma her tür (canlıdan) birer 33 Bunun üzerine, kavminin seçkinlerin­
çift ve bir de kendileri hakkında hüküm den inkarda ısrar eden ve âhiret gerçeğiy­
kesinleşmiş olanlar hariç, aile efradını al! le yüzleşeceğini yalanlayan kimseler - k i
Ama sakın kendilerine kıymakta ısrar bunları Biz dünya hayatında refaha ka­
eden kimseler hakkında Benimle muha­ vuşturmuştuk- şöyle demişlerdi: "Bu da
tap olayım deme! Karar kesin: onlar bo­ sizin gibi ölümlü birinden başkası değil;
ğulacaklar! 28 Ardından sen ve beraberin­ sizin yediğinizden yiyor, sizin içtiğiniz­
de bulunanlar gemiye yerleşir yerleşmez den içiyor. 29
34 Hal böyleyken kalkar da
deyin ki: "Zalim kavimden bizi kurtaran sizin gibi ölümlü birine tabi olursanız, o
Allah'a sonsuz hamdü senalar olsun!" 29 takdirde kaybeden mutlaka siz olursu­
Bir de "Rabbim!" diye yalvar, "Beni bere­ nuz. 35 Bu kişi siz ölüp gittikten, toza
ketli bir yere ulaştır,- zira Sen kişiyi (mak- toprağa karışmış bir iskelet halini aldık-

25 Evvelin, bu bağlamda, zaten geçmiş zaman­ masına aldırmadan karada gemini yap! Bir gün
da yaşamış olan ataların zamansal önceliğin­ deniz lazım olursa suyun Rabbi onu ayağına
den daha çok, "önderliğini" ifade etse gerektir. getirir! Zira kulun gücünün bittiği yerde Al­
26 Kur'an'da, Allah'tan kullara yönelik nida­ lah'ın yardımı başlar (Bkz: 70/Hûd: 37, not 48).
larda yâ ünlemi kullanıldığı halde, kullardan 28 Yani: 'Ad kavmini.. Birbirinin medeniyet
Allah'a yönelik nidalarda Furkan 30 ve Zuhruf ve tecrübe mirasçısı olan ve helak sürecinin
88 hariç kullanılmaz. Bu iki örnekte de Pey- birlikte değerlendirilmesi şart olan 'Âd ve Se-
gamber'in kıyamete ertelenmiş şikayet ihti­ mud için nüzul sürecinde ilk geçtiği 56/A'râf:
mali dile getirilmekte ve muhatapları uyarma 73'e bkz.
amacı taşımaktadır. Çünkü yâ/ey ünlemi da­ 29 Refah içinde şımararak Allah'tan kopmuş
ha çok habersiz birini uyarmak, ya da uzak bi­ kesimlerin insan peygambere itirazının nede­
rine duyurmak içindir. Allah ise her şeyden ni bellidir: Kendi azgınlık ve sapkınlıklarına
haberdardır ve insana şahdamarından yakın­ bakıp insan türünün tamamından ümit kes­
dır. Metinde görülen bu hassasiyet, çevirimi­ mek. Yani "herkesi kendi gibi bilmek" tabir
zin tamamında aynen korunmuştur. edilen bir bakışla "insandan adam olmaz" de­
27 Zımnen tüm muhataplara: Günah okyanu­ meye getirmek.
sunda bir sevap adası ol ve kmayıcınm kına-
tan s o n r a , 30
sizin (Allah'ın huzuruna) çı­ 44 Daha sonra, birbiri ardınca elçilerimi­
kartılacağınızı mı iddia ediyor? 36 Uzak, zi gönderdik: her bir topluma kendi elçi­
hem de çok uzak size iddia edilen bu şey! si geldi, (ama) onu yalanladılar,- bu yüz­
37 Hayat, bu dünyada yaşadığımızdan den biz de onların (akıbetini) birbirine
ibarettir: ölürüz ve (bir kez) yaşamış olu­ benzettik; ve hepsini efsaneye çevirdik:
ruz ve bir daha da diriltilmeyiz! 31
38 Bu artık, uzak olsun imansızlar güruhu!
adam, sadece uydurduğu yalanı Allah'a
isnat eden biri; bizim ona inanmamız ih­ 45 DAHA sonra, Musa ve kardeşi Ha­
timal dışıdır!" 32
run'u mesajlarımızla ve kendilerini açık

39 (Elçi) dedi ki: "Rabbim! Onların beni ara önde kılan bir g ü ç l e , 36
46 Firavun ve

yalanlamalarına karşı bana yardım et!" onun önde gelen çevresine gönderdik;
çünkü onlar büyüklük taslamıştılar,- za­
40 (Allah) buyurdu ki: "Az kaldı, yakında
ten öteden beri hep tepeden bakan bir gü­
bin pişman olacaklar!"
ruhtular. 37

41 Derken mutlak hakikatin üstün gücü,


47 İşte onlar dediler ki: "Ne yani, o ikisi­
onları sarsıcı bir bela çığlığı halinde ku­
nin kavmi bizim kölelerimiz olduğu hal­
şattı. Sonuçta onları selin sürüklediği çer
de, biz bizim gibi iki ölümlü insana mı
çöpe çevirdik: evet, uzak olsun bu zalim­
inanalım?" 38

ler güruhu! 33

48 Böylece onları yalanladılar; bu yüzden


42 DAHA sonra, bunların peşinden de de helake uğrayanlardan oldular. 49 Ama
başka birtakım uygarlıkları (tarih sahne­ doğrusu Biz Musa'ya ilâhi mesajı, belki
sine) çıkardık; 34 onlar doğru yolu bulurlar diye vermiş­
tik. 39

43 herhangi bir toplum sonu yasayla be­


lirlenmiş süresini ne savuşturabilir, ne de 50 Yine (aynı amaçla) Meryem oğlunu ve
erteleyebilir. 35 annesini de birer simge kıldık; ve o ikisi-

30 Dildeki yaygın bir kurala istinaden, cümle­ gili notlar.


de iki kez kullanılan ennekum'dcn sadece 35 Ecel'i çevirimiz için bkz. 70/Hûd: 3, not 7.
ikincisi çeviriye yansıtılmıştır (Krş: Taberî).
36 Sultân için bkz. 68/lsra: 65, not 88.
İbn Mes'ud kıraatinde metin de aynı şekilde
yer almıştır. 37 Nebi'yi teselli eden bu âyetler, inkarın tabi­
atının tarih boyunca değişmediğini gösteriyor.
31 Hesabı verilemeyecek bir hayat yaşayanlar,
37 Zımnen: Güç ahlâkından mahrum olan
çareyi Hesap Günü'nü inkarda bulurlar.
güçlüler, gücü hak ve hakikatin yerine ikame
32 Nefyin haberi ba ile geldiği için böyle çe­
ederler.
virdik (Bkz: 73/En'âm: 107, not 89).
39 Bu âyet insanın kendi akıbetinden kendisi­
33 Allah'la ayaklaşanlar kaybedecekleri bir sa­
nin sorumlu olduğunun göstergesidir. İlâhî sı­
vaşa girişirler. İlâhî mesaja kulak tıkayanlar,
nav, sonu başından belli bir "şike" veya "se­
bela sayhasıyla uyanırlar: Ya Rab! Uyandırıl­
naryo" değildir. Allah'ın zamandan bağımsız
madan uyananlardan eyle!
ilmiyle kulun irade özgürlüğünü karşı karşıya
34 Yani Semud kavmini. 'Âd ve Semud'un bir­ getiren her tez, vahyin sert kayasına toslama­
likte anılma gerekçesi için bkz. 2/'Alak: 6, il- ya mahkûmdur.
ni kalıcı bir güzelliğin görkemli makamı­ 53 Bu (emre) karşın, onlar aralarındaki
na 4 0
ve esenliğin bereketli kaynağına 41
birliği darmadağın edip (hakikati) parça­
yerleştirdik. 42
ladılar: her hizip başladı elindeki (parçay­
51 (Onları izleyenlere dedik ki): "Siz ey la) ö v ü n m e y e . 46

elçilerjin tabileri)! 43
(Dünya nimetleri­ 54 Artık onları bir vakte kadar, gömül­
nin) temiz ve helâl olanlarından yiyin, dükleri gafletleriyle baş başa bırak da işi­
doğru ve yararlı şeyler yapın! 44
Çünkü ne bak,- 55 şimdi onlar, bol bol servet ve
47

Ben, yaptığınız her şeyin bilgisine detay­ evlat verdik diye 56 Bizim kendilerinin
larıyla vakıfım. 52 Kesinlikle bu (elçile­ (mevcut hallerini) onayladığımızı sanı­
rin takipçilerinden oluşan) ümmetiniz yorlar, öyle mi? Asla! Fakat onlar (bunun
bir tek ümmettir ve Ben de sizin (bir tek) bile) farkında değiller. 48

Rabbinizim: şu halde Bana karşı sorum­


luluğunuzu yerine getirin!" 45 57 ŞÜPHESİZ Rablerine karşı duydukları

40 Rabve, bir arazinin en verimli ve görkemli yapın", "ümmetiniz bir tek ümmettir", "bana
yeri. Bu kelime, 11. âyette geçen ve bir anlamı karşı sorumluluğunuzu bilin" ve devamındaki
da "cennetin en görkemli yeri" olan firdevs'i ifadeler, peygamberlerden çok onların tabileri-
çağrıştırmaktadır (Krş: Âyet 11, not 8). ne yönelik olmalıdır. Eğer karine varsa, isim
41 Veya: "berrak suların çağladığı bir yere.." cümlesinde tamlanan (muzaf) anılmayabilir.
Tercih ettiğimiz anlam kelimenin kökeninin Parantez içi açıklama bu kurala dayanır.
"iyilik, esenlik, bağış, ikram, yararlı şey" an­ 44 İnsanın, genelde kazancı özelde yedikleriy-
lamına gelen el-mâ'ûn'dan [el-ma'n) türediği le davranışları arasında inkar edilemez bir iliş­
yorumuna dayanmaktadır. Buna göre ma'în sı- ki olduğuna dair atıf. Davranışa yakıt olan
fat-ı müşebbehedir, niteliğin devamlılığını ve enerjinin mahiyetiyle eylemin istikameti ara­
değişmezliğini ifade eder. Tercihimiz, kalıbın sındaki bağ, maddî ve manevî alanların birbi­
bu özelliğine dayanır. Eğer kelimenin "akarsu, rinden kesin hatlarla ayrılamaz niteliğine bir
su gözesi, çağlayan" anlamındaki el-'uyuri- işaret olsa gerektir.
dan türediği varsayılırsa, alternatif anlam ge­ 45 Bu âyet tüm peygamberleri ve onların ge­
çerli olur (Krş: Ferrâ ve Lisân). tirdiği saf mesaja iman edenleri tek bir "üm­
42 Allah Rasulü'ne zımnen: Eğer mucize, in­ met" olarak nitelemektedir. Bu, tüm vahiyle­
sanların hidayeti için tek başına yeterli olsay­ rin kaynak ve hedef birliğini gösterir (Krş:
dı, İsa ve annesi yeterdi. Ama yetmedi. 79/Enbiya: 92, not 96).
43 Bu âyetin kimi muhatap aldığı tartışılmış­ 46 Önce hakikati parçalayıp, sonra onun elin­
tır. Doğrudan Hz. Peygamber'e hitap olarak deki parçasıyla övünmek... Oysa ki parçala­
okunmuştur (Mukatil ve Ferrâ). Yine bir önce­ nan hakikat hakikat olma niteliğini kaybeder.
ki âyetin devamı sayılıp, başına "Biz İsa'ya de­ Zımnen: Hiçbir şeyin parçası kendisi değildir.
dik ki" lafzı takdir edilerek okunmuştur (Ta- 47 Zerhum için bkz. 104/Nisâ: 81, not 101.
berî). Bu ikinci görüş bağlama daha uygun ol­ Benzer kavramlar olan i'râd ve tevelli ile farkı
makla birlikte, her iki durumda da tekil muha­ için bkz. 26/Necm: 29, not 21. Ğamratun, aşk­
taba çoğul hitap sorunu ortaya çıkar. Bu sorun, tan, sarhoşluktan veya derin gafletten dolayı
Arap dilinde bir kişiye çoğul kiple hitap edile­ akleden kalbin daldığı iflah olmaz dalgınlık ha­
bilme imkanıyla aşılmaya çalışılmıştır. Bizce, lini ifade eder.
bu ve devamındaki âyetlerde yer alan "temiz
48 Krş. 114/Tevbe: 85.
ve helâl olandan yiyin", "doğru ve yararlı işler
derin saygıdan dolayı tir tir titreyenler, mıştı. Buna rağmen siz ısrarla arkanızı
58 Rablerinin mesajlarına inananlar, 59 dönüyordunuz,- 67 ona karşı böbürlene­
Rablerine şirk koşmayanlar, 60 en sonun­ rek, sokulduğunuz karanlığın koynunda
da yine Rablerine döneceklerine inandık­ atıp tutuyordunuz. 53

larından, yüreklerinde tarifsiz bir ürperti 68 İyi de, onlar (bu) sözü hiç mi düşün­
duyarak vermeleri gerekeni verenler: 61 mediler? Ya da kendilerinden önce gelip
işte onlardır hayırlarda öne geçmek için geçmiş atalarına hiç ulaşmamış olan bir
can atanlar,- nitekim onlardır bu konuda şey mi gelmiş onlara? 69 Veya elçilerini
öne geçecek olanlar. 49

tanımadılar da, bu yüzden mi onu inkar


62 Ve Biz hiç kimseye gücünün üstünde ediyorlar? 70 Ya yoksa, onu cinnet geçir­
yük yüklemeyiz; zira Bizim katımızda mekle mi suçluyorlar?
hakkı-hakikati olduğu gibi dile getiren Yoo, aksine o onlara gerçeği getirdi; ama
bir k a y ı t 50
tutulmaktadır: sonuçta onlar onların çoğu katıksız gerçeği sevmiyor.
54

asla zulme uğramayacaklar.


71 Ama eğer hakikat onların keyiflerine
63 Fakat kalpleri, bu (ilâhi kayıt işlemine) tabi olsaydı, gökler, yer ve içindekiler
karşı derin bir gaflet içinde olanlar da mahvolur giderdi.
(var); işte onlar, bundan daha aşağılık iş­
51

Aksine, Biz onlara, kendi (insanlık) şeref


ler de çeviriyorlar: bunlar da o yolda çaba­
ve onurlarını hatırlattık, fakat onlar ken­
layıp giderler; 64 ta ki onların servet ve ik­
di şereflerini hatırlamaktan yüz çevirdi­
tidarla şımarmış olanlannı azab ile çepe­
ler. 55

çevre kuşattığımız zamana dek; (ama), o


72 Yoksa sen onlardan (hakka davet kar­
zaman da onlar imdat çığlıkları atarlar. 52

şılığında) dünyevî bir bedel mi istiyor­


65 Bugün imdat dilemeyin; çünkü Bizden
sun? (Hayır), çünkü senin Rabbinin öde­
size asla yardım ulaştırılmayacak! 66
yeceği bedel daha yüksektir: zira rızık ve-
Hem evvelce mesajlarımız size ulaştırıl-

49 Kurtuluş için olmazsa olmazları sıralayan dan insanlar için kötü model oluşturmalarıdır.
bu pasaj, bu şartlara sahip her mü'mine zım­ 53 "Ak'ın zıttı, kara" anlamma gelen semi kö­
nen şunu söyler: Kimlik ve aidiyetlere aldır- künden türetilen es-sâmir, zifiri karanlık saye­
maksızın hayırlarda yarışınız! sinde bir araya gelinen yere denir [Mekâyîs). Bu
50 Lafzen: "bir kitab". Krş. "işte bu, Bizim se­ nedenle olsa gerek "gece masal anlatana" da
nin hakkında tuttuğumuz, gerçeği, yalnızca aynı isim verilmiştir [Lisân). Sâmiran tehcurûn
gerçeği söyleyen kayıttır" (85/Câsiye: 29; ayrı­ burada deyimsel bir anlamda kullanılmıştır.
ca 62/Kehf: 49). Vahye sırt çevirenlerin, yarasalar gibi karanlığa
51 Ebu Müslim bu ve devamındaki âyetin bir sığındıkları îmâ edilmektedir. Çevirimiz, ibare­
önceki âyetlerin devamı olarak mü'minlerden nin bu çağrışımlarını yansıtmayı amaçlar.
söz ettiğini, ğamra'mn da "şaşkınlık" anlamı­ 54 el-Hak kelimesindeki belirlilik takısının
na alınması gerektiğini söyler (Râzî). anlama katkısı. Zımnen: Gerçeğin saf olanını
52 Mutref, toplumun refahla şımarmış varlıklı değil batıl karışmış olanını seviyorlar. Yani,
ve azgın sınıfları. Özellikleri serveti emanet gerçeği kirletmeyi seviyorlar.
değil de mutlak mülkiyet sanmaları, onunla 55 Ziicr'in "şeref ve onur" anlamına kullanıl­
tatmin olmaları ve kendilerine imrenen sıra- dığı bir âyet için bkz. 83/Zuhruf: 44, not 31.
592 80/MÜ'MİNÛN SÛRESİ > I > ^ = H , Nûzûl: 80 Mushaf: 23

renlerin en hayırlısı O'dur. 73 Sen onları bir iskelet halini aldıktan sonra tekrar mı
gerçekten de dosdoğru bir yola çağırıyor­ diriltileceğiz? 83 Doğrusu bu, bize ve biz­
sun, 74 âhirete inanmamakta direnen den önceki atalarımıza da vaad edilmişti;
kimselerse ısrarla bu yoldan sapıyorlar. ne ki bu eskilerin masallarından başka
75 Ve eğer onlara acıyarak başlarına ge­ bir şey değildir!"
len herhangi bir beladan kendilerini kur- 84 De ki: "Yer ve ondaki varlıklar kime
tarsak, şaşkın şaşkın saplandıkları inkar aittir, eğer biliyorsanız (cevaplasanıza)?"
bataklığında debelenmekte ısrar ederler. 85 "Allah'a aittir" diyecekler.
76 Doğrusu Biz onları azab ile kuşatmış­ De ki: "O halde, hâlâ (onurunuzu) 58
ha­
tık da, yine de Rablerine boyun eğmemiş- tırlamayacak m ı s ı n ı z ? "
lerdi. Nitekim bundan böyle de acziyetle­
86 De ki: " H e m yedi göğün, hem de mut­
rini itiraf edecek değiller. 77 Ta ki vakti
lak hükümranlık tahtının yegâne Rabbi
gelip de onlar aleyhine bir azap kapısı
kimdir?"
açıncaya dek: o zaman da onlar, orada,
87 " A l l a h ' t ı r " diyecekler.
umutlarının tamamını yitiriverecekler. 56

De ki: "O halde, hâlâ sorumluluğunuzun


78 İMDİ sizi işitme, görme ve düşünme bilincine varmayacak m ı s ı n ı z ? "
yeteneğiyle inşa eden O'dur: ne kadar da 88 De ki: "Her şeyin hakimiyetini elinde
azınız şükrediyor! 57
tutan, (her varlığı) kollayıp kayırdığı hal­
79 Sizi yeryüzüne yayan da O'dur, yine de kendisi kimsenin koruyup kollaması­
O'na döndürüleceksiniz. na muhtaç olmayan kimdir, biliyorsanız
(söylesenize)?"
80 Yine O hayat verir ve ölümü takdir
eder gece ve gündüzün birbirinin yerine
;
89 " A l l a h ' t ı r " diyecekler.
geçmesi de O'nun eseridir: peki, hâlâ ak- De ki: "O halde, nasıl büyülenmiş (gibi)
letmeyecek misiniz? davranabiliyorsunuz? " 5 9

81 Aksine, öncekiler ne dediyse onlar da 90 Yoo! Aksine Biz onlara saf gerçeği
aynısını söylediler: 82 " N e y a n i " dediler, sunmuştuk, ama onlar ısrarla yalana sa­
"biz ölüp gittikten, toza toprağa karışmış rıldılar. 60

56 Z ı m n e n : İnsan Allah'tan umudunu keser­ insanı küçük düşürür.


se, Allah da insandan umudunu keser. 59 Z ı m n e n : Bu sorulara verdiğiniz doğru ce­
57 "İnsanların çoğu ş ü k r e t m e z " âyetlerinin vaplarla, onlarla taban tabana zıt olan tavır ve
ışığında bu ibarenin doğru çevirisi budur. Son davranışlarınız arasındaki farkı nasıl ve neyle
c ü m l e n i n öncesiyle bağlantısı: Şükretmek açıklıyorsunuz? Akli hiçbir izahı olmayan bu
için fark e t m e k gerek, fark e t m e k için görmek fark, olsa olsa bu tür eylem sahiplerinin dü­
ve anlamak gerek. İşte bu yüzden tefekkür te­ şünme yeteneklerini t a m a m e n devre dışı bı-
şekkürdür. Öte yandan düşünmek aklın, gör­ rakmalarıyla açıklanabilir. Ki bu da bir tür
m e k gözün, duymak kulağın şükrüdür. " b ü y ü l e n m e " olsa gerek. Bu pasaj şunu söyler:
58 Zikr'i " o n u r " olarak çevirimiz için bkz. Sadece bir yaratıcının varlığını bilmek ve
âyet 71, not 55. Z ı m n e n : Allah'a ait nitelikle­ inanmak (deizm) kişiyi kurtuluşa götüren
ri başka varlıklara yakıştırmak, Allah'ı değil iman değildir.
91 Allah asla herhangi bir ç o c u k 61
edin- 96 Her çirkin saldırıya karşı öyle bir sa­
memiştir; O'nunla birlikte başka bir ilâh vunma yap ki, en güzeli, en uygunu o ol­
da yoktur. Aksi halde her bir ilâh kendi sun; 65
Biz onların yakıp yakıştırdıklarını
yarattığını kendinden yana çeker, böyle­ elbette biliriz.
ce biri diğerine üstünlük kurmaya kal­ 97 Ve de ki: "Rabbim! Şeytanların ayart­
kardı. Allah onların tavsif ve tasavvur et­ malarından Sana sığınırım! 98 Onların
tiklerinin çok ötesinde, aşkın ve uludur. yaklaşımlarından da Rabbim, sana sığını­
92 O, insan idrakinin algılamaktan aciz rım!" 6 6

olduğu şeylerin de, algılayabildiği şeyle­


99 Nihayet o (inkarcılardan birine ölüm
rin de sırrına vakıftır: nitekim O, onların
gelip çatınca, "Rabbim!" der, "Döndür ne
Zatına yakıştırdıkları her türlü ortaktan
olur, geri döndür b e n i ; 67
100 belki ben,
beridir.
daha önce yapmadıklarımın yerine doğru
93 DE Kİ: "Rabbim! Eğer onları tehdit et­ dürüst işler yaparım!"
tiğin azabı bana ille d e 62
göstereceksen, Kesinlikle hayır! Çünkü onun dile getir­
94 o takdirde Rabbim, beni zalimler gü­ diği, sadece muhatabı etkilemek için sarf
ruhunun arasında b ı r a k m a ! " 63
edilmiş bir laftır,- 68
nitekim böylelerini
95 Ne ki Biz, onları tehdit ettiğimiz aza­ arkalarından, dirilecekleri güne kadar
bı (her hal ve şartta) sana göstermeye el­
64
(aşamayacakları) bir engel kuşatmış­
bette kadiriz. tır!" 69

60 Lafzen: "..yalancıdırlar". Küfe dil okulunun şırlar'. Şeytan'ın gör dediği yerden bakan Şey­
"ism-i fail süren fiildir" görüşüne istinaden. tan'ın gösterdiğini görür.
61 Lafzen: "oğul". Veled galibiyet kuralınca 67 Veya: "beni geri döndürün!" îrci'ûn(îjyaka­
her iki cinsi de içerir. Hem Hz. İsa'yı Allah'ın rışında özne çoğul kipiyle gelmiştir. Bu, Al­
oğlu sayan Hıristiyanlar, hem de melekleri Al­ lah'a saygı ile gerekçelendirilmiştir. "Beni
lah'ın kızları kabul eden Mekkeliler kastedi­ döndürün" diyenin, melekleri Allah'a ortak
lir. koşan bir akıl olduğu hatırlanacak olursa, bu
62 îmmâ edatının pekiştirme vurgusu çeviriye kullanımla, ilâhi otoriteye melekleri ortak ko­
"ille de" şeklinde yansıdı (Krş: Zemahşerî). şan bu sapık tasavvurun ifşa edildiği sonucu­
na ulaşılabilir. Fakat en tutarlı açıklama, bu­
63 Zımnen: Hakikate zulmedenler arasında
nun "beni geri döndür" anlamındaki ir-
yaşamak, ilâhi gazabın hedefinde yaşamaktır.
ci'nî'nin tekrarı işlevini taşıdığı yolundaki dil­
Bu riski kabul edenler sonucuna katlanırlar.
sel tahlildir (Beydâvi ve Ebüssuud).
64 Metinde zımnen var olan bu açıklamanın
68 K-v-1 kökü, tüm versiyonlarıyla birlikte
içeriği şöyle anlaşılabilir: ..sen aralarında ol­
"etkisizlik, çabukluk ve/veya kalıcı olmaya­
san da, ayrılıp gitsen de, hatta dünyayı terk et­
na" delalet ederken, k-l-m kökü tüm versi­
sen de..
yonlarıyla birlikte "kalıcı etkiye" delalet eder.
65 Güzeli savunmak yetmez, güzelce savun­ Kelimetun'u çevirimiz bu etimolojiye dayan­
mak gerekir; iyiyi kötü savunmak iyiye kötü­ maktadır (Bkz: 69/Yûnus: 65, not 86).
lüktür (Krş: 81/Fussilet: 34).
69 Bu âyet ruhların yeniden bedenlendiği iddi­
66 Lafzen: "yaklaşmalarından.." Şeytansı güç­ asına dayanan tüm reenkarnasyon teorilerini
ler insana, eşyaya ve olaylara bakışta şeytani kesin bir dille reddetmektedir. Bunun yanın-
bir 'yaklaşım' empoze etmek amacıyla 'yakla-
594 80/MÜ'MlNÛN SÛRESİ < < > c 3 £ x < , Nûzûl: 80 Mushaf: 23

101 Ve kalk borusu çaldığı zaman, artık o yerde ve bana cevap yetiştirmeyin! 73
109
gün ne aralarındaki soy yakınlığı işe ya­ Çünkü kullarımın arasında bir gurup var­
rar 70
ne de birbirlerine (olan biteni) sora­ dı. Onlar "Rabbimiz! Biz iman ettik: o
bilirler. halde bizi bağışla, bize merhamet et! Zi­
102 Derken, kimin (iyilikleri) tartıda ağır ra merhametlilerin en hayırlısı Sensin!"
gelirse işte kurtuluşa erenler onlar ola­ diyorlardı.
caktır. 103 Ama kiminki de hafif gelirse, 110 Ne var ki siz onlarla alay ettiniz. En
cehennemde yerleşip kalmak üzere ken­ sonunda onlar(la alayınız) size beni hatır­
dilerini harcayanlar da onlar olacaktır. lamayı unutturdu; üstelik bir de onların
104 Ateş onların suratlarını kavuracak; halini gülünç buluyordunuz. 74
111 Bakın
sırıtan dişleriyle öylece kalakalacaklar. işte, sabırlarından dolayı onları bugün
105 (Allah diyecek ki): "Ayetlerim size ödüllendirdim: şüphesiz ki gerçek başarı­
okunmamış mıydı? Ama siz onları ısrar­ ya 7 5
erenler işte onlardır.
la yalanladınız!" 71
112 (Allah azaptakilere) diyecek 76
ki:
106 "Rabbimiz!" diyecekler, "Talihimiz "Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?"
yaver gitmedi, bu yüzden biz de sapıtan
72
113 Onlar cevap verecekler: 77
"Bir gün ya
bir güruh olup çıktık! 107 Rabbimiz! Bizi da bir günden daha a z ;
7 8
istersen bunu sa­
buradan çıkar! Eğer tekrar dönersek, o za­ yı bilenlere 79
sor!"
man anlaşılır ki bizler gerçekten zalimle­ 114 (Allah) şöyle diyecek: "Yalnızca kısa
riz! bir süre kaldınız: keşke siz, bunu olsun
108 (Allah) diyecek ki: "Kalın tıkıldığımz bilseydiniz!"

da, günahkarların ruhlarının iyilerin ruhların­ 76 Lafzen: "..dedi".


dan farklı olarak kıyamete kadar tutuklu kala­ 77 Lafzen: "cevap verdiler.."
cağına dair bir imâ da bulunmaktadır.
78 Allah'sız ve vahiysiz bir ömrün bir gün ve­
70 işe yaramayan akrabalığa Nuh'un oğlu, ib­ ya bir gece kadar bereketsiz, Allah'lı ve vahiy-
rahim'in babası, Lût'un karısı, Asiye'nin koca­ li bir gecenin bir ömre bedel olduğunu ifade
sı, Peygamber'in amcası örnekleri verilebilir. eden Kadr sûresine ve ilgili notlarına bkz. Na-
71 Birinci cümledeki sorunun, cevap almak zi'ât sûresinin 46. âyetinde bu hakikat şöyle
için sorulmadığı 108. âyetten açıkça anlaşıl­ dile gelir: "(Kâfirler) bu hakikati bizzat gör­
maktadır, ikinci cümlede sorunun yer almayı­ dükleri gün, onlara sanki (bu dünyada) bir ak­
şının nedeni de budur. şam veya bir kuşluktan fazla kalmamışlar gi­
72 Lafzen: "..şanssızlık bizi yendi" ya da "ta­ bi gelecek." Yine Ahkâf sûresinin 36. âyetinde
lihsizlik yakamızı bırakmadı.." Zımnen: So­ şöyle buyurulur: "Onlar vaad edilen o günü
rumsuz davrananlar, kötü sonucun sorumlu­ görünce, kendilerini, gündüzün tek bir saati
luğunu şans, kader, kısmet ve talihe yıkarlar. dışında sanki dünyada hiç yaşamamış (saya­
caklar)."
73 Lafzen: "..dedi".
79 el-'Âddîn'i, el-'âdîn okuyanlara göre "bunu
74 Söz geliminden: ..ama şimdi siz gülünç du-.
zalim öncülere sor", el-'âdiyyîn şeklinde oku­
ruma düştünüz.
yanlara göre "uzun yaşayanlara sor (onlar bile
75 Fevz, geldiği her yerde mü'minler için kul­ tasdik edecekler)" anlamına gelir (Râzî).
lanılır ve ebedi kurtuluşu ifade eder.
115 Şimdi Bizim sizi boş yere ve amaçsız bir ikna edici delili olmadan Allah'la be­
yarattığımızı; dahası (hesap vermek için) raber başka bir ilâha dua ederse, iyi bilsin
Bize döndürülmeyeceğinizi sanıyorsu­ ki bunun hesabı Rabbinin huzurunda
nuz, öyle mi? mutlaka görülecektir: şu kesin ki, inkar
116 A m a bakın, Allah (sizin tasavvur et­ edenler asla kurtuluşa eremeyecekler.
tiğinizden) çok daha yüce ve uludur; 118 İmdi, (ey bu vahyin muhatabı): "Rab­
mutlak otorite ve aşkın gerçeklik sahibi­ bim!" de, "Bağışla! Merhamet et! Zira
dir,- O'ndan başka ilâh yoktur, sınırsız lü­ merhamet edenlerin en hayırlısı Sen­
tuf ve merhamet tahtının da Rabbidir. 80 sin!" 81

117 Şu halde her kim, konu hakkında hiç

80 Sûrenin zirvesi olan bu ve bir önceki âyetin 81 Rabbim! Bizi bağışla! Bize merhamet et!
söylediği şudur: Âhireti inkar hayatın anlam Zira senin merhametin kulların merhametine
ve amaçlılığını inkardır. Sorumsuz davranışla- benzemez! Amin.
rın altında yatan gerçek sebep de budur.
A d ı n ı 3. âyetinde geçen "ayrıntılı olarak açıklandı" anlamındaki fussı-
let'ten alır. Buhârî ve Tirmizî'de ilk âyetine nisbetle Hâ-mîm es-secde
adıyla yer almıştır. Sûreye Akvât (10) ve Mesabih (12) adını verenler de ol­
muştur.

Yedi sürelik H â - M î m ailesinin ikinci süresidir. Ailenin diğer sûreleri gibi


Mekke'de indirilmiştir. Bir önceki M ü ' m i n süresiyle eş ya da art zamanlı
indirildiğine göre, bu sûreyi de aynı döneme yerleştirmek gerekir (Bkz:
M ü ' m i n sûresinin girişi). Hz. Peygamber, Kureyş adına kendisine ahlâksız
tekliflerle gelen U t b e b. Rebia'yı sonuna kadar dinlemiş, daha sonra "Şim­
di de sen beni dinle" diyerek bu sûreyi okumuş, 13. âyeti okurken Utbe
"Allah hatırına kavmine m e r h a m e t e t ! " diyerek Rasulullah'm ağzını kapat­
maya yeltenmiş, sonunda beti benzi atmış bir halde kavmine dönüp bu ha­
reketinin izahını da "Siz de biliyorsunuz ki onun her dediği gerçekleşiyor"
diyerek izah etmiştir (İbn Kesir).

Sûrenin ana teması i m a n ve inkârın tabiatıdır. Sûre indiği kritik ve zor za­
manın gündemine uygun olarak inkârda direnenlere karşı uyarı ve tehdit­
ler içerir. Önyargı, akim atıldığı kör kuyudur. Gören göz görmez, işiten ku­
lak duymaz olur (4-5). İnsandan, kozmik ilâhî koroya kendi iradesiyle katıl­
ması istenir. Zira gökler ve yer bu koroya dahil olduklarını hal diliyle ifade
ederler: " H e r ikiniz isteyerek ya da istemeyerek (varlık sahnesine) gelin!'
dedi: İkisi birden 'Bizler boyun eğerek geldik!' dediler" (11). Onların her bi­
ri kendi işlevini üstlendi (12). A n c a k irade gibi bir nimetle imtihan edilen
insan buna ayak diredi. Bunun asıl nedeni, şeytanî güdülerin insan bilinci­
ni esir alarak insanın ikinci kişiliği haline gelmesiydi (25). Böyleleri gerçe­
ği aramak yerine, gerçeğin sesini gürültüye getirerek bastırmak isterler (26).
Onlar "yapa geldiklerinin en kötüsü üzerinden" cezalandırılacaklardır (27).
M ü ' m i n muhataplara, küfre dönüşmüş önyargının çelik duvarını iyi davra­
nışla parçalama telkin edilir: "(o halde) sen tezini en güzel biçimde savun;
bak gör o zaman, seninle arasında düşmanlık olan biri bile sanki sımsıcak
bir dost kesiliverir" (34).

İnkarcı insanın tutarsız ruh hali çarpıcı bir biçimde tasvir edildikten sonra,
söz şu berceste âyete getirilir: "Onlara dış dünyalarında ve iç dünyalarında
âyetlerimizi göstereceğiz; ta ki onun gerçeğin ta kendisi olduğu kendileri
için de ayan beyan ortaya çıksın" (53).

Küfe okuluna göre 54, Medine ve Mekke okullarına göre 53, Basra ve Şam
okullarına göre 52 âyettir.
» ^ g ^ - s » •

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA


1 Hâ-Mîm\ l
bir engel vardır: Şu halde sen (elinden ge­
leni) yap, unutma ki biz de (elimizden ne
2 M U H T E Ş E M bir indiriliş; O Rahman,
2
geliyorsa onu) yapacağız!
O Rahîm'den. 3
6 (Ey Peygamber!) De ki: "Ben de yalnızca
3 Öyle bir kitap ki, onun âyetleri, kavra- sizin gibi ölümlü bir insanım. Bana ilâhı­
yabilen bir topluluk için Arapça bir hi­ 4
nızın tek bir ilâh olduğu vahyediliyor: öy­
tap olarak ayrıntılı biçimde açıklanmış­
5
leyse O'na yönelin ve O'ndan af dileyin!"
tır; 4 bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak:
6
Yazıklar olsun Allah'tan başkasına ilâh­
ama (uyarılanlar var ya), onların çoğu yüz lık yakıştıranlara! 7 Onlar ki, arınmak
çevirmiştir,- artık onlar işitmezler. 5 Bir 7
için ödenmesi gereken bedeli gönüllü
de dönüp derler ki: "Kalplerimiz bizi ça­ olarak ödemezler,- işte onlar, evet onlar­
9

ğırdığın şeye kapalıdır, kulaklarımızda dır âhireti inkâr edenler.


kurşun vardır,- dahası aramızda aşılmaz
8

1 Bu harflerin mahiyetiyle ilgili bir açıklama larınm tamamına açık ve net cevaplar ve çö­
için ilk geçtiği 7/Kalem l'in ilk notuna bkz. zümler sunmuştur.
2 Tenzıiun'deki tazim ifade eden belirsizliğin 7 Yani: işitmedikleri için yüz çevirmediler,
çeviriye yansıması. yüz çevirdikleri için işitmediler. Önyargıya
3 Zımnen: Vahiy, sonsuz rahmet sahibinin in­ dayalı bir inkâr bu.
sanlığın önüne açtığı bir gök sofrasıdır [Rah­ 8 Lafzen: "ağırlık". Kalbin "akıl" anlamına
man ve Rahîm için bkz. 1/Fatiha: 2, not 4). kullanıldığı hatırlanırsa, bu ibare akim kapalı
olma halini ifade etmektedir (Bkz: İbn Aşur).
4 Veya: "açık ve anlaşılır" Arabiyyen'in türe-
Bu durum şöyle de özetlenebilir: küfür önyar­
tildiği 'arab kökü üç asli mâna taşır. Bunlar­
gıdır. Önyargıya dayalı küfür, en zararlı akıl
dan ilki "açık ve anlaşılır" olmaktır. Hatta
örtücüdür.
Arab kavmi bu ismi dilleri açık ve anlaşılır ol­
duğu için almıştır (Bkz: Mekâyîs). Kur'an'ın 9 Zımnen: Bedel ödemeye yanaşmazlar, ama
Arapça oluşuna yapılan her atıf, hem lafzen bedel ödemişlerin arınmışlığına da konmak
hem zımnen "Allah insana, insanın konuştu­ isterler. Âyetteki zekât hakkında farklı yo­
ğu dille hitap etmiştir" vurgusunu içerir. Bu­ rumlar yapılmıştır. Mali yükümlülük olarak
nunla amaçlanan vahyin anlaşılabilir niteliği­ anlayanların yanında İbn Abbas, Mücahid gibi
dir. Muhataplardan gelecek tüm "anlaşıla­ otoriteler, "Lailahe illallah diyerek kalbi şirk­
maz" ya da "zor anlaşılır" mazeretlerini ge­ ten arındırmak" olarak yorumlamışlardır (Ta­
çersiz kılar. Beşeri dil ve ilâhi mâna ilişkisi berî ve İbn Atıyye). Bütün yorumlara mesnet
için bkz. 58/Ra'd: 37, not 48. olan metni, terimin kök anlamını esas alan bu
çevirinin yansıttığı kanaatindeyiz. Kur'an'ın
5 Hitap karşılığı için bkz. 69/Yûnus: 15, not 26. 23 yıllık iniş sürecinde bazı terimler anlam
6 Krş. Yûnus: 37, not 57. Fussılet, "açık ve an­ yolculuğuna çıkmıştır. Zekât da bunlardan bi­
laşılır kılındı". Tafsil, anlam karışıklığına ve ridir ve müşrikler için geçtiği bu bağlamda
kavram kargaşasına set çekmek. Bunu temin Medenî âyetlerdeki gibi "nisabı olan mali bir
için ayrıntılı ve çok boyutlu açıklamalarla vecibe" değil "helâl kazanç ve paylaşma" mâ­
meramı anlaşılır kılmak. Vahiy, insanın tüm nasına gelir (İlk geçtiği 56/A'râf 156'nın 115
sorularına değil ama, varoluşsal soru ve sorun- nolu notuna bkz).
598 t 81/FUSStLET SÛRESİ t T ^ g > ; 1 Nüzul: 81 Mushaf: 41

8 Ama iman eden, imanına uygun davra­ takdir etti: (bütün bunlar) dört evrede
nanlara gelince: onları kesintisiz bir ödül gerçekleşti. 13

beklemektedir. 11 Dahası, 14
O duman 15
halindeki g ö ğ ü 16

9 DE Kİ: "Şimdi siz, arzı iki evrede ya­ 10


şekillendirdi; ona ve arza: "Her ikiniz, is­
ratan Allah'ı inkâr edip, O'na - k i işte teyerek ya da istemeyerek (varlık sahne­
O'dur âlemlerin Rabbi- eşdeğer rakip güç­ sine) gelin!" dedi. İkisi birden "Bizler bo­
ler 11
mi peydahlıyorsunuz?" yun eğerek (varlık sahnesine) geldik!" de­
10 O arz üzerine sarsılmaz dağlar yerleş­ diler. 17

tirdi ve ona bereket bahşetti; dahası ora­ 12 Derken onları iki aşamada yedi g ö k 18

nın besinlerini, ora sakinlerinden talep olarak var etti, her bir göğe kendi görev ya­
edenler arasında dengeli 12
bir biçimde sasını yükledi. Nihayet Biz en yakın gö-
19

10 Lafzen: "iki günde". Gerekçe için, kelime­ ifade eder (İbn Aşur).
nin ilk kullanıldığı 36/Kâf sûresinin 38. âyeti­ 15 Yani: "gaz bulutu". Bugünkü bilgilerimiz
nin 37 nolu notuna bkz. bunun evrenin temel elementi olan hidrojen
11 Nidd, "eş, ortak, denk" mânasına gelse de, gazı olduğunu söylemektedir.
bu eş ve ortaklık "dostluğa" değil, rekabet ve 16 Veya: "evreni.."
düşmanlığa dayalı bir zıtlık üzerine kurulu­
17 Evrendeki muhteşem uyumun ve bunun te­
dur. Nidd'i 'misi'den ayıran da budur. Kelime­
sadüf eseri olmadığının sembolik dille ifadesi.
nin aslının "dağıtmak" [teşrid) olduğu hatır­
Bir başka ifadeyle, anlamsızlığın ve amaçsızlı­
landığında bu sapmanın temelinde "Allah'ın
ğın reddi. Varlığın kozmik korosundaki her
gücünü dağıtma arzusu"nun yattığı anlaşılır
şey, kendi diliyle bir özge ilâhi icra etmektedir.
[Furûk ve Kitabu'l-'Ayn). Kur'an'ın iç bağla­
Zımnen: Ey insan! Uyumu bozma, bilinçli bir
mından yola çıkılarak da aynı sonuca ulaşıla­
varlık olarak sen de katıl bu kâinat korosuna!
bilir (Bkz: 65/lbrahim: 30, not 28). Çevirimi­
zin gerekçesi budur. 18 "Yedi gök", bilinen ve bilinmeyen birbirin­
den farklı tüm kozmik sistemleri kapsayan bir
12 Zımnen: Keyfi ihtiyaç tanımına ve beşeri
ifade. Yedi rakamı çeşitlilik ve çok katmanlı-
oran eşitliğine göre değil.
lıktan kinayedir (Krş: 72/Hicr: 44, not 34).
13 Bu rakam 9. âyette geçen iki evreyi de kap­ "Yedi kat gökler ve yer" ibaresi "bütün kâi­
sar. 12. âyetteki iki evreyle birlikte toplam altı nat" mânasına gelir.
evre eder ki, A'râf 54'te sözü edilen "altı aşa­
19 Burada olduğu gibi mutlak mânada öznesi
ma" budur. Âyetin "yeryüzünde bitkilerin dört
Allah nesnesi eşya olan (burada gökler) emr te­
mevsimde yetişmesini takdir etti" şeklinde
rimi, Allah'ın eşyaya yüklediği kanuna delalet
okunması mümkünse de, bağlamla uyuşmak-
eder. Bu vurgusuyla emr eşyadaki nedensellik
maktadır. Kâinatın yaratılış evrelerinin topla­
yasasına (causality) tekabül eder. Allah'ın eş­
mı olan 6 rakamına "yokluk"u temsil eden l'i
yaya emr'ini vahyetmesi, ona yaratılış amacı
eklersek 7 rakamına ulaşırız. Bu rakam ise zım­
olan mâ hulikâ leh'ini yüklemesidir. Arıya
nen varlığın sürekli yaratılışına, diğer bir ifa­
vahyetmesi de bu cümledendir (74/Nahl: 68).
deyle "yaratılışın sürekliliğine" delalet eder
Bu nedensellik elbet Allah'ı koyduğu yasanın
(Bkz: 40/Furkan: 59, not 72'ün devamı).
-hâşâ- mahkûmu eden bir nedensellik değildi.
14 Bu bağlamda summe edatı, zamansal bir Zira O koyduğu yasanın hakimi olarak her an
sonralığı değil, semanın yaratılışının arzın ya­ eşyaya müdahil ve her an yaratmadaydı. Dola­
ratılmasından daha büyük bir olay olduğunu yısıyla ilâhi emri yüklenen eşya O'ndan ba-
ğü ışıklarla süsledik ve bir güvenlik siste­
20
Ne yani, onları yaratan Allah'ın kendile­
mi oluşturduk: İşte bu her şeyi bilen, her
21
rinden daha güçlü olduğunu da mı düşü­
işi mükemmel olan Allah'ın takdiridir. nemediler? Bir de kalkmışlar, âyetlerimi­
13 Bu (cömertliğimize) rağmen yüz çevi­ zi bile bile inkâr ediyorlar. 16 Nihayet bu
rirlerse, de ki: "Sizi 'Âd ve Semud'u çar­ dünya hayatında alçalışın azabını kendi­
pan yıldırıma benzer bir (bela) yıldırımıy- lerine tattırmak için kara günler boyunca
la uyarıyorum!" üzerlerine iliklere işleyen bir rüzgar gön­
derdik: 25
ama âhiretin azabı kesinlikle
14 Hani elçiler onlara önlerinden ve arka­
daha alçaltıcıdır ve onlar yardım da göre­
larından 22
gelerek "Allah'tan başkasına
meyecekler.
kulluk etmeyin!" demişlerdi. Onlar,
"Rabbimiz (böyle bir şey) isteseydi, kesin 17 Semud kavmine gelince... Nitekim
melekleri indirirdi; şu halde biz, sizinle Biz onlara da yol göstermiştik, fakat on­
gönderildiğini (söylediğiniz) şeyleri ısrar­ lar doğru yolu görmektense körlüğü ter­
la reddediyoruz" dediler. cih ettiler: Sonuçta yapa geldikleri şey­
26

lere karşılık, onları onur kırıcı azabın yıl­


15 Âd kavmine gelince... 23
Nitekim on­
dırımı çarptı. 18 Ama Biz, iman eden ve
lar da yeryüzünde haksız yere büyüklen-
sorumluluk bilinciyle kuşananları kur­
diler ve "Bizden daha güçlü kim var?" de­
tardık.
diler. 24

ğımsız mutlak bir varlığa değil, O'nun iznine lardan korunması anlamına gelebilir. Sâffât
ve emrine tabi mümkün bir varlığa sahiptir. 7'de sözü edilen vahyin görünmez varlıklara
20 Gökyüzünün çıplak gözle görüntüsünün karşı korunması anlamına da gelebilir (Krş:
tasviri. 60/Mülk: 5; 72/Hicr: 17). Bu sonuncu ihtimal
Kur'an'ın geneliyle daha bir uyumludur [Hıf-
21 Kur'an kozmolojisini üç başlıkta tasnif et­
zan'ı çevirimiz için bkz. İbn Aşur).
mek mümkündür:
1) Kur'an'ın "Dünya seması" veya "en yakın 22 "Önlerinden ve arkalarından" şu iki vurgu­
gök" (60/Mülk: 5) adını verdiği kuşların da yu da taşır: "söz anlatmak için her yolu dene­
boşluğunda uçtuğu gök (74/Nahl: 79). Bu at­ yerek" veya "helak olan geçmiş kavimlerin
mosfer içi göktür. Belirlilik takısıyla es-semâ' kıssalarını ve âhirette kendilerini bekleyecek
biçiminde geldiği yerlerde de çoğunlukla "çıp­ olan azabı anlatarak.."
lak gözle görülen" göğe delalet eder. 23 'Âd ve Semud'un birbirine bağlı helak süre­
2) Seb'a semâvât (yedi kat gökler) formuyla ci için bkz. 11/Fecr: 6, not 9.
ifade edilen gök. Bu, bağlamına göre ya güneş 24 Büyük değillerdi fakat büyük görünmek is­
sistemini, ya da birini kendi âlemimizin/uza­ tiyorlardı. Bu, kendini ve haddini bilmemek­
yımızın oluşturduğu sonsuz âlemleri/uzayları tir. Haddini bilmemek kendine zulümdür.
ifade eder. Kendine zulmedenin eline güç ve iktidar ge­
3) Semâun formunda belirsiz olarak geldiği çerse, gücünün yettiği herkese zulmeder.
yerler. Bu "uzay" anlamındadır. Bağlamına 25 Veya: "homurtulu ve uğultulu bir rüzgar"
göre bazen kâinatın tümünü, bazen arzdan ar­
(Râzî).
şa kadar bütün bir varlık mertebelerini ifade
26 Görmek için göz yetmez, görme iradesi
eder. Âyetteki "güvenlik" [hıfzan) yeryüzü­
şart. İradeyi görmeme yönünde kullanmak,
nün zehirli güneş ışınlarından, meteor serpin­
hem görme yeteneğine hem iradeye ihanettir.
tilerinden ve çekim dengesini saptırıcı unsur-
19 VE Allah düşmanları, 27
ateşe doğru ateş onlar için bir çeşit mesken olacak­
sevk edilecekleri o gün baştan sona zap­ tır,- geri dönüp af için başvurmak isteye­
turapt altına alınırlar,- 28
20 hatta ateşe cekler, asla başvuruları kabul edilmeye­
vardıklarında, kulakları, gözleri ve derile­ cektir. 25 Zira onların başına güdümüne
ri yapa geldikleri şeyler sebebiyle onlar girecekleri yoldaşlar musallat ettik; 31

aleyhine şahitlik eder. 29


bunlar, önlerinde olanı da arkalarında
21 Derilerine, "Niçin aleyhimize şahitlik kalanı da kendilerine süslü gösterdiler; 32

ettiniz?" diye sorarlar. Onlar da, "Her şe­ işte böylece, kendilerinden önce gelip
ye (kendi dilince) konuşma yeteneği ve­ geçmiş olan görünür g ö r ü n m e z 33
varlık­
ren Allah bize de verdi: sizi yoktan var lardan nice topluluklar hakkındaki vaad
eden O'dur, dönüşünüz de yine O'nadır. onlar için de gerçekleşmiş oldu: şüphe
22 Bir zamanlar siz kulaklarınızın, gözle­ yok ki onlar, daima kaybeden taraf oldu­
rinizin ve derilerinizin size karşı şahitlik lar.
yapmasından sakınmazdınız,- üstelik Al­
lah'ın yaptıklarınız hakkında fazla bir 26 HAKKI inkârda direnen kimseler, "Bu
şey bilmediği zannına kapılırdınız. 30
23 Kur'an'ı dinlemeyin, onu karalayıp şama­
Bakın işte, Rabbiniz hakkındaki bu zan- ta yapın ki bastırabilesiniz!" dediler. 34

nmız sizi helake sürükledi de, böylece 27 Ve elbet inkârda direnen bu kimselere
hüsrana uğrayanlardan olup çıktınız. şiddetli bir terkedilmişlik acısı tattıraca­
24 Eğer dayanabilirlerse, bu durumda ğ ı z , ve onları kesinlikle yapa geldikleri-
35

27 Özellikle Hz. Peygamber ve mü'minleri daha ayrıntılı resmeden Zuhruf sûresinin 36.
yurtlarından çıkaran Mekke müşrikleri (Krş: âyeti ışığında anlaşılmalıdır.
109/Mumtehane: 1). 32 Önlerinde olan tecrübi âlem, arkalarında
28 Yûze'ûn ile ilgili bkz. 53/Neml: 17, not 23. olan gaybi âlemdir. Veya: geçmişi ve geleceği.
29 Burada sayılmayan koklama ve tatma du­ Zımnen: 'Dünyanız kıyaktı, âhiretiniz de kı­
yuları, günah maksadıyla en az kullanılan du­ yak olacak' diye telkinde bulundular.
yulardır. Kulak ve göz, duyup gördüğü hakkın 33 Lafzen: "cin ve insan". Sadece görünen var­
şahididir. Deri de öyle,- sinir uçları yanma teh­ lık olan insanın değil, cahiliyye tasavvurunda
likesini haber veren birer elçidir. Bu üç organ tanrısal güç vehmedilen görünmeyen türlerin
da sahibine gerçeği ilettiği halde, sahibi bu de ilâhi denetim altında olduğunun ifadesi.
araçları amaç dışı, hatta amaca aykırı kullan­ 34 Zımnen: Her tür kara propaganda yönte­
mıştır. Duyuların dilinin çözüldüğü o gün, miyle Kur'an'ın sesini boğun! [Lağv için bkz.
dillerin duyuracağı hiç bir şey yoktur. Zira bu­ 80/Mü'minûn: 3, not 5) Önyargıya dayalı in­
na ihtiyaç kalmamıştır. karcı aklın bu gargaracı tavrı, 4 ve 5. âyetlerle
30 Lafzen: "gizlemezdiniz". Zımnen: Gizle­ birlikte okunmalıdır. Bu tavrın karşı tarafın­
mek isteseydiniz bile nasıl gizleyecektiniz ki? da, "Tezini en güzel şekilde savun" diyen bu
31 Bu şeytanî "yoldaşlar", insanın ayartıcı sûrenin 34. âyeti yer alır.
benliği ve içgüdüleri olabileceği gibi, Şeytanın 35 Bu âyet Furkân sûresinin 69. âyetiyle bir­
görevini üstlenen insanlar da olabilir (İbn likte anlaşılmalıdır. 'Azâb'\ kök anlamına uy­
Aşur). Birinci tür, "insanın öteki kişiliği hali­ gun olarak çevirimiz için bkz. 7/Kalem: 33,
ne gelen şeytanî dürtüler" olarak da yorum­ not 29 âyetin sonu çevirimizi destekler.
lanmıştır (Esed). Bu âyet, benzer bir durumu
Nüzul: 81 Mushaf: 41 ^ ~ ^ l t l , 81/FUSSÎLET SÛRESİ 601

nin en kötüsüyle cezalandıracağız! 36


28 canınız ne çekiyorsa o var, orada siz ne
işte budur Allah düşmanlarının cezası: arzu ediyorsanız o sizin,- 32 tarifsiz bir ba­
ateş. Onların sürekli kalacakları yer, ğış ve eşsiz rahmet kaynağı olan (Allah)
âyetlerimizi bile bile inkâr etmelerine tarafından bir ikram olarak..."
karşılık olmak üzere orası olacaktır. 33 Allah'a davet eden, dürüst ve erdem­
42

29 Ve (oraya girince] inkârda direnen li davranan ve "Elbette ben kayıtsız şart­


kimseler diyecek 37
ki: "Rabbimiz! Görü­ sız Allah'a teslim olanlardanım" diyen­
nen görünmeyen 38
tüm varlıklardan bizi den daha güzel sözlü kim olabilir?
saptıranları bize göster: Hepsini de ayak­ 34 Madem ki iyilik de bir olmaz, kötülük
larımız altına alıp çiğneyelim ki, hepimi­ de,- (o halde) sen tezini en güzel biçimde
43

zin en alçağı olsunlar!" savun! Bak gör o zaman, seninle arasında


30 Öte yandan, "Rabbimiz Allah'tır" di­ düşmanlık olan biri bile sanki sımsıcak
yen, s o n r a 39
da dosdoğru çizgide yaşama bir dost kesiliverir.
kararlılığı gösterenlere gelince: onlara 35 Ne ki bu (meziyete) sadece sabırda dire­
melekler sürekli inerler 40
(ve derler ki): nenler ulaşabilir; yine buna, ancak kendi­
"Gelecekten dolayı kaygı duymayın, geç­ sine büyük bir pay ayrılanlar ulaşabilir. 44

mişten dolayı da mahzun o l m a y ı n ! 41

36 Ve eğer Şeytan tarafından ısrarlı bir


Haydi sevinin size vaad edilmiş olan cen­
ayartmaya maruz kalırsan, 45
hemen Al­
netle! 31 Biz bu dünya hayatında sizin
lah'a sığın: 46
Çünkü O her şeyi işitendir,
dostunuzuz, âhirette de öyle. Orada size
her şeyi bilendir.

36 "Onları kesinlikle yapa geldiklerinin en len somut ve soyut her tür engeli kaldırmak
iyisiyle ödüllendireceğiz" (89/Ankebût: 7) iba­ da davetin bir parçasıdır.
resinin tam karşıtı, imanın ve inkârın insan 43 Yani "ne iyilik kötülükle, ne de kötülük
eyleminin yönünü tayindeki başat rolüne atıf. iyilikle" bir olabilir. Kötülüğe karşı kötülük
37 Lafzen: "dedi". ile iyiliğe karşı kötülük, iyiliğe karşı iyilik ile
38 Veya: "iç ve dış", "soyut ve somut", "ya­ kötülüğe karşı iyilik de bir olmaz. Zımnen:
kın ve uzak"... Allah'a karşı küfür, En Büyüğün en büyük iyi­
liğine karşı, kötülüğün en fenasıdır.
39 Summe, ancak sahih akide temelinde yük­
selirse değer kazanan bir hayata delalet eder. 44 "Sabır" kazanılanı, "pay" bahşedileni ifade
eder: ilki iradenin şükrü, ikincisi şükrün ödü­
40 Nasıl ki kâfirlerin dostu şeytanlarsa (25.
lüdür.
âyet), mü'minlerin dostu da meleklerdir. Mu-
zari fiilin bu kalıbı hem tekrarı, hem sürekli­ 45 Yani: "Kötülüğe iyilikle mukabele etme
liği ifade eder. İnsanın cismani potansiyelinin konusunda.."
ruhani boyutuna bağlı olduğu hatırlanmalıdır. 46 Şeytan saldırgan bir köpektir: Köpeğe karşı
41 Çevirimizin lugavî gerekçesi için bkz. kendini savunmanın en iyi yolu onu sahibine
94/Bakara: 38, not 68. Bir sonraki âyet de havf bağlatmaktır. Zımnen, Şeytanı "kötülük ilâ­
ve hüznün zıt zamanlı anlamlarını teyit et­ hı" gibi gören tasavvurları red. Kur'an'da ne­
mektedir. gatif benliğin ve iç güdülerin ayartısı da "şey­
tani ayartı" kapsamında ele alınır. Bununla
42 Yalnız imana değil, sâlih amele ve saf iyiye
amaçlanan, günahkardan günahı soyutlamak,
de davet (Elmalılı). islâm'la insan arasına geri-
işlediği günahla aynılaşmasının önüne geç-
37 VE gece ile gündüz, güneş ile ay O'nun 40 GERÇEK şu ki, âyetlerimizi anlam ve
âyetlerindendir: (Şu halde) ne güneşe sec­ amacından saptıranlar 52
asla bizden giz­
de edin, ne de aya! Eğer özellikle O'na lenemezler: şimdi, ateşe atılan mı, yoksa
kulluk ettiğinizi (düşünüyorsanız), onları Kıyamet Günü (huzura) güven içinde ge­
da yaratan Allah'a secde edin! 47
len mi daha değerlidir?
38 Fakat küstahça büyüklük taslarlarsa, İstediğinizi yapın, nasıl olsa O yaptığınız
iyi bilsinler ki Rabbinin huzurundakiler 48
her şeyi görmektedir.
gece gündüz O'nun yüceliğini anmakta­ 41 Şüphesiz onlar, kendilerine ulaştığı
dır,- hem de hiç bıkıp usanmadan...
49
halde bu ilâhi uyarıyı inkâr edenlerdir: 53

39 O'nun âyetlerinden biri de şudur: Sen çünkü o, elbette pek yüce bir Kitaptır. 42
toprağı tüm iddialarından soyunmuş ola­ Hiçbir anlam ve amacından saptırma ça­
rak 50
görürsün,- ama onun üzerine (yağ­ bası ona ne önünden açıkça, ne de ardın­
mur) suyunu indirdiğimiz zaman hareke­ dan gizlice ilişemez: 54
o, her tür övgüye
te geçer ve uyanıverir. 51
Ona hayat veren, lâyık, hükmünde isabetli olan tarafından
elbet ölü (kalp)lere de hayat verecek olan­ indirilmiştir.
dır: Çünkü O her şeye güç yetirendir.

mektir. Bu takdirde günahla mücadele daha 51 Âyetin devamından da anlaşılacağı gibi su


kolay yapılır. Zira kimse, kendisine karşı sa- vahyi, kıraç toprak da vahiyden mahrum yüre­
vaşamaz (Bkz: 65/lbrahim: 22, not 25). ği temsil eder. Vahiy, tıpkı ölü toprağı dirilten
47 Zımnen: Sadece Yaratana kulluk varken su gibi ölü ruhları diriltir: "Size hayat bahşeden
yaratılana da kulluk etmek, yaratana kullukta bir (diril)işe çağırdıklarında, Allah'ın ve O'nun
samimi olmamaktır. Zımnen: Mesaja kulluk Elçisi'nin davetine icabet edin!" (Enfal: 24)
edilmez, mesajın sahibine kulluk edilir. Sûre­ 52 îlhad, hem inşam müşrik eden akidedeki şir­
nin 9-12. âyetlerinde kâinatın bizzat kendisin­ ki, hem de insanı günahkar eden sebeplerdeki
den, 37-39. âyetlerdeyse niteliklerinden söz şirki kapsar (Râğıb). Kök anlamı, "bir şeyi an­
edilmektedir. İlki O'nun zatına, ikincisi sıfat­ lam ve amacından yoksun bırakmaya çalışmak
larına istidlal içindir. Güneşe ve aya secde et­ ya da saptırmak"tır. Vahye yönelik tebdil, tah­
meme emri, özünde insanın kendisini tabiat vil, tağyir ve tahrif çabalarımn hepsini içerir.
ve eşya karşısında nesneleştirmeme gayesini
53 Veya inne'nin mahzuf haberini gözeterek:
taşır. İnsanı eşya karşısında nesneleştiren her
"bu ilâhi uyarıyı inkâr edenler (hüsrana uğra­
güç ve kutsallık atfı, üç kez zulümdür:
yacaklardır)". Ya da: "inkâr edenler (O'nu in­
1) Özneleştirilen nesneye.
kâr etmiş sayılırlar)" (İbn Aşur).
2) Nesneleştirilen insana.
3) Hakikatin kendisine. 54 "Önünden" olanı iyi niyetle yapılan yanlış
yorumları, "arkadan" olanı da kötü niyetle ya­
48 Görünür görünmez varlıklardan Allah'a
pılan tahrif ve saptırma çabalarını ifade eder.
teslim olan herkes. Krş. "Ey insanlık ailesi!
Zımnen: Vahiy kendisine ait olmayan mâna­
Allah'a muhtaç olan sizlersiniz,- Allah'a gelin­
ların dışarıdan idhaline karşı kendini o muh­
ce: O kendi kendine yeten sonsuz zenginlik
teşem iç örgüsüyle korur,- üstüne yapışmış da
sahibidir" (42/Fâtır: 15).
olsa, bünyesine uymayan yorumları farklı za­
49 Teshih'in bu anlamı için bkz. 79/Enbiya: 79. man ve zeminlerde hakikati ifşa ettiği hizmet­
50 Hâşi'aterie bu bağlamda verilebilecek en karları eliyle temizleyip atar (GİRİŞ'in ilgili
uygun karşılık. bölümüne bkz).
43 (Ey Nebi!) Sana söylenenler, senden Yine de onlar, bundan dolayı tereddütlü
önceki elçilere söylenenlerden başka bir bir şüphe içindedirler. 59

şey değildir. 55

Şüphe yok ki senin Rabbinin bağışlayıcı- 46 KİM Allah'ı razı edecek iş işlerse kendi

lığı kesindir, ama (aynı zamanda) can ya­ lehine olur; kim de kötülük işlerse kendi

kıcı bir cezanın da sahibidir. aleyhine olur: Rabbinin kullarına zulmet­


me ihtimali asla bulunmamaktadır. 60

44 Eğer Biz bu (vahyi) yabancı dille oku­


nan bir hitap kılsaydık, kesinlikle "Ne­ 47 Son Saat'in bilgisi yalnız O'na havale
den onun âyetleri açık ve anlaşılır de­ edilir. 61
Hem O'nun bilgisi olmadan ne

ğil,- ne yani, bir Arab'a dili yabancı bir


56
meyve çekirdekleri kabuklarını çatlata­

(hitap) m ı ? " derlerdi. bilecek, ne de herhangi bir dişi gebe kala­


bilecektir,- dahası, doğuramaz b i l e . 62

De ki: "Bu (vahiy), iman edenler için bir


yol gösterici ve bir şifa kaynağıdır. İman Ve o gün onlara "Hani, nerede ortakla­

etmeyenlere gelince: Onların kulakların­ rım)!)?" diye seslenen biri çıkar,- onlar
da bir çeşit kurşun vardır,- dahası o (vah­ "Sana itiraf ederiz ki, bizden hiç kimse
yin ışığından dolayı) onlara bir tür körlük (buna) asla tanık olmamıştır" diye cevap
arız olmuştur: şimdi onlar, çok uzak bir verirler. 48 Artık onların daha önceden
yerden seslenilen kişi (gibi)dirler. 57 yalvarıp yakardıkları şeyler kendilerini
yalnız bırakmıştır: kendileri için kaçacak
45 Doğrusu Biz Musa'ya da kitap vermiş­
bir yer olmadığına iyice kanaat getirirler.
tik ve onun hakkında da ihtilaf edilmiş­
49 İnsan özgül ağırlığı olan karşılıklar is­
ti. 58
Ve eğer Rabbin tarafmdan daha önce
konulmuş kesin bir yasa olmasaydı, hak­ temekten asla bıkıp u s a n m a z ; 63
ama ba­

larındaki hüküm hemen infaz edilirdi: şına kötülük bildiği (bir şey) gelecek ol-
64

55 Gizli öznenin kimliğine bağlı olarak iki şekil­ (Ayrıca krş. 36/Kâf: 29, not 29).
de de anlaşılabilir. Birincisi: Sana inkarcıların 61 Allah Rasulü, kıyametin ne zaman kopaca­
söyledikleri senden önceki nebilere söylenenle­ ğını soran birine şöyle cevap verir: "Sen onun
rin benzeridir. İkincisi: Sana mdirilenler senden için ne hazırladın?" (Buhârî)
önceki nebilere indirilenlerin benzeridir.
62 Âyette Son Saat'in zamanını bilmek yalnız
56 Zımnen: Eğer anlaşılır olsaydı belki de ina­ Allah'a hasredilirken, diğerleri O'na hasredil­
nırdık. Yani, inkarcı aklın ardı arkası gelmez memiş, böylece insanoğlunun bilgisine de
mazeretlerine biri daha eklenirdi. açık olduğu îmâ edilmiştir. "Kabuk çatlatma"
57 Zımnen: Kulağını gerçeğin sesine kapata­ ve "gebe kalmayı" bilme mâ ile "doğurmayı"
nın gözü hakikati görmez olur. bilme lâ ile olumsuzlanmıştır. Muzari fiili mâ
58 Zımnen: Ey Peygamber! Bütün bunlar yal­ halden lâ istikbalden arındırır. Bu kuralı çevi­
nız senin başına gelmiyor! riye mümkün olduğunca yansıtmaya çalıştık.

59 "Ya doğruysa", "ya gerçek buysa" tedirginliği 63 Hayı, bu tür bağlamlarda genellikle somut,
[Şekkin.. murib için bkz. 65/lbrahim: 9, not 12). gözle görünüp elle tutulur karşılıklara tekabül
eder. Krş. "Hem, sizin hoşlanmadığınız bir şey
60 Zımnen: Kötülük yapan kendisine ne kadar
sizin için hayırlı, sizin hoşlandığınız bir şey de
büyük bir zulmü reva görse de... Ma..bi ile ku­
sizin için şerli olabilir" (94/Bakara: 216).
rulan yapılara dair bkz. 73/En'âm: 107, not 89
sa, bu kez de umudunu yitirip karamsar­ 52 DE Kİ: " Y a bu vahiy Allah katından
lığa kapılır. gelmiş de, buna rağmen siz onu inkâr et-
50 Ama uğradığı bu musibetin ardından mişseniz, (neler olacağını) hiç düşündü­
eğer katımızdan bir rahmet tattıracak ol­ nüz mü? Kim derin bir yabancılaşma içi­
sak, tutar der ki: "Bu zaten benim hak­ ne düşen birinden daha sapık olabilir? " 6 6

kımdı; hem Son Saat'in kopacağını da san­ 53 Vakti geldikçe insana, 67


kâinatın uç­
mam ya! Bir ihtimal Rabbime döndürülür- suz bucaksız ufuklarında ve bizzat kendi
sem, beni O'nun katında malum güzellik­ iç dünyasında mesajlarımızı gösterece­
lerin beklediğinden kesinlikle eminim." ğ i z . Ta ki bu vahyin tartışmasız bir ger­
68

Sonuçta, inkârda ısrar edenlere elbet yap­ çek olduğu herkes i ç i n 69


ortaya çıksın.
tıklarını bir bir haber vereceğiz ve onları Her şeye şahit olan senin Rabbin (insana)
kesinlikle altında ezilecekleri bir azaba yetmedi m i ? 7 0

mahkûm edeceğiz. 65
54 Bakın, belli ki onlar Rablerinin huzu­
51 Ne zaman insana nimetlerimizi bah- runa çıkacaklarına ilişkin tereddüt için­
şetsek yüz çevirir ve yan çizer; ne zaman deler! 71
Bakın, şüphe yok ki O her şeyi
da başına bir musibet gelse, başlar yalvar çepeçevre kuşatmıştır! 72

yakar uzun uzadıya dualar okumaya.

64 eş-£err'deki belirlilik çeviriye böyle yansı­ dır. Keşiflere ve ilmî gelişmelere bu âyet ışı­
mıştır. ğında yaklaşacak olursak, bütün bunların sa­
65 Bu âyet bağlamında nakledilen şu olay ma­ dece "keşfeden"in mahareti değil, onları keşfe
nidardır: Mü'minlerden Habbab b. Eret'e 'Asî açan ve insan bilgisine "arz" ve "nazil" eden
b. Vâil bir kılıç yaptırmış, "İnkar etmezsen Allah'ın ikramı olduğu anlaşılır. Bu hakikati
ücretini ödemem" demişti. Habbab "Âhirette inkâr eden akıl, bilgiyi Allah'tan koparacaktır.
alırım" diyerek hesabı ebedi âleme bırakmış­ Allah'tan koparılan bilgi ahlâksız kalmaya
tır. Görür gibi inanmak bu olsa gerektir. mahkumdur.

66 Fî şikâkin ba'id'i bu şekilde çevirimiz için 69 Lafzen: "onlar için".


bkz. 91/Hac: 53, not 79 70 Zımnen: Sen onların yalanlamalarına aldır­
67 Âyet 51'deki "insana" atfen. ma, Rabbinin şahitliği sana yeter.
68 ti'l-Aiâki ve lî enfusihim: âlem-i kübra 71 Tüm çevirimiz boyunca mirye'yi "tered­
(makro kozmos) olan evrende ve âlem-i suğra düt", şekk'i "şüphe", rayb'i "kuşku" ile karşı­
(mikro kozmos) olan insanda. Râzî'nin de dik­ ladık (Gerekçeleri için bkz. 114/Tevbe: 10;
kat çektiği gibi âfâkta ve enfüste gösterilecek 70/Hûd: 17; 76/Sebe': 50, ilgili notlar).
bu şeyler "askerî fetihler" olmaktan çok, in­ 72 Zımnen: Ey insan! O'ndan kaçamazsın; en
san ve kâinatın barındırdığı muhteşem sırlar­ iyisi O'na kaç! (Krş: 87/Zâriyât: 50.)
Danışarak ortak aklı harekete geçirme, istişare" anlamına gelen Şûra
adını 38. âyetinden alır. Şûra kelimesinin etimolojisi bal arısının bal
yapma sürecine kadar uzanır. İlk neslin dilinde sûrenin bu adla anıldığına
dair bir rivayet bulunmamaktadır. Bazı tefsirler mukatta'ât harfleriyle, ba­
zıları ise " M ü ' m i n " adıyla anar.

Mekke'de inmiştir. Bazı âyetleri bundan istisna tutulmuşsa da, E n ' â m


sûresinin girişinde saydığımız kriterler bunu doğrulamamaktadır. Ait oldu­
ğu yedi sürelik h â - m î m ailesinin diğer üyeleri gibi hicrete yakın bir zaman­
da inmiştir. Bunu teyit eden bir delil de, Medinelilerle yapılan Akabe biati­
ne m u h t e m e l bir atıf içeren 38. âyetidir. İlk üç tertipte Fussılet-Zuhruf ara­
sında yer alan sûre Ca'berî'nin naklettiği İbn Abbas'a isnat edilen Cabir b.
Zeyd tertibinde Kehf-İbrahim arasında yer alır.

Sûrenin konusu ilâhi bir inşa projesi olarak vahiy ve vahyin Hz. Peygam-
ber'in şahsında insanı inşasıdır. Sûre vahye ve onun kaynağına atıfla başlar
ve biter. Sûrede meydan okuyucu bir üslûp hakimdir. Allah'ın benzersizli­
ğinin en beliğ ifadesi olan âyet burada yer alır: "Hiçbir şey O'na b e n z e m e z "
(11) Sûre, hangi z a m a n ve mekânda yaşamış olurlarsa olsunlar t ü m peygam­
berler ve onlara inanan mü'minlerin tek bir topluluk gibi algılanmasını is­
ter (13-15). Allah ve kıyamet hakkında tartışmanın saptırıcı etkisine vurgu
yapar (16-18). Bu cüretli tavrın temelinde dünyevileşme ve tek dünyalılık
yatmaktadır (19-23). Tek dünyalı bu güruha karşı Hz. Peygamber'in şahsi­
yeti şöyle takviye edilir:
"Bu davete karşılık sizden bir ücret istemiyorum; sadece (Allah'a) yakınlık
hususunda t a m bir ilgi ve sevgi (uyandırmak) i s t i y o r u m ! " (23)

Dünyevileşmeye karşı dengeli bir tasavvur inşası sûrenin sonuna kadar de­
v a m eder. Mü'minlere toplumsal işlerde ortak aklı harekete geçirmelerini
tavsiye eden âyet (38), onlara kolektif aklın kurumlaşmasını ifade eden "şu­
r a " hedefini gösterir. Allah'ın mü'minlere olan nimeti dile getirilir. Al­
lah'ın insana tenezzülü olan vahyin geliş şekilleri üzerine en ayrıntılı bilgi
bu sûrede verilir: "Hiçbir ölümlüyle Allah'ın (yüz yüze) konuşması olacak
şey değildir,- ancak O ânî ve içe işleyen ilâhi bir ilham yoluyla, veya bir per­
de arkasından, ya da O'nun dilediği şeyi yine O'nun izniyle bildirsin diye
bir elçi göndermek suretiyle konuşur: Şüphesiz O aşkın ve yücedir, her
hükmünde t a m isabet sahibidir." (51)
606 82/ŞÛRÂ SÛRESİ § 1 > = ^ * , Nûzûl: 82 Mushaf: 42

RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 Hâ-Mîm 2 'Ayn-Sîn-Kâfl. 1
mutlak bağış, sonsuz rahmet kaynağı.
6 Zatından başkalarını sığınılacak dost
3 HER işinde tek mükemmel olan, her edinenleri Allah sürekli gözetim altında
hükmünde tam isabet bulunan Allah, sana tutmaktadır,- sen onların tercihinden asla
ve senden öncekilere hakikati işte böyle sorumlu değilsin! 6

vahyediyor. 4 Göklerde ve yerde ne varsa,


2

7 tşte Biz sana, hem Şehirlerin Anası'nı


hepsi onundur; O aşkın yüceliğiyle görün­
ve onun çevresindekileri uyarman, hem7

meyen varlıkların da, azamet ve heybetiy-


de kendisinde asla kuşku bulunmayan
le görünen varlıkların da ötesindedir. 3

Toplanma Günü'ne karşı (insanlığı) ikaz


5 Neredeyse gökler en tepesinden parça-
etmen için Arapça bir Kur'an vahyettik:
lanırcasına sarsılır,- melekler ise Rableri­
4

(Sonuçta) bir kısmı cennete girecek, bir


nin sonsuz yüceliğini hamd ile dile geti­ kısmı da ateşe.
rir ve yeryüzünde yaşayan herkes için af
8 Ama eğer Allah dileseydi onları tek bir
dilenir. 5

ümmet yapardı: Ne var ki O, (isteyeni)


8

Bakın, şüphesiz Allah, evet yalnız O'dur rahmetine kavuşturmayı diler,- zalimler 9

1 Hâ-mîm Ailesi'nden olmasına rağmen, giri­ aşkınlığını ifade eder.


şinde fazladan üç harf taşıyor olması, bu sûre­ 4 Öncesiyle bağlantılı olarak "Allah'ın aza­
nin inişi sırasında vahye yönelen şiddetli sal­ met ve heybetinden", sonrasıyla bağlantılı
dırıya, aynı şiddette meydan okuma ile yo­ olarak "Allah hakkındaki iftiralarından" gibi
rumlanmıştır (İbn Aşur). Küfe okulunun bu bir açıklamayla da okunabilir. (Benzer bir iba­
harfleri iki âyet sayması, bu sûrenin Hâ-Mîm re için krş. 43/Meryem: 90.) Yetefatterne ve
ailesinden olduğunu göstermek içindir. Fazla­ fevkıhinne kullanımları akıllılar için olup is­
dan olan 'Ayn-Sîn-Kâf harflerinin, harf değil tisnai bir kullanımdır. Bağımsız bir cümle ola­
bir mânanın sembolü olduğu söylenmiştir. Bu rak okunduğunda, açık ve genişleyen evren
harflerin, Kur'an'da sadece bu sûrede yer alan modeline işaret eder.
vahyin geliş şekilleriyle ilgili 51. âyetteki üç
5 Bazı müfessirler bu âyeti, Mü'min sûresinin
hali sembolize ettiği yorumu yapılmıştır. Bu­
7. âyetine istinaden meleklerin mü'minlerin
na göre 'ayn görmeyi, sîn [sem'] işitmeyi, kâf
[Kalb] kalbe nakşedilmeyi ifade eder (Elmalık, bağışlanmasına dua ettiği şeklinde açıklamış­
âyet 51'in tefsirinde). 'Ayn "su kaynağı", sîn tır. Zımnen: Şeytanlar insanın can düşmanıy-
"insan", kâf "kalb" anlamına alınırsa, vahyin sa, melekler de insanın can dostudur.
kaynağından Peygamber'in kalbine iniş süre­ 6 Son cümle için bkz. 77/Zümer: 41.
cine işaret edebilir. Allah en doğrusunu bilir 7 Özelde Mekke ve onun manevî merkezi
[Mukatta'ât için bkz. 7/Kalem: 1, not 1). olan yer küreyi (Râzî). Zımnen: uygarlıkların
2 Yani: "muhatapların konuştuğu dil aracılı­ merkezini.
ğıyla". Veya "birbirine benzer biçim ve içerik­ 8 Varlığın çift kutupluluğu yasasını ele alan
te". Önceki vahiylerle Kur'an vahyi arasında­ 11. âyetle birlikte okunursa, zımnen şu anla­
ki benzerlik yönü 51. âyette açıklanan vahyin ma gelir: iman-inkâr, mü'min-kâfir kutupları
iniş şekilleriyle de açıklanabilir. bu yasa gereği hep var olacaktır.
3 'Aliyy, Allah'ın fizikötesi varlıklardan aş- 9 Men yeşâ'ı çevirimizin gerekçesi için bkz.
kınlığını, 'Azım Allah'ın fizikî varlıklardan 69/Yûnus: 25, not 44 ve Nûr: 21, not 25. Zım-
Nüzul: 82 Mushaf: 42 l ^ ^
K t , 82/ŞÛRÂ SÛRESİ 607

ise ne candan bir dost, ne de bir yardımcı 11 O, gökleri ve yeri yoktan var edendir.
bulabilecekler. Nasıl ki hayvanları çiftler halinde yarat­
9 Yoksa onlar O'nun dışında hamiler mi mışsa, size de kendi türünüzden eşler 12

edinmeye kalkıyorlar? Oysa ki asıl hima­ vermiştir,- ve sizi bu sayede çoğaltmakta­


ye edici Allah'tır; zira ölüye can veren sa­ dır. (Ama) hiçbir şey O'na benzemez,- ve 13

dece O'dur, her şeye kadir olan da O'dur. O her şeyi işiten, her şeyi görendir.
12 Göklerin ve yerin anahtarları O'na ait­
10 BU A L A N D A 10
ayrılığa düştüğünüz tir: O dilediğine rızkı bol verir, dilediğine
her hususta hüküm Allah'a aittir. sınırlandırır: çünkü O her şeyi her yö­
(De ki): "Bakın, işte benim Rabbim olan nüyle bilendir. 14

Allah budur: yalnız O'na güvendim ve 13 O, dinin (esasa ilişkin) kısmından 15

her daim O'na yönelirim." 11


Nuh'a bildirdiğini - k i o sana vahyettiği-

nen: O isteseydi insanları bir tek inanç ve dü­ da başkaldırır ve şirk koşmaya cüret eder?
şünce etrafında birleştirirdi, fakat bunu isteme­ 13 Lafzen: "Hiçbir şey O'nun misli gibi değil­
di ve onlan smayıp tercihlerine göre ödül ve ce­ dir". Kâf teşbih edatı ve misliMnin çarpan etki­
za vermek için irade verdi. Dolayısıyla iman ve siyle "O'nun gibi birinin asla hiçbir benzeri ola­
küfür, iradenin doğal ve mecburi bir sonucudur. maz" vurgusu kazamr. Misi'in yakm anlamlıla­
10 Yani: Allah ve din alanında. Bir sonraki rı nidd, şibh, tesviye ve şekl'öir. Nidd iki şey
âyetin başındaki "de ki" ibaresini bu âyetin arasındaki cevheri (öze ilişkin) ortaklığı, şibh
başına taşımak da mümkündür (Zemahşerî). niteliğe ilişkin ortaklığı, tesviye sayı ve mikta­
11 Allah hayata her an müdahildir. Krş. "O ra ilişkin ortaklığı, şekl biçim ve görüntüye iliş­
her an iş başındadır" (41/Rahmân: 29). kin ortaklığı ifade eder. Misi ise bütün bunları
kapsar (Rağıb). Allah'ın her açıdan benzersizliği­
12 Zevç, "eş, çiftlerden her biri" anlamında
ni ve eşsizliğini ifade eder. Âyet, tevhidin şartı
kullanılır. Kelime eril yapıdadır. Fakat tıpkı
olan Allah tasavvurunu inşa eder. Zat, sıfat ve
nefs gibi delaleti itibarıyla ne eril ne dişildir.
eylem itibanyla hiçbir yaratılmış O'nunla kı-
Kur'an'da aynı kelime dişiler (Nisa: 20, Bakara:
yaslanamaz. Yaratanla yaratılanlar arasındaki
102), erkekler (Bakara: 230 Mücâdile: 1), bitki­
;
mahiyet farkına işaret eder. Eşlilik ve çift/zıt
ler (41/Rahmân: 52) ve hayvanlar (70/Hûd: 40)
kutupluluk, yaratılmış olmanın yasasıdır. Bu
için kullanılmıştır. Kur'an her şeyin zevceyn yasayı koyan Allah bundan beridir. Tek olmak
(çifter çifter) yaratddığını, yani çift kutuplulu­ O'na mahsustur. Yaratılışın eşliliğini vurgula­
ğun yaratılışın asli niteliği olduğunu dile geti­ yan bir âyet içerisinde yer almasına rağmen, bu
rerek bunun üzerinde insanları düşünmeye da­ cümlede zevç kelimesi kullanılmaz. Zımnen:
vet eder (87/Zâriyât: 49). Buna göre çiftin her O'nun benzeri ve O'nun gibisi yoktur ki, O'nun
bir üyesi, semantik olarak diğerini önceden var "eşi" olsun manasını içerir (Krş: 25/İhlas: 3).
sayar ve ontolojik olarak varoluşunu diğerinin
varoluşu üzerine temellendirir. Kur'ani anlam­ 14 Zımnen: İnsan O'nun mülkünde misafir­
da "eş" ve "eşliliğin" anlamı budur: "erkek ve dir. Kullanımına verilenler emanettir. O sade­
dişi çiftleri {zevceyn) yaratan da O'dur" ce kimin neye lâyık olduğunu değil, özünde
(26/Necm: 45). Hayvanların anılması, eşlilik kimin neye ihtiyacı olduğunu ve neyin kim
yasasının insanın hayvani boyutuna ilişkin bir için iyi olduğunu da bilir.
yasa olduğuna imadır. Zımnen: Daha insan 15 Bütün içindeki parçaya delalet eden min'in
hayvanlarla müşterek olduğu bu alanda bile çeviriye yansıması. Tüm peygamberler islâ-
kendi kendine yetmezken, Allah'a nasıl olup mın aynı ortak değerlerini tebliğ etmişlerdir.
608 > ; < g > g ı 82/ŞÛRÂ SÛRESİ >^=3£=1> N û z û l :8 2M u s h a f :4 2

miz, dahası İbrahim, Musa ve İsa'ya da doğru o l ! 21


Onların keyfi taleplerine uyma
bildirdiğimizdir- size de yol kıldı ki, dini ve de ki: "Ben Allah tarafından indirilen
çığırından çıkarmayın 16
ve bu konuda her tür v a h y e inandım,- ben aranızda den­
22

tefrikaya düşmeyin! geyi 23


sağlamakla emrolundum, Allah bi­
Şirk koşanlara ağır gelen, işte onları ken­ zim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir, bi­
disine çağırdığın bu ilkedir: Allah diledi­ zim yaptıklarımızın sonucu bizi bulacak,
ğini seçip kendisine yaklaştırır, 17
kendi­ sizin yaptıklarınızın sonucu da sizi bula­
sine yöneleni de doğru yola yöneltir. caktır,- bizimle sizin aranızda tartışmanın
bir yararı y o k : 24
Allah hepimizi bir araya
14 Onlar, 18
hakikatin bilgisi kendilerine
getirecektir: zira varış sadece O'nadır."
ulaştıktan sonra, sırf aralarındaki kıs­
kançlık yüzünden birbirlerine düştüler: 19 16 Bir de O'nun çağrısı kabul edildikten
Ve eğer Rabbin tarafından daha önceden sonra hâlâ Allah hakkında tartışanlar var:
belirli bir vâdeye kadar ertelendiğine dair Onların itirazları Rableri katında tümden
bir yasa konmasaydı, haklarındaki hü­ geçersizdir; başlarına (O'ndan] bir gazap
küm hemen infaz edilirdi. İşte onların ar­ çökecektir ve onları şiddetli bir azap bek­
dından gelen (eski] vahyin (son| vârisleri lemektedir. 17 O Allah ki, indirdiği va­
de, bu (vahiy]den dolayı tereddütle karı­ hiylerle 25
hem hakikati ortaya sermiş,
şık bir şüphe içindedirler. 20 hem de (adil ve mutedil] ölçüp tartacak
(bir tasavvur] inşa etmiştir,- hem sen (ey 26

15 İşte bu yüzden sen (durup dinlenmeden


muhatab),- 27
nerden bileceksin, belki de
hakikate) çağır ve emrolunduğun gibi dos-
Son Saat çok yakındır! 28

16 Lafzen: "Dini dosdoğru tutun". 23 Lafzen: "adaleti". Yahudilik ve Hıristiyanlık,


17 Yani: Vahyin tebliğine memur eder, kendi­ ilâhi öğretinin dengesini bozan iki uçtur. Bu
ne yöneleni de o vahiyle doğru yola yöneltir. denge, "İşte sizi böylece dengeli bir ümmet kıl­
dı" (94/Bakara: 143) âyeti ışığında anlaşılmalıdır.
18 Yani: Önceki kitapların eski kuşak muha­
tapları. 24 Veya: "ortak bir delil yok". Tercihimiz iki
anlamı da içerir. Zımnen: Müşterek deliller ve
19 Lafzen: "hakikatin bilgisi kendilerine ula­
ortak bir dil kullanmıyoruz; dolayısıyla tartış­
şıncaya kadar birbirlerine düşmediler". Yani
manın da bir yararı yok.
vahiy, turnusol kağıdı işlevi gördü ve muha­
taplarını ayrıştırdı. İradenin imtihanı vahiyle 25 el-Kitab'daki belirliliğin, bütün vahiyleri
tamamlandı. kapsadığına delalet eder (Krş: 96/Hadîd: 25).

20 Şekkin..murib hakkında bkz. 65/İbrahim: 26 el-Mîzân: tartı aleti. İstiare yoluyla vahyin
9, not 12. Rayb ve şekk farkı için bkz. 76/Se- muhatabında doğru ölçüp tartan bir tasavvur
be': 54, not 70. ve akıl inşasına atıf. Tersi bir tasavvur için
krş. "Kahrolası, nasıl da ölçüp biçti" (4/Müd-
21 Yani: Duygularını işe karıştırma! İstika­
dessir: 19-20).
met, dış ve iç tahriklere kapılmadan, gösteri­
len yolda sabır ve sebatla yürümektir (Krş: 27 Belli bir şahsı değil, her bir muhatabı ifade
70/Hûd: 112, 81/Fussilet: 30). eder (İbn Aşur).

22 Kitâb'daki belirsizlik anlama "tür" olarak 28 Zımnen: Bu dünyada âdil ölçünün öznesi
yansımıştır. Vahyin iniş türlerinden söz eden olmazsanız, âhirette İlâhî ölçünün nesnesi
51. âyetin ışığında anlamak mümkündür. olacağınızı unutmayın!
Nüzul: 82 Mushaf: 42 ı ; < g > , ( , 82/ŞÛRÂ SÛRESİ 609

18 Ona inanmayan kimseler, onun çabuk yaptıkları güçler mi v a r ? 32

gelmesini isteyenlerdir,- iman edenlerinse Eğer konulmuş kesin bir yasa olmasaydı,
ondan dolayı yürekleri titrer ve bilirler ki haklarındaki hüküm hemen infaz edilir­
o hakikatin ta kendisidir. di: şu kesin ki, zalimleri (âhirette) can ya­
Bakın! Son Saat hakkında kuşku yayan kıcı bir azap beklemektedir.
kimseler, derin bir sapıklığa gömülmüş­ 22 (O gün) kazandıkları yüzünden zalim­
lerdir. lerin korkudan titrediklerini görürsün;
ama korktukları başlarına gelmiştir bir
19 ALLAH kullarına karşı sonsuz lütuf kere. Ne ki iman eden ve Allah'ın razı ol­
sahibidir,- dilediğine (dilediği) rızkı ve­ duğu eylem üretenler, cennetlerin (kişiyi)
rir: 29
zira O mutlak güç, sınırsız yücelik mest eden köşelerinde olacaklar,- 33
onlar
sahibidir. Rablerinin katında dilediklerine nail ola­
20 Kim âhiret kazancını elde etmek ister­ caklar: Bu, işte budur muhteşem lütuf!
se, onun bu alandaki yatırım (şevkini) ar­ 23 İşte bu, Allah'ın iman eden ve o ima­
tırırız; kim de bu dünya kazancını elde
30
na uygun eylem üreten kullarına verdiği
etmek isterse, ona da onu veririz: ama müjdedir.
onun âhirette bir payı o l m a z . 31
De ki (ey Peygamber): "Bu davete karşılık
21 Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği sizden bir ücret istemiyorum,- sadece (Al­
şeyleri kendileri için dinin koyduğu şer'î lah'a) yakınlık hususunda tam bir ilgi ve
bir kural haline getiren (Allah'a) ortak sevgi (uyandırmak) i s t i y o r u m ! " 34

29 Rızık, sadece boğazdan geçenleri kapsa­ miz bize dünyada da iyilik ver, âhirette de".
maz. Hz. Aişe "Rızık deyince aklına boğazın­ İyi olan istediğimizin verilmesi değil, hakiki
dan geçenler gelenin aklına şaşarım" der. Her ihtiyacımızın verilmesidir.
varlık tüm rızkını Allah'a borçlu olduğu halde 32 Böyle bir şey yaptıktan sonra hâlâ Allah'a
burada özellikle ilâhi iradeye nisbeti, bu rız­ inandığını iddia etme çelişkisine ne demeli?
kın özel niteliğini gösterir. Burada akla ilk ge­ Zira bu tanrısının amiri olmak anlamına gelir.
len Allah'ın peygamberlik vermesidir. Men
33 Ravda: Akar suların ve mis kokulu-çiçekli
yeşâ' ibaresindeki çift özneyi gören yapı, "di­
bitkilerin insanı mest eden göz alıcı armonisi.
lediğine (dilediğini)" şeklindeki çevirimizin
gerekçesidir (Bkz: nüzul sürecinde ilk kulla­ 34 Veya: "(Allah'a) yakın olmayı sevip arzulu­
nıldığı 4/Müddessir: 31, not 26; ayrıca 69/Yû- yorum". Veyahut da müşriklere hitaben: "tüm
nus: 25 ve Nûr: 21, ilgili notlar). isteğim, yakın akrabalık bağlarının gözetilme-
sidir". İbn Abbas bu alternatif mânayı tercih
30 Veya: "onun kazancını artırırız". Hars
etmiştir (İbn Aşur). İbare, mü'minlere hitaben
"ekim yapmak" anlamına gelse de, ekilen ye­
"yakın akrabalarımı gözetin" şeklinde de anla­
ri, yetişen ekini ve elde edilen hasılat ve ka­
şılmıştır (Taberî). Âyetteki el-kurbâ, bazı Sün­
zancı da kapsar (Râğıb).
ni müfessir ve Ehl-i Beyt okulunun ekseriyeti
31 Âhiret kazancını önceleyenlere dünya da tarafından "Ehl-i Beyt" olarak yorumlanmış­
verilebilir (Bkz: 98/Âl-ilmran: 145, 148). İnsan tır. Sûre Mekkî'dir. Âyetin bulunduğu pasajın
için gerçekte neyin ihtiyaç ve iyi olduğunu Al­ ilk muhatapları Mekkelilerdir. Âyet içi muha­
lah bilir. O'nun kime, neyi, ne kadar vereceği tap mü'minler gibi görünmektedir. Her iki hi­
bilgisine sığınarak istemek, iyiyi istemektir. tap çevresi için de, Hz. Peygamber'in davetine
Tıpkı şu âyette talim ettirildiği gibi: "Rabbi- karşılık mücerret olarak akrabalarının gözetil-
Her kim bir güzelliği bedel ödeyerek ger­ kendi lutfundan onların payını artırır;
çekleştirirse, 35
Biz ona daha fazla güzel­ ama hakkı inkâr edenleri çetin bir azap
likler bahşederiz: şüphesiz Allah emsal­ beklemektedir.
siz bir bağışlayıcıdır, şükre hadsiz hesap­ 27 Ve eğer Allah kullarına rızkı bol bol
sız bir karşılık veren tek otoritedir. 36
verseydi, 40
elbet yeryüzünde azıp sapar­
lardı; lakin O dilediğine akıl sır ermez bir
24 YOKSA, "Uydurduğu yalanı Allah'a ölçüyle 41
indirmektedir: çünkü O kulla­
isnat etmek suretiyle iftira etti" mi di­ rının her halinden haberdardır, her şeyi
yorlar? 37
Fakat Allah dilerse senin kalbi­ tarifsiz bir görüşle görmektedir.
ni de mühürleyebilir. 38

28 Ve O, (insanlar) tüm umutlarını yitir­


Evet, Allah batılı siler hakkı kendi sözle­ dikten sonra yağmuru indirir ve rahmeti­
riyle ortaya koyar: Şüphesiz O göğüslerin ni y a y a r : 42
zira O'dur (insanların) gerçek
en mahrem sırlarım bilendir. 25 Ne var velisi, hamd O'na mahsustur.
ki O kullarının tevbelerini kabul eder,
29 Gökleri ve yeri yaratması, bunlarda
günahlarım affeder ve yaptıklarınızı bi­ 39

yaşayan her türden yürüyen canlılar üret­


lir; 26 iman edip o imana uygun davranış­
mesi O'nun delillerindendir: Ve O, dile-
43

ta bulunanların (dualarını) kabul eder ve

meşini istemesi, cümlenin ilk yansı olan "siz­ aslında güçsüz, insana ve hayata müdahil ol­
den bir bedel istemiyorum" ifadesiyle çelişir. mayan bir tamı tasavvuruyla kendilerini ele
Tercihimiz Hasan el-Basrî'nin ibareye getirdiği veriyorlar. Bu ibare "o takdirde senin kalbini
açılıma dayanır (Âlûsî). vahye kapatırdı" ya da "senin kalbini mühür­
35 İkterafe: "Sahibini zora koşan suç, günah" lerdi de Allah'a isnat edemezdin" (Taberî) şek­
gibi olumsuz anlamıyla sık kullanılsa da (Krş: linde anlaşıldığı gibi, "onların iftiralarına kar­
73/En'âm: 113) kelime "zor elde etme, ağır be­ şı Allah kalbine sabrı ve sebatı koyup kilitler­
del ödeten gelir" gibi nötr bir mânaya sahiptir. di" şeklinde de anlaşılmıştır (Zeccâc).
Aslen ağaç kabuğu soymaya denir. Türkçe'de 39 Bir kıraatta: "yaptıklarını".
de zor işler için "Kabuğumu kavlattı" denilir. 40 Yani: Limitsiz ve zahmetsizce.
36 Şekûr kalıbına verdiğimiz bu anlam için 41 Yani: "kontrollü olarak". Bi-kaderin'deki
bkz. 93/Teğabün: 17, not 22. Gafurda, aynı ka­ belirsizliğin tercümeye yansıması. İmtihan sır­
lıptandır ve bu kalıp ful üzerinde otorite ve rıdır bu, ilâhi hikmettir. Krş. "Ve eğer bütün
güç sahibi olmayı ifade eder. insanlar (küfürde ittifak etmiş) tek tip bir bir
37 Sahte dindarlığın yaman çelişkisi. Zira her toplum halini almayacak olsaydı, Rahman'ı
tür Allah'ı koruma iddiasının altında, kendini inkâr eden şu kimselerin konaklarım gümüş­
dâhi korumaktan aciz bir tanrı tasavvuru yatar. ten damlarla ve üzerinde gösteriş yapacakları
38 Hatm, ne alır ne verir, mutlak yalıtkanlık seyir teraslarıyla donatırdık" (83/Zuhruf: 33).
hali. Hatmu-l-kaltrin mukabili fekku'l-kalb. 42 Kur'an vahyi gelmeden de umutlar tüken­
Yani kalbin küidinin çözülmesi [Lisân). Pey­ miş ve ardından vahiy yağmuru çöle dönmüş
gamber seçilen kimselerin manevî alıcılarının yürekleri göle döndürmüştü.
açılması ve adeta şifrenin girilmesi. İddianın 43 Acele etmeksizin ağır ağır yürümek anla­
imkan dışılığına atıftır. Zımnen: O iddiada mına gelen bir kökten türetilen dâbbe'nin in­
bulunanlar bu gerçeği nedense göz ardı ediyor­ san için kullanımıyla ilgili bkz. Enfal: 22, 55.
lar. Yani Allah'ı savunur gibi yapıyorlar, fakat Mücahid'in de vurguladığı gibi, âyet açıkça
Nûzûl: 82 Mushaf: 42 82/ŞÛRÂ SÛRESİ ( l > < H > ;. 611

diği zaman onları kendi katında toplama 35 Ve âyetlerimiz hakkında polemik ya­
gücüne de sahiptir. panlar, asla sığınacak bir yer bulamaya­
30 Başımza gelen her musibet, kendi elle­ caklarını iyi bilmelidirler.
rinizle yaptıklarınızın sonucudur; üstelik
O bir çoğunu da affetmektedir. 44
31 Siz 36 SÎZE verdiğimiz her şey, şu dünya ha­
O'nu daha yeryüzünde atlatmaktan aciz­ yatının kısa vadeli bir hazzıdır,- ama Al­ 48

siniz; (âhirette) ise Allah dışında ne can­ lah katmda bulunan daha değerli, daha
dan bir dost, ne de işe yarar bir yardımcı kalıcıdır. 49

bulacaksınız. Bu, iman eden ve Rablerine güvenen 50

32 Denizde süzülerek giden dağlar gibi kimseler için böyledir: 37 îşte onlar, bü­
gemiler de O'nun delillerindendir ;
45
33 yük günahlardan ve hayasızca davranış­
dilerse rüzgarı kesiverir de, o zaman de­ lardan kaçınırlar, 51
dahası öfkeli zaman­
nizin üzerinde hareketsiz kala kalırlar: 46 larında bile affetme (erdemini) gösterir­
şüphesiz bunda da her daim sabreden ve ler. 52
38 Yine onlar Rablerinin (davetine)
şükrü eda etmek için çaba harcayan her­ koşarlar, namazı hakkını vererek eda
kes için ibretler vardır. 34 Bir ihtimal on­ ederler, toplumsal işlerini aralarında da­
ları kazançlarıyla birlikte helak da edebi­ nışma yoluyla görürler 53
ve kendilerine
lir,- ne ki bir çoğunu affetmektedir.
47 rızık olarak verdiklerimizden harcarlar;

göklerde canlılar olduğunu ifade etmektedir vap olarak inmiştir.


(Krş: Âlûsî). Cem'inim'deki mim'in akıllı var­ 50 Burada tevekkül, "sâlih amel"in yerini al­
lıklara delalet ettiği göz önüne alınırsa, bu mıştır. Nasıl ki "sâlih amel" imanın dış gös-
canlılar arasında akıllı varlıkların da bulundu­ tergesiyse, "Rabbe güven" de imanın iç gös­
ğu söylenebilir. Dünya- dışı akıllı varlıklar tergesidir.
olup olmadığı tartışmalarında bu ibareler yol 51 Kötülüğü ortadan kaldırmanın iyilikten
gösterici olabilir. önce geldiğinin delili.
44 Krş. "Eğer Allah insanları yapıp ettikleri 52 Krş. "öfkelerini yutarlar" (98/Âl-i İmran:
yüzünden (hemen) hesaba çekecek olsaydı, 134). İbaredeki mâ edatının mânaya kattığı
yer üzerinde bir tek canlı (insan) bırakmazdı" yan anlamla birlikte: O kızgın ve sinirli du­
(42/Fâtır: 45). rumda dâhi hemen affederler...
45 Zira O suya kaldırma yasasını kovmasaydı, 53 Şûra kelimesi arının bal yapma süreciyle il­
gemileri denizde kimse yüzdüremezdi. gilidir. Şevru'l-'asel, "bal toplamak", el-me-
46 Zımnen: Allah'ın desteğini arkasına alan şar, "petek" anlamındadır. Arılann işbirliği ve
kişi, hayat denizindeki kulluk gemisini kolay­ dayamşmasını ifade eder [Lisân ve Tâc). Şûra,
ca yüzdürüp sahil-i selamete çıkar. kolektif bir çabayla akıl çiçeklerinden topla­
nan özün bir petekte bala dönüşmesidir.
47 Allah'a rağmen yol almaya çalışmak şid­
"Toplumsal iş" bağlammda "danışma" pren­
detli rüzgara karşı yol almak gibidir ki sonu
sibine yapıcı muhalefeti de ilâve eden bir âyet
batıştır.
için bkz. Nûr: 62, not 112. Namazla yan yana
48 Na'îm'in karşıtı olan meta'daim, sabit ve anılan şûra, akılların saf tutması, bir bakıma
kamil olmayan nimettir (58/Ra'd: 26). akılların cemaatle namaz kılmasıdır. Ortak
49 Hz. Ali'ye göre bu âyet, malının tamamını akla Allah cemaat sevabı verir. Sonuçta mev­
infak eden Hz. Ebubekir'i kınayanlara bir ce­ cudun kat kat üstünde bir bereket hasıl olur.
612 82/ŞÛRÂ SÛRESİ . ^ y ^ , Nûzûl: 82 Mushaf: 42

39 yine onlar, haksız bir saldırıya muha­ kipçilerini mahvedenlerdir" demişlerdi.


tap olduklarında meşru müdafaa için da­ Bakın, işte bu zalimler kalıcı bir azaba
yanışma sergilerler. mahkûm olacaklar,- 46 ve Allah'a karşı 58

40 Ama kötülüğün cezası, ancak ona onlara yardım eden candan bir dost olma­
denk bir karşılık olabilir,- ne var ki kim
54 yacak: zira Allah kimin sapmasına izin
affeder ve barış yaparsa, işte onun müka­ verirse, onun için hiçbir çıkış yolu kal­
fatı Allah'a aittir: Şüphe yok ki O, zalim­ maz.
leri asla sevmez. 47 (Ey insanlar!) Allah'ın fermanıyla geri
41 Haksız bir saldırıya karşı meşru mü­ dönüşün mümkün olmadığı gün gelmez­
dafaa dayanışması sergileyenlere gelince: den önce Rabbinizin davetine uyun! O
onlar hiçbir yolla sorumlu tutulamazlar. gün ne sığınacağınız bir yer bulabilirsi­
42 Sorumlu olanlar, sadece insanlara zul­ niz, ne de delilleri karartabilirsiniz.
meden ve yeryüzünde haksız yere güç
kullanıp saldırganlık yapan kimselerdir: 48 NE Kî eğer onlar yüz çevirirlerse,
Onları acıklı bir azap beklemektedir. unutma ki seni onların muhafızı olarak
göndermedik: sana düşen sadece mesajı
43 Yine de kim sabreder ve affederse, iyi
ulaştırmaktır.
bilsin ki bu kararlılık ve direnç isteyen
(büyük) bir davranıştır. Ve Biz ne zaman insana katımızdan bir
ikramda bulunsak onunla gurur duyar, ne
44 55
A L L A H kimin sapmasına (izin) ve­ zaman da yaptıkları yüzünden başına bir
rirse, 56
artık onun için candan bir dost musibet gelse, bu kez de insan kıymet
bulunmaz; ve sen bu zalimlerin azabı bilmez bir nankör olup çıkar. 59

gördüklerinde, "Geri dönüşün bir yolu 49 Göklerin ve yerin hükümranlığı Al­


yok m u ? " dediklerini bir görmelisin. lah'a aittir, O dilediğini yaratır: dilediği­
45 Yine sen onları, zilletten iki büklüm ne kız çocukları bağışlar ve dilediğine de
vaziyette, etrafı feri kaçmış gözlerle ve erkek çocukları bağışlar,- 50 veya (diledi­
kaçamak bakışlarla 57
süzerek (ateşe) atı­ ğine) kızlar ve erkekleri birlikte bağışlar;
lırlarken bir izlemelisin! dilediğini de çocuktan mahrum eder:
çünkü O her şeyi bilendir, her şeye güç
60

Zaten iman edenler de: "Kıyamet Günü


yetirendir.
kaybedenler, hem kendilerini hem de ta-

54 Lafzen: "Kötülük". 59 Yani: Varlıkla sınandığında hak ettiğini dü­


55 Bir çok kez olduğu gibi burada bulunan şünür, darlıkla sınandığında isyan eder. Her iki­
vav, çeviriye anlam olarak değil, ibtidaiyye iş­ sinin temelinde de tek dünyacı bir bakış ve ser­
levinden dolayı parantez başı olarak yansımış­ vetin emanet olduğunu unutan bir akıl yatar.
tır. 60 Zımnen: Bütünü bilen sadece O'dur. Sizin
56 Lafzen: "kimi saptırırsa". Bu ibare Bakara bilmediğinizi O biliyor. Kime ne vereceğini,
sûresinin 26. âyeti ışığında anlaşılmalıdır. ne kadar vereceğini de O biliyor. Parçada kötü
57 Yani: O kadar bitkinlik ve yılgınlık ki, et­ gibi duran bütünde mükemmel durabilir.
rafa bakacak mecalleri bile kalmamış. Zımnen: Ey insan! "O'nun bir bildiği vardır"
de, O'na teslim ol, kurtul!
58 Veya: "Allah'tan başka.."
51 Hiçbir ölümlüyle Allah'ın (yüz yüze] tik; 67
sen daha önce kitap nedir iman ne­
konuşması olacak şey değildir; 61
ancak O dir bilmezdin: 68
Fakat şimdi onu bir nur
ânî ve içe tesir eden ilâhi bir ilham yoluy­ kıldık ki, kullarımızdan dilediklerimizi
la, 62
veya bir perde arkasından, 63
ya d a 64
onunla doğru yola yöneltelim.
O'nun dilediği şeyi yine O'nun izniyle Ve şüphe yok ki sen de insanları dosdoğ­
bildirsin 65
diye bir elçi göndermek sure­ ru bir yola yöneltmektesin,- 53 göklerde
tiyle konuşur: 66
Şüphesiz O aşkın ve yü­ ve yerdeki her şeyin asli sahibi olan Al­
cedir, her hükmünde tam isabet sahibidir. lah'ın yoluna...
52 Ve (ey Nebi,) işte sana da kendi emri­ Bakın: Her iş döner dolaşır sonunda mut­
mizden hayat bahşeden bir mesaj vahyet- laka Allah'a varır!

61 Veya mâ'nm soru anlamıyla: "Ölümlü in­ Kaynağını mâna, hedefini lafız temsil eder.
sanın nesi var da, Allah kendisine (doğrudan) Vahye dair ayrıntılı tahliller için bkz.
konuşsun? "Fakat istisna varsa soru olmaması 26/Necm: 4, not 2 3l/Zelzele: 5, not 6.
;

esastır. 63 Hz. Musa'ya Tur'da geldiği gibi. Bu, ses ve


62 Vahy, konulusu itibarıyla "işaret dili, söz kulak aracılığıyla alınan vahiy olsa gerektir.
dışı bir yöntemle hızlı iletişim" anlamına ge­ 64 Buradaki bağlacın tahyir değil tefsir olması
lir (43/Meryem: 11). İşaret, simge, sembolik durumunda, sonraki cümle bir öncekini açık­
dil, yalınkat ses, yazı vahyin araçlarmdandır. lar. Bu durumda âyette Allah'ın insanla ko­
Vahiy, kaçınılmaz olarak iki özelliğe sahip ol­ nuşması üç değil iki şıkla açıklanmış olur.
malıdır: süratlilik ve gizemli bir gizlilik. 'Ko-
65 Birinci maddedeki vahy 'den ayırmak için
1

nuşma'nın bu türü uyku, uyanıklık ya da iki­


üçüncüye ıha denilmiştir.
sinin ortasında aracısız kalbe ilka edilen saf
ilâhi ilhamı ifade eder (Râğıb). Vahyin bu şek­ 66 Yani: Vahiy meleği Cebrail vasıtasıyla ilâ­
li Musa'nın annesine vahiy gibi ilham ile, arı­ hi vahyi iletmek suretiyle... Allah Rasulü'ne
ya vahiy gibi fıtrata nakş ile de gerçekleşebilir. bu üç surette de vahiy gelmiş olmalıdır. Al­
Vahiyde lafız-mana ilişkisi ve bunların mahi­ lah'ın konuşmasıyla ilgili bkz. 94/Bakara: 253;
yetleri etrafında farklı görüşler ileri sürülmüş­ 104/Nisâ: 164; 56/A'râf: 143. Birincisi görüntü
tür (Bunların derli toplu bir özeti için bkz. İbn ve ses olmaksızın doğrudan kalbe ilham ve il­
Aşur). Mâna ve lafzı birbirinden ayrı düşün­ ka yoluyla, ikincisi görüntüsüz olarak ses yo­
mek, başı gövdeden ayrı düşünmek gibidir. luyla, üçüncüsü görüntülü ve sesli bir bildi­
Vahiy, mâna tohumunun kalp toprağına vası­ rim şeklinde anlaşılabilir.
talı ya da vasıtasız ekilmesidir. Bu tohum ora­ 67 Rûh'un "vahiy" anlamı için bkz. 74/Nahl: 2.
da lafız halinde yeşerir ve oradan da dile dökü­ 68 "Bildi" anlamına gelen derâ fiili sıradan bir
lür. Bu anlamda vahiy, başı gökte ayakları yer­ bilmeyi değil, özüne vakıf olup hakikatine er­
de ilâhi bir hitaptır. Ama her şeyden öte va­ meyi ifade eder (Râğıb). Kast edilen, iman ve
hiy, kaynağı ve mahiyeti itibarıyla gaybî bir kitap hakkında dirayet sahibi olmaktır (İbn
hakikat, hedefi itibarıyla akli bir gerçekliktir. Aşur).
" S ü s " anlamına gelen ve en yaygın süs aracı olarak kullanıldığı için bir an-
lamı da "altın" olan Zuhruf adını 3 5 . âyetinden alır. Kelimenin,
Kur'an'da geçtiDi dört yerden biri bu sûredir.

Sûre M e k k e ' d e inmiştir. 7 9 - 8 0 . âyetleri, Ebu Talib'in ö l ü m ü n d e n sonraki


bir olaya atıf kabul edersek, bir önceki sûrenin ardından (tahminen 12. yıl­
da) indirilmiş olmalıdır. Yedi sürelik H â - M î m ailesinin dördüncü üyesi ola­
rak Şura-Duhân arasında yer alır.

Konu açısından sûre bir iç bütünlüğe sahiptir. H â - M î m ailesinin diğer üye­


leri gibi bu sûre de ilâhi bir inşa projesi olarak vahiyden söz eder. Vahyin di­
riltici soluğunu ölü toprağın dirilişiyle kıyaslamamızı ister (11). İ m a n ve
inkârın, tevhid ve şirkin tabiatına ilişkin belgeler verir. Hepsinden öte, in­
sanı varlıktaki ilâhi dengenin adı olan sırat-ı m ü s t a k i m ' e çağırır (61, 6 4 ) .

Sapmış a k i m Allah'a iftira d e m e y e gelen kader inancı, kendi ağızlarından


şöyle dile getirilir: "Eğer O sonsuz r a h m e t sahibi dileseydi biz onlara asla
t a p m a z d ı k ! " (20) Bu a k i m ne kadar dünyevileşmiş bir akıl olduğunu şu
â y e t t e n anlıyoruz: " Y i n e dönüp dediler ki: 'Bu ilâhi mesaj, şu iki şehrin en
büyük adam(larından) birine inmeli değil m i y d i ? ' " (31)

Peki, onları böylesine saptıran nedir? Buna cevap olarak körü körüne atala­
rı taklidi gösterir (22, 2 3 ) . Bu tür kör taklidin insanın değer üreten yanını
nasıl körelttiği dile getirilir ve ardından yolu izlenecek atalara babasının
yolunu açıkça reddeden H z . İbrahim örnek gösterilir (26-29). Söz konusu
k ö r e l t m e en güzel ifadesini şu â y e t t e bulur: " K i m O R a h m â n ' m uyarı dolu
mesajına kusurlu bir gözle bakarsa, ona bir tür şeytani (öteki kişilik) musal­
lat ederiz de, kendisi onun uydusu haline gelir" (36). Bu hastalıklı tavır sa­
hiplerinin önceki vahiylere karşı davranışları dile getirilir (46-56, 6 3 - 6 5 ) . Ve
bunların feci akıbeti ele alınır. Şu âyet âhirete ilişkin farklı bir müjdeyi vur­
gular: " C a n dostlar o gün birbirlerine düşman olacaklar,- sadece sorumluluk
bilincini kuşananlar h a r i ç " (67).

Vahyin inkarcı muhatapları onlar gibi o l m a m a k için uyarılır ve vahyin ilk


m u h a t a b ı n a sabır ve m e t a n e t telkin edilir (89).
Nüzul: 83 Mushaf: 43 . ^ y ^ , , 83/ZUHRUF SÛRESİ 615

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 Hâ-Mîm\ l
9 Eğer onlara sormuş olsaydın "Gökleri
ve yeri kim yarattı?" diye, elbet onlar da 7

2 Ö Z Ü N D E açık ve hakikati açıklayıcı "Mutlak üstün ve yüce olan, eşsiz bilgi


olan bu kitabın değerini bilin! 3 Ki zaten
2
sahibi yarattı!" derlerdi.
Biz, onu anlayabilesiniz diye Arapça bir 10 (İşte) yeri sizin için beşik yapan da, yo­
hitap kıldık. 3

lunuzu bulasımz diye orada sizin için


4 Şüphe yok ki o, katımızda bulunan ana yollar var eden de O'dur. 8

kitapta kayıtlıdır; elbet pek değerlidir o, 11 Gökten suyu bir ölçüye göre sürekli in­
9

sonuç itibarıyla tam isabet kaydeden hü­ diren de O'dur: Bunun sonunda Biz (nasıl)
kümlerle doludur. ölü toprağı yeniden diriltiyorsak, işte siz
5 Siz değerleri hoyratça harcayan bir. top­ de (öldükten soma) böyle çıkarılacaksınız.
lumsunuz diye bu uyarıcı vahyi sizden 12 Ve bütün (varlığı) çift kutuplu ve zıd­
geri mi çekelim? 4

dıyla yaratan O'dur; başta gemiler ve


6 Hem öncekilere de çok sayıda peygam­ hayvanlar olmak üzere, bindiğiniz her şe­
ber göndermiştik. 7 Ama kendilerine yi var eden O'dur: 10
13 Bu sayede sırtları­
gönderilen her peygamberle alay etmişti­ na kurulup hükmedesiniz,- ve onlara hük­
ler. 5
8 Sonunda, şunlardan daha güçlü mettiğiniz her zaman da, Rabbinizin ni­
kuvvetli oldukları (halde) onları da helak metini anıp şöyle diyesiniz: "Bütün bun­
ettik; öncekilerin meselleri daha önce ları bizim yararımıza bir yasaya bağla­
geçmişti. 6
yan 11
Allah'ın şanı ne yücedir; aksi halde

1 Mukatta'ât harfleri için nüzul sürecinde ilk bundan önce indirilen Fussılet 13-18. ve daha
geçtiği 7/Kalem: l'in 1 nolu notuna bakınız. başka sûrelerde söz konusu kavimlerin helak
2 Veya: "düşünün". Hâ-Mîm'de zaten yemin sürecinin anlatılmasıdır.
mânası bulunduğu için, âyetin başındaki 7 Zımnen: "aynen şu müşrik muhataplar gi­
vaVa "değerini bilin" anlamı vermek daha uy­ bi". Helak olduklan için artık kendilerine soru
gun görünmektedir (Bkz: Elmalılı). sorulamayan bu muhataplar, bir üstteki âyette
3 Veya: "açık ve anlaşılır bir hitab". 'Arabiy- helak edildiği bildirilen toplumlar olmalıdır.
yerı'in türetildiği 'arab "açık ve anlaşılır lisan­ 8 Zımnen: Düşünsenize bir, şu geçici dünyada
la konuşan" mânasına gelir. Kur'an'ın Arapça yürüyeceğiniz yolu ihmal etmeyen Allah, sizi
oluşu hem lafzen hem zımnen anlaşılabilirliği ebedi mutluluğa götüren yolu ihmal eder mi?
ifade eder (Bkz: 81/Fussilet: 3, not 4). 9 Bir kader ile, yani: "bir yasa dahilinde".
4 İsrarın anlamı için bkz. 44/Tâhâ: 127, not 112. Zımnen: Tesadüfen ve gelişigüzel değil.
Burada harcanan değerin vahiy olduğu açık. 10 Gerek yaratılma, gerekse insan tarafmdan
5 Hemen her peygamberin inkarcı muhatapla­ icat ve inşa edilme suretiyle olsun, her taşıt
rı, nebilerine karşı şu dört taktiği uygulamış­ Kur'an'ın inşa ettiği tasavvura göre Allah'a
lardır: 1) Suskunluğa mahkûm etme, 2) alaya izafe edilir. Allah'ın verdiği ile yapma, gerçek­
alma, 3) iftira etme, 4) fiilî saldırı. te Allah'a ait bir "yapma"dır.
6 Veya: "geçmişten geriye kalan ibretlik bir 11 Veya lâm'a sıla işlevi yükleyerek: "bizim
anı oldular". Tercihimiz, söz dizimiyle daha emrimize veren" (Açıklama için bkz. 65/îbra-
uyumludur. Daha önce geçmesinden maksat, him: 32, not 29).
616 83/ZUHRUF SÛRESİ Nûzûl: 83 Mushaf: 43

bizim gücümüz buna asla yetmezdi. 14 olan o varlıkları dişi olarak tasavvur etti­
Nihayet şu kesin ki biz, elbet Rabbimize ler: Yoksa onların yaratılışına tanık mı
döneceğiz!" oldular? Onların bu (yalancı) şahitlikleri
kaydedilecek ve (bu yüzden) sorgulana­
15 AMA kalkarlar, kullarından birini caklar.
O'ndan bir parçaymış gibi telakki eder­ 20 Bir de onlar "Eğer Rahman dileseydi
l e r : Şu bir gerçek ki, (bunu yapan) insan
12
asla biz onlara tapmazdık" 17
dediler; ne
katmerli bir nankörlük içindedir. 13
ki onlar, buna dair bir bilgiye sahip değil­
16 Yoksa O, yarattıklarından kız olanları ler: onlar sadece sürü güdüsüyle hareket
kendisine ayırdı da, erkekleri size mi bı­ ediyorlar. 18

raktı? 14

21 Yoksa Biz bundan önce onlara bir ki­


17 Ama onlardan birine Rahmân'a lâyık tap göndermişiz de, bu tavırlarıyla ona
gördüğü (kız çocuğu) müjdelenince, sura­ sımsıkı sarıldıklarını mı iddia ediyorlar?
tı kapkara kesilir ve içini öfkeyle karışık 22 Ama hayır! Onlar, "Atalarımızı gele­
bir hüzün kaplar: 15
18 " N e ! Süs püs için­ neksel bir inanç üzerinde bulduk; 19
ke­
de yetiştirilmekten (başka işe yarama­ sinlikle biz de onların izinden giderek
yan) biri daha m ı ? " 1 6
(der) ve kendini bel­ doğru yolu bulabiliriz" diyorlar. 20

li belirsiz bir çatışmanın içinde bulur.


23 işte böyle: Biz senden önce hangi bel­
19 Onlar, melekleri, Rahmân'ın kulları deye bir uyarıcı göndermişsek, oranın re-

12 Veya söz diziminin izin verdiği gibi: "O'nun (başka işe yaramayan) ve kendini savunacağı
uluhiyetinden bir parçayı, O'nun yarattığı bazı hayli kuşkulu biri daha mı?" Çıkarcı aklın
varlıklara yakıştırırlar" (Râzî). Birincisi Kilise­ maddî yararı önceleyen çarpık insan tasavvu­
nin şirk türünü, ikincisi Mekke'nin şirk türü­ ru. Kur'an'ın kınadığı bu aklın güzelliğe hiçbir
nü çağrıştırmaktadır. Tercihimiz bağlamla değer biçmemesi, bedevi niteliğinden kaynak­
uyumludur. Zımnen: Yaratılışın çift/zıt kutup­ lansa gerektir.
luluğu yasasını anlamazlar, ontolojik olarak bi­
17 Veya: "Eğer Allah dileseydi bizim onlara
rinin varlığı diğeri üzerinde yükselen bu kutup­
tapmamıza mani olurdu". Savrulmuş aklın
lardan her birini bağımsız varlıklar gibi algılar­ Allah'a iftira anlamına gelen kader inancı.
lar. Parça-bütün ilişkisini doğru kuramazlar.
18 Yahrusûn tam da bu anlama gelir (Bkz:
13 Lafzen: "açık seçik bir nankörlük". Sûre­ 73/En'âm: 116, not 99). 22-23. âyetlerde dile
nin girişindeki kitabu'l-mubin inkârın karşılı­ getirilen atalar yolunu taklit, onların sürü gü­
ğıdır. Nankörlüğün mubîn olması, "katmerli" düsüyle hareket etmelerinin bir sonucudur.
oluşuna delalet eder.
19 Ümmetin türetildiği umm, hepsi de birbi­
14 Kur'an burada cinsiyete ilişkin bir hüküm­ rine yakın olan dört kök anlama nisbet edilir:
de bulunmuyor, sadece cinsiyet ayrımcılığı "Asıl, kaynak, toplum ve din". Daha sonra
yapan müşriklerin Allah inancındaki temel "soy, zaman ve maksat" anlamlarını da kaza­
çelişkiye dikkat çekiyor. nan kelime, hem olumlu hem olumsuz olarak
15 Benzer bir ibare ve açıklaması için bkz. kullanılır. Ümmet, başta "din" olmak üzere
74/Nahl: 58, not 58. Kabil kompleksiyle, ken­ "tür, nesil, çağ, asır" anlamlarına kullanılmış­
di beğenmediğini Allah'a lâyık görür. tır [Mekâyîs).
16 Veya: "Ne! Süs püs içinde yetiştirilmekten 20 Lafzen: "dediler".
fah içinde şımarmış seçkinleri hep şunu hak söze) dönerler diye. 29 Ama nerde!
söylediler: "Biz atalarımızı geleneksel bir Ben, işte şunların ve atalarının, hakikat
inanç üzerinde bulduk; şu halde bize dü­ ve (o hakikati) apaçık ortaya koyan bir el­
şen onların izini takip etmektir." çi gelinceye kadar safa sürmelerine izin
24 (O peygamberler de): " N e yani, ben si­ verdim. 30 Ama hakikat ayaklarına kadar
ze atalarınızı üzerinde bulduğunuz yol­ geldiği zaman da, "Bu bir sihirdir, biz bu­
dan daha doğrusunu göstersem de m i ? " nu kesinlikle reddediyoruz" dediler.
dedi(ler). 21
31 Yine dönüp dediler ki: "Bu ilâhi me­
Cevapları şu oldu: "Sizinle gönderildiğini saj, şu iki şehrin en büyük (adam)ların bi­
(iddia ettiğiniz) şeylerin gerçekliğini ka­ rine inmeli değil m i y d i ? " 24

bul etmiyoruz." 32 Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştı­


25 Bunun üzerine, Biz de onlara yaptıkla­ rıyorlar? Asıl onlar arasında, bu dünya
rının acısını tattırdık: Bak(ın) işte, haki­ hayatındaki geçimlerini paylaştıran ve
kati yalanlayanların sonu nasılmış, bir kısmı diğer bir kısmını istihdam etsin
gör(ün)! diye 25
birbirlerine farklı oran ve alanlar­
da 26
üstün kılan Biziz: Rabbinin rahme­
27

26 HANI İbrahim babasına ve kavmine ti var ya: onların biriktirdiği her şeyden
demişti ki: "Bakın, sizin taptıklarınıza daha değerlidir.
tapmak benden fersah fersah uzak ol­ 33 Ve eğer bütün insanlar (küfür ve nan­
sun; 22
27 yalnız beni Yaratan h a r i ç : 23
za­ körlükte ittifak etmiş) tek tip bir top­
ten bana kılavuzluk edecek olan da lum halini almayacak olsaydı, Rahmân'ı
O'dur." inkâr eden şu kimselerin konaklarını
28 Bunu, ardından gelenler arasında baki gümüşten damlarla ve üzerinde gösteriş
kalacak bir söz olarak söyledi; belki (bu yapacakları seyir teraslarıyla donatır-

21 Âyetin başındaki kale, Hz. Peygamber'e hi­ 33-34. âyettir. Ayrıca Kasas 68, bu âyete atıf
taben "de ki" anlamına gelen kul olarak da olarak okunabilir (Bkz: 67/Kasas: 68, not 78).
okunmuştur. Müşrik akıl "hakikat sabık ola­ Müşrik aklın pasif tanrı tasavvurunun bir teza­
nındır" der. Kur'an ise "Hayır, hakikat sadık hürü. Zımnen Allah'ın statüsünü reddederek,
olanındır" der. ona dünyevi statüyü dayatmaya kalkışmak.
22 Kur'an "ille de atalar" diye tutturan inkarcı 25 Zımnen: Farklılıkları övünme ya da yerin­
muhataplarını suçüstü yapıyor. Zımnen diyor me gerekçesi değil, hayatı paylaşma ve inşa et­
ki: İbrahim sizin en büyük atanız, neden onun me vesilesi bilsinler diye. Suhriyyen, "kendi
yolunu bıraktınız? Eğer iddianızda samimi ol­ fonksiyonunu oynamaya mecbur olarak" mâ-
saydınız, büyük atanız İbrahim'i örnek alır, nasındadır.
onun gibi babanızın gittiği yolu sorgulardınız! 26 Lafzen: "derecelerle".
23 Bu ifade, İbrahim'in pagan kavminin "tan­ 27 Dolayısıyla bunu, kerameti kendinden
rılar tanrısı" sapık anlayışıyla da olsa, mutlak menkul bir statü aracı değil, bir sınav vesilesi
bir yaratıcıya inandıklarını gösterir. saymalılar.
24 Yani: Mekke ve Taif'in. Bu ifade çağın iki 28 Yani: Dünya nimetleri insanların önüne sı­
büyük gücü olan Bizans ve Pers olarak da an­ nırsızca konulsa, her arzu ettiklerine kolay­
laşılabilir. Parantez içi açıklamanın gerekçesi lıkla ulaşsalardı, insanlar nankörlük ve küfür-
dik. 28
34 Dahası evlerini (gümüş) kapılar­ olmaz; madem zulmettiniz, şimdi de aza­
la, üzerinde yayıla yayıla oturacakları bı paylaşın!
koltuklarla (donatır) 35 ve altına (boğar­
dık). Ne ki bütün bunlar, şu dünya haya­ 40 ŞİMDİ sen (ey Nebi), sağıra işittirebilir,
tının geçici zevklerinden başka bir şey ya da körejlmiş bir kalbe) doğru yolu gös­
değildir: Rabbinin katında (daha değerli) terebilir misin,- yani, açıkça derin bir sa­
olan âhiret ise, sorumluluğunu kuşanan­ pıklığa gömülüp orada karar kılan birine?
lar içindir. 41 Biz ister seni çekip (katımıza) alır da­
36 Kim Rahmân'ın uyarı dolu mesajına ha sonra onlardan öcümüzü alırız; 42 is­
kusurlu bir gözle bakarsa, ona bir tür şey­ tersek, onları tehdit ettiğimiz (azabı) sana
tani (öteki kişilik) musallat ederiz de, ken­ da gösteririz: Her durumda Biz, elbette
30

disi onun uydusu haline gelir; 37 artık o


29 onları alt edecek bir güce sahibiz.
onları doğru yoldan çıkarır; berikiler de 43 Şu halde sana vahyedilene sımsıkı sa­
zanneder ki, kendileri doğru yoldadırlar. rıl: çünkü sen dosdoğru bir yol üzeresin.
38 En sonunda çıkıp huzurumuza geldiği 44 Kuşkusuz bu (vahiy), senin ve kavmin
zaman, (şeytani kişiliğine) der ki: için bir şeref ve itibar kaynağıdır: 31
fakat
"N'olaydı, keşke benimle senin aranda zamanı gelince hepiniz (ona karşı aldığı­
doğuyla batı kadar bir mesafe olaydı. Me­ nız tutuma göre) hesaba çekileceksiniz. 32

ğer (uydusu olduğum) yoldaş, ne kadar da 45 Senden önce gönderdiğimiz elçilerimi­


berbatmış. zin (hayatlarını) soruştur,- bak bakalım,
33

39 Ama o gün bunun size hiçbir faydası hiç Rahman dan başka tapınılacak ilâhlar
7

de ittifak etme noktasına gelirlerdi. Zira o za­ lir. Manevî şizofreni adım verebileceğimiz bu
man yaratılış gayesini unuturlar, dünyevîleş- inançsızlık hastalığı, sahibini güdülerinin ve
me sonucunda ahireti unuturlar, servetle azıp bilinçaltının nesnesi haline getirecektir (Krş:
şımararak hakikatten yüz çevirirlerdi. 81/Fussilet: 25). Bu âyet insanın nasıl Şey­
29 Veya: "kör davranırsa" (Ferrâ). 'Aşa, dili­ tan'ın yörüngesine girip onun uydusu haline
mizde "tavuk karası" adı verilen gece görüş geldiğini ifade etmektedir.
bozukluğudur. Vahye gece gibi karanlık bir 30 Krş. 69/Yûnus: 46; 58/Ra'd: 40; 78/Mü'rnin: 77.
akılla bakanın, vahyin gösterdiği hakikati gö­ 31 ZiJcr, "uyarı" anlamının yanında "kişinin
remeyeceği imasını taşır. Zımnen: Baktığı ne kendisiyle anıldığı, hatırlandığı şey", yani
kadar doğru olursa olsun, yamuk bakan doğru "şeref, şan, onur, itibar" anlamına da gelir [Li­
göremez. Kusurlu bakış bakılan üzerinde hiç­ sân). Nitekim Hz. Ali ve İbn Abbas, âyetteki
bir kalıcı etkiye sahip değildir, sadece sahibini zikfi böyle anlamışlardır (Taberî). Mukatil ve
aldatır. Vahyin mesajını bulandırmak, muh­
Ferrâ da bu anlamı vermişlerdir.
kemine müteşabih müteşabihine esrarlı'bir
şifre ve bulmaca muamelesi yapmak da bu 32 Parantez içi açıklama A'râf 6'ya dayanmak­
çerçevede değerlendirilmelidir. Tavuk karası tadır. Bu âyet, âhirette insanın vahye gösterdi­
bakışın çağrıştırdığı bir başka nükte de, âyet­ ği tavırdan dolayı hesaba çekileceğini ifade
eder (Krş: 40/Furkan: 30).
lere darı muamelesi yapıp onu anlamak yerine
didiklemektir. Vahye yamuk bakan, şeytanî 33 Ves'el "sor" anlamının yanında "soruştur"
bir öteki kişiliğin uydusu olmakla cezalandın-. anlamım da içerir.
tayin etmiş miyiz? ya da beraberinde saf saf dizili melekler
46 DOĞRUSU, Musa' yı mucizevi mesaj­ gelmemiş?" 37

larımızla Firavun ve kadrosuna da böyle 54 İşte böylece Firavun kavmini tahrik


göndermiştik ve demişti ki: "Bakın, ben etti; 38
onlar da bu tahrike kapıldılar: Za­
âlemlerin Rabbinin elçisiyim." 47 Fakat ten onlar öteden beri yoldan çıkmış bir
ardmdan, onların önüne mucizevi âyetle­ kavimdiler.
rimizi sürünce, onlar hemen alay etmeye 55 Bizim gazabımızı davet ettikleri za­
başladılar. 48 Oysa ki onlara gösterdiği­
34
man, onlara yaptıklarının acısını tattır­
miz her mucizevi âyet bir öncekinden da­ dık ve topunu boğulmaya terk ettik. 56
ha büyüktü: Bir de onları, belki dönerler Nihayet onları sonraki nesiller için, geç­
diye bela(lar)la kuşattık. 35
mişin (acı) hatırası ve ibret vesikası kıl­
49 Ve "Sen ey sihirbaz! Seninle yaptığı dık.»
sözleşme hatırına, Rabbine bizim için
yalvar: kesinlikle biz artık doğru yola yö­ 57 NE Z A M A N Meryem'in oğlu örneği
neleceğiz!" diye yalvardılar. gündeme getirilse, senin kavmin bu yüz­
50 Ama cezayı kaldırır kaldırmaz derhal den başlar şamata yapmaya,- 58 ve "Bi­40

sözlerinden caydılar. zim ilâhlarımız mı daha değerli, yoksa O


m u ? " derler.
51 Derken Firavun, kavminin arasınday­
ken "Ey ulusum!" diye seslendi; "Mı­ Onlar bu karşılaştırmayı, seninle sadece
sır'ın hakimiyeti bana ait değil mi? Bü­ polemiğe girmek için yaparlar: Kesinlikle
tün bu akarsular (ayağımın) altından ak­ evet; gerçekte onlar, müzmin muhalif bir
mıyor m u ? 3 6
Ne yani, bunu da mı görmü­ kavimdirler.
yorsunuz? 52 Yoksa, ne demek istediğini 59 (İsa'ya gelince): O sadece kendisine ih­
bile açık seçik anlatamayan şu değersiz san ettiğimiz ve İsrâiloğullarma model
adamdan daha iyi değil miyim? 53 Hem, kıldığımız bir kuldur. 41
60 Ve eğer iste­
neden ona altın künyeler bahşedilmemiş seydik, elbet sizi de birbiri ardınca gelen

34 Lafzen: "güldüler". yanağında tokat gibi patlıyor.


35 Adı geçen belâlarla ilgili bkz. 56/A'râf: 94-96. 40 Zımnen: Musa'ya da İsa'ya da itiraz eden
36 Nil ve onun etrafındaki sulama kanallarına bir inkarcı muhatap kitle bu. Fakat Firavun'a
atıf. hiç sesleri çıkmıyor. İbn Ishak'ın İbn Ab-
bas'tan nakline göre bu kişi İbn Ziba'râ adlı
37 Firavun ulusa sesleniyor ve kara propagan­
müşrik şairdir. İbn Abbas bu âyetle Enbiya
da yapıyor. Bir önceki âyette Hz. Musa'nın ko­
98'de "siz de" denilerek gönderme yapılanın
nuşma güçlüğüyle alay ediyor.
aynı kişi olduğunu söyler.
38 Veya: "aptallaştırdı". îstehaffe'nin "ah-
41 İsa, ruhundan uzaklaşmış ve dünyevileş-
maklaştırdı, aptallaştırdı" anlamı olmakla
miş gösterişçi Yahudi dindarlığına ruh ve sev­
birlikte, burada Rûm 60'a benzer bir biçimde
gi taşıyarak dengelemeye çalışan bir modeldi.
"tahrik etti" vurgusu daha baskın gibi görünü­
yor. Ferrâ kelimeyi, "tahrik etti, korkuttu" 42 Zımnen: Böyle yapmış olsaydık dahi, yine
anlamındaki istefezze ile karşılar. de yaratılmış birer kul olmaktan öte bir seçe­
neğiniz olmazdı. Nerde kaldı ilâh olmak ya da
39 Çağları aşıp gelen tehdit tüm zamanların
melekler yapabilirdik. 42 lar olsun zulme gömülüp giden o kimse­

61 İYİ BİLÎN ki o (Kur'an) 43


Son Saat/in lere! 66 Şimdi onlar, kendileri farkında
(geleceğine) ilişkin tarifsiz bir bilgi kay­ değilken, ansızın başlarına gelecek olan
nağıdır; şu halde bu konuda asla şüpheye Son Saat dışında bir şey mi gözlüyorlar?
düşmeyin ve Bana uyun: İşte bu dosdoğru 67 Can dostlar o gün birbirlerine düşman
yoldur! olacak; sadece sorumluluk bilincini ku­

62 Şeytanın sizi saptırmasına izin verme­ şananlar hariç. 68 (Allah onlara diyecek

yin: çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır! ki): "Ey kullarım! Bu gün ne gelecekten
korkmanıza gerek var, ne de geçmiş için
63 ISA hakikatin apaçık belgeleriyle geldi­ üzülmenize! 45
69 (Ey) âyetlerimize iman
ğinde dedi ki: "Ben size hikmetle, hakkın­ eden ve kayıtsız şartsız teslim olanlar: 70
da tartıştığınız bazı konuları açıklamak Siz ve eşleriniz, ruha safa veren bir mûsi­
için geldim,- artık Allah'a karşı sorumlu­ kî eşliğinde girin c e n n e t e ! " 46

luk bilinciyle davranın ve bana uyun! 64 71 Orada, huzurlarında, altın tepsilerle


Elbet Allah benim Rabbimdir, sizin de kupalar dolaştırılacak; orada canlarının
Rabbiniz yalnızca O'dur; artık sadece çektiği her şeyi ve gözleri kamaştıran (ta­
O'na kulluk edin: bu, dosdoğru bir yoldur. nımsız) hazzı bulacaklar. 47

65 Fakat onlar arasından çıkan hizipler işte siz, orada kalıcı biçimde yerleşecek­
birbirleriyle anlaşmazlığa düştüler: 44
Ar­ siniz. 72 işte, yapa geldikleriniz sayesin­
tık, acı bir günün azabından dolayı yazık­ de maliki olduğunuz cennet böyledir: 73

ilâhlıktan bir nitelik taşımak? Yani: isa'ya son cümlesi, âyetin başı hakkında yeterli delil
ilâhlık atfedenlerle, müşrikler gibi meleğe sayılmalıdır, ikinci yoruma bazı hadisler delil
ilâhlık atfedenlerin yaptığı şey temelde aynı­ gösterilmişse de âyet asıl olandır. Dolayısıyla
dır. âyet uyan değil kendisine uyulan olmalıdır.
43 înnehu'daki zamirin öznesi Hasan, Katade Bu konuda Buhârî, Müslim, ibn Hanbel, Ebu
ve Said b. Cübeyr'e göre Hz. Kur'an, ibn Abbas Davud ve daha başkalarının naklettiği sahih
ve öğrencisi Mücahid'e göre Hz. isa'dır (Tabe- senetli haberlerden, Hz. isa'nın yeniden döne­
rî). Fakat bu ikinci görüş için, takdiri bir mu- ceği meselesinin, ilk kuşakların gündemini
zaf [nüzul) ilavesi şarttır. Böylesine bir takdi­ meşgul eden konulardan biri olduğu anlaşılır,
rin delili yoktur. Dolayısıyla bu "uzak bir te- başkası değil.
vil"dir (ibn Aşur). Kaldı ki ilk muhataplar ya­ 44 Bu anlaşmazlık, Hıristiyanlık içi hizipleş­
şarken gerçekleşmeyen bir şey, onlar için Son meden daha çok, 59. âyetin de delalet ettiği gi­
Saat'in bilgisi olamaz. Oysa ki âyette vuku bu­ bi Yahudi-Hıristiyan çekişmesini ifade eder.
lan bir şeyden söz edilmektedir. O da Kur'an
45 Havf ve huzn için bkz. 94/Bakara: 38, not
ya da Nebi'dir. Buna, "Vuku bulan şey babasız
68 (Ayrıca bkz. 69/Yûnus: 62, not 83).
doğmuş olan İsa'nın kendisidir" şeklinde bir
itiraz ileri sürülebilirse de, baştan beri sûrenin 46 Tuhberûn'u "mûsikî" olarak çevirimizin
ekseni Kur'an vahyidir. Bir çok peygambere ve gerekçeleri için bkz. 88/Rûm: 15, not 16.
olaya atıf yapılmakta, fakat her seferinde söz 47 Krş. "onları ne türden göz kamaştırıcı sür­
vahye getirilmektedir. Buraya kadar bu ver­ prizlerin beklediğini kimse hayal dâhi ede­
kaç yöntemi 8 kez kullanılmıştır. Son olarak mez" (57/Secde: 17).
âyetin "işte bu dosdoğru yoldur" şeklindeki 48 Fâkihe için bkz. 39/Yâsîn: 55, not 39.
Orada (amellerinizin) meyvelerini 48
bol Aksine, duyarız! Üstelik, elçilerimiz kay­
bol derecek, onlardan yiyeceksiniz. da (bile) geçirirler.
74 Ne var ki günahı hayat tarzı haline ge­ 81 De ki (ey peygamber): "Eğer Rahman
tirenler, 49
cehennem azabı içinde yerle­ bir erkek çocuk sahibi olsaydı, ona ilk
şip kalacaklar. 75 Onlardan (azap) hiç ha­ ben ibadet ederdim. 56
82 Göklerin ve ye­
fifletilmeyecek ve onlar derin bir umut­ rin Rabbi -yüce hükümranlık makamı­
suzluğa 50
kapılacaklar,- -76 Ne ki, onlara nın Rabbi- onların yakıştırdığı her şeyden
haksızlık eden Biz değiliz, fakat asıl onlar münezzeh ve beridir."
kendi kendilerine haksızlık ediyorlar- 51

83 Artık onları bırak, geleceği vaad olu­


77 ve şöyle yalvaracaklar: "Ey cehenne­ nan günlerine kavuşuncaya kadar lafa­
min bekçisi! Rabbine söyle de bizim işi­ zanlıkla oyalansınlar ve (kelimelerle) oy­
mizi bitirsin!" 52
O şöyle cevap verecek: namayı sürdürsünler. 57
84 Zira gökte de
"Şunu kafanıza sokun: siz, kalıcısınız!" 53
ilâh olan yerde de ilâh olan yalnızca
O'dur; 58
ve O her hükmünde tam isabet
78 DOĞRUSU Biz, hakikati ayağınıza sahibidir, her şeyi bilendir.
kadar getirmiştik: Fakat bir çoğunuz ha­
85 Göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki-
kikatten hiç hoşlanmadınız. 54

lerin mülkü kendisine ait olan Allah ne


79 Yoksa, işin (gerçeği) hakkında kararı yüce bir bereket kaynağıdır: Son Saat'in
onlar mı verecekler? 55
Hayır, asıl karar bilgisi sadece O'nun katındadır ve dönüş
verici Biziz; 80 Yoksa onlar, içlerinde yalnızca O'nadır.
sakladıklarını ve gizli kapaklı konuşma­
86 O'ndan başka, yalvarıp yakardıkları
larını duymadığımızı mı sanıyorlar?
varlıklar (yaşarken) hakikate şahitlik

49 Mucrimîrii bu şekilde çevirimiz için bkz. âyetin, Ebu Talib'in vefatından sonra müşrik
Enfal: 8, not 11. reislerin Allah Rasulü'nü Daru'n-Nedve'de or­
50 Yani: İblisleşecekler [Mublisîn için bkz. taklaşa katletme planı üzerine indiğini savu­
73/En'âm: 44, not 33). nur [Tefsir). Fakat âyetin bağlamı (81 vd.) Hz.
İsa ile ilgilidir. Esed bu âyetleri Muvahhid İse­
51 Krş. "fakat asıl haksızlığı onlar kendi ben­
viliği yasadışı ilan eden İznik Konsili'nin (MS.
liklerine yaptılar" (74/Nahl: 118).
325) laf cambazlıkları ve muvahhidleri orta­
52 "Rabbine" yani, "efendine/sahibine". Li- dan kaldırmak için kurdukları sinsice planlar­
yakdı 'aleynâ, 67/Kasas 15'teki kadâ 'aleyhi la irtibatlı olarak okur.
ile anlamdaştır.
56 Teslis şirkini red. Krş. "Şayet Allah bir ço­
53 Bu ibare, şu âyet ışığında anlaşılmalıdır: cuk edinmek isteseydi, yarattıkları arasından
"Yoo, bugün yok olmak için bir tek ölümü ça­ elbet dilediğini seçerdi; (ama) O yüceler yüce­
ğırmayın, yok olmak için tüm ölümleri çağı­ si bundan münezzehtir" (77/Zümer: 4).
rın!" (40/Furkan: 14.)
57 Havd, "yürüyerek suya dalmak" anlamına
54 57-60 ve 63-65. âyetlerde işlenen İsa'nın gelse de, mecazen "laf ebeliği, çenebazlık" an­
tanrılaştırılması konusuna yeniden dönüldü­ lamına gelir.
ğü bu pasajın ilerleyen âyetlerinden (özellikle
58 Zımnen: Allah gökte, İsa ya da bir başkası
81. âyet) anlaşılmaktadır.
yerde ilâh değildir.
55 Ya da: "işi bitirecek kararı". Mukatil bu
yapmış ve (Allah'ın eşsiz ve benzersiz) ol­ 88 Ve (O, Elçi'sinin) şöyle diyeceğini de
duğunu bilenler dışında (Hesap Günü) (bilir): 61
" Y â Rabbi! 62
İşte bunlar, inan­
hiç kimseye şefaat edecek güce sahip de­ mamakta direnen bir kavimdi."
ğiller. 89 Fakat sen (verdikleri selamı) güzel bir
87 Ve eğer onlara 59
kendilerini kimin ya­ karşılıkla al; yani "(Size de) selam ol­
rattığını sorsan, hiç tereddütsüz "Allah" sun!" 63
de. Nasıl olsa zamanı geldiğinde
derler: Şu halde, nasıl da savruluyorlar! 60
(gerçeği) öğrenecekler.

59 Yani: Hem Hıristiyanlar ve müşrikler gibi edatı kullanılmaz. Biri bu âyette diğeri Furkân
tanrılık yakıştıranlara, hem de İsa veya me­ 30'da gelen bu iki istisnanın her ikisi de ahire-
lekler gibi tanrılık yakıştırılanlara. te ilişkin bir bağlamda, üstelik âhirette yaşan­
60 Yu'fekûriun açıklaması için bkz. 42/Fâtır: ması mukadder bir sahnede, Peygamber'in
3, not 8. muhataplarını Allah'a şikayeti sadedinde ge­
61 Bu âyet, Son Saat'in bilgisinin sadece O'nun lir. (Yâ nidasının, ahirete mütealik bu iki istis­
katmda olduğunu söyleyen 85. âyete atıf olarak na dışında, Allah için neden kullanılmadığıy-
okunabilir. Krş. "Yâ Rabbi! Benim kavmim bu la ilgili bkz. 80/Mü'minûn: 26, not 26.)
Kur'an'a devri geçmiş, terk edilmiş bir kitap 63 Yani: Parantez içi açıklamaların gerekçesi
muamelesi yaptı" (40/Furkan: 30). selamen yerine selâmun gelmesidir (Krş:
62 Kur'an'da iki yer hariç, Allah için yâ nida 70/Hûd: 69).
DUHÂN SÛRESI
Nüzul: 84
Mushaf: 44

"Duman" anlamına gelen Duhân adını 10. âyetinden alır. Hâ-Mîm aile­
sinin beşincisi olan sûre, ailenin diğer üyeleri gibi Mekke'de, hicrete
y a k m bir z a m a n diliminde inmiştir. Konu olarak bir iç bütünlüğe sahiptir.
15. âyetin Medine'de indiği iddia edilmişse de, bu hiçbir mukni delile da­
yanmaz.

T ü m ilk tertiplerde Zuhruf-Casiye arasmda yer alır. İbn Abbas tertibinde 6 1 ,


ondan Cabir b. Zeyd kanalıyla gelen tertipte 63, O s m a n tertibinde 6 4 . sıra­
da yer alır. İniş zamanı tahminen peygamberliğin 12. yılına denk gelir. Sâffât
62'nin bu sûrenin 4 3 . âyetine gelen itiraza cevap olduğu göz önüne alınırsa,
bu sûrenin Sâffât'tan önce indirilmiş olması neredeyse kesindir. Küfe taksi­
m i n e göre 59, Hicaz taksimine göre 60 âyettir. Farklılık, baştaki Hâ-Mîm
harflerinin bağımsız bir âyet sayılıp sayılmayacağı ihtilafına dayanır.

Sûrenin mesajı açıktır: Her Firavun'u boğacak bir deniz bulunur.

Konusu, ilâhi bir inşa projesi olan vahye teslim olmaktır. Bu inşaya teslim
olmayanları bekleyen tek şey kıyamettir: bireysel, toplumsal ya da kozmik.
Kendilerini vazgeçilmez zanneden inkarcıların arkasından ağlayan olmaya­
caktır: " N e gök ağladı onlara, ne yer ne de cezaları ertelendi!" (29) Buna ta­
;

rihten bir demet örnek sunulur. Onlar bu dünyada karşılaştıkları felaket dı­
şında âhirette de cezalandırılacaklardır.

Buna karşın, vahyin inşasına teslim olanları âhirette bekleyen ödül dile ge­
tirilir. En büyük zaferin ebedi kurtuluş olduğu ifade edilir (57). Duhân, cen­
net ve c e h e n n e m e dair ayrıntılı tasvirlere yer veren sûrelerden biridir.

Bütün bu vaad ve tehditlerle onları hak edenler arasında tek şey vardır: Za­
m a n . O halde, herkes bekleyip görecektir: " Ş u halde sen bekle; unutma, on­
lar da bekliyorlar!" (59)

Bu sûre aynı zamanda Kur'an vahyinin sözlü tabiatının tipik örneklerinden


biridir. Hepsi de bir konuşmada hitabı güzelleştiren ve etkili kılan vurgulu
devrik ve bölünmüş cümleler, hazf, tekrar ve atıflar muhatabın hafızasında
iz bırakmayı ve vicdanını harekete geçirmeyi amaçlar. Bu özellikleriyle sû­
re, hakikatin ebedi değeriyle belagatın edebi değerini kendinde birleştirir.
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 Hâ-Mîm\ l
len O'dur. 7 Eğer inandığınız değerlerden
2 Özünde açık ve hakikati açıklayıcı olan mutmain olsaydınız, (yakinen bilirdiniz)
bu kitabın değerini bilin! 2 ki O göklerin, yerin ve bunlar arasındaki-
lerin yegâne Rabbidir. 6

3 Evet, onu mübarek bir gecede Biz in-


dir(meye başlajdık; 3
zaten, baştan beri 8 O'ndan başka ilâh yoktur; hayatı ve ölü­
(vahiyle| uyaran da Bizdik. 4 mü yaratan (Allah) sizin de Rabbinizdir,
önden giden atalarınızın da Rabbidir. 7

4 O gece, (iyi ve kötü] her iş ayrıştırılarak


hikmetli bir hükme bağlanır, 5 tarafı­ 5 9 Ama nerde! Onlar, şüphe bataklığında
mızdan verilmiş bir emirle: elbet Biz, oyalanıp duruyorlar.
evet peygamberleri gönderen de Bizdik, 6
Rabbinin rahmeti sayesinde. Şüphesiz 10 ŞU halde, göğün (felaket) taşıyan bir
yalnızca O'dur her şeyi işiten, her şeyi bi- dumanla kaplanacağı günü bekle! 11 (O 8

1 Mânası hakkında sözün tükenmeyeceği bu 6 İmanla bilgi arasında sebep-sonuç ilişkisi


harfler, Hz. Peygamber'in vahyi tek bir harfini kuran bu âyet, imanın bir "önyargı" değil "ön­
dâhi zayi etmeden ilettiğinin canlı şahididir­ bilgi" olduğunun delilidir [îman ve îkân için
ler. Ünlem, mukatta'âtm dikkat çekme işle­ bkz. 94/Bakara: 4, not 9).
vini göstermek içindir. 7 "Öncü atalar" için bkz. 80/Mü'minûn: 24,
2 Veya: "şahit olsun". Benzer bir metin ve çe­ not 25.
virimizin gerekçesi için bkz. 83/Zuhruf: 2, not 8 Âyetteki tehdidin o dönemde mi gerçekleşti­
2. Zımnen: Değerini bilin, size de indiği gece­ ği yoksa Son Saat öncesi mi gerçekleşeceği ko­
ye yüklediği kadar değer yüklesin (Bkz: nusunda ilk nesiller arasında polemiğe kadar
12/Kadr: 3, not 7). varan hararetli tartışmalar yaşanmıştır. Bu
3 Yani: "kadir gecesinde" (Krş: 12/Kadr: 1, not 2). âyetleri, İbn Mes'ud ve onu izleyenler Rasulul­
lah'ın bedduası üzerine Mekke'de 7. hicrî yılda
4 Eğer Kadr sûresi ışığında anlarsak: "zaten
ortaya çıkan kısa süreli kıtlığa, "duman"ı ise
baştan beri (meleklerin beraberindeki vahiyle)
"açlıktan gözlerin kararmasına" yormuşlardır.
uyaran da Bizdik" anlamına gelir.
Bu kıtlık Mekkelileri leş ve kemik yemek zo­
5 Bu "ayrıştırma" Bakara 256'da söylenen iyi­ runda bırakmıştı. Ebu Süfyan bu kıtlıkla başa
nin kötüden, doğru yolun sapıklıktan vahiy çıkamayınca Medine'ye gelip durumu şikayet
ile ayrılmasıdır (Krş: 12/Kadr: 4, not 3). İbn Is- etmiş, Rasulullah da Hayber ganimetleri ara­
hak'tan naklen İmam Bakır, buradaki yufraku sında bulunan külçe gümüşü Mekke yoksulla­
ile Enfâl 41'deki yevme'l-furkan (ayrışma gü­ rına dağıtılmak üzere yollamıştı. Mekke'nin
nü) arasında bağ kurarak âyeti gelecekten ih­ tahıl tedarik ettiği Necran'ın reislerinden Sü-
bar olarak yorumlamış, dolayısıyla Bedir zafe­ mame b. Usal'in Müslüman olması, Mek­
rinin gerçekleştiği Ramazan'ın 17'sini vahyin ke'deki gıda sıkıntısını daha da artırmış, bu
ilk inmeye başladığı Ramazan gecesine işaret durum Fethin önünü açmıştı. Hz. Ali, İbn Ab­
saymıştır (nkl. İbn Aşur). Bu yorum, Bedir sa­ bas ve İbn Ömer'e göre bu âyetler kıyameti ha­
vaşının gece değil bir sabah yani gündüz olma­ ber vermektedir (Taberî). Her iki yorumu da
sı bir yana, Fecr 1-4 ile mutabakat arz eden destekleyen rivayetler mevcuttur (Rivayetle­
"Onu son on günde arayın!" sahih rivayetle- rin farklı açılardan eleştirisi için bkz. Taberî ve
riyle de uyuşmamaktadır. İbn Kesir). Bizce pasaj, hem toplumsal hem
duman) bütün insanları bürüyecek (ve in­ ravun kavmini sınamıştık. Onlara seç­
karcılar haykıracak): "Acıklı azap işte kin 13
bir elçi gelmiş 18 ve (demişti) ki:
bu! 12 Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır,
9
"Bana gelin ey Allah'ın kulları! 14
Ben si­
çünkü biz artık inanmış bulunuyoruz!" ze gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. 19
13 Şimdi bu hatırlama, onlara nasıl bir Allah'a karşı küstahlaşmaym! Benim si­
yarar sağlar ki? Zira kendilerine hakikati ze hakikatin açık delilleriyle geldiğimi
apaçık ortaya koyan bir elçi gelmişti de, aklınızdan çıkarmayın! 15
20 İyi bilin ki
14 sonra onlar yüz çevirmiş ve demişler­ ben, sizin bana yönelik saldırınızdan 16

di ki: "O (başkalarınca) doldurulmuş 10 benim de sizin de Rabbiniz olan (Allah'a)


delinin teki." sığmıyorum. 21 Ama eğer bana inanmı­
yorsanız, bari yolumdan çekilin!"
15 Elbet Biz cezayı bir süreliğine askıya
alacağız, fakat siz yine (eski halinize) dö­ 22 Olan oldu, o (da) Rabbine şöyle şika­
neceksiniz. 11
16 Kapana kıstırıp enseledi­ yet etti: "işte bunların günaha batmış bir
ğimiz büyük gün gelip çatınca d a , 12
her toplum olduğu kesinleşmiştir."
halükarda yaptıklarınızın acısını size tat­ 23 (Rabbi ona) "Kullarımla birlikte gece­
tıracağız. leyin yola d ü ş ! " 17
(dedi), "Ama unutma­
yın ki, takip edileceksiniz. 24 Ziyanı
17 DOĞRUSU Biz, onlardan önce de Fi- yok, sen denizi rahat bir biçimde terk et!

kozmik kıyamet öncesiyle yorumlanmaya karakterine ilişkin bir tesbit yapılmaktadır.


müsait bir açık uçluluğu bünyesinde barındı­ 13 Kerîm, "kendi sınıfının üstün ve seçkinle­
rır. Üçüncü bir ihtimal daha var: bu azap mâ­ ri" için kullanılan sıfat. Rasul insanlar arasın­
nevi de olabilir. Şöyle ki: Bir önceki sûrede dan seçilen, rasulun kerim peygamberler ara­
geçtiği üzre (83/Zuhruf: 36) Rahmân'ın uyarı­ sından seçilendir.
sına tavuk karası bir gözle bakanlar, bulanık
14 Veya: "Allah'ın kullarını bana teslim edin"
görmeye mahkûm olacaklar. Tıpkı dumandan
(Krş: 51/Şu'arâ: 17). Yani, Mısır'ın köleleştir-
gözün gözü görmediği ve güç belâ nefes alınan
diği Isrâiloğullarını. 'İbâde, hem nidanın mu­
bir ortama mahkûm olduğu gibi. Buna göre du­
hatabı, hem de cümlenin nesnesi olarak oku­
manla kaplanan gök, görüş ufkunun net olma­
nabilir. Hz. Musa'nın davetinin sadece Isrâilo-
yışına delalet eder. Bu da, muhatapların zihin
ğullarını değil, Firavun ve kavmini de kapsadı­
ekranının kirliliğinin ifadesidir.
ğı gerçeğine dayanmaktadır.
9 Son cümle Allah'tan bir haber olarak da oku-
15 Sultân, muhatabını boyun eğmek zorunda
nabilirse de, huve zamiri yerine hazâ işaret ismi
bırakan delil: âsâ ve yed-i beyzâ. Birincisi "Fi­
kullanılması tercihimizi güçlendirmektedir.
ravun'un kamçısını çoban sopası yendi", ikin­
10 Lafzen: "Öğretilmiş". "Başkalarını" imâ, cisi "Musa'nın dili zorlanınca Allah eline dil
iftiradaki tutarsızlığı örtme telaşının bir ürü­ verip konuşturdu" mesajı taşır. Zımnen tüm
nü (Bkz: 74/Nahl: 103 ve 40/Furkan: 4). çağlara verilen mesaj şudur: Allah kendisine
11 Krş. "Fakat eğer siz (günaha) dönerseniz, dayananı yarı yolda bırakmaz.
biz de (cezaya) döneriz" (68/İsra: 8). 16 Lafzen: "taşlamanızdan". 67/Kasas 33'ün
12 Bir yoruma göre el-batşetu'l-kubrâ Bedir za­ de delaletiyle, suikast hazırlığını imâ olabilir
feridir. Fakat sonraki örneklerden de anlaşıla­ (Krş: Ferrâ).
cağı gibi, burada insanlık yürüyüşünün genel 17 Krş. 44/Tâhâ: 77.
626 84/DUHÂN SÛRESİ t T > < ^ , Nüzul: 84 Mushaf: 44

Onlar hakkındaki karar kesin: o ordu toplumlar içerisinden böyle seçmiştik;


mutlaka boğulacak!" 18 33 ve onlara smav olduğu ayan açık belli
25 Geriye nice nice has bahçeler ve su olan mucizevî işaretler ver(miş)tik.
kaynakları bıraktılar; 26 ve bir nice ekili
alan ve görkemli e y v a n . . . 19
27 Dahası, 34 B Ü T Ü N bunlara rağmen şu berikiler 23

orada mevcut keyif ve sürür verici daha yine de şöyle diyecekler: 35 "(Ölüm) şu
bir nice nimet 28 işte böylece (geride kal­ bizi bekleyen ilk (ve tek) ölümümüzdür
mış) oldu. ve biz asla bir daha hayata dönmeyeceğiz,-
36 ama eğer (bu) iddianızda ısrarlıysanız,
Sonuçta Biz, onların bıraktıklarına başka
haydi (geri) getirin atalarımızı! ' 7 24

toplulukları mirasçı kıldık. 29 Ne gök ağ­


37 Ne yani, onlar günaha gömülüp gittik­
ladı onlara, ne de yer,- ve ne de cezaları
20

leri için kendilerini helak ettiğimiz Tub-


ertelendi.
ba' kavminden ve onlardan öncekilerden
30 Böylece Biz Isrâiloğullarını aşağılayıcı daha mı değerliler? 25

bir belâdan 21
kurtarmış olduk; 31 Fira-
38 Bakın Biz gökleri, yeri ve bu ikisi ara-
vun'dan... Çünkü o, haddini bilmez küs­
sındakileri oyun olsun diye yaratmadık;
tahlardan biriydi.
39 lakin bunları, başka değil sadece ger­
32 Doğrusu onları, akıl sır ermez ilâhi bir çek bir amaç uğruna yarattık,- ne var ki 26

bilgiye istinaden 22
çağdaşları olan tüm onların çoğu bunu kavramıyor.

18 Tüm zamanlara mesaj: Her Firavun'un bo­ sunulmuştu.


ğulacağı bir deniz vardır (Krş: 51/Şu'arâ: 63-66). 24 İki anlama da gelebilir: ya "onları diriltin
19 Veya: "saygın konumlarından (mahrum de dirilişe inanalım"; ya da "babalarımızı geri
kaldılar)". Tercihimizin gerekçesi ve açıkla­ getirin de onlardan iman edilecek bir âhiret
ması için bkz. 51/Şu'arâ: 58, not 40. olup olmadığını öğrenelim" ('Atalar yolu' için
20 Zımnen: Firavunlaşan her zorba, kendisini bkz. 83/Zuhruf: 22-24).
yerin göğün vazgeçemeyeceği biri zanneder. 25 Tubba', Güney Arabistan'da güçlü ve gör­
21 Yani: Firavun'un onları köleleştirmesinden kemli bir uygarlık kurmuş olan Himyer kralla­
(Bkz: 75/Lokman: 6). rına veya devletine verilen isimdir. Etraftaki
tüm devletçikleri kendilerine 'bağladıkları'
22 'Ala. 'ilmin'deki belirsizlik çeviriye böyle
yansımıştır. Bunun, "Bizler Allah'ın çocukları için Tubba' adını almışlardır. Başlangıcı Milat
ve can dostlarıyız" (108/Mâide: 18) böbürlen­ öncesine kadar giden Tubba' devletine, MS. 4.
melerine istinaden "İstismar edeceklerini bile yüzyılda Habeşliler son vermiştir. Kur'an, mu­
bile" şeklinde anlaşılması mümkündür. Bu hataplarının hafızasında hatırası canlı olan
pasajda hem inkarcı muhataplara "firavunlaş- Tubba' uygarlığını bir "ibret" olarak sunmak­
maym" uyarısı, hem de imanlı muhataplara tadır. Taberî gibi kaynaklarımız Tubba' halkı­
"yahudileşmeyin" uyarısı yapılıyor. nın somadan müslüman olduğunu zikrederler.

23 Burada âhireti inkâr eden Sadukiyen Yahu­ 26 Zımnen: Ahireti inkâr, bu kâinat misafir­
diliğe bir îmâ varsa da, doğrudan kastedilen hanesinin ve onun şerefli konuğu insanın ya­
müşrikler olsa gerektir. Bu âyetle, 16. âyetin ratılışının anlamsız ve amaçsız olduğunu iddi¬
ardından ara verilen ana konuya geri dönül­ a etmek demektir. Böyle bir akıl, hayatı oyun,
müş oldu. 18-33. âyetlerde dile getirilen tarihi dünyayı lunapark olarak algılar. Böyle bir algı
kıssa, ilk muhataplara ibret almaları amacıyla sahibi kendisine "oyun çocuğu" rolü biçiyor
Nûzûl: 84 Mushaf: 44 ( ^ ^ , 84/DUHÂN SÛRESİ 627

40 U N U T M A Y I N ki, hepsinin buluşma yin k i ) : 29


49 "Tat bakalım; çünkü sen,
zamanı (iyi ile kötünün) birbirinden ay­ evet sen hatırlı, saygın biri olmalısın (!)
rıldığı gündür. 41 O gün ne bir dostun di­ 50 İşin gerçeği, bu, sizin baştan beri 'aca­
ğer bir dosta yararı dokunacak, ne de ken­ ba' dediğiniz şeyin ta kendisidir."
dilerine yardım ulaşacak; 42 Allah'ın rah­
met ettiği kimseler müstesna: zira yal­ 51 ÖTE yandan, Allah'a karşı sorumlu­
nızca O'dur her işinde mükemmel olan, luk bilinci taşıyanlar güvenli bir konum­
sonsuz merhamet sahibi O'dur. 27 da bulunacaklar: 52 cennetlerde ve pınar
43 Şüphesiz o zakkum ağacı, 28
44 günah­ başlarında... 53 Tarifsiz güzellikte son­
karların besini olacaktır; 45 tıpkı yanık suz özgürlük libası ve altın sırmalı kaf­
yağ tortusu gibi karında kaynar, 46 fokur- tanlar giyip göz göze bakışacaklar. 30

dayarak yakıp kavuran su misali... 54 İşte böyle olacak. Ve Biz onları sıradı-
47 (Derken emir gelir): "Tutun onu, yaka şı güzellikte bir bakış, pırıl pırıl (bir kalp)
paça sürükleyin kışkırtılmış alevlerin or­ taşıyan eşlerle birleştireceğiz. 31
55 Orada
tasına! 48 Soma baştan ayağa boca edin canlarının arzu ettiği her türlü lezzeti gü­
yürek dağlayan bir (umutsuzluğu ve de- ven içinde isteyip tadacaklar. 32
56 Orada

demektir. Oysa hayat bir sınav, dünya bir sı­ firhanesinde oturtulduğu mükellef sofraya iha­
nav alanıdır (Bkz: 60/Mülk: 2). Krş. 72/Hicr: neti tescillenmiş olanlara "Âhirete zehir zık­
85. Bu âyet, 35-36. âyetlerde anlatılan inkarcı kım yiyin!" mesajıdır. Türkçe'de zakkum adı
akla cevaptır. verilen bitki (nerium oleander) kokusu ve ren­
27 Âhiretteki şefaat anlayışının şuurlarını çizen gine aldanıp yiyeni zehirleyen yapısıyla güna­
âyetlerden biri (Konuyla ilgili tüm âyetlerin ay­ ha benzer: hazzı cezbeder, fakat sonu azaptır.
rıntılı bir tahlili için bkz. 77/Zümer: 44, not 47). 29 Krş. Sâffât: 67, not 25.
28 Muhtemelen Kur'an'da ilk geçtiği yer bura­ 30 "Tarifsiz" kelimesi belirsiz formun çeviri­
sıdır. Buna inkarcı muhataplardan itiraz gel­ deki karşılığıdır. Yani: güzelliğin üretildiği
miş olmalı ki, cevap Sâffât 62-66'da verilmiş­ merkezler olan cennette, hepsi de sıra dışı gü­
tir. Zakkum, Arap dilinde "nahoş bir şey ye­ zellikler. Sınırsız hürriyeti temsil eden harıYi
mek" veya "bir şeyi nahoş bir şekilde yemek" "ipek" diye değil de "sonsuz özgürlük libası"
anlamına kullamhr. Bölgede yetişen zehirli bir diye çevirmemizin lûgavî ve istikrâî gerekçe­
bitki olan zakkum şöyle tanımlanır: "Toz ren­ leri için bkz. 32/İnsan: 12, not 16.
ginde, küçük ve oval yapraklarının kenar kı­ 31 Lafzen: "güzel gözlü". Bi-hûhn 'ıyn'in ter­
sımları dikensiz, keskin kokulu ve acı, gövde­ kip olarak ilk geçtiği Rahman 72 ve 59/Tûr
si çok boğumlu, arıların yararlandığı çok ince 20'nin notlarına bkz. Bir üstteki âyetle birlik­
damarları bulunan bir ağaçtır" (Lisân). Son te buradaki "güzel göz" güzel bir bakışı ifade
kullanıldığı yerde "lânetli ağaç" olarak nitele­ eder. Cennetlik eşlerin yüzünde göz, gözünde
nen bu bitkinin smav aracı kılındığı bilgisine
yüz izi olmayacak kadar gözlerinin ve gönül­
rastlıyoruz (Bkz: 68/İsra: 60, not 81; 66/Sâffât:
lerinin birbirine dönük olduğunun ifadesidir.
63). Kullanıldığı üç sûrenin iniş zamanları bir­
Dahası, eşlerin birbirlerine gözlerinden mu
birine yakındır. Daha soma kendisinden hiç
luluk aktardıklarına da delalet eder.
bahis açılmayan bu "lânetli ağaç", Sâffât 62'de
32 Fâkihe için bkz. 39/Yâsîn: 55, not 37. Yukarı­
de görüldüğü gibi geleni kötü ağırlamayı tem­
sil eder. Daha temelde bu mecaz, dünya misa- da dile getirilen kötülerin gıdası zakkûrn'un (43)
karşısında, iyilerin gıdası fâkihe yer almaktadır.
ilk ölümlerinden başka bir ölüm tatma­ 58 İŞTE böylece Biz, bu (vahyi| senin di­
yacaklar. 33
linle kolaylaştırdık ki düşünüp de ders
Böylece Allah onları dehşet verici bir alabilsinler. 34

azaptan korumuş olacak. 57 Rabbinin bir 59 Artık sen de (yukarıda tanıtılan cen­
lutfudur bu: Bu, işte budur muhteşem ba­ netini) bekle,- çünkü ötekiler (yukarıda
şarı! tanıtılan cehennemlerini) bekliyorlar!

33 Yani: Dünyadan ölümle ahirete intikal et­ cennet-cehennem gibi gaybi gerçekleri beşer
tikleri gibi, oradan da bir başka hayata intikal dilinin dünyasına indirdik ki, insan bu sayede
etmeyecek, orada kalacaklar. idraki aşan hakikatler hakkında bilgi sahibi
34 Yani: Biz onda yer alan yüce hakikatleri ve olsun.
CÂSÎYE SÛRESİ
Nüzul: 85
Mushaf: 45

Câsiye sûresi adını 2 8 . âyetinden alır. İnsanoğlunun nihai yargılama sıra­


sında sergileyeceği bitmişliği ifade eder. Sûre Şeriat ve Dehr adlarıyla
da anılmıştır.

Hâ-Mîm ailesinin altıncısıdır. Ailenin diğer üyeleri gibi Mekke'de inmiştir.


Sıra, zaman ve muhteva olarak bir önceki Duhân sûresini takip eder. T ü m
ilk tertipler bu sûreyi Ahkâf'm önüne yerleştirir. Dolayısıyla ailenin diğer
üyeleri gibi peygamberliğin 12. yılma tarihlendirilebilir. ibn Abbas'a nisbet
edilen 14. âyetin Medine'de indiği rivayetini iç ve dış bağlam desteklemez.
Bu rivayet yine ibn Abbas'tan gelen daha sahih bir rivayetle de çelişir. Sûre
konu olarak bir iç bütünlüğe sahiptir.

Sûre nihâî yargıya imanı, yani kişide eylemlerinin sorumluluğunu üstlene­


cek bir bilinç inşasını hedefler.

ilâhî bir inşa projesi olan vahye, onun ilâhi kaynağına ve taşıdığı mesajlara
atıfla başlar (1-11). Vahye sırt dönenler, varlığı bir emanet olarak göreme­
yen nankörlerdir. Dolayısıyla nihâî bir yargı gününün olmadığını düşün­
mektedirler (12-15). Isrâiloğulları kıssası bir önceki sûrede kaldığı yerden
devam eder (16-17) ve yahudileşme süreciyle âhirete i m a n arasındaki ters
orantıya dikkat çekilir. Söz Kur'an vahyinin amacına getirilir: "Bu (vahiy)
insanlık için bir bilinç kaynağıdır" (20). Bu kaynaktan uzak duranı bekle­
yen tehlike dile getirilir (23-15). Son Saat'in ve nihai yargının, dolayısıyla
ilâhi hakkaniyetin gereği olan ödül ve cezanın kaçınılmazlığı ifade edilir
(24-35).

Sonsöz: insan t ü m varlığını azamet sahibi Rabbine borçlu olduğunu aklın­


dan çıkarmamalıdır (36-37).

Küfe sayımına göre 37, diğerlerine göre 36 âyettir, ihtilaf Hâ-Mîm harfleri­
nin bağımsız bir âyet sayılıp sayılmamasıyla alâkalıdır.
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 Hâ-Mîml 1 7 Kendini aldatarak günaha gömülenlerin


topuna birden yazıklar olsun! 8 (Bu tip)
6

2 BU kitabın indirilişi her işinde tek mü­ Allah'ın kendisine okunan âyetlerini işi­
kemmel olan, her hükmünde tam isabet tir de, sonra onu hiç işitmemiş gibi küs­
kaydeden Allah katmdandır. 2
tahça bir direnişi sürdürür: artık böylesi-
3 Elbet göklerde ve yerde inanmaya gön­ ni acıklı bir azap ile müjdele! 9 Üstelik
lü olanlar için sayısız mesajlar vardır. 3 bu tipler, âyetlerimizden bazılarının far­
kına vardığı zaman da başlarlar onunla
4 H e m sizin yaratılışınızda, hem de
alay etmeye. 7

O'nun yeryüzüne yaydığı diğer tüm yürü­


yen canlı türlerinde gönülden inanacak­ İşte böylelerini aşağılayıcı bir azap bekle­
lar için tarifsiz mesajlar vardır. 4 mektedir: 10 cehennem hemen peşlerin­
dedir. Ne kazandıkları şeylerin, ne de Al­
5 Aklını kullanan bir topluluk için gece
lah'tan başka edindikleri dostların onlara
ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Al­
en ufak bir yararı dokunur: zira onları
lah'ın semadan indirerek kendisiyle ölü
toprağı dirilttiği rızık vasıtalarında ve korkunç bir azap beklemektedir.

rüzgarları çeşitli kılmasında da sayısız 11 (Allah'ın âyetlerini izlemek...) İşte 8

mesajlar vardır. hidayet budur,- bir de Rablerinin (kevni


ve vahyi) âyetlerini yok sayanlar var: işte
6 İşte bunlar, Allah'ın hakikati sana ken­
onları, (bu) akıl almaz bayağılaşmadan
disiyle aktardığı âyetlerdir: Peki, Allah ve
dolayı 9
acmılası bir azap beklemekte­
O'nun âyetleri de değilse, kimden (gelen)
dir. 10

hangi habere inanacaklar? 5

1 Mukatta'ât harfleri hakkında detaylı bir 6 Effâk, "yalanda sınır tanımayan"dır. Yalan
açıklama için, nüzul sürecinde ilk geçtiği sınırı aşınca bizzat sahibini aldatır. "Kendisi­
7/Kalem: 1, not l'e bakımz. ni aldatarak" karşılığının gerekçesi budur.
2 Krş. 42/Fâtır: 2, not 5; 39/Yâsîn; 2, not 2 7 Yani: ya âyetlerimizi işitmezler, ya da işit­
3 Öncesi ve sonrasıyla birlikte zımnen: İnsan tiklerini alay konusu ederler. Kişi küçümsedi-
vahyin mesajlarım kâinat ve varlık kitabım oku­ ği ve önemsiz gördüğüyle alay eder. Eğer alay
yarak da alabilir. Yeter ki inanmaya gönlü olsun. edilen şey vahiy ve onun taşıdığı haberlerse,
bu alayın yöneldiği makam doğrudan vahyin
4 Bu âyet "Canlılar içerisinden insanı seçkin
sahibi olan Allah'tır. Allah'la alay edecek ka­
kılan sebep nedir ki Allah insanla konuştu?"
dar küstahlaşan biri, iflah olmaz bir hastalığa
zımni sorusunun cevabını teşkil eder. Vahiy
yakalanmış demektir.
kitabımnki iman âyetleri, varlık kitabınınki
ikan âyetleridir. îman âyetleri marifete ikan 8 Parantez içi açıklama 8 ve 9. âyetlere daya­
âyetleri ilme dayamr. Ancak, 5. âyetin ifade narak yapılmıştır.
ettiği gibi varlığı bir kitap gibi okumak için 9 Krş. "O aklım kullanmayanları pisliğe mah­
aktif bir aklın varlığı şarttır. [îman ve ikan kûm eder" (69/Yûnus: 100; aynca bkz. 5. âyetin
için bkz. 94/Bakara: 4, not 9.) sonu ve 56/A'râf: 71, not 53). iüczin'deki belir­
5 Zımnen: Allah'a da inanmıyorsa, kişinin ne­ sizlik meme "akıl almaz" şeklinde yansımıştır.
ye inandığının ne önemi var? 10 Zımnen: Allah'a kul olmamak, kula ve eş-
12 O ' N U N kanunu sayesinde orada ge­ 16 DOĞRUSU Biz Isrâiloğullarına da
miler yol alabilsin diye, yine O'nun lut- vahyi, iktidarı ve peygamberliği vermiş,
fundan payınıza düşeni elde edip 11
de onlara iyi ve temiz rızıklar bahşetmiş ve
şükredebilesiniz diye denizi sizin için bir onları (vahyi hayata taşımakla görevlen­
yasaya bağlayan Allah'tır. 12
dirip kendi zamanlarının) tüm toplumla­
13 Yine O, göklerde ve yerde ne varsa rından üstün tutmuştuk. 17 Dahası onla­
hepsini kendi katından (bir bağış olarak) ra (tevdi edilen) görevden dolayı açık işa­
emrinize âmâde kılmıştır. 13 retler vermiştik. 18

Elbet bütün bunlarda da düşünen bir top­ Ne ki onlar durdular durdular da, kendi­
lum için sayısız mesajlar vardır. lerine bilgi geldikten soma -sırf araların­
daki kıskançlık yüzünden- ayrılığa düş­
14 Söyle iman edenlere: Allah'ın Günle-
tüler: 19
Şu kesin ki, Rabbin Kıyamet Gü­
ri'nin 14
geleceğini ummayanları (şimdi­
nü ayrılığa düştükleri her konuda onlar
lik) bağışlasınlar; çünkü O bir toplumu
15

arasında hüküm verecektir.


(ancak) ısrarla yaptıklarından dolayı ce­
18 Son olarak, seni de bu görevi (hakkıy­
zalandırır. 16

la ifâ edeceğin) bir yol ve yönteme kavuş­


15 Kim bir iyilik yaparsa, o kendi lehine yap­
turduk: 20
o yolu izle, sakın ha (kendini)
mış olur. Kim de bir kötülük yaparsa, kendi
bilmezlerin keyfi yargılarına uyma! 19
aleyhine yapmış olur. En sonunda dönüp
17

Çünkü onlar, Allah'tan gelecek hiçbir şe-


geleceğiniz yer Rabbinizin huzurudur.

yaya kul olmakla sonuçlanan bir bayağılaşma­ İbn Abbas'ın âyeti mü'minlere uygulanan iş­
ya yol açar. Zira insanın bedenini omurga, şe­ kence ve baskı bağlammda yorumlaması, dö­
refini alol, akimi iman ayakta tutar. nemin tabiatına uygundur (Taberî ve Kurtubî).
11 Ibteğâ için bkz. 68/lsra: 42, not 59. 17 Bir önceki âyete ve açıklamasına bkz.
12 Veya lâm'm sıla anlamıyla: "emrinize âmâ­ 18 İlk akla gelen anlamları "iş, dünyevi ikti­
de kılan". Allah'ın, akıl ve iradeye özel ikramı dar, yasa, buyruk, öneri" olan e7-emr'in bu
olan tesMriçin ilk kullanıldığı 55/Sâd 18, not bağlamdaki en uygun karşılığı, verilen "gö­
12'ye bkz. rev", yani "misyon" olmalıchr (Bkz: 67/Kasas:
13 Bunu hem eşyaya yasalar koyarak, hem de 44, not 52).
insanı eşyanm yasalarını keşfedecek üstün bir 19 Tevrat gelinceye kadar tek millet idiler.
kabiliyetle donatarak yapmıştır. Tevrat gelince daha bir bütünleşeceklerine pa­
14 Yani: "Bu günün bir de yarını var" anla­ ramparça oldular. Bu ve buna benzer âyetlerin
mında. Bu ibare, "İşte bu (iyi ve kötü) günleri, verdiği bir başka mesaj da şudur: Vahiy, sami­
biz insanlar arasında döndürür dururuz" mi olanla samimi olmayanı ayrıştıran bir ta­
(98/Âl-i İmran: 140) âyeti ışığında anlaşılmalı­ biata sahiptir. Vahyin sıfatı olan Furkân'ın
dır (Krş: 65/İbrahim: 5, not 6). hakkı batıldan ayıran mânası yanında, "sami­
mi olam samimi olmayandan ayrıştıran" mâ­
15 Daha soma gelen meşru savunma ve savaş
izni veren âyetlere dayanarak parantez içinde nası da vardır.
"şimdilik" kaydım düştük. 20 Şen'at? m. türetildiği şir'a, kişiyi suyun kay­
16 Zımnen: Sırf mutlak bilgisine dayanarak nağına ya da kaynağa giden ana yola götüren
değil, suç işlendikten ve suçta ısrar edildikten tali yol demektir. Yani insanı hayata (suya)
soma cezalandırır. Bu ifade 23. âyeti açıklar. bağlayan yola çıkaran tali yol. Kelime burada
632 85/CÂSÎYE SÛRESİ Nûzûl: 85 Mushaf: 45

yi senden savamazlar! Unutma ki zalim­ 23 KEYFİ kanaatini tanrısı yerine koyan


ler 21
hep birbirlerinin dostudurlar; Allah ve Allah'ın kişiyi (kendi tercihine ilişkin)
ise muttakilerin dostudur. bir bilgiye dayalı olarak saptırdığı, 23
ku­
20 Bu (vahiy) insanlık için bir bilinç kay­ laklarını ve kalbini mühürlediği, gözleri­
nağıdır; gönülden inananlar için de bir nin üzerine de tarifsiz bir perde çektiği
rehber ve bir rahmet membaıdır. malum tipleri gözünde canlandırabilir
misin? 24
Artık onu Allah'tan başka kim
21 Yoksa kötülüğün peşinde seğirten tip­
doğru yola ulaştırabilir? Hâlâ düşünüp
ler, kendilerini -hayatlarında olsun ölüm­
ders almayacak mısınız?
lerinde olsun- iman edip erdemli davra­
nanlarla aynı kefeye koyacağımızı mı 24 Bir de kalkıp dediler ki: "Hayat sadece
sandılar? Ne berbat akıl yürütüyorlar! 22 dünya hayatımızdan ibarettir,- ölürüz, zi­
ra (bir kez) hayata gelmiş bulunuruz; ve 25

22 Ama Allah gökleri ve yeri gerçek bir


bizi sadece zaman yok eder. 26

amaç uğruna yarattı ki, her insan kendi


kazandığının karşılığını görebilsin ve hiç Ama onlar bu hususta hiçbir bilgiye sa­
kimseye haksızlık yapılmasın. hip değiller, onlar sadece (önyargıya daya-

tüm peygamberlerin ortak kaynağına kendi lid b. Muğire ile tavaf etmektedir. Söz Hz.
zaman ve zeminlerinden açılan özgün yol ve Peygamber'e gelir ve Ebu Cehil şöyle der:
yöntemleri ifade eder. "Şeriat" terimi sonra­ "Vallahi ben onun sözünde sadık olduğunu bi­
dan, dinin kaynağı olan vahiylerden elde edi­ liyorum!" Muğire "Peh!" der, "Bunu neye da­
len pratik kurallar bütününe isim olmuştur. yanarak söylüyorsun?" Ebu Cehil: "Onu daha
21 Bir öncesiyle bağlantılı olarak: Kendini bil­ yeni yetme bir delikanlıyken "sadık" ve "el­
meyen değerini bilmez, değerini bilmeyen emin" diye adlandıran bizdik; fakat aklı ke­
kendine kıyar, kendine kıyan zalimdir male erip olgunluk yaşına geldiğinde tuttuk
(79/Enbiya: 29, not 38; 79/Enbiya: 65, not 68). onu "Yalancı, hain" diye adlandırdık." Muği­
re "O zaman ona iman etmene mani olan ne­
22 Benzer bir âyet için bkz. 89/Ankebût: 4,
dir?" deyince, Ebu Cehil: "Kureyş dilberleri­
ilgili not.
nin benden Ebu Talib'in yetimine tabi olmuş
23 'Ala 'ilmin, öznesi insan olarak okunursa: biri olarak söz etmeleridir. Bu yüzden sonsuza
"kişinin bile bile (yaptıklarından) dolayı" an­ kadar Lat ve Uzza'ya tabi olacağım!" (ibn
lamına gelir. Çevirimiz, bilen öznenin Allah Aşur) Eğer sahihse, bu rivayet âyete verdiği­
olduğuna dayanmaktadır. Bu ibare Allah'ın bir miz alternatif anlamı destekler.
toplumu ısrarla yaptıklarından dolayı cezalan­
25 Takdim-tehire gerek yoktur. Konuşan özne­
dıracağını söyleyen 14. âyetle birlikte okun­
nin ilkel nihilizmi dikkate alındığında, vaVın
malıdır. Sözdiziminde bu ibarenin rolü, özne­
tefsiriyye vurgusu taşıdığı anlaşılır. Yani: Bir
si birden fazla olan men yeşâ' ibarelerine ben­
kez doğmuş bulununca, ister istemez zamana
zemektedir (Bkz: Nûr: 21, not 25). Her iki iba­
maruz kalarak ölüp gideriz. (Bu sayfadaki 9 no-
re ve ait oldukları metin şu âyet ışığında anla­
lu nota bkz,- ayrıca krş. 47/Nebe': 3, not 4.)
şılmalıdır: "(Allah) yoldan çıkmışlardan baş­
kasını kesinlikle saptırmaz" (94/Bakara: 26). 26 Zamanı özne gören bir mantık, zamanın
nesnesi olmaya kendini mahkûm etmiştir. Ya­
24 Âyette çizilen tipin nüzul ortamındaki kar­
ni: Hayatın ölümle sonuçlanması sadece zama­
şılığına ilişkin Mukatil (Bu rivayeti Muka-
nın doğası gereğidir, dolayısıyla dirilmek için
til'in bu âyete yaptığı kendi tefsirinde göreme­
dim) şu olayı nakleder: Ebu Cehil bir gün Ve- ölmek gibi bir ilâhi müdahale söz konusu değil-
lı bir) zanna sahiptirler. 25 Ve ne zaman
27 bulacaksınız. 29 İşte bunlar Bizdeki ka­
âyetlerimiz bütün açıklığıyla önlerine yıtlar; aleyhinize (de] olsa tüm gerçeği si­
konulsa, tek cevapları şöyle olur: "Eğer ze o anlatır: çünkü Biz, yaptığınız her şe­
doğru söylüyorsanız atalarımızı geti­ yi vaktiyle kayda geçirmiştik."
rin!" 28
30 Öte yandan, iman eden ve erdemli
26 De ki: "Hayatınızı bahşeden, ardından davrananlara gelince: Rableri onları rah­
ölümünüzü takdir eden Allah'tır. En so­ metine nail edecektir: Bu, işte budur göz
nunda sizi geleceğinde kuşku olmayan kamaştırıcı zafer!
Kıyamet Günü bir araya getirecektir,- fa­ 31 İnkarda direnenler var ya! (Onlara şöy­
kat insanların çoğu bunun (kaçınılmaz le denilecek): "Mesajlarım size tebliğ
bir sonuç olduğunun] bilincinde değil­ edilmemiş miydi? Aksine (edilmişti),
dir." 29
ama siz küstahça böbürlenmiş ve günah­
27 Ama göklerin ve yerin mülkü Allah'a kâr bir toplum olmayı yeğlemiştiniz. 32
aittir. Ve kıyamet gerçekleştiği gün, işte Size ne zaman, "Bakın, Allah'ın vaadi
o gün, varlığı anlam ve amacından soyut­ gerçekleşecektir ve Son Saat asla kuşku
layanlar kaybedecekler. 30 kaldırmaz!" denilmişse, siz şu cevabı

28 Ve o gün her toplumu zillet içinde diz vermiştiniz: "Bilmiyoruz, 'Son Saat' ne­

çökmüş bir halde göreceksin; her toplum dir? Ne ki biz onun bir zandan ibaret ol­

kendi hesabını (görmeye) çağrılacak: "Bu­ duğunu sanıyoruz ve biz (bu konuda) ik­
na olmuş değiliz." 31

gün yapa geldiğiniz her şeyin karşılığını

dir. Zamana taptığına dair bir bilgiye sahip ol­ 31 Hepsi de müşrik olmakla birlikte, 24-25.
madığımız bir kısım Mekkelilerin tasavvurun­ âyetlerde ele alınan "malum tipler" ile bu âyet­
da zaman, varoluşun tek makul açıklamasıdır. te ele alınan tiplerin âhirete bakışları aynı ol­
Materyalistin maddeye yüklediği anlamı, bu masa gerektir. Zaten bu farka Kur'an'da dikkat
akıl zamana yükler. Bu söylemin temelinde ya­ çekilir: "Ki onlar o (haber) hakkında farklı dü­
ratılışın tesadüf olduğu düşüncesi yatar. Bu şünüyorlar" (47/Nebe': 3). İşte müşrikler ara­
akıl Allah'ın varlığını değil ama O'nun zamana sında âhiretin varlığına ilişkin yaklaşımdaki
müdahil oluşunu ifade eden Rububiyyetini in­ farkı burada görüyoruz. 24-25. âyetlerde sözü
kâr etmiş, onun yerine 'mutlak' zamanı (dehr) edilenler, sayıları bir düzine civarında olan,
ikame etmiş görünmektedir. (Bu düşüncenin kaynağı karanlık ve karışık ilkel bir materya­
nüzul dönemindeki temsilcilerine dair bir açık­ lizm olarak yorumlayabileceğimiz, Allah'ı ka­
lama bkz. 47/Nebe': 3, not 4.) bul eden fakat Allah'ın hayata müdahalesini
reddeden, âhireti ise tümden inkâr eden nihi­
27 Bu âyet mücerret inkârın içi boş önyargıla­
list ve "dehri" kodamanlardı. Bunlar "zamana"
ra dayandığının delilidir.
(dehr) tanrı rolü yüklüyorlar, tüm kevn ve fe-
28 "Âhiret varsa babamı getir" diyen akıl, âhi- sad (oluş ve bozuluş) yasalarını "dehr" adını
reti dünyada arayan şaşkın akıldır. verdikleri bu mevhum ilâhın (!) eline veriyor­
29 Âhiret kaçınılmazdır: zira seçim iradenin, lardı (24. âyete bkz). Bize göre, 24-25. âyetlerde
ödül ve ceza seçimin kaçınılmaz bir sonucudur. sözkonusu olanlar âhireti tümden inkâr eden
30 Böyleleri zaten kaybetmiştir; zira anlamsız ve her şeyi "kör zamanın kısır döngüsüne"
olarak gördüğü hayat için ödül beklemesi abes [dehr) bağlayan Mekkeli seçkinler, burada söz­
kaçardı. konusu olanlar ise âhiret konusunda biline-
33 Onların yaptığı kötülükler (o gün ge­ na halde aldatmıştı." 33

lince) ayan açık ortaya serilecek ve alay İşte bu yüzden o gün ne oradan çıkarıla­
edip durdukları gerçek kendilerini peri­ caklar ve ne de bir şey istemeye izin veri­
şan edecektir. 32
lecek.
34 Ve onlara denilecek ki: "Siz yüzleşe-
ceğiniz bu günü (dünyada) nasıl unuttu- 36 HAMD göklerin ve yerin Rabbi olan
nuzsa, biz de sizi (âhirette) öyle unutul­ Allah'a mahsustur,- âlemlerin Rabbine...
maya terk edeceğiz: nihayet varış yeriniz 37 Göklerde ve yerde erişilmez büyüklük
ateştir, size yardım eden hiç kimse de ol­ Ona mahsustur: zira O'dur mutlak üstün
mayacaktır. 35 Durum işte böyle vahim­ ve yüce olan, her hükmünde tam isabet
dir,- çünkü siz Allah'ın mesajlarını alay kaydeden sadece O'dur. 34

konusu ettiniz, zira dünya hayatı sizi fe-

mezci bir tereddüde sahip olan geniş kitlelerdir maz mıydı?" diye sorulacak olursa, cevabımız
(69/Yûnus: 18, not 30 ve 47/Nebe': 3, not 4). şöyle olur: Görseydik ölürdük, onun için
32 İlâhî talimatların görünen sebeplerinin al­ ölünce göreceğiz. Zaten hayatm imtihan ol­
tında yatan gerçek sebepler bu talimatların ması da bunu gerektirir.
"âhireti"dirler. Talimatların âhiretlerini, an­ 33 Dünya sizi değil, siz kendinizi aldattınız,-
cak âhirette göreceğiz. O zaman Allah'ın bize sonuçta peşin yalanı vadeli gerçeğe tercih etti­
olan rahmetinin büyüklüğüne ve bizi koruma­ niz.
daki titizliğinin hikmetine şahit olacağız. 34 İman ve tasdik ettik ya Rab! İnsana şeref
Eğer "Orada göreceğimize burada görsek ol- olarak Sana kul olmak yeter!
AHKÂF SÛRESI
Nüzul: 86
Mushaf: 46

Ahkâf sûresi, " k u m tepeleri" anlamına gelen Ahkâf adını 2 1 . âyetinden


alır. Kelime, Kur'an'da sadece bu sûrede geçer. Sûrenin, t ü m hadis ve
Kur'an edebiyatında anıldığı ilk ve tek ismi budur.

Mekke'de nazil olmuştur. Bazı âyetlerinin Medine'de nazil olduğu tezini


E n ' â m sûresinin girişinde uyguladığımız kriterler doğrulamaz. Mushaf'taki
sıralaması nüzul sıralamasıyla aynı olan yedi sürelik Hâ-Mîm ailesinin so­
nuncusudur. İlk tertiplerde Câsiye-Zâriyât arasında yer alır. Sûrenin 2 9 - 3 2 .
âyetlerinde cinlerden söz edilir. Bu olay Taif dönüşü vuku bulmuştur. Ra-
sulullah'ın T a i f e gidişi ilgili kaynaklarda hicretten önceki ü ç ü n c ü yıla ta-
rihlendirilir. Yine sûrenin 15. âyeti, Isra: 2 3 - 2 4 ve Lokman: 14-15'te işlenen
ebeveyn-evlat ilişkisinin bir devamı niteliğindedir. Ferrâ, 9. âyeti Kureyş'in
suikast planları bağlamında ele alır. Bütün bunlar sûrenin, ailenin diğer
üyeleri gibi 12. yıla tarihlendirilmesini teyit eder.

Sûre konu itibarıyla kardeşleriyle benzerlik arzeder. Yine onlar gibi içerik
bütünlüğüne sahiptir. İlâhî bir inşa projesi olan vahyin kaynağı, değeri ve
ona iman üzerinde durur. Onu inkâr eden a k i m a ç m a z ve sefaletinden ör­
nekler verir. Bunların en anlaşılmaz olanı, kendisine i m a n telkin eden ana
babanın evlat tarafından terslenmesidir (15-20). Zımnen; insanlığı bir baba
şefkatiyle imana davet eden Allah Rasulü'nü reddetmenin en büyük nan­
körlük olduğu dile getirilir. 40 y a ş m insanın olgunluk yaşı olduğunu ifade
eden âyet bu sûrede yer alır (15).

Haddini aşmanın kendi kendini nasıl yıkıma götürdüğünün örnekleri, he­


lake uğrayan geçmiş toplumlar üzerinden sunulur. Bir tek Allah'a kulluk­
tan kaçınanların, birçok sahte t a m ı icat edecek bir zaafa nasıl duçar olduk­
ları anlatılır (21-28). Söz dinleyen ve söz dinlemeyenlerin farklı tavır ve akı­
betleri dile getirilir (29-34). Söz dinlemeyip hayatını harcayanlar, kendi
ömürlerini kendi elleriyle m a n e n nasıl kısalttıklarını âhirette anlayacaklar­
dır. Elleriyle anlamsızlaştırdıkları hayatları bereketsiz bir hayattır. Öyle ki,
âhirette bütün bir ömrü "sadece gündüzün tek bir saati kadar" kısa yaşamış
gibi hissedeceklerdir (35).

Küfe sayımına göre 3 5 , diğerlerine göre 34 âyettir. Farklılık Hâ-Mîm harfle­


rinin ayrı bir âyet olup olmadığıyla ilişkilidir.
RAHMAN RAHÎM LLAHTN ADIYLA

1 Hâ-Mîm\ l dâhi farkında olmayan kimselere yalva­


rıp yakarandan daha şaşkın ve sapkın bi­
2 BU kitabın indirilişi, her işinde mü­ ri olabilir mi?
kemmel olan, her hükmünde tam isabet 6 Bütün insanlar toplandıkları zaman,
sahibi Allah katındandır. 2
(tapınılan kimseler) berikilere can düş­
3 Biz gökleri, yeri ve o ikisi arasındakile­ man olacaklar ve onların tapınmalarını
ri, ancak gerçek bir anlam ve a m a ç uğru­3
ısrarla reddedecekler.
na -ama sınırlı bir süreliğine yarattık; ne 4
7 Evet ne zaman âyetlerimiz onlara bü­
ki inkâr eden kimseler uyarıldıkları haki­ tün açıklığıyla tebliğ edildiyse, inkâr
katten yüz çeviriyorlar. 5
eden kimseler ayaklarına kadar gelen ha­
4 De ki: "Allah'ın astlarından kabul edip kikat için "Bu etkili bir sihirdir!" dedi­
de dua ettiğiniz kimselere hiç göz attınız ler. 8

mı? 6
Gösterin bana, onlar yeryüzünün 8 Yoksa "Onu kendisi uydurdu" mu di­
neresinde neyi yaratmışlar? Yoksa onla­ yorlar?
rın göklerjin yötetimin]de bir payı mı
De ki: "Eğer onu ben uydurmuş olsay­
var? Hadi, bundan önce (inmiş) ilâhi bir
dım, Allah'tan bana gelecek hiçbir (ceza­
kelam veya bir bilgi n o t u getirin bana,
7

yı) başımdan savamazdınız. (Allah) ökse­


eğer iddianızda samimiyseniz!
sine düştüğünüz bu iftiranın nedenini
5 Allah'ı bırakıp da, Kıyamet Günü'ne bilmektedir,- benimle sizin aranızda şahit
kadar (duaya) karşılık veremeyecek kim­ olarak O yeter: iyi ki O mutlak bağış sa­
selere, dahası kendisine dua edildiğinin hibidir, sonsuz merhamet kaynağıdır. 9

1 Mukatta'ât hakkında ayrıntılı bir tahlil için gelir. Allah'a izafetle kullanıldığı her yerde,
iniş sürecinde ilk geçtiği 7/Kalem: 1, not l'e şirk koşan aklın, Allah ile şirk koştuğu kişi ve
bakınız. nesneler arasında "ast-üst" hiyerarşisi olduğu
2 Krş. 42/Fâtır: 2, not 5 39/Yâsîn: 2, not 2.
;
yönündeki saplantısını ifşa eder.
3 Bi'l-hakkm bu anlamı için bkz. 79/Enbiya: 18, 7 Veya: "Bir bilgi kırıntısı" (Ferrâ).
not 19. Bir önceki sûreye atıf: "yaşarız ve ölürüz; 8 "Etkili", mubîn'in bu bağlamdaki en uygun
bizi sadece zaman yok eder" (85/Câsiye: 24). karşılığıdır. Âyetleri sihir saymakla ilgili bkz.
4 Ecelin musemmen, lafzen sınırlı bir süreyi 83/Zuhruf: 30. Bu âyette sihr ile hakk birbiri­
ifade etse de, belirsiz gelmesi hasebiyle bu sü­ nin karşıtı olarak kullanılıyor. Şu halde sıTır'in
reyi kimsenin bilemeyeceğine delalet eder mânalarından biri de "gerçek olmayan"dır. Bu
(Bkz: 70/Hûd: 3, not 7). Zımnen: Yaratılmış âyet, ilk inkarcı muhatapların vahyin gücünü
olan sonludur, sonsuzluk Allah'a mahsustur. tersinden itiraf ettiklerini gösterir. Zira, eğer
5 Şirkin temelinde yatan Allah'ın müdahil ol­ etkilenmeselerdi "sihir" demezlerdi.
madığı alan fikri, hayatın anlamlı ve amaçlılı­ 9 Bir yandan Peygamber'e yapılan büyük ifti­
ğını zımni inkâr anlamına gelmektedir. Bu da rayı -ki bu Allah'a da iftiradır- dile getirirken,
maddeyi tanrılaştırıp onu sonsuz ilan eden bir öte yandan Allah'ın sonsuz merhametini ha­
sarimaya yol açmaktadır. tırlatmak. "Ya Rab! Rahmetinin büyüklüğüne
6 Dûn, hem "aşağı" hem de "yakın" anlamına akıl sır ermez" demekten başka ne denir ki!
9 De ki: "Ben peygamberlerin ilki deği­ haddini aşan bir topluma rehberliğini
lim; 10
kendime de size de ne yapılacağını bahşetmez." 14

asla bilmiyorum; 11
ben sadece bana vah- 11 Bir de, inkârda direnenler imanda se­
yedileni izlerim ve ben sadece (vahyi) ol­ bat edenler için şöyle derler: "Eğer o (me­
duğu gibi beyan eden bir uyarıcıyım." 12
sajda) bir hayır olsaydı, şunlar 15
ona biz­
10 De ki: "Düşünsenize bir: ya bu (mesaj) den önce koşmazlardı." Bu söylemle
Allah katından gelmiş de buna rağmen amaçlarına ulaşamayınca d a , 16
ister iste­
siz onu inkâr ediyorsanız; üstelik Isrâilo- mez şöyle diyecekler: "Bu kadim bir sah­
ğulları'ndan bir şahit kendi gibi birisi­ tekarlık türüdür." 17

nin 13
(gönderileceğine) şahitlik yapmış ve 12 Ne ki bundan önce de (izleyeni inşa
ona inanmışken, siz kalkıp küstahça baş- eden) önder bir ö z n e ve ilâhi bir rahmet
18

kaldırmışsanız? Unutmayın ki Allah olan Musa'nın kitabı vardi; ve bu

10 Veya: "Ben türedi bir peygamber değilim". olur, yok eğer vahyi gösterdiğini kabul eder­
Yani: peygamberlik benimle başlamadı, ben sek "onun gibi bir (mesaj)" olur. Zamirin üç
bir zincirin halkasıyım; dolayısıyla söyledik­ muhtemel mercii içerisinden Hz. Musa'yı ter­
lerim de ilginç ya da hiç duyulmamış şeyler cih edişimiz âyetin iç bağlamıyla uyumludur.
değil. İbn Abbas, Mücahid, Katade âyeti böyle Eski Ahid'deki kimi metinler de bunu tasdik
anlamışlardır (Taberî). Sözün özü: Hakikat ne eder: "Rabbiniz Allah aranızdan bir peygam­
eskidir ne yenidir; eskimezdir. ber çıkaracaktır; sizin kardeşiniz, bana benze­
11 Bu âyetin Rasulullah'ın şahsiyetini inşa yen"; ve "Ben onlar için senin kardeşlerin ara­
edici rolünü şu rivayet güzel açıklar: Seçkin sından sana benzeyen bir peygamber çıkaraca­
bir sahabi Medine'ye hicretinin ardından ya­ ğım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım"
kalandığı hastalıktan kurtulamayarak konuk [Tesniye 18:15, 18). İnkarcı muhataplar bu tür
olduğu evde vefat eder. Evin sahibesi Üm- meydan okumalara karşı çareyi toptan inkâr­
mü'l-'Alâ "Allah sana rahmet etsin ey Ebu Sâ- da bulmuş olmalılar ki şöyle söyleyebiliyor­
ib! Ben şahidim ki Allah sana kesinlikle ikram lar: "Allah hiç kimseye hiçbir şey indirme-
edecektir!" der. O sırada orada bulunan Rasu- miştir" (73/En'âm: 91). Bazı sahabilerin bu
lullah şu tepkiyi verir: "Ben Allah'ın elçisi ol­ âyetle yıllar sonra Medine'de Müslüman ola­
duğum halde vallahi yarın bana ne muamele cak olan Abdullah b. Selam arasında ilişki
edileceğini ben bile bilmiyorum" (Buhârî ve kurmaları, âyeti bir "önceden haber verme"
İbn Hanbel). Ferrâ bu âyeti, Kureyş'in Allah olarak gördükleri şeklinde anlaşılabilir.
Rasulü'ne karşı suikast hazırlıkları bağlamın­ 14 Zalimîn'e verdiğimiz bu anlam için bkz.
da ele alır. 79/Enbiya: 29, not 38.
12 "Uyarıcı"mn sıfatı olan mubîn, şu âyet ışı­ 15 Yani: Soylulara mensup olmayan sıradan
ğında anlaşılmalıdır: "İşte sana bu uyarıcı insanlar.
vahyi indirdik ki, kendilerine indirileni insan­ 16 Veya: "Onunla hidayete ulaşamayınca da".
lara açıklayasın" (74/Nahl: 44). Ayrıca beyye­
17 Âyetin verdiği ders açıktır: Bir hakikatin is­
ne fiilinin "eksiksiz iletme, duyurma" anla­
tismarcılarını bahane ederek hakikate tavır
mında kullanıldığı yerler için bkz. 94/Bakara:
koymak, istismarcıları istismar etmektir.
159; 98/Âl-i İmran: 187; 108/Mâide: 15.
18 îmam'm bu anlamı için bkz. 68/lsra: 71,
13 Eğer zamirin Hz. Peygamber'i gösterdiğini
not 94.
düşünürsek çeviri "onun gibi bir (peygamber)"
(Kur'an) da kendine kıyanları uyarmak ve bana bağışladığın neslimi de iyilikte da­
iyilere 19
müjde vermek için (önceki va­ im eyle: işte ben yüzümü Sana döndüm
hiyleri) tasdik etmek üzere Arapça olarak ve artık ben sana teslim olanlardan biri­
indirilmiş ilâhi bir kelamdır. 13 Elbet yim!" 2 4

"Rabbimiz Allah'tır" diyenler ve sonra 16 İşte bunlar, yaptıklarının en iyilerini


da tahriklere aldırmadan emredilen yolda kabul edip kötülüklerinin de üstünü çi­
sabır ve sebatla yürüyenler 20
için, ne ge­ zeceğimiz kimselerdir: Verilmiş olan sö­
lecek endişesi vardır, ne geçmiş korku­ ze sadâkatin bir gereği olarak, cennet eh­
su; 21
14 işte onlar cennetliktirler; yaptık­ li arasındaki yerlerini alacaklar.
larının bir ödülü olarak orada daimi kalı­
17 Ne ki, (kendisine imanı telkin eden)
cıdırlar.
ana babasına "İkinize de yuh olsun! Ne
yani, benden önce bunca nesil gelip geç­
15 BİZ insana anne babasına karşı iyi
tiği halde (hiç biri dirilmemişken) bana
davranması talimatını ilettik: annesi onu
diriltileceğimi mi söylüyorsunuz?" diye
zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu.
çıkışan da v a r . 25
Ana-baba da Allah'ın
Onun taşınması ve sütten kesilmesi otuz
yardımına sığınarak (şöyle der): "Yazıklar
ayı buldu. Nihayet tam olgunluğa erişip
22

olsun sana! Şuna kesinlikle inan ki, Al­


kırk yaşma ulaştığında 23
"Rabbim!" der,
lah'ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir."
"Bana ve ana babama sevk ettiğin nimet­
Bunun üzerine şöyle der: "Bunlar eskile­
ler için şükretmemi ve rızanı kazanacak
rin masallarından başka bir şey değil­
iyi ve yararlı işler yapmamı nasip eyle,- ve
dir." 26

19 Allah Rasulü'nün beyanıyla: "Allah'ı görür vermemiş miydik?" (42/Fâtır: 37) Hz. Musa ve
gibi davrananlara" (Krş: 94/Bakara: 58). Hz. Peygamber'e vahyin 40 yaşmda gelmiş ol­
20 Yani: "Bilginin zirvesi olan tevhid ile eyle­ ması da bir tesadüf olmasa gerek. Nasıl ki bede­
min zirvesi olan istikameti birleştirenler". İs­ nin olgunluk yaşı 23 ise, akim olgunluk yaşı 33,
tikamet için bkz. 82/Şûrâ: 15. kalbin olgunluk yaşı da 40 sayılmıştır.

21 Havfve huzn için bkz. 94/Bakara: 38, not 24 Duanın üç unsuru veriliyor: 1) Nimete şük­
68 ve 69/Yûnus: 62, not 83. redecek bir bilinç, 2) bu bilince uygun eylem­
ler, 3) kişinin öldükten soma yaşayan ameli
22 Anneliğin Allah katındaki değerine atıf. Krş.
sayılan iyi nesiller.
68/İsra: 23-24, 75/Lokman: 14-15, ilgili notlar.
Emzirme süresini 24 ay olarak bildiren Lok­ 25 Bu âyetin Hz. Ebubekir'in henüz Müslü­
man 14 ile birlikte düşünüldüğünde, vahiy ge­ man olmamış olan oğlu Abdurrahmân hak­
beliğin son altı aymda cenine nefs adım ver­ kında indiği görüşü doğru değildir. Âyet cins
mektedir. Mûrselât 23'te de belirtildiği gibi be­ içindir (billezi kale) ve bir somaki âyetin giri­
lirlenen kesin süre olan 266 günden altı ay çık­ şindeki "işte onlar" çoğul ibaresi âyetin bir
tığında 86 gün kalmaktadır. Gebeliğin ilk 86 şahsa atfedilemeyeceğinin delilidir (Krş: Ebu
gününe vahiy daha başka isimler vermektedir Havyan).
(Bkz: 91/Hac: 5 ve 80/Mü'minûn: 14). 26 Zımnen: Engin şefkat ve merhametiyle in­
23 Bu âyet, kendisinden önce inmiş şu âyetin sanların manevî babası olan Peygamber'in da­
tefsiri gibi okunabilir: "Size, akimi basma alma­ vetini reddetmek, anne babaya nankörlükten
ya gönüllü birine yetecek kadar uzun bir ömür bin kat daha beter bir cürümdür.
Nûzûl: 86 Mushaf: 46 , 86/AHKÂF SÛRESİ 639

18 İşte onlar, haklarında ilâhi yasanın dediler.


gerçekleştiği kimselerdir; 27
kendilerin­ 23 O, "Kesin bilgi Allah katındadır ve ;

den önce geçip gitmiş görünür görünmez- ben sadece bana verilen mesajı size ileti­
bilinir bilinmez iradeli varlıklara dahil yorum; şu da var ki ben, sizi kendini bil­
olmuşlardır: 28
Şüphesiz kaybeden de on­ mez 3 3
bir toplum olarak görüyorum" de­
lar olacaktn. 19 Her birinin yaptıklarıyla di. 34

uyumlu bir derecesi bulunacaktır: sonuç­


24 Derken, yüklü bir bulutun vadilerine
ta 2 9
onlar yaptıklarının karşılığını eksik­
doğru yaklaştığını gördüler ve "Bu bize
siz alacaklar ve kendilerine asla haksızlık
yağmur getiren bir buluttur" dediler. Ak­
edilmeyecektir.
sine o gelmesini acele istediğiniz şeydir:
20 İşte inkârda ısrar edenlerin ateşe tak­ içinde acıklı bir azabı barındıran bir belâ
dim edilecekleri o gün (denilecek ki): kasırgası... 25 Rabbinin emriyle her şeyi
"Siz sahip olduğunuz tüm güzellikleri bu yerle bir etti: nihayet, (harap olmuş ) ha­
dünya hayatmda tükettiniz ve onları kısa neleri dışında gözle görülen hiçbir şey
vadeli bir hazza dönüştürdünüz. Artık bu kalmadı. Biz, günaha gömülen bir toplu­
gün yeryüzünde haksız yere küstahça bö­ mu işte böyle cezalandırırız.
bürlendiğiniz 30
ve yoldan çıktığınız için
26 Doğrusu onlara orada, size burada ver­
onur kırıcı bir cezaya çarptırılacaksınız.
mediğimiz kadar güç ve kudret vermiş­
tik. Onları da işitme, görme ve akletme
21 VE 'Âd kavminin soydaşı 31
(Hûd'u)
yetileriyle donatmıştık. Ne var ki işitme,
hatula! Hani o, şu kum tepeleri arasında
görme ve akletme yetileri başlarından be­
yaşamış olan kavmi - k i ondan önce de
lâyı savmaya yetmedi; çünkü onlar Al­
soma da nice uyarıcılar gelip geçmişti- 32

lah'ın mesajlarını bile bile inkâr etmişti­


şöyle uyarmıştı: "Allah'tan başkasına
ler: nihayet alay ettikleri şey onları çepe­
kulluk etmeyin! Aksi halde ben dehşet
çevre kuşatıp yok e t t i . 35

verici bir günün azabma uğramanızdan


korkarım!" 27 Doğrusu, çevrenizdeki ülkelerden bir
çoğunu da (işte böyle) yok ettik; ama (on­
22 Onlar da: "Sen bizi ilâhlarımızdan so­
dan önce) belki vazgeçerler diye mesajla­
ğutmak için mi geldin? Eğer sözüne sa-
rımızı çok boyutlu olarak açıklamıştık.
dıksan, haydi tehdit ettiğin şeyi getir!"

27 "Onlar", yani inkarcı aklın "benden önce 31 Krş. 11/Fecr: 6, not 9.


bunca nesil gelip geçti" sözüyle kastettikleri. 32 Veya: "mazi ve istikballerine dair gelip geç­
"İlâhî yasa" diye çevirdiğimiz "malum söz", miş uyarıları görerek".
ölüm yasası olarak anlaşüabilir (Krş: Ferrâ).
33 Veya: "kendine yabancılaşmış". Gerekçesi
28 el-Cinn ve el-ins'i çevirimiz için bkz. için bkz. 98/Âl-i İmran: 154, not 129 ve
73/En'âm: 112, not 94. 56/A'râf: 199, not 161.
29 Lâm'm "akıbet" vurgusuna dayanarak. 34 Kendi batıl inancı için delile ihtiyaç duy­
30 Zımnen: Kendi kendisine dâhi yetmeyen mayanın, hakka inanandan delil istemesi ken­
insanın, başkalarına da yettiğini sanma yanıl­ dini bilmezliğin daniskasıdır.
gısı. 35 Hâica bihim için bkz. 70/Hûd: 8, not 18.
28 Bari kendilerini O'na yaklaştırsın diye O'nu yeryüzünde atlatmış olmaz,- ve ona
Allah dışında ilâhlık yakıştırdıkları, on­ (Allah)tan başka hiçbir dostun yararı do­
lara yardım etselerdi ya! Ne gezer! Onla­ kunmaz: böyleleri fark edilir bir sapıklı­
rı tanımadılar bile: Bu onların kendi uy­ ğın göbeğine düşerler.
durdukları şeylerle kendilerini kandır­
malarının sonucuydu. 36 33 G Ö R M E Z L E R 39
mi ki gökleri ve yeri
yaratmış ve bunları yaratmakla yorulup
29 BİR ZAMANLAR, cinlerden bir guru­ 37 bitkin düşmemiş olan Allah, ölülere ha­
bu Kur'an dinlesinler diye sana yönlendir­ yat vermeye elbette güç yetirendir? Yoo!
miştik. Nihayet o (vahye) kavuşur kavuş­ Elbet O her şeye güç yetirendir. 40

maz "Sükunetle dinleyin!" demişler, (oku­ 34 Ve hakikati inkâr eden kimselere ate­
ma) biter bitmez de kendi toplumlarının şe takdim olunurken, " N e yani, bu da mı
yanma uyarıcılar olarak dönmüşlerdi. 38
gerçek değil?" (denileceği) gün, onlar şöy­
30 Onlar "Ey kavmimiz!" dediler, "Biz le cevap verecekler: "Rabbimize andol-
Musa'dan sonra indirilen ve kendisinden sun ki (bu hakikatin ta kendisidir)!"
önceki vahyi tasdik eden bir ilâhi mesaj (Allah) buyuracak: "Haydi, hakikati in­
dinledik: o vahiy (kendisine uyanı) haki­ kârınıza karşılık tadın malum azabı!"
kate ve dosdoğru bir yola yöneltiyor. 31
Ey kavmimiz! Allah'ın davetine icabet 35 BUNDAN böyle (ey muhatap), elçiler­
edin ve O'na iman edin (ki), günahlarını­ den kararlılık ve direnç sahibi olanların
zın üzerini çizip sizi bağışlasın ve sizi yaptığı gibi sen de dirençle göğüs ger!
elim bir azaptan korusun! 32 Ama kim Acele ile onların işinin bitirilmesini iste­
Allah'ın davetine icabet etmezse, asla me! (Nasıl olsa) onlar vaad edilen o günü

36 Casiye (45) sûresinin 7. âyetindeki ettik e cinleri olduğu ifade edilir. Bu âyetler, insan ve
düştüğümüz nota bkz. cinlere kendilerinden elçi gönderildiğini ifade
37 Krş. 18. âyet. Karşıtı olan ins'le birlikte gel­ eden En'âm 130 ve ilk inkarcı muhatapların
mediği bu gibi yerlerde "uzak, tanınıp bilinme­ cin tasavvurunu aktaran Sebe' 41 ışığında an­
yen varlıklar" anlamına gelir. Cin hakkında laşılmalıdır (Sebe': 41'in 59 nolu notuna bkz).
bkz. 56/A'râf: 179, not 144; nüzul ortamının cin Cin sûresinde daha ayrıntılı yer alan bu sıra
tasavvuru hakkında bkz. 76/Sebe': 12, not 19. dışı olay, bir teselli armağanı olarak görülme­
lidir. Mesajı açıktır: Eğer sana inen vahyi ya­
38 Olay kaynaklarda çok farklı ve yer yer çe­
kınların dinlemezse, Rabbin onu dinleyecek
lişkili rivayetlerle yer almıştır. Kimi kaynak­
birilerini ta uzaklardan da olsa bulup sana
lara göre, Rasulullah'ın Taif dönüşü Nahle va­
yönlendirir.
disinde, gecenin bir vaktinde namazda Kur'an
okurken gerçekleşmiştir (İbn Kesir). Bazı riva­ 39 Yani 17. âyetteki yeniden dirilişe inanma­
yetlerde Rasulullah'ın bu "görünmez" veya yanlar. Böylece konu 20. âyetten sonra ara ve­
"uzak" varlıkların oradaki varlığından vahiy rilen asli mecrasına yeniden döndü.
gelinceye kadar haberdar olmadığı, onları gör­ 40 Zımnen: Bu nasıl bir çelişkidir ki, bir yan­
mediği kaydedilir (Buhârî ve Tirmizî). Aynı dan Allah'ın yaratıcı olduğuna inanacaksın,
kaynaklarda bunların Yahudi dinine mensup öte yandan O'nun yarattıklarının hayatına
Yemen taraflarında bir şehir olan Nasîbeyn müdahil olma hakkını reddedeceksiniz?
Nûzûl: 86 Mushaf: 46 . ^ .
f t 86/AHKÂF SÛRESİ 641

görünce, kendilerini gündüzün tek bir Duyurumuz işte budur: Şu halde, hiç so­
saati dışında sanki dünyada hiç yaşama­ rumsuzca davranan bir toplumdan başka­
mış (sayacaklar). 41
sı helak edilir m i ? 4 2

41 Hayatı ulvi anlam ve amacından soyutla­ si arasındaki farktır bu! (Krş: 12/Kadr: 3, not 7,
yanlar, ömürlerini kendi elleriyle kısalttıkla­ ayrıca bkz. 80/Mü'minûn: 113; 86/Ahkâf: 35;
rını ancak âhirette fark edecekler. Bu, işte 48/Nâzi'ât: 46).
böylesine kısa ve bereketi kaçmış bir ömür­ 42 Fâsikûria verdiğimiz bu anlam için bkz.
dür. Hayatı Allahlı ve anlamlı yaşamakla ter- 114/Tevbe: 24, not 28.
ZÂRÎYÂT SÛRESI
Nüzul: 87
Mushaf: 51

A d ı n ı ilk âyetindeki zâriyât sıfatından alır. Kelime bu formla Kur'an'da


sadece burada yer alır. Tirmizî Cami'inde Zâriyât olarak, Buhârî ise
ve'z-zâriyât olarak anar.

Sûre Mekke'de inmiştir. T ü m tertiplerde hâ-mîm serisinin sonuncusu olan


Ahkaf'ın peşinden geldiğine göre, sûreyi Hicret'in h e m e n öncesine, 12. yıla
yerleştirebiliriz.

Sûrenin ana fikri, insanın ve onu kuşatan tabiat ve eko sistemin anlam ve
a m a ç t a n yoksun olmadığı gerçeğidir. Bu ana fikir, sûrenin giriş kısmında (1¬
4, 7, 20-22) ve hassaten 56 ve 57. âyetlerinde açıkça kendini gösterir. Bu ana
fikrin de eksenini yeniden diriliş ve ilâhi yargı oluşturur (5-6, 8-14). Yeni­
den dirilişin gerçekliği çarpıcı bir örnekle vurgulanır: " k o n u ş m a yeteneği­
ne sahip olmanız kadar gerçektir" (23).

Her peygamber gibi Allah Rasulü de insanları ahirete imana çağırmıştır. Bu


çağrının sahibine yönelik itirazlara cevabı vahiy vermiştir. Sûre, bu hakika­
ti geçmişte inkâr eden toplumların helakini gündeme taşınır. Lût Kav-
mi'nin helaki bağlamında ele alınan Hz. İbrahim'in kıssası ve Firavun or­
dusunun helaki bağlamında ele alınan M u s a kıssası bu cümledendir. Yine
'Âd, Semud ve N û h kavimleri söz konusu helak bağlamında aktarılır.

Kendi gerçeğinden k a ç m a y a çalışan herkese gösterilen tek açık adres vardır:


"Allah'a k a ç ı n ı z ! " (50) İnsanoğlu bu kaçınılmaz kaçışı bir sığınışa çevirmek
istiyorsa, yalnız O'na kul olmalı ve kulluğu bütün bir hayatın ekseni bil­
melidir: "Ben cinleri ve insanları, yalnızca Bana kulluk etsinler diye yarat­
t ı m " (56). Yani görünür görünmez hiçbir iradeli varlık, bir anlam ve amaç­
tan yoksun yaratılmamıştır. Dışımızdaki dünyanın yaratılış amacını işle­
yen sûrenin sonu girişle çarpıcı bir u y u m arzeder. ilk âyetlerdeki dramatik
üslûpsa, akıllara kazınmış bir belgesel tadındadır.

Sûrenin hayranlık verici belagatı, Kur'an'ın kitaplara sığmayacak hakikat­


leri satırlara nasıl sığdırdığının olağanüstü bir örneğini teşkil eder. T e k bir
pasajda bir çok unsuru bir arada görürüz: Tümdengelim, t ü m e v a r ı m ve kı­
yas; teklif, teşvik, tahrik, temsil, tehdit, tekdir, tebşir, takdir, taziz, telmih,
tasrih, tavzih, teşrih, tafsil, tamik, tevil ve tefsir yöntemlerinin hepsini kul­
lanır. Sadece ilk pasaj buna örnek olarak yeter.
RAHMAN RAHÎM ALLAHTN ADIYLA

1 İNDİĞİ yerden toz kaldırarak (hidayeti manii yollarla donatılmış (olarak görü­
gönüllere) saçan; 1
nen) gök: 8 Elbet siz, (inanç hususunda)
4

2 bir o kadar da ağır mı ağır bir (mana) yü­ gerçekten de farklı görüşlerdesiniz; 5
9
kü taşıyan; 2 savrulanlar, kendi aleyhine savrulurlar! 6

3 buna karşın, kolayca aktığı (kalpleri) 10 Kahrolsun keyfi yargılarını kesin ger­
fetheden,- çek gibi pazarlayanlar. 11 Onlar daldıkla­
7

rı gafletin derin karanlığmda kendi varlığı­


4 ve emr(-i ilâhiyi hayata) paylaştıran (va­
nı unutanlardır; 12 "Hesap Günü ne za-
8

hiy) şahit olsun! 3

manmış bakayım?" diye söylenenlerdir.


5 Hiç tartışmasız, size vaad edilmiş olan
13 Onlar o gün ateşte azap görecekler,- 9

elbet doğrudur; 6 ve Hesap (Günü) mutla­


14 (ve) onlara "Azabınızı tadın!" denile­
ka gelecektir.
cek; "İşte bu, sizin acele gelmesini istedi­
ğiniz şeydir!"
7 ŞAHİT OLSUN hareketli ve çok kat-

1 Zâriyât-, "toplu bir şeyi yere düşmesi için ha­ aşan "emir âlemi" kastediliyorsa, vahyin kay­
vaya atmak" anlamındaki ze/Vden. Bu ve mü­ nağını, "yönetim, iş" kastediliyorsa vahyin he­
teakip üç âyetteki sıfatların nitelediği isim ve­ defi olan "hayatın farklı alanlarını" ifade eder.
ya isimler belirtilmemiştir. Âyetlerin birbiri­ Her iki halde de vahiy "taksim edilmiş "tir.
ne fâ ile bağlanması, nitelenen isimlerin ma­ Emr'in eşyadaki nedensellik yasasma tekabül
hiyetinin aynı olduğunu gösterir. Hz. Ali'ye eden kullanımı için bkz. 81/Fussilet: 12, not 19.
atfedilen zâriyât sıfatının "rüzgar"ı nitelediği 4 İnsanların yol gibi tasavvur ettiği yıldız ve
yorumu sonrakiler tarafından da kabul gör­ gökadaların oluşturduğu görüntü [Müfredat).
müştür. Nitelenen ismin "melekler" veya "si­
5 Zımnen: Eğer Allah'ın yol göstermesi olma­
lahlar" olduğu yorumu da yapılmıştır (Krş: El-
saydı, insan sayısınca din olması mukadderdi.
malılı). Bizce hepsi de mevsufsuz sıfatlarla
Özellikle de ahiret inancı konusunda, reen-
başlayan Saffat, Murselat, Adiyat ve Nazi'at
karnasyon, ruh göçü, inkâr, yarı inkâr vs. gibi.
sûreleri gibi bu sûrenin girişi de vahiyle ilişki­
lidir. "Yere saçılan" [zerv] vahiydir. 2. âyette­ 6 Veya: "istikametten sapan yalana sürükle­
ki "ağır yük" âyetlerin taşıdığı "mana"dır. 3. nir". Zımnen: Ahiretin varlığı, mantıken zo­
âyet vahyin ağırlığına rağmen yürekleri kolay­ runlu bir sonuçtur,- çünkü hayatın amaçlılığı
ca teslim almasına delalet eder. Yeminin ce­ ve anlamlılığı böyle bir sonucu gerekli kılar.
vabı olan 5 ve 6. âyetlerde konu Hesap Gü- Her savrulmanın nasılsa bir mazereti vardır.
nü'ne getirilip bağlanmaktadır. Rüzgar ile He­ Fakat bunların hiçbiri savrulmayı mazur kıl­
sap Günü arasında doğrudan bir bağlantı yok­ maz. Burada dile gelen savrulmanın temel se­
tur. Oysa ki âyetler birbirine iâ ile bağlandığı bebi, akidedeki köksüzlüktür.
için pasajın konusu tek olmak durumundadır. 7 Yani: "spekülasyoncular". Zımnen: Keyfi
İşbu sebeple, ilk dört âyetteki sıfatların vahyi yargılarını vahyin yerine koyanlar.
nitelediği kanaatindeyiz. 8 Ğamratun, aşktan, sarhoşluktan ya da derin
2 Vahiy, Kur'an tarafından "ağır söz" (3/Müz- gafletten dolayı akleden kalbin daldığı iflah ol­
zemmil: 5) olarak nitelendirilmiştir. maz dalgınlık halidir.
3 Bu sûredeki emr ile Kadr süresindeki emr ara­ 9 Veya: "Onlar o gün ateşte saflaştmlacaklar"; ya
smda bir ilişki vardır. Bu emr ile insan idrakini da "terbiye edilecekler"; yahut "sınanacaklar"
15 Ne var ki sorumlu davrananlar, akıl 10 20 YERYÜZÜNDE, gönülden inanmış
sır ermez cennetlerde ve pınar başlarında olanların (şahit olduğu) ilâhi işaretler var­
bulunacaklar,- 16 Rablerinin kendileri dır; 21 tıpkı sizin kendi varlığınızda oldu­
için takdir ettiğini (derin bir şükranla) ğu (gibi): 15
bunları görmüyor musunuz?
alarak; 11
çünkü onlar, zaten daha önce de 22 Gökyüzünde ise (maddî manevî) rızkı­
iyilerdendi: 17 gecenin az bir kısmında nızın ve size vaad edilen şeylerin (kayna­
uyurlardı, 12
18 ve seher vakitlerinde ta ğı) vardır: 16
23 Göğün ve yerin Rabbine
yürekten Allah'a yalvarırlardı, 13
19 ser­ andolsun ki, bu (yeniden diriliş) en az(ın-
vetlerinde, isteyebilen ve isteyemeyen dan) sizin konuşma yeteneğiniz kadar
muhtaçların da bir payı vardı. 14 gerçektir. 17

(Tercihimiz için bkz. 108/Mâide: 41, not 43). Vaad hem tehdit hem ödüle delalet eder. Mad­
10 Muttaki, aklı en gelişmiş kimsedir. Çünkü dî rızkınız sudan, manevî rızkınız vahiyden.
takva, dikkatin sürekli Allah üzerinde yoğun­ Bu bağlamda tehdide delalet ettiğini, 24-46
laşma halidir. Kişinin aklının ölçüsü, dikkati­ arasındaki helak kıssalarından yola çıkarak
nin süresiyle orantılıdır. Takvâ'nm birine söyleyebiliriz.
isim olması, onun dikkatini bir ömür aşkın 17 20. âyetteki "yeryüzü" 22. âyetteki "gök­
varlık olan Allah'ta yoğunlaştırmasıdır. yüzü" ile birlikte bir karşıtlık oluşturur. 23.
11 Yani: "Rablerinden razı olarak". Krş. "Rab- âyetle birlikte bu karşıtlıktan yola çıkarak,
bine, O'ndan razı olmuş ve O'nu razı etmiş muhatabın, dünya-ahiret çiftine zihni intikali
olarak dön!" (11/Fecr: 28) istenmektedir. Konuşma yeteneği ile yeniden
diriliş arasında benzerlik kurulması, zımnen,
12 Veya iki ayrı cümle ve mâ'nın olumsuzluk
"ahiretin gerçekliğini adınız gibi biliniz" mâ­
manasıyla: "çok azınlıktılar, gece uykusundan
nasına gelir. Bu benzetmenin iki unsuru (ahi­
geçmişlerdi". Zımnen: Uykunun denetimine
ret ve konuşma yetisi) arasında farklı benzer­
girmek yerine, uykuyu denetim altına alırlardı.
likler de kurulabilir: Nasıl ki, konuşma dü­
13 Eshâr, (t. sehar, sehr, suhr) şafakla gündo- şünme sürecinin kaçınılmaz sonucuysa, ahi­
ğumu arasındaki vakit. Sehar ve suhr, lubb'e ret de yaşama sürecinin doğal sonucudur. Na­
yakın anlamda "kalp" ya da "kalbin özü, içi" sıl ki, kişisel düşüncelerimiz ve yargılarımız
anlamına gelir [Lisân). Kelimenin sihr ile aynı ifade kalıplarına dökülünce gerçek değerimizi
kökten gelmesi tesadüf değil. Çünkü seher ele veriyorsa,- yaşama süreçlerinin son aşama­
vakti, uykunun insanı teslim aldığı, en çok sı olan ahiret de, her birimizin gerçek değerini
büyülediği vakittir. Uykunun büyüsünü bo­ ortaya koyacaktır. Konuşma nasıl düşünme­
zanlar müjdelenmektedir. nin ahiriyse, yeniden diriliş de yaşamanın ahi­
14 İnsan olması şart değil; ihtiyacını dile geti­ ridir. Nasıl ki, nesnelerin zihindeki tasavvur­
remeyen bütün canlıları kapsar (Râzî). larının aslı o nesnelerin fiziki varlıklarıysa, bu
15 Yeryüzü kitap, insan kitaptır. Şu halde fiziki varlıkların aslı da öte âlemdeki hakikat­
Kur'an, fiili vahiy olan insana inmiş sözlü va­ lerdir. Pasajın başından itibaren alınırsa: Yer
hiydir. nasıl göksüz düşünülemezse, dünya da ahiret-
siz düşünülemez. Yer içkin olanı gök aşkın
16 Yani: "Rızık veya belanız", ya da "saadet
olanı, yer maddî olanı gök manevî olanı tem­
veya felaket haberleriniz gökten geliyor". Son­
sil eder. İnen yağmur nasıl bu hayat için kaçı-
daki "size vaad edilen şeyler" ile, ahiret ve da­
nılmazsa, inen vahiy de öbür hayat için kaçı­
ha özelde cennet ve cehennem anlaşılmıştır.
nılmaz.
24 İBRAHİM'İN, ilâhi ikrama mazhar ol­ 32 Onlar "Biz" dediler, "günaha gömülüp
muş konukları hakkındaki kıssa sana gitmiş bir topluma gönderildik ki, 33 on­
ulaştı mı? ların üzerine (gökten) taşlaşmış balçık 24

25 Hani, (elçiler) İbrahim'in huzuruna yağdıralım; 34 kendini harcayanlara, se­

girmişler ve "(Sana) selam o l s u n ! " 18


de­ nin Rabbinin katında hedefi belirlen­
miş 2 5
(taşlar).
mişlerdi de, o da, "(Size de) selam olsun!"
demiş ve (içinden) "Bunlar tanımadık 35 Derken mü'minlerden orada bulunan­
kimseler" diye geçirmişti 19 ları çıkardık; 36 zaten orada bir hane dı­
şında hiçbir müslüman bulamadık. 26

26 Sonra, usulca ailesine yönelerek (kı­


zartılmış) semiz bir buzağı getirmiş, 27 37 Ve elem verici azaptan korkacak olan
derhal önlerine sunarak "Buyurmaz mı­
20 kimseler için orada bir işaret, bir mesaj
sınız?" demişti. bıraktık.

28 Derken, onlardan yana içini bir korku 38 Aynı (mesaj) Musa kıssasında da var:
ve endişe kapladı. "Endişeye mahal yok!" Hani Biz onu açık ara muktedir kılan bir

dediler ve ona sıra dışı bir bilgi i l e 21


dona­ güçle Firavun'a göndermiştik. 27
39 Fakat

tılmış bir oğlan çocuğu müjdelediler. o iktidarına güvenerek (Musa'ya) karşı


çıkmış, üstelik "O, ya bir büyücü ya da
29 Bunun üzerine karısı ileri atıldı ve yü­
bir delidir" demişti. 40 Derken, Biz de
züne vurarak "Kısır bir kocakarıdan
onu ve ordusunu enseledik, hepsini deni­
ha!" 2 2
diye feryadı bastı.
ze döktük: o hâlâ kendi kendisini kınaya-
30 "Öyle!.." dediler, "Rabbin buyurdu: dursun. 28

şüphesiz O var ya, hikmet sahibi, her şe­


41 Aynı (mesaj) 'Âd kıssasında da var:
yi bilen O işte!
Hani onlara da köklerini kurutan bir fır­
31 (İbrahim): "Peki ey Elçiler!" dedi, tına göndermiştik. 42 (Bu fırtına) geçtiği
"Nedir bu olağandışı ziyaretinizin (ger­
23
yerde hiçbir şey bırakmadı, hepsini kül
çek) sebebi?" edip göğe savurdu.

18 Krş. 72/Hicr: 52, not 37 ve 70/Hûd: 69, not 83. 26 Nasıl ki Hucurât sûresinin 14. âyeti îman
19 Bkz. 70/Hûd: 69. ile islâm kelimelerinin lugavî olarak eşanlam­
lı olmayacağının belgesi ise, Zâriyat sûresinin
20 İkramda sürat, cömertliğin kemalindendir.
35 ve 36. âyetleri de bu iki kelimenin birbirin­
21 Yani: "Peygamberlikbilgisiyle.." [İlm'in ta­ den tamamen kopuk olamayacağının belgesi­
nımı için bkz. 79/Enbiya: 74, not 75'in devamı). dir, îman-islâm, mü'min-müslim arasındaki
22 Daha ayrıntılı bir ifade için bkz. 70/Hûd: ilişki biri olmadan diğeri tamamlanmış sayıl­
71-72. mayan mülazemet ilişkisi olsa gerektir.
23 Hatb'm "büyük, önemli, esrarengiz" gibi 27 Sultân için bkz. 68/İsra: 65, not 88.
yan anlamlarına dayanarak. 28 Veya: "Kınanacak işler yapan biriydi". Ter­
24 Krş. 70/Hûd: 82, not 98. cihimiz Firavun'un boğulurken sergilediği
25 Yani: "Hedefe kilitlenmiş, güdümlü, adre­ tavra dayanmaktadır (Bkz: 69/Yûnus: 90). Mu-
se teslim taşlar" (Krş: 70/Hûd: 83). Bu taşlar, lîm, melûm'dzn farklı olarak, "kendisini kim­
bölgede bolca bulunan ve bir bomba gibi ya­ se kınamasa da, kınanmayı hak eden" vurgu­
nan sülfür taşları olmalıdır. Allahu a'lem. su taşır (Taberî).
646 _^_ ; | ^ 87/ZÂRlYÂT SÛRESİ < ^ ^ 4 , Nûzûl: 87 Mushaf: 51

43 Aynı (mesaj) Semud kıssasında da var: 49 Her şeyi çift-zıt k u t u p l u yarattık ki,
34

Hani onlara da "Bir süreliğine siz de safa öğüt ve ibret alabilesiniz. 35

sürün bakalım!" denilmişti. 44 Nitekim 50 Şu halde (de ki): "Allah'a kaçınız! Şüp­
onlar Rablerinin emrine karşı gelmişler­ he yok ki ben O'nun katından size gönde­
di: Ve onlar bön bön bakarken, bir (bela) rilmiş apaçık bir uyarıcıyım. 51 Allah'la
yıldırımı kendilerini enseleyiverdi; 45 ne beraber, başka hiçbir şeye ilâhlık yakış­
yerlerinden doğrulmaya, ne de kendileri­ tırmayınız! Elbette ben O'nun katından
ni savunmaya mecal bulabildiler. size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.
46 Daha önce de Nûh kavmi (helak ol­ 52 İşte böyle! Onlardan öncekiler, kendi­
muştu): Çünkü onlar da yoldan çıkmış lerine gelen her peygambere mutlaka "si­
bir kavimdiler. 29
hirbaz" ya da " m e c n u n " 36
dediler,- 53
yoksa onlar bunu birbirlerine mi bulaştır­
47 B Ü T Ü N bir g ö ğ ü 30
kendi güç ve kud­ dılar? Ama hayır, belli ki onlar (da bunlar
retimizle 31
Biz inşa ettik ve onu sürekli da bizzat kendileri) Allah'a başkaldırmış
genişleten de Biziz. 48 Yeri de Biz yayıp
32
azgın bir topluluktular. 37

döşedik: Biz, ne muhteşem döşeyiciyiz. » 33

29 Lût kavmi pişirilmiş toprak ile, Nûh kavmi cek ve onun yaratıcılığı sonsuzca sürecektir.
ve Firavun su ile, 'Âd kavmi rüzgar-hava ile, Se­ 34 Zevceyn: 1) Zıtlara, 2) çiftlere-eşlere, 3) çe­
mud kavmi ateş ile helak edilmiştir. Toprak, şitliliğe delalet eder. Zımnen: "Allah dışında­
su, hava ve ateş kadim hikmette maddî varlığın ki her şey". Bkz. "Hiçbir şey O'na benzemez"
dört ana unsuru kabul edilir. Allah zulmü, her (82/Şûrâ: 11).
zaman görüp de mucize oluşunu fark etmediği­
35 Zımnen: "Düşünme faaliyeti mümkün ola­
miz bu unsurlarla ortadan kaldırdı.
bilsin diye". Tıpkı dış dünyamız gibi iç dünya­
30 Bu bağlamda "gök" bütün uzayı ifade eder. mız da çift-zıt kutupluluğa tabidir. Âfâk (dış
31 "El" anlamına gelen yed'in çoğulu olabilir­ dünyamızın uçsuz bucaksız ufukları) ve enfus
se de dâvûde ze'l-eyd'de (55/Sâd: 17) olduğu gi­ (iç dünyamızın karanlık dehlizleri) karşıtlığı
bi te'yid'in aslı olan "güç-kuvvet" anlamına da buna dahildir (81/Fussilet: 53). İnsan tasav­
da gelir. Aslında birbiriyle ilgilidir. Te'yid: el vuruna daha baştan bu çift-zıt kutupluluk yer­
vermek, el atmak, yani desteklemek, elini leştirilmiştir. Eşya idrak alanımıza bu sayede
güçlendirmek anlamına gelir. girer ve mahiyeti bu sayede kavranır. İlâhî var­
32 Veya: "Buna güç yetiren de Biziz". Modern lık bu kuralın dışında olduğu için, hiçbir zihin
kozmolojinin "genişleyen evren" modelini teyit onu mahiyet olarak kavrayamaz. Allah çift-zıt
eden bir âyet. Tabiinden İbn Zeyd, müfessirler- kutuplardan oluşmuş bütün bir mahlukatm
den Râzî ve İbn Kesir âyeti böyle anlamışlardır ötesinde tek aşkın hakikattir. Zâtının yaratıl­
(Taberî). Bu genişlemenin bir noktada büzüşme mış şuurlu varlıklar tarafından idrak edilme­
ve dürülmeye döneceği ile ilgili bkz. 79/Enbiya: yişinin sebeplerinden biri de budur.
104. (Aynca ilk patlama için bkz. 79/Enbiya: 30 36 Mecnun: "Deli" veya "cinlerin etkisi altma
ve ilk yoğunlaşma için bkz. 81/Fussilet: 11.) girmiş kişi". Cahiliyye insanı cinlerin inşam
33 Veya: "Daha da güzelini döşeriz". Şimdi delirtecek güce sahip olduğunu düşünürlerdi.
veya gelecekte daha güzel dünyalar var etme 37 Muhtemelen birbirlerinden haberdar değil­
îmâsı olarak da okunabilir. Yani, Âlemlerin diler. Fakat aynı tasavvurdan yola çıkarak
Rabbi olan Allah âlemler var etmeyi sürdüre­ benzer açılardan bakmaları, onların "akılları-
54 Artık onları kendi hallerine bırak, (sen tün rızıkları veren mutlak ve sınırsız güç
kendi işine b a k ) ; 38
böyle yaptığın takdir­ ve kudret sahibi O'dur. 40

de kınanacak değilsin. 55 Ama uyarmayı 59 Bakın, elbette kendilerine kıyanların


sürdür; en azından bu uyarının mü'min­ payına düşen, (seleflerinin) payına düşe­
lere yararı olur! nin aynısı olacaktır: 41
şu halde, (bu payı)
56 Ben görünür-görünmez, bilinir-bilin- acele istemelerine gerek yoktur.
mez tüm iradeli varlıkları sadece Bana 60 İmdi, inkârda direnenlerin tehdit edil­
kulluk etsinler diye y a r a t t ı m . 57 Onlar­
39
dikleri o gün başlarına geleceklerden do­
dan ne bir rızık bekliyorum ne de beni layı vay haline!
beslemelerini: 58 çünkü Allah, evet, bü­

nı da birbirine benzetti" (94/Bakara: 118) ve sanın iradesine bırakılması için bkz. 62/Kehf:
benzer sonuçlara ulaştılar. Tutum ve tepkileri 29; 3/Müzzemmil: 19; 69/Yûnus: 99). Cinlerin
öylesine tıpatıp örtüşüyor ki, dışarıdan bakan anılmasının nedeni ilk muhatapların "cinler
anlaştılar sanır. Bütün zamanlara mesaj: Bu Allah'a bile boyun eğmez" şeklindeki tasav­
kıssalarda anlatılan tipler sizin de karşınıza vurlarını red içindir. Onlar putlarını melek ve
dikileceklerdir. cinlerin suretleri sayıyorlardı. Vahyin insana
38 Zımnen: Gündemini düşmanın belirlemesin, değil de meleğe inmesini istiyorlardı. Allah
kendi gündemini takip et! Çevirimizin gerekçe­ cinlerin de insanlar gibi mükellef olduğunu
si bir somaki âyettir (Krş: 26/Necm: 29, not 21). beyan ile bu tasavvuru reddetti.

39 Çevirimiz için bkz. 73/En'âm: 112, not 94 40 Bu âyetler şu muhtemel sorunun cevabıdır:
(Krş: Zemahşerî). Sadece cinler ve insanlar de­ Peki, bu kulluktan kimin çıkarı vardır? Ceva­
ğil, bütün varlıklar O'na boyun eğmişlerdir bı açık: sadece insanın (Bkz: 42/Fâtır: 15).
(Krş: 81/Fussilet: 11 ve 41/Rahmân: 6). Fakat 41 Zenûb, sakaların su dağıttığı kaba denir. Bu
insan "sınava" tabidir (60/Mülk: 2). İradesiz kabın içini neyle dolduracağı insanın tercihi­
varlıkların kulluğu ityan ve secde ile ifade edi­ ne kalmış: Kevser ya da zakkum. Birini içenin
lirken, insanınki ubudiyet ile ifade edilmiştir. içi ferahlar, diğerini içenin hayatı yanar.
Çünkü bu sonuncusu bilinç ister (İmanın in­
RÛM SÛRESI
Nüzul: 88
Mushaf: 30

A d ı n ı , Bizans-Pers savaşlarının akıbetine dair mucizevi bir haberin yer


aldığı ilk âyetinden alır. İbn Abbas'tan nakledilen bir rivayete göre sû­
re, daha Hz. Peygamber döneminde Rûm adıyla şöhret bulmuştur (Tirmizî).

Sûre Mekke'de inmiştir. Konusu ve üslubu bunu teyit eder. T ü m ilk tertip­
lerde İnşikâk sûresinin ardına yerleştirilir. Bazergan 1-26 arasını vahyin 6.
yılına yerleştirir. 17-18. âyetler ve Hz. Ebubekir'in Mekkelilerle iddialaşma
rivayeti (Tirmizî) bu yaklaşımı destekler. Tertibimizde İnşikak peygamber­
liğin 8. yılına tekabül ettiğine göre, bu sûre de o tarihte inmiş olmalıdır.

Sûre indiği zamanın iki süper gücünün küresel güç savaşının nasıl sonuçla­
nacağına dair gaybi bir ihbarla başlar. Bu güçler, başında Heraklius'un bu­
lunduğu Bizans ve I. Hüsrev'in bulunduğu Pers devletleridir. Bir asırdan be­
ri birbirlerinin nüfuz alanına göz diken iki güç bir türlü birbirlerine kesin
üstünlük sağlayamazlar. T a m bu sırada Persler Bizans'taki iç kargaşadan is­
tifadeyle büyük bir saldırı başlatır. 6 1 3 ' t e Suriye (Şam), 6 1 4 ' t e Filistin (Ku­
düs), 6 1 5 - 1 6 ' d a Mısır düşer. Anadolu baştan başa geçilir ve İstanbul kuşatı­
lır. Bizans yıkılma tehlikesi geçirecek kadar sarsılır. H a t t a İmparator İstan­
bul'dan Kartaca'ya kaçmayı düşünür. Bu şartlar altında Bizans'ı küçük dü­
şüren bir anlaşma imzalanır. Hüsrev imparatoru istiskal e t m e k için onun
ateşe secde etmesini isteyecek kadar ileri gider. Bütün bu haberler Mek­
ke'ye geldiğinde müşrikler sevinir mü'minler üzülür. Sûrenin girişini ilgi­
lendiren tarihsel ortam işte budur.

R u m sûresi, medeniyetlerin kıyametine atıfla başlar, kozmik kıyamet ha­


beriyle son bulur. Muhatabın en aşağı ve en yakın geçici varlık dünyasının
aldatıcı dış görünüşüne ayarlı bakışlarını, kalıcı olana çevirir (7). Sûrenin
ana teması, yaratılmışlar âleminin tabi olduğu "oluş ve bozuluş" yasasıdır
(19, 25). İnsanların oluşturduğu medeniyetler de, tıpkı tabiat gibi bu yasaya
bağlı olarak yaşarlar ve ölürler (40-50).

Bütün bu oluş ve bozuluş âleminde, insanın ayrıcalıklı bir yeri vardır. Bu


yer, Allah tarafından insan benliğine nakşedilmiş olan "fıtrat" sayesinde
kazanılmıştır. Bunun bozulmadan korunması, vahyin inşa edeceği bir üst
yapıya bağlıdır: "varlığını, her tür sapmadan uzaklaşarak tümüyle doğru ve
asıl dine, Allah'ın insanlığın özüne yaratılıştan nakşettiği fıtrata çevir; (ta
ki) Allah'ın yarattığında olumsuz bir değişme olmasın: işte doğru dinjin
amacı) budur ve fakat insanların çoğu bilmezler" (30). Sûre inkarcıların tah­
riklerine örnek verir (58) ve ilk muhatabından bu tahriklere kapılarak tep­
kisel hareket etmemesini ister (60).
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA
1 Elif-Lâm-Mîm\ O dilediğine yardım eder: zira O her işin­
de mükemmel olan, sonsuz merhamet
2 RUMLAR yenilgiye uğradılar, 3 (üste­1
sahibidir.
lik) en yakın yerde,- ama onlar, bu yenil­
2
6 (Bu) Allah'ın kesin vaadidir. Allah vaa­
6

gilerinin ardından yeniden galip gelecek­ dinden dönmez; ne var ki insanların çoğu
ler,- 4 (hem de) bir kaç yıl içerisinde -(ta­
3
(bunu) bilmezler: 7 onlar sadece bu dün­
bi ki) mutlak karar, önünde sonunda Al­ ya hayatının görünür yüzünü tanırlar,
7

lah'a aittir-: (Şimdi müşriklerin sevindiği ama onlar (görünmeyen) öteki hayattan
gibi) o gün de mü'minler sevinecekler; 5 4
gafildirler. 8

Allah'ın yardımı sayesinde... 5

8 Şimdi onlar kendi iç dünyalarında hiç

1 Şaz bir kıraatta bu ve müteakip âyetteki âyetlerin inişinin üzerinden 9 yıl geçmişti ki,
edilgen ve etken çatı tersine döndürülerek ğa- Pers karşısında tarih sahnesinden silinmekle
lebeti'r-rûm... seyuğlebûn (Rumlar galip gel­ yüz yüze gelen (girişe bkz.) Bizans hiç beklen­
diler... bu galibiyetlerinin ardından yenilecek­ medik bir biçimde yeniden toparlandı ve kar­
ler) şeklinde okunmuştur. İtibar görmeyen bu şı saldırıya geçti. İmparator Heraklius liderli­
okuyuş, Bizans-Müslüman çatışması özelinde ğinde yapılan bu karşı hücum sonucunda Bi­
açıklanmıştır (Ebüssuud; krş. Zemahşerî). Bu­ zans ordusu 624'te Zerdüşt'ün doğduğu yere
na göre Bizans, Müslümanları yenilgiye uğrat­ (Azerbaycan) girerek tüm Zerdüştilerin mer­
tığı Mute'den bir kaç yıl sonra ilk kez Yermuk kezi ateş tapınağını yerle bir etti. Bizans'ın bu
yenilgisini tatmıştır. Daha sonra da, İstan­ ilk büyük zaferi Bedir'le aynı aya denk gelmiş­
bul'un fethiyle tarih sahnesinden silinene dek ti (Ramazan/ Ocak). 627'de Ninova'da Pers or­
geri çekilişi sürecektir. Bu okuma tercih edil­ dusu ölümcül bir darbe aldı. 628'de Pers baş­
diğinde dahi, bu âyetlerin gayba ilişkin muci­ kenti düştü. I. Hüsrev bir iç darbeyle devrildi
zevi haber değerinden hiçbir şey eksilmez. Ne ve 18 oğlu öldürüldü. Kendisi hapiste öldü. O
var ki bu tür bir okuma, metnin iç ve dış bağ­ dönemde Hıristiyanlar akidevi mânada "ka­
lamıyla uyuşmaz. Tercihimiz, ortak kabul fir" sayılmıyorlardı. Zira henüz kendilerine
görmüş tek okumadır (Taberî). ulaşan bir davet yoktu ve dolayısıyla onlar da
2 Yani: "Bizans'ın merkezinde". Persler, Bi­ inkâr etmiş değillerdi.
zans'la aralarındaki kadim rekabette Bizans'ı 6 Mutlak ve yalın halde gelen tümleç, anlama
7. yüzyılın başlarında kendi toprakları olan "kesinlik" katmaktadır (İbn Aşur). Başta Gib-
Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır'da kesin ye­ bon olmak üzere tüm Bizans otoriteleri, Bi­
nilgiye uğratarak geri çekilmeye mecbur bı­ zans'ın bir daha belini doğrultacağına hiç kim­
raktılar (Meale Giriş'e bkz). senin ihtimal vermediğini söylerler.
3 Bid' 3 'ten çok 10'dan az olan rakamlar için 7 Veya: "hayatın en aşağı mertebesinin"
kullanılır. (Tamlamanın açılımı için bkz. 9/A'lâ: 16).
4 Vahiy, bozulmuş da olsa kitaplı bir dine 8 Krş. "Onların bilgi ufku bu (dünya) ile sınırlı­
mensup olan Hıristiyanlarla düalist bir şirke dır" (26/Necm: 30). Buradaki âhiret, hem bu
dayalı Zerdüştiler arasındaki savaşta, dünya hayatının iç yüzünü, hem de bu hayatın
mü'minlerin birincilerden yana duruşlarını arka yüzü olan öte dünyayı çağrıştırmaktadır.
onaylıyor. Zımnen: Hayatın iç yüzünü görmek için, insa :

5 Bu mucizevi ihbar aynen gerçekleşti. Bu nın iç gözünü kör etmemiş olması gereklidir.
muhasebe yapmazlar mı? Allah gökleri, 11 ALLAH insan neslini yoktan var etti­
yeri ve bu ikisi arasındakileri asla bir amaç ği gibi, 13
sonra bu (yaratışı) tekrarlaya­
ve anlamdan, dahası sınırlı bir ömürden
9
caktır: en sonunda hepiniz O'na döndü­
yoksun olarak yaratmamıştır. Ne var ki in­ rüleceksiniz.
sanlardan bir çoğu Rablerine kavuşacakla­ 12 Ve Son Saat'in gelip çattığı gün, suçlu­
rım inatla inkâr etmektedirler. 10
lar tüm umutlarını yitirecekler: 14
13 zira
9 Onlar yeryüzünde dolaşmıyorlar mı? ortak koştukları varlıkların hiç birinden
Artık kendilerinden öncekilerin nasıl bir bir şefaat göremeyecekler; oysa ki onlar
akıbete uğradıklarını görselerdi bari: On­ ortak koştukları varlıklar yüzünden kâfir
lar kendilerinden daha güçlüydü ve yer­ olmuşlardı. 15

yüzünde daha derin izler bırakmışlardı; 11


14 Ve Son Saat'in gelip çattığı gün, safla­
dahası onlar orayı, berikilerden çok daha rın ayrılacağı bir gün olacaktır: 15 Artık,
fazla mamur ve müreffeh hale getirmiş­ iman eden ve imana uygun iyi işler işle­
lerdi; üstelik, onlara da elçileri hakikatin yen kimseler tarifsiz bir mutluluk bahçe­
apaçık belgeleriyle gelmişti: neticede on­ sinde, ruha safa veren bir mûsikî ile mest
lara zulmeden Allah değildi, ama asıl on­ olacaklar,- 16
16 ama inkâr eden, âyetleri­
lar kendi kendilerine zulmettiler. 12
mizi ve âhiret buluşmasını yalanlayan
10 Nihayet böylelerinin akıbeti, Allah'ın kimselere gelince: işte böyleleri de aza­
âyetlerini yalanlamaları ve onları alaya bın içerisinde (yaptıklarıyla) yüzleşecek-
almaları nedeniyle beterin de beteri oldu. ler. 17

9 Bi'l-hakk, yaratılışın anlamlı ve amaçlılığını 44, not 33).


ifade eder (Bkz: 65/İbrahim: 19 ve 62/Kehf: 13, 15 Veya Ankebut 25 ışığında: "..onlar ortak
notlar 20 ve 15). Her şeyin bir amacı olsun da koştukları varlıkları reddeder hale gelecek­
insan gibi bir şaheserin amacı olmasın mı? ler".
10 Bir önceki cümle ve notuyla ilişkisi açıktır: 16 Veya: "sevince gark olacaklar". Ravda için
Âhireti inkâr, temelde insanın anlam ve ama­ bkz. 82/Şûrâ: 22. Burada ve 83/Zuhruf 70'te
cını inkâr demek olan nihilizmdir. Bu, insan geçen yuhberûn'un türetildiği el-hubûfun lü­
soyuna yapılabilecek en büyük kötülüktür. gat mânası "şiddetli sevinç" ya da "insana ne­
11 Benzer bir âyet için bkz. 78/Mü'min: 21. şe ve sevinç taşıyan şey"dir [Lisân ve Tâc). Ve-
ki' bu kelimeyi "cennet şarkıları dinlerler"
12 Emanete mutlak mülkiyet olarak baktılar
şeklinde açıklamıştır. Zemahşerî bunu tefsir
ve emanete ihanet ettiler. İhanet ettikleri
sadedinde, Hz. Peygamber'in cennette müzik
emanet sadece servet değildi, kendileri de bir
ve şarkı dinlemeye ilişkin bir soruya verdiği
emanetti: Şahit olmaya gelmişlerdi; sahip ol­
olumlu cevabı nakleder (Krş: Zeccâc). Cennet­
maya yeltenince servete ait oldular. Sonuçta
liklere koro halinde müzik dinletisi hakkında
ne sahip olabilirdiler, ne de şahit...
hadisler vardır (Tirmizî, Sıfatu'l-Cenne, 24).
13 Halk farklı bir bağlamda hem "yaratılış" Müzik hakkında lehte ve aleyhte tüm hadisle­
anlamına mastar, hem de "insan nesli, insan­ ri değerlendiren mütekamil bir risale için bkz.
lık" anlamına isim olarak kullanılır (Bkz: İbn Hazm, el-Ğınâu'1-Mulhî [Resâil içerisin­
65/İbrahim: 19, not 21). de, Beyrut, 1987).
14 İblis ile aynı kökten gelen yublisu, "lblisle- 17 Muhdarûn'u çevirimiz için bkz. 76/Sebe':
şecekler" çağrışımına sahiptir (Bkz: 73/En'âm: 38, not 53.
17 ŞU HALDE akşama ulaştığınızda ya gelişip kişilik kazandınız. 22

da sabah kalktığınızda, yüceler yücesi Al­ 21 Yine sizin için kendileriyle huzur bu­
lah'ı a n ı n ;
18
18 Göklerde ve yerde her tür laşınız diye kendi türünüzden eşler yarat­
sena ve övgüye lâyık tek varlık O olduğu­ ması, aranıza sevgi ve merhameti yerleş­
na göre, öğleyin ve akşama girerken de
tirmesi de O'nun mucizevi işaretlerinden
(O'nu anın). 19

biridir: Şüphesiz bütün bunlarda düşünen


19 O ölüden diriyi meydana getirir, diri­ bir topluluk için alınacak bir ders mutla­
den de ölüyü meydana getirir; 20
ve ölü ka vardır. 23

toprağa can verir: işte siz de böyle çıkarı­


22 Yine gökleri ve yeri yaratması, dilleri­
lacaksınız.
nizin ve renklerinizin farklılığı da O'nun
20 Sizi toprak türünden 21
yaratması, mucizevî işaretlerinden biridir: Şüphesiz
O'nun mucizevi işaretlerinden biridir,- bunda (farklılığın değerini) bilenler i ç i n 24

sonra siz (bir süreç içinde) beşer olarak

18 İbn Abbas'a atfedilen bir yoruma göre "ak­ lamı zaten vardır. Zımnen: En basit varlıktan
şam" ve "yatsı" birlikte kastedilmiştir (Tabe- bir şaheser çıkaran Allah böyle bir şeyi anlam­
rî). Teşbih, bilinen vakitlerle birlikte kullanıl­ sız ve amaçsız yapar mı? Toprağın bir amacı
dığında doğrudan namaza delalet eder. Aksi olsun da, insanın bir amacı olmasın mı?
halde bu emrin hayatta namaz dışında bir kar­ 23 Karşıt cinslerin yaratılış amacının çarpıcı
şılığı bulunmamaktadır. beyanı: Bedende başlayıp onu aşarak ruhu ku­
19 Lafzen: "akşama girerken ve öğleyin". Bu caklayan sevgi, bu sevginin sonucunda hayat
şekilde formüle edilme gerekçesi fasıladan tohumunun toprağını bularak mahlukat ağa­
kaynaklanmış olabilir. İbn Abbas'a göre 'aşiy- cının en soylu meyvesi olan insana dönüşme­
yen "ikindi namazına" işaret etmektedir (Ta- si. Bu sayede cinsellik süfli bir arzu olmaktan
berî). Tâhâ 130 ve Hûd 114, Allah Rasulü'nün çıkıp ulvi bir hizmet halini alır. Tıpkı kâinat
beyanî sünnetinin de delalet ettiği gibi yıllar nasıl cazibe ipliği sayesinde kaostan kurtulu-
öncesinden beş vakit namazı emretmişti (Adı yorsa, insan da meveddetten kaynaklanan bu
geçen âyetlerin ilgili notlarına bkz). Dilsel ola­ cezbe sayesinde soyu tükenerek yok olmaktan
rak 5 vakte delalet eden âyetlerden yıllar son­ kurtulur. Zevciyyet ve sükunetin halk fiili ile
ra gelen bu âyet gibi iki vakte ve Bakara 238 gelmesi, bunların mutlak Zartan mümkin za­
gibi tek vakte delalet eden âyetler, gündelik ta yansıyan zati bir tecelli olduğunu gösterir.
hayatın dağdağası içinde beş vakit arasından Sevgi ve merhametin ca'l fiili ile gelmesi ise
gevşeklik eğilimi gösterdikleri vakitler konu­ bu ikisinin kulun fiiline bağlı olduğunu göste­
sunda İslâm cemaatini uyarma amacı taşı­ rir [halk ye ca'l fiilleri arasındaki fark için bkz.
maktadır. 47/Nebe': 9, not 9). Dolayısıyla bu sonuncula­
20 Hz. Nuh'un oğlu Ken'an diriden çıkmış rın verilmesi için insani gayret şarttır. Meved-
ölüdür, Azer'in oğlu Hz. İbrahim ölüden çık­ det ve rahmet, kadın ve erkeği birlikte tutan
mış diridir. iki unsurdur. Sevgi tekamül ettirilmezse, cin­
sellik tükenince o da biter. Fakat rahmet cin­
21 Belirsiz formun "tür" vurgusuyla [İtkân II,
sellik bittikten sonra da sürer.
291).
22 Beşer'in lügat mânasına dair ayrıntılı not 24 Lafzen "âlimler için". Zımnen: Yaratılıştaki
için bkz. 72/Hicr: 28. întişâr'm içerisinde, farklılığın hikmetini fehmedenler âlim olabilir­
"aynı türe ait bireylerin kendilerini gerçekleş­ ler. Yaratılıştaki farklılıklar, ilâhî esmanın mah­
tirmesi, şahsiyet kazanarak farklılaşması" an- lukat üzerindeki tecellileridir. Bu farklılıkla-
mutlaka alınacak dersler vardır. 25 26 Göklerde ve yerde bulunan her varlık
23 Yine geceleyin ve gündüzün uyuyabil- O'na aittir; hepsi de O'na itirazsız boyun
meniz ve O'nun lutfundan (payınıza dü­ eğmişlerdir. 29

şeni) arayabilmeniz de O'nun mucizevi 27 Ve sadece O'dur her şeyi yoktan var
işaretlerinden biridir: 26
Şüphesiz bunda eden, sonra bu (yaratışı) tekrarlayacak
da (varlığın) sesine kulak veren herkesin olan: 30
Bu O'nuh için çok kolaydır,- zira
alacağı bir ders mutlaka vardır. 27
göklerde ve yerdeki en güzel örnekler 31

24 Sizlere korkuyla ümidi bir arada ya­ O'na aittir: mutlak üstünlük ve mutlak
şatmak için çakan şimşeği göstermesi de, hikmet sahibi de yalnızca O'dur.
gökten bir su indirip onunla ölü toprağa 28 O size kendinizden bir örnek verir:
hayat vermesi de O'nun mucizevi işaret­ Otoriteniz altında bulunan kimseleri, si­
lerinden biridir: Şüphesiz bunda da akle­ ze verdiğimiz servet üzerinde (söz sahibi)
den bir topluluk için alınacak bir ders ortaklar olarak görüp onlarla (otoritenizi)
mutlaka vardır. 28
eşit olarak paylaşır,- size denk (statüde)
25 Göğün ve yerin O'nun yasası sayesin­ olanlardan 32
çekindiğiniz gibi onlardan
de ayakta durması da O'nun mucizevi da çekinir misiniz? 33

âyetlerinden biridir. İşte Biz, akleden bir topluluğa âyetlerimi­


En sonunda O size yerden (kalkmanız zi böyle açıklarız.
için) bir kez seslenecek; bunun üzerine 29 Hayır, (kendilerine) zulmeden kimseler
siz de hemen ortaya çıkıvereceksiniz. bilgisiz ve bilinçsizce kendi arzu ve tutku­

n/ihtilafları, cahiller tefrikaya âlimler vahdete 29 Zımnen: Ya sen ey insan? Allah'a teslim
dönüştürürler. Bu farklılıklarm zenginlik oldu­ olmuş bu uçsuz bucaksız kâinat içinde O'na
ğunu fark edemeyenler, ihtilaflar üzerinden veri­ başkaldıran bir varlık olmak seni rahatsız et­
len âyet ve işaretleri okuyamamışlar demektir. miyor mu?
25 Bu âyet açıkça şunu söyler: Dillerin ve 30 Bu âyet, benzer bir mesajı taşıyan 11. âyet
renklerin farklılığı Allah'ın birer âyetidir. Do­ ve Yûnus: 34'ten daha kapsamlıdır. Halk için
layısıyla herhangi bir renge ve dile karşı kök­ bkz. 65/lbrahim: 19, not 21.
ten bir saldırı, Allah'ın bir âyetine saldırıyla eş 31 Veya: "Göklerde ve yerde en güzel özellik­
anlamlıdır. ler/nitelikler O'na mahsustur". Buradaki "ör­
26 Uyku nimetinin değerini bu nimetten nek" ile âyet 28'deki "örnek" arasında bir irti­
mahrum kalmayan asla takdir edemez. bat vardır. Burada kastedilen açıktır ki "yara­
27 Bütün bu âyetleri, ancak varlığın sesini işi­ tış örneği"dir.
tebilecek bir gönül kulağına sahip olanlar algı­ 32 Lafzen: "birbirinizden" (Bkz: Nûr: 12, not
lar. 16). Bu bağlamda toplumsal statü denkliğine
28 Kur'an'da nerede yağmurdan söz edilirse, vurgu yapılmaktadır.
orada zımnen vahiyden söz ediliyor demektir. 33 Zımnen: Siz size emanet edilen üzerindeki
Burada da öyle: Tıpkı çöle düşen yağmurun tasarruf hakkınızı başkalarıyla paylaşmaya
çölü göle çevirmesi gibi, çöle dönmüş gönülle­ dâhi yanaşmazken, Allah'ın mutlak otoritesi­
re düşen vahiy de orayı dirilterek eşkıyadan ni başkalarıyla paylaşmasını O'ndan nasıl
evliya çıkarır. Ebu Zer'in hayatı, bunun en beklersiniz? Ve Allah'a şirk koşmanın bu de­
çarpıcı örneğini oluşturur. meye geldiğini nasıl bilmezsiniz?
Nüzul: 88 Mushaf: 30 . ^ . . 88/RÛM SÛRESİ 653

larının peşine takılırlar. Artık Allah'ın (bu nakşettiği fıtrata çevir; 36


(ta ki) Allah'ın
şekilde) saptırdıklarını kim doğru yola yö­ yarattığında olumsuz bir değişme olma­
neltebilir ki? Üstelik onlar, herhangi bir sın: 37
işte, değer (odaklı) gerçek Din'in
yardıma mazhar da olamazlar. 34
(amacı) budur ve fakat insanların çoğu
bilmiyorlar.
30 İMDİ sen, varlığını her tür sapmadan 31 (Batılın her türünden yüz çevirip) yal­
uzaklaşarak tümüyle doğru ve asıl d i n e , 35

nız O'na yönelin ve O'na karşı sorumlu­


Allah'ın insanlığın özüne yaratılıştan luğunuzun bilincinde olun; ibadet ve du-

34 Bu âyet "Allah kimi saptırır?" sualinin ce­ katin "zati varlığının değiştirilmesi" [tebdil]
vabıdır: Bilinçsizce kendi arzu ve tutkularının ele alınırken, 104/Nisâ 119'da "vasfının değiş­
peşine takılanları saptırır. tirilmesi" (tağyir) ele alınmaktadır. Tebdil vt
35 Benzer bir âyet ve çevirimizin gerekçesi tağyir kelimelerinin kök mânalarından yola
için bkz. 69/Yûnus: 105, not 120. çıkarak fıtrat üzerinde tağyirin mümkün ol­
duğunu fakat tebdilin sadece Allah'a has oldu­
36 Fıtrat: "içinde gizleneni ortaya çıkarmak
ğunu söylemek mümkündür. Bu da bizi, ne
için yarıp açmak, yaratmak, meydana getir­
kadar sapmış olursa olsun insandan ümit ke-
mek" mânalarına gelen fatr kökünden türetil­
silemeyeceği sonucuna götürür. Çünkü Al­
miş isimdir. "Damağı yardığı" için devenin azı
lah'ın boyasının üzerine sürülen her boya sen­
dişinin çıkması da böyle ifade edilir. Ebu
tetiktir. Doğal boyanın yerini tutamaz (Krş:
Ubeyde ve Ferra fıtratallah'ı sıbğatallah 94/Bakara: 138). Bu boya herhangi bir sebeple
(94/Bakara: 138) ile açıklar. Buna göre Allah'ın çözülüp sıyrıldığında, altındaki gerçek boya
insanı üzerinde yarattığı fıtrat, yaratılıştan her ortaya çıkacaktır. Bu nedenledir ki hak dinin
insanın özüne yerleştirilen iyiye, doğruya ve amacı fıtratı değiştirmek değil, geliştirmek ve
hakikate olan eğilimdir. İnsan bir amaç için potansiyelini açığa çıkarmaktır. 30-32 arası
yaratılmıştır. Bu amaç yeryüzünde hayatın âyetler birlikte ele alındığında, fıtratın selim,
tevhit ve adalet ekseninde inşasıdır. Kur'an in­ sapmanın arızi olduğu görülür. Bu âyetler Şû­
sana bu misyonundan dolayı "halife" adını ve­ ra 13 ile birlikte okunmalıdır. Fıtrat hanif di­
rir. Fıtrat, insanın yaratılış amacını gerçekleş­ nin esasıdır. Yani insanlığın değişmez değerle­
tirecek donanıma ve altyapıya sahip olmasıdır. rinin kendisinden neşet ettiği saf din fıtrîdir,
"O her şeye yaratılıştan en güzel olma, kema­ ontolojiktir. Hz. Peygamber'den nakledilen şu
lini bulma (yeteneği) vermiştir" (57/Secde: 7) rivayet ünlüdür: "Her doğan malum fıtrat üze­
âyeti bunu ifade eder. "Allah'ın boyası" işte re doğar, fakat ebeveyni onu Yahudileştirir,
budur (Bkz: 94/Bakara: 138). Bu boyayı üzerine Hıristiyanlaştırır ya da Mecusileştirir" (Buhâ-
sürülen bir başka boyayla değiştirmek, sadece rî ve Müslim). İbn Hanbel ve Nesâi'de yer alan
fıtratın üzerinin örtülmesine değil, aynı za­ metinden Rasulullah'ın bu sözü söyleme ge­
manda onun üzerine inşa edilecek inancın rekçesini de öğreniyoruz. Bir savaşta Müslü­
amacından sapmasına da yol açar. manların düşman çocuklarından bir kaçını öl­
37 Veya: "Allah'ın yaratışı değiştirilemez". dürmeleri üzerine Rasulullah buna şiddetle
Taberî ve Zemahşerî gibi bazı müfessirler bu tepki gösterir. Onlar "Ama onlar müşriklerin
ibareyi bir yasaklama cümlesi olarak alır. Bu çocukları değil mi?" diye itiraz edince, "Sizin
takdirde anlam "Asla Allah'ın yaratışını de­ en iyileriniz de öyle değil miydi?" diyerek bu
ğiştirmeye kalkmayın!" olur. Bu okuma ter­ hadiste nakledilen sözü söyler. Bu aynı za­
cih edildiğinde 104/Nisâ 119'la olan bağlantı manda Pavlus Hıristiyanlığının "ilk günah"
göz ardı edilmemelidir. Ne ki Rûm 30'da hil- doktrinine de bir itirazdır. İslâm insanı özün-
654 88/RÛM SÛRESt N ü z u l : 88 Mushaf: 30

anızın 38
istikametini doğrultun; 39
ve asla olurlar.
O'ndan başkasma ilâhlık atfedenlerden Haydi bakalım, siz de bir miktar safa sü­
olmayın! 40
32 (Bir de) şunlardan olmayın rün; nasıl olsa zamanı gelince (gerçeği)
ki, onlar dinlerini paramparça ettiler de öğreneceksiniz!
(birbirine karşıt) taraftarlar haline geldi­
35 Yoksa Biz onlara bunu söyleyen bir
ler; 41
(artık) her hizip kendi elinde kalan­
buyruk indirdik de, bu nedenle mi O'na
la ö v ü n m e k t e l e r . 42

şirk koşmakta ısrar ediyorlar?


36 Evet, ne zaman insanlara bir rahmet
33 NE Z A M A N insanlara bir zarar ilişse,
tattıracak olsak onunla sevince gark olur­
(hemen) Rablerine yönelerek O'na yalva­
lar,- ama elleriyle işledikleri yüzünden
rıp yakarırlar; fakat ardından O'nun ka­
başlarına bir kötülük gelse, o zaman da
tından kendilerine bir rahmet tattırılın­
h e m e n umutsuzluğa kapılıverirler. 44

ca, h i ç değilse bir k ı s m ı başlarlar Rableri­


ne şirk koşmaya,- 43
34 sonuçta kendileri­ 37 Şimdi onlar, Allah'ın dilediğine rızkı
ne verdiğimiz nimetlere nankörlük etmiş açtıkça açtığını, dilediğine de smırlandır-

de iyi olarak methetmiş, sapmanın arızî oldu­ ruma düşecektir.


ğuna dikkat çekmiştir. Burnu kulağı ve kuyru­ 41 Siye'an: "Yayılmak ve güçlenmek" anla­
ğu kesik bir anadan doğan yavru hayvan, bu mındaki eş-şiya' mastarından türetilmiştir.
uzuvları tam olarak doğar. Çünkü cismani fıt­ "Yandaş ve taraftar" anlamını kazanmıştır.
ratı odur. Annenin eksiklikleri sonradandır. Dildeki kullanımı nötr olan kelime bu bağ­
İnsan'ın manevî varlığı da tıpkı maddî varlığı lamda olumsuz vurgu taşısa da olumlu mâna­
gibi tamdır. Fakat onda bozulma ve noksan- da da kullanılır (66/Sâffât: 83). Parantez içi
laşma sonradan müdahaleyle olur. İslâm, bir açıklamamızın gerekçesi budur. Bunlar önce­
üstyapıdır. Altyapısını, Allah'ın insanları ya­ ki vahyin takipçileri oldukları halde Yahudi-
rattığı fıtrat oluşturur. Bu durumda dindarlık, leşerek ve Hıristiyanlaşarak kendilerine gön­
insanın başlangıçtaki kendi tabiatına bir dö­ derilen İslâm vahyinden kopan örgütlü din
nüş, ilâhi format olan insani fıtratın farkına mensuplarıdır. AynP hakikatin farkla bir ifa­
varış tecrübesidir. Küfür, şirk, dalalet, nifak deyle En'âm sûresinin 159. âyetinde de dile gel-
gibi manen ve ahlaken düşüş kategorileri ise, diDini görüyoruz. Bu âyet 30. âyetle birlikte
fıtrattan uzaklaşması, dolayısıyla kendisine okunmalıdır. Buna göre Allah katında tek din
yabancılaşması anlamına gelir. olan İslâm'ı parçalamak, sadece dine değil o
38 Veya: "namazınızın". Salât için bkz. dinin zemini olan fıtrata da ihanettir.
94/Bakara: 45; 108/Mâide: 12,58; 73/En'âm: 42 Zımnen: Parçalanan hakikat, hakikat ol­
162 ve 43/Meryem: 59, ilgili notlar. maktan çıkar. Esas olan hakka tabi olmaktır,
39 İstikameti doğru bir ibadetin nitelikleri hakkı kendine tabi kılmaya kalkmak hakka
için bkz. Maun sûresi, 1-7, ilgili notlar. zulümdür.

40 Fıtrattan uzaklaşan istikametten uzaklaşır. 43 Tattırılan rahmetin kaynağının Allah oldu­


İnsan fıtratı, sorumluluğunu yerine getirecek ğunu unutup başkalarına yönelerek.
şekilde inşa edilmiştir. Fıtrattan sapma, so­ 44 Hayat felsefesi "acıdan kaç hazza koş" olan
rumsuzluk anlamına gelecektir. Bu insanın is­ hazcı tipi resmediyor. Bu tip, parçada kötü du­
tikametini saptıracak, istikameti sapan insan ranın bütünde iyi durabileceğini düşünmez,
ibadetin ve duanın doğru adresini şaşırarak bütünü de asla göremez. Zımnen: Parçayı gö­
kula ve eşyaya kul olmak gibi onursuz bir du­ rene düşen bütünü görene teslim olmaktır.
dığını görmüyorlar mı? Kuşkusuz bunda 40 ALLAH sizi yaratmış, sonra size rızık
iman eden bir toplum için mutlaka alına­ vermiştir,- daha sonra sizi ölüme sürükle­
cak bir ders vardır. yecek ve en sonunda yeniden diriltecek-

38 Şu halde yakınlara, yoksullara ve yol­ tir. İmdi, ortak koştuklarınız arasında bü­

da kalmışlara 45
haklarını verim bu Al­ tün bunlardan herhangi birini yapacak

lah'ın rızasını dileyenler için daha hayır­ kimse var mı? O yüceler yücesi, onların

lıdır; zira onlar, mutluluğa erecek olanla­ şirk koştukları her şeyin ötesinde aşkın

rın ta kendileridir. bir varlıktır.

39 Yine (iyi bilin ki), başka insanların 41 İnsanların elleriyle yaptıkları yüzün­
mal varlığı sayesinde artsın diye faiz kar­ den karada ve denizde bozulma meydana
şılığı verdikleriniz asla Allah katında size geldi. Neticede (Allah), yaptıklarının (kö­
artış sağlamaz. 46
Bir de Allah'ın rızasını tü sonuçlarından) bir kısmını kendilerine
dileyerek verdiğiniz arındırıcı mali yü­ tattıracaktır,- 49
umulur ki (yol yakınken)
kümlülük v a r . 4 7
İşte böyle yapanlar, dönerler.
ödüllerini kat kat artıranların ta kendile­ 42 De ki: "Dolaşın yeryüzünü! Bu sayede
ridir. 48
daha önce yaşamış (günahkarların) akıbe-

Bunu yapamayana tek yol kalıyor: Umutsuz­ 49 Parantez içi ibare, liyuzîkahum'deki akıbet
luk. lamı'nın metne kattığı yan anlamdır. Bu âyet
45 Lafzen: "yol oğlu.." Sadece "yolcuları" de­ insanın maddî-mânevî her alandaki sorumsuz­
ğil, "mekansızları" ve "sokak çocuklarını" da luk ve bencilliğinin kötü sonuçlarını ifade et­
kapsar. mektedir. Dahhak fesada "su kaynaklarının
zayi edilmesi ve ağaçların kesilmesi" ile ilgili
46 Kur'an'da "faiz" anlamına gelen hbâ'dan
bir anlam verir (Kurtubî). Günümüz itibarıyla
(Bkz: 94/Bakara: 275, not 514) ilk söz eden
suların ve havanın kirlenmesi, bunun sonu­
âyet budur. Bu âyet, sonu kesin yasakla biten
cunda deniz ve kara canlılarının neslinin yok
bir sürecin ilk halkasını teşkil eder. Burada
olması, salınan zehirli gazlarla ozon tabakası­
açık bir yasak yer almamakta, fakat faiz yeril­
nın delinmesi, bunun sonucunda filtre edilme­
mektedir. İkinci halka olan 104/Nisâ 160¬
yen güneş ışınlarının ölümcül hastalıklara ne­
161'de tefeci Yahudiler şiddetle yerilir. Üçün­
den olması, küresel ısınma sonucu iklimin ve
cü halka olan Âl-i İmran 130'da Uhud savaşı
doğal dengenin bozulması, kutupların erime
bağlamında ilk yasak gelir: "Kat kat faiz ye­
tehlikesiyle karşı karşıya kalması, hep bu "kö­
meyin!" En son halka olan Bakara 275-279 ile
tü sonuçlar" arasında sayılabilir. Bir uyarı nite­
faiz kategorik olarak yasaklanır. Başta Müca-
liği taşısın diye "kötü sonuçların bir kısmı"
hid olmak üzere bazı ilk müfessirler buradaki
tattırılmaktadır. Belli ki ilâhi koruma kalkıp
ribâ'yı "faiz" değil fazlasıyla karşılığını bulan
tümü tattırılmış olsa, bu, insanlığın ve hayatın
ve rüşveti andıran hediyeleşmeler şeklinde
sonu anlamına gelecektir. Kötü ameller asıl
yorumlamışlardır (Taberî).
cezasını tam olarak âhirette bulacaktır. Âyette
47 Lafzen: "zekât". Tercihimizin gerekçesi buyurulan "vazgeçme", kötü sonuçları doğu­
için bkz. 94/Bakara: 43, not 79. ran eylemi terk yanında o sonuçları da ortadan
48 Faiz ile zekâtın aynı âyette gelmiş olması kaldırma çabasıdır ki, bunlar birer fiili tevbe
tesadüf değildir: Birincisi karşılıksız almak, ve istiğfar olacaktır. Yine, ekolojik fesat yanın­
ikincisi karşılıksız vermektir. Birincisi ha­ da akidevi, ahlâkî, sosyal, siyasi ve ekonomik
ram, ikincisi farz kılınacaktır. fesadı da dile getirmek gerekir.
ti nasılmış görün! 50
Zaten onların çoğu, 47 Doğrusu senden önce de kendi kavim­
Allah'tan başkasına ilâhi vasıflar yakış­ lerine elçiler göndermiştik; ve onlara ha­
tırmışlardı." 51 kikatin apaçık delilleriyle gelmiştiler. En
43 Haydi, Allah tarafından (takdir edil­ sonunda suç ve günahta direnen kimse­
54

miş) geri çevrilmesi imkansız gün gel­ lere yaptıklarının acısını tattırdık: zaten
mezden önce yüzünü doğru ve asıl dine inananlara yardım etmek üstlendiğimiz
çevir! bir görevdi. 55

İşte o gün herkes hak ettiği yere yerleşir. 48 Allah O'dur ki, rüzgarları elçi (gibi)
44 Küfreden kişi küfrünün sorumluluğu­ göndererek bulutları tetikler; 56
artık on­
nu sırtlanır; imanıyla uyumlu ıslah edici ları semada nasıl isterse öyle yayacak, 57

eylemlerde bulunan ise kendi yararına iyi dahası parça parça edecektir. Derken sen
bir hazırlık yapmış olur 45 sonuçta (Al­
;
(ey insan), bulutların bağrından yağmu­
lah), iman edenleri ve o imanla uyumlu run boşaldığını görürsün: bir de onu kul­
ıslah edici eylemlerde bulunanları kendi larından dilediği kimselerin üzerine yağ­
lütfuyla ödüllendirmiş olur: Kuşku yok dırmaya görsün; işte o an değme onların
ki Allah inkâr edenleri asla sevmez. sevincine! 49 Ama aynı kimseler az önce,
yani 58
(yağmur) indirilmeden önce umut­
46 Nitekim (yağmurun) müjdecisi olarak
larını büsbütün yitirmiştiler.
(önden) rüzgarları göndermesi O'nun
(kudretinin) delillerindendir; bu sayede 50 Haydi (ey insan)! Dön de bir bak Al­
size rahmetini tattırmakta, gemileri ya­ lah'ın rahmetinin sonuçlarına: ölü topra­
sası sayesinde yüzdürmekte, yine bu sa­
52 ğa nasıl da can veriyor! İşte bunu yapan
yede O'nun lütfü kereminden pay almak­ ölüleri diriltenin ta kendisidir: zira
tasınız: umulur ki şükrünü eda edersi­ O'nun güç ve kudreti her şeye y e t e r . 59

niz. 53
51 Ama Biz eğer bir sam y e l i 60
göndersek

50 Kur'an'da yedi yerde doğrudan gelen bu eseri olarak gönderilmiştir.


emir, zımnen gezip görmeyi bilgi vasıtaların­ 57 Allah'ın dilediği yerden dilediği kimseyi
dan biri olarak kabul eder. peygamber olarak seçeceğine, dahası hidayeti­
51 Geçmişte somut varlıklara yakıştırılan ilâ­ ni ulaştırmadaki sırrına erilmez iradesine tel­
hi vasıflar, modern zamanlarda ideoloji gibi mih.
soyut düşünce sistemlerine de yakıştırılmak-
58 Metinde bulunmayan bu "yani"nin karşılı­
tadır.
ğı sözün akışında zımnen bulunmaktadır.
52 Emı m bu anlamı için bkz. 67/Kasas: 44,
J

not 52. Ayrıca nedensellik vurgusu için bkz. 59 Zımnen: Küfür kalbin ölümü, imansa diri­
81/Fussilet: 12, not 19. lişidir. 7. âyette de işaret edildiği gibi, vahiy
maddî hayat üzerinden manevî hayatı konuş­
53 Yağmur üzerinden mânevi iklimin yağmu­
maktadır. 52. âyet bunu teyit eder. Dolayısıy­
ru olan vahyin diriltici mahiyetine atıf.
la buradaki ölüm ve hayat maddî değil mane­
54 Fasiha /â'sı, olayın başıyla sonu arasındaki vî içeriklidir (Krş: 73/En'âm: 122).
boşlukları zihnen doldurmamızı imâ eder.
60 İstisnaları olmakla birlikte, galibiyetle
55 'A/eyye'deki 'aia'nm bu tür bir kullanımı
Kur'an'da riyah rahmet taşıyan rüzgar, rîh ise
için bkz. 72/Hicr: 41, not 32.
bela taşıyan rüzgar için kullanılır.
56 Zımnen: Peygamberler ilâhi rahmetin bir
ve bu yüzden ekinlerinin sararıp solduğu­ lar. 64

nu görseler, bunun ardından derhal inkâr­ 56 (Hayattayken) bilgi ve imanla donatı-


da ayak diremeye başlarlar. lanlarsa: "Doğrusu siz, Allah'ın kitabı
52 Şu da bir gerçek ki sen asla ölülere du- hususunda diriliş gününe kadar yerinizde
yuramazsın; arkasını dönüp uzaklaşırken sayıp direttiniz,- 65
işte artık diriliş günü
her tür davete sağır kesilenlere de duyu- de gelip çattı, fakat siz bunu bilmezden
ramazsın. 61
53 Yine sen (kalbi) kör olan­ gelmiştiniz!" diyecekler.
ları sapıklıktan çevirip de doğru yola yö-
57 Ne ki o gün, zulme gömülüp gitmiş
neltemezsin. Sen ancak âyetlerimize
olanlara ne getirecekleri mazeret fayda
iman eden kimselere duyurabilirsin ve verecek, ne de suçlarını itiraf ile af dile­
onlar da hemen teslim oluverirler. 62
meleri...

54 ALLAH'TIR başlangıçta sizi güçten 58 DOĞRUSU Biz bu Kur'an'da, insanlara


yoksun yaratan, bu yoksunluğun ardın­ (hakikati) her türlü dolaylı anlatım tarzım
dan sizi güçlü kuvvetli kılan, bu güçlü kullanarak açıkladık. 66
Ama onlara (bu
kuvvetli dönemin ardından sizi (tekrar) türden mesel içeren) bir âyetle gelsen, in­
zayıflığa ve ak saçlılığa mahkûm eden: O kârda direnenler yine de: "Siz sadece batı­
dilediğini yaratır,- zira O her şeyi bilendir, lın peşine düşen kişilersiniz" derler. 67

mutlak kudret sahibidir. 63

59 Allah (hakikatin) bilgisine sırt çevi­


55 Ve Son Saat gelip çattığı gün suça bat­ renlerin kalplerini işte böyle mühürler. 68

mış olanlar, dünyada bir saatten fazla


60 Artık sabret,- 69
unutma ki Allah'ın
kalmadıklarına yemin edecekler; böylece
vaadi mutlaka gerçekleşecektir. (Kendi
kendilerine (dahi) yalan söylemiş olacak-

61 Vahye göre yaşamak nabız ve kalp atışıyla 65 Veya: "Allah'ın kitabında yer alan (tehdit
değil, insanın hakikatle ilişki kurup kurama- uyarınca)" ya da "Allah'ın yasasında yer alan
dığıyla ölçülebilen bir şeydir. (takdir uyarınca) diriliş gününe kadar bekledi­
62 Zımnen: Hakkı görmek istemeyene, hiç niz". Tercihimiz, hayattayken vahye inanma­
kimse hakkı zorla gösteremez. da geç kaldıklan gerçeğine dayanmaktadır.

63 Allah'a kafa tutan insana: Ey insan! Ölüm­ 66 MeseV'in bu anlamı için bkz. 62/Kehf: 54,
lüsün, sınırlısın, zayıfsın, mahkûmsun, mec­ not 66. Ayrıca bkz. 60. âyetin ilgili notları.
bursun: zira mahluksun. 67 Bütün bir ömrü bir gün gibi algılayacak ka­
64 İnsanın özelde zaman genelde hayat hak­ dar kendini aldatanların, vahiy hakkında "ba­
kındaki tüm algılarının ne kadar görece ve ya­ tıl" demesi sürpriz değildir. Bu âyet, şifa bul­
nıltıcı olduğunun veciz ifadesi. Zımnen: Ey maz bir anlama hastalığına atıf yapmaktadır.
insan! Daha benim diye baktığın hayat ve za­ 68 Manevî hayatın manevî merkezi olan kalp
mana bile sözün geçmiyor! Âhiretsiz bir hayat iflah olmaz bir biçimde bitmiş, kendisini biti­
tanımı yapmakla kendini aldattığının farkın­ ren sahibi hakkında bir suç delili olarak Hesap
da mısın? Anlamından soyutlanarak yaşanmış Günü açılmak üzere mühürlenmiştir.
koca bir ömür, şimdi sana bir saat gibi geliyor. 69 58. âyettin devamında haber verilen türden
Hayatının bereketini ellerinle yok ederek ken­ tahriklere karşı.
dini kandırdın, şimdi kimi kandıracaksın?
658 88/RÛM SÛRESI Nüzul: 88 Mushaf: 30

söylediklerine dahi) yürekten inanma­ tepkisel bir davranışa sürüklemesinler.


yanlar, tahrikleriyle sakın seni fevri ve
70

70 Lâ yûkınûn, "gönülden inanmayanlar" an­ duğunu söylemek, en makul açıklama olarak


lamına gelir. Fakat burada sözü edilen kişiler, görünmektedir.
önceki âyetlerden de anlaşılacağı gibi hiç 71 Te'kit formunda gelen el-îstihfaf, âyetin
inanmayan kişilerdir. Hz. Peygamber'in çağ­ başındaki sabr'm karşıtıdır. Tıpkı Zuhruf sû­
daşlarından Pers efsaneleri anlatıcısı Nadr b. resinin 54. âyetinde olduğu gibi: "Tahrike ka­
Haris'in kastedilenlerden biri olduğu nakledi­ pılıp fevri ve duygusal tepkiler vermek" anla­
lir. Şu halde, onların gönülden inanmadıkları mını taşır.
şeyin 58. âyette yer alan kendi suçlamaları ol-
ANKEBÛT SÛRESI
Nüzul: 89
Mushaf: 29

Süreye Ankebût adı, 4 1 . âyetindeki "dişi ö r ü m c e k a ğ ı " misalinden ilham-


la verilmiştir. tkrime'ye göre, Hicr 9 5 . âyet müşriklerin sûrenin adını
alaya almaları üzerine inmiştir.

Çoğunluğa göre t ü m ü Mekkî'dir. İbn Abbas'ın iki görüşünden birine ve Ka-


tade'ye göre t ü m ü Medenî'dir. Şa'bi'ye göre 2 ve 3. âyetler Medine'de " m ü s ­
l ü m a n olduk" deyip de hicrete yanaşmayanlar hakkında inmiştir (Taberî ve
Vahidî). İlk onbir âyetinin Medenî gerisinin Mekkî, ya da tersi olduğunu
söyleyenler vardır. Hz. Ali'ye göre Mekke-Medine arasında inmiştir.

Sûrenin konusunu göz önüne aldığımızda, Mekke döneminin son yılıyla


hicret ve h e m e n sonrasını kapsayan bir süreçte indirildiğini söyleyebiliriz.
Sûrenin inişini Habeşistan hicretine kadar götürenler olmuşsa da, 8. âyet Is­
râ 2 3 - 2 5 ' e açık bir atıf içerdiği için o kadar eski olamaz, ilk tertipler R û m
ve Mutaffifin arasına yerleştirirler. Ankebût, son Mekkî sûre olan Mutaffi-
fin ile eş ya da art zamanlı indirilmiştir. N û h kıssasının bu sûredeki şekli,
Mekke'de işkence gören Müslümanları teselli a m a c ı taşır.

Sûrenin ilk ve son âyetleri anahtar âyetlerdir. Sûre şu çarpıcı âyetle başlar:
"insanlar, sadece 'inandık!' demekle, sınanıp denenmeden bırakılıverecek-
lerini mi sanıyorlar?" Ardından, peygamberlerin i m a n uğruna ödedikleri
bedeller hatırlatılır. Ve sûre bu bedeli göze alanlara bir müjdeyle son bulur:
"Bizim uğrumuzda t ü m çabasım sarf eden kimseleri sonu Bize varan yolla­
ra mutlaka yönlendireceğiz!" (69) Bu iki âyet, adeta bu sûrenin Mekke'yi
Medine'ye bağlayan sürece ilişkin yapışım da ele verir.

tik 9 âyetinde inanan ve inanmayanların niteliklerine değinilmiştir. Müna­


fıkların Kur'an'ın iniş sürecinde anıldığı ilk sûre budur (3, 10-13). N û h , İb­
rahim, Lût, Şuayb ve Musa peygamberlerin gönderildikleri kavimlere deği­
nilip geçilmiştir (23, 44). Kıssaların bu sûredeki özel vurgusu, Allah'ın, ima­
nın bedelini ödeyen elçilerine yaptığı yardımdır. Bu şekilde risalet m i r a s m ı
omuzlayacak olanların tasavvuru inşa edilmektedir. D a h a s o m a söz vahyin
ilâhi kaynağına getirilir ve Hz. Peygamberin önceden o k u m a - y a z m a bilme­
diği vurgulanır (45-51). Hz. Peygamber'den m u c i z e isteyen her tür yaklaşım
şu âyetle reddedilir: " m u c i z e olarak, kendilerine izlemeleri için iletilen bu
Kitab'ı sana indirmiş olmamız, onlara yetmedi m i ? " (51)

M ü ' m i n l e kâfirin hayatı nereden okuduğunun ele alındığı âyetlerin ardın­


dan (52-68) sûre, Allah'a ulaşan "yollardan" söz eden âyetle son bulur. Bu
âyet, bir "asıl"dan neş'et eden birden çok " u s û l " şeklinde de okunabilir.
660 89/ANKEBÛT SÛRESİ Nûzûl: 89 Mushaf: 29

RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 Elif-Lâm-Mîml 1 tiği süre bir gün mutlaka gelip çatacaktır:


üstelik O her şeyi bilip işitendir.
2 İNSANLAR yalnızca "İman ettik" de­ 6 Ve her kim (yaratılış amacını gerçekleş­
mekle, sınanıp denenmeden bırakılacak­ tirmek için) var gücüyle çaba gösterirse, o
larını mı sanıyorlar? 2
sadece kendisi için çaba göstermiş olur: 4

3 Doğrusu, onlardan öncekileri de sına­ çünkü Allah, (diğer) tüm varlıklardan


mıştık; fakat Allah her halde hem doğru farklı olarak, kendi kendine yetendir.
5

söyleyenleri seçip ayıracak, hem de ya­


3
7 İman eden ve imanına uygun iş işleyen
lancıları seçip ayıracak. kimselere gelince: evet, onların günahla­
6

4 Yoksa o ("İnandık!" deyip de) kötülük rını mutlaka örteceğiz,- yine onları kesin­
yapmayı sürdürenler, Bizi atlatabilecek­ likle yapa geldiklerinin en güzeliyle ödül­
lerini mi sandılar? Ne berbat akıl yürütü­ lendireceğiz!
yorlar. 8 Ve zaten insanoğluna anne-babasma iyi
5 Zaten kim Allah'ın huzuruna çıkmayı davranmasını biz tavsiye etmiştik. Fakat 7

bekliyorsa, iyi bilsin ki Allah'ın takdir et- (sen ey muhatab), eğer hakkında bir bilgi

1 29 sûrenin (bize göre Taha ve Yâsîn hariç) ba­ ran: 179) âyeti ışığında anlaşılmalıdır. Mutlak
şında yer alan bu sembolik harfler, Meryem, olan ilâhi bilginin zamanlar ve mekânlar üstü
Ankebût ve Rûm sûreleri dışında vahye atıf ya­ tabiatı gereği, bu ibare, Kur'an'ın farklı yerle­
pan bir bağlamda yer alırlar (Buna karşın Kehf, rindeki benzerleri gibi zorunlu olarak Allah'ın
Nûr, Furkan, Kadr sûreleri vahye atıf yaparak "kullarını seçip ayırmak için sınamasını" ifa­
başladıkları halde bu harfler yer almaz). Üç is­ de etmektedir. Bununla amaçlanan, ilâhi bil­
tisnadan biri olan bu sûre, sembolik harflerin ginin insan iradesini geçersiz kıldığı yönünde­
peşinden fiili bir vahiy olarak telâkki edilmesi ki her tür yaklaşımı temelden reddetmektir
gereken insanlık tarihinin bir yasasına atıf ya­ (İlâhî bilginin çift boyutlu tabiatı için bkz.
parak başlamaktadır (2). Dolayısıyla, başında 94/Bakara: 143, not 275). Özellikle 94/Bakara
Mukatta'a harflerinin yer aldığı tüm sûreler, 214, bu âyetin tefsiri niteliğindedir.
ilâhi yasalara (kavli, fiilî ya da kevnî) atıf gibi 4 Parantez içi açıklamanın gerekçesini Zâri­
ortak bir bağlamda yer almış sayılmalıdırlar yât 56. âyet gibi insanın yaratılış amacıyla il­
[Mukatta'at için bkz. 7/Kalem: 1, not 1). gili âyetler oluşturmaktadır.
2 Krş. 94/Bakara: 214; 114/Tevbe: 16 ve 98/Â1- 5 "..farklı olarak" karşılığı, 'an harfinin muca-
i Imran: 179. işkence gören sahabilerden Hab- veze vurgusuna dayanır.
bab b. Eret'in sabır hususunda dua istemesi 6 'Amilu's-sâlihât ile ilgili bir açıklama için
üzerine, Hz. Peygamber bu âyeti okumuştur bkz. 94/Bakara: 25 not 31 ve 13/'Asr: 3, not 5.
(Buhârî). Said b. Müseyyeb bu âyetle Nahl:
7 Atıf yapılan bu tavsiyenin, ikisi de bu sûre­
110 arasında bağlantı kurmuştur.
den önce inmiş olması gereken Lokman 14-15
3 Lafzen: "bilecek. "Muzari fiil te'kit nunuyla ve 68/lsra 23-25'te yer aldığını görüyoruz. An­
gelirse, fiilin üç zamana muhtemel yapısını cak bu âyet, Isrâ'daki "ana babaya iyi davran­
gelecek zamana kilitler (Krş: Âyet 11, not 13). ma" emrinin, ana baba tarafından istismarını
Bu âyet, "Allah mü'minleri sizin yaşadığınız önlemeye yöneliktir. Allah Rasulü: Lâ ta'ate li
hayat tarzı üzere bırakacak değildir,- nihayet mahlûkin fi ma'siyeti'l-hâlık (Yaratıcıya isyan
Allah iyiyi kötüden ayıracaktır" (98/Âl-i Im- konusunda yaratılmışa itaat yoktur)" buyurur.
Nüzul: 89 Mushaf: 29 ı ; < g > ; t t 89/ANKEBÛT SÛRESİ t
661

sahibi olmadığın bir şeyi Bana ortak koş­


8
dir?
man için seni ikna etmeye çalışırlarsa, as­ 11 Ve Allah her halükarda imanda sebat
la o ikisine itaat e t m e : dönüşünüz sade­
9
edenleri de elbet seçip ayıracak, ikiyüz­
13

ce Banadır,- işte o zaman Ben, yapıp ettik­ lü olup çıkanları da elbet seçip ayıracak­
lerinizi size bir bir haber vereceğim. tır. 14

9 Ama iman edip Allah'ın razı olduğu iş 12 Nitekim (O şunu da bilir ki), inkâr
işleyenlere gelince: onları da mutlaka iyi edenler iman edenlere; "Siz bizim yaşam
ve erdemli insanların arasına katacağız. biçimimize uyun, günahınız bizim boy­
numuza olsun" derler. Oysa ki onlar be­
10 KlMl insanlar da vardır ki, "Allah'a rikilerin hiçbir günahını yüklenecek de­
inandık!" derler; fakat iş Allah (dâvası) ğiller,- besbelli ki onlar sadece yalancıdır­
uğrunda eza cefa çekmeye gelince, insan­ lar. 15

ların baskısını Allah'ın cezası gibi algılar­


13 Ve elbet onlar kendi yüklerini zaten
lar; 10
Rabbinden bir yardım ulaşınca da,
taşıyacaklar,- ama kendi yükleriyle birlik­
ısrarla "Zaten biz ta başından beri sizinle
te (sorumlu oldukları) bir başka yük daha
beraberdik" derler. 11

taşıyacaklar,- 16
ve Kıyamet Günü uydu­
Sahi, Allah bütün bilinçli varlıkların 12
ruk (inançlarından) dolayı 17
elbette hesa­
gönlünden geçenleri en iyi bilen değil mi- ba çekilecekler.

8 Yani: "Tanrısal bir nitelik taşıdığı hakkında Bu, sonradan ikiyüzlü olanların önceden iman
bir bilgi sahibi olmadığın birşeyi." Bilginin edenler arasında bulunma ihtimalini günde­
olumsuzlanması, bilgi nesnesinin olumsuz- me getirmektedir. İmanda sebat edenlerin kar­
lanmasından kinayedir (Zemahşerî). şısında yer alanlar, aynı form olan ellezine nâ-
9 Sa'd b. Ebi Vakkas'ın annesinin çağrısı buna fekû olarak değil de isim olarak el-münafikin
örnek gösterilebilir. formunda gelmiştir. Bu, ikiyüzlülüğün kişide
sabit bir hal alması, onda nifakın ikinci kişilik
10 Burada yerilen "ikiyüzlü" tiple, işkence al­
olması anlamına gelir.
tında dayanamadığı için işkencecilerin inancı­
na aykırı söz söyleyen kişinin durumu farklı­ 14 Lafzen: "bilecektir" (Bkz: âyet 3, not 3).
dır. Bu ikinci guruba girenlerin mazur görül­ 15 Günah kavramının içini boşaltarak iyi-kö-
dükleri ve birincilerden ayrı değerlendirildik­ tü ayrımını yok etme cinayetine teşebbüs
leri Nahl 106'da dile getirilmiştir. Bu müna­ edenler.
fıkça tavrın sahipleri, 98/Âl-i İmran 119'da da 16 Bu âyet, "hiç kimse bir başkasının sorumlu­
ele alınmıştır. luğunu taşımaz" (53/Neml: 38) âyetinden ayrı
11 Bu tavrın tüm nifak tipolojilerinde ortak olarak, hem kendi günahlarının yükünü hem
olduğuna ilişkin krş. 104/Nisâ 141. de başkalarını yoldan çıkarmanın vebalini yük­
12 'Âlemin, zorunlu olarak "iç dünya", yani "bi­ leneceklerine dair Nahl 25 âyeti ışığında anla­
linç" anlamına gelen sudur sahibi varlıklar ol­ şılmalıdır. Bu tiplerin yüklendiği günah, ger­
mak zorundadır. "Bütün bilinçli varlıklar" şek­ çekte "başkalarının günahı" değildir, hakikatte
lindeki çevirimizin gerekçesi budur (Krş: 79/En- başkalarının işlemesine sebep oldukları günah­
biya: 18, not 22 ve 79/Enbiya: 107, not 111). tır. Sonuçta kendi günahlarını taşımaktadırlar.

13 Ellezine amenu'daki geçmiş zaman kipi, 17 12. âyette geçtiği türden batıl iddia ve
çeviriye "sebat edenler" olarak yansımıştır. inançlara atıf.
14 DOĞRUSU Biz Nuh'u da kendi kav­ zin için çok daha hayırlıdır. 17 Baksanıza
mine elçi göndermiştik: 18
Nûh da onlar siz, Allah'ı bırakıp da birtakım heykelle­
arasında -elli yıl eksiğiyle- bin s e n e kal-
19
re 2 3
tapıyorsunuz ve (onlara) düzme koş­
mışti; 20
ve onlar iyice zulme gömülüp ma birtakım (nitelikler) yakıştırıyorsu­
gitmiş bir haldeyken, tufan onları ensele- nuz. Gerçek şu ki, Allah'tan başka kul­
yivermişti. 21
luk ettikleriniz size rızık verecek güce
15 Fakat onu ve gemi yaranının tümünü sahip değiller; o halde tüm rızkınızı Al­
kurtardık; ve b u n u 22
bütün bir insanlığa lah katında arayın ve yalnız O'na kulluk
(ibretlik) bir belge kıldık. edin,- dahası hep O'na şükredin: (zira)
O'na döndürüleceksiniz."
16 İBRAHİM'İ de (göndermiştik). Hani o 18 "Ama eğer yalanlarsanız, iyi bilin ki siz­
kavmine demişti ki: "Yalnız Allah'a kul­ den önceki toplumlar da yalanlamışlardı:
luk edin ve O'na karşı sorumluluğunu­ zaten elçiye düşen de (ilâhi mesajı) bütün
zun bilincinde olun; eğer bilirseniz, bu si­ açıklığıyla iletmekten başkası değildir." 24

18 Bu sûrede anlatılan peygamber kıssaları, bi­ kişi dâhi bırakma" (64/Nûh: 26-27) şeklindeki
rinci âyetin ışığında zımnen şöyle okunmalı­ elçiler arasında yalnızca Hz. Nuh'a ait olan ka­
dır: Yalnız iman ettik demekle sınanmadan hır duasının nedeni de anlaşılmış olur. Aynca
denenmeden bırakılacaklarını sananlar, iyi bu âyet sûrenin 2. âyetiyle doğrudan bağlantılı­
bilsinler ki Allah en büyük peygamberlerini dır. Hz. Nuh'un bunca uzun süren çabası, onun
bile ağır sınavlardan geçirmiştir. ödediği ağır bedel olarak sunulmaktadır.
19 Aynı cümlede hem sene hem 'âm kelime­ 21 Tûfân kelimesiyle ilgili bir açıklama için
lerinin kullanılması, ikisi arasındaki nüansa bkz. 56/A'râf: 133. Zımnen: Tuğyan olan yer­
delalet eder. Sene çoğunlukla çetin ve kurak de mutlaka tufan olur. Tufan tuğyan edenler
geçen yıl, 'âm ise bereketli ve yağışlı geçen yıl için bir felaket, iman edenler için bir nimettir.
için kullanılır (Râğıb). Bu dilsel tahlilden yola Tufan, toprağa aldırılan gusül abdestidir.
çıkarak, Hz. Nuh'un ömürlük davetinin çok 22 "Gemiyi" ya da "ukubeti/cezalandırma
kısa kısmı hariç tamamma yakınının "çetin olayını". Uluslararası bir araştırmanın sonuç­
ve zor" geçtiğini söyleyebiliriz. larına göre Guatamala yerlileri ve Avustralya
20 "Dokuz yüz elli yıl" yerine "elli yıl eksiğiy­ Aborijinlerine kadar, yeryüzünün en kapalı
le bin sene" şeklinde gelmesi, zamanın uzunlu­ kültürlerinde dâhi mutlaka birkaç tufan hika­
ğuna dikkat çekmek içindir. "Bin yıl yaşamak" yesi bulunmaktadır. Bu da bu felaketin insan­
ifadesi, tam da bu deyimsel anlamıyla, 94/Baka­ lığın ortak hafızasına kazındığının göstergesi­
ra 96'da kvıUanıhr (Ayrıca Kur'an'da "bin yıl" ve dir. 'İnsanlığa bırakılan belge'den kasıt bu ol­
"elli bin yıl" ifadelerinin rakamsal değerler dı­ sa gerektir.
şında, zamanın izafi niteliğini belirtmek için 23 Evsân (t. vesen), madenden yapılanlara ve­
kullanıldığı yerler için bkz. 91/Hac: 47; 57/Sec- rilen sonem (Bkz: 56/A'râf: 138, not 98) adın­
de: 5 ve 46/Me'aric: 4). Bu ifadenin deyimsel dan farklı olarak taş ya da taş cinsi malzeme­
karşılığı "çok uzun yaşamak" olarak ortaya çı­ den yapılmış heykeller, büstlerdir (İbn Fâris ve
kıyor. Bunu esas alırsak "-elli yıl eksiğiyle- bin Râğıb). Kur'an'da kullanıldığı üç yerde de Hz.
sene kalmıştı" ifadesi, peygamberlik öncesi ha­ İbrahim'in kavmine atfedilir.
riç, bir insanın yaşayabileceği en uzun süre kav­ 24 Âyetin içeriği, Hz. İbrahim'e değil de doğ­
mini yılmadan usanmadan davet ettiğine dela­ rudan Allah'a atfedilebilir. Bu durumda âyetin
let eder. İşte böylece, "Yeryüzünde onlardan bir konusu Hz. İbrahim olabileceği gibi Rasulul-
19 PEKİ onlar, Allah'ın yaratılışı nasıl 24 ÖTE y a n d a n 30
(İbrahim'e gelince):
yoktan var ettiğini, sonra onu nasıl yeni­ Kavminin tek cevabı, "Onu öldürün ya
lediğini hiç mi görmezler? Besbelli ki bu da y a k ı n ! " 31
demekten ibaretti; fakat Al­
Allah'a çok kolaydır. 25
lah onu ateşten kurtardı.
20 De ki: "Dolaşın yeryüzünü ve görün Şüphesiz inanan bir toplum için, bunda
yaratılışın nasıl başladığım! Daha sonra da alınacak bir ders mutlaka vardır. 32

Allah öteki hayatı da işte böyle var ede­ 25 Ve (İbrahim) dedi ki: "Allah'ı bırakıp
cektir: çünkü Allah her şeye güç yetiren­ da birtakım heykeller peydahlamanızın 33

dir. 21 Dilediğini cezalandırır, dilediğine tek nedeni, şu dünya hayatında (onlar­


rahmet eder: 26
her durumda O'na döndü­ la) 34
aranızdaki (çarpık) sevgi bağıdır; 35

rüleceksiniz. 22 Ve O'nu, ne yerde ne de daha soma, Kıyamet Günü'nde birbirini­


gökte asla atlatamazsınız,- 27
dahası, ken­ zi reddedecek ve birbirinizi lanetleyecek­
diniz için Allah'tan başka ne sadık bir siniz; en sonunda hepinizin varıp duraca­
dost ne de bir yardımcı asla bulamazsınız. ğı yer ateştir: size yardım eden biri de as­
23 Ama Allah'ın mesajlarını ve O'na ka­ la çıkmayacaktır."
vuşmayı inkâr edenler var ya: işte bu gi­ 26 Bunun ardından ona bir tek Lût inandı.
biler Benim rahmetimden ümidini ke­ Ve (İbrahim) 36
dedi ki: "Bana, Rabbime
senlerdir,- 28
ve işte onları can yakıcı bir doğru yürüyen bir muhacir olmak düşer,-
azap beklemektedir. 29
çünkü her işinde mükemmel olan, her

lah da olabilir (Taberî). Bu âyetin sonundaki rahim kıssasma yeniden dönülmektedir. Do­
ses [mubîn), aşağısıyla [yesîr) değil yukarısıyla layısıyla bu bağlamda fâ edatımn en isabetli
uyumlu olduğu için, biz bu âyeti Hz. İbra­ karşılığı bu olsa gerektir.
him'in sözünün bir devamı olarak tırnak içine 31 Sözün gücüne sözle karşı koyamayanlar,
aldık. gücün sözünü konuştururlar.
25 Yeryüzündeki organik hayatın çevriminin 32 O ders şudur: Hiç bir Nemrud'un ateşi ima­
muhteşem bir plan ve projenin eseri, dolayı­ nı yakamaz.
sıyla bunun da bilinçli bir yaratmanın ürünü
33 Benzer bir ifade ve çeviri gerekçesi için
olduğunun ifadesi.
bkz. 94/Bakara: 51, not 92.
26 Şu âyetin ışığında anlaşılmalıdır: "(Hesap
34 Bu açıklama âyetin devamı göz önüne alın­
Günü) başınıza gelecek her musibet kendi el­
dığında, "tapınılan cansız nesnelerden" daha
lerinizle yapıp ettiklerinizin bir sonucu ola­
çok, bu nesnelerin temsil ettiği birtakım "ta­
caktır; (günahlarınızın) çoğu affedilecek olma­
rihsel şahsiyetleri" ifade eder.
sına rağmen (bu böyledir)" (82/Şûrâ: 30).
35 Bu sevgjnin çarpıldığını "insanlar içerisinde
27 Krş. 69/Yûnus: 61.
Allah'tan başka birtakım varlıkları Allah'a eş­
28 Allah hakkındaki kişi zamirlerinin aynı değer görüp, onlan Allah'ı sever gibi sevenler de
cümlede üçüncü tekil şahıstan birinci tekile var" (94/Bakara: 165) âyeti ortaya koymaktadır.
dönüvermesi, Allah'ın insan tasavvurunda ki-
36 Arkadan gelen sözü Hz. Lût'a atfetmek de
şileştirilemezliğiyle alâkalıdır.
mümkündür. Fakat Sâffât 99'daki benzer bir
29 Zımnen: Allah'sız bir hayat tasarımı erinde ifade, bu sözün Hz. İbrahim'e atfına ikna edi­
geçinde iflas etmeye mahkûmdur. ci bir gerekçe teşkil eder.
30 Bu âyette, 16-18. âyetlerde dile getirilen 1b-
hükmünde tam isabet kaydeden O'dur." müjdelemek için geldiklerinde: "Bakın"
27 Biz de ona Ishak ve (onun oğlu] Ya- demişlerdi, "biz, işte şu bölgelerin halkı­
kub'u verdik; ve onun neslinden gelenler nın helaki (için görevlendirildik); çünkü

arasında peygamberliği ve vahyi devam oraların halkı hadlerini çoktan aşmış bu­
lunuyorlar. 39

ettirdik; üstelik ona ödülünü daha bu


dünyada vermeye (başladık); hiç şüphe 32 (ibrahim): "Peki a m a " dedi, "Lût da
yok ki o, âhirette de iyiler arasındaki ye­ onların içinde yaşıyor!"
rini alacaktır. (Elçiler): "Biz" dediler, "onların arasında
kimlerin yaşadığını çok iyi biliyoruz; so­
28 L U T ' U da (göndermiştik]. Hani o kav­ nuçta onu ve (iman) ailesini 40
mutlaka
mine demişti ki: "Şu kesin ki siz, bütün kurtaracağız,- ne ki onun karısı hariç: za­
bir dünyada daha önce hiç kimsenin yap­ ten o kadın, döküntülerden biri olmalıy­
madığı (derecede) iğrençlikler yapıyorsu­ dı." 41

nuz. 29 Evet, erkeklere (şehvetle) yakla­ 33 Ve elçilerimiz Lût'a gelir gelmez, o de­
şan ve (cinsellik için doğal olan) yolu ka­ rin bir hüzne kapıldı ve onlar adına hiç
patan,- 37
üstelik bu çirkinliği kamuya bir şey yapamayıp eli kolu döküldü kal­
açık yerlerde güpegündüz gurup halinde
dı. 42
Ama onlar dediler ki: "Korkma ve
işleyen siz değil misiniz? 38

üzülme! Çünkü biz seni ve yakınlarını


Fakat kavminin tek cevabı: "Eğer doğru elbette kurtaracağız,- ancak karın hariç:
sözlü biriysen, haydi Allah'ın azabını ge­ zaten onun geride kalanlardan biri olaca­
tir de görelim bakalım!" diye (meydan ğı m a l u m . 43
34 işte bu yüzden biz şu böl­
okumaktan) ibaretti. ge halkına, işleye geldikleri fısku fücur
30 "Rabbim!" dedi (Lût): "Ahlâkî çürü­ yüzünden gökten yakıcı bir bela indirece­
meye yol açan şu topluma karşı bana yar­ ğiz."
dım et!" 35 Doğrusu Biz ondan geriye, akleden bir
31 Ve elçilerimiz ibrahim'e (oğlu İshak'ı) topluluk için hakikatin apaçık belgeleri

37 Veya: "(çirkin fiili işlemek için gelip geçen 79/Enbiya: 29, not 38.
yolcuların) yolunu kesen" (Mukatil). Ve tak- 40 Ehl'in bu anlamına ilişkin bir açıklama
ta'ûne's-sebîl ibaresi için tercih ettiğimiz an­ için bkz. 53/Neml: 57, not 60.
lamı Ferra kaynak belirtmeden, Zemahşerî ise
41 Zımnen: Hidayet peygamberlerin elinde ol­
Hasan Basri'ye atfen naklederler.
saydı, onu ilk yakınlarına verirlerdi. Ğâbirîn
38 en-Nâdî, "gündüzün toplanmak" (gece top­ için bkz. 51/Şu'arâ: 171, not 88.
lanma yerine es-sâmir denir) anlamındaki
42 Çevirideki "gelir gelmez" acele vurgusu
neaVden türetilmiştir, "insanların gündüz
bazılarının zaid saydığı en edatının mânaya
toplandığı kamuya açık yerler" anlamına ge­
kattığı anlamdır. Dâka bihim zeı'an, insanın
lir. Nâdî, "kulüp, loca" anlamına da gelir.
elinden bir şeyin gelmediği çaresizlik ve aczi-
"Dernek, toplantı salonu" anlamına gelen
yet durumunu resmeden deyimsel bir ibaredir
nedve de aynı köktendir. Bir eylemin gurup
(Zemahşerî).
halinde yapılışını da içerir. Çevirimizin gerek­
çesi budur. 43 el-Ğâbirîrideki belirlilik, çeviriye "ma­
lum" olarak yansımıştır.
39 Zâlimîn'i çevirimizin gerekçesi için bkz.
olan işaretler bırakmışızdır. 44
39 KARUN, Firavun ve Hâmân da (ben­
zer bir akıbete uğradı). Doğrusu Musa,
36 MEDYEN'E de, soydaşları Şuayb'i onlara hakikatin apaçık delilleriyle gel­
(göndermiştik|; ve o "Ey kavmim!" de­
45
mişti,- fakat onlar ülkede büyüklük tasla­
mişti, "Allah'a kulluk edin ki Âhiret Gü- dılar: ne ki hiç biri de asla (Bizi) aşamadı­
nü'ne umutla bakabilesiniz; dahası, kö­
46
lar. 50

tülüğü yaygınlaştırarak yeryüzünde ahlâ­


40 Sonuçta her birini günahlarından dola­
kî çürümeye meydan v e r m e y i n ! " 47

yı enseledik: 51
Ve onlardan kimileri üze­
37 Ne var ki onu yalanladılar,- derken şid­ rinde (bela) fırtınası estirdik, kimisini de
detli bir sarsıntı onları ansızın yakalayı- sarsıcı bir azap çığlığı yakaladı,- yine on­
52

verdi ve kendi yurtlarında cansız dona­ lardan bazı kimseleri yerin dibine geçir­
kaldılar. 48
dik, bazılarını da boğulmaya terk ettik:
Ne var ki onlara zulmeden asla Allah de­
38 ONLARA ait mesken kalıntılarının da ğildi,- ve fakat onlar asıl kendi kendileri­
ayan açık önünüze koyduğu gibi, 'Âd ve ne zulmetmişlerdi.
Semûd da (benzer bir akıbete uğradı],- zira
Şeytan onlara işledikleri (kötülükleri | 41 ALLAH'TAN başkalarını sığınacak
süslü göstermişti: sonunda onlar, üstelik otorite 53
edinen kimselerin durumu, ör­
açıkgöz ve uyanık (geçinen) kimseler ol­ düğü ağı ev edinen dişi örümceğin duru­
dukları halde yoldan saptılar. 49
muna benzer,- ne ki evlerin en çürüğü,
54

44 Lût gölünün bugünkü hali ve gölün güney olduğunu, hem de hayata bakışlarındaki mane­
yönündeki Lisân (dil) adı verilen ucunda boy­ vî miyopluğun kendilerini düşürdüğü gülünç
dan boya görülen derin bir fay hattının günü­ durumu ifade eden bir ibare. Bunda peygamber­
müzde açıkça gözlemlenmesi, muhtemelen lerinin uyarısına muhatap oldukları halde in­
bu olay sonucunda göl suyunun hiçbir canlı­ kâra yeltendiklerine de bir gönderme vardır.
nın yaşamasına izin vermeyen kimyasal yapı­ 50 Yani: "onlar (Bizimle ayaklaştılar, fakat) bi­
sı, o beladan geriye kalan açık işaretlerden ba­ zi geçemediler". Benzer bir ifade için, Enfâl
zıları olarak sayılabilir. sûresinin 59. âyetine bkz.
45 Nûh, İbrahim ve Lût için kullanılmadığı 51 Ba edatının maiyyet vurgusuyla mâna şöy­
halde Şuayb için kullanılan "soydaşları" [ehâ- le olur: "günahlarıyla birlikte.."
hum) nitelemesiyle ilgili ayrıntılı bir tahlil
52 Sayna'nm bu anlamı için bkz. 70/Hûd: 94,
için bkz. Medyen'le ilgili bir açıklama için
not 114.
bkz. 56/A'râf: 85 not 65.
53 Lafzen: "evliya.."
46 İki cümlecik arasındaki ve bağlacı "ki" ile
karşılanmıştır. Reca için bkz. 40/Furkan: 21, 54 'Ankebût, genellikle "dişi örümcek" için
not 30. kullanılır (Ferrâ). Erkeğine 'ankeb adı verilir.
Özellikle dişi örümcek "ten söz edilmesi, bu
47 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 94/Bakara:
aileye ait bir çok alt türde dişi örümceğin çift­
60, not 106.
leştikten sonra eşini öldürmesiyle açıklanabi­
48 İbarenin aynısı için A'râf 91'e, racfeh keli­ lir. Günahın peşine gidenler, dişi örümceğin
mesi hakkında bir açıklama için 56/A'râf peşinden gidip canlarından olan erkek örüm­
78'in notuna bkz. ceklere benzetilir. Zımnen: Günah caziptir.
49 Hem sapmalarından kendilerinin sorumlu Fakat bu cazibe öldüren cazibedir.
666 89/ANKEBÛT SÛRESİ Nüzul: 89 Mushaf: 29

elbette örümcek ağıdır: keşke bunu kav- kıl: 60


çünkü (hakkı verilerek kılınmış)
rayabilselerdi. 55
namaz, (insanı) belli başlı her tür çirkin­
42 Şüphesiz Allah, onların kendisinden lik ve kötülükten alıkoyar,- ve hele Al­
başka yalvarıp yakardıkları her şeyi çok lah'ı anmak ve Allah'ın sizi anması elbet­
iyi bilir; 56
zira yüceler yücesi O'dur, her te en büyük (boyutudur)! Zira Allah, iş­
61

hükmünde tam isabet sahibi O'dur. lediğiniz her şeyi bilir. 62

43 İşte bütün bu misalleri Biz insanlar 46 Önceki vahiylerin mensuplarıyla tartı­


için veriyoruz; ne ki bunları sadece (eşya­ şırken, haksızlık etmedikleri surece en gü­
nın var ediliş amacını) bilenler kavraya­ zel yol ve yöntemden başkasma itibar et­
bilir: 57
44 (zira) Allah, gökleri ve yeri meyin ve deyin ki: "Biz bize indirilene de,
mutlak gerçeğe atıf olsun diye (amaçlı size indirilene de inanmışız; bizim de, si­
olarak) 58
yaratmıştır: hiç şüphe yok ki zin de ilâhınız bir ve tektir,- ne ki biz kayıt­
bunda, mü'minlerin alacağı bir ders mut­ sız şartsız sadece O'na teslim olmuşuz."
laka vardır. 47 (Ey Peygamber!) İşte bu kitabı sana
böyle (bir mesajla) indirdik; bu yüzdendir
45 (EY bu hitabın muhatabı!) Sana vahye- ki bu kitabı kendilerine verdiklerimiz ona
dilmiş olan bu mesajı izle ve (başkaları­ iman ederler; işte şu (önceki vahyin men­
na) i l e t ; 59
ve namazı hakkını vererek supları) arasında da inanan kimseler ola-

55 Pamuk ipliğine umut bağlayanlara bir atıf. 60 Ekimi's-salat için bkz. 94/Bakara: 3; 94/Ba­
56 Buradaki mâ'nın olumsuzluk edatı olması kara: 43 ve 56/A'râf: 170, ilgili notlar.
durumunda anlam şöyle olur: "Allah dışında 61 Krş. 94/Bakara: 152. Zikrullah, dilsel açı­
yalvarıp yakardıklarının bir hiç olduğunu çok dan her iki mânayı da içerir. Son cümle, âye­
iyi bilir". tin başındaki vahiyle ilgili cümleye atfen de
57 Eğer âyette geçen ilim ve akıl kavramlarını okunabilir. Zikrullah tamlaması, farklı an­
kök anlamlarına irca edersek, bu âyetin anla­ lamlara açıktır. Bir önceki cümleye atfedildi­
mı şöyle bir mahiyet kazanır: "Gerçeğin izini ğinde bu ifade, namazın "Allah'ı anma ve ha­
süremeyenler bilgi ile hakikat arasındaki bağ­ tırlama" niteliğini, "çirkinlik ve kötülükten
lantıyı kuramazlar". İbarenin bu mahiyette uzak tutucu" niteliğinden daha baskın olarak
olduğunu, bir sonraki cümlede yer alan hi'l- öne çıkaracak bir şekilde okunabileceği gibi,
hakk doğrulamaktadır. namazın nihai amacına bir gönderme olarak
da okunabilir (Kur'an'da zikrullah'm "namaz"
58 Şu âyet ışığında anlaşılmalıdır: "Göklerin
yerine kullanılmasıyla ilgili bkz. 100/Cuma:
ve yerin yaratılışı üzerinde derin derin düşü­
9). Bu ifade âyetin ilk cümlesine atfen okun­
nürler ve "Rabbimiz!" derler, "Sen bunları
duğunda, hem -namaz içinde ve dışında oku­
amaçsız yaratmadın!" (98/Âl-i İmran: 191).
nan- Kur'an'a (44/Tâhâ: 99), hem de ilâhi em­
59 Utlu emrinin "izle ve ilet" anlamı için re iman ve itaate tekabül eder.
62/Kehf: 27 ve 28/Şems: 2'nin ilgili notlarma
bkz. Bu hitabın kapsamı, âyetin sonundaki tas- 62 Namaz inen vahyin çıkan karşılığıdır. Na­
na'ûn kelimesinin çoğul gelişinden de anlaşıla­ maz nüzule karşılık miraçtır. Namaz Allah'ın
cağı gibi, muhataplarının tümüdür. Hemen ar­ gündeminde olmak için Allah'ı gündemine al­
kadan gelen "çirkinlik ve kötülükten korur" maktır. Namaz, ibadetler mecmuasıdır. Na­
ifadesi, âyeti Hz. Peygamber'e hasredemeyece- maz, dünya astarmı âhiret atlasına günün beş
ğimizin açık bir delilidir (Krş: İbn Aşur). vaktinde gök iğnesiyle dikmektir.
Nûzûl: 89 Mushaf: 29 l > < 5 > > t , 89/ANKEBÛT SÛRESİ ı 667

çaktır: zaten nankörler dışında hiç kim­ 63


50 Bir de kalkıp, "Rabbinden ona muci­
se âyetlerimizi bile bile inkâr etmezler. 64
zevi bir belge indirilmesi gerekmez miy­
48 Hem sen bu (Kur'an)dan önce herhan­ di?" dediler. 71

gi bir (kutsal] kitabı okumuş değildin; da­ De ki: " T ü m mucizevi belgeler Allah ka-
hası onu kendi elinle 65
yazıyor da değil­ tındadır; ben ise yalnızca açık ve net bir
sin. Eğer böyle olsaydı insanları kuşkuya uyarıcıyım." 72

düşürürlerdi, 66
gerçeği geçersiz kılmaya
51 Ne yani! Şimdi bu ilâhi kelamı, kendi­
yeltenenler. 67

lerine iletmen için sana indirmiş olma­


49 Aksine o (Kitab), sahibine seçip ayır­ mız onlara yetmedi m i ? 7 3
Elbet bunda,
ma yeteneği kazandıran bir bilgi tasavvu­ inanacak bir toplum için tarifsiz bir rah­
ru 6 8
bahşedilenlerin gönüllerinde yer bu­ met ve ilâhi bir uyarı zaten vardır.
lan hakikatin apaçık belgelerinden oluş­
52 (Onlara) de ki: "Sizinle benim aramda
m u ş t u r : zaten bilinci altüst olmuş kim­
69

şahit olarak Allah yeter,- O göklerde ve


selerden başkası âyetlerimizi bile bile in­
yerde olan her şeyi bilir,- yine (bilir) ki:
kâra yeltenmez. 70

63 el-Kâfirûn'u "nankörler" şeklindeki çeviri­ ilâhi kaynağına atıf olarak gönderilen vahiy
mizin gerekçesi için bkz. 68/lsra: 8, not 18. dışı kesin mucizevi kanıtlar. Bunlar maksat
64 Yechadûrixm "bile bile inkâr" anlamı için değil, vahyi gösteren araçlardır. Amaç, onların
bkz. 74/Nahl: 71, not 80. kendisini gösterdiği vahiydir. Bu sûrenin 51.
âyetinin delaletiyle açık ve net olarak söyleye­
65 Lafzen: "sağınla". Ayrıca bkz. 67/Kasas: 45.
biliriz ki, vahiy en büyük mucizedir.
66 Şekktcn farklı olarak rayt/m "ya doğruysa
70 Zalimûn'a verdiğimiz bu anlam için bkz.
kaygısı içeren şüphe" oluşuyla ilgili bkz.
56/A'râf: 148 ve krş. 79/Enbiya: 65, not 68.
114/Tevbe: 110, not 140 ve 65/lbrahim: 9, not 12.
71 Bu tür tüm taleplerin peşinen reddedildiği­
67 Hicretin hemen arefesinde inen bu âyetler, ni En'âm 109; A'râf 146 gibi âyetlerden kesin
Medine Yahudilerine karşı Nebi'nin üslubunu ve net olarak anlıyoruz.
inşa etmektedir. Burada olumsuzlanan Allah
72 Şu âyetin ışığında okunmalıdır: "Şimdi
Rasulü'nün Kur'an vahyinden önce herhangi
kendilerine bir mucize gösterilmesi halinde
bir vahyi okuyup yazmamış olduğudur. Bu âyet
bu vahye iman edeceklerine dair var güçleriy­
Furkân 4-5'te kastedilen türden (Krş: 74/Nahl:
le yeminler ediyorlar. De ki: "Tüm mucizeler
103), vahyi peygamberin yazdığı iftiralarını red­
Allah katındadır!" Ve farkında değil misiniz
detmektedir. Kur'an'm içeriği, vahyin kaynağı­
ki, onlara bir mucize gelmiş olsaydı dâhi yine
nın peygamber olmadığının en çarpıcı delilidir.
de inanmazlardı." (73/En'âm: 109 ve krş.
Zira Kur'an'da Rasulullah'ın özel hayatında ya­ 56/A'râf: 146; 69/Yûnus: 20; 58/Ra'd: 7).
şadığı büyük acıların (amcasının, eşinin, oğlu­
73 Eğer birine bu vahiy mucize olarak yetmi­
nun, kızlarının ölümleri) ve sevinçlerinin izine
yorsa, ona hiçbir mucize yetmez. Her peygam­
bile rastlanmaz. Hz. İsa'nın annesiyle ilgili 98
berin bir nübüvvet mucizesi vardır, Kur'an
âyetlik bir sûre ve ayrıca onlarca âyet yer alır­
Hz. Muhammed'in nübüvvet mucizesidir.
ken, Hz. Peygamberin annesiyle ilgili tek bir
Her peygambere verilen mucize ise kendi za­
îmâda dahi bulunulmaz.
manında geçerlidir. Kur'an mucizesi kendisin­
68 'llm'e verdiğimiz bu anlamın gerekçesi için den sonraki tüm zamanlarda geçerlidir.
bkz. 79/Enbiya: 74, not 75. Kur'an'm insanı dönüştürücü gücü ilk günkü
69 Âyâtun beyyinâtun, vahyin doğruluğuna ve gibi sürmektedir. Gerçek mucize de budur.
668 89/ANKEBÛT SÛRESİ t , î < x > ; , Nüzul: 89 Mushaf: 29

Batıl inançlara saplanan ve Allah'a nan­ rı, içinde sürekli kalmak üzere cennetin
körlük eden kimseler hüsrana uğrayacak zemininden ırmaklar çağlayan yüce
olanların ta kendisidirler." köşklerine 78
yerleştireceğiz: (iyi) davra­
nışta bulunanların ödülü pek güzeldir! 59
53 Ve onlar, sana (meydan okuyarak] aza­
Onlar ki, sıkıntılara karşı göğüs gerdiler
bı çabuklaştırmanı istiyorlar,- eğer belir­
74

ve hep Rablerine güvendiler!


lenmiş (yasaya uygun] bir süreci olmamış
olsaydı, 75
azap onların başına derhal ge­ 60 Nice canlılar vardır ki, rızkının so­
lirdi: yine de o, onlar hiç farkında değil­ rumluluğunu yüklenmez; 79
onların rızkı­
ken ansızın mutlaka çıkagelecek. nı da sizinkini de yalnızca Allah verir:
Zira her şeyi işiten ve bilen sadece
54 Onlar sana (meydan okuyarak) azabı
O'dur. 80

çabuklaştırmanı istiyorlar,- ama iyi bilsin­


ler ki cehennem, inkâra saplananları el­ 61 Ve eğer dönüp de onlara sorsan: "Gök­
bette çepeçevre kuşatacak; 55 o gün azab leri ve yeri yaratan kimdir,- ve güneşle ayı
onları (başlarının] üzerinden ve ayakları­ emre âmâde kılan kimdir?" diye, hiç kuş­
nın altından sarıp sarmalayacak; ve (Al­ kun olmasın ki "Elbette Allah'tır!" diye­
lah) onlara "Öteden beri yapa geldikleri­ cekler.
nizin (sonuçlarını) tadın!" diyecek. O halde, nasıl böyle savruluyorlar? 81

62 Kullarından dileyenin rızkını genişlet­


56 SİZ ey iman eden kullarım! Şüphesiz meyi dileyen, ve onu kulu lehine sınır­
ki Benim arzım geniştir,- o halde Bana,
76
landırmayı dileyen Allah'tır: 82
çünkü Al­
yalnız Bana kulluk edin! lah her bir şeyi bilendir.
57 Her can ölümü tadıcıdır; en sonunda
77

63 Ve eğer dönüp onlara sorsan: "Gökten


Bize dönüp geleceksiniz. 58 İman eden ve
suyu indiren ve onunla ölü toprağa can
o imana yaraşır eylemler ortaya koyanla-

74 Krş. 74/Nahl: 1, not 2. 78 Krş. 40/Furkan: 75 not 86.


75 Toplumların çöküş süreçlerinin kendisine 79 Hamele, maddî ya da manevî "bir şey yük­
tabi olduğu llâhî-tarihî yasalar (Bu yasalar için lendi, sorumluluğunu üzerine aldı" anlamına
bkz. 68/lsra: 16; Enfal: 53, 58/Ra'd: 11; 98/Â1- gelir (Krş: âyet 12 ve 13). Allah Rasulü'nün şu
i İmran: 140). hadisi bu âyete dair nebevi bir okuma gibidir:
76 Bu ifade ilk mü'minleri hicrete teşviktir. "Eğer siz kuşlar kadar Allah'a güvenip dayan-
Bunun için de Akabe biatleri yapılmış ve Me­ saydınız, rızkınız da kuşlar gibi ayağınıza ge­
dine hicret yurdu olarak belirlenmiş olmalı­ lirdi" (Tirmizî).
dır. Zımnen: İmanınızla vatanınız arasında 80 Zımnen: Arslan nereye giderse, rızkı da
tercihe zorlanırsanız, kesinlikle imanınızı ter­ oraya gelir. Siz arslan olursanız rızkınız ayağı­
cih ediniz. nıza gelir.
77 "Ism-i fail süren fiildir" diyen Küfe dil oku­ 81 Özellikle 42, 50 ve 53. âyetler, bu zihni
luna istinaden şu mâna da verilebilir: "Her savruluşun sonunda varıp durduğu yeri göster­
can her an ölümü tatmaktadır". Bu, oluş ve mektedir.
bozuluş yasasının insan bedeninde her an ger­ 82 Çevirimiz yeşâ' fiilinin çift özneyi gören
çekleşen tecellisi olan hücre ölümleri ve do­ konumuna dayanır. Leim'daki lâm'a lam-ı leh
ğumlarına da delalet eder. mânası verilmiştir.
veren kimdir?" diye, hiç şüphen olmasın rimize nankörlük etmiş ve kısa vadeli bir
ki "Elbette Allah!" diyecekler. hazzı tüketmiş olurlar: 86
Fakat zamanı
De ki: "Hele şükür, (bari şunu olsun hi­ gelince (gerçeği) anlayacaklar.
leydiniz ) ! " 8 3
67 Peki, görmezler mi ki kendilerinin et­
Ama ne gezer... Onların çoğu akıllarını rafındaki insanlar her tür saldırıya açık
kullanmayı dâhi beceremezler. 64 Zaten olmanın tedirginliğini yaşarken, Biz on­
87

(akletselerdi, bileceklerdi ki) şu dünya ha­ lara güvenli bir dokunulmazlık sağladık:
yatı (tek basma) geçici bir oyun ve oynaştan hâlâ mı batıl inançlara saplanıp Allah'ın
başka bir şey değildir; bir de hayatm öte­
84 nimetlerine nankörlük edecekler? 88

ki yüzü vardu ki, işte odur capcanlı gerçek 68 Kendi uydurduğu yalanları Allah'a ya­
hayat: keşke bunu olsun bilebilseydiler. kıştıran, ya da önüne gelen hakikati ya­
65 Fakat gemiye binip de (tehlike hisset­ lanlayandan daha zalim biri olabilir mi?
tikleri) zaman, inancı batıldan arındırıp Hiç zulümde direnenler için cehennemde
dini yalnız O'na has kılarak başlarlar Al­ yer bulunmaz mı?
lah'a yalvarıp yakarmaya,- ne ki O kendi­ 69 Ama dâvamız uğrunda var gücünü
lerini sağ salim karaya çıkarır çıkarmaz, harcayanları, elbette kendi yollarımıza 89

aynı kimseler başlarlar O'na ortak koş­ yönelteceğiz: 90


ve şüphesiz Allah iyi ve
maya. 66 Sonuçta 85
kendilerine verdikle­ erdemli olanların yanındadır.

83 Lafzen: "Elhamdülillah!" Benzer bir kulla­ 88 Lafzen: "..nimetine.." Kural gereği mastar
nım için 77/Zümer 29'a bkz. muzaf olarak gelirse tekil çoğul mânasına da
84 Bu âyet Me'âric 42 ışığında tek dünyalı bir alınabilir (Âyetteki "nankörlüğün" açılımı
hayat yaşayan inkarcıların hayat tasavvurunu için bkz. 21/Kureyş sûresinin girişi).
red içindir (Krş: 73/En'âm: 32; 92/Muham- 89 Yani: "sonu Bize ulaşan yollara.." Vahiy,
med: 36; 96/Hadîd: 20). Zımnen: Mü'mine hakikate ulaşan yollar konusunda totaliter bir
oyun ve eğlence olarak bu dünyada sürdüğü dil kullanmaz. Usul farklı, asıl tektir. Tek
hayat yeter. O fazladan bir oyun ve eğlenceye asıldan farklı usuller çıkabileceği gibi, farklı
ihtiyaç duymaz. Buna ihtiyaç duyanlar, dün­ usullerden tek asla ulaşmak da mümkündür.
yaya aşırı değer yükleyenler, bir başka ifadey­ Birden çok usulün varlığı, birden çok aslı ge­
le dünyaya âhiret muamelesi yapanlardır. rektirmez. Aslın tek oluşu, usulde totaliteriz -
85 Baştaki akıbet lâm'ma dayanarak. min ve dayatmacılığın gerekçesi olamaz.
86 Li-yetemetre'ü'nun türetildiği meta' ile il­ 90 Te'kit nûn'u ile gelen muzari fiil gelecek
gili bkz. 58/Ra'd: 26, not 36. zaman ifade eder.
87 Lafzen: "enselenip atılıyorlarken.."
*e3$3*
MUTAFFÎFÎN SÛRESİ
Nüzul: 90
Mushaf: 83

"Yolsuzluk y a p a n l a r " a n l a m ı n a gelen mutaffifîn adını i l k âyetinden alır.


Bir ç o k tefsir ve m u s h a f t a bu adla a n ı l m ı ş t ı r . Hadis kitaplarında ve ba­
zı tefsirlerde sûre i l k âyetiyle a n ı l m ı ş t ı r .

İlk otoriteler, k ı s m e n ya da t ü m ü y l e M e k k î veya M e d e n i olup olmadığında


ihtilaf etmişlerdir. İbn M e s ' u d ve takipçileri sûreyi M e k k î sayarken İbn Ab-
bas ve takipçileri sûreyi t a m a m e n veya i l k sekiz âyet hariç M e d i n e ' d e inen
i l k sûre saymışlardır. Kelbî ve Cabir b. Z e y d ise sûrenin M e k k e - M e d i n e ara­
sında indiği görüşündedir (İbn Aşur). Bu ihtilafta en b ü y ü k rolü n ü z u l sebe­
bi rivayetleri o y n a m ı ş t ı r . Sûrenin girişindeki " y o l s u z l u k y a p a n l a r " ifadesi
M e k k e l i l e r e de Medinelilere de nisbet edilmiştir. Ç ü n k ü her i k i şehrin ka­
hir ekseriyeti ticaretle iştigal e t m e k t e d i r .

T a r t ı ş m a y a a ç ı k n ü z u l sebebi rivayetlerine dayalı varsayımlar bir tarafa, sû­


re konusu, ü s l u b u ve belagat ö n c e l i k l i yapısı itibarıyla M e k k î sûrelerin
özelliklerini taşır. T ü m i l k tertiplerde A n k e b û t ' t a n sonraya yerleştirilir. B u
durumda Mutaffifin M e k k e ' d e nazil olan son sûre olarak peygamberliğin
13. yılına yerleştirilmelidir.

K o n u s u yolsuzluğu red ve adalete davettir. Ardından sözü i n s a n ı n hayatı


h a k k ı n d a t u t u l a n kayıtların görüldüğü Hesap G ü n ü ' n e getirir. B u n u n l a
Kur'an, insanın dünyada yaptıklarıyla âhirette karşılaşacakları arasında se-
bep-sonuç ilişkisi bulunduğu h a k i k a t i n e d i k k a t ç e k e r . Ödül ve cezanın, fa­
zilet ve reziletin, s o r u m l u l u k ve sorumsuzluğun, sadâkat ve i h a n e t i n âhi­
r e t t e m u t l a k a bir karşılığı vardır (7-28). Sûrenin b e r c e s t e âyeti, s o r u m s u z
davranışların ardında kararmış bir kalbin y a t t ı ğ ı m söyleyen şu âyettir:
" Y a p t ı k l a r ı yüzünden kalpleri t ü m ü y l e pas t u t m u ş t u r ! " (14)

Sûre, günah bataklığına g ö m ü l e n t e k dünyalı inkarcıların çift dünyalı


m ü ' m i n l e r e bakışındaki çarpıklığı dile getiren bir pasajla son bulur. Kendi­
lerini b e k l e y e n a k ı b e t i istihza ile k ü ç ü m s e y e n l e r i n , âhirette nasıl k ü ç ü l ü p
gülünç duruma düşecekleri, beliğ bir üslûpla dile getirilir (29-36).
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 YAZIKLAR olsun yolsuzluk yapanla­ o gün Rablerinden mahrum kalacaklar; 4

ra! 2 Kendileri başkalarından alacakları


1
16 soma onlar gözleri faltaşı gibi açan bir
zaman noksansız isterler; 3 ama başkala­ azaba sokulacaklar; 17 soma kendilerine
5

rı için ölçüp tarttıkları zaman hak yerler. denilecek ki: "işte sizin yalanlamayı adet
4 Onlar sanmazlar mı ki tekrar diriltile­ edindiğiniz hakikat budur".
cekler; 5 dehşetli bir günde (hesaba çeki­
lecekler); 6 o gün bütün insanlar âlemle­ 18 KESİNLİKLE evet! İyilerin kaydı da 'II-
rin Rabbi huzuruna dikilecekler. liyyûn'da (arşivlenecek); 19 Ve 'iUiyyûn ne­
dir, bilir misin sen? 20 O (yine) sayısal de­
7 ARTIK YETER! Sorumsuzluğu tıynet ğerlerle koruma altına alınmış bir kayıttır;
edinenlerin kaydı, elbet Siccîn'de, (arşiv-
2
21 onu Allah'a yakın olanlar izleyebilir. 6

lenecek). 8 Ama Siccîn nedir, bilir misin 22 Şüphe yok ki iyiler tarifsiz nimetler
sen? 9 O [Siccîn) sayısal değerlerle ko­
3
içinde yüzecekler; 23 Ebedi huzur ve saa­
runmuş bir kayıttır. det makamında (rahatlarına) bakacaklar;
7

10 O gün vay haline yalanlayanların,- 11 24 yüzlerinde sonsuz mutluluğun tarifsiz


onlar Hesap Günü'nü yalanlıyorlar,- 12 parıltısını göreceksin.
halbuki onu ancak haddi aşan günahkar­ 25 Kişiye özel tarifsiz bir içki ikram edi­
8

lar yalanlar: 13 ne zaman (Hesap Gü­ lecek; 26 o, içenin ağzında misk kokusu
nü'nü hatırlatan) âyetlerimiz kendilerine bırakacak; işte bu nedenle yarışmak is­
9

okunsa, "geçmişin masalları" derler. teyenler, artık bu uğurda yarışsınlar! 27


14 Ondan daha da beter: yaptıkları yü­ Onun katkı maddesi, (Cennetin) zirve­
zünden kalpleri tümüyle pas tutmuştur. sinden dolacak; 28 Allah'a yakın olanla­
15 Bundan daha beteri de var: Elbet onlar rın içtiği tarifsiz bir kaynaktan...

1 Tatili, zıt anlamlı tabiatıyla hem maddî hem 6 Yeşheduhû fiili, bunun "okunan" değil "gö­
manevî olarak, ölçme ve değerlendirmede rülüp izlenen" bir kayıt olduğunun delilidir.
"kendine yontan" mantığı ifade eder. Bu işin 7 Lafzen: "koltuklarında". Cehennemliklere
ölçü ve tartı aletleriyle yapılması şart değildir. ilişkin 15. âyetin mukabilidir.
Zaten her türlü haksız kazancın merkezinde,
8 Lafzen: "ağzı mühürlü". Bu, seri üretim de­
yamuk ölçen bir akıl ve tasavvur yatar. Mutai-
ğil kişiye özel oluşun göstergesidir. Allah için
iiiîn'm günümüzdeki karşılığı "yolsuzluk ya­
her kul özeldir. Özgün ve özel kulluklara, öz­
panlar", yapılan şeyin adı da "yolsuzluk"tur.
gün ve özel ikramları ifade eder. Yuşrabûne
2 Fuccâr Kur'an'da muttakîn ve ebrâfm karşı­ yerine yuskavne gelmesi, hizmetin kusursuz­
tı olarak kullanılır (Bkz: 55/Sâd: 28, not 27; luğunu ifade içindir. Yuşrabûne içmek için
49/lnfitâr: 13-14). ayağına gidilen su, yuskavne içenin ayağına
3 Zımnen: Dirayetle (akılla) bilemezsin, o hal­ gelen sudur.
de rivayetle (vahiyle) öğren!
9 Hıtâmuhu misk, lafzen: "sonu misk ola­
4 Krş. 98/Âl-i İmran: 77. cak". Yani: mukaddes hayat yolculuğunun
5 Veya sâiû'nun kök anlamına atfen: "Cehen­ müebbet yolcusu olan insan, yoldan çıkma­
nemle doğrultulacaklar". dan yürürse, yolun sonu cennete çıkacak.
29 NE VAR Kİ günah bataklığına gömül­ müfettiş olarak gönderilmiş değiller.
müş olanlar, bir zamanlar iman edenlere 34 Fakat bugün iman edenler küfrü hayat
gülerlerdi; 30 ve ne zaman onlarla karşı­ tarzı edinenlere gülecekler: 35 Ebedi hu­
laşsalar kaş-göz ederlerdi; 31 ve kafadar­ zur ve saadet makamında 10
(rahatlarına)
ları arasına döndüklerinde ise keyifle (an­ bakacaklar.
latırlardı); 32 ve iman edenleri her gör­
36 Nasıl? Küfrü hayat tarzı edinenler ya­
düklerinde "Bunlar iyiden sapıtmış" der­
pa geldiklerinin 'sevabına' (!) nail olabil­
lerdi.
mişler mi bari!?
33 Ne ki onlar, mü'minlerin inancına

10 Lafzen: "Koltuklarında". Dünyada durma- Allah'ın âhirette dinlendireceğine dair bir atıf.
dan dinlenmeden Allah rızası için koşanları,
HAC SÛRESI
Nüzul: 91
Mushaf: 22

Sûre adını 2 5 . âyet ve devamında ele alınan h a c ile ilgili pasajdan alır. Bu­
nunla beraber h a c bu sûreyle değil daha sonra inen Bakara ve Âl-i îm-
ran'la farz olmuştur. Sûre H a c adını daha Rasulullah'ın hayatında almış gö­
rünmektedir (Ebu Davud ve Tirmizî).

İbn Abbas, Mücahid ve Ata 19-22 hariç Mekkî olduğu görüşündedirler. İbn Ab­
bas, tertibinde de sûreyi Zelzele-Hadîd araşma yerleştirir. Yine İbn Abbas'a da­
yanan Cabir b. Zeyd tertibinde hayli geç döneme, Nur-Munâfıkun araşma yer­
leştirilir. İbn Abbas, Dahhak ve Katade'ye isnat edilen bir başka rivayete göre
sûre, 52-55 hariç Medenî'dir. Müfessirlerin çoğu sûrenin Mekkî ve Medenî ka­
rışık olduğunu, fakat bunu belirlemenin zor olduğunu söylemişlerdir.

Sûrenin girişi (muhtemelen ilk 24 âyeti) h e m konu h e m üslûp açısından


Mekkî sûrelere benzer. Mukatil, Zemahşerî ve Râzi gibi müfessirler buna
dayanarak sûreyi Mekkî sayarlar. Fakat 2 5 - 4 1 (muhtemelen 58 ve devamın­
daki âyetlerle birlikte) Medine'de nazil olmuş olmalıdır. Konusunu esas
alırsak, sûrenin M e k k e döneminin sonlarıyla Medine döneminin başların­
da indiğini söyleyebiliriz. Bazergan, Seyr-i Tâhâvvul-i Kur'an'da. buna yakın
bir sonuca varmıştır. Bu bize de isabetli görünmektedir.

Sûre ilk 24 âyetinde, insanın ebedi istikbaline dair bilgiler vermekte ve in­
sanı yaratılış amacına uygun bir hayatı inşa etmeye çağırmaktadır. 2 5 . âyet­
le birlikte h a c konusuna girmekte ve muhataplarını dinî sembollerin sem­
bolize ettikleri hakikatler ve asıl anlamlar üzerinde durmaya çağırmaktadır.
İşin gerçeği hacla ilgili semboller, gerçek anlamlarını inananların yüreğinde
bulur (32). Özellikle de kurban şiarının sembolize ettiği hakikat üzerinde sı­
kı durulur: "Onların ne etleri, ne de kanlan Allah'a ulaşır,- fakat sizden O'na
ulaşan yalnızca O'na karşı gösterdiğiniz derin sorumluluk bilincidir" (37).
İnsanın kökenine dair ilk pasajlarla hacdan söz eden pasajlar arasındaki ör­
tülü bağlantı müthiştir: Hac, köklere dönmektir; baba ocağına ana kucağına
geliş, insanı yeryüzünde konuk eden ilk m e k â n a vefa ziyaretidir.

78. âyetinde cihadı z a m a n ve zeminden bağımsız olarak " e m r e d e n " sûre


(Krş: Furkan: 52), 3 9 . âyetinde savaşa ancak "izin verildiğini" söyleyecektir.

Allah'ın gör dediği yerden bakan, şöyle bir kör tarifiyle karşılaşır: "Gözler
kör olmaz, fakat asıl kör olan göğüslerde bulunan kalplerdir" (46). 4 9 - 5 7 .
âyetler arasında peygamberlik k u r u m u n a karşı inkarcıların aldığı tavır eleş­
tirilirken, 5 8 - 6 6 . âyetler, insanın geçici hayattaki mücadelesiyle ebedi ha­
yatı arasmda bağlantı kurar.
674 91/HAC SÛRESİ t Nûzûl: 91 Mushaf: 22

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 EY insanlık! Rabbinize karşı sorumlu­ takılan kimseler çıkabilmektedir. 5


4
luğunuzun farkında olun! Çünkü Son Sa­ (Şeytan) hakkında kayıt şöyle tutulmuş­
at'in depremi korkunç olacaktır! 1
tur: Elbet onu veli edinenler çıkar; ve el­
2 O (depremi) gördüğünüz gün, emziren 2 bet (Şeytan) o tipleri saptırır ve yakıp ka­
her kadın emzirdiği (bebeğini) unutur,- 3 vurucu bir azaba yönlendirir.
yine her gebe kadın (o an) çocuğunu dü­
şürür,- ve insanlar sarhoş olmadıkları hal­ 5 EY insanlık! Eğer (ölümden sonra) diri­
6

de sen onları sarhoşmuş (gibi) görürsün. liş konusunda kuşku içindeyseniz, unut­
Fakat, Allah'ın azabının (ondan) daha şid­ mayın ki Biz sizi (ilkin) bir tür toprak­
detli olduğu kesindir. 4 t a n , sonra bir damlacık döl suyundan,
7 8

sonra rahim cidarına asılıp tutunan döl­


3 Ne ki yine de insanlar içerisinden, Al­
lenmiş yumurtadan, sonra (asli unsurla­
9

lah'ı bilmeden tartışma konusu yapan ve


rı) oluşmuş fakat (tali unsurları) henüz
haddini bilmez her tür şeytanın peşine
oluşmamış bir ceninden yarattık: bu si-10

1 Vahiy dışında hiçbir kaynak, insanın ebedi 7 Tuiâbin'deki belirsizlik çeviriye "bir tür"
istikbaline dair sahih bilgi taşıyamaz. olarak yansımıştır. Unutulmamalı ki toprak
2 Muidi âtin, emzirmenin niteliğine değil, yanıp sönmüş bir ateşin küllerinden doğmuş
emzirme fiiline delalet eder. "Emzikli kadın" bir hayat anasıdır.
anlamına gelen muidi yerine kapalı tâ ile gel­ 8 Bu âyette olduğu gibi, insanın "toprak tü­
miş olması bunun gerekçesidir. ründen" ve "önemsiz bir su"dan (35/Mûrse-
3 Hedef dilin yetersizliği sonucu mecburen lât: 20) yaratıldığını ifade eden tüm âyetlerin
"unutma" karşılığı verdiğimiz zuhûl, kişinin amacı, insanı yaptıklarının sorumluluğunu
içine düştüğü dehşet ve kaygılı durumun so­ üstlenmeye ikna, dolayısıyla Hesap Günü
nucu olan unutmaya delalet eder (Râğıb). Zu­ inancına davettir (Krş: 94/Bakara: 30-34,- krş.
hûl, "önemsememekten kaynaklanan unut­ 32/lnsan: 1). Öldükten sonra dirilmeyi inkar
ma" anlamına gelen nisyân'dan farklıdır ve eğiliminin, sorumluluğu inkarın bir sonucu
sadece burada geçer. Parantez içi açıklamalar, olduğu bu üslûpla vurgulanmaktadır.
metindeki işaret ve ilgi zamiri mercilerinin 9 'Alâkâ'nm insan yaratılışının özelliğini ifa­
metne taşınmasının sonucudur. de eden bir bağlamda "sevgi ve alâka" olarak
4 "..kesindir" karşılığı, lâkinne'de mündemiç çevrilmesi için bkz. 2/'Alak: 2, not 3. Burada
olduğu için parantez içine alınmamıştır. Bura­ kelime embriyolojik bir bağlamda geçmekte­
daki azab kıyamete mahsus olan "o benzeri dir ve vurgusu da embriyolojiktir. Arapça'da
görülmemiş azab"tır (79/Enbiya: 103). "sülük" için bu kelimenin kullanıldığı hatır­
5 £eytânin'deki belirsizlik çeviriye "her tür" lanacak olursa, insanın dünyaya gelişiyle ilgi­
olarak yansımıştır. Bunlar, görünen ve görün­ li embriyolojik süreç içerisinde döllenmiş yu­
meyen, somut ve soyut her tür varlıktan ola­ murtanın rahim duvarına asılıp tutunması ve
bilir (Râzî). Âyette kastedilenler, Allah'ın var­ etrafında bir kan havuzcuğu oluşması aşama­
lığını değil gücünü ve kudretini tartışma ko­ sını ifade ettiği anlaşılır.
nusu yapıyorlar. 10 Mudğâ, yaklaşık yedinci haftadan başlayan
6 Nida ile ilgili bir açıklama için bkz. 94/Ba­ embriyolojik aşamayı ifade eder. Önce bir par­
kara: 21, not 28. mak boğumu uzunluğunda ve et parçası görü-
ze (menşeinizi) açıklamak için yaptığı­ nızca Allah olduğu gerçeğidir. 15
Zira sa-.
mız (bir uyarıdır). 11
dece O'dur ölüyü dirilten,- ve her şeye gü­
Derken, (doğmasını) dilediğimizi belir­ cü yeten de yalnızca O'dur.
lenmiş bir süreye kadar (annelerinin) ra­ 7 Hem unutma ki, Son Saat kuşku götür­
himlerinde tutarız,- sonra sizi bir bebek mez bir biçimde gelip çatacaktır,- yine
olarak dünyaya getirtiriz,- nihayet sizler unutma ki, Allah kabirlerde yatan herke­
olgunluk çağına, (işte bütün bu süreçler­ si kaldıracaktır.
den geçerek) ulaşırsınız: ama içinizden 8 Ne ki yine de insanlar içerisinden her­
kimilerine ölüm (erken yaşlarda) tattırı­ hangi bir bilgiye, yol gösterici bir kılavuza
lır, kimileri de ömrün en düşkün çağına ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın
kadar ertelenir,- öyle ki, sonunda o, bilen Allah hakkında tartışan kimseler çıkabil­
biriyken hiçbir şey bilmez hale gelir. 12
mektedir. 9 Bunlar Allah yolundan çevi­
16

(Bu, şuna benzer) ki; önce yeryüzünü kup­ rebilmek için (hakikati) eğip bükerler. Bu 17

kuru bir halde görürsün; fakat ona indirdi­ tipin dünyadaki payı onursuzluktur; ama 18

ğimiz suyun ardından canlanır, kabarır ve Kıyamet Günü'nde ona yakıp kavurucu bir
her türden gözalıcı bitkilerle yeşerir. 13
azabı tattıracak (ve diyeceğiz ki): 10 "İşte
bu senin kendi ellerinde kazanıp getirdik­
6 Bütün bunların (gösterdiği) nihai bir lerindir; unutma ki Allah'ın kullarına zul­
amaç 1 4
vardır ki, o da mutlak olanın yal- metme ihtimali asla bulunmamaktadır!" 19

nümünde olan cenin daha sonra yedi santime yaratılış sürecinde de aynısını yapmaktadır.
kadar gelişir. Bu aşamada başta kalp olmak Özetle insanı yeniden diriltecek olan da işte
üzere beyin, göz, kulak, burun gibi temel or­ bu kudrettir. Toprağın ve insanın tabi olduğu
ganların oluşumu tamamlanır. Sinir sistemi bu evrensel yasayı inkar nasıl abes ise, aynı
hızla gelişir, kol ve bacak çıkıntıları belirir. yasanın sahibi tarafından konulan insanın ye­
Artık kemiklerin ve kasların oluşumuna sıra niden dirilişi yasasını inkar da öyle abestir.
gelmiştir (Bunların da dile getirildiği bir âyet 14 Bâ edatının gaye işlevine dayanarak [İtkân
için bkz. 80/Mü'minûn: 12-14). Âyetteki II, 184).
"(kısmen) oluşmuş ve (kısmen) oluşmamış" 15 Büyümek ve gelişmek için zamana mah­
ibaresinin gerekçesi budur. kûm olmak, kendi kendine yetmeyip terbiye
11 İnsana menşeinin ne kadar sıradan fakat edici bir Rabbe muhtaç olmak demektir.
potansiyelinin ve imkanlarının ne kadar muh­ 16 Krş. 75/Lokman: 20'nin sonu.
teşem olduğu gösteriliyor. Böylece, "anılmaya
17 Mânası konusunda farklı yorumlar yapılan
bile değmeyen" bir durumdan "yaratıklar ev­
reninin zirvesine" taşımayı dileyen Rabbine saniye 'ıtfihi, inkarcıların hakikati eğip bük­
teslim olması ve kendisine yabancılaşmaması mesini ifade eder. Bununla, küfürde direnenle­
öğütleniyor. rin insanları Allah yolundan döndürebilmek
için yaptıkları her tür tahrif ve demogoji kasde-
12 Krş. 74/Nahl: 70, not 77. Zımnen: İnsan ak­
dilse gerektir.
lı ermez olarak doğmuştu, sonunda yine başa
döner. Bu, derin düşünen için yeniden dirilişin 18 Hızy kökünün "onursuzluk" anlamı ve ge­
habercisidir. rekçesi için bkz. 44/Tâhâ: 134, not 127.

13 Kuru toprağı sulayıp onun bağrında can alı­ 19 Çevrimizin gerekçesi, nefyin haberinin bâ
cı güzellikler ortaya çıkaran kudret, insanın ile gelmesidir. Bu, öznenin bahis konusu işi
11 Yine insanlardan kimileri de vardır ki, ve erdemli davrananları zemininden ır­
Allah'a (iman ve küfrü birbirinden ayı­ maklar çağlayan cennetlere yerleştire­
ran) sınırda kulluk eder; öyle ki, eğer cektir: Zira Allah dilediği şeyi mutlaka
kendisine bir iyilik dokunsa onunla tat­ gerçekleştirir.
min olup sevinç duyar; fakat başına bir 15 Her kim, Allah'ın kendisine 21
dünya
musibet gelse yüzüstü dönüverir,- dünya­ ve âhirette 22
asla (doğrudan) yardım et­
yı da âhireti de kaybeder: nitekim telafisi meyeceğini düşünüyorsa, bir sebebe tu­ 23

en zor kayıp da budur. 20


tunup göğe uzanıversin ve (Allah dışında
12 O kimse, Allah dışında, kendisine ne yalvardıklarıyla ilişkiyi) kessin,- 24
daha
zarar veren ne de yarar sağlayan nesnele­ soma görsün bu tedbiri kendisini öfke­
re yalvarıp durur: kişiyi (haktan) uzaklaş­ lendiren şeyin kökünü kazıyacak mı (ka­
tıran en vahim sapıklık da zaten budur. zımayacak m ı ) ? 25

13 (Kimi zaman da) zararı yararından da­ 16 İşte böylece Biz, bu (mesajlan) hakikatin
ha fazla olan insanlara yalvarıp yakarır: o apaçık belgeleri olarak mdirmiş bulunuyo­
ne berbat efendi, o ne kötü yoldaştır! ruz,- ama şu da bir gerçek ki, Allah isteyen
14 Şüphesiz ki Allah iman eden, dürüst kimseyi doğru yola yöneltmeyi diler. 26

yapma imkan ve/veya ihtimalinin bulunma­ mu da emeği gerektirmektedir. Birinci ve


yışına delalet eder. Bu kalıp, olumsuzlanan şe­ ikinci sınıfı 8 ve 11. âyetlerde dile gelen "in­
yin kategorik olarak dışlandığını ifade eder. sanların" bir üçüncü sınıfı da olabilir mi? Bağ-
20 Lafzen: "en açık olanı.." Mubîn'm türetildiği laçsız gelmesi ve mine'n-nâsi men., kalıbının
beyn'in bu mânası için bkz. 74/Nahl: 66, not 71. kullanılmaması üçüncü bir sınıf olma ihtima­
lini zayıflatıyor. Geriye 11. âyetteki "sınırda
21 Hu zamirinin Hz. Peygamber'i gösterdiği
kulluk edenler" içinden birileri olma ihtimali
görüşü sûrenin bağlamıyla uyuşmamaktadır.
kalıyor ki, doğrusu bu olsa gerektir. Burada
Baştan beri Hz. Peygamber'e hiç atıf yapılma­
resmi çizilen tip iman küfür sınırında tered­
ması bir yana, konu tevhid muhatap da insan
düt eden bir tiptir. "Uzak tanrı" düşüncesi öy­
cinsidir.
lesine yer etmiş ki, bu yüzden ne Allah'a ara­
22 Yani: "..her zaman ve mekânda.." cısız kulluk edilebileceğine, ne de Allah'ın
23 Sebeb, hurma ağacına çıkmak için hurma­ yardım edeceğine aklı yatıyor. Bu düşünce ile
nın tepesine bağlanarak aşağı sarkıtılan ipe Allah'ın dininden çıkmak istiyor, onu da ya­
denir. Âyet, Allah'a ulaşmada doğru vesilenin pamıyor. Neticede öfkeden patlayacak hale
dua olduğu imasını içerir. geliyor. Bu âyet işte bu tipe 'ironik' bir îmâ ile
24 Veya 31. âyetin ışığında: "o ipi kessin (de öfkesinden kurtulmanın yolunu tarif ediyor
kendini parçalanmak üzere yere bıraksın)". ve zımnen diyor ki: Aracısız ne kulluk olur,
Parantez içi açıklamaların gerekçesi âyetin ne de Allah'ın yardımı gelir düşüncesini ak­
bağlamı, özellikle de 12-13. âyetlerdir. Sınırda lından kazı! Bunun tek yolu bu! Allah uzak
kulluk edenlerden imanı Allah'a has kılmala­ değil, şahdamanndan yakındır. Eğer bu haki­
rı istenmektedir. kate inanmak yerine bir adım daha atınca küf­
re düşecekmiş gibi sınırda inanmaya devam
25 Hel soru edatının genellikle cevabın olum­ edersen, bu seni teskin ve tatmin etmek yeri­
luluğuna delalet ettiği hatırlanmalıdır. ne öfkelendirir. Bu takdirde işte sana öfkeden
Keyd'in müsbet anlamı için bkz. 71/Yusuf: 76. kurtulmanın kestirme yolu.."
Bu belagat şahikası âyetin konumu da, mefhu­
17 Şüphesiz (sizden) iman eden kimseler, 19 Birbirlerine karşıt konumlarda bulu­
yahudileşen kimseler, Sabiiler, 27
Hıristi­ nan bu iki gurup, Rableri konusunda hep
yanlar, Mecusiler 28
ve şirk koşan kimse­ çatışa gelmişlerdir. Onlardan inkarda di­
ler arasındaki hükmü Kıyamet Günü Al­ renenlere, ateşten elbiseler biçilecek; baş­
lah verecektir: kuşku yok ki Allah her şe­ larının üzerinden yakıp kavuran bir (gam)
ye şahittir. boca edilecek: 31
20 bununla onların içle­
rinde olan her şey ve deriler eriyip aka­
18 (EY İNSAN!) Göklerde ve yerde bulu­ cak; 32
21 ve onlarjı bağlamak) için demir­
nan herkesin, güneşin, aym, yıldızların, den boyunduruklar olacak; 33
22 gam ve
dağların, ağaçların ve hayvanların (ister is­ kederden (bunalıp) da ne zaman oradan
temez) Allah'ın emrine âmâde olduğunu çıkmak isteseler, hemen oraya geri dön­
görmez misin? 29
insanlardan niceleri (bi­ dürülecekler ve (onlara şöyle denilecek):
linçli tercihlerinden dolayı ödülü hak et­ "Yakıp kavurucu azabı tadın bakalım!"
m i ş ) , niceleri ise azabı hak etmişlerdir,
30 23 Buna karşın Allah iman eden ve ima-
imdi, Allah her kimi alçaltırsa artık onu nıyla uyumlu davranış sergileyenleri ze­
kimse yüceltemez: kuşkusuz Allah dile­ mininden ırmaklar çağıldayan cennetlere
diğini daima gerçekleştirir. yerleştirecek; orada onlar altın künye ve

26 Çevirimizin gerekçesi olan yeşâ' fiilinin kanı bahşeden gücün ta kendisidir, insan, ken­
çift özneyi gören konumuna ilişkin ayrıntılı disine emanet edilen bu imkanı nasıl kullan­
bir tahlil için bkz. 69/Yûnus: 25, not 44. dığının hesabını verecektir.
27 Sabiiler için bkz. 94/Bakara: 62, not 114. 30 Râzî'ye göre, bu ibarenin muhtemel iki an­
27 Öğretileri Zend-Avesta'da toplanan Zer­ lamından biri, kesinin mine'n-nâs ibaresini
düşt'ün kurucusu olduğu din. Biri iyilik tanrı­ mahzuf bir haberin mübtedası saymaktır. Ter­
sı (Ahuramazda) diğeri kötülük tanrısı (Ehri­ cihimiz bu gerekçeye dayanmaktadır.
men) olan çift tanrıcı bir inançtır. Temel zaa­ 31 Başlarından aşağı boca edilen şeyin ne oldu­
fı tanrısal bir cevher atfettiği kötülüğü meşru- ğu açıkça yer almasa da, 22. âyetten bu şeyin
laştırmasıdır. onları derin bir umutsuzluk ve pişmanlığa sevk
29 Parantez içi açıklama şu âyete dayanmak­ eden "gam ve keder" olduğunu anlıyoruz.
tadır: "Oysa ki bütün göktekiler ve yerdekiler 32 Herhangi bir özneye nisbet etmeksizin "de­
ister istemez O'na teslim oldular, çünkü hep­ riler" ("derileri" değil) şeklindeki bu kulla­
si (sonunda) O'na varacaklar." (98/Âl-i Imran: nım, eriyip akan bu derilerin onlara ait deriler
83; ayrıca: 58/Ra'd: 15 ve 81/Fussilet: 11.) değil, adeta bir "maske" gibi taşıdıkları eğreti
Men ilgi zamiri, çoğunlukla bilinç sahibi var­ kimlikler olduğunu akla getirir. Zımnen: He­
lıklar için kullanılır. Burada insanm da gök ve sap Günü tüm maskeler düşecek, insanlar ger­
yer gibi iradesiz varlıklarla birlikte anılması, çek kimlikleriyle arz-ı endam edecekler.
onun iradesinin görmezden gelindiği anlamını 33 Mekâmi', "demir bukağı, metal boyundu­
taşımamaktadır. Ancak bu, iradenin sınırlı ve ruk" anlamına gelen meicme'a'nın çoğuludur.
kayıtlı tabiatına işaret etmektedir, insan, Kelimenin kökeni olan kame'a "boyunduruk
makro planda ilâhi iradenin dışına çıkamaz, geçirdi, tasma taktı" anlamlarına gelir. Âhi­
insana bahşedilen irade ve özgürlük de, ilâhi rette bu, ya mahkemesini bekleyen suçluların
takdirin bir parçasıdır, insanı var eden mutlak tutukluluğuna, ya da azaba mahkûm olan hü­
güç, ona varoluş amacını gerçekleştirecek im- kümlülerin mahkûmiyetlerine delalet eder.
678 91/HAC SÛRESİ .«^a^g. Nûzûl: 91 Mushaf: 22

bilezikler takınıp incilerle bezenecekler: 26 Hani Biz, İbrahim'in (inşa ve ihya et­
dahası orada sınırsız bir özgürlük ünifor­ mesi) için bu İbadet Evi'nin yerini tesbit
ması taşıyacaklar. 34
ettiğimiz zaman,- "Bana hiçbir şeyi şirk
24 Evet, onlar düşünülüp dile gelebilir ola­ koşmadığın gibi, Mabedimi de tavaf ede­
nın 35
en iyisine yönlendirildiler; zira onlar cekler ve (ona doğru) kıyama durup rükû
(dünyadayken) bütün övgülere lâyık ola­ ve secdeye kapanacaklar için (şirkten) te­
nın (dosdoğru) yoluna yöneltilmişlerdi. miz t u t a c a k s ı n ! " 40
(demiştik).
27 Ve insanları hacca davet et! Gerek ya­
25 FAKAT inkarda direnenleri, Allah yo­ ya, gerekse hızlı yol alma yeteneğine sa­
lundan ve yerli-yabancı ayrımı gözetme­ hip ulaşım araçlarına 41
binerek her bir
den bütün insanlar için tayin ettiğimiz yoldan 42
senin (çağrına) gelsinler 28 ki,
Mescid-i Haram'dan alıkoyanları, oralı 36
bunun kendilerine sağlayacağı yararlara
olmayı sapıklığa ve haksızlığa bile iste­
37
tanık olsunlar.
ye vesile kılanları, can yakıcı bir azaba
38

Bir de belirlenen günlerde, O'nun kendi-


terk edeceğiz. 39

34 Veya: onların oradaki elbiseleri ipekten elbiseleriyle tavaf etmesini uygun görmüyor­
olacak". (Çevirimizin dilsel gerekçesi için lardı. Bu da orada yaşayanlardan elbise kirala­
bkz. 32/İnsan: 12, not 16.) Bu âyette âhirette ma gibi oldukça kârlı bir sektöre dönüşüyor­
mü'minlere vaad edilen bu güzellikler, dünya­ du. Aslında bu âyet, dinî değerlerin istismarı
da bu gibi şeylerden uzak duran mü'minlere gibi, insanlığın en kadim problemlerinden bi­
gönüllü mahrumiyetlerinin bir ödülü olarak rini gündeme taşımaktadır.
verilecektir (Bkz: 62/Kehf: 31, not 45). 37 llhâd, "amacından sapmak" anlamına ge­
35 el-Kavl, dile gelen düşünceyi de, dile gel­ len lahd kökünden türetilmiştir [Mekâyîs).
meyen düşünceyi de ifade eder (Krş: 62/Kehf: 38 Mekkeli olmayı sapıklığa ve zulme nasıl
39, not 56). alet ettiklerinin örneği için bir önceki nota bkz.
36 Buradaki sevâen (benzer bir kullanım için 39 'Azab için muhtemelen ilk kullanıldığı
bkz. 79/Enbiya: 109, not 113) "eşit, benzer, 7/Kalem 33'ün ilgili notuna bakınız.
denk" anlamına gelir (Râğıb). Bu bağlamdaki
40 Âyetin sonundaki "Mabedimi temiz tuta­
en uygun karşılığı olan "ayrım gözetmeden"
caksın" emrinden ve daha başka âyetlerden
ifadesi, cahiliyye dönemindeki "ayrımcı" uy­
(98/Âl-i İmran: 96; 65/İbrahim: 37), Hz. İbra­
gulamaya da bir atıftır. Mekke'yi elinde tutan
him'e gösterilen mekânın, geçmişte de aynı
Kureyş, İbrahimi bir gelenek olan hac ibadeti­
maksatla kullanıldığı zımnen anlaşılmakta­
ni, diğer kavim ve kabilelere üstünlük tasla­
dır. Buradaki "temiz tut" emriyle, elbette tev­
ma fırsatı olarak değerlendiriyordu. Yine İbra­
hid ilkesinden sapma anlamına gelen tüm sap­
himi geleneğe dayanan ve mukaddes bölgenin
ma ve batıl inanç kalıntılarından insanlığın
sınırlarını ifade eden harem-hıll ayrımını, on­
bu ilk mabedini arındırma kastedilmektedir.
lar Kureyş için ayrıcalığa dönüştürdüler. Me­
sela, kendileri vakfe için Müzdelife'ye kadar 41 Dâmir, her tür bineğin "uzun yol yeteneği­
çıkıyorlar, bunu harem'de yaşayanlara tanın­ ni ve dayanıklılığını" ifade eden bir isim-sıfat.
mış bir ayrıcalık olarak görüyorlar, Arafat'a Mü'minleri hacca teşvik amacı taşır.
kadar gitme şartının dışardan [hıl) gelenleri 42 Kur'an'da fecc, tarikten farklı olarak yal
bağladığını düşünüyorlardı. Yine kendileri el­ nızca "fiziki yol" için kullanılır [el-î'câzw
biseleriyle tavaf ediyorlar, dışardan gelenlerin Beyânî).
lerine rızık olarak sunduğu hayvanları yakıştırmadığınızı (isbat edin): zira Al­
(kurban ederken), üzerine Allah'ın adını lah'tan başkasına ilâhlık yakıştıran kim­
ansınlar: işte bunlardan siz de yiyin, zor se, gökten düşerek un ufak olan ve saçı­
durumdaki ihtiyaç sahiplerine de yedi- lan parçalarını kuşların didikleyip kaptı­
rin. 43
ğı, ya da rüzgarın ıssız bir köşeye savur­

29 En sonunda, zorunlu yasaklara son ve­ duğu nesneye benzer.

rip kirlerini gidersinler; adaklarını yeri­


44
32 (Sözün özü) işte şudur: Allah'ın sem­
48

ne getirsinler ve bu Özgürlük Evi'ni tavaf bollerine sarılarak onları yücelten herkes


etsinler. 45
iyi bilsin ki, bu (semboller gerçek anlamı­
30 (Sözün özü) şudur k i ; 46
her kim Al­ nı) kalplerde kök salan sorumluluk bilin­
lah'ın kısıtlayıcı buyruklarına saygı gös­ cinden alırlar. 33 (Sarıldığınız) bu sem­
terirse, bu Rabbi katında kendi yararına boller sonu yasayla belirlenmiş bir süre
olacaktır,- zaten size bildirilenler dışında doluncaya kadar size yarar sağlamayı sür­
kalan bütün hayvanlar size helâl kılın­ dürür; nihayet bu sembollerin gösterdiği
mıştır. güzergahı izleyenin varış yeri bu Özgür­
lük Mabedi olacaktır. 49

Ama özellikle de putla(ştırma)dan kay­


naklanan her tür (manevî) pislikten sakı­
34 VE Biz, her ümmet için kurban kesme­
nın; bir de asılsız iddialardan kaçınarak, 47

yi bir ibadet kıldık ki, bu vesileyle O'nun


31 batıldan yüz çevirip yalnız Allah'a yö­
kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar
neldiğinizi ve O'ndan başkasına ilâhlık

43 Fakir ganînin mukabilidir. Bâis ise, aslmda haramlar icat etmekten sakının!
fakir olmadığı halde içinde bulunduğu güç şart­ 48 Gerekçesi için bkz. âyet 30, not 46.
lar yüzünden zor durumda olan kimselerdir.
49 Min ve ilâ edatları, bir şeyin çıkış ve varış
44 Kur'an'da sadece burada kullanılan tefes noktalarını gösterirler. Çıkış noktası "mü'mi-
kelimesinin "insanın kurtulması gereken kıl­ nin kalbindeki sorumluluk bilinci" olan hac
lar, tırnak vs. gibi şeyler" olduğu yolundaki ibadetini oluşturan sembollerin gösterdiği gü­
bir açıklamaya rağmen (Bkz: Müberred ve Kaf- zergahı izleyen herkesin varıp duracağı nokta
fal'den Râzî), Taberî bu ibareyi "haccın geri (mahill), Allah karşısındaki acziyet ve kullu­
kalan tüm menasiki" olarak yorumlar. Dola­ ğunu simgeleyen dolayısıyla tevhid akidesini
yısıyla bu, ihram yasaklarının bittiğini göste­ sembolize eden Kabe'dir. Kökü insanın yüre­
ren ve "giderebilirler" şeklinde de anlaşılabi­ ğinde olan Allah'a karşı borçluluk bilinci, sa­
lecek bir ibaredir. hibini yeryüzünün kalbi olan Kabe'ye doğru
45 'Atık, hem "hür ve bağımsız", hem "ka­ yöneltir. Mahill, "açtı, çözdü" ve oradan "yü­
dîm" hem de "muteber ve saygın" anlamına kü indirdi" anlamındaki halle kökünden türe­
gelir (Lisân). Hz. Peygamberden gelen rivayet­ tilir (Mekâyîs). Mahill ismi, hem mastar ola­
ler de dikkate alındığında tercih ettiğimiz an­ rak "varış noktası belli olan bir güzergah",
lam öne çıkmaktadır (Bkz: Mücahid ve Kata- hem de varış "zamanı" ve "yeri" anlamlarına
de'den, Taberî). gelir. Buna göre, yürekten çıkıp zamanda ve
46 Zemahşerî'nin zâlike'ye getirdiği ikna edi­ mekânda özgürlüğü keşfetmek için girişilen
ci açıklamaya dayanarak. eyleme delalet eder. Bu, aynı zamanda hac
ibadetinin kapsamlı bir tanımını da ele ver­
47 Zımnen: Allah adına sahte kutsallıklar ve
mektedir.
680 < > < g : = ^ T t 91/HAC SÛRESİ t 1 > < g > ; . Nûzûl: 91 Mushaf: 22

üzerine Allah'ın ismini ansınlar. 50


mini anın,- nihayet onların yanı yere ge­
Bakın, ilâhınız tek bir İlah'tır; o halde lince 56
artık ondan siz de yiyin, ihtiyacı­
yalnız O'na teslim olun! Ve (sen de Ey nı belli eden ya da e t m e y e n herkese de 57

Peygamber); O'na yürekten boyun eğen­ yedirin:


leri 51
(O'nun rızasıyla) müjdele! 35 Onlar Bu böyledir; zira Biz onları sizin yararını­
ki, ne zaman Allah anılsa kalpleri saygıy­ za âmâde kılmışızdır; umulur ki şükre­
la ürperir ve başlarına gelen şeylere sab­ dersiniz. 37 Onların ne etleri, ne de kan­
rederler; üstelik namazı hakkını vererek ları Allah'a ulaşır; fakat sizden O'na ula­
kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızık-
52
şan yalnızca O'na karşı gösterdiğiniz de­
tan cömertçe sarf ederler. 53
rin sorumluluk bilincidir.
36 Malum kurbana gelince: 54
Biz onu si­ Böylece onları sizin yararınıza âmâde kıl­
zin için içerisinde nice hayırlar barındı­ dı ki, size yol gösterdiğinden dolayı Al­
ran Allah'ın simgelerinden biri olarak lah'ın yüceliğini lâyıkıyla takdir edesi­
(ibadet) kıldık: o halde, (ön ayaklarından niz; 58
ve (sen Ey Peygamber,) iyileri
biri bağlanıp) sıra sıra diz çöktürülen (O'nun rızasına ermekle) müjdele!
hayvanları kurban ederken 55
Allah'ın is­

50 Mensek, özelde "hacda kesilen kurban" ge­ nin kastedildiğini söyler. Nahr adı verilen bu
nelde "hacca özgü ibadetlerden her biri" ya da kesim şekline göre devenin ön ayaklarından
bunların "yeri ve zamanı" anlamlarına gelir biri bağlanarak diz çöktürülür, başı havada ke­
(Krş: 94/Bakara: 200, not 386 ve 73/En'âm: 162). silirdi (Taberî). Hemen sonra gelen "sırtı yere
Bu bağlamda hac ibadetinin bir parçası olan kur­ tamamen yapışınca" ibaresi, bu anlamı doğru­
ban kastedilmektedir. Cahüiye döneminde hac lamaktadır.
zamanı putlar için kesilen kurbana el-'ıtr (veya 56 Develer oturur şekilde kesildiği için (a'ica-
'atîre) adı verilirdi. Kur'an onların yerine men­
ra) "yanı yere gelince" kinâi ifadesi "devrilip
sek ve türevlerini kullanarak yepyeni bir kav-
de öldüğü kesinleşince" anlamına gelir.
ramlaştırmaya gitmiş ve bununla cahiliyye kur­
ban kültünden farklı olarak tevhidi bir kurban 57 28. âyetteki "ihtiyaç sahiplerine de" ibare­
tasavvuru oluşturmayı amaçlamıştır. sinin açılımı.
58 Kurban ibadetinin hikmeti, "eşyanın insa­
51 Tercihimiz muhbıtm kök manasına da­
nın emrine âmâde kılınması" demeye gelen
yanmaktadır (Râğıb).
teshir sırrında yatmaktadır. Bu sırrı önceki
52 Salatı ikame ile ilgili bir açıklama için bkz.
âyette yer alan kezalike sahharnâhâ lekum ile
56/A'râf: 170 ve 94/Bakara: 3, ilgili notlar.
bu âyetteki kezâlike sahharahâ lekum ibarele­
53 İnfak m "cömertçe sarf etme" anlamı için
1
ri ele verir. Teshir, insanın yaratılmışlar ale­
bkz. Enfal: 3, not 5. mindeki şerefini gösterir. Leicum'deki lâm
54 Kavramsal farklılık, bu pasajda sanki iki hem "insanın emrine âmâde kılınmayı" hem
ayrı kurban türünden söz edildiği sonucunu de "insan için bir yasaya bağlı olarak yaratıl­
vermektedir. Birincisi 28 ve 34. âyetlerde be- mayı" ifade eder. Allah'ın insana musahhar
hîmeti'l-en'âm olarak geçen kurbanlar, ikinci­ kıldığı her şeyin üzerinde zımnen "insani hiz­
si 36. âyette savâffe olarak geçen kurbanlar. mete mahsustur" yazılıdır. Kur'an'a göre yıl­
55 Savâffe, "sıraya girmiş, saf saf dizilmiş" an­ dızlar, nehirler, güneş ve ay, gece ve gündüz,
lamına. İbn Abbas bu kelimeyle devenin diğer yer ve gökteki her şey, denizler, kuşlar, bulut­
hayvanlardan farklı olan kurban ediliş şekli­ lar insanın emrine musahhar kılınmıştır. Kur-
Nüzul: 91 Mushaf: 22 , ^ 3 ^ , , , 91/HAC SÛRESİ 681

38 Hiç kuşku yok ki Allah inanıp güve­ eda ederler; arınmak için ödenmesi gere­
nenleri savunacaktır; çünkü Allah ihaneti ken bedeli öderler; iyi, doğru ve yararlı
tabiyat edinen hiç bir nankörü sevmez.
59 60
olanı emreder, kötü, yanlış ve zararlı
39 (işte bu yüzden), kendilerine savaş açı­ olandan da sakındırırlar. En nihayet işle­
lan kimselere (savaş) izni verildi,- 61
zira rin sonucunu belirlemek Allah'a a i t t i r . 64

onlar zulme uğramış kimselerdi: ve el­


bette Allah, onlara yardım edecek güce 42 İMDl, eğer seni yalanlıyorlarsa, unut­
sahiptir. 40 Onlar ki, yalnızca "Bizim ma ki onlardan çok daha önce Nuh, 'Âd
Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için haksız ve Semud kavmi de (kendi peygamberleri­
yere yurtlarından çıkarıldılar. ni) yalanlamışlardı. 43 Yine İbrahim kav­
mi de, Lût kavmi de, 44 Medyen ahalisi de
Zira eğer Allah insanların bir kısmım di­
(öyle yapmış) ve Musa da yalanlanmıştı.
ğer bir kısmıyla savunmamış olsaydı, o 62

zaman içerisinde Allah'ın adının çokça Hepsinde de kâfirlere süre tamdım, ama
anıldığı nice manastırlar, kiliseler, havra­ sonunda onları enseledim: haydi, Beni in­
lar ve mescidler yıkılıp giderdi. Ama Al­ kar nasıl olurmuş görsünler bakalım! 65

lah kendi (dâvasına) destek verenlere el­ 45 işte bu yüzden çığırdan çıkmış nice
bette yardım edecektir: çünkü Allah ak­ kentleri helak ettik. Nihayet hepsi de tepe
lın almayacağı kadar güçlü ve yücedir. 63 taklak gitti, şimdi yerlerinde yeller esiyor.
41 Bu kimseler ki, eğer onlara yeryüzün­ (Geriye) terkedilmiş kuyular (kaldı),- o
de iktidar versek namazı hakkını vererek heybetli saraylarjdan şimdi eser yok).

banlık hayvanlar da öyle... Teshir, varlık hiye­ hammed sûresinin 4. âyetinde verilmiş olma­
rarşisine (meratibü'l-vücud) delalet eder. Kur­ lıdır. Dikkat edilmesi gereken husus şudur ki,
ban kesmek, Allah'ın koyduğu varlık hiyerar­ Allah kıtal'e 'izin' vermiş, cihad'ı ise 'emret-
şisine saygı göstermektir. Zira insanlığın dü­ miş'tir (94/Bakara: 190).
nü ve bugünü, varlık hiyerarşisi bozulunca 62 Bu şekilde çevirimizin gerekçesi için bkz.
başta öküz (apis) ve inek (hotor) olmak üzere 94/Bakara: 251, not 454.
emrine verilen her şeyi tanrılaştırdığının sayı­
Eğer difâu'n-nâs yerine çoğunluğun okuyuşu
sız örnekleriyle doludur (56/A'râf: 148). Mâide
olan def'u'n-nâse kıraati tercih edilirse, mânâ
103. âyet, cahiliyye insanmın varlık hiyerarşi­
"Allah insanların bir kısmını diğer bir kısmıy­
sini bozma teşebbüsünü reddeder. Kurban ke­
la def etmemiş olsaydı" olur. Bu tür bir oku­
sen zımnen şu ahdi vermiş olur: Allah'ım! Se­
ma, yerkürede insan nüfusu dengesinin sağ­
nin varlık için koyduğun sıralamayı (mera-
lanmasına ilişkin ilâhi yasaya delalet eder.
tib'l-vücûd) bozmayacağım!
63 Kaviyyun ve 'azizim isimlerinin belirsiz
59 Havvân [ia'âl) kalıbının dildeki çağrışımına
yapısı, çeviriye "aklın almayacağı kadar" şek­
dayanarak.
linde yansımıştır (Esmanın marife-nekira far­
60 Burada küfrün ahlâkî karşılığı olan "nan­ kı için bkz. 114/Tevbe: 102, not 129).
körlük" öne çıktığı için âmenû kelimesinde
64 Benzer bir ibare için bkz. 75/Lokman: 22.
içkin olan imanın ahlâkî karşılığı "güven"e
65 inkar, yani "tanımazdan gelme, yok say­
özellikle vurgu yapılmıştır.
ma". Zımnen: Felaket sizin Allah'ı tanımaz­
61 Savaş [kıtal) izni açıkça bu âyette yer al­
dan gelmeniz değil, asıl felaket O'nun sizi ta­
mıştır. Fakat zımni izin daha önce inen Mu- nımazdan gelmesidir.
682 ^^g^, , 91/HAC SÛRESİ t t î < g > > , Nûzûl: 91 Mushaf: 22

46 iyi ama, onlar hiç mi yeryüzünde ge­ dir: nihayet dönüş Banadır. 71

zip dolaşmazlar? Bu sayede kendisiyle


akledecekleri bir kalbe ya da işitecekle­
66 49 (EY PEYGAMBER!) De ki: "Ey insan­
ri bir kulağa sahip olsalardı y a ! 6 7
Ama şu lar! Şu bir gerçek ki, ben size gönderilmiş
da var ki; gözler kör olmaz, fakat asıl kör açık (sözlü) bir uyarıcıyım. 72
50 Ve işte
olan göğüslerdeki kalplerdir. 68 (Allah'tan aldığım uyarı): İmanda sebat

47 Bir de kalkmış, azabın çabuk gelmesi eden, o imanla uyumlu ıslah edici davra­

için seni^sıkıştırıyorlar. Ama Allah sö­


69
nışlarda bulunan kimseleri sınırsız bir

zünden asla caymaz,- ve unutmayın ki, bağış ve tarifsiz güzellikte bir rızık bekle­

Senin Rabbin katında bir gün sizin hesa­ mektedir. 73


51 Ama âyetlerimizi etkisiz

bınıza göre tut ki bin yıldır,- 48 ve Ben,


70
kılmak için çaba harcayanlara gelince: iş­

zulme gömülüp gitmiş nice toplumlara te onlar, gözlerini faltaşı gibi açacak deh­

(önce) süre tanımış, sonra enselemişim- şet bir ateşe duçar olacaklar. 74

66 Kur'an, aklı tüm faaliyetlerinde serbest bı­ hem zamanın görece niteliğine, dolayısıyla al-
rakmakla kalmayıp teşvik etmiş. Onu analoji, datıcılığma işaret edilmiş, hem de bin rakamı­
tümevarım, tümdengelim vs. gibi formlarla sı­ nın kinâi anlamına imâda bulunulmuştur. Bü­
nırlamamış, düşünme faaliyetini kalbe izafe tün bir oluşun O'na yükselişi Secde 5'te "bi­
ederek, sezgi gibi alternatif bilgi kaynaklarını zim hesabımızla bin yıl" süren bir gün, 70:4'te
da düşünme süreçlerine dahil etmiştir. Adeta bir günün âhiretteki karşılığı "elli bin yıl",
Kur'an bu üslubuyla, insanın bilgiyi nereden Kadr 3'te "bin aydan hayırlı bir gece" olarak
ve nasıl aldığından çok bilginin mahiyetiyle, geçtiği hatırlanacak olursa, bu tür rakamların
yani hakikate tekabül edip etmediğiyle ilgi­ aritmetik kesinlikten daha fazla, hesaba gel­
lenmiştir (Krş: 56/A'râf: 3, 176, ilgili notlar). meyecek kadar çokluk ifade ettiği anlaşılır.
Bin rakamının mesela "bin yıl yaşamayı iste­
67 Aynı cümlede "akleden bir kalp" ile "işi­
mek" (94/Bakara: 96) gibi Kur'an'da kinaye
ten bir kulak" birbirlerinin yerine kullanılıyor
olarak kullanıldığı da unutulmamalıdır (Krş:
(Benzer bir âyet için bkz. 60/Mülk: 10). Birin­
95/Enfal: 65-66). Bu kullanımın çağrışımları
cisi aklı ikincisi nakli temsil ediyor. Fakat ön­
arasında "zaman insan içindir, Allah için de­
celik akleden kalbe veriliyor, zira o olmadan
ğil" gerçeği de bulunmaktadır. Özetle âyet za­
nakil işlevini icra edemez.
manın görece niteliğine atıftır.
68 Vahiy özürlülük algımızı yeniden inşa edi­
71 Zımnen: Ey insanoğlu! Allah'tan kaçma,
yor. Bizim "kör, sağır, dilsiz" dediklerimiz
Allah'a kaç! Aksi halde Allah'tan kaçamazsın,
vahye göre özürsüz,- zira canda özür olmaz.
sadece kaçak olarak enselenip huzura çıkarı­
Asıl özürlülük akleden kalpte ortaya çıkan
lırsın!
özür: Hakkı duymayan sağır, hakkı görmeyen
kör, hakkı konuşmayan dilsizdir. 72 Beni birtakım üstü kapalı ve esrarlı sözler
söyleyen kahinler, şaman şairler ve hikayeci­
69 Bkz. "...onun çabuk gelmesini istemenize lerle, mesajımı da şifre ve sırlarla dolu keha­
gerek yok ki!" (74/Nahl: 1, not 2). net, ezoterik şiir ve mitolojiyle karıştırmayın.
70 Ke teşbih edatı çeviriye "tut ki" şeklinde Kaynağı ve amacı hakikat olan bir mesajın
yansımıştır. Bin rakamı, Arap dilinde sayı sı­ kendisi de açık ve berraktır [mubin).
fatlarının zirvesini ifade eder. Artık ondan 73 Mağfiretim ve kerimun'deki belirsizlik, çevi­
sonrası binin katlarıyla ifade edilir. Milyon riye "sınırsız" ve "tarifsiz" olarak yansımıştır.
için "bin kere bin" denilmesi gibi. Burada
74 Cahîm ile ilgili bkz. 3/Müzzemmil: 12, not 13.
Nûzûl: 91 Mushaf: 22 l > < y > ; , , 91/HAC SÛRESİ 683

52 Hem senden önce kimi rasul ve nebi sına (izin vermesi), yalnızca kalplerinde
olarak göndermişsek, 75
(sonuç almayı) bir tür hastalık bulunan ve iç dünyaları
umdukları her seferinde, Şeytan mutlaka kararmış olan kimseleri sınamak için­
onun idealindeki amaca ilişkin beklenti­ dir. 78
İşte bu tür zalimler, kesinlikle de­
sine gölge düşürmeye çabalamıştır. 76
Fa­ rin bir yabancılaşma içindedirler. 79

kat Allah, Şeytan'm çabasını boşa çıkarır,- 54 Yine (bunun bir nedeni) de, bilgi ve
dahası Allah, âyetlerini kendi içinde açık bilginin amacını kavrayanlar bu (mesa­
80

ve birbirlerini açıklayıcı kılar: zira (yal­ jın) Rabbinden gelen hakikatin ta kendisi
nızca) Allah'tır her şeyi bilen, her hük­ 77
olduğunu anlasınlar diyedir. Bu sayede
münde tam isabet kaydeden. ona inanacaklar, nihayet kalpleri ona
53 (Allah'ın) Şeytan'm engel koyma çaba- tam bir teslimiyetle yatışacaktır. Şu bir

75 "Kaynağından hedefine doğru uzayıp gi­ beklenti için kullanılır. Aynı şey umniyye (ç.
den" anlamına gelen risl kökünden türetilen emaniy) için de geçerlidir. Hem "olabilirlik
rasul ile, "bir yerden bir yere intikal" anlamı­ derecesi yüksek idealler hedefleyip o amaca
na gelen neb'e kökünden türetilen nebi arasın­ ulaşma umut ve arzusuna", hem de "ulaşıl­
daki fark şöyle açıklanabilir: RasuFde haberci ması imkansız sahte hedefler, ham hayaller ve
öne çıkarken, nebi'de haber öne çıkmaktadır. kuruntular peşinde koşmaya" delalet eder [Li­
Birincide vurgu haberi taşıyana, ikincide ise sân ve Mekâyîs). Kur'an'da her iki anlamıyla
haberin kendisinedir. Usulcülerin ıstılahında da kullanılmıştır. Bu âyetten de açıkça anla­
da nübüvvet sadece vahye muhatap olan "ha­ şılmaktadır ki, insanın idealindeki nihai ama­
berci", risalet ise muhatap olduğu vahyi in­ ca ilişkin umut ve beklentileri hedefinden
sanlara iletmekle görevlendirilen "elçi" için saptırılabilir. İdeallerine ulaşma arzusu, insa­
kullanılır. Buna göre nübüvvete ilişkin ilk va­ nı ahlâkî ilkelerden saptıran bir tutkuya dö­
hiy "Oku, yaratan Rabbin adına!" (2/'Alak: 1) nüşmemelidir. Hayalindeki sonucun henüz
ile başlayan ilk âyetler, risalete ilişkin ilk va­ gerçekleşmemiş güzelliği başını döndürüp,
hiy ise "Sen ey içine kapanan kişi! Kalk ve in­ kendisini yoldan alıkoymamalıdır.
sanları uyar!" (4/Müddessir: 1-2) âyetleridir. 77 Bu 'alim ismi "geleceğe yönelik ideal bek­
Kur'an'da genellilikle Hz. Peygamberin şah­ lenti" ile alâkalıdır. Geleceğe ilişkin ideal
sıyla ilgili hitaplarda nebi, misyonuyla ilgili beklentiler ve ütopik hayaller içine girenlere
hitaplarda rasul kullanılırsa da, birbirinin ye­ geleceği sadece Allah'ın bildiği hatırlatılmak­
rine kullanıldığı da vakidir. tadır.
76 Temenni "takdir etmek" anlamına alına­ 78 "Kalplerinde hastalık bulunanlar" ile ilgili
rak Allah'a isnat edilirse zımni anlam "sen­ genel bir okuma için bkz. 4/Müddessir: 31,
den önceki her elçi için Allah'ın korumasına not 24.
muhtaç Şeytan'm vesvesesine açık bir insan
79 Lafzen: "derin bir kopuş.." Bu kopuşun sa­
olarak (melek değil) göndermeyi takdir ettik"
hibi, kendi kendine kıyan biridir (zalim). Şi-
(Ebu Müslim'den Râzî). Temenna ve umniy-
kâkm "muhalefet, karşıtlık" anlamı göz önü­
ye, "Nihai karar, kader, takdir, sonucu belirle­
ne alındığında, "yabancılaşma" en uygun kar­
yen ölçü" anlamına gelen el-menâ kökünden
şılık gibi göründü. Zaten kelimenin semantik
türetilmiştir. "Döl suyu"na meni denilmesi
seyri de bizi "kendi kendisiyle kavgalı" mâna­
de bundandır. Temenna "idealindekine ulaş­
sına ulaştırır.
mak için beklenti içine girdi" anlamına gelir.
80 'ZZm'i çevirimiz için bkz. 79/Enbiya: 74, not 75.
Hem karşılığı olan, hem de karşılığı olmayan
gerçek ki, Allah inanıp güvenen kimsele­ ya da ölen kimseler var Allah onlara;

ri dosdoğru bir yola yöneltir. 55 İnkarda mutlaka tarifsiz güzellikte bir rızık bah­
direnen kimseler ise, Son Saat kendileri­ şedecektir: zira Allah, evet, elbet O'dur
ni ansızın gelip buluncaya, ya da (yaşama rızık bahşedenlerin en hayırlısı. 59 Ke­
sevincinin) kökünü kurutan bir günün 81 sinlikle onları hoşnut olacakları bir ma­
tarifsiz azabı kendilerine kavuşuncaya kama kavuşturacaktır; zira şu bir gerçek
kadar, bu mesajın kaynağı hakkında 82 ki, Allah (onların her birinin neden razı
kuşku duymaya devam edecekler. olacaklarını) çok iyi bilen, (isyankâr kul­
56 Hakimiyetin tamamı o gün, sadece larını cezalandırmada) hiç acele etme­
Allah'a ait olacaktır. O onları yargılayıp yendir. 86

aralarında hüküm verecektir. İşte bunun 60 (Sözün özü) şudur k i ; kendisine yapı­
87

sonucunda iman eden ve o imanla uyum­ lan saldmya misliyle karşılık veren kim­
lu davranış sergileyen kimseler, her tür se, bunun ardından yine insafsız bir saldı­
nimetle dolu olan cennetlere yerleşecek­ rıya maruz kalırsa, Allah böyle birine ke­
ler. 57 Ama inkarda inat eden ve Bizim sinlikle yardım edecektir: elbette Allah,
âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, 83
iş­ affetmeyi çok seven tarifsiz bir bağışlayı­
te onlar, onur kırıcı bir terkedilmişliğe cıdır.
mahkûm olacaklar. 84

61 Bunun (yasası) budur; zira baksanıza


88

Allah gündüzü kısaltıp geceyi uzatıyor,


58 BİR DE, Allah dâvası uğruna 85
yurdu­ geceyi kısaltıp gündüzü uzatıyor! Ne var
nu yuvasını terk ettikten sonra öldürülen ki Allah, her (yardım çağrısını) işitir ve

81 Akün, hem fail olarak "soy kurutan" hem de mul barış olan silm'e ve ebedi mutluluk olan
mef'ul olarak "soyu kurumuş" anlamına gelir. selam 'a giden yoldur.
1

Yevmin akim, "içerisinde mutluluk ve sevinç­ 86 Parantez içi açıklamalar, 'Alîm ve Hakîm
ten eser kalmamış zaman" demektir (Râğıb). esmasının belirsizliğine dayanır (Bkz:
82 Minh u'daki zamir Allah'a ait olabileceği 114/Tevbe: 102, not 129).
gibi, bir önceki âyetteki ennehu'daki zamirin 87 Parantez içi açıklamanın gerekçesi için
merciine de ait olabilir. İki tarafı da görecek bkz. âyet 30, not 46.
şekilde gelmesi şöyle bir nükte içerir: mesajı­
88 Yani: "hayatın yasası.." Tıpkı gündüzle ge­
nı inkar Allah'ı inkar anlamına gelir.
ce gibi iyi ve kötü hep var olacak, dolayısıyla
83 Burada çarpıcı olan iman ve sâlih amelin iyi ve kötünün savaşı hep sürecektir. İlâhî ya­
karşısına küfür ve tekzibin yerleştirilmesidir. sa gereği bir o, bir öteki galip gelecektir. 30, 32
Bu durumda sâlih amel, tasdikin zorunlu so­ ve 60. âyette geçen zalike ve., ile 61 ve 62.
nucu olup çıkmaktadır. âyette geçen zalike bi.. ibareleri arasındaki
84 Azâb'm "terk etme, alıkoyma, engel olma" fark, hem bağlama, hem de vav ve be edatları­
anlamı için bkz. 7/Kalem: 33, not 29. nın işlevlerine uygun olarak çeviriye yansıtıl­
85 Fî sebilillah: Lafzen "Allah yolunda". Allah mıştır. Zalikd den sonraki bâ edatı öncesinde
yolunun altyapısını insan benliğine nakşedi­ yer alan insan eylemleriyle sonrasında yer
len fıtrat (88/Rûm: 30), üstyapısını ise ilâhi bir alan tabiat yasaları arasındaki nedensellik
inşa projesi olan vahiy oluşturur. Allah yolu, bağlantısına, oradan da bu yasaların sahibine
gerçek özgürlük olan teslimiyete, cihanşu- dikkat çeker.
(haksızlığa uğrayan) herkesi görür. 89
ra rağmen) nankörlükte ısrarcıdır. 92

62 Bunun böyle olması (doğaldır); zira 67 BİZ her bir ümmet için Allah'a kalben
mutlak hakikat Allah'ın ta kendisidir; ve yaklaşsınlar diye bir ibadet yol ve yönte­
onların O'nun dışında yalvarıp yakardık- mi belirledik; 93
şu halde (ey bu hitabın
lanysa batılın ta kendisidir: ve şüphe yok muhatabı), kimse seni bu konuda tartış­
ki Allah, yüceler yücesi, büyükler büyü­ maya çekmesin; ve sen sadece Rabbine
ğüdür. çağır: şu bir gerçek ki sen kesinlikle dos­

63 (Ey insan!) Görmez misin ki, gökten doğru bir yol üzeresin. 68 Ve eğer seninle

su indiren Allah'tır? Ki bu sayede yeryü­ ille de tartışmak isterlerse, onlara de ki:

zü yeşillenmektedir. Çünkü Allah diledi­ "Allah, yaptıklarınızın (altında yatan ger­


ği şeyi cömertçe lütfeder, (nankörün nan­ çek nedenleri) çok iyi biliyor".
körlüğünden) haberdar olur. 64 Göklerde 69 Allah, tartışıp durduğunuz konuda Kı­
ve yerde var olan her şey bütünüyle sade­ yamet Günü aranızdaki hükmü verecek­
ce O'na aittir: Ve kuşkusuz Allah, elbet tir.
O kendi kendine yeterli olandır ve her 70 (Ey bu hitabın muhatabı!) Bilmez mi­
tür övgüye lâyık olandır. sin ki Allah, gökte ve yerde olup biten
65 (Ey insan!) Görmez misin ki yeryü­ her şeyi bilir? Çünkü bunların tamamı
zünde bulunan her şeyi sizin için bir ya­ (yasalarla) bir bir kayıt altına alınmıştır:
saya bağlayan; ve (buna) bağlı olarak de­ nitekim bu Allah için çok kolaydır. 94

nizde seyreden gemileri emrinize âmâde 71 Ne ki (bazıları hem Allah'a inanıp,


kılan; ve gök (cisimlerinin) O izin verme­ hem de) Allah'tan başka, O'nun hakların­
dikçe yeryüzüne çarpmasına (yasalarıyla) da hiçbir delil indirmediği ve kendileri­
engel o l a n Allah'tır: Şüphe yok ki Allah
90
nin de haklarında sahici bir bilgiye sahip
insanlara karşı pek şefkatli, hep merha­ olmadıkları varlıklara kulluk ediyorlar.
metlidir. 91
66 Zira size hayat bahşeden, Herhalde bu zalimlerin hiçbir yardımcısı
sonra size ölümü tattıracak olan, ardın­ olmayacaktır.
dan sizi diriltecek olan yine O'dur.
72 Ve ne zaman kendilerine hakikatin
Şu bir gerçek ki insanoğlu, (bütün bunla- apaçık belgeleri olan âyetlerimiz okunsa,

89 Parantez içi açıklamalar için bkz. 114/Tev- yöntemi, yer ve zamanı" demektir. Dilde her
be: 102 ve 67/Kasas: 16 not 129 ve 22. ne kadar kurbanla ilişkilendirilmişse de, bu­
90 Lafzen: "tutan". nunla sınırlandırılamaz. Çünkü hacda yapılan
ibadetlerin tümüne birden Kur'an'da (94/Ba­
91 Varlığın var ediliş sebebi ile vahyin gönde­
kara: 200) ve sünnette menasik adı verilir.
riliş sebebi aynı: İlâhî şefkat ve merhamet.
Kurban ise haccı oluşturan ibadetlerden sade­
92 Fe'ûl vezninden olan kefûr hem "inkar
ce biridir. Dil otoriteleri de kelimenin ilk an­
eden" hem de "inkar edilen" mânasını içerir.
lamım "ibadet, itaat ve Allah'a yaklaşma"
Bu şu demektir: Allah'ı tanımamak Allah ta­
olarak vermiştir [Mekâyîs-, Lisân-, Tâc).
rafından tanmmamayı doğurur. Asıl felaket de
94 Zımnen: Yeri göğü başıboş ve yasasız bı­
budur.
rakmayan, şaheseri olan insanı başıboş ve ya­
93 Mensek için 34. âyetin notuna bkz. Men- sasız bırakır mı?
sek en geniş anlamıyla "ibadet, ibadet yol ve
686 91/HAC SÛRESİ . N û z û l : 9 1 M u s n a f : 2 2

inkarda direnenlerin suratlarmdaki inkarı görür. 97


76 (Yine) O onların bildiklerini
hemen fark edersin. 95
Öyle ki, neredeyse de bilir, bilmediklerini d e : 98
neticede her
âyetlerimizi okuyanlara saldıracak gibi­ iş ve oluş döner dolaşır Allah'a varır.
dirler. De ki: "Bakın, sizi bundan daha be­
ter (kızdıracak) bir haber vereyim mi: O, 77 SİZ ey iman edenler! Sadece (Allah'ın
Allah'ın inkarda ısrar edenlere vaad ettiği huzurunda) eğilin! O'nun sizin için koy­
ateştir; o ne berbat bir son duraktır!" duğu yasaya tabi olun ve yalnızca Rabbi-
nize kulluk edin! Bir de hayırlı işler ya­
73 SİZ ey insanlık! Bir misal veriliyor, pın ki ebedi kurtuluşa nail olasınız!
şimdi onu dinleyin: Allah dışında yalva­ 78 Ve Allah uğrunda üstün çaba sarf ede­
rıp yakardığmız o varlıkların hiç biri, as­ rek gereği gibi mücadele edin: O (mesajını
la bir sinek bile yaratamazlar; bu iş için hayata taşımak için) sizi seçti; ve O din
hepsi bir araya toplansa dahi... Dahası, konusunda sizi zora koşmadı. (Sizden tek
eğer sinek kendilerinden bir şey kapıp istediği) atanız İbrahim'in inanç sistemine
kaçacak olsa, ondan onu dâhi geri ala­ (tabi olmamz). O sizleri bundan önce de
mazlar: (zira) almak isteyen de aciz, ken­
bu vahyin (gelişinden) soma da müslüman
disinden alınmak istenen d e ! 96

olarak isimlendirdi ki, elçi sizin için iyi


99

74 Onlar, Allah'ın gücünü gereği gibi bir model ve tanık olsun, siz de insanlık
kavrayıp takdir edemiyorlar: nitekim Al­ için iyi bir model ve tanıklar olasınız. 100

lah her şeye muktedir olan yüce bir oto­ Şu halde, artık namazı hakkını vererek
rite sahibidir. kılın ve zekâtı içten gelerek verin,- bir de
75 (Dolayısıyla) Allah meleklerden de el­ Allah'a sımsıkı bağlanın: O'dur sizin tek
çiler seçer, insanlardan da. Ne var ki sa­ efendiniz; 101
O ne güzel koruyup kurtarı­
dece Allah her bir şeyi duyar, her bir şeyi cı, ve O ne güzel yardımcıdır!

95 Yürekteki küfrün yüze yansıması. En çok lâm vahyi, o vahiylerin aslına uyan tüm
da vahiy okunduğunda içlerindeki küfür yüz­ mü'minler müslümandır. İslâm, ezeli ve biri­
lerine yansır. cik hakikatin tüm zamanlardaki tezahürü­
96 Bu basit ama bir o kadar da harika örnek kar­ nün, bir başka ifadesiyle, insanlığın değişmez
şısında hayran olmamak elde değil. Gündelik değerlerinin öbür adıdır. Her zaman ve zemin­
hayatta hemen herkesin her an yaşayabileceği de yaşayan islâm cemaati için Allah'ın seçip
sıradan bir olay, Allahlı bir okumaya tabi tutul­ beğendiği isim "müslüman" ismidir.
duğunda, ibretler meşheri olup çıkmaktadır. 100 Şehîd, hem "şahit olan" hem de "şahit olu­
97 Zımnen: Herşeyi O'nun meleklerden ve in­ nan". Burada tanıklık ve modelliğe delalet eder.
sanlardan seçtiği elçiler değil, sadece O duyar, Mü'minin görevi hayatı imana şahit kılmaktır.
sadece O görür. Zira insan bu cihana, sahip olmak için değil şa­
hit olmak için gelmiştir. Mü'minin bu şahitliği,
98 Lafzen: "önlerinde olanı da bilir arkaların­
hem tanıklığı hem de modelliği kapsar.
da kalanı da".
101 Öyle bir efendi ki, insanı köle değil kul
99 Bu âyet açıkça müslüman ve islâm adlan­
edinir. Dahası, kulunun özgürlüğünü kıskan­
dırmasının son vahiy ve son peygamberle sı­
mayan tek efendi O'dur.
nırlı olmadığını ifade eder. Tüm vahiyler is­
Sûre Hz. Peygamber/in adıyla aynı olan Muhammed adını ikinci âyetin­
den alır. Dört sûrenin içinde M u h a m m e d ismi geçer. Bu onlardan ilk na­
zil olanıdır. Savaşa izin veren ilk sûre olduğu için (4 ve 20) "Kıtal Sûresi"
adıyla da anılmıştır.

Medine'de inmiştir. Hicretin ardından nazil olan sûrelerden biri, belki de


birincisidir. Ayet 13 'te Rasulullah'ın Mekke'den zorla çıkarılmış olmasına
yapılan atıf, aynı zamanda bir dönemin kapanışının da îmâsı niteliğindedir.
Sûrenin daha önce ya da daha sonra indiğine dair görüşler mesnetsizdir. En-
fâl 67-69'da sözü edilen "Allah'ın önceki yazısı"ndan kasıt, bu sûrenin sa­
vaşa izin veren âyetleri olsa gerektir. İbn Abbas tertibinde Hadîd-Insan, di­
ğerlerinde Hadîd-Ra'd arasında yer alır. Her iki sıralama da problemli gö­
rünmektedir. Zira İnsan Mekkîdir, Hadîd'in nüzul tarihi ise hicrî 5. yıldan
önce değildir. Sûrenin Bedir'den, hatta Uhud'dan sonra indiğini söyleyenler
olmuştur. Sûreler arasındaki yerini bire bir tesbit zor görünmektedir.

Sûre söze, ilâhi bir inşa projesi olan vahye uyan kimseleri müjdeleyerek gi­
rer: "Allah onların günahlarını silecek ve tasavvurlarını ıslah ve inşa ede­
c e k t i r " (2). Sûrede Allah-insan ilişkileri insanın hak ve ödevleri bağlamın­
da ele alınır. Hakikate yönelik her tür fiili saldırıyı püskürtmek işte bu
ödevlerden biridir.

Hayatı anlam ve amacından soyutlayanlar, yani ulvi bir gayesi ve dâvası ol­
mayanlar, hayvana benzer (12). İnsan olanın dâvası olur, dâvası olan o yol­
da mücadele verir (20). Vahye inanmayanlar düelloya değil düşünceye davet
edilirler: "Onlar hiç Kur'an üzerinde derin derin düşünmezler mi, yoksa ki­
lit vurulmuş kalplere mi sahipler?" (24)

Vahyin yoluna uyanların önünde sonunda galip geleceğini müjdeleyen âyet­


lerin ardından, sûre şu anlamlı uyarıyla son bulur: "Allah kendi kendine ye­
tendir, siz ise (O'na) muhtaçsınız. Sözün özü: eğer (Allah'tan) yüz çevirirse­
niz, sizin yerinize başka bir topluluk getirir de, onlar sizin gibi yapmazlar!" (38)
Yani hiçbir varlık Allah için vazgeçilmez değildir, fakat Allah t ü m varlık
için vazgeçilmezdir.

Sûreyi Kûfeliler 3 8 , Basralılar 4 0 , diğer ekoller 39 âyet saymışlardır.


688 t 92/MUHAMMED SÛRESİ t r > < a > ; , Nûzûl: 92 Mushaf: 47

RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 İNKARDA direnen ve (insanları) Allah lerinden gelen hakikate tabi olmuşlarchr.

yolundan alıkoyanların yaptıklarını, O


1 2 İşte Allah insanlara kendi durumlarını
boşa çıkaracaktır. böyle açıklamaktadır.
4 ARTIK inkârda direnip (onu dayatanlar­
2 Bir de imanda sebat eden, iyilik yapan
ve Rableri tarafından Muhammed'e in­ 3
la) savaşta karşılaştığınızda, hemen bo­
6

dirilen hakikate inananlar var: Allah on­ yunlarına vurun! Nihayet kızışmış bir sa­
ların günahlarını silecek, tasavvur ve vaşın sonuna dayandığınızda durmayın,
akıllarını (vahiyle) ıslah ve inşa edecek­ (kalanların) ipini sıkı bağlayın. Fakat da­
7

tir. 4
ha sonra ya bir lütuf olarak karşılıksız, ya
3 Bu böyle olacaktır; çünkü inkârda ısrar da bir fidye karşılığı serbest bırakın ki,
edenler anlamsız ve amaçsızlığın peşine savaş tüm ağır sonuçlarıyla ortadan kalk­
takılmıştır, imanda sebat edenlerse, Rab-
5
sın: böyle yapın! 8

1 Veya sudûâtan türetildiğini varsayarak: "yüz veren akıl ve tasavvur. Kelime daha sonra, bü­
çevirenlerin". Tercihimiz kelimeye geçişli an­ tün bunların ürünü olan "işler, hal ve gidişat"
lam yükleyen sadd mastarından türetildiği gö­ anlamını kazanmıştır (Krş: İbn Aşur).
rüşüne dayanır (Zemahşerî). Bu zümre arasın­ 5 Bâtıl'a verdiğimiz bu anlam için bkz. 79/En­
daki ilginç bir diyalog için bkz. 76/Sebe': 31-33.
biya: 18, not 19.
2 Yani: Tüm iyilikleri dünyevi karşılık gözete­
6 Yani 1. âyete dayanarak: küfrü dayatarak in­
rek yaptıkları için, burada tüketmiş olacaklar.
sanları Allah yolundan alıkoyan iman ve öz­
Krş. "Siz sahip olduğunuz tüm güzellikleri bu
gürlük düşmanı saldırganlarla... Meşru sava­
dünya hayatında tükettiniz ve onları kısa va­
şın sınırları 109/Mumtehane 8-9'da çizilerek
deli bir hazza dönüştürdünüz" (86/Ahkâf: 20).
savaşa ahlâkî standart getirilmiştir.
3 Muhammed "övülmüş, övgüye mahzar ol­
7 Eshanefyi çevirimiz ve benzer mahiyette bir
muş" anlamma gelir. Geldiği dört yerde de
âyet için bkz. Enfal: 67, not 72. Enfâl 67-69, bu
cümle içindeki konumu haberdir. Kur'an'da
âyetten sonra inmiş olmalı. Dolayısıyla Enfâl
"Ey!" nidasıyla Rasulullah'a tek hitap "Yâ Sîn",
süresindeki âyetler bu âyetin ışığında anlaşıl­
yani "Ey insan"dır. Geçmiş vahiylerde ve Doğu
malıdır. Meşru savaş güç ahlâkına dayanır, ah­
kutsal metinlerinde gelecekte bu isimde bir
peygamberin zuhur edeceğinden doğrudan veya lâktan yoksun güce değil. Adı barış olan bir di­
dolaylı olarak söz edilmiştir (Bkz: 51/Şu'arâ: nin savaşı teşri kılması, İslâm'm hayatın doğa­
196, not 95). Araplarda daha önce bu isme rast­ sını doğru okuduğunun delilidir. İslâm şiddetin
lanmazken, tam da o dönemde bu isimde bir varlığını toptan inkâr yerine, getirdiği ahlâkî
peygamber geleceği olaya ilgi duyanların bilgisi standartlarla onu kontrol altına almayı amaç­
dahiline girmiş olmalı ki, efendimiz dışında eş lar. Vahyin savaşa izin vermesinin baş nedeni
zamanlı olarak bölgede 7 (veya 12) kişiye daha saldırganlığı önlemektir. Bu yolla insanın hem
bu isim verilmiştir. [el-Muhabbar, s. 130) kendisine, hem diğerlerine, hem de değerlerine
zarar vermesinin önüne geçmeyi hedefler.
4 Düz anlamıyla: "İşlerini rast getirecektir".
İlâhî bir inşa projesi olan vahyin gönderiliş 8 İslâm'da savaş esiri konusundaki çerçeveyi
amacına atıf. Bal, o düzelince insanın eylem­ bu âyet çizmektedir. Âyet açıkça esir almayı,
lerinin düzeldiği, bozulunca da bozulduğu fakat alınan esirleri köleleştirmek yerine be-
merkez, yani insanın eylemlerine istikamet delli-bedelsiz bırakmayı emretmektedir.
Ve eğer Allah dileseydi, onların hakkın­ (Allah) yaptıklarım heba edecektir.
dan bizzat gelirdi; fakat bunu (yapmadı) 10 Onlar yeryüzünde hiç dolaşmadılar
ki, sizi birbirinizle sınayabilsin. 9

mi; görmediler mi kendilerinden önceki


Allah yolunda öldürülenlere gelince: günahkarların sonunun ne olduğunu? Al­
Evet (Allah) onların yaptıklarını asla zayi lah onları yerle bir etti; bu kâfirleri de bu­
etmeyecektir: 5 Onlara (cennetin) yolunu nun bir benzeri beklemektedir.
gösterecek ve kalplerini huzura kavuştu­ 11 Bu böyledir: çünkü Allah imanda se­
racaktır. 10
6 Nihayet onları kendilerine bat edenlerin dostudur, 11
kâfirlerin ise
tarif ettiği cennete koyacaktır. dostu bulunmamaktadır.
7 Ey imanda sebat edenler! Siz Allah'ın
12 Şüphesiz Allah, imanda sebat edip de o
(dâvâsma) yardım ederseniz, O da size yar­
imana uygun ıslah edici işler işleyenleri
dım eder ve ayaklarınızı sabit tutar. 8 Kü­
zemininden ırmakların çağladığı cennet­
fürde ısrar edenlere gelince: artık onları
lere koyacaktır; ama küfürde direnenler
helak edici bir yıkım beklemektedir; daha­
geçici zevklerin peşine takılarak hayvan­
sı O, onların yaptıklarım boşa çıkaracak-
ların yiyip içtiği gibi yiyip içseler d e , so­
12

tu. 9 Bunun nedeni, onların Allah'ın indir­


nunda ateş onların meskeni olacaktır. 13

diğinden nefret etmeleridir; işte bu yüzden

Âyette ve immâ istirkâkan/esran diye üçüncü kölelikten kurtarma çabası içinde olmayanı
bir şık bulunmamaktadır. Hz. Peygamber sa­ vahiy daha ilk yıllarda kınadı (37/Beled:
vaş esirlerini köleleştirmemiştir. Ya Bedir 11,12). Bu tedbirler bir iki nesil içerisinde kö­
esirlerinde olduğu gibi fidye karşılığında, ya leliğin tamamen ortadan kaldırılmasını sağla­
da 100 ailelik Beni Mustalık esirleri ve 600 ki­ yabilirdi. Buna rağmen müslümanlar yüzyıllar
şilik Hevazin esirlerinde olduğu gibi karşılık­ boyunca köle sahibi olmaya devam ettiler. Bu
sız serbest bırakmıştır. Çok ender olarak da durumun tarihî, sosyal, ekonomik izahları ya­
koruyucu aile yanında muhafaza edilmelerine pılabilir,- fakat Kur'ani ve insanî izahı asla ya­
izin vermiştir [Mâ meleket eymanukum için pılamaz. Bu konuda köle sahiplerine getiril­
bkz. 104/Nisâ: 24). Nüzul ortamında köle kay­ miş bir dizi ahlâkî yükümlülük Ahmet Cev­
nakları dörttü: 1) Haramilik yoluyla hürleri det Paşa'ya "İslâm'da köle sahibi olmak, aslın­
köleleştirmek. 2) Faiz borcu gibi maddî gerek­ da köle olmaktır" dedirtse de, bu, müslüman¬
çelerle borçluyu köleleştirmek. 3) Savaşlar. 4) ların vahyin hedefini ıskalamasını açıklamaz.
Köle ailelerin miras ya da satm alma yoluyla
9 Hac 39 bu âyete atıf olsa gerektir. Meşru bir
ele geçen çocukları. Vahiy ilk ikisini yasakla­
savaşın çerçevesi için bkz. 94/Bakara: 190.
dı. Üçüncü kalemi bu ve benzeri âyetlerle ge-
çersizleştirdi. Dördüncü kalemi ise azat etme 10 Krş. "Bizden hüznü gideren Allah'a hamd
yoluyla eritti. Kur'an, mevcut köle stokunu olsun!" (42/Fâtır: 34).
eritmek için şu üç hususta köle azadını emret­ 11 Krş. "Allah kuluna yetmez mi?" (77/Zümer. 36).
ti: Bozulan yeminlerde (108/Mâide: 89), hata 12 Yani, 7. âyette ifade edilenin zıddı. Zımnen:
ile öldürmede (104/Nisâ: 92), zıhar yemininde Dâvası ve iddiası olmayamn biyolojik canlı ol­
(105/Mücâdile: 4). Ayrıca zekâttan köle azadı maktan öte bir değeri kalmaz. Bu inşam insan
için pay ayrılmasını (114/Tevbe: 60), azatlık kılan fonksiyonların yitirilmesi halidir.
sözleşmesi yapılmasını (Nur: 33), evlilik yo­
13 Krş. "İnkara saplananların, yeryüzünde ke­
luyla köle/cariye kadınların özgürlüğüne ka­ yiflerinin peşinde gezip tozmaları seni yanılt­
vuşturulmasını (Nûr: 32) özendirdi. Bir boynu masın. O geçici ve uçucu bir tatmin aracıdır;
690 t 92/MUHAMMED SÛRESİ t , ^ 3 ^ , Nûzûl: 92 Mushaf: 47

13 (Ey Nebi!) Seni yurdundan çıkaran bi) yapanlar var: nihayet senin yanından
toplumundan çok daha güçlü ve kuvvetli çıktıklarında, mesajı kavramış olanlara 18

olan nice yurtları helak etmişizdir de, as­ "Sahi, o demin ne dedi(!) //19
diye sorarlar.
la onlara yardım eden olmamıştır. 14
İşte, Allah'ın kalplerini mühürlediği ve ke­
yiflerine göre davranan kimseler onlardır. 20

14 HİÇ Rabbinden (gelen) açık bir delile


17 O doğru yola yönelenlerin hidayetini
dayanan kimseyle, kötü eylemleri kendi­
artırır ve onlara korunma gücü bahşeder.
21

sine güzel görünen ve keyfine göre davra­


nan kimse bir olur mu? 18 Şimdi onlar, Son Saat'in ansızın gelip
kendilerini bulmasından başka bir şey mi
15 Sorumluluk bilinciyle davrananlara
bekliyorlar? Doğrusu, işte onun tüm ala­
vaad edilen, içerisinde zamanla bozulma­
metleri gelmiş bulunuyor: Hal böyley­
yan sudan ırmaklar, tadı hiç değişmeyen
ken, o geldikten sonra (gerçeği) hatırla­
şiltten ırmaklar, içene doyumsuz bir lez­
mak onlara nasıl bir yarar sağlar?
zet veren tarifsiz bir meşrubatın çağladı­
ğı ırmaklar, saf süzme baldan ırmaklar 19 Ve (sen ey Nebi): unutma ki Allah'tan
akan, 15
yine içerisinde tadacakları güzel başka ilâh yoktur! İmdi sen, hem kendi
(davranışlarının) tüm meyveleri ve Rab- hatan için, hem de mü'min erkekler ve
lerinden sınırsız bir bağış bulunan cenne­ mü'min kadınların (hataları) için af di­
tin örneği gibi (bir has bahçeye kavuşan le! 22
Zira Allah gezip dolaştığınız yeri de,
kimse), 16
ateşi mesken tutan ve yakıcı gelip durduğunuz yeri de bilir. 23

bir (umutsuzluk) içirilip de bağırsakları


paramparça olan kimse gibi olur m u ? 1 7 20 İMAN edenler "(Artık savaşa değinen)
bir sûre indirilmesi gerekmez m i ? " der-
16 Onların arasından sana kulak verir (gi-

sonunda varacakları yer cehennemdir" (98/Â1- 18 Lafzen: "ilim sahibi olanlara" ('llm'in tari­
ilmran: 196-197). fi için bkz. 79/Enbiya: 74, not 75'in devamı).
14 Hicrete atıf (Krş: Enfal: 30 ve 74/Nahl: 41, 19 Ünlem işareti, üslûptaki alayı göstermek
not 46). "Onlar yeryüzünde hiç dolaşmadılar içindir (Krş: 73/En'âm: 25 ve 69/Yûnus: 42).
mı?" diye başlayan 10. âyete atfen. 20 Yani: 14. âyetteki "kötü eylemleri kendisi­
15 Krş. "ne zahmet verecek ne de sarhoş ede­ ne güzel görünenler".
cek" (66/Sâffât: 47). "Irmaklar" kelimesinin 21 Yani: "O yolda yürüme kapasitesini". Krş.
dört kez tekrarı, her birinin hakikatinin ve
"O yaratıkların kapasitesinde, dilediği artışı ger-
mahiyetinin farklı farklı olduğunu ifade eder.
çeldeştirir" (42/Fâtır 1). Kur'an'daki tüm "Allah
16 "Kalıcı güzelliğin merkezi olan cennet" ile, dileyeni/dilediğini doğru yola yöneltir" formun­
geçici dünyevi güzellikler arasındaki benzer­ daki âyetler bu âyet ışığında anlaşılmalıdır.
lik için bkz. Ra'd: 35, not 47. İnsanın bu güzel­
22 Krş. "Kendi hatan için af dile" (78/Mü'min:
liği bilmekten aciz olduğuyla ilgili bkz.
55, not 37).
57/Secde: 17, not 28.
23 Veya zımnen: "Akıl yürütmelerinizi de, o
17 Zımnen: Sonu farklı olan insanların yaşadık-
akıl yürütmeleriniz sonucunda varmak istedi­
lan hayatlar da elbette farklı olmalıdır. Nemrut­
ğiniz noktayı da bilir." Krş. "O, her canlının
ça bir hayat yaşayıp İbramm'inkine benzer bir
akıbet istemek, Firavunca bir hayat yaşayıp Mu- konup eğleşeceği yeri de, göçüp yerleşeceği ye­
sa'nınkine benzer bir akıbet istemek olur mu? ri de iyi bilir" (70/Hûd: 6).
Nüzul: 92 Mushaf: 47 , ^ ^ t , 92/MUHAMMED SÛRESİ 691

ler. Fakat içinde savaştan söz edilen hü­ dıktan soma ona sırtlarını dönenler olur:
küm koyucu bir sûre indirilince de, kalp­ Şeytan onların tasavvurlarını yamult-
lerinde hastalık olanlarm sana ölüm kor­ m u ş ve onlara boş umutlar vaad etmiştir.
2 9

kusundan baygınlık gelmiş kimsenin ba­ 26 Böyle olmuştur, çünkü onlar Allah'ın
kışı gibi baktıklarını görürsün. 24
Ne ki indirdiklerinden hoşlanmayanlara "Bazı
onlar için en hayırlısı, 21 (vahyi] izlemek konularda sizin talimatınıza uyacağız"
ve (emir verilince] de olumlu bir söz söy­ dediler. Ama Allah onların gizlediklerini
lemektir,- ve iş ciddiye bindiği zaman da bilir.
Allah'a verdikleri söze sadık kalırlarsa,
27 iyi de, melekler onların suratlarına ve
kendileri için elbet çok iyi olur.
sırtlarına vurarak canlarını alacakları za­
22 Şimdi siz, eğer sırtınızı dönerseniz, 25
man halleri ne o l a c a k ? 30

yeryüzünde bozgunculuk çıkarmış, akra­


28 Böyle olacak; çünkü onlar Allah'ın la­
balık bağlarınızı koparmış ve dolayısıyla
netlediği her şeye sarıldılar ve O'nun hoş­
(Allah'a) isyan etmiş olmaz mısınız? 26

nutluğundan nefret ettiler: ve böylece


23 işte böyleleri Allah'ın rahmetinden (Allah) onların emeklerini boşa çıkardı. 31

dışladığı, ardından sağırlaştırdığı ve göz­


29 Yoksa kalplerinde bir tür hastalık bu­
lerini körelttiği kimsedirler. 27

lunanlar, 32
(içlerindeki) derin nefreti Al­
24 Onlar hiç Kur'an üzerinde derin derin lah'ın açığa çıkarmayacağını mı sandı­
düşünmezler m i ? 2 8
Yoksa kilit vurulmuş lar? 33

kalplere mi sahipler.
30 Eğer isteseydik, onları sana kesin gös­
terirdik ve elbet sen de onları kendi (ger­
25 ELBET doğru yol kendilerine açıklan-
çek) yüzleriyle tanımış olurdun,- yine de34

24 Krş. Enfal: 6: "sanki sen onları göz göre gö­ leceğe ilişkin tedbir üretmeyi" ifade" eder. Te­
re ölüme sürüyormuşsun gibi". debbur kelimesinin ait olduğu tefa'ul babı te-
25 Veya, tevellâ'yı velayet köküne nisbet ede­ kellüfve tereddüd ifade eder. Yani hem zahmet
rek: "Yönetimi ele alırsanız". Ne ki bu okuma etmeyi ve bedel ödemeyi gerektirir [külfet],
bağlamla uyumlu değildir (Bkz: Ferrâ). Terci­ hem de ısrar ve sebatı [tereddüt) ve dahi sabite­
himiz, bu belagatı yüksek âyetin söz dizimine leri olmayı gerektirir. (Aynı babtan gelen 5 dü­
en uygun çeviridir. şünce kavramının farklı vurgularına dair bir
izah için bkz. 56/A'râf: 3, not 4)
26 Saldırganın cezalandırılmaması zulme
prim vermektir. Saldırganı durdurma ve cay­ 29 Sevvele için bkz. 71/Yusuf: 18, not 20.
dırma amacı taşıyan savaş, bir ödev ve ibadet 30 Benzer bir ifade için bkz. Enfal: 50.
olur.
31 Bu âyet, bir sonraki âyette dile gelen derin
27 Âyet saldırganı cesaretlendirecek davranışı nefretin arka planından söz ediyor.
yasaklar (Krş: 94/Bakara: 7).
32 Bu zümre için bkz. 4/Müddessir: 31, not 24.
28 Yani: "Kur'an'm satır aralarından satır arka­
33 Dağn, "meyil, eğilim" kök mânasından yo­
larına geçip derin bir okumayla geleceğe ilişkin
la çıkarak, "derin husumet, içte saklanan kör
tedbir üretmezler mi?" Tedebbur, "arka taraf"
nefret" anlamına ulaşmış görünüyor [Mekâyîs).
anlamındaki dubuf den türetilmiştir. "Bir şe­
yin görünen yüzüyle yetinmeyip ardına geçme­ 34 Sîmâ, "yüzleri birbirinden ayıran alamet-i
yi", ya da "bir işin önünü ardını düşünerek ge- farika". Sözgeliminden ve devamındaki cümle-
692 *XS£^T t 9 2 / M U H A M M E D SÛRESİ |
Nûzûl: 92 Mushaf: 47

sen onları, sözün eda ve üslûbundan üstün durumdaysanız banşa davet edin! 39

mutlaka çıkarırsın,- ama Allah bütün yap­ Çünkü Allah sizinle beraberdir; ve O si­ 40

tıklarınızı bilir. zin emeMerinizi asla zayi etmeyecektir.


31 İçinizden (Allah yolunda) üstün çaba 36 Bu dünya hayatı, 41
(eğer anlam ve
gösteren ve zorluklara karşı direnenleri amacından soyutlarsanız) bir oyun ve eğ­
ortaya koyuncaya kadar sizi mutlaka sı­
35 lenceden ibaret hale gelir; 42
ama eğer
nayacağız: zira Biz, sizin bütün iddiaları­ iman eder ve sorumluluk bilinciyle ya­
nızı sınarız. şarsanız, karşılığınız size tastamam veri­

32 Şüphesiz inkârda direnen, Allah yo­ lir,- üstelik O sizden mallarınızın tümünü
lundan alıkoyan ve doğru yol kendilerine de istemez. 37 O sizden her şeyinizi iste­
açıklandıktan sonra Elçi'yle yollarım ayı­ se ve sizi köşeye kıstırsaydı, cimrilik
ran 36
kimseler, Allah'a hiçbir zarar ver­ ederdiniz de böylece gizli eğiliminizi or­
miş olmayacaklar,- ama (Allah) onların taya sermiş olurdu. 43

emeklerini boşa çıkaracaktır. 38 Bakın, sizler Allah yolunda infak et­


meye çağrılajrak ödüllendirilejn kimse­
33 Siz ey iman edenler! Allah'a itaat
lersiniz. 44
Fakat yine de sizden cimrilik
edin, Elçi'ye itaat e d i n 37
ve asla emekle­
edenler var. Ama kim cimrilik ederse,
rinizi boşa çıkarmayın!
bilsin ki kendine cimrilik eder: zira Allah
34 Evet, inkârda direnen ve Allah yolun­
kendi kendisine yetendir, ama sizler
dan alıkoyan sonra da bu inkâr üzere ölen
O'na muhtaçsınız.
kimselere gelince: 38
Allah onları asla ba-
ğışlamayacaktır. Sözün özü: eğer (Allah'tan) yüz çevirirse­
niz, sizin yerinize başka bir topluluk ge­
35 ARTIK gevşeklik göstermeyin, ama siz tirir de, onlar sizin gibi yapmazlar. 45

den: "ama istemedik". Yani, kimseye insanın nş için bkz. "eğer onlar barışa yönelirlerse sen
kalbini okuma yetkisi vermedik. Hz. Peygam­ de bu yönelişe uy" (Enfal: 61).
ber'in Üsame'yi "Kalbini yanp baktın mı?" (es- 40 Zımnen: Eğer Allah'ın desteğini hak eder­
Sîra, VI, 34) diye azarlaması ve "Ben insanların seniz, üstün gelen siz olursunuz (Krş: 98/Âl-i
kalbim açıp bakmak için gönderilmedim" bu­ İmran: 139).
yurması, hep bu ilâhi inşanın sonucudur. 41 Ya da: "Hayat katmanlarının bu en aşağı
35 Lafzen: "bilinceye kadar". Tercihimizin ge­ olanı".
rekçesi için bkz. 89/Ankebût: 3, not 3 ve 42 Parantez içi açıklama için bkz. mrahim: Mer­
94/Bakara: 143, not 275. yem: "Allah, gökleri ve yeri mutlak hakikate
36 Bkz. 70/Hûd: 89, not 108. (bir atıf olsun diye) amaçlı ve anlamlı olarak ya­
37 Yani: Vahiyle inşa olmuş modeli izleyin! rattı." (Ayrıca bkz. 79/Enbiya: 18, not 17).
Etf'u'nun ikinci kez tekrarı itaatin birbirinden 43 Edğân için bkz. 29. âyet, not 33.
farklı iki makam ve gerekçesine delalet eder. 44 Tüm infak çağrılan ödüllendirme vesilesi­
38 Krş. 94/Bakara: 161; 98/Âl-i İmran: 91. dir. Zira Allah her ne ki istedi, almak için değil
39 Ve ted'u'yu bir lâ takdiriyle vela ted'u oku­ vermek için ister. Ve Allah yolunda vermek,
mak âyetin mânasını tersine çevireceği için vermek değil gerçekte almaktır (99/Saf: 10).
tasvip edilemez (Krş: 98/Âl-i İmran: 139). Ba- 45 Krş. 108/Mâide: 54.
TEĞÂBUN SÛRESt
Nüzul: 93
Mushaf: 64

Hem "aldanış ve kayıp" hem de "kazanç" anlamına gelen Teğâbun adı-


nı 9. âyetinden alır. Kur'an'da sadece burada geçer. Sûre, ilk nesilden
beri bu adla anılmıştır.

Kadim tefsir otoritelerinin Mekkî mi Medenî mi olduğu hususunda ihtilaf


ettikleri sûrenin nüzul zamanını tesbit için, muhtevada yer alan bazı örtü­
lü atıflar dışında sahih bir delil bulunmamaktadır. Şöyle ki: 14-15. âyetle­
rin içinde bulunduğu pasaj, bir kısım mü'minlerin çektiği sıkıntıyı dile ge­
tirdiğine göre, Hicret'le Bedir arasındaki hassas dönemde inmiş olmalıdır.
Bazıları bu âyetlerin Mekkî diğerlerinin Medenî olduğunu ileri sürer. Oysa
ki 11. âyetle başlayan konu 14-15 ile devam etmektedir. Kaldı ki bu pasaj,
hemen hemen aynı tema ile Hicrî 2. yılda nazil olan Enfâl 24-28 arasında
da işlenmektedir. Enfâl 28 ile bu sûrenin 15. âyeti arasındaki benzerlik dik­
kat çekicidir. Bütün bunlardan yola çıkarak sûrenin Medine'de Hicret'in ar­
dından indiğini söyleyebiliriz. İlk tertiplerin hepsi farklı yerlere yerleştir­
miş olsalar da, üç aşağı beş yukarı vardığımız sonucu teyit eder görünmek­
tedirler.

Sûre başlangıcı itibarıyla, diğer üyeleri Saf, Cuma ve Haşr olan dörtlünün
ilkidir.

Konusu, çiçeği burnunda İslâm cemaatini inşadır. Buna, Allah tasavvurunu


inşa ile başlanır (1-4). Söz inkara ve inkarcılara getirilir (5-7) ve vahyin ay­
dınlığına davetle bağlanır (8). İnanmak güvenmektir. Mü'min Allah'a gü­
venmelidir. "Allah'ın izni olmadan (insanın) basma hiçbir musibet gelmez"
(11). Gelmişse sabır, yani direniş gerektir. Bu musibetin aracı bazen serve­
timiz ve yakınlarımız olabilir: "Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer
sınav aracıdır" (15).

Sûre, hem "güzel borç" anlamına gelen karz~ı haserie, hem de "Allah yo­
lunda karşılıksız harcama" anlamına gelen intaka teşvik ile son bulur. Bu
bir paylaşma çağrısıdır. Aynı güzel akıbeti paylaşmak isteyenler, tutarlı
davranıp bu dünyada imkanları paylaşmasını da bilmelidirler.

Sûre, servet dağılımının imtihana dayalı ilâhi sırrına atıfla son bulur: "O,
idraki aşan hakikatlerin de, idrak alanına giren gerçeklerin de sırrına tam
vakıf olandır" (18). Sadakallahu'l-âzîm (Allah hakkı söyledi)!
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 GÖKLERDE olan şeyler de, yerde olan rada) tattılar,- bir de (ötede) onları can ya­
şeyler de Allah adına hareket ederler: 1
kıcı bir mahrumiyet beklemektedir. 6
6
mutlak otorite O'na aittir, övgülerin ta­ Böyledir, çünkü elçileri kendilerine haki­
mamı da O'na aittir; zira O her şeye ka­ katin apaçık belgeleriyle gelmiş, fakat
dirdir. 2
onlar "Bize ölümlü biri mi yol göstere­
2 Sizi yaratan O'dur; ama içinizden haki­ c e k ? " demişlerdi. İşte böylece küfre sap­
7

kati inkar eden de, hakikate iman eden de tılar ve (haktan) yüzçevirdiler. Ama Al­
var: ve Allah yaptığınız her şeyi görendir. 3 lah (kimseye) muhtaç değildi: zira Allah
kendi kendine yetendir, tüm övgülere la­
3 Gökleri ve yeri gerçek bir amaç uğruna 4

yık olandır.
O yarattı; ve size O şekil verdi, üstelik
şeklinizi en güzel biçimde takdir etti; 7 Hakikati inkara şartlanmış olanlar yeni­
ama (o suret de fanidir), her halükarda dö­ den diriltilmeyeceklerini sandılar. De ki:
8

nüş O'nadır. "Hayır! Rabbime andolsun ki kesinlikle


diriltileceksiniz; sonra yaptıklarınız bir bir
4 O, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir,-
gösterilecek: zira bu Allah'a çok kolaydır.
yine gizlediklerinizi ve açıkladıklarınızı
da bilir: zira Allah göğüslerdeki (en mah­ 8 Şu halde (ey insanlar!) Allah'a, Elçi'sine
rem) sırları bilendir. 5 ve indirdiğimiz nura inanın: Allah yap­
tıklarınızdan haberdardır.
5 DAHA önceden inkara gömülüp giden­ 9 Toplanma günü geldiğinde O sizi bir
9

lerin haberi size gelmedi mi? Onlar da araya toplayacaktır. O gün karşılıklı alda­
yaptıklarının kötü sonuçlarını (daha bu- nış günüdür. 10

1 Benzer bir âyet ve tesbîh'i çevirimizle ilgili ne bakıp insan soyundan umut kestiler. Onun
bkz. 102/Haşr: 1, not 1. Muzari gelmesi, bu için insandan bir peygamberi güvenilmez bul­
tesbîh'm süreklilik ve yenilenen vasfına dela­ dular. Sözün özü: İyilerin yaptığı en büyük iyi­
let eder. Zımnen: Ey insan! Bu kâinat muhte­ lik, iyilikleriyle bizzat insan soyuna olan gü­
şem varlık ilâhisini dillendiriyor: bu koroya veni artırmalarıdır. Peygamberlerin misyonu
sen de katıl! budur. Kötülerin yaptığı en büyük kötülük,
2 Zımnen: O'nun kudretine, O'nun adına ha­ kötülükleriyle insan soyuna olan güveni zede­
reket eden şu kâinat şahittir. leyip insanlığın yüz karası olmalarıdır.
3 Basîı, Sem? siz geldiği zaman, özellikle ilâhi 8 Z'am ve zu'm, "insanın kendisini ikna etti­
bilginin kuşatıcılığını ifade eder. ği tumturaklı yalan" anlamına gelir.
4 Bi'l-hakk ile ilgili bkz. 65/lbrahim: 19, not Kur'an'da geçtiği 14 yerde de olumsuz mânada
20 ve 79/Enbiya: 18, not 19. kullanılır. Şureyh, "Her şeyin kinayesi var,
5 Zâtu's-sudûr için bkz. Enfal: 43, not 49. yalanın kinayesi z'am'dır" der.
6 'Azâb'm kök mânasına dayanarak (Bkz: 9 Lâm'm vakit bildirme işlevine dayanarak.
7/Kalem: 33, not 29). 10 Veya: "Aldanışın şiddetle hissedileceği
7 İnsana güvensizlik üzerine oturan her inanç gündür". Işteşli fiil olan teğâbun, iki tarafın
ve düşünceyi mahkûm eden bir âyet. Zımnen: birbirini aldatmasını ifade eder. Bu bab bazen
O kadar kirlendiler ki, kendi kirlenmişlikleri- fiilin şiddetine delalet eder. el-Ğabn, bir mala
Ama kim Allah'a iman eder ve Allah rıza­ (akleden) kalbine rehberlik eder: 13
zira
sı için iyi davranışta bulunursa, onun kötü­ Allah her şeyi hakkıyla bilendir. 14

lüklerini örteriz,- onu zemininden ırmaklar 12 Allah'a itaat edin ve Elçi'ye de itaat
çağlayan cennetlere -orada ebedi kalmak edin! 15
Ama eğer yüz çevirirseniz, o tak­
üzere- sokarız: işte büyük başarı budur. dirde Elçi'mize düşen (vahyi) açık ve net
olarak tebliğ etmektir.
10 Hakikati inkar eden ve âyetlerimizi
13 Allah, O'ndan başka ilâh olmayandır:
yalanlayanlara gelince: işte onlar içeri­
O halde mü'minler yalnızca Allah'a gü­
sinde kalıcı oldukları ateşin yoldaşıdır­
venip dayansınlar!
lar: ve bu, ne berbat bir finaldir.

14 SÎZ ey iman edenler! Eşlerinizden ve


11 ALLAH'IN izni olmadıkça, 11
(insanın]
çocuklarınızdan size düşman olanlar var.
başına hiçbir musibet gelmez; 12
ve her
Her ne kadar affedici, hoşgörülü ve bağış­
kim Allah'a inanıp güvenirse, O onun
layıcı olsanız d a , 16
yine de onlara karşı

değerinden az paha biçmektir. Bizce bu işteşli 2) İddiada bulunması: iman en büyük iddiadır,
fiil, âhiretteki aldanışın çift yönlü doğasına ondan iddiasını isbat istenmiştir ve musibete
delalet eder. Yani her aldatma özünde bir izin verilmiştir.
"kendini aldatma"dır; yani aldanmadır. 3) Dua etmesi: icabetten önce musibete izin
11 el-lzn, özneye yapacağı eylem için hareket verilip sulanmıştır.
serbestisi tanımaktır. Emim. aksine izn'de 12 Musibet, dilde başa gelen yarar ve zararın
muhayyerlik vardır. İzin verilen özne o izni her ikisi için de kullanılır. Bu yüzden
kullanmayabilir. Bu bağlamda, âlemde cari 104/Nisâ 79'da hasene'nin karşılığı musibet
olan sebep-sonuç ilişkilerine delalet eder. Âle­ değil seyyie'dir. Fakat genelde zarara hamledi­
min nizamı bu ilâhi sünnetle kaimdir. Sonuç­ lerek kullanılmıştır.
ları sebeplere bağlamış, sebepleri daha üst se­ 13 Önce kul iman eder, sonra Allah kalbini
beplere bağlamıştır. Ancak bu bağ zorunlu de­ yönlendirir. Bu imanda "güven" anlamı mün­
ğildir. Bunu söylemek, Allah'ı koyduğu yasa­ demiçtir. Vahyin tümünde kalp üzerinde ta­
ların hakimi değil mahkûmu sanmaktır. O di­ sarruf Allah'a nisbet edilir. Netice: kulun kal­
lerse bu bağı koparıp daha üst bir sebebe bağ­ bine Allah rehberlik ederse acıyı bal eyler,
lar. Dilerse doğrudan müdahale eder. Hadîd musibeti muhabbete katık eder.
22, musibetlerin sebep-sonuç ilişkisine bağlı
14 O'nun bilgisi mutlaktır. Öğrenmek için de­
olduğunun ifadesidir. Bakara 155-156 bu âye­
ğil öğretmek için sınar. Bu âyet, inkara şart­
tin beyanıdır. İllâ bi-iznillâh'm alternatif iba­
lanmış aklın "Eğer Müslümanların bize bir
releri şunlar olabilir: illâ bi-meşietillâh (ancak
üstünlüğü olsaydı başlarına musibet gelmez­
Allah'ın dilemesiyle), illâ billâh (ancak Allah
di" mantığı üzerine nazil olmuştur (Kurtubî).
sayesinde), illâ bi-merdâtillâh (ancak Allah'ın
evet demesiyle), illâ bi-kaderillâh (ancak Al­ 15 imanla eylem arasındaki hiyerarşiye teka­
lah'ın koyduğu yasayla)... izin, meşîet'ten ay­ bül eder. Rasul'e itaatin gerekçesi Allah'a ita­
rıdır. Kulun başına musibetin ancak Allah'ın attir.
izniyle gelmesi kulun izin istemesini gerekti­ 16 el-'Ai, azarlasa da cezadan vazgeçmek; es-
rir. Kulun izin istemesi ise şu üç yolla olur: safh, azardan da cezadan da vazgeçmek; el-ğair
1) İradeyi kullanması: Bu takdirde musibet (mağfiret) günahı tamamen silip affettiğini bi­
kulun seçimi olur. le hissettirmemektir.
696 93/TEĞABUN SÛRESİ Nûzûl: 93 Mushaf: 64

dikkatli o l u n ! 1 7
Fakat bilin ki Allah da gözlülükten (infak ile) korunursa, ebedi
tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merha­ kurtuluşa nail olanlar işte o n l a r d ı r . 20

m e t kaynağıdır. 17 Eğer Allah'a güzel bir borç verirseniz,

15 Mallarınız ve çocuklarınız birer imti­ (Allah) kat kat artırarak size döndürecek

han aracından ibarettir; 18


Allah'a gelince: ve sizi bağışlayacaktır: 21
Zira Allah t ü m

O, katmda muhteşem bir ödül bulunandır. şükürleri hakeden t e k o t o r i t e d i r , 22


(şü-
kürsüzlüğü) cezalandırmada acele etme­
16 Şu halde, ne kadar gücünüz yetiyorsa
yendir; 23
18 O, idraki aşan hakikatlerin
Allah'a karşı o kadar sorumlu davranın:
de, idrak alanına giren gerçeklerin de sır­
h e m (O'nu) dinleyin, h e m (O'na) itaat
rına vakıf olandır; Her işinde m ü k e m ­
edin! Ve kendi hayrınıza o l m a k üzere in-
fak e d i n ! 19
K i m kişiliğinin (zaafı olan) aç- mel, her hükmünde t a m isabet edendir.

17 Yaptığımız takdim-tehir, dikkatli olmakla ğün insanın beşeri zaaflanndan olduğuna dela­
bağışlayıcı olma arasında dengeli bir tavrı bir­ let eder. Buhl kendi elindekini başkasından
leştiren cümlenin maksadını hedef dile taşı­ esirgemek, şuhh başkasının elindekine göz
ma amaçlıdır. Zımnen: imanınıza değil de "si­ dikmektir (Bkz: 23/Felak: 5, not 8). Şuhh'un
zin şahsınıza" [lekum] düşmanlık ediyorlarsa, panzehiri infaktır.
imanınızın hatırına bağışlayıcı olun. 21 Kişi güvendiğine borç verir. Güven iman­
18 el-Fetnu, madenin cevherini cürufundan dan ço k inanç ahlakıyla alâkalıdır, i m a n edip
ayırmak için ergitilme işlemi ve bu işlemin de güvenmemek, inanç ahlâkından yoksun ol­
yapıldığı pota (Bkz: 108/Mâide: 41). Sizi Allah maktır. Z ı m n e n : Ey insan! ismail'i göz kırp­
bu potada eritiyor ki, cevherinizle cürufunuz madan veren ibrahim gibi bir gönüle sahip ol
seçilip ayrılsın. Zımnen : Mal ve çocuklarınızı ki, ismail'e ilaveten tshak'a da nail olasın!
Allah'a tercih ederseniz cevherinize yazık 22 Şekûr kalıbım diğer kalıplardan ayrıcalıklı
edersiniz. Hz. Ö m e r Huzeyfe'ye, " N a s ı l sa­ kılan husus, bu kalıbın "bir fiilin üzerinde oto­
bahladın?" diye sorar. Huzeyfe, "Fitneyi sevip rite" olana delalet etmesidir (Furûk, s. 26). Eğer
gerçeği yererek" der. Ömer, "Nasıl y a n i ? " de­ burada olduğu gibi şükredilen için kullanılırsa
yince; " Ç o c u ğ u m u sevdim, ö l ü m ü y e r d i m " " t ü m şükürleri hak eden tek otorite", şükreden
cevabım verir (İbn Aşur). için kullanılırsa "şükrünü eda etmek için var
19 Zımnen : Allah için vermek, gerçekte ver­ gücünü harcayan kişi" mânasına gelir.
m e k değil almaktır (İnfak için bkz. 39/Yâsîn: 23 Parantez içi açıklamalarımız, Halîm ismi­
47, not 3 5 ) . nin Şekûr ile birlikte kullanılmasından kay­
20 Şuhh'un ne/Ve izafe edilmesi, açgözlülü- naklanan vurguyu ortaya çıkarma amaçlıdır.
A dını 6 7 - 7 3 . âyetler arasındaki t e m s i l i kıssadan alır. Bir hadiste " B a k a r a
sûresi" olarak anılır (Müslim, Musafirin 212). A l l a h R a s u l ü sûreyi
"Kur'an'ın Zirvesi" (Senâmu'l-Kur'an) olarak adlandırır [Müstedrek).

H i c r e t i n i l k yılında nazil o l m a y a başlamıştır. Z i r a orucu farz kılan âyet bu


sûrededir. Hz. Aişe, bu sûrenin indiği sırada R a s u l u l l a h ' ı n hanesinde oldu­
ğunu söyler. O n u n hicrî 1. y ı l ı n Şevval ayında gelin olup dokuz y ı l ı n ı Ra-
sulullah'la geçirdiğini biliyoruz. Bakara'yı Medine'de indirilen ilk sûre sa­
yanlar çoğunluktadır. İniş süreci en az beş yıl sürmüştür. Bu süreyi altı, hat­
ta h a c âyetlerinden dolayı sekiz yıla ç ı k a r m a k m ü m k ü n d ü r . İbn Abbas'tan
nakledilen i k i görüşten birine göre 2 8 1 . âyet Kur'an'dan son i n e n âyettir ve
Veda H a c c ı ' n d a i n m i ş t i r . İlk n ü z u l tertipleri sûreyi Mutaffifin-Enfâl arasına
yerleştirirlerse de, bu yer p e k isabetli g ö r ü n m e m e k t e d i r .

Fâtiha'daki " B i z i y ö n e l t dosdoğru yola " çağrısına cevap bu sûrenin i l k âye-


tiyle verilir. Y i n e F â t i h a ' n ı n sonundaki "gazaba uğrayanlar"a, Yahudileşen
Isrâiloğulları ve Y a h u d i l e ş m e süreci, bu sûrede örnek olarak sunulur.

Kur'an'ın en u z u n sûresi olan Bakara, aynı z a m a n d a Kur'an'ın fihristi n i t e ­


liğindedir. " Y e d i u z u n " sûreden birincisidir. M u s h a f ' t a Fâtiha'dan h e m e n
sonra yer a l m a s ı uzunluğundan dolayı değil, içeriğinden dolayıdır. 1 1 6 âye­
t i n i Isrâiloğullarının y a h u d i l e ş m e m a c e r a s ı n a ayırarak, b u ü m m e t i bekle­
y e n en b ü y ü k t e h l i k e y e dikkat ç e k e r . 6 ve 7. âyetleri hariç, t a m a m ı y l a ina­
n a n ya da i n a n m ı ş görünenlere seslenir.

M ü ' m i n l e r e ilişkin beş, kâfirlere ilişkin iki, münafıklara ilişkin on sekiz âye­
tin ardından Âdem-lblis kıssası anlatılır. Kıssanın tarafları olan Âdem güna­
h ı m itiraf edip adam olmanın sembolü, İblis günahım savunup şeytan olma­
lım sembolüdür. Bir diğer kıssa M u s a ve Israiloğullandır. Sûrede kıssaları an­
latılan  d e m ve M u s a arasmda ortak bir y ö n vardır: Birincisi ilâhî yasağı çiğ­
neyerek günah işler ve tevbe edip yitirdiği c e n n e t i yeniden bulur, ikincisi
elinden bir kaza cinayeti çıkar ve tevbesi ona bir "yed-i b e y z a " kazandırır.

Sûrede ağırlıklı t e m a beş k e l i m e y l e özetlenebilir: 1) itikad; 2) s a m i m i y e t ; 3)


ibadet; 4) nübüvvet; 5) Y a h u d i l e ş m e . Sûrede e r d e m i n dört dörtlük bir tanı­
m ı yapılır (177). G e r ç e k erdemin t ü m vahiylerin kaynağındaki h a k i k a t ol­
duğu vurgulanır. Sûrede, i s l â m ' ı n a h l â k s i s t e m i bir dip a k m t ı s ı gibi her âye­
t i n altından akar. Bu ahlâk s i s t e m i n i toplumda y e r l e ş t i r m e k ve k o r u m a k
i ç i n k o n u l a n kurallar sayılır.
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 Elif-Lâm-Mîm\ l
hipleri için bir hidayet rehberidir; 3 o
3 4

hidayete erenler ki, idraki aşan hakikat-


2 İŞTE kendisi hakkında hiçbir kuşkuya lere bütünüyle iman ederler, namazı is-
5

yer olmayan bu ilâhî kelam, takva sa-


2
tikamet üzre kılarlar, kendilerine sürek-
6

1 Bu harfler, Allah Rasulü'nün vahyi bir tek bir seviyeyi aşınca, bu emanetin sahibine
harfini bile zayi etmeden ilettiğinin lafzî şahi­ borçluluk duygusunu tetikler. Bu da doğrudan
didirler. Ünlem, Mukatta'âtm "dikkat çek­ alacaklının kimliğini meraka yöneltir. Niha­
me" işlevine binaen konulmuştur. (Ayrıntı yet merak arayışa arayış da bir seviyeyi aşınca
için iniş sürecinde ilk geçtiği 7/Kalem Tin ilk hidayete götürür. "Muttakiler için hidayet-
notuna bkz). tir"in açıklaması işte budur.
2 "Kuşku"nun (rayb) niteliği konusunda iki 4 "Muttakiler için hidayettir" anlamındaki hu-
ihtimal var: den li'l-muttakîh'i "hidayete erenler için takva
1) Kur'an'ın işleviyle ilgilidir ve "Muttakiler kaynağıdır" anlamına gelen takven li'l-muhte-
için hidayet olduğunda şüphe yok" anlamına dîn gibi anlamamak gerekir. İbarede "hidayet
gelir. takvanın değil, takva hidayetin altyapısı olarak
2) Kur'an'ın mahiyetiyle ilgilidir ve bu sûre­ sunulmaktadır. Yani takva hidayetin sebebi,
nin 23. âyetindeki meydan okuma buna bir hidayet takvanın sonucudur. Bunu anlamak
karşılıktır. Bizce kuşku vahyin kaynağına yö­ için "Kitap nedir iman nedir bilmeyen" (82/Şû-
neliktir. Bu ise yalnız vahyin muhatabı olan râ: 52) Allah Rasulü'nün "muhteşem bir ahlâk
Peygamber'e değil, aynı zamanda vahyin sahi­ üzere" (7/Kalem: 4) oluşunu hatırlamak gere­
bi olan Allah'a da bir iftiradır [Rayb için bkz. kir. Hidayetten önceki takva "sorumluluk ah-
114/Tevbe: 110, not 140. Şekk ile farkı için lâkı"dır (Krş: 37/Beled: 17, not 16). Temelde
bkz. 76/Sebe': 54, not 70). "sorumlu davranış" mânasına gelen 'sâlih
3 Takva tek bir sözcükle karşılanamayacak amel', işte böyle bir ahlâktan neşet eder.
merkezi bir kavramdır (İlk geçtiği 28/Şems: 8'in 5 Veya: "onlar Allah'a başkalarının yanında ol­
8 nolu notuna bkz). Japon alim T. Izutsu'nun duğu gibi yalnız başlarına kaldıklannda da iman
takvâ'mn anlamına dair yaptığı semantik kazı, ederler". Ebu Müslim buradaki ğayh/m tıpkı
kendisini "sorumluluk" kavramına ulaştırmış­ Yusuf sûresinin 52. âyetinde kullanıldığı an­
tı. Bu isabetli yorum, daha somaki çalışmalarda lamda mü'minlerin sıfatı olduğunu savunmuş­
benimsendi. Biz takvâ'yı, Allah'a izafetle kulla­ tur. Onların 14. âyetteki münafıklar gibi hare­
nıldığında "Allah'a karşı sorumluluk bilinci" ket etmedikleri vurgulanmıştır. Ona göre 4.
ile, yalın olarak kullanıldığında "sorumluluk âyet zaten ğayb kategorisini içermektedir. Ebu
bilinci" ile karşıladık. Bazen de orijinal haliyle Müslim'i teyit eden bir husus da 48 yerde kulla­
bıraktık. Bunu sadece cümlenin akışı ve dil es­ nılan ğayb'm başka hiçbir yerde yu'minune bi
tetiği açısından değil, kavramm bağlama göre şeklinde gelmemesidir (Benzer kullanım için
değişen vurguları sebebiyle tercih ettik. bkz. 39/Yâsîn: 11 ve 36/Kâf: 33). Gayba iman
Aslında takva ilâhî fıtratın bilinçteki tezahü­ ruhun kaynağına bağlılıktır. Bu bağı koparan
rüdür. Kişi kendine emanet edilen fıtratını ne maddeye esir olur. Ruhunu hayat gemisine kap­
kadar korursa takvaya da o kadar yakın olur. tan yapan, kopacak tufandan niçin korksun?
Bu yüzdendir ki takva adında somutlaşan so­ 6 Yukîmu fiilini salât teriminin 23 yıllık nü­
rumluluk bilinci, emanet ve borçluluk bilinci­ zul sürecinde zenginleşerek seyreden yapısına
ni içerir. Kişide emanet üzerine titreme hissi uygun olarak "istikamet üzre kılarlar" şeklin-
li lütfettiğimiz şeylerden (ihtiyaç sahiple­ 6 ŞU bir gerçek ki, küfre şartlanmış o
rine] harcarlar; 4 ve onlar sana indirilene
7
kimseleri ha uyarmışsın ha uyarmamış­
iman ederler, senden önce indirilene d e ;
8
sın, onlar için (ikisi de) bir: iman etmez­
âhiretin varlığına dair ilâhî habere mut­ ler. 11
7 Allah onların kalpleri ve kulakla­
main bir kalple inanmıştırlar. 9 rı üzerine mühür vurmuştur, gözleri üze­
5 İşte onlar, Rablerinden gelen kusursuz rinde de bir t ü r 12
perde vardır,- işte onlar­
bir rehberliğe tabidirler,- ve işte onlar, dır korkunç bir azabı hak edenler. 13

evet onlardır sonsuz mutluluğa erenler. 10

de çevirdik. Bu istikamet namazın tadil-i er­ nimetinin hem de Allah'ın insana verdiği değe­
kanından daha çok niyet ve maksadıyla alâka­ rin büyüklüğünü gösterir. Yazılı âyetler "iman
lıdır. Şatıbî ekame'yi "devamlılık" olarak an­ âyetleri", kevni âyetler "ikan âyetleri"dir. (İlgi­
lamıştır [el-Muvâfakâtü, 242). Salâfm ikame­ li bir not için bkz. 85/Câsiye: 4, not 4.)
si, şeklinden çok amaç ve niyetiyle ilgilidir. 10 Âyetin son cümlesini böyle çevirimizin ge­
Maun sûresi, bu konuda hayli açıklayıcıdır. rekçesi, Zemahşerî'nin zamire dair yorumu­
İman ve inf akın arasında namazın zikredilme­ dur [likan II, 286; benzer bir ibare için bkz.
si de oldukça anlamlıdır. O hâlde namazı isti­
75/Lokman: 5).
kamet üzre kılmak. Namazı, 1) Uluhiyet tev­
hidinin bir gereği olarak salt Allah'a has kıl­ 11 Ellezine Jcererû'daki geçmiş zaman yapısı
makla; 2) Rububiyet tevhidinin bir gereği ola­ çeviriye "saplanmış" veya "şartlanmış" ola­
rak da namazla sosyal hayat arasındaki doğru­ rak yansıtılmıştır. Burada da görüldüğü gibi
dan ilişkiyi kabullenmekle mümkündür (5a- Kur'an'a göre kâfir, kendisine açık ve net ola­
lât hakkında bkz. 9/A'lâ: 15, not 15). rak gelen vahyin çağrısını açık ve net olarak
inkâr eden kimseye denir. (İçinden inkâr edip
7 înfak için nüzul sürecinde ilk geçtiği 39/Yâ-
dışından kabul etmiş görünene münafık de­
sîn: 47'nin 35 nolu notuna bkz. Bu sûrenin
nir.) Bu anlamıyla kâfir "gayr-ı müslim" ile
219. âyetinden de anlaşılacağı gibi, başlangıç­
eşanlamlı olarak kullanılamaz. Burada "iman
ta infak, yani Allah yolunda vermek, ihtiyaç­
etmeyeceği" söylenenlerin başında, bundan
tan artanı vermek olarak teşri kılınmıştı. Me­
yaklaşık 12 yıl önce inmiş olan Kâfinin sûre­
dine toplumu güçlendikçe bu yükümlülük sı­
sinde (18) "inanmayacağı" haber verilen kim­
nırlandırılmış, zekât miktarı Hz. Peygamber
seler gelir. Zımnen: Asla Allah'a kulluk etme­
(s) tarafından zaman zaman yeniden düzenle­
yeceklerini söylemiştik, nitekim öyle de oldu.
nerek, nihayet 1/40 oranında istikrar bulmuş­
Âyetteki dikkat çekici nükte şudur: uyarma­
tur. Bu ise, Hz. Ali'nin (r) ifadesiyle "cimrile­
nın ya da uyarmamanın her ikisinin de bir
rin zekâtıdır."
oluşu Rasulullah için değil "onlar için"dir. Ki­
8 Burada Rasulullah ve Hz. İsa'nın nübüvveti­ me fayda vereceğini sadece Allah bilir. Pey­
ne inanmayan Yahudilerle, Yahudilerin kendi gamber de dahil hiçbir insan bilemez. Dolayı­
Peygamberlerine karşı gösterdikleri tavrın ay­ sıyla, Peygamber ve risalet mirasını omuzla-
nısını Hz. Muhammed'e karşı gösteren Hıris- yanlara düşen, uyarmayı sürdürmektir (Bkz:
tiyanlara bir gönderme vardır. 9/A'lâ: 9, not 11).
9 îman kalbin yönelişi, ikan yöneldiği şeyden
12 Belirsiz gelmesi anlama "bir tür" olarak
kalbin tatmin olmasıdır. Kalp ikan ile tatmin
yansır (Bkz: İtkân II, 291).
olunca iman o kalpte harekete geçer ve o tat­
min duygusu sahibinde bir meleke hâline gelir. 13 Bu bölümde "kâfir" tipolojisi için sadece
Meleke hâline gelen iyilik, adeta sahibini koru­ iki âyet ayrılırken, "münafık" için tam 13
yan bir meleğe dönüşür. Bu sonuç, hem hidayet âyet (8-20) ayrılmıştır.
700 94/BAKARA SÛRESİ Nûzûl: 94 Mushaf: 2

8 İ N S A N L A R D A N öyleleri de var ki, "Al­ sinlikle onlar fesatçıların ta kendileridir­


lah'a ve âhiret gününe inandık" der(ler); ler,- a m a bunun farkında dâhi değiller.
ama onlar m ü ' m i n değiller. 14
9 Allah'ı ve 13 Kendilerine " S i z de insanların inan­
iman etmiş kimseleri aldatmak isterler,- dıkları gibi i n a n ı n ! " denildiğinde, "Ya
hâlbuki onlar yalnızca kendilerini aldatır­ biz, ahmakların inandıkları gibi mi inanı­
lar; ama bunu (Allah'ın ifşa edeceğinin) yoruz?" dediler. B a k ı n ! 19
Onlar var ya on­
farkında bile değiller. 15
10 Kalplerinde lar, gerçekten de ahmaktırlar; lâkin bu­
hastalık vardır; 16
Allah da onların hastalı­ nun bile farkında değiller.
ğını arttırmıştır; ve ısrarlı yalanları yüzün­ 14 A m a inanan kimselerle karşılaştıkla­
den can yakıcı azabı hak ederler. 17

rında " B i z iman e t t i k " derler. Şeytanla-


11 Kendilerine "Yeryüzünde fesat çıkar­ rıyla 20
baş başa kaldıklarında ise, " B i z si­
m a y ı n ! " denildiğinde, " B i z 1 8
sadece ısla­ zinle beraberiz, biz (onlarla) sadece alay
hatçılarız" derler. 12 A m a n dikkat, ke- ediyorduk" derler.

14 Veya ba'nın maiyyet vurgusuyla: " m ü ' m i n - değil, bu yalanların Allah tarafından açığa çı­
lerle beraber değiller". Bir özneden bir eylemi karılıp yüzlerine çarpılacağı gerçeğidir. Paran­
fiille değil de ism-i faille nefyetmek, onun sı­ tez içi açıklamamızın gerekçesi budur.
fatından değil zâtından ve cevherinden dışla­ 16 "Kalbinde hastalık olanlar" zümresi bu
maktır. Buna nefyin haberinin bâ ile gelişi de bağlamda münafıkları oluştursa da, bazı yer­
ilave edilirse şu anlama ulaşılır: "Onlar, özden lerde münafıklardan ayrı bir kategoriyi oluş­
inanma imkanlarını tercihleriyle tüketmişler, turur (Bkz: 4/Müddessir: 31, not 24).
bunun üzerine Allah da onların inanma ihti­
17 İmandan m a h r u m olmak, kişinin kendi ru­
mallerini ortadan kaldırmıştır". Zımnen: Si­
huna çektirdiği en şiddetli azaptır. İman ruh
zin kendi inancınız için ne dediğiniz değil, Al­
için hava gibi, su gibi, e k m e k gibidir. Ruhunu
lah'ın sizin inancınız için ne dediği önemlidir.
bunlardan m a h r u m eden, öz elleriyle kendi
Yine zımnen: İnancında eğrilik olan ve bunu
ruhunu tarifsiz bir azaba m a h k û m etmiş olur.
bilen bir gün düzelebilir, fakat inancında eğri­
lik olan ve doğru inandığını sanan asla düzele­ 18 Suçüstü edilen ikiyüzlülerin savunmaya
mez. Mealde "der(ler)" olarak geçen yekû- geçerken " b i z " diye söze başlamaları, bir tür
/u'nun öznesi tekildir. Fakat aynı cümledeki parmak izi bırakmaları anlamına gelir. "Biz"li
âmenna fiilinin öznesi çoğuldur. Oysa ki iki­ bir söylemle sadece kendileri gibi düşünen bir
sinin öznesi aynı kipte olmalıdır. Buradaki grubu değil, sanki bir bedende taşıdıkları bir­
nükte şudur: Pasajda bahsi geçen münafıklar den çok yüzü, bir yürekte taşıdıklan birden
görünürde birden çok kişidirler. Fakat haki­ çok kişiliği ifşa etmektedirler.
katte onlar tek kafayla düşünmektedirler. Zi­ 19 Elâ tembih edatı, inkarcılar ve ikiyüzlüler
ra onlar sürü güdüsüyle hareket etmektedir­ için kullanıldığı bağlamlarda muhatabın uyu­
ler. Cümlede bâ'mn tekrarı âhirete i m a n et­ yan ve uyuşan bilincini ele verir.
m e m e n i n Allah'a imanı da boşa çıkaracağına
20 Yahudilerin ikiyüzlülerinden söz eden 76.
delalet eder (îşârât).
âyette "birbirleriyle baş başa kaldıklannda"
15 " A l d a t m a k isterler/aldatırlar" dedikten şeklinde gelen ibare, bu âyette "şeytanlarıyla
sonra "farkında değiller" demek, "farkında ol­ baş başa kaldıklarında" şeklinde gelmiştir. Bu
madan aldatırlar" demektir ki, âyette söyle­ benzerlikten yola çıkarak buradaki şeytan, on­
nen asla bu değildir. Şu hâlde onların farkında lara sapıklıkta önderlik yapan insan şeytanla­
olmadıkları m a s u m a n e söyledikleri yalanlar rı olarak da anlaşılabilir.
15 Allah da onların alaylarına karşılık ve­ fim aydınlatır aydınlatmaz Allah (gözleri­
rir 21
ve onları kendi tuğyanlarına gömül­ nin) nurunu alıverdi ve kendilerini karan­
müş olarak bırakır, şaşkın şaşkın debele­ lıklar içinde bıraktı,- artık göremezler: 24

nirler. 16 Onlar hidayet karşılığında sa­ 18 Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler: ar­


25

pıklığı satm aldılar, bu yüzden ticaretleri tık onlar (hakikate) dönemezler.


onlara kâr sağlamadı; zira onlar doğru yol­ 19 Ya da (durumları şu örneğe) benzer:
da giden kimseler değiller. 22
17 Onların Gökten inen bir sağanak (düşünün),
durumu şu kişinin durumuna benzer: O onunla birlikte karanlıklar, gök gürleme-
kişi bir meş'ale tutuşturdu,- Alevler etra-
23
si, şimşek... 26
Yıldırımlardan dolayı,

21 Âyette kullanılan muşâkele sanatının bir işten geçmiş oluyor. Sözün özü: Kendi tercih­
gereği olarak Allah için "alay" kelimesinin lerine Allah onları mahkûm ediyor.
kullanılması, "onların alaylarına hak ettiği Bu âyet önceki pasajda anlatılan münafık tipi­
karşılığı verme" anlamını taşır (Kmtubî). Mü­ nin, ilâhî ışık olan nûYun değil, beşerî ışık
nafıkların inananlarla alay etmesine karşılık olan nâr'ın peşine düştüğünü dile getirir. Nûr
Allah da kendisinin onlarla alay edeceğini be­ ile nar (ateş) arasmda fark vardır: 1) Nûr yak­
yan buyurmuştur. Kullanılan kelime aynı ol­ madan aydınlatır, nâr yakarak ve yanarak, tü­
masına karşın, anlam tam aksidir ve tehdit keterek ve tükenerek aydınlatır. 2) Nûr cevhe-
içermektedir: Allah, onlara önce mühlet tanır, ri-özü aydınlatır, nâr maddeyi-formu aydınla­
sonra da cezalandırır. tır. 3) Nûr içten aydınlatır, nâr dıştan aydınla­
22 Kur'an'ın dinî alana transfer ettiği satın al­ tır. Bu yüzden münafık içi aydınlatmayan
ma, ticaret, kâr, terazi, tartı, rehin almak, üc­ nâfm ışığına taliptir. 4) Nûr tükenmeyen bir
ret, ödünç, borç gibi ticari kavramlar hayli güç kaynağıdır, nâr tükenen bir güç kaynağı­
dikkat çekicidir. Bu, hakikati asrın idrakine dır. 5) Nûr manevî ve latif olam temsil eder,
söyletmekle açıklanabilir. nâr maddî ve kesif olanı temsil eder. 6)
Nûr"dan geriye nûr kalır, nâr'dan geriye "kül"
23 Buradaki ateş ısınmak için değil yol göster­
kalır. Üzerinde yaşadığımız şu dünyadaki her-
mek için yakılan ateştir. Bu nedenle "ateş ya­
şeyin aslı, akkor bir nâr olan magmadan geri­
kan" diye değil "meş'ale tutuşturan" diye ter­
ye kalmış küldür. Onun için geçicidir. İnsan
cüme edilmesi daha uygundur.
geçici olam değil kalıcı olan nûr'u hedefleme-
24 Aydınlanmak için meş'ale tutuşturan kişi, lidir. Zeheb'Allahu bi-nûrihim ile ezheb'Alla-
yaratılışı gereği ışığı arayan insandır. Istevkade hu nûrahum arasmda fark vardır. Burada ge­
"taleb" veya "mübalağa" bildirir. Aydınlan­ çişliliğin bâ ile yapılması nurun onlara bir da­
mayı talep ediyor, belki şiddetle istiyor. Medi­ ha dönmeyecek oluşuna delalet eder [îşârât).
ne'deki Yahudi kökenli münafıklar mesela.
Allah Rasulü gelmeden önce düşmanlarını hep 25 Âyet, adeta tüm duyuların iptal edildiği ka­
yeni gelecek peygamberle korkutuyorlar. "O lıcı bir hipnoz durumunu veya duyuların var
bir gelsin, ondan sonra görün siz" diyorlar. İs­ olmakla birlikte işlevlerini yerine getireme­
tedikleri ışık ellerine veriliyor. O da nesi? Bu dikleri "afazi" hâlini çağrıştırır.
kez gözlerini kapıyorlar. Öz çocuklarını bildik­ 26 Zımnen: Hakikate sırt dönmenin mazereti
leri gibi bildikleri peygamberi inkâr ediyorlar. yoktur, küfrün bahanesi geçersizdir. Zira sağır
Önce göremiyorlar değil, görmek istemiyorlar. olsanız dahi gök gürültüsünü duyar, kör olsanız
Görememek suç değil, görmemek suç. Onlar dahi şimşeği görürsünüz. Veya "kulağınız sağır­
bunca istedikleri ışığa gözlerini ısrarla kapa­ sa gözünüzde kör değil ya!" ya da "gözünüz kor­
tınca, Allah da onların bu tercihlerini "mele­ se kulağınız da sağır değil ya!" sözünü hatırla-
keleri" hâline getiriyor ve gönül gözlerinin nu­ tırcasına "Kulağınız duymuyorsa gözünüz gö-
runu alıyor. Ondan sonra isteseler de artık iş
ölüm korkusuyla parmaklarını kulakları­ hâlde (bütün bunları yapanın tek O oldu­
na tıkıyorlar. 27
Zira Allah kâfirleri çepe­ ğunu) bile bile Allah'a eşdeğer rakip güç­
çevre kuşatmıştır. 20 Şimşek neredeyse ler 30
tasarlamayınız!
gözlerini kör eder onları ne zaman ay-
;
23 Eğer siz kulumuza indirdiklerimize
dınlatsa, o aydınlıkta yol alırlar; ne za­ dair bir kuşku taşıyorsanız, haydi, hemen
man da karanlık üzerlerine çökse, ayakta onun benzeri bir sûre getiriniz; ve eğer
kalakalırlar. Ve eğer Allah dileseydi, işit­ sözünüze sadıksanız, Allah dışındaki ta­
me ve görme duyularını giderirdi; çünkü nıklarınızı da yardıma çağırınız!
Allah'ın her şeye gücü yeter.
24 A m a eğer şimdiye kadar (bunu) yapa-
madmızsa, bundan böyle de asla yapama­
21 EY insanlık! 28
Sizi ve sizden öncekile­
yacaksınız demektir; o hâlde yakıtı in­
ri yaratan Rabbinize kulluk ediniz ki tak­
sanlar ve taşlar olan, inkâr edenler için
vaya eresiniz! 22 O'dur size yeryüzünü
hazırlanmış ateşten sakınınız!
döşek kılan, gökyüzünü bina eden, gök­
25 İman eden ve bu imanla uyumlu iyi­
ten suyu indirerek ikram e d e n ve onun­
29

likler 31
işleyen 32
kimseleri zemininden
la sizin için türlü meyveler çıkaran. O

rür, gözünüz görmüyorsa kulağınız duyardı." 24, not 18). Kur'an, insanlığı bir şeye çağırır­
Dolayısıyla, vahye karşı "duymadım, görme­ ken "ikna" metodunu kullanır ve mutlaka
dim" mazeretine sığınmanız geçerli değildir. "belgeler" [âyât] ibraz eder. Çağırdığı şeye gö­
27 Parmağı kulağa tıkamak bir mecaz-ı mür- zü kapalı çağırmaz. Tıpkı burada olduğu gibi,
seldir ve "ölüm korkusunu" ifade eder. Allah Kitab'ın okunan âyetleri kâinatın yazılı/kayıt­
Rasulü'nün şu sözleri sanki bu âyetin tefsiri lı âyetlerini referans gösteriyor.
gibidir: "İnsanlara nisbetle benim durumum 30 Endâden'i çevirimizin gerekçesi için bkz.
ateş yakan bir kimsenin durumuna benzer. 81/Fussilet: 9, not 11.
Ateş çevresini aydınlatınca kelebekler ve ışığa 31 "Salih amel", vahyin nüzul sürecinde fark­
gelen haşereler o ateşe üşüşmeye başlarlar. O lı vurgular kazanarak zenginleşen merkezi bir
da onları uzaklaştırmak ister. Onlar ise baskın kavramdır. Bireysel ve fıtrî olandan toplumsal
çıkarlar ve ateşe girerler. Ben sizi belinizden ve eğitsel olana doğru bir seyir takip eder. Baş­
kavrayıp ateşten çekmek istedikçe, siz ateşe larda "sorumlu davranış", ortalarda "Allah'ın
girmek istiyorsunuz." (Buhârî ve Müslim). Razı olduğu eylemler", Medine'de ise "ıslah
28 "Ey!" diye başlayan tüm cümleler "çağrı" edici iyilikler" vurgusu kazanır (Açıklama
(nida) cümlesidir. Her çağrıda iki taraf bulu­ için bkz. 30/Tîn: 6, not 6). Salih bir amel şu
nur: Çağıran ve çağrılan. Kur'an'm bir çok ye­ beş özelliği bünyesinde taşımalıdır:
rinde olduğu gibi burada da çağıran Allah, çağı­ 1) İfsad'm karşıtı olarak bir kötülüğü düzelt­
rılan tüm fertleriyle insan cinsidir. Nida, mu­ melidir (ıslah-ifsad karşıtlığı için bkz.
hataba olur. Nida, çağıranın çağrısını işitecek 56/A'râf: 56 ve 85).
kimseye yapılır. Nida, çağıranın çağrısını du­ 2) Fasıldın karşıtı olarak doğru ve dürüst ol­
yacak kadar yakın olana yapıhr. Nida, çağıran­ malıdır [sâlih-fasık karşıtlığı için bkz. 79/En­
la çağırılan arasındaki samimiyet ve tanışıklı­ biya: 74-75 ve 97/Nûr: 55).
ğa işaret eder. Nida, mutlaka ya suale cevap ya 3) Seyyie'nin karşıtı olarak özünde iyi(lik) taşıma­
duaya icabet gerektirir. Nida eden Âlemlerin lı [sâlih-seyyie karşıtlığı için bkz. 114/Tevbe: 102).
Rabbiyse insana düşen "lebbeyk" demektir. 4) Nefrete değil barışa ve sevgiye yönelik ol­
29 İnzal ikram vurgusu taşır (Bkz: 56/A'râf: malıdır (104/Nisâ: 128,129; 112/Hucurât: 9).
Nûzûl: 94 Mushaf: 2 t 94/BAKARA SÛRESİ t 703

ırmaklar çağlayan cennetlerle müjdele! bu örnek ile ne demek istedi?" derler.


Her ne zaman oranın nimetlerinden ik­ Bununla Allah bir çoğunu saptırırken bir
ram olarak onlara sunulsa, "Bunlar bize çoğunu da doğru yola yöneltir. Ve fakat
daha önce bahşedilenlerin aynısıymış" yoldan çıkmışlardan başkasını kesinlikle
diyecekler. Oysa ki bu, o nimetlerin çağ­ saptırmaz. 27 Onlar ki (fıtrat] sözleşme­
36

rıştırdığı belli belirsiz bir benzerlik. 33


Ve sinden 37
sonra Allah'ın (aldığı) sözü bo­
onlar için cennette tertemiz eşler olacak zarlar, Allah'ın kurulmasını emrettiği
ve onlar orada kalıcıdırlar. 34
bağları kesip koparırlar ve yeryüzünde
26 Allah bir sivrisineği ya da ondan da ahlâkî çürümeye neden o l u r l a r 38
işte
küçüğünü misal vermekten haya et­ bunlardır hüsrana uğrayanlar!
mez. 35
İman edenlere gelince: onlar iyi
28 Cansızken size hayat bahşeden, ardın­
bilirler ki, o, Rableri katından gelen haki­ dan sizi öldürecek ve ondan sonra da di­
kattir. Küfre saplananlara gelince: "Allah riltecek o l a n , 39
en sonunda sizi kendisine

5) Fasit in karşıtı olarak yararlı olmalıdır (Bkz: bir âyettir. Zira "Allah yoldan çıkmışlardan
92/Muhammed: 2 sâlihât ile hasenat arasın­
; başkasını saptırmaz" (Krş: 58/Ra'd: 27, not 37).
daki fark için bkz. 13/'Asr: 3, not 5). 37 Misak mecazî veya manevî bir sözleşme
Sâlih amel Kur'an'da iman ile birlikte geldiği olarak düşünülebilir. Allah'ın insana doğuş­
tüm yerlerde "imanla uyum içindeki bir ey­ tan verdiği fıtrat, vicdan ve akla tekabül et­
lem ahlâkına ve hayata" delalet eder. mektedir. Özünde bu doğal hidayet unsurları
32 'Amile ile fe'ale fiillerinin arasındaki farkı da fiili bir sözleşme sayılmalıdır. Nakd, sağ­
vurgulamak için birincisini mümkün oldu­ lam ve kalın bir halatı lif lif çözmek demektir.
ğunca "işledi", ikincisini ise "yaptı" şeklinde Bu durumda misak Allah'ın kopmaz ipine sa­
çevirdik. Çünkü birinci fiil "bir süreçte yap­ rılmayı ifade eder.
mayı" ifade ederken, ikincisi "bir anda yapı- 38 Burada koparılmaması emredilen bağlar
vermeyi" ifade eder [likan n, 208). dört şıkta özetlenebilir:
33 Teşâbuh, ya özün sabit kalıp şeklin değiş­ 1) İnsanın kendisiyle olan bağı.
mesi, ya da tersidir. Muteşabihen'in belirsiz 2) İnsanın Allah'la olan bağı.
niteliği çeviriye "belli-belirsiz" olarak yansı­ 3) İnsanın insanla olan bağı.
mıştır. Yani: Dünyadaki nimetler cennetteki 4) İnsanın tabiat ve evrenle olan bağı.
nimetlerin çok çok uzak bir kopyasıdır (Müte- Bu ana şıkların altına akıl-vahiy, dünya-âhi-
şabih için bkz. 98/Âl-i İmran: 7, not 5). ret, lafız-anlam, madde-mâna, birey-toplum,
34 HaUdîn, uzun bir süre. el-Huld, bir şeyin uzun zengin-yoksul, karı-koca, yöneten-yönetilen
süre bozulmadan kalmasını ifade eder (Râğıb). vb. gibi bir çok bağ dizilebilir. Öncelikle anlı­
yoruz ki, Allah'ın koparılmamasını emrettiği
35 Burada asli mastar olan darb yerine yapma
bağlar, bütünüyle insanı ve insan hayatını il­
mastar olan en yadribe gelmesi, verilen misalin
gilendiren bağlardır ve bu bağların korunması
amaç değil araç olduğuna delalet eder. Maksad
ferdi ve toplumsal barış ve huzuru garanti
sözün tüm imkanlarını kullanarak insanın ha­
ederken, birbirinden koparılıp ayrılması bun­
kikati görmesini sağlamaktır (Krş: Işârât).
ları yok etmektedir. Âyetin son bölümünde
36 Bu âyet, çift özneyi gören yeşâ' fiillerini çe­ buna sebep olanların kaybedecekleri ve zım­
virimizin gerekçelerinden birini teşkil eder. nen kaybettirecekleri vurgulanmaktadır.
Mesela yudillu men yeşâ' ibarelerini "Allah
39 Krş. 78/Mü'min: 11. Âyetin açılımı şudur:
sapanın/sapmak isteyenin sapmasını diler"
Siz varlıkta var idiniz. Fakat hayat sahibi değil-
şeklinde çevirdik. Bu âyet bu tür kalıpları açan
704 .^faj, , 94/BAKARA SÛRESİ t > > < H > ^ Nüzul: 94 Mushaf. 2

döndürecek olan Allah'a karşı nasıl olur her şeyin bilgisine sahip olan da O'dur.
da nankörlük yaparsınız?
29 Yeryüzündekilerin tümünü sizin için 30 41
HANİ, senin Rabbin m e l a i k e y e 42

yaratan, sonra göğe yönelerek onu yedi "Ben yeryüzünde bir halife 43
tayin edece­

gök olarak düzenleyen O ' d u r : 40


Nihayet ğim" 4 4
dediği zaman da şöyle sormuşlar-

(liniz. Hayata gelmeden de "varoluş" açısından meilc'ten türetilmiş olduğunu söyleyenler de


var idiniz. Allah, varlıkta dağınık olarak bulu­ "kuvvet, dinamik" anlamına geldiğini ifade
nan "siz"e ruh üfleyerek diriltti. Bu, 1) Ölümün ederler. İnsanda bir tavır ve davranışın otomat
varlığın zıddı anlamında bir "yokluk" olmadığı­ bir biçimde iyice yerleşik hâle gelmesi de ay­
nı; 2) Ölümün hayatm zıddı olduğunu,- 3) Ölü­ nı kökten gelen meleke sözcüğüyle ifade edi­
mün hayatm başlangıcı olduğunu gösterir. lir. Isrâ 95'te, aynı cümle içinde hem tekil
40 "Yedi gök" bilinen ve bilinmeyen birbirin­ (meieicen) hem çoğul [melâike) olarak gelme­
den farklı tüm kozmik sistemleri kapsayan bir si, tekil ve çoğul arasındaki bu keskin ayrıma
ifade. Yedi rakamı çeşitlilikten ve çok kat- ihtiyatla yaklaşmamız gerektiğini akla getirse
manlılıktan kinayedir (Krş: 72/Hicr: 44, not de, âyetteki kullanımın tamamen farklı bir
34). Yedi gök "yer" ile birlikte anıldığında gerçeği vurgulamak olduğu açık. Râzi, Âde-
"bütün bir kâinat" anlamına gelir. moğlu'nun emrine âmâde olan meleklerin
özellikle "yeryüzü melekleri" olduğunu söy­
41 Burada çeviriye manasıyla değil işleviyle
ler ki, bu sözkonusu "farklı gerçeğin" püf nok­
yansımış olan bir vav vardır. Vav'ın ibtidaiyye
tasını teşkil eder.
işlevi çeviriye paragraf başı olarak yansımış­
tır. Bu kıssanın ana fikri şudur: İnsanın yeryü­ 43 Halife, hem ismi fail hem de ismi mef'ul
zündeki varlık amacı, ne melekliktir ne de kalıbı. Fail olarak "bir başkasına vekalet
şeytanlık,- hatası ve kusuruyla insanlıktır, in­ eden", mef'ul olarak "bir başkasına vekalet
sanlık... İşbu yüzden, insan beşer doğar, irade veren". Bu ikinci anlamda insanın halifeliği
ve akılla insan olur. Vahiy irade ve aklı doğru nesillerin birbiri ardınca gelişidir. Çoğulu ha-
kullanma talimatıdır. lâiPtir. Hulefa ise halif'in çoğuludur. Halîf
ile halîfe arasında mahiyet farkı vardır: Halife,
42 Melâike, melek'in çoğuludur. Sonundaki
iyi olamn vekili, yardımcısı, sözcüsü, temsil­
ta'yı çoğula delalet eden müenneslik ta'sı de­
cisi iken; halif kötü olanın yerine geçen, onu
ğil de allâme ve nessâbe gibi mübalağa ta'sı
temsil eden, ona vekalet eden anlamına gelir.
olarak niteleyen bir ekol de vardır. Meieic'in
Âyette halife her ne kadar tekil gelmişse de,
türetildiği milâk bir varlığın kendisine dayan­
tıpkı ilk atalarının adıyla amlan Türk, Ari, Sa­
dığı şeydir. Yani bir şeyin meleği onu ayakta
mi, Mudar kavim ve kabileleri gibi Âdem de
tutan nokta/kuvvettir. Araplar şöyle der:
tüm insan soyunu sembolize ettiği için insan
"Kalp cesedin milakidir". Bu açıklamayı ken­
neslinin tümüne delalet eder (Zemahşerî).
disine borçlu olduğumuz Râğıb, Kur'an'daki
Kur'an'm hiçbir yerinde bu kelime tekil ya da
kullanımlarından yola çıkarak meleğin bir şe­
çoğul olarak Allah'a izafetle kullanılmıyor.
yi yönetmekle görevli ruhanî varlıklar olduğu­
"Allah'ın halifesi" olmaz. Kâdî Ebû Ya'lâ'nın
nu, dolayısıyla her meieic'in melâike olduğu­
dediği gibi: "Ancak kayıp olan veya ölen biri­
nu, lâkin her melâike'nm melek olmadığını
sinin halifesi olunur. Oysa ki Allah ne kayıp
söyler. Ona göre melâike daha çok ibadet ve
olur, ne de ölür." [el-Ahkamu's-Sultanîyye, s.
zikr ile meşgul olan ruhanî varlıklar demektir.
15). Ne ki En'âm 165'te yeryüzüne izafetle
Melâike'nin maddî âleme ait unsurları yönet­
"yeryüzünün halifeleri" olarak kullanılıyor
mesi gerekmez [Müfredat). Kelimenin
(Krş: 56/A'râf: 69; 69/Yûnus: 73; 42/Fâtır: 39;
dı: "Yeryüzüne fesat çıkaran ve kan dök­ zin bilmediğiniz şeyleri de b i l i r i m . " 47

mekte olan birini mi atayacaksın; üstelik 31 Ve  d e m ' e 48


tüm isimleri öğretti, 49

biz seni h a m d 45
ile teşbih ve takdis edip bunun ardından onları meleklere takdim
dururken?" 46
etti ve dedi ki: "Hadi, eğer sözünüzün ar­
(Allah] cevap verdi: "Şu kesin ki, ben si- kasında duruyorsanız şunların isimleri-

55/Sâd: 26). Bu kullanımın açıkça gösterdiği değer, meleklerin de aday oldukları bir maka­
şey birinin yerine vekalet ve niyabet anlamına ma insanın lâyık görülmesiyle ifade edilmek­
değil, tıpkı siyasal alanda kullanıldığı gibi tedir. İnsan dahil hiçbir yaratık, sahip olduğu
"tedbir" ve "imar" anlamına geldiğidir. Özetle değer ve meziyetlere kendiliğinden sahip de­
insan yeryüzünün "kalfası" kılınmıştır. ğildir. Tüm diğer varlıklar gibi insan da "kera­
44 Inni ca'ilun ibaresine inni hâlikun anlamı metini" Allah'a borçludur.
vermek bizce isabetli değildir. Ce'ale fiili, bağ­ 48 Kur'an'da 25 yerde geçen Âdem ismi 7 yer­
lamına -aldığı mef'ule- göre birden fazla anlam de Âdemoğlu [beni âdem) şeklinde gelir, el-
içeren fiillerdendir. Kur'an'da özellikle insanın Edeme Ferrâ'ya göre "aracı, vesile" demektir.
"yaratılış" ve çoğalış serüveninin niceliğiyle Zemahşerî ise bu kelimenin "bir toplumun li­
ilgili âyetlerde ce'ale fiili kullanılmaktadır. deri, öncüsü" anlamına kullanıldığını söyler
Hatta kimi âyetlerde aynı cümle içerisinde ilk [Esâs I, 7). 30. âyetin dipnotunda da belirtildi­
yaratılışı ifade için halaka (yarattı) fiili kullanı­ ği gibi bu kıssada Âdem soyunu temsilen yer
lırken (104/Nisâ: 1), ondan sonraki gelişim sü­ almaktadır. Bu kıssanın nakledildiği âyetlerde
recini ifade için ce'ale fiili kullanılmaktadır. kullanılan zamirler şaşırtıcı bir değişkenlik
(73/En'âm: 1, 56/A'râf: 189; 42/Fâtır: 11; gösterir. 29. âyette yeryüzündeki her şeyin in­
112/Hucurât: 13) Halîfe/halâifin kullanıldığı san için yaratılmasından söz edilirken ikinci
tüm âyetlerde yüklem olarak ısrarla ce'ale'nm çoğul şahıs (siz) kullanılırken, müteakip âyet­
kullanılması dikkat çekicidir {Ca'l ve halk far­ lerde Âdem'e işaretle ikinci tekil şahsa (sen)
kı için bkz. 47/Nebe': 9, not 9). geçilmekte. Daha da ilginci bu kıssanın detay­
45 Hamd için bkz. 1/Fâtiha: 1, not 3. lı bir biçimde aktarıldığı A'râf 11'de Âdem'in
yaratılışı ikinci çoğul zamirle, "siz: Âdem" di­
46 Burada adı geçen üç eylem de [hamd, teş­
yebileceğimiz bir formüle yol vermektedir.
bih, takdis) Kur'an-ı Kerim'de, şuurlusu ve şu­
Kur'an, Âdem için kullandığı ifadeleri insan
ursuzu, iradelisi ve iradesiziyle tüm varlıkla­
için de kullanır (80/Mü'minûn: 12, 13). İnsan
rın ortak eylemi olarak geçer. Hamd, teşbih ve
sûresinin 2. âyetinde nutfe'den yaratıldığı söy­
takdis, sadece "konuşan iradeli canlı" olan in­
lenen ve türün tüm üyelerini içeren el-insan
sana has değildir. İnsan bu evrensel koroya bi­
lafzı Âdem'i de kapsar.
linçli olarak katılırsa, insanın sesi evrenin se­
siyle uyum arz etmiş olur. Kozmik uyumu 49 Öğrenme yeteneğine, hassaten eşyaya isim
bozmanın cezası, doğaya ve doğasına yabancı­ koyma yeteneğine delalet eder. Talim, kalıp
laşmadır. Hamd, teşbih ve takdisin üçü de na­ olarak bir süreç içinde öğrenmeyi ifade eder.
maz ibadetinde Fatiha, tesbihat ve secde ile Ta'limu'l-esmâ'yı en güzel Rahman 3-4 açık­
temsil edilmiştir. Tüm varlık kategorilerinin lar: "O insanı yarattı; ona kendini ifade etme­
namazda temsil edildiğini ifade etmek için ki­ yi öğretti". Sözün özü: Bilmek içkin değil aş­
mi alimler kıyamı dağların, rükuu hayvanla­ kın bir eylemdir. Bilgi "elde edilmiş" değil
rın ve secdeyi de bitkilerin temsil edildiği bir "verilmiş" bir şeydir ve kaynağı Allah'tır. İn­
ibadet olarak te'vil ederler. sanın şerefi Allah'ın öğrencisi olmaktan kay­
47 Bu âyette sembolize edilen şey, insanın Al­ naklanır. Bu âyet, insanın da meleğin de bilgi­
lah nezdindeki müstesna yeri ve değeridir. Bu sinin "yoktan var edilmiş" [ibda) değil, alın-
ni 5 0
bana bir bir haber v e r i n ! " 51
miş miydim "Ben bilirim göklerin ve ye­
32 (Melekler) cevapladılar: "Sen tek oto­ rin sırrını,- gizlediklerinizin ve açıkladıkla­
ritesin, 52
bizim Senin bize öğrettiğinden rınızın tümünü de ben bilirim" diye?" 55

başka bir ilmimiz olamaz,- yalnızca Sen­ 53


34 işte o zaman meleklere demiştik ki:
sin her şeyi tam bilen, her hükmünde "Âdem(oğlu) için emre âmâde o l u n ! 56
ib­
tam isabet kaydeden." l i s hariç, hepsi emre âmâde olmuştular.
57

33 (Allah) buyurdu: "Ey Âdem! Şunların O (ise) emre karşı geldi, büyüklük tasladı
isimlerini onlara bildir." Onların isimle­
54 ve nankörlerden oldu.
rini (meleklere) bildirince de "Size deme­ ; 35 Ve dedik ki: "Âdem! Sen ve eşin şu

miş ve keşfedilmiş (ahz ve keşf] olduğunu gös­ müş fesat çıkarmış olabilir. Eğer durum böy­
terir. Alınan her bilgi sonradandır, geçicidir, leyse, melekler bu tecrübeye dayanarak bunla­
sınırlıdır. Ayrıca, bu âyetten yola çıkılarak di­ rı söylemiş olmalıdırlar. Bu açıklamadan, bir
lin ilk nüvesinin fiiller değil isimler olduğu değersizleştirme ve indirgeme operatörü olan
sonucuna varılabilir. Danvin'e asla bir pay çıkmaz. Allahu a'lem.
50 Buradaki 'aradahum eğer esmâ'a dönseydi 52 Burada "tenzih" ve "takdis" amaçlı kulla­
'aıadahâ (ve bi-esmâihâ) şeklinde gelmesi gere­ nılmıştır. Tüm olumsuzluklardan mutlak ola­
kirdi. Fakat bilinçli varlıklar için kullanılan rak arındırma ve tüm olumlu özelliklerin en
formla gelmiş. Bu şu anlama gelir: burada me­ mükemmeliyle nitelendirme O'nun tartışıl­
leklere sunulanlar "isimler" değil, o isimlerin maz otoritesine yapılan bir vurgudur. Bu ne­
bizzat müsemmalarıdır. Bunların bilinçli varlık­ denle "tek otoritesin" şeklinde çevirdik.
lar olması hâlinde, insan dışında da bir çok bi­ 53 Bu âyet, meleklerin, insanoğlu gibi bilgi
linçli varlığın olması gerekirdi ki biz bunları bil­ üretemediklerine, sadece kendilerine verilmiş
miyoruz. Bilinçliler için kullanılan zamir ve işa­ bilgiyi kullandıklarına delalet eder.
ret isimleri, onların aklına delalet eden nitelik­
54 Bilginin öğretilmesi [ta'lim) Allah'a isnat edi­
ler için de kullanılır (Msl. 68/lsra: 36). Bu mâna­
lirken, bilginin aktanlması (inbâ ) insana isnat
/

da esma "akıl, gönül, duyma, işitme ve konuşma


edilir. Dilin insan düşüncesinin deposu olduğu
gibi bilinçli varlıkta bulunan yeti ve niteliklere
hatırlanacak olursa, ilk insanın düşünce dağarcı­
delalet edebilir. Daha temelde, insana yaratılış­
ğını Allah'ın doldurduğunu, yani düşüncenin ilk
tan verilmiş "ben idrakine" ve "hudurî bilgiye"
sermayesini insana Allah'ın verdiğini ifade eder.
delalet edebilir. Allah en doğrusunu bilir.
İnsan ilk sermayenin veriliş amacma somadan
51 Akla ilk gelen soru şudur: Melekler nasıl sadâkat de gösterebilir, ihanet de edebilir.
bildi? Allah'ın, görünmez varlıkları (cinler), in­
55 Bu ifade şöyle de yorumlanabilir: Ben, insanın
sanlardan daha önce yarattığı Hicr 27'de ifade
fesatçılığı ve kan dökücülüğü konusunda açığa
edilir. Bu durumda cinlerin, yeryüzünde insan­
vurduğunuz endişeleri bildiğim gibi, kendinizi
dan önce halife kılındığı sonucuna varılır. Cin­
bu makama Âdem'den daha lâyık görme husu­
ler insandan önce böyle şeyler yapmış olmalı­
sunda gizlediğiniz duygulan da çok iyi bilirim.
dırlar ki, melekler bu tecrübeye dayanarak iti­
raz etmiş olsunlar. Zaten Şeytan'm durumu da 56 Âdem'i "Âdemoğlu" olarak çevirimiz ve
bu açıklamayı güçlendirmektedir. Bir başka bu secdenin mahiyeti için bkz. 56/A'râf: 11,
açıklama da şöyle yapılabilir: Kur'an'da beşe­ not 6 ve 7.
rin insanlaşma sürecinin sudan başlayıp çok 57 tblis, şeytamn ismi değil içine düştüğü açma­
uzun bir aşamada [etvâr] gerçekleştiği ifade zı en güzel bir biçimde ifade eden sıfatıdır, el-lb-
edilir (64/Nûh: 14). İnsan adlı canlı, kendisini lâs, "belanın şiddeti karşısmda düş kınklığına
insan yapan "ruh" üflenmeden önce kan dök- uğrayarak umutsuzluğa kapılmak" anlamına
Nûzûl: 94 Mushaf: 2 94/BAKARA SÛRESİ 707

bahçeye yerleşin, orada canınızın çekti­


58
den olursunuz." 60

ği her şeyden serbestçe yiyin, şu a ğ a c a 59


36 Fakat Şeytan onların ayaklarını kay­
da yaklaşayım demeyin, sonra zalimler- dırdı, 61
böylece sahip oldukları müstesna

gelir (Râğıb). Kur'an'da kelime bu anlamda kul­ tan âhiret cennetine giremez. 2) Giremediği
lanılmıştır (73/En'âm: 44 88/Rûm: 12, 49). Zira
; için de başkalarını aldatamaz. 3) Âhiret cenne­
onu iblisleştiren, umutsuzluktur. Allah'la iliş­ tine giren bir daha çıkamaz. 4) Çenette günah
kisinin anlatıldığı yerlerde İblis, Âdem'le ilişki­ olmaz. 5) Cennette sorumluluk, emir ve yasak
sinin anlatıldığı yerlerde Şeytan olarak anılır olmaz. Sembolik bir okumayla, "ana rahmi",
(Şeytan için bkz. 8/Tekvir: 25, not 21). Sözün Âdemoğlunun cenneti olarak yorumlanabilir.
özü: Allah'tan umut kesmek inşam iblisleştirir. Âdem kıssasında cennette iskan, yasak ağaç­
58 Arap dilinde c-n-n kökünden türetilen tüm tan yeme ve tevbeden oluşan üç aşama, Ab-
kelimeler "örtme, gizleme" anlamına gelir. duh'a göre insanın yaratılışındaki üç evreye te­
Cennet'in "zemini görünmeyecek kadar örtü­ kabül eder. Âdem kıssası Âdemoğlu'nun kıssa-
lü, kapalı" kök anlamının nedeni bizce "insan sıdır. Âdem'in adının anılması, kavmi büyüğü­
bilincine ve tecrübesine kapalı" olduğu, "aklın nün adıyla anmak kabilindendir. Cennette is­
kavrama kapasitesi dışında" olduğu içindir. kan, üzüntü ve kederin olmadığı, "kederden
"Ağaçlarının sıklığından tabanı görülmediği kaç hazza koş" sözünde ifadesini bulan çocuk­
için böyle denmiştir" açıklaması hiçbir aklın luk evresine delalet eder. Ağacın meyvesinin
almayacağı sonsuz güzellik diyarı olan cenneti yasaklanması ve bu yasağı çiğneme iradenin
değil, dünyanın has bahçelerini ifade eder. ortaya çıkma evresine, pişman olarak Allah'a
59 Burada geçen "ağaç" şu âyetler ışığında anla­ yönelme ise olgunluk evresine tekabül eder.
şılmalıdır: "Sana sonsuzluk ağacını ve sonu gel­ Allah'tan kelimelerin verilmesi, insan aklının
mez bir saltanatın (yolunu) göstereyim mi?" hakikati bulmaya yetmediği, mutlaka nübüv­
(44/Tâhâ: 120) Aynı hakikat A'râf sûresinde vete ihtiyaç duyduğuna delalet eder [Menâr I,
başka bir üslûpla ele almıyor: "Rabbinizin sizi 282-284). insanlığın sembol ('sembolik' değil)
bu ağaçtan uzak tutması, başka değil, sadece siz atası Âdem'in yaşadığı bu süreçle, her bir insa­
(ondan yiyince) iki melek (gibi) olursunuz veya nın anne karnında yaşadığı embriyolojik geli­
ölümsüzleşirsiniz de ondandır (56/A'râf: 20). şim süreci arasında, 'tedebbür' için bazı para­
lellikler kurulabilir mi? Anne rahmi, Âdemoğ­
60 Âdem'in konulduğu cennet âhirette vaad
lunun zahmetsizce yaşadığı bir tür "cenneti";
edilen cennet mi, yoksa dünyada bir bahçe mi­
Âdem'in kovuluşu, insanın dünyaya gelişini;
dir? Alimlerden bir kısmı, üçüncü bir görüşü
Âdemin yasak ağaçtan yedikten sonra cinselli­
dile getirerek bu cennetin gökte olduğunu sa­
ği keşfetmesi, insanın akıl-baliğ olarak cinsel­
vunurlar. Buna delil olarak da bazı haberleri ve
liği keşfetmesini çağrıştırır. İnsanın dünya ha­
ilgili âyetlerdeki "ininiz" [ihbitû) ifadesini gös­
yatının âhirete nisbeti, ana rahmindeki süre­
terir ve eklerler: eğer bu cennet yüksek bir yer­
nin dünya hayatındaki süreye nisbeti gibidir.
de olmasaydı "ininiz" denilmezdi. Bu görüşe
Allahu a'lem.
karşı çıkanlar ise ihbitû kelimesinin 61. âyette
olduğu gibi "çıkmak, dönmek" anlamında 61 insan iradesinin hayır ve şerri seçmekle sı­
kullanıldığını söylemişlerdir. Ubey b. Ka'b, İbn nanacağına delalet eder. Şeytanın insanoğlu
Abbas, Süfyan b. Uyeyne, Ebu Hanife ve Mâtü- üzerinde herhangi bir gücü olduğunu göster­
rîdî bu bahçenin yeryüzünde olduğunu söyle­ mez (72/Hicr: 42). Âdem ve eşinin suçsuz ol­
mişlerdir (İbn Kayyım, Dımaşk, 1419, Hâdi'l- duğunu da göstermez: "Ne zaman yoldan sap-
Ervah, s. 25). Âdem'in konulduğu cennet şu se­ tılarsa, Allah da onların kalplerinin sapmasına
beplerden dolayı âhiret cenneti olamaz: 1) Şey­ izin verdi" (99/Saf: 5).
94/BAKARA SÛRESİ Nüzul: 94 Mushaf: 2
• • —

konumdan uzaklaştırdı. Ve Biz dedik ki: olan, her işinde merhamet sahibi o l a n . 66

"Birbirinize düşman olarak çıkıp gidin! 62 38 Emrettik: Oradan hep birlikte çıkıp
Zira yeryüzünde, geçici bir hayat alanı ve inin! Ne var ki, Benden bir rehberliğin si­
tadımlık bir haz sizi bekliyor!" 63 ze ulaşması şarttır. 67
Her kim (kendisine
37 Fakat Âdem Rabbinden aldığı birta­ ulaşan) rehberliğime uyarsa, artık onlar
kım kelimelere sarıldı, 64
(Allah) da onun geleceğe dair kaygı geçmişe dair hüzün
tevbesini kabul e t t i : 65
çünkü O, evet duymayacaklar. 68
39 Küfre saplanıp ka­
O'ydu tevbeleri kabul etme makamında lan ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelin-

62 Birbirine düşman olan sadece insanoğlu ve gönülle algılanan kalbî ıstırap ve nedamet de
şeytan soyu değil, aynı zamanda insanlar içe­ olabilir. Bu üçüncüsü âyette "almak" anlamı­
risinden şeytana uyan "şeytan taraftarları" ile nı verdiğimiz telakki lafzına daha uygun dü­
Allah'a itaat eden "Allah taraftarları "dır. Ne şüyor. Çünkü telakki basit bir alma ya da ver­
ki Âdem ve eşi temsilinde olduğu gibi, şeytan me değil, bilinçli bir buluşma, kavuşmadır.
taraftarı olmadığı hâlde şeytana aldananlar da Âdem, pişmanlık duygusunu şu kelimelerle
var. İşte böylelerine günahına af dileyen Âdem dile getirdi: "Rabbimiz! Biz kendi kendimize
ve eşi örnek gösterilmektedir. zulmetmişiz; eğer bizi bağışlamaz ve bize acı­
63 Şeytan da, insan da cennetten kovulmuştu. mazsan, kesinlikle kaybedenler arasına gire­
Ama kovulma sonrasında şeytanla insanın riz!" (56/A'râf: 23) Birçok müfessir bu sözleri
davranışları arasında ateşle toprak arasındaki Âdem'in aldığı kelimeler olarak takdim et­
fark kadar fark vardı. Şeytan yanlış bir kaderci­ mişse de bu doğru olmasa gerek. Çünkü bu
liğe sapıp kendisini bu duruma düşürenin Al­ âyet, bir önceki âyette geçen Allah'ın tazirli
lah olduğunu (72/Hicr: 39) imâ ederek Allah'a sorusuna bir cevap olarak gelmiştir.
iftira ederken, Âdem ve eşi hatayı kabullenme 65 Kur'an'da bazı peygamberlerin 'zelleleri'
ve sorumluluğu üstlenme farkını gösterdi. İşte bir ibret vesikası olarak zikredilir. Bu cümle­
bu farkı ödüllendiren Allah, insana hatasını na­ den olarak Âdem'in yasağı çiğnemesini, Hz.
sıl telafi edeceğinin, Yaratıcısıyla bozulan iliş­ Yûnus'un görevini izinsiz terk etmesini, Hz.
kisini nasıl düzelteceğinin yolunu gösterdi. İlâ­ Musa'nın peygamberlik öncesi elinden çıkan
hî lanet hata yapana değil, hatayı savunanadır. ölümlü kazayı, Hz. Davud'un tevbe sebebi
64 el-Kelm, "duyum ya da gözlem yoluyla in­ olan 'zelle'sini örnek gösterebiliriz.
san idraki üzerinde kalıcı bir etki yapmak" 66 Âdem yeryüzü cennetinden sürgün mü
anlamına gelir. Kulakla algılanan çeşidine ke- edildi, yoksa yeryüzü cennetinden çıkarıldığı
iam, göz ile algılanan çeşidine kelm denir. Di­ hâlde yine yeryüzünde misafir mi? Bu ve bir
limizde söz için "dil yarası" deyimini doğrular sonraki âyet dikkate alındığında, Âdem yeryü­
şekilde "yaralamak" anlamı yanında tedavi züne, yaptığı tevbeden sonra ilâhî rehberliğin
için yaralamak demeye gelen "ameliyat" anla­ sürekliliği vaadiyle misafir edilmiştir. Âde-
mını da içerir. Kelime, hem anlamlı bir söz­ moğluna tahsis edilen dünya, günahın bedeli
cük, hem anlamlı bir cümle, hem de uzun bir değil tevbenin ödülüdür.
konuşma için kullanılır. Etimolojik açıdan
67 Cümledeki şartlılık cevap isteyen bir yapı­
kulağın ve gözün algıladığı anlamlı ve etkili
da değildir. Rehberliğin ulaşmasının şart oldu­
her şeye kelime adı verilebilir. Âdem'in aldığı
ğunu ifade eder. Bu rehberlik vahiydir ve onu
(bir okunuşta "Âdem'e verilen") kelimelerin
ulaştırmak bir sorumluluktur (Krş: 73/En'âm:
kulakla algılanan bildiğimiz kelimeler olabi­
19, not 14).
leceği gibi, gözle algılanan fiilî kelimeler ve
68 Havf, emn'in zıddıdır. Güven içinde olama-
Nûzûl: 94 Mushaf: 2 709

ce: işte onlar ateşin yoldaşıdırlar: onlar 41 Ve yanınızda olanı doğrulayıcı olarak
orada temelli kalıcıdırlar. 69
indirdiğim vahye inanın,- ve onu inkâr
edenlerin öncüsü siz olmayın, âyetlerimi
40 EY ÎSRÂİLOĞULLARI! Bir dönem si­70
de basit çıkarlar karşılığında pazarlama-
ze verdiğim nimetlerimi hatırlayın! Siz
71 72
yın,- 75
ve sorumluluğunuzun merkezinde
Bana verdiğiniz sözde durun ki Ben de size sadece Ben o l a y ı m ! 76

olan vaadimi tamamlayayım; ve kaygını­ 73

42 Hakkı bâtılla karıştırmayın ve bildi­


77

zın merkezinde sadece Ben olayım! 74

ğiniz hâlde hakkı gizlemeyin! 78


43 Na-

ma, tedirgin olma hâlidir. Dilde yalnızca gele­ 72 Allah Isrâiloğullarma peygamberler ve ki­
cek için kullanılır. Bu gelecek hem dünyevî taplar verdi; vahyi insanlara taşıma gibi kutsal
hem de uhrevî gelecektir. Allah'ın rehberliğine bir görevi onlara tevdi etti; çölde onlara su,
uyan kimse güvenlik içerisinde olan kimsedir. men, selva ve gölgeleyen bulut verdi.
"Mü'min" tam da budur. O hâlde, mü'min Al­ 73 Allah'ın Isrâiloğullarından itaat, bireysel
lah'ın rehberliğine teslim olup mutlak güven­ ve sosyal arınmayı temsil eden namaz ve ze­
ceye kavuşan kimse demektir. Âyette olum- kât, iyiliği emir kötülükten nehiy ve Peygam­
suzlama yönteminin kullanılması, bu duru­ berlere, özellikle de Tevrat'ta geleceği haber
mun hem dünya hem âhiret için geçerli oldu­ verilen Ümmî Peygamber'e ve ona indirilecek
ğunun ifadesidir. Huzn, hav fin zıddına yalnız­ Nûr'a iman konusunda söz aldığını, buna kar­
ca geçmiş için kullanılır. Âyetin asıl muştusu, şılık da onların geçmiş günahlarının üzerini
mü'minler için ebedi hayatta hüzne yer olma­ örtmeyi, hatalarını affetmeyi, dünya ve âhiret
yacağıdır (Bkz: 42/Fâtır: 34). Zımnen: Rehberi saadeti vermeyi vaad ettiğini Kur'an'dan öğre­
vahiy olan dünyada da âhirette de kaybetmez niyoruz (108/Mâide: 12; A'raf: 156-157).
(Tersi bir ibare için bkz. 73/En'âm: 70, not 58).
74 Rehb için bkz. 67/Kasas: 32, not 40. Bu hatır­
69 Huld, bir şeyin bozulmadan kalması (Bkz: latma Ümmet-i Muhammed'e bir uyarıdır: Siz
94/Bakara: 25, not 34). Kur'an'da 87 yerde geçer de size emanet edilen vahye Ümmet-i Musa'nın
ve âhiret için kullanılır. Dünya'ya ilişkin geldiği yaptığını yaparsanız, Ben de size onlara davran­
üç yerde ise inkâr, vehim ve red için kullanılır dığım gibi davranırım (Krş: 100/Cuma: 5).
(79/Enbiya: 34; 51/Şu'arâ:129 34/Hümeze: 3).
;
75 Zımnen: Vahyi yaşanacak mutluluk for­
70 Eski Ahid'e göre İsrail Yakub Peygamberin mülü değil de, pazarlanacak bir "mal" gibi
lakabıdır. Yakub, Hz. İbrahim'in Hz. İshak'tan görmeyin!
olma torunudur. Hz. Yakub'a "Allah'ın kulu"
76 Önceki âyetin sonuyla bağlantılı olarak:
ya da "seçilmiş kişi" anlamına gelen bu lakap
Allah'a teksif edilmiş kaygının bir ileri aşama­
Allah tarafından verilmiştir [Tekvin 32:28;
sı takvadır.
35:10). İlk dönemde on iki kabilenin tümü
için kullanılan 'îsrâiloğulları' ismi, Filistin'de 77 Yani: Bâtıla hak elbisesi giydirmeyin! Hak­
bağımsız iki Yahudi krallığı kurulduktan son­ la bâtılın birbirine karıştırılması bâtılı hak
ra kuzeydeki İsrail Krallığı'nı oluşturan on ka­ yapmaz, ancak hakkı hak olmaktan çıkarır.
bile için kullanıldı. Kuzey krallığının MÖ. Bu karışıma Kur'an "şirk" adını verir. Şirk, saf
721'de Asurlularca yıkılmasından sonra ise, bâtıl değil, içerisine hak karıştırılmış bâtıl de­
güneydeki Yahuda Krallığı vatandaşları için mektir.
kullanılmaya başlandı. 78 Onlar, Hz. Muhammed'in hak nebi,
71 Kural gereği, mastar muzaf olduğu için te­ Kur'an'ın vahiy olduğunu biliyorlardı (Bkz:
kil gelen ni'merfye çoğul mânası verdik. âyet 146).
710 94/BAKARA SÛRESİ t ;ı Nüzul: 94 Mushaf: 2

mazı istikametle kılın, zekâtı gönlünüz­ 45 Sabır ve salât ile yardım isteyin! An­ 83

den koparak verin, 79


Allah'a rükû eden­ cak bu huşu duyanlardan başkasına ağır
lerle birlikte siz de rükû edin! 80
gelir. 46 (Huşu duyanlar), Rablerine kavu­
44 Diğer insanlara sahici erdemlerle do­ şacaklarına ve sonunda O'na dönecekleri­
nanmayı 81
öğütlerken sıra size gelince ne kesin gözüyle bakarlar. 84

terk mi ediyorsunuz,- ve üstelik Kitabı da 47 Ey Isrâiloğulları! Size lütfettiğim ni­


tilavet edip dururken? 82
Siz hiç kafanızı metlerimi hatırlayın,- hani Ben sizi çağı­
85

çalıştırmayacak mısınız? nızın milletlerine üstün kılmıştım. 86

79 îtâ'mn isa'dan farkı, birmcisinin "gönülden 82 Tilâvet, aktarmak için okumaktır. Kıraet
gelerek verme" yan anlamını taşımasıdır ise anlamak için okumaktır (62/Kehf: 83, not
(10/Leyl: 18, not 14). Zımnen: Arınmanın bedeli­ 89). Okuyan birincide pasif ikincide aktiftir.
ni ödeyin! Zekât, yalnızca "karşılıksız vermeyi" Âyet onun için "siz hiç kafanızı çalıştırmaya­
değil, ondan daha öte "arınmak için fedakârlık et­ cak mısınız" diye biter.
meyi ve bedel ödemeyi" içerir. Zekât için ilk geç­ 83 Yani: "Direnerek ve dik durarak yardım iste­
tiği 3/Müzzemrnil: 20'nin 26 nolu notuna bkz. yin!" Sabır "insanın nefsini dizginlemesi", yani
80 Kur'an'da "Rüku edenlerle birlikte rüku direniştir (Bkz: ilk geçtiği 13/'Asr: 3, not 8). Yıl­
edin" formu kullanılırken, "secde edenlerle gınlık, korkaklık, çöküntü ve dert yanmanın
birlikte secde edin" formu kullanılmaz. Bu da zıddıdır (Râğıb). Salât'la. üç şey de kastedilmiş
bu tür bağlamlarda rükuun kulluğun toplum­ olabilir: şer'î mânası olan "namaz", sözlük mâ­
sal boyutuyla ilgili, secdenin ise kulluğun şah­ nası olan "dua", kök mânası olan "dik duruş".
si boyutuyla ilgili olduğunu gösterir. Bu bağ­ Namaz duanın canlanmasıdır, dua kulun Al­
lamda rüku islâm cemaatine aidiyeti ifade lah'a dayanmasıdır. Salâim türetildiği es-salâ
eder. Bu âyetlerin ilk muhatabı olan Medine "bir şeyi dik tutan şey"dir. Otururken ve ayak­
Yahudileri açısından bu emrin anlamı açıktı: tayken insanı dik tutan kemiklere de denir
Eğer inancınızda samimiyseniz, işte karşınız­ (Bkz: 9/A'la: 15, not 15).
da sizin kitabınızı, Peygamberinizi ve kıbleni­ 84 "Kesin gözüyle bakarlar" diye çevirdiğimiz
zi (ki o günlerde namaz Kudüs'e yönelerek kı­
yezunnûndmn kendisinden türetildiği ez-zann
lmıyordu) onaylayan bir topluluk var. Ayrım­
hem yersiz kuşku hem de kesin inanç [yakîn)
cılık yapmayın, siz de onlara katılın ve bu ka­
anlamına gelir (Bkz: 45/Hâkka: 20, not 13). Ke­
tılımınızı cemaatle tescil edin!
sin inanç anlamı, gözlem ve deney sonucu olu­
81 Birr, bağlamına göre vurgusu değişen bir şan kesin inanç değil, insanın sonsuz güven duy­
kavramdır: Kuldan Allah'a "sınırsız kulluk ve duğu bir kaynaktan gelen habere sanki gözleriy­
taat" (59/Tûr: 28), Allah'tan kula "sınırsız rah­ le görmüş gibi inanmasıdır [Lisân-, krş. 94/Baka­
met ve mağfiret" vurgusunu taşır. Kur'an'da ra: 249 33/Kıyâmet: 28, 90/Mutaffifin: 4).
;

inanç (94/Bakara: 177), eylem (109/Mumteha- 85 Nimet, elde edince sevinilen şeydir. Nime­
ne: 8), ahlâk (47/Meryem: 32) ve doğru davra­ tin bu âyetteki anlamı vahiydir. Vahiy, sadece
nış alanlarında ideal olanı ifade için kullanılır. Isrâiloğulları için değil bu ümmet için de
Allah Rasulü'nün birr tarifi muhteşemdir: Kur'an'da nimet olarak adlandırılmıştır (Bkz:
"Birr (iyilik), onu yaptığında içinde tarifsiz bir 108/Mâide: 3; 94/Bakara: 150).
ferahlık ve mutluluk hissettiğin şeydir,- ism
86 Seçilmiş olmanın bütün çağlarda "kutsal
(kötülük) ise, insanlar sana fetva verse de içi­
kavim olmak" şeklinde algılanmasını red
nin bir yerlerini yıkıp vicdanını rahatsız eden
(94/Bakara: 47; krş. Eski Ahid, Amos 3:1-2; Ye-
şeydir" (İbn Hanbel IV, 227).
48 Hiç kimsenin hiç kimse adına hiçbir için açmış ve sizi kurtarmış, gözlerinizin
şey ödeyemeyeceği, kimseden şefaatin 87
önünde Firavun'un kadrosunu boğmuş­
kabul edilmeyeceği, kurtuluş a k ç e s i 88
tuk. 51 Bir zaman Musa'ya kırk gece sü­
alınmayacağı ve hiç kimsenin yardım gör­ ren bir randevu vermiştik. (Bunu fırsat
meyeceği günün (dehşetinden) korunun! bilen siz), onun ardından bir inek yavru­
49 Yine bir zaman da sizi Firavun hane­ su heykelini peydahlayıverdiniz ve böy­92

danının 89
elinden kurtarmıştık. Size iş­ lece zalimlerden oldunuz. 52 Ve sizi bu­
kencenin en alçağını reva görüyorlar, er­ nun ardından bir kez daha affettik, belki
kek çocuklarınızı öldürtüp kadınlarınızı şükredersiniz diye...
da bırakıyorlardı. Bu yaşananlarda, Rab­ 53 Yine doğru yolu bulmakta kılavuz
binizin sizi tâbi tuttuğu dehşet bir imti­ edinmeniz için Musa'ya hakkı bâtıldan
han vardı. 90
50 Bir zaman da s u y u 91
sizin ayıran Kitabı vermiştik. 54 Hani Musa
93 94

remya 7:8-11). Yahudileşen Isrâiloğulları, ilâhî ce metninde bu su "Yem Suf" olarak geçer.
seçimi efsaneleştirerek "kutsal kavim" miti "Saz Denizi" anlamına gelen bu ibareyi, Kutsal
icat ettiler. Onlar, korumak ve hayata dönüş­ Kitab yorumcuları Kızıldeniz olarak yorumlar.
türmekle yükümlü oldukları vahyin evrensel Fakat "saz" bitkisi yalnız tatlı su bataklıkların­
değerlerini kabilevî çıkarlarına kurban ettiler. da yetişir. Somaki yorumculara göre bu yerin
Kendilerini "Allah'ın oğulları ve dostları" ilan Mısır'ın kuzeydoğusunda sığ bir göl ya da Kızıl-
ettiler (108/Mâide: 18; 100/Cuma: 6). "Allah'ın deniz'in hemen kuzey ucu ile daha kuzeydeki
seçilmiş kavmi" ve "Rabbin kutsadığı ırk" (/sa­ göller arasında o dönemde var olan su yolu üze­
ya 61:9) unvanını verdiler. Sayılı birkaç gün dı­ rinde bir saz bataklığı olduğu sanılır (A.Br. Çı­
şında kendilerine cehennem azabı dokunmaya­ kış md). Olay Eski Ahid'de anlatılırken Mu­
cağını iddia ettiler (94/Bakara: 80). Müslüman­ sa'nın elini denizin üzerine uzatması üzerine
ları bu sapmaya karşı uyaran âyet için bkz. bütün gece çok güçlü bir biçimde esen batı rüz­
92/Muhammed: 38. Zımnen: En tehlikeli ırkçı­ gârının denizi kara hâline getirdiği ifade edilir
lık, din kisvesine bürünmüş ırkçılıktır. [Çıkış 14: 21). Boğulma olayının "saz denizi"
87 Şefaat için iniş sürecinde ilk geçtiği 4/Müddes­ adı verilen tatlı su bataklığında gerçekleştiğini
sir 48'in notuna bkz. (Krş. 76/Sebe': 23 ve bu ko­ 44/Tâhâ 78 zımnen teyit eder.
nuda yapılmış tüm Kur'an'ı kapsayan ayrıntılı bir 92 'id için bkz. 56/A'râf 148, not 107. Zımnen:
sayım-döküm için bkz. 77/Zümer: 44, not 47). Aşağılık duygusu benliklerini öyle kapladı ki,
88 Âyetteki 'adlun'ün anlamı Hz. Peygam­ Mısırlı efendileri anasına taptığı için kendileri­
ber'e sorulduğunda, "fidye" şeklinde cevapla­ ni danasına lâyık gördüler. Kur'an'da bu buzağı
mıştır (Taberî). hep ittehaze fiiliyle gelir. Bu ibareyi "inek yav­
rusunu (tanrı) edindiniz" şeklinde ikinci bir
89 Firavun için bkz. ilk geçtiği 3/Müzzemmil:
mef'ul takdiriyle çevirmek mümkün. Bu şekil­
15, not 15.
de çevirenler, âyetin metninde "tanrı" [ilâh]
90 Bu âyette değinilip geçilen dehşet imtihan ibaresinin yer almamasını "yapılan işin çirkin­
için bkz. 56/A'râf: 141; 65/lbrahim: 6. liğini îmâ için" şeklinde açıklarlar. Fakat lafız
91 Kur'an'da Isrâiloğullarmm geçip Firavun'un "imal etmeye", yani tercih ettiğimiz şekliyle
boğulduğu bu su bahr (56/A'râf: 138; 69/Yûnus: "peydahlamaya" delalet eder (Krş: Âlûsî I, 408).
90; Şu'arâ: 63) ve yemm (56/A'râf: 136; 44/Tâ­
93 Furkan, "hakkı bâtıldan ayıran" anlamma ge­
hâ: 78, 97; 67/Kasas: 40; 87/Zâriyât: 40) olarak
len bir sıfattır. Kur'an'da Kur'an, Tevrat ve İncil
anılır. Arapça olan bahr Arapça olmayan yemm
için kullanılır (94/Bakara: 185; 95/Enfal: 41;
ile birlikte düşünülmelidir. Eski Ahid'in İbrani-
kavmine demişti ki: Ey kavmim! İyi bilin 55 Bir zaman da demiştiniz ki: Ey Mûsâ!
ki siz buzağıyı peydahlamakla kendi ken­ Allah'ı açıkça görünceye dek sana kesin­
dinize kötülük ettiniz. Sizi yoktan eşsiz- likle inanmayacağız. 97
Ve ardından siz
örneksiz vareden Yaratıcınıza yönelerek
95 bön bön bakarken yıldırım çarpmışa dön­
af dileyin ve böylece içinizdeki kötülükle­ müştünüz. 98
56 Daha sonra, belki teşek­
ri öldürün! Böyle yapmanız, eşsiz yaratı­
96 kür edersiniz diye ölümünüzün ardından
cınız katında sizin için daha hayırlıdır." sizi bir daha diriltmiştik. 99

İşte sizin tevbenizi (bir kez daha] böyle 57 Üzerinizdeki bulutla sizi gölgeledik, si­
kabul etmişti: çünkü yalnız O'dur tevbe- ze menn ve selva ikram e t t i k : 100
Size ver­
leri kabul eden, merhamet eden. diğimiz rızıklarm temiz olanlarından yiyin

40/Furkan: 1, 98/Âl-i İmran: 4 79/Enbiya: 48;


; Önce tevbe etmeleri emredildiği ve onlar da
98/Âl-i İmran: 4). Aslında bu herhangi bir kitabın tevbe ettiği hâlde, niçin böylesine dönüşsüz
ismi değil, tüm vahiylerin ortak sıfatıdır. Bu sıfat bir ceza verildiğini anlamakta zorlanan Ze­
vahyin lafzıyla değil öncelikle manasıyla ilgüidir. mahşerî, bu problemi gidermek için bir kaç ih­
94 Kitap'tan kasıt Hristiyanların Eski Ahid timal sayar. Râzî bu âyetin tefsirinde görüş
adını verdikleri bir çok Isrâiloğlu Peygamberi­ birliği olmadığını söyler. Kadı Abdulcebbar'a
ne ait 39 ayrı kitaptan oluşan derlemenin ilk göre bu âyetteki "öldürün" emri mecazîdir.
beş bölümü (pentatok)'dür. Tevrat (Torah: şe­ Bütün bunlar bir yana, âyeti eğer lafzî anlam­
riat), 39 kitabın tümüne değil işte bu beş kita­ da alacak olursak emir "kendinizi öldürün"
ba verilen isimdir. Daha sonra, tüm Eski Ahid yani "intihar edin" şeklindedir. Oysa ki bunu
"Tevrat" adıyla anılır olmuştur. Arabistan Ya­ hiçbir rivayet söylemez. Aksine onları hep
hudileri de Tevrat deyince 39 kitaptan müte­ başkalarının öldürdüğü rivayet edilmektedir.
şekkil söz konusu derlemeyi kastediyorlardı. Bu ise çelişkidir. Çünkü Yahudilere kan dök­
Kur'an'ın hiç bir yerinde "Tevrat" Hz. Mu­ mek, birbirlerini öldürmek vahiyle yasaklan­
sa'nın adına isnat edilmez. Aksine Hz. Mu­ mıştır (Bkz: âyet 84-85). Bu iki sebep, bu ifade­
sa'nın adına "kitab", "âyât", "suhuf" (sayfa­ nin mecazî olduğu sonucunu verir.
lar) ve "ervah" (levhalar) isnat edilir. Buradan 97 Allah'ı "açıkça" görmek istediler; çünkü
çıkan sonuç şudur: Kur'an hem vakıayı göre­ Allah'ı mucizeleriyle, yardım ve insanıyla, lü­
rek Medine Yahudilerinin itirazına mahal ver­ tuf ve in'amıyla, âyet ve burhanıyla pek çok
memiş; hem de 7. yüzyıl Yahudilerinin galat- kez görmüştüler.
ı meşhur hâlinde kullandıkları "Tevrat" ismi­ 98 Lafzen: "..sizi yıldırım çarpmıştı". Böyle
ni hiçbir yerde Hz. Musa'ya isnat etmeyerek, uçuk bir talep ancak çarpılmış bir aklın ürünü
13 asırlık bir süreçte teşekkül eden 39 kitap­ olabilirdi.
lık Eski Ahid'e atıfta bulunmuştur.
99 55. âyette olduğu gibi 56. âyetteki ölümü
95 Bari, Haliktan farklı olarak "orijinal, ör- de mecazî anlamda alıp, Kur'an'ın toplumsal
neksiz, eşsiz, tasarlamadan yoktan yaratan" sapmayı sosyal ölüm olarak nitelediği sonucu­
anlamına gelir (Zemahşerî; krş. 94/Bakara: na varabiliriz.
117, not 214). 100 Zımnen: Hem ekmeği hem katığı ikram et­
96 Lafzen: "..kendinizi öldürün!" Bu konuda miştik. Menn (İbranice man) Eski Ahid'de şöyle
hepsi de birbirine benzeyen ve Isrâiliyyata da­ tarif edilir: "Seherde ordugahın etrafına çiğ düş­
yanan rivayetlere göre herkes o gün silahını müştü. Ve düşmüş olan çiğ kalkınca işte çöl
alarak en yakınını öldürmüştür. Tek bir gün­ toprağının yüzeyinde kırağı gibi küçük, yuvar­
de yetmiş bin kişi bu şekilde öldürülmüştür. lak bir şey vardı. ...ve o kişniş tohumu gibi be-
(diyerek]... Bize kötülük etmediler, fakat 60 Musa kavmini suvarmak istediği zaman
kötülük ettikleri yalnızca kendileriydi. da dedik ki: "Değneğini kayaya vur!" Bu­
58 Bir zaman da demiştik ki: Girin şu şeh­ nun ardmdan ondan on iki kaynak fışkır­
re, canınızın çektiklerinden bol bol yiyin! mıştı. Bu sayede herkes içeceği yeri bilmiş­
Ama (şehre ait] kapıdan tevazu içerisinde ti. 105
Haydi, Allah'ın rızkından yiyin, için,-
iki büklüm girin ve "Bizi a f f e t ! " 101
deyin! fakat yeryüzünün fesadıyla sonuçlanacak
Böylece biz de sizin hatalarınızı affede­ düzenbazlıklara tevessül etmeyin. 106

lim. Sonuçta, Allah'ı görür gibi kulluk 61 Yine bir zaman da demiştiniz ki: "Ey
edenlere 102
ikramımızı arttıracağız. Musa! Biz tek çeşit yiyecekten bıktık:
59 Zulme gömülenler, kendilerine tembih Rabbine yalvar da, bize yeryüzünün deği­
edilen sözü bir başka sözle değiştirdiler. 103 şik ürünlerinden,- sebzesinden, acurun­
Biz de yoldan saptıkları için zulmedenlerin dan, 107
sarımsağından, 108
mercimeğin­
üzerine yukarıdan b e l â 104
yağdırdık. den, soğanından versin!

yaz ve lezzetli ballı yufka gibiydi" [Çıkış için bkz. 35/Mûrselât: 27. (Krş. Eski Ahid, Çı­
16:13,14,31). "Görünüşü ak günnük görünüşü kış 17:6-7). Isteskâ'ya karşılık olarak kullandı­
gibiydi. Kavim dolaşır ve onu toplardı. Değir­ ğımız "suvarmak", dilimizde tüm canlılar
mende öğütürler, yahut havanda döverlerdi. Ve için kullanılan, nisyana terkedilmiş güzel bir
tencerede haşlarlar ve ondan pide yaparlardı. Ta­ kelimedir. Aslı "suvgarmak"tır. Kelime Eşre-
dı taze yağ tadı gibiydi" [Sayılar 11:7-8). foğlu Rûmî'nin: "Dost derdiyle hemîşe teşne-
Menn'in zahmetsizce elde edilen her gıda için dîl olanları/Dost vaslı şerbetiyle dâima suva-
kullanılabileceğini Peygamberimizin "Mantar ralar" dizelerinde ve Hayalî Bey'in: "Âb-ı leta­
[kem'e) men'dendir" sözünden çıkarıyoruz. fet ile Hayalî kelâmmı/Gülzar-ı kâinatı suvar­
(Tirmizî, Tıb 22). Selva, "inşam teselli eden şey" mağa saldılar ' dizelerinde yaşamaktadır.
1

demektir. Rivayetlere göre çölde mahsur kalan 106 A-s-y ve a-y-s kök fiilleri Türkçe'deki
Isrâiloğullarına Allah'ın lütuf olarak gönderdiği "çömlek-çölmek", "kirpi-kipri" gibi sessizle­
bıldırcına benzeyen bir kuş türüdür. Menn ek­ rin yer değişimine maruz kalmıştır. Birincisi
meği, selva ise katığı temsil eder. İnzal, "ikram" fizikî olarak fark edilmeyen bozgunculuk,
vurgusuna sahiptir (Bkz: 81/Fussilet: 32). ikincisi fizikî olarak fark edilen bozgunculuk
101 Hıtta, "Günahlarımızın yükünü omuzla­ vurgusunu taşır. Âyetteki kullanım birincisi­
rımızdan indir!" anlamına gelir (Râğıb). Veya dir ve biz bunu "düzenbazlık" ile karşıladık.
"Bizim için af ve mağfiret indir" anlamında 107 Hadislerde bir elde olgun hurma bir elde
bir istiğfardır (Zemahşerî). ğıssâ', birlikte yenildiği belirtilir (Buhârî,
102 Muhsinîn: "iyilikle muamele eden, güzel Et'ime 39). Buna göre ğıssâ' kabak değil acur
davranış sergileyen". Çevirimiz, Rasulullah'ın olmalıdır. Ebu Davud bir Mısır ğıssâ "sini ölç­
"ihsan nedir?" sorusuna verdiği cevaba dayan­ tüğünde tam 13 karış geldiğini söyler [Zekât
maktadır. 12). Bu da tercihimizi teyit eder. Acur gibi
103 Veya: "emri yerine getirmediler". Bu, "fii­ uzun olan fakat daha kalın ve pütürsüz olan
len muhalefet ettiler" vurgusunu içinde taşır bitki ise dübba' adını taşır ki, bu bir kabak tü­
(Krş: 110/Fetih: 15). rüdür ve genellikle pişirilerek yenir. Rasulul­
lah'ın kabak sevdiğini bildiren rivayetlerde de
104 Lafzen: "pislik". Rics'in bir anlamı da
kelime ğıssâ' olarak geçer.
"azap ve belâ"dır.
108 Veya: "buğdayından" (İbn Abbas). Terci-
105 Istiskâ'nm seica'dan farkına dair bir not
(Musa) şöyle cevaplamıştı: Hayırlı olanı, du. 112
Bütün bunların asıl nedeni ise, is­
daha değersiz ve aşağı olanla mı değişmek yankârlıkları ve taşkınlık yapmalarıydı.
istiyorsunuz? Öyleyse dönün Mısır'a, 109
is­ 62 Hiç kuşkusuz bu kitaba inanan kimse­
tediklerinizin tümü orada sizi bekliyor! 110
lerden, Yahudileşen kimselerden, 113
Hı-
İşte böylece onlara alçaklık ve yoksulluk ristiyanlardan ve Sahillerden 114
her kim
mührü vuruldu ve Allah'ın gazabına uğ­ Allah'a ve âhiret gününe inanır, ıslah edi­
radılar. 111
İşte bu, onların Allah'ın mesa­ ci iyilik işlerse, işte onlar için Rableri ka­
jını inkâr etmeleri ve Peygamberlerini tında yaptıklarının karşılığı vardır. 115
On­
haksız yere öldürmeleri yüzünden ol- lar gelecekten endişe etmeyecek, geçmiş-

himiz ia'nm se'den münkalip olduğu görüşü­ buradaki formun aynısıyla gelir. Müfessirler
ne dayanır (Ferrâ). şu notu düşerler: Ellezine hâdû demek "yahu-
109 Veya: "Şehire", hatta belirsiz geldiği için dileşenler" [tehevvedû) demektir (Râzî, Mefa-
"herhangi bir şehire". tîh XXX, 7). Lügatler tehevvedû fiilini sâra ye­
hûdiyyen (yani: sonradan Yahudi olanlar) şek­
110 Zımnen: Allah'ın lutfuyla kendilerini
linde açıklar [Muhtaru's-Sıhah). Bunun en
soykırımdan kurtarıp türlü nimetler veren Al­
doğru tercümesi "yahudileşti"dir. Ünlü "Her
lah'a şükredecekleri yerde, "Hani bunun soğa­
çocuk fıtrat üzere doğar, onu anne-babası ya-
nı, sarımsağı?" demeye başladılar.
hudileştirir" hadisinde kullanılan fiil yuhev-
111 "Kesin taahhütlerini bozdukları için onları vidanihi' dir (Buhârî, Cenaiz 29:91; Müslim,
rahmetimizden dışladık." (108/Mâide: 13) âye­ Kader 6). Ellezine hâdû formu, önceden müs¬
tinde olduğu gibi, lanetlenme belli eylemler ve lüman olan İsrailoğulları'nın "yahudileştikle-
onları yapanlarla ilgilidir. Baştan sona bir ırkın rini" vurgulama amacı taşır. Çevirimizin ge­
tüm nesillerini kapsayan mânada lânetli kavim rekçesi budur (Bkz: 73/En'âm: 146, not 127).
yoktur, ancak lânetli mantık vardır.
114 Sabiîler için bkz. 108/Mâide: 69 ve
112 Bu hakikat onların kitaplarında da yer alır. 91/Hac: 17. Bunların tümü de Medine'de inen
Nitekim, Kral Azyahu Amos'u katleder. Kral âyetlerdir. Müşriklerin Hz. Peygamber'e ve
Minşa İşaya'nm kafasım testereyle kestirir. Kral mü'minlere "dönek" anlamına "sâbiî" dedik­
Ahab llya'yı (llyas) öldürtmek için çırpmır (İbn leri hadis kaynaklarında kayıtlıdır (Buhârî,
Hazm, el-Fisal, I, 191-294). Yahuda kralı Asa, Menakıb 3). Gerçekte Sâbii Arapça değil, bu
Hanani peygamberi hapse atar [TarihlerE, 16:1¬ dine mensup olanların konuştuğu ve Aram-
14). Kral Ahab'm öldürmek için aradığı llyas Si­ ca'nm bir diyalekti olan Mandence'dir. "Suya
na'ya saklanır [Krallar I, 19:1-10). Aynı kral Mi- dalmak", "vaftiz olmak" ya da "boy abdesti
kaya'yı hapseder [Krallar I, 22:26-27). Zekeriyya almak" anlamına gelen sabaa'dan türetilmiş
halk tarafından taşlanır (Tarihler E, 24:20-21). bir isimdir ve Sabiîler'e komşuları tarafından
Yeremya açlıktan ölsün diye yeraltı mahzenine verilmiştir. Burada kastedilen Harran ve Me­
hapsedilir [Yeremya 15:10,18). Ve İsa şöyle ses­ zopotamya kökenli gnostiklerdir. Peygambere
lenir: "Ey Kudüs! Gönderilen Peygamberleri öl­ ihtiyaç olmadığını düşünüyorlar, yıldızlara
düren, taşlayan Kudüs!" (Matta 13:37). akıl ve irade atfediyorlardı.
113 Ellezine hâdû formuyla gelen ibareleri, el- 115 Lehum ecruhum'daki zamirler çoğul değil
Yehûd ya da Yehûdiyyen ile eşitleyip "Yahu­ de âmene fiilindeki tekil özneye uyarak lehu
diler" şeklinde çevirmek gramatik açıdan isa­ ecruhu şeklinde tekil-gelmesi gerekmez miy­
betli değildir. Nisa 46, Mâide 41, 44, 69, di? Bu sorunun cevabı bellidir: men, ism-i'
En'âm 146, Nahl 118 ve daha başka âyetler mübhem olarak hepsi için de kullanılır.
ten dolayı da üzüntü duymayacaklar. 116
haddi aşan kimseleri siz de biliyorsu­
63 BÎR zaman da (Sina) Dağı'nı 117
başınıza nuz. 1 2 0
Onlara, "Maymunlardan beter
dikip sizden (şöyle) söz almıştık: 118
Size olun!" 121
demiştik. 66 Ve onları, hem ilk
verdiğimiz mesaja sımsıkı sarılın, onun kuşaklar hem de sonraki nesiller için bir
muhtevasını hatırdan çıkarmayın k i 1 1 9
so­ ibret vesikası, (taklitten) sakınanlar için
rumluluğunuzun bilincine yarasınız. de uyarıcı bir örnek kıldık.

64 Bunun ardından bir kez daha sözünüz­ 67 Hani (fail-i meçhul bir cinayet işlendi­
den döndünüz. Eğer Allah size lütfedip ği) bir zaman da Musa, kavmine "Allah
acımasaydı, kesinlikle kaybetmiştiniz. size bir inek kurban etmenizi emredi­
65 Nitekim, içinizden Yasak Günü'nde yor!" 1 2 2
demişti de şöyle çıkışmışlardı:

116 Bu âyet benzeri olan Mâide 69. âyetle birlik­ gözeten çevirimiz, vav'ın hâl oluşuna dayamr.
te, 136. âyet ışığında anlaşılmalıdır. Bakara'da 119 Ebu'd-Derda naklediyor: "Nebi ile birlik­
Hıristiyanların Sabiîlerden öne alınması, inanç teydik. Bir ara gözlerini semaya kaldırdı ve de­
açısından Hıristiyanlığın Sabiîlikten daha önce­ di ki: Gün gelir ilim insanları terk eder, insan­
likli olmasıyla, Hac ve Mâide'de Sabiîliğin önce ların onda hiç nasibi kalmaz. Ziyad b. Lebid
gelmesi ise, zaman açısından Hıristiyanlıktan sordu: İlim bizi nasıl terk edebilir ki? Biz
önce oluşuyla açıklanmıştır. [Besâir I, 144) Kur'an'ı okuyoruz ve bundan böyle de vallahi
Kur'an hiçbir inancı ve mensuplarım sırf men­ okumaya devam edeceğiz, hanımlarımıza,
subiyetten dolayı ne toptan mahkûm eder ne de oğullarımıza okutacağız. Rasulullah cevap
aklar (Bkz: 98/Âl-i İmran: 112,108/ Mâide: 66¬ verdi: Anan seni kaybetsin ey Ziyad! Ben de
68; 56/A'râf: 159, 169,170,181; 96/Hadîd: 28). seni Medinelilerin akıllısı sanırdım,- Yahudi­
Kitap ehline mensup oldukları hâlde doğrudan lerin ve Hıristiyanların elinde de Tevrat ve İn­
kâfir olan zümreleri açıkça vurgular (104/Nisâ: cil yok muydu?" (Tirmizî, İlim 5)
150; Mâide: 71 ve 73). Kur'an'a göre Allah'a
120 Onların Cumartesi yasağını ihlâl etme
iman O'nun indirdiği ilâhî mesajların tümüne
yöntemlerinden biri, A'râf 163'ün de destekle­
ve o mesajları gönderdiği Peygamberlerin tümü­
diği gibi şöyle gerçekleşiyordu: Kutsal tatil baş­
ne iman etmeyi içerir (Bkz: 94/Bakara: 136). Bu
lamadan en büyük geçim kaynakları olan ağla­
içeriğiyle Allah'a iman eden, ahirete iman eden
rını suya atıyorlar, yasak bitiminde ise çekiyor­
ve sâlih amel işleyen (Bkz: 94/Bakara: 25, not
lar ve böylece hem yasağa sözde uymuş oluyor­
31) herkes kurtuluşa erecektir.
lar hem de işlerinden kalmamış oluyorlardı.
117 "Ulu dağ" ya da "yüce dağ" anlamına gelen
121 Lafzen: "Alçak maymunlar olun". Alçak­
tur, bir çok yerde sıfatıyla değil Seynâ/Sînâ adıy­
lık vasfının maymuna değil bu sözü hak eden­
la anılmıştır (Msl. 80/Mü'minûn: 20). Biz de bu
lere olması daha münasiptir. Burada yapılan
sıfatla kullanıldığı tüm yerlerde Sînâ adım pa­
lanet makammda bir tazirdir ve bunun dili­
rantez içinde zikrettik (Krş: 67/Kasas: 29). Dağın
mizdeki en güzel karşılığı da budur.
yükseltilmesinin "havaya kaldırma" anlamı ta­
şımadığı için bkz. 56/A'râf: 171 ve not 135. 122 Bu âyet, Isrâiloğulları'nda işlenen fail-i
meçhul bir cinayet neticesinde onlara gelen
118 İki cümlelik bu ibarenin çevrilmesinde
ilâhî emre gönderme yapmaktadır: "Ve o şeh­
vay m konumundan kaynaklanan bir zorluk
1

rin bütün ihtiyarları, öldürülmüş adama en


vardır. Eğer vav bağlaç olarak alınırsa cümlenin
yakın olanlar, vadide kurban edilmiş olan ine­
çevirisi "sizden söz almış ve (Sina) Dağı'nı başı­
ğin üzerinde ellerini yıkayacaklar ve cevap ve­
nıza dikmiştik" şeklinde olmalıdır. İç bağlamı
rip diyecekler: Ellerimiz bu kanı dökmedi ve
716 t > < g > < , , 94/BAKARA SÛRESİ g r ; < 5 > ; t Nûzûl: 94 Mushaf: 2

"Sen bizimle dalga mı geçiyorsun?" (Mu­ inekler birbirine benzer: (eğer açıklanır­
sa), "Cahillerden olmaktan Allah'a sığı­ sa) inşaallah biz de doğrusunu buluruz"
nırım" demişti. dediler.
68 Onlar: "Bizim için Rabbine yalvar da, 71 "O diyor ki: o, toprağı s ü r m e k 125
ve
bize onun niteliğini açıklasın!" dediler. ekin sulamak için çifte koşulmamış, ku­
"O diyor ki, kesinlikle o ne çok yaşlı ne sursuz, alacasız bir inek olmalı" dedi.
çok toy, bu ikisi arasında bir inek olmalı. Onlar: "İşte şimdi gerçeği bildirdin" dedi­
Hadi artık size verilen emri yerine geti­ ler ve hemen onu (bulup) kurban ettiler:
rin!" d e d i . 123
fakat neredeyse yapamayacaklardı. 126

69 Onlar: "Bizim için Rabbine yalvar da 72 Hani bir kişiyi öldürmüştünüz de, he­
bize onun rengini bildirsin" dediler. O, men ardından bu konuda birbirinizi suç­
"Kesinlikle o, rengi bakanın gözünü ka­ lamıştınız. Oysa ki Allah örtbas ettiğiniz
maştıracak parlaklıkta sarı bir inek olma­ gerçeği açığa çıkarırdı. 73 Bu maksatla
lı" d e d i . 124
70 Onlar: "Bizim için Rabbine dedik ki: "Bu (prensib)i bu türden (çö­
yalvar da bize onun tam olarak ne oldu­ zümlenmemiş cinayet olaylarından) ba­
ğunu açıklasın,- çünkü bize göre bütün zılarına da u y g u l a y ı n ! " 127
Allah aklınızı

gözlerimiz onu görmedi. Kurtardığın kavmin inancından öte mantıkî nedenselliğe dayalı
İsrail'e bağışla ya Rab, ve kavmin İsrail arasın­ bir kuralı yoktur. Bu kurallı yaşamanın en
da suçsuz kan bırakma! Ve kan onlara bağışla­ sağlıklı yolunun imanlı yaşamak olduğunu
nacaktır" (Tesniye21: 6-8). Zımnen: Allah'tan gösterir.
başkasına kulluktan kurtulmanın yolu, onu 127 Bu anlamı Menâr sahibine borçluyum. R.
yürekten kazıyıp atmaktır. Rıza bu âyet bağlamında şunları söyler: "Bura­
123 Isrâiloğullarma kesmeleri emredilen inek, daki "darb" (vurma) konusunda bir çok riva­
aslında gönüllerinde taht kuran Mısırlıların ve yet naklederler. Denilir ki, bu sözcükle kaste­
yolda karşılaştıkları kimi putperest kavimlerin dilen ineğin dili ya da buduyla yahut da kuy-
taptıklarına şahit oldukları ve kendilerinin de ruğuyla öldürülen kişiye vurmaktır. Dediler
gönüllerinde taht kuran ineğin ta kendisiydi. ki: Isrâiloğulları ineğin parçasıyla vurdular,
maktul dirildi ve "beni kardeşim, ya da yeğe­
124 Tesurru'n-nâzırin lafzen "bakana sürür
nim falanca veyahut da başka biri öldürdü"
veren" anlamına gelir. Bu ifade, onların gön­
dedi. Âyet bununla ilgili bir metin bile değil­
lünde yatanı Allah'ın bildiğine de bir gönder­
ken nasıl bunca ayrıntıyı verir? Daha önce de
medir. Vahiy durumun vahametini şöyle ifade
açıkladığımız gibi, bu olay fail-i meçhul cina­
eder: "buzağı sevgisi onların kalbinde taht
yetleri çözümlemek için uygulanan bir yön­
kurmuştu" (93).
temdir. Buna göre, bir cinayet suçu işlendiğin­
125 Tusîru, "öküz/boğa" anlamına gelen sevr de katil tesbit edilemez ve maktul de yerleşim
ile aynı köktendir. Bu da en azından Apis Ökü- birimine yakın bir yerde bulunursa, oranın
zü'ne bir atıf içerir. Eski Ahid'de Mısır'dan halkından kim onların şeriatlarında tanımlan­
"çalımlı bir inek" olarak söz edilir. Aslında ke­ dığı gibi (94/Bakara: 67, not 122) gelir de kur­
silmesi istenen inek, Mısır'ı temsil ediyordu. ban edilen ineğin üzerinde elini yıkarsa o ci­
Kesilmesi emrolunan sığır üzerinden, düşma­ nayeti işlememiştir. Bunu yapmayan kimse­
nına aşık olan herkese mesaj: Düşmanına hay­ nin katil olduğu ortaya çıkar" (Menâr, 1/351).
ran olan, gün gelir onun putuna tapar! îdribuhu bi ba'dıha benzeri deyimsel bir ibare
126 Bir kuralı uygulamanın, kişinin ona olan Eski Ahid'de de geçer [Tesniye 21:1-9).
Nûzûl:94Mushaf:2 ,^ < g > ,, , 94/BAKARA SÛRESİ 717

kullanabilesiniz diye ölüyü işte böyle di­ 75 Bütün bu olanlardan sonra siz, onlarm
riltir ve âyetlerini size bu şekilde göste­ size inanmalarını mı bekliyorsunuz? 132

rir. 128
Oysa onlardan bir ç o ğ u 133
Allah'ın kela­
74 Bütün bunların ardından 129
yürekleri­ mını 1 3 4
işitip ne demek istediğini kavra­
niz k a t ı l a ş t i ; 130
taş gibi, hatta daha da ka­ dıkları hâlde, bile bile tahrif ediyorlar. 135

tı hâle geldi. Çünkü, nice kayalar var ki 76 Onlar, îman edenlerle buluştuklarında
bağrından ırmaklar fışkırır, öyleleri de "îman ettik" derler, birbirleriyle baş başa
var ki yarıldığı zaman su çıkar, ve kimi­ kaldıklarındaysa (akıl hocaları, "îman et­
leri de var ki Allah'ın haşmetinden hare­ tik" diyenlere) "Rabbinizin katında size
kete geçip yuvarlanır. 131
Allah yaptıkları­ karşı bir koz olarak kullansınlar diye mi
nıza karşı duyarsız değildir. Allah'ın size açtığı şeyi onlara haber veri-

128 Buradaki "ölüyü diriltme" şu âyet ışığında korkulanın azamet ve haşmetinden dolayı
anlaşılmalıdır: "Kim bir canı kurtarırsa, bütün hissedilen ürpertidir (Bkz: 69/Yûnus: 62, not
insanlığı kurtarmış gibi olur" (108/Mâide: 32). 83). Ebu Müslim'e göre zamir "taşları" değil
Yine "kısasta sizin için hayat vardır" âyetinde- de "kalpleri" gösterir. Zira haşyeti taşlar duy­
ki "hayat" da bu anlamdadır. Âyet, kesin delil­ maz, sadece kalbi olanlar duyar (nkl. Râzî).
ler olmadan herhangi birinin cinayet suçundan 132 Soru edatının peşinden gelen ia'nm anla­
yargılanarak ölüme mahkûm edilmesinin önü­ ma yansıması. 39. âyetle başlayıp 75. âyete
ne geçmeyi, ölüyü diriltmek olarak nitelendi­ kadar süren kıssanın amacı bu âyette ortaya
riyor. Zira cezası ölüm olan bir yargılamada çıkar: Mü'minlere misyonlarının bilincinde
yanlışlık, telafisi imkansız bir hatadır. olmaları için bir ibret vesikası sunmak.
129 Summe bağlacının diğerlerinden farkı, ön­ 133 Ferîkun'un "bir bölüm, bir kısım, bir
cesiyle sonrası arasında bir mesafe olduğuna grup" anlamı yanında "bir çoğu" anlamı da
delalet etmesidir. Bu mesafe lafzî, mânevi ve­ vardır [Tâc).
ya bağlamla ilgili olabilir. Burada, öncesinden
134 Kelam; "duyum ve gözlem yoluyla insan id­
çok farklı bir gelişmeye işaret etmektedir. Bu­
raki üzerinde kalıcı bir etki bırakmak" anlamı­
radan yola çıkarak Isrâiloğullarmın daha önce
na gelen kelm'den türetilir (Bkz: 94/Bakara: 37,
taş kalpli olmadıklarını, duyarlılık sahibi ol­
not 64). Kelime, Kur'an'da yalnızca Allah'ın ke­
duklarını çıkarabiliriz. Yani bir düzelmiş bir
lamı için değil, O'nun yaratışı, takdiri, hükmü,
bozulmuşlardır.
gazabı, sünneti, gözde ve gönülde iz bırakan en
130 Tüm muhataplara zımnen: Yürekleri taş güçlü belgesi anlamlarında da kullanılır.
kesilenlerden sizin gördüğünüz hakikati gör­
135 Tahrifin kökü olan harf, bir şeyin parça­
melerini boşuna beklemeyin ve taş kalplilere
sını, bir boyutunu ve bir yamnı ifade eder.
bakarak inandığınız hakikatlerde kuşkuya ka­ Tahrif, sözlükte "yontmak" anlamına gelir.
pılmayın! Sözün özü: Kalbin taşlaşması, vic­ Arapça'da kalem yontmaya tahrifu'l-kalem
danın ölmesidir. Allah Rasulü, bedenin maddî denilir. Istılahta tahrif, hem mesajın zarfı olan
merkezi olan kalple, manevî merkezi olan sözü değiştirmek, bozmak, eksiltmek ve fazla-
manevî kalp arasında kıyas yaparak şöyle der: laştırmak, hem de mesajın anlamını çarpıt­
"Cesette bir et parçası vardır ki, eğer o sıhhat­ mak anlamına gelir. Âyetin mesajı açık: Üm-
li olursa tüm beden sıhhatli olur, eğer o hasta­ met-i Musa'nın kendi vahyine karşı gösterdik­
lanırsa tüm beden hastalanır,- dikkat edin: o leri bu ciddiyetsiz tavrı, Ümmet-i Muham­
kalptir!" (Buhârî, İman, 39). med de Kur'an'a karşı göstermesinler ve Al­
131 Haşyet, korkanın güçsüzlüğünden değil, lah'ın emirleri konusunda titiz olsunlar.
yorsunuz? Bu kadarını düşünemiyor mu­ lara, kazandıklarından dolayı da yazıklar
sunuz?" derler. 136
77 Asıl onlar düşün­ olsun! 139

mez mi ki, Allah onların gizlediklerini de 80 Onlar, "Sayılı bir kaç gün dışında ke­
çok iyi biliyor, açıkladıklarını da? sinlikle bizi ateş yakmayacak" derler. Sor
78 Onların içerisinde ümmiler de v a r . 137
onlara: "Allah'tan kesin bir söz mü aldı­
Onlar kitabı bilmezler, sadece birtakım nız -ki eğer öyleyse, Allah sözünden ke­
kuruntulara sahipler,- ve onlar (gerçekleri sinlikle caymaz-,- yoksa bilmediğiniz bir
bilmiyor] yalnızca zannediyorlar. 138
79 konuda Allah'a iftira mı a t ı y o r s u n u z ? " 140

Yazıklar olsun onlara ki, kitabı kendi el­


81 Aksine, kim kötülük yapar ve suçu
leriyle yazıp da az bir getiri sağlamak için
onu vebaliyle çepeçevre kuşatırsa, işte
"Bu Allah katındandır" derler. Elleriyle
onlar ateş halkıdır ve orada kalıcıdır­
yazdıklarından dolayı yazıklar olsun on­
lar. 141
82 iman eden ve ıslah edici iyilik-

136 "İman ettik" diyenler saf ve samimi kimi sallar icat ederek kapatır. Zira taklide dayalı
Yahudiler, onları paylayanlarsa haset ve inat­ akide zanna mahkûmdur. Vahye tabi olmaya­
çı Yahudi liderleriydi. Birinciler hakikati itiraf nın vehim ve kuruntusunu dinleştirmekten
etmiş olsalar gerek ki, akıl hocaları mü'minle- başka yapacağı bir şey yoktur.
rin eline koz vermemeleri konusunda onları 139 Âyetin ilk muhatabı olan Medine Yahudi­
uyarıyordu. Allah'ın Isrâiloğullarma açtığı sır, lerinin yaptığı şey şuydu: Okuma yazma bil­
hiç kuşkusuz Hz. Muhammed'in Peygamber­ meyen ve din konusunda sürekli kendilerine
liğiydi [Tekvin, 21:21; Tesniye, 18:15, 18; muhtaç bulunan cahil Yahudi kitlelerini bu
33:2). Bu âyet, Medine Yahudilerinin sadece bağımlılıktan kurtaracak şeyler yapmadıkları
inkarcı değil aynı zamanda ikiyüzlü oldukları­ gibi, aksine onların kendilerine olan bağımlı­
nı da gösterir. Çünkü 14. âyet aynı davranışı
lığını pekiştirecek her türlü yönteme başvur­
münafıklara nisbet eder. Sûrenin 8-20. âyetle­
dular. Kutsal Kitap'la cahil kitleler arasına gi­
rinde sözü edilen münafıklarla bu âyettekile-
rerek onların kitaba kolayca ulaşmasını engel­
rin aynı olması da muhtemeldir.
lediler. Cahil Yahudi kitlelerin tek dinî başvu­
137 Kur'an'da ummî terimi genellikle "kitap ru kaynağı hahamlardı. Onlar da halkı bilinç­
ehli olmayanlar" için kullanılır (Krş: 98/Âl-i lendirmek yerine istismar etmeyi yeğlediler.
İmran: 20, 75; 100/Cuma: 2). Kök anlamı "an­ 140 Bu âyeti, önceki âyetlerle birlikte düşün­
nesinden doğduğu gibi kalan "dır. Şu hâlde bu­ düğümüzde, cahil Yahudî kitlelerin bu asılsız
rada geçen "Yahudilerin ümmileri" ne de­ inancının, onlara elleriyle yazdıkları kitaplar­
mektir? Bunların Yahudileşmiş Araplar olma da âhiret garantisi verip, bunu da menfaat te­
ihtimali yüksektir. 256. âyetin nüzul sebebi min etmek amacıyla Allah'ın mesajı olarak
olarak gösterilen "çocuğu olmayan ailelerin sunan din adamlarının gerçekle hiçbir ilgisi
adak adaması sonucunda doğan çocukların olmayan yorumları olduğu hemen anlaşılır.
Yahudi ailelere verilme" yöntemi, bunların
Nitekim, Talmud'un Roş Ha-Şana bölümünde
nasıl Yahudileştikleri sorusunun muhtemel
cehennemlik Yahudilerin orada 12 ay kalaca­
cevaplarından biridir.
ğı yorumu yapılmıştır.
138 Kur'an, kuruntu ürünü bâtıl inanç ile ce­ 141 Bir önceki âyette yer alan Yahudilerin sa­
halet arasında doğrudan bağ kuruyor. Buradan, yılı bir kaç gün dışında kendilerini ateşin yak­
tüm hurafelerin de çıkış noktasının söz konu­ mayacağı şeklindeki bâtıl inancı reddeden
su cehalet olduğunu anlıyoruz. Zımnen: Va- âyet, bu kuruntunun sahiplerinin cehennem-
hiysiz ve kitapsız dindarlık, açığını sahte kut­
ler işleyen k i m s e l e r : 142
İşte onlar cennet içinizden bir kısmını yurtlarından çıka­
halkıdır ve onlar da orada kalıcıdırlar. ran -ki onların çıkarılması size kesinlikle
yasaklanmıştı- ve elinize esir düştükle­
83 HANİ bir zaman da İsrâiloğullarmdan rinde onları ancak fidye karşılığı serbest
yalnızca Allah'a kulluk edeceksiniz, ana- bırakan yine sizlerdiniz. 145

babaya, yakınlara, kimsesizlere, 143


yok­ Şimdi siz vahyin bir kısmına inanıp bir
sullara iyilik yapacaksınız, insanlara gü­ kısmını inkâr mı ediyorsunuz? 146
İyi bi­
zel söz söyleyeceksiniz, namazı istika­ lin ki, sizden kim böyle yaparsa, kesin­
metle kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz likle onun cezası dünya hayatında 147
zil­
diye söz a l m ı ş t ı k . 144
Sizden birkaç istisna letten başka bir şey olmayacaktır. Âhiret­
dışında hepiniz sözünüzden dönmüştü­ te ise azabın en acıklısına mahkûm ola­
nüz,- ve siz pek dönek bir toplumsunuz. caklar. Zira Allah yaptıklarınıza karşı du­
84 Yine sizden "Birbirinizin kanını dök­ yarsız değildir.
meyeceksiniz, birbirinizi yurdunuzdan 86 İşte bunlardır âhireti feda edip karşılı­
çıkarmayacaksınız" diye de söz almıştık; ğında dünya hayatını satın alanlar. Böyle
üstelik siz de bunu ikrar etmiştiniz,- hâlâ kimselerin azabı hafifletilmeyecek ve on­
da buna şahitsiniz. 85 Bütün bunlara rağ­ lara yardım da edilmeyecektir.
men birbirinizi katleden, günah ve düş­
87 Musa'ya ilâhî kelamı vermiş ve birbi­
manlıkta dayanışma sergileyerek kendi ri ardınca onu izleyen peygamberler gön­

de geçici değil "kalıcı" olduklarını vurgulu­ de kendilerinden yeminli, kesin teminat (mî­
yor, [hâlidîn için bkz. 94/Bakara: 39, not 69.) sak) alınmıştır.
142 'Amilu's-sâlihât'ı "ıslah edici iyilikler iş­ 145 Yani: Bu nasıl bir çelişkidir ki, kendi din­
leyen" şeklindeki çevirimizin gerekçesi için darlarınızı önce yurtlarınızdan zorla çıkarıyor,
bkz. 13/'Asr: 3, not 5. sonra da soy gayretiyle onlardan esir düşenle­
1 4 3 Yetâmâ, (t. yetim) küçük yaşta babasını ri fidye verip kurtarıyorsunuz. Âyetin tarihsel
kaybeden çocuklar için kullanılır. Bununla arka planını araştırdığımızda, bu haberin en
beraber, dil açısından her kimsesiz ya da eşsiz somut karşılığını İsrâiloğullarının Hz. Süley­
ve tek olana da yetim adı verilir. Annesiz ço­ man'ın (MÖ. 970-931 ykl.) vefatının hemen
cuk, kocasını kaybetmiş kimsesiz kadın da bu sonrasında yaşadıkları tefrika ve iç savaşta bu­
sınıfa girer. Bu genel anlamını gözeterek biz luyoruz (55/Sâd: 34'ün ilgili notuna bkz).
yetâmâ'yı "kimsesizler" olarak çevirdik. 1 4 6 Zımnen: Parçalanan hakikat, hakikat ol­
144 Mîsak, "güvendi" anlamına gelen veseka maktan çıkar. Kim ilâhî hakikatin bir kısmı­
kökünden türetilmiştir. Yemin veya belge ile nın üzerini örterek gerçeğin kâfiri olursa, bu­
garanti altına alınmış en güçlü sözleşme de­ nun cezası dünya toplumları içerisinde aşağı­
mektir. Ahd ve 'akd'in bir üstüdür. 40. âyette lanma, sömürülme, ezilme, kişiliksiz ve kim­
İsrâiloğullarının Allah'a verdiği söz ahd olarak liksiz hâle gelme; âhirette ise bundan daha acı
geçerken, 63 ve 83. âyetlerde mîsak olarak ge­ verici bir terkedilmişlik azabıdır. Âyetin son
çer. Bu da gösteriyor ki İsrâiloğullarmdan bir cümlesi olan "Allah yaptıklarınıza karşı du­
değil birkaç defa söz alınmıştır. Üstelik önce­ yarsız değildir" uyarısının muhatabı herkestir.
ki sözlerini tutmayınca cezaya çarptırılmışlar, 147 el-Hayâtu'd-dunyâ için ibarenin iniş süre­
üzerlerinden belânın kaldırılması için bu kez cinde ilk kullanıldığı 9/A'lâ: 16'nın notuna bkz.
dermiştik. Meryem oğlu İsa'ya da gerçe­ ler. 150
Aksine Allah, hakikati inkâr ettik­
ğin açık belgelerini vermiş ve onu kutsal leri için onları rahmetinden dışlamıştır;
ruh 1 4 8
ile güçlendirmiştik. Fakat her ne baksanıza, ne kadar da azı inanıyor. 151
89
zaman bir elçi hoşunuza gitmeyen bir Allah katından o (Yahudilere) hâlen sahip
mesaj getirmişse, küstahça ona başkal- oldukları bilgiyi doğrulayan bir kitap gel­
dırdmız: kimini yalanladınız, kimini de diğinde,- 152
-ki önceleri inkâr edenlere (o
öldürüyorsunuz. 149
kitap ve peygamberle) istikbalde galip ge­
88 "Kalplerimiz (bilgi ile) kaplıdır" dedi- lecekleri (tehdidinde) bulunuyorlardı- işte

148 Kutsal ruhu Şûra 52 ışığında "Allah'ın 150 Nisa 155'te de geçen kulûbuna ğulfun İbn
peygamberlerinin akıl ve marifetlerini kendi­ Abbas'a göre "kalplerimiz ilim ve hikmetle ağ­
siyle desteklediği vahyin ruhu" olarak açıkla­ zına kadar doludur" anlamına gelir. Aynı iba­
yanlar olmuştur [Menâr). "Kutsallık" ise, reyi "kalplerimiz kılıflıdır, mühürlüdür, senin
onunla insanı terbiye etmenin kutsallığıyla, söylediklerinden etkilenmez" şeklinde açıkla­
ya da vahyin terbiyesiyle insan benliğinin kut­ yanlar, görüşlerine Fussilet 5'i delil olarak gös-
sal olanın etkisi altında kalmasıyla açıklan­ termişlerse de, Fussilet sûresi Mekkîdir ve adı
mıştır. Aynı kaynak Kur'an'da geçen er-Ru- geçen âyetteki kulubuna fî ekinnetin (Kalpleri­
hu'l-Emîn (güvenilir ruh) ifadesini de aynı an­ miz örtüler içerisindedir) ifadesinin kendisine
lam alanı içerisinde değerlendirir (51/Şu'arâ: izafe edildiği kimseler de Mekke müşrikleri­
193). Buna göre kendisine vahyedilen peygam­ dir. Yahudilerin sözünde istiğna ve kibir, müş­
ber, içerisine hakikat dışı şeylerin karışmaya­ riklerin sözünde istihza ve alay vardır. Yahudi­
cağından kesinlikle emin olduğu Rabbinden ler bilgi ve hikmete karınlarının tok olduğunu
gelen açık ve kesin bir bilgi ve belgeye kavuş­ iddia ediyorlardı, müşrikler ise vahyin kendile­
muştur. Kur'an'da, "Katından bir ruh ile des­ rini etkilemeyeceğini iddia ediyorlardı.
tekleme" ifadesinin, tüm gerçek mü'minleri 151 Çevirimiz "onların çoğu iman etmezler"
kapsayan bir biçimde kullanıldığını görüyoruz (70/Hûd: 17) türünden âyetlere dayanır. Bu du­
(105/Mücâdile: 22). Bu cümleden olarak Allah rumda kalilen sıfatı iman eden özneye ait ol­
Rasulü İslâm şairi Hassan b. Sabit'e "Allah se­ muş olur.
ni Kutsal Ruh ile desteklesin!" duasında bu­
152 Kur'an'ın "kitap ehlinin hâlen sahip ol­
lunmuştur (Buhârî ve Müslim).
dukları hakikati doğrulamasının" anlamı, in­
149 Yahudi muhataplara, Hz. Muhammed'e kar­ diği zamanda elde bulunan Tevrat ve İncil'i
şı davranışlarının hiç de sürpriz olmadığı, buna tasdik etmesi değildir. Kaldı ki, Kur'an'ın in­
benzer davranışları yalnızca kendi ırklan dışın­ diği dönemde de Yahudi ve Hıristiyanların el­
daki peygamberlere değil, bizzat kendi ırkların­ lerinde her birinin "en doğrusu budur, diğeri
dan gönderilenlere de reva gördükleri, hatta on­ muteber değildir" dediği birden fazla kitap bu­
ların kimilerini katletmeye kadar işi vardırdıkla- lunuyordu. Kilisenin onayladıklarına "kano-
n yüzlerine vuruluyor (Bkz: 94/Bakara: 61, not nik", reddettiklerine "apokrif" adı verilir. Bu
112). Yahudilerin peygamberleri yalanlamaları durumda Kur'an'dan eldeki kanonik ve apok­
mazi fiille kezzebtum, öldürmeleri ise ondan rif Tevrat ve İncil'lerden hangisini tasdik et­
farklı olarak muzari fiille taktulûn şeklinde gel­ mesini bekleyebiliriz? Şu hâlde, vahyin dile
miştir. Bununla, onlarm peygamber katletmele­ getirdiği kitap ehlinin hâlen sahip oldukları
ri muhatabın gözünde daha yeni işlenmiş bir ci­ hakikati doğrulama olayı, ilâhî mesajın zarfı
nayet gibi canlandırılmakla kalmıyor, aynı za­ olan metinlere değil, o metinlerin mazrufu
manda son nebiye karşı tutumlarının da bir ci­ olan hakikate bir atıftır.
nayet olduğu zımnen ifade edilmiş oluyor.
böylesine tanıdıkları o kitap kendilerine Onlara; "Peki, eğer gerçekten inanmış
geldiğinde onu inkâr ettiler: 153
Allah'ın idiyseniz daha önce Allah'ın (sizden olan)
laneti inkarcıların üzerine o l s u n ! 154
elçilerini niçin öldürdünüz?" diye s o r . 157

90 Allah'ın indirdiği vahyi kulları arasın­ 92 Doğrusu Musa da size hakikatin apa­
dan istediğine bahşetmesini kıskanmala­ çık belgeleriyle gelmişti. Ardından yine
rı ve indirdiği vahyi inkâr ederek kişilik­ buzağıyı peydahlamıştınız ve siz yine
lerini satmaları ne fena ş e y ! 155
İşte bunun kendine kötülük edenlerden olmuştu­
üzerine (dünyada) katmerli bir gazaba uğ­ nuz. 1 5 8

radılar: İnkâr edenler için (âhirette de) al- 93 Hani, bir zaman da (Sina) Dağı'nı üzeri­
çaltıcı bir azap v a r d ı r . 156
nize yükselterek sizden kesin söz almış­
91 Kendilerine "Allah'ın indirdiğine ina­ tık: "Size gönderdiğimiz mesajı hayata uy­
nın" denildiğinde, "Biz sadece kendimize gulayın ve artık hakikati duyun!" Buna
indirilene inanırız" derler. Kendilerinde karşın "İşittik ve itaat ettik/isyan ettik"
mevcut bir hakikati doğruladığı hâlde, da­ dediler. 159
Küfürleri sebebiyle buzağı (hey­
ha sonra gelen her hakikati inkâr ederler. keli) gönüllerinde taht k u r d u . 160
De ki on-

153 Bu âyetin ilk muhataplanndan Medine Ya­ (Krş: 74. âyet).


hudileri, komşuları olan bölge Araplarına ya­ 157 "Allah'ın indirdiğine inanın" denildiğinde
kında bir peygamber geleceğini, kendilerinin verdikleri "biz kendimize indirilene inanırız"
gelmesi beklenen o peygamber sayesinde cevabı, aslında onların kendilerine indirilen ilâ­
Araplara karşı üstünlük elde edeceklerini iddi¬ hî mesaja Allah'tan geldiği için değil de Isrâilo-
a ediyorlardı. Hatta, Arabistan yarımadasında ğullanna geldiği için inandıklarını gösterir. Sa­
Medineli Arapların Rasulullah'ın davetine ilk mimi değillerdir. Çünkü bu inançta ölçü, me­
icabet eden toplum olmasında Yahudilerin bu sajın kimden geldiği değil kime geldiğidir.
tehdidinin payı büyüktü (Taberî, Tefsiri, 455).
158 Bu âyette Hz. Musa için geçen "hakikatin
154 Bu âyet Medine Yahudileri üzerinden her­ apaçık belgeleri" [beyyinât], 87. âyette Hz. İsa
kese şunu söyler: Her toplum kendi geçmişini için kullanılmıştı. Beyyinât, bir peygamberin
sırtında taşır: Ey Muhammed ümmeti, öyle getirdiği hakikatleri Allah'tan aldığına kanıt
bir miras bırakın ki, onu gelecek nesiller bo­ olarak gösterdiği her şeydir. Bu anlamda bey­
yunlarında bir zincir gibi değil, göğüslerinde yinât, adeta peygamberlerin peygamberlikleri­
bir nişan gibi taşısınlar (Allah'ın laneti için ne dair ilâhî bir kimlik belgesidir.
bkz. 61. âyet, not 111).
159 Onların tavrı, hem "itaat etme" hem de
155 Lafzen: "kendilerini satmaları.." Yahudi - "isyan etme" anlamına gelen tevriyeli bir ke­
leşen Isrâiloğlullarının, kendilerini zaten lime ile ifade ediliyor ('Asâ'nın bu özelliği için
inandıkları değerlere çağıran bir peygambere bkz. 104/Nisâ: 46, not 71, ayrıca krş. Âyet
sırf kıskançlık ve ırkçılıkları yüzünden karşı 104). Dilleriyle itaat edeceklerini söylerken,
çıkmaları ve onun getirdiği mesajı inkâr etme­ kalplerinden tersini geçirmiş olmalılar. Bir yo­
leri, vahiy tarafından "kişilik satma" olarak ruma göre onlar hâl diliyle bunu ifade etmiş­
değerlendiriliyor. ler, ilâhî mesajı işittikleri hâlde onu uygula­
156 Lafzen: "gazap üstüne gazaba.." Bu ifade, mayarak fiilen "uygulamayacağız" demişler­
"katmerli bir gazap" anlamına da, "gazap üs­ dir (Ebu Müslim'den: Râzî).
tüne gazap" anlamına da gelir. Yani, kişilik 160 Lafzen: "Buzağı kalplerine içirildi". Me-
satma bir gazap, yabancılaşma ikinci gazaptır
lara: Bozuk inancınız size ne fena şeyler 96 İnsanlar arasında, hayatın sadece bir tü­
yaptırıyor? Eğer gerçekten inansaydiniz rüne 166
karşı en çok ihtiras taşıyanlar ola­
(böyle yapmazdınız). 1 6 1
9 4 (Yine) onlara de rak, onları bulursun; hatta, Allah'tan baş­
ki: Allah katında, Âhiret yurdunun 162
in­ kasına ilâhlık yakıştıranlardan da daha faz­
sanlar arasında yalnızca size ait olduğu la. 167
Onlardan her biri ister ki bin yıl yaşa­
inancında eğer samimiyseniz, hadi ölümü sın. Tut ki bunca ömre sahip olsun; bu dâ­
isteyin! 163
95 Fakat işledikleri kötülükler hi onu azaptan uzak tutamaz: Zira Allah
yüzünden onlar hiçbir zaman ölümü iste­ tüm yapıp ettiklerini görmektedir. 168

meyecekler; 164
Allah, kendi kendisine kö­
tülük yapanları çok iyi bilir. 165
97 (EY NEBİ!) De ki: "Kim Cibril'e 169
düş­

ünde edilgen fiil kullanılması, tüm dikkatleri lerken bu kadar kesin konuşmadıkları için
işin failine değil de fiilin bizzat kendisine çek­ orada red cevabı te'kit ve te'bid ifade etmeyen
mek içindir. la olumsuzluk edatıyla gelmiştir. Bima kadde-
161 Aslında iman keşfedilmemiş defineye met eydihim (elleriyle önceden yaptıkları ey­
benzer. Onun sahibine yararı ancak keşfedil­ lemler yüzünden) ibaresi,- gerçek anlamda bir
mesiyle mümkündür. İmanın keşfi ise sahibi­ "sabıka"ya delalet eder: Suç işlenmiş, lâkin ne
ni iyiye, doğruya ve güzele götürebilecek ikti­ özür dilenmiş ne de yargılanıp cezalandırıl­
dara sahip olmasıyla kendini belli eder. İnanç mıştır. Tevbe etmediği için suçlu suçuna zım­
mücerret olarak her zaman sahibine yararlı bir nen sahip çıkmıştır. İşte bu ilâhî sicilde kayıt­
unsur değildir. Sahibini kötü yola götüren lı bir sabıkadır.
inanç da vardır. Bu nedenle asıl olan bir inan­ 165 Bu iki âyet, cennetin Yahudilere has oldu­
ca sahibi olmak değil, sahibine doğruyu emre­ ğu yolundaki inanca göndermedir. Onların ko­
den bir inanca sahip olmaktır. lektif kibre dayalı bu iddiasını 111. âyet dile
162 Dâr, insana barınak olan mekândır. Etrafı getirir.
duvarlarla çevrili olduğu için dâr denmiştir. 166 Yani: "yalnızca dünya hayatına.." Haya­
Kur'an'da hiç tek başına gelmez, hep dâru'l- tin'deki belirsizlik çeviriye "bir türü" şeklin­
âhiret (âhiret yurdu), dâru's-selam (mutluluk de yansımıştır (94/Bakara: 7, not 12).
yurdu), dâru'l-muttakîn (muttakiler yurdu), 167 Şirk Allah'tan rol çalmaya kalkışmaktan
daru'l-fâsıkîn (âsiler yurdu), dâru'l-bevâr (vi­ öte insanın kendisine tanrı atamasıdır. Bu du­
ran yurt), dâru'l-karar (son durak), ukbe'd-dâr rumda, atayan âmir atanan memur olmuştur.
ya da âkıbetu'd-dâr (mutlu son), sûu'd-dâr (kö­
168 İlâhî esmadan olan Basîr, â'mâ'mn karşıtı­
tü son) gibi terkipler hâlinde kullanılır. Bura­
dır. Kip olarak ism-i faildir. Mübalağa ifade eder.
da dâru'l-âhiret, dünya hayatının zıddı anla­
Tam açılımı şöyledir: Görmenin bütün anlam­
mına "âhiret hayatı" olarak kullanılmıştır.
larıyla, görülenin özüne nüfuz ederek, nitelik
163 Âyet 93 ile birlikte zımnen: Kalbinde altı­ olarak derinliğine, nicelik olarak tüm ayrıntı ve
nın taht kurduğu biri âhireti arzu eder mi? Hiç cüzlerine varana dek gören ve bu iş için zaman,
suçlu biri yargılanmak ister mi? mekân ve alete muhtaç olmayan Zât.
164 Burada len ile geçerken Cuma 7'de lâ ile 169 Cibril (Cebrail) Peygamberlere vahiy geti­
geçer. Bu fark, bu asılsız iddiayı ileri sürenle­ ren melektir. Yahudi ve Hıristiyan kaynakla­
rin, 94. âyette halisaten (yalnızca) kelimesiyle rında Gabriel sözcüğüyle ifade edilir. Bu keli­
ifade edildiği gibi kesin konuşmalarına yine me "güçlü insan" anlamındaki geber ile "Tan­
aynı kesinlikte verilen red cevabıdır. Cuma rı" anlamındaki el kelimelerinin birleşimin-
sûresinde "Allah'ın dostları" olduklarını söy­
mansa, iyi bilsin ki o, hakikatten ellerinde lardan başkası bunları inkâr e d e m e z . 175

kalanı doğrulayan, bir rehber ve inananlar 100 Ne yani, her söz verişlerinde onlar­
için de bir m ü j d e 170
olan vahyi, senin kal­ dan bir kısmı bu sözden dönmedi mi?
bine 171
Allah'tan aldığı izin sayesinde in­ Maalesef onların çoğu güven duygusun­
dirmiştir. 172
98 Allah'a, meleklerine, Ceb­ dan yoksun kalmışlardır. 176

rail ve M i k a i l 173
de dahil elçilerine düş­
101 Onlara Allah katından ellerindeki
man olan herkes unutmasın ki, elbet Al­
hakikati doğrulayan bir elçi gelince, ken­
lah da böylesi kâfirlerin düşmanıdır. 174

dilerine kitap verilenlerden bir kısmı,


99 Doğrusu biz sana hakikatin apaçık sanki gerçeği bilmiyorlarmış g i b i 177
Al­
belgelerini indirdik: yoldan sapmış olan- lah'ın kitabına sırt döndüler; 178
102 ve

den oluşmuştur. Hz. Peygamber'in onunla 173 Mikail ismi de Cebrail gibi Sami dil ailesi­
olan ilişkisinin tartışılmaması istenir: "şimdi ne mensuptur. Kur'an'da olduğu gibi Tevrat ve
siz ne gördüğü hususunda onunla tartışacak İncil'de de meleklerden biri olarak yer alır.
mısınız?" (26/Necm: 12). Cebrail, insan idra­ Kur'an'da geçtiği tek yer bu âyettir. Bazı hadis­
kinin kavramaktan aciz olduğu aşkın hakikat­ lerde dört büyük melekten biri olarak geçer.
lerden biri olan melekler âlemine ait bir var­
174 Onlar Allah'ın peygamberlerini ve kitapla­
lıktır ve bu alan iman alanıdır. Kimi filozofla­
rını ayrıma tabi tuttukları gibi meleklerini de
rın ve sûfilerin Cebrail'i Peygamberin zihni
ayrıma tabi tuttular ve Cebrail'i kara haberle­
tasavvurlarının sembolik bir ifadesi olarak ni­
rin muhabiri, Mikail'i de ak haberlerin muha­
telemesi naslarla çelişen hevai bir yorumdur.
biri ilan ettiler. Birincisine düşman ikincisine
Eğer tevil edilmezse, Cebrail'in Hz. Lût, Hz.
dost olduklarını söylediler. Bakara 62 ve Mâi-
İbrahim ve Hz. Meryem'e insan suretinde gö­
de 69, bu âyet ışığında anlaşılmalıdır. Allah'a
ründüğü Kur'anî bir hakikattir (70/Hûd:
imanın makbul olabilmesi için Allah'ın tüm
69,77; 72/Hicr: 51, 68; 43/Meryem: 17).
elçilerine ve tüm mesajlarına eksiksiz iman
170 Bu cümleyi, söz diziminde hiç tasarruf şarttır (Krş: 94/Bakara: 62, not 116).
yapmadan çevirdik. Buna göre, Kur'an tüm in­
175 Kişiyi yoldan çıkaran her günah hsk''tır. O
sanlar için bir rehber, insanlar arasından onun
günahta ısrar sahibini fâsık yapar.
rehberliğini kabul edenler için de bir müjdedir.
176 Firuzabadî, lâ yu'minûn'un "iman etmez"
171 Hz. Peygamber'in kalbi vahyin iniş üssü­
yanında ahlâkî karşılığı olan "güvenmez/gü­
dür. 'Ala. edatı istilâ içindir ve vahyin Hz. Pey­
ven vermez" anlamına dikkat çeker [Besâir).
gamber'in kalbini tamamıyla kuşattığı anla­
Bu âyette Yahudilerin kendilerine indirilen
mını katar. O kalp bir güneş mesabesinde olan
vahyin ışığını alıp insanlara yansıtan aya ben­ ilâhî kelama dâhi güvenmedikleri îmâ edil­
zer. Gün ışığı ayı bir yanıyla kaplarken vahyin mektedir.
ışığı Peygamber'in kalbini her yandan kaplar. 177 Onların bildikleri "gerçek"ten kasıt, gel­
Âyetteki "senin kalbine" formu, Kur'an'ın mesi beklenen "o Peygamber"dir (Bkz: 94/Ba­
kaynağının Hz. Peygamber değil, Allah oldu­ kara: 76, not 136).
ğuna delalet eder. 178 Bir sonraki âyet ışığında: onların sırt dön­
172 Zımnen: Aslında siz Cebrail'e düşman ol­ düğü ilâhî kelam Tevrat'tı. Bu âyetin anlamı­
makla onu görevlendiren Allah'a düşmanlık edi­ nı şöyle toparlayabiliriz: Onlar, haberini Tev­
yorsunuz. Zira Cebrail'in Allah'tan aldığı mesa­ rat'tan aldıkları bir Peygamberi zaten bekle­
jı kime götüreceğine kendisi değil Allah karar mekteydiler. O Peygamber kendi ırklarından
verir. O, sadece bir elçidir ve elçiye zeval olmaz. değil de Araplardan çıkageldi. Üstelik onlara
724 _ 94/BAKARA SÛRESt , Nüzul: 94 Mushaf: 2

onlar 179
tutup Süleyman'ın yönetimi sı­ nankörlük yapmadı, aksine o(na düzen
rasında (o dönemin) şeytanlarının 180
uy­ kuran) şeytanlar küfre sapıp nankörlük
durduğu yalan ve desiselerin peşine takıl­ yaptılar: 182
insanlara sihri öğrettiler. 183

dılar. 181
Oysa ki Süleyman küfre sapıp Yine (Medine Yahudileri) Babilli iki güç

gönderilen Tevrat'ı, onu getiren peygamberi, lar döneminde tanışmışlardı. Halbuki Eski
onların kıblesi Kudüs'ü onayladı. Buna rağ­ Ahid büyüyü şiddetle yasaklıyordu [Çıkış
men Hz. Muhammed'i ve ona gelen vahyi red­ 22:18; Levililer 19:26, 31; 20:27 vd.) Büyü ya­
dettiler. İşin garibi bununla da yetinmeyip, sağı aynı sertlikte Talmud'da, özellikle de
kendilerine gelecek peygamberi haber veren Mişna'da yer alır. Mişna'da büyü, puta tapıcı-
Tevrat'a da küsüp sırt döndüler. lıkla bir tutulur.
179 Yani: Medine Yahudileri. 182 Hz. Süleyman'ın putlara taptığı iftirasını
180 Taberî mülkü "dönem, devir" anlamına her nasılsa kitaplarına bile geçirmişlerdi (Kral­
gelen ahd'le açıklar. Burada Kur'an, sihirle uğ­ lar I, 11:5-9). Bizce onların Hz. Süleyman'ı
raşan, daha doğrusu insanları büyüleyen ve on­ tekfir etmeleri için putlara tapma hikayesine
ları gerçekten koparıp bir hayalin, bir illüzyo­ ihtiyaç yok. Çünkü, bir üstteki notta da alın­
nun ya da sanal bir hayatın peşine takan kim­ tıladığımız gibi Eski Ahid ve Talmud'da sihir
seleri şeytan olarak nitelendirmektedir. En'âm şiddetle yasaklanmış, bu işle uğraşmak puta
(112) ve Nâs (6) sûrelerinde de geçtiği gibi "şey­ tapmakla eşit sayılmıştır. Hz. Süleyman'ın
tan" ismi hem şeytanlaşan cinler, hem de şey- putlara taptığı hikayesinin aslı, onun sihirbaz
tanlaşan insanlar için kullanılır. Buradakiler olarak görülmesidir. Yöneticiliğini yaptığı İs-
insan şeytanlarıdır. Zira hem âyette bunların râiloğulları onun yönetimi sırasında ülkeleri­
insanlara öğrettikleri ve dolayısıyla insanlarla nin siyasette, sanatta, ilimde ve hikmette
haşır-neşir oldukları, hem de kâfir oldukları ulaştığı noktaya sihir sayesinde ulaştığını dü­
ifade ediliyor. Eğer cin şeytanı olsaydı, onlar şünüyorlardı. Medine Yahudileri "Muham­
zaten kâfir olduğu için böyle bir vurguya gerek med'in işine bakın! Doğruyu yanlışı birbirine
kalmazdı. Bu sûrenin 14. âyetinde de ikiyüzlü­ karıştırıyor. Süleyman'ı Peygamberler arasın­
lük yapan Medine ileri gelenleri için "şeytan­ da anıyor. Oysa ki o rüzgara binen bir büyü­
lar" ifadesi kullanılmıştı. Hz. Süleyman'ın cüydü" demişlerdi. Burada Kur'an sihri açıkça
Peygamber değil büyücü olduğu iftirasını Me­ "küfür/gerçeği örtme" olarak nitelendiriyor.
dine'deki Yahudiler dillendiriyordu. 183 Bu bağlamda sihir, nüzul sebebine uygun
181 Tetlû fiili 'alâ edatıyla gelirse "biri adına olarak "komplo, düzen, tuzak" şeklinde anla­
yalan uydurmak", 'an ile gelirse "birinin sözü­ şılmalıdır (Bkz: 4/Müddessir: 24, not 17). Tabe­
nü doğru nakletmek" vurgusu taşır (Kasımî). rî TariMnde bu âyeti açıklayan bir bilgi yer
Türkçe'de de "okumak", "atmak, sıkmak, alır: n. Kuruş (Chosroes), Hz. Peygamber'den
kesmek" mânasında kullanılır. Şeytanlaşan İslâm'a davet mektubu aldığında, o zaman Pers
birtakım insanların uydurdukları bu sihirler eyaleti olan Yemen yöneticisi Bâzân'dan Hz.
sonradan Kabala (Gelenek) adı verilen külliya­ Peygamber'i zincire vurarak Pers sarayına gön­
tın çekirdeğini oluşturdu. Tevrat'a sırt çeviren dermesini ister. Bâzân, bunun için iki adamını
Yahudiler Kabala'ya yapıştılar. Hayatı gizem, yollar. Komplo tam gerçekleşecekken, Hz. Pey­
gizemi büyü hâline getirdiler. Krallar döne­ gamber onlara öz oğlunun Kuruş'u öldürdüğü
minde büyücülüğün ne kadar yaygın olduğu haberini verir. Haberi doğrulatan komplocular
Eski Ahid'in Daniel, Mezmurlar veYeremya eli boş dönerler (Tarih, Beyrut 1407, II, 655-656,
kitaplarından anlaşılır. Isrâiloğulları büyü ve Kahire, 1987). Bu açıklayıcı rivayeti sihrin söz­
büyücülükle, Mısır'dayken 5. ve 6. Hanedan- lük tarifi desteklemektedir: "Hile, desise, al-
sahibine; Harut ve M a r u t ' a 184
verileni iz­ ler öğreniyorlardı. 186
Ne var ki o (Babilli
lediklerini (iddia e t t i l e r ] . 185
Oysa o ikisi düzenbazlar), Allah'ın izni olmadan hiç
"Baksanıza biz (Babil esaretiyle) sınan­ kimseye zarar veremezlerdi; ama yine de
maktayız, sakın küfre sapma(yın)!" de­ zarar verip yarar sağlamayan şeyler öğre­
medikçe hiç kimseye bir şey öğretmiyor­ niyorlardı. 187
Doğrusu onlar, bu türden
lardı. Fakat (Babil'deki düzenbazlar) bu bir alışverişe giren kimsenin âhirette eli
ikiliden kişi ile eşinin arasını açacak şey- boş kalacağını çok iyi biliyorlardı. Kişi­

datma, görüldüğü gibi olduğu zannedilen, fakat mi, ikincisi gezegenlerin en yücesidir. Keldani-
aslının hiç de öyle olmadığı şey". Lügatte sih­ ler gök cisimlerine tapmakta, ölen sâlih kişile­
rin aslı şöyle tarif edilir: "Bir şeyi gerçekte ol­ rin göğe yükselip ışık saçtığına inanmaktadır­
duğundan farklı göstermek" {Mekâyîs ve Li­ lar. Onlara göre bu iki gök cismi, bir zamanlar
sân). Sihrin en büyük etkisi irade ve akıl üze­ yaşamış olan sâlih ve kutsal kişilerdir. Sihri de
rindedir. İrade ve aklın ruhtan kaynaklanan iki bunların icat ettiğine inanmaktadırlar.
kuvvet olduğu düşünülürse, sihrin ruhun gücü­ 185 Veya mâ'ların olumsuzluk anlamıyla:
nü kırmayı amaçlayan bir sabotaj girişimi oldu­ "..Babil'de Hârût ve Mârût adlı iki meleğe bir
ğu sonucuna varılır. Bu özelliğiyle sihir aklı ip­ şey indirilmemişti; dolayısıyla o ikisi hiç kim­
tal eder, fikri karıştırır, duyguları kirletir, kalbi seye bir şey öğretmiyorlardı ki, "Biz sadece sı­
çeler. Sihrin etkisiyle insamn irade gücü ters nav aracıyız, sakın ha buna uyup da küfre düş­
orantılıdır. Gizli bir amaca hizmet eden her hi- me!" desinler de, onlar da o ikisinden kişiyle
lekârca aldatma sihrin tanımına dahildir. Hem eşinin arasını açacak bir şeyler öğrensinler."
bu âyet hem sihrin objektif gerçekliği, Tâhâ 69 ibn Abbas da, ve mâ unzile'deki mâ'ya olum­
ve Furkan 8 ışığında anlaşılmalıdır. Kur'an'da suzluk anlamı verir. Fakat bu tercih bağlamla
sihrin insana, onu iptalin ise Allah'a nisbet uyumlu değildir.
edilmesi hayli anlamlıdır (56/A'râf: 118). 186 Erkek ile kadının arasını ayırma, Hz. Sü­
184 Veya: "iki melek"; ya da: "Melek gibi iki leyman'a karşı düzen kuran bu örgütün kapı­
adam". İbn Abbas, buradaki "melek"i "melik" larını yalnızca erkeklere açıp kadınlara kapat­
(kral, yönetici, önde gelen) olarak okumuştur. ması şeklinde de anlaşılabilir.
Ondan ayrı olarak Hasan Basri, Said b. Cübeyr, 187 Veya mâ'ya olumsuzluk anlamı vererek:
Zührî, Dahhak ve daha başkaları da Hârût ve "ama yine de ne zarar ne de yarar sağlayan
Mârufun melek değil "melik/kral" olduğuna şeyler.." işte sihir, komplo, suikast vb. gibi
inanmış ve böyle okumuşlardır (Râzî; ibn Ke­ düzenbazlıkların gerçek mahiyetini bu uzun
sir; ibn Cevzî). Hârût ve Mârût isim olmaktan cümle vurgulamaktadır. "Allah'ın izni" istis­
çok vasıf olabilir. Hârût'un türetildiği kök olan nası, Kur'an mesajının belkemiğini teşkil
harata "harap etti, tahrip etti" anlamına gelir. eden tevhide ilişkin bir uyarıdır. Bir mü'min
Mârufun türetildiği marata ise "son verdi, boz­ hiç bir görünür ve görünmez varlıkta bizatihi
du" demektir. O hâlde Hârût "harap eden", güç vehmedemez. insanın Rabbi de, tüm var­
Mârût "bozan" anlamına gelir. Bu konudaki lıkların Rabbi de Allah'tır. Sihri küfürle eş de­
mesnetsiz yorumları reddeden İbn Aşur, Hârût ğer kılan şey, insanların onda bizatihi bir güç
ve Mârût kelimesinin Arapça'ya Keldanice'den vehmetmeleridir. Bir üstteki cümleyle bu
geçmiş iki isim olduğunu söyler. Hârût, "ay" cümle arasında gerçekte hiçbir çelişki yoktur.
anlamına gelen haruica'nın, Mârût Müşteri yıl­ Kişi ile eşinin arasını açan, sihrin bizzat ken­
dızının Arapçalaşmışıdır. Birincisi dişiliğin disinden kaynaklanan bir güç değil, sihre mu­
sembolü, ikincisi erkekliğin sembolüdür. Birin­ hatap olan kimse ya da kimselerin cehalet, za­
cisi dünya üzerinde en çok etkili olan gök çiş­ yıf kişilik ve vehimlerinden kaynaklanan za-
liklerini sattıkları şey ne fenadır; keşke azap beklemektedir. 190

bunu olsun bilebilselerdi. 188


105 Ne önceki vahyin muhataplarından
103 Ve eğer onlar hakikate inansalar ve so­ küfre saplananlar, ne de Allah'tan başka­
rumluluklarının bilincine varsalardı, Al­ sına ilâhlık yakıştıranlar Rabbinizden si­
lah katından kendileri için hayırlı bir ödül ze bir hayrın indirilmesini isterler. Oysa
alırlardı. Keşke bunu olsun bilselerdi. ki Allah, rahmetini dilediğine v e r i r : 191
zi­
ra Allah sınırsız lütuf sahibidir.
104 SlZ ey iman edenler! "Sen bize u y " 106 Biz yerine yenisini ya da daha hayır­
demeyin, "Bizi görüp gözet" d e y i n 189
ve lısını getirmeden bir mesajı unutturma­
dinleyin; zira inkâr edenleri acıklı bir yız 1 9 2
ya da yürürlükten kaldırmayız: 193

arlarıdır. Bununla elbette görünen ve görün­ teşkilat kurup komplo hazırlayanlar onu bü­
meyen varlıkların insan psikolojisi üzerinde­ yücü ilan ettiler {IKrallar, 11:14, 23,26, 29-32).
ki, hatta insan bedeni üzerindeki etkilerini Zira ona karşı komploları başarısız oldu.
yok sayıyor değiliz. Bu etkileri en güzel izah Kur'an onların Hz. Süleyman'a olan iftiralarını
eden durum psikosomatik hastalıklardır. Kö­ bu âyetle reddetti. Onlar bu iftira ve komplola­
kü psikolojik olduğu hâlde fiziki olarak be­ rın bedelini çok ağır ödediler. Hz. Süley­
dende tezahür ederler. Sihrin dünya ve âhireti man'dan soma devlet hızla parçalandı, ibranî
yıkan bir şey olmasının temelinde, insandaki milleti bölündü, birbirine düştü ve bu tefrika
gerçeklik algısını bozması yatar. ünlü Babil sürgünüyle sonuçlandı. Sözün özü
188 Yahudiler de Babil kralı Nabukadnazar'm âyet, Hz. Peygamber'e ihanet eden Yahudileri,
esaretindeyken gizli örgüt kurdular. Âyetteki Hz. Süleyman'a ihanet eden Yahudilere benze­
"melek gibi" kişiler (ki bunlar şeytanlaşan in­ tir ve tehdit eder: Onlar kaybetti, siz de kaybe­
sanların karşıt kutbunu oluşturur) Eski Ahid'e deceksiniz. Nitekim öyle de olmuştur.
göre Haggai ve Iddo'nun oğlu Zekeriyya'dır 189 Bu âyet Nisa 46 ışığında anlaşılmalıdır.
[Ezra, 5:1). Bu kutsal kişiler örgüte üyeliği er­ Medine Yahudilerinin kelimelerle oynamak gi­
keklerle sınırlandırdılar. Yeni üyelere, yaşa­ bi bir hastalığı olduğunu, daha başka rivayetler­
dıkları durumun ilâhî bir sınav olduğunu, asla den de öğreniyoruz (Krş: 93. âyet, 159. not).
inkâra sapmamalarını öğütlediler. Med ve Pers
190 Bu âyet aslında kelimenin söylenişine yö­
kralı Cyrus iktidara geldiğinde, Isrâiloğulları
nelik bir yasak olmaktan daha çok, bu keli­
onunla gizli bir anlaşma yaptılar. Kendileri
meyle dile getirilen tavra yönelik bir yasaktır.
Cyrus'un Babil'i fethini kolaylaştıracaklar, bu
Bu, dinlemekten çok konuşmayı tercih eden,
hizmetlerinin karşılığında ise Cyrus Yahudile­
fakat konuştuğu şeyler hep mitolojik ve hura­
rin Filistin'e dönmelerini sağlayacak ve yerle
feye dayalı, dinlemekten kaçındığı şeyler ise
bir edilen Süleyman Mabedi'nin yapımına da
kaynağı berrak bir hakikat olan kişinin tavrı­
destek verecekti. Sonuçta bu gerçekleşti. Âyet,
dır. Bu tavır 101 ve 102. âyetin başında vurgu­
Hz. Peygamber'e karşı o gün putperest Pers lanan marazi tavırdır. Bunda, Hz. Peygamber'e
kralıyla iş tutan Medine Yahudilerine, haset­ karşı bir saygısızlığın da bulunduğu açıktır.
liklerinden içine düştükleri yaman çelişkiyi
bile fark edemedikleri imasında bulunmakta­ 191 Âyette Allah'ın insana konuşması deme­
dır. Bu bir putperest düşmana karşı yapılmış ye gelen ilâhî kelam "hayır" ve "rahmet" ola­
bir örgütlenme değil, tıpkı Babil sürgünüyle rak nitelendirilmektedir.
neticelenen kayıp yüzyılların başlangıcı olan 192 Veya tekil olarak gelen âyetin'in "muci­
Hz. Süleyman'a karşı yapılmış komplo gibidir. ze" karşılığına dayanarak: "..bir mucizeyi
Hz. Süleyman'ın iktidarını devirmek için gizli unutturmayız".
Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir. sonra, sizi geriye döndürüp inkâr etmeni­
107 Yine bilmez misin ki göklerin ve ye­ zi isterler. 196
Allah'ın onlar hakkındaki
rin h a k i m i y e t i 194
Allah'a aittir. Sizin hükmü gelinceye kadar onları hoşgörün,
için, Allah'tan başka ne bir yâr, ne de bir kusurlarına bakmayın: Unutmayın ki Al­
yardımcı var. lah her şeye kadirdir.
108 Yoksa daha önce Musa'dan istenilen 110 Namazı istikametle kılın, zekâtı gö­
şeylerin benzerini, siz de peygamberiniz­ nülden gelerek v e r i n . 197
Unutmayın: Ken­
den mi istiyorsunuz? 195
Kim imanı inkâr­ diniz için ne hayır yaparsanız Allah'ın ka­
la değiştirirse, iyi bilsin ki doğru yoldan tında onu mutlaka bulursunuz. Çünkü
sapmıştır. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir. 198

109 Kitap ehlinden bir çoğu, hakikat ken­ 111 Bir de kalkıp dediler ki: Yahudi veya
dileri için de apaçık ortaya çıktığı hâlde, Hıristiyan olmayanlar cennete giremeye­
sırf hasetlerinden dolayı siz inandıktan cek. Bu onların hüsnü kuruntusudur. 199

193 Veya İbn Kesir ve Ebu Amir'in nenseehâ ra da devam eden Isrâiloğullarmın yahudileş-
okuyuşuyla: "erteleyip geciktirmeyiz". Ebu me sürecini anlatan uzun bölümün amacını
Müslim bu âyetin neshe delil gösterilemeyece­ ele verir. Bütün bu tarihsel gerçeklerin anlatıl­
ğini üç maddeyle özetler: 1) Burada sözü edilen masının amacı bu ümmetin dikkatini yahudi-
âyetler Tevrat ve İncil'de yer alan Cumartesi leşme tehlikesine çekmektir. Bu gibi pasajlar­
yasağı, doğuya ve batıya yönelerek ibadet gibi da, mü'minlerden sadır olan benzer olaylar ve­
hükümlerdir. 2) Nesh'in anlamı "istinsah", ya­ sile edilerek Isrâiloğullarını yahudileştiren ne­
ni ilâhî kelam'ın Levh-i Mahfuz'dan aktarıl­ denlere dikkat çekilmektedir. Israiloğulla-
masıdır. 3) Bir şart-cevap cümlesi olan bu âyet rı'nın yahudileşme problemini ayrıntılı ince­
Kur'an'da neshin vuku bulduğuna değil, olma­ leyen bir eser için bkz. îsrailoğullarından Üm­
sı hâlinde daha iyisinin ikamesine delildir met-i Muhammed'e Yahudileşme Temayülü,
(nkl. Râzî). Bu âyetin ait olduğu pasaj, daha ön­ İstanbul-1995.
ce kendilerine vahiy ile hitap edilen topluluk­ 196 Haset özünde Allah'ın yaptığına itirazdır.
ların ilâhî kelama sırt çevirmeleri ve buna da Haset, haset edilen için dua haset eden için
gerekçe üretmelerinin anlatıldığı bir pasajın bedduadır.
hemen ardından gelmektedir. Açıktır ki âyet­
197 Kendileri daha önceden ilâhî kelama mu­
te, Yahudilerin Hz. Muhammed'e gelen mesa­
hatap olmuş ümmetlerden söz edilen bir pasa­
ja karşı sırt dönme gerekçeleri çürütülmekte­
jın içerisinde hitabın aniden haber formundan
dir. Dolayısıyla burada söz konusu olan nesh
emir formuna geçerek mü'minleri muhatap
Kur'an içerisinde yer alan herhangi bir âyet ya
alması gerçekten çarpıcıdır (Namaz ve zekât
da âyetler gurubuna ilişkin değil önceki mesaj­
için bkz. 94/Bakara: 3 ve 45, notlar 6 ve 83.
lara ilişkin bir neshtir.
Ayrıca salar" m iniş sürecinde ilk defa kullanıl­
194 Mülk. Sahibinin üzerinde her tür tasarrufa dığı yer için bkz. 9/A'lâ: 15, not 15).
yetkin ve yetkili olduğu ve üçüncü şahıslara
198 Bu açıkça "kendinize iyilik edin" demek­
karşı ortaya konulabilen şeye verilen isimdir.
tir. Bu, insanın kendisiyle savaşmak yerine
195 Âyette geçen suâl aynı anda istemek ve kendisiyle barışık ve tanışık yaşamasını ika­
sormak anlamlarına gelir (Krş: 94/Bakara: 55, me etmektir ki, namaz ve zekât emirleri de iş­
61; 56/A'râf: 129). Bu âyet, 40. âyetle başlayan te tam bu fonksiyonu icra etmektedir.
ve buraya kadar 67 âyet tutan ve buradan son-
199 Yahudiler kendileri dışındakilerin ebedi
De ki: Eğer iddianızın arkasında duruyor­ melinden yoksundur" dediler; Hıristi­
sanız, hadi isbatlayın. 200
yanlar da "Yahudiler bir inanç temelin­
112 Hayır aksine, her kim bütün varlığıy­ den yoksundur" dediler. 203
(Vahye dair)
la görürcesine inandığı Allah'a teslim bilgisi olmayanlar da tuttu, aynen onla­
olursa, 201
ancak o kişi Rabbi katında onun rın söylediği gibi söyledi. 204
Fakat Allah,
karşılığını bulacak; gelecek için kaygı, anlaşamadıkları şeyler konusunda kıya­
geçmiş için üzüntü duymayacaktır. 202 met günü son sözü söyleyecektir. 205

114 Allah'ın ibadethanelerinde O'na iba­


113 Hepsi de (aynı) kitabı okudukları hâl­
det edilmesini engelleyen ve onu tahrip
de, Yahudiler "Hıristiyanlar bir inanç te­
etmeye çalışandan daha zalim biri olabi-

saadetten mahrum olacağını iddia ederken, Hı­ de edilen karşılıklı suçlama işini önce cahille­
ristiyanlar da aynı iddiayı kendileri için yaptı­ rin değil okumuş-yazmışların başlattığını vur­
lar. Kur'an böylesi bir düşünceyi umniyye (ku­ gular. Bir sonraki cümle bunun en güzel deli­
runtu) olarak isimlendiriyor (Bkz: 94/Bakara: lidir. Tarafların alimleri bu iddiaları ileri sü­
78, not 138). Her iki grup hem birbirleri için, rer, cahil kesimleri de onları takip eder. Şu so­
hem de Hz. Peygamber'e inananlar için aynı ru sorulabilir: İki zümrenin de birbirleri hak­
kuruntuyu dillendiriyorlardı. Bu âyetin tüm za­ kındaki yargısı doğrudur; öyleyse bu âyetin kı-
manlardaki mü'min muhataplarına, Yahudile­ nayıcı üslûbunu nasıl açıklayabiliriz? Buna
rin ve Hıristiyanların kapıldığı bu hüsnü ku­ verilecek cevap şudur: Hayır, onların bir inanç
runtuya kapılmamaları hatırlatılmaktadır temelinden yoksun olduğu tesbiti doğru değil­
(104/Nisâ: 123). Bu âyet, 109. âyeti açıklayıcı dir. Aksine onların inancının temeli araştırıla­
mahiyettedir. Demek ki onlar bu kuruntularıy- cak olursa, karşımıza insanlığın değişmez de­
la henüz imanı yüreğinde kök salmamış olan ğerlerinin öbür adı olan islâm çıkar. Hıristi­
mü'minleri aldatmak istiyorlar ve bunu bir yanlar Yahudileri "kâfir" ve "cehennemlik"
propaganda malzemesi olarak kullanıyorlardı. olarak görürken, ellerinde taşıdıkları Kitab-ı
200 Zımnen: Haydi iddianıza uygun bir hayat Mukaddes'te Eski Ahid yer alıyordu. Bu du­
yaşayın! Zira "ebedi kurtuluş" iddiasının bu rum, suçlamalarındaki samimiyetsizliğin ve
dünyada başkaca bir isbat zemini bulunma­ keyfiliğin de bir göstergesiydi.
maktadır. 204 Kitab'ı okuyanlar yukarıdaki gibi aslında
201 Lafzen: "kim yüzünü Allah'a teslim eder­ temeli tevhide dayalı olduğu hâlde sonradan
se". "Yüz" ile kastedilen insanın varlığıdır. tahrif edilen inancın temelini yok sayınca, ca­
Parçayı anarak bütün kastetme (zikr-i cüz ira- hil kitleler de onları takip ettiler. Tavandaki
de-i küll) kabilindendir. bu münakaşa tabanda daha da seviyesiz bir hâl
aldı ve her iki zümre de din dâvasını kan dâva­
202 Gelecek kaygısı ve geçmiş hüznü duyma­
sına dönüştürdüler. Bu ifadeden yola çıkarak
ma garantisini verebilecek Allah'tan başka bir
diyebiliriz ki: âyetin kapsamına mensup oldu­
güç ve merci yoktur. Böyle bir garanti, tam an­
ğu zümreyi sırf aidiyetinden ve asabiyetinden
lamıyla "mutluluk garantisi"dir. Böyle bir te­
dolayı cennetlik ilan edip onun dışındakilere
minatı verebilecek bir makamın, insanın geç­
ebedi kurtuluş kapısını kapatan herkes girer.
mişini ve geleceğini izleyebilme ve onu kon­
trol edebilme gücüne sahip olması gerekir. 205 Bu kıyameti "sosyal kıyamet" olarak an­
larsak (Kıyametin bu anlamda kullanıldığı bir
203 Burada iki zümre de birbirini yok sayıp te-
hadis için bkz. Buhârî, l'tisâm 14) Allah'ın on­
melsizlikle suçlarken, referans olarak kendi
ların tartıştıkları şeylerin birçoğunun gerçeğini
kitaplarını gösteriyorlardı. Bu ibare, âyette ifa­
lir m i ? 2 0 6
Bu tür kimselerin oraya sadece 116 Bir de "Allah bir oğul edindi" iddi­
Allah korkusuyla girmeleri gerekirdi: asında bulundular. 211
Haşa! O aşkın bir
Onlara dünyada zillet, âhirette ise kor­ hakikattir. 212
Aksine göklerde ve yerde
kunç bir mahrumiyet vardır. 207
bulunan her şey O'na aittir: hepsi de
115 Doğu da Allah'ındır batı d a . 208
Şu O'nun iradesine boyun eğerler. 213
117
hâlde nereye dönerseniz dönün, orası da Gökleri ve yeri yoktan, eşsiz ve benzersiz
Allah'ın y ö n ü d ü r . 209
Çünkü Allah sınır­ yaratan O ' d u r . 214
Bir işin olmasını murad
sızdır, ilmi her şeyi kuşatandır. 210 ettiğinde, ona sadece " o l " der ve o da he-

Kur'an'da açıkladığını yine ondan öğreniyoruz 209 Bu âyet ve özellikle bu cümle kıblenin yö­
(53/Neml: 76). Kur'an kendi misyonunu şöyle nünü tayin eden bir anlam içermemektedir.
tayin etmektedir: "bu Kitabı, geçmiş vahiyden Bu âyet mevcut yanlış yön tasavvurunu sorgu­
geriye kalan hakikatleri doğrulayıcı ve onların lamakta ve doğru bir yön tasavvuru ikame et­
doğrusunu yanlışından ayırt edici [muheymi- mektedir. İbadeti mabede hapseden Yahudi ve
nen 'ala..) olarak gönderdik" (108/Mâide: 48). Hıristiyanlar, bu indirgemeci mantığın bir so­
206 İstisnasız tüm tek tanrılı sistemlerin ma­ nucu olarak dini belli günlere ve anlara, din­
betlerini içine alır. İçerisinde Allah'a ibadet darlığı belli bir zümreye ve özel insanlara has­
edilen her ibadethane Allah'a izafe edilir. Bu rettiler. Kur'an bütün bu indirgemeci mantık­
âyetler Medenî olsa da, atıf yaptığı şey Mekke la cenneti belli bir zümreye has kılma, Allah'a
müşriklerinin Müslümanları Mescid-i Ha- yön ve oğul isnat etme gibi sapmalar arasında­
ram'a girmekten alıkoymaları ve orada ibade­ ki görünmez bağlantıya dikkat çekmektedir.
te engel olmalarıdır. Zira Medine'de bir engel­ 210 Klasik nesh teorisine göre mensuh addedi­
leme söz konusu değildir. Bu durumda "tahrip len bu âyet inşa değil haber formundadır ve
etmeye çalışma"nın anlamı sadece fiziki ola­ dolayısıyla klasik neshin kendi kurallarına gö­
na indirgenemez. İçerisinde ibadet edilmeyen re de neshe konu olamaz.
bir mabed manen tahrip olmuş demektir. 211 Öncesiyle münasebeti: Tüm yönlerin ve
207 Zillet'in [hızy) tefsirinde kimi müfessirler dünyanın Rabbi olan Allah'a yön izafe etmeye
Süddî'den ilginç bir nakilde bulunurlar: Burada­ kalkmak, "Allah bir oğul edindi" diyenlerle
ki zillet, Mehdi'nin çıkıp Konstantinopolis'in aynı yanlışa iştirak etmektir.
(İstanbul) Müslümanların eline geçmesidir (Ta­ 212 Yani: Her ne ki akla geliyor o Allah değil­
berî ve Zemahşerî). Bu yorumun kendisinden dir.
nakledildiği Süddî'nin Hz. Peygamber'in vefa­
213 "Ve" bağlacı bu sözü söyleyenlerin "Ya­
tından somaki ilk yüzyılda yaşadığını hatırla­
hudi ve Hıristiyan olmayanlar cennete girme­
mak gerek. Rivayetin mehdi ile ilgili kısmı ay­
yecek" (111) diyenler olduğunu gösterir.
rıca Ikrime'den de nakledilir (İbn Kesir). Kur'an Yahudilerin şirkinden söz eder
208 Bu ibarenin açılımı şudur: "her yer ve her (114/Tevbe: 30). Hıristiyanların teslis inancı
yön Allah'a aittir". Bu genel ifade, yönleri di­ şirkin tevil edilmiş biçimidir. Buna Mekke
nî, ideolojik ve uygarlık kavgalarının aracı ol­ müşrikleri de "melekler Allah'ın kızlarıdır"
maktan çıkarmaktadır. Burada sözün getiril­ diyerek iştirak ediyorlardı.
mek istendiği nokta ibadet yönünün tayinidir. 214 "Yoktan eşsiz ve benzersiz yaratan" diye
Bir sonraki pasajda İbrahim'den söz açılması­ çevirdiğimiz bedî' bazı dilciler tarafından dört
nın gerekçesi de aynıdır. Çünkü kitap ehli harfli ebde'a kökünden ism-i fail olan mubdi'
kıblenin Kudüs'ten Mekke'ye tahviline aşırı mânasına alınmıştır. Bu sonuca takdir yoluy­
tepki göstermişlerdi. la varılmıştır. Fakat Asmaî bu görüşü reddede-
730 [ ^ ^ | t 94/BAKARA SÛRESİ , < ; < H > < . Nüzul: 94 Mushaf: 2

men oluş sürecine g i r e r . 215 ve anlaşılır kılmışızdır.


118 İlimden yoksun olanlar "Allah bi­ 119 Gerçekten biz seni, hakikat ile müj-
zimle niçin konuşmuyor, ya da niçin bi­ deleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; ate­
ze mucizevi bir belge ulaştırmıyor" der­ şe yoldaş olanlardan sen sorumlu değil-
ler. Onlardan öncekiler de aynen onların sin. 219
1 2 0 Sen onların inanç sistemini be­
söylediğini söylemişlerdi. 216
Akılları da nimsemedikçe, ne Yahudiler ne de Hıris­
birbirine benzedi. 217
Elbet biz gönülden tiyanlar seni asla kabullenmeyecekler. 220

inanacak h e r k e s 218
için âyetlerimizi açık Onlara şöyle de: Allah'ın rehberliği var

rek kelimenin kökeninin üç harfli olup kıyas statik kadere göre işler (kevni yasalar). Şuurlu
yoluyla sıfat-ı müşebbehe vurgusu kazandığı­ varlıklara gönderilen teklif emri ise, onların ta­
nı söyler. Birincilere göre "yoktan var eden", bi olduğu dinamik kadere (fıtrî ve şer'î yasalar)
Asmaî'ye göre ise "eşsiz ve benzersiz yaratan" göre işler. Maksat Allah'a bir soy ve sop izafe
anlamına gelir [Menâr). İkisi de doğru olduğu edilemeyeceği gerçeğini anlatmaktır. Allah bü­
için biz mealde iki anlamı da verdik. Ism-i fa­ tün varlığın yoktan var edicisiyken, bu sınırsız
il kalıbı daha çok failin fiiline ilişkin iken sı- gücü elinde bulunduran Zât'a oğul isnat etmek
fat-ı müşebbehe kalıbı failin zâtına ilişkindir. korkunç bir bühtandır.
Bu durumda bedî' hem Yaratan'm eşsiz ve 216 Vahyin bu tür talepleri geri çevirmesi
benzersizliğine, hem de yaratışının eşsiz ve 73/En'âm 7-8 ışığında anlaşılmalıdır.
benzersizliğine delalet eder. İbda', "daha önce
217 Lafzen: "Kalpleri de.." yani "akleden
var olan bir örneğe ve hammaddeye ihtiyaç
kalpleri". Düşünme tarzının birbirine benze­
duymaksızın, benzeri daha önce var olmayan
mesi kastedilmektedir. Biz bu benzerliğe "ya-
bir şeyi hiç yoktan yaratmak" demektir.
hudileşme temayülü" diyoruz. Duygu ve dü­
Kur'an'da halk ile "yaratma" insana nisbet
şüncenin benzeşmesi, söz ve eylemin de ben­
edilir, lâkin ibda' ile "yaratma" asla insana
zerliğini getirecektir. Zımnen: Düşünceleri
nisbet edilmez. "Varlıktan önce ne vardı?" so­
benzer olanların talepleri de benzer.
rusunun cevabını ancak Bedî' olan Allah verir­
di. İşte bu âyet, o cevabın ta kendisidir. 218 Mûkmîn: Benliğini tüm sübjektif yargılar­
215 Buradaki kun (ol) emri, "teklif emrinin" dan, indi görüşlerden, kişisel düşüncelerden
karşıtı olan "tekvin emrine" tekabül eder. ve her tür taklitten arındırıp, inanç alanında
Teklif emri kelam sıfatıyla, tekvin emri irade yalnızca hakikati isteyen ve ona bütün benli­
sıfatıyla bağlantılıdır. Teklif emri şuurlu var­ ğiyle teslim olan kimse [Menâr).
lıklara kelamî bildirim (vahiy) yoluyla, tekvin 219 Kur'an'm bu kendine has ve başka hiçbir
emri şuursuz varlıklara fiilî yaptırım yoluyla metinde rastlanamayacak olan metaf orik üslû­
ulaştırılır. Bu âyette şuursuz varlıklara yapılan bu gereği, bir tek pasaj içerisinde ilk bakışta
tekvînî emrin eylemsel dili, şuurlu varlık olan konuyla hiç alâkası yokmuş gibi duran ve fark­
insana gönderilen teklifi emrin dili olan "ke­ lı dünyalardan söz eder gibi görünen âyetleri
lam "a çevriliyor. Bizim, buradaki kun emrini, arasında kopmaz bağlar mevcuttur. Yüzeysel
eşyanın oluş diliyle bir söz değil bir fiil olarak bir bakışla görülmeyen bu bağları görmek için
algılamamız gerekir. Teklifin muhatabı şuurlu satırların arkalarına geçmek (tedebbür) gerekir.
varlık olan insandır ve insan bu yönüyle fiili Kur'an'm icazı asıl bu noktada aranmalıdır.
vahiydir. Tekvinin muhatabı ise sadece varlık 220 Millet "İbrahim milleti" örneğinde oldu­
değil, aynı zamanda yokluktur da. Yokluk böy­ ğu gibi yalnızca bir hayat sisteminin öncüsü­
le bir tekvin emriyle karşılaştığı zaman varlığa ne nisbet edilirken, din "Allah'ın dini" örne­
dönüşür. Bu süreç şuursuz eşyanın tabi olduğu ğinde olduğu gibi Allah'a nisbet edilir. Yani
ya, işte gerçek rehberlik o d u r . 221
Eğer sa­ 122 EY İSRÂİLOĞULLARI! Size lütfetti­
na gelen (mutlak hakikatin] bilgisinden ğim nimetlerimi hatırlayın; hani Ben sizi
sonra onların keyfî sistemine u y a r s a n , 222
çağınızın milletlerine üstün kılmış­
Allah'ın elinden seni kurtaracak ne bir tım? 2 2 6
123 Kimsenin kimseye hiç bir
yâr, ne de bir yardımcı bulabilirsin. fayda sağlamayacağı, kimseden kurtuluş
121 Kendilerine ilâhî mesaj (verilip) de bedeli kabul edilmeyeceği, şefaatin hiçbir
onu tilavet etmenin hakkını verenler var yarar vermeyeceği ve hiç kimsenin yar­
ya: 2 2 3
işte onlardır ona hakkıyla inanan­ dım görmeyeceği günün bilincinde
lar,- 224
kim de bu mesajı inkâr ederse, işte olun! 227

kaybedenler de onlardır. 225


124 Hani Rabbi İbrahim'i 228
insanı şid-

bir hayat nizamı için, itikad oluşu cihetiyle de bu ibareyi "ona gereği gibi uyanlar" şeklin­
"din", hukuki cihetiyle "şeriat", inanç siste­ de tefsir etmiştir (İbn Hanbel).
mi cihetiyle "millet", topluluk cihetiyle "üm­ 224 Cuma sûresinde "kitap yüklü eşekler"
met" kullanılır. Millet, bâtıl hayat tarzı için olarak nitelenenlerin tam tersi.
de kullanılır. "İslâm milleti" olduğu gibi "kü­
225 Eğer bir mesajı uygulamak ona gereği gibi
für milleti" de vardır.
inanmanın şartıysa, bir mesajı uygulamamak
221 Yani: Hz. İsa'nın, Musa'nın, ibrahim'in ve da ona gereği gibi inanmamanın sonucu olma­
hakikate teslim olan tüm insanlann üzerinde lıdır. Âyette bu durum inkâr olarak adlandırıl­
yürüye geldiği yola rehberliktir. Musa Carullah maktadır.
şöyle der: "Bütün kalbimle inanıyorum ki bu
226 Ni'met için bkz. âyet 47, not 85. Bu âyet­
âyette geçen hudallah terkibi haberdir. Basma
le 47. âyet lafzen birbirinin aynı, buna rağmen
lamı tarif alan el-huda kelimesi ise mübtedadır
bağlamlarından dolayı vurgulan farklıdır. 47.
[Kitabu's-Sürme, 23). Buna göre çeviri şöyle
âyet Âdem kıssasının ardından Medine Yahu-
olur: "Gerçek rehberlik, Allah'ın rehberliğidir".
dilerini ikna ve daveti amaçlar, bu âyet ise on­
222 Burada ei7ezi ile gelen ibare 145. âyette ların ikiyüzlülüklerini ortaya koymayı amaç­
min ve mâ ile birlikte gelmiş. Ellezi hem işa­ lar. Yine 47. âyet Isrâiloğullarına tüm insanlı­
ret ismi hem de sıla görevi gördüğü hâlde mâ ğın Âdem'in çocukları olduğunu, bu âyet ise
yalnızca işaret ismi görevi görür. Bundan ayrı Hz. İbrahim'in soyundan olmanın ayrıcalık
olarak ellezi belirlilik takısı sebebiyle çift kat olmadığını hatırlatır.
marife olduğu gibi, eril ve dişil hâlde gelebil­
227 Arapça'da cümle mâna açısından ikiye ay­
me kabiliyeti vardır. Mâ'da ise bunların hiçbi­
rılır: İnşa cümlesi, haber cümlesi. Nida, emir
ri yoktur ve o bize temsil ettiği şey hakkında
ve yasak formundaki cümleler birincisine, ha­
hiçbir ayrıntı vermez. Bu iki edat arasındaki
ber veren cümleler ikincisine girer. Bu iki
fark, sadece şekle değil, anlamın mahiyetine
cümle yapısının farkını ortaya koymak için
yönelik bir farklılığın da işaretidir. Bu âyette
mümkün olduğunca inşa cümlelerinin sonuna
el-'ilm ile Hz. Peygamber'e verilen hakikatin
ünlem işareti (!) koymaya özen gösterdik. Bu­
bütünü kastedilirken, 145. âyette mine'l-'ilm
nunla beraber ilâhî bir inşa projesi olan Kur'an
ile kıblenin Kabe oluşu kastedilmektedir. Bu
vahyinin tümü, muhatabını inşa etmeyi amaç­
ise hakikatin bütünü değil parçasıdır.
lar. Bu açıdan haber cümlelerinin de zımnen
223 Tilavet tek başına değil hakka tilavetihi inşai bir vurgu taşıdığını unutmamalıyız.
kaydıyla gelmiş. Tek başına tilavette anlamak
228 Sözün Hz. İbrahim'e getirilmesi, Yahudi-
ve yaşamak şart değildir. Fakat vahyi tilavetin
leşen Isrâiloğullarına ata olarak Yakub'da kal-
hakkı anlamak ve yaşamaktır. Allah Rasulü
detle sarsan ağır imtihanlara 229
tabi tut­ zalimler için asla geçerli değildir." 233

muş ve o da bu (imtihanı) hakkıyla verdi­ 125 2 3 4


HANİ bir zaman da Kabe'yi insan­
ği z a m a n 2 3 0
demişti ki: "Ben seni insanlı­ lık için daimî bir merkez ve kutsal bir gü­
ğa önder y a p a c a ğ ı m " . 231
İbrahim: "Nes­ venlik bölgesi k ı l m ı ş t ı k : 235
öyleyse İbra­
limden de!?" d e m i ş t i . 232
Allah buyur­ him'in makamını dua ve ibadet yeri edi­
muştu: "Sözüm (senin neslinden de olsa) nin! 2 3 6
Nitekim biz İbrahim ve İsmail'e,

mayıp iki kuşak daha geriye giderek İbrahim'e 233 Zımnen: Kendisine kötülük eden biri, in­
kadar uzanmalarını öğütlemek içindi. Eğer sanlara önderlik ve yöneticilik yapmaya lâyık
oraya varırlarsa kutsal ırkçılık yaparak yeni değildir. Çünkü kendisine kötülük eden başka­
peygamberi reddetme gerekçeleri yok olacak, larına haydi haydi kötülük eder. Değilse, tarih­
Hz. İbrahim'de birleşen iki soyun da birbirine te nice zalimler yöneticilik ve önderlik maka­
üstünlük iddiasının temeli kalmayacaktı. mını lâyık olmadıkları hâlde gasbetmişlerdir.
229 Lafzen: "Kelimeler". Hz. İbrahim'i insanlı­ Âyetteki "ahdi" ahirete dair yorumlayanlar da
ğa önder yapan ibtila kelimâtm kök mânasın­ olmuştur. Ne var ki bu ahdin, öncelikle dünya­
da saklıdır. K-l-m kökünden türeyen tüm Arap­ da gerçekleştiği âyetten açıkça anlaşılmaktadır.
ça kelimeler "güç ve şiddet" ortak anlamına sa­ Bu âyetteki "söz" ile 40. âyetteki "Allah'ın sö­
hiptir (İbn Cinnî, el-Hasâis I, 13 vd). Buradan zü" arasında bir sebep sonuç ilişkisi vardır.
yola çıkarak Hz. İbrahim'in sınandığı keli­ 234 Önderlik el değiştirince kıblenin değişme­
mâtm katlanılması güç, insanı şiddetle sarsan si de normaldi. Kaldı ki mü'minlerin yeni kıb­
imtihanlar olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bun­ lesi Kudüs'ten daha kadim, üstelik de Hz. İb­
lar ateş, hicret ve kurban olarak sıralanabilir. rahim'in yadigarıydı. Bu pasajın kıblenin Ku­
230 Ibtela, Kur'an'da 4 yerde kullanılmış düs'ten Mekke'ye tahvil edildiği hicretin 16.
(106/Ahzab: 11; 11/Fecr: 15, 16), tümünde de ayında nazil olduğu söylenebilir.
ağır imtihan ve sınama anlamı öne çıkarılmış­ 235 Mesâbeten: Bir şeyin aslına ya da ideal hâ­
tır. Allah'ın kulunu ibtila etmesi varlıkla ola­ line dönmesi anlamına gelen sevb kökünden
bileceği gibi yoklukla, sevinçle olabileceği gi­ türetilmiştir. Aynı kökten gelen sevâb da insa­
bi hüzünle, vererek olabileceği gibi alarak da nın bilinçli olarak yaptıklarının karşılığını al­
gerçekleşebilir. mak için dönmesidir. Bizim "daimi bir mer­
231 Bu âyetin ilk muhatabı olan Hz. Peygam­ kez" olarak çevirdiğimiz mesâbeten, aslında
ber için taşıdığı mâna elbette çok farklıdır. çölde açılmış kuyuların etrafında insanların su
Maddede ve mânada atası olan Hz. İbrahim'in içmek için oturdukları yere verilen isimdir. Ka­
adım adım izini takip eden Rasulullah, Mek­ be bu anlamda insanların manevî susuzlukları­
ke'de çektiği sıkıntı ve ödediği ağır bedelin ar­ nı giderdikleri daimî bir merkezdir. Emnen, 'bi­
dından tıpkı İbrahim gibi insanlığa önder ve linenin ötesinde' kapsamlı güvenliği ifade eder.
örnek seçilmiştir. İlginçtir ki Kur'an'da yal­ 236 Musalla mufa'al babından geldiği için,
nızca iki insan için "güzel örnek" ifadesi yer "namaz yeri" değil "dua makamı" vurgusu ta­
alır: Biri Hz. İbrahim, diğeri de Hz. Muham- şır (Taberî). Mücâhid'in de tercihi budur. "Ma-
med'dir (109/Mumtehane: 4 106/Ahzab: 21).
; kam-ı lbrahim"in neresi olduğu konusunda es­
ki müfessirler farklı şeyler söylemişlerdir. Bi­
232 "Neslimden de" ifadesini bazı müfessirler
rinci ve ikinci kuşağa mensup isimlerden İbn
soru olarak algılamışlarsa da, cümlenin yapısı
Abbas, Cabir, Katade ve Mücâhid âyette kaste­
hem duaya hem de soruya elverişlidir. Biz as­
dilen "Makam-ı İbrahim "in Harem bölgesinin
lındaki bu çift boyutlu anlamı tercümede de
tümü olduğu görüşündedirler. Yine İbn Abbas
muhafaza etmeyi yeğledik.
"Tavaf edecekler, (iç dünyasını imar için) küfredenleri de, geçici zevkleri tattırdık­
içe kapanacaklar 237
ve uzun uzun rüku tan sonra yakıcı bir azaba mahkûm ede­
ve secde ile namaz kılacaklar için mabe­ rim ki, orası pek fena bir d u r a k t ı r . " 242
127
dimi 238
temiz tutun!" diye emretmiş­ İbrahim, İsmail'le birlikte Kabe'nin te­
tik. 239 mellerini yükseltirken 243
şöyle yalvardı­
126 Hani İbrahim de şöyle dua etmişti: lar: "Rabbimiz! Kabul buyur bizden! Yal­

"Rabbim! Burasını emin bir b ö l g e 240


kıl! nız sensin tüm duaları işiten,- ve gönül-

Onun sakinlerinden Allah'a ve âhiret gü­ lerdekini bilen de yalnız sen!

nüne inananları türlü ürünlerle rızıklan- 128 "Rabbimiz! Bizi kayıtsız şartsız sana
dır!" 241
Allah karşılık verdi: "Onlardan teslim o l a n 244
kimselerden eyle! Soyu-

ve Ata'dan gelen rivayetlerde hac mahallerinin ki olduğunu zanneden kadim müfessirler, böl­
tümü Makam-ı İbrahim sayılmıştır. genin Hz. ibrahim'in bu duasıyla mı "haram"
237 'Âkifîn, özellikle hacda itikâfa kapananla­ kılındığım, yoksa ibrahim süresindeki âyette
rı ifade eder (İtikâf için bkz. 187. âyet; ayrıca ifade edildiği gibi bölgenin hürmetinin daha
bkz. 44/Tâhâ: 91, not 73). öncelere mi dayandığını tartışmışlardır. Her iki
görüşü savunanlar da kendilerine hadislerden
238 Âyette geçen bey tiye, lafzen "evim" mâ­
destek bulabilmiştir. Oysa ki bu âyette "güven­
nasına geliyor (Krş: 108/Mâide: 95, not 106).
likten", İbrahim 37'de "kutsallıktan" söz edil­
Allah'ın yeryüzüne ait bir mekânı "ev" edin­
mektedir. Bölgenin kutsallığı Hz. İbrahim'den
mesi, o mekânda yalnız O'nun adına ve O'na
öncesine, hatta ilk insana, belki de yaratılışın
yönelerek ibadet edilmesi anlamına gelir. Yer­
başlangıcına kadar gidiyordu. Ancak çorak ve
yüzündeki tüm mescidler de, mescidlerin ima­
kurak bir arazinin bir kadın ve bir süt bebesi
mı olan Mescid-i Haram'ın şubeleri olmak ha­
için hiç de güvenli bir yer olmadığı malum.
sebiyle 'Allah'ın evi'dir. Şu uyarı her mescid
Kaldı ki Hz. ibrahim, bu güvenliği sadece mad­
için geçerlidir: "ibadethaneler Allah'a mahsus­
dî nesli için değil, iman soyundan kıyamete ka­
tur; öyleyse Allah'ın yanı sıra başka hiç kimse­
dar gelecek manevî nesilleri için de istiyordu.
ye yalvarıp yakarmayın" (63/Cin: 18).
242 Hz. İbrahim duasında dünyevi rızkı yalnız
239 Zımnen: Acılar İbrahim'i inşa etti, İbra­
Allah'a ve âhirete iman edenler, bir başka ifa­
him Kabe'yi inşa etti.
deyle "tevhid ve adalete" tabi olanlar için iste­
240 Burada hazâ beleden şeklinde belirsiz ge­ mişti. Allah, onun bu düşüncesinin ilâhî kanu­
lirken İbrahim 35'te hâze'l-beled şeklinde be­ na uygun olmadığını, rızkın dünyada mü'min-
lirlilik takısıyla gelir. Çünkü bu âyet "çorak kâfir demeden tüm insanlara verileceğini ifade
bir vadi" (65/lbrahim: 37) olan bölgenin ima­ ederek onu tashih etti (Krş: 70/Hûd: 48).
rından önceki hâline işaret ederken, İbrahim
243 Ve iz yuessisu (tesis ederken) yerine yerfe'u
35'te mamur ve şehirleşmiş hâline işaret edil­
gelmesi, Hz. İbrahim'in Kabe'nin ilk banisi de­
miştir. Bir görüşe göre ikisi de aynı anlamda­
ğil, ihya edicisi olduğunu gösterir. O, yıkılanı
dır, çünkü burada nekra iki kez gelmiştir. Bir
yeniden yükseltmiştir (Krş: 98/Âl-i İmran: 96).
başka görüş ise bu ibarenin açılımı hâze'l-be­
led, beleden aminen (bu belde, güvenli bölge­ 244 Muslimeyni, lâm ile birlikte "kayıtsız
dir) şeklindedir, el-beled gizlenmiştir. şartsız teslimiyet" vurgusunu kazanır. İbra­
him ve İsmail isimleri niçin bin yıllar boyun­
241 Öteden beri bu âyetle, "Ben neslimden
ca milyarlarca yüreğin sevgi halesiyle kuşatıl­
olanları ekip-biçmeye elverişsiz bir vadiye yer­
mıştır? İşte bunun sırrı, bu samimi duada gö­
leştirdim" (65/lbrahim: 37) âyeti arasında çeliş-
rünen tevazu, içtenlik, iman ve aşkta saklıdır.
muzdan da sürekli sana teslim olacak ön­ 131 "Rabbi ona 'teslim ol' dediğinde, kar­
der topluluklar var et! Bize nasıl kulluk şılığı şu oldu: Âlemlerin Rabbine teslim
yapacağımızı g ö s t e r 245
ve bizi affet! Hiç oldum." 250

şüphe yok ki sen tevbeleri çokça kabul 132 İşte İbrahim, kendi oğullarına bu di­
edensin, rahmetle muamele edensin! ni vasiyet etmişti; nitekim Yakub da öy­
129 "Rabbimiz! Onlar arasından kendile­ le y a p t ı : 251
"Yavrucuklarım! Allah size
rine senin mesajını okuyacak, ilâhî kela­ en saf, en temiz inancı seçti! Şu hâlde
mı ve hakikate mutabık hüküm verme­ (Allah'a) tam teslim olmadan can vere-
yi 2 4 6
öğretecek ve onları arındıracak 247
cekseniz sakın ö l m e y i n ! " 252
133 Ve siz
bir elçi gönder. Çünkü yalnızca Sensin (Ey Isrâiloğulları), Yakub'un ölüm döşe­
her işinde mükemmel o l a n , 248
her hük­ ğinde oğullarına "Benden sonra neye kul­
münde tam isabet kaydeden de Sen. luk edeceksiniz?" diye sorduğuna, onla­
130 Kişiliksiz tipler hariç, kim İbra­ rın da "Senin ve ataların ibrahim, ismail
him'in inanç sisteminden yüz çevirebilir ve Ishak'm da ilâhı olan tek ilâha kulluk
ki? Biz onu dünyada seçkin kılmıştık, edeceğiz ve yalnızca O'na teslim olaca­
âhirette ise o kesinlikle erdemliler ara­ ğız" dediklerine şahit olmadınız m ı ? " 2 5 3

sında yer a l a c a k . 249


134 "Şimdi o toplumlar geçmişte kaldı:

245 Menâsik "ibadet" ve "ibadetlerin amacı" âyette ifade edilen "seçimle" doğrudan ilgili­
anlamına gelen menseİc'in çoğuludur. Biz de dir. Allah onu insanlar arasından peygamber
bu asli anlamını tercih ettik. Menâsik daha olarak seçtiğinde teslim olmasını istedi, o da
sonraları hac ibadetine has ritüellerin topla­ teslim olduğunu hayatıyla göstererek bu seçi­
mına verilen isim hâlini almıştır. Hiç kuşku­ me lâyık olduğunu isbat etti. Buradaki konuş­
suz âyetteki duanın arka planında duayı yapan ma, kimi müfessirlerin de ifade ettiği gibi, bi­
bu iki insanın inşa ettikleri "beyt"le ilgili zatihi gerçekleşmiş sözlü bir diyalogdan çok,
kaygılar yatıyordu. Namazın temellerinin Hz. fiîlî bir ifade biçimi de olabilir (Bkz: Zemahşe­
İbrahim'e nisbet edilmesi durumunda, menâ- rî, Râzî, Şevkânî ve Âlûsî).
siki hacca tahsis etmek doğru olmayacaktır. 251 Âyet "vasiyyeti" tavsiye etmektedir. Kişi­
246 Hikmet için bkz. 94/Bakara: 269 ve nin ölüm için yapacağı temel hazırlıklardan bi­
70/Hûd: 1, ilgili notlar. ri geride kalanlara mirastan önce vasiyet bırak­
247 Veya teziriye'nin "çoğaltma, artma" kök masıdır. Bu vasiyetin ekseninde de dünyadan
anlamına dayanarak: "onları çoğaltacak". Krş. önce âhiret saadetinin anahtarları olmalıdır.
"siz azınlık iken o sizi çoğalttı" (56/A'râf: 86). 252 Âyetteki özgün mânayı korumak için har­
248 Aziz isminin kök mânası "sertlik, güçlü­
/ fi çeviriyi tercih ettik. Zımnen: Madem ölme­
lük, dirençlilik ve üstünlük"tür. Mübalağa ki­ mek mümkün değil, o hâlde Allah'a teslim
pi kelimeyi anlamının zirvesine taşır ki "en olarak (yaşayın) ve ölün! Yoksa bir yolunu bu­
üstün" demektir. Bu da çeviriye "mükem­ lun da ölmeyin (!), aksi halde sizi, ölümden
mel" olarak yansımıştır. bin beter bir ceza bekler.
249 Bu âyetle 120. âyet arasında irtibat vardır. 253 Yahudi muhataplar Allah'ın yalnızca Is-
250 Zımnen: İbrahim de bütün peygamberler hak'a ve onun oğullarına vaadde bulunduğunu
gibi Allah'ın hakkını teslim etmek için Al­ iddia ediyorlardı. Çünkü onlar Hz. ibrahim'in
lah'a teslim olanlardandı. Bu âyet bir üstteki oğlu Ishak soyundan geliyorlardı. Onlara göre
Hz. ismail'e verilen söz geçiciydi. Bunda diren-
Nûzûl: 94 Mushaf: 2 ^y^, 94/BAKARA SÛRESİ
*^ st •

onların kazandıkları kendilerine, sizin sma ilâhlık da yakıştırmazdı."


kazandıklarınız da size a i t t i r ; 254
ve siz on­ 136 Deyiniz ki: "Biz Allah'a inanırız,- bi­
ların yaptıklarından asla sorumlu tutul­ ze indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a,
mayacaksınız. " 2 5 5
Yakub'a ve onların (iman) soyundan ge­
len (peygamberlere) indirilenlere,- Mu­
135 ONLAR dediler ki: "Yahudileşin ya sa'ya ve İsa'ya indirilene,- y a n i 257
tüm ne­
da Hıristiyanlaşın ki doğru yolu bulaşı­ bilere Rablerinden indirilenlere inanırız,-
nız! 7 / 2 5 6
De ki: "Hayır, biz dosdoğru yol onların arasından hiçbirini ayırt etmeyiz:
üzere bulunan İbrahim'in inanç sistemi­ zira biz sadece O'na teslim olanlarız. 258

ne mensubuz,- üstelik o Allah'tan başka- 137 Eğer onlar sizin inandığınız g i b i 259

melerinin sebebi Hz. Peygamber'in hür olma­ lerin atalarla övünmesi neyse, Hıristiyanların
yan Hacer'den olma (!) İsmail soyuna mensup Âdem atayla yerinmesi de benzer bir sapmaydı.
olmasıydı. Oysa ki onlar Eski Ahid'de geleceği 256 Zımnen: Onlar Tevrat ve İncil'e, Hz. Musa
bildirilen peygamberin [Tesniye 18:18) İshak ve Hz. İsa'yı gönderen Allah'a çağırmak yerine
soyuna mensup olacağını iddia ediyorlardı. On­ kendilerine çağırdılar. Burada "Yahudileşin"
ların bu iddialarım ellerindeki Eski Ahid yalan­ ya da "Hıristiyanlaşın" biçiminde çevirdiğimiz
lıyordu, ibrahim neslinin bereketli olacağına kelimeleri "Yahudi olun" ya da "Hıristiyan
dair verilen ilâhî söz Hacer'in gebeliği sırasında olun" şeklinde çevirmek de mümkündür. Lâ­
gerçekleşti [Tekvin 15:5 ve 16:10). İshak'm ibra­ kin bu tür bir çeviri âyetin amacına uygun düş­
him'e vaad edilmesinden soma da İsmail'e veri­ memektedir. Çünkü 1) Onlar burada Müslü­
len söz yenilenmişti [Tekvin 17:20). Eski manları Tevrat'a ya da incil'e imana davet et­
Ahid'e göre bu ilâhî sözün alameti doğan her mediler,- zaten Tevrat'a ve İncil'e iman etmek
çocuğun sünnet olmasıydı [Tekvin 17:10). Bu Müslüman olmanın şartlarından biridir. 2) Hz.
İbrahimî gelenek hem Ishakoğullarmda hem de Musa ve Hz. İsa'ya inanmaya da davet etmedi­
İsmailoğullarmda uygulana gelmektedir. Bu iki ler,- çünkü Musa ve İsa Kur'an'ın tasdik ettiği
âyette, İsrâiloğullarmın ataları olan İsrail lakap­ ve Müslümanların iman ettiği iki peygamber­
lı Hz. Yakub'un kendi oğullarından aldığı söze dir. Onları inkâr eden de Müslüman olamaz. 3)
nasıl inanıyorlarsa, Hz. İbrahim'in de her iki oğ­ Kitap ehli söz konusu çağrıyı Hz. Musa ve Hz.
lundan öyle söz aldığına ve onların da verdikle­ İsa'ya tabi olmaya da yapmamaktadır. Çünkü,
ri bu söze sadık kaldıklarına inanmaları isteni­ Kur'an zaten Hz. Peygamber'i onların yoluna
yordu. Bu yolla Yahudi muhatapların ırkçılığı uymaya çağırmıştır (73/En'âm: 90). İşte bütün
tescillenmiş, Hz. Peygamber'e inanmama ge­ bunlardan dolayı Yahudilerin ve Hıristiyanla­
rekçelerinin tutarsızlığı yüzlerine vurulmuştur. rın çağrısı bir kitaba, bir şeriata, bir peygambe­
254 Bu âyet, tarihlerini bir övünme ya da ye­ re değil "yahudileşmeye" ve "hıristiyanlaşma­
rinme unsuru olarak gören fert ve toplumlara ya" çağrıdır. Fâtiha'nm diliyle: "gazaba uğra­
Islâm'm en değişmez ilkelerinden birini hatır­ yanların" ya da "sapıtanlarm" yoluna çağrı.
latmaktadır (Krş: 73/En'âm: 164; 68/lsra: 15; Yahudileşme için bkz. Yahudileşme Temayü­
42/Fâtır: 18; 77/Zümer: 7 26/Necm: 36-39).
;
lü, İstanbul-1995 ve Hıristiyanlaşma için bkz.
Üç Muhammed, lstanbul-2001, s. 43-63.
255 Âyetin son cümlesi, Yahudi ve müşrik bö­
bürlenmesinin tersinden yapılması anlamına 257 Vav'ın tefsiriyye vurgusuyla.
gelen Hıristiyanların Âdem'in günahından dola­ 258 Zımnen: Ey bizi kendilerine çağıranlar, biz
yı onun tüm çocuklarının sorumlu tutulacağına sizin bu çağrınıza karşılık sizi kendimize ça­
dair "ilk günah" dogmasına bir atıftır. Yahudi- ğırmıyoruz. Biz size "bizim gibi olun" da de-
inanırlarsa, işte asıl o zaman doğru yola aittir: biz varlığımızı sadece O'na ada­
girmiş olurlar. Yok eğer bundan kaçınır­ dık. 263

larsa, o zaman ayrımcılık çıkarıp sapan 140 Yoksa siz "İbrahim, İsmail, İshak,
onlar olmuş o l u r . 260
Onlara karşı, (tam Yakub ve onların neslinden gelenler Ya­
zamanında) Allah sana yetecektir: zira hudi ya da Hıristiyan'dılar" mı demek is­
O'dur içinizden geçen dilekleri işiten, ni­ tiyorsunuz? 264
Söyle onlara: Siz Allah'tan
yetlerinizi ayrıntısıyla bilen. daha mı iyi biliyorsunuz? Kendisine Al­
138 Allah'ın vurduğu boya... Kim Al­ lah'tan gelen bir şahitliği gizleyenden da­
lah'tan daha güzel boya vurabilir ki? İşte ha zalim kim olabilir? 265
Ama Allah yap­
biz, (bunun için) yalnızca O'na kulluk tıklarınızdan gafil değildir."
ederiz. 261
141 "O toplumlar şimdi geçip gittiler:
139 (Kitap Ehli'ne) de ki: Allah hakkında Onların kazandıkları kendilerine sizin
bizimle tartışacak m ı s ı n ı z ? 262
Hâlbuki O kazandıklarınız da size aittir,- ve siz onla­
bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir; rın yaptıklarından kesinlikle sorumlu tu­
bizim yaptıklarımızın sorumluluğu bize, tulmayacaksınız." 266

sizin yaptıklarınızın sorumluluğu size

miyoruz. Biz herkesi ışığın kaynağına çağırıyo­ altyapıdır. İnsanın tek doğal boyası budur;
ruz. Bunu yaparken "siz-biz" ayrımı yapmıyo­ onun üzerine sürülen tüm boyalar sentetiktir.
ruz. Biz tüm vahiylere ve tüm peygamberlere Zımnen: Müslüman olmak bir başka boyayla
hiç bir ayrımcılık yapmadan inandığımızı ilan boyanmak değil, sentetik boyaları atıp kendi
ediyoruz. Bunlarla birlikte aynı kaynaktan ge­ öz boyasına dönmektir. Bu yüzden İslâm'a dö­
len son mesaj Kur'an'a ve onu bize getiren Son nüş öze dönüş, kendine geliştir.
Elçi'ye de iman ediyoruz. Ama siz ne birbirini­ 2 6 2 Zımnen: Siz ey Allah'ın kendilerine soy­
zin değerlerine ne de bizim değerlerimize ina­ larından, boylarından, mensubiyetlerinden
nıyorsunuz. Şimdi söyleyin: kimin çağrısı da­ dolayı özel muamele edeceğini savunanlar!
ha tutarlı, daha insanî ve doğru? Bakara 62 ve Yalnızca bir zümrenin değil, âlemlerin Rabbi
Mâide 69, bu âyet ışığında anlaşılmalıdır. olan Allah'ın yargısını tartışacak mısınız?
2 5 9 Kitap Ehli'nin kendi değerlerine dahi aslı­ 2 6 3 Bir önceki âyetle birlikte zımnen: Al­
na sadık bir biçimde inanmadıklarını îmâ eder. lah'ın vurduğu rengi tartışmak, Allah'ı tartış­
Onların problemi sadece eksik inanmak değil, maktır: Bunu anlamıyor musunuz?
aynı zamanda inanç esaslarını da tahrif etmek­ 2 6 4 Zımnen: Tüm peygamberler müslüman-
ti. Bu ikinci problem sürdüğü sürece birincisi­ dır. Yedi kıraat imamından üçü yekûlûne oku­
nin çözümü hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Ya­ muşlardır. Bu durumda anlam şöyle olur:
ni onlar da hiçbir ayrım gözetmeden tüm de­ "..demek istiyorlar?" Taberî'nin şaz saydığı bu
ğerlere inandıklarını beyan etseler dahi, bu kez okuyuşun bir üstteki âyetle üslûp ve kipleme
şu soru gündeme gelecektir: Gerçekten Kitab'a açısından daha bir örtüştüğünü söyleyebiliriz.
mı uydular, kitabına mı uydurdular?
2 6 5 Burada gizlendiği ifade edilen "tanıklık",
2 6 0 Zımnen: İmanınız hakkında sizin ne dedi­ Hz. Peygamber'in geleceğine dair Kitab-ı Mu-
ğiniz değil, Allah'ın ne dediği önemlidir. kaddes'te yer alan atıflardır. Bu bilginin giz­
261 Boyaların hası Allah'ın boyasıdır, Allah'ın lendiğine dair atıflar 42 ve 76. âyetlerde de yer
boyası "fıtrat", yani insanın doğasıdır. Fıtrat, almıştı (Ayrıca krş. Âyet 147).
insanın doğasına Allah'ın döşediği muhteşem 2 6 6 Bu âyet 134. âyetle lafzen aynı, lâkin bağ-
142 İNSANLAR arasından beyinsizler 267
neltmeyi d i l e r . 270

çıkıp diyecekler ki: "Daha önce yönel­ 143 İşte böylece sizin dengeli 271
bir üm­
dikleri kıbleden onları çeviren sebep ne­ met 2 7 2
olmanızı istedik ki, insanlığa ör­
dir?" 268
De ki: "Doğu da batı da Allah'ın­ nek ve model olasınız ve Rasul de size ör­
dır: 269
O dileyen kimseyi doğru yola yö- nek ve model o l s u n . 273
Elçi'ye uyanların

lam ve vurgu olarak farklıdır. Âyet 134 atalar­ önceki şeriat sahibi peygamberin bıraktığı
la övünmenin yerildiği âyetlerin hemen ardın­ yerden başladı. Aynı zamanda Kudüs'e yöneliş
dan gelmişken, bu âyet Yahudilerin atalarının toplumsal bir terbiye unsuru oldu. Atası İbra­
kendilerine bildirilen hakikate karşı işledikle­ him'in hatırası Kabe dururken bir Arab'ın baş­
ri cinayeti hatırlatan âyetin hemen ardından ka bir yöne yönelerek ibadet etmesi cidden
gelmiştir. Dolayısıyla 134. âyet ataların yaptı­ gurur kırıcıydı. Bu ağır sınavı mü'minler başa­
ğı iyiliklerin kişinin erdemine hiçbir şey kat­ rıyla verdiler ve Allah'a atalarından daha fazla
mayacağı vurgusunu, bu âyet ise ataların yap­ bağlı olduklarını isbat ettiler. Onların ırk asa­
tığı kötülüklerden çocuklarının sorumlu tu­ biyetleri ve kabile taassupları böyle törpülen­
tulmayacağı vurgusunu taşır. mişti. Tabi bu durum Yahudilerin zaten abar­
tılı olan gururlarını okşadı. Onlar bunu bir im­
267 Sufehâ', (t. sefih) "kişinin duyguda, dü­
tihan değil, kendi yersiz gururlarını okşayacak
şüncede, görüşte ve ahlâkta basitleşmesi, aklı­
bir fırsat olarak gördüler. Akide hâline getir­
nı kullanmaması" olarak tanımlanabilir. 130.
dikleri toplumsal kibirleri daha da arttı. Şim­
âyette, bu fiil yalın hâlde değil nefs mef ûlüy-
di sınanma sırası onlardaydı. Fakat onların bu
le birlikte kullanılmıştır. Bu nedenle biz orada
sınavdan nasıl çıkacağı daha başından haber
"kendini harcayan kimseler" olarak çevirdik.
veriliyordu ki, Hz. Peygamber ve mü'minler
268 Yakında gerçekleşecek etkileri çok yönlü hayal kırıklığına uğramasınlar.
ve derin olacak bir olaya zemin hazırlıyor:
Kıble değişimi. Aslında, 124. âyetle açılan pa­ 271 Vesat, nicelik olarak "orta", nitelik olarak
rantezin gerçek nedeni sözü bu noktaya getir­ "denge ve adalet" anlamına gelir. Kureyş leh­
mekti. 143. âyetteki "daha önce yöneldiğin çesinde de vesetan, 'adlen vurgusuyla kulla­
kıble" ifadesinden, ibadetlerde Mekke'de yö­ nılmıştır. "Kenar" anlamına gelen tarafın
nelmen kıblenin Kabe olduğunu anlıyoruz. karşıtıdır. İfrat ve tefrit de vesat m zıtlarıdır.
Burada, 'vasat ümmet'ten kasıt nitelik anla­
269 Yani: "..her yer Allah'ındır".
mında bir 'orta'lıktır. Bunu da en güzel "den­
270 Çevirimize mesnet olan yeşâ' fiilinin çift
ge" ifade eder. Bu ümmet için "dengeli" vur­
özneli konumu için bkz. 69/Yûnus: 25;
gusu, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta dengenin
97/Nûr: 21 ve 92/Muhammed: 17, ilgili not­
bozulduğu imâsını içerir.
lar. Bu âyetteki "sırat-ı müstakim", Fâtiha'da-
kinden farklı olarak belirsiz gelmiş. Bu, yönel­ 272 Umm kökünden türetilen ümmet zımnen
tilen doğru yolun daha önceden yürünenden "İnsanlığı ana gibi kucaklayacak bir toplum"
farklı, yeni, önceden bilinmeyip yeni ortaya vurgusu taşır.
çıkan birtakım özellikler taşıdığına işaret etse 273 Şehid "tanık" anlamına, "hayatını imanı­
gerektir. İşte işaret edilen bu yeniliklerden bi­ na şahit kılan ve çağına şahit olan" anlamına
ri de kıble meselesidir. geldiği gibi; "örnek, model" anlamına da gelir.
İbranî peygamberleri, Kudüs'teki Hacer-i Mu- Tercihimiz ikincisidir. Ümmetin "şehid" ol­
allak'a yönelerek ibadet ederlerdi. İsrâiloğulla- ması,- insanlığın imanına şahit olan ve insan­
rımn kıblesi kutsal addolunan bu kaya idi. Hz. lığı imanına şahit kılan ana yürekli toplum ol­
Peygamber, peygamberler zincirinin son hal­ ması demektir. İmam ümmetin manevî anne­
kası olarak, kıble meselesinde kendisinden si, ümmet insanlığın manevî annesidir.
arasından topukları üzerinde geri dönen­ Kendilerine daha önce vahiy emanet edil­
leri seçip ayırmak i ç i n , 274
senin daha ön­ miş olanlar, bu emrin Rablerinden gelen
ce yöneldiğin yönü kıble olarak tayin et­ bir gerçek olduğunu iyi bilirler: Allah on­
tik. 275
Hiç şüphesiz bu olay, Allah'ın yol ların yaptıklarından habersiz değildir.
gösterdikleri hariç, herkes için çok zor 145 Sen daha önceden kitap gönderilenle­
bir sınavdı,- Allah sizin imanda ısrarınızı re tüm delilleri getirsen dâhi onlar senin
kesinlikle zayi etmeyecektir: Elbette Al­ kıblene yönelmezler ve sen de artık on­
;

lah insanlara karşı sınırsız bir şefkat, son­ ların kıblesine yönelmezsin. 278
Ve ne de
suz bir merhamet sahibidir. 276
onlar birbirlerinin kıblelerine yönelir­
144 Biz senin yüzünü gökyüzüne çevirip ler. 279
Sana ilim geldikten sonra eğer on­
durduğunu görüyorduk. İşte şimdi seni ların keyiflerine uysaydın, bu durumda
kesinlikle razı olacağın bir kıbleye dön­ sen kesinlikle kendine zulmedenlerden
dürüyoruz: Artık yüzünü Mescid-i Ha- olurdun. 280

ram'dan yana çevir! Siz de nerede olursa­


146 Kendilerine vahiy tevdi edilenler,
nız olunuz yönünüzü o yana çeviriniz! 277

onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.

274 Lafzen: "bilmemiz için". Aklen ve naklen tığını da izah eder.


sabit olan hakikat Allah'ın olmuş ve olacağı 276 Hitabın kitap ehline olması da mümkün­
bildiğidir. O hâlde buradaki li-na'Iem'i nasıl dür.
anlamak gerekir? Kur'an'da buna benzer ifade­
277 Sözlükte "bir şeyin parçası" anlamına ge­
ler hayli yekûn tutar. Birinci tekil şahıs kipiy­
len şatra, burada "..den tarafa, ..e doğru" anla­
le değil de, tıpkı bu âyette olduğu gibi çoğul
mına gelir. Sadece bu kelime, namaz kılan
kipiyle gelen bu âyetlerin tamamında yer alan
mü'minleri kıbleyi derece olarak tam tuttur­
"bilelim diye" ibareleri bu şekilde anlaşılma­
mak gibi zor bir mükellefiyetten kurtarmış,
lıdır (Bkz: 62/Kehf: 12; 89/Ankebût: 2; 76/Se-
Mescid-i Haram "tarafına" yönelmeyi yeterli
be': 21; 92/Muhammed: 31 vd). Allah'ın bilgi­
görmüştür.
si zamandan bağımsız mutlak bilgidir. Bu gay-
ba taalluk eder ve imanın konusudur. Allah'ın 278 Allah'ın insanlardan sadır olacak eylemle­
dinamik kadere tabi kıldığı insanın davranış­ ri bilmesi günahları hususunda kendileri için
bir mazeret olamaz. Çünkü insanlar emredile­
larını olmadan evvel bilmesi, o davranışın
ni yapmaya ve yasaklanandan kaçınmaya
muhataplarına ceza ve ödül gerektirmez. Dav­
muktedirler.
ranışın muhatabına ceza ve ödül getiren bilgi
asıl ikincisidir. Bu "vâki olan"ın bilgisidir. Bu 279 "Onlardan" kasıt Kitap Ehli'dir. Yahudi­
bilgiye muhtaç olan sınavı yapan Allah değil, ler, ibadetlerinde Kudüs'teki Hacer-i Mual-
sınava giren insandır. O yüzdendir ki bu ibare­ lak'a yönelirken, Hıristiyanlar gün doğusuna
ler "seçip ayırmak için" vurgusunu taşır. yönelirlerdi.

275 Buradaki mâ nafiye olarak okunursa, mâ­ 280 Zımnen: Sözgelimi sen onların istekleri
doğrultusunda davranmış olsaydın, onlar seni
na "herhangi bir kıble tayin etmeyerek (Ku­
yine reddedecek ve kabullenmeyeceklerdi.
düs'ü kıble edinmene izin verdik}" olur. Bu
Bunun en açık örneği Kudüs'e doğru yönele­
takdirde "geri dönenler", Kudüs'e yönelmeyi
rek 16 ay namaz kılınandır. Gördün, hiçbir
kendilerine yediremeyen Araplar olmuş olur.
şey değişmedi. Onlar inkârlarında direndiler
Bu durum, Medine'de hayli yekûn tutan mü­
ve senin sürekli kendini inkâr etmeni istedi­
nafık zümrenin ne tür gerekçelerle ortaya çık-
ler.
Buna rağmen onların çoğu, bildikleri hâl­ nız olunuz, yüzlerinizi Mescid-i Ha-
de ısrarla gerçeği gizlerler. 281
ram'dan yana çeviriniz ki, onlar içerisin­
147 Hakikat Rabbinden gelendir; sakın den zulümde direnenler hariç, insanların
kuşkuya kapılanlardan o l m a . 282 size karşı kullanacakları bir delilleri ol­
masın. Onlara tazim göstermeyin, asıl
148 Her bir ümmetin O'nun yönlendirdiği
Bana tazim gösterin! Böylece size olan ni­
bir kıblesi vardır: 283
O hâlde, iyilikte birbi-
metimi t a m a m l a y a y ı m 286
ve siz de bu sa­
rinizle yarışın! Her nerede olursanız olun
yede doğru yolu bulabilesiniz. 287

Allah sizin tümünüzü bir araya toplaya­


caktır: Zira Allah her bir şeye kadirdir. 151 işte b ö y l e c e , 288
içinizden size âyetle­
rimizi okuyacak, sizi arındıracak, size
149 Nereden yola çıkarsan çık, yüzünü
ilâhî mesajı ve hikmeti öğretecek ve ayrı­
mutlaka Mescid-i Haram'a ç e v i r . 284
Bil ki
ca bilmediklerinizi size bildirecek bir el­
bu emir Rabbinden gelen bir hakikattir.
çi gönderdik. 289

Allah sizin de yaptıklarınızdan habersiz


değildir. 285
1 50 Ve her nereden gelirsen 152 Şu hâlde, beni anın ki ben de sizi ana­
gel, kesinlikle yüzünü Mescid-i Ha- yım! 2 9 0
Ve bana şükredin, sakın nankör­
ram'dan yana çevir. Siz de nerede olursa­ lük etmeyin!

281 İbn Abbas'a göre "o" zamiri kıbleye işaret esasa ilişkin bir mesele olmadığı îmâ edilir.
eder. Fakat insanın insana benzetilmesi insa­ 284 Burada, 144 ve 150. âyetlerde aynı lafızlarla
nın mekâna benzetilmesinden evladır. Üstelik gelen bu emrin üçü de farklı bağlamlara aittir.
âyette "bilmeye" değil "tanımaya" vurgu ya­
285 Kıble değişimi emrinin verildiği iki âyetin
pılmaktadır. Dolayısıyla "o" zamiri Rasulul-
(bu ve 144) son cümlelerini birlikte okursak an­
lah'a döner. Zira onlar bir peygamber geleceği­
lam şu olur: "Allah onların yaptıklarından da,
ni biliyorlardı (Krş: 94/Bakara: 76, not 136).
sizin yaptıklarınızdan da habersiz değildir."
282 Kıble konusu bağlamında bu âyet "Haki­
286 Nimetin 'itmamı' için bkz. 108/Mâide: 3,
katin kaynağı nedir?" sorusuna da cevaptır:
not 7.
Allah.
287 Zımnen: Sizin için insanların ne dediği
283 Abdullah ibn Mes'ud ve Ubeyy b. Ka'b
değil Allah'ın ne dediği belirleyici olsun.
vichetun'u kıbletun okumuştur. Huve zamiri
kull'e aittir diyenlere göre anlam şöyle olur: 288 Hitap zamirinin müteallakı için bkz. Râ-
"Her bir ümmetin kendisine (ona) yöneldiği zî, Ebu Müslim'den.
bir kıble vardır". Bu tercihte, kıble tayininde 289 Bu âyet Hz. ibrahim ve ismail'in duası
Allah'ın belirleyici rolüne işaret yoktur. An­ olan 129. âyete bir atıftır. Ebu Müslim bu âye­
cak zamirin Allah'a işaret ettiğini tercih eden ti 143. âyete atıf saymıştır. Ama bunu 129'dan
okuyuşa göre anlam yukarda verdiğimiz gibi ayıran tek fazlalık "bilmediklerinizi size bil­
olur. Bu mâna, hemen ardından gelen ve fâ direcek" cümleciğidir. Hz. Peygamber'in "Al­
bağlacıyla iki cümle arasındaki zorunlu ilişki­ lah beni öğretmen olarak gönderdi" (ibn Han-
ye delalet eden "O hâlde birbirinizle iyilikte bel III, 328) sözü, bu âyetin ışığında anlaşılma­
yarışın" ibaresiyle uyum arz eder. Çünkü bu­ lıdır.
rada Kitap Ehli'nden kimsenin kıblesi veril­ 290 iki âyetin başında yer alan edatlar gerekçe
mediği gibi, farklı kıblelerin birbirine üstün­ gösterilerek âyetlerin birbirinin devamı oldu­
lüğüne ilişkin bir îmâ da yoktur. Aksine 177. ğu söylenmiştir (Râzî). Bu durumda mâna şöy­
âyette de vurgulandığı gibi, kıble meselesinin le olur: "içinizden, size âyetlerimi okuyacak,
153 EY iman edenler! (Allah'tan) sabır ve musibete uğradıklarında: "Doğrusu biz
salât i l e 2 9 1
yardım isteyin. Zira Allah sab­ Allah'a aidiz ve sonunda yine O'na döne­
redenlerle beraberdir. 154 Allah yolun­
292
ceğiz" derler. 297

da öldürülenler için " ö l ü " demeyin! Ak­ 157 İşte bunlar, Rablerinin sürekli des­
sine onlar diridirler, 293
fakat siz farkında tek 2 9 8
ve bağışına mazhar olanlardır.
değilsiniz. 294
Doğru yolda olanlar da bunlardır. 299

155 Kesinlikle sizi k o r k u y l a , 295


açlıkla, 158 "Hiç kuşkusuz Safa ile Merve Al­
mal, can ve verim kaybıyla sınarız. Ama lah'ın sembollerindendir. 300
Kim hac ya
sabredenleri m ü j d e l e ! 296
156 Onlar bir da umre amacıyla Kabe'yi ziyaret eder-

sizi arındıracak, size Kitab'ı ve hikmeti öğre­ sında müstesna bir yeri olan bu cümle, aslın­
tecek bir elçi göndererek sizi andığım gibi siz da İslâm inancının anahtarlarından biridir.
de Beni anın..." Bundan farklı olarak Ferrâ, Çünkü İslâm iki temel üzerinde yükselir:
151. âyetin, bu âyetin cevabı olarak okunabi­ Tevhid ve adalet. İstirca, tevhidin özeti ve var­
leceğini söylemiştir. lığın kaynağına atıftır. Aynı zamanda bu,
291 Sabır ve salât m nasıl anlaşılması gerekti­ mü'minin fânî varlığını Allah'ın baki varlığı­
ğine dair bir not için bkz. âyet 45, not 83. na adama andıdır. Ve bir kulluk itirafıdır,- bu
itirafta zikir de vardır, şükür de vardır, dua
292 Bu âyetin bir benzeri bu sûrede yer alan
da...
45. âyettir. Fakat söz konusu âyet Isrâiloğulla-
rına hitap ettiği hâlde bu âyet doğrudan 298 Salavâtm (t. salât) bu anlamıyla ilgili bkz.
mü'minlere hitap etmektedir. Bu nedenle 45. 106/Ahzab: 56, not 74.
âyetin başında yer almayan "Ey iman edenler" 299 Kulun Allah'a salât ı dua ve namaz, Al­
hitabı bu âyette yer almaktadır. lah'ın kula salât \ duasına icabet ve mağfiret
293 Râzî, Kâbî ve Ebu Müslim'e atfen "diridir­ ederek ona yardım etmesi ve destek vermesi­
ler" ifadesinin "dirilecekler" anlamında kul­ dir. Zira salât, "destek" mânasına gelen bir
lanıldığını söyler. Bu, cennete girecekler için kökten türetilmiştir (Bkz: 9/A'lâ: 15, not 15).
geçmiş zaman kipinin kullanıldığı âyetlerden 300 "Allah'ın sembolleri": Burada "sembol"
kolayca çıkarılabilir (Bkz: 91/Hac: 56; 90/Mu- anlamı verdiğimiz şe'âir (t. şa'îra), aslen kur­
taffifin: 13). Zeccâcî de benzer bir sonuca varır banlık hayvanların boyunlarına demirle vuru­
[îştikâku Esmâillah, Beyrut, 1406, s. 133). lan işarete denilir. Din de, dil gibi "sembolik"
294 Zımnen: Allah yolunda ölen veya öldürü­ değil ama bir semboller sistemidir. Semboller
len kimse, hayatını ve canını imanına şahit birer atıftırlar. Her sembolün mutlaka sembo­
kılmıştır. Ancak böyleleri şehîd olarak adlan­ lize ettiği bir hakikat vardır. Sembol zarf, sem­
dırılmayı hak ederler. bolün sembolize ettiği gerçek ise mazruf, yani
mektuptur. Zarf önemini içinde taşıdığı maz­
295 Allah'tan başkasından korkan iki cezaya
ruftan alır. Mektubu olmayan bir zarf, ruhu
çarptırılır: Korkunun kendisi ve korktuğunun
olmayan bir ceset gibidir. Semboller de öyle.
başa gelmesi.
Sembollerin sembolize ettiği hakikatler, cese­
296 Kısa bir süre sonra Bedir'le başlayacak de nazaran ruh mesabesindedirler. Hac ibade­
zorlu sürece işaret ediliyor ve sınavı başarıyla ti de baştan sona sembollerle dolu bir ibadet­
verebilmek için nasıl bir tavır takmılması ge­ tir. Bu sembollerden biri de sa'y adı verilen Sa­
rektiği öğretiliyor. fa ile Merve tepecikleri arasını yedi kez kat
297 înnâ lillahi ve inna ileyhi raci'ûn cümlesi­ ediştir.
ne "istirca" denir. İslâm'ın hayat kodları ara-
se, 3 0 1
o ikisi arasında sa'y etmesinde her­ eden, merhameti sonsuz o l a n . 305

hangi bir mahzur y o k t u r . 302


Eğer biri kal­ 161 Küfreden ve küfründe sonuna kadar
kar da emredilenin ötesinde hayır işlerse, direnip o hâl üzre ölen kimselere gelince:
iyi bilsin ki Allah yaptığının karşılığını Allah'ın, meleklerin ve tüm insanlığın
bol bol verendir, (insan için iyi olanı) ta­ lanetine uğrayacak olanlar onlardır. 306

rifsiz bir biçimde bilendir. 303


162 Onlar o lanetin içinde kalıcıdırlar:
Onların ne azabı hafifletilecek, ne de
159 ŞİMDİ, katımızdan indirdiğimiz apa­ kendilerine göz açtırılacaktır. 307

çık belgeleri ve rehberlik delillerini Kitab 163 Ve sizin ilâhınız bir tek İlah'dır,
aracılığıyla insanların önüne koyduktan O'ndan başka tapılmaya lâyık hiçbir var­
sonra onu gizleyenler var ya: işte Allah'ın lık y o k t u r ; 308
Özünde rahmet sahibi olan
ve lanet etme yeteneğine sahip tüm var­ O'dur, işinde merhametli olan O ' d u r . 309

lıkların lanet ettiği kimseler onlardır. 304

164 Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaratı­


160 Fakat tevbe edenler, kendini onaran­
lışında, gece ve gündüzün birbirini takip
lar ve gizlediği gerçeği açıklayanlar hariç.
edişinde, insanlara yararlı yüklerle yükle­
İşte onların tevbelerini kabul edeceğim:
nip denize açılan gemilerde, Allah'ın gök­
Zira, sadece Benim tevbeleri çokça kabul
ten indirerek kendisiyle yeryüzünü ölü-

301 Hacc kelime olarak "müracaat merkezi, 305 Tevbe, bir "yeniden kazanma" iradesidir.
herkesin başvurduğu odak, tekrar tekrar ken­ Allah'a tevbe etmek, insanın kendisini yeni­
disine gelinen şey" demektir. "Delil, belge, re­ den kazanması için Allah'tan yardım talebi­
ferans ve kaynak" anlamına gelen hüccet de dir. Bu bir onarım faaliyetidir. Zımnen: "Al­
aynı kökten gelir. Haccın belirli zaman ve me­ lah'ım ben kendimi kaybetmişim! Fakat ken­
kânı, umrenin sadece belirli mekânı vardır. dimi yeniden kazanmak istiyorum! Kendimi
302 Sa'y bu âyet delil gösterilerek İslâm fıkıh onarmama yardım et!" Bunu yürekten talep
ekollerinin çoğunluğunca haccın farzları ara­ edenlere Allah yardım edeceğini vaad etmek­
sında sayılmıştır. Bazı fakihler âyetteki "o iki­ tedir.
si arasında sa'y etmesinde bir mahzur yoktur" 306 Bu âyet 159. âyetin tefsiridir. Orada üstü
ibaresinden yola çıkarak sa'yi haccın farzla­ kapalı olarak gelen ibare burada açılmaktadır.
rından biri olarak görmemişler, hatta nafile ol­ "Allah'ın laneti" ifadesi ilâhî rahmetten dışla­
duğu sonucuna varanlar dâhi olmuştur. Ne ki mayı ifade eder. Fakat devamındaki âyetten
âyetteki "mahzur yoktur" [la cunaha 'aley- anlaşılacağı gibi burada lanet "cehennem" an­
kum) ifadesinin, cahiliyye döneminde Safa ile lamındadır.
Merve'ye put yerleştirildiği için sa'yetmek ko­ 307 Mâide 78'de Isrâiloğullarmdan bir grubun
nusunda ihtiyatlı davranan kimi mü'minlerin lanete uğradıkları ifade edildikten sonra bu la­
gönlünden bu yersiz duyguyu silmek maksa­ netin gerekçesi şöyle açıklanmaktadır: "Onlar
dını taşıdığı açıktır. Hz. Aişe'nin açıklaması birbirlerini yapageldikleri kötülüklerden cay­
da bu yöndedir (Kurtubî). dırmaya çalışmıyorlardı" (108/Mâide: 79).
303 Burada kastedilen, farz olan haccın dışın­ 308 Kelime-i tevhid ebedi güvenlik ve özgür­
daki umreler ve nafile haclardır. lük çağrısıdır,- Allah'a kul olmayan kul olaca­
304 161. âyetten yola çıkarak: başta insanlar ğı binlerce sahte tanrı icat eder.
ve melekler olmak üzere bütün şuurlu varlık­ 309 Rahman ve Rahîm'in açıklaması için bkz.
lar... 1/Fatiha: 2, not 4.
münden sonra tekrar dirilttiği ve her tür cek ki: Keşke elimize ikinci kez dünyaya
canlının çoğalmasını sağladığı yağmurlar­ dönme fırsatı geçse de, onların bize sırt
da, rüzgarları dağıtmasında, gökle yer ara­ döndüğü gibi biz de onlara sırt dönsek.
sında kendileri için belirlenen istikamet­ Böylece Allah onlara, yaptıkları tüm işle­
te hareket eden bulutlarda, düşünen bir ri derin bir pişmanlık (kaynağı) olarak
toplum için mesajlar v a r d ı r . 310
gösterecek ve onlar ateşten de çıkamaya­
165 Fakat insanlar içerisinde Allah'tan caktır.
başka birtakım varlıkları Allah'a eşdeğer
rakip g ü ç l e r 311
olarak görüp, onları Al­ 168 EY insanlık! Yeryüzündeki helâl ve
lah'ı sever gibi sevenler de var. Oysa ki temiz olan her şeyden yararlanın! 315
Şey­
iman edenler en çok Allah'ı severler. 312
tanın izinden de gitmeyin! Çünkü o sizin
Kendi kendine kötülük edenler, azaba uğ­ apaçık düşmanmızdır: 169 size yalnızca
ratıldıkları zaman görecekleri gibi, keşke kötüyü, gayr-ı meşru olanı ve bilmediği­
tüm kudretin sadece Allah'a ait olduğu­ niz şeyleri Allah'a yakıştırmanızı telkin
nu ve azabı en çetin olanın yalnızca Al­ eder.
lah olduğunu görseler! 313
170 Onlara "Allah'ın indirdiklerine
166 Kendisine ilâhlık yakıştırılanların, uyun!" denildiği zaman, "Hayır, biz ata­
ilâhlık yakıştıranlara 314
sırt döndüğü o larımızın üzerinde bulunduğu geleneğe
zaman gelip de azabı görünce, birbirleri uyarız!" 316
derler. Ya ataları hiç akıllarını
arasındaki bütün ilişkiler kökten kesili- kullanmamış ve doğru yolu bulama-
verecek. 167 İlâhlık yakıştıranlar da diye­ mışsalar? 317

310 Âyetin sonu, Allah'ın vahyi ithafıdır: ğunu beyan eder (Krş: 108/Mâide: 3, 103, ilgili
Kur'an düşünen topluma ithaf edilmiştir. Bu iş notlar). Halâlen tayyiben, helâl olanın aynı za­
için bahşedilen akıl, eşya ve olaylardaki âyet­ manda temiz olmasının da gerekliliğini ifade
leri (kanunları) okuyan ruhanî bir melekedir. eder. Bir şeyin tayyip olmasına, onun hijyen,
311 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 81/Fussi- sağlık, besin değeri vb. gibi hususlar da girer.
let: 9, not 11. 316 Elfeynâ'ya müfessirlerimiz vecedna (bul­
312 Sevgi değerini sevilenden alır,- ölümsüz olan duk) mânasını verirler. Vecedna 'aleyhi abâe-
için duyulan sevgi de ölümsüzdür. Âyet Al­ nâ (108/Mâide: 104 vd.) gibi yakın ibareler bu­
lah'tan başkasını sevmeyi değil, Allah'tan baş­ lunsa da bu ibare farklıdır. Zira vecede kökün­
kasını Allah gibi sevmeyi kınar. En büyük sev­ den türetilmiş kelimeler Kur'an'da her tür ka­
gi, en büyüğün sevgisidir (Krş: 114/Tevbe: 24). lıpla bir çok yerde gelmesine rağmen elfâ keli­
mesi hepsi de tekil ve mazi sığasıyla sadece üç
313 Zımnen: Allah'la iyi ilişkiler kurmak ki­
yerde gelir. Hiç şüphe yok ki bu, kelimenin
şinin kendine yapacağı en büyük iyiliktir.
çok özel bir vurgusu olduğuna delalet eder. Bu
314 Lafzen: "Kendisine uyulanlar uyanlara.." vurgu farkı, kök mâna olan "sarmaş dolaş
315 Lafzen: "yiyin". Bir şeyi yeme ondan ya­ olma"nm da yardımıyla "atalarımızı üzerinde
rarlanmanın zirvesidir. Eğer yenilmesine izin bulduğumuz gelenek" ile karşılanmıştır.
varsa gerisine de izin vardır. Âyet yanlış has­ 317 Yani: Hakikat değerini kıdeminden değil,
sasiyetlerle icat edilmiş sahte haramlar koy­ Hak'tan alır. Bâtılın kıdemi bâtılı hak kılmaz,
mayı "şeytanın izinden gitmek" olarak nitele­ olsa olsa katmerli kılar. Muhatabı hedef al­
miştir. Serbestliğin esas, yasağın istisnai oldu­ mak yerine, onun kendi durumunu gözden ge-
171 İşte inkârda direnen bu kimselerin bahşettiğimiz şeylerin temiz olanların­
durumu, şu (sürüye) benzer: Bir sürü (dü­ dan yiyin ve Allah'a şükredin; gerçekten
şünün ki), çobanın canhıraş haykırışını O'na kulluk ediyorsanız e ğ e r . 319

yalnızca çığlık-bağlık olarak algılıyor. 318


173 O, size y a l n ı z c a 320
leşi, 321
kanı, 322
do­
Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; muz e t i n i 323
ve üzerine Allah'tan başka­
çünkü onlar akıllarını kullanmazlar. sının adı anılarak kesilen hayvanı haram
172 Siz ey iman edenler! Size rızık olarak kıldı. 324
Kim bunlara mecbur kalırsa -iş-

çirmesi için böyle hoş bir üslûp kullanılmıştır mesi yasak olan kanın "akan kan" olduğu
(Ayrıca bkz. 94/Bakara: 170; 70/Hûd: 35; En'âm 145'te açıklanmıştır. Bu da gösteriyor
77/Zümer: 43, 83/Zuhruf: 81). ki yürek, dalak, ciğer ve et üzerinde bulunan
318 Yen'ıku, hem "çobanın sürüye bağırması­ ve usulde "umumi belva" tabir edilen kanlar
nı" hem de "karganın gaklamasmı" ifade eder yasak kapsamında değildir (Bkz: Kurtubî).
[Lisân). Bu teşbihte kendisine benzetilen "ço­ 323 Domuz eti yasağının Allah'ın kuldan ge­
banın bağırdığı sürü" olabileceği gibi, "anlam­ rekçesiz bir talebi olduğu, gerekçesinin Al­
lı bir çağrıya karşı anlamsız bir gaklamayla lah'a malum olduğu, bir gerekçe üzerine bina
karşılık veren karga" da olabilir. edilen bir yasak olmadığı söylenmiştir. Fakat
319 "Ey insanlar!" diye başlayan 168. âyette En'âm 145'teki "iğrençlik" [rics), bu yasağın
meşru ve temiz olan şeylerden yemeleri karşı­ illeti olarak anlaşılabilir. Allah en doğrusunu
lığında insanlardan Şeytan'a uymamaları iste­ bilir.
niyordu. "Ey iman edenler!" diye başlayan bu 324 Bu ibarede el takısı yerine geçen ve geçiş­
âyette ise inananlardan Allah'a şükretmeleri liliği güçlendirmek amacıyla kullanılan bihi,
isteniyor. Çünkü şükür inkâr edenlerden değil "Allah'tan başkası" ibaresinin önünde gelir­
iman edenlerden beklenir. ken,- Mâide, En'âm ve Nahl sûrelerinde ardın­
320 înnemâ edatı, açıktır ki burada "yalnız dan gelmektedir. Tıpkı mefulün failden, hâlin
bunlar haram kılındı" anlamını verir ve pa­ hâl sahibinden, zarfın amilinden önce gelme­
rantezi kapatır. Taberî, Kurtubî ve Şevkanî de sinde olduğu gibi, burada fiil makamında olan
böyle yorumlamışlardır. Edat inne ma şeklin­ bu edatın önce gelmesinin amacı da habere
de ayrıldığı zaman, mâ ilgi zamiri anlamı alır. dikkat çekmek ve yasağın özelliğini vurgula­
Bu takdirde sınırlama ifade etmeyeceği açık­ maktır. Zımnen: Allah bu yasak üzerinde ti­
tır. Lâkin bu görüş âyetin bağlamına aykırıdır tizlenmenizi istiyor.
(Krş: 73/En'âm: 145). Burada haram kılınan "Allah'tan başkasının
321 Boğazlanmadan herhangi bir sebeple ölen adı anılarak kesilen" ifadesini, Mâide 3'teki
hayvan leş [meyte) hükmündedir. Hangi du­ "putperestçe semboller adına kesilen hayvan­
rumlarda ölen hayvanların etinin yenmeyece­ lar" ifadesi açıklar. Âyet açık ve net olarak Al­
ği Mâide 3'te bu dört unsur sayıldıktan sonra lah'tan başkası adına kesilen hayvanın etini
açıklanır. En'âm 145, Mâide 3, Nahl 115 ve bu yemeyi haram kılmıştır. Burada şu soru akla
âyet aynı yasağı farklı bağlamlara ilişkin ola­ gelebilir: Allah'tan başkası adına kesilmeyen
rak zikreder. Avlanarak öldürülen hayvanlar ve fakat üzerine Allah'ın adı da kasıtsız olarak
"leş" hükmünde değildirler. Buna deniz hay­ anılmayan hayvanın durumu nedir? Kur'an'da
vanlarının avı da dahildir. Bu konu 108/Mâide böyle bir yasaktan söz edilmediği için "ha­
96'da açıklanmıştır. ramdır" denilemez. "Üzerine Allah'ın adını
322 Araplar öteden beri akmış kanı pıhtılaştık- anın!" emriyle gelen tek âyet Mâide 4'tür ve o
tan soma kebap yapıp yerlerdi (Kurtubî). Yenil- da av hayvanlarının avladıklarıyla ilgilidir.
tahı kabarmadan ve haddi aşmadan- ona 176 İşte bu sebeple Allah, ilâhî kelamı
bir günah yoktur: Allah tarifsiz bağışlayı­ hakikati ortaya çıkarmak için indirdi.
cıdır, eşsiz merhamet kaynağıdır. Onlarsa Kitab üzerinde anlaşmazlığa dü­
şerek, 328
haktan bir hayli uzaklaştılar.
174 ŞÜPHESİZ Allah'ın indirdiği ilâhî 177 Gerçek erdem yüzlerinizi doğuya ve­
mesajdan bir kısmını gizleyenler ve bunu ya batıya döndürmeniz değildir. 329
Fakat
az bir gelir karşılığında pazarlayanlar da gerçek erdem kişinin Allah'a, âhiret gü­
var. Onlar karınlarına ateşten başka bir nüne, meleklere, İlâhî kelama, peygam­
şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah berlere i n a n m a s ı , 330
malı -ona sevgi duy­
onlarla konuşmayacak, onları temizle­ masına r a ğ m e n - yakınlara, yetimlere,
331

meyecek, can yakıcı bir azab da onların yoksullara, yolda kalmışlara, 332
isteyen­
olacak. 325
1 75 İşte onlar hidayet karşılı­ lere ve özgürlüğü ellerinden alınanlara
ğında sapıklığı, mağfiret karşılığında aza­ vermesi, 333
namazı istikametle kılması,
bı satın aldılar. 326
Meğerse ateşe ne kadar zekâtı gönlünden gelerek vermesidir. 334

da dayanıklıymışlar! ? 3 2 7

325 Krş. 167. âyet ve 98/Âl-i İmran 77. 331 Mâl "eğilmek, eğilim göstermek, meylet­
326 Aynı tarz ifade bu sûrenin başında müna­ mek" anlamındaki meyi'den türetilmiştir. Bu
fıklar için kullanılmıştı (94/Bakara: 16). Bura­ hem insanın mala düşkün olduğunu, hem de
da ise hakikati gizleyenler için kullanılıyor. malın "mail" ve "zail" (geçici) olduğunu çağ­
rıştırır. Hem maddî hem manevî değeri ifade
327 Burada kullanılan fiil-i taaccüb-i evvel'de in­
ettiği yerlerde mâl değil hayr olarak gelmiştir
ce bir ironi gizlidir. Bu ünlemle ifade edilmiştir.
(Âyet: 180). 'Alâ hubbihi'deki zamir üç şeye
328 Veya ihtilafın Meryem 59'daki gibi halef
gidebilir: Mal, Allah, verme. Her üç hâlde de
anlamından yola çıkarak: "kitap hususunda
"vermek" tümleç, "mal" muzaf olur. İbn
birbirlerine halef olarak.." (Krş: Râzî).
Mes'ud bu ibareyi zamirin mal'a aidiyyetiyle
329 Zımnen: Ne imansız ve ibadetsiz ahlâkla, "ona ihtiyaç duyduğu hâlde" şeklinde okur
ne ahlâksız ve ibadetsiz imanla, ne de içeriği (Taberî ve Râzî). Bu durumda âyetteki 'alâ
boşaltılıp şekle indirgenmiş ibadetle iyiler sa­ edatına "rağmen, bununla birlikte" anlamı
fına dahil olabilirsiniz. İbadetler Allah'a yol­ vermek daha doğru bir tercih olacaktır.
lanmış mektuba benzer. İçi boşalmış bir iba­
332 Lafzen: "yol çocuğu", ibn Abbas "yolcu" ola­
det, Allah'a yollanmış boş bir zarfa benzer.
rak açıklar, ibarenin lafzî çağrışımları araşma terk
Mektup ruhsa zarf cesettir. Diri ibadet sahibi­
edilmiş bebeler ve kimsesiz çocuklar da girer.
nin altında bir burak, ruhsuz cesede dönmüş
ölü bir ibadet ise sahibinin sırtında bir yüktür. 333 Âyetteki rakabe'nin lafzî karşılığı "bo­
yun" olmakla birlikte mecazî olarak "kişisel
330 Bu beş madde bir fazlasıyla Cibril hadisi
özgürlüğün kısmen ya da tamamen ortadan
diye meşhur olan hadiste de yer alır (Buhârî,
îman 37; Müslim, İman 5, 7). Sonraki ilmihal­ kaldırılması" durumunu ifade eder. Bu mad­
lere "imanın şartları" olarak geçen bu hadiste­ de, savaş esirlerini ya da köleleri karşılık bek­
ki fazlalık "kadere iman" maddesidir. Bu beş lemeksizin özgürlüğe kavuşturmak için mad­
madde Kur'an'da buradan başka Nisa 136. dî yardım yapmayı öncelikli insanî erdemler
âyette de geçer. Hiç kuşku yok ki, iman edil­ arasında sayıyor (Bkz: 104/Nisâ: 92; 108/Mâi­
mesi gerekli unsurlar sadece bunlardan ibaret de: 89; 105/Mücâdile: 3 95/Enfal: 67).
;

değildir. Kur'an'da yer alan mânası katî her 334 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 56/A'râf:
hüküm, iman umdeleri arasına girer. 170 ve 10/Leyl: 18, ilgili notlar.
Onlar söz verdikleri zaman sözlerinde dan bir şekilde bağışlanırsa, bu bağış ma­
dururlar, şiddetli zorluk ve darlıklara 335
kul bir biçimde uygulanmalı, tazminatı
karşı göğüs gererler. İşte bunlardır sözle­ da ona güzellikle ödenmeli: 338
İşte bu,
rine sadık kalanlar... Takvaya ermiş olan­ Rabbiniz katından bir kolaylaştırma ve
lar da bunlardır. 336
rahmettir. 339
Kim ki bundan sonra haddi
aşarsa, onun için şiddetli bir azap var­
178 SİZ ey iman edenler! Cinayete kur­ dır. 340
179 Bakın ey akıl sahipleri! Kısas­
ban gidenler hakkında size âdil karşılık ta sizin için hayat vardır: sizden (artık]
farz kılındı: Hüre karşılık hür, köleye sorumlu davranmanız beklenir. 341

karşılık köle, kadına karşılık k a d ı n . 337


180 Herhangi birinize ölüm yaklaştığında
Bunun üzerine her kim kardeşi tarafın- eğer geriye bir d e ğ e r 342
bırakıyorsa, müna-

335 Bu ikisinin farkı için bkz. 73/En'âm: 42, sı esastı. Çünkü ölümle neticelenen cinayet­
not 31. ler bazen de hata ile işleniyordu. Bu âyette de-
336 Yahudilere karşı bir imâ taşımaktadır. taylandırılmayan bu problem Nisa 92'de ay­
Onlar Allah'a verdikleri söze sadık kalmamış­ dınlığa kavuşturulmuştu. Yine yaralama, bir
lar, Allah da vahyi taşıma görevini onlardan organa zarar verme vb. gibi cinayet cezaları da
almıştı. Bu sapmanın temelinde yatan şey ise "âdil bir karşılık" bulmalıydı. Bu âyet, öldürü­
"sorumluluk bilinci"nin yok olmasıydı. Sö­ len köleye karşılık hür katilin öldürülemeye-
zün özü: İman imtihandır, imtihan imanı tak­ ceği gibi alâkasız bir konuda delil olarak kul­
viye eder. lanılamaz.

337 İslâm adam öldürmeyi ferde veya aileye 341 Kısas'ı "âdil karşılık" ve "cezada denk­
karşı işlenmiş bir suç olmaktan daha çok in­ lik" olarak açarsak, kısasın hayat olduğu aklı­
sanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak görür. nı kullanan herkesin kabul edeceği bir gerçek
Kasten ve haksız yere adam öldürme, tüm in­ olarak karşımıza çıkar. Çünkü adalet toplum­
san türüne karşı işlenmiş bir cinayettir. lar için hayat, zulüm ise ölüm demektir. Kısas
adaletin tecellisidir. Kısasla ilgili bu iki âyetin
338 Katil kimi öldürürse öldürsün, sonuçta öl­
hemen ardından vasiyetle ilgili âyetler gel­
dürdüğü insan veya İslâm "kardeşi"dir. Ceza
mektedir. Kısas hükmü, kasti adam öldürme­
ve affın birlikte geçmesinin anlamı şu: Emre­
nin âdil karşılığını katilin ölüm cezasına çarp­
dilen ceza değil adalettir.
tırılması olarak belirler. Vasiyet ise ölümü
339 Kısas bir "intikama" dönüşmemelidir. yaklaşıp da geride mal bırakan her insanı ilgi­
Öldürülenin yakınlarına tanınan ve hem mağ­ lendiren hukukî bir düzenlemedir.
durun acısını hem de katilin vicdanını teskin
342 Hayır hem serveti hem değeri ifade eder.
edecek olan "affı" tavsiye ediyor.
Kur'an'ın dünya malına özünde iyi olan bir
340 Bu âyet cezayı emreden değil, cezalandır­ şey olarak baktığını gösterir. İnsanın fıtratı gi­
mada zulmü ve taşkınlığı yasaklayan bir âyet­ bi bir de "malın fıtratı"ndan söz etmek caizse
tir. Zira zayıfın güçlüden öldürdüğü bir kişiye eğer, malın fıtratı da iyi, güzel ve hayr üzeri­
karşılık, güçlünün zayıfa karşı soykırıma yel­ nedir. Burada mal yerine hayır gelmesi, hem
tenmesi, yalnızca eski dünyada değil modern helâl servetin hayır oluşuna, hem de her hay­
dünyada da sık görülen bir vahşettir. İslâm'ın rın servet oluşuna delalet eder. Kim ne birik-
üzerinde yükseldiği üç ayaktan biri olan "ada­ tirirse onu vasiyet eder. Hz. Peygamber'in ve­
l e t i n (diğer ikisi tevhid ve özgürlük) sağlan­ da hutbesi onun vasiyetiydi.
ması için cezalandırmada denkliğin sağlanma­
sip bir biçimde anne-babaya ve yakın ak­ tul. Elbette Allah tarifsiz bağışlayıcıdır,
rabaya vasiyet etmek size farz kılındı. 343
eşsiz merhamet kaynağıdır.
Bu, Allah'a karşı sorumluluk duyanların
uymaları gereken bir hakikattir. 344 183 SİZ ey iman edenler! Oruç tıpkı siz­

181 Kim de (bu vasiyyeti) işittikten sonra den öncekilere olduğu gibi size de yazıl­

tahrif edip değiştirirse, bunun günahı yal­ dı; 346


belki bu sayede takvaya erersiniz: 347

nızca onu değiştirenedir. Doğrusu Allah 184 Sayılı günlerde... Sizden kim hasta ya
her şeyi işitendir, her şeyi bilendir. da yolcu olursa, tutmadığının sayısı kadar
diğer günlerde (oruç tutar) ve (bunlar ara­
182 Fakat kim vasiyet edenin y a n l ı 345
ya
sından) ona gücü yetenler üzerine, bir
da kasıtlı davrandığından endişe eder ve
yoksulu doyuracak fidye gerekir,- 348
Kim
(mirasçıların) arasını uzlaştırırsa, bu du­
daha fazla hayır işlerse kendisi için daha
rumda kendisine herhangi bir vebal yok-

343 Burada ölümü yaklaşan kimseye akrabala­ tavvikûnehu okuyuşuna göre anlam "onu tut­
rına maruf üzere, yani toplumsal örfe uygun makta zorlanan" şeklinde olur. Yine İbn Ab-
bir biçimde vasiyet etmek "farz" kılınmıştır. bas'tan nakledilen ve meşhur okuyuşun aynı
Nisa 11-12'de ise, bu genel hüküm içerisinde olan rivayetlerde yutîkûnehû'ya. verilen an­
özel bir "tavsiye" yapılmıştır. Âyeti mensuh lam ile yutavvikûnehu'ya verilen anlam aynı
addetmek, bu ince farkı dikkate almamak de­ kabul edilmiştir. Bu rivayetlerin kimisinde bu
mektir. cümle mensuh kabul edilirken, İbn Abbas bu
344 Vasiyyet, "tavsiye" anlamında bir isim­ âyetin yaşlılarla ilgili hükmü beyan ettiği gö­
dir. "Lam" ile birlikte kullanıldığında bir kişi­ rüşündedir (Buhârî, Tefsir, Bakara, 25). Klasik
nin öldükten sonra malını belirlediği diğer bir nesh teorisinin bu âyete ilişkin yaklaşımını
kimseye bırakması anlamına gelir. Vasiyet rahatlıkla göz ardı edebiliriz. İbn Abbas bura­
ölümle barışık yaşamanın göstergesidir. Vasi­ da nesh olmadığı görüşündedir. Dilciler yutî­
yetin özünde, her hangi bir değeri sahipsiz bı­ kûnehû'ya bir lâ takdir ederek "gücü yeten­
rakıp zayi etmeme hikmeti yatar. ler"! "gücü yetmeyenler"e çevirmenin caiz ol­
duğunu söylerler. Ebu Havyan buna, "Hatadır,
345 Sadece burada kullanılan cenefen "mey­
zira şüphe karıştırmaktır; görmüyor musun ki
letmek, yanlı davranmak" demektir.
metinden ilk anlaşılan olumlu bir fiil olması­
346 Yani: "farz kılındı". Zımnen: insanın ve dır ve iâ'nm önce hazfedilip varmış gibi okun­
insanlığın çağları aşan yazgısı kılındı. Bu âyet, ması yemin dışında caiz değildir" diyerek iti­
Islâmî hükümlerin zamanlar ve zeminler üs­ raz eder (Bahr). Yutîkûnehû'ya yestatî'ûnehu
tülüğüne dikkat çekmekte ve tüm semavi şe­ mânası vermek de yanlıştır. Zira taka "gayre­
riatların ortak noktalarından birinin de oruç tin en üstünü ve ihtimalin son noktasıdır"
olduğunu ortaya koymaktadır. Oruç insanlığa (Krş: 94/Bakara: 249, 286). Zaten güç yetire-
açılmış ilâhî bir kredidir. Bu yüzden oruç tu­ meyenden oruç düşer. Bu açık bir hükümdür
tan bir mü'min, insanlıkla yaşıt bir kervana (94/Bakara: 286). Âyette emredilen fidye gücü
dahil olmuştur. yeten üzerinedir. Fakat burada gücü yetenler
347 Bu cümle orucun gerekçesini teşkil eder. kimlerdir ve neye gücü yetenler? Zamir'in
Zira oruç aç kalmak değil, ruhu beslemektir. orucu göstermesi uzağı göstermesidir ki, bu­
Oruç tutmak kendini tutmaktır. Oruçla başı­ nun için karine gereklidir. Buradaki zamir he­
nı dik tutmak, imanını diri tutmaktır. men öncesindeki cümleyi gösterir. Bu durum­
da mâna "kaza etmeye gücü yetenler üzerine
348 İbn Abbas ve Hz. Aişe'ye nisbet edilen yu­
yararlı olur, ama -eğer bilirseniz- oruç tut­ O'nu yüceltmenizi ve şükretmenizi ister.
manız sizin için daha hayırlıdır. 349
186 Eğer kullarım sana Benden soracak
185 (O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, olurlarsa, iyi bilsinler ki Ben çok yakı­
insanlığa rehber olan, bu rehberliğin apa­ nım: 351
Bana dua edenin çağrısına hemen
çık belgelerini taşıyan ve hakkı bâtıldan karşılık veririm. Öyleyse onlar da Bana
ayıran Kur'an işte bu ayda indirilmiş­ karşılık versinler ve Bana tam güvensin­
tir: 350
Sizden biri bu aya ulaştığında oruç ler ki, hak yoluna yöneltilsinler. 352

tutsun; hasta ya da yolcu olan kimse de 187 Oruç günlerinizin gecesinde kadınla­
başka günlerde kaza etsin! Allah sizin rınıza yaklaşmak size helâldir: Onlar si­
için kolaylık ister, sizi zora koşmak iste­ zin elbiseleriniz, siz de onların elbiseleri­
mez,- oruç günlerinin sayısını tamamla­ siniz. 353
Sizin kendinizi zor duruma dü­
manızı, sizi doğru yola ulaştırdığı için şüreceğinizi Allah g ö r d ü ; 354
işte bu yüz-

bir yoksulu doyuracak fidye gerekir" olur. Bu­ aydan daha hayırlı" olan Kadir/kader/ölçü ge­
rada mukadder sual şu olur: "kazası olanlar, cesini barındıran Ramazan ayını değerli kılan
kaza ile beraber bir de fidye mi verecekler, da buydu. Bu silsileyi izlersek: Ramazan'a
yoksa kaza orucu yerine mi fidye verecekler?" hürmet Kur'an'a hürmettir, Kur'an'a hürmet
Yutîkûnehu kelimesinin konuşlandırıldığı yer Allah'a hürmettir. Ramazan'a hürmetin ölçü­
bu iki anlama da açıktır. Âyetin devamı iki sü ise onu oruçlu geçirmektir. Çünkü o insan­
mânayı da desteklemektedir. "Kim daha fazla lığa rehber olan ve hakkı bâtıldan ayıran vah­
hayır işlerse kendisi için daha yararlı olur" ifa­ yi elinden tutarak insanlığa sunmuştur. Ra­
desinde bir teşvik vardır. Bu hayır ya "daha mazan, kutsallığını Kur'an ayı oluşundan alır.
fazla yoksulu doyurma" veya "bir yoksulu da­ 351 Kâf 16 ışığında zımnen: O kadar yakınım
ha fazla doyurma"dır. Eğer âyetin son cümle­ ki, şahdamarmdan bile,- dolayısıyla Bana ya­
si olmasaydı, ve 'ale'l-lezine yutîkûnehu'yu kın olmak isteyen şah damarına, yani kendine
sadece "Kaza ile beraber bir de fidye vermek" yakın olmak zorundadır. Kendini kaybeden
mânasına hasredebilirdik. Zira fidye zamanın­ beni dünden kaybetmiştir.
da tutulamayan orucun eksilen sevabını ta­
352 Dua kalbin Allah'la konuşmasıdır. Allah
mamlamak içindir (Krş: Bakara: 196). Lâkin
Rasulü duanın önemini şöyle izah eder: "Al­
âyetin sonundaki "ama -eğer bilirseniz- oruç
lah katında duadan daha üstün bir insan dav­
tutmanız sizin için daha hayırlıdır" ifadesinde
ranışı yoktur" (Tirmizî, De'avât 1). Bu kadar
zımni bir tercihe imâ olduğu için, mânayı
büyük ve ölümsüz bir hakikati bu denli sade
"kaza ile birlikte fidye"ye hasretmek yerine,
ve yalın bir dille anlatmak ancak kelam-ı ilâ­
"kaza ile birlikte gücü yeten üzerine fidye ver­
hîye mahsus bir özellik olsa gerek.
mek, fidyesiz kazadan veya kazasız fidyeden
daha hayırlıdır; kaza artı fidyeye gücü yetenle­ 353 Giysi, insanı güzelleştirir. Eşler de birbir­
rin ikisini birden yapmaları birini yapmaların­ lerini güzelleştiren birer giysi gibi olmalıdır­
dan daha hayırlıdır" şeklinde anlamak daha lar.
doğrudur. Allahu a'lem. 354 Ebu Müslim, rahtânûne'nin "azaltmak,
eksiltmek" anlamına gelen bir kökten türedi-
349 Bu âyet bir sonraki âyetle birlikte anlaşıl­
ğine dikkat çekerek bu ifadeye şu mânayı ve­
malıdır.
rir: "Allah bu konuda izin vermemiş olsa da­
350 Oruç, Kur'an'ın doğum kutlamasıdır, işte
hi, hazzınızı eksiltmeyi gönüllü olarak kabul­
içerisinde Kur'an o gece nazil olduğu için "bin
leneceğinizi gördü" (nkl. Râzî).
den size affıyla muamele etti ve zorluğu kın bunlara yaklaşmayın! 358
Allah âyet­
üzerinizden kaldırdı: Şimdi artık onlara lerini insanlığa böylece açıklıyor ki, so­
yaklaşın ve Allah'ın size meşru kıldığın­ rumluluk bilincini kuşanabilsinler.
dan yararlanın! 355
Fecir vakti, gecenin ka­ 188 Birbirinizin mallarını gayr-ı meşru bir
ranlığından tan yerinin aydınlığı sizin biçimde y e m e y i n 359
ve günaha girerek bile
için belirgin hâle gelinceye kadar yiyin bile insanların hakkını yemek için o mal­
için! 356
Sonra orucu geceye kadar tamam­ ları kullanarak yetkililere ulaşmayın! 360

layın! Mescidlerde itikâfa girdiğinizde de


hanımlarınıza yaklaşmayın! 357
189 SANA ayın evreleri hakkında soru
İşte bunlar Allah'ın çizdiği sınırlardır, sa- soruyorlar. 361
Cevap v e r : 362
O insanlık

355 İlk mü'minler Medine'deki Yahudi gele­ kın zıddıdır. Zarar ve ziyan da bâtıl olarak ad­
neğinin de etkisiyle, oruç gecesinde yeme, iç­ landırılır. Âyet emeğe saygıya davet etmekte­
me ve cinsel birleşmenin yasak olduğunu sa­ dir: Emeğe saygı Allah'a saygıdır.
nıyorlardı. Çünkü Yahudilikte oruçlu biri için 360 Âyetteki tudlû fiili, aslında "kova sarkıt­
bütün bunlar yasaktı. Yahudiler sadece iftar­ mak" (Krş: edlâ delveh 71/Yusuf: 19) anlamın­
dan iftara oruçlarını açarlar, oruç gecesini de daki edlâ'dan gelir ki, mecazen yargıyı yanılt­
aynen gündüz gibi oruçlu olarak geçirirlerdi. mak için sahte delil sunmak ya da rüşvet, tor­
356 Burada kullanılan ibare lafzen "beyaz iplik pil vs. gibi meşru olmayan yollarla resmi ma­
siyah iplikten ayırt edilinceye kadar" şeklinde­ kamları kullanarak haksız kazanç sağlamak
dir. Hiç kuşku yok ki "beyaz iplik"le tan yeri­ anlamına gelir. Bu aynı zamanda devlete kova
nin aydınlığı, "siyah iplik"le de gecenin karan­ sarkıtmaktır ki, bu da kamu malı yemeye bir
lığı kastedilmektedir. Zaten Allah Rasulü de atıftır. Râzî, bu ibareden yola çıkarak şu güzel
âyeti böyle açıklamıştır (Buhârî, Tefsir 156). tesbiti yapar: "Kova kuyuya su çıkarmak ama­
357 İtikaf bir mescid ya da mescid hükmünde­ cıyla sarkıtılır ve su çıkarılır. Mal (rüşvet) da
ki herhangi bir mahalde kapanarak kişinin hakim ve yöneticilere lehte karar çıkarmak
mesaisini yalnızca ibadete tahsis etmesidir. için verilir." Eğer bihâ'daki zamir emval'e gidi­
İtikâf, Hıra'yı yeniden yaşamak ve yüreğe yol­ yorsa, bunun anlamı kesinlikle "rüşvet" olur.
culuktur. Böyle bir yolculukta tensel hazza 361 Zamana tabi bir ibadet olan Ramazan oru­
yer yoktur. cu ve kişinin servetiyle ilgili hukuki düzenle­
358 Allah'ın çizdiği sınırları değil aşmayı, on­ melerin ardından, yine servet sarfı gerektiren
lara "yaklaşmayı" bile aklınızdan geçirmeyin. ve zamana tabi bir ibadet olan hacca getirilir
Bu nedenle âyette, bu sınırları çiğnememek söz. Ancak ondan önce, sorulan bir soru vesi­
değil onlara yaklaşmamak emrediliyor. lesiyle Ramazan bahsini de doğrudan ilgilen­
359 Oruç insanın kendi malını yemesiyle ilgi­ diren kozmolojik bir meseleye, yeryüzünün
li bir iç disiplinin adıydı. Allah'ın emrine uy­ tek uydusu olan ayın evrelerine değinilir.
mak maksadıyla insan kendi helâl kazancına 362 Dilci Fîrûzâbâdî, bu türden, cevabının ba­
dâhi oruç müddetince el uzatmıyordu. Bu âyet şında fa bulunmayan soruların gerçekten ön­
ise insanın başkalarının malına karşı nasıl ceden sorulmuş sorular olduğunu, önceden so-
davranması gerektiğini işliyor. Bu âyet aynı rulmayıp sorulması varsayıldığı için sorulan
zamanda, 168. âyetle başlayan konunun bel soruya verilen cevabın başında fa bulunduğu­
kemiğini teşkil ediyor. Âyette "gayr-ı meşru" nu söyler. Buna Kur'an'dan "Sana, o gün dağ­
şeklinde çevirdiğimiz ibarenin aslı bâtıl'dır. ların ne olacağı hakkında soracaklar" (44/Tâ-
Bâtıl, "karşılığı olmayan şey" demektir. Hak­ hâ: 105) âyetini delil gösterir [el-Besairl, 153).
için zamanın ölçü birimidir, haccın d a . 3 6 3
lah yolunda savaşın, fakat saldırganlık
Bu arada, evlere arkasından girmeniz de yapmayın! Allah saldırganlık yapanlan
erdemlilik değildir, 364
gerçek erdem sahi­ sevmez. 366
191 Onları, (savaşta) gözünü­
bi, sorumluluk bilinciyle hareket eden ze kestirdiğiniz 367
her yerde öldürün. Sizi
kimsedir. O hâlde evlere kapılarından gi­ sürgün ettikleri yerden siz de onları sür­
rin ve Allah'a karşı sorumluluğunuzun gün edin. İnanca yönelik zulüm ve baskı
bilincinde olun ki, ebedi kurtuluşa erebi- ölümden beterdir. 368
Mescid-i Haram ci­
lesiniz! 365
varında onlar size savaş açmadıkça siz de
onlara savaş açmayın. Eğer onlar size sa­
190 SİZE karşı savaş açanlarla siz de Al- vaş açarsa, onları ö l d ü r ü n ! 369
İşte kâfirler

363 İbareden sorulan sorunun hem ayın evre­ den arındırılarak kuru şekilciliğin kutsanması
leri hem de işleviyle ilgili olduğu sonucu çık­ yerilirken, bu âyette örf ve âdetlerin kutsan­
maktadır. Ay 33 yıllık çevrimiyle, oruç ibade­ ması yerilmektedir.
tinde işgal ettiği olmazsa olmaz işleviyle, hac, 366 Erdemin gerçek ölçütüyle ilgili koordinat­
zekât vd. ibadetlerdeki rolüyle ve hayız hâli lar verildikten sonra, söz insanî erdemin en
örneğinde olduğu gibi insan üzerindeki etki­ çok çiğnendiği ve haksızlık ve zulmün en çok
siyle mânevi ve maddî hayatımızın kaçınıl­ işlendiği savaşa getirilmiştir. Kur'an savaşa
maz bir parçasıdır. meşru sınırlar içerisinde izin vermiş, fakat
364 Bu âyetin başı ile devamı arasındaki bağ kirli savaşa izin vermemiştir. Bu yüzden bir
dikkat çekicidir. Baştaki sorunun, eve kapıyı savaş ahlâkı geliştirmiştir.
bırakıp bacadan girmek gibi ters bir mantıkla 367 "Keskin görüş, zeka, anlayış" anlamında­
sorulduğunu ifade eder. Zira ayın neden önce ki es-sakfe Kur'an'da geldiği altı yerin hepsin­
ince doğup sonra kalınlaştığı sorusu Hz. Pey­ de savaş ve düşmanlık bağlamında kullanılır.
gamber'e sorulacak soru değildir. Şu bir ger­ Bu yüzden "bulmak" ile karşılanamaz. Her ne
çektir ki, sormamaları gereken soruyu soran­ kadar 104/Nisâ: 89 ve 114/Tevbe: 5'te benzer
lar, sormaları gereken soruyu sormazlar. Hat­ bir bağlamda vecedtumûhum kullanılmışsa
ta bazen bu sonucu almak için birincisine baş­ da, vecede çok daha geneldir (Krş: el-î'câz, s.
vururlar. "Evlere kapısından girin" deyimsel 450-453). Bu âyet 109/Mumtehane 8-9 ışığın­
ifadesi, "meseleye doğru yaklaşın" anlamına da anlaşılır. Sadece saldırgan cezalandırılır.
gelir. Zımnen: Yanlış soruya doğru cevap bu­
368 Fitne burada inanca yönelik her tür baskı
lunmaz. Bu bağlamda "Haccın ruhunu ve
ve zulmü ifade eder (Bkz: 114/Tevbe: 49). Zira
maksadını gözardı etmeyin!" demektir. İba­
baskı ve işkence altında kalan ölümü temenni
detlerin ruhunu ihmal edip sadece biçimine
eder; ölümün temenni edildiği şey ise ölüm­
odaklanan gösterişçi dindarlık veya dindarlık
den beterdir (Krş: Zemahşerî).
gösterisi yerilmektedir. Bu deyimsel ifadenin
nüzul ortamında örnekleri görülen bir bâtıl 369 Âyetin bu cümlesi ilk cümlesi olan "On­
inançtan doğduğu rivayetleri vardır. Buna gö­ ları karşı karşıya geldiğiniz her yerde öldü­
re, bir Arap ihramlıyken evine arka kapıdan rün!" talimatını tefsir etmektedir. Karşı karşı­
(veya dam kapısından) girmeyi dindarlık sa- ya gelindiği her yerde öldürülecek olanlar sal­
yarmış (Taberî). Âyette, takva ile gösterişçi dırgan taraftır. Çünkü onlar saldırmakla teca-
dindarlık birbirinin zıddı olarak takdim edil­ vüzkâr olduklarını isbatladılar ve başka insan­
mektedir. ların canlarına kastederek kendi canlarını he­
der ettiler (Krş: 109/Mumtehane: 6-9).
365 177. âyette ibadetlerin illet ve gayelerin-
böyle cezalandırılır/ Her kim de size saldırırsa, onun yaptığı­
192 Eğer yaptıklarına bir son verirlerse, nın aynısıyla siz de karşılık verin ve fa­
şüphe yok ki Allah tarifsiz bağışlayıcıdır, kat Allah'a karşı sorumluluğunuzun bi­
eşsiz merhamet kaynağıdır. 371 lincinde olun Allah'ın, sorumluluk bi­
;

lincini kuşananların yanında olduğunu


193 Onlarla inanca yönelik zulüm ve
aklınızdan çıkarmayın!
baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah'a
ait oluncaya kadar s a v a ş ı n ! 372
Eğer yap­ 195 Bir de Allah yolunda harcayın ve
tıklarına bir son verirlerse, zulmedenle­ kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye at­
rin haricindekilere düşmanlık da sona mayın! 375
Hep iyilik edin: Allah iyilik
erecektir. 373 edenleri s e v e r . 376

194 Dokunulmazlık ayında saldırana ce­ 196 H a c c ı 3 7 7


da umreyi de Allah rızası
vap, yine dokunulmazlık ayında verilir. için eksiksiz ve tam y a p ı n . 378
Eğer yerine
Zira dokunulmazlıkta denklik e s a s t ı r . 374 getirmekten alıkonursanız gücünüzün

370 Bu âyet savaşa izin veren ilk âyet değil, sa­ buluşturmak için gösterilen her tür çabanın
vaşı emreden ilk âyettir. Savaşa izin veren ilk adı olan cihad ibadetleri hep ekonomik feda­
âyet Hac sûresinin 39-40. âyetleridir. kârlık gerektiren ibadetlerdir. Bu ibadetler
371 İlâhî Kelam, pişmanlık kapısını hep açık için harcanacak her kuruş "Allah yolunda har­
tutmakta, suçlu ve günahkar insanları tevbe- canmış" demektir. Allah yolunda harcama
ye özendirmektedir. emrinin ardından, bu emrin illet ve hikmeti
şöyle açıklanır: "kendinizi kendi ellerinizle
372 Bu âyetten farklı olarak, Enfâl 39'da kullunu
tehlikeye atmayın". Bu tehlike Allah yolunda
ibaresi yer alır. Bunun sebebi de bu âyette sava­ harcamayı ve cihadı terk etmektir.
şılması kastedilenler sadece Mekke müşrikleriy­
ken Enfâl sûresinde savaşılması kastedilenler 376 "Allah...sever" ya da "Allah...sevmez"
diye son bulan âyetlerin hemen tamamına ya­
küfürde direnen tüm güçlerdir. Bu âyet En'âm
kını Medenî sûrelerde yer alır. Mekkî sûreler­
35 ışığında anlaşılmalıdır (Krş: 74/Nahl: 90).
de ise azab ve ceza öndedir. Bunun nedeni
373 Eğer yaptıklarına son verirlerse, bu yeter­ Kur'an'ın eğitim sürecidir. Bu sürecin başlan­
li addedilmektedir. Bizzat zulmedenler, eğer gıcında insanlar azab ile korkutuluyorlardı.
tesbit edilmişlerse elbette cezalarını çekecek, Medine döneminde mü'minlerin Allah'la olan
cezaları da işledikleri suçun dengi olan "âdil ilişkileri "sevgi" düzeyine yükseldi.
bir karşılık" şeklinde gerçekleşecektir.
377 "Ve ona ulaşmaya gücü yeten herkesin
374 Müşrikler mü'minlere bu aylarda saldırı haccetmesi Allah'ın insanlık üzerindeki hak­
düzenliyor, lâkin mü'minler tarafından misil­ kıdır." (Âl-i İmran: 97) Hac, insanlığın Allah'a
leme yapıldığında hemen onları "haram ayla­ yürüyüş destanını her mü'minin kendi şah­
ra hürmetsizlikle" suçluyorlardı. İşte "doku­ sında yeniden yaşamasıdır. Hac, Âdem rolünü
nulmazlıkta denklik esastır" ilkesi bu gerçeği oynayan her bir insanın yitirdiği cenneti ara­
ifade eder. Zaten hicretin 9. yılında inen Tev­ maya çıkmasıdır. Hac, insanoğlunun uzaklaş­
be sûresinin ilk âyetleriyle İbrahimi geleneğin tığı fıtratına yeniden dönüşünü temsil eder.
izlerini taşıyan "dokunulmazlık ayları" uygu­ Hac, kendi kendisine yabancılaşan bireyin
lamasının yerini, istisnai durumlar hariç in­ kimliğini, kişiliğini bulup kendisiyle barışık
san canının daimi dokunulmazlığı alacaktır ve tanışık yaşamak için başlattığı soylu yolcu­
(Bkz: 114/Tevbe: 5, not 9). luğun adıdır. Özetle hac, mahşerin provasıdır.
375 Yukarda ele alman hac ve İslâm'ı insanla 378 Veya: "tamamlayın". Buradaki "tam yap-
yeteceği bir kurban verin ve kurban yeri­ rumluluğunuzun bilincinde olun ve Al­
ne ulaşıncaya k a d a r 379
başlarınızı tıraş et­ lah'ın cezalandırmada çok şiddetli oldu­
meyin! İçinizden hasta ya da başından bir ğunu aklınızdan çıkarmayın!
rahatsızlığı olan kimse fidye olarak oruç 197 Hac (her yılın) malum aylarında-
tutmalı veya sadaka vermeli ya da kur­ dır. 380
Kim söz konusu aylarda haccı eda
ban kesmelidir. Bir engel olmadığı za­ ederse artık o hac boyunca çirkin konuş­
man, hacdan önce umre yapacak kimse malardan, tüm yakışıksız davranışlardan
gücünün yettiği cinsten bir kurban kes­ ve kavgadan kaçınmalıdır. 381
Zira ne tür
sin! Fakat kurbana gücü yetmeyen üç gü­ iyilik yaparsanız Allah bunu bilir: Öyley­
nü hacda yedi günü döndükten sonra ol­ se (ebedi yolculuk için) azık hazırlayın!
mak üzere toplam on gün oruç tutsun! Hiç kuşkusuz yol azığının en hayırlısı so­
Bunlar ailece Mescid-i Haram civarında rumluluk bilincini kuşanmaktır: Bana
oturmayanlar içindir. Allah'a karşı so­ karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun

ma" ya da "tamamlama" emri iki şekilde an­ gelirken" ibaresi, yine 199. âyetteki "insanla­
laşılabilir: Ya tbrahimî bir ibadet olan haccın rın çağlayıp geldikleri yerden siz de çağlayıp
mesela Arafat vakfesi gibi temel rükünlerini gelin" ibaresi haccın topluca belirli günlerde
bile dışarıda bırakacak kadar Müşrikler tara­ yapıldığına delalet eder. Ayrıca bu âyetin de­
fından noksanlaştırıldığını ve dolayısıyla tam vamında Mina vakfesine dair "iki günde dö­
yapılması gerektiğini (Bkz: el-Muvâfakât III, nerse" denilir. Bu da, haccın vaktinin aylarla
335), veya tıpkı Hz. Peygamberin Hudeybiye değil günlerle tayin edileceğinin bir başka de­
umresi gibi yarım bırakılan nafile hac ve um­ lilidir. Bakara 203'teki "sayılı günler" ve Hac
renin "tamamlanması" gereğini ifade eder 28'deki "bilinen günlerde" ibaresi de bu deli­
(Krş: Râzî). lin yanına konmalıdır. "Bilinen-sayılı gün­
379 Mehilleh, kurbanın zamanını, mekânını ler "in yorumundaki ihtilaf işin özünü etkile­
ya da her ikisini birden ifade edebilir. Birinci mez. Bu iki âyet de günlerden söz etmektedir
görüş esas alındığında kurbanı ille de oraya ki bu günler haccın ifa edildiği terviye günü de
ulaştırmak şartken, ikinci görüşte buna "şart­ dahil Zilhicce'nin 8-13. günleridir. Mütevatir
tır" denilemez. Râzî burada zamanı ifade etti­ sünnet de bunu teyit eder.
ğini söyler ki tercihimiz bu görüşe dayanmak­ 381 Rafes'i "çirkin konuşmalar" diye çevirdik.
tadır. Râzî'ye göre fiziki bir "gönderme/ulaş­ Arap dilinde "cinselliği kışkırtan konuşmalar"
tırmaya" değil de, manevî bir "gönder­ anlamına gelir. Aslında hacda şık düşmeyen
me/ulaştırmaya" delalet eder. Bu tercihi Hac tüm konuşmalar ve meşru cinsellik de "rafes"
36. âyet de teyit eder. hükmüne girer. "Yakışıksız davranışlar" diye
380 Âyette geçen malûmat "bilinen" demek­ çevirdiğimiz fusûk, Allah, insan, hayvan ve
tir. Her yıl tekrarlandığı ve dönemin şartların­ bitki hakkına dair her türlü tecavüzü kapsar.
da uzun olan hac yolculuğu da haccın bir par­ "Cidal" kavga ve yersiz tartışmadır. Haklı ya
çası olduğu için bu ifade kulanılmıştır. Eğer da haksız fark etmez. Esasen cidal kişinin hak­
âyet, hac ibadetini, "bilinen aylarda" olmak lı olduğuna inandığı durumlarda yaptığı tartış­
şartıyla herhangi bir zamanda eda etmenin ce­ madır. Dikkat edilecek olursa bu üçü de kendi
vazına delalet etseydi bu da bilinirdi. Oysa ki, başlarına haram olan fiiller olmadıkları hâlde
haccın bilinen aylarda olmak şartıyla farklı hacda yasaklanmışlardır. Çünkü orası sadece
zamanlarda yapıldığına dair tek bir örnek yok­ haramların değil, kimi mubahların da yasak­
tur. Aksine 198. âyetteki "Arafat'tan çağlayıp landığı bir mahşer provasıdır.
ey derin kavrayış sahipleri! siz merhamet kaynağıdır. 385

198 Rabbinizin lutfundan pay almak iste­ 200 (Hacca has) ibadetlerinizi 386
tamam­
menizde size bir vebal y o k t u r . 382
Ara­ ladıktan sonra (bir zamanlar) atalarınızı
fat'tan çağlayıp akarken Meş'ari'l-Ha- andığınız gibi, hatta daha güçlü bir bi­
ram'da 383
Allah'ı anın! Artık O'nu, size çimde Allah'ı a n ı n ! 387
İnsanlardan bazısı
gösterdiği gibi anın! Doğrusu siz, bundan "Ey Rabbimiz! Bize vereceğini bu dünya­
önce yolunu şaşıranlar arasındaydınız. da ver!" derler. Böylelerinin âhiret nimet­
199 Ardından insanların çağlayıp geldik­ lerinden nasibi yoktur. 201 Fakat öylele­
leri yerden siz de çağlayıp g e l i n 384
ve Al­ ri de var ki, onlar "Ey Rabbimiz! Bize bu
lah'tan günahlarınıza mağfiret dileyin! dünyada da iyilik güzellik ver, âhirette de
Doğrusu Allah tarifsiz bağışlayıcıdır, eş­ iyilik güzellik v e r 3 8 8
ve bizi ateşin aza-

382 İbn Abbas ve İbn Mes'ud gibi sahabiler bu muştur ve "hac menasiki" şeklinde şöhret
âyeti "hac mevsiminde" açıklayıcı ibaresiyle bulmuştur.
birlikte okumuşlardır. Bu okuma, hem ihramlı 387 Zımnen: Atalarınızın ocağındaki külü ta­
günleri ticaretten ayırmayı, hem de bunun dı­ şırsanız âdet, közü taşırsanız ibadet olur. Ca-
şında kalan hac aylannda alış verişi kınayan hiliyye döneminde Araplar kurban kestikten
sahte dindarlık gösterisini boşa çıkarmayı sonra şeytan taşlama mahalline gelip orada
amaçlamaktadır (Bkz: Zemahşerî). Ebu Müslim
atalarının anısını tazeler, onlara ilişkin öykü­
197. âyetin sonuyla bu âyetin ilk cümlesini bir­
ler anlatırlardı (Taberî). Cahiliyye insanı iba­
likte değerlendirerek "(Haccı eda konusunda)
deti değil ibadetin ruhunu kaybetmişti. Hz.
sorumluluğunuzu yerine getirin (daha soma
İbrahim'den beri eda edilen ibadetler, aşağı
ise) Rabbinizin lutfundan.." şeklinde tüm tica­
yukarı biçim olarak aslını korumuş olsalar da
ri faaliyetleri hac mevsimi dışına itecek şekilde
ruh ve amaç olarak aslını kaybetmişlerdi. Bu
anlar ve buna da Cuma 10 âyetini referans gös­
durum da ibadetlerin âdete dönüşmesine ne­
terir. Râzî naklettiği bu görüşe itiraz eder.
den olmuştu. Âdetleşen ibadette niyetler de
383 Meş'ari'l-Haram: Müzdelife. sapmaya uğruyor, Allah emrettiği için değil
384 "Siz" denilenler hums adı verilen ve ken­ atalardan öyle görüldüğü için yapılır hâle geli­
dilerini "Allah'ın has kulları" olarak nitelen­ yordu.
diren Kureyş'tir. Onlar Allah'ın has kulları ol­ 388 Hasene, sıfat olarak kullanıldığında aynı
dukları iddiasıyla Arafat'a çıkmazlarmış. Ca- hasen gibi hem fizik hem de metafizik güzel­
hiliyye asabiyetine dayanan ve İslâm'ın kök­ liği ifade eder. Fakat isim olarak kullanıldığın­
ten karşı olduğu bu düşüncenin izlerini sil­ da görünen güzelliğe delalet eder ki, bu güzel­
mek için bu âyet Kureyş kabilesine mensup lik görecedir. Bazen insana güzel gelen ve haz
mü'minlere hacda insanlarla birlikte hareket veren şeyler akıbeti itibarıyla çirkin ve acı ve­
etmelerini emretmektedir. rici olabilir. Husnâ ise yalnızca manevî ve ka­
385 Zımnen: Bir damlasınız, göle karışın: Gö­ lıcı güzellikler için kullanılır (Bkz: 69/Yûnus:
le düşen damla göl olur, çöle düşen damla bu­ 26). Burada mücerret güzelliğe delalet ettiği
harlaşır çöl olur. için dünya ve âhiret güzellikleri birbirinden
386 MenasikİTi kendisinden türetildiği nu- ayrı olarak anılmıştır. İki güzelliğin birbirine
suk, hacca özgü ibadetlerden her biri için kul­ vav ile atfedilmesi, aralarındaki mahiyet far­
lanılırsa da, özelde "kurban" genelde tüm iba­ kına delalet eder. Bu âyet, Kur'anî bir hayatta
detleri kapsar (196. âyete bkz). "Menasik", fakirizme ve çileciliğe yer olmadığını beyan
haccı oluşturan ibadetlere verilen alem ol­ eder. İrfan ıstılahında fakr (fakirlik), insanı ni-
bından koru!" diye yakarırlar. 202 İşte günaha sürükler. İşte böylesine cehen­
bunlar, kazandıklarına karşılık (âhiret ni­ nem yeter, ne kötü konaktır orası!
metlerinden) nasip alacak olanlardır: zira 207 İnsanlardan kimi de var ki Allah nza-
Allah hesabı seri bir biçimde görendir. smı kazanmak için kendisini (vakfeder). 393

203 Sayılı günlerde Allah'ı anın! Her kim Allah ise kullanna karşı hep şefkatlidir.
acele edip iki günde dönerse ona günah 208 Ey iman edenler! Hep birlikte tesli­
yoktur. Kim de dönüşü erteleyip daha miyet yoluna girin ve şeytanın adımları­
uzun kalırsa sorumlu davrandığı sürece nı izlemeyin! Çünkü o sizin apaçık düş-
ona da günah yoktur. Allah'a karşı so­ manmızdır. 209 Eğer hakikatin apaçık
rumluluğunuzun bilincinde olun ve so­ belgeleri size geldikten sonra ayaklarınız
nunda O'nun huzurunda toplanacağınızı kayarsa, Allah'ın her işinde mükemmel
aklınızdan çıkarmayın!
olduğunu, her hükmünde tam isabet kay­
dettiğini unutmayın!
204 İNSANLARDAN kimi var ki, bâtılda
210 Onlar, Allah'ın meleklerle birlikte
ölesiye direnen bir hasım olduğu hâl­
bulutların gölgeleri arasından çıkagelme­
de, 3 8 9
bu dünya hayatı hakkında söyledi­
sini mi gözlüyorlar? Bu durumda iş biti­
ği söz senin hoşuna gider ve kendi kal-
rilmiş o l u r d u : 394
Nihayet bütün işler Al­
bindekine de Allah'ı şahit t u t a r . 390

lah'a döndürülür. 395

205 Eline yetki geçtiği 391


zaman da yer­
211 Sor İsrâiloğullarma: Biz onlara nice
yüzünde fesat çıkarmaya, insanın ürünü­
açık mesajlar verdik de (ne oldu)? Her
nü ve neslini yok etmeye çalışır: Ama Al­
kim Allah'ın nimeti olan mesajlarını ken­
lah fesadı s e v m e z . 392
2 0 6 Kendisine ne
dilerine ulaştıktan sonra değiştirirse, bil­
zaman "Allah'a karşı sorumluluğunun
sin ki Allah karşılık vermede şiddetlidir.
bilincinde ol!" dense, kibir ve gururu onu

metlerden değil, kalbi dünya sevgisinden 390 Zımnen: Yalanların en tehlikelisi Allah'ı
mahrum etmektir. Bağdatlı Cüneyd fakrı şöy­ şahit tutarak söylenendir.
le tarif eder: "Fakr, senin hiçbir dünyalığa sa­ 391 Tevella hem "dönüp gitmek" hem de "bir
hip olmaman değildir. Dünyalara sahip olsan işi yapmaya yetkili olmak" anlamlarına gelir.
da, dünyalıkların sana sahip olmasına izin Âyetin bağlamından yola çıkarak biz ikinci
vermemendir." Servet attır. Süvari atının sır- anlamı tercih ettik.
tındaysa yol alır, atını sırtlanan süvari yolda 392 Fesâd, anarşi, terör, bozgunculuk ve her
kalır. Kendini vererek servet elde edenin hiç­ tür toplumsal kokuşmadır. Esasen fesâd, bir
bir şeyi yoktur. Zira kendini vererek servet sa­ şeyin doğal hâlini bozmak, onu doğasından ve
hibi olduğu için, serveti sahipsiz kalmıştır. yerinden etmektir.
389 Âyetin son cümlesi olan vehuve eleddu'l-
393 Lafzen: "satar".
hısam üzerinde tartışılmıştır. Buradaki hı-
sâm'ı İbn Abbas ve Katade "tartışmacı" olarak 394 En'âm 8'e bir atıf olarak okunabilir.
anlamışlardır. Buna "düşmanlık, gizli düş­ 395 Bir sonraki âyette Isrâiloğullarından söz
manlık, yalancılık" anlamı verenler de olmuş­ edildiğine göre bu âyet Isrâiloğullarmın Hz.
tur (Taberî). Tercihimiz hem tipik münafık Musa'ya Allah'ı açıkça görmeden inanmaya­
tavrına, hem de âyetin bağlamına daha uygun­ caklarına dair isyanlarına bir göndermedir
dur. (Bkz: âyet 55).
212 Kâfirlere dünya hayatı güzel görünür; ki, mü'minlerle birlikte Elçi de "Allah'ın
bu yüzden mü'minlerle alay ederler. So­ yardımı ne zaman gelecek!" diye feryat
rumluluk şuuru taşıyanlarsa kıyamet gü­ ediyordu. 397
Bakın, Allah'ın yardımı ya­
nü onlardan üstün bir konumda olacak­ kındır. 398

lar. Allah dilediğine hesapsız rızık verir. 215 Sana, (kime) neyi infak edeceklerini
soruyorlar. 399
Cevap ver: "Hayır olarak
213 B Ü T Ü N insanlık (başlangıçta) tek bir yapacağınız harcama öncelikle ebeveyni­
topluluk idi, (sonradan yoldan çıkıp par­ nize, akrabanıza, y e t i m l e r e , 400
yoksulla­
çalandı). 396
Allah peygamberlerini müj- ra, yoldakileredir. Her ne iyilik yaparsa­
deleyici ve uyarıcı olarak gönderdi. On­ nız yapın, Allah onu mutlaka bilir.
larla birlikte hakikati ortaya koyan va­
hiyi ler) gönderdi ki, o insanlar arasında 216 HOŞUNUZA gitmese de savaş size
ihtilafa düştükleri konularda hakem ol­ farz kılındı. Hem sizin hoşlanmadığınız
sun. Buna rağmen, kendilerine hakikatin bir şey sizin için hayırlı, sizin hoşlandığı­
apaçık belgeleri geldikten sonra, araların­ nız bir şey de sizin için şerli olabilir: Al­
daki kıskançlık yüzünden O'nun mesajı lah, sizin bilmediklerinizi de b i l i r . 401

hakkında ihtilafa düşenler bizzat bu vah­


217 Sana saldırmazlık ayında savaşmanın
yin gönderildiği insanlardı. Ne ki Allah
hükmünü somyorlar. De ki: "O ayda sa­
iman edenleri kendi iradesiyle, hakkında
vaşmak büyük bir hatadır. Fakat Allah'ın
ihtilafa düştükleri hakikate doğru yönelt­
yolundan insanları çevirmek, O'nu ve
ti. Allah, dileyen kimsenin doğru yola
Mescid-i Haram'ın hürmetini inkâr et­
yönelmesini işte böyle diler.
mek, oranın sakinlerini oradan sürüp çı­
2 1 4 Yoksa siz, sizden öncekilerin başına karmak Allah katında daha büyük bir cü­
gelenler sizin de başınıza gelmeden cen­ rümdür. Fakat inanca yönelik baskı ve zu­
nete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Onla­ lüm, adam öldürmekten daha beterdir." 402

rın başına öyle şiddetli zorluklar, öyle bo­


Eğer düşmanlarınızın gücü yeterse, sizi
ğucu darlıklar geldi ve öylesine sarsıldılar
dininizden döndürünceye kadar sizinle

396 Parantez içi ibare için bkz. Zemahşerî ve 399 Krş. 219'un sonu infak için bkz. 274, not
;

Râzî. 512.
397 Zımnen: Bedelsiz ödül olmaz. İman en bü­ 400 Dış bağlam ışığında, buradaki yetimler­
yük iddiadır, iddialar isbat ister. Krş. "Yoksa siz, den kasıt savaşın yetimleridir. Bu bağlamda
Allah içinizden cihad edenleri ve (yolunda) dire­ yetim, velisini Allah'a kurban verdiği için ve­
nenleri seçip ayırmadan cennete girebileceğini­ lisi Allah olmuş kimselerdir. Bu yüzden mü­
zi mi sanıyorsunuz?" (98/Âl-i İmran: 142; ayrı­ cahitlerin yetimleri, İslâm'ın çocuklarıdır.
ca krş. 114/Tevbe: 16). Üç âyetin muhatabı da
401 Zımnen: Doğruyu belirleyen sizin beğeni­
farklıdır. Bu âyetin muhatabı Hz. Peygamber ve
niz değildir,- aksine siz beğeninizi doğruya gö­
mü'minlerin tümü, Âl-i İmran'daki peygamber
re belirleyin. Kehf'teki Musa-bir kul kıssası,
hariç tüm mü'minler, Tevbe'deki ise mü'min-
bu âyetteki hakikatin bir "kul" üzerinden tef­
ler içerisinden çıkan mücahitlerdir.
siridir.
398 Kulun gücü bitince Allah'ın yardımı başlar: 402 Zira birincisi insanın ruhuna, ikincisi in­
"Bittim ya Rab!" diyene "yettim kulum" der. sanın bedenine yönelik bir tecavüzdür.
savaşmayı sürdürürler. Sizden her kim şeyden". Böylece Allah size mesajlarını
dininden döner ve kâfir olduğu hâlde açıklıyor ki, tefekkür edebilesiniz 2 2 0 bu
ölürse, onun bütün yapıp-ettiği ameller dünya ve âhiret hakkında... Bir de sana
dünyada da âhirette de boşa gitmiştir. yetimler hakkında soruyorlar. De ki:
Onlar ateşe mahkûmdurlar, onlar orada "Onların lehine olan her tür iyileştirme
kalıcıdırlar. (yüzüstü bırakmaktan) daha hayırlıdır.
218 Şüphe yok ki iman edenler, hicret Onlarla (hayatı) paylaşırsanız, 406
unut­
edenler 403
ve Allah yolunda cihad edenler mayın ki onlar sizin kardeşinizdir. Kaldı
var y a ;
4 0 4
işte ancak onlar Allah'ın rah­ ki Allah fesatçılık yapanı ıslah edenden
metini umabilirler: Allah tarifsiz bağış ayırmasını bilir. Ve eğer Allah dileseydi
sahibidir, eşsiz merhamet kaynağıdır. sizi zora koşardı,- 407
ne var ki Allah her
işinde mükemmeldir, her hükmünde
219 SANA sarhoşluk veren şeyler ve şans tam isabet sahibidir.
oyunları hakkında soruyorlar. De ki: 221 Müşrik kadınlarla onlar imana ula­
"Onların her ikisinde de insanlar için bü­ şıncaya kadar evlenmeyiniz! Çünkü (Al­
yük bir kötülük ve birtakım menfaatler lah'a) bağlanmış hür olmayan mü'min bir
vardır. Her ikisinin yol açtıkları kötülük kadın, 408
müşrik hür bir kadından -on­
sağladıkları menfaatten çok daha büyük­ dan hoşlanıyor da olsanız- daha hayırlı­
tür." 4 0 5
dır. Yine müşrik erkeklerle, onlar iman
Yine onlar "Neden infak edelim?" diye edinceye kadar kadınlarınızı nikahlama­
soruyorlar. De ki: "Bağışlanabilen her yınız! 4 0 9
Zira (Allah'a) kulluk yapan

403 Hicret, imkanların tükendiği yerden üre­ la ortaklık kurulması vs. şeklinde yorumlan­
tileceği yere intikal, kavuşmak için terk et­ mıştır. Bir sonraki âyetten yola çıkarak "haya­
mektir. tı birleştirmek" anlamına da ulaşılır (Krş: Ebu
404 Cihad, insanlığın değişmez değerlerinin Müslim'den Râzî).
öbür adı olan İslâm'la insan arasına gerilen en­ 407 Zımnen: ..ama Allah sizi zora koşmayı di­
gelleri kaldırmak için üstün çaba harcamaktır. lemedi, çünkü buna ihtiyacı yok.
405 Cahiliye Arapları içki ve kumar meclisle­ 408 Emeh mücerret olarak "kadın" anlamına
rini aynı zamanda fakir fukaraya ikram ve gelse de burada sözgeliminden "hür olmayan
"meysir" adı verilen ve âyette yasaklanan ku­ kadın" mânasına kullanıldığı açıktır. Zemah-
mar çeşidini fakirlere yardım için bir yol ola­ şerî, -muhtemelen Cürcanî'yi izleyerek- "her­
rak görürlerdi. Veresiye bir deve alınıp, oklar kes Allah'ın kölesidir" gerekçesiyle "mü'min
çekilerek kumar oynanır, kaybedenler deve­ kadın" anlamı verir. Oysa ki bu bağlamda
nin bedelini öder; kazananlar ise etlerini orada "müşrik hür kadın"ın mukabili olarak kulla­
bulunanlara bağışlarlardı. Kur'an, bu masum nılmıştır.
yüzlü kumarı dâhi yasaklamıştır,- çünkü za­
409 Bazıları, buradaki hitabın kadının velisi
rarları faydasından çoktur. Yardımın daha
olan erkeğe değil de doğrudan kadına olduğu­
meşru yolları vardır. Buradaki infak için 3.
nu düşünüp bu ibareyi "kadınlarınızı nikahla­
âyetin notuna bkz.
mayın" değil de "nikahlanmayın" olarak çevi­
406 Âyetteki "birleşmek, iç içe geçmek, karış­ riyor. Eğer âyetin aslına sadık kalacaksak bu
mak" anlamlarına gelen muhalata, yetimin çeviri iki nedenden doğru değil:
malının velinin malıyla birleştirilmesi, onun-
mü'min bir erkek, müşrik bir erkekten 223 Kadınlarınız, sizin için bir tür tarla­
-bu sizi hoşnut etse bile- daha hayırlıdır. dır; 411
tarlanıza nereden, nasıl ve ne za­
Onlar sizi ateşe çağırıyor, oysa ki Allah man 4 1 2
isterseniz öyle varın! Fakat önce
sizi kendi rızasıyla cennet ve mağfirete kendi canlarınız için bir hazırlık yapın!
çağırıyor; dahası, mesajlarını insanlığa Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilin­
açıklıyor ki ibret alsınlar. cinde olun ve unutmayın ki, mutlaka
O'na kavuşacaksınız! Artık sen de
222 SANA kadınların ay hâli hakkında mü'minleri müjdele!
soruyorlar. De ki: "O sıkıntı verici bir ra­
hatsızlıktır: 410
Ay hâli sırasında kadınları 2 2 4 ALLAH adına ettiğiniz yeminler, er­
(rahat] bırakın ve onlar temizleninceye demliliğe, sorumluluğun gereğini yerine
kadar (cinsel) ilişkiye girmeyin! Temiz­ getirmeye ve insanlar arası barışın sağ­
lendikleri zaman, Allah'ın size emrettiği lanmasına engel teşkil e t m e s i n ! 413
Allah
gibi yaklaşın!" her şeyi işitir, tarifsiz bilir. 225 Allah, dü­
Hiç kuşkusuz Allah özden tevbe edenleri şünmeden yaptığınız yeminlerden dolayı
sever, özden temizlenenleri de sever. sizi sorumlu t u t m a z ; 414
fakat kalplerini-

1) Âyetin girişindekinin aksine ikinci la-tenki- sı hasebiyle, ennâ edatının "nereden isterseniz
hu geçişlidir ve enicena'dan gelir. İki mef'ul oradan varın" anlamının, döl yolu olan cinsel­
alır: "kadınlarınız" ve müşrik erkekler". Bu lik organıyla sınırlandığı yorumuna ulaşılır.
durumda anlam bizim verdiğimiz gibi olur. 413 Yemîn, "sağ, sağ el" anlamlarına gelir. Be­
2) Bir sonraki cümlede yer alan "bu sizi hoşnut reket mânasındaki yumn'den türetilmiştir.
etse de" muteriza cümlesindeki "siz" erkekler Aslen "kuvvet, sağlamlık" demektir. Ant iç­
için kullanılan kum zamiriyle gelmiştir. Eğer mek te'min etmek, kasem etmek de yemîn
nikahlayan kadının kendisi olsaydı bu zamirin olarak adlandırılır. Tevhide dayalı bir inanç
dişili olan kunne gelecekti. Bu ibareden değil­ sistemi olan İslâm'da muteber yemin yalnızca
se de, 230. âyetteki hatta tenkiha (kadın nikah- Allah adına yapılır. Bunun dışındaki şeylere
lanıncaya kadar) ibaresinden, kadının kendi yemini Allah Rasulü şiddetle yasaklamıştır
kendisini nikahlama mezuniyeti çıkar. Âyet (Bkz: 113/Tahrîm: 2, not 2). Bu âyette erdem­
bir toplumda yasal düzenlemeleri yapan yetki­ lilik, sorumluluk ve ıslah konusunda edilen
li mercilere hitap olarak da okunabilir. yeminlerle Allah'ın engel kılınmaması ifade
410 Aslen eî-eziyy "dalga" anlamına gelir, de­ edilmektedir. Bunun iki anlamı vardır:
nizde dalgalarla sallanıp içi bulanan kimseye 1) Kişinin olumlu bir işi yapmamak üzerine
de mu'zi denir. Bu anlamı göz önüne alacak yemin etmesinin doğru olmadığı.
olursak "sıkıntı verici bir rahatsızlık" karşılı­ 2) Kişinin, yaptığı bu tür yeminlerle amel etme­
ğı daha uygun görünüyor. Bu âyet, Medine'de yip, yeminine rağmen erdem, sorumluluk ve ıs­
Yahudi kültürünün bir ürünü olan adetli kadı­ lah doğrultusunda davranmasınm gerekliliği.
nı aşağılama ve pis sayma, onu her tür ailevî,
414 Lağv herhangi bir kıymet taşımayan, hü­
dinî ve sosyal hayatın dışında tutma tavrını
kümde itibara alınmayan söz demektir. İnsa­
red için gelmiştir.
nın bu türden bir "gevezelik" ve "boşboğaz­
411 Harsım'deki belirsizlik mânaya "bir tür" lık" alameti olarak yaptığı yeminlerden dola­
olarak yansımıştır. yı Allah'ın hesap sormayacağı bir af ve rahmet
412 Ennâ edatına, taşıdığı üç anlamı da verdik olarak ifade buyurulmuştur. Bir insan öyle ol­
(îtkân II, 175). Tarla "mahsul veren yer" olma- duğu zannıyla "vallahi şöyle" demiş de so-
zin aldığı tavırdan sorumlu tutacaktır; süresince 419
kendilerini g ö z e t l e r l e r . 420

ama Allah tarifsiz bağışlayandır, cezalan­ Zira, eğer Allah'a ve âhiret gününe inanı­
dırmadan önce fırsat tanıyandır. 415
yorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığını
226 Hanımlarına yaklaşmamaya yemin gizlemeleri onlara helâl değildir. Bu süre
edenlere dört ay bekleme süresi v a r d ı r . 416 zarfında barışmak isterlerse, bu durumda
Şayet dönerlerse, iyi bilsinler ki Allah ta­ kocaları onları almak hakkında önceliğe
rifsiz bağış, eşsiz merhamet sahibidir. 417 sahiptirler. Meşru olmak kaydıyla erkek­
227 Ama eğer ayrılmaya karar verirlerse, lerin kadınlar üzerinde nasıl hakları var­
bilsinler ki Allah her şeyi işitendir, her sa, kadınların da erkekler üzerinde ben­
şeyi bilendir. 418 zer hakları vardır, 421
ne ki erkeklerin o
kadınlar üzerinde öncelik hakkı var­
228 Boşanmış hanımlar, üç temizlenme
dır. 422
Allah her işinde mükemmeldir,

nunda bu zannmda yanılmışsa, Allah onu bun­ 418 Kur'an, kişinin îlâ ile neyi amaçladığını
dan dolayı sorumlu tutmayacaktır. Çünkü Allah'ın bildiği gerçeğine işaret eden bu âyet­
bunda "yalan söyleme kastı" bulunmamakta­ le, erkekleri sorumlu davranmaya davet eder.
dır. Bu âyet yemin etme alışkanlığı olan kim­ 419 Veya: "üç âdet görme süresince.." el-Ku-
selere ilişkin olarak da anlaşılabilir. Bu tipler ru', zıt anlamlı bir kelimedir. Hem âdet gör­
kalben yemini kasdetmediği hâlde boşboğazlık meyi hem de temizlenmeyi ifade eder.
olarak yemin ederler. Bu pasaj, hicretin ardın­
420 Yeterabbesne bi-enfusihinne'nin doğru
dan sosyal ve hukukî bir problem olarak orta­
karşılığı budur ve bu bir kadının kendi rahmin­
ya çıkan ailenin dağılmasını konu almaktadır.
de olup bitene dair ilk ve gerçek gözlemi ancak
415 Yalan kastı taşımayan yeminlerin affedil­ kendisinin yapabileceği gerçeğine dayanır.
mesi de aslında hiç vebal olmadığı için değil, Al­
421 Veya: "Kadınların sorumluluklarına denk
lah'ın rahmetinde ve kullanna karşı cezalandır­
hakları vardır". Ya da: "Kadınların hakları, ör­
mada aceleci olmayışından kaynaklanmaktadır.
fe uygun olarak sorumluluklarına denktir."
[Halîm ismi için bkz. 106/Ahzab: 51, not 68).
Buradaki denklikten kasıt 'oran eşitliği' değil,
416 Cahiliyye Arapları, herhangi bir sebeple adalettir. Formül şudur: Ne kadar sorumluluk
hanımlarına kızıp ona yaklaşmamaya yemin o kadar hak, ne kadar hak o kadar sorumluluk.
ederler, bu durum bir zamanla sınırlı olmadı­ Kadın-erkek arasındaki adaletin oran eşitliği­
ğından bazen yıllarca sürerdi. O kadın ne evli ne indirgenmesi, her iki cinsin hak ve sorum­
olan bir kadın gibi doğal ve insani ihtiyaçlarını luklarının birbirine denk olduğu gerçeğinin,
giderebilir, ne de dul bir kadın gibi başka biriy­ cinslerin fıtratlarından gelen farklılığı inkâr
le evlenebilirdi. Erkekler bu geleneği kadınlar anlamına gelen 'aynılık ve tıpkılığa' indirge­
üzerinde baskı kurmak için kullanıyorlar ve me yanlışına dayanır. Oysa ki iki cins birbiri­
onları her açıdan mağdur ediyorlardı. İddetin nin yerini tutmayan 'eşlerdir. Tıpkı bir çift
illeti sadece hamileliğin anlaşılması değil, ay­ ayakkabının eşi gibi. İkisi de birbirinin eşidir
nı zamanda kadının töhmetten korunmasıdır. ama, biri diğerinin yerini tutmaz.
417 Zımnen: Bu süre sonunda kişi eşine dön­ 422 "O kadınlar", sadece 'aleyhinne ibaresi­
meme kararını değiştirmezse otomatik olarak nin tam karşılığı değil, aynı zamanda âyetin
eşinden ayrılmış olur. Ayrılma kararı erkeğin başında belirtilen türden kadınlara da bir gön­
kadını bir hizmetçi, bir köle gibi kullandığı dermedir. Bu hak, gebeyken boşanan kadının
"belirsiz îlâ durumunu" daha fazla uzatmak­ yeniden evliliği düşünmesi durumunda, çocu­
tan elbette kadın için daha hayırlıdır. ğunun babasına tanınan öncelik hakkıdır.
her hükmünde tam isabet edendir. 423
lah'ın akledenlere açıkladığı sınırlardır.
229 (Dönüşü mümkün olan) boşama iki 231 Bu şekilde kadınları boşadığınızda ve
defadır. Bundan sonrası ya iyilikle geçin­ onlar da bekleme sürelerinin sonuna gel­
mek ya da güzellikle (son defa boşayıp) diklerinde, ya güzellikle tutun ya da gü­
ayrılmaktır. 424
Bu durumda kadınlarınıza zellikle bırakın! Onlara zarar vermek için
verdiğiniz şeyleri geri almanız, her iki ta­ alıkoymayın! Bu durumda haddi aşmış
rafın da Allah'ın koyduğu sınırları koru­ olursunuz. Kim de böyle yaparsa, elbette
yamama endişeleri dışında, sizin için he­ kendisine kötülük etmiş olur. Allah'ın
lâl değildir. Eğer Allah'ın her iki taraf âyetlerini hafife almayın! Allah'ın size
için koyduğu sınırları koruyamamaların­ olan nimetlerini, size öğüt vermek için
dan endişe ederseniz, bu durumda kadı­ size indirdiği vahyi ve hikmeti hatırlayın
nın fidye verip ayrılmasında her ikisi için ve Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilin­
de bir vebal y o k t u r . 425
Bunlar Allah'ın cinde olun! İyi bilin ki Allah her şeyin as­
koyduğu sınırlardır, sakın ha aşmayın! lını bilir.
Kim Allah'ın koyduğu sınırları aşarsa, iş­ 232 Kadınları boşadıktan sonra, bekleme
te onlar zulmetmiş olurlar. sürelerini tamamlamışlarsa, aralarında
230 Ve erkek (sonunda) kadını boşarsa, münasip bir biçimde anlaştıkları takdir­
bu kadın bir başka erkekle evlenmedikçe de, eş(namzet)leriyle evlenmelerine engel
kendisine helâl olmaz. Eğer sonraki er­ çıkarmayın! 426
Bu, içinizden Allah'a ve
kek de onu boşarsa, her iki taraf da Al­ âhiret gününe inanan herkese bir uyarı­
lah'ın koyduğu sınırları gözetecekleri ka- dır; işte bu sizin için en yararlı ve en te­
naatindeyse, tekrar birbirlerine dönmele­ miz olandır. Allah her şeyi bilir ve fakat
rinde bir günah yoktur. İşte bunlar, Al- siz bilemezsiniz.

4 2 3 'Aziz ve Hakîm isimlerindeki belirsizlik, sürecindeki yeri için bkz. 107/Talâk: 2).
mânalarının bu pasajla bire bir alâkasına dela­ 4 2 5 Bu âyet kadının eşini boşama (iftidâ) şart­
let eder (Bkz: 114/Tevbe: 102, not 129). larını beyan etmektedir (Ayrıca krş. 104/Nisâ:
4 2 4 Bir sonraki 30. âyet buradaki iki boşama­ 128). Bu konuda Ensar'dan Habibe bt. Sehl'in,
nın üçüncüsünü teşkil eder. 29 ve 30. âyetler kocası Sabit b. Kays'ı boşaması örneği verile­
birlikte okunmalıdır. Ahsen talak (en güzel bo­ bilir.
şama) adı verilen asıl boşamayı Talak 1. âyet 4 2 6 Kadının eş seçme hakkını koruyan bu
beyan eder. Bu âyetse dönüşü mümkün olan âyeti, 234. âyet de destekler. Amelî sünnet de
boşamanın sınırını açıklar. Bu izin ikisi veya bu doğrultudadır. Velisi bir kadını, istemediği
üçü bir arada değil iki ayrı zamanda kullanıla­ biriyle zorla evlendiremez (Ebu Davud, Ni¬
bilir. Zira merra'nm bir anlamı da "zamandan kah, 26; İbn Mace, Nikah, 12). Dönüşü müm­
bir bölümüdür [cüz'ün mine'z-zemân). Bu bo­ kün boşamalarda iddet tamamlandıktan sonra
şama türü, boşama hakkını geri dönülmez bi­ yeni bir nikah sözleşmesi, ancak kadının rıza­
çimde sonuna kadar tüketen kişiyi ele almak­ sına bağlıdır. Geri dönüşlü boşamalarda kadı­
tadır. Verilen iki fırsat da tüketilerek üçüncü­ nın eşine dönmeme hakkı saklıdır. Makıl b.
sü ve sonuncusu da kullanılmışsa, eşlerin be­ Yesar boşanan kız kardeşinin eski kocasına
raberliği deneme süresi bitmiş ve nikahın say­ dönmesine mani olmuş, âyet bunun üzerine
gınlığı tükenmiş demektir. (Şahitliğin boşama inmiştir (İbn Kesir).
233 Ve (boşanmış) annelerden emzirme rmda kendileri için gerekli olan şeyleri
süresini tamamlatmak isteyenler çocuk­ meşru olmak kaydıyla 431
yapmalarında
larını tam iki yıl emzirirler; onların ye- size herhangi bir vebal yoktur. Ve Allah
me-içme ve giyim-kuşamlarmı temin et­ yaptığınız her şeyden haberdardır.
mek münasip bir biçimde b a b a y a 427
dü­ 235 Ve bu gibi kadınlara evlenme arzu­
şer. Hiç kimseye taşıyamayacağı bir so­ nuzu imâ etmekte, ya da böyle bir arzuyu
rumluluk yükletilemez. Ne bir anne ço­ içinizde taşımanızda da bir vebal yoktur.
cuğu yüzünden zarara uğratılsın, ne de Nasılsa Allah sizin onlara karşı hissetti­
çocuğu yüzünden bir baba. Ve (babanın) ğiniz duyguları açacağınızı bilir. Lâkin
vârisine de aynı görev düşer. Eğer (çocu­ onlarla meşru bir biçimde konuşmak ye­
ğun boşanmış ebeveyni, çocukla anne­ rine, duygularınızı gizlice açma yoluna
nin) ayrılmasına karşılıklı istişare sonu­ gitmeyin; dahası, belirlenmiş süre ta­
cu razı olurlarsa, her ikisine de bir vebal mamlanmadan evlilik bağını kurmaya
yoktur. 428
Eğer çocuklarınızı süt annelere kalkmayın! Zira iyi bilin ki Allah içiniz­
baktırmaya karar verirseniz, teslim ede­ de sakladıklarınızı bilir: öyleyse O'ndan
ceğiniz çocuğun emniyetini uygun şekil­ sakının! Ve yine iyi bilin ki Allah tarifsiz
de sağlamanız ş a r t ı y l a 429
size bir vebal bağışlayandır, acele cezalandırmayandır.
yoktur. Allah'a karşı sorumluluğunuzun 236 Kendilerine henüz dokunmadığınız
bilincinde olun: iyi bilin ki Allah tüm ya- ya da bir m e h i r 432
tesbit etmediğiniz ka­
pıp-ettiklerinizi görmektedir. dınları boşamanızda size bir vebal yok­
234 İçinizden ölen kimselerin geriye bı­ tur. Ne ki (bu durumda dahi) onlara des­
raktığı eşler dört ay on gün kendilerini tek olun! Eli geniş olan kendi takdirince,
gözetlesinler. 430
Bu süreyi tamamladıkla- eli dar olan da gücü yettiği miktar makul

427 Lafzen: "çocuk kendisinden olana". 431 Burada bâ edatı ile [bi'l-ma'ruf) gelen iba­
428 Fisâl'i "sütten kesilmek" şeklinde yorum­ re 240. âyette min edatı ile [min ma'ruı) gel­
lamak isabetli değildir. "Çocuğun anneden ay­ mektedir. Çünkü buradaki meşruluktan kasıt
rılması "na hamletmek daha isabetli görün­ Allah'ın emrine göre olması, 240. âyette ise
mektedir (Krş: Râzî, Ebu Müslim'den). insan eylemlerinden bir eylem olarak kadının
kendisi hakkında makul bir karar vermesidir.
429 Bu mânayı Muhammed Esed'e borçlu­
Bu nedenle de biz bu âyette "meşru" diye çe­
yum.
virdiğimiz ma'rufu, 240. âyette "makul" şek­
430 Mücâhid'in yorumuna göre bu âyetle aynı linde çevirdik. Ayrıca bu âyette belirsiz gelen
konudaki 240. âyet, iki ayrı durumun ifadesi­ kelime 240. âyette belirlilik takısıyla gelir.
dir. Bu âyet, bir cahiliyye geleneğini kadınlar Müfessirler bundan yola çıkarak bu âyetin
lehine sınırlar. Kocalar, ölmeleri hâlinde dul 240. âyetten sonra indirildiğini söylerler.
eşlerinin bir yıl evde kalıp yas tutmalarını va­
432 Fanda, erkeğin kadına evlilik sözleşmesi
siyet ederlerdi. Bu âyet ölen kocanın böylesi­
sırasında vermek zorunda olduğu sosyal gü­
ne bir tasarrufta bulunamayacağını, kadın bu­
venceyi ifade eder. İslâm fıkhında "mehr" ola­
nu istemezse âyette geçen sürenin yeterli ol­
rak adlandırılan bu uygulamanın "kişinin
duğunu beyan eder. Ölen kocasının vasiyetini
yapmak zorunda olduğu ilâhî emir" anlamına
gönüllü olarak kabul eden kadının bekleme
süresi bu sûrenin 240. âyetiyle belirlenmiştir. gelen farida şeklinde adlandırılmış olması an­
lamlıdır.
bir biçimde geçimlik tedarik etsin! Bu, rektiğini aklınızdan çıkarmayın: çünkü
Allah'ı görür gibi inanan herkesin üzeri­ Allah yaptığınız her şeyi görmektedir. 433

ne bir yükümlülüktür.
237 Eğer kendilerine dokunmadan fakat 238 N A M A Z L A R I N I Z I , 434
özellikle en
mehirlerini tesbit ettikten sonra boşarsa- ideal n a m a z ı 435
kılmaya gayret e d i n 436
ve
nız, bu durumda tesbit ettiğiniz miktarın Allah'ın huzurunda gönülden bir bağlı­
yarısı onlarındır; ancak onların bundan lıkla d u r u n ! 437
239 Fakat tehlikedeyse-
vazgeçmeleri ya da nikah bağını elinde tu­ niz, yaya ya da binek üzerinde eda edin!
tan kimsenin vazgeçmesi müstesna. Vaz­ Tekrar güvenliğe kavuştuğunuzda, Al­
geçmeniz takvaya daha uygundur, zira bir­ lah'ı, bilmezken size bildirdiği gibi
birinize karşı fedakârca davranmanız ge­ anın! 438

433 Kur'an'ın kendine has üslûbu içerisinde 436 Hafizu fiilini "gayret edin" şeklinde çevir­
her sosyal ve hukukî bildirimin önünden ya dik. Bu kalıpla gelen fiiller esasen iki taraf ara­
da ardından mutlaka Allah'a karşı sorumluluk sındaki ortak eylemler için kullanılır. Adeta
çağrısı gelir. Bunlar adeta birer uyarı işaretidir; şöyle denilmektedir: Siz namazı kollayınız ki,
insana hep temel dâvayı, varoluş amacını ha­ Allah da yukardan beri koyduğu kuralları ve
tırlatır. Eğer amaç gözden kaçırılırsa, araçların emirlerini yerine getirmek hususunda sizi
amaçlaşma tehlikesi doğar. kollasın. Veya: siz namazı koruyunuz ki, na­
434 Boşanmayla ilgili hükümlerin ardından söz maz da sizi korusun (Krş: 89/Ankebût: 45).
namaza getirilir. Zira namaz gök dikişidir. Dün­ "Mukavemet" ve "münazaa"ya delalet eden
ya astarmı âhiret atlasına günde beş yerinden bu kip 'alâ ile birlikte metne "ısrar" ve "tek­
dikmektir. Hayat ancak bu sayede ruhsuz bir ce­ rar" vurgusunu katar.
set olmaktan kurtulur (Krş: 46/Me'aric: 19-24). 437 Âyette geçen kânitîn "gönülden bağlılık",
435 Bizim "en ideal namaz" olarak karşıladı­ "kayıtsız şartsız teslimiyet" anlamına gelir.
ğımız es-salâti'l-vustâ ibaresi hakkında Şevkâ- Bu kelimeyi "susmak" olarak yorumlayanlar
nî tam on sekiz görüş zikreder. Bu konuda ha­ Buhârî ve Müslim'de geçen Zeyd b. Erkam ri­
dis edebiyatında da hayli rivayet bulunmakta­ vayetini delil olarak gösterirler: "Biz daha ön­
dır (Msl. Buhârî, Tefsir 5; ayrıca Tirmizî, İbn ce namaz içerisinde gerekli olduğu zaman ko­
Hanbel vd.) Görüş farklılıkları "orta" anlamı­ nuşuyorduk. Bu âyet indikten sonra susmakla
na gelen vustâ kelimesinin yorumundan kay­ emrolunduk ve namazda konuşmak yasaklan­
naklanır. Bu ikindi veya akşam namazı olarak dı." Bu âyetten beş vakit namaz anlaşılır: Sa-
tefsir edilmiştir. Ancak vustâ ism-i tafdil ola­ levât çoğuldur ve ayrıca dilde ikil formu oldu­
rak "en ideal ve en faziletli" anlamlarına da ğu için Arapça'da çoğul en az üçtür. Bir de or­
gelir. Doğrusu bu konuda bir görüş birliği yok­ ta namazı, toplam dört eder. Ama dört raka­
tur ve buna zorlayacak bir delil de yoktur. mının ortası olmayacağı için salevât çoğulunu
Âyette kesin ve net olarak bir tek namaz kas­ mecburen dört olarak anlamak zorundayız.
tedilmez. Nasıl ki Kadir gecesi Ramazan içeri­ Orta namazıyla birlikte beş eder.
sinde ve duanın kabul saati Cuma günü içeri­ 438 Zımnen: Cana, mala ve insan onuruna yö­
sinde gizleniyorsa, "orta namazı" da bütün nelik bir tehdit söz konusuysa ve siz de bunlara
namazlar içinde gizlenmiştir. Mamafih bu na­ halel gelme endişesi taşıyorsanız Allah'ın huzu­
mazı aramak için tüm namazlara itina göste­ runda durmanın fiili tezahürü olan "kıyam"ı
rilmelidir. Sözün özü: Tüm namazlar bir na­ terk edebilirsiniz. Aynı şey namazın şartların­
mazı kılmak için kılınırlar. dan kıble ve sabah namazı dışındaki namazlar-
• • * »?^& -s*

240 İÇİNİZDEN biri ölür de geride eşler münde tam isabet edendir. 440

bırakırsa, dul eşlerine, kendi evlerinden 241 Ve (böylece) boşanmış dul kadınlar
çıkarılmaksızın bir yıllık geçimlik vasi­ da meşru bir biçimde geçimlerini sağla­
yet etsinler! 439
Eğer onlar kendiliklerin­ mış olacaklardır: Bu, sorumlu davranan
den çıkarlarsa, size onların kendileri hak­ herkesin üzerine düşen bir görevdir. 441

kında aldıkları makul kararları uygula­


242 İşte Allah aklınızı kullanabilesiniz
malarından dolayı bir vebal yoktur. Ve
diye, size mesajlarını böyle açıklıyor. 442

Allah her işinde mükemmeldir, her hük-

da vakit için de geçerlidir. Temel haklara yöne­ mişlerdir. Bu görüşlerine mantıkî bir açıkla­
lik bir tehdit, bir mü'min üzerinden namazın ma getirmek için de bu âyetin 234'ten önce
ancak formel şartlarından bir ya da bir kaçını indiğini iddia etmişlerdir. Bunun delili yok­
kaldırabilir. Allah-insan ilişkisinin zirvesi olan tur. Böyle bir sonuca varılmasının tek nedeni,
namaz o kadar önemlidir ki, sadece normal za­ iki âyetin aynı konudan söz ettiği varsayımı­
manlarda değil olağanüstü zamanlarda da bu dır. Oysa ki 234. âyet dul kadınların bekleme
ilişki türü mutlaka sürdürülmeli ve kul Allah'a süresi, bu âyetse dul kadınların nafakası hak­
karşı sorumluluğunun bilincinde olduğunu gös­ kındadır. Bu âyeti 234. âyetle birlikte ele alır­
termelidir. Bu sorumluluğu insan, kendisine yö­ sak şunu söyleyebiliriz: Kocasını kaybeden
nelik doğrudan bir tehditten dolayı özel bir va­ dul bir kadın eğer kocasının evinden çıkıp ev­
kit ayırarak ayakta kıyama duramadığı için er- lenmek istemiyorsa, onu bir yıl kocasının
teleyemez. Böylesi bir durumda, vaziyet neyi evinde kalıp, o hayattaymış gibi onun mira­
gerektiriyorsa ibadet öyle eda edilir. sından geçimini temin etmekten kimse men
439 Bu âyet ile iddet konusundaki 234. âyetin edemez,- yok eğer evlenmek istiyorsa, bu onun
beyan ettiği iki farklı durum için 234'ün notu­ tercihidir ve iddeti dört ay on gündür.
na bkz. Dolayısıyla bu iki âyet arasında nasih- 441 Boşanmış kadınlarla ilgili dört durum var:
mensuh ilişkisi söz konusu değildir. 1) Gerdeğe girilip bir mehir tesbit edildikten
440 "Yıl", "takat", "dayanma gücü" manâla­ sonra boşanan kadınlar: onlara ilişkin hükmü
rına gelen havi, tahavvul (hal ve gidişatta de­ 94/Bakara: 229 ve 104/Nisâ: 20 açıklar. 2) Ger­
ğişim) manâsını da içerir. Eğer kelimenin bu değe girilmeden ve mehir tesbit edilmeden bo­
manâsını esas alırsak, âyetin anlamı şu olur: şanan hanımlar: onların durumunu 94/Baka­
"İçinizden biri ölür de geride eşler bırakırsa, ra: 236 açıklar. 3) Bir mehir tesbit edilen fakat
dul eşlerine, durum değişinceye kadar kendi gerdeğe girilmeden boşanan hanımlar: onların
evlerinde çıkarılmaksızın geçimlik/nafaka va­ durumunu 94/Bakara: 237 açıklar. 4) Gerdeğe
siyet etsinler". Müfessirlerimiz iltifat etmedi­ girildiği hâlde bir mehir tesbit edilmeden bo­
ği için meal metnine çıkarmadığımız bu manâ şanan hanımlar: bu durumda olanların hükmü
Kur'an'ın maksadına ve adalete daha uygun de hiç tartışmasız mehir tesbit edilen kadınla­
görünmektedir. rın mehrine muâdil bir mehirdir. Bazıları bu
son durumun hükmünü 104/Nisâ: 24 âyetinin
Bu âyet boşanan kadınların haklarını savunan açıkladığı görüşündedirler.
ve onlara o güne kadar tanınmayan birtakım
ilave haklar getiren âyetlerdendir. Müfessirle- 442 217. âyetten buraya kadarki pasajlar, "Ho­
rin bir çoğu bu âyetle 234. âyetin aynı konuda şunuza gitmese de savaş size farz kılındı" diye
hüküm verdiği görüşünden yola çıkarak bu başlayan 216. âyetin alt başlıklarıdır. Dul ka­
âyetin hükmünü 234'le geçersiz kılma (nesh) dınların büyük bir bölümünü, boşananlar değil
ya da kapsamını daraltma (tahsis) yoluna git­ savaşta kocaları ölenler oluşturuyordu. Kur'an
243 SAYILARI binlerce olduğu hâlde, 246 Musa'dan sonra Isrâiloğullarmın ileri
ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri gelenlerinin, peygamberlerinden birine
gözünde canlandırabilir m i s i n ! ? 443
Allah "Bize bir kral tayin et ki Allah yolunda
onlara önce "Ölün!" demiş, peşinden on­ savaşalım" dediklerini görmedin mi? O
ları hayata döndürmüştü. 444
Hiç şüphesiz da dedi ki: " Y a size savaş emredildikten
Allah insanlara karşı sınırsız lütuf sahibi­ sonra savaşmaktan geri durarak isyan
dir, fakat insanların çoğu şükretmezler. 445 ederseniz?" Cevap verdiler: "Biz, yurdu­

244 O hâlde Allah yolunda savaşın! Ama muzdan ve çoluk-çocuğumuzdan ayrı dü­

unutmayın ki, Allah her şeyi tarifsiz işi­ şürülmüşken neden savaşmayalım?" Oy­

tendir, her şeyi sınırsız bilendir. sa ki savaşmak onlara emredilince, pek


azı dışında hepsi yüz çevirdiler. Allah,
245 Allah'ın kat kat fazlasıyla geri ödeye­
gerçek zalimlerin kim olduğunu çok iyi
ceği bir güzel borcu O'na verecek olan
bilmektedir.
kimdir? 446
Allah hem daraltır hem geniş­
letir,- ve hepiniz sonunda O'na döndürü­ 247 Peygamberleri onlara, "işte, Allah si­
leceksiniz. ze Tâlût'u hükümdar tayin e t t i " 4 4 7
de-

üslûbu gereği konuyu ele aldığında olayın fark­ çoğu bilmezler", "insanların çoğu şükretmez­
lı boyutlarını da gündeme getirdi. Şimdi ana ler", "insanların çoğu iman etmezler". Bu üç
konuya yeniden dönerek, savaş olgusunu ele durum da aslında birbirinin sebep ve sonucu­
alıyor ve "korkunun ecele faydası yok" sözü­ durlar. Bu ifade, şuursuz kitlelerin tarihin öz­
nü, ölüm korkusuyla bireysel ve toplumsal so­ nesi değil nesnesi olduğu gerçeğini ifade eder.
rumluluktan kaçanlara hatırlatıyor. Kur'an onların karşısına ulu'l-elbab'ı (bilinç
443 Zımnen: Ölümden kaçmak suçluluk ala­ sahipleri) yerleştirir. Bu âyet şu hakikati ifade
metidir. Elemterâ ibaresi, sorudan çok ibret ve eder: Bir toplumun hak ve adalet tutkusuna
hayret vurgusu taşır. Menâr sahibi bu âyetin ölüm korkusu galip gelirse o toplum geleceği­
tefsirinde şöyle der: "Ben de diyorum ki: "Bu ni satmış demektir. Bir toplumda hakikat aşkı
tabirle elemtera ile başlayan kıssaların ille de ve adalet tutkusu ölüm korkusuna galip gel­
yaşanmış olması şart değildir. Aksine bu kıssa­ meye başladı mı, o toplum ölü bir toplumken
lar temsili de olabilirler. Kıssaya böyle girilme­ dirilmeye ve dünya toplumlan içerisinde üs­
sinden maksat, sanki gözlerle müşahede edilen tün ve gıpta edilir bir konuma gelmeye başlar.
ve kesin bilinen bir gerçeklik gibi tasavvur et­ Aslında 246-251. âyetlerde anlatılan Tâlût-Câ-
memiz istendiği içindir." Bu temsil "korkunun lût kıssası bu gerçeğin tarihsel örneğidir.
ecele faydası yoktur" atasözünü hatırlatır. Esa­ 446 Allah'ın kat kat fazlasıyla ödeyeceği sade­
sen bu âyette anılanların ölüm karşısındaki ye­ ce mal değil aynı zamanda hayattır da. Çünkü
rilen tavırlarının tam tersini, "(fakat) Allah'a Allah yolunda öldürülenlere verdiği ömrün
kavuşacaklarına kesin olarak inananlar" (249) kat kat fazlası olan ebedi bir hayat bahşedile­
denilen kimselerin tavırları temsil eder. cektir. Değil mi ki: Allah için vermek, vermek
444 Buradaki "ölün" ve "hayata döndürmüş­ değil almaktır.
tü" ifadeleri, bu sûrenin "af dileyin ve böylece 447 Samuil Peygamber döneminde MÖ 1020
içinizdeki kötülükleri öldürün" âyeti ışığında civarında Israiloğullarına komutan olarak ata­
anlaşılmalıdır (94/Bakara: 54 ve not 96). nan Talut, Hz. Davud ve Süleyman'la gücü­
445 Kur'an'da "insanların çoğu" formu tam on nün zirvesine çıkan devletin de kurucusu sa­
yedi yerde sadece üç şekilde gelir: "insanların yılmaktadır.
yince şöyle karşı çıktılar: "Biz yönetime inananlar ırmağı geçtikleri sırada, (ırma­
ondan daha lâyıkken ve ona büyük bir ğın beri tarafında kalanlar) dediler ki:
servet de verilmemişken, nasıl olur da o "Bugün Calût ve ordusuna karşı koyacak
bizim üzerimize otorite sahibi olabilir gücümüz y o k " . 4 5 0

ki?" Cevap verdi: Çünkü Allah onu seçti; (Fakat) Allah'a kavuşacaklarına kesin gö­
ilimde kuşatıcı bir derinlik ve fizikî üs­ züyle bakanlar 451
da dediler ki: "Nice sa­
tünlük sahibi kıldı. Ve Allah otoriteyi di­ yıca az (örgütlü ve disiplinli) topluluk,
lediğine bahşeder: zira Allah sınırsız güç Allah'ın izniyle nice sayıca çok (örgütsüz
sahibidir, her şeyi bilendir. ve başı bozuk) topluluklara galip gelmiş­
248 Ve Peygamberleri onlara dedi ki: "Ba­ tir: Zira Allah direnenlerle beraber­
kın, onun otoritesini meşru kılan belge dir." 452

olarak size içinde Rabbiniz tarafından 2 5 0 Onlar Câlût ve ordusuyla karşı karşı­
bahşedilmiş bir gönül huzuru ile Mu­ ya geldiklerinde "Ey Rabbimiz! Üzerimi­
sa'nın ailesi ve Harun'un ailesinden geriye ze sabır boca et ve ayaklarımızı (hâk üz-
kalan, meleklerin yüklediği bir gönül ba­ re) sabit tut; ve kâfirler güruhuna karşı
ğışlanacaktır. Eğer gerçekten inanıyorsa­ bize yardım et!" diye dua ettiler.
nız, bunda sizin için bir işaret v a r d ı r . " 448

251 Bunun üzerine, Allah'ın izniyle onla­


249 Ve Tâlût ordusuyla harekete geçtiği rı bozguna uğrattılar. Ve Davud Câlût'u
zaman dedi ki: "Bakın, Allah sizi bir ır­ öldürdü, bunun ardından Allah da ona
makla sınayacak; kim ondan içerse ben­ hükümranlık ve âdil hüküm liyakati ver­
den değildir, kim de ondan tatmazsa ben­ di ve dilediklerini ö ğ r e t t i . 453
Eğer Allah
dendir; ancak bir avuç içen bundan müs­ insanların bazısını diğer bazısıyla savun­
tesnadır. 449
Onlardan pek azı dışında, mamış olsaydı, 454
yeryüzü fesada giderdi.
hepsi ondan (kana kana) içtiler. O ve ona Ve fakat Allah bütün varlıklara karşı sı-

448 Tabutun ne olduğu konusu tartışmalıdır. ad ettiği ödüle kavuşacakları kanaatinde olan­
Râğıb, "Tabut, kalbe-gönle bir atıftır, 'gönül lar. Mü'min itaatiyle ilâhî ödülü umut edebi­
huzurundan' maksat da ondaki ilimdir. Bu ne­ lir, fakat garanti edemez. Bu âyette övülen ta­
denle kalp "ilmin çantası, hikmetin evi ve ta­ vır, 243. âyette yerilen tavrın zıddıdır.
butu olarak isimlendirilmiştir" açıklamasını 452 Zımnen: Üstünlük ve başarı sayılarda de­
yapar [Müfredat). Eski Ahid'de aynı kıssanın ğil, inanç ve disiplindedir. Bu nedenle de, tari­
anlatıldığı yerde geçen şu satırlar bu yorumu hin yatağını değiştiren büyük değişimler şuur­
destekler: "Saul (Tâlût) Samuil'in yanından suz yığınların değil, sayıları az da olsa inançlı
gitmek için döndüğü gibi Allah ona başka bir ve şuurlu insanların eseridir. Bedir zaferinin,
kalp verdi." (I. Samuel, 10:9.) Kur'an lisanıyla açıklaması.
449 Uzun süre susuzluktan sonra aniden aşırı 453 Cümlenin başı Hz. Davud'un peygamber
su tüketiminin, böbrek ve kalp yetmezliği so­ seçilmesinin gerekçesini açıklar gibidir.
nucu ölüme kadar varan olumsuz sonuçlara
454 Meşru müdafaanın Allah'ın bir lütfü oldu­
yol açtığı bilinmektedir.
ğuna işarettir (Krş: 91/Hac: 40). Nafi, dei'u söz­
450 Yapamayacağınıza inanırsanız, yapamaz­ cüğünü difâ'u okumuştur. Bu, tercihimiz olan
sınız. "savunma" anlamını pekiştirir. Kaldı ki, Sibe-
451 Zımnen: İtaatlerinden dolayı Allah'ın va- veyh'e göre ikisinin de anlamı aynıdır (Kurtubî).
nırsız lütuf sahibidir. ardından gelenler, kendilerine hakikatin
252 İşte bunlar Allah'ın mesajlarıdır; biz apaçık belgeleri geldikten sonra birbirle­
bunları sana gerçek bir amaca mebni ola­ rinin kanına girmezlerdi. Ne ki onlar ih­
rak iletiyoruz, 455
çünkü sen kendisine tilafa düştüler; onlardan kimi inandı, ki­
mesaj gönderilenlerdensin. 253 Söz ko­ mi de inkâr e t t i . 459
Eğer Allah dileseydi
nusu elçilerden her birine diğerinden birbirlerinin kanına girmezlerdi, fakat
farklı meziyetler bahşettik. 456
Onlardan Allah dilediğini y a p a r . 460

kimisiyle Allah konuşmuş, kimisini de 254 Siz ey iman edenler! Kendisinde pa­
yüce mertebelere çıkarmıştır. 457
Meryem zarlığın, dostluğun ve şefaatin olmayaca­
oğlu İsa'ya da hakikatin apaçık belgeleri­ ğı gün gelmezden önce size rızık olarak
ni verdik ve onu mukaddes ruh ile des­ bahşettiklerimizden harcayın! 461
Zira
tekledik. Eğer Allah dileseydi, 458
onların nankörler zalimlerin ta kendileridir. 462

455 Bi'l-hakk, anlatılanın tarihsel bilgi değerin­ lah'ın yasalarından biri olduğunu, tevhid em­
den çok, onun amaçlılığına ve anlamlılığına iliş­ rinin ihtilafa (farklılığa) mani olmadığını ve
kindir. Âyetin son cümlesindeki "mesaj" da za­ muhalefet imkanını ortadan kaldırmadığını,
ten bu tercihimizi teyit etmektedir. Maksat tari­ bütün bunların da Allah'ın muradı olduğunu
hi bilgi vermek değil, "hidayete" yöneltmektir. âyetin sonu ayan beyan ifade ediyor.
456 Lafzen: "Onlardan bazılarını bazılarına 460 Bizce bu cümlenin ikinci kez tekrarı, bu
üstün kıldık". Buradaki tafdil değil tefa- ümmetin Hz. Peygamber'den sonra yaşadığı
du/'dur. Esas itibarıyla çeşitlilik ve farklılığa acılı ve sancılı parçalanmalara bir işarettir. Bu
delalet eder (Bkz: 68/lsra: 55; krş. 104/Nisâ: da hayatın doğasında bulunan bir yasadır ve
34). Merhum Elmalık şöyle der: "Dikkat olu­ bu yasayı kimse ortadan kaldırıp, ilelebet ihti­
nursa tefadul-i enbiya esasta müttehid olmak laf ve çatışmanın olmadığı bir dünya meydana
üzere bir tenevvu ifade eder ki bu tenevvu biz­ getiremez. En doğrusu hayatın yasalarını bile­
zat murad-ı llâhî'dir." Âyette geçen "bazısını rek hareket etmektir. Allah'ın bu yasayı ne­
bazısı üzerine" [ba'duhum 'ala ba'd) formu, ni­ den koyduğunun hikmeti üzerinde düşünüp
teliğe ilişkin bir ayrımı değil niceliğe ilişkin onu bulmak yerine, O'nu sorgulamaya kalk­
bir ayrımı ifade eder (Krş: 94/Bakara: 136; mak yararsızdır. Çünkü "Allah dilediğini ya­
285). Yani: "bazı hususlarda bazısını bazı hu­ par. " Bu âyetin son cümlesidir. Sözün özü: İn­
suslarda ise bazısını üstün kıldık" demektir. sanların hakikati bulmalarının yolu çatışma­
lardan, ihtilaflardan, deneme-yanılmalardan
457 Allah'ın kendisine konuştuğu Hz. Mu­
ve farklı olanı algılama gücünden geçer. Bu
sa'dır. "Yüce mertebelere çıkarılmış" olan Hz.
Allah'ın ezeli bir iradesidir.
Peygamber'dir. Çünkü o bütün insanlığa gön­
derilmiş zamanlar ve mekânlar üstü bir elçiy­ 461 Allah'a güzel bir borç vermeden söz eden
di. Peygamberler arasındaki bu farklılığın "zâ­ 245. âyete bir atıf var gibidir. Allah uğruna har­
ti" ve "kazanılmış" bir farklılık olmadığını, canmış hayat, servet ve buna benzer tüm değer­
zenginlik cinsinden "verilen" bir farklılık ol­ lerin karşılığı kat kat fazlasıyla pazarlığın, dost­
duğunu, cümledeki fiillerin Allah'a isnat edi­ luğun ve şefaatin olmadığı hesap günü geri öde­
lişinden anlıyoruz. necektir (83/Zuhruf: 67; 27/'Abese: 34-36; 68/ls­
ra: 14). Âyet şu hakikati dile getirir: Gerçek bir
458 Cümlenin şartlı yapısından ve sözgeli­
ahlâkî davranışın garantisi âhiret inancıdır.
minden şu anlaşılır: "..ama dilemedi".
462 Allah'a borç verecek kadar O'na güven­
459 Peygamberler arasındaki farklılığın Al-
meyenler hem "nankör" anlamında kâfir olur-
255 ALLAH, kendisinden başka ilâh ol­ odaklarmı 468
reddeder de Allah'a inanır­
mayan, 463
mutlak diri, hayatın ve varlı­ sa, kesinlikle kopmaz bir kulpa yapışmış
ğın kaynağı ve dayanağıdır,- ne gaflet ba­ olur: zira Allah her şeyi sınırsız işitendir,
sar O'nu, ne de u y k u . 464
her şeyi limitsiz bilendir.
Göklerde ve yerde olan her bir şey 257 Allah'tır iman edenlerin velisi: onla­
O'nundur: O'nun izni olmaksızın katın­ rı (kalp gözünü kör eden) karanlıklardan
da şefaat edecek olan kimmiş baka­ (iç) aydınlığa ç ı k a r ı r . 469
Küfreden kimse­
yım? 4 6 5
O, kullarının önünde-açıkta olan lerin velileri ise şeytani güç odaklarıdır:
şeyleri de, ardmda-gizli olan şeyleri de bi­ onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara
lir,- oysa onlar, O dilemedikçe O'nun il­ iterler. İşte onlar ateşin sakinleridirler,
minden hiç bir şey kavrayamazlar. O'nun onlar orada kalıcıdırlar.
sonsuz kudret ve o t o r i t e s i 466
gökleri ve
258 Sırf Allah kendisine hükümranlık
yeri kaplamıştır,- üstelik onları görüp gö­
verdi d i y e 470
Rabbi hakkmda İbrahim'le
zetmek O'na güç gelmez: zira yüce ve
tartışan kimseye baksana! O zaman İbra­
azametli olan yalnızca O'dur.
him demişti ki: "Benim Rabbim hayat
256 Zorlama dinde y o k t u r . 467
veren ve öldürendir". O cevap verdi:
Artık doğru ile yanlış birbirinden seçilip "Ben de hayat verir ve öldürürüm." İbra­
ayrılmıştır. Şu hâlde kim şeytanî güç him: "Allah güneşi doğudan getirir, hadi

lar, hem de Allah'a itimat etmedikleri için yan bir Allah'ın gözetiminde olduğunuzu
imanlarını zayi ederek akidevî anlamda "kâ­ unutmayın! Namazlardan sonra okunan âye-
fir" olurlar. telkürsîlerin gayesi bu gerçeği her gün tekrar
463 Elmalılı merhum, besmelenin meali sade­ tekrar hatırlatmaktır.
dinde farklı ihtimaller üzerinde dururken şöy­ 465 Tüm şefaat âyetleri 76/Sebe 23 ve 77/Zü-
le diyor: "Lâkin evvel emirde bu dört suretten mer 44 ışığında anlaşılmalıdır. Bu konuda keli­
her birindeki "olan" rabıtaî vasfiyesi bir sui menin ilk geçtiği 4/Müddessir 48'in notuna bkz.
ihamı mutazammm oluyor. Çünkü "olmak" 466 Kursî, "bir şeyi bir şeyin üzerine koymak
fiili lisanımızda hem keynunet hem de sayru- ve yığmak" kök mânasından türetilmiştir (İbn
ret mânalarında müşterek bulunduğundan ev­ Fâris).
vel değil imiş de sonradan rahmanı rahîm ol­
467 Bu ifade dinde zorlamayı kategorik olarak
muş gibi bir mânayı hudusi ihamdan hâli de­
dışlar. Zira seçmenin olmadığı yerde iradeden,
ğildir. Olan yerine bulunan rabıtası da iyi ol­
iradenin olmadığı yerde dinden söz etmek
muyor..." Aynı değerlendirmeye kısmen katıl­
abestir.
dığımız için besmelede biz de "olan" kullan­
madık. Fakat burada Allah'ı değil "Allah'tan 468 Tâğût, şeytani düzenler, güç odakları. Ke­
başka"sını nitelediği için sakınca görmedik. limenin kök anlamıyla ilgili bkz. 104/Nisâ:
51, not 79. İncil'de geçen "mammon" ile ben­
464 Krş. 98/Âl-i İmran: 2. Bu ibareyi, el-kay-
zer bir anlama sahiptir.
yum isminin bir açıklaması olarak görmek de
mümkündür. Yani: "O hayatın ve varlığın 469 Krş. "Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler: ar­
kaynağı ve dayanağı olduğundan dolayı, O'nu tık onlar dönemezler" (18. âyet).
ne gaflet basar ne de uyku". Bu durumda el- 470 Zımnen: İktidarın gerçek kaynağı Al­
kayyum "sürekli kendinde ve agâh olan" anla­ lah'tır,- kaynağına yabancılaşan iktidar Nem-
mına gelir. Zımnen: Uyumayan ve unutma- rud üretir.
*•—-Si--—'* • * *^-oc "

sen de onu batıdan getir!" demişti de, düşün!" Bütün bunlar kendisine açıkla­
küfre gömülen bu herif donakalmıştı: 471
nınca şu itirafta bulundu: "Artık bildim
Evet, Allah zulme gömülmüş bir toplu­ ki Allah her şeye kadirdir. " 4 7 2

ma asla rehberliğini bahşetmez. 260 Hani ibrahim demişti ki: "Rabbim,


259 Yoksa (sen ey insan); alt üst olmuş, ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster!" O da,
her tarafı yıkılıp harabe hâline gelmiş bir "Yoksa inanmadın m ı ? " diye sordu. Ce­
şehre uğrayıp, "Allah bütün bunları öl­ vap verdi: "Hayır, fakat kalbim mutmain
dükten sonra nasıl diriltecek?" diyen biri olsun diye." O da, "O hâlde dört kuş al ve
gibi misin? Allah onu yüz yıl ölü olarak onları kendine (itaate) alıştır; 473
bunun ar­
bıraktı, ardından dirilterek sordu: " N e dından onları ayrı ayrı bir tepeye sal ve
kadar kaldın?" O da cevap verdi: "Bir gün onları çağır,- uçarak sana gelecekler: iyi bil
ya da daha az kaldım." Buyurdu: "Hayır, ki Allah her işinde mükemmeldir, her
aksine yüz yıl kaldın, istersen yiyeceğine hükmünde tam isabet edendir." 474

ve içeceğine bak, daha kokuşmamış bile ;

ve bir de eşeğine bak. Biz, seni insanlara 261 4 7 5


MALLARINI Allah yolunda harca­
bir işaret kıldık. Ve bak (canlılara ait) ke­ yanların durumu, yedi başak veren ve her
miklere, onları nasıl yerli yerince dizip, başakta yüz dâne bulunan tohuma ben­
ardından üzerlerini etle kapladığımızı zer. 476
Allah dilediğine kat kat verir: zira

471 Nemrud'un "Ben de hayat verir ve öldürü­ gibi uçarak kendilerini terbiye eden Rabbe va­
rüm" iddiası bir mugalata (demagoji) idi. Hz. racaklar.
ibrahim ikinci teklifi yapmakla onun mugala­ 475 Öldükten sonra dirilmenin mahiyetini
tasının önünü kesmiş oldu. kavramak için nasıl bir zihni yöntem izlenme­
472 Bu kıssanın, ölümden sonra dirilişe inan­ si gerektiğini Hz. ibrahim'in şahsında öğreten
mayan muhatapları uyaran temsili bir kıssa Kur'an, bu pasajda sözü ruhların dirilişinden
olarak anlaşılması da mümkündür (Krş: Fî-Zı- insanın Allah için yaptığı 'eylemlerin dirilişi­
lâl, Seyyid Kutub). Bizce bu anlatımın bir kıssa ne' getiriyor. Tıpkı fizik âlemde ölüp metafizik
olmaktan çok bir mesel olduğu yaklaşımı doğ­ âlemde dirilen insan gibi, Allah yoluna harca­
ruya daha yakın görünmektedir. Allahu a'lem. nan servetin de, madde âleminde bir çıktı ol­
473 Surhunne'ye genellikle "kesip parçalara makla birlikte, mânevi âlemde kat kat bereket­
ayır" anlamı verilmiştir. Tercihimiz hem söz lenmiş bir girdi olduğunu misallerle açıklıyor.
dizimine hem de lafza daha uygundur. Eğer 476 Bu âyet, daha önce geçen Allah'a güzel bir
"kesip parçalama" kastedilseydi "kendine" borç vermekle ilgili âyetin ve infak âyetinin
[ileyk) denmezdi. Çünkü bu fiil "kesme" anla­ devamı niteliğindedir (245, 254). Aslında bo­
mına kullanıldığında ilâ ile kullanılmaz. Geri­ şanmayla ilgili hükümlerin ardından gelen
ye takdim-tehir ihtimali kalıyor ki, bunun 242. âyetten beri hep cihad ve infak işlenmek­
için de bir karine yoktur. Ayrıca hunne zami­ tedir. Âyette bire yedi yüz ile ifade edilen ha­
ri ile ye'tine'deki nun, kuşların parçalarına de­ kikat, "kat kat, hadsiz ve hesapsız artışı" ifa­
ğil bütününe gider. de eden bir kinayedir. İlk muhataplar 7, 70 ve
474 Bununla Hz. ibrahim'e söylenmek istenen 700 sayılarını çokluk (kesret) ve artış anla­
hakikat zımnen şudur: Sen çağırınca terbiye mında kullanırlardı (Krş: 114/Tevbe: 80). Bi­
ettiğin kuşlar nasıl uçarak sana geliyorlarsa, zim burada "tohum" diye çevirdiğimiz habbe,
Allah da ruhları çağırdığında onlar da kuşlar ürünüyle tohumu aynı olan her tür bitkiye ve-
Allah, (rahmetiyle) sınırsızdır, her şeyi caklar. 480
263 4 8 1
Gönül yapan hoş bir söz
tarifsiz bilendir. 477
ve rahmet dileme, arkasından incitmenin
262 4 7 8
Mallarını Allah yolunda infak edip geldiği bir yardımdan daha hayırlıdır. 482

de, sonra infak ettiklerini başa kakıp gö­ Ve Allah kendi kendine yetendir, cezalan­
nül incitmeye kalkışmayanlar, ödüllerini dırmadan önce fırsat tanıyandır. 483

yalnızca Rableri katmda bulacaklardır. 479 264^84 e yi m a n edenler! insanlara gös­


Artık onlar gelecekten endişe duymaya­ teriş için malını harcayan, Allah'a ve âhi­
caklar, geçmişten dolayı mahzun olmaya- ret gününe de inanmayan kimse gibi, ba-

rilen addır. Yani her habbe, hem meyve hem çekleşmesi yeterlidir. Cümlenin ortasındaki
tohumdur. İnsan da böyledir ve bu yüzden summe bağlacı, cümlede ma'tufun aleyh olan
muhabbetin eseri olan insan varlık ağacının söz konusu davranış sahibinin yücelik ve er­
hem tohumu hem meyvesidir. demini vurgular.
477 Zımnen: Bereketin kaynağı Allah'tır; Al­ 480 Havi gelecek huzn geçmiş için kullanılır
lah'ın eşyaya müdahil olduğunu tasdik etme­ (Bkz: 94/Bakara: 38, not 68). Çünkü: gelecek
yen bu berekete nail olamaz. Bu rakamların endişesi duyan biri olsaydı, zaten Allah yolun­
çokluktan kinaye olduğunun delili, bu ibare­ da servetini harcamaya kıyamazdı. Allah'tan
nin hemen ardından gelen "Allah dilediğine karşılığını kat kat alacağından kuşkusu olsay­
kat kat verir" cümlesidir. Bu ibarenin sadece dı, hem verir hem de verdikten sonra telaş içe­
mecazi değil, bir de hakiki boyutunun olduğu­ risinde birilerine fatura çıkarırdı. Bu bir iyi ni­
nu çiftçilikle geçinenlerin yaptığı bir uygula­ yettir ve iyi niyet kalbin eylemidir. Endişe ve
ma teyit etmektedir. Buna göre, ekilen bir hüzünden arındırılmış olmak da, o eylemine
buğday tanesinden çıkan çimler çatallandık- karşılık kalbe verilen ilâhî ödüldür.
tan ve kardeşlendikten sonra ayrılmakta ve fi­ 481 Yardım maksadıyla yapılan harcamada te­
de olarak dikilmektedir. Bu yöntemle, bir buğ­ mel esprinin "gönül kırma" değil "gönül al­
day tanesinden iki bin taneden fazla ürün elde ma" olduğu, yani "iyi davranış "m amacının
edilebilmektedir. Esasen cennet, "Allah yo­ Allah değil (zira O'nun ihtiyacı yok) "insan"
lunda" harcanmış bir değerin âzami getirişini olması gerektiği işte şu öğütle vurgulanıyor.
ifade eder. Ebedi güzelliğin üretildiği bu mer­
482 Bu ilâhî öğüt, ya yardıma muhtaç olan kim­
kezlerin tohumu ise, insanın bu dünyada yap­
senin derdini fiilen değil de kavlen paylaşarak
tıklarıdır. İşte bu yüzden "Dünya âhiretin tar-
onun gönlünü ferahlatan söz söylemek, ya da
lasıdır".
Allah dâvası uğruna servetiyle yardım edemese
478 Önceki âyette müjdelenen verimin elde dâhi bu uğurda sözüyle ve davetiyle yardım et­
edilebilmesi için elbette yalnızca "harcamak" mek anlamlarına gelir. Bizim "rahmet dileme"
yetmemektedir. Bu harcamayı ahlâkî ilkeleri şeklinde çevirdiğimiz "ayıp örtmek", "güzel
çiğnemeden yapmak ve harcamadan yararla­ sözden dolayı Allah'ın kişiyi bağışlaması" vs.
nanları yaralamamak gerekir. Tıpkı bu âyette şeklinde yorumlanmıştır (Râzî ve Kurtubî).
vurgulandığı gibi. 483 Ğaniyyun için vahyin iniş sürecinde ilk geç­
479 Velâ ezen ibaresinde 7a'nın ikinci kez tek­ tiği 42/Fâtır: 15'in notuna bkz. Halini e verdiği­
rarlanması, "başa kakmak" ve "gönül incit­ miz özgün karşılık için 106/Ahzab: 51, not 68.
mek" eylemlerinin her birinin ayrı ayrı Allah 484 Bu âyette, önemine binaen yukarıdaki ah­
yolunda yapılan harcamanın sevabını iptal et­ lâkî zaafa düşmemesi için insan yeniden uya­
tiği anlamını vermektedir. Bu durumda, ame­ rılıyor ve bu zaafın temelinde inanç problemi­
lin iptali için iki olumsuzluktan birinin ger- nin yattığı ifade ediliyor.
768 > _^_ | t 94/BAKARA SÛRESİ ( > ; < g > ,, Nüzul: 94 Mushaf: 2

şa kakarak ve gönül inciterek yardımları­ li 4 9 0


bir bahçe gibidir: bir sağanak yağar,
nızın sonucunu iptal e t m e y i n i z . 485
O ki­ bu sayede ürünü iki kat biter. Tut ki sa­
şinin hâli, üzerinde biraz toprak bulunan ğanak yağmadı, çiselese dâhi yeter. Neti­
bir kayaya benzer: bir sağanak yağar, onu cede Allah yaptığınız her şeyi g ö r ü r . 491

cascavlak bırakıverir. 486


işte bu gibilerin, 266 Sizden biri, zemininden ırmaklar
yaptıklarından hiçbir kazançları olmaz. çağlayan, içerisinde her tür meyve yeti­
Zira Allah kâfir bir topluma asla rehber­ şen asma ve hurma bahçesine sahip ol­
liğini b a h ş e t m e z . 487
sun, bu hâlde bakıma muhtaç çocuklarıy­
265 4 8 8
Geçici servetlerini Allah rızasını la yaşlılık yakasına yapışsın ve ardından
elde etmek ve kişiliklerini güçlendirmek samyeli v u r u p 492
da onu yakıp kavursun
için 489
harcayanların durumu da verim­ ister mi? işte Allah, belki düşünürsünüz

485 Sonunda başa kakılan ve gönül incitilen nışın ifasında başkalarının fark etmesinin hiç­
bir yardım, "Allah adına" değil, "gösteriş bir etkiye sahip olmadığı eylemdir.
için" yapılan bir yardımdır. "Allah adına" ya­ 488 Bir de bu yarım kişilik karşısında kâmil
pıldığı izlenimi verilerek gerçekte başkaları şahsiyet vardır. İşte bu âyet onu tasvir eder.
görsün için yapılan her eylem, daha derinler­
489 Burada "kişiliklerini güçlendirmek" şek­
deki bir probleme işaret eder: Allah tasavvu-
linde çevirdiğimiz ibare tesbîten min eniusi-
rundaki probleme... Allah'ın gördüğüne yü­
him'dir. Bunun modern pedagojideki karşılığı
rekten inanan birinin sırf başkaları görsün di­
"kendini gerçekleştirmek "tir. Yardım amacıy­
ye iyilik yapması, o iyiliğin dayandığı ahlâkî
la harcamanın karşıtı cimrilik, hırs ve bencil­
dinamikleri tahrip eder. Ahlâkî dinamikler­
liktir. Bunlar, insanın olumlu yapıda olan do­
den hareketle yapılmamış bir iyilik, sonuçta
ğasını bastıran ve kendi kendisini gerçekleştir­
gerçek bir iyilik değil bir aldanış ve aldatıştır.
mesinin önüne gerilen olumsuz tavırlardır.
486 Evet, ahlâkî temelden ve samimiyetten
490 Rabve için bkz. 80/Mü'minûn: 50, not 40.
yoksun olan her iyi görünüşlü davranış, ger­
çekte oldukça kırılgan ve yüzeyseldir; tıpkı 491 Bu tür biri başkaları için "cennet"tir.
üzerini ince bir toprak tabakasıyla örtmüş bir Cennetini yüreğinde taşıyan bu kişi, elde etti­
kaya gibi. Aslında ideal bir bahçe ya da tarla ği her değerin hakkını verir ve onu kat kat
görünümü veren bu yerin toprağını sıyırdığı­ üretir. Toprağı çok verimli bir bahçe gibi, aldı­
nızda altından katı ve gerçek yüzü çıkar: me­ ğı yağmura ürün vererek şükreder. Bu yağmu­
ğerse o hiç bir şeyin ekilemeyeceği, ekilse dâ­ run çok ya da az olması, onun verimliliğinden
hi bitmeyeceği bir kaya değil miymiş! Zım­ bir şey kaybettirmez. Çünkü o, verimliliğini
nen: Allah kendisine karşı kullanacağınız her daha çok dışardan değil kendi özünden almak­
maskeyi, kayanın toprağını yağmurla sıyırdığı tadır. Onun imkanı imanıdır. O, yapacağı bir
gibi sıyırır atar. iyilik için "imkanım yok" demez. Bilir ki
imanı tükenmeyenin imkanı tükenmez. Yine
487 Sûrenin 262. âyetindeki yardım yapıp ba­
bilir ki, gönül tarlasına muhabbet tohumunu
şa kakan kişiyle, bu âyetteki gösteriş için iyi­
alın teri, yürek teri, zihin teri ve gözyaşıyla
lik yapan kişi yan yana konulmaktadır. Bunun
ekenler, hasat zamanı bu tarladan bire yedi
anlamı, bir kişinin eyleminin değerini yalnız­
yüz kaldırırlar. Bütün bunları yaparken, birile­
ca o eylemin niceliği değil niteliği de belirler.
rinin görüp görmediği umurlarında bile değil­
Özetle bu âyet riyanın "usule" ilişkin bir
dir. Çünkü Allah'ın gördüğünden emindirler.
problem değil "asıla" ilişkin bir problem oldu­
ğunu îmâ ediyor. Gerçek erdem, ahlâkî davra­ 492 Lafzen: "yakıp kavurucu şiddetli rüzgar".
diye mesajları size böyle açıklıyor. 493
268 Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size
257494 SJ z e y i m a n edenler! Kazancınızın cimriliği 497
telkin e d e r . 498
Allah ise size
temiz ve helâl olanından ve sizin için katından bir bağış ve daha fazlasını vaad
topraktan bitirdiğimiz ürünlerden karşı­ eder. 499
Allah (rahmet ve bağışıyla) sınır­
lıksız h a r c a y ı n ; 495
fakat, size verildiğinde sızdır, her şeyi bilendir. 269 İsabetli hü­
gözü kapalı olmadıkça el uzatmayacağı­ küm verme yeteneğini (hak edene) verme­
nız, bayağı ve haram olanı vermeye kalk­ yi diler; ama kime isabetli hüküm verme
mayın! 496
Zira iyi bilin ki, Allah (kendi yeteneği bahşedilmişse, doğrusu ona tarif­
kendine ve tüm varlığa) yetendir, hamdin siz büyüklükte bir servet bahşedilmiş­
her türüne lâyıktır. tir; 500
fakat, derin kavrayış sahiplerinden

İbare Türkçe'de tek kelimeyle karşılanır: sandaki açlık ve yoksulluk korkusudur: Açlık
"samyeli". çekeni bir ekmek doyurur, açlık korkusu çe­
493 İnsanın başkaları için yaptığı karşılıksız keni dünya doyuramaz. Cimrilik işte bu kor­
yardımın ödülü, içerisinde her tür meyvenin kunun sonucudur. Bu korkunun kaynağında
yetiştiği bir bahçeye benzetiliyor. Gösteriş ise Allah'a güvensizlik yatar.
için iyilik yapmak, yapılan iyiliği başa kak­ 499 Allah yolunda yapılan her yardımın bir uh-
mak ve gönül incitmek de "samyeli"ne benze­ revî ve ebedî karşılığı vardır, bir de dünyevî
tiliyor. Âhiret hayatı da, insan ömrünün hası­ karşılığı vardır. Uhrevî olanı, Allah'ın vaad et­
latını derleme dönemi olan ihtiyarlığa benze­ tiği "katından bir bağış" ve rahmetine muhatap
tiliyor. İnsan, sonunda cennet getirecek bir kılmadır. Dünyevî olanı ise, 261'de anlatıldığı
iyiliği, kötü niyet ve ahlâkî olmayan tavırla gibi, bire yedi yüz ve hatta daha da fazla artır­
tamamen boşa çıkarıp sam çalmış bir bahçe mak ve bereketlendirmektir (Krş: 76/Sebe': 39).
gibi kendi elleriyle mahvedebiliyor. 500 Bu âyette "hikmet", insanın benliğinde
494 Yukarıda, veren kimsenin durumu ele muhkem bir meleke hâline gelen ve iradesine
alınmıştı. Bu âyette ise, verilen kazanç ve ma­ hâkim olan ve bu yolla eyleme dönüşen bilgi­
lın durumu ele almıyor. yi doğru kullanarak isabetli hükme ulaşma
495 Âyette geçen tayyibâfı "temiz ve helâl", melekesidir. Lafız bizi mânaya götürür, mâna­
habîs'i de "bayağı ve haram" olarak çevirme­ nın ifade ettiği şey hakikat, hakikatin dayandı­
mizin nedeni birincilerin helâl ikincilerin ha­ ğı şey ise hikmettir. Adına "muhakeme" deni­
ram kılındığını ifade eden âyetlere dayanmak­ len yeti sayesinde insan olgularla ilkeler, haki­
tadır (108/Mâide: 5 ve krş. 56/A'râf: 157). Zım­ katle hayat, idealle reel arasındaki altın denge­
nen: Haram, şer'an servet değildir; dolayısıyla yi bularak azami faydayı elde eder. Bu ve buna
haram kazançla yapılan hayrın hayrı olmaz. benzer kullanımlarda dinî emirlerle o emirle­
Zira haram necasete benzer: kirlenen temizle­ rin muhatapları ve uygulandığı hayat arasında­
nir, fakat necasetin kendisi temizlenmez. ki tam isabete tekabül eder. Âyette hikmetten
"verilen bir şey" olarak söz edilmektedir. An­
496 Âyet 177'de geçen ahlâkî öğüt. Zımnen:
cak âyetin sonu bunun herkese değil doğuştan
Kendine yapılmasını istemediğini başkalarına bahşedilen bazı yeteneklerini geliştirenlere ve­
yapma! rileceğini ihtar eder. İndirilen hükümlere veri­
497 Lafzen: "aşırılığı ve taşkınlığı". Nüzul or­ len hikmetle bakan biri, bu sayede eylemlerini
tamı insanı kadim zamanlardan beri cimriliği "sâlih amel"e dönüştürür. Bu da sahibini mut­
"bayağılıkta en önde olmak" (min efhaşi'l- luluğa götürür. Âyetin hemen öncesinde de di­
fahş) şeklinde tanımlardı [Menâr). le getirdiğimiz husus göz önüne alınacak olur­
498 Allah yolunda infakın en büyük engeli in- sa bu âyetteki hikmeti şöyle tanımlayabiliriz:
başkası bunu düşünüp kavrayamaz. 501
gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha
270502 Başkaları için her ne harcama ya­ hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına
parsanız yapın, ya da (bu niyetle) her ne keffaret o l u r . 504
Zira Allah yaptıklarını­
adarsanız adayın Allah onu mutlaka bilir; zın tümünden haberdardır. 505

ama (hayrı engelleyen) zalimler, yardım


2 7 2 (Ey Peygamber!) İnsanların hidayeti
edecek kimse bulamayacaklar. 503

senin elinde değildir,- lâkin Allah isteye­


271 Eğer yardımları açıktan yaparsanız, o
nin hidayetini d i l e r . 506
Hayır için harca-
da hoş. Yok eğer onu ihtiyaç sahiplerine

Allah'ın ve şeytanın telkinlerini birbirinden lediklerini de, sadece yaptıklarını değil duyup
ayıracak, insanın kendi lehine ve aleyhine düşündüklerini de, sadece eylemlerini değil o
olan şeyleri birbirinden seçip ayırarak onu doğ­ eyleme kaynak olan niyetlerini de bildiğine
ru ve isabetli hükme ulaştıracak selim bir akıl, olan kesin inanç, insan için en büyük iç zen­
bilgi ve tecrübeye dayalı "muhakeme yetene­ ginlik olan muhakeme yeteneğinin kaynağı­
ğedir (Krş: 70/Hûd: 1, not 2). Bu yetenek kime dır. Böylesine yakın bir Allah'a yakın bir iman
verilmişse "gerçek şu ki, ona sınırsız bir servet duymayan biri, ölçüp biçerken yanlış ölçüp bi­
verilmiştir". Hikmetle iki cihan hazineleri ka­ çecektir. Bu inanca sahip olamayan, kendi iç
zanılır, fakat cihanın tüm hazineleriyle hik­ zenginliği demeye gelen hikmetten mahrum
met satın alınmaz. İbn Abbas, hikmeti şöyle kalacak, bu da kişinin kendi kendisine kötü­
tarif eder: Hikmet Kur'an'ı kavramaktır. lük etmesi anlamına gelecektir.
501 Hikmetin değerini bilmek için dâhi hikme­ 504 Zımnen: Vermek yetmez, en güzel için
te gerek vardır. Hikmeti, Allah için kullanıldı­ veren güzel bir biçimde vermeli. Açılımı: Siz
ğında "bir şeyi yerli yerince yaratmak", kul yoksullara yardım ederek onların onurunu ko­
için kullanıldığında "bir şeyi yaratıldığı yerde rur, onların onurunu koruyarak onlara yardım
tutmak" olarak da tanımlamışlardır. Bu tanıma ederseniz, Allah da mahşer günü, bütün insan­
giren hikmetin zıddı zulümdür, çünkü zulüm, lığın gözleri önünde sizin onurunuzu koruya­
bir şeyi yerinden etmektir. İnsandaki hakkı bâ­ rak size yardım eder.
tıldan, doğruyu eğriden, güzeli çirkinden, kârı 505 Birine yaptığınız yardım onun saygınlığını
zarardan, iyiyi kötüden ayırabilme yeteneği an­ ihlal ediyor, kişiliğini eziyor, şahsiyetini zedeli­
lamı verdiğimiz hikmet, zaten doğal olarak bu yor ve izzetini yaralıyorsa, bu yardım dışardan
tanımı da kapsamaktadır. Akıl hikmetin aleti­ bakmca bir iyilik gibi görünse de, hakikatte te­
dir, kendisi değil. Bu aletten mahrum olanlar, lafisi oldukça güç bir kötülüktür. Çünkü hiç bir
doğaldır ki hiçbir zaman hikmete sahip ola­ maddî bağış, ezilen kişiliğin, zedelenen şahsiye­
mazlar. Ancak, bu alete sahip olan herkesin tin ve yaralanan onurun karşılığı olamaz.
hikmete ulaştığını söylemek de mümkün de­
506 Çevirimiz yeşâ' fiilinin çift özneli konu­
ğildir. İlim de öyle. Hikmet, hakikatle evham,
muna dayanır (Bkz: 58/Ra'd: 27). Yoksula yar­
vesveseyle ilham arasındaki farkı gösteren tera­
dım, o kadar hasbi ve o denli karşılık beklenti­
zidir. Hikmetin kişiye Allah tarafından veril­
si olmadan yapılmalıdır ki, değil kişisel men­
mesinden murat, hikmet terazisinin her iki ke­ faat ve minnet altına alma, onun sapık buldu­
fesi olan selim akıl ve sahih bilgiye ulaşacak ğunuz inanç ve düşünce dünyasına müdahale
yolların kişinin önüne açılmasıdır. için bir araç olarak dâhi kullanılmamalıdır.
502 Böyle bir muhakeme yeteneğine sahip Çünkü hidayet Allah'tandır. Hidayet kişinin
olabilmek için, öncelikle insan-Allah ilişkile­ kendisine iyilik yapanın hatırı için onun iste­
rinin sağlıklı olması gerekmektedir. diği yola girmek değil; hakkın hatırına, kişinin
503 Allah'ın, sadece açıkladıklarını değil giz­ özgür iradesiyle Allah'a teslim olmasıdır.
dığınız herhangi bir şey kendi yararınıza- sanlardan arsızca istemezler: 510
Her ne
dır ;
5 0 7
yeter ki yalnızca Allah'ı kazan­ iyilik yaparsanız yapın, doğrusu Allah
mak 5 0 8
için harcayın; ve hayır için yapa­ onu kesinlikle bilir.
cağınız bir harcama, size tastamam geri 2 7 4 Gece ve gündüz, gizli ve açık, servet­
dönecek ve siz kesinlikle haksızlığa uğra­ lerini infak edenler var ya: işte onların
mayacaksınız. 509
karşılığı Rableri katındadır. 511
Onlar ge­
273 Kendilerini Allah yolunda vakfettik­ leceğe dair kaygı geçmişe dair hüzün
leri için (ticaret amacıyla) yeryüzünde duymayacaklar. 512

dolaşamayanlara yardım yapın! İstemek­


ten çekindikleri için, durumlarını bilme­ 275 FAİZ yiyen kimseler, başka değil sa­
yenler onları zengin zanneder. Onları ki­ dece şeytanın dokunarak aklını çeldiği 513

mi özelliklerinden tanırsın: (Mesela) in- kimse gibi hareket ederler: Çünkü onlar

507 Hayır için yapılan herhangi bir harcama­ çünkü muhtaçlık açısından eşit olan iki ihti­
nın getirişini belirleyen şey, harcamanın ken­ yaç sahibinden en tercihe şayan olanı, Allah'a
disine yapıldığı kimseden daha çok harcamayı daha yakın olanıdır. Yukarıda olay veren açı­
yapan kimsenin niyet, tavır ve davranışlarıdır. sından ele alınarak, verenin ideal niyet, tavır
Çünkü, bu hayır ve iyilikten en kazançlı çı­ ve davranışı nasıl kazanacağı vurgulanmıştı.
kan taraf, alan değil veren taraftır. Başkalarına Bu âyette ise olay verilen açısından ele alın­
iyilik yapan biri, aslında bilerek ya da bilme­ makta, verilen kimseyi tesbit etmede hangi
yerek en çok kendine, kendi öz benliğine iyi­ ölçünün kullanılacağı dile getirilmektedir.
lik yapmaktadır. 511 Allah yolunda verilebilen servet sarübinin
508 Lafzî mânası "Allah'ın yüzü" olan bu ifa­ atı, verilemeyen servet ise sahibinin süvarisidir.
de, Allah'ın zâtını ifade eden bir mecazdır. 512 Ölümden sonra dirilmenin anlatıldığı
Evet, tamı tamına "Allah'ı kazanmaktan" söz âyetlerin ardından 261 ile başlayan infak ko­
ediliyor: Allah'ı kazanan neyi kaybeder, Al­ nusu burada tamamlanıyor. Kur'an bu konu­
lah'ı kaybeden neyi kazanır? dan, bununla doğrudan bağlantılı olan faiz ko­
509 Bu âyet indikten sonra Rasulullah ve nusuna geçiyor. Çünkü infak ve faiz arasında
mü'minler bu tavrı terk ettiler ve yardıma zıddiyet ilişkisi vardır, infak karşılıksız ver­
muhtaç olanlara, hangi inanca mensup olduk­ mek, faiz karşılıksız almaktır, infak Allah'ı
larına bakmaksızın yardım ettiler (Taberî, İbn kazanmak, faiz Allah'la harp etmektir (279).
Kesir vd). Bu, bir mü'minin, yanlış yolda olan Zekât farz, faiz haramdır. Zekât veren karşılı­
insanların gönlünü İslâm'a ısındırmak için ğını cennette kat kat alır, faiz yiyen ateş yer.
onlara yardım yapmasına mâni demek değildi.
513 Habt, "düşüncesizce, akılsızca vurma"
Ne ki, muhtaç insanlara yapılacak iyiliğin
anlamına geldiği gibi [Keşşaf], "delilik, akla
böyle bir şarta bağlanması, "iyilik" ve "hayır"
musallat olma, aklı çelme" anlamına da gelir
kavramlarının yaslandığı insani ölçülerle de
[Lisân ve Tâc). Kur'an faizle borç para vereni
çelişiyordu. Çünkü, başkalarına karşılıksız
akli dengesi bozuk bir insana benzetmektedir.
yardımda bulunmanın ilk ve en temel şartı,
Başkalarının emeğini ve kazancını yattığı yer­
"liyakat" ve "ihtiyaç"tı.
den sömüren faizci, öylesine bir hırs ve isteri­
510 Böyle doğru-dürüst bir niyetle yola çıkan ye tutulmuştur ki, onun gözünü hiçbir şey do-
bir hayır sahibinin elbette tercih hakkı vardır. yuramaz. Çünkü o, aklıyla değil güdüleriyle
Hatta, seçici davranması bir üstteki âyete ay­ hareket etmektedir.
kırı davranmak anlamına kesinlikle gelmez,
"Alışveriş de faiz gibidir" derler. Oysa ki bereketle) a r t ı r ı r : 516
Allah günahda ısrar
Allah alışverişi helâl, f a i z i 514
haram kıl­ eden hiç bir inatçı nankörü s e v m e z . 517

mıştır. Her kim Rabbinden kendisine na­ 277 Buna mukabil, bir de iman edip güve­
sihat gelir gelmez bu işe son verirse, ev­ nen, 518
ıslah edici iyi işler yapan, namazı
velki kazançları ona, onun hakkında ka­ istikametle k ı l a n , 519
zekâtı gönlünden
rar vermek de Allah'a kalır. Her kim de gelerek veren kimseler var,- 520
işte onlar,
dönerse, içerisinde kalıcı oldukları ateşe ödüllerini Rablerinden alacaklar: ve onlar
mahkûm olanlar işte bunlardır. 515
geleceğe dair kaygı, geçmişe dair hüzün
276 Allah faizin bereketini alır ve (ema­ duymayacaklar. 521

nete sadâkat için) yapılan hayrı (kattığı 278 Ey iman edenler! Allah'a karşı so-

514 Riba: Sözlükte artma, yükselme, fazlalaş­ ların bir de Allah'a göre sınıflandırması vardır.
ma, nema, yükseğe çıkma, bedeni serpilip ge­ İnsan kazanır, bereketi ise Allah verir. İşte bu
lişme anlamlarına gelir. Faiz, taşan, kabaran âyet bu gerçeği çarpıcı bir dille vurguluyor ve
anlamlarına gelir. Aslında ribaya "faiz" den­ faizi tam da karşısına yerleştiriyor.
mesi, kanaatimizce 19. yüzyıldaki buhran sı­ 517 Bu uyarıların ardından hâlâ faizin de tica­
rasında devletin riba ile borçlanmasına karşı ret gibi helâl olduğu iddiasında ısrar eden var­
oluşacak dînî tepkileri bloke etmek için düşü­ sa, o Allah'ın yasağını çiğnemekle kalmıyor,
nülmüş bir semantik hile idi. Bu ribalı borç­ aynı zamanda harama helâl diyerek küfrünü,
lanmanın Osmanlı için sonun başlangıcı oldu­ günahta ısrar ederek inatçılığını ve Allah'ın
ğu tarihi bir hakikattir. verdiği serveti faize vererek nankörlüğünü is-
515 Bu âyet, bir görüşe göre Kur'an'dan en son bat ediyor demektir.
inen âyetler grubunda (94/Bakara: 275-281) na­ 518 İman Allah'a güvenle doğrudan alâkalıdır.
zil olmuştur. İbn Abbas'tan nakledilen bir gö­ Zaten bütün problem Allah'a olan güvensiz­
rüşte son âyet Mâide 3'tür. İkinci bir nakle göre likten kaynaklanmaktadır. Faizcinin davranı­
ise bu âyettir. Said b. Müseyyeb'den nakledilen şının temelinde de geleceğe ilişkin bu güven­
bir haber bunu teyit eder. Hz. Ömer şöyle der: sizlik ve kaygı yatar.
"En son vahyedilen âyetler riba konusundaydı,
519 Burada çok dikkat çekici olan husus na­
fakat Rasulullah, bu âyetlerin anlamını bize
mazın da özünde sâlih bir amel olmasına rağ­
tam açıkla(ya)madan irtihal etti" (İbn Hanbel).
men sâlih amelden ayrı zikredilmesidir. Zira
Fakat muhteva açısından Mâide 3, son inen
namaz hasenâr'tandır. Islah'm zıddı ifsattır
âyet sıfatını daha çok hak etmektedir. Faiz hak­
ve bir şeyin sâlihâttan olması için toplumsal
kında inen ilk âyet ise bu değil, Rûm 39'dur.
alanda cari olan bir ifsadı ıslaha yönelik olma­
516 Sadakat, "sadakalar" demektir. Esasen sa- lıdır. Bu âyetteki "namaz kılınız, zekât veri­
daka'ya Allah'ın emanetine sadâkat olduğu için niz" cümlelerinin başındaki vav'ları 'Asr:
bu isim verilmiştir. Çünkü servetin emanet ol­ 3'teki son iki vav gibi tefsiriyye olarak oku­
duğunu bilenler paylaşırlar ve paylaşmak ema­ mamıza mani olan şey, sâlihât ile hasenatın
nete sadâkattir. Zımnen: Her işin püf noktası, Kur'an'daki mukayesesinden elde ettiğimiz
matematiksel olarak ne kadar kazandığınız de­ sonuçtur (Ayrıntı için bkz. 13/'Asr: 3, not 5).
ğil, kazandıklarınızın mutluluğunuza katkısı­ 520 Bu âyette, çıkarını tanrı edinmiş faizci ti­
dır. Bunu tayin edense, kârın çokluğu değil be­ pin karşısındaki Allah'a teslim olmuş yardım­
reketi ve temizliğidir. Çünkü haram hain, helâl sever insanın portresi çiziliyor.
vefalıdır. Kaybeden kişi için en kara gün Hesap
521 Çevirimizin gerekçesi için 38. âyetin no­
Günü'dür. Ve ak akçe kara gün içindir. Kazanç­
tuna bkz.
rumluluğunuzun bilincinde o l u n , 522
ve 281 Öyle bir günün bilincinde olun ki, o
eğer Allah'a yürekten güveniyorsanız, fa­ günde Allah'a döndürüleceksiniz. Ardın­
izden kaynaklanan kazançların tümün­ dan herkese kazandığının karşılığı tasta­
den vazgeçin! 523
279 Fakat bunu hâlâ yap­ m a m ödenecek ve kesinlikle haksızlık
mıyorsanız, bu durumda Allah ve Rasu­ edilmeyecek. 528

lü'ne (güvensizlik ilan ederek) azılı bir sa­


vaş 5 2 4
açmışsınız demektir. 525
Eğer tevbe 282 SİZ ey iman edenler! Birbirinizle va­
ederseniz, sermayeniz size aittir: Böylece deli borçlanmaya girdiğiniz zaman, bunu
ne haksızlık yapmış, ne de haksızlığa uğ­ belgeleyin. 529
Onu, aranızdan âdil bir ya­
ramış olursunuz. 526
280 Şayet (borçlu) güç zıcı kaydetsin! 530
Ve hiçbir yazıcı Al­
durumdaysa, rahatlayıncaya kadar ona lah'ın öğrettiği gibi yazmaktan çekinme­
vâde tanıyın! Eğer bilirseniz, (borcu) ba­ sin, yazsın! Borçlu olan taraf borcunu
ğışlamak sizin için çok daha hayırlıdır. 527
kaydettirsin, Rabbi olan Allah'a karşı so-

522 Önceki âyetin ardından mü'minlerin dik­ 527 Faiz konusu burada noktalanırken, deva­
kati, tüm ilâhî emir ve yasakları içselleştirme- mında Kur'an o bilinen üslubuyla kendisine
nin en garantili yolu olan Allah bilincine er­ kulak verenin tüm dikkatini ebedi geleceğe,
meye çekilir ve bu bilinçle eyleme geçmeye ölüm sonrasına çeker ve insana ebedi hakika­
çağrılır. ti haykırır: Hayatın öteki yüzünü unutma!
523 Faiz yiyenlere gerçek bir tevbe çağrısı. Zi­ 528 Bu âyetin de tıpkı 275. âyet ve Mâide 3 gi­
ra tevbenin kabulü için günahın kötü sonuçla­ bi Kur'an'daki en son nazil olan âyet olduğu
rını ortadan kaldırmak şarttır. iddia edilmiştir (Ferrâ I, 183). Bu iddiaya göre
524 Belirsiz formda gelen harb kelimesi bu Allah Rasulü bu âyetten kısa bir süre sonra
bağlamda azamet ve teksir anlamı katar. Pa­ (81, 21 veya 7 gün) vefat etmiştir.
rantez içindeki "azim" kelimesinin gerekçesi 529 Bu âyetle emredilen vadeli borçlanmaların
budur. kayda geçirilmesi, duruma bağlı olarak kimi
525 Kur'an'ın günaha dair en ağır ifadelerin­ zaman bir farz, kimi zaman da bir nafile hük­
den biri, belki de birincisidir: Allah'a ve pey­ mündedir. Emrin gerekçesi âyette açıkça zik­
gamberine savaş açmak. İfadedeki bu sertlik, redilmiştir: "Bu Allah katında daha âdil, isbat-
sadece otoriteye boyun eğdirme talebiyle izah lama açısından daha güvenilir ve kuşkuya ka-
edilemez. Bu faizin felaket bir zulüm ve ölüm­ pılmamanız açısından da daha uygun olandır."
cül bir sosyal ve ekonomik zehir oluşuyla alâ­ Gerekçe adalet ve güvenin sağlanması, kuşku­
kalıdır. nun giderilmesidir. Bu gerekçe başka bir şeyle
gerçekleşiyorsa, yazmak kişinin kendi tercihi­
526 Elbette faiz almak haksızlık yapmaktır.
ne kalmıştır. Yok eğer yazılmadığı zaman ada­
Ancak insanlardan vadeli mal veya borç para
let sağlanamayacak, güven zedelenecek ve kar­
alıp da enflasyon güneşi altında eritmek de bu
şılıklı kuşku oluşacaksa, bu durumda yazmak
işi tersinden yapmaktır. Âyetin "haksızlığa uğ­
farz olur. Çünkü illet hükümde yer almıştır ve
ratmak" dediği bu olsa gerektir. Bunun içindir
hiç bir tevile yer bırakmayacak kadar açıktır.
ki vadeli alışverişlerde vâde farkına cevaz ve­
rilmiştir. Râzî tefsirinde faizle alışverişin fark­ 530 Nüzul ortamında okuma-yazma bilenle­
lılığına değinirken aynen şöyle der: "Bir adam rin sayısının oldukça sınırlı olduğu göz önüne
bir elbiseyi peşin 10'a satarken, bir ay vadeli alındığında, bu ifadenin ne demeye geldiği da­
11'e satsa bu alışveriş caizdir" (Râzî VII, 79). ha iyi anlaşılır (Ferrâ).
rumluluğunun bilincinde olsun ve bor­ lıklı peşin muameleye dayanıyorsa, onu
cundan hiçbir şey eksiltmesin! Ve eğer belgelememenizde size herhangi bir ve­
borçlu aklî ve bedenî bakımdan yetersiz­ bal yoktur. Birbirinizle alışveriş yapaca­
se ya da kendisi kaydettirecek durumda ğınız zaman şahit bulundurun; ancak ya­
değilse, o zaman onun velisi borcunu âdil zan da şahit de bir zarara uğramasın! Zi­
bir şekilde kaydettirsin! Ve erkekleriniz­ ra eğer zarar verirseniz, işte bu aleyhinize
den iki kişinin şahitliğine başvurun! Eğer bir ç ı k ı ş 532
olacaktır. Allah'a karşı so­
iki erkek bulunmazsa, bu durumda doğ­ rumluluğunuzun bilincinde olun; zira
ruluğundan emin olduğunuz kimseler­ Allah sizi eğitiyor: zaten her şeyi en iyi
den bir erkekle iki kadını şahit tutun ki bilen de A l l a h ' t ı r . 533

ikisinden biri şaşırır, unutur, yanılırsa di­ 283 Eğer seyahatteyseniz ve yazan birini
ğeri ona hatırlatabilsin! 531
Ve şahitler de de bulamamışsanız, bu durumda alman
çağrıldıklarında kaçınmasınlar! bir rehin de yeterlidir. Birbirinize güveni­
Küçük büyük olduğuna bakmaksızın, vâ- yorsanız, kendisine güvenilen kimse, bu
desiyle birlikte yazmaya üşenmeyin: Bu güvenin gereğini yerine getirsin ve Rabbi
Allah katında daha âdil, isbatlama açısın­ olan Allah'tan k o r k s u n : 534
Artık şahit ol­
dan daha güvenilir ve kuşkuya kapılma- duğunuz şeyi gizlemeyin; her kim onu
manız açısından daha uygun olandır. Fa­ gizlerse, işte onun kalbi günahkar o l u r : 535

kat eğer ticari işleminiz aranızda karşı- zira Allah yaptıklarınızı çok iyi bilir.

531 Bu ibare öyle sanıldığı gibi iki kadını bir 532 Fâsık "çıkan", fısk "çıkmak" anlamına
erkeğe denk saymak değildir. Âyet haksızlığı gelir. Arap dilinde bu kelimeyi ilk kez olum­
önleyip adaleti sağlama konusundaki titizlikle suz anlamda kullanan Kur'an'dır. Değilse bu
alâkalıdır. Bu, kadının ticaret ve ticari anlaş­ kelime cahiliyye de "bitkinin kabuğundan
malar konusundaki bilgisizliğinden kaynakla­ çıkması" anlamında kullanılmaktadır. Bu da
nabilecek muhtemel hataları önleyici bir ted­ gösteriyor ki fısk terimi, İslâm'ın içeriğini
birdir. Zaten tadille, "unutma, yanılma, şaşır­ kendisinin doldurduğu kavramlardan biridir
ma, haktan sapma" anlamlarının tümüne bir­ (Râğıb).
den gelir. Sözgelimi iki kadından biri unut- 533 Bu âyet Kur'an'ın en uzun âyetidir. "Deyn
muşsa, doğal olarak şahit ikiden teke düşecek, âyeti" veya "Müdâyene âyeti" olarak isimlen­
sonuçta şahitlik yapan iki kadın değil tek ka­ dirilir. Sanki bunda, gelecek çağların en büyük
dın olacaktır. Kur'an bire iki oranını şahitlikte probleminin ekonomik alanda olacağına bir
nisap olarak belirlemez. Zira Nisa 15 ve Nûr 4¬ işaret vardır. İbn Abbas'tan rivayetle İbn Ke-
8'de zina dâvasında cinsiyete bakılmaksızın sir'de yer alan kayda göre bu âyet faiz yasağın­
dört şahit istenir. Talak 2'de boşanma için iki dan sonra henüz olmamış hurmaları daha da-
şahit istenir. Hatta âdil yargılamayı sağlamak lmdayken satın alma yoluyla gerçekleşen tica­
için bazı durumlarda erkeğin değil, sadece ka­ ri akde izin veren âyettir.
dının şahitliği kabul edilir. Bunların hiç birin­
534 Bir önceki âyetin devamı niteliğindedir ve
de de cinsiyet belirtilmez. Burada da maksat
güven ortamının oluşması hâlinde bu yüküm­
şahitlik yapacak kimsenin cinsiyeti değil, hat­
lülüğün kalkacağını, yani bu emrin güveni te­
ta şahitlik bile değil, vadeli borçlanmalarda
sis amacı taşıdığını ifade eder.
mağduriyeti önlemektir. Borç vermeyi aşırı
teşvik eden vahyin verilen borçların tahsili ko­ 535 Müthiş bir ifade: Kalbin günahkar olması,
nusunu ihmal etmesi düşünülemezdi. beden ülkesinin başkenti olan kalpte şeytanın
2 8 4 Göklerde ve yerde olanların tümü ey Rabbimiz: zira varış sanadır!" dediler.
Allah'a aittir. Siz içinizdekini açıklasanız 2 8 6 Allah hiç kimseye taşıyacağından
da gizleseniz de, Allah sizi ondan dolayı fazlasını y ü k l e m e z . 537
Herkesin kazandı­
hesaba çekecektir,- 536
ve ardından O müs­ ğı iyilik kendi lehine, işlediği kötülük de
tahak olanın bağışlanmasını diler, (ceza­ kendi aleyhinedir. Rabbimiz! Unutur ya
yı) dileyeni de cezalandırmayı diler. Ve da yanılırsak, bundan dolayı bizi sorguya
Allah her şeye kadirdir. çekme! 5 3 8
Rabbimiz! Bizden öncekilere
285 Rasul Rabbinden kendine indirilene yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme!
önce kendisi iman etti, sonra da mü'min­ Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz yükü
ler. Hepsi Allah'a, meleklerine, mesajları­ bize taşıtma! Günahlarımızı affet, bizi
na ve elçilerine inandılar: "O'nun elçile­ bağışla, bize merhamet et! Sen bizim
rinden hiçbiri arasında ayrım yapmayız. Mevla'mızsın,- Kâfirler güruhuna karşı
İşittik ve itaat ettik; bağışlamanı dileriz Sen bize yardım e t ! 5 3 9

iktidarını ilan etmesidir. Zımnen: Merkez bo­ ikincisinde kulun "lehine" iması taşıyan bir
zulursa tohum çürür, insanın özü kurur. lenâ (lâm-ı leh) ile gelmiştir.
536 Bu ifadeler 286. âyet ışığında anlaşılmalı­ Birincisinin fiil gelmesi, yükün artıp azalabilir
dır. niteliğine delalet eder. Allah hem kişiden kişi­
537 Bu âyet üç şey söyler: 1) Allah herkese so­ ye, hem aynı kişinin ömür seyri içerisinde
rumluluk yüklemişir. Sorumlu olmayan insan onun yüke, kendisine ve Rabbine karşı duru­
yoktur, sorumsuz insan vardır. 2) Allah herke­ şuna bağlı olarak "yüklediği yükü" değiştire­
se mutlaka taşıyacağı bir sorumluluğu yükler, bilir. İkincisinin isim gelmesi, takatin cevheri
hiç kimseyi sınırsız ve sorumsuz bırakmaz. 3) ve zatî niteliğine delalet eder. Lenâ'daki lâm
Her insanın sorumluluğu gücüne denktir. Ni­ bu niteliğin kulun lehine olarak kullanılacağı­
tekim zekât zengine, hac ona bir yol bulabile­ nı ifade eder. Tam bu noktada "O yarattıkları­
ne, oruç sıhhati olana farzdır. Sorumsuz dav­ nın kapasitesinde dilediği artışı gerçekleştirir"
ranan üç kez zulmetmiştir: 1) Kendisine, 2) (42/Fâtır: 1) âyetini hatırlamak gerekir. İşbu
âyet ışığında bu dua zımmen: Rabbimiz! Yük­
Terk ettiği yüküne, 3) Onun terk ettiği yükü
lediğin yük oranında gücümüzü arttır" vurgu­
taşıyana.
su kazanır.
538 Ahtae, "kasıtsız yanılma"dır (56/A'râf:
161, not 123). Unutma ve yanılma iradenin ve Mamafih, Allah yarattığını bilir. Yarattığını
kastın dahil olmadığı bir süreçtir. İlâhî ceza bilen, kulunun kapasitesini de bilir. Bu âyette
ise iradenin ve kastın dahil olduğu bir sürecin öğretilen dua yalnızca "yükümü azalt" vurgu­
sonucudur (Krş: 94/Bakara: 225; 74/Nahl: 106; su taşımaz, belagatı gereği dolaylı olarak "ka­
106/Ahzab: 5). Unutmak bilgiye, yanılmak pasitemi artır" vurgusunu da taşır. "Yük"
iradeye ilişkindir. Nebi bu âyetin ardından Al­ Rabbin rububiyyetinin tecellisi ve ilâhî terbi­
lah'ın vaadini müjdeledi (Müslim, îman, 54). yenin vesilesi ise -ki öyledir-, parçayı görene
düşen bütünü gören Allah'a teslim olmaktır.
539 Lâ tuhammilnâ fiil olarak gelmişken, lâ
Bunu bilen her kula ise bu bilinçle dua etmek
takate lenâ isim olarak gelmiştir. Üstelik
yakışır.
A d ı n ı ilk âyetinden alır. Enfâl "bağışlanan, fazladan bahşedilen" anlamı-
na gelse de, burada "savaş gelirleri" vurgusuna sahiptir. Sûre ilk nesil­
den itibaren Enfâl adıyla anılmıştır (Buhârî ve Vahidî).

Sure hicretin 2. yılının Ramazan ayında, Bedir Savaşı bağlamında inmiştir.


Baştan sona konu bütünlüğüne sahiptir. Bu, sûreyi oluşturan pasajlar ara­
sında çok uzun z a m a n aralıkları olmadığı anlamına gelir. Bir rivayette 30¬
3 6 . âyetler Mekke'de inmiştir (Kurtubî). Fakat 3 6 . âyetle 3 7 . âyet arasında
kopmaz bir irtibat vardır. İlk tertipler sûreyi Bakara'nın arkasına yerleştirir.

Konusu savaş ve savaş hukukudur. Bu yüzden olsa gerek, Said b. Cübeyr'e


bu sûreden sorduklarında, "O Bedir süresidir" demiştir. Sûrenin eksenini
oluşturan Bedir Savaşını şöyle özetleyebiliriz:

Hicretin 2. yılının Şaban ayında, Ebu Süfyan önderliğindeki M e k k e kerva­


nının döneceği haberi geldi. İlgili âyetlerden de anlaşılacağı gibi Hz. Pey­
gamber başından beri kervan için değil, savaş için hazırlanıyordu. Bin deve
yükünden oluşan kervanı kırk silahlı koruyordu. Medine'deki hazırlığı da­
ha Suriye'deyken haber alan Ebu Süfyan Mekke'den yardım istedi. Mekke
yardım çağrısına bin kişilik bir orduyu yola çıkararak cevap verdi.

Hicrî 2. yılın R a m a z a n ayının 17'sinde, etkileri açısından dünya tarihinin


akışını değiştiren bir olay yaşandı. Bedir düzlüğünde sadece ikisi atlı olan
3 0 0 ' ü aşkın m ü ' m i n i n kazandığı zafer, kendisinden sonraki bin yıl boyun­
ca sürecek olan fetihler çağını başlattı. Bu vahyin ve imanın zaferiydi. Bu
zaferle başlayan i m a n hamlesi, daha önce eşi görülmemiş bir toplum ve si­
yaset tarzı üretti. Kur'an zafer gününe kendine ait sıfatı verdi: Yevmu'1-Fur-
kân (41). Yani: " H a k l a bâtılın kesin hatlarla ayrıştığı g ü n " . Bu zafer, o güne
kadar şahsi başarı destanları yazan İslâm toplumuna "İslâm c e m a a t i " hüvi­
yetini kazandırdı. Artık yeryüzünde canını hakikate şahit kılan şahsiyetler
değil, bir c e m a a t vardı.

Enfâl sûresi tek cümlede şöyle özetlenebilir: İman en büyük imkandır.


Ç ü n k ü yaratılmış hiçbir şey gücünü kendisinden almaz. Allah'ın yardımı­
nı Allah'a yardım edenler hak eder. Sûre, sebebe değil müsebbibe dikkat çe­
ker. Sadece savaş ahlâkını değil, aynı zamanda ahlâk savaşını da öğretir.
Z ı m n e n şunu söyler: Hak bâtıl savaşı, asla rakamlara, ganimet hırsına, top­
rak k a z a n ı m m a ve dünyevi herhangi bir çıkara indirgenemez.
Nûzûl: 95 Mushaf: 8 , 95/ENFAL SÛRESt 777

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 SANA cihadın bahşettiği gelirler hak­ vererek kılarlar ve kendilerine verdiği­


4

kında soruyorlar. De ki: "Cihadın bah­


1
miz rızıklardan cömertçe sarf ederler. 4 5

şettiği bütün gelirler Allah'a ve Elçisi'ne İşte onlardır hakkıyla iman edenler! Rab-
aittir. Şu hâlde, Allah'a karşı sorumlulu­
2
leri katında saygınlığı olan rütbeler, sı­
ğunuzun bilincinde olun ve aranızdaki nırsız bir bağış ve görkemli bir rızık onla­
ilişkiyi düzgün tutun! Bir de Allah'a ve rı bekler. 6

Elçisi'ne kulak verin: tabi ki, gerçekten


inanıyorsanız eğer!" 3
5 TIPKI, Rabbin seni hakikat yoluna (sa­
7

2 Gerçek mü'minler şu kimselerdir ki; vaşmak için) evinden çıkardığında ina­

Allah hatırlatıldığı zaman kalpleri ürpe­ nanlardan kimileri bundan nasıl hoşlan-

rir, kendilerine O'nun âyetleri okunduğu madılarsa; 6 gerçek ortaya çıktıktan son­

zaman imanları güçlenir ve daima Rable- ra da, sanki sen onları göz göre göre ölü­

rine güvenirler. 3 Onlar namazı hakkını me sürüyormuşsun gibi, seninle tartış-

1 Enfâl: "Kişinin alması gereken miktara ilave vencesinde olduğu, O'nun bu hukuku korumak
olarak fazladan aldığı şey" ya da "vermesi ge­ için Hz. Peygamber'i görevlendirdiği îmâ edilir.
reken miktara ilave olarak fazladan verdiği 3 Zımnen: Can sınavından geçenler mal sına­
şey". Bu niteliğinden dolayı farz namazlar dı­ vında sınıfta kalmamalıdır.
şındaki namazlara da "nafile" adı verilmiştir.
4 Bkz. 94/Bakara: 3, not 6, 56/A'râf: 170, not 134.
Enfâl, büyüğün küçüğe merhamet ve şefkati­
nin ifadesidir. Bu bağlamda "cihat sayesinde 5 Yun/iicûn'un türetildiği kök, "cömertçe"
elde edilen lütuf ve nimet" vurgusu taşır. Şöy­ ilavesini kaçınılmaz kılmaktadır [Lisân). Na­
le sorulabilir: Niçin "ganimetler" anlamına maz insanın Allah'a karşı sorumluluğu, zekât
gelen ğanâim değil de "bağış ve bahşiş" anla­ insanın topluma karşı sorumluluğudur. Bu iki
mına gelen enfâl . Ayrıca bir de "zahmetsiz sa­
7 kanattan biri kırılırsa, diğeriyle ruh kuşu mi­
vaş gelirleri" anlamına gelen ve fey' adı veri­ raç menziline uçamaz [İnfâk için ilk geçtiği
len bir kalem vardır ki, fey' hukuku Haşr 6- 39/Yâsîn: 47'nin notuna bkz).
7'de dile getirilmiştir (İlgili notlara bkz). Bu 6 Bu âyetler dışarıdaki savaşı kazananlara, iç­
sualin cevabı, âyetlerin vermek istediği dersle teki savaşı nasıl kazanacaklarının yolunu gös­
doğrudan alâkalıdır. Teknik olarak ganimet­ termektedir. Kerîm rızık, imanın verdiği öz­
lerden söz edilmeye 41. âyetle başlanacaktır. güven ve mutluluktur. Kerîm sıfatı, türünün
Burada ise konunun ahlâkî boyutu, Allah-in- en kalitelisi için kullanılır. Sonradan cömert­
san ilişkileri açısından ele alınmaktadır. Esa­ lik ve verdiğini hesaplamadan ve saymadan
sen mü'minler tarafından savaşta elde edilen "veren" anlamı kazanmıştır. Kur'an'a göre
mallar, bir ganimet değil bir tazminat ve tah­ Rab kerîmdir, Kur'an kerîmdir, vahiy meleği
silattır. Çünkü onlar Müşrikler tarafından va­ kerîmdir, Rasul kerîmdir, Arş kerîmdir ve
tanlarını terke zorlanmışlar, onlar da yurtları­ cennet rızıkları kerîmdir.
nı terk ederken tüm mallarını Mekke'de bı­
7 Kemâ edatının kendinden öncesini değil,
rakmışlardı (Krş: 91/Hac: 40).
kendinden sonraki 6. âyeti gördüğüne ilişkin
2 Bu kalıp ifade, siyasal ve hukukî olgular çerçe­ Taberî'nin Mücâhid'den naklettiği görüş daha
vesinde "kamu"ya tekabül eder. Burada ganime­ tutarlıdır. Bu görüş ışığında Taberî'nin bu iki
tin Allah'a ait kılınmasının anlamı budur. Bu­ âyetin kazandığı anlamı mealen vermesi, kay­
nunla adeta, kamunun hukukunun Allah'ın gü- da değer bir husustur.
778 l>= 3£=l<t , 95/ENTAL SÛRESİ t Nûzûl: 95 Mushaf: 8

maktan geri durmadılar. 8 olsun için, bu vesileyle içiniz ferahlayıp


7 Hani Allah, iki topluluktan birinin si­ moraliniz yükselsin diye y a p t i ; 13
kaldı ki
zin elinize geçeceğine ilişkin vaadde bu­ zafer garantili yardım, başkasından değil
lunmuştu; siz ise korumasız olanın elini­ yalnızca Allah katındandır: Elbette Allah
ze düşmesini istiyordunuz. Ne ki Al­ her işinde mükemmel olan, her hükmün­
lah'ın muradı, kelamı aracılığıyla hakkı 9 de tam isabet edendir.
gerçekleştirmek ve kâfirlerin kökünü ku­ 11 Hani o zaman, O'nun inayetinden bir
rutmaktı,- 8 ki hakkın gerçek ve bâtılın
10
güvence olarak sizi bir iç sükunetinin çe­
sahte olduğu böylece ortaya çıksın: tabi peçevre kuşatmasını sağlamış ve üzerini­
ki, günahı tabiat hâline getirenler 11
iste­ ze gökten tarifsiz bir yağmur indirmişti 14

mese de! ki, onunla sizi temizlesin, (iç dünyanızı

9 Hani Rabbinizden yardım dileniyordu­ kirleten) Şeytan kirinden 15


sizi arındır­

nuz; 12
bunun üzerine size şöyle icabet et­ sın, yüreklerinizi güçlendirip ayaklarını­

mişti: "Size birbirini izleyen bin melekle zı onunla sabit kılsın.

yardım edeceğim!" 12 Hani o zaman Rabbin meleklere, "El­


10 Çünkü Allah bunu yalnızca bir müjde bet Ben de sizinle beraberim!" mesajını

8 Rivayetlerin aksine bu âyet Rasulullah'ın olduğunun delili, Rasulullah'ın şu duasıdır:


daha yola çıkarken kervan değil savaş için çık­ "Allah'ım! Eğer şu bir avuç insanın yok olma­
tığını ifade eder. Fakat bazılarının aklı gani­ sına izin verirsen, yeryüzünde kulluğu sana
mette kalmıştır. tahsis eden kimse kalmayacak!"
9 Hakkın gerçekleşmesinin savaşla değil, "ilâ­ 13 Melekle yapılan yardımın nasıl anlaşılma­
hî kelam "ın taşıdığı hakikatin bilgisiyle oldu­ sı gerektiğini açık ve net ifade eden cümleler.
ğunun vurgulanması dikkat çekicidir. Savaş Yani: Allah yardımını, koyduğu yasaları göze­
sadece "hakikat-insan" arasına gerilen engel­ terek yapar. Mü'minlerin yüreklerini takviye,
leri kaldırabilir. bunun ifadesidir. Akleden kalbe yapılan bu
10 Bu âyetin hiç kimsenin tahmin edemeyece­ büyük yardımı -hâşâ- bir blöf gibi gören anla­
ği muhteşem bir fütuhatı haber veren mucize­ yış, insanın gücünü "kas kuvvetine" indirge­
yen mekanik anlayıştır.
vi bir ihbar olduğuna tarih şahittir.
11 Mucrimûn: Aslı "kesip koparmak" anlamı­ 14 Evet, bu bildik tanıdık yağmur [el-mâ ) de­ /

na gelen cerm. Çerim, dalından koparıldığı ğil, tarifsiz bir yağmurdu [mâen). Zira bu yağ­
için kuruyup gitmiş hurma [Lisân). Mücrim, mur maddî eksiklik olan "susuzluğu" değil,
"suç" anlamına gelen curm'den isim. Doğal­ manevî eksiklik olan "susuzluk korkusunu"
dır ki, Allah katında her "suç", "günah" sını­ yendi ve böylece kalplerdeki kiri yıkadı.
fına girer ve işlenmesi yasaktır. Mucrimûn 15 "Şeytan kiri" ya da "pisliği" tefsirlerin de­
form olarak isimdir ve dilsel özelliği gereği diği gibi cünüplük hâli olamaz. Zira cünüplük
"günahı tabiat hâline getirenler, boğazına ka­ hâlini "pis olma" şeklinde telakki eden Ebu
dar suça batanlar", ölüp gitmiş biri için ise Hüreyre'ye itiraz eden Allah Rasulü; "Hiç
"günahı hayat tarzı hâline getirmiş olanlar" mü'min pis olur mu?" demiştir. Buradaki kir
vurgusunu taşır (Krş: 67/Kasas: 78'in sonu). veya pislik, insana Allah yolunda mücadele­
den kaçmasını telkin eden (âyet 15-16) duygu
12 Zımnen: Kulun gücünün bittiği yerde Al­
ve düşünce kirliliğidir.
lah'ın yardımı yeter. O anın "bittim noktası"
(iletmelerini) bildirdi: 16
Haydi, imanda direnenlerin kalabalık ordusuyla karşılaş­
sebat edenlere direnç ve moral verin,- tığınızda sakın ardınızı dönüp kaçmayın!
Ben, inkârda direnenlerin yüreklerine 16 Nitekim o gün -taktik gereği olmaksı­
korku salacağım! Haydi, vurun boyunla­ zın ya da diğer bir birliğe katılma amacı
rının üstüne!.. Kopartın onların (silah tu­ taşımaksızın- kim ardını dönüp kaçarsa,
tan ) tüm parmaklarını!.." 17
kesinlikle o Allah'ın gazabına muhatap
13 Bu, onların Allah ve Elçisi'ne karşı ko­ olacak ve meskeni (de) cehennem olacak­
nuşlanmaları 18
yüzündendir; ve kim Al­ tır: o ne berbat bir ikametgahtır.
lah ve Rasulü'ne karşı konuşlanırsa, iyi 17 Hem onları siz öldürmediniz; amma
bilsin ki Allah'ın cezalandırması pek şid­ velâkin, onları asıl öldüren Allah'tı. At­ 20

detlidir. 19
14 Bu sizin için (ey inkarcılar)! tığın zaman da atan sen değildin, 21
ama
Haydi, tadın onu! Bir de ayrıca, inkârda asıl Allah a t t ı . Zira O, inananları (sonu­
22

(sonuna kadar) direnenler için (âhirette) cunu) inayetiyle takdir ettiği güzel bir sı­
ateş azabı var! nava tabi tuttu: şüphesiz Allah her şeyi
işitir, her şeyi bilir.
15 SlZ ey iman edenler! Savaşta, inkârda 18 Bu (da) sizin için (ey inananlar): İşte

16 Lafzen: "Rabbin meleklere ... mesajını ilet­ bir belagat şaheseridir. Ne Allah'ı idrakin ve
ti". Doğaldır ki korkan melekler değil, ina­ hayatın dışına süren mutlak tenzih, ne de Al­
nanlardı (Râzî). lah'ı kişileştiren mutlak teşbih... Zira birinci­
17 Meleklerin yardımı, meleklerin göğüs göğüse si akim vehmi, ikincisi duyuların vehmidir.
çatışmaya katıldığı şeklinde anlaşılamaz. Bunu Bu ikisi arasındaki dengeyi işte bu âyet temsil
söyleyen bir tek âyet yoktur. Söz konusu yardım eder. Kim attı? Kul mu, Allah mı? Her şey
bu sûrenin 10,11 ve 44. âyetleri; aynca Yâsîn sü­ "sen attın" ile "Allah attı" arasında gidip geli­
resindeki "kavminin üzerine gökten bir ordu in­ yor, olup bitiyor. "Atma" aynı cümlede hem
dirmedik, zaten Biz asla daha önce de mdirmiş kula hem Allah'a isnat ediliyor. Kulun atması
değildik" (28) âyeti ışığında anlaşılmahdır. mecazi, Allah'ın atması hakiki oluyor. Ortada
bir çelişki yok. Çelişki bunu anlamakta zorla­
18 Şâkkû: "karşısında yer aldı, ona karşı ko­
nan insanın zihninde. Vahiy akla, aşkın olanı
nuşlandı" mânasına gelir (Râzî).
idrakin yönünü gösteriyor: Zımnen: Ey akıl!
19 Allah yolunda savaş meşruiyetini, insanın Onu anlamak istiyorsan yaratandan yaratıla­
mutluluğu ile insan arasına gerilen engeli kal­ na doğru bir seyir takip et! Mutlak Zât'a nis­
dırma amacından alır. Böyle bir savaşın amacı betle Allah'ın atması da mecaz ve teşbih olu­
asla inanç dayatma, güç gösterisi, egemenlik yor. Muhatap teşbihte ölçüyü kaçırmasın diye
tutkusu ve toprak kaygısı olamaz. âyet muhteşem bir final ile son buluyor: "Al­
20 Kur'an'da Allah'a kati değil, hep mevt isnat lah her şeyi işitir, her şeyi bilir" [Âlemlerin
edildiği hâlde bu âyet istisna teşkil eder. Bir Rabbi Allah, s. 82-83). Hayat ve hakikatin mu­
sonraki cümlenin ışığında mecazi bir vurguya cizevi karmaşası* böylece "hayat kitabına" da
sahiptir. Zımnen, "iman gücüyle savaşıp öl­ yansımış oluyor. Sözün özü: Ey muhatab! Al­
dürüyorsunuz" demektir. lah hayata her an müdahildir sebebe değil
;

21 Metinde ve lem termi değil, mâ rameyte müsebbibe, cama değil camdan bakarsan şu
geldi. Tercihimiz bu farkı çeviriye yansıtma gerçeği görürsün: Allah'a yakın olursan, O se­
çabasının ürünüdür. nin elin ayağın, gözün kulağın olur. O'nunla
atar ve tutarsın, O'nunla görür ve duyarsın...
22 Bu ibare beşer dilinin imkanlarını zorlayan
Allah, inkâr edenlerin tuzağını (böyle) virmeyin! 21 Bir de kulak asmadıkları
boşa çıkarır! 23
hâlde "İşittik!" diyenler gibi olmayın! 27

19 Siz ey fetih isteyenler! İşte fetih ayağı­ 22 İyi bilin ki, Allah katında canlıların en
nıza gelmiştir! Şimdi, eğer bir son verir­
24 zararlısı aklını kullanmayan (gerçek) sa­
seniz bu sizler için daha hayırlıdır. Yok25 ğır ve dilsizlerdir. 23 Hem eğer Allah on­
eğer dönerseniz biz de döneriz,- ve ne ka­
26 larda iyi bir hâl ve gidiş görseydi, onların
dar kalabalık olursa olsun topluluğunuz işitmelerini sağlardı; ne ki eğer onların
size hiçbir yarar sağlamaz: (Herkes) iyi işitmelerini sağlasaydı bile, onlar inatçı
bilsin ki Allah mü'minlerle beraberdir. inkârlarıyla yine yüz çevirirlerdi. 28

24 Siz ey iman edenler! O sizi hayat bah­


20 SİZ ey iman edenler! Allah'a ve O'nun şeden bir (diril)işe davet ettiğinde, 29
Al­
Elçisi'ne bağlılığınızı gösterin; (O'nun lah'a ve Elçi'ye icabet edin! Zira iyi bilin
mesajını) işittiğiniz hâlde O'ndan yüz çe- ki Allah kişiyle kalbinin (eğilimleri) ara-

23 14. âyet inkarcılara hitap ediyordu, bu ise savaşını, ganimet ve işgal için yapılan bir sal­
inananlara hitap ediyor. dırı savaşına dönüştürmemek anlamını taşı­
24 Bu âyet kime hitap etmektedir: 14. âyetin yordu. Böyle yaparlarsa, ganimet ve esir yeri­
muhatabı olan inkârda direnenlere mi, yoksa ne, "Rableri katında saygınlığı olan rütbeler,
hemen üstteki 18. âyetin muhatabı olan sınırsız bir bağış ve görkemli bir rızık" (âyet 4)
imanda sebat gösterenlere mi? Bize göre bu elde edeceklerdi.
âyetin muhatabı özel bir sınıf değildir. Nasıl İnkarcılara: "İnkârda inada bir son verin" çağ­
ki 25. âyetin dile getirdiği potansiyel sapma rısı. Onlar da eğer küfürde inada son verirler­
ihtimali yalnızca bir kesime has [hâssah) kılı- se, yürekleri İslama açılacak ve inananlara ya­
namazsa, bu âyet de özelleştirilemez. Bu âyet pılan vaadlerin hepsine onlar da ortak olacak­
hem inananlara, hem inkâr edenlere, hem de lardı..
imanla inkâr arasında gidip gelenlere hitap et­
26 İnananlara: Eğer yüce ve ahlâkî amaçlardan
mektedir. Mü'minler fetih istiyorlardı, bu bir
yüz çevirip dünyevî ve basit çıkarlara yönelir­
fetihti: İmanla insan arasındaki engel kalkmış
seniz, Ben de emrinize âmâde kıldığım güçle­
ve imanın önü açılmıştı. Müşrikler fetih isti­
rimle birlikte sizden desteğimi çekerim.
yorlardı, bu da 70. âyette işaret edildiği gibi
onlar için bir yürek fethiydi. Gücün verdiği İnkarcılara: Eğer siz bu inadınızdan döner ve
gururun ve kör inadın bir perde gibi kapattığı hakikati kabullenip kendinize gelirseniz, Ben
vicdanlarının örtüsünü açmış ve onları iman­ de rahmetim ve bağışımla size yönelir, sizi
la yüz yüze getirmişti. Gerisi kendi tercihle­ çarptıracağım cezadan dönerim.
riydi (Bkz: 95/Enfal: 70). 27 Burada hitap üçüncü bir gruba yönelmekte­
dir: Mesaj kendisine ulaştığı hâlde gereğini ye­
25 İnananlara: "Eğer işi tadında bırakırsanız."
rine getirmeyen, ona boyun eğmeyenler...
Sûrenin başındaki şu ağır azarın tam da hatır­
lanacağı yer: "Şu hâlde, Allah'a karşı sorumlu­ 28 Yani: Onların sapması kaderleri değil ter­
luğunuzun bilincinde olun ve aranızdaki iliş­ cihleridir. Parmaklarıyla kulaklarını tıkayan­
kiyi düzgün tutun,- bir de Allah'a ve Elçisi'ne lar, gerçeği duymamayı mazeret olarak suna­
kulak verin: tabi ki, gerçekten inanıyorsanız mazlar.
eğer" (Âyet: 1). İşi tadında bırakmak, bir "yü­ 29 Vahye göre "ölüm" dünyadan kopmak de­
rek fethi" amacını taşıması gereken savunma ğil, hakikatten kopmaktır.
sına sürekli müdahale e d e r ;
30
akıbet belki şükredersiniz. 34

O'nun huzurunda toplanacaksınız. 27 Siz ey iman edenler! Allah'a ve Elçi'ye


25 Ve öylesine çetin bir yürek sınavına ihanet etmeyin! Sonra, korumanız gere­
karşı tetikte ve tedbirli olun ki, o içiniz­ ken değerlere bile bile ihanet etmiş olur­
den yalnızca bilinci altüst olmuş kimsele­ sunuz. 35
28 Zira aklınızdan çıkarmayın
re 31
musallat olmakla kalmayacaktır. Ve 32
ki, mallarınız ve çocuklarınız birer sınav
iyi bilin ki Allah'ın azabı pek şiddetlidir. aracıdır; 36
ve bilin ki katında en büyük
26 Ve hatırlayın ki bir zamanlar siz yer­ ecir bulunan Allah'tır!
yüzünde ezilen bir azınlıktınız; insanla­ 29 Siz ey iman edenler! Eğer Allah'a kar­
rın sizi etnik temizliğe tabi tutmasın­ şı sorumluluk bilinciyle hareket ederse­
dan 33
endişe ederdiniz! Böyleyken O size niz, size hakkı bâtıldan ayıracak bir ay­
sığınak oldu, sizi yardımıyla güçlendirdi rım gücü verir,- dahası kötülüklerinizin
37

ve size güzel ve temiz rızıklar bahşetti: üzerini örter ve sizi bağışlar,- çünkü Al-

30 Bu "müdahale", ilâhî yönlendirmeyi ifade başında bir nehy 7a'sı takdir ederek okumuş­
eden "hidayet"in ta kendisidir. Bunu radar ör­ tur. Hemen arkadan gelen 29. âyetin 'insanlık'
neğiyle açıklayabiliriz. Kalp, adının da çağrış­ durumuyla ilgili evrensel mesajı, bu pasajın
tırdığı gibi radara benzer: Bilinç üstü, bilinçal­ anlamını tarihsel olanla sınırlandıran tüm
tı, bilinç ve duygulardan gelen iyi kötü her sin­ yaklaşımları geçersiz kılmaktadır. Aslında
yali tarar. İyi-kötü ve hak-bâtıl; aldığı her gö­ âyette geçen emânât, başta Ahzab: 72'de geçen
rüntüyü kendi aynasında yansıtır. Allah'ın ki­ ve en doğru yorumla insanın seçme yeteneği­
şi ile kalbi arasına müdahalesi, yanlış görüntü­ ne tekabül eden "emanet" olmak üzere, koru­
nün bilinç ekranına yansımaması için Allah'ın makla yükümlü olduğu fıtrî, aklî, iradî, fizikî,
o görüntü ile kalbin arasına engel koymasıdır. imanî olmak üzere maddî ve manevî tüm de­
Zira Hûd 43'ün de gösterdiği gibi el-havl "en­ ğerleri içerir. Zımnen: İnsanın Allah'a ve
gel" anlamına gelir. Sonuçta, insanın kalbi o O'nun Elçisi'ne ihaneti kendi doğasına ihanet­
engel sayesinde kaymaktan korunur. le eşdeğerdir.

31 Zalemû: "Bilinci altüst olmuş kimseler" 36 Kelimenin "ergitme potası" [el-fetnu) mâ­
(Bkz: 56/A'râf: 148, not 108). nasından yola çıkarak: Evlat ve servet sizin po-
tanızdır, Allah o potada sizin cevherinizi cüru­
32 Söz geliminden: "..içinizden kötülüğe kar­
funuzdan ayınr: siz cürufa değil cevhere çık­
şı aktif olmayan pasif iyileri de kuşatacaktır".
maya bakın! Bunun için de terbiyenin ateşin­
Zımnen: Pasif iyi aktif kötünün destekçisidir.
den geçmek lazım. Altın ateşlerde sınanmadan
İbn Cinnî le tusibenne olarak okumuştur. Bu
gerdanlara takılmıyor. Kişinin çocukları ve
durumda anlamı şöyle olur: "...o içinizden
malı kendini saflaştıran bir "pota" olma istida­
yalnızca bilinci alt üst olmuş kimselere mut­
dı taşıyor. Buradan çıkan sonuç şudur: Ebe­
laka musallat edilecektir" [îtkân II, 230).
veynler çocuklarını terbiye ettiklerini düşü­
33 Lafzen: "..kapıp götürmesinden". nürler, fakat çocukları üzerinden kendileri ter­
34 "Allah sizin için bir zorluktan soma bir ko­ biye edilirler. İşte âyette ifade buyurulan mal
laylık verecektir" (107/Talâk: 7) âyetinin müjde­ ve evladın kişi için fitne olma gerçeği budur.
lediği gibi yokluk ve muhalefetle imtihanın ka­ 37 Zımnen: Bu seçip ayıran akıl sayesinde ev­
çınılmaz sonucu varlık ve iktidarla imtihandır. lat ve servet gibi nimetler ile nimetin fitnesi­
35 Bu ibarenin, takdiri bir ilave olmaksızın ni birbirinden ayırır, birinciyi talep ederken
anlamı budur. İbn Abbas ikinci renünü'nun ikinciden uzak durursunuz.
lah'tır sınırsız lütuf, sonsuz kerem sahibi ları cezalandırmak da istemezdi. 34 Ama
olan! şimdi onlar Mescid-i Haram'dan (inanan­
ları) alıkoyup dururken, Allah'ın onları
30 HANI bir zaman da inkârda direnenler cezalandırmaması için ne gibi bir gerek­
senin önünü kesmek, öldürmek ya da çeleri olabilir?
sürgün etmek için sana tuzaklar kuruyor­ Kaldı ki, onlar (Kabe'nin) can dostları ola­
lardı. Nitekim onlar hep tuzak kurmuş­ mazlar: çünkü oraya can dost olmaya an­
lar, Allah da onların tuzağını sürekli boşa cak sorumluluk bilincini kuşananlar lâ­
çıkarmıştır; zira Allah tuzakları boşa çı­ yıktır,- ve fakat onların çoğu bunu bile
karanların en hayırlısıdır. 38
fark etmezler. 35 Onların Beyt çevresin­
31 Her ne zaman âyetlerimiz kendilerine deki ibadeti (vahyi susturmak için) şama­
iletilse derler ki: "Biz (bu tür sözleri) ön­ ta çıkarmak ve (namazı) engellemekten
ceden de işitmiştik. istesek buna benzer ibarettir. 40

sözleri biz de düzüp koşabiliriz. Hem bu, Haydi öyleyse, ısrarlı inkârınızdan dolayı
eskilerin masallarından başka bir şey de­ tadın azabı!
ğildir!"
36 (insanları) Allah yolundan çevirmek
32 Bir zaman da tuttular şöyle dediler: için servetlerini ortaya koyan şu kâfirler
"Allah'ım! Bu eğer senin katından gelen var y a : işte onların, daha çok servet har­
41

bir hakikatse, o zaman gökten üzerimize camaları gerekecek; sonra bu onların


taş yağdır; ya da bize can yakıcı bir azap içinde gerçekleşmemiş bir özlem olarak
gönder!" 39
kalacak ve en sonunda tükenip gidecek­
33 Oysa ki Allah, sen onların arasınday­ ler. Nihayet, inkârda ısrar eden bu kim­
ken onları cezalandırmayı istemedi; üste­ seler topluca cehenneme sürülecekler 37
lik Allah, af dileme sürecini yaşarken on­ (ki), Allah pisliğe kesmiş olanı tertemiz

38 Lafzen: "Allah da onlara tuzak kurmuştur,- "engellemek" anlamına gelen s-d-d iken s-d-
zira Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır." yye dönüşmüştür (Râzî). Harici lider Nafi b.
Bu lafzî anlamdaki "hayır", Allah'ın kurduğu el-Ezrak, ibn Abbas'a iki kelimeyi de sorar. Bu
tuzağın insanınkine benzemeyip, hep onun iki kelimeye Katade'nin verdiği anlam, ibn Ab-
hayrına olduğu şeklinde anlaşılmalıdır (Râzî). bas'ınkinin tam tersidir (Taberî ve Râzî). Âye­
39 Enes b. Malik'e göre bu tür teklifleri Mek­ ti lafzî anlamına indirgeyip ıslık çalma ve el
ke yıllarında ilk dillendiren "Cehaletin Baba­ çırpmayı müşriklerin ibadeti olarak takdim et­
sı" lakaplı Amr b. Hişam idi (Buhârî, Tefsir mek yanlıştır. Zira âyet şöyle biter: "ısrarlı in­
8:3; Müslim, 5. Münafikûn 37). kârınızdan dolayı tadın azabı". Soru şu: Islık
çalma ve el çırpma sahibini "azaba mahkûm
40 Lafzen: "..ıslık çalmak ve el çırpmaktan
eden bir inkâr" olabilir mi? Olamaz. Şu hâlde,
ibarettir". Mukâen: "Kuş ötüşü, deve böğür­
Mücâhid gibi bazı otoritelerin de isabet ettiği
mesi, ağıt, ıslık, çığlık, inilti" gibi enstrüman-
gibi, buradaki "ıslık çalma" ve "el çırpma",
tel olmayan her tür ses (Lisân). Tasdiyeten: "El
ilâhî mesaja ve namaza engel olmak için çıkar­
çırpmak, alkış". Said b. Cübeyr buna "alıkoy­
tılan şamatadan kinayedir. Allahu a'lem.
ma, engelleme" anlamını verir (Taberî). Bunun
dil açısından izahını yapan Ebu Ubeyde ve onu 41 Yani: Allah'ın verdiğini Allah'la savaşmak
doğrulayan dilci Ezheri'ye göre kelimenin aslı için harcayan zavallılar...
olandan seçip ayırsın; ve pisliğe kesen Eğer siz, Allah'a ve hakkın bâtıldan ayrıl­
herkesi birbiri üzerine istif ederek tümü­ dığı o gün, -yani iki ordunun karşı karşı­
nü cehenneme doldursun: işte onlardır ya geldiği gün- kulumuza indirdiklerimi­
büsbütün kaybedenler. ze 4 6
inanıyorsanız (bu paylaşıma uyarsı­
38 inkârda ısrar edenlere, eğer (inada) bir n ı z ) : Zira Allah her şeyi yapmaya kadir­
47

son verirlerse geçmişte yaptıklarının ba­ dir.


ğışlanacağını söyle; yok eğer bildiklerini 42 O zaman siz vadinin yakın ucunda,
okumaya devam ederlerse, geçmişteki
onlar da uzak uçundaydı; kervansa sizden
benzerlerinin başına gelenleri sakın
hayli aşağıdaydı. Eğer sözleşmiş olsaydı­
(unutmasınlar)! 39 Artık onlarla zulüm
nız dahi, sözleştiğiniz zamanı bu kadar
ve b a s k ı 42
sona erinceye ve hayatın Al­
isabetli tutturamazdınız. Fakat Allah ol­
lah'a adanmasına (yönelik tüm baskılar
ması mukadder bir işi gerçekleştirmek
kaldırılıncaya) kadar 43
savaşın! Ne ki
için (böyle) yaptı ki; helak olan hakkın
baskıya bir son verirlerse, unutmayın ki
açık bir müdahalesiyle helak olsun, ha­
Allah onların yaptığı her şeyi görmekte­
yatta kalan da (yine) hakkın açık bir mü­
dir. 40 Bütün bunlardan sonra yüzçevire-
dahalesiyle hayatta kalsın: 48
Zira Allah
cek olurlarsa, şunu iyi bilin ki Allah sizin
her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.
Sahibinizdir: O ne muhteşem bir sahip, O
ne mükemmel bir yardımcıdır! 43 O zaman Allah rüyanda, sana onları
sayıca az gösterdi. Eğer onları sana kala­
balık gösterseydi, kesinlikle yılgınlığa
41 ŞUNU iyi bilin ki, ganimet olarak al­
kapılacak ve yapılması gereken iş konu­
dığınız her şeyin beşte biri Allah'a ve El­
sunda anlaşmazlığa düşecektiniz. Fakat
çi 'ye dolayısıyla
;
44
yakınlara, yetimlere,
Allah (sizi) bundan korudu: çünkü O gö-
muhtaçlara ve yolda kalmışlara aittir. 45

42 fîme'nin "zulüm ve baskı" anlamı için bkz. rı gibi, tüm "mekansızları" kapsar. Âyetteki
108/Mâide: 41, not 43 ve 114/Tevbe: 49, not 64. lâm ve vâVların mânaya kattığı farklı vurgu­
43 Lafzen: "din tamamen Allah'ın oluncaya lara dair bir açıklama için bkz. 114/Tevbe: 60,
kadar". Bizim âyetin dış bağlamına uygun ser­ not 72.
best çevirimizi hemen arkadan gelen cümle 46 imam Bakır'a göre bu âyet, Kadir gecesi ile
doğrulamaktadır. Savaşın amacı saldırgan ta­ Bedir savaşının yılın aynı gününe denk geldiği­
rafın saldırganlığına ve inanca yönelik baskı­ ne delalet eder. Bu yoruma göre Kadir gecesi
larına son vermektir. Bunun en açık delili savaşın gerçekleştiği 17 Ramazan'dır (Ciddi bir
109/Mumtehane 8 ve 9. âyetlerdir. itiraz için bkz. ibn Aşur, 84/Duhân: 3'ün tefsi­
44 Buradaki ve bağlacına, Hz. Peygamber'in rinde) Bu yorumda, Hz. Ali'nin aynı gün şehid
uygulamaya koyduğu anlayış da göz önüne edilişinin duygusal bir payı olsa gerektir.
alınarak verilebilecek en uygun karşılık. 47 Buradaki yevmu'l-furkân ile 84/Duhân: 4
45 Girişte enfâl denilmişti, burada ganîme de­ yan yana okunmalıdır.
niliyor. Bu hitabın ahlâkî amacını yansıtıyor 48 Veya helak ve hayat'ı iman ve inkâr'dan
ve girişteki sorunun cevabı şimdi veriliyor. îb- mecaz olarak görüp: "..böyle yaptı ki; küfrü
nu's-sebîl, lafzen "yol oğlu" demektir. Sadece seçen açık bir delil olan bu (sonuca bakıp) he­
"yolcu" veya "yolda kalmış" kimseleri değil, laki tercih etsin, imanı seçen de yine bu (so­
yola terk edilmiş bebekliler ve sokak çocukla- nuca bakıp) ebedi hayatı tercih etsin!"
nüllerin özünü en ince ayrıntısına kadar lir. 52
Kesinlikle direnin, unutmayın ki
bilir. 49
Allah direnenlerle birliktedir. 53

44 Hani o gün karşı karşıya geldiğiniz za­ 47 Ve yurtlarından, gösteriş içinde kasıla­
man onları gözünüzde büyütmemenizi rak huruç eden kimseler gibi olmayın;
sağlamıştı; sizse onların gözünde zaten çünkü onlar Allah'ın yolundan (insanları)
az görünüyordunuz ki, Allah olması mu­ alıkoyuyorlar. Allah ise onların bütün
kadder bir işi gerçekleştirsin: sonunda yaptıklarını etkisiz hâle getiriyor. 54

her iş döner dolaşır Allah'ın (dediğine) 48 Ve o zaman Şeytan, yapıp ettiklerini


varır. kendilerine güzel göstererek diyordu ki:
45 (Öyleyse) siz ey iman edenler; bir top­ "Bu gün hiç bir insan size galip gelemez;
lulukla savaş için karşı karşıya geldiği­ çünkü ben sizin yanınızdayım!" Fakat
nizde, yılmayın ve Allah'ı sürekli anın ki iki taraf birbirinin görüş alanına girince
kurtuluşa eresiniz. 50
ökçeleri üzerine geri döndü ve dedi ki:
46 Ve Allah'a ve O'nun Elçisi'ne 51
tabi "Benim sizinle hiçbir ilişkim olamaz!
olun ve birbirinizle didişmeyin! Sonra di­ Çünkü ben sizin görmediğinizi görüyo­
rencinizi yitirirsiniz, rüzgarınız da kesi­ rum; üstelik ben Allah'tan korkarım: 55

49 Bu bağlamda ve bir çok yerde bu ifade, Al­ 52 Veya: "..kokunuz gider". Rîh, hem rüzgar
lah'ın "içten geçen duygu ve düşünceyi bilme­ hem de koku anlamına gelir. Hiç kuşkusuz
sine" ilaveten, o duygu ve düşünceye daha te­ burada mecaz olarak kullanılmaktadır. "Rüz­
melde neyin sebep olduğunun bilinmesine de­ garı kesilmek, rüzgarı arkasına almak" gibi
lalet eder. Çünkü zâtu's-sudur ifadesinin bizi Türkçe deyimlerde de mecazen kullanılır. Gü­
yönelttiği alan, kalbin/aklın eyleminden de cün tükenmesi ya da amaca ulaşamamak an­
öte, o eylemi ortaya çıkaran tasavvurdur. Mü­ lamına gelir. "Kokunuz gider" alternatif anla­
balağa formu olan 'alîm, "sıradan bir bilmeyi" mının zengin çağrışımları içinde "gönül bur­
değil "en ince ayrıntısına kadar bilmeyi" ifade nu iman kokusunu almaz olur" gibi latif bir
eder. Bu âyette geçen "yılgınlıkla" sonuçlana­ nükte de vardır. İhtilaf ile niza'yı birbirinden
cak bir sürece, Allah'ın daha başında rüya ile ayırmak gerekir. İhtilaf farklılıktır. Farklılık
müdahale ederek psikolojik bir yönlendirme hem eşyanın tabiatının bir gereğidir, hem de
yapması, sadece "kalpleri evirip çevirenin" özünde zenginliktir. Kınanan ihtilaf değil tef­
yapabileceği bir 'gaybi yardım'dır. Allah insa­ rika ve nizadır. Niza çatışmadır. Temelinde
na olan yardımını, O'ndan başka hiç kimsenin kendi tezini karşıdakine dayatma tutkusu var­
-o yüreğin sahibinin dahi- böylesine etkileye- dır.
meyeceği insan davranışlarını yönlendiren bir 53 Zımnen: sabır hakikat üzre direniştir.
merkeze 'istikamet açısı' vererek yapmakta­
54 Muhît, özellikle kendisinden önce aktarı­
dır.
lan olumsuzluklara atıf olan bir fiille [ya'mt-
50 İslâm askerlerinin savaşta "Allah! Allah!" lune gibi) birlikte kullanıldığı için, "yapılanla­
nidalarıyla hücuma geçmesi, bu âyetin lafzî rı etkisiz hâle getirme" anlamını tercih ettik.
bir tezahürü olarak, yüzyıllardan beri uygula­ 55 Şeytan "Allah'tan korkarım" diyor. Al­
nan bir gelenek hâline gelmiştir. lah'tan korkmayan insanlara yaklaşırken Şey­
51 er-Rasul yerine rasulehu gelmesi, itaat ge­ tan da besmele çekiyor olsa gerektir. Bu, insa­
rekçesinin onun Allah'ın elçisi olduğu sonu­ nın yükselişinin de alçalışının da bir sınırı ol­
cunu verir. madığını gösterir.
çünkü Allah'ın cezalandırması pek şedid Allah'm mesajlarını ısrarla yalanladılar;
olur!" ardından, Allah da günahları nedeniyle
49 O zaman ikiyüzlüler ve kalbinde has­ onları (suçüstü) yakalayıverdi. Elbette Al­
talık olanlar 56
diyorlardı ki: "Bu adamla­ lah (işinde) kuvvetli, azabında şiddetlidir.
ra dinleri yanlış yaptırıyor!" 53 Bu, şu (yasa) gereğidir: Allah, bir top­
Oysa, Allah'a güvenen herkes şunu bil­ luma bahşettiği nimeti o toplum özbenli-
meli: her işinde mükemmel olan, her ğine yabancılaşmadıkça 61
asla değiştir­
hükmünde tam isabet eden yalnız Al­ mez: zira Allah her şeyi işitendir, tarifsiz
lah'tır. 57 bir ilimle bilendir.
54 (O hâlde onların akıbeti de) Firavun
50 VE O, küfre saplanıp kalanlara ölümü toplumu ve ondan öncekilerin akıbetine
tattırdığında bir görmeliydin: Melekler benzeyecek: Onlar Rablerinin mesajları­
onların suratlarına ve sırtlarına vurarak nı yalanlamışlardı, biz de onları günahla­
(diyecekler) ki: "Tadın bakalım yakıcı rı yüzünden helak ettik; boğulmaya mah­
azabı,- 51 bu, öz ellerinizle işlediklerini­
58
kûm ettik Firavun soyunu: zira hepsi de
zin karşılığıdır; değilse Allah'ın kulları­
59
zalim olmakta direniyorlardı.
na haksızlık yapma ihtimali bulunma­ 55 Allah katında canlıların en şerlisi, (her
maktadır. 60
nasılsa) geçmişte küfre sapmış olup da
52 (Onların gidişatı da) tıpkı Firavun top­ daha sonra iman etmemekte direnenler­
lumu ve ondan öncekilerin gidişatı gibi: dir. 62

56 "Kalbinde hastalık olanlar" ile ilgili bkz. bir dünyalığa ulaşamama ve hayrını göreme­
4/Müddessir: 31, not 24. menin verdiği hayal kırıklığı ve ıstırap' oldu­
57 Allah'ın gör dediği yerden bakanla Şey­ ğunu söyler. Zımnen: İnsanın ebedi istikbali,
dünyadaki tercihlerinden bağımsız değildir.
tan'ın gör dediği yerden bakan aynı şeye bak-
salar da aynı şeyi göremezler. 59 Zımnen: Allah sadece ödüllendirir, ceza in­
sanın kendi kendisine yaptığıdır.
58 Veya: "Melekler, küfre saplanıp kalanların
canlarını alırken onların yüzlerine ve sırtlarına 60 Leyse'nin cevabı bâ ile gelince, söz konusu
vuracaklar ve.." Yukarıdaki anlam, âyetin eylemin imkan ve/veya ihtimal yokluğuna de­
mevcut okunuşuna dil açısından daha uygun­ lalet eder.
dur. Yeteveffâ, gramatik açıdan tekil bir gizli 61 Hatta yuğayyirû mâ bi-enfusihim: "kendi­
özneye işaret etmektedir. Bu da tabiatıyla 'Al­ lerinde olanı değiştirmedikçe." Anlamı nötr
lah'tır. (Zemahşerî; Râzî ve Âlûsî) Sözcüğün al­ olan bu kalıp, bağlamına göre olumlu ya da
ternatif anlama uygun okunuşu çoğul bir özne olumsuz anlam kazanır (Krş: 58/Ra'd: 11). Bu­
olan 'meleklere' atfen teteveffa formunda ol­ rada "nimet" sözcüğünün delaletiyle olumlu
mak durumundadır ve İbn Amir kelimeyi bu bir anlam kazanmıştır. İşte bu olumlu bağ­
şekilde okumuştur. Meleklerin yüzlere ve sırt­ lamda "kendinde olanı değiştirmesi", sonuç
lara vurmasını lafzî olarak yorumlayan İbn Ab- olarak "kişinin kendine karşı yabancılaşma­
bas'ın yorumunu verdikten sonra Râzî "Benim sı" anlamına gelir.
bu konuda ondan daha şık, farklı bir yorumum
62 Kişiyi "canlıların en şerlisi" yapan geçmişte
var" diyerek söze girer ve yüzlerine vurmanın
bilinçsizce saptığı inkâr yolu değil, bu sapma­
'âhirette kendilerini bekleyen kötü akıbet',
nın ardından kendisine sunulan hakikate karşı
sırtlarına vurmanın ise 'ardında bıraktığı hiç-
inatla sergilediği bilinçli ve inkarcı tavrıdır.
56 KENDİLERİYLE anlaşma yaptıktan de bu yönelişe u y ! 68
Ne k i 6 9
yalnızca Al­
sonra, her seferinde, sorumsuzca anlaş­ lah'a güven: unutma ki O duyulmayanı
malarını bozanlara gelince: 63
57 savaşta duyan, bilinmeyeni bilendir. 62 Tut ki
onları gözüne kestirirsen, 64
geriden ge­ onlar seni (barış tuzağıyla) aldatmayı
lenlere ibret olsun için öyle bir darmada­ planlamış olsunlar,- o zaman da elbet Al­
ğın et ki, berikiler ders alabilsinler. 58 Ve lah sana yeter: O'dur seni yardımıyla ve
eğer (aranızda anlaşma bulunan) bir top­ imanlı insanlarla güçlendiren: 63 ki onla­
lumun ihanetinden haklı nedenlerle kay­ rın yüreklerini O kaynaştırdı,- eğer sen
gıya kapılırsan, durumu dengelemek için yeryüzünün bütün servetini harcasaydın,
onlarla yaptığın anlaşmayı geçersiz ilan onların yüreklerinin arasını kaynaştıra-
et: unutma ki Allah hainleri s e v m e z ! 65
mazdın, ama Allah onları birleştirdi: çün­
59 Nitekim, küfre saplanan kimseler (Bi­ kü her işinde mükemmel olan, her hük­
zi) aşabileceklerini sanmasınlar. 66
Unut­ münde tam isabet kaydeden yalnızca
masınlar ki onlar (Allah'ı) atlatamazlar. O'dur. 64 Sen ey Peygamber! Allah sana
60 Siz de onlara karşı gücünüz oranında da yeter, sana tabi olan gerçek mü'minle­
kuvvet ve atlı birlik hazırlayıp, bu yolla re de!
hem Allah düşmanlarını, hem kendi düş­ 65 Sen ey Peygamber! Savaşta ölüm kor­
manlarınızı, hem de bunlar dışında sizin kusunu yenmeleri için inananları yürek­
bilmeyip Allah'ın bildiği daha başkaları­ lendir: 70
Eğer sizden dirençli yirmi kişi
nı yıldırıp caydırabilesiniz. 67
Ve Allah olursa, bunlar iki yüz kişiyi alt eder,- yok
yolunda her ne harcarsanız size tümüyle eğer sizden yüz kişi olursa, inkârda dire­
geri ödenecektir,- ve siz asla zulme uğra­ nenlerden bin kişiyi alt eder: çünkü onlar
mayacaksınız. derin kavrayıştan mahrum bir yığındır­
61 Ama eğer onlar barışa yönelirlerse sen lar. 71

63 Bu âyet bir anlaşmanın varlığından kesin olun! Galibin affetmesi izzet, mağlubun affet­
olarak söz etmektedir. Bu anlaşma ya Yahudi mesi zillettir.
kabilelerle hicretin 1. yılında yapılan Medine 68 Onursuz bir barışı yeren bir âyet için bkz.
sözleşmesi ya da Ka'b b. Eşrefin de dahil oldu­ 92/Muhammed: 35.
ğu daha başka bir anlaşmadır (Bkz: Yahudileş­
69 Buradaki ve bağlacının bu bağlamda en uy­
me Temayülü, s. 137).
gun karşılığı.
64 Teskafennehum için bkz. 94/Bakara: 191,
70 Harnd: klasik yorumun "teşvik et" karşılığı­
ilgili not.
nı verdiği bu sözcüğün kendisinden türediği ha-
65 Devletler arası hukuka dair ahlâkî stan­ rad, "maddî ya da manevî yok oluş, tükeniş",
dartlar. "psikolojik çöküş, zihni direncin kırıhp yok ol­
66 "Birini-bir şeyi geçmek aşmak" anlamına ması" anlamlarına geliyor. Marradahu nasıl
gelen sebelrzi'nun bu anlamda kullanıldığı bir "onu hastalıktan armdırdı" anlamma geliyorsa
başka örnek için Ankebut sûresinin 39. âyeti­ harradahu da "onu psikolojik ve zihinsel çöküş­
ne bkz. ten kurtardı" anlamlarına gelir (Râğıb).
67 Zımnen: Saldırganı caydırmak için meşru 71 Klasik nesh teorisine göre, bu âyetin hük­
ve insani sınırlar içinde silahlanın! Yani, güç mü bir sonraki âyetle iptal edilmiştir (men-
kullanmaya mecbur kalmamak için güçlü suh). Bunun savunulabilir bir yanı yoktur. Bu-
66 Mevcut şartlarda Allah yükünüzü ha­ yüce, işinde hikmetli olandır.
fifletmiştir; zira sizin güçsüz olduğunuzu 68 Eğer Allah tarafından, önceden bir ya­
iyi biliyor: O hâlde, sizden dirençli yüz ki­ sal izin olmamış olsaydı, ele geçirdikle­
73

şi çıkacak olursa, bunlar iki yüz kişiyi alt riniz yüzünden başınıza korkunç bir fela­
eder; ama eğer sizden bin kişi çıkarsa, Al­ ketin gelmesi kaçınılmaz olurdu.
lah'ın izni sayesinde iki bin kişiyi alt eder:
69 Şu hâlde, ganimet olarak ele geçirdik­
zira Allah (hakta] direnenlerle beraberdir.
lerinizin helâl ve temiz olanlarını kulla­
nın ve Allah'a karşı sorumlu davranın:
67 KIRAN kırana gerçekleşmiş sıcak bir
unutmayın ki Allah tarifsiz bağışlayıcı,
savaş sonucu olmadıkça, bir peygambere
eşsiz bir merhamet kaynağıdır.
esir almak yakışmaz. 72
Sizler bu dünya­
70 Sen ey Peygamber! Elinizde bulunan
nın geçici değerlerini istiyorsunuz; ama
esirlere de ki: "Eğer Allah yüreklerinizde
Allah (sizin için daha yüce bir değer olan)
iyi ve güzelin (yerleşik hâli olan i m a n a ) 74

âhireti istiyor: zira Allah iradesinde pek

radaki nisbetin doğru anlaşılabilmesi için üst­ "bir şeyin yoğun, güçlü ve şiddetli hâli" anla­
teki notta açıkladığımız harrıdı'l-mu'minin mına gelir [Lisân). Buradaki anlamı muhteme­
ibaresinin doğru anlaşılması şarttır. Bu ifade­ len savaşın en sıcak, en yoğun yaşandığı du­
nin yüreklendirme amacını taşıdığı açıktır. rumdur ki, biz bunu "kıran kırana bir savaş"
Âyetin sonunda, bu yüreklendirmenin dayan­ şeklinde çevirdik. 2) Bu âyetin Bedir Sava-
dığı mantıki nedene yer verilmektedir: "Derin şı'nda alman esirlerle ilgili olduğu düşüncesi.
kavrayıştan mahrum olmak". Aslında burada, Rivayetlerle beslenen bu görüşü hem âyet
"kitle psikolojisiyle" hareket eden iradesiz ve hem de yaşananlar tartışılır kılmaktadır. Âyet
bilinçsiz yığınlarla, bilinçli ve dirençli şahsi­ açıkça sıcak savaş dışında esir almayı yasakla­
yetler arasındaki nitelik farkı dile getirilmek­ maktadır. Bedir ise sıcak bir savaştır ve esir
te, azlığına rağmen niteliğin niceliğe galip ge­ alınmıştır. Kaldı ki, savaş esirleriyle ilgili hü­
leceği vurgulanmaktadır (Krş: 94/Bakara: 249). kümler bu sûrenin 70. âyetinde açıklanmıştır.
72 Klasik tefsirin yaklaşımının aksine, bura­ Şu durumda bu âyette "bir peygambere yakış­
da, tüm unsurlarıyla gerçekleşmiş sıcak savaş maz" denilen durum, Bedir sürecinin başlan­
dışında esir alınamayacağı açıkça vurgulan­ gıcı olan ve bu sûrenin 7, 28, 42 ve daha baş­
maktadır. Klasik tefsirin bu âyet konusunda­ ka âyetlerinde doğrudan ve dolaylı sözü edi­
ki yaklaşımını iki unsur belirlemiştir: 1) Hat­ len Mekkelilerin kervanına saldırı planlarıyla
ta yushine ii'l-'ard ifadesinin kapsamını bu ilgilidir. Bunu hemen devamında gelen "Siz­
âyetten önce inen Muhammed sûresinin 4. ler, bu dünyanın geçici değerlerini istiyorsu­
âyeti belirler. Bizim yukarıdaki şekilde an­ nuz" ifadesi de teyit eder.
lamlandırdığımız ibare klasik tefsire göre 73 Lafzen: "yazılı bir belge". Bu âyet, "Ker-
"çok kan dökmeden" ya da "düşmanı tama­ van'a saldırıp mal ve esir almak neden yasak
men ortadan kaldırıp iyice hakim olmadan" da Bedir'de almanlar serbest?" sorusunun ce­
anlamına gelir (Taberî). Râzî, tartışmaya açtı­ vabıdır. "Yasal izin", sûrenin girişindeki "iki
ğı bu görüşün gerekçesini de nakleder: "Çün­ topluluktan biri" (7. âyet) ibaresine bir atıf
kü devlet ve iktidar, ancak öldürme yoluyla olabilir.
güçlü ve kuvvetli hâle gelir." Şüphesiz o dö­
74 19. âyette müşrikleri de muhatap alan "Siz,
nemin siyaset felsefesini yansıtan bu görüş,
ey fetih isteyenler; işte fetih ayağınıza gelmiş­
tefsiri de ister istemez etkilemiştir. Yushine,
tir! " hitabının devamı sadedinde.
yatkınlık bulursa, size sizden alınandan anlaşma bulunan bir topluluğa karşı ol­
daha güzelini bahşedecek; tarifsiz bir ba­ masın: çünkü Allah yaptıklarınızın tü­
ğışlayıcı, eşsiz bir merhamet kaynağı münü görmektedir. 76

olan Allah sizi de bağışlayacaktır. 73 Nitekim, küfre saplananlar (da) birbir­


71 Ama eğer sana ihanete kalkışırlarsa, leriyle dayanışma içindedirler. Ancak, siz
unutma ki (senden) daha önce Allah'a de böyle yapmadıkça yeryüzünde zorba­
ihanet etmişlerdi de, (Allah mü'minlere) lık ve büyük bir baskı hakim olacaktır.
onları (uslandırma) imkanı vermişti: zi­ 75
74 Hani o imanda sebat eden, zulüm di­
ra (unutmasınlar ki) Allah her niyeti bi­ yarından göç eden, Allah yolunda var gü­
lendir, her işinde tam isabet edendir. cüyle çaba gösteren ve onlara kucak açıp
yardım edenler var ya: onlar gerçek birer
72 İMANDA sebat eden, zulüm diyarın­ mü'mindirler: Onları, engin bir bağış ve
dan göç eden, Allah yolunda mallarıyla görkemli bir rızık beklemektedir.
ve canlarıyla çaba gösteren ve onlara ku­
75 Ve daha sonra inanıp zulüm diyarın­
cak açıp yardım edenlere gelince: işte
dan göç edecek ve sizinle birlikte Allah
bunlar birbirlerinin (gerçek) dostudurlar.
yolunda üstün gayret gösterecek kimse­
Ama iman etmiş fakat zulüm diyarından
lere gelince: İşte onlar da sizdendirler,- bir
göç etmemiş kimselerin, göç edinceye
de Allah'ın yasası uyarınca, akrabalık ba­
kadar korunup gözetilmeleri konusunda
ğına sahip olanlar (bu şartlara da uyunca)
size hiçbir sorumluluk düşmez. Şu var ki,
birbirlerine daha bir yakın hâle gelirler.
eğer dinî baskıya karşı sizden yardım is­
Hiç kuşku yok ki, her şeyi bilen yegâne
terlerse, bu durumda size düşen yardım
varlık Allah'tır.
etmektir,- yeter ki kendileriyle aranızda

75 Ezheri'ye göre emicene'nin varsayılan tüm­ 76 Hicreti teşvik eden bu âyeti, Mekkeli Müs­
leci "mü'minler"dir (Râzî). Bu ibareye takdir- lümanların can güvenliği üzerinde hassasiyet­
siz şöyle bir karşılık vermek de mümkündür: le duran Fetih 25 le birlikte mütalaa etmek ge­
"..nitekim, onların yeniden ihaneti de müm­ rekir.
kündür".
T i k nesil Hadîd adıyla anmıştır. Bu, bize kadar gelen farklı rivayetlerden
-'-anlaşılmaktadır. Düz anlamı " d e m i r " olan ve farklı çağrışımları da bulu­
nan adını 2 5 . âyetinden alır.

Sûre, aksine işaret eden bazı rivayetler olsa da, bir bütün olarak Medine'de
inmiştir. Haşr ve Saf sûreleri de bu sûre gibi sebbaha ile, C u m a ve Teğâbun
ise aynı kelimenin muzari formu ile başlar. 10. âyet yapılmış bir savaşa atıf­
ta bulunur. Nifak ve infak konusu yoğunluklu ele alınır. Sûre ilk tertipler­
deki gibi M u h a m m e d sûresinin önüne değilse de, benzeri olan Saf sûresinin
önüne yerleştirilebilir. Bedir yılında (2. yıl) nazil olsa gerektir.

ilk üç âyetinde 8 ilâhi isim/sıfatm yer aldığı sûre, konu itibarıyla t a m bir
"infak sûresi"dir. Mülkün m u t l a k mânada Allah'a aidiyeti (2, 4-5), infaktan
kaçmanın münafıkça bir tavır olduğu (10), bunun bir 'yahudileşme alame­
ti' olduğu (16), dünya servetinin geçiciliği, Allah'ın cömertliğine mazhar
olanların cimrilik etmelerindeki çirkinlik (23-24), imanın servet ve kuvvet­
le desteklenmesi gerektiği (25), Allah'ın cömertliğinin u n u t u l m a m a s ı ge­
rektiği (28-29) hep infak bağlamında ele alınır, infak eden mü'minler ahire-
tin yıldızı olacaklardır (12-13).

ilk bakışta 16-17. âyetlerin çok erken bir dönemde indiği iddiaları doğru gi­
bi gelebilir. Zira fasıla sesleri farklı, genel bağlamdan nisbeten bağımsız gi­
bidir. Fakat ses farklılığı 2 6 - 2 7 . âyetler için de geçerli olduğu halde, ana te­
mayla t a m bir u y u m içindedir. Dolayısıyla 16-17. âyetleri sûrenin genel za­
m a n ı dışında saymak çok da m a k u l değildir.

Sûrenin ana fikri, sûrenin adını aldığı 2 5 . âyette geçen üç unsurda, Kitâb-
Mîzân-Hadîd'de billurlaşmıştır. el-Kitâb vahyi, el-mîzân adaleti, el-hadîd
de gücü temsil emektedir. Birincisi ilkelerin teorik kaynağına, ikincisi o
kaynağı doğru kavramak için şart olan ö l ç m e ve değerlendirme yeteneğine,
ü ç ü n c ü s ü de o ilkeleri hayata tatbik e t m e k için gereken meşru güce teka­
bül eder. Bunlar ilim-hikmet-hüküm veya tevhid-adâlet-cihad olarak da an­
laşılabilir. A m a ç , tevhidin adalet ve kuvvetle takviyesidir. Sûrede hayli ge­
niş yer tutan infakın ele alındığı bağlam da budur. Hadîd ile Haşr arasında
m u h t e v a açısından yakınlık vardır, ikisinin de "servet ahlâkı"nı işlemesi
yanında, Haşr 16 ilâhi isimle biterken, Hadîd 8 ilâhi isimle başlar.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 GÖKLERDE ve yerde olan her şey (on­ kurulmuştur. O hem toprağa giren ve
4

lara yaratılış amacını yükleyen) Allah orada çıkan her şeyi, hem de gökten inen
adına hareket etti: zira mutlak üstün ve
1
ve onda yükselen her şeyi bilir. 5

yüce olan, her hükmünde tam isabet kay­ Nerede olursanız olun, O sizinle beraber­
deden O'dur. dir ve Allah bütün yaptıklarınızı görmek­
2 O'na aittir göklerin ve yerin mülkü; O tedir.
yaşatır ve O öldürür; her şeye güç yetiren 5 Göklerin ve yerin mülkü O'nundur,- ve
de O'dur. bütün işler Allah'a döndürülür. 6

3 el-Evvel ve ei-Âfaıydir ; ez-Zâhir ve el- 6 Geceyi O kısaltıp gündüzü O uzatıyor;


Bâtıridır; ve O her şeyi en iyi bilendir.
2
yine gündüzü O kısaltıp geceyi O uzatı­
4 O, gökleri ve yeri altı aşamada yarat­ yor; zira O, göğüslerin en mahrem sırla­
7

mış, 3
ardından hükümranlık makamına rını bilendir.

1 Benzer bir ibare ve çevirimizin gerekçesi 3 Fî sitteti eyyâmin ibaresi, göklerin ve yerin
için bkz. 102/Haşr: 1, not 1. yaratılışının ilâhi takdir gereği "çok aşamalı
2 Yani: "O öncesiz ilk, sonrasız sondur (Bkz: bir süreç içinde" tamamlandığına delalet eder.
41/Rahmân: 26). O bütün varlığın hem görüle­ Eyyâm'ı lafzi manasıyla "günler" olarak alır
bilen aşkın sebebi, hem de görülemeyen içkin ve 6 gün üzerine "yokluk"un 1 gününü de ek­
hakikatidir (Krş: 73/En'âm: 103). Mahlukatın lersek, 7 sayısına ulaşırız. Bu da yaratılışın sü­
çift kutupluluğu yasası yer-gök çiftinde dile rekliliği anlamını verir (Bkz: 40/Furkan: 59,
geliyor. Allah tektir. Fakat el-Bâkî yerine el- not 72'nin devamı).
Evvel ve el-Ahir, el-Hak veya el-Vâcid yerine 4 Bkz. 44/Tâhâ: 5, not 4. Zımnen: Mutlak mülki­
ez-Zâhir ve el-Bâtın anlam çiftleri kullanılı­ yet iddiasında bulunmak, Allah'tan rol çalmaya
yor. Çünkü aşkın hakikat ancak çift kutuplu yeltenmektir (Krş: 58/Ra'd: 2-5, 81/Fussilet: 11¬
kavramlarla beşer idrakine nazil oluyor. 15). Servet mülkiyet değil emanettir (Krş: 7.
Kur'an'da el-Esmau'l-Husna yalnız burada âyet).
bağlaçla birbirine atfen gçlir. Bunlar iki isim
5 Sûrenin ana teması olan infak bağlamında
çiftidir: el-Evvel ve'î-Âhir-, ez-Zahir ve'l-Bâ-
zımnen: Gökten indirdiği servetin büyüklüğü­
rm'dır. Bu iki çiftin de vav bağlacıyla birbirle­
nü bildiği için, sizin infakınızla övündüğünüz­
rine bağlanması öncelikle onların biri olma­
de, nasıl gülünç duruma düştüğünüzü de bilir.
dan diğerinin anlaşılamayacağına delalet eder.
Allah'ın "öncesiz ilk" olması "sonrasız son" 6 Umur'un tekili olan emr, "emir, talimat, iş,
olmasından ayrı ve bağımsız düşünülemez. oluş, söz, eylem, şey" mânalarına gelir. Varlı­
Bir diğer nedeni bu isim çiftlerini oluşturan ğın cevher ve arazının, varlık yasalarının ilk se­
isimlerin birbirlerinin mukabili olmasıdır. bep ve son gayesinin Allah olduğuna bir atıftır.
Üçüncü bir neden de dört ismin birbirine atf e¬ Esasen emr "üst olanın isteğini", mes'ele/suâl
dilmesinden çıkan mânadır. el-Ewel ıxı ez-Zâ-
r "ast olanın isteğini", taleb "eşit olanın isteği­
hif\e bir münasebeti vardır. Dünya ve görü­ ni" ifade eder. Zımnen: Siz de O'nun mülküsü­
nen varlıklar bu iki ismin tecellisidirler. el- nüz, servetiniz de. O sizden infak etmenizi is­
Âhir m el-Bâtm'la bir münasebeti vardır. Âhi­
r terken, mülkünden mülkünü istemektedir.
ret ve görünmeyen varlıklar da bu iki ismin 7 "Ölümün yasalarını zaman takdir ediyor"
tecellisidirler. Allahu a'lem. (85/Câsiye: 24) diyen inkarcı aklın reddi ve Al-
7 ALLAH'A ve Rasulü'ne yürekten güve­ O'dur; çünkü Allah size karşı elbet çok
nin ve O'nun sizi kendisine emanetçi kıl­ şefkatli, çok merhametlidir. 10

dığı şeylerden infak edin! Artık sizden


8
10 Neden siz Allah yolunda infak etme-
iman ve infak eden kimseler için büyük yesiniz ki üstelik göklerin ve yerin mira­
;

bir ecir vardır. 9


sının sadece Allah'a ait olduğunu (bilip
8 Neden siz Allah'a inanıp güvenmeyesi- dururken)?
niz; üstelik Rasul sizi Rabbinize inanıp İçinizden zor ve kor zamanlarda 11
infak
güvenmeye çağırdığı, O da sizden söz al­ edenler ve savaşanlarla, (iş kolaya binince
mış olduğu halde? Tabi ki eğer inanmaya bunlan yapanlar) bir olmaz,- böyleleri derece
(gönüllü) iseniz? olarak, daha soma infak edenler ve savaşan­
9 Kulu (Muhammed'e) sizi karanlıklar­ lardan daha üstündür; ve böyle davranan
dan aydınlığa çıkarmak için hakikatin herkese Allah en güzeli vaad etmiştir: ve
apaçık belgeleri olan âyetleri indiren Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. 12

lah'm zamana her an müdahil oluşunun ifade­ sayede servetin efendisi oluyorsunuz, az şey
si. Tıpkı gece ve gündüz gibi, varlık ve yok­ mi? İnanıyorsanız güvenin, güveniyorsanız in­
luk, darlık ve bolluk, açlık ve tokluk, azlık ve fak edin!
çokluk da O'nun müdahalesiyledir. 11 Lafzen: "fetihten". Zor zaman dostlarından
8 Mustahlefîne fîh, zımnen: "size mülkiyetini söz ediliyor. Buradaki fetih Mekke'nin fethi
verdiği" değil, "emanet ettiği" anlamına gelir. türünden başarılı bir askeri operasyon değil,
9 Müslümanlara hitap eden âyetin "iman Fetih sûresinin girişinde kastedilen türden
edin" demesinin, infakla doğrudan bir müna­ kalplerin islâma açılışıdır.
sebeti vardır. Zira îman edip infak etmemek, 12 Bu âyetlere medar olacak Medine'de yaşan­
Allah'a inanıp da O'na güvenmemek gibidir. mış örnek bir olayı müfessirlerimiz Leyi sûre­
Kur'an üç şeyi "Allah yoluna" nisbet eder: İn­ sinin tefsirinde, İbn Abbas'tan İkrime yoluyla
fak, cihad ve hicret. Müslüman tasavvurunda gelen ve İbn Ebi Hatim'in tahric ettiği bir riva­
infak üç temele dayanır: 1) Mülk Allah'ındır. yet naklederler: Ensar'dan birinin hurması ye­
2) İman Allah'a güvendir. 3) Servet insana timler sahibi yoksul komşunun bahçesine ağ­
emanettir. Servet ata benzer,- sırtına binerse­ maktadır. Bu dallardan dökülen hurmalan
niz siz ona sahip olursunuz, sırtınıza binerse o komşu evin çocukları yemektedirler. Bahçe
size sahip olur. Vahyin infak konusundaki sahibi bir gün hışımla gelir, toplanmış hurma­
tavsiyesi üçtür: 1) Bollukta da darlıkta da in­ ları alır ve çocukları döver. Olay Allah Rasu­
fak et (98/Âl-i İmran: 134). 2) Sevdiğinden ver lü'ne intikal edince bahçe sahibini çağırtır ve
(94/Bakara: 177). 3) Gizlice de açıktan da ver o ağacın meyvesini vakfetmesi durumunda
(58/Ra'd: 22). İnfakın âdabı üçtür: 1) Allah için kendisine Allah'tan âhirette bir bahçe verme­
verdiğini çok görmemek (4/Müddessir: 6), 2) si için dua edeceğini vaad eder. Sonuçta, ser­
Hadisin ifadesiyle "kusmuğunu yalayan kö­ vete sahip değil servete ait olduğu anlaşılan
pek" durumuna düşmemek, 3) Başa kakma­ adam (rivayetin orijinalinde "münafıklardan
mak (94/Bakara: 262-264). Zımnen: Allah için biri" olduğu yorumu yapılıyor) bu muhteşem
vermek, vermek değil almaktır. fırsatı teper. Bu olayı duyan Uhud gazisi Sabit
b. Dahdah el-Belevî iki gözü iki çeşme Allah
10 Zımnen: Küçük hesap yapmayın! Allah'ın
Rasulü'ne gelerek "Aynısı benim için de ge­
şefkat ve merhametine lâyık olun! Sizi karan­
çerli mi?" diye sorar ve Medine'nin en değerli
lıktan kurtaranın nimetinin yanında, sizin
hurmalıklarından olan bahçesine karşılık o
maddî fedakârlıklarınızın ne kıymeti var! Bu
792 > > < H x. , 96/HADÎD SÛRESt | , ^ 3 ^ , Nûzûl: 96 Mushaf: 57

11 KİM Allah'a güzel bir borç verip de, larla mü'minler arasına kapısı olan bir
onun kendisine kat kat fazlasıyla geri sur çekilecek, 18
onun iç tarafında rahmet
dönmesini ister? İşte böylelerini tarifsiz
13
bulunacak, dış tarafında ise azap.
güzellikte bir ödül beklemektedir. 14 (Münafıklar) seslenecekler: "Biz sizin­
12 Bütün mü'min erkekleri ve mü'min le beraber değil miydik?" (Mü'minler)
kadınları önlerini ve sağ taraflarını aydın­ şöyle cevap verecekler: "Elbette! Ama siz
latan nurlarıyla hızla ilerlerken 14
gördü­ kendi kendinizi tuzağa düşürdünüz,- böy­
ğün gün onlara: "Bu gün size müjde var: lece (güya) kendinizi gözettiniz; kuşku­
19

Zemininden ırmaklar çağlayan, içinde ya kapıldınız, Allah'ın emri gelinceye ka­


yerleşip kalacağınız cennetler!.. dar malum kuruntularla avundunuz; 20

Bu, işte budur muhteşem zafer!" dahası, o (kafa) sizi Allah ile aldatarak gu­
13 O gün bütün münafık erkekler ve mü­ rura sürükledi."
nafık kadınlar mü'minlere (şöyle diye­ 15 Artık bu gün, ne sizden ne de kâfirler­
cekler): "Bize bakın 15
da ışığınızdan biz den kurtuluş akçesi kabul edilmez. Son
de yararlanalım!" Onlara denilecek ki: durağınız ateştir ve tek can dostunuz da
"Arkanızdaki (hayata) dönüp, 16
kendini­ odur: o ne kötü varış yeridir. 21

ze (orada) bir ışık a r a y ı n ! " 17


Derken on­

ağacı alarak vakfeder (İbn Aşur, Leyi sûresinin 15 Veya: "Bekleyin" ya da "gözetin". İnfakla
tefsirinde). Hadis kaynaklarında böyle yer ilgili bir pasajın içinde nifakla ilgili âyetler
alan olay, siyer kaynaklarında (Msl. Meğazî) dikkat çekicidir. Kâfiri mü'minden iman ayı­
bazı farklılıklarla nakledilir. Buna göre rır (8. âyet), münafığı mü'minden infak ayırır.
Evs'ten Ebu Lübabe'nin velayeti altındaki bir İman küfrü def eder, infak nifakı. Ancak çift
yetim, velisinin kendisine ait bir hurma ağacı­ dünyalı olanlar infak edebilir. İki dünyası ola­
na sahip çıktığı şikayetinde bulunur. Allah nın iki yüzü değil tek yüzü olur.
Rasulü Ebu Lübabe lehine hükmeder. Fakat
16 Bu ifade, "uzak durun, yaklaşmayın" şek­
ağacın sahibi olduğu fikrine kendisini alıştı­
linde de anlaşılabilir.
ran yetim, bu sonuca çok üzülür. Allah Rasu­
lü Ebu Lübabe'den cennette bir bahçe bahse­ 17 Yani: Hayattayken yaptığınız iyiliklerin
dilmesi için dua etmesi karşılığında o ağacı ışığını arayınız.
hediye etmesini ister. Fakat yetimin yaptığına 18 Surdaki kapı, günahkarlar için rahmet ka­
içerleyen Ebu Lübabe teklifi kabul etmez. pısı: Hz. Peygamber'in haber verdiğine göre,
Olayın devamı yukarıdaki şekilde gelişir. günahlarından arındıktan sonra kalbinde har­
13 Zımnen: Allah için karşılıksız harcamada dal tanesi kadar iman olanlar Cennet'e gire­
bulunan, O'na borç vermiş gibidir (Bkz: 18. cekler (Buhârî).
âyet; krş. 94/Bakara: 245). Burada "borç" değil 19 Veya: "(mü'minlerin başına gelecek belayı)
"güzel borç"tan söz ediliyor. Bunun için veren gözlediniz". İbn Zeyd'e göre "tereddüt etti­
içinden gelerek verecek, verdiğini hissettir­ niz".
meyecek, Allah'a zaten borçlu olduğunu
20 Yani: Ütopyanızın peşinde kendinizi aldat­
unutmayacak, verip başa kakmayacak ve ve­
tınız.
rip karşılık beklemeyecektir.
21 Bu cümle bir önceki âyetin devamı olarak
14 Bu dünyanın sahte yıldızlarına/starlarına
mü'minlere atfen okunabileceği gibi, müsta­
karşılık, kalıcı dünyanın etraflarına ışık saçan
kil olarak Allah'a atfen de okunabilir.
gerçek yıldızları onlar olacak.
16 İMAN edenlerin, Allah'ı ve indirilen 19 Allah'a ve elçilerine (sadâkatin bedeli­
hakikati anınca, ta kalplerinde ürperti duy­ ni ödeyerek) iman edenler var ya: onlar­
28

malarının vakti hâlâ gelmedi m i ? 22


Ta ki dır doğruluk ve dürüstlük sembolü olan­
kendilerine daha önce vahiy verilip de, lar,- yine onlardır Rableri katında şahitli­
üzerlerinden uzun zaman geçtiği için kalp­ ğine (değer) verilenler; 29
ödül de onların,
leri katılaşan kimseler gibi olmasınlar,- ki 23
ışık da onların olacak. 30

onların bir çoğu yoldan sapmıştır. 24


Ama inkâr eden ve âyetlerimizi yalanla­
17 İyi bilin ki Allah, ölümünden sonra yanlar, gözleri fal taşı gibi açan ateşe
toprağa can verir. İşte aklınızı kullanabi­ mahkûm olacak.
lesiniz diye âyetlerimizi size böyle açık­ 20 iyi bilin ki (tek başına) bu dünya haya­
lamış bulunuyoruz. 25
tı bir oyun ve oynaştan, albenili bir gös­
teri ve birbirinize karşı övünme yarışın­
18 İMANA sadâkatin bedelini ödeyen er­ dan, mal ve evlat çoğaltma hırsından iba­
kekler ve kadınlar 26
ile Allah'a güzel bir ret olurdu. Bu (tiplerin sonu) şu yağmur
31

borç verenlere gelince: 27


(bu) onlara kat meseline benzer: O (yağmurun) yeşerttik­
kat fazlasıyla geri dönecek ve tarifsiz gü­
leri, çiftçileri/nankörleri pek sevindirir,-
32

zellikte bir ödül onları bekleyecek.


sonra kurur ve sen onu sararmış görür-

22 İbn Ömer bu âyeti okuduktan sonra vahiy­ lu davranır ve en güzel olanı tasdik ederse ona
le diyaloga girerek gözyaşları içinde şöyle de­ cennetini kolaylaştırırız" (1 O/Ley 1: 5-7). Bu
di: "Evet, geldi ey Rabbim!" âyet Bakara sûresinin 261-274 ve 54/Kamer
23 Ümmet-i Muhammed'in yahudileşme teh­ sûresinin 17. âyetleriyle birlikte okunmalıdır,
likesine dikkat çeken âyetlerden biri. Yahudi­ infak, servetin budanmasıdır. Allah'a borç
lerin vahiy karşısındaki kalp katılıklarını ele vermek Allah'a güvenmektir. Güven imanın
alan Bakara 74 ve vahye karşı duyarlılığın zir­ ahlâkî karşılığıdır. Kazancın filtresi infaktır.
vesini tasvir eden Enfâl 2 ışığında anlaşılmalı­ Nebi buyurur: "Sadaka suyun ateşi söndürdü­
dır. ğü gibi hataları söndürür." 15. âyetin içeriğiy­
le sadakanın söndürücü hakikati birlikte dü­
24 Kur'an ehl-i kitaptan söz ederken genelle­
şünülmelidir.
me yapmaz. Kategorik değil analitik bir üslûp
kullanır. Bu konuda da toptancı bir akıl değil 28 Parantez içi açıklamanın gerekçesi infakla
mümeyyiz bir akıl inşa eder. ilgili bağlamdır.

25 Burada, bir üstteki âyetin sonunda kullanı­ 29 Veya: "model olanlar".


lan temyize dayalı üslubun gerekçesi ele alın­ 30 Veya: "(Ödül) onların ödülü, (ışık) onların
maktadır. Ölü toprağa can veren, manen ölü ışığıdır".
sayılan dînî gurup ve kesimlere de can verebi­ 31 Parantez içi açıklama, innemâ hasr edatı­
lir. Onlar arasından da dirilecekler çıkar. Nite­ nın metne kattığı vurgudur. Öbür dünya göz
kim ehl-i kitap arasından az da olsa hakikate ardı edildiğinde bu dünyanın tüm anlam ve
teslim olanlar her dönemde çıkmıştır. amacını yitireceğine atıftır. Bu âyet ruhbanlı­
26 Veya el-musaddikîn ve'l-musaddikât oku­ ğı haklı çıkarır tarzda anlaşılamaz. Zira buna,
yuşunu esas alarak: "Hakikati tasdik eden er­ arkadan gelen 27. âyet manidir.
kekler ve kadınlar". 32 Kuffâr daki tevriye sanatına binaen (Krş:
1

27 Krş. "Kim (Allah yolunda) verir ve sorum- ibn Aşur).


sün; en sonunda toz toprak olur. Ama rınıza (aşırı) üzülmeyesiniz, ele geçirdik­
âhirette (böyle olmayacak). Ya şiddetli lerinize de (aşırı) sevinmeyesiniz: nite­ 37

bir mahrumiyet veya Allah'tan bir mağfi­ kim Allah hiçbir kendini beğenmiş şıma­
ret ve hoşnutluk olacak: Zira (tek başına) rığı sevmez. 24 Cimrilik edenler ve in­
bu dünya hayatı, aldatıcı ve geçici bir tat­ sanlara da cimriliği teklif edenlere gelin­
min aracından başka bir şey değildir. ce: kim (O'na) sırt çevirirse, iyi bilsin ki

21 Rabbinizin mağfiretine nail olmak, Allah, evet O kendi kendine yeten mut­

Allah'a ve elçilerine iman edenler için lak zengindir, hamdin tamamına lâyık­

hazırlanan, alanı göğün ve yerin genişliği tır. 38


25 Doğrusu Biz elçilerimizi hakika­

kadar olan cennete kavuşmak için birbi- tin apaçık belgeleriyle gönderdik; onlarla

rinizle yarışın! 33
Bu Allah'ın (dileyene) birlikte Kitab'ı ve insanlığı adaletle ayak­

vermeyi dilediği 34
ikramıdır: zira Allah ta tutsun diye mizanı indirdik; ve için­39

muazzam ikram sahibidir. de hem kahredici bir güç hem de insanlar


için sayısız faydalar bulunan demiri in­
22 NE yeryüzünün ne de sizin başınıza, dirdik: 40
Ki böylece Allah, kendisine ve
daha önceden kayıt altına aldığımız bir 35 elçilerine gıyapta destek çıkanları seçip
yasa olmadıkça asla bir musibet gelmez: ayırsın: Şüphesiz Allah tarifsiz bir güç
şüphesiz bu Allah için pek kolaydır. 23 36 sahibidir, mutlak üstün ve yüce olan­
Böyle takdir etmiştir ki elden kaçırdıkla- dır. 41

33 Zımnen: Dünya hayatının geçici nimetini günüz parçadır. Bütünü gören biri var: Allah.
elde etmek için değil, ahiretin yıldızı olmak Parçayı görene düşen, bütünü görene teslim
için yarışın! olmaktır.
34 Yeşa' fiilinin çift özneyi gören yapısına uy­ 38 Yani: Dinine sizden yardım istiyorsa, size
gun olan bu okuma, Kur'an'daki külli-cüz'i muhtaç olduğu için değil, siz O'na muhtaç ol­
irade bakışımlılığıyla ve baştaki "Yarışın!" duğunuz içindir. Zira Allah her ne ki ister, al­
emriyle uyumludur. Tersi olan bir anlayış so­ mak için değil, daha çok vermek için ister.
runludur. 39 Zira devletin imanı adalettir.
35 Yani: "hayat için koyduğumuz yasalar". 40 Kitap, mizan ve demir, dengeli bir hayatın
Buradaki "daha önceden kayıt altına alma", üç ayağıdır: Kitap vahyi, mizan (terazi, ölçme-
başka bazı âyetlerde yer alan "Allah'ın izni" değerlendirme yetisi) adaleti, demir kuvveti
istisna cümlelerine benzemektedir (Bkz: temsil eder. Bu üçü de "indirilmiş", yani ilâhi
93/Teğabün: 11, not 11). bir "ikram" olarak sunulmuştur. Demirin
36 Allah hayata her an müdahildir. Daha ha­ hem yararı hem de zararı dile getirilerek, ki­
yatı yaratmadan önce onun yasalarını yarat­ tapsız ve adaletsiz kalan bir gücün tahribatına
mış, hayatı şansa veya kör zamanın eline bı­ gönderme yapılıyor. Mizan aynı zamanda din
rakmamıştır. Fakat insan zamansızlığı idrak anlayışındaki dengeye tekabül eder. Zımnen:
edemeyeceği için Allah'ın zamandan bağımsız Hıristiyanlıktaki Ruhbanlık, terazisiz ve en­
irade ve meşietini kavrayamaz. Bu yüzdendir dazesiz bir aklın eseridir.
ki öncelik ve sonralığın ilâhi faaliyet için geç­ 41 Âyetin sonundaki esma, bir önceki âyete
mediğini anlamakta da zorlanır. düştüğümüz notla birlikte değerlendirilmeli­
37 Çünkü bütünü asla göremezsiniz. Gördü- dir.
Nûzûl: 96 Mushaf: 57 , ^ 3 ^ , , 96/HADÎD SÛRESİ 795

26 Doğrusu Nûh ve İbrahim'i de (aynı kimselere karşılıklarını verdik; fakat yi­


amaçla) göndermiştik; ve o ikisinin soy­ ne onlardan bir çoğu yoldan saptılar.
larından gelenlere peygamberlik ve vahiy 28 Siz ey (tevhide) iman eden (ehl-i ki­
vermiştik; fakat onlardan bir kısmı hida­ tabi) 44
Allah bilinciyle hareket edin ve
yete erdiler, ama bir çokları da yoldan O'nun peygamberine iman edin ki, O si­
saptılar. ze rahmetinden iki kat versin! Yine size
27 Sonra onların peşinden (başka) elçile­ aydınlığında yürüyeceğiniz bir nûr bah­
rimizi de getirdik; peşlerinden de Mer­ şetsin ve size mağfiret etsin: Zira Allah
yem oğlu İsa'yı getirdik ve ona İncil'i ver­ tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merha­
dik; ve ona uyanların kalplerine şefkat ve met kaynağıdır.
merhamet yerleştirdik. Ama ruhbanlık 29 Böylece önceki vahiyleri izleyenler
başka... 42
Onu kendilerine emretmediği­ kendilerinin Allah'ın lutfundan hiçbir
miz halde onlar uydurdu, gerekçesi de şey elde edemeyeceklerini düşünmesin­
Allah'ın rızasını kazanmaktı; fakat onun ler,- dahası, bu lutfun Allah'ın yetkisinde
gereklerine de hakkıyla riayet etmediler olup onu dilediğine verdiğini bilsinler: 45

ya... 43
Neticede Biz onlardan iman eden zira Allah muazzam ikram sahibidir.

42 Rahbâniyyeten, ce'ale fiilinin üçüncü 43 Hıristiyan ruhbanlığı konusunda bkz. Mev-


mef'ulü olarak da okunmuştur. Bu durumda dudi, Tefhim.
mâna "kalplerine şefkat, merhamet ve ruh­ 44 Burada hitap edilen teslisi reddeden ve tev­
banlık yerleştirdik" olur. Fakat bu hemen ar­ hide inanan İsevilerdir (Krş: 108/Mâide: 14,
kadan gelen "onu biz emretmediğimiz halde not 22 ve 82, not 89).
onlar uydurdu" cümlesiyle çelişir. Metin her
45 Baştaki li ella ya'leme ibaresini İbn Mes'ud
iki okumaya da açıktır ve tercihimiz vahyin
ve İbn Abbas li ya'leme (bilsinler için) şeklin­
genel karakteriyle tam bir uyum arzeder (Krş:
de okumuştur. Baştaki akıbet lam'ı sayılırsa
Keşşaf).
mâna "Sonuçta...bilemeyecekler" olur.
Sûre adını, Kur'an'm sembolizmi en yoğun âyeti olan 35. âyetinden alır.
Nûr, "kaynağı görünmeyip hedefini görünür kılan ilâhî ışık" anlamına
gelir. Daha ilk neslin dilinde bu adla anılmıştır.

Sûre Medine'de parça parça inmiştir. Konu farklılıkları bu sonucu verir. Zi­
na ile ilgili ilk âyetleri 3. yılda inmiş olmalıdır. Zira bu âyetlerin inişine ne­
den olan olayın kahramanı Mersed aynı yıldaki Recî' pususunda şehid ol­
muştur. Hz. Aişe'ye yapılan iftira ile ilgili pasajlar (11-26) 5. yılda inmiştir.
Ç ü n k ü H u z a ' a ' n m kolu olan Mustalıkoğulları üzerine yapılan sefer Hen­
dek'ten h e m e n sonra (bir görüşte önce, Şaban ayında) olmuştur. Sûrenin
iniş sürecinin ne z a m a n tamamlandığını tesbit e t m e k zordur. Bunu 9. yıl­
daki Tebük seferine kadar uzatanlar olmuştur. Bu durumda sûrenin iniş ta­
rihini 3. yıl olarak tesbit e t m e k durumundayız. Zira bir sûre için "falan ta­
rihte indi" demek, o sûrenin baş tarafının indiği tarihi gösterir. Burada şöy­
le bir soru akla gelebilir: Bu sûreyle neredeyse eş zamanlı olan Nisa süre­
sindeki zina ile ilgili âyetler niçin oraya alınmıştır da bu sûredekiler bura­
ya alınmıştır? M u h t e m e l cevap şudur: Buradaki zina ile ilgili âyetler bir bi­
çimde mü'minlerle ve Allah Rasulü'nün yakın çevresine iftira ile ilgiliy­
ken, Nisa sûresindekiler geneldir.

Hz. O s m a n tertibinde Haşr-Hac, İbn Abbas tertibinde Ahzab-Mumtehane,


Cabir b. Zeyd tertibinde Nasr-Hac arasında yer alır.

N u r sûresi, adı gibi insan tabiatını ve insan ilişkilerini, özellikle de kadın-


erkek ilişkilerini aydınlatan bir sûredir. Bu ilişkilerin insan kimliğinin bir
parçası olan cinselliğin istismara açılmadan nasıl yürümesi gerektiğini be­
lirler. Bu konuda kimi ahlâkî kurallar koyar. Karşıt cinsler arasındaki iliş­
kiyi sağlıklı bir zemine oturtur. Sınırlar çizer ve bu sınırları aşanlar için
müeyyideler getirir. Kadın-erkek ilişkilerinin sağlığı ve kadının karşı cins
tarafından istismarını önleme açısından kadının kişiliğini dişiliğinin önü­
ne geçirir. Kadın bedeninin k a m u y a açılmasını yasaklar. Bununla, insanın
haysiyet ve şahsiyetini korumayı amaçlar. Sağlıklı toplumsal ilişkilerin
sağlıklı bireysel ilişkiler üzerine bina edileceği hakikatini dile getirir.

Sûrenin zirvesi sûreye adını veren 35. âyettir. Sembolizmin en harika ör­
neklerinden olan bu âyet, rezervi sonsuz bir m â n a pınarı gibi kabını altına
tutan herkesin gönlünü doldurur. Tabi ki kişinin akıl çapı, iman, hikmet,
bilgi, birikim, gayret ve ufkuyla orantılıdır.

»Kg>t<
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 BU, Bizim indirdiğimiz, kesin ve ayrın­ münü uygulamaktan alıkoymasın,- ina­


tılı hükümleri açıkladığımız bir sûredir, 1
nanlardan bir gurup da onların cezalandı­
ve Biz onda hakikatin apaçık belgesi olan rılmasına tanık olsun.
4 5

âyetler indirdik ki, sorumluluğunuzu ha- 3 Zina yapan erkek ancak zinakar bir ka­
tırlay asınız. dınla; -diğer bir ifadeyle, cinsel güdüleri­
6

ne kul-köle olan bir kadınla- birlikte


2 Z İ N A eden kadın ve zina eden erkek:
2
olur. Zina eden bir kadın da ancak zina­
İşte bunlardan her biri için, etkisi cilt ile kar bir erkekle,- -diğer bir ifadeyle, cinsel
sınırlı yüz vuruş yapın,- eğer Allah'a ve
3
güdülerine kul-köle olan bir erkekle- bir­
Âhiret Günü'ne inanıyorsanız, o ikisine likte olur: zaten bu tür bir (birleşme]
7

olan acıma duygunuz sizi Allah'ın hük- inananlara haram kılınmıştır.

1 Mücahid'in farradna şeklindeki okuyuşunu nu, sadece insan tekinin onuruna yönelik bir
Taberî fassalnâ ile açıklamıştır. Çevirimiz bu­ saldırı olmakla sınırlı tutmayıp, aynı zaman­
na dayanmaktadır. Faradnâ şeklindeki yaygın da toplumsal ahlâk katsayısını düşüren bir cü­
okuyuş da aynı sonucu verir. Zira farada tah­ rüm olarak gördüğünün delilidir.
ta, deri vb. gibi eşyayı plaka plaka kesip ayır­ 4 Azâb kelimesinin Kur'an'da sıklıkla "ceza"
mak" anlamına gelir. Âyetin bize uyarısı şu­ anlamında kullanılmasının açık bir örneği.
dur: Zaten detaylandırılmış olan bu sûredeki
5 Zina yasağı eşlerinin birbirine güvendiği bir
hükümleri, birtakım ilave mülahazalarla ge­
ahlâk toplumunda olmazsa olmaz bir şarttır.
nişletmeye kalkmayın!
Bu yasak aynı zamanda toplumun yapıtaşı aile­
2 Zina, Allah'ın tanıklığına başvurularak ya­ yi kurmak ve korumaya teşviktir. Özetle İslâm
pılan ve hukukî bağlayıcılığı olan meşru bir ceza hukuku üç vicdanı teskin eder: Mağdurun
sözleşme olmaksızın iki insanın birbirleriyle vicdanını, kamunun vicdanını ve suçlunun vic­
cinselliklerini paylaşmaları olayıdır. Cinselli­ danım. Bunun için de önce suçluda bir vicdan
ği hayvani bir içgüdünün eseri olmaktan çıka­ inşa etmek gerekir. İşte vahiy bunu yapar.
rıp insani bir faaliyet kılan nikah sözleşmesi- 6 Buradaki ve bir sonraki cümledeki ev bağla­
dir. Sosyal bir varlık olan insanın oluşturduğu cı, karşılığı "veya" olan tahyif den çok tafsil
toplumun yapı taşı olan aile kurumu bu söz­ vurgusu taşımaktadır. Bu vurgu tercümeye
leşme üzerine bina edilir. "diğer bir ifadeyle" şeklinde yansımıştır.
3 Celde, etkisi insan derisiyle sınırlı olup 7 Bu metin, yaygın olarak şöyle çevrilmiştir:
onun altındaki kasa işlemeyen "vuruş" ve bu "Zina yapan bir erkek ancak zinakar ya da
vuruşta kullanılan "vurma aracı". Kelime, müşrik bir kadınla; zina eden bir kadın da zi­
"zorlamak, zora koşmak" anlamını da taşı­ nakar ya da müşrik bir erkekle nikahlanır."
makta [Mekâyîs ve Lisân). Bu ceza, âyetin so­ Bu tür bir anlamada ortaya çıkan bir çok prob­
nunda yer alan kamunun tanıklığı şartından lem vardır. Birincisi, bir mü'minin müşrik bi­
da anlaşılacağı gibi, suçlunun canını yakmak­ riyle evlenmesine Kur'an izin vermemektedir
tan daha çok suçtan caydırma amacına yöne­ (94/Bakara: 221). Onun işlediği günahın ağırlı­
liktir. Zina suçunun Kur'an'ın öngördüğü şe­ ğı bu hükmü değiştirmez. Kaldı ki, müşrik'in
kilde isbatı, ancak suçun kısmen de olsa ka­ (dişili: müşrike) anlamlarından biri de, "Allah
muya açık bir biçimde işlenmiş olması duru­ dışındaki bir gücün otoritesine kayıtsız şartsız
munda mümkündür. Bu ise vahyin, zina suçu- teslim olan"dır. Bu bağlamda "cinsel güdü ve
798 97/NÛR SÛRESİ .J=^=J. N û z û 1 : 9 7
Mushaf: 24

4 İffetli kadınları (zinayla) suçlayıp da, 8


te bulunmaktır,- 7 beşincisinde ise, eğer
ardından buna dört tanık getirmeyen yalancılardan biriyse Allah'ın lanetinin
kimselere gelince: işte böylelerine seksen üzerine olmasını (ister).
celde vurun, bir daha da onların tanıklı­
9
8 (Suçlanan eşin) Allah'ı tanık tutarak,
ğını kabul etmeyin: zira gerçekte kötü dört kez (kocasının) yalan söylediğine da­
yola düşenler işte bunlardır. 10
5 Ancak ir şahadette bulunması, cezayı kendisin­
bunun ardından 11
tevbe edip kendilerini den düşürür; 9 beşincide eğer (kocası)
düzeltenler bunun dışındadır,- iyi bilin ki doğru söylüyorsa, Allah'ın gazabının
Allah tarifsiz bir bağış, eşsiz bir merha­
kendi üzerine olmasını (ister).
met kaynağıdır.
10 (Düşünsenize bir), ya Allah'ın üzeri­
6 Bir de, kendilerinden başka tanıkları ol­ nizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı?
madığı halde eşlerini (zinayla) suçlayan iyi ki Allah, kendisine yönelenlerin tev-
kimseler var. İşte bu tür kişilerin her bi­ besini tekrar tekrar kabul edendir, 12
üs­
rine düşen, dört kez kendisinin doğru tün hikmet sahibidir.
söylediğine Allah'ı tanık tutarak şahadet-

arzularına kayıtsız şartsız kul-köle olan" anla­ 10 Gerçek sapkınların doğru yolda olanları sa­
mını kazanır ki, "Hevasını ilâh edinen kimse­ pıklıkla suçladıkları bu bağlamda, el-fâsikîria
nin durumunu gözönüne getirsene bir" verilecek en uygun karşılık.
(40/Furkan: 43) âyetinde ifade edilen de, yakla­ 11 Yani: "İftira cezasının ardından.." Hz.
şık budur. İkincisi, bir önceki âyette ifade edi­ Ömer ve ona katılan bir çok isme göre tevbe,
len zina cezası uygulanan kimse bu günahtan bir kamu dâvasına dönüşen iftiranın cezai so­
arınmış olur, çünkü "şer'î cezalar keffarettir" nuçlarıyla değil, âyette belirtilen "tanıklık ya­
(Buhârî, Hudûd 15:12). Dolayısıyla, böyle biri­
sağının kaldırılmasıyla alâkalıdır (Taberî).
ne ilave bir hukuki yaptırım gerekmez. Üçün­
cüsü, âyetteki lâ yenkihuhâ illâ ibaresi, bir ta­ 12 Mübalağa kalıbıyla gelen tevvâb kelimesi,
limatı değil bir haberi iletmektedir. Yani âyet anlama "tekrar tekrar" şeklinde yansımıştır.
'inşâî' değil 'ihbari'dir. Bu durumda yenkihu 13 Ahzab savaşı, müşriklerle mü'minler ara­
fiilinin doğru karşılığı, lafzî anlamı olan "ni­ sındaki mücadelenin dönüm noktasıydı. Mek­
kah" değil, mecazi anlamı olan "cinsel birleş­ ke'nin son ve en büyük taarruzuydu. Başarı­
me "dir. İlk otoritelerden Mücahid, Ikrime, Sa- sızlıkla sonuçlandıktan sonra bir daha Mekke
id b. Cübeyr, Katade gibi isimler de böyle an­ kendini toparlayamadı. Bu savaş aynı zaman­
lamışlardır (Taberî). Ferrâ, bu ibareyi "zinakar da Medine'deki kırılgan yapıyı bütün zaafla-
erkek, ancak (şehrin) zina eden günahkar ka­ rıyla ortaya çıkardı. Dost ve düşmanı kesin
dınlarıyla zina eder" şeklinde açar [Meâni'l- hatlarla ikiye ayıran bu savaşın ardından, Hz.
Kur'an). Çevirimiz bu mülahazalara dayan­ Peygamber öncelikli konunun Medine'deki iç
maktadır. güvenliği kesin bir biçimde sağlamak olduğu­
nu gördü. Bu olumlu gelişme, öte taraftan, İs­
8 Buradaki "da", baştaki ve bağlacının karşılı­
lâm düşmanlarının sıcak savaştan psikolojik
ğıdır.
savaşa geçmeleri sonucunu doğurdu. Önce
9 Celde için bkz. âyet 2, not 3. Kur'an'da "zi­ Ahzab sûresinde bir parça ele alman Hz. Zey-
na" dışında bir suç için dört şahit istenmez. neb'le evlilik olayını çarpıtmayı denediler. Bu
Zina iftirası dışındaki bir iftira için de dört şa­ olay etrafında olmadık efsaneler düzüp koştu­
hit istenmez. Bu, insan iffetine verilen değeri lar. Hz. Aişe'ye iftira olayı, söz konusu psiko-
gösterir.
11 GERÇEK şu ki, iftirayı tasarlayanlar te 1 9
sizin üzerinizdeki fazlı ve rahmeti ol­
içinizden bir güruhtur. 13
Siz (ey bu iftira­ masaydı, bulaştığınız bu (iftiradan) do­
20

nın mağdurları)! Sanmayın ki bu size do­ layı mutlaka size korkunç bir azap doku­
kunan bir serdir, aksine bu sizin için bir nurdu; 15 tam da dillerinize dolayıp, hiç­
hayırdır! 14
Onlardan her birinin kazandı­ bir bilginiz olmadığı halde basite alarak
ğı günah oranında (cezası) vardır,- ama on­ ağızlarınızda gevelediğiniz bir sırada...
lar içerisinden bu işin elebaşılığını üstle­ Oysa ki bu, Allah katında çok ağır bir (ve­
nen kimse var ya: onu korkunç bir azap baldir).
beklemektedir. 15
16 İşte bu yüzden, onu işitir işitmez: "Bu
12 Bu (iftirayı) işittiğinizde, mü'min er­ konuda konuşmak bize düşmez! (Al­
kekler ve kadınlar birbirleri hakkında 16
lah'ım, böyle bir iftiradan) Senin yüce za­
iyi zanda bulunup da, "Bu düpedüz bir if­ tına sığınırız! Bu dehşet bir iftiradır!" de­
tiradır" demeleri gerekmez m i y d i ? 17
meniz gerekmez miydi? 21

13 (iftiracılar) iddialarını isbat için dört 17 Eğer imanda sebat gösteren kimseler-
şahit getirselerdi ya! Madem ki bu şahit­ seniz, Allah size bu tür bir (iftiraya) bir
leri getiremediler, bu takdirde onlar Al­ daha asla bulaşmamanızı öğütler. 18 Zira
lah katında yalancının ta kendisidirler. 18
Allah size mesajlarını açıkça bildirir: ni­
14 Bakın, eğer Allah'ın dünya ve âhiret- tekim her hükmünde tam isabet kayde­
den Allah, (bu olayda kimin nerede dur-

lojik savaşın bir parçasıydı. Mekke, varlığını 16 Bi-enfusihim, bu tür bir bağlamda (Krş:
ortadan kaldıramadığı peygamberi can evin­ 97/Nûr: 61; 112/Hucurât: 11) "birbirleri hak­
den vurmayı kafasına koymuştu. Bunun için kında" anlamına gelir (Bkz: Râzî; ayrıca krş.
de Medine'deki işbirlikçilerini kullanıyordu. Âyet 61, not 109).
Bu suretle hem islâm dâvâsım yıpratmak, 17 Hüsnizan ya da suizan, kişinin kendi iç
hem de Medine'deki birlik ve bütünlüğü zede­ dünyası hakkında örtülü bir itiraftır. Hüsni­
lemek istiyordu. Çünkü Müslümanlar başarı­ zan kalbin duası, suizan kalbin bedduasıdır.
larını ahlâkî bir toplum modeli oluşturabil­ Suizan, zanmn Kur'an'ın "günahtır" (112/Hu­
melerine borçlulardı. Öyle ki, bu ahlâkî cazi­ curât: 12) dediği kısmına girer.
be sayesinde bir çok insan Muhammedi çağrı­
18 Vahye göre zina suçu en az dört şahidin ya­
ya koşuyor, bu çağrıya evet demeyenler bile
kın ve açık tanıklığıyla sübut bulur. Bu, insa­
bu durumu takdirle karşılıyordu.
nın onur ve şerefine verilen değerin bir ifade­
14 Bireysel boyutuyla, iftiramn mağdurlarının sidir.
sabırları sınandı ve karşılığını gördüler. Tarih­
19 Yani: "..her zaman ve mekânda.."
sel boyutuyla, içerdeki çürükler ortaya çıktı
ve toplum arındı. Evrensel boyutuyla, bu gibi 20 Lafzen: "daldığınız.."
durumlarda nasıl bir tutum ve tavır takınıla­ 21 Muhatabın zihnini inşa eden bu âyet şu
cağına ilişkin bir model ortaya kondu. Bunla­ zımni vurguyu taşır: Ey iftiraya kulak kabar­
rın hepsi hayırdı. tanlar! Siz anneniz makamında olan birini bir
15 Âyette kastedilen kimse münafık elebaşı münafığın ağzından mı tanıyacaksınız? Zira
Abdullah b. Ubey'dir. Aslında tüm zamanlar­ haberin kaynağı, haberin amacını ele verir.
da iffetli insanlara iftira üzerine bina edilen Bunu bile fark edemedinizse, nerden bakacağı­
psikolojik ve organize savaşı ifade eder. nızı bilmiyorsunuz demektir!
duğunu) çok iyi bilmektedir. 22 herkesi) çok iyi işitir ve çok iyi bilir.
19 Mü'minler arasında hayasızca söylen­ 22 Şu halde, içinizden (servetçe) bolluk
tilerin yayılmasından hoşlanan kimseleri, ve rahatlık içinde olan kimseler, yakınla­
bu dünyada da âhirette de can yakıcı bir ra, muhtaçlara ve Allah dâvası uğruna
yalnızlığa terk edeceğiz. (Bir şeyin içyü­
23 hicret edenlere yardım etmekten geri
zünü) Allah bilir, fakat siz bilmezsiniz. durmasınlar,- onları affedip hoş görsün­
26

20 Ya Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rah­ ler! Hem Allah'ın sizi bağışlaması hoşu­

meti bulunmasaydı? nuza gitmez mi? Nitekim Allah tarifsiz


bir bağış, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.
Hele ki Allah çok şefkatlidir, pek merha­
metlidir. 23 Şu kesin ki, iffetli ve inanmış kadınla­
ra -dalgınlık ve dikkatsizlik etmiş olsalar
21 SİZ ey iman edenler! Şeytanın adımları­ dahi- iftira atan kimseler, dünya ve âhi­
nı izlemeyin! Kim şeytanın adımlarını iz­ rette Allah'ın rahmetinden dışlanacak­
lerse, iyi bilsin ki (Şeytan) sadece hayasız­ lar. 27
Üstelik onlar korkunç bir terkedil­
lığı ve akl-ı selime aykırı olanı emreder.
24 mişliğe mahkûm olacaklar; 28
24 o gün
Ve eğer Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rah­ onların dilleri, elleri ve ayakları yapıp et­

meti bulunmamış olsaydı, sizden hiç kim­ tiklerinden dolayı kendileri aleyhine ta­

se ebediyen (günahtan) armamazdı. Lakin nıklık edecektir.

Allah (arınmak) isteyen kimseyi arındır­ 25 O gün geldiğinde, Allah onlara hak et­
mayı diler; 25
zira Allah (arınmak isteyen tikleri karşılığı tastamam ödeyecek; so­

22 Belirsiz gelen ilâhi esma, kullanıldıkları ma iradesine yönelik bir atıftır. Parantez içi
bağlama fiilî ve aktüel bir atıf içerirler (Bkz: açıklama bu mülahazalara dayanır.
114/Tevbe: 102, not 129). 26 Veya: "..yardım etmemek için yemin etme­
23 'Azâbun elîm'i çevirimizin gerekçesi için sinler". Âyetteki ye'teli lafzını, el-eliyye (veya
•bkz. 7/Kalem: 33, not 29. el-uluv) kökünden i'tilâ formuyla okuyan ço­
24 Lafzen: fahşâ'. Bu isimlendirmeye göre sa­ ğunluğa göre anlam "yemin etmesin" olur.
dece zina yapanınki fahişlik-fahişelik değil, if­ Eğer Râzî'nin de katıldığı Ebu Müslim'in ıs­
fetli insana zina iftirası yapanın yaptığı da fa- rarla savunduğu gibi iiti'al kalıbının ender ola­
hişlik-fahişeliktir. rak i fal çoğunlukla ia'ale kalıbı yerine kulla­
nıldığı görüşü kabul edilirse, ibare "kesmesin,
25 İbare, gerek yeşâ' fiilinin iki özneyi de gö­
el çekmesin, geri durmasın" anlamına gelir
ren konumu dolayısıyla, gerek hidayet ve da­
(Râzî; krş. Râğıb). Tercihimiz bu görüşe da­
lalet üzerine genel bir okuma yoluyla olsun
yanmaktadır.
(Krş: 62/Kehf: 29; 3/Müzzemmil: 19; 32/lnsan:
29; 8/Tekvir: 28) bu şekildeki bir çeviriye izin 27 Allah'ın lanetinin, "rahmetinden dışlan­
vermektedir (Benzer bir kullanım için bkz. mak" anlamına geldiği yolundaki bir açıkla­
69/Yûnus: 25 not 44 ve 58/Ra'd: 27 not 37). ma için bkz. 98/Âl-i Imran: 87, not 80. Sami­
Nihayet, âyetin sonunda yer alan Allah'ın işit­ mi tevbelerin kabul edileceğine dair âyetlerin
me ve bilmesine ilişkin cümle, işitilecek ve ışığında: Tevbe etmedikleri takdirde...
bilinecek bir durumun varlığına delalet eder. 28 'Azab'a verdiğimiz "terkedilmişlik" anla­
işte bu, gerçek günaha bulaşanlar arasından mının gerekçesi için bkz. 7/Kalem: 33, not 29.
"arınmak isteyen" kimselere ve onların arın-
nunda onlar da, Allah'ın, evet yalnızca olan da budur. 34
28 Buna rağmen eğer
O'nun (her şeyi) apaçık ortaya çıkaran orada kimseyi bulamazsanız, size izin ve­
mutlak hakikat olduğunu öğrenecekler. 29
rilinceye kadar oraya girmeyin,- dahası
26 Kötü kadmlar kötü erkeklerin, kötü eğer size "dönün" denilirse, siz de hemen
erkekler de kötü kadınların dengidir,- tıp­ dönün; bu davranış sizin için daha nezih­
kı iyi kadınlar iyi erkeklerin, iyi erkekler tir: zira Allah yaptığınız her şeyi bilmek­
de iyi kadınların dengi olduğu (gibi): iş­ 30 tedir.
te onlar, (bu dünyada) iftiracıların dilleri­ 29 (Ama) içinde oturulmayan, sizin de
ne doladıkları şeylerden uzaktır, (âhirette yararınıza hizmet veren kamuya açık
ise) onları sonsuz bir bağış ve tarifsiz gü­ mekânlara girmenizde bir sakınca yok­
zellikte bir rızık beklemektedir. 31
tur: 35
şu da var ki Allah, açıktan yaptık­
larınızı da gizlediklerinizi de bilmekte­
27 SİZ ey iman edenler! Kendinize ait ol­ dir.
mayan evlere, sahiplerinden izin alma­
dan 32
ve selam vermeden girmeyiniz: 33
30 MÜ'MİN erkeklere söyle, bakışlarını
düşünecek olursanız, sizin yararınıza (yasak) olandan çevirsinler ve iffetlerini
36

29 Mubîn sıfatının hem "özünde açık" hem lirsin!" teminatıdır.


de "açığa çıkarıcı" anlamlarını bünyesinde ta­ 34 Bu âyetler, kendisinden önce gelen zina ve
şıyan yapısı için bkz. 71/Yusuf: 1, not 2. iftiraya ilişkin önlem paketidirler. Adalet suç
30 Veya: "kötü söz ve davranışlar kötü adam­ işlenmeden önce önlemini almayı gerektirir.
lara, kötü adamlar da kötü söz ve davranışlara 35 İlk tefsir otoriteleri bu mekânları hanlar ve
yakışır; tıpkı iyi söz ve davranışların iyi adam­ dinlenme tesisleri (Mücahid), çarşılar ve tica­
lara, iyi adamların da iyi söz ve davranışlara ret mahalleri (İbn Zeyd), tuvalet ve hamam
yakıştığı (gibi)". Fakat, bunun hemen ardın­ (İbn el-Hanefiyye) gibi kamuya açık yerler ola­
dan gelen ibare tercihimizi doğrular gibidir. rak tefsir etmişlerdir (Taberî). Fîhâ metâ'un le-
Âyette kurulan kötülerle iyilerin birbirleri kum (sizin yararınıza hizmet veren) ibaresi,
arasındaki bu nisbet bir talimatı ifade etmek­ bu mekânların kamuya açık niteliğini ortaya
ten çok, ideal olanı dile getirmektedir. Nûh ve koymaktadır.
Lût gibi iki iyi erkeğin kötü hanımlar ile, Asi­
36 Ğaddu'l-basaı, "bakışı kısmak, bakışları
ye gibi iyiler iyisi bir hanımın da Firavun ile
kontrol altına almak"tır. Açıktır ki bir kısıtla­
yaşadığı evliliği Kur'an bir ibret vesikası ola­
ma ifade eder. Fakat teb'îd bildiren min edatı,
rak nakleder (113/Tahrîm: 10-11).
bu kısıtlamayı sınırlar. Yani, "kısılacak" ya da
31 Kelimelerdeki belirsizlik çeviriye "tarifsiz" "kontrol altına alınacak" bakış, her tür bakış
ve "sonsuz" olarak yansımıştır. Buradaki ilâhi değil belli nitelikteki bakışlardır. Bu da, muha­
bağış, ne kadar masum olursa olsun, insanoğ­ tabın cinselhğini istismara yönelik bakışlardır.
lunun günah ve hatadan mutlak anlamda beri Erkeğin karşı cinsten muhatabının kişiliğinde
olmayan niteliğiyle Allah'ın affına her zaman değil de dişiliğinde odaklanan, onu cinsel bir fi­
muhtaç bulunduğunun bir ifadesidir. gür olarak algılayan ya da muhatap tarafından
32 Veya: "tanışıp bilişmeden.." İbn Abbas hat­ böyle algılanan bakışlar, âyetteki yasak kapsa­
ta teste'zinû (izin alıncaya kadar) olarak oku­ mına girer. Doğaldır ki bu tür bir bakış, cinsler
muştur (Ferrâ ve Taberî). arası ilişkiyi geliştirmeye değil, karşı cinsin
cinselliğini sömürmeye hizmet eder.
33 Zira selam muhataba "Benden emin olabi-
korusunlar; tertemiz kalabilmeleri için korusunlar, cazibe ve güzelliklerini, bun­
en uygun davranış şekli budur: unutma­ lardan görünen kısımlar dışında, 39
(ka­
sınlar ki Allah, ortaya koydukları 37
her muya) açmasınlar; 40
bunun için de, ba­
bir şeyden haberdardır. 38 şörtülerini yakalarının üzerine sıkıca tut­
31 Mü'min kadınlara da söyle, bakışları­ tursunlar; 41
cazibe ve güzelliklerini yal­
nı (yasak) olandan çevirsinler, iffetlerini nızca kocalarına, babalarına, kayınbaba-

37 Burada "ortaya koymak" şeklinde karşıladı­ örtülmemesi nassın değil örfün ve tercihin ko­
ğımız sun' ile fi'l (fiil) arasında fark vardır. Fi'l nusudur. Efendimiz'in Esma'ya bizzat göstere­
hem bilinçli hem bilinçsiz yapma için kullanı­ rek yaptığı tarif de bunu teyit eder (Ebu Da­
lırken, sun' sadece bilinçli yapma için kullanı­ vud, Libas 31).
lır. Bu nedenle hayvanlar ve cansızların hare­ 40 Teşhir edilmemesi istenen cazibe ve güzel­
ketleri sun' ile ifade edilmez. Buna göre her likler, kamuya açılmayıp özel kalması gere­
sun' fi'l'dir fakat her fi'l sun' değildir (Râğıb). ken kişisel cazibe ve güzelliklerdir. Bu ilâhi
38 Bu talimat erkek tesettürünün sınırlarını emrin maksadı, kadının kişiliğini dişiliğinin
da ifade eder. Örtünme insanlıkla yaşıttır. önüne alarak hem istismarını önlemek, hem
Cinselliğini keşfeden Âdem'in yapraklarla de sosyal hayata kadını dahil etmektir. Tersi
üzerini örtme temsili (56/A'râf: 22), insanın ister istemez karşıt cinsler arası ilişkinin, şah­
rüştünün örtünmeyle başladığını gösterir. Es­ siyet değil cinsiyet odaklı bir ilişkiye dönüş­
ki Ahid'den Örtünmenin Hz. İbrahim döne­ mesine yol açacaktır. Özetle, tesettürden
minde de var olduğunu öğreniyoruz (Telcvin, amaç üç unsurun ahlâkının gözetilmesidir: 1)
24:38). A'râf 26, takvâ'yı örtünmenin zirvesi­ Kadın: özel bir nimet olan cinselliğini genel-
ne yerleştirir. leştirip kamuya açmayacak. 2) Erkek: karşıt
39 Bu, kadın cazibe ve güzelliğinden kamuya cinsle cinsel odaklı ve istismar edici bir ilişki
açılması serbest olan miktarı gösteren bir is­ geliştirmeyecek. 3) Toplum: kadın-erkek iliş­
tisna cümlesidir. Bizim harfiyyen çevirdiği­ kilerini sağlıklı bir zemine oturtacak (Krş:
miz illâ mâ zahara minhâ ibaresinden kaynak­ 106/Ahzab: 59, not 77).
lanan müphemlik, birbirinden farklı birçok 41 Âyette ve'l-yesturne gibi sade bir emir de­
yorumu mümkün kılar. Biz, bir tek yorumu ğil "sıkıca bağlamak, vurmak, tutturmak" an­
mutlaklaştırmaya izin vermeyen bu ibarenin lamına gelen ve'l-yadribne kullanılmış. Hu-
'bilinçli müphemlik' özelliğini, yorumlardan mufun tekil formu olan hımâr, "başörtüsü"
herhangi birine meyletmeksizin aynen çeviri­ demektir, içkiye de, aklı bürüyüp örttüğü için
ye yansıttık. Kaffal bu ibareyi, "insanın cari aynı kökten gelen hamı adı verilmiştir [Kitâ-
olan âdete göre gösterebildiği yerler müstes­ bu'l-'Ayn). Bu iki kelimenin buluştuğu nokta
na" şeklinde anlar. Eğer hımafm üstünden ör­ "baş"tır. Mesela küfür de "örtmek" anlamına
tülen cilbab, tek göz hariç bütün vücudu ka­ gelir, fakat başa değil kalbe nisbet edildiği için
patacak bir çarşaf olsaydı, o zaman "mü'min farklı kökten bir kelime kullanılmıştır, "için­
kadmlara söyle,- başörtülerini göğüs yırtmaç­ de neden 'baş' geçmiyor?" sorusu art niyetli
larının üzerine koysunlar" âyetinin anlamı değilse cehalet eseridir. Zira Arapça'da hepsi
kalmazdı. Çünkü cilbâb zaten bütün vücudu de başörtüsü olarak kullanılan burka', nikâb,
kapattığına göre, artık yaka ve göğüs yırtmacı­ lifâm, lisâm, nasîf, mıkne'a ve cilbâb kelime­
nın üzerine konmasına gerek olmazdı. Sözün lerinde de "baş" geçmez. Tıpkı Türkçe'deki
özü: "Kendiliğinden görünenlerin" tavanı yemeni, yaşmak, çit, yazma, burgu, bürüm­
yüz, eller ve ayaklardır. Bu organların örtülüp cek, tülbent, eşarp, atkı ve çar'da geçmediği
larına, oğullarına, üvey oğullarına, kar­ olanları evlendirin! Yoksul da olsalar, Al­
deşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, lah onları lutfuyla destekleyecektir: zira
kız kardeşlerinin oğullarına, kendi (evle­ Allah (lutfunda) sınırsızdır, (kime ne ka­
rindeki) kadınlara, meşru şekilde malik
42
dar vereceğini) çok iyi bilir. 46

oldukları kimselere, 43
ya da emirleri al­ 33 Ama evlenmeye bir türlü imkan bula­
tındaki cinsel arzudan yoksun erkek hiz­ mayanlar, Allah lutfundan kendilerine
metlilere, veya kadınların mahrem yerle­ (bir fırsat) tanıyıncaya dek iffetlerini ko­
rinin henüz farkında olmayan çocuklara rusunlar! Öteden beri mülkiyetinizde bu­
açabilirler,- bir de yürürken, gizli olan ziy­ lunan esirlerden azatlık sözleşmesi yap­
netlerini teşhir etmek için ayaklarını ye­ mak isteyenlere gelince: eğer onlarda bir
re vurmasınlar. 44
liyakat görüyorsanız, onlarla sözleşme
Siz ey iman edenled! Tbpyekûh günahları yapınız,- 47
üstelik onlara Allah'ın size
terk edip Allah'a yönelin ki, mutluluk ve (emanet) olarak verdiği maldan bir mik­
kurtuluşa erebilesiniz. tar da veriniz. 48

32 VEiçiriizden bekar Qİanlajı, erkek ve 45


Bir de eğer (evlenme yoluyla) iffetsizliğe
kadın esirlerinizden (evliliğe) elverişli karşı korunmak istiyorlarsa, dünya haya­

gibi. Bu örtünün niteliği, boyutları ve kapsamı sı cinsi tahrik etmesinler. Burada kadından, if­
değişse de, değişmeyen tek özelliği başı örten fetini koruyacak erkeklere, onları tahrik et­
bir örtü olmasıdır. Dönemin hür kadınlarının meyerek yardımcı olması istenmektedir.
öteden beri kullandıkları başörtüsü, baştan 45 Eyâmâ (t. eyyim), başından evlilik geçmiş
aşağı sarkıtılan ve bir parça da süs işlevi gören ya da geçmemiş olsun, mevcut durumda eşi
bir aksesuardı. Bu örtü, elbiselerin yaka hiza­ olmayan herkesi kapsar.
sında yer alan, göğsü ve takıları gösteren açık­
46 Belirsiz formla gelen esmayı çevirimizle il­
lığı (cuyûb) örtmezdi. "Başörtülerini yakaları­
gili bkz. âyet 18, not 22.
nın üzerine tuttursunlar" ibaresi, açık bırakı­
lan boyun ve gerdanların da kapatılması tali­ 47 Sosyal bir vakıa olarak kucağında bulduğu
matını içermektedir. kölelik problemini halletmek için, Kur'an'ın
getirdiği hürriyet alanını genişleten talimatla­
42 Bir yoruma göre, ev nisaihinne ile, sayılan
rından biri (92/Muhammed: 4 ve 37/Beled: 12¬
sınıfların oğulları ve torunları kastedilmekte­
13, notlar). Hz. Peygamber ömrünün her yılı­
dir. Eğer kardeşlerin ve yeğenlerin hanımları
na bir köle azat etti. Bu teşvikler sahabe ara­
kastedilseydi, nisâihim olması lazımdı. Âyet­
sında öyle yankı buldu ki Hz. Aişe 67, Abbas
teki nisaihinne kadının değil, "arkadan gelen­
70, İbn Ömer 1000, Abdurrahmân b. Avf
ler" anlamındaki nesie'nin çoğulu olarak an­
30.000 (?) köle azat etti. Miras yoluyla edini­
laşılırsa, sayılan sınıfların oğulları ve torunla­
len köle stoku 70 yılda tamamen eritilecektir.
rının da mahremiyete dahil olduğu sonucuna
Bu veriler ışığında şu hükmü rahatlıkla vere­
varılır. Bu tercihe şayandır, zira aileyi daha da
biliriz: Eğer kölelik o noktada bitirilmediyse,
büyüten bir yaklaşımdır. Bu sınırlar, aile içi
bunun sorumlusu, Kur'an'ın gösterdiği hedef­
ilişkilerin sağlıklı bir biçimde sürmesi için
leri görmezden gelen gelenektir.
konulmuştur.
48 Zekât verilecek sınıflar arasında, hürriyeti­
43 Bkz. 104/Nisâ: 24; 106/Ahzab: 52 ve
ne kavuşturulacak köleler de (ve fi'r-rikâb) yer
92/Muhammed: 4, ilgili notlar.
alıyordu (114/Tevbe: 60).
44 Zımnen: cinsel cazibelerini kullanarak kar-
tının fani nazlarına tamah ederek sakın 35 ALLAH göklerin ve yerin nûru(nun
kadın esirlerinizi 49
fuhşa zorlamayınız; kaynağıjdır. O'nun nurunun sembolü,
53 54

zira onları zorlayan herkes iyi bilsin ki, içinde kandil bulunan bir ışık mahalli gi­
Allah bu zorlanmadan dolayı onları ba­
50 bidir. 55
O kandil kristal bir fanus içinde­
ğışlayacak, merhamet edecektir. 51 dir. 56
Öyle bir fanus ki, sanki inci gibi
34 Ve doğrusu Biz size hakikati açık ve (parıldayan) bir gezegen. 57
O kandil, do­
net olarak dile getiren mesajlar, sizden ön­ ğuya da batıya da ait o l m a y a n mübarek
58

ce geçip gitmiş olanlara ilişkin bir nice bir zeytin ağacından elde edilmiş bir ya­
mesel ve sorumluluk bilincine sahip olan­ kıtla tutuşturulur. Öyle ışıltılı bir yağ ki,
lar için her türden öğüt indirmişizdir. 52 neredeyse ateş değmeden bile ışık saça-

49 Feteyâfm tekili olan fetât, "hizmetçi" ya mayacağına delalet eder. Mesel, adı üstünde
da "esir-hizmetçi" anlamına gelir. temsildir, teşbihtir, benzetmedir. Hiçbir beşe­
50 Lafzen: "..sonra.." ri tanıma sığmayan Allah'ın hidayete yatkın
kullarına bahşettiği gönül aydınlığıdır nur.
51 Söz bittikten sonra muhatabın zihninde şu
Nûr vahyin sıfatıdır: Tevrat (108/Mâide: 44),
yankı sürüyor: fakat onları fuhşa zorlayanları
İncil (108/Mâide: 46) ve Kur'an için kullanılır
acıklı bir azaba mahkûm edecektir. Mukatil,
(56/A'râf: 157 ve 104/Nisâ: 174). Vahyin kay­
münafık elebaşı İbn Ubeyy'in, Muaze, Mesi-
nağı görünmez, fakat insana öyle bir basiret
ke, Umeyme, Fetile, Amre ve Erva isimli cari­
kazandırır ki, insan o basiretle hayatın ve eş­
yelerine para karşılığı fuhuş yaptırdığını riva­
yanın mahiyetini görür.
yet eder (Taberî).
55 Mişkât, "odaların duvarlarında kandilin
52 Bu âyet, ilk cümlesiyle kendisinden önceki
konulduğu oyuk". Kelimenin mekân ismi
somut hükümler içeren âyetlere, son cümle­
olan formunun da delalet ettiği gibi "ışık ma­
siyle kendisinden sonraki sembolik dilin zir­
halli, ışığın kendisinden yayıldığı yer" anla­
vesini temsil eden âyete atıf yapmaktadır. Fa­
kat başındaki bağlaç yine de onu kendinden mına gelir. Çevirimizin gerekçesi budur.
önceki pasaja bağlamaktadır. 56 Fânûs, tabir caizse "ışığın yolu"dur. Saha­
beden Ubey b. Ka'b bunu "akıl" olarak yo­
53 Nûr, kaynağı görünmeyen fakat hedefini
rumlar. Zira vahyin ışığı akıl yoluyla hayata
görünür kılan çok özel ışık demektir. Allah'ın
taşınır.
varlığın ışığı olması, âlemi yokluktan varlığa
çıkaranın O olduğuna delalet eder. "Allah 57 Veya: "uydu". Kur'an'da güneşin ışığının
nurdur" denilirse, âyetteki temsil ve teşbih dıya' ayın ışığının nûr olarak geçtiğini hatırla­
yok sayılıp mâna hakikate taşınmış olur ki, manın tam zamanı (69/Yûnus: 5). Ve şu âyet:
bu doğru olmaz. Zira bu cümlenin teşbih ol­ "Kim Rahmân'ın vahyine kusurlu bir gözle
duğu hemen arkadan gelen mesel (sembol) ve bakarsa, ona bir tür şeytani (öteki kişilik) mu­
kal teşbih edatından anlaşılmaktadır. Bu ibare sallat ederiz de, kendisi onun uydusu haline
Allahu câ'ilu nûh's-semâvât.. (Allah göklerin gelir (83/Zuhruf: 36).
ve yerin nurunu var edendir) şeklinde anlaşıla­ 58 Zımnen: ".. hiçbir dünyevi mekâna ait ol­
bilir. mayan". Hakikat ne doğunun ne batının imti­
54 Hem meselu nurihi ibaresi hem de teşbih yazı olmadığı gibi, sapma da ne doğuya ne ba­
kâfi ile ibarenin sembolik mahiyetine çifte tıya hasredilebilir. Yani: Hakikatin kaynağı
vurgu yapılması, başta nûr olmak üzere Allah zamandan ve mekândan münezzeh olan Al­
için hiçbir sıfatın hakiki manasıyla kullanıla­ lah'tır.
cak: nûr üstüne nurdur! Allah, isteyeni nın en iyisiyle ödüllendirir; üstelik onla­
nurunun (peşine takarak] 59
doğru yola ra kendi lutfundan daha fazlasını da ve­
iletmeyi diler. 60
rir: zira dilediğine hesapsız rızık bağışla­
işte Allah insanlara böyle misaller ver­ yan yalnızca Allah'tır. 67

mektedir: zira her şeyi en ince ayrıntısı­ 39 Ve inkarda ısrar edenlere gelince...
na kadar bilen yalnızca Allah'tır. Onların yapıp ettikleri çölde (görülen) se­
rap gibidir: susuzluktan yanmış olan onu
36 İÇERİSİNDE sabah a k ş a m 61
O'nun adı su sanır, fakat ona yaklaştığında orada
anıldığı için Allah'ın yükseltilmelerine (sudan) hiçbir iz bulamaz,- fakat Allah'ı
izin verdiği ibadethanelerde, O'nun ulu­ kendi vicdanında 68
bulur ve bilir ki, O
luğunu ve yüceliğini sürekli dile geti­ hesabı tastamam görür: zira Allah çok se­
r e n 37 n i c e
62 63
yiğitler vardır ki, onları ne ri hesap görendir. 69

ticaret ne bir (başka) kazanç kapısı Al­


40 Veya (onların yapıp ettikleri) bir okya­
lah'ı anmaktan, namazı hakkını vererek
nusun derin karanlıkları gibidir,- onu üst
eda e t m e k t e n 64
ve arınmak için verilme­
üste dalgalar kuşatmıştır, derken üstüne
si gerekeni vermekten alıkoyabilir; onlar
(bir de) kara bulutlar... birbiri üstüne bin­
kalplerin ve gözlerin dehşetle döndüğü
miş, kopkoyu, zifiri karanlıklar... 70
kişi
günden korkarlar. 65
38 Bütün bunların
çıkarıp baksa, neredeyse elini dâhi göre­
sonucunda d a 66
Allah onları yaptıkları-
meyecek durumda: 71
nitekim bir kimseyi

59 Taberî'nin açıklamasına dayanarak. 66 Baştaki edatın öncesiyle sonrası arasındaki


60 Çevirimizin gerekçesi için bkz. âyet 21, sebep-sonuç ilişkisini ifade eden lamu'l-'âkı-
not 25. beh oluşundan yola çıkarak.

61 Yani: "..daima.." 67 Fiil cümlelerinden farklı olarak isim cüm­


lelerinde özneyi öne çıkarmaya gayret göster­
62 Veya: "(O kandilin içerisinde yandığı oyuk­
dik. Bu cümleyi "..Allah'tır" şeklindeki çevi­
lar) Allah'ın yüceltilmesine izin verdiği evler­
rimizin gerekçesi budur.
de.." ibn Abbas ve daha başkaları, bu âyeti bir
öncekinin devamı niteliğinde okumuşlardır 68 Lafzen: "yanında".
(Taberî). Fakat bu âyet, kendisinden somaki 69 İnsanoğlu olmayan yerde suyu görür de,
âyetlerle kopmaz bir bütünlük arzeder. Bizim olan yerde Allah'ı göremez,- kendisine "şah da­
tercihimiz, 37. âyetin girişindeki ricalim keli­ marından daha yakın olan" Allah'ı...
mesinin bu âyetteki yusebbihu fiilinin öznesi 70 35. âyette yer alan "nur üstüne nur"un tam
olarak, öncesinden tamamen bağımsız bir şekil­ mukabili. Vahyin nurundan mahrum kalmış in­
de okunabileceği görüşüne dayanır. (Ferrâ ve san hem ışığı, hem gözünü, hem aklım kaybet­
Zeccâc,- karşılaştırmalı bir kritik için bkz. Râzî.) miş, bunun sonucunda da günah karanlığına gö­
63 Ricâlun'deki belirsizlik çeviriye "nice" müldükçe gömülmüştür. Sonuçta ne vicdanı­
olarak yansımıştır. nın sesini duyabilir, ne fıtratını hatırlayabilir.
64 41. âyette "kuş sürülerinin salatmdan" söz 71 Zımnen: Böyle biri öyle körleşir ki, değil
edildiğini göz önüne alarak buradaki salât m en soyut hakikatleri, somut eşyayı bile kavra­
geniş anlamıyla kulun Allah karşısındaki esas maktan aciz hale gelir. Bu âyette çizilen tablo /

duruşunu ifade ettiği sonucuna varabiliriz. bir kara insanının çizmesi mümkün olmayan
65 Krş. 106/Ahzab: 10 ve 73/En'âm: 110. bir tablodur.
Allah aydmlatmamışsa, onun asla aydın­ bet ettirip, dilediğinden onu uzak tutan
lıktan nasibi olamaz! da Allah'tır. (Düşün ki), neredeyse o (bu­
75

lut (lardan çakan şimşeğin parıltısı gözleri


41 SEN (ey insan)! Göklerde ve yerde bu­ almaktadır: 44 (işte böyle), gece ve gündü­
lunan her bir varlığın -kanat çırpan kuş zü de Allah evirip çevirmektedir.
katarlarına varana dek- Allah'ın yüce Bakın, bütün bunlarda görecek gözü olan­
kudretini dillendirdiğini fark etmez mi­ lar için mutlaka alınacak ibretler vardır.
s i n ? Doğrusu onların hepsi de, O'na tes­
72
45 Yine her tür canlıyı sudan yaratan da
lim olmayı ve O'nu yüceltmeyi bilmek­ Allah'tır: 76
son tahlilde onlardan kimi
tedir; Allah onların hareketlerini de çok karnı üzerinde sürünmektedir; kimi iki
iyi bilmektedir: 73
42 zira göklerin ve ye­ ayağı, kimi de dört ayağı üzerinde yürü­
rin hakimiyeti Allah'a aittir ve nihâî dö­ mektedir. 77

nüş de yalnızca Allah'adır. Allah dilediğini yaratır; şundan emin


43 (Yine) sen fark etmez misin ki bulutla­ olun ki, Allah her şeye güç yetirendir.
rı sürükleyen, sonra onları birbiri üzerine
istif edip kümeler haline getiren, derken 46 DOĞRUSU Biz, hakikati bütün açık­
senin onların bağrından boşaldığını gör­ lığıyla ortaya koyan âyetler indirimsiz­
düğün yağmuru yağdıran Allah'tır. Gök­ 74
dir; bununla Allah (isteyen) kimseyi dos­
ten dolu yüklenmiş (bulut) dağları indi­ doğru bir yola yöneltmeyi diler. 78

ren, peşinden -dilediği kimseye onu isa-


47 Ama birileri "Biz Allah'a ve Rasul'e 79

72 Lafzen: "görmez misin". Göz bakmaya, salar gereği süreç içinde farklılaştı ve türler oluş­
bakma görmeye, görme fark etmeye yarıyorsa tu. İşte böyle, insanoğlunun da inanç kökeni ay­
işe yarar. Buradaki "görme" somuttan soyuta, nıyken, ilâhi yasalar gereği o da ilerleyen süreç­
görünenden görünmeyene, eserden müessire, te farklı inanç ve yollara ayrıldı. Her iki yasayı
fiilden faile, sanattan sanatkara ulaştıran akle- koyan da Allah'tır. İman ve inkarın varlığı da bu
den kalbin eylemidir. Zımnen: Allah'tan ba­ ilâhi yasalar çerçevesinde anlaşılmalıdır.
ğımsız bir varlık alanı yoktur. Bilinçli bilinç­ 78 Veya: "Allah dilediğini doğru yola yönel­
siz tüm varlıklar, O'nun Rab oluşuna birer tir". Yani, Allah'ın hakikati bütün açıklığıyla
atıftırlar. Âlem O'nu gösteren bir parmaktır.
ortaya koyan mesajlar indirmesi, dosdoğru bir
73 Yef'alûn'un türetildiği fi '1 kökü, benzerleri yola yöneltme iradesinin bir ifadesidir (Krş:
olan 'amel'den ve sun 'dan farklı olarak bilinç­ âyet 21, not 25). Âyetin ikinci cümlesi birinci­
li ve bilinçsiz, tasarlanmış ve tasarlanmamış, sinin gerekçesi olarak anlaşıldığında, Allah-
ani ve sürece bağlı tüm eylemleri ifade eder insan iradesinin bakışımlılığı imâsını içeren
(Bkz: âyet 30, not 37). Zımnen: Allah onların vallahu yehdî men yeşâ'ibaresi doğru anlamı­
her hareketini bilir. nı bulacaktır (Ayrıntılı bir izah için bkz.
74 Bulutları O sevk ettiği gibi, yol haritası ve 69/Yûnus: 25, not 44).
gök sofrası olan vahyi de O sevk eder. 79 "Allah'a ve Rasul'e" ifadesi, "Allah'a, dola­
75 Fakat o ilâhi rehberliğe yönelenler nasibini yısıyla O'nun mesajım taşıyan Rasul'e" şeklin­
alır, ona sırtını dönenler de nasipsiz kalır. de anlaşılmalıdır. Bilinen bir gerçektir ki, bura­
76 Belirsiz formun tahyir vurgusunu önceler- da birbirinden bağımsız iki otorite söz konusu
sek mâna "hayrette bırakan bir sudan" olur. değildir. Allah ve Rasul arasındaki vav da, düz
77 Bütün canlıların kökeni aynıydı: Su. İlâhî ya- bir bağlaç değil, açıklama vurgusuna sahiptir.
hem inandık, hem de itaat ettik" derler, 51 Aralarında hüküm vermesi için Allah'a,
sonra da onlardan bir kısmı bunca (taah­ dolayısıyla O'nun Rasulü'ne çağnldıklan
85

hüdün) ardından sözlerinden geri döner­ zaman mü'minlere düşen söz, sadece "İşit­
ler: şu halde bu gibiler gerçek mü'min de­ tik ve itaat ettik" demekten ibaret olmalı­
ğildirler. 48 Zira onlar aralarında hüküm dır; zira böyleleri gerçek kurtuluşa eren
versin diye Allah'a ve O'nun Rasulü'ne kimseler olacaklar. 52 Ve kim Allah'a, do­
çağrıldıklarında, hiç değilse bir kısmı he­ layısıyla O'nun Rasulü'ne itaat eder, Al­ 86

men yüz çeviriverirler; 49 fakat eğer ken­ lah'tan korkar ve Allah'a karşı sommluluk
dileri haklı çıkacak olursa, teslim olmuş bilinciyle hareket ederse, işte onlar gerçek
bir edayla koşa koşa gelirler. 80 başanya eren kimseler olacaklar.
50 (Şimdi sen söyle ey bu hitabın muha­ 53 Bir de kendilerine emredecek olsan,
tabı!) Bunların kalplerinde mi bir hasta­
81
mutlaka (savaş için sefere) çıkacaklarına
lık v a r , 82
yoksa kuşkuya mı kapılıyor­ dair var güçleriyle yemin edenlere de ki:
lar!? 83
Yahut da Allah'ın, dolayısıyla "Yemin etmeyin! İtaat (herkesçe) bilinen
O'nun Rasulü'nün 84
kendilerine haksız­ ortak iyiyedir: şu da bir gerçektir ki, Allah
87

lık yapmasından mı korkuyorlar!? yaptıklarınızdan ayrıntısıyla haberdarchr."

Hayır, aksine asıl kendileri haksızlık 54 De ki: "Allah'a itaat edin, dolayısıyla
yapmaktadırlar. Rasul'e itaat e d i n ! " 88

80 Pazarlıklı iman için Kâfirûn sûresinin not­ miz için bkz. âyet 3, not 6.
larına bkz. 85 Yani: "Allah'ın Elçisi aracılığıyla gönderdi­
81 Cevabı Allah tarafından bilinen bu sorula­ ği vahye".
rın amacı, muhatabı, inkarcı aklın tutarsızlığı 86 Lafzen: "ve". Bkz. âyet 54, not 88. Yani,
üzerinde düşünmeye davettir. Parantez içi "Allah'ın Elçisi aracılığıyla gönderdiği vahye".
açıklamanın gerekçesi budur.
87 Veya kinayeli bir çağrışımla: "itaat(iniz)
82 Bu zümreyle ilgili istikrai bir okuma için malumdur" (!). Fakat bu anlamın zamir takdi­
bkz. 4/Müddessir: 31, not 23. ri gerektirmesi bir yana, âyetin son cümlesi
83 İrtâbû'nun kendisinden türetildiği rayb/rî- tercihimize daha yatkın durmaktadır. Âyet
be, "inkarcı kuşku" anlamına gelen şekkten ikiyüzlü aklın hastalığını ele vermektedir. Bu,
farklı olarak "korkulu kuşku", yani "kuşku­ iyi olmayı iyiliği emredene iyilik sanma ah­
sunda haksız çıkma korkusunu içinde barındı­ maklığıdır. Oysa ki iyilik iyi olduğu için yapı­
ran kuşku" anlamına gelir (Bkz: 114/Tevbe: lır ve en büyük yararı onu yapan kimseyedir.
110, not 140). Kuşku, münafığın niteliği olan
88 Lafzen: "Allah'a ve Rasul'e". Vav edatının
"kalp hastalığı" ve kâfirin niteliği olan "Allah
sadece iki ayrı unsuru birbirine iliştiren değil,
ve Rasulü'ne güvensizlik" dışında, ayrı bir ka­
aynı zamanda hiyerarşi bildiren yapısına daya­
tegori olarak ele alınmıştır. Bu da vahyin, en
narak. Allah'a itaatin, ancak Elçisi aracılığıyla
temel inanç ilkelerine yönelik dâhi olsa, kuş­
bildirdiği iradesine itaatle mümkün olduğu
kuyu nifaktan ve küfürden ayrı olarak değer­
"Kim Rasul'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş
lendirdiği anlamına gelir. Hz. Peygamber sahi­
olur" (104/Nisâ: 80) âyetiyle ifade edilmiştir
bini mutlak hakikate yaklaştıran bir tür kuşku
(Krş: âyet 47, not 79). Rasul'e itaatin Allah'a
için "zake sarihu'l-iman: bu imanın açığa çık­
itaat anlamına geldiğinin delillerinden biri de
masıdır" buyurmuştur (Müslim, İman, 209).
bu âyettir. Âyetin girişinde "Allah" ve "Ra-
84 Ve bağlacını "dolayısıyla" şeklinde çeviri-
Bundan böyle de, eğer (Rasul'den) yüz çe­ sul'ü izleyin ki merhamete mazhar olma­
virecek olursanız, o ancak kendi yüküm­ yı umut edebilesiniz.
lülüklerinden sorumlu tutulacaktır, siz 57 İnkarda ısrar eden kimseler, bu dünya­
de sadece kendi yükümlülüklerinizden da asla (Allah'ı) atlatabileceklerini san­
sorumlu tutulacaksınız. 89
Ama eğer onu masınlar,- onların dönüp dolaşıp varacak­
izlerseniz, doğru yolu bulursunuz: Ra- ları yer ateştir; ki o, ne berbat bir son du­
sul'e düşense, yalnızca (kendisine indiri­ raktır!
leni) bütün açıklığıyla tebliğ etmektir. 90

55 Allah, içinizden iman edenlere ve ıs­ 58 SİZ ey iman edenler! Meşru bir biçim­
lah edici iyilikler işleyenlere, onlardan de sahip olduğunuz kimseler 94
ve içiniz­
öncekileri hakim kıldığı gibi kendilerini den ergenlik çağma ulaşmamış olanlar
de hakim kılacağına, 91
onlar için hoşnut (dahi), günün şu üç (vaktinde) yanını­
95 96

ve razı olduğu dini yine onlar için sağ­ za girmeden önce sizden izin istesinler:
lamlaştıracağına, 92
endişelerinin (baskın sabah namazından önce, öğleyin elbisele­
olduğu) bir dönemin ardından onları gü­ rinizi çıkarıp istirahata çekildiğiniz vakit
venli bir konuma kavuşturacağına söz ve yatsı namazından sonra. Bu üç vakit
vermiştir: 93
(değil mi ki) onlar Bana kul­ sizin için mahremiyet vakitleridir. Bu va­
luk ediyorlar ve Bana hiçbir şeyi ortak kitler dışında birbirinizin yanına girip
koşmuyorlar! Fakat kim de bunun ardın­ çıkmanızda, sizler için de onlar için de
dan inkara saplanırsa, işte onlardır asıl herhangi bir beis yoktur.
yoldan sapmış olanlar. Bu mesajları Allah size işte böyle açıkla­
56 Şu halde, namazı hakkını vererek kı­ maktadır: zira her hükmünde tam isabet
lın, zekâtı gönülden gelerek verin ve Ra- sahibi olan Allah, (yarattığı insanı) çok

sul" ayrı ayrı anıldığı halde, âyetin devamında sûresinin 5-6. âyetlerinin ayan açık görüyoruz.
söz sadece Rasul üzerinde odaklanacak ve ita­ Bedir'de Nebi "Allah'ım! Şu bir avuç insanın
at/izleme emri de ikili değil tekli zamirle (tu- yok olmasına izin verirsen, yeryüzünde sana
tî'ûhu) ifade edilecektir. Ve nihayet, Rasul'e kulluk eden kalmayacak!" diye dua ediyordu
itaatin de ilâhi bir inşa projesi olan vahye bo­ (Duanm tamamı için bkz. Müslim, Cihad 58).
yun eğmek olduğu âyetin sonunda dile gele­
94 Çevirimizin gerekçesi ve ibarenin mahiye­
cektir.
ti için bkz. 104/Nisâ: 24; 106/Ahzab: 52 ve
89 Krş. "Hem kendilerine ilâhi mesaj gönderi­ 92/Muhammed: 4, ilgili notlar.
lenleri, hem de (onlara) ilâhi mesajı iletmekle 95 Bu iki zümre, 31. âyette yakın akrabalarla
görevli olanları elbet hesaba çekeceğiz" birlikte sayılarak mahremiyet konusunda ay­
(56/A'râf: 6). rıcalıklı sayılmıştı. Parantez içerisindeki "da­
90 Âyetin başında dile gelen "Rasule itaat" ile hi" açıklaması, bu talimatın söz konusu ayrı­
vahye itaatin kastedildiği bu ibareyle sabittir. calığa getirilen bir istisna teşkil ettiğini gös­
91 Öncekileri hakim kıldığını şu âyet beyan termek içindir.
eder: 67/Kasas: 5. 96 "Üç kez" anlamına gelen selâse merrât iba­
92 Bkz. 108/Mâide 3. resini kendisinden hemen sonra gelen min aç­
93 Allah'ın mü'min ve salih kimselere verdiği maktadır. Buna göre bu ibare "izin sayısını"
değil "izin zamanını" gösterir.
bu sözü İbrahim sûresinin 13-14 ve 67/Kasas
iyi bilmektedir. 59 Ama çocuklarınız
97 98
zu 1 0 0
duymayacak kadar yaşlanmış olan­
ergenlik çağma ulaştıklarında, kendile­ lar var işte böylelerinin, b e d e n i
;
101
teşhir
rinden büyüklerin yaptığı gibi (yanınıza amacı taşımaksızın, giysilerinden bir kıs­
girmek istedikleri her zaman] izin iste­ mını 1 0 2
çıkarmalarında bir beis y o k t u r . 103

melidirler. Ama iffetleri üzerine titrerlerse bu kendi­


Mesajlarını Allah size işte böyle açıkla­ leri için daha hayırlıdır: zira Allah (ağız­
maktadır: zira her hükmünde tam isabet lardan çıkan) her şeyi işitir, (kalplerde
sahibi olan Allah, (yarattığı insanı) çok olan) her şeyi b i l i r . 104

iyi bilmektedir. 99
61 (Eğer güç gelecekse) görme özürlü zo­
ra koşulamaz, yürüme özürlü zora koşu-
60 BİR de, kadınlardan artık cinsel ar- lamaz, hasta zora k o ş u l a m a z ; 105
ve (aile

97 Belirsiz formdaki ilâhî sıfatlar, daha çok, konu olan bu âyette çıkarılmasına şartlı izin
âyetin içerisinde yer aldığı pasajda ele alınan verilen giysi Süddî ve üstatlarına göre başörtü-
konuyla doğrudan ilişkilendirilmelidir (Krş: südür (Râzî). Bu yaklaşım, başörtüsü emrinin
Taberî). Parantez içi açıklamamız bu mülaha­ gerekçeli bir emir olduğu görüşüne dayanır.
zadan kaynaklanmaktadır (Krş: 114/Tevbe: Söz konusu gerekçe kadın cazibesini bireysel
102, not 129). Parantez içi açıklama 60/Mülk alanda tutup kamuya açmama, bu yolla hem
sûresinin 14. âyetine dayanmaktadır. kadın-erkek ilişkisine saygınlığı ihlal etme­
98 Lafzen: "Sizden olan çocuklar". yen bir mesafe getirme, hem cinsler arası iliş­
kinin dişilik değil kişilik üzerinden kurulma­
99 Parantez içi açıklama Mülk sûresinin 14.
sını sağlamadır.
âyetine dayanmaktadır. Bu iki âyet, mesken
sosyolojisinin insanî-islâmî temellerini ver­ 104 Parantez içi ibareler Taberî'nin Übey b.
mekte ve muhatabında bir mesken tasavvuru Ka'b'tan nakline dayanmaktadır. Belirsiz
inşa etmektedir. Mekân mahremiyetinin te­ formla kullanılan sıfatları bu şekilde çeviri­
melinde insanın varoluşuna hürmet yatar. Zi­ miz için bkz. âyet 58, not 97. Bu âyet, konu
ra kun (ol) emriyle gerçekleşen kevn (oluş), bir itibarıyla 31. âyetin kapsamına dahildir. Fakat
mekân'da kendini ifşa eder ve insan bu oluşun kendisinden sonraki âyet için de geçerli oldu­
dürr-i yektasıdır. Burada ikinci bir elbise gibi ğu gibi, daha önce getirilen hükümlerin kapsa­
giyinilen bir mekân algısı vardır. İnsan, en ya­ mının gereksiz yere genişletilmesini de önle­
kınları da olsa, mekân mahremiyetine hürmet me amacı taşımaktadır.
etmelidir. 105 Özürlülerin ve hastaların hukukuyla ilgi­
100 Nikah kelimesinin buna yakın bir karşılı­ li olan bu ibare, oldukça veciz bir üsluba sa­
ğı ve açıklaması için bkz. âyet 3, not 7. hiptir. Bu niteliği, ibarenin açılımında birden
çok yoruma izin vermekte, belki de teşvik et­
101 Lafzen: "ziyneti". Buna "dişiliği" veya
mektedir (Krş: Taberî ve Râzî). Öyle anlaşılı­
"güzelliği" anlamları da verilebilir. Teberruc
yor ki bu ibare, dinin emir ve talimatlarının
için bkz. 106/Ahzab: 33, not 42.
"mümkin" ve "makul" olanla sınırlı olduğu­
102 Lafzen: "Giysilerini". Şa'bi'ye göre Ubey nu, kimseye gücünün üstünde bir sorumluluk
b. Ka'b bu ibareyi min siyabihinne şeklinde yüklenemeyeceğini hatırlatmaktadır. Bunla­
okumuştur (Taberî). Tercihimiz bu okuyuşa rın başında da özürlü ve hasta olan insanlar
dayanır. gelmektedir. Parantez içi açıklamamızın ge­
103 İlk otoriteler tarafından farklı yorumlara rekçesi budur.
bireyleri olarak] sizin kendi evleriniz­ reket edebilesiniz. 110

de 1 0 6
veya 107
babalarınızın evlerinde, ve­
ya annelerinizin evlerinde, veya erkek 62 MÜ'MİNLER, ancak Allah'a ve O'nun
kardeşlerinizin evlerinde, veya kız kar­ Rasulü'ne yürekten inanıp g ü v e n e n 111

deşlerinizin evlerinde, veya amcalarını­ kimselerdir; onunla toplumsal bir iş gö­


zın evlerinde, veya halalarınızın evlerin­ rüşmek için bir araya geldiklerinde, onun
de, veya dayılarınızın evlerinde, veya tey­ iznini almadıkça asla ayrılmazlar. 112
Şüp­
zelerinizin evlerinde, veya anahtarları si­ hesiz senden (farklı bir görüş geliştirmek
ze teslim edilmiş olan yahut da sadık ar­ için) izin alanlar (da), Allah'a ve O'nun
kadaşınıza 108
ait olan (evlerde] yiyip (iç­ Rasulü'ne yürekten inanıp güvenen kim­
menizde) bir sakınca yoktur,- hep birlikte selerdir.
ya da ayrı ayrı yemenizde de bir beis yok­ İşte bu yüzden, onlar senden bazı işleri
tur. Bundan böyle bir eve girdiğiniz za­ için izin isterlerse onlardan uygun gör­
man, birbirinize 109
Allah katından bir düklerine bu izni ver; Allah'tan da onlar
esenlik, bir bereket ve mutluluk dileğiy­ için mağfiret dile: Şüphe yok ki Allah,
le selam veriniz: Bu mesajları Allah size rahmeti bol bir bağışlayıcıdır.
işte böyle açıklamaktadır ki, akıllıca ha- 63 Rasul'ün davetini, sakın birbiriniz ara-

106 Lafzen: "evlerinizden". Kişinin kendi ifade eder. Taberî'nin de isabetle vurguladığı
evinden yiyip içmesine izin gerekmez. Bu gibi buradaki "ayrılma", üzerinde uzlaşılan
izinle aynı evi paylaşan aile bireylerinin ('ayal) toplumsal politikadan bağımsız, özgür ve öz­
kastedildiği dile getirilmiştir (Ferrâ). gün fikirler geliştirmektir. "Ondan izin alma­
dıkça" ibaresi, yapıcı muhalefet fikrini çağrış­
107 Buradaki ev bağlacı "ya da" vurgusuna de­
tırmaktadır. Bu konuda yaşanan örnekler, bu­
ğil, daha çok "ve/veya" vurgusuna sahiptir.
radaki "iznin" mahiyetini açıklamaktadır.
108 Burada sadık arkadaşlığın {sadık) tanımı Kocasından boşanmış olan Berire'ye kocasına
da yapılmış oluyor: Evinin anahtarını size te­ dönmesini söyleyince, onun "Ya Rasulallah!
reddütsüz verebilen kişi... Bu Allah'tan gelen bir emir mi, yoksa senin
109 Veya: "kendi kendinize". 'Ala enfiusikum kendi kararın mı?" diye sorması bir izindir.
ibaresini Katade ba'dukum 'ala ba'd (birbirini­ Yine Habbab b. Münzir'in Bedir'de Hz. Pey­
ze) şeklinde yorumlamıştır (Taberî). Benzer gamber'in görüşüne alternatif sunmadan önce
bir kullanım için bkz. âyet 12, not 16. bunun Allah'tan gelen bir vahiy olup olmadı­
110 Bu âyet Mücadile sûresinin 22. âyetini yu­ ğını sorması bir izindir. Habbab bunun üzeri­
muşatır. Orada mü'minlerin kendi inançların­ ne "Öyleyse su yakınına konaklamamızı uy­
dan olmayan aile fertlerine koydukları mesafe gun bulurum" der ve öyle yaparlar. Yine Hz.
övülmüş, burada ise onlarla doğal insani iliş­ Peygamber'in, Hendek savaşı öncesinde düş­
kinin devamında bir beis olmayacağı dile geti­ manı bölmek için Gatafan'ın liderlerine Medi­
rilmiştir. ne'nin o yılki hurma hasadının üçte birini ver­
me teklifine karşı, Sa'd b. Muaz, bunun vah­
111 Buradaki iman, daha çok imanın ahlâkî
yin emri olup olmadığını öğrenmek ister. Hz.
karşılığı olan "güven" vurgusuna sahiptir.
Peygamber'in geliştirdiği bir taktikten ibaret
112 Lafzen: "gitmezler". Zehebe sadece me­ olduğunu öğrenince karşı çıkar ve vazgeçilir.
kânsal bir "gitmeyi" değil, aynı zamanda bir Sa'd'ın kendi görüşünü ileri sürmeden önce
görüşe varma, yeni bir görüş geliştirmeyi de yaptığı da bir "izin"dir.
smdaki herhangi bir davet gibi algılama­ 64 BAKIN! Göklerde ve yerde olanların
yın! Doğrusu Allah, aranızdan kimselere hepsi kesinlikle Allah'a aittir,- O sizin
sezdirmeden sıyrılıp çıkmak isteyenleri içinde bulunduğunuz gerçek durumu el­
biliyor. Şu halde onun emrine karşı gelen bette biliyor; öyle ki, O'na döndürülecek­
kimseler, başlarına (bu dünyada) bir mu­ leri gün, evet (o gün) yaptıkları her şey
sibetin (âhirette ise) can yakıcı bir azabın kendilerine haber verilecektir: zira Allah
gelmesinden sakınsınlar. 113
her şeyi bütünüyle bilendir.

113 Bireysel ve toplumsal ahlâkî sorumluluk- genemez. Bunlar evrensel ilkelere işaret et-
larla ilgili bu âyetler, teşrifat kurallarına indir- mektedir.
ÂL-I IMRAN SÛRESI
Nüzul : 98
Mushaf: 3

Sûre " I m r a n Ailesi" anlamına gelen adını 3 3 . âyetinden alır. Daha Rasu-
lullah döneminde bu ismi almış görünmektedir (Müslim, Tefsir 1). Ay­
nı hadiste Bakara ile birlikte "iki ç i ç e k " (ez-zehraveyn) olarak nitelenmesi,
isim değil olsa olsa vasıf sayılmalıdır. Sûreye Kenz, Eman, Mücadele, İstiğ­
far gibi isimler de verilmiştir. Ancak, bunların hiç biri Âl-i îmran adı kadar
yaygınlaşmamıştır. îmran ailesi şu fertlerden oluşur: Baba İmran, karısı
Hanne, kızı Meryem, torunu îsa, bacanağı Zekeriyya ve onun çocuğu Yah­
ya, îmran (Amram) ile Hz. Musa ve Harun'un babaları kastedilmesi duru­
munda ailenin kapsamı çok daha genişler.

Sûre bir görüşe göre Bakara'nm, bir başkasına göre Bakara ve Enfâl'in ardın­
dan Medine'de indirilmiştir. Sûrenin inişinde iki olay etkili olmuştur. Biri
U h u d Savaşı, diğeri Hıristiyan N e c r a n heyetinin gelişi. Sûrenin ana ekseni­
ni bu iki olay oluşturur. Sûrenin giriş pasajları ve özellikle 1 1 8 - 1 9 5 . âyetler
U h u d Savaşı ile ilgilidir. Bunun delili 121 ve 144. âyetlerdir. 16-117 ve 196¬
2 0 0 arasındaki pasajlar N e c r a n Heyeti ile ilgilidir. Bunun açık delili de sû­
renin 2 0 , 64, 79 ve 113. âyetleridir. Sûrenin iniş sürecinin başlangıcı U h u d
Savaşı'nm yapıldığı 3. yılın Şevval ayı, sonu ise N e c r a n heyetinin geldiği
yıldır. Genel kabul N e c r a n heyetinin "Elçiler Y ı l ı " diye anılan 9. yılda gel­
diğidir. Fakat îbn Aşur siyercilerin bu genel kabulünü mesnetsiz bulur ve
Âl-i î m r a n ' m ilk Medenî sûrelerden olduğu konusunda görüş birliği olduğu­
nu söyler. O n u n tercihi, olayın sanılandan daha erken yıllarda gerçekleşti­
ği yönündedir.

Necran, Şair A ' ş â ' n m da dediği gibi bölge Hıristiyanlarının Kabe'sine sahip­
ti. 60 kişilik bir heyetle Medine'ye geldiler. Yanlarına papalarını da almış­
lardı. Hz. Peygamberle isa'nın tanrılığı konusunda tartıştılar. Kendilerin­
den delil istendiğinde küfürlerinde ısrar ettiler. Hz. Peygamber onları mu-
bahele'ye (yeminleşme) çağırdı (61. âyet). Önce kabul ettilerse de ardından
vazgeçip ülkelerine döndüler.

Sûre ilk bakışta her konudan söz ediyor görünse de, ana tema, akide ve top­
lumsal ahlâkın tahrif ve tahribine karşı alınacak önlemlerdir. Bakara'da
"yahudileşmeyin" mesajı, bu sûrede ise " h ı r i s t i y a n l a ş m a y m " mesajı veri­
lir. Bu iki sapma türünün olanca açıklığıyla tecessüm ettiği alan peygamber
tasavvurudur. Birinci sapmada peygamber aşağılanıp katledilirken, ikinci­
sinde tanrılaştırılır.
Bakara'nın girişinde, iman, inkâr ve nifak üzerinde durulmuştu. Bu sûrenin
girişindeyse sağlıklı bir inancın bozulma nedenleri üzerinde durulur. Bun­
ların başında vahyin asli hükümlerini uygulamak dururken tali açıklama­
ları üzerinde fikir jimnastiği yapmak gelir. M u h k e m ve müteşabihten söz
eden 7. âyet bu gerçeğe dikkat çeker. Hıristiyanların Hz. İsa'yı ilâhlaştırma­
l a n da böyle bir sürecin sonucudur.

3 3 - 5 8 . âyetler arasında Hanne-Meryem-Isa'dan oluşan üç kuşakta adayış sü­


reci ele alınır. Bu pasajlar adeta rehberlik probleminin ç ö z ü m ü n e ilişkin bir
modeldir. Burada doğumlara vurgu yapılması, başta M e r y e m oğlu İsa olmak
üzere t ü m peygamberlerin doğan ve ölen birer beşer olduğu vurgusunu ta­
şır. Söz M e r y e m oğlu İsa'nın ilâhlaştırılmasma getirilir. Necranlılarm geli­
şi münasebetiyle vahiy peygamber tasavvurundaki sapmanın sebep ve so­
nuçlarını ele alır. Aslında m ü ' m i n l e r e "Siz de onlar gibi y a p m a y ı n ! " mesa­
jı verilir. Bir mesaj da kitap ehlinin t ü m ü n ü aynı kefeye koyan süpürücü
akla verilir: "Hepsi bir değildir" (113).

Sûrede Allah'ın birliği, eşsizliği, insanın O'na m u t l a k bir biçimde m u h t a ç


oluşu hatırlatıldıktan sonra, i m a n zafiyetinin insanın başına açtığı dünyevî
ve uhrevî zararlar dile gelir. İniş sürecinde faizle ilgili ilk âyet Uhud savaşı
bağlamında gelir (130). Zira faiz tıpkı içki gibi Uhud yenilgisinin sebepleri
arasında yer alır. "Bu başımıza nereden geldi?" diyen herkes şu cevabı alır:
"Bu sizin kendi eserinizdir!" (165).

Kur'an'ın en içli dua pasajlarından biri bu sûrenin sonlarında yer alır (189¬
195). Sûre, imanda sebat edenlere cennet ve ebedi mutluluk vaadiyle son
bulur.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 Elif-Lâm-Mîml 1
vardır; zira Allah üstün ve yüce olandır,
insana yaptıklarının acısını tattırandır.
2 ALLAH, kendisinden başka tanrı olma­ 5 Kuşku yok; yerde ve göklerde olan hiç­
yan, mutlak diri, hayatın ve varlığın kay­ bir şey Allah'tan gizli-saklı değildir.
nağı ve dayanağıdır. 2

6 Rahimlerde size dilediği şekli veren


3 Önceki (vahiy)lerden bugüne ulaşan ha­ O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur; O her
kikatleri doğrulayan bu ilâhî kelamı sana işinde mükemmel olandır, her hükmün­
sapasağlam indiren O'dur; üstelik, Tev­ de tam isabet edendir.
rat'ı ve İncil'i de O indirmiştir 4 geçmiş­
3

7 Yine O'dur sana İlâhî Kelam'ı indiren.


te insanlığa yol gösterici olarak, yine
O'nun âyetlerinden bir kısmının hükmü
hakkı bâtıldan kesin hatlarla ayıran me­
kesin ve nettir; bunlar İlâhî Kelam'ın
sajı da O indirmiştir.
anasıdır. Gerisi de müteşabihlerden oluş­
Allah'ın mesajlarını inkâr eden kimsele­ muştur. Kalplerinde yamukluk bulunan
4

re gelince: Onlar için şiddetli bir azap

1 Mânası konusunda sözün tükenmeyeceği bu nuşmaz. O hâlde Kur'an'da müteşabihlik Ha-


harfler, Hz. Peygamber'in aldığı vahyi tek bir tip'ten kaynaklanmaz. Geriye hitap ve muha­
harfini dâhi zayi etmeden ilettiğinin lafzî şa­ tab kalmaktadır. Hitab Kur'an'dır. Kur'an mu-
hididir (Bkz: 7/Kalem: 1, not 1). bin'dir. Geçişsiz olarak "özünde açık ve anla­
2 Allah tasavvurumuzun inşasına dair benzer şılır", geçişli olarak "açıklayan ve anlaşılır kı­
bir âyet için bkz. 94/Bakara: 255. lan" demektir. Tıpkı bunun gibi, müteşabih­
3 Kur'an'ın indirilişi tenzil ile ifade edilirken, lik de iki şekilde anlaşılmalıdır. Birincisi Ebu
Tevrat ve İncil'in indirilişinin inzal ile ifade Ubeyde'nin anladığı gibi "bir kısmı diğer kıs­
edilmesi dikkat çekicidir. Tenzîİin aşamalı- mına benzer" anlamındadır. Kur'an'ın tama­
lık ifade ettiğini söyleyen Zemahşerî'ye Ebu mı bu anlamda müteşabihtir (77/Zümer: 23).
Hayyan'ın yaptığı itiraz gayet yerindedir. Zira İkincisi lafzın maksat ve muradına dair kapa­
Kur'an'ın inkarcıların dilinden naklettiği lılık anlamındadır. Bu da hakiki ve izafi diye
"Tek seferde indirilmeli değil miydi" (40/Fur­ ikiye ayrılır. Hakiki müteşabihlik, konunun
kan: 32) itirazında kullanılan kelime de aynı­ tabiatı gereği bir hitap yöntemi olarak kullanı­
dır. İnzâl'den farklı olarak tenzil, eylemin güç lır. O da âhiret, cennet ve cehennem gibi idra­
ve takviyesine delalet eder. Bu fark çeviriye ki aşan hakikatlere ilişkin mecazın en yoğun
"sapasağlam" şeklinde yansımıştır (İnzal ve kullanıldığı âyetlerdir. Gaybî konular akla
tenzil farkı için bkz. 71/Yusuf: 2, not 3). hep muteşabih kalır, fakat insanı Allah'a ya­
4 Sadece burada geçen muteşabih''in ait oldu­ kın kılan iman, islâm, îkan, ihsan, ihlas, mu­
ğu bab, bir şeyin görüntüsüyle aslı arasında habbet, velayet, kurbiyyet sayesinde kalp
fark olduğu, öyle olmadığı hâlde öyleymiş gi­ mutmain olur. İzafî müteşabihlik ise ya bela­
bi göründüğü durumlar için kullanılır. Mute- gat maksadıyla dolaylı anlatımdan ya da
nebbi: "peygamber olmadığı hâlde öyle görü­ üçüncü taraf olan muhatabın hitaba ve hatibe
nen"; muteşair. "şair olmadığı hâlde öyle gö­ olan mesafesinden kaynaklanır. Ekseriyeti
rünen" demektir. Konunun üç unsuru vardır: oluşturan bu tür bir müteşabihlik muhatabın
Hatib, hitab, muhatab. Ağzını açan anlaşıl­ hitaba yakın olmasıyla muhkeme dönüşür. Bu
mak ister. Hiçbir hatip anlaşılmamak için ko­ da bir yönüyle dil, belagat, bedi, beyan, meani
kimseler, fitne çıkarmak ve tevil etmek 12 İnkârda direnenlere de ki: Yenileceksi­
amacıyla, onun müteşabih olan kısmının niz ve cehenneme sürüleceksiniz: Orası
peşine düşerler. Oysa onun gerçek te'vili- ne fena döşektir!
ni kimse bilmez, yalnızca Allah (bilir); ve 13 Karşı karşıya gelen iki orduda sizin
ilimde derinleşenler derler ki: "Biz ona için bir mesaj vardı: Bir ordu Allah yolun­
inanırız, tümü Rabbimizin katındandır. da savaşıyor, diğeri ise inkârında direni­
Derin kavrayış sahiplerinden başkası bu yordu. Onlar ötekilerin iki misli olduğu­
gerçeği fark edemese d e . " 5
nu kendi gözleriyle görüyorlardı: Ama
8 "Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten Allah dilediğini yardımıyla güçlendirir.
soma kalplerimizi saptırma ve bize ka­
6 İşte bu olayda basiret sahipleri için elbet­
tından bir rahmet bahşet: çünkü yalnızca te ibretler vardır.
Sensin hiç karşılıksız sınırsızca lütfeden." 14 Kadınlara, oğullara, altın ve gümüş
9 "Rabbimiz! Geleceğinden kuşku duyul­ cinsinden yığılmış servetlere, gözde ve
mayan o günde Sen insanlığı bir araya nişan vurulmuş atlara, sürülere ve ekin­
toplayacaksın! Çünkü Allah vaadinden lere tutkulu bir sevgi duymak insanoğlu­
asla dönmez." 7 na cazip kılındı. Bütün bunlar dünya ha­
yatının geçici zevkleridir, fakat en güzel
10 KÜFRE saplananlara gelince: ne malla­ gelecek Allah katındadır. 8

rı ne de çocukları, onlara Allah'tan gele­ 15 De ki: "Size, bütün bunlardan daha


cek bir azap karşısında hiçbir yarar sağla­ hayırlısını haber vereyim mi? Sorumlu­
maz: işte ateşin yakıtı olanlar da onlardır. luk bilincine sahip olanlar için, Rableri
11 (Onların gidişatı da) tıpkı Firavun top­ katında zemininden ırmaklar çağlayan
lumu ve onlardan öncekilerin gidişatı gi­ yerleşip kalacakları cennetler, tertemiz
bi: mesajlarımızı yalanladılar ve Allah da eşler ve Allah rızası vardır."
onları günahları nedeniyle (suçüstü) ya- Allah kulları her haliyle görür,- 16 "Rabbi­
kalayıverdi: Allah pek şiddetli cezalandı­ miz! Kuşkusuz biz iman ettik: Bizi bağış­
randır. la, günahlarımızı da... ve bizi ateşin aza-

başta olmak üzere kapsamlı ve çok boyutlu te ifade edilen iki hikmeti vardır: 1) Kalplerin
bir bilgi ile diğer yönüyle taakkul, tedebbür,
; sınanması, 2) vahiy üzerinde derin düşünceyi
tezekkür ve tefakkuh başta olmak üzere derin kışkırtması. Son tahlilde muhkem ve müteşa­
ve ufuklu bir tefekkür ile halledilir. bih, "tek boyutlu" ve "çok boyutlu" anlama
delalet eden bir kavramlaştırmadır.
5 Cümlenin başındaki vav^ın bağlaç mı, baş­
langıç edatı mı olduğu tartışılmıştır. Aslında 6 Krş. "Ve onlar ne zaman yoldan saptılarsa,
âyetin dediği açıktır: müteşabihin ardına kal­ Allah da onların kalplerinin sapmasına izin
binde yamukluk bulunanlar ve fitne çıkarmak verdi" (99/Saf: 5). Bu âyet düzeltme işleminin
isteyenler düşerler. Bu yerilen kesimdir. Vav'la bir sonuç olan eylemden değil, onun ilk sebe­
başlayan cümle ise övülenlere ayrılmış. Dola­ bi olan tasavvurdan başlamasını ihtar eder.
yısıyla tavırları kıyaslanan iki kesim birbirin­ 7 Kur'an'daki tüm dua âyetlerinin maksadı
den vav ile ayrılmıştır. Kınanan te'vil, elbette Allah'tan istemeyi öğretmektir.
anlamayı değil anlamı bulandırmayı (fitne) he­
8 Bu âyet arzulara sahip olmak ile arzulara ait
defleyen te'vildir. Müteşabih âyetlerin bu âyet-
olmak arasındaki farkı vurguluyor.
bmdan koru!" diyenleri; 17 (zorluklara) 21 Allah'ın mesajlarını tanımayan, pey­
sabredenleri, (imana) sadâkat gösterenleri, gamberleri haksız yere öldüren ve insan­
(Allah'a) boyun eğenleri, (O'nun için) har­ lara fedakâr olmayı öğütleyenlerin 11
ka­
cayanları, (günahlarından dolayı) seherler­ nma girenleri, yürek yakan bir mahrumi­
de canı gönülden yalvaranları (da görür). 9
yetle müjdele! 12

18 Allah şahittir ki O'ndan başka ilâh 22 İşte dünyada ve âhirette yaptıkları iyi­
yoktur,- melekler de, adaleti şiar edinen liklerin hayrını görmeyecek olan onlar­
ilim adamları da (şahittirler ki) O'ndan dır; onlara yardım eden de olmayacaktır.
başka ilâh yoktur,- O her işinde mükem­ 23 Baksana şu kendilerine daha önce va­
mel olandır, her hükmünde tam isabet hiyden bir pay verilenlere? Aralarını bul­
edendir. mak için Allah'ın kitabına çağrıldılar; fa­
19 Allah katında tek din İslâm'dır. Daha kat onlardan bir kısmı döneklik yaparak
önce kendilerine mesaj gönderilenler, yüz çevirdiler.
başka değil, yalnızca kıskançlıktan dola­ 24 İşte bu, onların "Ateş bize bir kaç gün­
yı, kendilerine gerçeğin işareti geldiği den fazla dokunmayacak" demeleri yü­
hâlde farklı görüşlere saptılar. Kim Al­ zündendir. 13
Zira uydurmayı gelenek
lah'ın mesajlarını inkâr ederse, iyi bilsin edindikleri şeyler onları inançlarından
ki Allah hesabı en seri biçimde görendir. saptırmıştır.
20 Şu hâlde, eğer seninle tartışırlarsa de 25 Geleceğinde kuşku olmayan bir gün
ki: Ben tüm varlığımla Allah'a teslim ol­ onları bir araya topladığımızda, herkesin
dum, bana uyanlar d a . . . 10
Daha önce ken­ yaptığının karşılığı hiç kimseye haksızlık
dilerine vahiy emanet edilmiş olanlara ve yapılmaksızın eksiksiz olarak ödendiğin­
vahiyden bihaber olanlara "Siz de tüm de, bakalım (onların hâli) nasıl olacak?
varlığınızla teslim oldunuz m u ? " diye sor!
Eğer teslim olurlarsa, işte o zaman doğru 26 DE Kİ: "Ey mutlak iktidar sahibi olan
yolu bulmuş olurlar,- yok eğer yüz çevirir­ Allah'ım! Sen dilediğine iktidar verir di­
lerse, sana düşen yalnızca tebliğ etmek­ lediğinden de iktidarı çeker alırsın, dile­
tir: Zira Allah kulları her haliyle görür. diğini aziz eder dilediğini de zelil edersin;

9 Sehar, şafakla gündoğumu arasındaki vakit­ "müjdele", imalı bir ifadedir. Bunun muhte­
tir. Seharve suhr, "kalbin kalbi" mânasındaki mel bir açılımı da şu olabilir: Onlar kendileri­
lubb'e yakın bir anlam taşır. "Kalbin içi, özü" ni korumadıkları için iliklerine işleyen mâne­
demektir [Lisân). Benzer bir kullanım için vi bir hastalığa tutulmuşlardır. Onlara Rable­
bkz. 87/Zâriyât: 18 ve not 13. rinin kendilerini cehennem gibi bir yoğun ba­
10 Bu âyet En'âm sûresinin 79. âyeti ışığında kım ünitesine alacağını müjdele. Bu bir müj­
dedir. Zira Allah onlardan vazgeçmemiştir.
anlaşılmalıdır.
Eğer vazgeçmiş olsaydı, varlıklarına son verir
11 Kistın "feragat etmek ve fedakârca davran­ ve mutlak yokluğa mahkûm ederdi.
mak" anlamı için bkz. 112/Hucurât: 9, not 12. 13 "Milletler arasından seçilmek" bir sorum­
12 'Azâb'a verdiğimiz "mahrumiyet" anlamı­ luluktu. Ama onlar bunu önce bir avantaja,
nın ayrıntılı bir gerekçesi için bkz. 7/Kalem: sonra kutsal ırkçılığa ve sosyal kibre dönüş­
33, not 29 ve 29/Burûc: 10, not 11. Buradaki türdüler.
Senin elindeki mahza hayırdır: Elbette masını ister. Ne ki Allah, kendisine kar­
Sen her bir şeye kadirsin. 14
27 Geceyi şı dikkatli olmanızı ihtar e d e r : 18
Zira Al­
uzatıp gündüzü kısaltırsın, gündüzü uza­ lah'ın kullarına şefkati tariflere sığmaz.
tıp geceyi kısaltırsın! Ölüden diriyi çıka­
rır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Ve diledi­ 31 DE Kİ: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız
ğin kimseye hesapsız rızık verirsin." beni izleyin ki Allah da sizi sevsin; ve gü­

28 Mü'minler mü'minleri bırakıp da kâ­ nahlarınızı bağışlasın! Zira Allah çok ba­

firleri (askeri) m ü t t e f i k 15
edinmesinler. ğışlayandır, eşsiz merhamet kaynağıdır. 19

Kim böyle yaparsa Allah'tan bütünüyle 32 De ki: "Allah'a ve elçisine itaat edin!
kopmuş olur,- ancak kendinizi onlara kar­ Yok eğer itaatten yüz çevirirseniz, iyi bi­
şı korumak için (bilinçli bir tercihse), o lin ki Allah nankörleri sevmez."
başka: 16
Ne ki Allah, kendisine karşı dik­
katli olmanızı ihtar eder ; çünkü bütün 33 ŞÜPHE yok ki Allah Âdem'i, N u h ' u ,
yollar Allah'a çıkar. ibrahim ailesini, îmran ailesini kendi ça­

29 De ki: "Içinizdekileri saklasanız da ğının insanları içinden seçerek üstün kıl­

açıklasanız da Allah onu bilir; zira gök­ dı: 20


34 (Bunlar) birbirinin soyundandır:

lerde ve yerde olanların hepsi O'na ayan­ Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.

dır: ve Allah her bir şeye kadirdir. 17 35 Hani I m r a n ' m kadını demişti ki:
"Rabbim! Karnımdaki çocuğu, (her tür iç
30 Her insan, yaptığı bütün iyilikleri de
ve dış ayartmalardan) özgür olarak sana
kötülükleri de karşısında bulacağı o gü­
adadım: Benden kabul buyur! Çünkü sen
nün kendisinden fersah fersah uzak ol-

14 Allah hayrı ve şerri birlikte zikretmiştir. madiği zaman ahlâk anlamını kaybeder.
Çünkü, bir kimseye nisbetle mülkünün elin­ 18 Bunun zıddı "Allah'ı dikkate almama" tav­
den çekilip alınması ve alçaltılması serdir. Fa­ rıdır (Bkz: 70/Hûd: 92; 40/Furkan: 55).
kat, âyetin devamında "Senin elindeki hayır ve
19 Muhabbet mahlukat ağacının tohumudur
Derdir" yerine "Senin elindeki mahza hayırdır"
(habbe). Zımnen: Eğer Allah'ı seviyorsanız,
denilmiştir. Âyet "Elbette Sen her şeye kadir­
bunun bedeli Elçi'yi izlemektir. Allah'ı seven­
sin" diye bitmektedir. Burada, "şerrin" Allah'a
den Allah'ı izlemesi istenmemiştir. Zira yerde
nisbet edilmediği bir gerçektir (Bkz: 104/Nisâ:
yürüyenler iz bırakır ve iz bırakanlar izlenir­
79; not 99; 69/Yûnus: 11, not 20).
ler. Bu yüzden peygamberler insanlardan se­
15 Evliya' bu bağlamda "askeri müttefik" an­ çilmiştir.
lamına gelmektedir (Krş: 108/Mâide: 51, not
20 "Saflaştırarak seçmek" mânasmdaki istifâ
64). Yasak hem politik velayeti, hem ahlâkî
yaratılış kanunudur. Âdem'in seçimi beşeriy-
velayeti kapsar. Birincisi, çıkarlar çatıştığında
yet içinden insaniyyete, Nuh'un seçimi insa-
onları tercih; ikincisi, onlara yaranmak ve be­
niyyet içinden Risalete delalet eder. İbrahim
nimsenmek için hayat tarzlarını benimseme
Ailesinden sonra aynı kökten olan îmran Aile-
vurgusu taşır.
si'nin seçimi; soyun seçiminin Yahudilerin id­
16 Burada aslen "insanın korunması" anlamına dia ettiği gibi o soya ait herkesin seçimi anla­
gelen takiyye'nm Kur'anî tarifi yapılmaktadır. mına gelmediğine işarettir. Hz. Peygamber'in
17 Devamıyla birlikte: Allah ve âhiret inancı seçimini de izahtır. Bir sonraki âyet bunu te­
ahlâkî sorumluluğun temelidir. Bu temel ol­ yit eder.
» X j ^ < * • 1
• *> ^St=>-
E

her şeyi işitensin, her şeyi bilensin. 21


güzel bir nesil bağışla; çünkü sen tüm du­
36 Fakat çocuğu doğurunca dedi ki: "Rab­ aları işitensin!"
bim! Onu kız doğurdum -Allah onun ne do­ 39 Zekeriyya mihrapta ibadet ederken
ğurduğunu ve erkeğin kız gibi olamayacağı­ melekler ona seslendiler: "Allah sana,
nı pekala biliyordu-; ve adım Meryem koy­ Allah'tan gelen kelâmı doğrulayıcı bir
dum: İmdi ben onu ve soyunu taşlanmış kelime o l a n , 24
saygın bir konuma sahip,
şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum!" nefsine h a k i m , 25
sâlihlerden bir peygam­
37 Bunun üzerine Rabbi onu memnuni­ ber olacak Yahya'yı müjdeliyor.
yetle kabul etti; dahası onu bir çiçek gibi 40 Cevap verdi: "Rabbim! Ben bunca yaş­
yetiştirdi ve Zekeriyya'nın himayesine lanmış, karım da kısır kalmışken benim
verdi. Zekeriyya ne zaman onun bulun­ nasıl bir oğlum olabilir?" (Melek) cevap 26

duğu bölmeye girse, onun yanında yiye­ verdi: "işte böyledir Allah; dilediğini ya­
cekler görürdü. (Ve bir gün) sordu: "Ey par." 27

Meryem! Bunlar sana nereden geliyor?" 41 (Zekeriyya) yalvardı: "Rabbim! Bana


O da cevapladı: "Bunlar Allah katmdan- bir işaret göster!" (Allah) buyurdu ki: "Se­
dır,- Allah dilediği kimseye hesapsız rızık nin işaretin, insanlarla üç gün boyunca
bağışlar." 22
işaret 28
dışında konuşamamandır. (Ko­
38 İşte o anda-orada Zekeriyya Rabbine
23
nuşma yerine) Rabbini çok zikret ve sa-
şöyle dua etti: "Rabbim! Bana katından bah-akşam, gündüz-gece O'nu teşbih e t ! 29

21 Bu pasaj, Tahrim 12 ışığında "modelleme" 26 İmrae ile zevç arasında fark vardır. Enbiya
sorununun çözümüne dair bir çıkış yoludur. 90'ın da delalet ettiği gibi, Yahya doğduktan
22 Bu âyet Hz. Isa ve annesi hakkındaki Mâide sonra Hz. Zekeriyya'nın imrae'si zevc'liğe (eş)
75 ışığında anlaşılmalıdır: "..her ikisi de bildik terfi edecektir (Krş: 43/Meryem: 5, not 8). İm­
yiyeceklerle beslenen (ölümlü insanlardı)." rae'yi "karı" zevc'i "eş" olarak çevirmeye gay­
ret ettik. Kendisinin ve karısının durumunu
23 Hunâlike zarfının çift anlamlı yapısı için
bile bile çocuk isteyenle (38), duası kabul
bkz. 56/A'râf: 119, not 88.
olunduğunda "Benim nasıl oğlum olabilir?"
24 Buradaki kelime ile neyin kastedildiği açık (40) diyen aynı kişidir. İsterken kullandığı dil
değildir. İsa ya da İsa'nın mucizevî doğumuna imanın aşkın dili, sorarken kullandığı dil ak­
bir atıf olabileceği gibi (bkz: 45. âyet), Allah'ın lın içkin dilidir. Duayı aşk mertebesinden et­
meleklerle Meryem'e ilettiği müjdeye de atıf miş, soruyu akıl mertebesinden sormuştur.
olabilir (Krş: Taberî, Nisa: 171'in tefsirinde).
27 "işte böyledir Allah" şeklindeki mânayı Ze-
Bir başka ihtimal de, kelime'yi oluşturan üç
mahşerî'ye borçluyum. Ünlü âlim, kezalikal-
harfin tüm kombinezonlarının ortak anlamı
lah ibaresini isim cümlesi, "dilediğini yapar"
olan "şiddet" ve "etki"den yola çıkarak verile­
ibaresini de bu cümlenin açıklaması sayar.
bilir (Krş: 94/Bakara: 37). Bu durumda ona, ya­
şadığı zamanı ve kendisinden sonrasını "şid­ 28 Kur'an'da sadece burada gelen remzen ile
detli etkilediği için" kelime denmiş olmalıdır. ifade edilen sembolik dil, jest, mimik ve el
yardımıyla işaret diline tekabül etse gerektir.
25 Hasûr, "tutmak, engellemek, kendini yal­
nız bir şeye vermek" anlamındaki el-hasr'dan 29 Zımnen: insanlarla konuşmak yerine, Rab­
türetilmiştir. Bu yüzden sadece kadınlardan bini kalbinden ve dilinden düşürmeyerek ona
uzak durmaya hasredilemez. bu lutfundan dolayı şükürle mükellefsin. Bu
Nûzûl: 98 Mushaf: 3 • SÛRESİ t .«-^^ 819

42 (Benzer bir olayda farklı bir tavrın yem'i himaye edecek diye kur'a çektikle­
mümkün olduğunu da) hatırla! 30
Hani rinde sen yanlarında değildin; onlar (bu
melekler Meryem'e demişlerdi ki: "Ey konuda) birbirleriyle tartışırlarken de
Meryem! Allah seni seçti ve tertemiz kil­ yanlarında değildin. 34

di; seni bütün dünya kadınlarına tercih 45 O zaman melekler demişlerdi ki: "Ey
etti. 31
43 Ey Meryem! Rabbine huşu ile Meryem! Allah sana adı Meryem oğlu
bağlan, secdeye kapan ve (O'nun huzu­ İsa 35
Mesih olan, dünyada da âhirette de
runda) eğilenlerle birlikte e ğ i l ! " 32
gözde ve (Allah'a) yakınlardan biri olacak
44 (Ey Nebi!) Sana aktardığımız bu bilgi kendi katından bir kelimeyi müjdeliyor!
36

senin gıyabında olup biten olayların ha- 46 O beşikte ve erişkin iken insanlara ko­
berlerindendir. 33
İçlerinden hangisi Mer­ nuşacak; ve sâlihlerden biri olacak.
37

arada bir ihtiyacın olursa, onu işaretle iste! İn­ nuncusunadır.


cil kaynaklı (Luka 19-22) yorumlar yerine Ze­ 34 Âyetteki gaybi a dair bir açıklama ve benzeri
mahşerî ve Râzî'nin de katıldığı Ebu Müs­ bir meydan okuma için bkz. 67/Kasas: 44, not 54.
lim'in bu yorumu daha açıklayıcıdır. Hz. Ze­
35 "Ey Meryem" diye başlayan bir cümlede
keriyya'nın konuşamaması bir özrün eseri de­
isa'nın "Meryem oğlu" olduğunun vurgulan­
ğil, ilâhî müjdenin gerçekleşeceğine dair mu­
ması üç amaç taşır:
cizevî işaret talebine yine ilâhi bir icabettir
(Krş: 43/Meryem: 10, not 17). 1) Yahudilerin Meryem'in iffetine yönelik ifti­
ralarını red. Zımnen: o peygamber anasıdır.
30 Söz birden Hz. Zekeriyya'nın tavrından Hz. 2) isa'nın "Tann'nın oğlu" olduğu iftirasını red.
Meryem'in tavrına getiriliyor. Amaç, iki tepki 3) Erkek egemen Roma kültürünü red.
arasındaki farkı göstermek ve daha iyi tavrı
36 Yani: "Allah'ın müdahalesi dışında değil".
temsil eden "tam teslimiyete" işaret etmek.
Âyetteki minhu (O'nun katından) Câsiye
Parantez içi açıklamamızın gerekçesi budur.
13'teki cemi'an minhu (göklerde ve yerde olan
31 Meryem'in tüm dünya kadınları içinden her şey kendi katından..) ile aynıdır. Teslisçi
seçilmesi iki şeyi gösterir: Birincisi Mer­ Necranlılar bağlamında bu ifade, isa'nın tanrı­
yem'in anneliğinin çok çok özel oluşunu, lığı iddiasını reddedip onun "yaratılmış" oldu­
ikincisi Meryem'in babasız çocuk doğurması­ ğu vurgusunu taşır.
nın tamamen ilâhî bir müdahale sonucu ger­
37 Bu ibare Meryem 30'da verdiğimiz mâna
çekleşen istisnai bir durum oluşunu.
ışığında şöyle açılabilir: "(Kıdemli Yahudi din
32 Râki'ât şeklinde dişil değil de eril formda adamları sınıfı tarafından) daha dünkü süt be­
gelmesi erce/yiğitçe duruşa dilsel bir atıf olabi­ besi olarak görüldüğü ilk gençlik döneminde
leceği gibi, Hz. Meryem'in olağanüstü üreme de erişkin iken de insanlara hakkı konuşa­
(genital) sistemine sahip oluşuna da delalet cak". Kehl'e "25-45 ya da 20-35 yaşları arasın­
edebilir. Aynı şey Tahrim 12'deki kânitîn için daki erişkin kişi" anlamı verilmiştir (Taberî,
de geçerlidir. Bu âyetler, çocuk terbiyesinin ce­ Beğavî, Kurtubî, Ebüssuud). Bazı müfessirler
ninin henüz anne rahmine düşmeden başladı­ "erişkin"in Hz. isa'nın gökten inişine bir işa­
ğının da göstergesidir (krş: Tahrim: 12, not 25). ret olduğu görüşündedirler. Bunun için âyette
33 Kur'an'da ğayb farklı vurgularla kullanıl­ karine yoktur. Hz. isa'nın ölmeden önceki dö­
mıştır. Bazen idraki aşan mutlak hakikatlere, nemiyle ilgili olduğu açıktır (Krş: Menâr ve
bazen idrak edilebilir olduğu hâlde görüleme­ Merâğî). O her ölümlü gibi doğan, bebelik ça­
yenlere, bazen de muhatabın gıyabında olan ğını yaşayan ve büyüyen biri olarak hâl diliy­
olaylara delalet eder. Bu bağlamda vurgu so- le konuşmuş ve şöyle demiştir: "Ben tanrı de-
47 (Meryem) "Rabbim!" dedi, "bana hiç ber veririm. Hiç kuşkusuz, eğer gerçek­
bir insan dokunmadığı hâlde benim nasıl ten inanıyorsanız, bütün bunlarda sizin
çocuğum olabilir?" için mucizevî bir mesaj vardır. 42

(Melek) dedi ki: "İşte böyledir Allah; dile­ 50 Tevrat'tan bana kadar ulaşanın doğrulu­
diğini yapar! 38
Bir işi dilediği zaman ona ğunu tasdik e t m e k 43
ve size (gelenek yo­
sadece " O l ! " der, o da hemen oluş süreci­ luyla) yasak edilmiş olan şeyler içerisinden
ne girer. 48 O, (Isa)ya v a h y i 39
ve o vahyi bazılarım helâl kılmak i ç i n geldim ve si­
44

ile doğru hükme varmada kullanılacak ze Rabbinizden bir mesaj getirdim: Allah'a
y ö n t e m i , Tevrat ve İncil'i öğretecek; 49
40 karşı sorumluluğunuzu bilin ve bana
üstelik onu Isrâiloğullarına elçi yapacak­ uyun! 51 Hiç kuşkusuz Allah benim de
tır,- şöyle (diyen bir elçi): "Ben size Rab- Rabbim, sizin de Rabbinizdir: artık yalnız
bimden bir mesaj getirdim. Size çamur­ O'na kulluk edin, bu dosdoğru yoldur. 45

dan kuşa benzer bir maket yapar, ardın­ 52 İsa, onlardaki küfrü fark edince sordu:
dan ona üflerim, Allah'ın izniyle kuş olu­ "Kim Allah'a ulaşan yolda bana yardım
verir. 41
Körleri ve cüzamlıları iyileştirir, eder?" Havariler dediler ki: "Allah'ın yar­
yine Allah'ın izniyle ölüleri hayata dön­ dımcıları biziz: Biz Allah'a inandık, Sen
46

dürürüm. Dahası yiyebileceğiniz ve evle­ de şahit ol ki biz Allah'a teslim olan


rinizde saklayabileceğiniz şeyleri size ha- müslümanlarız! " 4 7

ğilim. Her insan gibi önce bebe olup sonra bü­ 42 Hakkın izn'inden bir öğüt almak için, hak­
yüyen tanrı olamaz. Zira tanrı küçükten bü- kı duyacak bir uzn (kulak) lazımdır. Allah'a
yümez; eğer büyüyorsa o tanrı olamaz." (Bkz: kulluğu bırakıp da İsa'ya kul olmaya kalk­
43/Meryem: 29, not 35). mak, ilâhî yaratıştaki mucizeyi görmeyip kuş
38 Hind Aligarh ekolünün kurucu ismi S. Ah­ maketine alkış tutmaya denktir. İzin ile uzn
met Han'ın yaptığı gibi kezaliki rasyonelleş- (kulak) arasındaki doğrudan bağlantı için bkz.
tirerek "herkesin malumu olduğu üzere" şek­ 47/Nebe': 38, not 28.
linde anlamak, hemen öncesinde yer alan 43 Her peygamber kendisinden öncekini tas­
Meryem'in sorusunu ve hemen ardından ge­ dik eder (Bkz: 81. âyet, not 74).
len "Allah dilediğini yaratır"daki olağandışı
44 Bu sûrenin 93. âyeti ışığında açılımı: İsrâi­
durumu yok saymak anlamına gelir. Bu olay­
loğullarının kendi kendilerine uydurdukları
da mucizevî bir mesajın olduğu bir sonraki 49.
haramların helâl olduğunu ilan etmek için...
âyetin sonundan da anlaşılmaktadır.
Mutlak ölçü ve sınır koyma hakkı zâtına mah­
39 Lafzen: "Kitab'ı". Buradaki kitap lafzı ile sus olan Allah'a hakkını teslim etmek için...
Meryem 30'daki aynı anlamı taşır.
45 Kilisenin gelecekteki putlaştırmasına,
40 Kanaatimiz o ki, Kitab ile birlikte geldiği za­ İsa'nın dilinden peşinen red.
man hikmet "vahiyden isabetli hükümler çıka­
46 Veya ilâ edatının birliktelik vurgusuyla:
ran doğru bir muhakeme" vurgusu kazanır.
"Kim kendi yardımını Allah'ın yardımına ka­
41 Burada anahtar ifade "Allah'ın izniyle" ifa­ tar?" (îtkân II, 162) Havariler, yani "yürek av­
desidir. Bu durumda ölümlü bir insan elinde
cıları". Havari kelimesinin "avcı" anlamı için
görülen olağanüstü olay da Allah'ın bir sına-
bkz. 99/Saf: 14, not 19.
masıdır: Bakalım parmak ayı gösterirken par­
mağa mı bakacaklar, aya mı? Burada parmak 47 İsa ve ona uyanların, tüm zamanlar ve me­
çamurdan maket, ay Allah'ın iznidir. kânlarda insanlığın değişmez değerlerinin
Nüzul: 98 Mushaf: 3 l ? < a > ,, , 98/ÂL-l ÎMRAN SÛRESİ 821

53 "Rabbimiz! İndirdiklerine iman ettik, küm vereceğim. 56 inkârında direnenlere


elçiye de tabi olduk: Bu nedenle bizi (ha­ gelince: onlara bu dünyada ve âhirette şid­
kikate) şahit olanlarla birlikte yaz! detli azap çektireceğim: kendilerine yar­
54 (İnkarcılar İsa'ya) tuzak kurdular; Allah dım eden birini de bulamayacaklar."
da onların tuzağını başlarına geçirdi: Allah 57 inanan ve ıslah edici iyi işler işleyen­
tuzakları bozanlarm en hayırlısıdır. 48
lere gelince: (Allah) onlara ödüllerini tam
55 O zaman Allah "Ey İsa!" demişti, "Se­ olarak verecektir,- zira Allah zalimleri as­
ni Ben ölüme yollayacağım 49
ve katıma la sevmez.
yücelteceğim ve seni küfreden kimseler­
50
58 Bütün bunlar, sana bildirdiğimiz me­
den arındıracağım,- sana uyanları, Kıyamet sajlardan ve hikmetli haberlerdendir.
Gününe kadar (ve o günde) inkâr edenlere 59 Allah katında isa'nın durumu
üstün kılacağım: Sonra hepinizin dönüşü Âdem'in durumu gibidir. 51
Allah onu
Bana olacak, işte o zaman anlaşmazlığa toprak 52
türünden yarattı, ardından ona
53

düştüğünüz konularda aranızda Ben hü- " O l ! " dedi; o da oluş sürecine girdi. 54

öbür adı olan islâm'a mensup müslümanlar ğu sorusu da cevaplanmamış olarak kalır. Her
olduğu hakikatinin veciz bir ifadesi. ne kadar 60/Mülk 17'de Allah'ın gökte olduğu
48 Zımnen: isa'ya tuzak kuranlar kendi kur­ dile getirilirse de, Zemahşerî'nin de vurguladı­
dukları tuzağa düştüler (Krş: 104/Nisâ: 157). ğı gibi bu âyet Allah'ın mekânını değil müş­
Bu âyetler ve 108/Mâide 117 Hz. isa'nın ece­ riklerin yanlış inanışını dile getirir. Açıktır ki
liyle öldüğüne delalet eder. ref manevî bir yüceltme ve ilâhî ikrama nail
kılmadır. Ref e sadece Hz. Isa değil, Hz. Idris
49 Zımnen: Seni öldürdüğünü iddia eden Yahu­
de muhatab olmuştur (43/Meryem: 57).
diler değil, Ben alacağım senin canım. Bu âyet
108/Mâide 117 ile birlikte okunduğunda, tevef- 51 Zımnen: Babasız doğmak bir beşere ilâhlık
/a'nın anlamının "can alma" olduğu açıkça anla­ kazandırsaydı, bu Hz. isa'dan önce Hz.
şılır. Bu kelimeye mecazi anlamı olan "uyku" Âdem'in hakkı olurdu.
veya "öldürmeksizin çekip katma alma" anlamı 52 Kur'an, Âdem'in ya da Âdemoğlunun ele-
verenler olmuşsa da, Kur'an Hz. Peygamber'den menter kökeniyle ilgili farklı ibareler kullanır
önce hiç kimseye ölümsüzlük bahsedilmediğini (Krş: 72/Hicr: 26; 66/Sâffât: 11; 41/Rahmân: 14).
açıkça ifade eder (79/Enbiya: 34-35; ayrıca krş. Bu farklılıklar, insanın elementer yaratılışının
58/Ra'd: 38; 79/Enbiya: 8 40/Furkan: 20). Bura­
;
aşamahhğma delalet etse gerektir (Bkz: İtkân II-
daki ref sözcüğü, Kur'an'da Hz. Lût'a atfedilen I, 84). İnsanın elementer yaratılışını dile getiren
"Ben Rabbime hicret ediyorum" (89/Ankebût: ibarelerin tümünün de belirsiz gelmiş olması
26) sözündeki hicret ve Hz. İbrahim'e atfedilen dikkat çekicidir. Bunun anlamı, insanoğlunun
"ben Rabbime gidiyorum" (66/Sâffât: 99) cümle­ yaratılışıyla ilgili "topraktan", "çamurdan",
sindeki "gitme" gibi mecazidir. "kurutulmuş balçıktan", "konsantre süzülmüş
balçıktan", "pişirilmiş balçıktan" türü nitele­
50 Ref, sözlükte hem maddî hem de manevî
melerin, bire bir bilinen toprak, kurutma, pişir­
yükselmeyi ifade eder. Kur'an'da her iki anla­
me olmanın ötesinde şeyler olduğunun deHhdir.
mıyla kullanılmıştır. Fakat ilginç olan teveffi
kelimesine lafzî mânası dururken mecazî ola­ 53 Turabirideki belirsizlik çeviriye "türün­
rak "uyku" anlamı verenler, aynı cümlenin den" şeklinde yansımıştır.
devamındaki ref kelimesine lafzî mâna ver­ 54 Yekûn muzari fiili, gelişerek yenilenen bir
mişlerdir. "Allah'ın katının" neden gök oldu- süreci ifade eder.
822 »:<g>i. • 9 8 / Â L - 1t M R A N
SÛRESİ f ı : < g > ,, Nüzûl: 98 Mushaf: 3

60 îşte (bu] gerçek sana Rabbin tarafın­ virirlerse o zaman deyiniz ki: Şahid olun
dan bildirildi; öyleyse tereddüt edenler­ ki biz, kesinlikle O'na teslim olduk.
den olma. 65 Ey kitap ehli! Neden İbrahim hakkın­
61 Sana gelen (bu) bilgiden sonra, bu ko­ da tartışıp duruyorsunuz? Oysa ki Tevrat
nuda seninle tartışanlara 55
de ki: Gelin, da, İncil de ondan sonra indirildi. Aklet-
oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımı­ miyor musunuz? 66 Hadi şu bildiğiniz
zı ve kadınlarınızı, bizimkileri ve sizin­ 56 şeylerde tartıştınız, fakat bilmediğiniz
kileri çağıralım; sonra canı gönülden yal- şey hakkında niçin tartışırsınız? Hâlbuki
varalım ve Allah'ın lanetinin yalan söyle­ Allah bilir, fakat siz bilemezsiniz: 67 ib­
yenler üzerine olmasını dileyelim. rahim ne Yahudi ne de Hıristiyandı, fakat
tam anlamıyla Hakka yönelmiş bir müs­
62 İşte budur işin hakikati; Allah'tan baş­
lümandı; Allah'a şirk koşanlardan da de­
ka ilâh asla y o k t u r : 57
Hiç kuşku yok ki
ğildi. 61
68 Gerçekte İbrahim'e en yakın
Allah, evet, yalnızca O'dur her işinde
olanlar ona uyanlardır; y a n i , 62
işte bu
mükemmel, her hükmünde tam isabet
peygamber ve iman edenlerdir: şu da var
sahibi olan. 63 Eğer yüz çevirirlerse,
ki Allah inananların tümüne yakındır.
unutmasınlar ki, Allah (akideyi) ifsat
edenleri çok iyi bilir. 58
69 Önceki vahiylerin takipçilerinden ki­
64 De ki: "Ey kitap ehli! Sizinle aramız­ mileri sizi aldatmak isterler; fakat onlar
63

daki şu ortak ilkeye gelin: Allah'tan baş­ 59 kendilerinden başkasını aldatmış olmaz­
kasına kulluk etmeyeceğiz, O'ndan başka lar, üstelik bunun farkına da varmazlar.
hiçbir şeye ilâhlık yakıştırmayacağız, Al­ 70 Ey önceki vahyin mensupları! Bizzat
lah'ın yanı sıra başka birilerini rabler ola­ kendiniz şahit olup dururken Allah'ın
rak kabul etmeyeceğiz! Ve eğer yüz çe- 60
mesajlarını neden inkâr ediyorsunuz?

55 Vahiy 'şimdi ve burada'sma, yani vakıaya mak Allah'a çağırmaktır: "Allah'a çağırandan
dönerek Necranlıları lânetleşmeye çağırıyor. daha güzel sözlü biri olabilir mi?" (81/Fussi-
Bu.çağrı özünde, vicdanı harekete geçirmek let: 33).
için Allah'ı şahit kılma çağrısıdır. 60 Bu âyetler İbn Hişam'a göre Necran Hıristi­
56 Burada geçen en/usenâ'dan kasıt Hz. Pey­ yanlarının ziyareti sırasında nazil olmuştur.
gamber'in kendi şahsı değildir. Çünkü insan Bu âyetler, din adamlarını haram-helâl koyucu
kendisini bir yere çağırmaz, başkalarını çağırır. olarak gören, daha da garibi Hz. isa'yı tanrılaş-
57 Zemahşerî'nin dediği gibi bu ibare lailâhe tırarak kendilerini "taptığı tanrıyı atayan ma­
illallah'la anlamdaştır. Olumsuzlamanın daha kam" konumuna yücelten Pavluscu Hıristi­
kapsamlı olması için min kullanılmıştır. Bu yanlığın yaman çelişkisini ortaya sermektedir.
fark çeviriye "asla" karşılığıyla yansımıştır. 61 Ibrahimî akideye çağrı, öze dönüş çağrısı­
58 Kur'an'ın muhataplarına tarihi uyarısı: Ey dır, islâm çağrısıdır. Zira Hz. ibrahim teslimi­
Ümmet-i Muhammed: Hıristiyanlaşmayın! yetin sembolüdür ve islâm teslimiyettir.
(Konu için bkz. Üç Muhammed, 43-63.) 62 Vav'ın yeri geldikçe kullandığımız "yani"
59 Zımnen: Biz bize çağırmıyoruz, siz de ken­ anlamının delillerinin başında bu âyet gelir.
dinize çağırmayın! Hep birlikte ilkeler üzerin­ 63 Tıpkı 71-73. âyetlerde anlatılan çirkin yön­
de buluşalım. Allah'ın koyduğu ilkelere çağır- temlerle.
71 Ey önceki vahyin mensupları! Niçin lar: zaten Allah muazzam lütuf sahibidir.
hakka bâtıl elbisesi giydirip de bildiğiniz
hâlde hakikati gizliyorsunuz? 75 ÖNCEKİ vahyin mensuplarından öy­

72 Önceki vahyin mensuplarından bir leleri var ki, kendisine bir hazine emanet

gurup dedi ki: "İman edenlere indirilen etsen (kuruşuna dokunmadan) iade eder,-

vahye günün başında inandığınızı söyle­ öyleleri de var ki, tek bir dinar emanet et­

yin, o günün sonunda 64


inkâr e d i n 65
bu sen tepesine dikilmedikçe sana geri ver­
;

sayede belki (imanlarından) dönerler; 73 mez. Bu, onların, "Bizden 68


olmayanlara

fakat sizin dininize uymayan kimseye as­ yaptıklarımızdan dolayı bir şey lazım gel­

la (yürekten) inanmayın!" m e z " şeklindeki iddiaları yüzündendir.


Fakat onlar bile bile Allah hakkında ya­
(Şu hakikati) ilan et: "Doğru rehberlik sa­
lan söylüyorlar.
dece Allah'ın rehberliğidir,- 66
size verile­
nin bir benzerinin başka birine de veril­ 76 Bilakis, kim taahhütlerine sadık kalır

mesi (zorunuza mı gitti), yoksa Rabbini­ ve sorumluluk bilinci taşırsa, iyi bilsin ki
Allah sorumluluk bilinciyle hareket
zin huzurunda aleyhinize delil getirirler
edenleri sever.
diye mi (korkuyorsunuz)? 67

(Şunu da) ekle: "Lütuf ve ihsan Allah'ın 77 Allah'a karşı taahhütlerini ve yemin­
elindedir, onu dilediğine bahşeder,- zira lerini 69
az bir pahaya satanlar var ya: on­
Allah (lutfunda) sınırsız olandır, her şeyi ların âhirette payı olmayacak, Allah on­
bilendir: 74 Dilediğine rahmetini bağış- larla konuşmayacak, kıyamet günü Allah
onların yüzüne bakmayacak ve arındır-

64 Esamm, bunu "vahyin bir kısmına inanıp irabını yapan ilim ehline muhalif düşünmek­
bir kısmını inkâr etmek" şeklinde anlar (Râ­ teyim [Kitabu's-Sünne, s. 23).
zî). "Günün başında-günün sonunda" ifadeleri 67 Râzî âyetin bu cümlesini "çözülmesi çok
"Kur'an'dan ilk indirilenler-son indirilenler" zor bir problem" olarak niteler ve beş ayrı gö­
şeklinde de anlaşılabilir. rüş zikreder. Bu cümlenin Allah'a mı, Yahudi­
65 Yani: İkiyüzlülük yapın. Kaynak dilin üslû­ lere mi izafe edileceği sorununda birincilerden
bu gereği ikinci şahıs kipiyle ifade edilen bu yana tavır koyar. Buna karşın Taberî, tüm gö­
cümle Türkçe'de şöyle anlaşılmalıdır: "günün rüşleri naklettikten sonra, dil ve bağlama uy­
başında inandığımızı söyleyip, sonunda indiri­ gunluk gerekçesiyle "De ki: Doğru yol Al­
leni inkâr edelim". Bir sonraki cümlede yer lah'ın yoludur" ara cümlesi dışındakileri, bir
alan "sizin dininize", "bizim dinimize" şek­ sonraki "de ki"ye kadar Yahudilerin sözü ola­
linde anlaşılmalıdır. rak alır. Diğer görüşleri "yanlış ve tartışmaya
66 Hudâlh 'm irabı konusunda Musa Carul- açık" olarak niteler.
lah şöyle der: "Kalben inanıyorum ki bu âyet­ 68 Lafzen: "Kitap ehlinden.."
te geçen hudallâh terkibi haberdir. Başına la­ 69 Ahdullah hem "Allah'ın verdiği taahhüd"
mı tarif alan el-huda kelimesi ise mübtedadır. hem de "Allah'a verilen taahhüd" anlamına
Zira her türlü hidayeti Allah'ın hidayeti say­ gelir. Vicdan ve fıtrata delalet eder. Her sap­
mak ancak bu şekilde anlaşılabilir. Aklın ge­ ma, aslında vicdan ve fıtrata ihanettir. Fıtrat
reği de budur. Bunun tersi yanlış olup âyetin ve vicdana her ihanet ise, özünde Allah'ın ah­
anlamını bozar. Benim bu görüşüm bir çok dine ve Allah'a verilen söze ihanettir.
âyeti içermekte ve ben bu konuda Kur'an'ın
mayacak onları: nihayet onları acıklı bir renip onu başkalarına da öğreterek Rab­ 72

azap bekleyecek. 70 bani şahsiyetler olun!" der. 73

78 Yine onlardan öylesi de var ki, Ki- 80 Yine o, melekleri ve peygamberleri


tap'tan olmadığı hâlde ona ait olduğunu rabler edinmenizi emretmez; siz Allah'a
sanasmız diye dillerini eğip bükerek Ki­ kayıtsız şartsız teslim olduktan sonra, o
tabı çarpıtırlar ve o Allah katından olma­ size inkârı emreder mi hiç?
dığı hâlde "Bu Allah katındandır" derler: 81 Allah peygamberler (aracılığıyla kitap
sonuçta onlar bile bile Allah'a iftira et­ ehlin)den "Eğer vahiyden ve hikmetten
;

miş olurlar. 71
size bir pay verdikten sonra size hakikat­
79 Allah'ın kendisine vahiy, hüküm ve ten yanınızda kalanı tasdik eden bir elçi
peygamberlik verdiği hiç kimsenin, bu­ gelirse, 74
kesinlikle ona inanmalı ve yar­
nun ardı sıra topluma "Allah'ın peşi sıra dım etmelisiniz" taahhüdünü aldığı za­
bana da kulluk edin!" demesi düşünüle­ man sordu: "işte bu şarta dayalı ahdimi
mez. Aksine "ilâhî kelamı derinliğine öğ­ alıp kabul ettiniz m i ? " 7 5

70 Şu âyetle birlikte okunmalıdır: "Kıyamet rını da terbiye ederek.."


günü Allah onlarla konuşmayacak, onları te­ 73 Rabbani adamlar: Rabbin terbiyesine tam
mizlemeyecek, can yakıcı bir azab da onların teslim olarak o terbiyeden geçmiş ve bu bi­
olacak!" (94/Bakara: 174). linçle Rabbe hayatını adamış adamlar...
71 Bunun en tipik örneği Hz. isa'nın tüm in­ 74 Önceki elçilerin kendilerinden sonra gele­
sanlığı yaratan ve yaşatan anlamına kullandı­ cek elçiye atıf yapmaları, sadece Hz. Peygam­
ğı "Babam" mecazını Pavlus Hıristiyanlı- ber örneğiyle sınırlı değildir. Gelecek bir elçi­
ğı'nın hakikate taşıması ve isa'yı "Allah'ın oğ­ yi müjdelemek neredeyse bir vahiy geleneği
lu" ilan etmesidir. Luka şöyle yazıyor: "Onu hâlini almış, bunun sonucu olarak da Allah
gördükleri zaman şaştılar ve anası ona dedi: peygamberlerden kendilerinden sonra pey­
Oğul, neden bizi böyle ettin? işte babanla ben gamber geleceğini haber vermelerini istemiş­
yüreğimiz çok sıkılarak seni aradık. Onlara tir (Krş: Yaratılış 12:1-3, 16:20, 69:10; Tesniye
dedi: Neden beni aradınız? Bilmiyor muydu­ 18:18, 33; Daniel 2:31-32; 7:13-14; Mezmurlar
nuz ki benim için Baha'mın evinde bulunmak 65:3-18; İşaya 21:6-7, 13-16; 62:9 vd. 63:1-6,
;

gerektir? Onlar ise kendilerine söylenen sözü Habacuc 3:3; Matta 21:33-34; Yahya I, 21,
anlamadılar" (94/Bakara: 48-50). Ve Markos: 14:15-16; 15:26-27; 16:7-16).
"Hepimizin Baba'sı bir değil mi? Bizi Allah
75 Taberî'nin, bu ibare hakkında sahabi ve ta­
yaratmadı mı?" (94/Bakara: 10) Ve Matta:
biin müfessirlerinden naklettiği farklı görüş­
"göklerden bir ses dedi: Sevgili oğlum budur,
leri Zemahşerî tasnif eder ve gramatik açıdan
ondan razıyım" (98/Âl-i Imran: 16-17). Hz. Isa
gerekçelendirir. Zemahşerî, bu lafzî anlamın
risaletini tebliğe başladığında, Yahudilerin ko­
yanında üç ihtimal daha zikreder. 1) Buradaki
lektif tanrı anlayışını yansıtan "ilâhımızı"
"taahhüd"ün "peygamberlere" izafeti tıpkı
"ilâhıma" çevirdi. Bu onların zoruna gitti. Oy­
misakullah ve ahdullah'da olduğu gibi "taah-
sa Eski Ahid'de tüm insanlardan "Allah'ın
hüd edene" değil "kendisi adına taahhüd alı­
oğulları" olarak söz ediliyordu (Tekvin 6:13).
nanadır. Bu durumda anlam şöyle olur: "Pey­
Ve mecaz cahillerin elinde hakikate dönüşün­
gamberlerin ümmetlerinden aldığı taahhüdü
ce, Tevhid de şirke dönüştü.
Allah da onlardan aldı." 2) Burada kendilerin­
72 Veya: "ilâhî kelamla terbiye olup başkala­ den taahhüd alınan "peygamberlerin çocukla-
Nûzûl: 98 Mushaf: 3 .^y^, , 98/ÂL-İ İMRAN SÛRESİ 825

"Kabul ve tasdik ettik!" diye cevap verdi­ neslinden gelenlere indirilene,- Rablerin-
ler. den Musa'ya, İsa'ya ve (diğer) tüm pey­
Allah buyurdu: "O hâlde şahid olun! Ben gamberlere bahşedilene inanırız; onlar
de sizinle birlikte şahitler arasında olaca­ arasından hiç birini ayırt etmeyiz,- ve biz
ğım!" yalnız O'na teslim oluruz.

82 O hâlde her kim bundan sonra yüz çe­ 85 Her kim kendisine Allah'a kayıtsız
virirse, işte onlar yoldan çıkmış olanların şartsız teslimiyet yolundan başka bir din
ta kendileridir. ararsa, bu kendisinden asla kabul edilme­
yecektir,- 78
üstelik o âhirette de kaybe­
83 Yoksa onlar, Allah'ın dininden gayrı
denlerden olacaktır.
(bir inanç sistemi) mi arıyorlar? Oysa ki
bütün göktekiler ve yerdekiler ister iste­ 86 İman ettikten, Elçi'nin hak olduğuna

mez O'na teslim oldular: Çünkü hepsi şahit olduktan, kendilerine hakikatin
apaçık belgeleri geldikten sonra inkâra
(sonunda) O'na varacaklar. 76

sapan bir toplumu Allah nasıl muvaffak


84 De ki: "Allah'a, bize indirilene, İbra­
77

eder? Çünkü Allah, zulme gömülen bir


him'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve onun
topluma asla rehberliğini bahşetmez. 79

rı" yani Isrâiloğullarıdır, isim tamlamasından mezdi. O hâlde, söz konusu taahhüd peygam­
"tamlayan" (...çocukları) düşmüştür (Bkz: berler aracı kılınarak kitap ehlinden, özelde
94/Bakara: 132). 3) Burada kast olunan kitap İsrâiloğullarmdan alınmıştır. Hz. Peygamberi
ehlidir, çünkü onlar "Biz peygamberliğe daha reddeden Medine Yahudileri, bu sözleşmeye
layığız, çünkü biz peygamberlerin kendilerin­ ihanet etmekle "fâsık" olmuşlardır.
den çıktığı kitap ehliyiz" iddiasında bulunu­ 76 Bu mealde bir âyet ve "göktekiler ve yerde­
yorlardı. Ubeyy ve İbn Mes'ud'un ve iz ehazal- kiler" listesinde bulunan insanın "ister iste­
lahu misaka'l-lezine ûtu'l-kitab şeklindeki kı­ mez O'na teslim olması"nm ne demek olduğu
raatleri de bunu desteklemektedir (Taberî; Ze­ için bkz. 91 /Hac: 18, not 29.
mahşerî; Ebu Müslim'den Râzî). Taberî'nin
77 Burada 'aleynâ olarak gelen ibare Bakara
kendi görüşü, âyetin lafzî anlamıdır. Buna gö­
136'da ileyna olarak gelir. 'Ala ile gelen tek bir
re söz konusu taahhüd doğrudan tüm peygam­
kaynaktan inişe delalet ederken, ilâ ile gelen
berlerden alınmıştır. Taberî'nin âyete yükle­
mü'minlere her bir taraftan ulaşmasına dela­
diği anlam şudur: "Ey Kitap ehli! Allah'ın pey­
let eder [İtkân III, 343). Zımnen: Vahyin kay­
gamberlerden aldığı şu taahhüdü hatırlayın:
nağı tektir; zaman, mekân ve isim farklılıkla­
"Ey peygamberler! Size ne zaman vahiyden ve
rı bu hakikati değiştirmez.
hikmetten bir pay verilir de, bunun ardından,
katımdan size hakikatten yanınızda kalanı 78 Yani tüm peygamberlerin yolu olan ve in­
tasdik eden bir elçi gelirse, kesinlikle ona sanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan
inanmalı ve yardım etmelisiniz." Taberî, bu islâm. İslâm'ın tek din oluşu, Allah'a kullu­
tercihini Süddi'den aktardığı rivayetle pekişti­ ğun Allah'a kayıtız şartsız teslim olmaktan
rir. Ancak doğruya en yakın anlam, bizim âye­ başka bir yolunun bulunmayışı demektir.
tin mealinde tercih ettiğimiz anlamdır. Bu an­ Yoktur, çünkü İslâm, Allah'ın hakkını teslim
lamı, bir sonraki âyet de pekiştirmektedir. etmek için Allah'a kayıtsız şartsız teslim ol­
mak demektir.
Eğer kendilerinden taahhüd alınanlar doğru­
dan peygamberler olsaydı, onlar için "Her kim 79 Gerçek zulüm, hakikatin apaçık delilleri
bundan sonra yüz çevirirse, işte onlar.." denil- geldikten sonra sapmaktır.
87 Onların karşılığı, Allah'ın, meleklerin 93 Tevrat indirilmeden önce Isrâil(oğul­
ve tüm insanların lanetine uğramak ola­ larının) 83
kendisine haram kıldığı şeyler
c a k t ı r : 88 Onlar bu hâlde kalacaklar; ne
80
dışında bütün yiyecekler Isrâiloğullarına
azapları hafifletilecek ne de onlara süre helâl i d i . De ki: "Hadi, eğer sözünüzün
84

tanınacaktır. 89 Ama tevbe edenler ve eriyseniz, getirin Tevrat'ı da onu göste­


durumlarını düzeltenler hariç; çünkü Al­ rin!"
lah'ın bağışı da, merhameti de tariflere 94 Ve her kim bundan böyle Allah'a ifti- -
sığmaz. 81
ra atarsa, işte kendilerine zulmedenler
90 iman etmelerinin ardından inkâra sa­ onlardır. 85

pıp, sonra da inkârda ileri gidenlere gelin­ 95 De ki: "Allah haklıdır: Şu hâlde, yal­
ce: Onların tevbesi kabul olunmayacak­ nız Hakka yönelen ve müşriklerden de
tır; işte asıl sapıklar onlardır. olmayan ibrahim'in inanç sistemine
91 inkârda direnenler ve inkâra saplan­ uyun!
mış hâlde ölen kimselere gelince: Yeryü­ 96 Zira insanlık için inşa edilen ilk ma­
zünün bütün hazinelerini verseler bile, bet, Bekke'deki bereketli ve bütün top­
onlardan kurtuluş akçesi kabul edilme­ lumlar için hidayet merkezi olan mabet
yecektir: işte onlar içindir acıklı azap ve idi. 97 Buna delalet eden işaretler hâlâ ora­
onlara yardım eden de çıkmayacaktır. da duruyor; orası ibrahim'in makamıdır:
oraya giren herkes emin olur. Ve ona ulaş­
92 SEVDİĞİNİZ şeylerden infak etme­ maya gücü yeten herkesin mabedi haccet­
dikçe fazilete ulaşamazsınız; zaten ne in­ mesi, Allah'ın insanlık üzerindeki hakkı­
fak ederseniz edin, kesinlikle Allah onu dır. 86
Kim de nankörlük ederse, iyi bilsin
ayrıntısıyla bilir. 82

80 La'net: Kuş vb gibi ekine zarar verecek hay­ sıhhatine hükmetmişse de- Isrâiliyyat menşe­
vanları uzaklaştırmak için dikilen insan ma­ lidir. Hz. Yakub'un Allah'la sabaha kadar gü­
ketlerine er-raculu'l-la'în denilir (Tac). Bu da, reşip onu yendiği türünden Allah'ı cisimleşti-
kelimenin "uzaklaşmak, kovmak, kovulmak, ren rivayetler de bu çerçevede anlatılır (Me­
dışlamak, dışlanmak" anlamına geldiğini gös­ nâr).
terir. Allah'ın laneti, birini rahmetinden dışla- 84 Mü'min Isrâiloğullarının Yahudileşme gös­
masıdır. tergelerinden biri olan gösterişçi sahte dindar­
81 Gafurun-Rahîm un'deki belirsizlik çeviriye lığın rolüne dair dikkat çekici bir örnek.
böyle yansımıştır. 85 Zımnen: Allah'ın açıkça yasaklamadığı bir
82 Öncesiyle bağlantılı okunduğunda, iman­ şeyi "Bunu Allah haram kıldı" diyerek yasak­
dan sonra infakın geldiği görülecektir. larsa... Bu, Allah'a iftiradır.
83 Buradaki İsrail'den kasıt Isrâiloğulları olsa 86 Zira Kabe, insanlığın İman babası Hz. İbra­
gerektir. Yahudiler, kendileri için İsrail adını him'den bir hatıradır. Mümkündür ki insanı
yalın olarak kullanırlar. Tefsirlerde, israil'den yeryüzünde misafir eden ilk toprak parçasıdır.
kastın Yakub peygamber olduğuna dair riva­ Bu yüzden hacca gitmek, gurbete değil sılaya
yetler gelmişse de, bu kesin bir delile dayan­ gitmektir. Bu yüzdendir ki sadece mü'minlere
maz. Bu konudaki rivayetler -her ne kadar Ha­ farz olan hac ibadeti için bu âyette ilginç bir bi­
kim ibn Abbas'a atfedilen bazı rivayetlerin çimde "insanlık üzerine" ('ale'n-nâs) ifadesi
ki Allah hiç bir varlığa muhtaç değildir. 103 Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı
yapışın ve birbirinizden ayrılmayın! Ve 88

98 DE Kİ: "Ey önceki vahyin takipçileri! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırla­


Allah yaptıklarınıza şahid olup dururken, yın: Hani siz birbirinize düşman iken
niçin Allah'ın âyetlerini reddediyorsunuz? kalplerinizin arasını uzlaştırdı da, O'nun
99 De ki: "Ey önceki vahyin takipçileri! lutfu sayesinde kardeşler oldunuz; ve siz
Doğru olduğuna bizzat şahit olduğunuz ateşten bir çukurun kenarındaydınız da,
hâlde, onu eğri göstermeye çalışarak, sizi oradan kurtardı! İşte bu şekilde Allah
iman edenleri niçin Allah yolundan dön­ size mesajlarını açıklar ki doğruyu bula­
dürmeye çabalıyorsunuz? A m a Allah şınız. 104 Öyleyse sizler hayra çağıran,
yaptıklarınızdan asla gafil değildir. meşru ve iyi olanı öneren, kötü ve yanlış
olandan da sakındıran, (ümmet olmanın
100 Siz ey (bu vahye) iman edenler! Ken­
gereğini yapan) bir ümmet o l u n ! 89
İşte
dilerine kitap verilenlerden bir fırkaya
onlardır ebedi saadete erecek olanlar.
uyarsanız, sizi imanınızdan sonra yeni­
105 Kendilerine hakikatin apaçık belge­
den inkâra döndürürler. 101 (Onlar böyle
leri geldikten sonra parçalanıp birbirine
yapabilirler), ama siz nasıl olur da Al­
düşen kimseler gibi olmayın,- işte bun­
90

lah'ın âyetleri size okunup dururken ve


lar için korkunç bir azap vardır; 106 bazı
O'nun elçisi aranızdayken inkâra yelte­
yüzlerin ağarıp bazı yüzlerin karardığı o
nebilirsiniz? Ne var ki Allah'a sımsıkı
yapışan, dosdoğru bir yola yöneltilmiş günde, yüzü kara çıkanlara (denilecek ki):

demektir. "İmana erdikten sonra inkâra saptınız


ha? O hâlde, inkârınızdan dolayı tadın
102 Ey (bu vahye) iman edenler! Allah'a
azabı!" 107 Fakat yüzü ağaranlar Allah'ın
karşı sorumluluğunuzun gereğini hakkıyla
rahmetine dalacaklar,- onlar o rahmette
yerine getirin! Ve (Allah'a) tam teslim ol­
ebediyyen kalacaklar.
madan can verecekseniz, sakm ölmeyin! 87

kullanılmaktadır. Bunun en mukni açıklaması yan [ve'l-tekûnû ummeten) yaklaşımına daya­


da, haccın insanlığın ilk vatanına bir teşekkür nır. Alternatif bir anlamı da şudur: "Ümmet
olmasıdır. Yani mü'minler hac ibadetini insan­ saparsa onu düzeltecek bir maya topluluk bu­
lığı temsilen yerine getirmektedir. İnsanlığın lunsun!" Bu bir ebedi risalet çağrısıdır. Risale-
farz-ı kifâyesi, mü'minlerin farz-ı aynı mesabe­ tin Nebi'den sonra ümmetin omuzlarında ol­
sindedir. Mü'minler hacca gitmekle, hem in­ duğunu beyan eden bu âyet Fâtır 32 ışığında
sanlığın "baba ocağı"na ve "ana kucağı"na ve­ anlaşılmalıdır. Bu âyet "ümmet" olmanın bir
fa borcunu ödemekteler, hem de insanlığı tem­ takım kurmak ve kuru kuruya o takıma men­
silen bir mükellefiyeti edâ etmektedirler. sup olmak değil, ehliyet ve liyakat kesbetmek
87 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 94/Bakara: demeye geldiğinin belgesidir. Zira ümmet?m
132, not 252. türetildiği kök "anne", ümmet de insanlığa
88 Allah Rasulü bu ipin Kur'an olduğunu söy­ anne gibi şefkat ve merhamet abidesi kesilen
lemiştir (Müslim, 2:227; Tirmizî, 4/343). Vah­ toplumdur.
det sosyal tevhid, tevhid akidevi vahdettir. 90 Yasak olan görüş farklılığı değil, bu farklı­
Doğal olarak tefrika da sosyal şirk olmaktadır. lıkların inanç birliğini parçalamasına izin ver­
89 Çevirimiz, Nesefî'nin min'i beyaniyye sa- mektir.
108 Bütün bunlar Allah'ın mesajlarıdır. 112 Onlar Allah'a ve insanlığa karşı taah­
Bunları belli bir amaç uğruna sana bildi­ hütlerine yapışmadıkları sürece, nerede
riyoruz; zira Allah hiçbir varlığın haksız­ olurlarsa olsunlar zillete mahkûmdurlar.
lığa uğramasını dilemez. Zira Allah'ın gazabına uğramış, üzerleri­
ne zillet ve miskinlik damgası vurulmuş­
109 Göklerdeki ve yerdeki her şey Al­
t u r . Bütün bunların nedeni, Allah'ın
96

lah'a aittir; ve tüm iş ve oluş sonunda Al­


âyetlerini inkâr etmeleri ve peygamberle­
lah'a döner. 91

ri haksız yere öldürmeleridir. Bunlarsa,


isyankâr olmaları ve ısrarla taşkınlıkta
110 9 2
SİZ, insanlık adına çıkarılmış en bulunmaları yüzündendir.
hayırlı ümmetsiniz; 93
iyi ve doğru olanı
113 Onların hepsi bir değildir,- önceki 97

teklif eder, kötü ve yanlış olandan sakın­


vahyin takipçilerinden, gece boyunca Al­
dırırsınız,- zira Allah'a güvenip inanırsı­
94

lah'ın âyetlerini okuyup secdeye kapanan


nız. 95
Eğer kitap ehli de güvenip inansay­ onurlu bir topluluk da vardır.
98

dı, haklarında hayırlı olurdu. Onlardan


114 Onlar Allah'a ve âhiret gününe inanır­
(Allah'a) güvenip inananlar varsa da, ço­
lar; iyi ve doğru olanı teklif eder kötü ve
ğunluğu yoldan çıkmıştır: 111 onlar size, yanlış olandan sakındırırlar; ve hayulı
99

geçici eziyet vermenin dışında, kalıcı hiç işlerde birbirleriyle yarışırlar: işte bunlar
bir zarar veremezler,- sizinle savaşacak ol­ aktif iyi olanlardır. 115 Onların yaptığı
100

salar arkalarını dönüp kaçarlar: Sonra on­ hiç bir iyilik zayi olmayacaktır: çünkü Al­
lara yardım da ulaşmaz. lah sorumlu davrananları çok iyi bilir.

91 Muhteşem final: Pasaj kozmik tevhide dik­ mekanizmasına tekabül eder.


kat çekerek son buluyor. Zımnen: Ey insan! 95 Hemen arkadan gelen ibareden de anlaşıla­
Bütün bir kâinat Allah'a aitken, sen O'na is­ cağı gibi buradaki iman, imanın ahlâkî karşı­
yan ederek kime sığınmayı düşünüyorsun? lığı olan "güven" vurgusu taşımaktadır.
92 Buradan itibaren sûre, Uhud imtihanı üze­ 96 Zira günaha aldırmamışlar, bunun sonu­
rinden İslâm cemaatine hitap ediyor ve evren­ cunda toplumu pasif iyiler değil aktif kötüler
sel ahlâkî sorumluluğunu hatırlatıyor. yönlendirmiştir.
93 Kâne yardımcı fiilinin konumuna göre şu an­ 97 Kur'an süpüren değil seçip ayıran mümey­
lamlar da verilebilir: "ümmet idiniz", "ümmet yiz akla davet ediyor. Sadece pirincin içindeki
oldunuz". Ebu Müslim bu ilâhî hitabı, Allah'ın taşı değil, taşın içindeki pirinci de ayıklıyor.
âhirette yüzü ak çıkan mü'minlere hak ettikle­
98 Âyetteki kaimetım sıfatı, bir üstteki âyette ge­
ri ödülü muştularken yaptığı hitap olarak ahr
çen "zillet ve miskinlik"in zıddı olarak gelmiş­
(nkl. Râzî). Bu âyet sûrenin 104. âyeti olan "Öy­
tir. Bu sebeple biz, "dimdik ayakta, başı dik" an­
leyse sizler hayra çağıran, meşru ve iyi olanı
teklif eden, kötü ve yanlış olandan da sakındı­ lamındaki bu kelimeye "onurlu" karşılığı verdik.
ran, (ümmet olmanın gereğini yapan) bir üm­ 99 113. âyetle birlikte: Gerçek mü'minler ki­
met olun!" emrinin bir devamı olarak anlaşıl­ tap ehlinden iyileri fark ederken kendi içlerin­
malıdır. Orada "olun" diye emredilen hususlar, deki kötüleri de fark edip ıslaha çalışırlar.
burada "oldunuz" haberiyle pekiştirilmektedir. 100 Sâlihîn, ism-i faildir. Fail iyi olmak, meful
94 İyiyi önerip yanlıştan sakındırma, imanla iyi olmaktan da, mücerret iyi olmaktan da
doğrudan alâkalı Kur'anî bir emirdir (104. farklıdır. Özne ve aktif iyi olmaktır. Müddes­
âyetle krş.) Bu emir sosyal bünyenin savunma sir sûresinin ilk âyetinde Hz. Peygamber'e
116 Küfre saplananlara gelince: Onları ne nizle geberin! Allah, göğüslerin en mah­
malları ne de çocukları Allah'a karşı ko­ rem sırlarını bilendir.
ruyabilir. İşte onlar ateş yaranıdır; onlar 120 Eğer siz bir iyiliğe ulaşırsanız buna
orada ebedi kalıcıdır. üzülüverirler; yok eğer başınıza bir kötü­
117 Onların bu dünya hayatı için harca­ lük gelirse buna da sevinirler. Ama eğer
dıkları, kendi kendilerine zulmeden bir zorluklara direnir ve sorumluluk bilinci­
toplumun ekinlerine musallat olan ve ni kuşanırsanız, onların tuzakları size hiç
bir zarar veremez: Zira Allah, yaptıkları
onu mahveden dondurucu bir kasırgaya
her şeyi çepeçevre kuşatmıştır.
benzer: 101
Onlara zulmeden Allah değil­
dir, asıl onlar kendi kendilerine zulmet­ 121 Hani, sabahleyin mü'minleri savaş
düzenine sokmak için evinden çıkmış­
mektedir.
tın. Allah da tarifsiz bir biçimde her
1 0 4

şeyi duyuyordu, her şeyi biliyordu,- 122


118 SİZ ey iman edenler! Sizden olma­
içinizdeki iki grubun -Allah onların veli­
yanları sırdaş edinip içinize almayınız. 102

si olduğu hâlde- paniğe kapıldığını da (bi­


Onlar size zarar vermek için hiç bir çaba­
liyordu). Artık mü'minler yalnız Al­
105

dan geri durmazlar; dahası sizi zora sokan


lah'a güvenmeliler.
her şey hoşlarına gider. Kinleri ağızların­
123 Nitekim siz oldukça zayıf bir hâldey­
dan taşmaktadır; kalplerinde sakladıkları
ken, Allah size Bedir'de de yardım etmiş­
ise daha beter. Biz (buna ilişkin) işaretleri
t i . O hâlde, Allah'a karşı sorumluluğu­
1 0 6

sizin için (işte böyle) açık ve anlaşılır kıl­


nuzun bilincinde olun ki, şükredenlerden
dık; tabi ki eğer aklınızı kullanırsanız.
olasınız! 124 Hani sen inananlara demiş­
119 Hadi siz onları sevip bağrınıza bastı­ tin ki: "Gönderilmiş üç bin melekle Rab­
nız; ama onlar, (kendilerine indirilen de binizin imdadınıza yetişecek olması sizin
dahil) vahyin tümüne inandığınız hâlde için yeterli değil m i ? " 125 Kesinlikle
1 0 7

sizi sevmezler. Ve sizinle karşılaştıkla­


103
evet! Ama siz zorluklara direnir ve sorum­
rında "Biz de inandık" derler, fakat yal­ luluk bilincini kuşanırsanız, düşman ansı­
nız kalınca size olan kinlerinden dolayı zın size saldırdığında Rabbiniz size anlı-
parmaklarına diş geçirirler. De ki: Kini- şanlı beş bin melekle yardım edecektir.

emredilen de zımnen budur: Ey yatan iyi! Ya­ 104 Allah Rasulü'nün okçu birliğini Uhud te­
tan iyi olmak yetmez; kalk ve yatanları da peciğine konuşlandırdığı gün kastediliyor.
kaldırmak için uyar! (Krş: 4/Müddessir: 1-2). 105 Güçler dengesizliğini görüp cesaretlerini
101 Zımnen: Onlar kendi elleriyle kendi fela­ yitirenler kastediliyor. Taberî'ye göre bu âye­
ketlerini hazırlamaktadırlar. tin ilk cümlesi bir önceki âyetin devamıdır.
102 Batn, "içini göstermek" (Râğıb). Yani sır­ 106 Zımnen: İnsamn dahli ne denli büyük olur­
rınızı vermeyin. Mümtehane 8-9, düşman ol­ sa olsun, başarı nihai tahlilde Allah'a aittir.
mayan inançsızlarla insani ilişkiye girileceği­ 107 Nebi bunu savaş öncesi orduyu yüreklen­
ni ifade eder. Burada yasaklanan can dost, dirmek için söylemiş olmalıdır. Burada 3000,
müttefik ve sırdaş edinmektir. bir sonrakinde 5000, Bedir'le ilgili Enfâl 9'da
103 Yani: Siz onların peygamberine ve kitap­ 1000... Bu değişken rakamlar ilâhî yardımın
larına iman edersiniz, fakat onlar Kur'an'a ve ödenen bedelle orantılı olduğunu, dolayısıyla
Nebi'ye iman etmezler. insanın gayretine bağlı olduğunu ifade eder.
126 Allah bunu, sadece size bir müjde ol­ hazırlanmış olan ateşten sakının!
sun ve gönlünüz onunla ferahlasın diye 132 Allah'a ve elçisine de tabi olun ki,
(vaad) etti; zira (zafer garantili) yardım, rahmete mazhar olasınız!
yalnızca her işinde mükemmel olan, her
133 Rabbinizin mağfiretine ermek ve
hükmünde tam isabet kaydeden Allah
muttakiler için hazırlanmış gökler ve
katından gelir 127 ki, küfre saplanan
kimselerden bir kısmını tamamen mah­ yeryüzü genişliğinde 110
olan cenneti ka­
vetsin ya da alçaksın; sonunda umutsuz­ zanmak için birbirinizle y a r ı ş ı n ! 111
134
luğa kapılarak geri çekilsinler. 128 İlâhî Onlar ki bollukta da darlıkta da infak
emrin gerçekleşmesine dair senin elinde ederler; 112
öfkelerini kontrol altında tu­
hiçbir yetki yoktur; dolayısıyla onların tarlar ve insanların hatalarını bağışlar­
tevbelerini kabule ya da onları cezalan­ lar; 113
zira Allah iyilik edenleri sever. 135
dırmaya karar vermek de (sana düşmez); Yine onlar, utanç verici bir iş yaptıkları
çünkü onlar zalimlerin ta kendileridir. 108
ya da kendi kendilerine bir kötülük ettik­
129 Oysa, göklerdeki ve yeryüzündeki leri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen gü­
her şey Allah'a aittir,- dilediğini bağışlar, nahları için istiğfar ederler; zira Allah'tan
dilediğini cezalandırır,- fakat Allah'ın affı başka günahları kim bağışlayabilir ki?
da, rahmeti de tarifsizdir. Üstelik onlar, yaptıkları kötülük üzerin­
de bile bile ısrar da e t m e z l e r . 114

130 S Î Z ey iman edenler! Faizi kat kat ar­


136 îşte bunların ödülü, Rablerinden bir
tırarak boğazınıza geçirmeyin,- 109
sorum­
mağfiret ve orada yerleşip kalacakları ze­
luluk bilincini kuşanın ki mutluluğa ere-
mininden ırmaklar çağlayan cennet ola­
bilesiniz! 131 Bir de inkâr edenler için
caktır: çalışıp çabalayanlar için ne muh-

108 Taberî ve Ferrâ'ya göre 128. âyet 127. âye­ hiç veremezler. Elinize fazla servet geçince
tin devamıdır. Buna göre anlam şöyle olur: onu faizle çoğaltmayı değil, zekât ve infakla
"...küfre saplananlardan bir kısmını tamamen çoğaltmayı düşünün! "Artış" anlamına gelen
mahvetsin veya alçaksın, ya da tevbelerini ka­ riba servetin miktarını artırır fakat ruhunu öl­
bul etsin yahut da onlara azab etsin; çünkü dürür. Diri servet sahibini sırtında taşırken,
onlar zalimlerdir, bu işte senin yapacağın bir ölü serveti sahibi sırtında taşır. Yine "artma"
şey yoktur." anlamına gelen zekât görünürde malın mikta­
rını azaltırken, hakikatte bereketini artırır.
109 Uhud ile ilgili pasajların arasında faizle il­
gili âyetin işi ne? Cevap: Okçuların yerini terk 113 Allah Rasulü'nün şehirde kalarak savun­
etmesinde en önemli amil faizdi (Krş: 94/Ba­ ma savaşı yapma arzusuna rağmen meydan sa­
kara: 275-276). vaşında ısrar edenler, savaşın en zorlu anında
savaş meydanını terk etmişlerdi. Rasulullah
110 Ebu Müslim, "genişlik" anlamındaki
onlara kızmadı, darılmadı ve ayıplamadı. Bu
arz'ı, "talep" karşıtı olan "arz etmek, satışa
âyet Rasulullah'ın bu destani olgunluğunu
sunmak, değer biçmek" anlamına almıştır.
ebedileştirmek ve kendisinden sonrakilere ör­
Buna göre anlam "gökler ve yere eşdeğer olan
nek göstermek için inmiştir.
cenneti.." olur (nkl. Râzî).
114 Günahta ısrar, günah işlemekten daha bü­
111 Zımnen: Yahudilerle faiz geliri yarıştır­ yük günahtır. Zira bu, günaha aldırmamanın bir
mak yerine cenneti kazanma yarışma girin! sonucudur. Günaha aldırmamak ise, vicdanın
112 Zımnen: Darlıkta veremeyenler varlıkta kör, imanın pasif oluşunun bir göstergesidir.
teşem bir ödüldür bu. kundu. Zira o (iyi ve kötü) dönemleri biz
137 Sizden önce de nice hayat tarzları ge­ insanlar arasında döndürür dururuz ki,

lip g e ç t i . 115
Öyleyse gezin yeryüzünü ve Allah iman eden kimseleri seçip ayırsın
ve sizden hakikate şahit olanları tesbit
hakikati yalanlayanların sonunun nasıl
etsin; çünkü Allah zalimleri sevmez,- 118

olduğunu görün!
141 yine Allah, iman edenleri arındırıp
138 Bu, bütün insanlığa iletilmiş tarifsiz üste çıkarsın ve inkarcıları da mahvet­
bir bildiridir 116
ve sorumluluk bilincini sin. 119
142 Ya yoksa siz, Allah içinizden
kuşananlar için de bir rehber ve öğüttür. cihad edenleri ve (yolunda) direnenleri
139 Öyleyse ne yılgınlığa kapılın ne de seçip ayırmadan cennete girebileceğinizi
üzülün: eğer gerçekten inanıyorsanız, in­ mi sanıyorsunuz? 120
143 Nitekim siz,
sanların en üstünü mutlaka siz olursu­ ölümle yüz yüze gelmeden önce (Allah
nuz. 1 1 7 yolunda) can vermeyi arzuluyordunuz;
işte şimdi onu gördüğünüz hâlde seyirci
140 Eğer size bir zarar dokunduysa, elbet
kalan da (yine) siz oluyorsunuz. 121

benzer bir zarar (başka) insanlara da do-

115 Sünen, sünnetin çoğuludur. "Doğru yol, değil, yaşamaktır. Bu âyetin sonu zımnen şu­
kendisine uyulan tarz" anlamına gelen sünnet nu söyler: Eğer üstün değilseniz, imanınızda
ile olumlu ve olumsuz anlamlarıyla birlikte bir problem var demektir.
tüm "gelenekler" kastedilmiştir. Kelimenin 118 İyiyi ve kötüyü birbirine karıştırmak,
kök mânası "hayata dair, orijinal ve sürekli" haklı ile haksızı bir tutmak zulümdür,- bu zul­
olanı ifade eder. Olumlu ve olumsuz mânada mü Allah ne işler, ne de işleyeni sever. Bu pa­
kullanılır. Buradaki vurgusu olumsuzdur ve sajın ayaklarını bastığı yerde duran Uhud sa­
sonu helake açılan "hayat tarzı"na delalet vaşı bir hak eleğiydi. Bu elekte insan elendi,
eder (Krş: İbn Aşur). Çöküş ve çözülüşle neti­ iman elendi. Sözün gücüne kulak verenlerle
celenen bu gidişat kendisinden önceki olum­ gücün sözüne kulak verenler seçilip ayrıldı.
suz geleneğin bir uzantısı, kendisinden sonra­ Kazananlar bir de kayıpla sınandılar. Medine
sının belirleyicisi olduğu için "tarz"dır. Zaten İslâm cemaati üzerinden bir model inşa eden
bu yüzden sünnet adını almıştır. âlemlerin Rabbi, onları Bedir baharının ardın­
116 Taberî'nin İbn tshak'tan nakledip kendisi­ dan Uhud yazıyla sınadı. Sınavın amacı belliy­
nin de tercih ettiği mânaya göre, "bu" ile kas­ di: Kaybın faturasını kime kesecekler? Allah'a
tedilen âyetin öncesinde dile getirilen husus­ mı, yoksa kendilerine mi? Allah vahiyle onla­
lardır. Bu hususlar, toplumsal değişmenin ya­ ra olayı nasıl okumaları gerektiğini de öğreti­
salarına işaret ederler. İşte şu âyet o yasalar­ yordu: "Bu neden böyle oldu" diye soruyorsu­
dan biridir: "Bir toplumun bireyleri kendi iç nuz, öyle mi? De ki: "Sizin kendi yüzünüz­
dünyalarını değiştirmedikçe Allah da o toplu­ den!" (98/Âl-i İmran: 165). Değil mi ki, sadece
mun gidişatını değiştirmez." (58/Ra'd: 11) başarıyı kazanç bilen değil, yaşadığı kayıptan
dolayı kazandığı tecrübeyi de kazanç bilen ha­
117 Şu âyetler ışığında anlaşılmalıdır: "zira
yatın sırrına ermiş demektir. Tersi bir durum,
sizsiniz üstün olan, çünkü Allah sizinle bera­ gerçek bir kayıp olacaktır.
berdir" (92/Muhammed: 35 ve bkz. ilgili not).
"Elbet Ben galip geleceğim: Ben ve elçilerim!" 119 Mâhs, kelimenin tam anlamıyla bir "rafi­
(105/Mücâdile: 21 ve krş. 108/Mâide: 56). " ne hâle getirme"dir (Râğıb). Râzî'nin de tesbit
Yetmiş Uhud şehidinin ardından indiği hatır­ ettiği gibi mahk da onun zıddıdır: "posaya, ıs­
landığında zımnen: Kurban vermek kaybet­ kartaya ayırma".
mek değil, kazanmaktır. Zira şehadet ölmek 120 Krş. 94/Bakara: 214 ve 114/Tevbe: 16.
144 MUHAMMED yalnızca bir elçidir; kendisini görüyormuş gibi kulluk edenle­
ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. O ri s e v e r . 123

hâlde o ölür ya da öldürülürse, topukları­


nız üzerinde geriye mi döneceksiniz? 122 149 SÎZ ey iman edenler! Eğer küfre sap­
Fakat kim topukları üzerinde geriye dö­ lananlara uyarsanız, sizi ökçelerinizin
nerse, iyi bilsin ki Allah'a hiç bir zarar üzerine gerisin geri döndürürler,- asıl işte
veremez; hâlbuki Allah şükredenlerin o zaman kaybedenlerden olursunuz. 150
karşılığını verecektir. Hayır! Sizin Mevlanız yalnızca Allah'tır;

145 Hiç kimse, Allah'ın izniyle ilâhi yasa O'dur yardıma koşanların en hayırlısı.

ile kararlaştırılmış vâde dışında ölmez. 151 Hiçbir delile dayanmadan Allah'a
Ve kim bu dünyanın nimetlerini isterse şirk koşmalarından dolayı kâfirlerin yü­
kendisine ondan veririz, kim de âhiretin reklerine korku salacağız. 124
Nitekim on­
nimetlerini isterse ona da ondan veririz; ların son durağı ateştir: ne berbattır za­
ve Biz, şükredenleri ödüllendiririz. limlerin meskeni!

146 Ve nice peygamber, yanındaki Rabbe 152 Ve doğrusu Allah size verdiği sözü
adanmış bir çok insanla birlikte savaşma tuttu,- hatırlayın ki O'nun izni sayesinde
durumunda kaldı. Onlar Allah yolunda köklerini kazıyordunuz,- 125
ne ki arzula­
başlarına gelenlerden dolayı ne yılgınlığa dığınız zaferi Allah size gösterdikten son­
kapıldılar, ne acziyet gösterdiler, ne de ra gevşeyip (Peygamber'in) emri konu­
baş eğdiler: zira Allah direnenleri sever. sunda tartıştınız ve itaatsizlik ettiniz.
147 Onların söylediği yalnızca şuydu: İçinizde dünyaya özlem duyanlar olduğu
"Rabbimiz! Günahlarımızı ve haddi aşan gibi, ahirete özlem duyanlar da v a r d ı . 126

tavırlarımızı bağışla! Bizi sabit kadem kıl Bunun üzerine Allah, sizi sınamak için
ve kâfir topluma karşı bize yardım et!" düşmanlarınızı yenmenize mani o l d u . 127

148 Bunun ardından Allah onlara, hem Fakat O (şimdi) sizi bağışladı,- zaten Allah
bu dünya nimetlerini hem de âhiret ni­ inananlara karşı çok lütuf kârdır. 153 O
metlerinin en güzelini bahşetti: Allah zaman siz, kimseye bakmadan tepelere

121 Düşmanı açık arazide karşılama konu­ nunda ona cehennemi tahsis ederiz de, o ora­
sunda ısrar edenler, iş ciddiye binince ilk geri ya kınanmış ve gözden çıkarılmış biri olarak
çekilenler oldular. atılır" (68/lsra: 18).
122 Zımnen: Rasuller ölebilir ama risalet öl­ 124 eı-Ru'b Kur'an'da "Allah'ın kâfirlerin yü­
mez. Uhud günü Mus'ab'ı Rasulullah zannıy­ reğine korku salması" anlamında kullanılır.
la öldüren İbn Kamie'nin "Muhammed öldü!" 125 Muhammed 4 ışığında: "savaşın ağır so­
narası üzerine çözülen saflar münasebetiyle. nuçlarının kökünü kazımak" olarak da anlaşı­
123 Krş. 82/Şûrâ: 20. Yalnız dünyayı isteyen­ labilir.
lere, dünyadan bir şeyler verileceği ve fakat 126 Mesela Peygamber'in talimatını dinleyip
âhiretten onların pay alamayacağı ile ilgili hepsi de şehid oluncaya kadar mevzilerini
olarak. Yine krş. "kim ki, hemen 'şimdi ve bu- terk etmeyen okçular gibi.
rada'nm geçici nazlarını tercih ederse, Biz de
127 Lafzen: " Sonra sizi onlardan O vazgeçir-
onun payını orada hızlandırır, dilediğimiz
di." Yani siz zaferin ucunu görünce gevşediniz
kimseye istediğimiz kadar veririz; ne ki so-
doğru kaçışıyor, Peygamber de arkanız­ 155 İki ordunun karşılaştığı gün, içiniz­
dan sizi çağırıyordu. 128
İşte bu yüzden, den kaçanlara gelince: birtakım eylemle­
(Peygamber'in) elemine karşılık (Allah) ri sebebiyle şeytan onların ayağını kay­
size öyle bir elem verdi ki, ne kaçırdığı­ dırdı. 131
Fakat (şimdi) Allah onların gü­
nız fırsata ne de başınıza gelene üzülme­ nahlarını sildi: çünkü Allah tarifsiz ba­
ye fırsatınız olmadı: zira Allah yaptıkları­ ğışlayandır, acele cezalandırmayandır.
nızdan tümüyle haberdardı.
154 Sonra (Allah), bu elemin ardından si­ 156 SİZ ey iman edenler! İnkâra saplanıp
ze bir güven hissi, bir kısmınızı çepeçev­ da, yeryüzünde sefere çıkan ya da gazaya
re kuşatan bir dinginlik bahşetti. Diğer katılan kardeşleri için "Bizimle kalmış
bir kısmınız ise canlarının derdine düş­ olsalardı ölmeyecekler ya da öldürülme­
müşlerdi; Allah hakkında, haddini bil­ yeceklerdi" diyenler gibi olmayın! Zira
mezlik çağına ö z g ü , 129
yanlış tasavvurla­ Allah bunu, onların içine bir yürek yara­
ra kapıldılar. Diyorlardı ki: "Bizim, mut­ sı yapacaktır. Çünkü hayatı ve ölümü ya­
lak hükümranlıkta 130
bir karar yetkimiz ratan Allah'tır: ve Allah yaptığınız her
var da (kullanmadık) mı sanki?" şeyi görmektedir. 132

De ki: "Bütün yetki, yalnızca Allah'a ait­ 157 Ve eğer Allah yolunda öldürülür ya
tir." Onlar ise içlerinde gizleyip sana gös­ da ölürseniz, Allah'tan gelecek rahmet ve
termedikleri gerçek duygularını (şöyle) di­ mağfiret, onların yığabilecekleri t ü m
le getiriyorlardı: "Eğer karar yetkisi bizde dünyalıklardan daha hayırlıdır. 158 Zira
olsaydı, burada bu kadar ölü vermezdik." ölseniz de öldürülseniz de, sonunda Al­
De ki: "Evlerinizde kalmış olsaydınız da­ lah katında toplanacaksınız.
hi, ölümü mukadder olanlarınızı, o ölüm, 159 Allah'ın rahmeti sayesinde sen onla­
elbet yataklarına kadar kovalardı." ra yumuşak davrandın. Ama eğer onlara
Bu da, Allah'ın göğüslerinizde olan her karşı katı yürekli davransaydm, kesinlik­
bir şeyi sınaması ve kalplerinizde olanla­ le senden uzaklaşırlardı: Şu hâlde onları
rı arıtıp damıtması içindir: zira Allah affet, affedilmeleri için de dua e t 1 3 3
ve yö­
kalplerin içini bilir. netim işinde onlarla istişare(ye devam)

ve emre itaatsizlik ettiniz. Bunun üzerine Al­ 130 el-Emr, "mutlak hükümranlık, sonsuz yö­
lah da sizden desteğini çekiverdi. Böylece düş­ netme işi, mutlak yetki" vurgusuna sahiptir.
manlarınızı yenmenize mani olmuş oldu. Emr'in nedenselliğin ilâhî yasaları anlamı için
bkz. 81/Fussilet: 12, not 19.
128 Medine'ye kadar kaçanlar vardı. Allah Ra-
sulü'nün etrafmdakilerin sayısı bir ara sekize 131 Günahın ilk sebebi şeytan değil, şeytanın et­
kadar düşmüştü. kinlik alanına günahkârı sokan kendi tercihidir.

129 Cahiliyye, sıradan bir "bilmezlik" duru­ 132 İnancı uğruna canını verenlerin ardından
mu olarak adlandırılamaz. Bu anlamda daha o akıl hocalığı yapanlara zımnen: Allah yokmuş
günden Mekke'nin en kültürlü tüccarlarından gibi konuştuğunuzun farkında mısınız? Yürek
biri olan Amr b. Hişam'ın "Ebu Cehil" olarak yarası yapmak; âhirette ölenin de kalanın da
eline geçen belli olunca, dediğine diyeceğine
adlandırıldığı hatırlanacak olursa, bunun kar­
bin pişman olmaktır.
şılığı bir "kendini bilmeme", "haddini bilme­
me" hâli olsa gerektir. 133 Hiçbir kaynak Allah Rasulü'nün kendisi-
et! 1 3 4
Artık kararını verdiğin zaman da, lah katında farklı konumlara sahiptir: zi­
Allah'a güven! Çünkü Allah kendisine ra Allah yaptıkları her şeyi görmektedir.
güvenenleri sever. 164 Doğrusu Allah, âyetlerini onlara oku­
160 Allah yardım ederse size, artık yenemez mak, onları anndırmak, ilâhî kelamı ve
sizi hiç kimse; ama eğer sizi terk ederse, on­ hikmeti onlara öğretmek için içlerinden
dan sonra kim yardım eder size? Şu hâlde bir elçi çıkararak mü'minlere ihsanda bu­
mü'minler, yalnızca Allah'a güvensinler. lunmuştur; oysa ki daha önce apaçık bir
161 BİR peygamberin hile yapması düşü­ sapıklık içerisinde bulunuyorlardı.
nülemez. 135
Zira k i m hile yaparsa, kıya­
met günü hilesi açığa çıkarılacaktır. So­ 165 ONLARI iki kat musibete uğrattık­
nunda herkes, yaptıklarının karşılığım tan h e m e n 1 3 7
sonra, o musibet sizin başı­
eksiksiz alacak ve hiç kimseye haksızlık nıza da geldi diye " B u başımıza nereden
edilmeyecektir. 136 geldi?" 138
diye soruyorsunuz, öyle mi?
De ki: "Sizin kendi yüzünüzden!"
162 Öyleyse, Allah'ın rızasını gözeten ki­
şiyle Allah'ın hışmına uğrayan ve varaca­ Hiç kuşku yok ki Allah, dilediği her şeyi
ğı yer cehennem olan kişi bir olur mu? yapmaya kadirdir. 166 İki ordunun karşı­
Orası ne kötü son duraktır! 163 Onlar Al- laştığı gün başımza gelenler Allah'ın izni

ne savaşı açık arazide kabul etme konusunda gamber'e yapılan "Kur'an'ı kendisi düzüp-ko-
ısrar eden, dedikleri olunca da savaş meydanı­ şuyor ve ardından da "bu Allah katından gel­
nı terk edenlere sitem ettiğini nakletmez. di" diyor" iddialanna bir cevap olsa gerektir.
134 Krş. 82/Şûrâ: 38. Hz. Peygamber savaş ön­ Bunu:
cesi savaş konseyini toplamış ve istişare et­ 1) Bu âyet, hemen üzerindeki âyetlerle aym
mişti. Kendisi başta olmak üzere tecrübeliler pasajda yer almaktadır. Bu durumda Uhud sa­
şehrin içinde kalıp savunma savaşı verme ta­ vaşında inmiş olması çok güçlü ihtimaldir.
raftarıydı. Fakat çoğunluğu teşkil eden konse­ 2) Hz. Peygamber'e bir kadife kumaş yüzün­
yin genç ve atak üyeleri meydan savaşında ıs­ den iftira etmek, değil dostlar, düşmanlar açı­
rar ettiler. Allah Rasulü o görüşte olmamasma sından dâhi ciddiye alınacak şey değildir.
rağmen istişare sonucuna uydu ve zırhım giy­ 3) Bir sonraki 162. âyette Hz. Peygamber "Al­
di. Bu arada durumu yeniden gözden geçiren lah'ın rızasını kazanmış kişi", onun hakkında
bazıları görüşlerini Allah Rasulü'nün görüşü "hileci" kuşkusu taşıyanlar ise "Allah'ın la­
istikametinde değiştirdiler. Bunu Rasulullah'a netine uğramış kişi" olarak tanımlanır. Al­
iletince şu destani cevabı aldılar: "Bir peygam­ lah'ın lanetine uğramak, genellikle kitap ehli
ber giydiği zırhı çıkarmaz!" (Buharı). için kullanılır (94/Bakara: 79).
135 Veya bazı kıraat imamlarının en-yuğalle 4) Bizce pasajın son âyeti olan 164. âyet de
okuyuşuna dayanarak: "Bir peygambere iha­ tam bu konudan, vahiyden söz etmekte ve pa­
net edilmesi olacak şey değil". sajın ilk âyeti olan 161. âyetin konusuna açık­
136 Tefsirlerde, bu âyetin Bedir savaşmda kay­ lık getirmektedir.
bolan kadifeden bir kumaşı Rasulullah'ın aldı­ 137 Burada "hemen" anlammı kad edatı ver­
ğım düşünen insanlar için indiği ifade edilir. mektedir. Bu edat mazi fiilin başında geldiğin­
Sahih sünnetten hiç bir delile dayanmayan bu de, fiilin gerçekleştiği zamanın yakın geçmiş­
rivayetler, âyetin muhtevası ve bağlamıyla te olduğunu gösterir.
uyuşmaz. Âyette reddedilen "hile', Hz. Pey- 138 Yani: Bedir'in komutanı Uhud'un da ko-
sonucunda gerçekleşmişti. Bu da (Al­ uydular,- 141
bunlardan iyilikte sebat gös­
lah'ın) mü'minleri belirlemesi içindi. 167 terenleri ve sorumluluk bilincini kuşa­
Yine, ikiyüzlülük yapıp da kendilerine nanları muazzam bir karşılık beklemek­
"Gelin, Allah yolunda savaşın!", dahası tedir. 173 Onlar ki, malum i n s a n l a r 142

"Kendinizi savunun!" denildiğinde, 139


kendilerine "Bakın, düşmanlarınız size
"Eğer savaş (çıkacağın)ı bilseydik kesin­ saldırı için toplandı, onlardan korkun!"
likle arkanızdan gelirdik" diye cevap ve­ demişlerdi de, işte bu onların imanını ar­
renleri belirlemek içindi. tırmış ve şöyle cevap vermişlerdi: "Allah
Onlar o gün, kalplerinde olmayanı ağızla­ bize yeter, O ne güzel vekildir!" 174 On­
rıyla söyleyerek inkâra imandan daha lar, Allah'ın nimeti ve lütfü sayesinde
fazla yaklaştılar. Oysa ki Allah onların kendilerine hiç bir zarar dokunmadan ge­
gizledikleri şeyi çok iyi biliyordu,- 168 ri döndüler. 143
Zira onlar Allah'ın rızası­
kendileri evlerinde oturdukları hâlde, na taliptiler: zira Allah sınırsız lütuf sahi­
kardeşleri hakkında şöyle dediklerini: bidir.
"Eğer bize uy salardı, öldürülmüş olmaya­ 175 Başkası değil, işte o şeytandır kendi
caklardı". dostlarıyla (sizi) korkutan. O hâlde onlar­

De ki: "Hadi eğer sözünüzün arkasında dan korkmayın, sadece benden korkun,

duruyorsanız, başınızdan savın bakalım gerçekten inanıyorsanız eğer.

ölümü?" 176 İnkârda birbirleriyle yarış hâlinde


169 Ve Allah yolunda öldürülenleri ölü olanlardan dolayı üzülme! Unutma ki
saymayın! Aksine onlar diridirler,- rızıklan onlar Allah'a hiç bir zarar veremezler,- Al­
Rableri katındadn. 170 Onlar Allah'ın lut- lah onların âhiretten hiç bir pay almama­
fundan kendilerine bağışladığıyla kıvanç larını murad eder. Ve onları korkunç bir
duyarlar. Arkadan gelip de henüz kendile­ azap bekler.
rine kavuşmamış olanlara, geleceğe ilişkin 177 İman karşılığında inkârı satın alan­
kaygı ve geçmişe ilişkin ü z ü n t ü 140
duyma- lar, Allah'a hiç bir zarar veremezler; onla­
yacaklan müjdesini vermekten haz alırlar. rı da acıklı bir azap bekler.
171 Onlar, Allah'ın nimeti ve keremiyle, 178 Ve inkârda direnenler sanmasınlar
Allah'ın mü'minlere ait ecri zayi etmeye­ ki, onlara mühlet vermemiz kendi hayır-
ceğini müjdelemeye can atarlar. larınadır. Onlara yalnızca günahlarını ar­
172 Onlar ki, kendilerine dokunan zarar­ tırsınlar diye mühlet verdik; sonunda al-
dan sonra Allah'ın ve Elçisi'nin çağrısına çaltıcı bir azap onları bekler.

mutanıydı, Bedir'in ordusu Uhud'un da ordu- Esed'e kadar (8 mil) düşmanı takip etme çağrısı.
suydu. Şu hâlde nasıl olmuştu da Bedir'de alı­ 142 en-Nas kelimelerinin ahd için olan belir­
nan sonuç Uhud'da alınmamıştı? Âyet bu so­ liliği çeviriye "malum" şeklinde yansımıştır.
runun cevabım vermektedir. 143 Âyet Uhud'dan bir gün sonra gerçekleşen
139 Allah yolunda savaşın meşru müdafaa ol­ bir takip operasyonu olan Hamrau'l-Esed'e
duğuna dair dikkat çekici bir atıf. işaret etmektedir.
140 Bkz. 94/Bakara: 38, not 68. 144 Mâ entum 'aleyh lafzen "üzerinde bulun­
141 Uhud'un ertesi gün Nebi'nin Hamrau'l- duğunuz şey/hal" anlamına gelen bir kalıp ifa-
179 (Ey Kâfirler!) Allah, mü'minleri, sizin gamberleri haksız yere öldürmelerini
yaşadığınız hayat t a r z ı 144
üzere bırakacak kaydedeceğiz ve diyeceğiz ki: "Tadın ya­
değildir; nihayet Allah iyiyi kötüden ayı­ kıp kavuran azabı! 182 Bu, kendi elleri­
racaktır. Allah gaybı size bildirecek de nizle yaptıklarınızın karşılığıdır. 146

değildir,- fakat Allah (bu amaçla) elçilerin­ Unutmayın ki Allah'ın kullarına zulmet­
den dilediğini seçer. Şu hâlde Allah'a ve me ihtimali bulunmamaktadır!" 147

elçilerine inanın; zira eğer iman eder ve 183 "Allah, yakılarak sunulan bir kurban
sorumluluk bilincini kuşanırsanız, işte o getirmedikçe hiçbir elçiye inanmamamı­
zaman sizi muazzam bir karşılık bekler. zı emretmişti" diyenlere g e l i n c e : 148
De
ki: "Benden önce de size peygamberler
180 ALLAH'IN lutfundan kendilerine gelmiş, hem hakikatin apaçık belgelerini
verdiklerinde cimrilik yapanlar, bunun hem de sözünü ettiğiniz şeyi getirmişler­
kendileri için hayırlı olduğunu sanma­ di. Peki, madem doğru söylüyordunuz da
sınlar! Aksine bu onlar için pek fenadır. niçin onları öldürdünüz?" 149

Cimrilik yaptıkları şeyler kıyamet gü­


184 Ve seni yalancılıkla suçladılarsa;
nünde boyunlarına dolanacaktır. Zira
unutma ki senden önce hakikatin apaçık
göklerin ve yeryüzünün mirası tamamıy­
delilleriyle, ilâhî hikmet yüklü kitaplar­
la Allah'a aittir. Ve Allah yaptığınız her
la 1 5 0
ve aydınlık saçan vahiyle gelen pey­
şeyden haberdardır. gamberler de yalancılıkla suçlanmıştı.
181 "Allah fakirdir fakat biz zenginiz!" 185 Her c a n 151
ölümü t a d a r . 152
Ve kıya­
diyenlerin laflarını Allah d u y m u ş t u r . 145
met gününde, karşılıklarınız size tam ola­
Onların hem söylediklerini, hem de pey- rak ödenir. Ve kim ateşten uzaklaştırılır

dedir. Tam olarak "hayat tarzınız" vurgusunu 97 yerde kullanılan 'ıbâd çoğulundan farkı
taşır. Benzeri olan mâ hum fîh (onların içinde iman etmemiş kullar için kullanılmasıdır. Bu­
bulundukları hayat ortamı/tarzı) kalıbıyla na mukabil 'ıbâd çoğulu iman etmiş has kulla­
benzerlik arzeder. rı kasteder (Ayrıntılı bir not için bkz: 74/Nahl
145 Medine Yahudilerinin lafı. Gerçekte ilâhî 75, not 86)
emirlerden Allah'ın hiçbir çıkarının olmadığını, 148 Krş. Eski Ahid: Yaratılış 15:17; Levililer
çıkarı olan tarafın sadece insan olduğunu unu­ 1:7; Tesniye 13:16; I. Krallar 18:38. Mucize is­
tan akla, zamanlar ve mekânlar üstü bir cevap. teyenlerin yaman çelişkileri âyetin devamın­
146 Kur'an'ın semboller dünyasında,- "yüz" da dile geliyor.
bir şeyin varlığını, "akıl" o şeyin ruhunu, "el­ 149 "Kudüs! Ey peygamberlerini öldüren Ku­
ler" o şeyin eylemini temsil eder. Yani her zât düs!" (Matta). Bu konuda ayrıntılı bir sayım-
yüze, her söz dile, her eylem ele nisbet edilir. döküm için bkz. 94/Bakara: 61, not 112.
Burada "elleriyle yaptıkları" ile, tüm eylemler 150 Zebur "hikmet yüklü kitap" anlamına gelir
kastedilmiştir. (Bkz: 74/Nahl: 44; 51/Şu'arâ: 196, ilgili notlar).
147 Nefyin haberinin bâ ile gelmesi ihtimal yok­ 151 Bu âyette olduğu gibi, genellikle Kur'an
luğuna delâlet eder (Bkz: 91/Hac: 10, not 19). âhiret hayatını ele alırken, cinsiyet, sınıf, mil­
'Abîd çoğulu Kur'an'da 5 yerde gelir: Bu âyet, liyet gibi fiziki ve sosyal tanımlamalann ötesi­
Enfal 5, Hac 10, Fussilet 46, Kâf 29. Hepsinde ne geçen nefs kelimesini kullanır. Bu kullanım,
de Allah'ın kullarına zulmetmekten beri ol­ âhiretteki ceza ve ödülün cinsiyet de dahil her
duğunu ifade bağlamında kullanılır. 'Abîâm, tür fiziki ve sosyal farklılığın ötesinde, insanın
da cennete alınırsa, işte o murada ermiş bir azap beklemektedir.
olur. Bu dünya hayatıysa, aldatıcı bir tat­ 189 Göklerde de yeryüzünde de hüküm­
min aracından başka bir şey değildir. 153
ranlık Allah'a aittir: zira Allah her şeyi
186 Elbette mallarınızla ve canlarmızla sı­ yapmaya kadirdir.
nanacaksınız; ve hem sizden önce vahye
muhatap olanlardan, hem de Allah'tan baş­ 190 KUŞKUSUZ göklerin ve yeryüzünün
kasına ilâhhk yakıştuanlardan birçok inci­ yaratılışında, gece ile gündüzün birbirini
tici söz işiteceksiniz. Ama, eğer direnir ve izlemesinde derin kavrayış sahipleri için
sommluluk bilincini kuşanırsanız (iyi olur| ;
alınacak dersler v a r d ı r . 157
191 Onlar ki ;

fakat unutmaym ki bu bir azim işidir. 154


ayaktayken, otururken ve uyumak için
187 Allah, (daha önceden) vahye muhatap uzandıklarında 158
Allah'ı anar, göklerin
olanlardan "Onu insanlara açıklayacaksı­ ve yerin yaratılışı üzerine tefekkür eder­
nız ve kesinlikle gizlemeyeceksiniz" diye ler:
söz almıştı. Fakat onlar bunu kulak ardı
"Rabbimiz! Bütün bunları anlamsız ve
ettiler ve değersiz bir menfaat karşılığı pa-
amaçsız y a r a t m a d ı n ! 159
Yücelikte eşsiz­
zarladılar: ne kötü bir alışverişti bu!
sin! Bizi ateşin azabından koru!"
188 Sanma ki yaptıkları (bu tür) işlerle
192 "Rabbimiz! Sen kimi ateşe mahkûm
sevinen ve yapmadıklarıyla övülmekten
edersen, kesinlikle onu rezil etmiş olursun;
hoşlananlar, evet onlar, sanma k i 1 5 5
azap­
ve o zalimler yardımcı da bulamazlar!"
tan kurtulabilecekler: 156
Onları şiddetli

özü ve aslı bağlamında ele alındığının gösterge­ ğişmesiyle değişen bir davranış ahlâkî olma
sidir. Buna karşın Allah asla ölmez (40/Furkan: vasfını yitirmiştir.
58). Tekrar dirilecek olan da nefs'tir ve diğer 155 Metinde bulunan bu ikinci "sanma ki" (/e
nefislerle eşleştirilecektir (8/Tekvir: 7, not 4). lâ tahsebennehum), bazı müfessirlere göre
152 "İsm-i fail devam eden fiildir" diyen Kufe cümlenin uzunluğundan dolayı tekit için gel­
okuluna istinaden şöyle de çevrilebilir: "Her mişse de, biz usulümüz gereği aynen yansıttık.
can ölümü her an tatmaktadır". Bu takdirde 156 Zımnen: Şahsiyetinden yırtıp imajına yatı­
ölüm, bedenin içinde her an milyarlarcası ölüp ranlar, insamn imajına değil kalplerin özüne ba­
yerini milyarlarca yeni hücrenin doldurduğu o kan Allah nazarında hiçbir şey kazanmadıkları­
muhteşem tavafa delalet eder. Bir özneye bir nı görecekler. Bu onların azabını katlayacak.
vasıf fiil olarak değil de ism-i fail olarak isnat
157 İlâhî kitap, kâinat kitabının nasıl okuna­
edilirse o vasfın öznenin cevheriyle ilişkili ol­
cağına dair bir okuma dersi veriyor.
duğuna delalet eder. Burada ölüm insana fiil ile
[yezûku) değil de ism-i fail ile (zâikatun) isnat 158 Zımnen: Her zaman ve her durumda... Zi­
edilmiştir. Dolayısıyla bu ölümün insan için ra insan için geometrik açıdan bu üç düzlemin
daha yaratılışının başlangıcında cevherine yer­ dışında bir düzlem yoktur. Allah'ı anmak, Al­
leştirilmiş bir kader olduğu anlamına gelir. lah'ı sürekli gündemine almak, O yokmuş gi­
bi düşünmemek, konuşmamak, yaşamamak
153 Zımnen: Servet iftihar için değil imtihan
ve sonuçta Allah'ın gündeminde kalmaktır.
içindir. Serveti iftihar gibi gören servete ait olur,
serveti imtihan gibi gören servete sahip olur. 159 Hayat biz olmasak da anlamlı. Biz fark et­
154 Ahlâkî davranış sadece iyi şartlarla sınırlı medik diye hayat anlamını kaybetmez. İnsa­
bir sorumluluk değil, her şartta yerine getiril­ nın farkı, hayata anlam verdiği için değil, ha­
mesi gereken bir yükümlülüktür. Şartların de- yata verilen anlamı keşfettiği içindir.
193 "Rabbimiz! Bizi, "Rabbinize iman 196 İNKÂRA saplananların, yeryüzünde
edin!" diye imana çağıran bir davetçiyi keyiflerinin peşi sıra gezip tozmaları seni
duyduk ve hemen iman ettik!" yanıltmasın! 197 O geçici ve uçucu bir
"Rabbimiz! Bizim günahlarımızı bağışla, hazdır; 162
sonunda varacakları yer cehen­
kötülüklerimizi ört ve canımızı erdemli­ nemdir, o ne kötü bir meskendir! 198 Fa­
lerle birlikteyken a l ! " kat Rablerine karşı sorumluluk duyanlar
var ya: işte onlarındır zemininden ırmak­
194 "Rabbimiz! Elçilerin aracılığıyla yap­
lar çağlayan cennetler; Allah katından bir
tığın vaadi bize bahşet ve Kıyamet Günü
ikram olarak, orada yerleşip kalırlar. Zira
bizi mahcup etme! Çünkü Sen, vaadin­
Allah katında olan, erdemliler için en ha­
den asla caymazsm!"
yırlı olandır.
195 Rableri de onların dualarına şöyle
199 Doğrusu kitap ehli arasında, mutlaka
icabet etti:
Allah'a (gereği gibi) iman eden de, hem
"Erkek olsun kadın olsun, çaba gösteren
size hem kendilerine indirilene iman
hiç kimsenin çabasını boşa çıkarmayaca­
eden de vardır; onlar Allah'tan saygıyla
ğım; sizler karşılıklı birbirinizi tamamla­
korkarlar ve Allah'ın âyetlerini değersiz
yan parçalarsınız. 160
Kötülükten ve kötü­
bir menfaat karşılığı pazarlamazlar: On­
lük diyarından hicret edenlere, yurtların­
ların ödülü Rableri katındadır; çünkü Al­
dan sürülenlere, yolumda eziyet çekenle­
lah hesabı seri tutandır.
re, savaşanlara ve öldürülenlere gelince:
2 0 0 Siz ey iman edenler! Zorluklara kar­
Onların kötülüklerini mutlaka örtece­
şı direnin, direnişte birbirinizle dayanış­
ğim ve elbet onları Allah'tan bir ödül ola­
ma içinde olun, mevzilerinizi k o r u y u n 163

rak zemininden ırmaklar çağlayan cen­


ve Allah'a karşı sorumluluk bilincini ku­
netlere sokacağım; 161
zira ödüllerin en
şanın ki ebedi saadete erebilesiniz. 164

güzeli Allah katmdadır."

160 Ba'dukum min ha'd deyimsel ifadesinin dir. Zımnen: imana saray olan yüreğinizin ka­
en ikna edici açılımı bizce budur. pısında Şeytan'a ve şeytanlara karşı nöbet
161 Cennet, amellerin bedeli değil Kerîm olan bekleyin! İç ve dış saldırganlara karşı tetikte
Allah'ın ödülüdür. olun! Veya: Cennete ulaşan yolda ulaştığınız
son noktadan bir adım geri atmayın!
162 Meta'Kur'an'da geçtiği her yerde na'îm'in
164 Bu âyetin zımni açılımı şudur: Ey iman id­
mukabili olarak dünyevi hazlar için kullanılır
diasında bulunanlar! İddianızı isbat için şu dört
ve üç ana niteliği vardır: Daim olmayan, sabit şeyi yapm: 1) İmanınıza yönelik saldırılara kar­
olmayan, kamil olmayandır. şı direnin. 2) Direnişte dayanışın ve yarışm. 3)
163 Râbıtû, "irtibatı kesmeyin" şeklinde de Bir yangın kulesi nöbetçisi gibi müteyakkız
anlaşılabilir. Aslında ribât nöbet tutulan yer- olun. 4) Sorumlu davranın ve firar etmeyin..
SAF SÛRESİ
Nüzul: 9 9
Mushaf: 61

Sûre Saf adını, "birlik r u h u n a " ve " m ü c a d e l e disiplinine" atıf yapan 4.


âyetinden alır. Kur'an'da melekler için de kullanılan saf, sıradan bir "hi­
zaya duruş" değil, vahyin inşa e t m e k istediği kâinat düzeniyle u y u m için­
deki sosyal yapıya ilişkin "esas duruş"tur. Daha sahabe döneminde bu
isimle intişar etmiştir. Havarilerin zikredildiği ilk sûre olduğu için Hava-
riyyun veya İsa Sûresi diyenler de olmuştur (Süyûtî ve Âlûsî).

Sûre Medine'de inmiştir. T a m zamanını kestirmek m ü m k ü n olmasa da,


tatlı-sert üslubu göz önüne alındığında, U h u d ertesinin yılgın ruh halini
onarmayı hedeflediği açıktır (5). İbn Abbas'tan gelen nüzul sebebi rivayet­
leri de bunu teyit eder. Bu durumda sûreyi 3. yılın sonu veya 4. yılın başı­
na yerleştirmek doğru olsa gerektir. Sûre h e m giriş h e m m u h t e v a açısından
Haşr, Hadîd, Teğâbun ve C u m a süreleriyle irtibatlıdır. İlk tertiplerdeki ye­
ri de bunu teyit eder.

Sûre, İslâm toplumunun birlik ve dirliği hakkındadır. A n a teması İslâm ce­


maatinin zafer ve fetih tasavvurunu inşadır. Bunun için ilk imha edilmesi
gereken söylem-eylem çatışmasıdır. Şu âyetin vurgusu budur: "Siz ey i m a n
edenler! Neden söylediklerinizle yaptıklarınız birbirine u y m u y o r ? " (2) Ar­
dından söz savaş disiplinine getirilerek, Uhud'daki disiplinsizliğe Hz. M u ­
sa örneği üzerinden atıf yapılır (3-5).

Bu sûrede Allah Rasulü, Hz. İsa'nın dilinden " A h m e d " olarak müjdelenir
(6). Bu müjdeyi, geleceğe ilişkin daha başka müjdeler takip eder (7-8). Söz
Allah dâvası uğrunda savaşa getirilerek, gerçek zaferin hakikatin güçle des­
teklenmesi sayesinde elde edileceği vurgulanır. Malla ve canla cihad, Al­
lah'la insanın yaptığı karlı bir ticaret olarak nitelenir. Bu sadece zaferin de­
ğil, ebedi saadetin de anahtarı olacaktır (10-13).

Sûrenin son âyetinin Hz. İsa ile Havarileri arasındaki diyaloga ayrılmış ol­
ması, Allah yolunda savaşın gerçek gayesinin, yüreklerin imana açılması
olduğunu göstermek içindir. Zira Havariler, bildiğimiz mânada bir savaşın
savaşçıları değil, ebedi hakikatin gönül davetçileridir.
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 GÖKLERDE olan her şey ve yerde olan mine "Ey kavmim! Benim Allah'ın elçisi
her şey Allah adına hareket ettiler (de, bu olduğumu çok iyi bildiğiniz halde niçin
7

kozmik düzen öyle oluştu): 1


zira O'dur beni üzüyorsunuz?" (dediği) zamanki du­
her işinde tek m ü k e m m e l olan, her hük­ rumu hatırlatıyor.
münde tam isabet kaydeden O'dur. 2
Ve onlar ne zaman yoldan saptılarsa, Al­
2 Siz ey iman edenler! Niçin söylemleri­ lah da onların kalplerinin sapmasına izin
nizle eylemleriniz birbirine uymuyor! 3 3
verdi: zira Allah, yoldan sapmış bir toplu­
Yapmadığınız/yapmayacağınız şeyleri luğu (onların iradesi hilafına) asla rehber­
söylemeniz, Allah katında ağır (sonuçla­ liğini bahşetmez. 8

rı) olan nahoş bir davranıştır. 6 Yine bir zamanlar Meryem oğlu isa'nın;
4 Şüphesiz Allah, dâvası uğrunda sanki "Ey Isrâiloğulları!. Elbet ben, Tevrat'tan
yekpare ç e l i k t e n bir bina gibi saf disip­
4 5
bana kadar gelen tüm hakikatleri doğru­
lini içerisinde savaşanları sever. 6
lamak ve benden sonra gelecek Ahmet
5 (Sizin bu durumunuz), Musa'nın kav- adındaki bir elçiyi müjdelemek için size
9

1 Zımnen, "Söylem-eylem çelişkisine düşen Kur'an'da melekler (47/Nebe': 38), kuşlar


ey mü'minler! Allah adına hareket eden hiç (97/Nûr: 41), kurbanlık hayvanlar (91/Hac:
böyle yapar mı?" imâsını içerir gibidir. Aynı 36), cennetteki nimetler (61/Ğaşiye: 15) için
ibare ve teşbih hakkında 102/Haşr: 1, not 2. kullanılır. Dönemin ruhuna uygun olarak, her
2 Aziz ve Hakim isimlerinin bu bağlamdaki sahici başarının ardında disiplin ve birlik ru­
zımni açılımlarıyla ilgili bkz. 102/Haşr: 1, not 2. hunun yattığına işarettir.
3 Lafzen: "Niçin yapmadığınız/yapamadığı¬ 6 "Saf modeli", islâm'ın hem sosyal hem siya­
nız/yapamayacağınız şeyleri söylüyorsunuz". sal modelini inşa eden temel bir tasavvurdur.
Bu âyet, ibn Abbas'tan nakledilen, sûrenin Vahiy tarafından meleklere nisbet edilen bu
iniş sebebine dair rivayetle birlikte düşünül­ model, Hz. Peygamber eliyle dinin en temel
melidir. Rivayete göre, cihad farz kılınmadan ibadeti olan namaza tatbik edilmiştir. Cema­
önce mü'minlerden bazıları (bir başka rivaye­ atle namazın inşa ettiği tasavvur, fırsat eşitli­
te göre Abdullah b. Selam ve arkadaşları) ğine dayalı âdil bir toplumun fotoğrafını verir.
"Keşke Allah'ın en çok sevdiği ameli bilsey­ Bunun karşısında "piramit modeli" yer alır.
dik de onu yapsaydık" demişler, fakat savaş Bu modelde yan yana "yarış" değil birbirinin
farz kılınınca da duraksamış ve zorlanmışlar­
başına basarak "yükseliş" esastır.
dı. Daha başka bir rivayete göre, bazılarının
savaşta göstermedikleri kahramanlığı yapmış 7 Kad edatı "defalarca kendini size dayatan bir
gibi anlatmaları üzerine inmiştir (Taberî). bilgiyle" vurgusuna sahiptir.

4 Lafzen: "kurşunla perçinlenmiş", yada rass 8 Hidayet ve dalaletin çift özneli tabiatı için
köküne nisbetle "birbirine kenetlenerek dizil­ bkz. 92/Muhammed: 17, not 21.
miş", imanın, düşmana karşı mü'mini koru­ 9 Veya ism ile müsemma kastedilerek "övgü­
yan kurşundan bir zırh olduğunu îmâ eder. ye daha lâyık olan"; ya da ismuhû'ya zikruhû
5 5a//, "birden fazla şeyin aynı hizaya gelme­ anlamı vererek "övgüye mazhar olarak anı­
si, bir bütünü oluşturan parçaların yan yana lan"; ya da, muzari fiil olarak "adını en çok
dizilmesi" anlamına gelir [Mekâyîs). övdüğüm" mânaları verilebilir (Krş: ibn Aşur).
Nüzul: 99 Mushaf: 61 t > = : s > t t . 99/SAF SÛRESİ t §11

gönderilen Allah elçisiyim" dediğini ha- geldiğinde, "Bu ayan açık bir sihirdir!"
tırlatıyor. 10
dediler. 11

O onlara hakikatin apaçık belgeleriyle 7 İslâm'a davet edildiği halde, uydurduğu


12

10 Kur'an, Tevrat ve İncil'in Hz. Peygamber'i varla karşılaşırsınız. Gerçek mânada bir İncil
müjdelediğini haber verir (56/A'râf: 157). Bu­ uzmanı olan Abdülehad Davud (Benjamin
rada verilen haberi, beş husus teyit eder: Keldani), bu kelimenin kaynak dildeki karşılı­
1) Yuhanna incilinde Hz. İsa'dan sonra geleceği ğını Ahmed olarak tesbit etmiştir [İncil ve Sa­
ifade edilen Periklytos'a. (bozulmuş şekli: Pa- lih, lstanbul-1999).
rakletos) yapılan müteaddit atıflar (65/lbrahim: 4) M.S. 496 yılına kadar doğruluğu kabul edi­
16-17, 25-26, 30; 72/Hicr: 26; 74/Nahl: 17, 12¬ lip kiliselerde okunduğu halde, hangi endişey­
15). lncil(ler)in ilk 4 asırda kaynak dilden Grek­ le bilinmez, Papa Gelasius tarafından "zındık­
çe'ye, oradan da Latince'ye taşınırken yolda ge­ ça" ilan edilip yasaklanan Barnabas İncili'nde
çirdiği sayısız kazanın bir benzerini, bu kelime­ Hz. Peygamber'in ismi, hem de Arapça aslıyla
nin de Ârâmice'den Süryânice'ye, oradan da zikredilmiştir. Ne ki bu İncil'in orijinal met­
Grekçe'ye taşınırken geçirdiğini görürüz. Uğra­ ninin başına diğerlerinden daha ağır bir yol ka­
dığı ağır hasarlı yol kazası, kelimenin aslını ta­ zası gelmiş, elde kala kala 14 veya 16. yüzyıl­
nınmaz hale getirmiştir. Kelime'nin Süryânice dan kalma bir İtalyanca tercüme kalmıştır.
aslına ulaşmak için yoğun çaba harcayanlar, Varlığı 18. yüzyılda tesbit edilen İspanyolca
karşılarında "çok övülen, övülmüş" anlamına bir nüsha, daha sonra esrarengiz biçimde yok
gelen Munhamenna'yı bulmuşlardır. Bunun sı­ olmuştur. Bu orijinalden istinsah edilerek Ox¬
fat ve isim olarak karşılığı Ahmed ve Muham- ford Universty Press tarafından 1907'de bası­
med'dir. Habeş kralı Necaşi, daha Nebi hayat­ lan eser, iki nüshası hariç piyasadan kaybol­
tayken onu kendi kaynaklarında bulduklarını muştur (M. Aydın, DÎA, ilgili md). Barnaba In-
itiraf etmiştir. Kaynaklarımızdaki şekliyle Fa- cili'nden, Kilisenin 1500 yıllık yok etme siya­
raklit problemi, daha 2. yüzyılın başında fark setinden her seferinde aldığı ağır yaralarla giz-
edilmiştir [es-Sira I, 251). li-saklı birkaç tercüme nüsha bugünlere kadar
2) Yuhanna İncilinde, zamanının büyük ha­ gelebilmeyi başarmıştır. Kilise'nin bu konu­
hamları Hz. Yahya'nın Mesih mi, lliyah mı daki son siyaseti, kendi açtığı yok etme sava­
yoksa 'o peygamber' mi olduğunu öğrenmek şının bu İncil üzerindeki ağır darbe izlerini
isterler. Yahya üçü de olmadığını söylediğinde göstererek, "bakın, bunun aslı faslı belli de­
şu cevabı verirler: "Madem ki sen ne Mesih, ğil" demekten ibarettir.
ne lliyah, ne de 'o peygamber'sin, o zaman ne 5) İncil kelimesinin kökeni meselesi... Başka
diye insanları takdis edersin?" (1:19-25). Bura­ mânaları olsa da, bu konuda tüm araştırmala­
da Mesih'le İsa, lliyah'la llyas kastedilmekte­ rın varıp dayandığı nokta "müjde" mânâsıdır.
dir. "O Peygamber" için tek şık kalmaktadır: Müjde, "gelmesi beklenen sevindirici habere"
"övülmüş olan" Ahmed. İslâm tarihinde Hz. denir. Peki, İncil'in müjdelediği geleceğe iliş­
Peygamber'den sonra ilk "Ahmed" isminin kin sevindirici haber nedir? Bu soruya Kur'an
ünlü dilci Halil'in (ö 175) babasına verildiğini "Ahmed'dir" diyor (Bkz: İncil ve Salib).
biliyoruz. Sahabe'de bu isme rastlamıyoruz. 11 Bu cümle, her iki peygamberi de gösterecek
Bu da Ahmed'in isimden çok vasıf olarak gö­ şekilde yerleştirilmiştir.
rüldüğünü teyid eder. 12 Teslimiyet yoluna, yani ezeli ve biricik ha­
3) Luka incilinde Eudokia diye bir karşılık var­ kikatin insanlığın son çevrimindeki tezahürü
dır. Bu hedef kelimenin kaynak dildeki karşı­ olan ve Kur'an vahyinde kodlanmış bulunan
lığını bulmak istediğinizde, tam bir sağır du­ tek hak dine.
yalanı Allah'a isnat edenden daha zalim biri 12 (Böyle yaparsanız) O sizin günahlarını­
olabilir mi? Zaten Allah, zulme gömülmüş zı bağışlayacak ve sizi zemininden ır­
bir topluluğa asla rehberliğini bahşetmez. makların çağladığı cennetlere koyacak­
8 Onlar Allah'ın (hidayet) nurunu üfü- tır,- kalıcı güzelliğin m e r k e z i 16
olan cen-
rükleriyle söndürmek için can atıyorlar; netlerdeki tarifsiz huzur köşklerine: işte
kâfirler istemese de Allah nurunu ta­ muhteşem final budur!
mamlayacaktır. 1 3
13 Ve kendisiyle sevineceğiniz bir şey da­
9 Allah'tan başkasına ilâhlık yakıştıran­ ha var: Allah'tan bir yardım ve görünen
lar hoşlanmasa da, Elçi'sini yol rehberliği bir zafer. Artık mü'minlere müjde ver!
ve (hak) dini kendi bütünlüğü içinde ta­
mamen ortaya koymak için Hakk'm dini 14 SİZ ey iman edenler! Allah'ın destek­
ile gönderen O'dur. 14 çileri olun! Tıpkı Meryem oğlu Isa'nm,
havarilerine "Allah'a giden yolda kim ba­
10 SİZ ey iman edenler! Sizi can yakıcı na var gücüyle destek olur?" deyince, ha­
bir azaptan kurtaracak bir alışverişe yön­ varilerin "Biziz Allah dâvâsınm gönüllü
lendireyim mi? 11 Allah'a ve Elçi'sine destekçileri!" demeleri gibi... Nitekim
güvenirsiniz, Allah dâvası uğrunda mal­ İsrâiloğullarından bir gurup (ona) inan­
larınızla ve canlarınızla cihad edersiniz: d ı , bir gurup da inkar e t t i .
17 18
Bunun üze­
böyle yapmanız sizin için daha hayırlıdır,- rine Biz de iman edenleri düşmanlarına
tabi ki eğer bilgiyle (hareket) ederseniz. 15 karşı dirençli kıldık: Sonunda galip ge­
lenler onlar o l d u . 19

13 Benzer bir âyet için bkz. 114/Tevbe: 32, not lerin inançları üzerine bina etmişti. Mü'minle­
40. Zımnen: Gerçeğe suikast düzenlemek için re en yakın olarak nitelenen "Biz Nasârâyız di­
ortalığı karartmak istiyorlar; fakat ışığın kay­ yenler" (108/Mâide: 82) de bu gurubun Hz.
nağının Allah olduğunu unutuyorlar. Hz. Peygamber dönemindeki uzantılarıdır.
İsa'nın İncirinin (: müjdesinin) başına gelen de 18 Bu son cümle Hz. İsa'ya yönelik üç tür in­
budur (6. âyetin notuna bkz). Şu beyit, bu ha­ karı da içerir:
kikatin şiir diliyle ölümsüz bir ifadesidir: 1) İsa'nın peygamberliğini inkar.
Âlemde felek kuvve-i bazu ile dönmez / Bir 2) İsa'nın verdiği 6. âyette dile gelen müjdeyi
şem'a ki Mevla yaka liflemekle sönmez. inkar.
14 Krş. 110/Fetih: 28 ve 114/Tevbe: 33, not 36 3) İsa'nın beşerliğini, dolayısıyla tevhid mesa­
ve 41. jını inkar.

15 Zımnen: Cihadı bilgi üzerine inşa ederse­ 19 Bilinen mânada savaş yapmamış olan hava­
niz. Bu pasaj tümüyle Kur'an'ın zafer ve fetih riler, farklı bir cihad modelinin mimarları ola­
tasavvurunu inşaya yöneliktir. rak sunulmaktadır. Onların "galip" gelmesi,
bir kansız fetihtir. Aç aslanlara yem edildiler,
16 'Adn için bkz. 58/Ra'd: 23, not 32.
öldürüldüler, taşlandılar fakat yılmadılar. Yü­
17 Bunlar, Hadîd 28'de "iman edenler" olarak rek avcılığından vazgeçmediler. Râğıb, havari
anılan, teslise değil tevhide inanan muvahhid kelimesinin mânasını "avcı" olarak verir. Ke­
İsevilerdir. Luka incilinde 70 kişi oldukları ka­ limeyi Arapça'dan türetenler "beyaz" anla­
yıtlıdır. Arius, 4. yüzyıldaki tevhide dayalı çı­ mındaki hûr a nisbet ederler. Yani havariler
1

kışım Hz. İsa'ya yardım sözü veren bu havari- bir tür "yürek avcısı" idiler.
Sûre Cuma adını, "yaygın e ğ i t i m " modelinin insanlık tarihindeki en ba-
şanlı örneğini teşkil eden ve Müslümanların içtiması olan C u m a nama­
zını farz kılan 9. âyetinden alır.

Sûrenin iniş zamanını t a m tesbit kolay değildir. Bu konudaki kafa karışık­


lığının temelini, 9. âyetin C u m a ' y ı teşri kılan âyet olarak anlaşılması teş­
kil eder. Oysa ki bu âyetin üslubu, C u m a m ı n daha önceden kılınıyor oldu­
ğuna delalet eder. Tarihi rivayetler de bunu doğrular. Ayrıca âyetin başın­
daki izâ nûdiye, 'ezan'ın oturduğu bir o r t a m a işaret eder. Sûrenin 1-8 âyet-
leriyle 9-11 âyetlerinin iki farklı zamanda inmiş olması mümkündür. Fakat
muhteva, ilk bölümünü Ebu Hüreyre rivayetine dayanarak Hayber'in fethi­
ne erteleyen görüşü desteklemez. Zira 5 ve 6. âyetler, Müslüman-Yahudi
ilişkilerinin çok yoğun olduğu bir döneme delalet eder. 7. yıldaki Hayber
fethi bunun için çok geç bir tarihtir. İniş tarihi, Medine'deki son Yahudi ka­
bile olan Kureyzaoğulları'nın tasfiyesinden s o m a k i bir tarih olamaz. Şu hal­
de farklı zamanlarda indiğini kabul etsek bile, sûrenin her iki bölümünün
3 ve 4. yıllarda indiğini düşünmek doğruya daha yakın görünüyor. Sûrenin
yerleştirilebileceği en münasip yer Saf sûresinin ardıdır. Saf sûresinde savaş
bağlamında dile gelen disiplin problemi, burada namaz bağlamında ele alı­
nır. Mü'minlere saf disiplinini kazandırmak için, onları C u m a ' d a c e m edip
toplamanın gerekliliği bir kez daha anlaşılmıştır.

C u m a sûresinin ana teması, Müslümanlara "yahudileşmekten sakının"


mesajıdır. Tevrat'ı taşıma ve yaşama sorumluluğu kendilerine yüklenip de
bu sorumluluğu yerine getirmeyen Yahudilerin durumu, "kitap yüklü eşek­
l e r e " benzetilir (5). Aslında bu, Kur'an'a benzer m u a m e l e y i yapacak olanla­
ra bir uyarıdır. Sûrenin girişinde vahyin ilk muhataplarının kitaptan mah­
r u m (ümmi) olmasının h a t ı r l a t ı l m a s m m nedeni de budur (2). Kitapların en
yücesine kavuştuktan sonra "kitaplı fakat kitapsız" duruma düşme yanlı­
şına dikkat çekilmektedir.

Müslümanların haftalık içtimasına katılımın, maddî hiçbir getiriye feda


edilmemesi gerektiği vurgulanır (9). Yahudilerin Cumartesi hilesinin altın­
da yatan dünyevileşme hastalığına bir i m â var gibidir. Bunun da temelinde
"rızık verenlerin en hayırlısı" olan Allah'a güvensizlik yatar. Oysa ki inan­
m a n ı n ahlâkî karşılığı "güven"dir (11).
100/CUMA SÛRESİ Nûzûl: 100 Mushaf: 62
* ^

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 GÖKLERDE olanlar da, yerde olanlar 5 TEVRAT'I taşıma sorumluluğu kendile­


da mutlak otorite sahibi, mukaddes, her rine verilip de sorumluluğunun gereğini
işinde mükemmel ve her hükmünde tam yerine getirmeyenlerin durumu, kitaplar
isabet sahibi Allah için hareket ederler. 1
yüklenmiş (fakat sırtındakinin değerin­
2 Daha önce kitaptan mahrum olan ve den bihaber olan) eşeğin durumu gibidir. 6

derin bir sapıklık içinde bulunan toplu­ Allah'ın âyetlerini yalanlayan toplumun
ma kendi âyetlerini okumak, onları arın­ temsil ettiği şey ne kötüdür! Ve Allah za­
dırmak, kitabı ve isabetli hüküm verme­ lim bir topluma rehberliğini bahşetmez.
y i öğretmek için kendi içlerinden bir El­
2
6 De ki: "Ey Yahudiler! Eğer siz, öteki
7

çi gönderen O'dur. bütün insanları dışlayarak sadece kendi­


8

3 Üstelik henüz onlara katılmamış (ama nizin Allah'ın dostları olduğunu iddia
katılmayı bekleyen] daha başkaları da ediyorsanız,, haydi ölümü temenni etse­
var: 3
Mutlak üstün ve yüce olan, her4 nize,- tabi eğer iddianızda sadıksanız?" 9

hükmünde tam isabet kaydeden O'dur. 7 Elleriyle yaptıkları yüzünden asla (ölü­
4 İşte bu, Allah'ın (hak edene) vermeyi mü) temenni etmeyeceklerdir: Allah zul­
dilediği lütfudur: Zira Allah büyük lütuf
5 me gömülüp gidenleri çok iyi bilmektedir.
sahibidir. 8 De ki: Bakın, şu kendisinden kaçtığınız

1 Benzer bir âyet, teşbih ile ilgili bir not ve çeliğine zerrece halel gelmez.
âyetin sonundaki esmanın bağlamla münase­ 5 Yahudice bir "seçilmiş kavim" düşüncesini
beti için bkz. 102/Haşr: 1. Bu, kozmik ilâhiye zımnen red. iman etmek kulun Allah'a lütfü
katılım çağrısıdır. Zımnen: Ya sen ey insan! değil, Allah'ın kula lütfudur (Krş:
Sen kim adına hareket ediyorsun? el-Melik ve 112/Hucurât: 17).
el-Kuddûs Allah'ın hayata aktif ve aktüel mü­
6 Yahudiler bölge Araplarını "kitapsız" (üm-
dahalesine, el-'Aziz insanı vahiy ile onurlan­
dırmasına (83/Zuhruf: 44), el-Hakîm de hük­ mî) oldukları için küçümsüyorlardı (Bkz: 2.
münde tam isabet sahibi oluşuna delalet eder. âyet). "Kitap yüklü eşekler" nitelemesi, bu te­
kebbürün temelsizliğini dile getirir.
2 Hikmet Kur'an'da, hüküm verirken iyiyi kö­
tüden ayırma yeteneği olan furkân'a (94/Baka­ 7 Yahudiliğin, icat edilmiş sentetik bir kimlik
ra: 53); bu yetenekle doğru hükme ulaşmaya olduğu gerçeğinden yola çıkarak bu hitap; "Ey
(68/Isra: 39); insanı doğru yola yönelten muha­ Yahudileşen Israiloğulları!" vurgusuyla da
kemeye (79/Enbiya: 48) delalet eder. anlaşılabilir (Bkz: 73/En'âm 146, not 127)

3 Bu, vahyin verdiği mucizevi bir ihbardır. 8 Min dûni'n-nâs, Yahudilerin kendileri dışın­
Mücahid, "başkaları" ile nebevi davetin mu­ daki herkesi ifade eden goyim (kavimler, öte­
hatabı olan tüm insanlığın kastedildiğini söy­ ki, kâfir, başkası) tasavvurunu ele veren bir
ler. Bu mucizenin gerçekleşip, Muhammedi ibaredir.
davetin kısa zamanda yeryüzünün dört buca­ 9 Yani: Allah'ın dostu olduğunu iddia eden
ğındaki sayısız kadın ve erkeğin yüreğine dünyevileşmez, aksine bir an önce dostuna
ulaştığına tarih şahit olmuştur. kavuşmayı diler. Fakat siz Hesap Günü'ne
4 el-Aziz isminin bağlamla münasebeti şudur: inanmıyor, ölümden köşe bucak kaçıyorsu­
insanlığın tümü Allah'a sırt dönse, O'nun yü- nuz.
Nüzul: 100 Mushaf: 6 2 t > < g > < . , 100/CUMA SÛRESİ t t > < g : ^ 845

ölüm var ya, işte o sizi mutlaka yakalaya­ namaza çağrıldığınızda, 12


alışverişi kese­
caktır. Ardından idraki aşan ve idrak edi­ rek Allah'ın öğüdüne koşun! Eğer (hayır 13

lebilen tüm hakikatleri bilene döndürü­ ile çıkar arasındaki farkı) bilirseniz, bu si­
leceksiniz: ve size yapıp ettikleriniz bir zin için daha hayırlıdır. 14

bir haber verilecek. 10 Ve namaz kılındığı zaman da, artık


yeryüzünde dağılın ve Allah'ın lutfundan
9 SİZ ey iman edenler! 10
Cuma g ü n ü 11

10 Zımnen: "Eğer iman iddianızda samimiy­ mazeretlerin dışındaki her tür meşgaleyi kap­
seniz, imanınızı isbat edip kitap yüklü eşek sar. Dünyevi bir çıkar, iki dünyayı kapsayan
durumuna düşmeyiniz!" bir hayra tercih edilemez. Bu, ilâhi içtimadan
11 İslâm'dan önce Cuma isminin kullanıldığı­ kaçmanın arkasında yatan temel sebeptir. Sa-
na dair sahih bir delil yoktur. Haftanın altıncı ib b. Yezid'den gelen rivayette de ifade edildi­
gününü Araplar 'arûbâ olarak adlandırıyorlar­ ği gibi Hz. Peygamber ve ilk iki halife döne­
dı. Cuma'nın Arapların haftalık istişare günü minde Cuma günü, imam minbere oturdu­
olarak tayin edilerek adına "Yevmu'l-'Arûbâ" ğunda tek ezan okunurdu. Hz. Osman döne­
denilmesi, Allah Rasulü'nün yedinci göbek minde İnsanlar çoğalınca, hazırlık yapsınlar
dedesi Ka'b b. Lueyy'e kadar gider. Fakat bü­ diye onun öncesinde bir ezan daha okunmaya
tün bu süreçte "cuma" ismi ortalarda yoktur. başlandı (Buhârî). Hz. Ali kendi hilafetinde
Bu, cami', cemâ'ah, içtima' gibi kavramlarla tekrar Hz. Peygamber dönemindeki tek ezanlı
akraba olan Cuma'nın, Kur'an vahyinin oriji­ uygulamaya döndü (İbn Aşur).
nal kavramlarından biri olduğuna delalet eder. 14 Cuma ilâhi bir içtimadır. Hz. Peygamber
Hz. Peygamber'in hicretinden önce Medi­ onu güneşin üzerine doğduğu haftanın en ha­
ne'deki mü'minler Cuma kılıyorlardı. Hz. yırlı günü olarak tebcil etmiştir (Müslim). O
Peygamber Medine'deki ilk Cuma'yı hicretin gün duaların icabet saati vardır. Bu içtima çağ­
5. günü Salimoğulları yurdunun mescidinde rısına, "Siz ey iman edenler!" hitabından da
uzun bir hitabe ile kıldırdı. anlaşılacağı gibi, tüm mü'minler dahildir. An­
12 Bu çağrı [ezan) konusunda doyurucu açıkla­ cak Cuma beş vakte ilave bir namaz değil, öğ­
malar için bkz. İbn Aşur, et-Tahrîr ve't-Ten- le namazı yerine ikâme bir namazdır. Bu yüz­
vir, bu âyetin tefsirine. den yolcu gibi geçici veya mahkûm gibi sürek­
li mazeretli sayılanların boyunlarından bile,
13 Zikrullah namazı değil, Said b. Müseyyeb
Cuma'yı eda ederlerse öğle namazının farziye-
ve Said b. Cübeyr'in dediği gibi bir yaygın eği­
ti düşer. Zaten Cuma'nın şartları arasında yer
tim olan hutbeyi ifade eder. Hz. Ömer, Cu­
alan "imkan" şartı, mazeret durumunda onun
ma'nın hutbeden dolayı kısaltıldığını söyler
(Cassas, Ahkâmu'l-Kur'an, Beyrut, 1405, V, yerini öğle namazının almasına delalet eder.
338). Hatta Ata, Mücahid ve Tavus gibi ikinci Bütün bunlar ayrım yapılmaksızın kadın-er-
neslin otoriteleri hutbeye yetişemeyenin Cu­ kek tüm mü'minler için geçerlidir. Cuma ko­
ma namazına iki rekat ilave etmesi içtihadın­ nusundaki nasları ve nebevi uygulamaları de­
da bulunmuşlardır (Cassas, ay.) Bununla, Cu­ ğerlendiren imamlar, "sıhhat şartları" konu­
ma'nın dört rekat olan öğle yerine ikame edil­ sunda farklı yorumlara sahiptir. Şehirde kılın­
diğini, asli kısmı olan ilk iki rekatını hutbeye ma şartı, belli bir sayıdaki cemaat ile kılınma
verdiğini kasteder. Bu, eğitimin, namaz gibi şartı, bir şehirde bir tek ve belirlenmiş bir ca­
farz kılınmasından başka bir şey değildir. Cu­ mide kılınma şartı, siyasi otoritenin yetkisi
ma'nın bir işlevinin de siyasal katılım olduğu şartı gibi şartlar bu cümledendir. Ne var ki,
hatırlanmalıdır. Alışverişi kesme emri, meşru Kur'an nassı ile sabit olan bir ibadet, bu tartış-
(payınıza) düşeni talep edin! A m a Allah'ı seğirtip seni (konuşurken) ayakta öyle bir
h i ç hatırdan çıkarmayın k i , 1 5
ebedi mut­ başına bırakıverdiler. 16
De ki: " A l l a h ka­
luluğa ulaşabilesiniz. tında bulunan, eğlenceden de, ticari men­

11 A m a onlar bir ticari menfaat veya bir faatten de daha hayırlıdır: zira Allah rızık

eğlence gördüklerinde, h e m e n ona doğru verenlerin en h a y ı r l ı s ı d ı r . 17

malı şartlar yüzünden sakıt olamaz. Bu şart­ u y u m arzeder: "Sizin için bundan böyle yok­
lardan yola çıkarak "Eğer sahih o l m a z s a " şüp­ sulluktan korkmuyorum, fakat asü sizin tıpkı
hesi ile C u m a l a r d a n s o m a kılınan "zuhr-i sizden öncekiler gibi dünyaya yönelmenizden,
âhâr" (veya "âhir") diye bir n a m a z m kılınma­ onların m a l yarıştırdığı gibi sizin de m a l yarış­
sının gerekçesi de bu ictihadi şartlardır. Bu, tırmanızdan, onların düşkün olduğu gibi sizin
niyeti niyet kılan " k a s ı t " unsuruna m a n i ol­ de dünyaya düşkün olmanızdan korkuyorum"
duğu için sakıncalıdır ve ibadeti yaralar. (Buhârî ve Müslim). Allah Rasulü bu olay üze­
15 Z ı m n e n : Allah'tan bağımsız hiçbir alan rine: "Eğer mescitte kimse kalmasaydı şu va­
yoktur, buna ekonomi de dahildir. Ticareti Al­ diyi ateş seü basardı" buyurmuştur (İbn Kesir).
lah'tan kopararak yahudileşmeyin. 17 Bu âyete dayanarak insan eylemlerinin tü­
mü üç a m a c a nisbet edilebilir: Hayır, yarar/çı­
16 Muhtemelen Cabir b. Abdullah'a ait (Dih-
kar, haz. Âyette birincisini eğitim, ikincisini
yetu'l-Kelbî'ye ait olduğu bilgisi yanlıştır) bir
kervanın Medine'ye C u m a vakti girişi üzerine, ticaret, üçüncüsünü eğlence temsil eder. Âyet

Allah Rasulü'nü hutbe verirken camide bir zımnen, "hayrı terk ederek yarar ve hazza ko­

avuç cemaatle bırakıp kervana koşan cemaate şarsanız, yarar ve haz hayırsızlaşır" mesajını

uyan. Allah Rasulü'nün A m r b. 'Avf tarafın­ vermektedir.


dan nakledilen şu uyarısı bağlamla t a m bir
Sûre "kesin ve açık delil" mânasına gelen Beyyine adını ilk âyetinden
alır. Bazı mushaflarda bu adla yer alsa da Hz. Peygamber'e isnad edilen
bir haberde lem-yekunillezine keferû diye anılır (Müslim ve Buhârî). Kayyi-
me ve Beriyye olarak da isimlendirilmiştir.

Sûrenin konusu, onun Medine'de indiğine delalet eder. Sûrenin içeriği


Mekke'de indiği yolundaki görüşleri desteklemez. Sûrenin kendisi kısadır.
Fakat âyetlerinin uzunluğu Medeni sûrelerle u y u m içindedir. İlk tertipler
sûreyi Haşr sûresinin önüne yerleştirir. Bu, Nadiroğulları kuşatmasının ya­
pıldığı 4. yılın Rebiulevvel ayı öncesine denk gelir.

Sûrede delil ile i m a n arasında dolaysız bir bağ kurulur. A n a fikri şudur: Kur­
tuluş kıdemli ve sabık olanın değil, hakikate sadık olanındır. Sûre boyunca
kendilerine atıf yapılan kitap ehli, Medine Yahudileridir. Onlar vahiy ve
nübüvvet gerçeğine i m a n ettikleri halde, son vahye ve son nebiye i m a n et­
mediler. Dahası vahiy ve nübüvveti inkâr eden müşriklerin safında yer al­
dılar. Üstelik bunu hakikatin apaçık delilleri geldikten s o m a yaptılar. Oy­
sa onlar önceleri, yakında gelmesi beklenen Nebi ile müşrik Arapları alt
edeceklerini iddia ediyorlardı (Bakara: 89). Hakikat, kesin ve açık delilleriy­
le ortada olmasına rağmen sırf hasetliklerinden inkâra saptılar (Bakara:
109).

Kitap ehli böyle yapmakla kendi kitaplarına ve peygamberlerine de güven­


sizlik sergilemiş oluyorlardı. Sûre bu tarihi olay üzerinden, doğal bir bek­
lentiyi dile getirir: Önceki vahye mensubiyet iddiasının isbatı, aynı zinci­
rin son halkasına imanda öne geçmektir. Oysa ki onlar, müşriklerden bile
geri kaldılar. Bir çok müşrik i m a n ederek Allah Rasulü'nün etrafında yer
alırken, onlar kurtuluşu teslimiyet ve sadâkatte değil kıdem ve sebkatte
aradılar.

Sûre bu örnek olay üzerinden her çağa ve herkese seslenir: Hakikat kendi­
sini her z a m a n ve zeminde farklı dillerden, farklı usul ve üslûplarla yeni­
den ifşa eder. Hakikatin yeni tecellilerini sırf 'bize' ait olmadığı veya kı­
demli olduğumuz için reddetmek, bu sûrenin azarına muhatap olmaktır.
Sûrenin son âyetlerinde onlar yaratıkların en şerlileri, böyle yapmayanlar
da yaratıkların en hayırlıları olarak nitelenmiştir.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 İNKARDA ısrar edenler, -ister kitap leri) bulunur. 5

ehline isterse şirki hayat tarzı edinenlere 4 Ama önceki vahiylerin mensupları dur­
mensup olsunlar- kendilerine hakikatin
1
dular durdular da, kendilerine hakikatin
açık delili 2
gelinceye kadar dışlanacak apaçık belgeleri geldikten sonra ayrılığa
6

değillerdi! 2 (O delil); tüm şaibelerden


3
düştüler. 7

arınmış sayfaları Allah'tan kendilerine


5 Oysa kendileri yalnızca Allah'a kulluk
ileten bir elçidir; 3 (o vahiylerin) içinde
4

etmek, din koyma yetkisinin sadece O'na


(önceki) kitapların ölmez yitmez (değer-

1 Kitap ehli ile müşriklerin üzerinde birleştik­ munfekkîn'i munfasılîn ve zâilîn olarak mâna-
leri inkâr son Rasul ve son vahiydi. Müşrikler landırır (et-Tefsiru'l-Kebir VII, 3-27). İbn Tey-
şirki hayat tarzı haline getirdikleri için böyle miyye tercihine "İnsan kendisinin başıboş bı­
adlandırıldılar. Kitap ehli bazen şirke düşseler rakılacağını mı sanıyor" âyetini şahit gösterir.
de şirki hayat tarzı haline getirmedikleri için Fakat bizce "başıboşluk" değil, infial kalıbının
farklı bir kategoriye tabi tutuldular (Krş: da delalet ettiği gibi "gönüllü bir dışlanma"
94/Bakara: 105). söz konusudur. Burada dile gelen hakikat, şu
2 el-Beyyine burada "herhangi bir delili" değil, âyette ifadesini bulur: "Helak olan hakkın
belirliliğin de delalet ettiği gibi "her delili" açık bir müdahalesiyle [beyyinetin) helak ol­
kapsar. Bir sonraki âyet bu delilin "risalet" sun, yine hayatta kalan da hakkın açık bir mü­
olarak tecelli ettiğini söyler (Krş: Ferrâ). dahalesiyle hayatta kalsın" (95/Enfal: 42).
3 Bazı müfessirler bu sûrenin ilk üç âyetine 4 Krş. 94/Bakara: 213.
mâna vermekte hayli zorlanmışlar ve bunları 5 Son vahiy kutubun kayyime, tüm vahiylerin
Kur'an'ın en zor âyetleri saymışlardır (Vahi- kalıcı değerlerini içinde barındırır,- İslâm da
di'den. Râzî). Özellikle munfekkîn kelimesi dînun kayyime (101/Beyyine: 5) olarak tüm
onları çok yormuştur. Tercihimize alternatif şeriatların kalıcı değerlerini içinde barındırır.
olabilecek iki mâna daha vardır: 1) "..kendile­
6 Bu "belgeler" önceki vahiylerde bildirilen
rine hakikatin açık delilleri gelinceye kadar
(kendi inanç sistemlerinden) kopmadılar". Bu gelecek peygamberle ilgili bilgiler olmalıdır
vakıaya aykırıdır. Zira müşriklerin yarısı ve [EskiAhid: Tesniye 18:15-19; incil: Yuhanna,
kitap ehlinin çoğu Nebi geldikten sonra da in­ 14:16, 26,30; Matta, 24:14-15).
kârı sürdürdüler. Zaten âyetin girişindeki elle­ 7 Zımnen: insanlığın değişmez değerlerinin
zine kefem süren durumu ifade etmektedir. öbür adı olan çağlar üstü islâmm amacı insan­
Kaldı ki, sûrenin 4. âyeti benzer bir mânayı za­ lığı ortak doğrular üzerinde birleştirmekti, fa­
ten söyleyecektir. 2) "..kendilerine hakikatin kat maksadı anlamayan müntesipler onu ihti­
açık delili olan (peygamber) gelinceye kadar laf ve ayrılığa dönüştürdüler. Kur'an bunun
(onun geleceğini ilan etmekten) geri durmadı­ sebebini de söyler: "aralarındaki kıskançlık
lar." Bu mâna kitap ehli için geçerli olsa da, ih­ yüzünden" (94/Bakara: 213). Bunun temelinde
mal edilebilir bir azınlık dışında müşrikler için de hakikate teslim olma değil, hakikati teslim
geçerli değildir. Zira onlar peygamber beklemi­ alma hastalığı yatmaktadır, ilâhî hikmet açı­
yorlardı. Tercihimiz bu üç âyetteki ihtimalleri sından bu, Allah'ın farklılığa izin vermesinin
teke indirmek için onlarca sayfa tahlil yapan ve insan için takdir ettiği iradenin doğal bir
İbn Teymiyye'nin de katılarak naklettiği hoca­ sonucudur (70/Hûd: 118 ve 94/Bakara: 253).
sı Ibnu'l-Cevzi'nin tercihidir. Ibnu'l-Cevzi Bu da ilâhi hakkaniyetin şuurlu varlıklardaki
Nûzûl: 101 Mushaf: 98 101/BEYYlNE SÛRESİ 849

mahsus olduğuna iman edip batıl olan 7 Şüphesiz iman eden ve imanına uygun
her şeyden uzak durmak, ibadeti hakkıy­ davrananlar da var işte onlar bütün yara­
;

la eda etmek, arınmak ve artmak için


8
tıkların en hayırlılarıdır. 11

verilmesi gerekeni vermekle emrohın- 8 Rableri katında onların ödülleri, zemi­


muşlardı: İşte insanlığın ebedi değerler ninden ırmakların çağıldadığı ölümsüz
sistemi budur. 9
güzelliğin üretildiği tarifsiz cennetlerdir;
6 Elbette inkârda ısrar edenler, -ister ki­ orada sonsuza kadar kalacaklardır: Allah
tap ehline isterse şirki hayat tarzı haline onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan
getirenlere mensup olsunlar- içinde ebedi memnun olmuştur. 12

kalmak üzere Cehennem ateşinin bağrı­ İşte bütün bunlar, Rablerinin sevgisini
na düşecekler: Onlar bütün yaratıkların yitirmekten korkanlar içindir.
en şerlileridir. 10

yansıması olan diyalektiğin bir gereğidir. iyi bozulunca en kötü olur. Burada küfür bir
Âlemlerin Rabbi aklın inkişafını bu yasaya önceki âyette tarif edilen ihlas ve hanifiyyetin
bağlamıştır. zıddıdır. "Canlıların en şerlisi", Allah'ın hak­
8 Sâlâfm "ibadet" anlamı için bkz. 43/Mer­ kını inkâr edendir. Allah'ın hakkını inkâr
yem: 59, not 65. eden kimin hakkını teslim eder ki?

9 Dînu'l-kayyimeh, takdiren dînu'l-milleti'l- 11 Zımnen: Meleklerden de hayırlı. Hasenat ile


kayyime olarak anlaşılabileceği gibi, suri iza­ sâlihât arasındaki fark için bkz. 13/'Asr: 3, not 5.
fet tabir edilen ve Arap dilinde örneği çokça 12 Veya: Onlar Allah'tan memnun oldukları
görülen bir sıfat tamlaması türü olarak da için Allah da onlardan razı olmuştur. Zımnen:
okunabilir. Çevirimizin gerekçesi de budur. Ey 'Allah razı olsun' diyen: Allah'tan razı mı­
10 Zımnen: Şeytan'dan da şerlidirler; zira en sın sen?

*£3£a*
Sûre Haşr adını 2. âyetinden alır. Ahirete ilişkin olarak kullanıldığında
" t o p l a n m a " anlamına gelen haşr, vakıaya uygun olarak burada "kalkış­
ma, a y a k l a n m a " vurgusu taşır. Tirmizî'nin naklettiği bir hadiste bu adla
yer almıştır. İbn Abbas'ın, sûreyi " H a ş r " diye anan Said b. Cubeyr'i Benî
Nadîr adıyla anması için uyardığını öğreniyoruz (Buhârî).

İbn Abbas'm isimlendirmesi, sûrenin muhtevasından yola çıkarak zamanı­


nı da ele vermektedir: hicri 4. yıl. Bu tarih, Nadirlilerin sürüldüğü tarihtir.
Bu Yahudi kabilesinin bölgeye gelişi 6 yüzyıl öncesine, bir rivayete göre ise
Hz. Musa dönemine kadar gider. Nadîroğulları, din adamları sınıfının ken­
di içinden çıktığı Harun soyundan gelen, Medine'nin tarım ve ziraatını
elinde tutan kabiledir. Sûrenin iniş nedeni de bu olaydır.

Hicretin ardından Hz. Peygamber, Medine Yahudileri ile bir ittifak sözleş­
mesi (Sahîfe) akdetti. Bedir zaferi üzerine Medine Yahudilerinden bir kısmı,
kendiliklerinden, Hz. Peygamber'in Tevrat'ın muzaffer olarak nitelediği
"beklenen peygamber" olduğunu ilan ettiler. Fakat Uhud' u yenilgi olarak
yorumlayıp nankörlük etmeleri, gücü kutsadıklarını ortaya çıkardı. Yapı­
lan sözleşmeye ihanet ederek, Kureyş'le ittifak yaptılar. Sözleşmeden do­
ğan, bir Müslüman'ın hataen işlediği bir cinayetin diyetine katılma yü­
kümlülüğünü yerine getirmediler. Bununla da kalmayıp, Allah Rasulüne
suikasta yeltendiler. Öncesi de var: Liderleri Ka'b b. Eşref daha Bedir'in ar­
kasından kara propaganda başlatmıştı. Mekkelileri kışkırtması yetmiyor­
m u ş gibi, İslâm cemaatinin en saygın kadınlarını küçük düşürmek için aşk
şiirleri yaydı. Neticede örtülü bir operasyonla cezalandırıldı.

Onların bu ihaneti üzerine, Hz. Peygamber onlara iki seçenek sundu: ya ye­
nilenin her şeyini kaybettiği bir savaş, veya servetleriyle birlikte Medine'yi
terk. Düşünüp karar vermek için on gün süre istediler. Kararlarını öğren­
m e k için gönderilen İbn Ubey, boyun eğmemelerini, kendisinin iki bin ki­
şiyle yardıma koşacağını vaad etti. Bu vaad üzerine Nadîroğulları İslâm'a
karşı isyan bayrağını çekti ve altı kaleleri de kuşatıldı. Bir kaç haftalık ku­
şatmanın ardından, yardım vaadinin boş çıktığını görerek teslim oldular.
Bu olay 4. yılın Rebiulevvel ayında yaşandı. Her üç aileye bir deve olmak
üzere, altı yüz develik bir kervanla göç ettiler. Evlerini kendi elleriyle yıkıp
kapı ve pencerelerine varana dek t ü m mallarını da götürdüler. Birkaç aile
hariç t ü m ü Suriye'ye yerleşti.
Sûrede anılan r e y ' işte Nadîroğullarının bıraktığı taşınmazlardır. "Gani­
m e t " anlamında kullanılan enia/'den ayrı olarak (Enial sûresinin girişine
bkz.) "Barış yoluyla elde edilen savaş gelirleri" vurgusunu taşır. Allah Ra­
sulü bu malları Ensara vermeyip, inançları uğruna yurt ve yuvalarını terk
eden muhacirler arasında paylaştırdı.

Bu sûre, adı geçen mallar üzerinden ahlâkî öğütler vermektedir. Özellikle


insan-servet ilişkisini işleyerek, yahudileşmenin en belirgin alametlerin­
den dünyevileşmeye dikkat çekmektedir. Nadîroğullarından geriye kalan
r e / i n muhacirlere verilmesinin gerekçesi, t ü m zamanlarda geçerli olan
m u h t e ş e m bir ilkedir: "(Allah böyle yaptı ki) servet, zenginleriniz arasında
dolaşan bir devlete dönüşmesin" (7). Münafıklarla Nadîroğulları arasındaki
gizli görüşmeleri mucizevi bir ihbar ile açıklayan âyetler, kâfirler arasında­
ki dayanışmanın özünde nasıl kırılgan olduğunu dile getirir: "Sen onları
birlik sanırsın, oysa ki kalpleri paramparçadır" (14).

Sûrenin sonu, Allah'a inanıp güvenen herkesi kapsayan bir sorumluluk çağ­
rısıdır: "Allah'ı unutan ve Allah'ın da kendisine öz benliğini unutturduğu
kimseler gibi o l m a y ı n " (19). Sorumsuzlukların en büyüğü ise, vahye karşı
kör ve sağır davranmaktır. "Biz bu Kur'an'ı bir dağa indirmiş olsaydık, dağın
Allah korkusuyla toz duman olduğunu görürdün" (21) denilerek, insana " E y
insan! Sen dağdan ve taştan daha mı hissizsin!" mesajı verilmektedir.

Vahyin zirvesi, Allah'ın zatı hakkında konuştuğu bölümlerdir. İşte bu sûre­


nin son üç âyeti o zirvelerden biridir. Allah Rasulü, Allah'ı tanıtan bu âyet­
lerin her günün sabahında okunmasını, yani m ü ' m i n i n her gününün ilk
gündeminin Allah olmasını (ki okumanın a m a c ı budur) tavsiye eder (Tir-
mizî). Bu tavsiyede, bu âyetlere başlarken istiaze okunması da yer alır. Bu
zihne abdest aldırma tavsiyesi, dahası, m u t l a k hakikat olan Allah hakkın­
da düşünürken Allah'a sığınma tavsiyesidir. Bunun a m a c ı bellidir: insan
aklının m u t l a k zatını kavramaktan aciz olduğu Allah'ı, e s m a ve sıfatıyla
bilmek, tanımak, anlamak. Z a t e n sûre de, Allah'ı bilme, t a n ı m a ve anlama
vesilemiz olan 16 isim-sıfatm geçtiği âyetlerle son bulur. Kur'an'da İlâhî es­
m a n ı n peş peşe en çok geçtiği yer bu âyetlerdir. Verdiği mesaj ise açıktır:
Dünya fani, Allah bakidir.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN A D M U L

1 Göklerde olan her şey ve yerde olan her S Allah onlar içini sürgünü takdir etme­
şey Allah için hareket etti de,, (bu sonuç miş olsaydı, elfeett onlara dünyada (daha
öyle alındı): zira O'dur her işinde m ü ­
1
beter) msahrum%elı yaşatırdı; z a t e ^ öbür
kemmel olan, her hükmünde t a m isabet dünyadaki ateşim azabı onları beklemek­
kaydeden. 2 O'dur kitap ehlinden nan­
2
tedir.
körlük edenleri ilk kalkışmada yurtla­ 3
4 Bü onların Alİahfâ ve O'nun elçisine
rından çıkaran. Siz onların bırakıp gide­ karşı konuşlanmaları, yüzündendir; kim
ceklerine zerrece ihtimal vermemiştiniz, de Allah'a karşı konuşlanırsa, unutmasın
onlar da kalelerinin kendilerini Allah'a ki Allah'ın azabı çetindir.
karşı savunacağını sanmışlardı. Allah on­
5 Onların hurma ağaçlarından her ne kes­
ların (üzerine) hiç beklemedikleri yerden
miş veya kökü üzerıe: bırakmışsanız, hep­
geldi ve kalplerine korku saldı: haneleri­
si de Allah'ın izniyle olmuştur; gerekçe­
6

ni kendi elleriyle ve mü'minler eliyle ha­


si de sapkınları cezalandırmaktır.
rap ettiler. 4

6 Yine Allah'ın, o kimselerden alıp Elçi-


Şu halde, ibret alın ey ileri görüş sahipleri? 5

1 Zımnen: "şu halde bu başarıyı Allah'a borçlu­ 2 Âyetin Azîz ve Halam esmasıyla bitmesi şu­
sunuz". Sebbaha'mrı geçmiş zaman kipiyle ge­ na işaret eder: Olaasu biten açıktır; en sonunda
lişi, elde edilen parlak sonucun sebeplerinin tek mükemmel olan Allah galip gelmiştir,- zi­
geçmişte aranmasına işaret eder (Bkz: 9/A'lâ: I, ra O'dur Azîz olan. Şimdi anlaşılmış olsa da,
not 2). Her şeyin O'nu teşbih ettiğini söyleyen başından beri yaşamaklar hikmetsiz değildi; zi­
Isrâ 4 4 . âyetin sonu, tesbîh'i sadece "işitilen" ra O'dur Hakîm o t o .
bir şey olarak anlamamak gerektiğini telkin 3 Haşr*in inbi'âs vurgusuyla (MeJcâyis).
eder. Tesbîh, kelimenin tersinin mânanın tersi­
4 NadîroğuMarı kabilesinin geçmiş ve gelece­
ni ifade ettiği kelimeler gurubuna girer [sebeha-
ğine dair çok özel ve özgün bilgi için bkz. ibn
habese, ketebe-beteke, derre-redde, şerefe-fere-
Aşur, et-Tabrir ve**-Tenvir.
şe, nehera-rahene, cebbe-becce, sereha-harese,
'aşeka-kaşe'a gibi). Sebeha, "tek basma kaldı, 5 î'tibar, iftiâl babının yapısı gereği, eşyamın
uzağa gitti, ayrılıp uzaklaştı" karşılığıyla, "zih­ hakikatim, sebep, sonuç ve gerekleriyle birilik­
nî soyutlamayı" da kapsar. Soyutlama, zihnin te kavrayıp icabını yerine getirmek demektir.
yüceltmesi ve bu sayede yücelmesidir. Akıl so­ Bir başka açıdan, lafzı meale, meali mânaca,
yut düşünceyle yücelir, ilk muhataplar soyut mânayı maksada, maksadı hakikate perde
düşünemiyorlar, bu da onları "uzak ilâh" inan­ yapmamak, satırların sadırlarına geçmektir.
cına sürüklüyor ve "uzak" olana yaklaşmak 6 Yani: "Allah'ın bilgisi dahilinde". Zımnen:
için aracılar koyuyorlardı. Onları şirke götüren Allah'ın izin vermediği durumlarda savaşta
sebep de buydu. Tesbîh'te bilinç şart değilken, bile ağaç kesemezsiniz. Mü'minler çok strate­
zikfde bilinç şarttır. Bu girişin hatırlattığı şu­ jik bir mıntıkada yer alan en az iki en çok altı
dur: Allah'ın tasarruf ve takdiri, insanların dav­ hurma ağacını kesmişler, Yahudiler bunu fır­
ranışlarına göre tezahür eder. Dişli ve güçlü bir sat bilerek "Sana inen mesajda buna da mı yer
düşmanı bir tek kayıp vermeden def eden var?" diye Rasulullah'ı itham etmişlerdi. Bu
mü'minlere zımnen şöyle deniliyor: Siz de, on­ âyet, istismara dayalı söz konusu ithamı red
lar da bu sonucu asla hesap etmiyordunuz. için indi.
Nûzûl: 102 Mushaf: 59 . lOil/HAŞRSCteSt 853

si'nin tasarrufuna verdiği kansız ve z.ah- culara 11


aittir: 12
bunu böyle yaptık ki,
metsiz savaş gelirleri; üstelik (onu t de
7 servet (suf!) zengin sınıflarınız arasında
geçirmek için) ne atlı ne de develi akı n- 8 dolaşan bir güç ve iktidar aracına dönüş­
lar düzenlemiş de değildiniz; ne var iti
9 m e s i n . İmdi, Rasul size (ondan) ne (pay)
13

Allah, elçilerini dilediğinin basma sarar: verirse onu alın, ama size vermediği şey­
ve Allah her şeye güç yetirendir. de de ısrarcı olmayın: Allah'a karşı so­
7 Allah, malum beldelerin sakinlerinden rumlu davranın,- unutmayın ki Allah ce­
alıp iade ettiği tüm savaş gelirlerinin so­ zası çetin olandır.
rumluluğunu Rasulüne vermiştir: 10
Ar­ 8 (Bu gelirler), yurtlarından ve malların­
tık (bu gelirler) Allah'a, Rasulüne, (onun) dan uzaklaştırılan muhacirler arasındaki
yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yol- fakirlere (verilir); Allah'tan kendilerine

7 Fey', "geri dönmek, iade etmek, aslına rücu" 88/Rûm: 38, not 45).
mânasına gelir. Bu kök, kanlı-kansız meşru 12 Ganimetin beşte biri Bedr'in ardından inen
savaş ganimetinin mantığını da ele veriyor: Enfâl 41'de sayılan kalemlere, geri kalanı mü-
Allah'ın kullara ikram ettiği serveti, ona nan­ cahidlere taksim edilir. Fakat bedelsiz savaş
körlük edenlerin elinden alıp itaat edenlere ia­ gelirlerim ifade eden fey'de iki ayrı kalem var­
de etmek. Fey', "gölge" anlamına da gelir. Ya­ dır: Birinci kalem 6. âyetteki gibi gayr-ı men­
ni, "dünya malı gölgedir, asıl değildir" iması kullerdir. Bunların tamamı Allah Rasulü'nün
taşır. tasarrufundadır. ikinci kalem 7. âyette ifade
8 Veya rikâb'm kök anlamından yola çıkarak: edilen menkullerdir. Bunların tümü 7. âyette
"ne de üzengi vurup mahmuzladınız". sayılan sınıflara taksim edilir. Ganimet ve fey'
9 Bu ibare, ganimet ile fey' arasındaki farkı or­ hukuku savaş ahlâkının bir parçasıdır. Savaş­
taya serer: biri "alınan" diğeri "bırakılan/iade çıyı mal için can avcılığına teşvik eden keyfi
edilen" olmasıdır, ilki zahmet karşılığı bir be­ paylaşım esasına dayalı cahiliyye taksiminin
del, ikincisi ilâhi yardımla gelen ödüldür. Her yerine ikame edilmiş, çapula son verilmiştir.
ikisinde de elde edilen her şey, kamu malı ad­ Çapulda savaşçı elde ettiği malı zimmetine
dedilerek meşru otoriteye teslim edilir. geçirirdi. Vahiy çapulu "kamu malı yeme"
[ğulul] saymış ve çapul yapmaya kalkan mü­
10 Bu gelirlerden ne anlaşılacağı, 6 ve 7. âyet­
cahidi ganimetten de mahrum etmiştir (Bkz:
lerin aynı durumu mu yoksa iki ayrı durumu
98/Âl-i Imran: 161).
mu düzenlediğine bağlı olarak tartışılmıştır.
İkinci durumda, "Malum beldeler" ile Nadîr- 13 Ganimet ve fey' dağılımında esas alınacak
lilerin ardından yine kansız biçimde fethedi­ ölçü, dünya durdukça duracak bu ahlâkî gerek­
len yerleşim merkezleri, onlardan "alınan" ile çe olmalıdır. Allah Rasulü Hayber'in fethinden
de, öncekinin aksine vatandaşlık vergisi olan sonra bu arazilerin bir kısmının sahipleri tara­
"cizye" ve toprak vergisi olan "haraç" gibi fından yarıcı usulüyle işlenmesine izin verdi.
menkul gelir kalemleri kastedilmiş olmalıdır. Mekke savaşla fetholunduğu halde arazileri ga­
Bu durumda âyetin ille de bir-iki yıl sonra na­ nimet olarak mücahitlere dağıtılmadı. Hz.
zil olması gerekmez, ilâhî bir ihbar olması da Ömer, âyeti lafzî olarak değil gerekçesine ba­
muhtemeldir. Bu tartışmaya Enfâl 41 de dahil karak tatbik ettiği için Irak'taki Sevâd arazile­
edilince ihtilaf daha da çeşitlenmiş, var sayı­ rini savaşçılara paylaştırmak yerine, eski sa­
lan çelişki nesh teorisiyle çözülmeye çalışıl­ hiplerine zimmetlemişti. Böylece hem topra­
mıştır (ibn Aşur). ğın işlenmesini sağlayıp gelirinden pay aldı,
hem de toprak ağaları oluşmasını önledi.
11 Lafzen: "yol oğlu" (Açıklaması için bkz.
ulaşacak bir lütuf ve rızanın peşine dü­ daşlarına 17
şöyle diyebilecekleri aklına
şen, Allah'a ve Rasulüne yardım eden gelir mi: "Eğer siz çıkarılırsanız kesinlik­
kimseler bunlardır: İşte onlar, evet onlar le biz de sizinle birlikte çıkacağız; sizin
(iman) sözüne sadık olanlardır. hakkınızda hiçbir kimsenin sözüne ebe­
9 Bir de, onlar (gelmeden) önce kendileri­ diyen itibar etmeyeceğiz; yok eğer size
ne yurdu hazırlayan ve imanı (yerleşti­ karşı savaş açılırsa kesinlikle size yardım
ren) kimselere (verilir); onlar kendileri­
14 edeceğiz"? Allah şahit ki, onlar yalancı­
18

ne sığınan muhacirleri severler, diğerleri­ nın daniskasıdırlar. 12 Eğer onlar çıkarıl-


ne verilenlerden dolayı içlerinde bir ha­ salar, berikiler onlarla beraber çıkmazlar;
sislik duymazlar,- dahası kendileri çok onlara karşı savaş açılacak olsa yardım
muhtaç halde bulunsalar da, başkalarını etmezler,- tut ki yardım ettiler, sonunda
kendilerine tercih ederler. Evet, başkası­ arkalarını dönüp kaçarlar da, kimseden
nın elindekine göz dikmekten korunan­ de yardım alamazlar. 19

lar var ya: işte onlar kurtuluşa erenlerin 13 Elbet onların içlerine Allah'tan daha
ta kendileridir. 15
çok sizin korkunuz sinmiş: bunun gerek­
10 Onlardan soma gelenler şöyle yakarır- çesi, onların sığ anlayışlı bir topluluk ol­
lar: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman­ malarıdır. 20

la göçüp gitmiş olanları bağışla! İman 14 Onlar ittifak kursalar dahi, müstah­
edenlere ilişkin gönlümüzde en küçük bir kem mevzilerde olmadıkça, ya da sur dip­
kin 16
bırakma! Rabbimiz! Şüphe yok ki lerine 21
saklanmadıkça sizinle savaşmayı
Sen çok şefkatli, çok merhametlisin! göze alamazlar. Kendi aralarında şiddetli
bir rekabet vardır; sen onları birlik için­
22

11 NİFAKTA direnenlerin, önceki vah­ de sanırsm, ama kalpleri darmadağınıktır:


yin mensuplarından küfre gömülen yol- Bunun gerekçesi de, onların aklını kullan-

14 Veya vaVm. "beraberlik" vurgusuyla: 23/Felak: 5 not 8.


"iman ile bu yurdu hazırlamış olanlara". 16 Ğıll için bkz. 56/A'râf: 43, not 36.
15 Buhl, kendi elindekini başkasından kıskan­ 17 Lafzen: "kardeşlerine".
mak, şuhh başkasının elindekine göz dikmek­
18 Benzer bir durum için bkz. 95/Enfal: 48, not 55.
tir. Allah Rasulüne bir zat gelerek açlıktan
dizlerinde derman kalmadığını söyledi. Allah 19 Bu âyetler nifakın bir inanç problemi ol­
Rasulü "Bu zatı misafir edecek biri var mı?" maktan çok bir "inanç ahlâkı" problemi oldu­
dedi. Ebu Talha kabul etti ve eve götürdü. Ev­ ğunu gösterir.
de bebeklerinin yiyeceğinden başka bir şey 20 Korkuda şirk, Allah dışında bir şeyden Al­
yoktu. Ebu Talha eşine,- "Onu uyut, kandili lah'tan korkar gibi korkmaktır. Âyet korku
bir biçimde söndür, biz yermiş gibi yapalım, terbiyesini inşa ediyor [Rehb için bkz. 67/Ka­
misafiri doyuralım" dedi. Ertesi sabah Rasu­ sas: 32).
lullah "Allah bu gece falan aileden razı oldu" 21 Buradaki min edatının anlama katkısı için
dedi. îsâı, "kendi ihtiyacı olduğu halde, başka­ bkz. 112/Hucurât: 4, not 4.
sını kendisine tercih etmek" anlamına gelir.
22 İbn Abbas'a dayanarak, be's'e bu bağlamda
Buhl, şuhh, isâr yanında,- hased, gayret, ğıbta,
verebileceğimiz en uygun karşılık (Krş:
sehavet, cûd ve raicr kavramları için bkz.
56/A'râf: 165, not 128).
mayan bir topluluk olmalarıdır. ne hazırladığına bir baksm! Ve (bir kez
15 (Onların akıbeti de), kendilerinden he­ daha): Allah'a karşı sorumlu olduğunuzu
men önce yaptıklarının acısını tadanların bilin! Çünkü Allah yaptığınız her şeyden
akıbetine benzeyecektir,- 23
dahası onları haberdardır. 26
19 Aman ha, kendileri Al­
can yakıcı bir azap beklemektedir. lah'ı unutan, bunun sonucu olarak da Al­
lah'ın kendilerini bizzat kendilerine
16 Tıpkı malum Şeytan örneğinde olduğu
unutturduğu sorumsuzlar gibi o l m a y ı n ! 27

gibi: Hani o insana "inkâr et" diye telkin


İşte onlar, evet onlardır yoldan sapanlar.
eder, ona uyup inkâr edince de "Ben senin
yaptığından sorumlu değilim, çünkü ben 20 Ateşe lâyık olanlarla cennete lâyık
âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarım" der. 24 olanlar, asla bir tutulamazlar: cennete lâ­
yık olanlar var ya, işte onlardır kurtuluşa
17 Sonuçta o iki (zümre)nin akıbeti de,
25

erenler. 28

içinde yerleşip kalacakları ateş olacaktır:


zira, zalimlerin cezası budur.
21 EĞER Biz bu Kur'an'ı bir dağa indir­
miş olsaydık, onun Allah'a saygıdan bo­
18 SİZ ey iman edenler! Allah'a karşı so­
yun eğmiş bir halde şerha şerha yarılıp
rumlu olduğunuzu bilin! Şimdi herkes,
eridiğini 29
görürdün. 30

(kendisine) malum olmayan bir yarın için

23 Buradaki tarihsel atıf, hem yaptıklarının acı­ m ifade eder.


sını Bedir'de tadan Müşriklere, hem de sürülen 27 Bir önceki âyet "sorumlu davranma" çağn-
ilk Yahudi kabilesi olan Kaynukaoğullarınadır. sıydı, bu âyet ise "sorumsuzluğa karşı" uyarı.
24 Bu "şeytan"lar, 11. âyette tarif edilen müna­ Tevbe 68 ile de teyit edilen bu psikanalitik
fık tipler olmalıdır. Önce ayartırlar, soma da hiç­ ifade, nifak psikolojisinin iç yüzünü ortaya se­
bir sorumluluk üstlenmezler. Şeytan'ın "Ben rer. Zımnen: Münafık yalnızca başkalanna
Allah'tan korkarım" demesi, münafıklığını gös­ münafıklık yapmaz. Nifakı giderek öyle be­
terir. Bu pasajm en çarpıcı yanı, Şeytan rolüne, nimser ki, artık kendi kendisinin de münafığı
inkarcı Yahudilerin değil münafıkların lâyık gö- olur. Kendi kendini unutmak budur. Kendini
rülmesidir. Zira onlar Yahudilerin gözünde hain unutan kendine yabancılaşır, kendine yaban­
ve dönek, Müslümanların gözünde onursuz ve cılaşan giderek kendisiyle kavgalı hale gelir.
alçak konumuna düştüler. Sonuç: Her nifakta Kendini unutandan, şahdamarından yakın
bir şeytanlık gizlidir (Benzer temsili diyaloglar olan Allah'ı hatırlaması beklenemez. Dolayı­
için bkz. 65/lbrahim: 22; 36/Kâf: 27). sıyla insanın kendine uzaklaşması, aynı anda
25 Buradaki ikil zamir, 16. âyetteki Şeytan ve Allah'tan uzaklaşması anlamına gelir. Tıpkı
onun aldattığı insan temsili üzerinden 11. tersinin de doğru olduğu gibi. İnsanın Allah'ı
âyette anılan inkarcı Yahudi ve münafıkları unutmasından Allah zarar görmez, fakat bu
ifade eder. kendine yabancılaşmayı getirdiği için, insan
zarar görür ve hepten kaybeder.
26 Allah, kendisine karşı sorumluluk yolunda
ne çaba sarf ettiğinizi ve nereye kadar gücü­ 28 Sinsi ve münafık Şeytanları dinlediği için
nüz olduğunu bilir. Nifakla ilgili bir pasajm kendini unutan sorumsuzların varacağı yer
ardından ahiretin gelmesi tesadüf değildir. Ni­ ateştir. Sorumlu davranmak isteyen kimse,
fak probleminin temelinde tek dünyalılık ya­ Şeytan'ı değil vahyi dinlemelidir. Bir somaki
tar. Tek dünyalı olanın iki yüzü olur. Deva­ âyetle bu pasajın münasebeti budur.
mındaki âyet, nifakın temelinde neyin yattığı- 29 Te/ıattum'dan farklı olarak tesaddu'sert ve
856 ^ , 102/HAŞRSÛRESİ > > ; < ^ N û z û l : 102 Mushaf: 59
)

işte bu türden temsili anlatımları, insanların len her şeyin âlimi sadece O'dur; O özün­
önüne, belki düşünürler diye koyuyoruz. 31 de merhametli, işinde merhametlidir. 34

22 O , 3 2
kendisinden başka ilâh olmayan 23 O, kendisinden başka ilâh olmayan
Allah'tır: 33
İdrak edilemeyen ve edilebi­ Allah'tır: varlığın mutlak hakimidir, 35

katı cisimlerin zilletten dolayı değil azamet­ mâ'da düşmesi bunun delilidir. Aslı hu'dur.
ten dolayı parçalanıp dağılmalarına, eriyip ak­ Hu görünürde bir ses ise de, özünde bir nefes­
malarına denir. tir. Can taşıyan her varlık, aldığı her nefesle
30 Zımnen: Ama ey insan, biz onu dağa-taşa " 0 " n u anar. Nefes canlılığın alametidir. Var­
değil sana indirdik! Sen ona karşı neden bu ka­ lık ilâhi bir nefestir. Celal ve cemalin tecellisi
dar hissiz, vurdumduymaz ve aldırmazsın? olan kevn ve fesad, bu nefesin veriliş ve alını­
Huşu', kalp fiillerindendir ve sadece akleden şını temsil eder. Nefes alan canlılar içerisinde
kalp sahibi varlıklar için kullanılır. Burada iradesiyle temayüz eden insan, teşbihi zikre
dağ için kullanılmış fakat Kur'an'ın iniş şartı­ çevirerek sorar: O kimdir? Vahyin verdiği ce­
na bağlanmıştır. Bu gerçekleşmediğine göre vap, aslında idrakin derinliklerinde yatan bu
burada bir varsayım olarak kullanılmıştır. Ze­ soruya vicdanın verdiği cevabın ta kendisidir:
mahşerî hidayet rehberi olan Kur'an'ın bu O Allah'tır. İşte bu nedenle, mutlak ateizm
âyette kullandığı üslubu tahyîl (zihinde can­ imkansızdır.
landırma) ve temsil (sembolizm) olarak nite­ 33 Esma'dan murad Allah'ın kendisiyle nite­
ler. Âyetin bir çok çağrışımı vardır: 1) Eğer lendiği sıfatlardır. Haşr bir el-esmâu'l-husnâ
Kur'an taşa inmiş olsaydı onu da akıllandırır süresidir. 24 âyetlik sûrede 28 Allah ismi, 13
ve duygulu yapardı. 2) Kur'an dağa-taşa değil Allah'a dönen zamir, 23 ilâhi sıfat yer alır. Son
de insana indiyse, bu onun akleden bir kalp üç âyette ardı ardına hepsi de farklı 16 esma
sahibi olmasından dolayıdır (Krş: 58/Ra'd: 31). sıralanır. Kur'an'ın zirvesi, Allah'ın Allah
Hz. Musa'nın gözleri önünde Rabbin dağa te­ hakkında konuştuğu yerlerdir. Bunların en ba­
cellisi ile ilgili bkz. 56/A'râf: 143. Son tahlilde, şında bu sûrenin son kısmı gelir. Zira bu âyet­
başta münafıklar olmak üzere, vahyin azame­ ler, Allah'ı bilme, tanıma ve anlama yolunda
tini hissetmeyen tüm çevrelerin taş kalpli ol­ insanoğluna âlemlerin Rabbi tarafından uza­
duğunu îmâ eden bir âyettir. tılmış bir kartvizit mesabesindedir. Haşr sûre­
31 Kıssadan hisse: Kur'an'ın ebedi mesajı kar­ sinin son âyetlerinin önemi konusunda nakle­
şısında titremeyen her kalp, eğilmeyen her dilen tüm rivayetler, bu çerçevede anlaşılma­
baş, taş kesilmiş demektir, taş! lıdır. Hepsi de, bu tür zirve bölümlerin Allah'ı
tanıma ve anlamadaki önemine dikkat çekme
32 Tüm ilâhi esma Allah'a döner, Allah has is­
amacı taşır. Zira bu esma bizi Allah'a ulaştı­
mi ise, burada olduğu gibi sadece huve'ye dö­
ran meşru vesilelerdir: "En güzel isimler Al­
ner. Huve Zat'ın "ayn"ını, yani bireysel cev­
lah'a aittir; o halde O'na onlarla yal varın"
heri ifade eder. Allah kelimesi, dilde başlayıp
(56/A'râf: 180; krş. 44/Tâhâ: 8 68/lsra: 100).
ciğerde biten bir ses düzenine sahiptir. Bir kez ;

Allah diyen, iman ağacının dıştan içe doğru 34 Önceki pasajla münasebeti: mü'minlere
dört unsuru olan amel-ikrar-tasdik-marifet sü­ tek kişinin burnu kanamadan zahmetsizce ve­
reçlerinin tamamını yaşar. Dıştan içe, müşah­ rilen (ey', işte bu merhametin tecellilerinden
hastan mücerrede, şehadet âleminden gayb sadece biridir.
âlemine... Ğayb-şehadet ikilisinde, Allah'a 35 Yani: Mülkün hakiki malikidir. Onun mül­
nisbet edildiği için ğayb önce gelmiştir. Huve kü verince azalmaz, çünkü mülkünü verdiği
zamirinde son harf zaittir, ikil form olan hu- insan da O'nun mülküdür.
kutsalın kaynağıdır, 36
mutlak kurtuluş 24 O Allah'tır,- mutlak yaratıcıdır, 41
var
ve huzurun membaıdır, güven ve iman ettiğinin ilk örneklerini yaratandır, ya­
verendir, (iyi ile kötüyü belirlemede] rattığı ilk örneklere suret giydirendir.
mutlak otorite sahibidir, 37
mutlak üstün En güzel nitelikler ve tüm mükemmel­
ve yüce olandır, her şartta iradesini yürü­ likler Allah'a mahsustur: 42
Göklerde ve
tendir, büyüklüğünde sınırsız olandır.
38 39
yerde olan her şey O'nun adına hareket
Eşsiz yüce olan O, onların şirk koştukla­ eder: 43
zira O'dur her işinde mükemmel
rı her şeyin ötesindedir, aşkındır. 40
olan, her hükmünde tam isabet eden.

36 Hiçbir şey kendiliğinden kutsal değildir. yerde de (44/Tâhâ: 8; 56/A'râf: 180; 68/Isra:
Bir şeyi ancak O mukaddes ve mübarek kılar. 100] "O'na mahsustur" anlamı veren tahsis
Onun kutsamadığını kutsal bilmek Allah'tan lâm'ı ile gelir. Aşkın ve mutlak varlık, zatı
rol çalmaya yeltenmektir. hakkındaki bilgiyi insan idrakine esma vesile­
37 Parantez içi açıklama için muheymin keli­ siyle indirmiştir. Allah diyenin aklına ne gel­
mesinin kullanıldığı 108/Mâide: 48'e bkz. mesi gerektiği esma aracılığıyla cevaplanmış­
tır. İnsan idraki mutlak olanı bütün gerçekli-
38 Veya: "Her eksik ve ihtiyacı giderendir".
ğiyle kavrayamaz. Bundan dolayıdır ki soru
39 Lafzen: "Büyüklenmek O'nun hakkıdır". sormaya Allah'tan başlamak yanlış yerden
Mutekebbir kalıbı burada tekellüf değil tazim başlamaktır. Esma, bilince bilinenden bilin­
ve mübalağa ifade eder. Bu âyetlerin inişine meyene doğru bir yol çizer. Bu yüzden İlâhî
neden olan Nadîroğulları sürgünü, burada sa­ esma müteşabihtir. Husnâ, ism-i tafdil olarak
yılan İlâhî esma ve sıfatın tümünün tecelli et­
"en güzel", sıfat olarak "güzel" mânasına ge­
tiği tarihsel bir aynadır. Bu esmanın tecellisi,
lir. Aslında el-esmau'l-husnâ terkibi mutlak
o ana yerleştirilen bu aynadan yansımaktadır.
mükemmelliği vurgular. Burada soru şudur:
40 Krş. 88/Rûm: 40. Mutlak mükemmellik kavranabilir mi? Elbet­
41 Zımnen: O'ndan gayrisi yaratılmıştır. te hayır. Belki de"Rabbini an!" yerine "Rabbi­
Halk, bir şeyi özel bir suret vererek icat et­ nin ismini an!" denilmesinin nedenimde budur.
mektir. Âli îmran'da bu anlamıyla Hz. İsa'nın 43 Zımnen: Fakat bir sen bu kâinat ilâhisine ka­
fiiline izafe edilir. Allah için halk, hem eşyayı tılmak yerine çatlak ses çıkarırsın ey insan! Se­
yoktan var etmeyi, hem de yarattığı hammad­ nin böyle yapman O'nun yüceliğine halel getir­
deden yeni eşya var etmeyi ifade eder. mez. Ama, seni yaratması da hikmetsiz değildir.
(Tesbih'e dair bir not için bkz. 50/Vâkı'a: 74.)
42 el-Esmâu'l-Husnâ, Kur'an'da geldiği dört
Sûre " i k i y ü z l ü l e r , m ü n a f ı k l a r " a n l a m ı n a gelen Munâfıkûn adım m u h t e -
vasmdan alır. T ü m zamanlarda v e m e k â n l a r d a rastlanan i k i y ü z l ü tipin
adeta psikanalizini yapar. D a h a i l k nesilden itibaren bu adla a n ı l m ı ş t ı r .

M e d i n e ' d e i n m i ş t i r . T e b ü k seferinde indiği rivayetini v a k ı a doğrulamaz. Z i ­


ra bu seferin yapıldığı 9. yılda M e d i n e ' d e m ü n a f ı k l a r e t k i l e r i n i yitirmişler­
di. M ü n a f ı k elebaşı İbn U b e y ' i n 8. âyette alıntılanan sözü, siyer ve tefsir
otoritelerinin çoğuna göre M u s t a l i k o ğ u l l a r ı seferinde s ö y l e n m i ş t i r . V â k ı ' a
da b u n u doğrulamaktadır. Bu durumda sûrenin iniş tarihi h i c r e t i n 5. yılı ol­
malıdır. Sûre M ü c a d i l e sûresinin h e m e n ö n c e s i n e yerleştirilebilir.

Sûrenin i n i ş i n e neden olan olay, şöyle özetlenebilir: M u s t a l i k o ğ u l l a r ı sefe­


rinde Ensar'dan biriyle m u h a c i r l e r d e n biri arasında su sırası yüzünden kav­
ga çıkar. M ü n a f ı k elebaşı İbn U b e y bu kavgayı ç i r k i n e m e l l e r i n e alet e t m e k
i ç i n i s t i s m a r ederek Ensar tarafını tutar. M u h a c i r l e r d e n rahatsızlığını ifade
eder ve M e d i n e ' y e döndüklerinde " ş e r e f l i n i n şerefsizi s ü r e c e ğ i n i " söyler.
D u r u m Hz. Peygamber'e haber verilince, onu çağırtarak sözün aslını kendi­
sinden sorar. Fakat kendisi i n k a r eder. V a h i y y a l a n ı m ortaya ç ı k a r ı n c a Ra-
sulullah'tan özür dilemesi teklif edilir, fakat o b u n a y a n a ş m a z (İbn Kesir).

Nifak, i m a m ciddiye a l m a m a , " i m a n a h l â k ı n d a n " m a h r u m o l m a olayıdır.


Bu vasfıyla bir akide problemi o l m a k t a n daha ç o k bir a h l â k problemidir. En
t e m e l i n d e çarpık bir A l l a h tasavvuru ve ahirete i n a n a m a m a yatar. Kur'an
insanları i n a n ç açısından ü ç e ayırır: M ü ' m i n , kâfir, m ü n a f ı k .

Sûre bir şahsiyet parçalanması olarak nifakı tarihsel atıflar ve şahıslar üze­
rinden işler. O n l a r inandık derken yalan s ö y l e m e k t e , h a t t a yalan yere ye­
m i n e t m e k t e d i r l e r (1-2). N i f a k ı sindirdikleri i ç i n kalplerine m ü h ü r vurul­
m u ş t u r (3). Başta dış görünüş ve kıyafetleri o l m a k üzere, her şeyleri aldat­
ma üzerine kurgulamıştır. En güzel b e n z e t m e burada gelir: " O n l a r giydiril­
m i ş kalaslar gibidir" (4). O n l a r i ç i n af dileyen A l l a h R a s u l ü b i l e olsa, m ü n a ­
fıklar asla affa m a z h a r o l a m a y a c a k t ı r (6).

Sûrenin son b ö l ü m ü infakla ilgilidir. İ l k b a k ı ş t a infakla nifa k arasmda bir


ilişki y o k m u ş gibi gelse de, h e m dil h e m m a h i y e t olarak bir i l i ş k i vardır. Bu
ilişki zıtların ilişkisidir: N i f a k i k i y ü z l ü l ü k t ü r . İ k i yüzlü olanın t e k dünya­
sı olur. İnfak ise i k i dünyalı bir i m a n ı n eseridir. S o n u ç : İnfak n i f a k ı n pan­
zehiridir.
Nüzul: 103 Mushaf: 63 , 103/MÜNÂFIKÛN SÛRESİ ( 859

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 İKİYÜZLÜLER sana geldiklerinde, "Biz onlar. 6

şahadet ederiz ki sen kesinlikle Allah'ın Her çığlığı kendi aleyhlerine sanırlar,- on­
Rasulü'sün" derler. Allah da biliyor ki,
1
lar kökten düşmandırlar: artık onlara
gerçekten de sen O'nun Rasulü'sün,- ve karşı dikkatli ol!
Allah şahadet eder ki, ikiyüzlüler kesin­
Allah onları kahretsin: Nasıl da savrulu­
likle yalancıdırlar. 2

yorlar! 7

2 Onlar yeminlerinin arkasına saklandı­


5 Ve onlara: "Gelin, Rasulullah size mağ­
lar,- bu yolla Allah yolundan saptırdılar:
3

firet dilesin!" denildiğinde, başlarını çe­


Elbet yaptıkları şey pek fenadır. 3 Bunun
virirler; ve sen onların küstahça bir kibir
8

nedeni, onların önce iman edip sonra in­


içinde çekip gittiklerini görürsün. 9

kar etmeleridir; sonunda kalplerine mü­


6 Onlar için mağfiret dilesen de mağfiret
hür vurulmuştur: artık onlar (imanın ha­
4

dilemesen de, hiçbir şey değişmez: Allah


kikatini) kavrayamazlar.
onları asla bağışlamayacaktır,- çünkü Al­
4 Sen onları gördüğünde kalıpları hoşuna
lah yoldan çıkmış bir topluluğa rehberli­
gider,- ve konuşacak olsalar sözlerine ku­
ğini bahşetmez.
lak verirsin: giydirilmiş kalaslar gibidir
5

1 Tekit ve yeminlerinin çokluğu, kalplerinde- Münafık, fıtrat ve ruh köküyle bağını kopar­
ki inkarın çokluğuna delalet eder. mış kişidir.
2 Kapsamlı bir okuma Kur'an'da geçen müna­ 6 Abdullah b. Ubey, Muğis b. Kays, Ca'd b.
fıkların tek tip olmadığı sonucunu verir. Va­ Kays ve benzeri tipler içlerindeki kokuşmuş­
hiyden yola çıkarak üç sınıfa ayırabiliriz: luğu dışlarına yaptıkları yatınmla kapatırlar­
1) İnanmadığı halde inanmış görünenler dı. Böyle yapmak, değerden yırtıp fiyata yama­
(94/Bakara: 8-16). mak, hakikati imaja kurban etmekti. Zımnen:
2) Bocalayanlar (104/Nisâ: 60-62, 137, 143; Kâfirin tipik özelliklerinden biri, imanı bıra­
114/Tevbe: 44-45; 22,11). kıp imaja yatırım yapmasıdır.
3) Kalbi hastalıklı olanlar (95/Enfal: 49; 7 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 42/Fâtır: 3,
106/Ahzab: 12). Münafık tabiatlı birinde kimi not 8.
zaman nifakın bu üç hali farklı veya eş za­
8 Hz. Peygamber'in misyonunun bir parçası da
manlı olarak tezahür edebildiği gibi, imanla
mü'minler için dua etmesiydi (98/Âl-i İmran:
nifak arasında geçişler de yaşanabilmektedir.
159; 114/Tevbe: 103; 94/Bakara: 151). Zımnen:
3 Lafzen: "kalkan edindiler". Kendileri tevbe etmedikçe senin onlar için tev-
4 Adeta kalp suç aleti olarak tescil edilmiş, benin bir yararı yok (114/Tevbe: 80).
İlâhî mahkemeye suç aleti olarak getirilmek 9 İbn Ubey'in yalancılığı âyetle ortaya çıkın­
üzere mühürlenmiştir. İmandan soma inkann ca, "Rasulullah'a git, kendin için istiğfar tale­
mazereti yoktur. Zımnen: Akıl tutulmasına binde bulun!" derler. Çaresiz bir baş hareke­
uğramışlar, köstebek gibi gözleri görmez ol­ tiyle, "iman etmemi istediniz ettim; zekât
muştur. vermemi söylediniz verdim,- geriye Muham­
5 Musennedeh, "uzun bir gömleği kısa bir med'e secde etmekten başka ne kaldı?" de­
gömleğin altına giymektir" [Lisân). Ağaç kö- mişti (Taberî). Bu tarihten sonra çok yaşama­
küyle irtibatını kaybedince haşeb olur. Yani: yıp maskelerin sıyrılacağı yere gitti.
7 Onlar, "Rasulullah'ın yanındakilere yar­ de çocuklarınız, Allah'ı sizin gündemi­
dımda bulunmayın ki (etrafından] dağılıp nizden düşürmesin. 11
Kim bunu yaparsa,
gitsinler" diyen kimselerdir. Bakm, gökle­ işte onlar kaybedenlerin ta kendileridir.
rin ve yerin hazineleri Allah'a aittir,- fakat 10 Sizden birine ölüm gelip de, "Rabbim!
münafıklar (bu gerçeği bile) kavramıyorlar. Bana bir miktar daha süre tanısaydın da
8 Onlar "Şehre döndüğümüzde şerefli ben de hayır hasenat yapıp iyilerden ol­
12

olan (biz)ler şerefsiz olanları oradan elbet saydım!" diyeceği (o gün) gelip çatmadan
sürüp çıkaracaktır" diyorlar. önce, size rızık olarak verdiklerimizden
Ama şeref Allah'a, O'nun Rasulüne ve bir kısmını infak edin! 13

mü'minlere aittir: 10
gel gör ki, ikiyüzlü­ 11 Ama vakti geldiği zaman, Allah hiçbir
ler (bunu bile) bilmiyorlar. canı ertelemez. 14
Sonuçta Allah yaptığı­
nız her şeyden haberdardır.
9 SlZ ey iman edenler! Ne mallarınız ne

10 Şerefin kaynağı Allah'tır, insan şerefini Al­ tif'in letafetinin tecellisi olan rıah arasına ke­
lah'tan alır. Allah'tan kopan, şeref ve onurdan sif olanı sokmayınız, infak, insanın malı Al­
da kopar. Onurlüluk sorumluluktur, sorumlu­ lah'la arasından çekip çıkarması demektir.
luk takvadır. 12 Sadaka için bkz. 114/Tevbe: 103, not 130.
11 Krş. "Beni anın ki ben de sizi anayım" 13 Ana konusu nifak olan bir sûrenin infak ile
(94/Bakara: 152, not 290). Zımnen: Dilin zikri bitmesi manidardır (Sûrenin girişinin son üç
akleden kalbin zikrinin neticesi, eylemin zik­ paragrafına bkz). Bu nifak-infak karşıtlığına ve
rinin de şahidi olmalıdır. Bu ikisinden kopuk- infakın, nifakın panzehiri oluşuna delalet eder
sa zikir değildir. Allah'ı unutmanız, Allah'ın (Bkz: intakın ilk geçtiği 39/Yâsîn: 47, not 35).
sizi unutması ve sizi size aınutturmasıyla so­
14 Zira ecel, sonu yasayla belirlenmiş bir vâ­
nuçlanır (102/Haşr: 19}. Mal ve evlad kesif
dedir (70/Hûd: 3, not 7 ve 74/Nahl: 61, not 60).
olan dünyaya aittirler. Latif <süXan Allah ile La-
S ûre* "Kadınlar" anlamına gelen Nisa adını, girişinde yer alan, kadının
hak ve sorurrdulııklarmı dile getiren âyetlerden alır. Daha sahabe döne­
m i n d e bu adla anılmıştır. "Kısa Nisa Sûresi" adı verilen Talak'tan ayırmak
amacıyla "Uzum Nisa Sûresi" diyenler de olmuştur [Besair).

Sûre Medine'de inmiştir. İbn Abbas Medeni sûreleri sıralarken Bakara, Enfâl,
Âl-î Îmran, Ahzab, Mumtehane, Nisa sıralamasını yapar. Fakat sûrenin U h u d
savaşının ardından inmiş olması daha m a k u l görünmektedir. Zira yetimler ve
yetim malları meselesi Uhud savaşının yol açtığı sorunlardı. 70 müslümanın
şehit olması^ ortaya mirasın paylaşılması w y e t i m haklarının korunması so­
rununu çıkarak Sûrenin 1-28. âyetleri arasındaki ilk bölümü bu döneme ait ol­
sa gerektir:. 102. âyeti de içeren savaş (Jfeoırku) namazı ile ilgili pasaj ise 4. yıl­
daki Zatuifc-rik'a seferi: sırasında inmişiiar. Buna göre sûreyi 4. yıla yerleştirebi­
liriz. " T e y e m m ü m âyeti" demlen 4 3 . âyet 5. yıldaki Müreysî' gazasından son­
ra inmiştoar. Sûrenin tamamlanış süreci en erken 7. yıla kadar uzanır. Hatta
emaneti? ehline vermeyi emreden âyetin (58), savaşmaya gönülsüz olanları
uyaramâyetin (75) ve Kelâle âyetinin (:176) sebeb-i nüzul rivayetleri dikkate alı­
n a c a k olbrsa, sûrenin iniş sürecini İ, yıla kadar uzatmak mümkündür.

Sûremi* bütününde maksat beş t e m e l emniyeti korumaktır: 1) C a n emni­


yeti,, 2) akıl emniyeti, 3) din emniyeti, 4) nesil emniyeti, 5)) m a l emniyeti.
Sûrenin ana konusu adalet ve hıujkuktur. Hukukun temelimüeı "insanlık" or­
tak paydası ve sorumluluk aMâkı olduğunu vurgulayan fek âyetle başlar.
Sonna aile hukuku çerçevesinde yetimlerin hakkını gözetmeyi emreden
âyetler gelir (2-7). Kadın h u k u k u (7-10), miras ve vasiyet hukuku (11-21),
evlOik h u k u k u (22-42), kasıth-kasıtsız cinayet h u k u k u |92-93), müslüman¬
lar arası ihtilaf hukuku sırasıyla işlenir.

Sûrede içki yasağının ikinci durağı yer alır (43). N a m a z hükümleri ve te­
mizlik ahkâmıyla ilgili âyetler gelir. Kitap ehlinin sapmaları dile getirilir
(44-57). Şu âyet, sûrenin berceste âyetlerinden biridir: "Kuşkusuz Allah
kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; fakat dilediği kimselerin bunun
dışındaki günahlarını bağışlar." (48) İktidar ve g ü ç ahlâkına ilişkin t ü m za­
manlar ve mekânlarda geçerli ilkeler konulur (58-70). Ardından savaş ahlâ­
kına ilişkin hükümler gelir (71-104).

Sûre her fırsatta ahlâk ve akide arasındaki kopmaz bağa dikkat çeker. Hak­
sız kazanç y e m e n i n çirkinliği ve Müslümanlar arası muhabbetin gereklili­
ği vurgulanır. Miras hukukuna dair Kelâle âyetiyle son bulur.
RAHMAN RAHÎM .LLAH'IN ADIYLA

1 EY insanlık! Sizi bir tek canlı varlık­


1
2 O hâlde yetimlere mallarını verin,- de­
tan yaratan, ondan da eşini yaratan ve
2 3
ğersizi değerliyle değiştirmeyin. Onların6

her ikisinden de birçok erkek ve kadın mallarını kendi mallarınıza katıp da bo­
var eden Rabbinize karşı sorumluluğunu­ ğazınıza geçirmeyin. Çünkü bu büyük bir
zun bilincinde olun! Kendisi adına birbi­ vebaldir. 7

rinizden (hak) talebinde bulunduğunuz 3 Ve eğer yetimlere, âdil davranamamak-


8

Zât'a ve bu insanlık bağına karşı sorum­


4
tan korkuyorsanız, o zaman size helâl
luluk duyun. Kuşkusuz Allah, üzerinizde olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; 9

daimi bir gözetleyicidir. 5


(hatta) ikisi, üçü ve dördüyle; ama onla-
10

1 Nida için bkz. 94/Bakara: 21, not 28. sanlık bağı" olarak tercüme ettiğimiz erhâm'm
2 A'râf 11, 104/Nisâ 1 ve 112/Hucurât 13 ışı­ tekili olan rahim organı için Hz. Peygamber
ğında, Âdem'in de kendisinden yaratıldığı ilk şöyle buyurur: "Rahim, Rahmân'dan bir dal­
organik bileşiğe (hücre) delalet eder. Kur'an'da dır" (Buhârî, Edeb 81:13). Bir bakıma kadın rah­
nefs 16, nüfûs 2 ve enfus 153 yerde gelir. Hep­ mi, ilâhî rahmetin insandaki tecellisidir.
sinde de anılan şeyin maddî ve manevî unsur­ 5 Zımnen: aynı ana babadan gelenlerin birbir­
larıyla birlikte "kendisi, zâtı, özü" mânasına lerine soy sopla övünmeleri anlamsızdır.
gelir. Her can ölümü tadar. Nefis tatmin, rıza, 6 Zımnen: Âhiret saadetini, dünyanın geçici
yalvarma, korku, yatışma, fedakârlık, hile, ha­ servetiyle takas etmeyin. Çift çağrışımlı bu
set, pişmanlık ve vesvese ile nitelenir, iman cümlenin düz anlamı şudur: "Sizin değersiz
ve küfür, hidayet ve dalalet, günah ve takva, ve adi mallarınızı, onların değerli ve kaliteli
ödül ve ceza ile alâkalı kullanılır. Kur'an ci­ mallarıyla değiştirmeyin!" En geniş çağrışı-
sim ve ceset'i hiç âhiretle alâkalı kullanmaz­ mıyla: "haramı helâlle, pisi temizle, meşru
ken nefs'i âhiretle alâkalı olarak sık kullanır. olanı gayrı meşru olanla değiştirmeyin!" (Ta­
3 Zevç için bkz. 82/Şûrâ: 11, not 12. "Ondan berî ve Râzî).
da eşini" ibaresi, "onun cinsinden" şeklinde 7 Hûb, aslen "sahibini cürüm işlemek zorun­
eşin de aslı olan biyolojik kökenin bölünerek da bırakan ihtiyaç" demektir. Bu ve bir sonra­
çoğalmasına delalet edebilir (Krş: Ebu Müs­ ki âyet, tarihi bağlamın da teyit ettiği gibi, ye­
lim'den. Râzî). Geleneksel tefsir bu ibareyi Es­ timleri olan dul şehit hanımlarıyla evlenip on­
ki Ahid ışığında okuyarak Âdem'in eşinin ları himaye etmekle ilgilidir.
Âdem'in bedeninden yaratıldığını söyler. Bu­ 8 Veya: "dul kadınlara". Bu "yetimler" ile ev­
nu teyiden de, mecaz olduğu açık olan "Kadın lenilen şehit hanımı dul kadınların getirdiği
kürek kemiğinden yaratılmıştır" rivayetini şehid çocuğu olan yetimler anlaşılmalıdır. Zi­
nakleder (Buhârî, Enbiyâ 2). Oysa ki "kadın ra 6. âyet bunların büyüdüklerinde evlendiril­
kürek kemiği gibidir" versiyonu, sözün mecaz mesinden söz etmektedir. Burada hitap evliye­
olduğunu izaha yeterlidir (Müslim, Radaa 18). dir, bekara değil. Onun için birle değil ikiyle
4 Lafzen: "rahimlere". Bu bağlamda erhâm, [mesnâ) başlamıştır. Âyetin sonundaki vahide
tüm insanlığın birbiriyle olan kan bağına dela­ ile eş üzerine alınan yetim sahibi ilk dul ha­
let eder. Bu bağ tek tek tüm insanların gözet­ nım (yani ikinci eş) kastedilmiş olsa gerektir.
mesi gereken "insanlık" ortak paydaşım temsil "Yetim" kavramı "dul hanımları" da kapsar.
eder. insanlığa karşı sorumluluk ile Allah'a 9 Yeğeni Urve b. Zübeyr'in sorusuna Hz. Ai-
karşı sorumluluk birlikte gelmiştir. Bizim "İn­ şe'nin verdiği cevaptan yola çıkarak: "Eğer ve-
ra da âdil davranamayacağınızdan korkar- kadar gözetleyin,- ama eğer aklen olgun­
sanız, o zaman bir taneyle ya da meşru laştıklarını tesbit ederseniz, mallarını
olarak sahip olduklarınızla (yetinin)! 11
kendilerine geri verin! Büyüyüverecekler
Bu, altma güdeğiniz sorumluluğu ihlal et­ diye mallarını alelacele ve saçıp-savura-
memeniz açısından daha uygundur. 12
rak yemeye kalkmayın: ihtiyacı olmayan
4 Kadınlarınıza mehirlerini, gönül rıza­ kimse tenezzül etmesin, muhtaç olan da
sıyla karşılık beklemeksizin 13
verin! Ve münasip bir biçimde yararlansın! Malla­
fakat, kendi rızalarıyla bir kısmını size rını kendilerine iade ettiğinizde, onlar

bırakırlarsa, onu da afiyetle yiyin! 5 Al­ adına şahitler bulundurun! Hesap sorucu

lah'ın koruyasınız diye sizin sorumlulu­ olarak Allah yeter.

ğunuza bıraktığı malları, muhakeme ye­


7 ANA-BABA ve akrabanın buaktıklann-
teneği zayıf olan (mal sahiplerinin) eline
da erkeklerin bir payı (zaten) vardır. Ana-
terk etmeyin! Fakat bu mallarla onları
baba ve akrabanın bıraktıklannda, az ya da
yedirin, giydirin ve onlara (durumu) mü­
çok, kadınların da bir payı olmalıdır, (Al­
nasip bir dille izah edin!
lah tarafından] farz kılman bir paydır b u . 14

6 Yetimleri, evlenme çağına gelinceye

lisi olduğunuz mal sahibi yetim kızları kendi­ 11 Ev mâ meleket eymânukum için 24. âyetin
nize nikahlamakla onlara karşı adaletsizlik notuna bkz.
yapacaksanız, hoşunuza giden diğer kadınlar­ 12 Veya 'avi'in "çok çocuk" anlamından yola
dan biriyle evlenin..." Hz. Aişe'nin açıklama­ çıkarak: "Çok çocuğun sorumluluğunu üst­
sına göre, mal sahibi yetim kızların velileri, lenmek için daha uygundur". Fakat bu, bağ­
malları için onlarla evlenmek istiyor, fakat lamla uyumlu değildir (Krş: İbn Aşur). 'Avl,
vermeleri gereken mehri de vermek istemi­ ağır bir sorumluluk altına girmek" anlamına
yorlardı (Buhârî ve Müslim). Said b. Cübeyr, gelir (Râğıb). Bu kök "birini çekince diğeri
Katade ve tabiinden diğerlerine göre bu cüm­ ayakta kalamayacak kadar birbirine yaslanan
lelerin anlamı şudur: "Nasıl ki yetimlerin iki veya daha fazla unsuru ifade eden aiie'nin
haklarına tecavüz etmekten haklı olarak çeki- türetildiği köktür. Bu hüküm erkeklerin azal­
niyorsanız, aynı şekilde evlenmeye niyetlen­
dığı, dul ve yetimlerin çoğaldığı savaş şartla­
diğiniz kadınlann hak ve çıkarları için de ay­
rında, bu dulları yetimlerinden ayırarak evlen­
nı özeni gösteriniz."
meyi engelleme amacına yönelik olabilir.
10 Bu sayıların sınırlama mı, rakam mı ifade
13 Nihleten "karşılıksız ikram" anlamına ge­
ettiği tartışılmıştır. Vav bağlacım seçim bildi­
lir. Yani mehir herhangi bir şeyin karşılığı ola­
ren ev (veya) saymanın, İbn Hişam'ın dediği gi­
rak nitelenemez.
bi lügatte bir delili yoktur. Bağlaçtan dolayı
2+3+4=9 mânası çıkarmak, bu kelimeleri asli 14 Kur'an daha önce mirastan hepten mahrum
harfler olan isneyn ve selase ve erba'a ile karış­ edilen kadına mirastan pay vererek devrim ça­
tırmaktır. Her halükarda bu âyet, dul ve yetim pında bir uygulama başlatmaktadır. "Az ya da
kadın ve kızların mağduriyetini gidermek için, çok" ifadesi 32. âyetin de ışığında 11. âyetteki
olağanüstü durumlarda birden fazla evliliğe ce­ ikiye bir nisabının mutlak olmadığının en gü­
vaz vermiş, hatta teşvik etmiştir. Nitekim bu zel dehlidir. Bu ibarenin açılımı "şimdilik az
pasajlar da savaşm açtığı yaraları sarmak için olur, gelecekte şartlar uygun hâle gelince çok
inmiştir. Normal durumlarda vahyin tavsiyesi olur" şeklinde de anlaşılabilir. "Allah tarafın­
tek eşliliktir. Âyetin sonu buna delalet eder. dan farz kılman", bu âyette yer almayıp 11.
8 (Miras) taksimi sırasında, (diğer) akra­ 10 Doğrusu, yetimlerin mallarını haksız
ba, yetimler ve yoksullar da hazır bulu­
15 yere boğazlarına geçirenler, karınlarını
nurlarsa, onlara da bir şey verin; ve ken­ yalnızca ateşle doldurmuş olurlar. Zira,
dilerine gönül alıcı sözler söyleyin! 16 gelecekte çılgın bir ateşe mahkûm ola­
9 Artık korksun onlar ki eğer kendileri,
;
caklar.
arkalarında korunmaya muhtaç çocuklar
bıraksalardı, onlar için endişelenirlerdi. 11 ALLAH size, çocuklarınız konusunda
Allah'a karşı sorumluluk bilincini ku­ (şunu) tavsiye eder: Erkek, iki kadının pa­
şansınlar da doğru dürüst konuşsunlar. 17 yına denk alır; 18
fakat ikiden fazla kadın

âyette yer alacak olan oran değil, kadına miras­ lem ve söz vardır ki, sırf çirkin üslûbu yüzün­
tan pay verilmesidir. Cahiliyye'de ölenin mira­ den ziyan olmuştur.
sına sadece erkek akrabası konardı. Nüzul se­ 17 Söz söyleme sanatında bir önceki âyet üs­
bebi olarak şu olay gösterilir: Sa'd b. Rebi sa­ lupla ilgiliydi, bu âyetse sözün mahiyetiyle il­
vaşta şehid olmuş geriye dul bir eş ve iki yetim gilidir. Sözün aslı yoksa usulü ne kadar iyi
bırakmıştır. Mirası geleneğe göre şehidin kar­ olursa olsun o söz kıymetsizdir. Önce söz doğ-
deşine kalmış, dul eş ve yetimler ortada kal­ ru-dürüst olmalıdır. Sedîd sıfatı sedd kökün­
mıştır. Dul eş de durumu Rasulullah'a şikayet den türetilmiştir. Bir boşluk dolduran, bir ge­
etmiştir (Ebu Davud, 2891; Tirmizî 2092). diği tıkayan, lüzumuna binaen söylenen söze
15^ Buradaki yetimler kimlerdir? Elbette ilk delalet eder. Istılah olarak doğru sözü ifade
akla gelmesi gereken 11. âyetteki taksimatta eder. Bir söz ne kadar tumturaklı, ne kadar
yer almayan ölen babalarına dedelerinden ka­ edebi ve belagatlı olursa olsun hakikat içermi-
lan pay hakkında hiçbir hüküm yer almayan yorsa, o "laf" olmaktan öte gitmez.
"dede yetimleri "dır. Miras paylarının geçtiği
18 Bu oranın haddi ednâ (en aşağı sınır) mı,
11. âyetten önce bunların zikredilmesi, adeta
haddi â'lâ (en yüksek sınır) mı veya haddi
"yetimlerin hakkı her payın önünde gelir"
mutlak (asla değiştirilemez oran) mı olduğu,-
mesajı taşır. Bu yüzden Ömer b. Abdülaziz ve
1) miras oranlarının düzenlenmesinde ilâhî
bazı otoriteler dedenin yetimlere vasiyet yap­
maksadın ne olduğuyla,- 2) vahyin teşri yönüy­
masının zorunluluğuna hükmedip, vasiyet le,- 3) hükmün illete mebni olup olmadığıyla
yapmaması durumunda vasiyet yapmış gibi alâkalıdır. Miras oranlarında ilâhî maksat ilk
davranılacağı sonucuna varmışlardır. Buna da âyetin de delalet ettiği gibi adalet ve hukukun
"zorunlu vasiyet" [el-vasiyyetu'l-vacibe) de­ tecellisi için kulluk ve insanlık sorumluluğu­
mişlerdir. Her halükarda yetimlerin mirastaki nu yerine getirmedir. Mirası ellerinde tutan
hakkının diğerlerinden önce zikredilmesi, on­ kadınlar değil erkeklerdir ve âyette onlar so­
ların önceliğine delalet eder. rumlu davranmaya davet edilmektedir. "Kadı­
16 Bu cümle sözün muhataptaki yankısıyla il­ na az ya da çok mirastan pay verin" diyen 7.
gilidir. Söz söylerken muhatabın duygularını âyet, bu hükmün teşri yönünün azdan çoğa
gözetmeyi emreden bu âyet, sözün gönül ok­ doğru olduğunu gösterir (7. âyetin notuna
şayıcı ve hatır alıcı biçimde söylenmesini is­ bkz). 32. âyetteki iktisâb bizce hükmün illeti
ter. Zira bu, iyi eylemi tamamlayan bir unsur­ olarak okunmalıdır. O günkü gelir kalemleri­
dur. İyi eylem güzel sözün yakıtı, güzel söz iyi nin başında savaş ganimetleri, diyet ve kan be­
eylemin armağanıdır: "O'na sadece güzel söz­ deli gelir. Bunlar erkekler yoluyla kazanılır.
ler yükselir, o sözleri yükselten ise güzel ey­ İkiye bir nisabını mü'minlerin annesi Ümmü
lemlerdir." (42/Fâtır: 10). Doğru olan nice ey­ Seleme de illete mebni bir hüküm olarak okur
varsa, onlara, bırakılan mirasın üçte ikisi hükmünde tam isabet edendir.
verilir; sadece bir kadın varsa, o hâlde ya­ 12 Eğer çocukları bulunmuyorsa, eşleri­
rısını alır. Ve eğer (ölenin) çocuğu varsa, nizin miraslarının yarısı size aittir. Fakat
onun anne-babasmdan her biri mirasın eğer onların çocukları varsa, ettikleri va­
altıda birini alır, 19
ama eğer çocuğu yok­ siyet 20
ve borçlarından sonra terekeleri­
sa ve anne-babası onun (tek) vârisiyse, iş­ nin dörtte birini alacaksınız. Eğer çocu­
te o zaman annesi üçte birini alır. Eğer ğunuz yoksa, terekenizin dörtte biri eşle­
kız ve erkek kardeşleri varsa, o zaman rinize aittir. Fakat eğer çocuğunuz varsa,
annesine, yapmış olduğu herhangi bir va- ettiğiniz vasiyet ve borçlardan sonra tere­
siyyeti ya da borcu düşüldükten sonra al­ kenizin sekizde birini alacaklar.
tıda biri verilmelidir. Eğer erkek ya da kadın birinci dereceden
Ebeveynleriniz ve oğullarınız... Sizin bı­ bir mirasçıya sahip değilse; kız ya da er­
21

rakacağınız yararlı şeylere hangisinin da­ kek kardeşi de varsa, her birine altıda bir
ha lâyık olacağını bilemezsiniz. (İşte bu düşer. Fakat erkek ve kız kardeş birden
yüzdendir) Allah katından gelen talimat­ fazlaysalar, edilen vasiyet ve borçtan son­
lar: Kuşkusuz Allah her şeyi bilendir, her ra üçte birini alırlar. Bu her iki durum-
22

ve bunu şöyle ifade eder: "Erkekler savaş yapı­ üçte bir olarak belirlenmiştir.
yorlar fakat kadınlar savaşamıyor; sonuçta bi­ 21 Veya: "Ölen kimseye birinci dereceden ya­
ze de mirasın ancak yarısı düşüyor." [Yağzu'r- kınlığı olan bir vâris değilse". Kelâle, "kılıcın
Rical ve la tağzû'n-nisa' ve innema lena nıs- kör olan ağzı, bıçağın sırtı, keskin görmeyen
fu'l-miras. İtkân I, 98). Bunu bu âyetin inişin­ göz" mânasından türetilmiştir. Yûrasu meç­
den sonra gelen şaşkınlıktan da anlıyoruz. Ta- hul fiil vurise'den geliyorsa "miras bırakana"
berî'nin nakline göre biri Rasulullah'a gelir ve delalet eder. Eğer ei'ale babından geliyorsa yû­
der ki: "Ya Rasulallah, kıza yarım mı verelim? rasu "miras alana" delalet eder. Birinci tercih­
Kız ata bile binemez, savaşamaz.." Bütün bu te "birinci dereceden mirasçıya sahip olmayan
veriler ışığında bu oranın haddi mutlak olma­ kimse" mânasına gelir. İkinci tercihte "miras
dığı, en yüksek sınırı değil en aşağı sınırı oluş­ bırakana birinci dereceden yakınlığı olmayan
turan illete mebni bir oran olduğu sonucuna vâris" mânasına gelir. Yûrasu'yu bazıları yeri-
varılır. Gerek miras oranlarının illet, hikmet su şeklinde malum, bazıları da yuverrisu şek­
ve maksadını anlamaya yönelik bu yorumu­ linde tef'il babından okumuşlardır. Notun ba­
muz, gerekse buna benzer meseleye yeni bir şına aldığımız alternatif mâna ile çeviri içinde
açılım getiren daha başka yorumlarımız, sade­ verdiğimiz mâna metin açısından birbirine
ce murâd-ı ilâhîyi anlama çabamızın bir ürü­ eşit mesafededir. Hatta eğer geleneğin miras
nü olarak anlaşılmalıdır. İslâm'ı çağa uydur­ paylaşımındaki olumsuz rolünü hesaba katar­
ma veya uyarlama gibi bir derdimiz yoktur. sak, alternatif mâna öncelik kazanır. Zira bu
Böyle bir yaklaşım sağlıklı da değildir. okuyuş "gelin" ve "nişanlıyı" da hesaba katan
19 Geriye kalan üçte iki diğerleri arasında bir okuyuştur. Hz. Peygamber'in "Allah her
paylaştırılır; ebeveyni hayatta olanın mirasın­ hak sahibine hakkını vermiştir" açıklaması
dan kardeşler pay alamaz. da bunu teyit eder.

20 Vasiyet kişinin serveti üzerindeki hakkı­ 22 "Erkek ve kız kardeş" ile sadece anne bir
dır. Ne ki, âyetin sonunda "vârise zarar veril­ kardeşler kastedilir. Bunda ittifak edilmiştir.
memelidir" emriyle kayıt altına alınmıştır. Öz kardeşlerin hakkındaki hüküm sûrenin so-
Nebevî uygulamada zarar vermeyen miktar nundadır.
da da, (mirasçılara) zarar verilmemeli­ lah onların lehine 25
bir yol gösterinceye
dir. 23
kadar evlerde hapsedin! 26

Bunlar Allah'ın size tavsiyesidir,- zira Al­ 16 Ve aranızdan bu işi yapan her iki erke­
lah her şeyi bilendir, (bu kurallar husu­ ği de cezalandırın! Eğer o ikisi tevbe eder
sunda) hilim ve hoşgörü sahibidir. ve durumlarını düzeltirse, onları cezalan­
13 Bütün bunlar Allah tarafından çizilen dırmaktan vazgeçin! Çünkü Allah tevbe-
sınırlardır. Kim Allah'a ve Rasulü'ne leri kabul edendir, sınırsız merhamet sa­
uyarsa, Allah onları içerisinde yerleşip hibidir. 27

kalacakları zemininden ırmaklar çağla­ 17 Doğrusu, Allah katında kabul gören


yan cennetlere koyar,- işte muhteşem ka­ tevbe, yalnızca bir cahillik ederek kötü­
zanç da budur. 14 Kim de Allah'a ve Ra­ lük işleyen ve sonra vakit geçirmeden Al­
sulü'ne isyan eder ve O'nun çizdiği sınır­ lah'a yönelenlere mahsustur. 28
İşte Allah
ları ihlal ederse, onları içerisinde yerleşip da onları affa yönelecektir; zira Allah her
kalacakları ateşe sokar,- onu da alçaltıcı şeyi bilendir, her hükmünde tam isabet
bir azap beklemektedir. edendir. 18 Oysa ne ölüm gelip çatıncaya
kadar (ısrarla) günah işlemeyi sürdürerek
15 HAYASIZLIK sergileyen kadınlarınıza son anda "İşte şimdi tevbe ediyorum!"
gelince: 24
aranızdan onlar için dört şahit diyen birinin tevbesi kabul görecektir, ne
gösterin! Ve eğer bunlar onun için şahit­ de inkârında direnerek ölenlerin tevbele-
lik yaparlarsa, ölüm gelinceye ya da Al- ri... 29
İşte onlar kendilerine acıklı bir

23 Gerçek dışı ve sırf vârisi mahrum bırakma­ geçmezlerse ömür boyu evlerinde tutulmaları
yı amaçlayan borçlar. "Zarar vermenin" sını­ hükmü getirilmektedir.
rına dair âyetin ilk notuna bkz. 27 Ellezani ilgi zamiri, hem çift sayıya hem de
24 Ölenin malının paylaşılmasıyla ilgili hü­ erkek cinsine delalet eder. Bu kullanımdan yo­
kümlerin ardından yoksulluğun azdırdığı zina la çıkarak âyetin aynı cinsle zina yapan erkek­
hükümleri geliyor. Fâhişeten ile ilgili bkz. lerle ilgili olduğu rahatlıkla söylenebilir. "Ga­
104/Nisâ: 22, not 36 ve 107/Talâk: 1, not 5. libiyet kuralınca buna kadın da girer" itirazı
25 "Onlara bir kapı açılıncaya kadar" ile sopa yapılabilirse de, bir önceki âyette müstakil ola­
ve taşlamanın kastedildiği yorumunu Ebu rak kadınlardan söz edilmesi bu itirazı geçersiz
Müslim şu gerekçeyle reddeder: "Bu yorum kılar. Bu âyet Mücâhid'e, Ebu Müslim'e ve ona
doğru değildir,- çünkü sopa ve taşlama onların katılan Râzî'ye göre eşcinseller içindir. Ebu
lehine değil aleyhinedir." Âyetteki lehunne Hanife'nin "Livatada had yok, tazir vardır"
ibaresinin "onların lehine" anlamına geldiğine hükmü de bu yorumla paralellik arzeder.
ise "kişinin kazandığı kendi lehine" (94/Baka­ 28 Günahı savunmak günahı yüceltmektir.
ra: 286) âyetini delil gösterir (nkl. Râzî). Günahı yüceltmek, günah işlemekten bin be­
26 Ebu Müslim, bu âyette sözü edilen "fuhuş terdir.
yapan kadınlardan" maksadın, lezbiyen ilişki­ 29 Allah katında kabul gören tevbenin niteli­
ye (sihâk) giren kadınlar olduğunu, zinanın ce­ ğinden söz eden bu âyet, Mekkî sûrelerden
zasının daha sonra açıklandığını ifade eder olan Nahl sûresinin 119 âyetiyle aynı konuyu
(nkl. Râzî). Bu tür kadınların cezası evlerine işlemektedir. Bizim, mecazı da devreye soka­
hapsedilmeleri, eğer bu tür bir ilişkiden vazge­ rak "bir cahillik ederek kötülük işleyen" diye
çerlerse özgürlüklerine kavuşturulmaları, vaz- çevirdiğimiz ibare, kişinin yaptığı işin sonu-
Nüzul: 104 Mushaf: 4 , ^ , 104/NİSÂ SÛRESİ 867

azap hazırladığımız kimselerdir. 30


21 Birbirinizin mahremi olduktan ve eşi­
niz sizden sağlam bir taahhüt aldıktan
19 EY iman edenler! Kadınlara zorla mi­ sonra, onu nasıl geri alabilirsiniz ki?
rasçı olmanız size helâl değildir. 31
Ve 22 Babalarınızın daha önce evlilik yaptığı
açık bir biçimde fuhuş işlemedikçe, ver­ kadınlarla evlilik yapmayın, fakat geçmiş­
34

diğiniz bir şeyi onlardan geri almak için te yapılanlar geçmişte kalmıştır. Bu davra­ 35

onlara baskı yapmayın! Ve onlarla güzel nış kesinlikle yüz kızartıcı bir hayasızlık,
bir şekilde geçinin; zira onlar size itici çirkin bir günah, kötü bir gelenek idi. 36

gelse bile, hoşlanmadığınız bir şeyde Al­


23 Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeş­
37 38

lah bir çok hayır dilemiş olabilir. 32

leriniz, 39
halalarınız, teyzeleriniz; erkek
20 Fakat eğer bir kadını bırakıp yerine ve kız kardeşlerinizin kızları,- süt annele­
başka bir kadın almak isterseniz, birinci­ riniz ve süt kardeşleriniz,- 40
eşlerinizin
sine külçe külçe altın vermiş olsanız dâ­ anneleri; kendileriyle gerdeğe girdiğiniz
hi hiçbir şeyi geri almayın. 33
Ona iftira eşlerinizden doğmuş olup sizin kendi ha­
ederek ve bu nedenle açıkça günaha gire­ nenizde bakım ve velayetini üstlendiği­
rek verdiğinizi geri almak olur mu hiç? niz 41
(sulbünüzden olmayan) kızlarınız, 42

nun nereye varacağını düşünmeden, şehvet, gesidir. Bu tür gayr-ı meşru evliliklerden olma
öfke ve hevasına yenilmesi durumunu ifade çocukların mağdur edilmemesini, hak ve hu­
eder. Zira bunlar aklı perdeler, bilinci dumura kuklarının korunmasını ifade eder.
uğratır ve kişiye tedbirini şaşırtır. Böylesi bir 36 Âyetteki fâhişeten "akli kötülük", makten
hâlde "işlenen kötülük" ise "bir cahillik ede­ "şer'i kötülük", vesâe sebilen "örfi kötülük"
rek işlenen kötülük" denilmeyi hâk eder. olarak açıklanmıştır (Râzî). Makten ile bir ön­
30 Bu tür bir tevbeye Firavun'un ölümün zo­ ceki notta açıklanan çirkin cahili gelenek kas-
ruyla giderayak yaptığı iman itirafını dile geti­ tedilse gerektir.
ren Yûnus 90'dan yola çıkarak "Firavun ima­
37 Öz-üvey, meşru-gayr-ı meşru yoldan tüm
nı" veya "Firavun tevbesi" adı verilmiştir. Zo­
anneler ve büyükanneler girer.
ru görünce iman ile, zorla iman aynı şeydir.
38 Kişinin kızları ve onların çocukları.
31 Yani, kadını bir meta gibi görüp miras yo­
luyla elde etmeniz. Cahiliyyede kadın miras- 39 Öz veya üvey, fark etmez. Fakat üvey kız
lık bir meta gibi görülmekteydi, modern cahi­ kardeşin yine üvey olan kız kardeşi yasak kap­
liyyede ise teşhirlik bir meta gibi görülmekte. samı dışındadır.

32 Duygusal sebeplerle yuva dağıtarak kadını 40 Yani bebelik çağında (bir hadise göre en az
sokağa terk eden erkeği sorumluluğa davet. beş kez) süt emen. Formül şudur: Emenin nef­
si emzirenin nesline yasaktır.
33 3. âyetin sonundaki tek eş tavsiyesine do­
laylı bir gönderme. 41 Hucur (t. hacı veya hicr) mekâna delalet
eder ve mecazen "yetiştirme ve büyütme"
34 Ebu'l-Kays'ın oğlu ölen babasının ardından
"Malına vâris olduğum gibi eşine de sahip olu­ vurgusunu da taşır (İbn Aşur). Tercihimiz ke­
yorum" diyerek üvey annesine sahip olmak limenin her iki anlamını da görür. Buradaki ve
istemişti. Bu âyet bu çirkin cahili geleneği rabâibukumullâtî fi hucûrikum ibaresi, büyü­
reddetmektedir. tülmek maksadıyla evlatlık alınan anasız-ba-
basız veya analı-babalı 'yetim', öksüz ve kim­
35 Bu ve bir sonraki âyette yer alan bu tür iba­
sesizlerin evlat edinilmesi sırasında oluşabile-
reler, vahyin vakıayı yok saymadığının göster-
size haram kılınmıştır; fakat gerdeğe gir- bağı yoluyla almak şartıyla size helâldir.
memişseniz bir mahzur yoktur; ve öz Kendilerinden yararlandığınız kadınlara
oğullarınızın eşleri de size haramdır; 43
mehirlerini bir yükümlülük olarak tasta­
aynı anda iki kız kardeşi almanız da öyle. mam verin! Bu yükümlülüğün tesbitin-
Fakat geçmişte olanlar geçmişte kalmış­ den sonra, başka bir şey üzerinde uzlaşma­
tır; çünkü Allah tarifsiz bir bağışlayıcıdır, nızda sizin için bir sorumluluk yoktur.
eşsiz bir merhamet kaynağıdır. Kuşku yok ki Allah her şeyi bilendir, her
24 Meşru şekilde hakkını vererek sahip ol­ hükmünde tam isabet edendir.
duklarınızın dışında, bütün evli kadınlar
44
25 Aranızdan her kimin durumu, hür bir
(da haramdır). Bu Allah'ın size talimatıdır. mü'mi n kadın almaya elvermezse, o
Bunların dışındakilerin tümü, mal varlığı­ meşru şekilde sahip olduğunuz mü'min
nızdan bir kısmını vererek istemeniz, kızlardan birini a l s m ;
4 5
çünkü Allah,
gayr-ı meşru bir ilişkiyle değil de evlilik imanmızı(n değerini) çok iyi bilir,- 46
(za-

cek mahremiyet problemlerini aşmada bir çı­ bkz. 106/Ahzab: 4, not 7).
kış yolu olarak görülebilir. 43 Zımnen: Evlatlıkların eşleri hariç.
42 Eşin önceki kocadan olma kızının yasak
44 Mâ meleket eymânukum'un tefsiri sade­
kapsamına girmesi için "aynı evde, bir arada"
dinde Elmalılı şunları söyler: "Yemin" esasen
yetişmiş olma şartı öngörülmektedir. Bu şartın
"sağ el" olduğundan milk-i yemininiz demek,
dışında kalanların yasak kapsamına girmediği
"ellerinizle meşru surette bihakkın kazandığı­
görüşünü İbn Hazm, Hz. Ali ve Hz. Ömer'e
nız imikleriniz" demektir ki daha çok "köle"
nisbet eder [el-Muhallâ). Bir mekânda yetişme­
ve "cariyeler" hakkında istimal olunur". Bun­
nin [fî hucûrikum) mahremiyet açısından, aynı
ların "eş"lerin dışında ikinci bir kategori ol­
çatı altında ebeveynin öz kızları gibi birlikte
duğunu "eşleri ve sağ elleri altında bulunan­
yaşama hükmüne mesnet teşkil etmesi mani­
lar" (106/Ahzab: 50) âyetinden anlıyoruz.
dardır. Aslında âyetin ikinci kelimesi olan
Bunlar kimlerdir? Ahzab 50. âyetten bunların
"kızlarınız" öz ve üvey kızların hükmünü
"savaş esirleri arasından sağ elinin altında bu­
açıkladığı için, "yanınızda yetişen kızlarınız"
lunan kimseler.." olduğunu öğreniyoruz. De­
ile öz ve üvey kızlar dışında birileri kastedil­
mek ki, bunlar mutlak savaş esirleri değil, sa­
melidir. Bununla herhangi bir sebeple ailenin
vaş esirleri arasından Allah Rasulü'nün meşru
yetiştirmek için alıp bakım ve terbiyesini üst­
bir biçimde sahip olabilecekleri idi. Buna ör­
lendiği evlatlık kızlar kastedilmiş olması kuv­
nek ararsak hemen iki örnek bulabiliriz: Safi­
vetle muhtemeldir. Eğer durum böyle ise, kim­
ye ve Cüveyriye. Bu iki annemiz savaş esiri­
sesiz çocuklara sahip çıkıp onların himayeleri­
dirler, fakat Rasulullah onları "cariye" edin-
ni üstlenme konusunda yaşanan mahremiyyete
meyip nikahlamıştır. Sünnetteki uygulama
ilişkin sıkıntıları aşmada bu âyet bir çıkış yolu
budur. Kaldı ki Muhammed 4. âyet savaş esir­
sunabilir. İnsanî kaygılar ve zaruri durumlar
lerinin köleleştirilmesini dışlamaktadır (Bkz:
nedeniyle evlat gibi alınıp aynı hücrede (evde)
92/Muhammed: 4, not 8). Sıcak savaş dışında
büyütülen çocukların kendilerini bir ebeveyn
esir almak da yasaklanmıştır (Bkz: 95/Enfal:
gibi yetiştiren insanlarla aralarındaki gündelik
67, not 72 ve 106/Ahzab: 52, not 70).
mahremiyet hukuku, âyette geçen "velayetini
üstlendiğiniz (sulbünüzden olmayan) kızları­ 45 Eldeki köle-cariye stokunu eritmek ve kö-
nız" hükmüne mülhak sayılabilir. Allahu alem. lelik-cariyelik kurumunu bitirmek için vah­
(Evlatlık ile ilgili ayrıntılı bir açıklama için yin tavsiyesi. Ayrıntılı bir açıklama için bkz.
92/Muhammed: 4, not 8.
Nûzûl: 104 Mushaf: 4 . ^ ^ v ^ , , 104/NİSÂ SÛRESİ 869

ten eşler olarak) siz, birbirini bütünleyen öncekilerin (doğru) hayat tarzlarına sizi
parçalarsınız. 47
O hâlde iffetini koruyan, yönlendirmek 50
ve size bağışıyla yönel­
fuhşa bulaşmayan ve dost da tutmayan mek ister,- çünkü Allah her şeyi bilendir,
kadınlarla sahiplerinin izniyle evlenin ve her hükmünde tam isabet edendir. 27 Al­
mehirlerini makul bir şekilde verin! On­ lah size olanca bağışlayıcılığıyla yönelmek
lar evlendirildikten sonra iffetsiz bir dav­ isterken, ayartıcı içgüdülerine esir olanlar
ranışta bulunurlarsa, onları hür evli ka­ sizi yoldan tamamen çıkarmak isterler.
dınlara verilenin yarısıyla cezalandırın! 48

28 Allah yükünüzü hafifletmek ister,- zi­


Bu, içinizden zorlanınca günaha girme ra insan zayıf yaratılmıştır.
korkusu duyanlar içindir. 49
Fakat sabret­ 29 Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya da
meniz sizin için daha hayırlıdır: Allah ta­ dayansa, birbirinizin mallarını haksız ye­
rifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet re yemeyin; 51
-tabi ki (meşm) ticaret ha­
kaynağıdır. riç- ve kendinize kıymayın,- çünkü Allah
26 Allah (bütün bunları) size açıklamak, sizin için bir rahmet kaynağıdır.

46 Kadın savaş esirleri konusundaki murad-ı lıklı rızaya dayalı ticaret hariç, haksız yollarla
ilâhîyi gösteren cümle budur. Onların imanı boğazınıza geçirmeyin." Ne ki, bu çeviride şu
tüm sosyal haklarını elde etmenin gerekçesi sa­ anlama problemleri ortaya çıkmaktadır: 1)
yılarak meselenin kökten çözümü için çıkış yo­ "Karşılıklı rızaya dayalı ticaret" dışındaki
lu olarak sunulmaktadır. İmanı takdir için krş. meşru kazanç yolları tıkanmakta mıdır? Bu
"Kim imanı inkâr ederse işte onun yaptıkları problemi haklı olarak Râzî de gündeme getir­
boşa gitmiştir" (108/Mâide: 5). Bu âyettekine miş ve "hibe, vasiyet, miras, sadaka, mehir ve
benzer bir formla [Allahu a'lemu bimâ fî-enfusi- hak edilmiş yasal tazminat" gibi kalemleri sa­
him), aynı problemli bakış açışım bir yerde da­ yarak "ticaret dışında birçok mal edinme yol­
ha görüyoruz: Hz. Nuh'a inanan yoksul, ezilmiş larının olduğuna" dikkat çekmiştir. 2) "Karşı­
ve horlanmış insanların İlâhî kelam tarafından lıklı rıza" ticareti ticaret kılan vasıftır; dolayı­
savunulması sırasında... (Bkz: 70/Hûd: 31). sıyla helâl ticarete ilave bir vasıf değil, ticare­
47 Kalıbın açılımı: Biri olmadan diğerinin ya­ tin özüne ilişkin ayrılmaz bir vasıftır.
pamadığı, birbirinin yerini tutmayan, hak ve Kur'an'da da meşru ticaret, bu vasıfla değil,
sorumluluk açısından birbirine denk fakat ay­ hep yalın olarak gelir. Bu nedenle, cümle yal­
nı olmayan ikilisiniz (Krş: 98/Âl-i İmran: 195). nızca ticarete hamledilmemelidir. 3) Meşru ol­
mayan mal edinme yöntemlerinin başında fa­
48 Hür evli kadın ve erkeğin zinasının cezası
iz gelmektedir ve tüm faizli işlemler "karşılık­
Nur sûresinin 2. âyetinde 100 celde olarak
lı rızaya" dayalı olarak gerçekleşmektedir. Bü­
açıklanmıştır. Bu açıklama ışığında bu âyette
tün bu problemleri göz önüne alarak, "karşı­
dile gelen ceza 50 celdedir.
lıklı rıza"yı, sadece "ticarete" değil, istisna
49 el-'Anet'i bu şekilde çevirimiz için bkz. edatı öncesini de kapsayacak bir şekilde tüm
Tevbe: 128, not 165. cümleye şamil kılmamıza mani bir hâl bulun­
50 Cinsel ahlâkın korunmasının ruhbanlık mamaktadır. Bunlardan ayrı olarak, Muham­
değil evlilik yoluyla sağlanacağına işaret. med Esed, çoğunluğun anlayışına şu eleştiriyi
51 Veya: "karşılıklı rızaya dayalı ticaret yoluy­ getirmiştir: "karşılıklı anlaşmaya dayalı tica­
la da olsa..." Bu ibare çoğunluk tarafından şöy­ retten doğan haksız kazançların "birbirinizin
le anlaşılmıştır: "Birbirinizin mallarını, karşı- mallarını haksız yollarla heba etmeyin" şek-
30 Kim bunu düşmanca ve zulmetme da kendi kazançlarından bir payı vardır. 52

kastıyla yaparsa, onu zamanı geldiğinde İhsanından bahşetmesi için Allah'tan is­
ateşe mahkûm edeceğiz,- zira bu Allah teyin,- kuşkusuz Allah her bir şeyi hak­
için çok kolaydır. kıyla bilmektedir. 53

31 Kaçınmanız emredilen büyük günah­ 33 Herkes için, geriye bıraktığı mirastan


lardan uzak durursanız, kusurlarınızı ör­ pay alacak mirasçılar tayin ettik: Ebe­
teriz ve sizi onurlu bir makama yerleşti­ veynler, akrabalar ve kendileriyle sözleş-
ririz. tikleriniz... İşte bunlara nasiplerine dü­
54

32 O hâlde Allah'ın size bahşettiği sizi şeni verin,- iyi bilin ki Allah her bir şeye
birbirinize üstün kılan farklı değerleri te­ hakkıyla şahittir. 55

menni etmeyin. Erkeklerin kendi ka­


zançlarından bir payı vardır; kadınların 34 ERKEKLER kadınların koruyup göze-

lindeki genel yasaklamanın dışında tutulduğu bir kafa ile değil de, indirildiği çağın kendi
intibaını vermektedir." Bu problemi aşmak şartlarıyla anlamaya çalışmak gerekir. Bu tak­
için de illa edatının ve anlamını, ya da yasak dirde âyetin, "savaşa gitmediği, ata binmediği,
bildiren la ile kullanıldığında "ne...ne de..." kılıç kullanmadığı, yani servet edinme yön­
anlamını öne çıkararak "Birbirinizin mallarını temlerinden hiç birisi içerisinde aktif rol al­
haksız yollarla -karşılıklı rızaya dayanan tica­ madığı hâlde, salt erkeklerin elde ettiği serve­
ret yoluyla da olsa- heba etmeyin" mânası ver­ tin paylaşımında bir aktör olarak kadın nasıl
mektedir. Delil olarak da Nemi 10-11 âyetini yer alabilir?" (Taberî) şaşkınlığı içindeki er­
göstermektedir ki, bunu ve Bakara: 150 âyeti­ keklere bir uyarı olduğu görülür. Râzî'nin
ni illa'nm "ne., ne de.." kullanımı için Süyûtî naklettiği dört nüzul sebebi rivayetinden, âye­
tin, kendilerine erkeklerden daha az pay veril­
de delil gösterir [îtkân II, 160). Ancak Esed, bu
mesini sorgulayan kadınları da muhatap aldı­
âyeti, gösterdiği delile uygun olarak çevirseydi
ğını anlıyoruz, işte bunlardan biri: "Kadınlar­
anlamın şöyle olması gerekirdi: "Birbirinizin
dan biri Rasulullah'a geldi ve şunları söyledi:
mallarını ne haksız yollarla, ne de karşılıklı rı­
"Erkeklerin de, kadınların da Rabbi birdir; sen
zaya dayanan ticaret yoluyla heba edin." Tabi­
yalnız onlara değil bize de elçi olarak gönderil-
atıyla, böyle bir çevirinin doğru olmayacağı din,- Allah niçin erkekleri düşünüyor da bizi
müsellemdir. Esed, istisna edatına hattâ anla­ düşünmüyor?" işte bunun üzerine bu âyet in­
mı vermektedir ki, Arapça'da illa edatının bu di. Ve kadın dedi ki: "Erkekler, cihad sayesin­
kullanımı bilinmemektedir. de bizi geçiyorlar; ya bize ne var?" Peygambe­
52 Bu cümleler, 11. âyetteki oranın illeti ola­ rimiz cevap verdi: "Sizden hamile olanın ecri,
rak okunabilir (Bkz: 7 ve 11'in ilgili notları). oruç tutanla, namaz kılanla aynıdır. Onu do­
ğurduğunda, kadının ecirden aldığı payı kimse
53 Bu âyet, bir sonraki âyetin de delalet ettiği
takdir edemez. Çocuğunu emzirdiğinde ise,
gibi mirasın illeti ve ruhuyla ilgili bir biçimde
onun her yudumundan, bir canı diriltmiş gibi
anlaşılmalıdır, istisnalar dışında kadının mül­
ecir alır" (Râzî).
kiyet edinemediği, mirastan hiç pay alamadı­
ğı bir toplumda kadının ilk kez mülkiyet ve 54 Said b. Müseyyeb bunu evlatlıklara yapılan
miras hakkını teslim eden bu devrim çapında­ vasiyetle (İbn Aşur); Ebu Müslim ise "eşler"
ki sosyal uygulama, elbette erkek eksenli bir ile açıklamıştır (nkl. Râzî).
toplum içerisinde şaşkınlığa neden olmuştu. 55 Zımnen: Siz de Allah'ın şahitliğine şahit
Yukarıdaki âyeti, modernitenin formatladığı olun!
Nûzûl: 104 Mushaf: 4 , > = 3 ^ = ] < t , 104/NÎSÂ SÛRESİ 871

ticisidirler; 56
çünkü Allah erkeklerle ka­ lerinin) yokluğunda da koruyan kadınlar­
dınları farklı alanlarda üstün yetenekler­ dır. 58
Sadakatsizlik etmelerinden çekin­
le donatmıştır; bir de erkekler servetle­
57
diğiniz 59
kadınlara gelince: onlara önce
rinden harcama yapmaktadırlar. Dürüst öğüt verin, sonra yataklarında yalnız bı­
ve erdemli kadınlar hem (Allah'a) itaat rakın, nihayet (geçici bir süre) ayırın! 60

eden, hem de Allah'ın koruduğu (iffeti eş- Daha sonra size itaat ederlerse, aşırı gide-

56 Âyetteki kavvâm sözcüğü, kâim''in müba­ kek için eşe eziyet anlamına gelir. Kadının nü-
lağa siygasıdır,- kâme 'ale'l-mer'e ifadesi "ka­ şuzunun öne çıkarılması, nesil emniyetinden
dını gözetti", "kadının geçimini üstlendi" an­ birinci derecede sorumlu olan tarafın kadın ol­
lamlarına gelir. Kavvamlık, bir bakıma kay- masındandır. Zımnen nuşuz "ailede geçimsiz­
yumhıktur; yani "koruyup kollama, bakıp gö­ lik odağı olma" hâlini ifade eder.
zetme" işini üstlenme. Burada, "kaim"den da­ 60 Veya: "(ille de dövecekseniz) ondan sonra
ha kapsamlı ve derinlikli olan kavvâm'a biz dövün!" Darabe Kur'an'da "misal getirmek,
"koruyup gözeten" anlamını tercih ettik (Krş: gezmek, (kayaya) vurmak, mühürlemek, it­
104/Nisâ: 135; 108/Mâide: 8). Bu gözetime mek, mahkûm etmek" anlamlarında kullanı­
âyette gösterilen gerekçe "erkeklerin servetle­ lır. Darabe fiili, darabe'd-dehru beynena örne­
rinden eşleri için yapabilecekleri harca- ğinde olduğu gibi Arapça'da "iki şeyi birbirin­
ma"dır. Ancak, "Niçin erkekler?" sorusu so­ den ayırmak" anlamında da kullanılır (Tac).
rulmalıdır. Bu soru erkeklerin servet girdisi­ Kur'an'da canlıyı dövmenin tüm türleri yer
nin kadınlardan daha fazla oluşuyla açıklan­ alır, fakat bunların hiç birinde insan fiili ola­
maktadır. Evin geçimi erkeğe yüklenerek, bu rak darabe fiili ve türevleri kullanılmaz: "ya­
sûrenin 11. âyetindeki mirasta erkek-kadın
nağa tokat", sakket (87/Zâriyât: 29); "yum­
oranına atıfta bulunulmaktadır. Ne var ki,
ruk" vekezehu (67/Kasas: 15); "kamçılamak,
kavvâm'hk gerekçesi sadece geçim sağlamaya
çırpmak" ehuşşu (44/Tâhâ: 18); "boynunu
indirgenemez. Burada fıtrat temel gerekçedir.
vurmak" kata'a (45/Hâkka: 46). Darabe fiili
57 Lafzen: "Allah her iki cinse farklı alanlarda 95/Enfal: 50 ve 92/Muhammed: 27'de melek
üstün yetenek vermiştir" (Bu kalıp için bkz. fiili olarak kullanılır. Rasulullah hiç kadın
94/Bakara: 253, not 456). Kişinin kendi seçmedi­ dövmemiş ve dövülmesine de izin vermemiş­
ği cinsiyetiyle övünmesi ilkel bir maddeciliktir. tir: "Siz eşlerinizi köle döver gibi dövmekten
58 Veya kıraat imamı Ebu Cafer'in Allah lafzım hiç utanmıyor musunuz? Gündüz dövüp gece
mansup okuyuşuna binaen: "kadınların (iffetle­ birlikte oluyorsunuz öyle mi?" (Buhârî,
ri) Allah'ın koruması sayesinde korunmuştur." 67/Nikah, 93) "Allah'ın hizmetkarlarını hiç­
bir zaman dövmeyiniz!" (Ebu Davud, Nesâi,
59 Nuşuz, "çıkıntı, tümsek" anlamına gelen
İbn Mace, Ahmed b. Hanbel) Rasulullah'ın eş­
nâşiz den. "isyan, başkaldırı, geçimsizlik" an­
1

lerinden bazıları maddî sıkıntıları gerekçe


lamlarına gelir [Lisân). 128. âyet erkeğin nu-
göstererek şiddetli geçimsizliğe sebep olunca,
şûz'undan söz ettiğine göre, kelimenin her iki
Hz. Peygamber onları dövmeyi hiç düşünme­
eşi de kapsayan ilave bir anlamı daha olmalı­
miş, Kur'an da bu durumda "dövmeyi" değil
dır. O da "sadakatsizliktir. Zira veda hutbe­
fakat "boşamayı", bir başka ifadeyle "ayrılma­
sinde Hz. Peygamber bu âyeti okuyarak nu-
yı" önermesini tavsiye etmiştir (Bkz: 106/Ah-
şuz'u "iffetsizlikle" [fâhişeten) açıklamıştır.
zab: 28-32). Âyetin nüzul sebebi konusunda
Bu 19. âyette geçen türden açık bir fuhuş ol­
bir çok farklı rivayet vardır. Taberî'ye göre bu
maktan ziyade, "eşler arası sadâkati zedeleyip
âyetin iniş nedeni, kocası tarafından tokat yi­
şiddetli geçimsizliğe yol açan davranışlar" ol­
yen bir kadının (Habibe bt. Zeyd) Rasulullah'a
sa gerektir. Kadın için kocaya başkaldırma, er­
rek onlar aleyhine bir yol benimsemeyin! Unutmayın ki Allah kendini beğenmiş
Allah, gerçekten yücedir, büyüktür. 61 küstahları s e v m e z ; 64
37 kendisi cimrilik
35 Şayet evli bir çiftin aralarının açılma­ yapan ve başkalarına cimriliği öneren,
sından endişe ederseniz, erkeğin ve kadı­ Allah'ın kendilerine bağışladığı nimetleri
nın ailelerinden birer hakem tayin edin! saklayanları d a . . . 65
Ve kâfirler için utanç
Eğer iki taraf da anlaşmazlığı gidermek veren bir azap hazırladık.
isterse, Allah onları uzlaştırır. Unutma­ 38 Yine Allah'a ve âhiret gününe inan­
yın ki Allah her şeyi bilendir, her şeyden madıkları hâlde mallarını sırf gösteriş ol­
haberdar olandır. sun için harcayanları da (sevmez). Can
yoldaşı şeytan olan kimse ne kötü dosta
36 ALLAH'A kulluk edin ve O'ndan baş­ sahiptir! 66

ka hiçbir şeye ilâhlık yakıştırmayın; ana- 39 Bunlar da Allah'a ve âhiret gününe


babaya ve akrabaya, yetimlere ve yoksul­ iman etselerdi ve Allah'ın kendilerine ba­
lara, kendi çevrenizden olan komşulara ğışladığı rızıktan infak etselerdi ne kay­
ve yabancı komşulara, yanınızdaki dos­ bederlerdi sanki? Ama Allah onlar hak­
67

ta, 62
yolcuya ve meşru şekilde bihakkın kında her şeyi bilir.
sahip olduklarınıza iyilik yapın! 63

başvurması üzerine Rasulullah'ın aynı şiddet­ nı yatağında yalnız bırakmak ancak çok eşli­
te bir tokadın da kadın tarafından kocasına lik durumunda bir cezalandırma sayılacaktır.
atılması hükmünü verince inmiştir. Bu âyet Tersi erkeğin kendisini cezalandırmasıdır.
inince Rasulullah "ben bir şey diledim, Allah Dolayısıyla bu âyetteki önerilerin maksadı,
ise başka bir şey şüphesiz Allah'ın dilediği da­
;
ataerkil Arap toplumunda kusurlu eşine karşı
ha hayırlıdır" demiştir. Kur'an Rasulullah'ın ilk tepkisi dayak olan erkeklerin kadınlara
hükmünü onaylamamıştır; fakat burada dik­ şiddet uygulamalarının önüne geçmektir.
kat çekici olan, Rasulullah'ın, kocasından ye­ 62 Taberî'ye göre "yanınızdaki dost" ile eşler
diği bir tokada karşılık, bir kadına aynı şiddet­ kastedilmiştir. Bu yorumu bağlam da destekler.
te tokat atma hükmünü vermiş olmasıdır.
63 Başta "köleler ve cariyelere.." Onlara yapı­
61 Bu âyet, iç ve dış bağlam açısından iki in­ lacak en büyük iyilik özgürlüğe kavuşturmak­
san cinsi (erkek-kadın) arasındaki değil, birbi­ tır (Krş: 94/Bakara: 177).
rine evlilik sözleşmesi ile bağlı iki taraf (karı-
64 Mekkî âyetlerde cehennemle uyarmanın
koca) arasındaki ilişkilere dair bir düzenleme
yerini Medenî âyetlerde sevmemeyle uyarma
içermektedir. Aynı şekilde vadrıbûhunne'nin
almıştır. Sevgi, Allah-insan ilişkisinin doruk
tarafları da erkek-kadın değil, karı-kocadır.
noktası, en rafine ve damıtılmış hâlidir. Sevgi
Burada muhatapları, mevcut olandan daha iyi
düzleminde yürütülen bir ilişki için, ödül ve
ve daha insani olana sevk eden bir öneriye yer
ceza "cennet" ya da "cehennem" asli değil fe­
verilmektedir. Kur'an'ın insanlıktan istedikle­
ri belirleyicilerdir.
rini, gösterdiği hedeflere bakmaksızın onun
söyledikleriyle sınırlamak, Kur'an'ı tarihe 65 Zımnen: Allah için veremeyeler, Allah'ı
mahkûm etmektir. Nüzul sebebinden de anla­ hakkıyla takdir edemeyenlerdir.
şılacağı gibi âyet, eşiyle arasında sorun çıkın­ 66 Krş. 36. âyetteki "yanınızdaki dosta" ibare­
ca ilk aklına gelen şey dayak olan kocalara hi­ si. Zımnen: Can dostuna iyilik etmekten geri
tap etmekte ve onlara daha insani çözüm yol­ durursan, can dostun Şeytan olur.
ları önermektedir. Bu yollardan biri olan kadı- 67 Güvenmekle vermek arasındaki doğrudan
40 Kuşkusuz Allah kimseye zerre mikta­ rinizi ve ellerinizi onunla mesnedin! 70

rı haksızlık yapmaz; eğer hayırlı bir iş Unutmayın ki Allah tarifsiz bir affedici­
varsa onu kat kat artırır; katından da bü­ dir, eşsiz bir bağışlayıcıdır.
yük bir ödül bahşeder.
41 Asıl her toplumdan bir şahit getirdiği­ 44 KENDİLERİNE vahiyden bir pay veril­

miz ve seni de onlar aleyhine şahit gös­ miş olanların onu sapıklıkla değiştirdik­

terdiğimiz zaman ne olacak (onların hâ­ lerini ve sizin de yoldan çıkmanızı iste­

li)? 68
42 O gün hakikati inkâr edenler ve diklerini görmüyor musun? 45 Fakat Al­

Peygamber'e karşı çıkanlar, yerin dibine lah düşmanlarınızı daha iyi bilir. Ama

geçmeyi temenni ederler,- fakat onlar hiç­ (eğer size dost lazımsa) dost olarak Allah

bir şeyi Allah'tan gizleyemezler. yeter; (yardım lazımsa) yardımcı olarak


da Allah yeter.
43 SİZ ey iman edenler! Sarhoşken ne de­ 46 Yahudileşenlerden kimileri sözleri
diğinizi bilinceye kadar, cünüpken de -se­ bağlamlarından kopararak çarpıtırlar;
yahat (gibi yıkanmayı güçleştiren hâller) "işittik ve sarıldık/reddettik", 71
"dinle
hariç- yıkanmcaya kadar namaza yaklaş­ dinlenilmeyesi" ve "ra'inâ" derler, dille­
mayın! 69
Fakat eğer hastaysanız ya da rini eğip bükerek ve dine hakaret kastıy­
yolculuk yapıyorsanız veya ihtiyaç gider­ la. 72
Eğer onlar "işittik ve itaat ettik",
dikten sonra yahut kadınlarla birlikte ol- "dinle" ve "unzurnâ" deselerdi, bu ken­
73

muşsanız ve üstelik su da bulamıyorsa­ dileri için daha yararlı ve daha dürüstçe


nız, o zaman temiz bir toprak alıp yüzle- bir davranış olurdu. Ne ki, hakikati inkâr

ilişkiye atıf. Mal iyi bir köle, kötü bir efendidir. rine zıt iki anlamı içeren bir kelimedir: Top­
68 Zımnen: Peygamberlik bir "toplumsal şa­ lanmak veya ayrılmak, emre sarılmak veya is­
hitlik" kurumudur, bu dünya için gereklidir, yan etmek. Bu yüzden "toplanmaya" da "da­
âhiret için daha da gereklidir (Krş: 94/Bakara: ğılmaya" da 'asa denilir (Mekâyîs ve Tâc).
143). 'Asayna diyenler, bu kelimeyi tevriyeye elve­
rişli olduğu için seçmiş olmalıdırlar ki, Kur'an
69 Bir hüküm içermeyen Nahl 67'yi saymaz­
dil oyununa müsait bu kelimenin yerine
sak, bu âyet içki yasağının ikinci aşamasını
eta'nâ'yı (itaat ettik) önerir (Krş: 94/Bakara:
temsil eder. Bakara 219 ile başlayan süreç,
93).
Mâide 90 ile tamamlanır. Bu âyetlerin hiçbiri­
sinin hükmü geçersiz kılınmamıştır. Benzer 72 Öyle görünüyor ki, burada sözleri bağlam­
şart ve ortamların oluştuğu durumlarda âyet­ larından koparmaya "işittik ve reddettik",
lerin hükümleri de caridir. Bu yasak ibadet ile "dinle dinlenilmeyesi" örnekleri, dillerini
bilinç arasındaki kopmaz ilişkiye dikkat çe­ eğip bükme ve dine hakaret kastına da "bize
ker. İçki insan aklını örtüp bilinci uyuşturdu­ bak" anlamına gelen râ'inâ'yı, dili eğerek "ço­
ğu için yasaktır. Her alkolik yola ilk ve tek banımız" anlamına gelen ra'înâ ya da "ah­
yudumla çıktığı için, o ilk ve tek yudum da maklık" anlamına gelen ra'ûnet köküne daya­
yasaktır. ma örnekleri verilmektedir.

70 Teyemmüm sembolik abdesttir. Su, karde­ 73 Yukarda râ'inâ'yı, burada onun yerine kul­
şi olan toprakla niyabet ilişkisine sahiptir. lanılması önerilen unzurnâ'yı kelimeler üze­
rinden örnek verildiği için çevirmek yerine ol­
71 'Asa, İbn Fâris'in de vurguladığı gibi birbi­
duğu gibi bırakmayı tercih ettik.
874 104/NİSÂ SÛRESİ t Nûzûl: 104 Mushaf: 4

ettikleri için Allah onları rahmetinden ğışlamayı diler. Zira Allah'a ortak koşan
dışladı; gerçekten de onlar, çok azı müs­ kimseler, (O'na) iftira ederek korkunç bir
tesna, inanmıyorlar. günah işlemiş olmaktadırlar. 76

47 Siz ey önceki vahiylerin müntesipleri! 49 Baksana kendilerini temize çıkaranla­


Sizdekini tasdik edici olarak indirdiğimiz ra! Ama yoo! Allah dilediğini temize çı­
vahye inanın ki, (geleceğe yönelik) umut­ karır ve kimseye zerre kadar haksızlık
larınızı söndürüp yüzlerinizi geçmişe yapılmaz. 77

döndürmeyelim; ya da Cumartesi yasa­


74
50 Bak, kendi uydurduklarını nasıl da Al­
ğını çiğneyen topluluğu lanetlediğimiz lah'a atıyorlar? (Onların pek de temiz ol­
gibi lanetlemeyelim; 75
zira Allah'ın ira­ madıklarına) bu aşikar günah yeter.
desi mutlaka gerçekleşir.
51 Kendilerine vahiyden bir pay verilen­
48 Kuşkusuz Allah kendisine ortak ko­ leri görmüyor musun? Eşya ve olaylarda
şulmasını bağışlamaz,- fakat dileyen kim­ uğur ve uğursuzluk olduğuna 78
ve tâğu-
selerin bunun dışındaki günahlarını ba­ ta 7 9
inanıyorlar ve kâfirlerin mü'minler-

74 Gelecek için umudu olmayanlar, geçmişin 77 "Allah'ın seçilmiş halkı" olduğunu düşü­
başarılarıyla avunurlar. Allah Rasulü'nün bu nen Yahudilerle, Hz. İsa'nın kendilerini "ilk
âyetlerin hemen peşinden indiği Hendek ku­ günah"tan arındırma adına çarmıha gerildiği­
şatmasında çağın iki süper gücü olan Pers ve ne inanan Hıristiyanların bu yaklaşımlarına
bizans imparatorluklarını ashabına müjdele­ atıf.
mesi hatırlanmalı. 78 Cibt, gerçekte hiçbir güce sahip olmadığı
75 Sebt yasağı için bkz. 94/Bakara: 65, not hâlde kendisinde güç vehmedilen şeydir. En
120. (Krş. Eski Ahid, Çıkış 31:14-15). genel anlamıyla sihir, illüzyon ve her tür hu-
76 İnsanın ruhsal bağımsızlık sürecinin önün­ rafi uğur ve uğursuzluk atfı cibt'tir. Hz. Pey­
deki en büyük engel şirktir. Çünkü şirk, tüm gamber de cibii bir hadisinde böyle tefsir et­
insani vasıfları ve ruhi yücelme çabalarını bo­ miştir: "/yâ/e (zecru't-tayı da denilir ve kuşun
şa çıkarır. Zira şirk, şirk koşan insanı şirk koş­ isimleri, sesleri ve geçtiği yerlerden uğur ya da
tuğu varlık karşısında nesneleştirir. Bu da bir uğursuzluk anlamları çıkarmaktır), tıyera
insanın kendisine yapacağı en büyük zulüm­ (önünden ceylan veya tavşanın sağdan sola
dür. Öte yandan şirk Allah'ın sevgisine ve gü­ geçmesini uğursuzluk, soldan sağa geçmesini
venine ihanettir. Allah'tan başkasına tanrılık uğur saymak) ve tark cibt'tendir" buyurur
yakıştıranlar, sadece şirk nesnesine kötülük (Ebu Davud 3907; krş. el-Muvafakat II, 71).
etmekle kalmazlar, eşyayı kendi yerinden et­ Çevirimizin gerekçesi budur.
mek suretiyle hadlerini aşarak kendilerine de 79 Tâğût, yine Sami dil ailesinden olan Feni-
kötülük etmiş olurlar. İşte bu nedenle şirk kece'de tâût olarak telaffuz edilir. Fenikece'ye
"korkunç bir zulümdür" (75/Lokman: 13). Bu Eski Mısırca "Thot"tan geçmiş olması muh­
yönüyle şirk, hayata dair bir alanı Allah'tan temeldir. Thot, eski Mısır tanrılarından hik­
koparma cinayetine tam teşebbüstür. İbn met ve bilgi tanrısıdır. Aslında Thot'un Mı­
Mes'ud bu âyetle "Allah tüm günahları affede­ sırlı Hermes ile özdeş olduğunda konunun
bilir" (77/Zümer: 53) âyetinin arasını şöyle te­ uzmanları fikir birliği içindedirler. Memfis'in
lif etmiştir: Şirki ancak tevbe ile affeder, diğer­ hemen dışındaki Sakkara'da bulunan MÖ 2.
lerini affetmesi tevbeye bağlı değildir. (Taberî, ve 3. yüzyıllara ait Demotik lehçeyle yazılmış
Zümer: 53'ün tefsirinde). metinlerde "Hermes Trismegistos" ismi
den daha doğru yolda olduğunu iddia edi­ 56 Âyetlerimizi inkârda ısrar edenleri,
yorlar. 52 Allah'ın lanetledikleri işte zamanı gelince ateşe mahkûm edeceğiz;
bunlardır; Allah'ın lanetine uğrayan biri (ve) derilerinin her yanıp soyulmasında,
de asla kendisine yardımcı bulamazsın. derilerini değiştireceğiz ki azabı (ta can
53 Yoksa onlar Allah'ın mülküne ortak evinde) hissedebilsinler: Şüphesiz Allah
olduklarını mı sanıyorlar? Eğer öyle ol­ her işinde tek mükemmel olan, her hük­
saydı, insanlara z ı r n ı k bile vermezlerdi.
80 münde tam isabet kaydedendir.

54 Yoksa onlar, Allah'ın lutfundan bah­ 57 Fakat iman edip sâlih amel işleyenle­
şettiği şeylerden dolayı insanlara haset ri, zemininden ırmaklar çağlayan cennet­
mi besliyorlar? Oysa Biz, İbrahim ailesi­ lere koyacağız, orada ebediyyen kalacak­
ne vahiy ve onu doğru hükme ulaşmada lar,- orada onlar tertemiz eşlere sahip ola­
kullanacakları selim bir muhakeme yete­ caklar,- ve onları muhteşem bir gölgede
neği v e r m i ş 81
ve onlara güçlü bir hüküm­ gölgelendireceğiz.
ranlık bahsetmiştik. 55 Aralarında ona 58 Allah, size emanet edilen şeyleri mut­
inananlar da vardı, ondan yüz çevirenler laka ehline vermenizi ve insanlar arasın­
de (işte bunlara) kavurucu bir ateş olarak
; da hüküm verecek olursanız adaletle hü­
cehennem yeter. küm vermenizi emrediyor. 82
Allah size

okunmuştur. Bu kişi, eski bir Mısır bilgesidir neti üstlenmekten kaçınan kimseler.
ve öyle anlaşılıyor ki, bu hikmet ve ilim sahi­ İbn Ömer, üreme organlarına varana dek, tüm
bi zât sonradan tanrılaştırılarak bir put hâline organları "emanetler" arasında saymıştır.
getirilmiştir (Bkz: Martin Bernal, Kara Atena Âyette, en geniş anlamıyla kullanılmıştır.
211-224, lstanbul-1998). Kur'an'da Tağut, Al­ Maddî, manevî, siyasal, sosyal ve ekonomik
lah'a rağmen hüküm kaynağı ve otorite olarak tüm sorumluluklar buna dahildir. İkinci cüm­
görülen, yani tanrılaştırılan insan gibi somut leden, âyette özellikle kastedilen emanetin
ya da şeytan gibi soyut her tür varlıktır. yönetim ve otoriteyle ilgili tüm makam ve
80 Fetîl'den farklı olarak nakîr, hurma çekir­ mevkiler olduğu anlaşılmaktadır. Ehliyet ve
değinin sırtının ortasındaki noktacıktır. Bu­ liyakatin olmazsa olmaz şartı dörttür:
nun dilimizdeki deyimsel karşılığı budur. 1) Kişinin Allah'a nisbetle liyakat ve ehliyet
81 Hikmet, Kitab ile birlikte geldiği bağlamlar­ şartı: Allah'a karşı sorumluluk bilincidir.
da bu vurguyu taşır (Bkz: 79/Enbiya: 74, not 2) Kişinin kendisine nisbetle liyakat ve ehli­
75). yet şartı: Yetenek ve yeterliliktir.
82 Emaneh, "bir şeyin sorumluluğunu geçici 3) Kişinin emanete nisbetle liyakat ve ehliyet
olarak birine tevdi etmek" anlamına gelir. Bu şartı: Meşruluktur.
âyetin üç tür muhatabı vardır. Biri doğrudan 4) Kişinin insanlara nisbetle liyakat ve ehliyet
muhataptır, diğer ikisi dolaylı muhataplardır. şartı: İnsanlara yararlı olmaktır.
Bunlar:
Emaneti ehline vermemek üç kat zulümdür:
1) Seçme ve tayin etme makamında olan kim­
1) Emanetin kendisine.
seler.
2) Emanetin verildiği liyakatsiz kişiye.
2) Ehliyet ve liyakate sahip olmadığı hâlde
emanete talip olan kimseler. 3) Emanet kendisine verilmesi gerekirken ve­
rilmeyen liyakatli kişiye. Kur'an'm inşa ettiği
3) Ehliyet ve liyakat sahibi olduğu hâlde ema-
akıl kendisine bahşedilen tüm nimetlere birer
ne de güzel öğüt veriyor; zira Allah akıl diğinde, bu münafıkların nefretle senden
sır ermez bir biçimde her şeyi işiten, her yüz çevirdiklerini görürsün.
şeyi görendir. 62 Fakat, önceden yaptıkları yüzünden
59 Siz ey iman edenler! Allah'a, Peygam­ başlarına öngöremedikleri bir musibet
b e r ' e ve aranızdan alanlarında yetkin ve
83 gelirse ne olacak hâlleri? Sonra sana gele­
otorite sahibi olanlara itaat edin,- 84
bir cekler, Allah adına yeminle "bizim ama­
hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Al­ cımız sadece iyilik yapmak ve uyumu
lah'a ve Peygamber'e götürün; tabi eğer sağlamaktı" (diyecekler). 86
63 Ama Al­
Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız. lah, onların kalplerindeki her şeyi bilir.
Bu, en iyi seçimdir ve sonuç açısından da Şu hâlde onları kendi hâllerine bırak; 87

en verimli olandır. onlara öğüt ver ve içine düştükleri duru­


mu net bir biçimde açıkla. 64 Zira Biz,
60 SANA ve senden önce indirilenlere her peygamberi, Allah'ın izni dahilinde 88

iman ettiğini sananlara bir baksana! Bir­ sadece kendilerine itaat olunsunlar diye
birlerini (İlâhlık rolüne soyunan) şeytani gönderdik. Eğer onlar, kendilerine kötü­
güç odaklarının hakimiyetine çağırmak­ lük ettikten sonra sana gelip de Allah'tan
ta bir sakınca görmüyorlar; oysa onu in­ af dikselerdi ve -Peygamber de onların
kâr etmekle emrolunmuşlardı. 85
Nite­ bağışlanması için dua etseydi- kesinlikle
kim şeytanın tek arzusu, onları derin bir Allah'ı tevbeleri kabul etmeye hazır ve
sapıklığa itmektir. 61 Onlara, "Allah'ın merhametli bulacaklardı. 65 Ama hayır,
indirdiğine ve Peygamber'e gelin" denil­ Rabbine andolsun ki, aralarında tartıştık-

emanet gözüyle bakar. Emanet eden emanet problemin çözümünde O'na güvenmeyerek
edilene ya güvenmiştir, veya güvenilir olup ol­ pratikte kendisinde güç vehmettiği bir başka
madığını sınamaktadır. Emanet edilen kimse otoriteye güvenmesi, imanın tüm getirilerini
emanete ya sadâkat gösterir ya da ihanet eder. sıfırladığı gibi, imanın üzerinde yükseldiği ki­
Allah'ın insana emanet ettiği her değer için şilik zeminini de parçalamaktadır. İşte bu du­
her iki kategorideki her iki şık da ihtimal da­ rum, kişilik bölünmesinin öbür adı olan "nifa­
hilindedir. Emanetin Allah-insan ilişkisine ve ka" tekabül eder ve sahibini "münafık" duru­
insan-insan ilişkisine taalluk eden boyutları muna düşürür.
vardır. İnsan her günahı Allah'ın kendisine
86 Nifakın sosyo-psikolojik gerekçesi burada,
emanet ettiği bir imkan, organ ve güçle işler.
"ferdin iç dünyasıyla dış dünyası arasındaki
Bu yüzden her günah ilâhî emanete ihanet an­
zıtlığı rol yaparak çözme yolunu seçmesi"
lamı taşır. Günahtan dolayı, hiç bir günahın
şeklinde dile getiriliyor. İki yüzlülüğü tabiat
kendisine hiçbir zarar veremediği Allah'a tev­
hâline getirmiş kimi nifak sahiplerinin buna
be etme şartının gerekçesi budur.
benzer gerekçelerinin Allah tarafından ciddiye
83 Zımnen: Seçilene isyan seçene isyandır. alınmayacağı ifade edilmektedir.
84 Ulu'l-emr İbn Abbas'a göre "alimlerdir".
87 î'raâm. doğru karşılığı "yüz çevirmek" ola­
Kur'an'daki emr kavramı gerçek bir çok an­ maz. Zira yüz çevirene âyetin devamında ol­
lamlı terimdir. Bu bağlamdaki kullanımı "bil­ duğu gibi "öğüt ver" denmez (bkz: 4/Müddes-
meyle" değil "yapmayla" ilgili sosyo-politik sir: 23, not 16).
bir vurgu taşır.
88 Bi-iznillah sınırlama cümlesinin buradaki
85 Allah'a inandığını iddia eden birinin, bir
lan 8 9
her konuda seni hakem yapmadık­ lerken ihtiyatlı hareket edin! 72 Aranızda
ça, sonra da senin hükmüne içlerinde elbette işi ağırdan alan kimseler olacak
hiçbir tereddüt taşımaksızın tam bir tes­ ve bir yenilgiyle karşılaştığınızda "Onlar­
limiyetle uymadıkça iman etmiş sayıl­ la birlikte bulunmamam Allah'ın bana
mazlar. 66 Fakat Biz, onlara "Canlarını­ bir lutfudur" diyecek. 73 Fakat Allah'tan
zı feda e d i n ! " 90
ya da "Yurtlarınızı terk size bir zafer ihsan edildiğinde, bu kez de
edin!" diye emretmiş olsaydık, çok azı o kimseler sanki sizinle kendi aralarında
dışında bu emri tutmazlardı. Ama öğütle- hiçbir sevgi problemi yokmuş gibi "Keş­
neni yapsalardı, kendileri için daha iyi ke onlarla birlikte olsaydım da o muhte­
olurdu ve (bu) onları daha dirençli kılar­ şem başarıya konsaydım!" diyecek. 92

dı. 67 O zaman Biz de onlara, katımızdan 74 O hâlde, dünya hayatını âhiret hayatıy­
muhteşem bir ödül verirdik 68 ve onları la takas etmek isteyenler Allah yolunda
dosdoğru bir yola yöneltirdik. savaşsınlar. Allah yolunda savaşan herke­
69 Allah'a ve Peygamber'e itaat eden se, ister öldürülsün ister galip gelsin gele­
kimseler, Allah'ın kendilerine nimet ver­ cekte muazzam bir ödül bahşedeceğiz. 93

diği peygamberler, Hakk'a sadık kalanlar, 75 Size ne oluyor da, Allah yolunda "Ey
hayatını imanına şahit kılanlar ve iyiliği Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu belde­
yayanların safında olurlar. Bunlar ne gü­ den kurtar ve rahmetinle bize sahip çıka­
zel dostturlar. 91
cak bir koruyucu ve destek olacak bir
70 Bu Allah'ın bir lutfudur ve (bunu biri­
;
yardımcı gönder!" diye yalvaran güçsüz
nin bilmesi gerekiyorsa) her şeyi bilen erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaş­
Allah yeter. mıyorsunuz? 94

76 İman edenler Allah yolunda, inkâr


71 SÎZ ey iman edenler! Küçük müfreze­ edenler de şeytanî güçlerin yolunda mü­
ler hâlinde ya da topyekün orduyla iler- cadele ederler. O hâlde, Şeytan'ın dostla-

işlevi, peygamberlere itaatin Allah'ın koydu­ ise "Canlarınızı feda edin!" anlamı metnin
ğu genel yasalar çerçevesinde gerçekleşeceği­ bağlamıyla uyumludur.
ne dikkat çekmektir. Zira insanların çoğu 91 Fâtiha'daki "Kendilerine nimet verilenler"
peygamberlere itaat etmeyeceklerdir. Bu ise (1/Fatiha: 6) bunlardır. Allah Rasulü'nün son
Allah'ın izni, yani iradeli varlıklar için koydu­ sözünün de er-rafiku'l-'alâ (yüce dostlar katı­
ğu yasa gereğidir (73/En'âm: 35, 111; 42/Fâtır: na) olduğu hatırlanmalıdır.
8 ve 106/Ahzab: 46, ilgili notlar).
92 Son iki âyet, nifakın sonunda varıp demir
89 Şecera: "tartışma". Her dalı ayrı bir istika­ atacağı limanın çıkarcılık olduğunu haber ve­
meti gösteren ağaç gibi, farklı sonuçlara varma. riyor.
90 Aynısı Bakara 54'te de kullanılır. Fakat iki 93 Bu âyet, parçalanmış münafık kişiliğin alt­
kullanımın da bağlamı çok farklıdır. Orada üst olmuş değer yargılarına karşılık, geçici ve
inek yavrusuna tapanlara bu emir verilirken, kalıcı için olan doğru kıymet hükümleri ko­
burada Allah yolunda cihad gibi fedakârlıklara yan selim bir akla uyarı niteliğindedir.
teşvik bağlamında emir kipinde bir varsayım
94 Zımnen: Meşru bir savaş ancak yüce değer­
olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle Baka-
ler ve ahlâkî ilkeler uğruna verilen savaştır.
ra'da "Nefislerinizi öldürün!" anlamı, burada
rina karşı mücadele edin! Unutmayın ki Güzel şeylerle karşılaştıklarında "Bu Al­
Şeytan'm hilesi kesinlikle zayıftır. 95 lah katındandır!" derler; fakat bir kötülü­
ğe uğradıklarında ise "Bu senin yüzün­
77 KENDİLERİNE "(Artık savaştan) çe­ dendir!" diye sitem ederler. De ki: "Hepsi
kin ellerinizi! 96
Namazı istikametle kı­ Allah'tandır!" Fakat, bu adamlara ne olu­
lın, zekâtı içten gelerek verin" denilenle­ yor ki sözü anlamamakta ısrar ediyorlar?
rin hâline baksana bir! Ama onlara savaş­ 79 Uğradığınız her iyilik Allah'tandır; başı­
maları emredildiği zaman, içlerinden bir nıza gelen her kötülük de kendinizdendir. 99

gurup Allah'tan korkarcasına, hatta daha


da büyük bir korkuyla insanlardan kork­ BİZ SENİ bütün insanlığa elçi olarak gön­
maya başladılar ve şöyle dediler: "Rab­
97
derdik; ve buna (birinin şahid olması ge­
bimiz! Niçin bize savaşı emrettin? Bize rekirse), en büyük şahit olan Allah yeter.
biraz daha süre tanıyamaz miydin!" 80 Kim Elçi'ye itaat ederse Allah'a itaat
De ki: "Dünyevî tatmin geçici bir hazdır, etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, iyi bil­
âhiret ise sorumluluk sahibi biri için en sin ki biz seni onlara korumalık yapasm
hayırlı olandır; sonuçta zerre kadar hak­ diye göndermedik. 100

sızlığa uğramayacaksınız. 78 Nerede 81 Onlar "Baş üstüne!" derler, ama yanın­


olursanız olun, ölüm gelip sizi bulur,- yıl­ dan uzaklaştıklarında, içlerinden bir g^iruh
dızlara yükselmiş bile olsanız."
98
gece boyunca senin dile getirdiğinden fark-

Zulme karşı verilen savaş, savaşı sadece caiz (44/Tâhâ: 67 51/Şu'arâ: 21); Hz. Şuayb'ın kor­
;

kılmaz, insani sorumluluğun ve Islâmî yü­ kusundan (51/Şu'arâ: 12, 14); mü'minlerin
kümlülüğün zirvesi kılar. korkusundan (97/Nûr: 55) söz eder. Fakat bun­
95 İnsanların ya sayılan değerler uğruna sava­ ların tümü de havi kökünden gelir ve Allah'a
şan "iyilerden", ya da aynı değerlere karşı sa­ ya da bir başka şeye karşı kişinin kendisini
vaşan "kötülerden" müteşekkil olacağını, hiç güçsüz hissetiği için duyduğu "beşerî kor­
bir cephede yer almayanın anılmaya dâhi de­ k u y u ifade eder. Bu âyetlerin hiç birinde ta­
ğer olmadığını vurguluyor. zim ifade eden haşyet, takva ve rehb kullanıl­
maz (Krş: 108/Mâide: 44, not 51).
96 Bu emir, hem "savaş sırasında şiddet ve
haksız saldırıdan ellerinizi çekin", hem de 98 Veya 'burjuvazi' isminin de kaynağı olan:
"şimdilik savaşı düşünmeyin" vurgusu taşı­ "heybetli burçlarda" (Krş: 91/Hac: 45). Terci­
maktadır. himiz ölümlülük yasasının gücünü daha iyi
yansıtmaktadır (Krş: Süddî, Rebi ve Malik'ten.
97 Bu yasak olan korkudur ve haşyet ile ifade
Taberî).
edilir. Haşyet, korkulanın büyük ve üstün gö­
rüldüğü, bu yüzden tazim edildiği bir korku 99 Bu varlıkta iyiliğin asli kötülüğün arızi ol­
türüdür. Bu tür bir korku sadece Allah'a duyu­ duğuna delalet eder. Her şey mâ hulika leh'i
lur. Allah'tan başkasına haşyet duymak, Al­ (yaratılış gayesi) istikametinde hareket ettiği
lah'tan korkar gibi başkasından korkmaktır. sürece iyidir. Bu iyilik eşyanın kendisinde var
Bu tür bir korku şirk tehlikesi içerir. Değilse olan değil, yaratanın ona yüklediği bir iyilik
Kur'an, Allah dışında başka bir şeye korku olduğu için Allah'a atfedilmelidir.
duymayı yasaklamaz. Zira korku beşeri bir 100 Hemen sonra gelen âyetin de açıkça işaret
duygudur. Kur'an Hz. Musa'nın korkusundan ettiği gibi, bu âyet "yaşayan" Peygamber'e yö-
lı işler çevirirler. Ama Allah onlann gece lendirejbilirlerdi. Size Allah'ın lütuf ve
karanlığında çevirdikleri işleri kaydet­ rahmeti olmasaydı, çok azınız hariç ke­
mektedir. Şu hâlde işine b a k 101
ve Allah'a sinlikle şeytanın ardınca giderdiniz.
dayan; zira dayanak olarak Allah yeter. 84 Artık Allah yolunda savaş! Sen ken­
82 Onlar Kur'an'm mânası üzerinde kafa dinden sorumlusun. Yine de mü'minleri
patlatırcasına derinliğine durmuyorlar uyuşukluktan kurtulmaları için teşvik
mı? 1 0 2
Eğer o Allah dışındaki bir kaynak­ et! 1 0 4
Belki Allah inkarcıların direncini
tan gelmiş olsaydı, elbette onda bir yığın kırar; zira Allah'ın gücü daha çetin ve ce­
çelişki ve tutarsızlık bulurlardı. 103
zalandırması daha şiddetlidir.
83 Onlar, kendilerine barış ya da savaşla 85 Kim haklı bir dâvaya katkıda bulunur­
ilgili herhangi bir bilgi ulaştığında onu sa, onun tüm getirişinden bir pay alacak­
dışarı yayarlar. Oysa ki onu Peygambere tır; kim de haksız bir dâvaya katkıda bu­
ya da mü'minler arasından kendilerine lunursa, onun tüm vebalinden bir pay
yetki verilmiş olanlara iletselerdi, onlar alacaktır: Zira Allah her şeye bir ölçü ko­
arasından işin (uzmanı olup) ölçme-de- yan, koyduğu ölçüye sahip çıkandır. 105

ğerlendirme yapabilenler onu da (değer- 86 Bir selam aldığınızda daha güzel bir

nelik "canlı" ve "fiili" tavırlarla ilgili bir uya­ lah'tan olduğunu söyleyen 79. âyet arasında
rı niteliği taşır. bir çelişki olmayıp, aksine Allah-insan ilişki­
101 î'rââm. anlamı "yüz çevirmek" olamaz. sinde muhteşem bir dengeye işaret ettiği açık­
Nedeni için 63. âyetin notuna bkz. Fe a'nd an- ça görülür (40/Furkan: 32 77/Zümer: 23).
;

hum ibaresinin vurgusu yükleminden çok öz­ 103 İlâhî kelamda çelişki bulunmadığı, kela­
nesine dönüktür. Onlardan yüz çevirmekten mın tümüne ilişkin genel bir hakikattir. Bu ge­
amaç, kendi işine bakmasıdır [Tevelli ile farkı nel hakikatin bu bağlamda dile getirilmesinin
için bkz. 26/Necm: 29, not 21). Bu açıdan "on­ ise bir sebebi olmalıdır. O sebep Allahu a'lem
ları boşver" anlamındaki fe zerhum (80/Mü'mi- 78'deki "(olan bitenin) hepsi Allah'tandır" ifa­
nûn: 54 vd.) formundan ayrılır. Bu ikincisinde desiyle 79'daki "Size uğrayan her iyilik Al­
vurgu, özneden çok yükleme aittir. lah'tandır, başınıza gelen her kötülük de ken-
102 Tedebbür, geleceğe yönelik tedbir alma dinizdendir" âyetleri olmalıdır. Allah'ın gör
amacıyla düşünmeye delalet eder. Tefa'ul ka­ dediği yerden bakmayan ilk bakışta ikisi ara­
lıbı tekellüf ve tereddüt, yani "ısrarla aynı sında çelişki varmış gibi görecektir. Gerçekte
noktaya vurmayı" ifade eder. Çevirideki "ka­ çelişki görülende değil görende, görenin zih-
nindedir. Kusuru bakışında değil de baktığında
fa patlatırcasına" yan anlamının gerekçesi bu­
arayan kaybetmiştir. Buna benzer durumlarda
dur. Bu ibare, hem "Onlar Kur'an'ı okuyarak
doğru formül âyetin başındaki cümledir.
insanın, olayların ve eşyanın akıbeti üzerinde
düşünüp kendi gelecekleri için tedbir üretmi­ 104 Hamdı'l-mu'minîn ibaresi için bkz.
yorlar mı?", hem de "Onlar, Kur'an'm satır 95/Enfal: 65, not 70.
aralarında yer alan murad-ı ilâhi üzerinde, ya 105 Allah'ın esmasından olan Mukîti Hasîb,
da vahyin aktardığı olayların arka planı üze­ Hafız ve Kadîr ile karşılamak, onlarla eşan­
rinde derin derin düşünüp kendi gelecekleri lamlı yapmaktır. Oysa isimlerin farklılığı mâ­
için tedbir almıyorlar mı?" anlamına gelir. nanın farklılığını gerektirir. Dahası bu isimler
Eğer tedebbür edilirse, her şeyin Allah'tan ol­ Kur'an'da ayrı ayrı gelmiştir, tbn Fâris'in açık­
duğunu söyleyen 78. âyet ile sadece hayrın Al- laması ışığında Mukît, "ölçü koyup o ölçünün
selamla karşılık v e r i n , 106
ya da aynıyla (fikrinden) içleri daralarak size başvuran­
iade edin zira Allah, her şeyin hesabını
; lar hariç. Eğer Allah isteseydi, onları si­
tutmaktadır. zin başınıza musallat eder ve onlar da si­
87 Allah -ki O'ndan başka ilâh yoktur- zinle savaşırlardı. Ama onlar sizi bırakır,
geleceğinde asla kuşku olmayan Kıyamet size karşı savaşmaz ve size barış teklif
Günü'nde elbette sizi bir araya toplaya­ ederlerse, o zaman onlara zarar vermeni­
caktır. Kim Allah'tan daha doğru sözlü ze Allah razı olmaz.
olabilir? 91 Siz, hem sizden hem de kendi toplum­
88 İşlediklerinden dolayı Allah onları larından emin olmak isteyen, fakat ne za­
terslediği 107
hâlde, size ne oluyor da mü­ man (mü'minler aleyhine bir) entrikaya
nafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsu­ davet edilseler, içine balıklama dalanlara
nuz? Allah'ın sapıklık içinde bıraktığı da rastlayacaksınız. İşte o zaman, eğer
kimseyi doğru yola getirmek mi istiyor­ onlar sizi bırakmaz, sizinle barışa yanaş­
sunuz? Allah kimi sapıklık içinde bıra­ maz ve ellerini yakanızdan çekmezlerse,-
kırsa, artık ona bir çıkış yolu bulamazsın. onları da savaş içinde gözünüze kestirdi­
89 Onlar, kendilerinin inkâr ettikleri gibi ğiniz 109
her yerde yakalayın ve öldürün:
sizin de inkâr edip kendileriyle aynı sevi­ İşte size, kendileri aleyhine açıkça (savaş­
yeye düşmenizi istiyorlar. O hâlde, Allah mak için) izin verdiklerimiz bunlardır.
yolunda hicret edinceye kadar onları ken­
dinize sır o r t a ğ ı 108
edinmeyin! Eğer düş­ 92 VE BİR mü'min başka bir mü'mini as­
manlığa yönelirlerse, onları nerede bulur­ la öldüremez; hataen olursa o b a ş k a . 110

sanız yakalayın, öldürün ve onlardan Bir mü'mini hata ile öldüren kişi ise,
kimseyi ne dost, ne de yardımcı tutun! mü'min birini özgürlüğe kavuşturur ve
90 Ne var ki, sizinle arasında anlaşma maktulün yakınlarına d i y e t 111
öder,- eğer
bulunan bir topluma sığınanlar, ya da si­ onlar diyeti bağışlarlarsa, o başka.
zinle veya kendi toplumlarıyla savaşma Maktul mü'min olduğu hâlde size düş-

korunması hususunda titizlenen "dır. Rızık ve Je'nin eşanlamlısı yapmaz (Bkz: 94/Bakara:
azık hakkındaki ölçü de buna dahildir. 191, not 367). "Bulduğunuz her yerde" yerine
106 Ya da: "Barış teklifi aldığınızda daha güzel "gözünüze kestirdiğiniz her yerde" karşılığını
bir teklifle mukabele edin". kullanmamızın gerekçesi budur.

107 Sadece bu sûrede gelen erkesehum, (ayrı­ 110 Cümlenin yapısı, maksadı en güzel şekil­
ca 91. âyet) "tersine çevirmek, altını üstüne, de ifade ettiğini düşündüğümüz bu çeviriye
önünü ardına getirmek" anlamına geldiği için izin vermektedir (Krş: Kurtubî).
"terslediği" şeklinde karşıladık. 111 Diyet (v-d-y den), "ödenen, harcanan,
1

108 Lafzen: "Can dost". Yani askeri müttefik mülkten çıkarılan şey" anlamına. Abdülmut-
(108/Mâide: 51, ilgili nota bakınız). talib'in oğlu Abdullah'ı kurban olmaktan kur­
tarmak için yüz deve diyet ödeyinceye kadar
109 Sekiftumûhum kelimesinin türetildiği es-
Araplarda kan diyeti on deve idi. Bu uygula­
sakfe kullanıldığı 6 yerde de savaş ve düşman­
madan sonra yüz deveye çıktı (İbn Sa'd, Taba-
lık bağlamında gelir. Benzer bağlamlarda ve-
kâtl, Beyrut, 1985, s. 88-89).
cedtumuhum şeklinde gelmesi bu fiili vece-
man olan bir topluma mensupsa, o za­ 95 MÜ'MİNLERDEN bir mazereti ol­
man mü'min birini özgürlüğe kavuştur­ maksızın mücadeleden kaçınanlarla Al­
mak (yeterlidir). Ama o sizinle arasında lah yolunda mallarıyla ve canlarıyla çaba
anlaşma olan bir topluma mensupsa, bu gösterenler bir olamaz: Allah mallarıyla
durumda mü'min birini özgürlüğüne ka­ ve canlarıyla elinden gelen çabayı sarf
vuşturmak ve yakınlarına diyet ödemek edenleri mücadeleden kaçınanlardan da­
gerekir. Buna imkan bulamayanlar peş ha yüce bir mertebeye çıkarmıştır. Allah
peşe iki ay oruç tutmalıdırlar; Allah tara­ bütün mü'minlere nihai güzellikler vaad
etmesine rağmen, yolunda üstün gayret
fından tevbenin kabulüne bir karşılık
harcayanları yerinde sayanlara muhte­
olarak: Zira Allah her şeyi bilendir, her
şem bir ödül vaadiyle üstün tutmuştur:
hükmünde tam isabet edendir.
96 Katından yüce mertebelerle, mağfiret ve
93 Kim de bir mü'mini kasten öldürürse,
rahmetle... Zaten Allah tarifsiz bir bağışla­
onun cezası cehennemde süresiz kalış yıcıdır, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.
olacaktır. O, Allah'ın gazabına ve laneti­
97 Melekler, kendi kendilerine zulme­
ne uğrayacak, (Allah) onun için korkunç
denlere canlarını alırken "Sizin neyiniz
bir azap hazırlayacaktır.
vardı?" diye soracak.
94 Siz ey iman edenler! Allah yolunda se­
Onlar, "Biz yeryüzünde güçsüzdük!" di­
fere çıktığınız zaman son derece sorumlu
ye cevap verecekler.
davranın,- ve size barış teklif edene bu
(Melekler) "Allah'ın arzı yeterince geniş
dünya hayatının geçici zevkine göz dike­
değil miydi, hicret etseydiniz ya?" diye­
rek "Sen mü'min değilsin!" d e m e y i n ! 112

cekler.
Çünkü asıl ganimet Allah katmdadır. Siz
de daha önce onların durumundaydınız, işte bu tiplerin varacağı yer cehennemdir;
fakat Allah'ın lutfuna nail oldunuz. Artık orası ne kötü varış yeridir. 113

çok dikkatli davranın: zira Allah tüm 98 Ne ki ezilen kesimlere mensup erkek,
yaptıklarınızdan haberdardır. kadın ve çocuklardan hiçbir gücü olma­
yan ve yol göstericisi de bulunmayan

112 Bu âyete dair, kaynaklarda hepsi de birbi­ 113 Zımnen: Gerçek imkansızlık, imanı im­
rinden farklı bir çok sebeb-i nüzul rivayeti kan olarak kullanmamaktır, ibn Abbas'tan:
vardır. Bunlardan birinde bu âyet, savaşta son Hz Peygamber döneminde müslümanlardan
anda teslim olduğunu söyleyen birini öldüren bazı kimseler müşriklerle beraberdiler. Ok ge­
Üsame b. Zeyd ile ilişkilendirilmiştir. Allah lir onlardan birine isabet eder ya da bir kılıç
Rasulü'nün torunu gibi sevdiği ve büyüttüğü darbesiyle ölürlerdi. Bazı mü'minlerin "Onlar
bu genç sahabi kılıcına bir bakıma mani ola­ bizim kardeşlerimizdi, onlar için istiğfar ede­
mamış, savaş şartlarında son anda tevhid keli­ lim" demesi üzerine bu âyet inmiştir (Buhârî).
mesini söyleyen düşmanının boynuna indir­ 114 Murâğamen burada kinaye olarak kulla­
mişti. Allah Rasulü "Ey Üsame, demek sen lâ nılmıştır (Râğıb). Burada, kişiyi rahatsız eden
ilahe illallah diyen birini öldürdün?" sitemini bir diyarı terk edip, 'onun rağmma' bir başka
o kadar tekrarlamıştı ki, Üsame bu sitemin diyar araması anlamına gelir ki, en doğru kar­
utancıyla "Keşke o gündan sonra Müslüman şılığı "alternatif mekân" olsa gerektir.
olsaydım" demiştir (Taberî ve İbn Kesir),
kimseler bundan müstesnadır. 99 İşte bir baskınla sizi gafil avlayabilsinler. Fakat
bunları da Allah'ın affetmesi umulur; zi­ yağmur dolayısıyla zorda kain ya da hasta­
ra Allah tarifsiz bir affedicidir, eşsiz bir lıktan muzdarip olursanız, (namaz şuasın­
bağışlayıcıdır. da) silahlannızı bnakmanızda bir beis yok­
100 Kim de Allah yolunda hicret ederse, tur; yine de siz tehlikeye karşı tetikte
kendisine bir çok alternatif m e k â n l a r 114 olun! Kuşku yok ki Allah, inkarcılar için
ve imkanlar bulur. Ve her kim Allah'a ve alçaltıcı bir azap hazırlamıştu. 116

Peygamberine hicret etmek üzere evin­ 103 Namazınızı eda ettiğinizde, ayaktay­
den çıkar da, ardından ölüm gelip onu bu­ ken, otururken ve uzanmış bir hâldey­
lursa, artık onun ödülü Allah'a aittir; za­ ken 1 1 7
Allah'ı anın ve güvenlik içindey­
ten Allah tarifsiz bir bağışlayıcıdır, eşsiz ken namazlarınızı (eksiksiz) kılın; çünkü
bir merhamet kaynağıdır. namaz bütün mü'minler için belirli za­
manlarla kayıtlı bir vecibedir.
101 YERYÜZÜNDE sefere çıktığınızda, 104 (Düşman) tarafını takip etmekte ür­
inkârda ısrar eden kimselerin aniden size kek davranmayın. Eğer siz sıkıntı çeki­
zarar vermelerinden korkarsanız, namazla- yorsanız, onlar da sizin çektiğiniz sıkıntı­
n kısaltmanızda bir beis yoktur. Zira inkâr yı çekiyorlar; fazladan siz onların Al­
edenler size açıktan düşmanlık yapmakta­ lah'tan umut edemedikleri şeyleri umut
dırlar. 102 Sen de onların arasındayken ediyorsunuz: ve Allah her şeyi bilendir,
kendilerine imamhk yapacağın zaman, sa­ her hükmünde tam isabet edendir.
dece bir kısmı silahlanın kuşanmış olarak
seninle namaza dursunlar. Onlar secdeye 105 BİZ SANA, insanlar arasında Al­
vardıklarında (diğerleri) sizin ardınızda lah'ın sana gösterdiği gibi hüküm verebi-
dursunlar. Bu kez namazlarım eda etme­ lesin diye hakikatin ifadesi olan bu vahyi
miş olan diğer grup gelsin, her türlü tehli­ indirdik; sakın hainlere taraftar olma!
keye karşı müteyakkız ve silahlarım ku­ 106 Ve Allah'tan af dile! Çünkü Allah ta­
şanmış bir hâlde seninle birlikte namaza rifsiz bir bağışlayıcıdır, eşsiz bir merha­
dursunlar. 115
İnkârda direnenler sizi silah­ met kaynağıdır. 118

sız ve teçhizatsız yakalamak isterler ki, ani

115 Salatu'l-havf, "can korkusu duyulan bir ortasında yaşadığı can korkusu bile vazgeçire-
ortamda kılınan namaz" için kullanılır. Bu mez. Âyet zımnen, böyle bir korkunun insani­
uygulamada âyet, tek rekatlık bir namazdan liğini ve anlaşılabilirliğini de ifade etmiş olur.
söz etmektedir. Normal zamanda dört rekat 116 Kulluk amaç, savaş araçtır: Amaç araca fe­
olan bir namaz, seferde yarıya, savaş içinde ise da edilemez. Savaş yatay fetih, namaz dikey
seferin de yarısına inmektedir. Salatu'l-havf, fetihtir. Böylesi bir durumda namaz yarısını
âyetten açıkça anlaşıldığı gibi, savaş şartların­ savaşa vermiştir. Sonuçta savaş namaz, namaz
da kâfirlerin saldırması veya zarar vermesi ih­ da savaş olmuştur. Bu tam da cihad ve müca-
timalinde caizdir. Esasen, başta savaş olmak hedenin birleştiği noktadır.
üzere namazın her durumda hayatın kopmaz
117 Yani: Her durumda ve düzlemde.
bir parçası olduğunu ifade eder. Zımnen: Sa­
dık bir kulu Allah'a ibadetten, sıcak savaşın 118 Muhammed Esed, 105 ve 106. âyetleri ye-
107 Öz benliklerine ihanet edenleri de lar kendilerinden başka kimseyi saptıra-
savunma! Hiç şüphesiz Allah, kendisine mazlar ve sana hiçbir zarar veremezler.
ihaneti meslek edinip boğazına kadar gü­ Zira Allah sana bu kitabı indirmiş, sana
naha batanları sevmez. 108 Onlar yaptık­ doğru hüküm vermeyi ve bilmediklerini
larını insanlardan gizleyebildiler (belki), öğretmiştir. Çünkü Allah'ın sana olan
fakat Allah'tan gizleyemezler. Çünkü zi­ lutfu gerçekten büyüktür.
firi gecede Allah'ın razı olmadığı bir söy­
lemi tasarladıkları her an bile Allah onla­ 114 GİZLİ toplantıların çoğunda hayır yok­
rın yanı başındadır. Zira Allah onların tur,- ancak yardımlaşmayı, iyilik yapmayı
yaptığı her şeyi çepeçevre kuşatmıştır. ve insanların arasını düzeltmeyi amaçla­
109 Hadi siz bu dünya hayatında onları yan kimselerin yaptığı toplantılar müstes­
savundunuz diyelim; ya Kıyamet Günü, na; bütün bu güzellikleri Allah rızasını ka­
Allah'a karşı onların savunmasını kim zanmak için yapan kimseye, zamanı geldi­
üstlenecek; ya da onları kim koruyacak? ğinde muhteşem bir ödül vereceğiz.
110 Fakat kim kötülük yapar ya da ken­ 115 Fakat kendisine doğru yol ayan açık
dine zulmeder ama Allah'tan af dilerse, belli olduktan sonra Peygamber ile yolla­
Allah'ı hem tarifsiz bağışlayıcı, hem de rını ayıran ve mü'minlerin yolundan baş­
eşsiz merhamet sahibi bulacaktır. 119 ka yollara sapan kimseyi kendi tercihiyle
111 Zira kötülük işleyen kimse ancak baş başa bırakacak ve onu cehenneme so­
kendi aleyhine işlemiş olur Allah ise her kacağız: O ne berbat bir ikametgahtır!
;

şeyi bilendir, her hükmünde tam isabet


edendir. 112 Kim de bir hata yapar ya da 116 KUŞKUSUZ Allah kendisine ortak

günah işler ardından da onu suçsuz bir koşulmasını bağışlamaz; fakat dileyen

kimsenin üzerine atarsa, işte o zaman kimselerin bunun dışındaki günahlarını

korkunç bir iftiranın ve aşikâr bir güna­ bağışlamayı diler,- ve her kim Allah'a or­

hın vebalini yüklenmiş olur. tak koşmakta (ısrar ederse), işte o apaçık
bir sapkınlığa gömülüp gitmiştir. 117
113 Allah'ın sana lutfu ve rahmeti olma­
Onlar Allah'ı bırakıp yalnızca cansız dişil
saydı, o(kendilerine zulüm yapa)nlardan
nesnelere 120
sığmıyorlar; bu şekilde on­
bazısı seni saptırmaya çalışırdı,- fakat on-

ni bir okumaya tabi tutmuş, fakat bu özgün mada da 105. âyetteki uyarının muhatabı Hz.
okumaya mukni bir açıklama da getirmemiş­ Peygamber iken, Esed, 106. âyette peygambe­
tir. Esed, Peygamberlik kurumunu tenzih için re yapılan "af dileme" emrinin, "asaleten" de­
olsa gerek, "O hâlde ihanet edenlerle tartış­ ğil "vekaleten" olduğu sonucuna varır. Ama
maya girme, ama Allah'a (onları) bağışlaması bunun delili yoktur. Kaldı ki 107. âyete verdi­
için dua et" anlamını tercih etmiştir. 106. âye­ ği anlam, yukarıdaki âyetlere dair aykırı oku­
te düştüğü notta ise, bu ibarenin muhatapları­ masını geçersiz kılar. Oysa, buradaki "istiğ­
nın "Kur'an'ın gönülsüz takipçileri ve müna­ far" emri, mesela Nasr'daki ile aynı amacı ta­
fıklar" olduğunu söyler. Buna göre Hz. Pey­ şır, o amaç uyarma ve dikkat çekmedir.
gamber'e bu zümreler için af dilemesi öğüt- 119 Bediüzzaman Said Nursi'nin güzel ifade­
lenmektedir. Fakat bu emir, Tevbe 80 ve Mü- siyle: "İnsan zulmeder, ama kader (Allah) ada­
nâfikûn 6'daki ilkelere ters düşer. Her iki oku­ let eder".
lar, inatçı şeytana sığınmış oluyorlar; 118 edici iyi i ş l e r 123
yapanlara gelince: onları
ki Allah onu lanetlemiş, o da şöyle de­ zemininden ırmaklar çağlayan cennetle­
mişti: "Senin kullarından payıma düşeni re koyacağız, orada ebediyyen kalacaklar!
mutlaka alacağım! 119 Onları saptıraca­ Bu Allah'ın gerçekleşecek bir vaadidir;
ğım ve kuruntularla oyalayacağım: zira hem, kim Allah'tan daha doğru sözlü ola­
ben onlara emredeceğim, onlar da devele­ bilir ki?
rin kulaklarını kesecekler; 121
yine onlara 123 Değil, sizin kuruntularınız da, geç­
emredeceğim, onlar Allah'ın yaratışını miş vahiy mensuplarının kuruntuları da
değiştirecekler!" 122
belirleyici değil: Kötülük işleyen herkes
Fakat Allah'ı bırakıp Şeytan'ı kendilerine cezalandırılacaktır. Allah'tan başka dost
rehber edinenler, apaçık bir ziyana uğra­ ve yardımcı da bulamayacaktır. 124 Ama
mış olurlar. erkek olsun kadın olsun, imanlı olarak
120 Şeytan onlara boş vaadlerde bulunur sâlih amel işleyen herkes cennete gire­
ve kuruntularla oyalar,- ama Şeytan'ın on­ cek, zırnık k a d a r 124
da haksızlığa uğratıl-

lara vaad ettiği her şey, aldanışa sürükle­ mayacaktır.

mekten başka bir işe yaramaz. 121 Böyle- 125 Bütün varlığıyla Allah'a adanan, sü­
lerinin varacağı yer cehennemdir, oradan rekli iyilik yapan ve bir muvahhid olarak
kaçış yolu da bulamayacaklar. İbrahim'in iman ailesine - k i Allah İbra­
122 îman eden ve o imanla uyumlu ıslah him'den hoşnut ve razı o l m u ş t u - 125
tabi

120 Taberî, İbn Abbas, Katade ve Hasan Bas- bazı hayvanları "kutsal" ilan edip salıverme
ri'den inâs'ın karşılığının, ağaç, taş vs. gibi şeklinde gerçekleşiyordu. Bunun nişanesi ola­
maddelerden yapılan tüm cansız nesneler ol­ rak da hayvanın kulağı kesiliyor, herhangi bir
duğunu nakleder. Tabii ki bunlar sıradan taş yerine nişan vuruluyordu. Bu, özünde ilâhî hi­
ve ağaç değil, sembol olma özelliği taşıyan yerarşiye bir müdahale, Allah'ın insanın hiz­
heykellerdi. İnas kelimesinin dilsel karşılığı­ metine âmâde kıldığı bir varlığı konulduğu
nın "dişi" olduğu da hatırlanacak olursa, bu yerden etmeydi. Kurban kesmenin hikmeti de
cansız nesnelerin genellikle kadın dişiliğini işte tam bu noktada ortaya çıkmaktadır: Eski­
yansıtan "cinsel objeler" olduğunu cahiliyye lerin "meratibu'l-vücud" adını verdiği varlık
dönemi şirk sembolleri hakkında bize kadar hiyerarşisine riayet ve bir şeyi Allah'ın koydu­
gelen bilgiler doğrulamaktadır. Yine kesin ola­ ğu yere koymak (Bkz: 91/Hac: 36-37, not 58).
rak bilinen gerçeklerden biri de, o dönemde
122 "Yaratışı değiştirmek", cahiliyye döne­
"kadın kişiliğinin" horlanması ve eş seçme,
minde bir önceki notta dile getirilen varlıkta­
mal edinme, mirasçı olma, şahitlik yapma gi­
ki ilâhî hiyerarşiyi bozup yaratılış amacının
bi temel hak ve özgürlüklerden mahrum oldu­
dışına çıkarmak suretiyle gerçekleşirken, mo­
ğudur. Dahası kadının en temel hakkı olan ya­
dern cahiliyyede genetik tahrif yoluyla ger­
şama hakkından dâhi kimi gerekçelerle mah­
çekleşmektedir. Genetik mühendisliğinin is­
rum edildiğini Kur'an haber vermektedir. Ka­
tenmeyen sonuçlara yol açmaması için, varlık
dının "kişiliğini" yok sayıp onu horlayan ca­
hiyerarşisine özen göstermesi şarttır. Böyle bir
hiliyye putperest kültürünün kadının "dişili­
özenin temelini de "bilim ahlâkı" oluşturur.
ğini" kutsaması, modern dünyanın kadına
karşı ikiyüzlü yaklaşımını hatırlatmaktadır. 123 Sâlih amel için bkz. 13/'Asr: 3, not 4.
124 JVaicîriçin bkz. 53. âyetin 80 nolu notu.
121 Mâide 103. âyette açıklanan bu uygulama,
olan kimseden daha güzel dinli biri olabi­ melerinde her iki taraf için de bir beis
lir mi? yoktur,- 127
anlaşma en iyi yoldur, bencil­
126 Neticede, göklerde ve yeryüzünde ce kıskançlık ise insan fıtratında hâzır ve
olan her şey Allah'a aittir ve Allah her şe­ nazırdır: Eğer iyilik yapar ve sorumlu
yi çepeçevre kuşatmıştır. davranırsanız, iyi bilin ki Allah yaptığı­
nız her şeyden haberdardır. 128

127 ONLAR, kadınlar(ın hakları) konu­ 129 Ne kadar arzu etseniz de, eşleriniz
sunda senden açıklama istiyorlar. De ki: arasında adaleti tam gerçekleştiremeye­
"(Bizzat) Allah onlar hakkındaki hüküm­ ceksiniz. 129
Hiç değilse, sadece birine yö­
leri size açıklamaktadır". Kaldı ki, yazılı nelerek diğerini boşluktaymış gibi bırakıp
haklarını dâhi kendilerine vermeye ya- dışlamayın. Eğer arayı bulur ve sorumlu
naşmayıp üstelik (bir de) nikahlamak is­ davranırsanız, iyi bilin ki Allah tarifsiz bir
tediğiniz (velayetiniz altındaki) yetim bağışlayıcı, eşsiz bir rahmet kaynağıdır.
kızlar, kimsesiz çocuklar ve sözkonusu 130 Ve eğer (her şeye rağmen) eşler ayrı-
yetimleri adaletle koruyup kollama yü­ lırlarsa, Allah lutfuyla her birinin geçimi­
kümlülüğünüz hakkında Kitap'ta size ni sağlar: Zira Allah (lütfunda) sınırsızdır,
tebliğ edilen hükümler zaten mevcut­ her hükmünde tam isabet sahibidir.
tur. 126
Ve her ne iyilik yaparsanız yapın,
131 Sözün özü: göklerde ve yerde olan
unutmayın ki Allah onu bilir.
her şey Allah'a aittir.
128 Eğer bir kadın kocasının sadakatsiz­
Biz, hem sizden önce kendilerine vahiy
lik ve geçimsizliğinden ya da kendisini
emanet edilenlere hem de size "Allah'a
terk etmesinden korkarsa, karşılıklı an­
karşı sorumluluğunuzun bilincinde
laşma yoluyla aralarındaki sorunu çöz-
olun!" tavsiyesinde bulunmuştuk. Ama

125 Lafzen: "Allah İbrahim'i can dost edin­ adına, erkeğe eşine kol-kanat germesi karşılı­
mişti". ğında cazibesini kaybeden eşin bazı hakların­
126 Bu sûrenin girişinde yer alan (1-14) huku­ dan karşılıklı rıza yoluyla feragat etmesinden
kî hükümlere atıf. söz edildiği sonucuna varılacaktır. Eğer durum
böyleyse bu âyetteki "bir beis yoktur" ile, sû­
127 Kadımn nuşûzfu 3 4 . âyette geçmişti. Bu
renin 3. âyetinin sonundaki "ama onlara adil
âyet erkeğin nuşûzfunu ele alıyor. Kadının nu-
davranamayacağından korkarsanız" arasında
şûz'unun erkeğinkinden daha ağır cezalandırıl­
bir irtibat olduğu sonucuna varılır.
ması, daha ağır sonuçlar üretmesindendir. Zira
işin doğası gereği nesil emniyetini korumak bi­ 128 Kadının boşama hakkına dolaylı olarak
rinci dereceden kadına ait bir yükümlülüktür. delâlet eder.
Erkeğin nuşûzfu, klasik tefsirlerde "sadakat­ 129 "ama onlara da âdil davranamayacağınız-
sizlik" değil de, çok eşliliğin sağladığı rahatlı­ dan korkarsanız, o zaman bir taneyle ya da
ğın bir sonucu olarak, eşleri arasından cazibe­ meşru olarak sahip olduklarınızla yetinin"
sini yitirmiş olana "ilgisizlik" şeklinde de an­ mealindeki 3. âyetin devamı niteliğindedir.
laşılmıştır. Bu durumda gayet tabiidir ki, âyet­ Burada, imkansız bir idealizm uğruna sosyal
te erkeğin "cezalandırılmasından" değil, sırf problemleri çözümsüzlüğe mahkûm etme­
evliliği ayakta tutmak adına veya boşanmanın mek için, kural hukukî alandan ahlâkî alana
getireceği daha büyük zararlardan kaçınmak taşınmaktadır.
eğer O'nu inkâr ederseniz, unutmayın ki olsa, Allah için hakka şahitlik yaparak
göklerde ve yerde olan her şey Allah'a daima adaleti tesis etmeye çalışın. O
aittir: Ve Allah kendi kendine yetendir kimse zengin olsun fakir olsun, Allah'ın
ve bütün hamdlerin tek adresidir. hakkı onların her birinin önüne geçer. O
132 Evet, göklerde ve yeryüzünde olan hâlde kendi arzularınıza uymayın ki ada­
her şey Allah'a a i t t i r 130
ve güven kapısı letten uzaklaşmayasmız. Ama eğer haki­
olarak Allah yeter. 133 Ey insanlar! Eğer kati çarpıtırsanız ve(ya) şahitlikten kaçı­
O dilerse sizi topyekûn ortadan kaldırır, nırsanız bilin ki Allah yaptıklarınızdan
yerinize daha başkalarını getirir,- zira Al­ haberdardır.
lah'ın bunu yapmaya gücü y e t e r . 131
136 Siz ey iman edenler! İman e d i n 133
Al­
134 Kim bu dünyanın nimetlerini isterse, lah'a, O'nun Elçisi'ne, O'nun Peygambe-
iyi bilsin ki, bu dünyanın da âhiretin de ri'ne peyderpey indirdiği ilâhî kelama ve
nimetleri 132
Allah'a aittir ve Allah her şe­ daha önce indirdiği mesaja! Zira kim Al­
yi işitendir, her şeyi tarifsiz görendir. lah'ı, meleklerini, vahiylerini, peygam­
berlerini ve Âhiret Günü'nü inkâr ederse,
135 SİZ ey iman edenler! Kendinizin, işte o derin bir sapıklığı boylamış olur.
ebeveyninizin ve akrabanızın aleyhine de 137 İman edip sonra inkâra yönelen ve

130 Ardı ardına tam üç kez geçen bu ibare, 133 Veya: "güvenin". Bu âyetin maksadı "ha­
bağlamlarıyla ilintili olarak farklı farklı vur­ sılı tahsil etmek" değildir. Kur'an'da geçen el-
gulara sahiptir. Bunlardan ilki "Ve eğer eşler lezine âmenû formuyla mu'minun formu, Ta­
ayrılırsa, Allah, lutfuyla her birinin geçimini berî'nin de isabetle teşhis ettiği gibi birbiriyle
sağlar..." âyetinin ardından gelir ve burada Al­ aynı vurguyu taşımazlar. Ellezine âmenû,
lah'ın insanların geçimini kendisine ait olan iman iddiasını isbat etmesi istenenler için,
dünya aracılığıyla sağlayacağına işaret eder. mü'minûn ise iman iddiasını isbat edenler için
İkinci ibarenin siyak ve sibakına dikkat edil­ kullanılır. İlki muhatabın kendisini nasıl ta­
diğinde, Allah'ı inkâr edenlerin dahi hayatları­ nımladığına, ikincisi Hatib'in muhatabı nasıl
nı sürdürmek için O'na ait olan yer ve gökle­ tanımladığına delalet eder. Bakara: 62 ve bu
re muhtaç olduklarına, Allah'ın yerleri ve âyet, işte bu fark nedeniyle, daha sonra sayılan
gökleri kendi ihtiyacı için değil insanın ihti­ iman ilkelerine iman etmeye çağırıldıkları hâl­
yacı için yarattığına işaret edildiği görülür. de daha sözün başında "iman eden kimseler"
132. âyette geçen üçüncü ibare ise bağlamın­ formuyla söze girer. Şu durumda genellikle bir
dan da anlaşılacağı gibi zımnen şunu vurgular: emir ve yasak öncesi gelen "Siz ey iman eden­
yerler ve göklerde olan her şeyin sahibi olan ler!" ibarelerini "Siz ey iman iddiasında bulu­
Allah, aynı zamanda onlar üzerinde her türlü nanlar! İddianızı isbat etmek istiyorsanız....ya­
tasarrufun da sahibidir: güvenini zedeleyen ve pın/yapmayın" şeklinde anlamak yanlış olma­
inkâra sapanları yenileriyle değiştirebilir. yacaktır. Âyet, eksik inananlara "Tam ina­
131 Yani: Allah için vazgeçilemez yoktur, nın!", inanıp da güvenmeyenlere "güvenin",
ama sizin için Allah vazgeçilmezdir. (Benzeri delilsiz inananlara "Delilli inanın!", taklidi
bir âyet ve lügavî bir açıklama için bkz. 65/İb­ iman taşıyanlara "Tahkiki iman taşıyın!", gev­
rahim: 19, not 21.) şek inananlara "Sağlam inanın!", geçmiş ve
bugünlerini imanla geçirenlere "İmanınızda
132 Yani: "tüm âlemlerin nimetleri.."
sebat gösterin!" mesajını verir.
Nûzûl: 104 Mushaf: 4 t > c r y ^ t , 104/NİSÂ SÛRESİ 887

tekrar iman eden ve ardından inkâra sap­ çektir.


lanan ve en sonunda saplandığı inkâra 142 İkiyüzlüler Allah'ı aldatmaya çalışı­
boğazına kadar gömülenlere gelince: Al­ yorlar, oysa ki O onların aldanmalarını
lah onları affetmeyecek ve doğru yola sağlıyor. 136
Üstelik onlar namaza kalk­
ulaştırmayacaktır. 138 (Bu tür) ikiyüzlü­ tıklarında, gönülsüzce, yalnızca insanlar
lere, kendilerini can yakıcı bir azabın görsün diye kalkarlar,- 137
Allah'ı ise pek
beklediğini müjdele. az hatıra getirirler. 143 İki arada bir dere­
139 Mü'minleri bırakıp da kâfirlerin de kalmışlardır,- ne o tarafa ne de bu tara­
dostluğuyla (onur) duyanlar, şeref ve iti­ fa aittirler. 138
Nitekim Allah'ın sapıklığı­
barı onların yanında mı arıyorlar? İyi bi­ nı tescil ettiği kimseler için asla bir çıkış
lin ki şeref ve itibar bütünüyle Allah'a yolu bulamazsın.
aittir. 144 Siz ey iman edenler! Mü'minleri bı­
140 Allah vahyinde size şu talimatı indir­ rakıp da kâfirleri müttefik e d i n m e y i n ! 139

di: Ne zaman Allah'ın mesajlarının inkâr Siz kendi aleyhinize, Allah'ın önüne açık
edildiğini ve onların hafife alındığını du­ bir delil mi koymak istiyorsunuz?
yarsanız, mevzu değişinceye kadar onlar­ 145 Kuşku yok ki ikiyüzlüler ateşin en
la birlikte oturmamalısınız; değilse siz de dibini boylayacaklar ve sen onlara yar­
onlar gibi olursunuz. Nitekim Allah iki­ dım eden birini bulamayacaksın. 140
146
yüzlüleri ve inkarcıları, hep beraber ce­ Ne ki tevbe edenler, gidişatını düzelten­
hennemde toplayacaktır. 141 Onlar sizin ler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve Allah'a
başınıza gelecekleri gözetlerler: Eğer Al­ itaatte samimi olanlar hariç; işte bunlar
lah'tan size bir zafer erişirse "Sizin yanı­ mü'minlerle birlikte olacaklar ve zamanı
nızda değil miydik?" derler; yok eğer kâ­ geldiğinde Allah mü'minlere muhteşem
firlerin şansı yaver giderse bu sefer de bir ödül verecek.
(onlara) derler ki: "Üzerinizde baskı ku­
147 Eğer siz Allah'a şükreder ve iman
rup sizi teşvik e d e r e k 134
şu mü'minler-
ederseniz, Allah size azap edip de ne yap­
den kurtarmış olmadık m ı ? " 1 3 5

sın? 141
Zira Allah şükredenlerin karşılığı­
Fakat Allah Kıyamet Günü aranızda hük­ nı her zaman veren ve her şeyi bilendir.
münü verecek ve inkarcıların mü'minle­
148 Allah, bir kötülüğün -ondan zarar gö-
re zarar vermelerine asla izin vermeye-

134 el-Havz, atı dörtnala kaldırmak için üzen- yanarmış" sözünü doğrulayan bir tavır takı­
gilemek ve mahmuzlamaktır (Râğıb). Burada nırlar. Yatsı namazını kılmadan yatmadıkları­
elem nestahvizün en isabetli karşılığı "üzeri­ nı konu komşuya gösterip münafık olmadık­
nize baskı kurup sizi teşvik ederek.." olsa ge­ larını isbat için böyle yaparlar.
rektir. 138 Zımnen: Hiçbir taraf olmamak ya da her
135 Münafık tipolojisinin belirgin vasfı: Daima taraf olmak, bertaraf olmaktır.
galibin yanında olup ganimetten pay kapmak. 139 Bkz. 139 ve 141. âyetler.
136 Başkalarını aldatmaya kalkan kişinin ilk 140 Münafık kâfirden tehlikelidir; zira müna­
aldattığı kendisidir. fık pirincin içindeki beyaz taş, kâfir pirincin
137 Yani: "yalancının mumu yatsıya kadar içindeki siyah taştır.
888 104/NİSÂ SÛRESİ t , . , ^ 3 ^ , Nûzûl: 104 Mushaf: 4

ren hariç- açıkça söylenmesini sev­ bir kitap indirmeni istiyorlar. 143
Onlar
mez; 1 4 2
zira Allah her şeyi duyar, her şe­ Musa'dan bundan daha büyüğünü iste­
yi bilir. 149 İyiliği -açık ya da gizli- ya­ mişler ve "Bize Allah'ı doğrudan göster!"
par, kötülüğü de affederseniz (onu da bi­ demişlerdi. Bu densizlikleri yüzünden
lir); unutmayın ki Allah çok bağışlayıcı­ yıldırım çarpmışa döndüler. 144
Daha son­
dır, sınırsız kudret sahibidir. ra kendilerine (tevhidin) apaçık belgeleri
150 Allah ile elçilerinin arasında ayrım geldiği hâlde buzağı (heykeli)ne tapınma­
yaparak Allah'ı ve elçilerini inkâr eden­ ya başladılar. Yine de onları bu günahla­
lerle, "bazılarına inanır bazılarını inkâr rından arındırmış, Musa'ya ise güçlü bir
ederiz" diyerek iman ile inkâr arasında (nübüvvet) delili bahşetmiş 154 ve Yüce
bir yol tutturmak isteyenler var ya: 151 Dağı söz vermeleri için üzerlerine yük­
işte gerçekten kâfir olanlar bunlardır ve seltmiştik. 145
Kendilerine "Kapıdan (şü­
Biz kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırla- kür) secdeleriyle g i r i n ! " 1 4 6
demiş ve
mışızdır. "Sebt'i ihlal etmeyin!" uyarısında bulun­
muştuk; üstelik kendilerinden sağlam bir
152 Fakat Allah'a ve elçilerine inanan ve
taahhüt de almıştık.
elçiler arasında hiçbir ayrım yapmayanla­
ra gelince: Zamanı geldiğinde Allah onla­ 155 İşte böylece, taahhütlerini çiğnedik­
ra ödüllerini tam olarak verecektir; çün­ leri Allah'ın mesajlarını reddettikleri,
kü Allah tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir peygamberleri haksız yere öldürdükleri
merhamet kaynağıdır. ve "Kalplerimiz (bilgi ile) kaplıdır!" 147

dedikleri için (onları cezalandırdık). 148

153 ÖNCEKİ vahyin takipçisi olan (Ya­ Bilakis Allah inkârlarından dolayı onla­
hudiler), senden, gökten kendilerine özel rın kalplerini mühürlemiştir 149
ve işte
onlar (bu nedenle) inanmazlar,- çok azı

141 Ey muhatab! Kabaran rahmet okyanusu­ 144 Aynı olay için bkz. 94/Bakara: 55.
nun dalgaları yüreğinin kıyısına vurmuyor mu? 145 Bir önceki cümleyle birlikte: Mucize vaa­
142 Âyet iki şeye delalet eder: 1) Münafıkların di gerçekleşince belâ vaadi de gerçekleşir (Krş:
ve tevbe etmiş günahkarların suçlarını yüzle­ 56/A'râf: 171).
rine vurmak hoş görülmüyor. 2) Haksızlığa 146 Veya: "baş eğerek tevazu içinde girin"
uğrayanın tepkisine izin veriliyor. İniş nedeni (Râğıb; krş. 94/Bakara: 58; 56/A'râf: 161;
olan olay manidardır: Hz. Ebubekir kendisine 104/Nisâ: 154).
hakaret eden birine karşılık verir. Allah Rasu­ 147 Bu ifadeyle ilgili bkz. 94/Bakara: 88, not 150.
lü bundan rahatsız olur ve der ki: "Senin yeri­
148 Burada imâ edilen "cezalandırma" 160.
ne bir melek ona cevap veriyordu, sen başla­
âyette açıkça zikredilmektedir.
yınca o melek gitti yerine şeytan geldi." (Ebu
Davud, Edeb, 41). 149 Zımnen: Elleriyle karartıp taşlaştırdıkları
kalplerini suç delili olarak Hesap Günü önle­
143 Metinde kitâb belirsiz olarak gelmiştir. rine koymak üzere mühürlemiştir.
Buna göre anlam "kendilerine özel bir kitap"
olur. Yani onlar, kendilerini mevcut vahyin 150 Hz. Meryem'in iffetine dil uzatıp Hz.
muhatabı olarak görmüyorlar, doğrudan ken­ İsa'nın gayr-ı meşru olduğunu söylüyorlardı.
dilerine hitabeden 'özel' bir mesaj istiyorlardı. Meryem sûresinin 30. âyetindeki mucizeden
dolayı İsa çocukken bu iftirayı atmazken, İsa
Nüzul: 104 Mushaf: 4 . ^ s ^ . 104/NİSÂ SÛRESİ 889

müstesna. 156 Bir de inkârları, Meryem'e de o onlar aleyhine şahitlik yapacaktır.


korkunç bir iftira a t m a l a r ı 150
157 ve "Al­ 160 Yahudileşenlerin 156
işledikleri zu­
lah'ın elçisi (olduğunu söyleyen] 151
Mer­ lümlerden dolayı, önceden helâl kılınan
yem'in oğlu İsa Mesih'i işte biz öldür­ bir çok iyi ve temiz şeyden onları mah­
dük!" demeleri nedeniyle... rum bıraktık. Nedeni ise, Allah yolundan
Aslında onu ne öldürdüler ne de çarmıha sıkça sapıyor/saptırıyor olmalarıydı: 161
gerdiler, fakat (kafa karışıklığıyla) onlara mesela 157
yasaklandığı hâlde faiz alıyor­
öyle olmuş gibi geldi. 152
Bu konuda farklı lar ve başkalarının malını haksız yere yi­
görüşler ileri sürenler ise, ondan dolayı yorlardı. Neticede onlardan inkâra gömü­
gerçekten şaşkınlık içerisindedirler,- lenler için şiddetli bir azap hazırladık.
onunla ilgili bir bilgileri yoktu ve yalnız­
162 Lâkin içlerinde ilimde derinleşmiş
ca zanna dayanıyorlardı. Sonuç olarak ke­
olanlara, sana ve senden önce indirilene
sinlikle onu öldürmediler: 158 Bilakis,
iman edenlere, özellikle d e 1 5 8
namazı isti­
Allah onu kendi katına yüceltti. Zira Al­
kamet üzre diriltenlere, zekâtı gönülden
lah mutlak üstün ve yüce olandır, her
gelerek verenlere, 159
Allah'a ve Âhiret
hükmünde tam isabet sahibidir. 159 Nite­
Günü'ne inananlara; işte bunlara, zamanı
kim (İsa'yı biz öldürdük diyen) 153
kitap
gelince muazzam bir ödül bahşedeceğiz.
ehli Yahudilerden hiç kimse yoktur ki,
onun ö l ü m ü 154
arefesinde bu gerçeği 155

163 BlZ Nuh'a ve ondan sonraki tüm


tasdik etmiş olmasın. Zira Kıyamet Günü

davete başladığında kıskançlıklarından iftira gizli öznesi ve 'aieyhim'deki çoğul zamiri, eli­
atmaya başladılar. mizdeki mushafın okuyuşunu teyit etmekte­
151 Yahudilerin Hz. İsa'ya ilişkin kinayeli ve dir. Hz. İsa'nın ölümüne dair kilise tarafından
alaycı üslûbu sözgeliminden anlaşılmaktadır. icat edilen bütün bir dinî efsanenin temelinde
peygamberin beşeri tabiatını içine sindireme-
152 Yani: "Öldürülmüş gibi.." Şubbihe fiili­
menin kafa karışıklığı yatar. Efsane büyütül­
nin naib-i faili Yahudiler ise salb'in "öldürül­
dükçe kafa karışıklığı daha da artmış, sonunda
me" anlamından yola çıkarak anlam "öldürül­
her şey içinden çıkılamaz bir hâle gelmiştir.
müş gibi gösterildi" olur (Salb'in "öldürülme"
anlamı için bkz. Lisân). İlk kilise yazarların­ 155 İsa'nın öldürülmediği gerçeğini. Daha derin­
dan İskenderiyeli Basilides Valentinus (M. 2. de,- İsa ile ilgili yaratılış ve ölüm hakikatini...
yy'ın ilk yarısı), İsa'nın çarmıha gerilmediğini 156 Ellezine hâdûyu çevirimizin gerekçesi
kaydeder. için bkz. 94/Bakara: 62 not 113 ve 73/En'âm:
153 157. âyetteki kendi itiraflarına dayanarak. 146, not 127.

154 Yani: "İsa'nın ölümü.." Mevtini'deki za­ 157 Tefsiriyye vav'ının "mesela" vurgusu için
mir İsa'yı gösterir. Zamirin Yahudileri göster­ bkz. 98/Âl-i Îmran: 68 ve 56/A'râf: 163.
diğini savunanlar olmuştur (Bkz: Taberî). Fa­ 158 Cümlenin akışına aykırı olarak, merfu
kat bunun için zamirin çoğul gelmesi gerek. (mukîmûn) yerine mansup (mukîmin) gelmesi,
Böyle bir görüş ancak Übeyy'den nakledilen Basra ekolüne mensup dilcilere ve özellikle Sî-
mevtihim okunuşuna dayandırılabilir (Tabe­ beveyh'e göre namazı diri ve dik tutanlara ve
rî). İsa'ya birinin benzetilmesi lehum zamirine namazla diri ve dik duranlara özel bir önem ve­
aykırıdır. Kaldı ki kelime le-yu'minunne değil rilmesinden dolayıdır. "Özellikle"nin gerekçe­
ie-yuminenne'dir. Son cümledeki yeicûnu'nun si budur (Salât için bkz. 9/A'lâ: 15, not 15).
peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da 168 Küfre gömülen ve zulümde direnen­
vahyettik; yine İbrahim'e, İsmail'e, Is- leri Allah asla affetmeyecek ve onlara bir
hak'a, Yakub'a, (ondan türeyen israiloğ- yol göstermeyecektir; 169 sadece cehen­
lu) boylarına, îsâ'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, nemin yolunu (gösterecektir), orada ebe-
Harun'a, Süleyman'a da vahyettik; üste­ diyyen kalıcıdırlar: ve bütün bunlar Al­
lik Davud'a da Zebur'u verdik; 164 tıpkı lah için pek kolaydır.
hem daha önce sana bildirdiğimiz elçiler, 170 Ey insanlık! İşte Peygamber size Rab-
hem de bildirmediğimiz elçiler)e vahyet­ binizden hakikati getirdi: artık iman
tiğimiz) gibi; Allah'ın Musa'ya kelamını ederseniz sizin için hayırlı olur. Yok eğer
söylediği g i b i . . . 160
hakikati inkâr ederseniz, iyi bilin ki gök­
165 Onlar, müjdeli ve uyarıcı haber taşı­ lerde ve yeryüzünde olan her şey Allah'a
yan elçiler; ki (o) elçilerden sonra insanın aittir: zira Allah her şeyi bilendir, her
Allah karşısında bir mazereti bulunma­ hükmünde tam isabet kaydedendir.
sın: 161
Allah zâtında sonsuz izzet ve her 171 EY kitap ehli (olan Hıristiyanlar)!
hükmünde tam isabet sahibidir. Akidenizde haddi aşmayın ve Allah hak­
166 Lâkin Allah, sana kendi ilminden in­ kında yalnızca hakkı söyleyin! Meryem
dirdiğine bizzat şahitlik yapar ve melek­ oğlu İsa Mesih sadece Allah'ın e l ç i s i , 162

ler de şahitlik yaparlar: zaten şahid ola­ O'nun Meryem'e ilkâ ettiği kelimesi ve
rak Allah yeter. O'ndan bir r u h t u r . 163
Artık Allah'a ve
peygamberlerine inamn ve "üçlüdür" de­
167 İnkâra sapan ve başkalarını Allah yo­
meyin. 164
Buna bir son verirseniz hakkı­
lundan saptıranlara gelince: onlar derin
nızda hayırlı olur. Allah tek ilâhtır; çocuk
bir sapıklığa gömülüp gitmişlerdir.

159 /'ra'dan farklı olarak ırâ'nın "gönüllü, ko­ detmiş olur.


layca" yan anlamı çeviriye yansımıştır. 163 Zımnen: İsa da tüm canlar gibi Allah'ın
160 Hz. Musa'ya vahiy diğer peygamberlerden yarattığı bir candır. Buradaki ruhun minhu,
farklı olarak "kelam"ın tecellisi yoluyla geldi­ tıpkı Câsiye 13'teki cemi'an minhu gibidir.
ği için, o burada müstakil olarak anılmıştır. Hz. İsa'nın da Allah'ın yaratma konusundaki
Zemahşerî, mezhebi kaygılarla buradaki kel­ yasalarına -ama çok daha özel bir yasaya- tabi
leme fiilini, etimolojisinden yola çıkarak "ya­ olduğunu ifade eder (Ayrıca bkz. 98/Âl-i Im-
ralama" anlamında alır ve bu ibareye "Allah ran: 46, not 37). Âyet, Hz. İsa'yı yüceltme de­
Musa'yı musibet pençeleriyle yaraladı" mâna­ ğil, aksine onu ilâhlaştıranları reddetme ama­
sı verir. Tabi ki bu, bağlamın desteklemediği cını taşır. "O'ndan bir ruh", tıpkı "O'ndan bir
zorlama bir yorumdur. Zaten Zemahşerî de yi­ lütuf" (85/Câsiye: 13) gibidir. Bu ondan bir par­
ne Allah'ın Hz. Musa ile konuşması bahsini ça olmayı gerektirmez. İsa'nın ruhu'l-kuds ile
işleyen A'râf sûresinin 143. âyetinin tefsirinde desteklenmesi (94/Bakara: 87; 253; 108/Mâide:
biraz dolambaçlı da olsa bu tezini unutarak 110) ise, Yahudilerin iftiralarını red amacı ta­
söz konusu ilâhî mükalemeyi kabul eder. şır. "Katından bir ruh ile destekleme" ifadesi
161 Krş. 44/Tâhâ: 134. ise Kur'an'da tüm gerçek mü'minleri kapsayan
162 Veya, innemâ edatının te'kid vurgusuyla: bir biçimde kullanılmıştır (105/Mücâdile: 22).
"Elbette Mesih, Meryem oğlu îsâ'dır, Allah'ın 164 Teslis'in dogmatik ve açıklanamaz tabia­
elçisidir..." Bu takdirde ibare Yahudileri red­ tı için bkz. 108/Mâide: 73, not 83.
sahibi olmaktan münezzehtir, göklerde rılanlara gelince: Allah onları rahmet ve
ve yeryüzünde olan her bir şey O'na aittir,- ihsanına gark edecek ve dosdoğru bir yol­
koruyucu otorite olarak Allah y e t e r . 165
la Kendisine yöneltecektir.
172 Ne İsa Allah'a kul olmaktan kaçına­
cak kadar gurura kapılır, ne de kendisine 176 ONLAR senden açıklama istiyorlar.

yakın melekler. Ve Allah, kendisine kul De ki: "Allah, birinci dereceden mirasçı­
olmaktan kaçınacak kadar küstahça bir sı olmayanlar 168
hakkında size (şöyle)
gurura kapılan herkesi, Hesap Günü ken­ açıklama yapar: Eğer bir erkek, çocuk bı­
di katında toplayacaktır. rakmadan ölürse ve bir kız kardeşi var­
sa, 1 6 9
onun terekesinin yarısına kız kar­
173 İman edip ıslah edici e y l e m 166
ortaya
deşi sahip olacaktır; kız kardeşin çocuk
koyanlara gelince: karşılıklarını tasta­
bırakmadan ölmesi durumundaysa erkek
m a m kendilerine verecek, kendilerine
onun mirasını alacaktır. 170
Ama iki kız
lutfu kereminden artırdıkça artıracaktır.
kardeş varsa, ikisi birden onun terekesi­
(O'na kulluktan) kaçman ve küstahça bir
nin üçte ikisine sahip olacaktır. Ve eğer
gurura kapılanları, elim bir azaba mah­
erkek kardeşler ve kız kardeşler varsa, er­
kûm edecek; onlar ne kendilerini Allah'a
kek iki kadının payı kadar alacaktır. 171

karşı koruyacak ve ne de yardımcı bula­


Allah bunları, (aksi hâlde) sapıtırsınız di­
bileceklerdir.
ye size a ç ı k l a r . 172

174 EY insanlık! Artık Rabbinizden size


hakikatin belgesi geldi! Biz de size aydın­ Sözün özü: Allah her şeyi sonsuz ilmiyle

latıcı bir ışık gönderdik. 167


175 Allah'a kuşatandır.
iman eden ve O'nun (vahyine) sımsıkı sa­

165 Vekîl için bkz. 68/lsra: 2, not 9. iddia ettiği gibi son âyet olamaz. Zira ahkâm­
166 'Amilu's-sâlihât için bkz. 13/'Asr: 3, not 4. la ilgilidir ve "Bugün size dininizi kemale er-
dirdim" müjdesindeki kemale bu da dahil ol­
167 Göze nisbetle ışık ne ise, akla nisbetle va­
malıdır. Bu âyetin miras hukuku içinde değil
hiy de odur.
de sûrenin sonunda yer alması, Hz. Osman dö­
168 Veya yukarıdaki mânayla eşit alternatif nemindeki tertip komisyonunun âyet sırala­
bir mâna olarak: "Ölenin birinci dereceden ya­ masına müdahale etmediğinin delilidir. Eğer
kını olmayan vârisler". Kelâle'nin anlamı ve tersi olsaydı, bu âyet mutlaka sûrenin başın­
alternatif çevirimizin gerekçesi için bkz. âyet daki miras âyetleri içerisine yerleştirilirdi.
12, not 21. 172 "Sapıtırsınız diye" [en-tedillû) ibaresinde
169 Öz ya da baba bir. hazf i caiz görerek, bunu bir lâ takdiriyle "sapıt­
mamanıza" dönüştürmek gereksizdir. Allah'ın
170 Hz. Ebubekir'in içtihadına göre "tamamı­
sapıtmamızı istemesi düşünülemez. O hâlde
nı alacaktır".
burası İbn Cinnî'nin dediği gibi "bir şeyin bir
171 Bkz. 11. âyetin notu. Bu âyet bazılarının şeyden istiğnası" babındandır [el-Hasais I, 266).
lK/fücâdile adı, hakkını aramak için "tartışan kadını" ifade eder. îlk âye-
"-•-tindeki tucâdilu fiilinden mülhemdir. Sûre Mücâdele olarak da adlan­
dırılmıştır. Bu durumda anlam " t a r t ı ş m a " olur. Fakat sûreye adını veren
ibarenin bağlamı, mucâdile adını doğrudan destekler.

Bir bütün olarak Medine'de inmiştir. Aksi iddialar varsa da, En'âm sûre­
sinin girişinde uyguladığımız kriterler bunu doğrulamamaktadır. Ahzab 4.
âyet zıhar türü boşamayı dışladığına göre, bu sûre Ahzab'dan önce inmiş ol­
malıdır. Buna göre sûrenin, yaklaşık olarak hicri 5. yılın başında indiğini
kabul edebiliriz. T ü m tertiplerin sûreyi Munâfıkûn'un ardına yerleştirmesi
bu sonucu teyit eder.

Sûre, İslâm öncesi dönemde gelenekleşmiş bir haksızlık ve ayrımcılık örne­


ği üzerinden kadına yönelik z u l m ü reddeder. Bu, eşi anne yerine koyarak
onu haklarından m a h r u m bırakma geleneği olan zihaf dır. Bu tür haksız uy­
gulamaları yaşanmış bir örnek üzerinden m a h k û m eden vahiy, uygulamayı
sürdüren kimseye ceza olarak keffaret yükümlülüğü getirir (1-6).

Müteakip pasajda, rahatsız edici veya istismara açık "özel g ö r ü ş m e " veya
"kulis y a p m a " anlamına gelen necvâ alışkanlığı yerilir ve caydırıcı bir ce­
zaî müeyyide olan "zorunlu sadaka" uygulaması devreye sokulur (7-13).

Sûrenin son pasajı, İslâm cemaatine düşman olanları sırdaş ve yoldaş edin­
mekle alâkalıdır. Mü'minler bundan m e n edilerek, bunun ikiyüzlülük ola­
cağı im a edilir. Allah'a inanıp güvenen birinin en yakın akrabaları dâhi ol­
sa, onları Allah'ın ve Elçi'sinin dostluğuna tercih e t m e m e s i gerektiği vur­
gulanır (22).

Medine ve Mekke okullarının taksimatına göre sûre 21 âyetten, Basra, Kü­


fe ve Şam okullarının taksimatına göre 22 âyetten oluşmuştur.
RAHMAN RAHÎM İ L A H T N ADIYLA

1 DOĞRUSU Allah, kocası hakkında se­ layıcı, eşsiz bir rahmet kaynağıdır.
ninle tartışan ve nihayet (işini) Allah'a 3 Ne ki, "Sen bana annem kadar haram­
havale eden kadının başvurusunu kabul sın" diyerek eşlerinden ayrılanlar, ardın­
etmiştir; zira Allah ikiniz arasında geçen
1
dan da söylediklerinden geri dönenler var
konuşmayı işitiyordu: Çünkü Allah her ya: işte onların (keffareti) eşler birbirine
şeyi işitendir, her şeyi tarifsiz görendir. 2
yaklaşmadan önce bir köleyi özgür kıl­
2 İçinizden "Sen bana annem kadar ha­ maktır. Siz ancak böyle uslanırsınız. Ve 4

ramsın" diyerek eşlerinden ayrılanlara Allah bütün yaptıklarınızdan ayrıntısıyla


gelince: o kadınlar asla anneleri olamaz; haberdardır.
onların anneleri yalnızca kendilerini do­ 4 Fakat kim bunu bulamazsa, yine eşler
ğuranlardır; ve şüphesiz onlar mantıksız, birbirine yaklaşmadan önce peş peşe iki ay
dahası düzme-koşma bir laf söylüyorlar: 3
oruç tutar; buna güç yetiremeyen kimseye
ama şüphe yok ki Allah, tarifsiz bir bağış-

1 Lafzen: "Işitmiştir". Baştaki kad edatı bir ya­ kalır.


na, hemen arkadan gelen "Allah ikiniz arasın­
da geçen konuşmayı işitiyordu" cümlesi terci­
-Allah'ım! Halimi Sana, yalnız Sana havale
himizin gerekçesini teşkil eder. Aksi tekrarı
ediyorum!
ifade eder. Âyet, Allah Rasulü'nün terbiye et­
tiği nesle mensup bir kadının, hak ve hukuk Bu diyalogdan bir müddet sonra, Havle, bu
konusundaki tavizsiz duruşu ve destâni özgü­ âyetlerin indiği müjdesini alır. Dahası, "hak­
veninin ifadesidir. kını ve hukukunu arayan kadın" olarak hem
Kur'an'a hem de tarihe geçer.
2 Bu haksızlığın kendisine yapıldığı hanım
Havle bt. Sa'lebe'dir. Eşi Evs b. Samit "Sen ba­ 3 Yani: Tabiî ve fıtrî olanın yerine sentetik
na anamın sırtı gibisin" diyerek zıhar yemini olanı ikame ediyorlar, ilâhî yasalar, gelenek ve
yapar. Daha sonra Havle'ye birliktelik teklif örf yoluyla da bozulamaz. Cahiliyye aklı aynı
ettiğinde bu kez o reddeder ve "Hükmü Rasu- sentetik uygulamayı evlatlık (106/Ahzab: 4)
lullah versin" der. Kocası, "Ben söyleyemem" ve ayları keyfe göre düzenleme uygulaması
der. Havle olayı Allah Rasulü'ne taşır ve Nebi olan nesi'de de yaptı (114/Tevbe: 37). Medine
ile arasında şöyle bir konuşma geçer: dışındaki Araplarda görülmeyen zıhar uygula­
-Ya Rasulallah! O beni aldığında gençtim, gü­ masının, Araplara Yahudilerden geçtiği sanıl­
zeldim, alımlıydım. Ona bir çok çocuk ver­ maktadır (Bkz: ibn Aşur).
dim, yaşım da ilerledi. O zaman sevdiğiydim, 4 İnsan onurunu incitmek onu öldürmek gibi­
şimdi anası oldum: beni sokağa bıraktı. dir. O halde keffareti de bir insan diriltme de­
-Sen ona haram olmuşsun. meye gelen köle azadı olmalıdır. Bu günahın
-Vallahi talak vermedi! keffaretinin köle azadı olması, hem kadına ya­
pılan bu zulmün kadına köle muamelesi yap­
-Haram olmuşsun, bu konuda bir şey inmedi!
mak olduğunu, hem de bu tür uygulamaların
-Bir daha düşün, kurban olayım ya Rasulallah! köleliği besleyen kaynaklardan biri olduğunu
-Kendi görüşüm böyle! ihsas eder. Zaten keffaret de, "günahın doğur­
-Ama, bana muhtaç küçük bir yavrum var: duğu mahzurları ortadan kaldırmayı amaçla­
eğer ona versem telef olur, yanıma alsam aç yan ceza" değil midir?
894 105/ MÜCÂDtLE SÛRESİ t r ^ ^ Nûzûl: 105 Mushaf: 58
t

ise altmış yoksulu doyurmak düşer. Bu 5


çektir: şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla
Allah'a ve Rasulü'ne imanınızın bir gere­ bilendir.
ğidir; ve bunlar Allah'ın çizdiği sınırlardır. 8 (Ey Peygamber!) Gizli görüşmeden men
İnkar edenler için, acıklı bir azap vardır. edilen, sonra da men edildikleri şeye tekrar
5 Kuşku yok ki Allah'a ve Rasulü'ne dönenleri görmedin mi? İşte onlar günah,
meydan okuyanlar, - ki Biz onlara da ha­
6
düşmanlık ve Rasul'e isyan hususunda giz­
kikatin apaçık delillerini indirmiştik- li kapaklı işler çeviriyorlar. Ne zaman sana
tıpkı kendilerinden önce rezil edilenler gelseler, Allah'ın seni selamlamadığı bi­
gibi rezil edilecekler: zira inkâr edenler çimde seni selamlıyorlar ve kendi arala­
8

için alçaltıcı bir azap vardır. rında "Hadi bakalım, Allah sözlerimizden
6 Gün gelip Allah onların hepsini dirilte­ dolayı bizi cezalandırsa ya!" diyorlar. Ce­
cek; yaptıkları her şeyi kendilerine bir bir henneme kadar yolları var! Oraya dikile­
9

haber verecek; onlar unutmuş olsalar bi­ cekler! O ne kötü son duraktır.
10

le, Allah onlara yaptıklarını bir bir sayıp 9 Siz ey iman edenler! Gizli görüşme ya­
dökecek: zira Allah her şeye ayrıntısıyla pacaksanız (bile), günah, düşmanlık ve
şahittir. Rasul'e isyan hususunda gizli görüşme
yapmayın da, bari iyilik ve takva üzre
7 (EY MUHATABI) Görmedin mi ki Al­ gizli görüşme yapın! Huzurunda toplana­
lah, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir? cağınız Allah'a karşı sorumluluğunuzun
Gizli görüşme yapan üç kişi yoktur ki bilincinde olun!
dördüncüleri O olmasın,- ve(ya) beş kişi
7
10 (Bunun dışında kalan) gizli görüşmele­
yoktur ki altıncıları O olmasın: ister bun­ rin tümü, sadece mü'minlere üzüntü ver­
dan daha az ister daha çok olsun; nerede meyi amaçlayan Şeytanî bir eylemdir; ne
olurlarsa olsunlar, illa ki O kendileriyle ki Allah'ın izni olmadan, onlara hiçbir
beraberdir. En sonunda Kıyamet Günü, zararı dokunamaz: artık inananlar sadece
yapıp ettiklerini onlara bir bir haber vere- Allah'a dayansınlar. 11

5 Bu âyetlerdeki zıhar yemini keffaretinin zaman çalma, 3) başkalarına bununla övün­


bağlamından koparılarak nasıl orucunu bozan me, 4) kıskançlık uyandırma, 5) kulis yapma,
kimseye tatbik edildiği ve bu tatbikatın daya­ 6) komplo hazırlama gibi...
nağı olan rivayetlerin karşılaştırmalı bir kriti­ 8 Zımnen: "Allah'ın hoş görmediği, razı olma­
ği için bkz. Kitabu's-Sünne, s. 115. dığı biçimde".
6 Krş. 114/Tevbe: 63. Yuhâddûne'nin mânası 9 Lafzen: "Cehennem onlara yeter!"
için bkz. Ebu Müslim'den: Râzî.
10 Veya: "Orada düzeltilecekler". Namaz an­
7 Necvâ kök olarak "bir şeyden ayrılmak" de­ lamındaki salat ile aynı kökü paylaşan kelime
mektir (Bkz: 79/Enbiya: 3, not 4). Buradan için 9/A'lâ 15'in ilgili notuna bkz.
"ayrıcalık" ve "farklı muamele istemeye"
11 Girişte örnek gösterilen kendini ifade eden
isim olmuştur. Burada "gizli görüşme" mâna­
kadınla, özel görüşme arasındaki bağ şu olsa
sına kullanılır. Fakat bunun "koparılan özel
gerektir: Bu kadın gibi kendinizi açıkça ifade
görüşme izni" bağlamında daha başka vurgu­
ederseniz, özel görüşme gibi dolambaçlı ve şa­
ları da vardır: 1) Aldığı özel görüşme izni ile
ibeli yollara gerek kalmaz.
randevu sahibini töhmet altında bırakma, 2)
Nûzûl: 105 Mushaf: 58 ^ ^ . ı r J 105/ MÜCÂDÎLE SÛRESİ 895

11 SİZ ey iman edenler! Sosyal h a y a t t a 12


na (imkan) bulamazsanız, iyi bilin ki Al­
"Birbirinize yer açın!" denildiğinde der­ lah tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir mer­
hal yer açın ki, Allah da size yer açsın. hamet kaynağıdır.
Yine "Davranın!" denildiği zaman, der­ 13 (Elçi ile) özel görüşme talebinizden
hal yerinizden fırlayın! 13
Allah içinizden önce, sadaka türü bir şeyler vermekten
tam inanan, bilen ve bilginin amacını dolayı sizde şafak attı, öyle mi? Hemen
kavrama yeteneğiyle donatılanları 14
kat belli oldu bunu yapamayacağınız ve Al­
be kat yüceltecektir: 15
Zira Allah yapıp lah sizin pişmanlığınızı kabul e t t i : 18
hay­
ettiklerinizden tümüyle haberdardır. di artık namazı hakkını vererek kılın, ze­
12 Siz ey iman edenler! Elçi ile özel gö­ kâtı gönlünüzden gele gele verin, Allah'a
rüşme talep ettiğinizde (münafıklardan ve Rasulüne itaat edin: zira Allah yaptık­
seçilmeniz i ç i n ) , 16
görüşmenizden önce larınızdan ayrıntısıyla haberdardır.
bir sadaka veriniz; bu sizin için daha ha­
yırlı ve daha (iç) arıtıcıdır; yok eğer bu- 17
14 ALLAH'IN gazabına uğrayan bir top-

12 Mecâlis (t. meclis); "toplantılar, ortak et­ nızdan kıymetlidir. Siz küçük bir maddî so­
kinlikler". Meclis, en genel anlamıyla "sos­ rumluluk altında bu kadar zorlanıyorsunuz,
yal" veya "toplumsal alanı" temsil eder. ya o manevî sorumluluk altında ne yapıyor,
13 İbn Abbas, bunu her hayırh işin ucundan düşünsenize bir?
tutma olarak yorumlamıştır (İbn Aşur). "Dav­ 18 Özel görüşme sadakası, bu sadakayı verme­
ranın, yerinizden fırlayın!" şeklinde karşıla­ yecekleri gün gibi ortada olan münafıkları de­
mamızın gerekçesi budur. şifre etmeyi amaçlıyordu. Yöntem o kadar et­
14 'Um'i bu şekilde çevirimiz için bkz. kili oldu ki, amaç kısa zamanda gerçekleşti.
79/Enbiya: 74, not 75. Zira para söz konusu olunca, ilk geri duran
münafıklar oldu ve bu da emrin amacının ger­
15 Hz. Peygamber'in şu ifadesi bu âyetin tefsi­
çekleştiği anlamına geliyordu. Dolayısıyla bu
ri sadedindedir: "Âlimin abide üstünlüğü, do­
âyeti bir önceki âyetin hükmünü iptal eden
lunayın yıldıza üstünlüğü gibidir." Hz. Ali ali­
(nâsih) âyet gibi algılamak bir âyetin hükmü­
mi şöyle tarif eder: "Âlim Kur'an'ın önüne
nü geçersiz ilan etmek (mensuh) demeye gel­
hiçbir şeyi geçirmeyendir". İmam Şafiî "Al­ diği için tehlikeli, o âyetin getirdiği muhte­
lah'ın velileri âlimlerdir, onlar dışında veli bil­ şem terbiyeyi önlediği için zararlı, Allah'ın bir
mem" der. İbn Abidin "cahilin âlim hakkın­ emrine "kadük" muamelesi yapıldığı için ve­
daki şehadeti batıldır" der. baldir. Zira bu âyetin emri benzer durumlarda
16 Necvâ, bu bağlamda gizliliği de içeren dün nasıl geçerliyse bugün de öyle (belki daha
"özel görüşme" vurgusu kazanır. Muhteme­ fazla) geçerlidir. Zira çok önemli görevler ve
len Allah Rasulü'ne yerli-yersiz gelen özel gö­ sorumluluklar üstlenen kimselerin mesaisi­
rüşme talepleri sadece onu rahatsız etmekle nin, gerekli-gereksiz, yerli-yersiz çalınması
kalmıyor, çevreyi de huzursuz ediyordu. Belki geçmişte kalan bir durum değildir. Böylesi bir
Allah Rasulü'nün hoşgörüsü bazılarınca istis­ durumda bir alimin, mesaisini özel görüşme
mar ediliyor, bunlar arasından özel görüşmeyi ile alacak birine "şu eseri oku, şunları şunları
maske olarak kullanan münafıklar çıkabili- yap, şu şu sorumluluklarını yerine getir" şartı
yordu. koşması, bu âyetin maksadıyla uyumludur.
Aynı şey görev ve sorumlulukları ağır yetkili­
17 Necvâ sadakası, bir tür "mesai 'çalma' ce­
ler için de geçerlidir.
zası" idi. Zımnen: Nebi'nin zamanı sizin para­
896 t 105/ MÜCÂDtLE SÛRESİ > t ; < g > , , Nüzul: 105 Mushaf: 58

lulukla dayanışma içine girenleri görmez 19 Şeytan onlar üzerinde egemenlik kur­
misin? 19
Onlar ne sizdendir ne de onlar­ muş ve sonunda onlara Allah'ı hatırlama­
dandır; bir de (utanmadan) bile bile yalan yı unutturmuştur. İşte bunlar Şeytanın
yere yemin ediyorlar. 15 Allah onlara şid­ yoldaşıdırlar. Bakın, Şeytanın yoldaşları
detli bir azab hazırlamıştır; çünkü onlar var ya: işte onlar hüsrana uğrayacaklar.
öteden beri pek berbat bir iş işliyorlar. 20 Bir de Allah'a ve Rasulüne meydan
16 Onlar yeminlerini (inkârlarına) örtü okuyanlar v a r : 24
işte onlar da en alçaklar
yaptılar; böylece Allah yolundan saptılar sınıfına dahildirler. 21 (Zira) Allah şöyle
ve saptırdılar: 20
Onlar alçaltıcı bir azaba diledi: "Elbet Ben galip geleceğim,- Ben ve
duçar olacaklar. elçilerim!
17 Ne malları ne de çocukları onları Al­ Şüphe yok ki Allah tarifsiz güçlüdür,
lah'a karşı asla korumayacaktır: işte on­ mutlak üstün ve yüce olandır.
lar ateş ehlidirler; onlar orada kalıcıdır­ 22 Allah'a ve ahiret gününe 25
iman eden
lar. bir topluluğu, Allah ve Rasulüne meydan
18 Gün gelip Allah onların tümünü diril­ okuyan kimselerle -isterse bunlar baba­
tecek, (yaptıklarını bir bir haber vere­ ları, oğulları, kardeşleri veya soydaşları
cek); 21
bunun üzerine onlar size yemin olsun- candan-yürekten bir ilişki içinde
ettikleri gibi O'na da yemin edecekler ve bulamazsın. 26

bu yolla bir şey elde etme hesabı yapa­ İşte (Allah'ın) kalplerine imanı nakşetti­
caklar: bakın işte bunlar, evet bunlardır
22

ği 27
ve katından manevî bir güç ile des-
yalanı tabiat edinenler. 23

19 Yani: "münafıkları". Benzer bir durum için dolayıdır. Âhirette hiçbir gizli-saklı kalmaya­
bkz. 102/Haşr: 11 ve 14. Bu, münafığın tabi­ cağı hatırlatılmaktadır.
atını ele veren şu âyetle uyumludur: "İki ara­ 26 Hadde işteşli fiili, karşılıklı iki taraf gerek­
da bir derede kalmışlardır,- ne o tarafa ne de bu tirir. Vudd, h ubb'dan farklı olarak iki özne
tarafa aittirler" (104/Nisâ: 143). Yasak olan arasındaki sevgiyi ifade eder. Vudd ile seven,
ilişki, düşmanla dayanışma içine girerek
sevgisine karşılık istiyor demektir. Bu yüzden
"amaç birliği" oluşturmaktır. İnsanî ve mede­
Allah için Habîb değil Vedûd kullanılır
nî münasebetler yasaklanmış değildir.
(29/Burûc: 14; krş. 43/Meryem: 96, not 91).
20 Saddû fiilinin hem geçişli hem geçişsiz ya­ Allah ve Rasulüne meydan okuyanlar Şey­
pısına dayanarak. tan'ın yoldaşlarıdır (19). Şeytan'ın yoldaşları­
21 Parantez içi açıklamamızın gerekçesi, aynı na değer vermek, Şeytan'a değer vermektir.
ibareyle söze giren 6. âyettir. Âyet, onların alçak olduğunu söyler (20). Alça­
22 Bu bağlamda bu cümleye bulabildiğim en ğı yüceltmek, yüce olana da haksızlıktır (21).
uygun karşılık budur (Krş: Zemahşerî ve Râzî). Allah'a ve Rasulüne meydan okuyanla karşı­
lıklı candan-yürekten bir ilişki içine girmek,
23 İnsanın her şeyi gören Allah'ın huzurunda
imanla küfür arasındaki sınırı yok eder. Yasak
dâhi yalana cüret etmesi, yalanı tabiat edin-
olan budur. Bu âyet, asla iyiliği [birr] yasakla­
mesiyle mümkündür.
maz (Krş: 109/Mumtehane: 1-8).
24 Krş. 5. âyet.
27 Bu ifade, "Allah imanı size sevdirdi"
25 "Rasulüne" yerine "ahiret gününe" gelme­
(112/Hucurât: 7) âyeti ışığında anlaşılmalıdır.
si, işlenen çirkinliğin gizlenebilir tabiatından
Nüzul: 105 Mushaf: 58 , ^ y ^ t , 105/ MÜCÂDİLE SÛRESİ 897

teklediği kimseler onlardır; 28


onları ze­ da Allah'tan razı olmuşlardır. 29
İşte ger­
mininden ırmaklar çağıldayan cennetle­ çek Allah taraftarları bunlardır. Bakın,
re, içinde daimi kalmak üzere yerleştire­ Allah taraftarları var ya: işte kurtulacak
cektir: Allah onlardan razı olmuş, onlar olanlar kesinlikle onlardır!

28 Minhu'deki zamirin imana dönmesi halin­ Ruh'un Kur'an'daki tüm kullanımlarının va­
de, mâna şöyle olur: "Allah'ın., imandan do­ hiyle ilgili olması (vahiy meleği, vahiy ve in­
ğan bir güç ile desteklediği". Katından bir ruh san türünü vahye muhatap kılan öz), bu kulla­
ile desteklenmek, tıpkı İsa'da (108/Mâide: nımın da vahiyle irtibatını akla getirir. O da
110; 94/Bakara: 87, 253) ve Hassan b. Sabit'in vahyi anlayacak bir algı gücü, onu anlamayı
dilinde tecelli ettiği gibi Rahîmiyyetin tecelli­ kolaylaştıran ilham, basiret ve ferasettir.
si olan "özel" bir takviyedir. Gücünü kulla­ 29 Zımnen: Allah rızasını dileyenler, önce Al­
nan takviye edilmektedir. Ruh, bir türün ke­ lah'tan memnun ve razı olsunlar.
maline kendisi sayesinde ulaştığı şeydir.
"Müttefik güçler" anlamına gelen Ahzab adını, bu güçlerle ilgili 9-27.
âyetler arasında yer alan atıflardan alır. Medine'de inmiştir. Bir çok
veri, sûrenin hicretin 5-7. yılları arasında indiğini gösterir. Şöyle ki: 2 0 . âyet­
te atıf yapılan Hendek (Ahzab) savaşı 5. yılın Şevval ayında, 4 - 5 . ve 3 7 - 4 0 ' t a
atıf yapılan olay aynı yılın Zilkade ayında gerçekleşmiştir. Rasulullah'ın eş­
leriyle ilgili 2 8 - 2 9 . âyetler, özellikle Nebi'ye evlilik sınırlaması getiren 52.
âyet, Hz. Safiyye ile evlendiği Hayber'in fethinden sonra inmiş olmalıdır.

Kur'an'ın en yoğun sûrelerinden biridir. Ç o k konulu sûrelerin başında ge­


lir. Konularını bireysel ve sosyal ilişkiler ve hukuki düzenlemeler teşkil
eder. Bu, İslâm cemaatinin politik olgunlaşma süreciyle de bire bir alâkalı­
dır. Ç ü n k ü Hendek saldırısının sonuçsuz kalması, İslâm cemaati için bir
dönüm noktasıdır. Bu gerçeğe " A r t ı k sıra sizde!" diyen Hz. Peygamber de
parmak basar.

Sûre en genel anlamda insan ilişkilerini yeniden inşa eder. Bu bağlamda, Ra­
sulullah'ın yakın çevresiyle olan özel ilişkileri de düzenlemeye tabi tutulur.
Öyle ki, Hz. Aişe'nin "Eğer Rasulullah vahiyden bir şey saklayacak olsaydı o
bu olurdu" dediği 3 7 - 4 0 . âyetler arasında aktarılan kişisel bir örnekle h e m ge­
leneğin tortuları temizlenir, h e m azatlı kölelerin toplumsal statüsü yükselti­
lir. Bu olayın Kur'an'da yer almasının, vahyin ilâhi kaynağına yönelik t ü m
itirazları boşa çıkaran bir boyutu vardır. Başka hiçbir harici-akli delil olmasa
dahi, bu âyetler vahyin kaynağının ilâhi oluşuna delil olarak yeter.

Kur'an'da " E y Peygamber" hitabının en sık kullanıldığı sûre, doğrudan Ne­


bi'ye hitapla başlar. Toplumsal baskının şiddeti ne oluısa olsun, kişi Allah'a
uymalıdır (1-3). Yanlış yargıların toplumsal bir mutabakata dönüşmüş olma­
sı, onu yanlış olmaktan çıkarmaz. Atalar geleneği öyle diyor diye eş anne
olamaz, evlatlık da evlat olmaz (4-6). Hakikate sadâkat peygamberlik gele­
neğinin şiarıdır (7-8). Bu geleneği izleyen mü'minlere her dönemde savaş
açılmıştır. Onlara düşen canları pahasına da olsa hakikatin yanında yer al­
mak, kâfir ve ikiyüzlülerin düştüğü duruma düşmemektir (9-20). Rasul bu
konuda ideal bir örnektir, hakka sadâkatte mü'minler de öyle olmalıdırlar
(21-27; 45-46). Peygamber eşleri de misyonlarını unutmamalı, kendilerine
yakışanı yapmalılar. İsyan ceza, itaat ödül görür,- kadın-erkek fark etmez (28¬
3 6 ) . Devamında Hz. Peygamber'in ve ailesinin insan ilişkileri yeniden inşa
edilir ve bazı hukuki düzenlemeler getirilir (37-59). Bu düzenlemeler onları
iftiracıların y a m u k bakışlarından korumak içindir. O iftiracıların akıbeti
ateştir (60-68). ihanetin de, sadâkatin de karşılığı görülecektir (69-73).
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 SEN EY peygamber! Allah'a karşı so­


1
4 ALLAH hiç kimse için bir bedende iki
rumlu davran! (Açıktan) inkâr edenlere kalp yaratmamıştır; aynen böyle, vücu­
5

ve ikiyüzlü davrananlara uyma! Unutma dunu annenizin vücudu gibi haram saydı­
ki Allah her şeyi bilendir, her hükmünde ğınız eşlerinizi de hiçbir zaman sizin ger­
tam isabet edendir. 2 (Sadece) Rabbinden
2
çek anneleriniz kılmamıştır,- yine evlat­
6

sana bildirilene uy: Çünkü Allah yaptığı­ lıklarınızı da sizin gerçek çocuklarınız
nız her bir şeyden haberdardır. 3 Ve yal­ kılmamıştır: 7
bütün bunlar (düşünme­
nızca Allah'a dayan: zira dayanak olarak 3

den) ağzınıza aldığınız boş laflardır,- ne ki


Allah yeter. 4

1 Allah Rasulüne doğrudan hitap eden bu âye­ yor, fakat karısı da olamıyordu. Dahası bir baş­
ti, nübüvvet ailesinden söz eden "tüm peygam­ kasıyla da evlenemiyor çünkü evli sayılıyordu.
berlerden söz almıştık; senden, Nuh'tan, İbra­ 7 Zımnen: Gerçeği kabullenin! Cümle, cahil-
him'den, Musa'dan ve Meryem oğlu isa'dan" liyye reöenni'sine atıftır. Mesela Hz. Ömer'in
şeklindeki 7. âyetle birlikte düşünmek gerekir. babası Hattab, Âmir b. Rebia tarafından; Sa­
2 Aslında yapılması serbest olan bir davranış­ lim, Ebu Huzeyfe tarafından; Mikdat b. Amr,
tan sırf toplumsal baskıdan çekinerek vazgeç­ Esved b. Abdiyeğus tarafından; Zeyd b. Harise,
mek ve o kolektif yanlışı sorgulamamak, bu nübüvvetinden önce Hz. Muhammed tarafın­
ilâhi uyarının gerekçesini oluşturmaktadır. dan evlatlık edinilmişti. Sahabe bu âyeti lafzî
Benzer bir durum üzerine nazil olan Tahrim bir mânada anlamamış olmalı ki, âyet indik­
sûresinin girişi ile bu sûrenin girişi arasındaki ten sonra da Mikdat'ı öz babasına nisbetle
yakınlık dikkat çekicidir. "Miktad b. Amr" diye değil, evlatlık alan Es-
ved'e nisbetle "Mikdad b. Esved" künyesiyle
3 Vekîl için bkz. 68/lsra: 2, 54, not 9.
anagelmişdir. Zeyd Suriye'de yerleşik Kelbo-
4 Yani: toplumsal baskıya karşı "koruyucu ğulları kabilesindendi. Bir kervanla yolculuk
otorite" olarak Allah yeter. Toplumun nesne­ yaparken haramiler kervanı basıp onu esir ala­
si olmak istemeyen, mutlaka daha üstün bir rak satmışlardı. Hakim b. Hizam onu satın ala­
otoriteye dayanmalıdır. O Allah'tır, insan an­ rak teyzesi Hatice'ye hediye etti. Hatice de eşi
cak o zaman toplum içerisinde özneliğini mu­ Hz. Muhammed'e hediye etti. O da usulüne
hafaza edebilir. uygun bir ilan yaparak onu evlat edindi. O ar­
5 Veya: "iki akıl" ya da "iki vicdan". Yani bir tık "Muhammed'in oğlu Zeyd" diye anılmaya
şey aynı anda hem hak hem batıl, hem beyaz başlamıştı. Âyet kimsesiz veya bakıma muh­
hem siyah, hem soğuk hem sıcak olamaz. Bu taç bir çocuğun bakımını üstlenmeyi asla ya­
sûre bağlamında bir kadının aynı anda hem eş saklamaz, nesebin karışmasıyla sonuçlanacak
hem anne olamayacağı vurgusunu taşır. Eşya­ yöntemleri yasaklar. Zira gerçek nesebini son­
nın hakikati sabittir, ilâhî yasalar herkes için radan öğrenen evlatlıklar, benliklerinde büyük
geçerlidir. Âyet, psikolojik açıdan çift kişilik­ bir yıkım hissederler. Çünkü aidiyet duygusu
li ve şizofren tavra işaret eder. kişiliği ayakta tutan temellerdendir. Amaçlar­
6 Mücadile sûresinin ilk dört âyetinde ele alı­ dan biri de ileride doğabilecek telafisi zor ne­
nan zıhar geleneğine atıftır. Batıl inanca dö­ sep sorunlarının daha baştan önüne geçmektir.
nüşmüş bu gelenek kadınları sorumsuz erkek­ Kişinin gerçek nesebinin birtakım gerekçelerle
lerin elinde inletiyordu. Çünkü zıhar yapılan tezyif edilmesi, sadece akrabalık bağlarının ad­
kadın elbette onu yapan kocanın annesi olmu- resini değil, evlilik yoluyla kurulacak muhte-
Allah yalın gerçeği söyler ve O hep doğru yicidir): zaten Allah tarifsiz bir bağışlayı­
yolu gösterir. 8
cı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır. 11

5 (Şu halde evlatlıkları) babalarına nisbet 6 Peygamber inananlara kendi öz varlık­


ederek çağırın, bu Allah katında daha
9 larından daha öncelikli gelir,- 12
(o onlara
hakkaniyetli bir davranıştır,- eğer babala­ baba gibi olduğundan) eşleri 13
de onların
rının kim olduğunu bilmiyorsanız, zaten anneleridir. Böyle olduğu halde, Allah'ın
unutmayın ki onlar sizin din kardeşleri­ yasasında yer aldığına göre akraba olanla­
niz ve dostlarmızdır,- 10
bu konudaki ya­ rın birbirleri üzerindeki hakları mü'min-
nılgılarınızdan dolayı size bir vebal yok­ lerden ve muhacirlerden daha öncelikli­
tur; fakat asıl kalbinizdeki kasıt (belirle- dir,- ancak, geri kalan dostlarınıza da iyi
14

mel bağların adresini de şaşırtacaktır. Bu ken­ lık edinilen Salim'e "Ebu Huzeyfe'nin mevlası
disine nikahı düşen birini yasak kapsamına so­ Salim" dedikleri halde, Esved b. Abdiyeğus tara­
karken, nikahlanması yasak olan birini de o fından evlat edinilen Mikdad'ı, asıl babasına
kapsamdan çıkarabilir. Bir başka mahzuru da, nisbetle "Mikdat b. Amr" diye değil "Mikdat b.
başta miras hukuku olmak üzere doğabilecek Esved" diye çağırmaya devam etmişlerdir.
hukuki sorunlardır. Çözümü mümkün olan bu 10 Yani, evlatlıklarınızla ilişkinizi onların
sorunlara yol açmadan muhtaç bir çocuğu alıp gerçek neseplerini yok sayarak gerçeği gizle­
yetiştirmenin Allah'ın razı olduğu sâlih amel­ meyin! Onun kimliğini ve aidiyetini tezyif et­
lerin başında geldiğini asla unutmamak gere­ meyin! Bunun ileride doğabilecek mahzurları­
kir. Evlat edinilen çocuk ile ilgili çıkabilecek nı düşünün (4. âyetin notuna bkz).
mahremiyet sorunlarını aşmak için şer'i kapı­
11 İmam Şafiî bu âyetten evlat edinmenin hü­
lar konulmuştur. Erkek çocuk için oldukça es­
kümsüz olduğu sonucunu çıkarmıştır. Fakat
nek olan süt anneliği müessesesi, kız çocuk
İmam Ebu Hanife, bu âyetin evlat edinmeyi
için de Nisa 23'te sonradan alınan eşin yanın­
hükümsüz kılmayıp sadece hukuki düzenle­
da getirdiği önceki kocasından olma kız çocu­
me getirdiği kanaatindedir.
ğu (oğulluk) için konulan "hanede yetişme" [fi
hucûhkum) şartı, ulemamızın üzerinde dur­ 12 Yani: Onun mü'minler üzerindeki hakkı,
ması gereken çözümler için yol göstericidir mü'minlerin kendileri üzerindeki hakkından
(104/Nisâ: 23'ün ilgili notuna bkz). önceliklidir. Rasulullah şöyle buyurur: "siz­
den biri beni kendisine öz varlığından, malın­
8 Zımnen: Siz bir şeye öyle dediğiniz için o öy­
dan, evladından ve herkesten daha çok sevme­
le olmaz. Bir şey neyse odur. Siz onu bilmeseniz
dikçe gerçek imana ulaşamaz" (Buhârî).
ya da yanlış bilseniz ya da kasten onun mahiye­
tine müdahale etseniz de o odur. Zımnen: Eşya­ 13 İbn Mesud, Übey b. Ka'b ve İbn Abbas bu
nın yerini Allah tayin etmiş ve her şeyi yerli ye­ âyeti hep vehuve ebun lehum tefsîrî ibaresiy­
rinde yaratmıştır: onun yeriyle oynamayın! As­ le birlikte okurlardı. Parantez içi açıklamamı­
lında İslâm öncesi Arap insanının zamana suni zın gerekçesi budur. Hasan, Katade ve İkrime
müdahalesi olan nesi uygulaması, yine bazı de bu açıklamayla birlikte okumuşlardır (Ta­
hayvanları yaratılış amacı dışına çıkararak kut­ berî). Bu âyet, "kendisinden sonra onun eşleri­
sallık atfı yoluyla hakikate müdahale etmesi ni nikahlamanız asla caiz değildir" (53) âyetiy-
hep bu tür uygulamaların farklı alanlardaki te­ le birlikte anlaşılmalıdır.
zahürüdür (114/Tevbe: 37 ve 108/Mâide: 103). 14 Veya min'in beyaniyye vurgusuyla: "birbi­
9 Bu ilâhi tavsiyeyi sahabe lafzî mânaya indirge­ rine akraba olan mü'minler ve muhacirler (kâ­
memiş olacak ki Ebu Huzeyfe tarafından evlat- fir akrabalardan ve hicret etmeyip Mekke'de
Nûzûl: 106 Mushaf: 33 , 106/AHZAB SÛRESİ t ,^3^, 901

davranmak durumundasınız: zaten bu da (semavi) ordular gönderdik: 20


ama Allah
yasada kayıtlıdır. 15
yapıp ettiklerinizi görmekteydi.
10 Hani onlar önünüzden ve sizin ardı­
7 HANİ bir zaman da tüm peygamberler­ nızdan üzerinize gelmişlerdi,- 21
işte o an
den söz almıştık; senden, Nuh'tan, İbra­
16
gözlerin yuvalarından fırladığı, yürekle­
him'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'­ rin ağızlara geldiği bir andı,- öyle bir hal
dan... İşte bütün bunlardan sapasağlam ki, Allah'ın ne yapacağı hakkında her tür
bir söz aldık; 8 ta ki O, sözlerine sadık ka­ düşünce zihninizde cirit atıyordu. 11 İşte
lanların sadâkatlerine buldukları karşılı­ o anda ve orada mü'minler sınanmışlar,
ğın hesabını sorabilsin: zira O, inkarcı­
17

şok bir sarsıntıyla sarsılmışlardı. 22

lar için acıklı bir azap hazırlamıştır.


12 O sırada ikiyüzlüler ve kalplerinde
9 Siz ey iman edenler! Sayısı belirsiz or­
hastalık olanlar diyordu k i : 23
"Allah ve
dular üzerinize geldiğinde Allah'ın size
O'nun elçisi bizi yalnızca boş vaadlerle
olan nimetini hatırlayın,- onların üzeri­
18

avuttu." 24
13 Yine o sırada onlardan bir
ne bir bela kasırgası 19
ve görmediğiniz

kalmış mü'min akrabalardan) daha öncelikli­ net eden Kureyza ile Kureyş'in ittifakını boz­
dirler" (Krş: 95/Enfal: 72-75; bkz. ibn Aşur). mayı başardı. Bu "Allah'ın nimeti" idi. Düş­
15 Bu âyet miras ve vasiyetle sınırlanırsa, "ka­ manı kaçırtan kasırga, dondurucu soğuk, hep­
yıtlı yasa" ile Nisa: 7-13 ve 33. âyetlerde yer sinden öte kalplerine düşürülen korku "Al­
alan hükümler anlaşılır. lah'ın nimeti" idi. Görünmeyen bir el
mü'minlerin yüreğine cesaret ve metanet, düş­
16 Bu âyet, "Sen ey peygamberler ailesinin
manların yüreğine korku ve kasvet salıyordu.
ferdi" diye başlayan 1. âyete atıftır.
19 Rîh'i bu şekilde çevirimizin gerekçesi için
17 Peygamberler ve ümmetlerinden karşılıklı
bkz. 88/Rûm: 51, not 60.
sorulacak hesap için bkz. 56/A'râf: 6.
20 Bu âyetin ilk notuna bkz.
18 H. 5. yılın Şevval ayında gerçekleşen Hen­
dek savaşına atıf. Kaynaklar müttefik düşman 21 Lafzen: "üstünüzden ve sizin alt tarafınız­
ordularının sayısını 24 bin olarak verir. Bir dan.." Müslümanlar, müttefik düşman ordu­
koldan Yahudi Kaynuka ve Nadr oğulları, bir ları ile kendilerini arkadan hançerleyen Ku-
başka koldan Ğatafan kabileleri (Süleym, reyzaoğulları arasında sıkışıp kalmışlardı.
Amir, Fezare/Hanife, Mürre, Eşca', Sa'd, Esed 22 Bu durum Hendek savaşmın en kritik gün­
oğulları), bir koldan da Kureyş Medine'ye sal­ lerinde yaşanmıştı. Hatta bunlardan birinde
dırıya geçti. Buna karşılık 3000 kişiden oluşan Kureyş'ten bir müfreze hendeği geçmiş, Hz.
Medine savunması şöyleydi: Mü'minler Sel' Ali komutasındaki bir müfreze de onlara kar­
dağını arkalarına alarak Uhud istikametindeki şı koymuştu. Düşman, mü'minleri ok ve taş
kuzeybatıya hendekler kazdılar. Doğu ve gü­ yağmuruna tutmuş, herkesin yüreği ağzına
neybatı taraflar kayalık olduğu için geçit ver­ gelmişti, ilk defa o gün Rasulullah ve mü'min­
miyordu. Müslümanların müttefiki Kureyza ler namazlarını eda edememişler, gün biti­
ihanet etti. Sa'd b. Ubade yollanıp Kureyza'nın minde Rasulullah hepsini birlikte kıldırmıştı.
ihanetinin kesinleştiği öğrenildi. Ğatafan'dan 23 Bu zümre ile ilgili genel bir okuma için
Eşca'a mensup Nuaym b. Mes'ud Müslüman bkz. 4/Müddessir: 31, not 24.
oldu ve Rasulullah'tan görev istedi. Rasulullah
24 Bu âyet şu olayla birlikte düşünüldüğünde
ondan şer ittifakını bozmasını talep etti. iha­
daha iyi anlaşılır: Hendekler kazılırken Sel-
tayfa da çıkmış; "Ey Yesripliler! Buradan 18 Doğrusu Allah içinizden (başkalarını
elinize hiçbir şey geçmez, derhal dö­ savaştan) caydıranları da, kendileri mu­
nün!" 25
demişti; yine bir başka gurup da harebeye çok az katıldıkları halde "Hay­
evleri korumasız olmadığı halde "Evleri­ di, katılın bize!" diyenleri de çok iyi bilir.
miz korumasız" gerekçesiyle Peygam­ 19 Size yönelik bir kıskançlık b u ;
2 7
öte
berden izin istemişlerdi; oysa ki onların yandan tehlikeyi hissettikleri zaman da
maksatları cepheden kaçmaktı. sanki ölüm tarafından çepeçevre kuşatıl­
14 Eğer şehrin her yanından üzerlerine mışlar gibi gözleri dönmüş bir halde sana
hücum edilseydi ve onlardan da fitne çı­ (yalvarırcasına) baktıklarını görürsün,- teh­
karmaları istenseydi, onlar bunu bir an like geçtiğinde ise, iyiliğe karşı kıskançlık

bile duraksamadan yaparlardı. 15 Oysa ki edip sivri ve keskin bir dille size hücum
ederler. İşte bunlar inanmamışlardır,- Al­
onlar, daha önce kaçmayacaklarına dair
lah da onların yaptıklarını boşa çıkarmış­
Allah adına söz vermişlerdi: ama (olsun),
tır: zira bu Allah için oldukça kolaydır.
nasıl olsa Allah'a verilen sözün hesabı so­
rulacaktı. 26 20 Onlar, müttefiklerin (gerçekte) ayrıl­
madığını sanıyorlar; ama eğer müttefik­
16 De ki: "Eğer ölümden ya da öldürül­
ler dönüp gelecek olsalar, bu kez de onlar
mekten kaçıyorsanız, kaçmanızın size
çölde bedeviler arasına karışıp haberleri­
hiçbir yararı yok; zira böyle bir durumda
nizi (uzaktan) almayı tercih edecek kadar
bile, sadece kısa vadeli bir haz elde etmiş
(sıvışmayı) isterler; hoş, eğer aranızda bu­
olacaksınız."
lunmuş olsalardı da, göstermelik bir iki
17 De ki: "Eğer O sizi bir zarara uğratma­ hareket dışında asla savaşmayacaklardı.
yı dilese, sizi Allah'a karşı kim koruyabi­
lir? Ya da size bir rahmet takdir etse (sizi 21 DOĞRUSU Allah Rasulü sizler için,
bundan kim mahrum edebilir)?" Allah'a ve âhiret gününe umut besleyen
Onlar kendileri için, Allah'tan başka ne ve Allah'ı sürekli hatırda tutan herkes
bir dost ne de bir yardımcı bulabilirler. için güzel bir örnek teşkil eder. 28

man ve Huzeyfe'nin de aralarında bulunduğu imasını da içeren bir ayartma çağrısıdır.


gurup kendi paylarına düşen yerde hendek ka­ 26 4. âyet ışığında, "Bir göğüste iki kalp olsay­
zarken bir kaya çıkmıştı. Tüm çabaları sonuç­ dı insan nasıl davranırdı?" sorusunun cevabı.
suz kalmış, kaya değil balyoz kırılmıştı. Hz
27 Ya da: "(güya) sizin üzerinize titremek ve
Peygamber'e durum haber verildi. Olay yerine
sizi esirgemekmiş bu".
gelerek balyozu aldı ve kayaya vurdu. Her vu­
28 Teessi (usve), taklit ve teşebbüh değil, biri­
ruşta kayanın bir parçası kopuyor ve kıvılcım­
nin yaptığını onun maksadını gözeterek yap­
lar saçılıyordu. Rasulullah o kıvılcımlara işa­
maktır. Usve ilan edilen "model" kılınmıştır.
retle Pers, Bizans ve Yemen saraylarının üm­
Sadece üretilebilir olanlar model gösterilebilir.
metinin eline geçeceğini müjdeliyordu. İşte
Peygamberler örnek alınsın diye insanlar ara­
içinde bulunulan zor zamanla bu müjde ara­ sından seçilmişlerdir: yerde yürürler, iz bıra­
sında makul bir bağlantı kuramayan hasta kırlar ve izlenirler. Bu âyetin nüzul ortamıyla
kalpliler, bunu "boş vaad" olarak gördüler. ilişkisi açık: Hz. Peygamber en kritik insanî
25 Bu sadece "eve dönün" anlamını değil, "es­ durumlarda bile duruşunu bozmuyordu. Âlem­
ki kimliğinize dönün" ya da "dâvadan dönün" lere rahmet olmak, bütün bir insanlığa model
22 Nitekim mü'minler müttefikleri gör­ savaşta da yeter: ve zaten Allah eşsiz bir
düklerinde: "Allah'ın ve Rasulü'nün bize kuvvet, mutlak bir izzet sahibidir. 26 Yi­
vaad ettiği şey işte budur!" ve "Allah da ne O, geçmiş vahyin mensuplarından
doğru söylemiştir, Rasulü d e . . . " derler. düşmana destek verenleri kalelerinden
Dahası, bu onların yalnızca imanlarını ve çıkarmış ve kalplerine korku salmıştır;
teslimiyetlerini artırmıştır. (baksanıza), bir kısmını öldürüyor bir kıs­
23 Mü'minler içerisinde Allah adına ver­ mını da esir alıyorsunuz. 31
27 Böylece O
dikleri söze sadık kalan nice yiğitler var; sizi onların arazilerine, yurtlarına ve
onlardan kimi kendini adak olarak sun­ mallarına mirasçı kildi; dahası ayak bas­
muş 2 9
kimi de sırasını beklemekte, fakat madığınız bir nice toprağı da (vaad etti):
asla sözünden dönmemektedir. 30 zira Allah her şeye kadirdir.

24 Neticede Allah sözüne sadık kalanla­


28 SEN ey Peygamber! Eşlerine de ki:
rın sadâkatlerini ödüllendirmek, iki yüz­
"Eğer sizler bu dünya hayatını ve onun
lü davrananları da isterse cezalandırmak
ihtişamını istiyorsanız, gelin size dünya­
ya da (tevbe ederlerse) tevbelerini kabul
lığınızı vereyim ve sizi güzellikle bıraka­
etmek için (böyle yapmıştır): çünkü Al­
yım,- 29 yok eğer Allah'ı, Rasulü'nü ve
lah zaten tarifsiz bir bağışlayıcıdır, eşsiz
âhiret yurdunun (mutluluğunu) istiyorsa­
bir merhamet kaynağıdır.
nız, bilin ki Allah içinizden iyi davranışı
25 Allah, kinleri yüzünden küfre gömü­ tabiat haline getirenlere muhteşem bir
lenleri geri püskürtmüş, ellerine hiçbir ödül hazırlamıştır! " 3 2

şey geçmemiştir; zira Allah mü'minlere

olmak demekti. Bu ise, iyilik artsın diye varlı­ kendileri hakkındaki hükmü Medineli mütte­
ğını sadaka vermekti (Krş: 94/Bakara: 143). fikleri Sa'd b. Muaz'ın vermesi şartıyla teslim
29 Nahb'm asli anlamına istinaden. Şu âyet oldular. Rasulullah da bu şartı kabul etti. Sa'd
bu adanmışlığın talimatıdır: "De ki: "Benim onlar hakkında kendi kitaplarıyla hükmetti
tüm istek ve arzum, bütün ibadetlerim, haya­ [Tesniye, 20:10-14). Hz. Peygamber, hükmün
tım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah'a Tevrat kaynaklı oluşunu şöyle dile getirdi:
armağan olsun" (73/En'âm: 162). "Onlar hakkında yedi kat göğün ötesindeki
hükümle hükmettin".
30 Şu olay bu âyeti açıklayıcıdır: Bir gurup sa­
habe girdikleri her savaşta şehid oluncaya ka­ 32 Bu âyetlerin indiği dönemde İslâm cemaa­
dar çarpışacaklarına dair ant içmişlerdi. On­ ti, savaş gelirlerinden paylarına düşenle refah
lardan ikisi olan Hz. Hamza ve Hz. Mus'ab standartlarını yükseltmişti. Fakat bu Rasulul­
Uhud'da şehid olmuşlar, geride kalanlarsa lah'ın hanelerine yansımadı. Onlar da, kendi­
sözlerini asla bozmamışlardı (Zemahşerî). lerince haklı gerekçelere sığınarak, herkese
düşen pay gibi pay istediler. Oysa Allah Rasu­
31 Kureyzaoğulları yıllardır iç içe yaşadıkları
lü'nün gözettiği ilke yönetimi altındaki en
mü'minleri en zor zamanda sırtlarından han­
yoksul tabakanın standartlarında yaşamaktı.
çerleyerek müşrik saldırganların yanında yer
Eşleri refah paylarını artırmakta ısrar edince
almışlardı. Müttefikler bölgeyi terk eder et­
onları ayrılıp ayrılmamakta muhayyer bıraktı.
mez Müslümanlar Kureyzaoğulları üzerine
Hz. Aişe "Allah Rasulü'nü dünya nimetlerine
yürüdü. Onlar kalelerine çekilmişlerdi. Yakla­
tercih ediyorum!" dedi ve bunu diğerleri takip
şık üç hafta süren sıkı bir kuşatma sonunda
etti. Bazen eşleriyle ilişkileri kopma noktası-
30 Ey Peygamber hanımları! 33
İçinizden 32 Ey Peygamber hanımları! Siz herhangi
her kim açık bir hayasızlık yaparsa, 34
bir hanım gibi değilsiniz; tabi ki eğer Al­
onun azabı ikiye katlanır: zira bu Allah
35
lah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde
için çok kolaydır. 31 Ama içinizden her olursanız. Şu halde işveli bir edayla ko­
37

kim de Allah'a ve Rasulü'ne gönülden nuşmayın, sonra kalplerinde hastalık bu­


boyun eğer ve ıslah edici iyilikler işlerse, lunanlar 38
yersiz bir arzuya kapılırlar,- 39

onun ödülünü de iki misli veririz; ayrıca ama güzel ve düzgün konuşun! 33 Evleri­
ona akıl almaz güzellikte bir rızık hazır- nizde (dahi) ağırbaşlılığınızı koruyun! 40

lamışızdır. 36
Kadim haddini bilmezlik döneminde 41

na kadar gelen Rasulullah, eşlerine ömrü bo­ 37 Cümlenin burada tamamlanmasıyla ilgili
yunca bir tek fiske dâhi vurmadı. bkz. İbn Aşur.
33 Peygamber hanımları için kullanılan nisa' 38 Bu ibare ile ilgili genel bir okuma için bkz.
burada ve 32. âyette doğrudan Allah Rasu- 4/Müddessir: 31, not 24.
lü'nün peygamber vasfına nisbet edilirken [ni- 39 Yani: Karşıt cinsle iletişim kurarken kendi
sae'n-nebî], ezvac hep zamir kullanılarak (ez- doğal konuşma tarzınızı değiştirmeyin! Nor-
vace-hu, ezvaci-ke) nisbet edilir (6, 28, 50, 53, 'malde nasıl konuşuyorsanız öyle konuşun!
59 ve 113/Tahrîm: 1 ve 3). Bu ayrımdan yola Aksi bir durum, karşıt cinsler arasındaki iliş­
çıkarak "Ey Peygamber'in hanımları!" diye kinin kimyasını bozabilir.
başlayan talimatların gerekçesinin Rasulul­
40 Veya vekarne kıraatına dayanarak: "evleri­
lah'ın peygamberlik makamından kaynaklan­
nizde oturun". Veya kahra'dan türemesi duru­
dığı sonucuna varırız. Ezvâda "eş" nisâ'ya
munda: "evlerinizde göz aydınlığı olun" (Ma­
"kadın veya hanım" karşılıklarını tercih et­
zini ve Ebu Hatim'den: İbn Aşur). Tercihimiz
memiz de bu ayrımı vurgulamaya yöneliktir.
alternatif kıraat olan vekırne okuyuşuna da­
34 Sınırlarının dışına çıkan ve değerinden taş­ yanmaktadır (Ebu Ubeyde ve Taberi). Mü'min-
ra çıkan her şey fahiş olarak adlandırılır. Me­ lerin annelerine evlerinde dâhi vakarlı bulun­
sela "cimriye" de fahiş denilir [Mekâyîs). malarını emreden bu âyet, Arabistan'ın sıcak
35 Eğer bununla dünyevi ceza kastediliyorsa, ikliminin ev içi kadın giyimine yansıyan ra­
Nûr 2'deki cezanın iki katı kastediliyor de­ hatlığıyla birlikte düşünülmelidir. Peygamber
mektir. Azabın iki kat olması, Peygamber eş­ mescidine açılan bu evlerde sık sık tanıdık ta­
lerinin hem sosyal statüsünün yüksekliğine nımadık, yerli ve yabancı ziyaretçiler ağırlanı­
hem de örnek olmalarına bir atıftır. Örfte hür yordu. Muvatta'm nakline göre, Cuma cemaa­
insanların cezası kölelerinkinin iki katı idi. ti mescid almadığı için bu odalara kadar taş­
Mamafih örnek kişinin suç işlemesi kötülüğü mıştı (nkl. İbn Aşur). "İçinde vakarınızı koru­
teşvik anlamına gelirdi ki, bu da suçun ikiye yun" veya "oturun" denilen evler: 1) Allah'ın
katlanması demekti. âyetlerinin anlaşılmak ve yaşanmak için
okunduğu; 2) okunanlardan hikmetin damıtıl­
36 "Bilinenin ötesinde, akıl almaz" oluş, be­
dığı evlerdir. Bu nitelikleri taşımayan evlerde
lirsizliğin metne kattığı yan anlamdır. Yani
oturmanın da başkalarını oturtmanın da âye­
türünün en iyi, en gelişmiş modeli. Dünya ni­
tin maksadıyla bir ilişkisi bulunmamaktadır.
metleri ancak onun bir kopyası olabilir (Bkz:
94/Bakara: 25, not 33; ayrıca krş. 91/Hac: 50, 41 Câhiliyye'nin cahilliğinin sıradan bir bil­
not 73). Öyle ki mü'min kendini bekleyen bu mezlik durumunu ifade etmediği açık. Bu bir
"göz kamaştırıcı sürprizleri hayal bile ede­ "kendini bilmezlik"tir (Bkz: 98/Âl-i Îmran:
mez" (57/Secde: 17). 154, not 129).
olduğu gibi dişiliğinizi ön plana çıkarma­ dine sadık bütün erkekler ve kadınlar, sı­
yın! 42
Namazınızı hakkını vererek kılın, kıntılara karşı direnen bütün erkekler ve
zekâtınızı içten gelerek verin, Allah'a ve kadınlar, (Allah'a karşı) derin bir saygıyla
Rasulü'ne uyun! Emin olun ki, Allah siz­ titreyen bütün erkekler ve kadınlar, 45

den (maddî manevî) her tür kiri gidermek (Allah'a) sadâkatlerini servetlerini yok­
ve sizi tertemiz yapmak istiyor Ey (Pey­ sullarla paylaşarak isbat eden bütün er­
gamberin) ev halkı,- hepsi b u ! 43
kekler ve kadınlar, benliklerini denetim
34 Bir de evlerinizde okunan Allah'ın altına alıp oruç t u t a n bütün erkekler ve
46

âyetlerini, ama (özellikle onlardaki) hik­ kadınlar, iffetlerini koruyan bütün erkek­
meti düşünün: şüphesiz Allah (ilmiyle) ler ve kadınlar, Allah'ı sürekli hatırda tu­
her şeyin özüne tarifsiz nüfuz eder, her 44 tan bütün erkekler ve kadınlar... (İşte)
şeyden nihayetsiz haberdardır. bunlara Allah sınırsız bir bağış ve muhte­
şem bir ödül hazırlamıştır. 47

35 ŞÜPHESİZ Allah'a tam teslim olmuş 36 Allah ve Rasulü bir konuda hüküm
bütün erkekler ve kadınlar, O'na güvenip verdiği zaman, inanan bir erkek ve kadı­
inanmış bütün erkekler ve kadınlar, O'na nın kendi işlerinde kişisel tercihlerine gö­
adanmış bütün erkekler ve kadınlar, ah- re hareket etmeleri düşünülemez: 48
zira

42 Tüm dilsel veriler ve ilgili rivayetler bir 44 Latif, ilâhi bilginin aklı aşan tabiatına bir
arada ele alındığında teberruc, karşıt cinsle atıftır (Bkz: 75/Lokman: 16, not 20).
iletişim kurarken estetik bir cins olan kadının 45 Krş. 79/Enbiya: 28, not 35.
dişiliğini kişiliğinin önüne geçirerek sergile­
46 En geniş anlamıyla savm, kişinin kendisini
mesini ifade eder. Bu âyetin indiği vasatta, ka­
öz denetim altına almasıdır. (İlk geçtiği
dınların başlarından aşağı saldıkları örtüyü bir
43/Meryem: 26'nın notuna bkz.) Bir ibadet ola­
aksesuar olarak kullanıp açıkta kalan gerdan­
rak oruç bu denetimin zorunlu ilâhi talimidir.
lık bölgesini de örter şekilde kullanmamaları,
dişiliği kişiliğin önüne çıkarıp sergileme (te­ 47 Âyetin sonunda ifade edilen "sınırsız bir
berruc) olarak görülmüştür (Mukatil). bağış" ve "muhteşem bir ödül", burada sayı­
lan niteliklere sahip olan erkek ve kadınların
43 Bu son ifade (hepsi bu), innemâ'mn anlama
her birine ayrı ayrı yapılan vaad olarak anlaşıl­
yansımasıdır (Krş: 114/Tevbe: 65). İbarede âye­
malıdır. Bağlacın fe ve sümme değil de vav ol­
tin başından beri dişil (kunne) olarak gelen
masının metne kattığı yananlam budur. Çün­
ikinci çoğul zamirleri, dişili de kapsayan eril
kü iki şey birbirine vav ile atfedildiğinde iki
[kum] formunda gelmiştir. Bu, Peygamber eş­
şey arasında zati bir farklılığa, fa ise zati olma­
lerinin yaptıklarından Hz. Peygamber'in de
yan bir farklılığa delalet eder. Âyette sayılan
doğrudan etkilendiği, dolayısıyla bu uyarıların
meziyetlerin erkek ve kadın için ayrı ayrı zik­
iyi sonuçlarının Hz. Peygamber'e de yansıya­
redilmesi, iki cins arasındaki fırsat eşitliğini
cağı imâsını taşır. Âyetteki ehl-i beyt ile, doğ­
korumaya yönelik örtülü bir teşvik içerir.
rudan Rasulullah'ın eşlerinin kastedildiği
açıktır. Bununla birlikte Hz. Peygamber, kızı 43 Mâ kâne İL. kalıbı için krş. 71/Yusuf: 76. Bu­
damadı ve torunlarını da yaptığı bir açıklama radaki hüküm, elbette Rasulullah'ın peygam­
ile bu kapsamda değerlendirmiştir. Âyette yer berlik alanına giren hükümlerdir. Değilse hur­
alan zamirlerin yalınkat dişil formdan eril+di- ma aşılayanlara "eğer kendi haline bıraksaydi­
şil forma dönüşmesi, bu kapsam genişlemesi­ niz daha iyi olurdu" deyince onlarm "bıraktık
ne metnin hazırladığı zemin olarak görülebilir. fakat daha iyi olmadı" cevabını vermeleri üze-
kim Allah ve RasuhYne isyan ederse, işte ne gelmiş oldu.
o apaçık bir sapıklığa gömülmüş olur. 38 Allah'ın kendisini mecbur tuttuğu bir
husustan dolayı Peygamber'e hiçbir suç
37 HANİ bir zamanlar Allah'ın kendisine isnat edilemez. Allah'ın bu sünneti, daha
ikram ettiği, senin de iyilikte bulundu­ önce gelip geçmiş olan (peygamberler)
ğun kişiye diyordun ki: "Eşini bırakma için de geçerliydi: 51
sonuçta Allah'ın em­
ve Allah'a karşı saygılı ol!" Ama Allah'ın ri ölçülüp biçildiği gibi gerçekleşmiş ol­
açıklayacağı şeyi sen içinde saklıyor­ du. 39 O (peygamberler), Allah'ın mesaj­
dun; 49
zira insanlardan çekiniyordun: oy­ larını tebliğ edenler, O'ndan korkanlar ve
sa ki kendisinden çekinmen gereken sa­ Allah'tan başkasından da asla korkma­
dece Allah'tı. yanlardı: zira Allah hesap görücü olarak
52

En sonunda Z e y d o kadınla ilişkisini ta­


50
yeterdi.
mamen kesip boşaymca Biz onu seninle 40 (Ey mü'nıinler!) Muhammed sizin er­
evlendirdik ki, evlatlıkları eşleriyle iliş­ keklerinizden herhangi birinin babası değil­
kilerini kesip boşadıklarında kişilerin on­ dir; fakat o Allah'ın Rasulü ve peygamberle­
larla evlenmelerinin önünde hiç bir engel rin sonuncusudur: Ve zaten Allah her şeyi
53

bulunmasın: sonuçta Allah'ın emri yeri- en ince ayrıntısına kadar bilmektedir.

rine "Siz dünyanıza ilişkin işleri benden iyi bi­ anılırdı. İlâhî uyarıyla böyle anılma şerefinden
lirsiniz" demesi; yine Bedir'deki mevzi seçi­ mahrum kaldı. Bunun yerine o vahyin ismen
minde Habbab b. Münzir'in daha isabetli öneri­ andığı tek sahabi olma şerefine nail olarak
si üzerine geri çektiği kendi kararı; kocasımn ödüllendirildi. Bunun gerekçesi ise, kişinin
ricasını kınamayarak Berire'ye yaptığı sonuçsuz gerçek nesebinin suni bir nesep ihdasıyla ör­
kalan "kocana dön" teklifi; istişare sonucunda tülmesine dayalı "cahiliyye tebennisi" deni­
geri çektiği Hendek kuşatması sırasında Medi­ len yanlış evlatlık uygulamasıdır (Bkz: 4 ve 5.
ne'nin mahsulünün yarısını verme teklifi... âyetler, notlar 7-11).
Bütün bunlar âyetin kapsamı dışındadır. Bu ne­ 51 Yani: Peygamber de kendisinden önceki
denledir ki sahabe bu konularda farklı görüş ge­ peygamberlerin tabi tutulduğu yasaya tabi idi.
liştirebilmiştir (Krş: 97/Nûr: 62, not 112).
52 Veya: "(Bu yasa) Allah'ın mesajlarını tebliğ
49 38. âyette geçen "Allah'ın yasası"ndan Hz. edenler, O'ndan korkanlar ve O'ndan başka­
Peygamber'in habersiz olduğu düşünülemez. sından asla korkmayanlar (için de geçerliydi)".
İşte bu yasaya göre, toplumsal geleneklere da­ Tercihimiz, bu âyetin bir önceki âyette yer
yalı fiili durumların hukuk bilinci oluşmamış alan "daha önce gelip geçmiş olanlar" ibaresi­
bir toplumda tartışılmaz bir hukuk normu gibi nin sıfatı oluşuna dayanmaktadır. Bu âyet
algılanmasına son verilmesi gerekiyordu. Bu nefy ve isbat yöntemiyle korkuyu Allah'a has­
gerekliliği Rasulullah da görüyor, fakat yanlış rediyor. Fakat iş sevgiye gelince şöyle buyuru-
anlaşılacağından çekindiği için harekete geçe­ lur: "Onlar Allah'ı sever gibi severler, fakat
miyordu. Âyet bu maksada işaret etmektedir. inananlar en çok Allah'ı severler" (94/Bakara:
Hz. Aişe bu âyet hakkında şöyle der: "Eğer Mu­ 165). Allah'tan başkasına sevgi yerilmemekte-
hammed (s) kendisine indirilenden bir şey giz- dir. Yerilen husus, Allah'tan başkalarını Al­
leseydi, bu âyeti gizlerdi." (Buhârî ve Müslim) lah'ı sever gibi sevmektir.
50 Kur'an'da ismen geçen tek sahabidir. Zeyd, 53 Veya hâtem okunuşuna göre: "peygamber­
daha önce "Muhammed'in oğlu Zeyd" diye lerin mührüdür". Tercihimiz kelimenin ha-
41 SİZ ey iman edenler! Allahi sürekli çağıran bir davetçi ve etrafını aydınlatan
hatırda t u t u n ; 54
42 O'nun aşkın ve yüce bir kandil olarak... 59

olan zatını sabah akşam a n ı n ! 55


47 İmdi mü'minlere, Allah'tan kendileri­
43 O sizi melekleri eşliğinde üzerinize ni büyük bir lütfün beklediğini müjdele!
indirdiği (vahiyle) destekleyip dimdik 48 Asla inkarcılara ve ikiyüzlülere uy­
ayakta t u t a r ki, bu sayede sizi karanlık­
56
ma 6 0
ve onlara incitici sözler söyle­
lardan aydınlığa çıkarsın: 57
zira O, me/onların incitici sözlerine aldırma; 61

mü'minler için sınırsız bir rahmet kayna­ ve yalnız Allah'a güven: zira koruyucu
ğıdır. 44 O'nun huzuruna çıkacakları o otorite olarak Allah yeter.
gün "Selam!" diye karşılanırlar; O kendi­
lerine tarifsiz güzellikte bir ödül hazırla­ 49 SİZ ey iman edenler! Mü'min kadınla­
mıştır. rı nikahlar da onları gerdeğe girmeden
45 Sen ey Peygamber! Elbet Biz seni bir önce boşarsanız, onlara karşı iddet hesap­
şahit, 58
bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak lama hakkınız yoktur,- şu halde derhal
gönderdik; 46 yine O'nun izniyle Allah'a onlara dünyalıklarını verin ve kendilerini
güzellikle salıverin. 62

tim okunuşuna dayanmaktadır. Esasen iki 58 İnsan bu âleme sahip olmak için değil şahit
okunuş da aynı sonucu verir. Çünkü mühür olmak için gelmiştir.
vurulduğu belgeye yeni bir bilgi girişini ya da 59 Kandil bir aydınlatma aracıdır. Kendiliğin­
vurulduğu kapıdan ilave bir geçişi yasaklar. den değil yakıtı sayesinde aydınlatır. Bu yakıt
54 Zikr, buradaki vurgusuyla kişinin Allah'ı vahiydir (Krş: Âyet 43). Bu kandil Rasulul­
sürekli aklında tutmasını ifade eder (Krş: lah'ın kendisinden sonraki mü'minlere bırak­
94/Bakara: 152). tığı ebedi risalet misyonu sayesinde etrafını
55 Teşbih, hatırda tutulanın dile gelmesidir. aydınlatmayı sürdürecektir.
Bir şeyi "sabah akşam yapın" emri, süreklilik­ 60 Tek dünyası, iki yüzü olanlar. Zira iki dün­
ten kinayedir ve "O'nu daima anın!" anlamı­ yalı olanın iki yüzü olamaz.
na gelir. 41. âyetteki zikran kesîrân ile 42. 61 Ezâhum faile de mef'ule de nisbet edilebi­
âyetteki teşbih birbirine vav ile atfedildiği lir. Bu yüzden, her iki anlama birden gelebilir.
için, âyet namaz vaktine hasredilemez. Hendek kuşatmasının ardından, Müslümanla­
56 Salar'm türetildiği es-sala, insanı oturur­ rı arkadan hançerleyen Beni Kureyza ile Hz.
ken dik tutan oyluklara veya ayaktayken dik Peygamber arasında yaşanan söz düellosu ter­
tutan omurgaya verilen isimdir (Bkz: cihimizin tarihsel karşılığıdır (İbn İshak ve
108/Mâide: 12 not 20; 44/Tâhâ: 14 not 16; İbn Sa'd). Nüzul ortamıyla ilişkisi ne olursa
9/A'lâ: 15, not 15). olsun, buradaki öğütler, tüm zamanlarda ve
57 Sanıldığı gibi ışık karanlığın zıddı değil, mekânlarda geçerli olan ve insanlar arası iliş­
yokluğu halidir. Bu nedenledir ki ışığın kayna­ kileri kolaylaştıran ilkelerdir. Hayatın akışı
ğı olur, karanlığın kaynağı olmaz. Aslolan ka­ içinde karşılıklı ilişkilerde müsamahakar ol­
ranlıklar arasında geçiş yapmak değil karan­ mak da bunlardan biridir. Zira hayat insanlar­
lıkların tümünden kurtulup aydınlığa çık­ la birlikte yaşanan bir mucizedir ve insan sü­
maktır (Krş: 68/lsra: 81). Âyette ışığı "vahiy" rekli hata yapabilen bir varlıktır.
temsil eder. Vahiy ışığı olmazsa göz görüyor 62 Krş. 94/Bakara: 234 ve 107/Talâk: 1-7. İd­
olsa da kördür. det nesebin sıhhati içindir. Buna göre, "hami-
908 106/AHZAB SÛRESİ .^<g>;. N û z û l : 1 0 6 M u s n a f : 3 3

50 SEN ey Peygamber! Biz sana mehir be­ 51 Onlardan dilediğini daha sonraya bıra­
dellerini verdiğin eşlerini; savaş esirleri kabilir, dilediğini de yanma alabilirsin,-
arasından sağ elinin altında bulunan ilişkini dondurup (sonraya) bıraktıkların­
kimseleri; seninle birlikte göç etmiş
63
dan birini yeniden istemende senin için
bulunan amca ve hala kızlarını, dayı ve bir beis y o k t u r : bu (seni her görüşte) on­
67

teyze kızlarını,- ve kendilerini Peygam-


ların gözlerinin ışımasını, üzülmemeleri-
ber'e (mehir bedeli istemeksizin) sunan
ni ve onlara verdiğin şeylerden razı olma­
ve peygamberin de kendilerini nikahla-
larını sağlar,- ve sadece Allah kalpleriniz­
mayı kabul ettiği mü'min kadınları - k i
de olanı bilir: ama zaten Allah her şeyi
bu yalnızca sana hastır, diğer mü'minler
için değildir- helâl kıldık.
64
bilir, tarifsiz bir hilim sahibidir. 68

Doğrusu onlara eşleri ve sağ elleri altında 52 Bundan sonra sana, başka hiçbir ha­
bulunanlar konusundaki talimatlarımı­
65
nım helâl değildir,- 69
güzellikleri seni
zı bilmekteyiz; ne ki bununla amaçla­
66
hayran bıraksa dâhi -sağ elinin altında
nan, senin zor durumda kalmamandır: bulunanlar hariç- onlardan hiçbirini de­
zaten Allah tarifsiz bir bağışlayıcıdır, eş­
ğiştiremezsin: hem zaten Allah her şeyi
70

siz bir merhamet kaynağıdır.


gözetleyendir.

lelik yoksa iddet de yoktur" denilebilirse de, rekliliği vurgulanıyor. Sonuçta Rasulullah
boşanma eyleminin nesepten öte duygusal ve için çok eşliliğin tahammülü gerektiren bir fe­
sosyal boyutları da olduğu aşikardır. dakârlık olduğu ayan beyan ortaya çıkıyor.
63 Müslüman olanlarını müslüman erkekle­ 68 Yani: "Hoşgörüsünü yerli yerince kulla­
rin eş edinmeleri Nisa sûresinin 24. âyetinde nır". Hilm, yumuşak başlılık, hoşgörü, af ve
tavsiye edilirken, onların dost tutmamış ol­ merhameti istismar ettirmeden kullanmak,
maları ve zinaya bulaşmamış olmaları şart ko­ suçluya vazgeçme fırsatı tanımak için ceza­
şulmuştu. Bu gerçek ortadayken savaş esiri landırmada acele etmemek. Halım olan, gü­
kadınların cinselliğinin esir sahiplerinin key­ nahkarı hainden, hatayı kasıttan, saflığı hin­
fine bırakıldığı asla söylenemez. Bu âyet Nisa likten ayırmayı bilir.
24 ve Hz. Peygamber'in fiili sünneti ışığında
69 Rasulullah'ı yeni bir nikah yükünden ta­
anlaşılmalıdır (Bkz: âyet 52; 92/Muhammed: 4
mamen kurtaran âyet. Hz. Peygamberle ni-
ve 104/Nisâ: 24'ün ilgili notları).
kahlanmayı uman tüm muhtemel adayların
64 Rasulullah kendisine tanınan bu ayrıcalık­ önünü tıkıyor. Devamındaki cümleler, Ne-
tan yararlanmak yerine aktif ilişkide olduğu eş bi'nin isteğinin dâhi bu kapıyı aralayamayaca-
sayısını dönüşümlü de olsa dörtle sınırlamıştır. ğını ifade ediyor.
Bu bir sonraki âyetten de anlaşılmaktadır.
70 "Elinin altında bulunanlar" eşler dışında
65 marenin farklı bir çevirisi ve açıklama için bir kategoridir. Allah Rasulü savaş esiri olarak
bkz. 104/Nisâ: 24 (Krş: 92/Muhammed: 4, not 8). gelen hanımları cariye statüsüyle istifraş et­
66 Bu talimatlar daha önce indirilmiş bulunan memiştir. Bu durumda mâ meleket eymanu-
evlilikle ilgili düzenlemelerin yer aldığı âyetler­ kum'un tek açıklaması kalıyor: Rasulullah'ın
dir (Bkz: 94/Bakara: 221, 104/Nisâ: 3, 4, 23-25). Safiyye, Cüveyriye, Reyhane gibi harp esiri
67 Rasulullah kendisine tanınan bu hakkı olarak ya da Mariye gibi hediye olarak sunu­
kullanmak yerine aktif karı-koca ilişkisinde lup da, de azat edip nikahı altına aldığı eşler.
Nisa 3'e göre hareket eder. Bu sınırlamanın [mâ meleket eymânukum için bkz. 104/Nisâ:
mağduriyet doğurmaması için dönüşümün ge- 24, not 44 92/Muhammed: 4, not 8.)
;
53 SÎZ ey iman edenler! Size izin veril­ ra onun eşleriyle evlenmeniz ebediyen
medikçe Peygamber'in evlerine girme­ helâl değildir: 72
çünkü bütün bunlar Al­
yin; yemeğe (davet) edildiğinizde (erken lah katında zaten çok büyük bir vebaldir.
gelip) yemeğin hazırlanmasını bekleme­ 54 Bir şeyi açıklasanız da gizleseniz de (fark
yin; lakin ne zaman davet edilirseniz o etmez): unutmaym ki Allah her şeyi en in­
zaman içeri girin! Yemeği yediğiniz za­ ce ayrıntısına kadar zaten bilmektedir.
man da hemen ayrılın, lafa dalmayın!
55 (Ne ki) onların babaları, oğulları, kar­
Çünkü böyle yapmanız Peygamber'i üze­
deşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız
bilir, fakat o bunu söylemek için sizden
kardeşlerinin oğulları, kendi cinslerinden
çekinir; ama Allah hakikati söylemekten
olan kadınlar ve sağ elleri altında bulu­
asla çekinmez.
nanlar konusunda bir mahzur yoktur. 73

(Ey mü'min erkekler!) Onlardan bir şey Ama (Ey Peygamber hanımları), siz hep
isteyeceğiniz zaman, kapı dışından iste­ Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle hare­
yin: 71
bu sizin kalplerinizin de, onların ket edin: çünkü Allah her bir şeye şahittir.
kalplerinin de daha temiz kalması için en
56 Şu kesin ki Allah ve O'nun melekleri
uygun yoldur. Dahası, sizin ne Allah Ra-
Peygamber'i desteklerler,- ey iman edenler,
sulü'nü üzmeniz, ne de ölümünden son-
siz de onu destekleyin ve tam bir tesli-
74

71 Lafzen: "perde gerisinden". Hicâb, iki şeyi lendirilmelidir. Mü'minler gibi Peygamber de
birbirinden ayıran kapı, perde, engel, pencere, vahiyle desteklenmiştir. Hemen üstteki âyetler
duvar vb. türü şeylere denir. Göz kapağı da bu desteğin açık göstergesidir. Kelimenin türe-
zımnen buna dahildir. Burada kastedilen hiç tildiği sala zaten "destek" anlamına gelmekte­
kuşku yok ki, Peygamber hanelerinin mescide dir (9/A'lâ: 15, not 15). Salat, "dua" mânasına
açılan kapılarına boydan boya gerilen perde­ bu kökten yola çıkarak ulaşmıştır. Fakat Al­
lerdir (es-sitru'l-murhâ). Gözden kaçırılan lah'ın kuluna "dua etmesi" caiz olmayacağı
nokta, bu emrin kadınlara değil erkeklere ve­ için, âyetin yorumunda ilk otoriteler farklı gö­
rilen bir emir olduğudur. Bu bağlamda emir, rüşler dile getirmişlerdir. İbn Abbas bunu "teb­
hane mahremiyetinin ve özel hayatın korun­ rik etmek" olarak anlamıştır (Taberî). Süfyan
masına delalet eder. Allah'ın salatı "rahmet", meleklerinki "dua"
demiştir. Ata "Rahmetim gazabımı geçti" âye­
72 Bu hüküm "geçici madde" sadedindedir ve
tini okumuştur. Said b. Cübeyr İbn Abbas'tan
Allah Rasulü'nün eşleriyle sınırlıdır.
bu âyetin tefsiri sadedinde şunu nakletmiştir:
73 "Sağ elleri altında bulunanlar" ifadesinin "Isrâiloğulları Musa'ya "Rabbin seni destekli­
cinsellikten tamamen uzak olan bu kullanı­ yor [yusallî 'aleyke) mu?" diye sordular. Mu­
mı, başta 50 ve 51. âyettekiler olmak üzere, sa'nın Rabbi nida etti: "Evet Ben de melekle­
Kur'an'daki diğer kullanımların nasıl anlaşıl­ rimle birlikte tüm nebi ve rasullerimi destekli­
ması gerektiğine ışık tutucu mahiyettedir. yorum". Cabir'in eşi Rasulullah'tan kendine ve
74 Lafzen: "..salat ederler., salat edin". Burada eşine salat etmesini istedi, Rasulullah ona "Al­
Allah ve meleklerinin Peygamber için yaptığı lah sana ve eşine salat etsin [sallallahu 'aleyke
eylemi mü'minlerin de yapması emredilmekte- ve 'ala zevcike)" diye dua etti (İbn Kesir). Bütün
dir. Bu âyetin kapsamı, Allah ve meleklerinin bunlar salat m bir destek emri olduğunu, Al­
mü'minleri desteklediğinden [yusallî 'aleykum lah'ın ve meleklerinin bu salat'ı vahyi gönderip
ve melâiketuhu) söz eden 43. âyetle birlikte indirerek yaptıkları, mü'minlerinse fiili dua ile
(Krş: 94/Bakara: 157; 114/Tevbe: 99, 103) değer-
miyetle (onun örnekliğine] teslim olun! 75
kadınlar olarak tanınmaları ve rahatsız
57 Allah'ı ve Rasulü'nü incitenlere gelin­ edilmemeleri için daha uygundur: Ve Al­
ce: Allah onları bu dünyada da öte dünya­ lah zaten tarifsiz bir bağış, eşsiz bir mer­
da d a 76
rahmetinden mahrum edecek ve hamet kaynağıdır.
onlar için alçaltıcı bir azap hazırlayacak.
60 ŞU KESİN ki, eğer ikiyüzlüler, kalple­
58 Bir de, mü'min erkekler ve kadınları
rinde hastalık bulunanlar ve şehirde ya­
78

işlemedikleri şeylerle suçlayarak eza


lan haber yayarak ortalığı karıştıranlar 79

edenler var: İşte bunu yapanlar, iftira at­


buna bir son vermezlerse, seni onların
mış ve apaçık bir suç işlemiş olurlar,
üzerine öyle bir salarız ki, sonra kısa bir
59 Sen ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına, süre dışında sana komşu olarak bile ora­
(bütün) mü'minlerin hanımlarına (top­ da kalamazlar. 61 Allah'ın rahmetinden
lum içine çıktıklarında) üzerlerine (teset­ dışlanmış olarak 80
göze kestirilen 81
her
türü tam sağlayan) giysilerini almalarını yerde enselenip kesinkes öldürülürler: 62
söyle: 77
bu onların (mü'min ve saygın)

risalet mirasını desteklemeleri gerektiğini gös­ reysel kimliğin tanınması anlamında değil "if­
termektedir. Aslında Peygamber için edilen du¬ fetli hür mü'min kadın" kimliğinin tanınma­
a olan salavat da bu desteğin sözlü boyutudur sı anlamındadır. İkinci gerekçe olan "eziyet
(Konu için bkz. Üç muhammed, 111-115). görmemek" ise duruma ve şartlara bağlı ola­
75 Salata Allah ve melekleri de katılırken se­ rak değişen bir illettir. Hükmün gerekçeli olu­
limin sadece mü'minlere emredilmiş olması şundan da anlaşılmaktadır ki vahiy örtünme­
manidardır. Buradaki selâm ile Nemi 59'daki yi taabbudi ve hukuki değil ahlâkî bir zemin­
arasındaki ilişki dikkate değerdir. "Hz. Pey­ de ele almıştır. Ahlâk ise dört katlı din binası­
gamber'e salata Allah, O'nun melekleri ve nın temelidir. İster Nûr sûresinin 31. âyeti is­
mü'minler hep birlikte katılırken selâm!a ne­ terse bu âyet olsun, Kur'an'ın tesettür düzen­
den sadece mü'minler davet edilmekte, Allah lemesinin en temelinde şu hakikatin yattığını
ve melekleri katılmamaktadır?" sualinin ceva­ gösterir: Ey "Beden benim değil mi, istediğim
bını parantez içinde verdiğimiz "örneklik" gibi kullanırım!" diyen insan! Beden senin
oluşturmaktadır. Allah onu mü'minlere "güzel mülkün değildir! Sana Allah'ın bir emaneti­
örnek" olarak takdim etmiştir. Allah'ın ve me­ dir. Emaneti emanet sahibinin istediği gibi
leklerin onu örnek alması işin tabiatı icabı na­ kullanın! Aksi ihanet olur.
sıl düşünülemezse, yine işin tabiatı icabı sami­ 78 "Kalplerinde hastalık bulunanlar" ile ilgili
mi bir mü'minin de onu örnek almaması düşü­ genel bir okuma için bkz. 4/Müddessir: 31,
nülemez. Âyetteki 'ale'n-nehiden yola çıkarak not 24.
bütüncül bir okumayla şu sonuca ulaşıyoruz: 79 Murcifûn, "şiddetli sarsıntı" anlamına ge­
Salât nübüvvetedir, itaat ve teslimiyet risalete. len racfeh'ten türetilmiştir (Bkz: 56/A'râf: 78,
76 Yani: "her zaman ve mekânda.." not 60). Yalan haberle toz kaldırmayı, toplum­
sal ahlâk, huzur ve güveni sarsmayı ifade eder
77 Nûr 31 tesettürün kişisel boyutunu, bu
(Râğıb).
âyet toplumsal boyutunu düzenler. Nûr 31 ge­
rekçe belirtmediği halde, bu âyet gerekçeli 80 La'nete verdiğimiz bu anlam için bkz.
olarak gelir. Hükmün gerekçesi âyetin deva­ 98/Âl-i İmran: 87, not 80.
mındaki "tanınmak" ve "eziyet görme- 81 Sukifû'yu çevirimiz ve gerekçesi için bkz.
mek"tir. Birinci gerekçe olan "tanınma" bi­ 94/Bakara: 191, not 367.
Nûzûl: 106 Mushaf: 33 . ş ^ ^ , 106/AHZAB SÛRESt
t 911

Allah'ın daha öncekiler için geçerli olan dı. 68 Rabbimiz! Ne olur onlara kat be
uygulaması budur; ve sen Allah'ın sünne­ kat azap ver ve onları rahmetinden tama­
tinde hiçbir değişiklik bulamazsın. 82
men dışla!

63 İNSANLAR sana Son Saat hakkında 69 EY İMAN edenler! Musa'ya eziyet


soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi sadece eden (Isrâiloğulları) gibi olmayın! Hatır­
Allah katındadır. Sana kim bildirebilir ki: layın ki Allah onların itham ettikleri şey­
Son Saat belki yakındır, (belki de uzak)? 83
lerden onu temize çıkardı: ve o Allah ka­
64 Şüphe yok ki Allah, inkarcıları rahme­ tında zaten hatırlı biriydi. 86

tinden mahrum etmiş ve onlar için çılgın 70 Siz ey iman edenler! Allah'a karşı so­
bir a t e ş 84
hazırlamıştır. 65 Onlar orada rumlu davranın ve sözü yerinde ve dos­
ebediyen kalacaklar: ne bir dost ne de bir doğru söyleyin! 71 (O zaman) O da sizin
87

yardımcı bulacaklar. işlerinizi yoluna koyar ve günahlarınızı


66 Ateşte yüzlerinin ters çevrildiği o bağışlar. Zira her kim Allah'a ve Rasu­
gün 85
"Ah keşke Allah'a itaat etseydik, lü'ne uyarsa, iyi bilsin ki o nihai ve bü­
Rasul'e itaat etseydik!" diyecekler. 67 Yi­ yük kurtuluşa ermiştir.
ne "Rabbimiz!" diyecekler, "Fakat biz 72 işin gerçeği Biz e m a n e t i 88
göklere, ye­
ileri gelenlerimize, büyüklerimize uy­ re ve dağlara sunduk; ve onlar emanete
duk; sonuçta onlar da bizi yoldan saptır- ihanetten kaçındılar,- nihayet onu insan
89

82 Yani: ilâhî tatbikat, zamanın değişmesiyle 87 Kur'an'a göre söz söyleme sanatının vazge­
değişmez. Aynı ifadenin geçtiği 38. âyetle bağ­ çilmezleri şunlardır: 1) Burada olduğu gibi
lantılı olarak anlaşılmalıdır. hakkı ve doğruyu söylemek. Hakkın zıddı ba­
83 Krş. "Sen nerde onun vaktini haber vermek tıl, doğrunun zıddı yalandır. 2) Münasip bir şe­
nerde?" (48/Nâzi'ât: 43). Parantez içi açıklama kilde ve uygun bir üslûpla söylemek
söz geliminden çıkmaktadır. (104/Nisâ: 5, 8). 3) Konuşulan konu hakkında
doyurucu, detaylı, eksik ve gedik bırakmadan
84 Sa 'îr in bu anlamı için bkz. 32/lnsan: 4, not
1

konuşmak (104/Nisâ: 63). 4) Yumuşak bir üs­


7.
lûpla konuşmak (44/Tâhâ: 44).
85 Zımnen: Kendi yüzleri kabul ettikleri mas­
88 "Emanet" nedir? Emanet, bazı müfessirle-
keleri düşüp gerçek yüzlerinin göründüğü
rin dediği gibi "ibadetler" olamaz. Zira
gün...
Me'âric 32-24'te emanet ve namaz ayrı ayrı
86 Hz. Musa Habeşli bir kadınla evlilik yap­ zikredilmektedir. Bu, insanı beşer olmaktan
ması üzerine dedikodulara maruz kalmıştı çıkarıp insan eden "irade" ve iradenin sonucu
[Sayılar 12, 1-15). Isrâiloğullarının kendilerini olan "ahlâkî sorumluluk" olsa gerektir. Şöyle
Firavun'un zulmünden kurtaran Musa için ki: Bir şeyin emanet olduğunu söylemek, zım­
söyledikleri şu türden sözler de bu cümleden nen muhatabın seçim kabiliyetine atıfta bu­
sayılabilir: "Mısır'da mezar yok mu ki bizi lunmaktır. Zira emanet edilen şeye sadâkat de
çölde ölmek için getirdin?" "Çölde ölmekten- ihanet de mümkündür. Bu da doğrudan bizi
se Mısırlılara kul olmak bizim için daha ha­ " irade "nin önüne getirip bırakmaktadır.
yırlıydı" [Çıkış 14, 11 ve 12). Yine: "Bizi, bü­
89 Veya: "Onlar emaneti üstlenmekten kaçın­
tün bu cemaati açlıktan öldürmek için mi çö­
dılar". Tercihimiz Fussilet: 11 âyetiyle de, di­
le çıkardınız?" [Çıkış 16, 3).
lin mantığıyla da uyumludur. Şöyle ki, ema-
912 > ; < g > , ı 106/AHZAB SÛRESİ . ^ ^ J ^ ^ 1 0 6
Mushaf: 3 3

yüklendi: ne var ki, o da zalim ve cahil


90
lara azap edecek; 93
inanan erkeklerin ve
biri olup çıktı. 91 kadınların tevbelerini de kabul edecektir:
73 Bundan dolayıdır k i 9 2
Allah iki yüzlü zira Allah zaten tarifsiz bir bağışlayıcı,
erkeklere ve kadınlara, Allah'tan başkası­ eşsiz bir merhamet kaynağıdır.
na ilâhlık yakıştıran erkeklere ve kadın­

netin hamli, onu taşımamak anlamına gelir. 70), "Biz insanı en güzel kıvamda yarattık"
Fulânun hâmilun li'l-emane ifadesi dilde "fa­ (30/Tîn: 4), gibi âyetlerin oluşturduğu vahyin
lan emanete ihanet etti" anlamına gelir. Zira insan tasavvuruna aykırı bir sonuca ulaşılır
emanete sadâkat, onu zimmetine geçirme­ ki, Pavlus'un "ilk günah" doktrini de budur.
mektir. "Başkasının hakkını gözet" anlamına Burade kâne yardımcı fiili sayruret anlamın­
kullanılan Ebğid hakka ehîk (kardeşinin hak­ dadır ve insanın sonradan "zalim ve cahil biri
kına buğz et) ibaresi de buna benzer (Krş: Ze- olup çıktığını" ifade eder. Zaten bir sonraki
mahşerî ve Kasımî). âyet ve özellikle baştaki gerekçe lâm'ı bu yak­
90 Zımnen: Doğuştan bu yeteneklerle donatıl­ laşımımızı teyit eder. Emanet âyeti, misak
dı. (56/A'râf: 172), hilafet (94/Bakara: 30),
Âdem'in şahsında Âdemoğlu'nun Allah'ın ah­
91 Baştaki inne edatı, nedensellik değil tahkik
dine sadık kalmadığını söyleyen Tâhâ 115 ile
ve tahakkuk belirtir. Çünkü zalûm âdil olma­
birlikte anlaşılmalıdır.
sı beklenirken âdil olmayan, cehûl de bilmesi
gerekirken bilmezden gelen için kullanılır. Ya 92 Yani: başlangıçtaki saflık durumundan çı­
da Kasımî'nin dediği gibi "yüklenmek" ile kıp irade emanetine ihanet ettiği içindir ki...
"bu yüklenişin gerçekleşmeyen amacı" ara­ Bu âyetin bir öncesiyle münasebetinden de
sındaki uyumsuzluğa itirazı ifade eder. Kâne, anlaşılacağı gibi nifak ve şirk irade emanetine
bu bağlamda varoluşsal bir durumu [keynu- ihanettir.
net) değil sonradan arız olan bir durumu [say- 93 Veya 'Azab'm kök anlamına dayanarak:
ruret) ifade eder. Benzer bir başka kullanım "ilişik kesip yüz çevirecek" (Krş: 7/Kalem: 33,
için bkz. 68/lsra: 27. (Kâne'nm sara anlamı not 29). Bir sonraki cümlede geçen yetûbu
için bkz. İtkân II, 217.) Kâne birinci anlama 'alâ.Jnm "..tarafa dönmek ve yönelmek" ol­
alındığında: "Biz Âdemoğluna kat kat ikram duğu bilinirse, bu anlam daha da pekişir.
ederek onu üstün ve şerefli kıldık" (68/lsra:
Sûre, "boşama/boşanma" anlamına gelen Talâk ismini ilk âyetinden alır.
Sûrenin bu adla anılması zaman içinde gerçekleşmiştir. Abdullah b.
Mes'ud, muhtevasına atfen "Kısa Nisa" diye isimlendirmiştir.

Sûrenin iniş zamanını t a m tesbit zordur. Sûrenin 1-7. âyetlerinin Bakara


2 2 8 - 2 3 4 ' ü n açılımı olduğu gerçeğine İbn Mes'ud'un isimlendirmesini de
ilave edersek, bu sûre, Bakara ve 4. yıla ait Nîsâ'dan, hatta zımni bağlantı
içinde olduğu Ahzab'dan (49. âyet) önce inmiş olamaz. Ahzab ile benzerlik,
Hz. Peygamber'e hitapta da görülmektedir (Krş: 106/Ahzab: 50 ile 107/Ta-
lâk: 1). Bu durumda sûreyi hicrî 5 veya 6. yıla tarihlendirebiliriz.

Sûrenin iki maksadı vardır: Birincisi boşanan kadının mağdur olmasını ön­
lemek, çok daha derinde, güçsüz olanı güçlünün zulmüne karşı korumak­
tır. İkincisi, boşanma iddetiyle h e m nesil emniyetini temi n etmek, h e m de
boşananlara yönelik m u h t e m e l bir bühtan ve iftirayı önlemektir.

Vahiy karşıt cinsleri birbirlerine " s ü k u n e t " telkin eden iki unsur olarak
takdim eder. Ne ki, bu bir amaçtır ve bu a m a ç ancak " s e v g i " ve " m e r h a ­
m e t " ile gerçekleşir (Rûm: 21). Nikah bağı, bu ilişkinin meşruiyetini tem­
sil eder. Ancak çiftler arasında tabii meyil bitmiş ve nikah bağını ç ö z m e k
kaçınılmaz olmuşsa, buna da 'kerhen' izin verir. "Boşama/boşanma" anla­
m ı n a gelen talâk, işte bu iznin adıdır.

Boşanma hayatın acı gerçeğidir. Vahiy bu gerçeği görür, fakat mağdur üre­
tilmesinin önüne de set çeker. Sûre 1-7. âyetlerinde boşanma müessesesini
düzenler. Vahiy, bu acı gerçeği tadan taraflar üzerinden t ü m zamanların
darda kalmışlarına müjde verir: " K i m Allah'a karşı sorumluluğunun bilin­
cinde olursa, O onun için bir kapı aralar ve hiç hesap etmediği yerden onu
rızıklandırır" (2-3).

Sûrenin son bölümü, dünya ve âhiret saadetinin anahtarını barındıran vah­


ye ve onu bize taşıyan peygamberlik kurumuna dairdir (8-11). Eğer bir akıl,
Allah'ın boşanma gibi beşeri bir alana müdahalesini anlamakta zorlanırsa,
ona göğü ve yeri kendisi için yarattığı insanı Allah'ın boş bırakmayacağı ha­
tırlatılır (12).

Sözün özü: insan Allah için, kendi haline bırakılmayacak kadar önemlidir.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 SEN ey peygamber! Kadınlarınızı boşa­


1
o kendine zulmetmiş olur,- (ve) sen bile­
mak (istediğinizde), onları bekleme süre­ mezsin (ey insan), belki de Allah bu (bek­
lerini gözeterek boşayın ve iddeti sayın. 2 leyişin) ardından, birtakım yeni (ve hayır­
Allah'a karşı sorumlu olduğunuzu bilin. 3 lı) gelişmelere kapı açabilir. 7

Onları (içinde yaşadıkları) evlerinden çı­ 2 İmdi, sürelerinin sonuna yaklaştıkla­


karmayınız ve onlar da çıkmasınlar,- tabi 4 rında ya onları meşru bir biçimde tutun,
ki, ayan açık bir ahlâksızlık yapmaları
5 ya da meşru bir biçimde ayırın; ve siz(in
hali müstesna. 6 toplumunuzjdan iki kişiyi de şahit olarak
bulundurun,- ve (hepiniz) şahitliği Allah
8

Bunlar Allah'ın çizdiği sınırlardır: Ve


kim Allah'ın çizdiği sınırları aşarsa, artık için dürüstçe yapın! Bakın, bütün bunlar,

1 Burada hitap tekil olduğu halde arkadan ge­ vermemiş, eşini böyle boşayan Abdu Yezid
len cümleler çoğuldur. Dolayısıyla Hz. Pey­ isimli bir sahabiye eşine dönmesini emretmiş­
gamber üzerinden tüm mü'minlere hitap edil­ tir (Ebu Davud, Talak 10; başka bir örnek için
mektedir. Âyette zımni bir "de ki" vardır. bkz. İbn Hanbel I, 265).
2 Aksi halde ya hamileyi eş adayı ilan ederek 3 Bu âyet "en güzel boşama" olan, tek talakı
neslin karışmasına, ya da boşanmış kadını ge­ iddetin takip ettiği boşamayı ifade eder. Bu
reksiz yere engelleyerek mağduriyetine neden durumda Bakara 229 normal boşamayı değil
olursunuz. Talak üç türdür: vazgeçilebilir boşamanın sınırını ifade eder.
1) Kur'an'ın önerdiği en güzel boşama (ahsen 4 Veya: "çıkamazlar". Kelime hem nehy-i ga-
talak): Bu tek talakla boşamadır. Süre tamam­ ib, hem nefy-i istikbal olarak okunabilir.
landıktan sonra bu evlilik geri dönüşü müm­
5 Belirli olarak gelen tüm el-fâhişe'\erin zina
kün olarak biter. Ancak geri dönüş için boşa­
veya iffetsizliğe, belirsiz olarak gelenlerinse
nan eşin rızası şarttır. Kadının iradesi eline ve­
ma'siyyete delalet ettiği görüşüne dayanarak
rilmiştir.
(İbn Atıyye).
2) Hasen talak Kur'an'da tarifi yapılan türde
üç aya yayılmış üç ayrı boşamadır. Eğer süreç 6 İstisna cümlesi, "Ama bu tür bir davranışta
bitmeden dönülmüşse, dönüldüğü yere kadar bulunmuşsa çıkarabilirsiniz" mânasına da,
infaz edilen talak hakkı kullanılmış olur, geri­ "Eğer boşayınca fuhşa sürükleneceklerse bo­
ye kalan hak baki kalır. Eğer süreç tamamla­ şamaktan vazgeçin" mânasına da gelebilir.
nırsa, geri dönüşü samimi ve istismardan 7 Boşanmanın zamana yayılmasının ve idde­
uzak bir yeniden evlilik gerçekleştirmeden tin teşri kılınmasının hikmetine dair bir ifade.
mümkün değildir. Ailenin dağılmaması için tüm seçenekleri
3) Haram talak. Üç çeşittir a) Hayızlı iken bo­ kullanmak ve umudu sonuna kadar diri tut­
şamaktır ki, Hz. Peygamber eşini böyle boşa- mak. Her an hayata müdahil olan Allah'ın
yan Abdullah b. Ömer'e eşine dönmesini söy­ yardımıyla zaman unsurunu bir fırsata dönüş­
lemiştir, b) Temizlik müddetinde fakat birlik­ türmek. Zira boşama, Rasulullah'ın ifadesiyle
te olduktan sonra boşama: bu da kadına zu­ "Allah'ın kullanılmasından hiç hoşnut olma­
lüm olduğu ve neslin karışmasına neden ola­ dığı bir izindir" (Ebu Davud).
cağı için yasaktır, c) Üç talakı bir talakta ver­ 8 Zımnen: Tarafların haklarının zayi olmama­
mek: Bu da haramdır. Bir şey hem haram olup sı için hukuki bir bağlayıcılığa kavuşturun.
hem geçerli olamaz. Hz. Peygamber buna izin Şahidi olmayan talak mağdur doğuracağı için
Nûzûl: 107 Mushaf: 65 , « - 3 ^ , , 107/TALÂK SÛRESİ t ,^3^. 915

Allah'a ve Âhiret Günü'ne iman edenlere kolay kılar: 5 İşte bu Allah'ın size indir­
14

verilen bir öğüttür. miş olduğu buyruğudur; kim Allah'a kar­


Ve her kim Allah'a karşı sorumluluğu­ şı sorumluluğunun bilincinde olursa, (Al­
nun bilincinde olursa, O onun için bir ka­ lah] onun günahlarını örter ve ona muaz­
pı aralar 3 ve hiç beklemediği yerden onu zam bir ödül verir.
rızıklandırır; ve her kim Allah'a güvenir­ 6 (İddet bekleyen kadınlarınızı), imkanla­
se, artık O ona yeter: Şüphesiz Allah em­ rınız nisbetinde barındığınız şartlara 15

rini gayesine erdirendir; doğrusu Allah


9
uygun olarak barındırın,- onlar üzerinde
her bir şey için bir ölçü/kader koymuş­ baskı kurup hayatlarını çekilmez hale ge­
tur. tirmeyin; eğer hamileyseler, doğum ya­

4 Ve ay halinden tamamen kesilen kadın­ pıncaya kadar nafakalarını üstlenin; eğer

larınız konusunda kuşkuya düşerseniz,- 10


(çocuğunuzu] sizin hesabınıza emzirirler-

bilin ki onların bekleme süresi üç aydır,- 11


se, onlara hak ettikleri karşılığı verin ve
(çocuğun geleceğini] kendi aranızda ortak
hiç ay hali görmeyenlerin ki de öyledir; 12

değerler çerçevesinde istişare edin,- eğer 16

hamile olanların iddeti ise doğum yapın­


(emzirme konusunda) karşılıklı zorlanır­
caya kadardır. 13

sanız, bu takdirde (baba) hesabına bir baş­


Ve her kim Allah'a karşı sorumluluğu­
kasının emzirmesi gerekecektir. 17

nun bilincinde olursa, O ona buyruğunu

ilâhi emre aykırıdır. Bazıları Bakara 282'deki 12 Hem hayız görmeye başlamadan öncesini
ticaret şahitliğiyle kıyaslayarak vacip olmadı­ (ki yaş smm 17'dir), hem de bir anomali ola­
ğı sonucuna varmışlardır. Oysa ki nikah ak­ rak hiç hayız görmeyeni kapsar.
diyle alım-satım akdi arasında insan ile mal 13 Subey'a el-Eslemî örnek olayı bunun nüzul
arasındaki fark kadar fark vardır. "Şahit bu­ ortamındaki karşılığıdır.
lundurun" emrinin "boşama" ile mi, yoksa
14 3. âyette ve burada yer alan emrihî (O'nun
hemen önündeki cümlede yer alan "ayırın" ya
emri), ilâhi yasalar âlemine işaret sayılabilir.
da "tutun" ile mi alâkalı olduğu tartışılmıştır.
Psikolojinin yasaları da emir âlemindendir.
"Tutmak" ya da "ayırmak" boşanma işlemi­
nin doğal bir uzantısı olduğu için buradaki şa­ Allah bu yasalar aracılığıyla kalpleri çevirip,
hitlik her halükarda boşanmayla ilgilidir. Do­ zoru kolaylaştırabilir. Nihayetinde kalpler Al­
ğaldır ki, şahitler huzurunda akdedilen nikaha lah'ın elindedir. Kula düşen sorumlu davran­
yine şahitler huzurunda son verilmesi isten­ maktır.
mektedir. Aksi halde birtakım mahzurlar ve 15 Lafzen: "yerde". Mm haysu'mm bu bağ­
mağduriyetler doğabilir. lamdaki vurgusuna dayanarak.
9 Veya bâliğun emrahu okuyuşuna dayanarak: 16 Lafzen: "birbirlerinize ma'rufu emredin!"
"Allah'ın emri hedefim bulur." Maruf: Aklen mümkin, şer'an meşru, kalben
mutmain, örfen münasip olandır.
10 İki anlama da açıktır: "Ay halinden kesilip
kesilmedikleri konusunda"; veya "iddet süre­ 17 Ayrıntılarla örülü bu âyet muhatabın dik­
leri konusunda kuşkuya düşerseniz". katini bir hususa çeker: Boşanmış eşler ve
11 İbn Abbas Bakara 234'teki kocası ölen ka­ özellikle baba, müşterek meyveleri olan bebe­
dının iddeti olan 4 ay 10 günü esas alarak iki ğe karşı sorumludur. Annenin hamilelikle
süreden uzun olanımn kastedildiğini söyle­ yaptığı fedakârlığa, baba doğum sonrasının
miş, fakat Ümmü Seleme bunu reddetmiştir. külfetini üstlenerek katılmalıdır. Bebeğin ha-
107/TALÂK SÛRESİ Nüzul: 107 Mushaf: 65
• ' * —•^38^

7 (Neticede) imkanı olanlar, imkanları rumluluğunuzun bilincinde olun! (Ey bu


nisbetinde harcama yapsın; maddî imka­ vahye) iman edenler: siz de!.. Zira Allah
nı dar olanlar da Allah'ın kendisine ver­ size uyarıcı bir mesaj indirmiş,- 11 iman
diği kadar harcama yapsın: Allah hiç eden ve ıslah edici iyiliklerde bulunanla­
kimseye verdiği imkandan fazlasını yük- rı 21
(küfrün) karanlıklarından (imanın) ay­
lemez; (belki de) Allah, bir zorluktan son­ dınlığına çıkarmak için, Allah'ın apaçık
ra bir kolaylık ihsan edecektir. 18
âyetlerini okuyan bir elçi göndermiştir.
Her kim Allah'a inanır ve ıslah edici iyi­
8 İMDİ, Rablerinin ve O'nun elçilerinin likler yaparsa, içinde ebedi kalmak üzere
emrini dinlemeyen nice topluluklar gelip (Allah) onu zemininden ırmaklar çağla­
geçmiştir,- sonunda Biz hepsiyle pek çe­
19
yan cennetlere koyar: böylece Allah ona
tin bir biçimde hesaplaşmış, inanılmaz tarifsiz güzellikte bir rızık vermiş olur.
bir azaba çarptırmışızdır: 9 Nihayet yap­
tıklarının vebalini tatmışlar, işledikleri 12 ALLAH, yedi kat gökleri ve yerden de
şeyler sonucunda yıkıma uğramışlardır. bir o kadarını yaratandır. O'nun (yaratıcı)
22

10 (Dahası) Allah onlar için (âhirette) çe­ iradesi, bu ikisi arasında her an yenilene­
tin bir azab hazırlamıştır. rek sürekli tecelli eder ki, Allah'ın her şe­
Şu halde ey akletme yeteneğini kamil ye muktedir olduğunu ve her şeyi akıl sır
mânada kullananlar! 20
Allah'a karşı so- ermez bir ilimle kuşattığını kavrayasınız.

yatını idame ettirmek için, "ortak akıl" örnekler üzerinden uyarılıyor.


(ma'rur) etrafında herkes üstüne düşeni yap­ 20 Uli'l-elbâb için bkz. 94/Bakara: 243, not 445.
malıdır.
21 'Amilu's-sâlihatı çevirimiz için ilk geçtiği
18 Şerh 5-6'da me'a ile gelen 'usrve yusr bura­ 13/'Asr: 3'ün ilgili notuna bkz (Krş: 94/Bakara:
da ba'de ile gelir. İkisi arasında bunun dışında 25, not 31).
da farklar vardır:
22 Veya min'i beyaniyye sayarak: "benzer bir
1) Şerh'te isim cümlesi burada ise fiil cümlesi­
biçimde de yeri"; veya teb'îdiyye sayarak
dir. Üstelik zati-cevheri değil, fiili-arazi müda­
"yerden de onların bir benzerini yaratmaya
haleye delalet eden yec'alu ile, muzari olarak
başladı". Mislehunne, Kur'an'da yer ve göğün
ve başında da gelecek edatıyla [sin) yer alır.
yaratılışından bahseden sayısız âyet arasında
2) Şerh'te inne...ve inne ile ikişer kez ve tekit-
sadece burada geçer. Yerin çokluğuna [ard'm,
li, burada birer kez ve tekitsiz gelir.
aradûn çoğulu yerine kullanılışıyla ilgili bkz.
3) Şerh'te 'usr belirli yusr belirsiz, burada iki­
İtkân II, 299), veya çok katmanlılığma ya da
si de belirsizdir. Sonuç: Şerh'teki Allah'ın za­
kıtalarına delalet edebileceği gibi, göklerin ya­
tından eşyanın cevherine yönelik her zaman,
ratılışına benzer bir süreçte yaratıldığına da
mekân ve durumda geçerli, sabit ve değişmez
delalet eder. Bizce mislehunne "ona benzer
bir müjde, buradaki ise Allah'ın fiilinden eşya­
başka dünyalar" anlamına gelebilir. Eğer bu
nın arazına yönelik olaylarla sınırlı lokal bir
sonuç isabetliyse, dünya dışı dünyaların varlı­
müjdedir.
ğına delalet eder. Âyetin devamında Allah'ın
19 Bir önceki pasajda konulan ilâhi sınırları sonsuz kudretine ve akıl sır ermez bilgisine
çiğneyecek olanlar, geçmişte yaşanan ibretli atıf yapılması bunu destekler mahiyettedir.
MAÎDE SÛRESI
Nüzul: 108
Mushaf: 5

Maide "(Gök) sofrası" anlamına gelir. 1 1 2 - 1 1 4 . âyetler arasında nakledi-


len Havarilerin Hz. İsa huzurunda dile getirdikleri arzu, sûreye isim
olmuştur. Rivayetlere bakılırsa bu ismi daha sahabe zamanında almış gö­
rünmektedir (İbn Hanbel). 'Ukûd ve Munkıze adıyla da anılmıştır.

Sûre Medine döneminde Hudeybiye anlaşmasından sonra nazil olmuştur.


Nüzul yılı veya yılları tartışmalıdır. Hz. O s m a n ve İbn Abbas tertiplerinde
sonlarda yer alır. Fakat sûrenin Yahudilerle ilgili bölümleri (42-71) özellik­
le de 4 2 - 5 0 arası pasajlar çok yoğun bir Müslüman-Yahudi ilişkisinin varlı­
ğını gerektirir. 10. yılda böyle bir ilişkiden söz edilemez. Aynı şey Münafık­
lar ve onlarla ilgili âyetler için de geçerlidir. Bu yüzden Cabir b. Zeyd terti-
bindeki (Ahzab-Mumtehane) yeri daha isabetlidir (İbn Aşur). 42-71 arasın­
daki pasajlar ile Mü'minlerle Yahudiler arasında Hicret'in ardından akdedi­
len Medine Vesikası arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Eğer bu veriyi
esas alırsak, sûreyi hicretin ardına yerleştirmek gerekir. Fakat bu duruma,
çok daha sonraki yılları işaret eden sûrenin diğer pasajları m a n i teşkil eder.

Sûrenin bütününün tek celsede inmediği kesin. Girişte uyguladığımız kri­


terler de bunu teyit eder. Hz. Aişe ve İbn Ö m e r ' e nisbet edilen rivayete gö­
re son sûredir. Rebi' b. Enes'e göre Veda Haccı'nda inmiştir. Esma bt. Yezid
Mina'da indiğini söyler. Mücâhid'e göre 3. âyetin son yarısı Mekke'nin fet­
hinde, daha başkalarına göre ise Veda Haccı'nda inmiştir. Aynı âyetin son
indirilen âyet olduğu yaygın bir kabul görmüştür.

Mâide sûresi kurallar ve sınırlar süresidir. Kurtubî, yalnızca bu sûrede ge­


çen 19 farz tesbit ettiğini söyler. Sûrenin maksadı, insana kontrollü ve ku­
rallı yaşama disiplini kazandırmaktır. Zira, bir sınır yoksa hiç sınır yoktur.

Sûre Allah-kul arasındaki sözleşmelere sadâkat gösterme talimatıyla başlar.


Helâl ve haram gıdanın sınırları çizilir. Zira, insan yedikleridir. Haccın sem­
bolleri hatırlatılır. İçki, kumar, fal okları gibi cahiliyye kalıntıları temizle­
nir. Abdest, gusül ve t e y e m m ü m ile temizlik ilâhî talimatın konusu olur.
Kısas, şahitlik, yemin, keffaret gibi hususlarda konulan kuralların t ü m ü de
tek bir hususu hedefler: Adalet. Yahudi, Hıristiyan ve münafıklardan söz
eden âyetlerin hepsi de tevhide daveti amaçlar. Sûrenin zirvesi şu âyettir:
"Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim ve size olan nimetimi tamamla­
dım ve (Allah'a) teslimiyeti sizin için hayat tarzı olarak benimsedim" (3). Al­
lah'ın ahdine sadâkatle başlayan sûre, Allah'ın azametiyle son bulur.
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 SÎZ ey iman edenler! Sözleşmelere sa­ kötülük ve düşmanlıkta değil; artık Al­
dakat gösterin! 1 lah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde
Size belirtilenler dışında, sığır cinsi hay­ olun: Çünkü Allah'ın cezası pek çetindir.
vanlar size helal kilindi; ne ki ihramlıy-
ken avlanmanız helal değildir. Şüphesiz 3 ÖLÜ HAYVAN, kan, domuz eti, Al­
Allah razı olduğu şeyleri emreder. 2 lah'tan başkası adına kesilenler; bir de
5

boğulan, dövülerek öldürülen, düşerek


2 Siz ey iman edenler! Allah'ın sembolle­
ölen, boynuzlanarak öldürülen 6
ya da
rine, kutsal aya, gerdanları süslenmiş
vahşi bir hayvan tarafından parçalanan
kurbanlıklara ve Rablerinin ihsan ve rıza­
hayvanlar -henüz canlıyken kestikleriniz
sını isteyerek Beytu'l-Haram'a koşanlara
karşı saygısızlık etmeyin! Ancak, hac ile müstesnadır- ve putperestçe semboller 7

ilgili sorumlulukları yerine getirdiğiniz üzerine kesilenler, ayrıca attığınız zarla


zaman avlanın! geleceğe ilişkin kehanette bulunmak si­ 8

ze haram kılınmıştır. Bütün bunlar birer


9

Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoyanlara olan


sapmadır.
hıncınız, onlara saldırganlık yapmanıza
yol açmasın; erdem ve takvada birbiri-
3 4 Bugün, inkâra saplananlar, dininizfi terk
nizle dayamşma içinde olun, günahkarca edeceğiniz)den umutlarını tamamen kes-

1 Bu sözleşmelerin kapsamına, insanın Allah uygun kelimeleri bir isme sıfat yaptıkları za­
ile akdini temsil eden iman, insanın kendisiy­ man "te"leri düşürürler: aynen kehîlen. Fakat
le akdini temsil eden selim fıtrat ve vicdan, eğer mevsuf hazfedilirse onlar da re'yi şart gö­
insanın yakın ve uzak çevresiyle yaptığı her rürler (Taberî). Râzî: en-natîha, el-mevkuze,
tür sözleşme girer. Sınırlar, özünde irade sına­ el-mütereddiye kelimelerinin sonundaki re'yi
vının bir gereğidir. koyunu niteleyen sıfat olarak tarif eder. Ona
2 Lafzen: "Allah dilediği şekilde hükmeder". göre te dişillik alametidir. Burada galibiyet
kuralı geçerlidir. Araplar genelde boynuzlan­
3 Zımnen: Zulme uğramayı zulmetmenin ge­
rekçesi yapmayın! mış koyunu yerlerdi.

4 Birr fıtrata karşı sorumluluğun gereği olan 7 Nusub (t. nâsıbeh), müşrik Mekke toplumu­
sorumlu davranış, takva Allah'a karşı sorum­ nun üzerinde hayvanları boğazladıkları su­
luluk bilincidir. naklar (Râğıb). Bu yalnızca kurban kesmek bi­
çiminde değil, oraya izafe edilen sahte kutsal­
5 Hayvan bile olsa can değerlidir ve hayatın
lıktan yararlanmak için hayvan kesimi yap­
sahibi el-Hayy olan Allah'tır.
mak biçiminde de gerçekleşiyordu.
6 en-Natiha: "Boynuzlanarak ölen hayvan".
8 Lafzen: "çektiğiniz fal oklarıyla kısmet tes-
Basralılara göre mef'ul olan bir isim fail yapı­
lacaksa, sonuna "isimleştirme te'si" getirilir biti yapmak". Açıktır ki, bu tür bâtıl anlayış­
[mentuh: natîh/a) gibi. Sıfat tamlamalarının, lar, insanın irade ve gayretini yok edici bir iş­
mevsufun hazfi ile gelmesi durumunda da bu lev taşırlar. Aslında yasaklanan geleceğe iliş­
kural geçerlidir: lihyetun dehîn/e (yağlı sakal) kin kehanette bulunmaktır.
ve aynun kehîl/e (sürmeli göz) anlamını mev­ 9 Haram kılınanlarla ilgili âyet için bkz.
simi hazfederek ve bir te ekleyerek elde edebi­ 73/En'âm: 165; ayrıca 90. âyetin ilgili notları­
liriz. Kûfelilere göre, Arap'lar feîle kalıbına na bkz.
Nüzul: 108 Mushaf: 5 T > < 5 > >, , 108/MÂİDE SÛRESİ , î > < g > ; , 919

mislerdir: O hâlde, onları gözünüzde bü­ üzerlerine Allah'ın adını da anın ve Al­
yütüp de saygmlaştırmayın! Yalnız Beni lah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde
tazim edip, Bana saygı duyun! 10 olun,- hiç şüphe yok ki Allah'ın hesap gö­
Bugün dininizi sizin için kemale erdir- rüşü çok dakiktir.
dim ve size olan nimetimi tamamla­ 5 Bugün, temiz ve güzel olan her şey size
dım,- 11
ve (Allah'a) teslimiyeti sizin için helâl kılınmıştır. Üstelik, kendilerine da­
hayat tarzı olarak benimsedim. 12
ha önce vahiy gönderilmiş olanların yiye­
Günaha gönüllü koşmaksızm kim hayatî cekleri de size helâldir ve sizin yiyecekle­
bir zaruretten dolayı zorda kalırsa, iyi bil­ riniz de onlara helâldir. Ve (son vahye) ina­
sin ki Allah tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz nan iffetli kadınlar ile sizden önce kendi­

bir merhamet kaynağıdır. lerine vahiy verilenlerin iffetli kadınları

4 Kendileri için neyin helâl kılındığını -kendilerine mali güvence vermeniz, on­
ları meşru olmayan yolla ya da gizli dost
sana soruyorlar. De ki: "Temiz ve güzel
tutma yöntemiyle değil de meşru bir akit-
olan her şey size helâl kılındı." 13

l e - nikahlamanız da (size helâldir). 14

Allah'ın size öğrettiği bilgi sayesinde


Kim imanı inkâr ederse işte onun ameli
eğittiğiniz avcı hayvanlara gelince: onla­
boşa gitmiştir; 15
üstelik o âhirette zarara
rın sizin için avladığı her şeyi yiyin, ama

10 Sûrenin muhtevasına, sahih rivayetlere ve edilmektedir. Birincisi yiyecekler, ikincisi ha­


yaygın görüşe göre Kur'an'dan son inen âyet nımlar. Ancak bu ikisi arasında bir fark vardır:
budur (Buhârî, îman 33; Müslim, Tehir 3-5). Yiyeceklerde karşılıklı helâl kılınma açıkça
11 İtmam, bir şeyin aslının (cevherinin) ta­ ifade edilirken, nikahlama konusunda sadece
mamlanmasıdır. İkmal, asıl tam olmakla bir­ "onların kadınları"nın helâl kılındığı söylen­
likte noksan olan detayının (arazımn) tamam­ miştir. Müslüman erkeğin kitap ehli hanımla
lanmasıdır. İnsanlığın değişmez değerlerinin nikahlanmasının cevazını ifade eden ibarede­
tümü olan İslâm son mesajla hem nitelik hem ki tek yönlülük dikkat çekicidir. Sonuç olarak
nicelik olarak kemale ulaşmıştır. Nimet ise, âyet bir müslüman ile kitap ehlinin yiyecekle­
asıl olarak kemale ulaşmış fakat fer olarak ça­ rini karşılıklı olarak serbest kılarken, bir müs­
tısı kurulup "siz kemale taşıyın" denilmiştir. lüman erkeğin ehli kitap bir kadın almasını
Bu da tamamlanmış olan asıldan yola çıkıla­ serbest kılmış, tersi bir duruma dair birşey
rak yapılacaktır. Kelâle ve faizle ilgili âyetle­ söylememiştir. Atâ, ehl-i kitabın kadınlarıyla
rin bu âyetten sonra indiği görüşünü kabul evlenmeye izin veren âyetin mhsat olduğunu,
edersek, dinin ikmaliyle dinin esaslarının kas­ zira o zaman müslüman hanımların az oldu­
tedildiğini düşünmemiz şart olur. ğunu, kendi zamanında ise buna ihtiyaç kal­
madığını söyler ve "ruhsat zail olmuştur" der
.12 Meşhur rivayete göre bu âyet, Nebi'nin ve­
(Râzî). Nihai hükmü elbette İmam Atâ'nın
fatından 81 gün önce kurban bayramı aref esin­
vardığı sonuç değil âyet koymuştur. Fakat
de nazil olmuştur.
Atâ'nın bu yaklaşımı, vahyi maksat ve ruhu­
13 Tayyibât yalnızca hijyen anlamında terte­ nu gözeterek okuma konusunda ilk nesillerin
miz olanı değil, manen de pak olanı ifade eder. yaklaşımına ışık tutucudur ve önemlidir.
Bir şeyin helâl hükmünü alması için bu iki 15 Zımnen: Kim problemli de olsa imanı mut­
özelliği taşıması gerekir. lak inkârla bir tutarsa, onun ameli boşa git­
14 Âyette kitap ehline ilişkin iki husustan söz miştir. Bunu şu rivayet destekler: "İnsanlar-
uğrayanlar arasında yer alacaktır. 8 SÎZ ey iman edenler! Allah için, hakkı
6 SÎZ ey iman edenler! Namaza kalkaca­ ayağa kaldırarak adaletin timsali olun ve
ğınız zaman yüzünüzü, ellerinizi ve dir­ birilerine olan nefretiniz sizi adaletten
seklere kadar kollarınızı yıkayın ve (ıs­ sapmaya sevk etmesin! Âdil olun, bu Al­
lak) ellerinizle başınızı meshedin ve bi­ lah'ın koruması altına girmenin en kestir­
leklere kadar ayaklarınızı da (yıkayın me yoludur: Artık Allah'a karşı sorumlu­
ve/veya meshedin). 16
Eğer cünüp olmuş- luğunuzun bilincinde olun! Şüphe yok ki
sanız baştan ayağa temizlenin! Fakat eğer Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
hastaysanız, ya da yolcuysanız, yahut do­ 9 Allah, inanan ve ıslah edici iyi işler ya­
ğal ihtiyacınızı gidermişseniz veya ka­ panlara günahlarının affedileceğini ve
dınlarla birlikte olmuşsanız ve su da bu­ muhteşem bir ödüle kavuşacaklarını va­
lamıyorsanız, o zaman temiz bir toprağa ad etmiştir. 10 İnkâra saplanan ve mesaj­
yönelerek onunla yüzlerinizi ve kolları­
17
larımızı yalanlayanlara gelince: işte on­
nızı meshedin. 18
Allah sizi zora sokmak lardır cehennemlik olanlar.
istemez; fakat sizi pırıl pırıl yapmak ve 11 Siz ey iman edenler! Hatırlayın Al­
nimetlerinin tamamını size bahşetmek lah'ın üzerinizdeki nimetini! Hani size
ister ki şükredenlerden olasınız. bir toplum el uzatmaya kalkışmıştı da,
7 Ve hatırlayın Allah'ın size olan nimeti­ onların elinden sizi kurtarmıştı? Şu hâlde
ni ve "İşittik ve itaat ettik" dediğiniz za­ Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilin­
man Allah'a karşı kendinizi bağladığınız cinde olun! Ve mü'minler artık yalnızca
taahhüdü; Allah'a karşı da sorumluluğu­ Allah'a güvensinler.
nuzun bilincinde olun: Kuşku yok ki Al­
lah kalplerin içini bilir. 12 İŞTE onlar arasından her deliğe gire-

dan bazıları, bize, Müslümanların (o zaman) bu âyetin iki farklı okunuşu bağlamında şunu
şöyle dediğini aktardılar: Biz kitap ehlinin ka­ nakleder: "Bir cümle ifade ettiği mânalardan
dınlarıyla nasıl evlilik yapalım, onlar bizim birine izafe ediliyorsa bunda bir çelişki söz ko­
dinimize mensup değil ki? Bunun üzerine Al­ nusu değildir" (îtkân III, 89). Üçüncü ve şaz
lah bu âyeti indirdi" (Taberî). Bu ibare metin­ bir okuyuş da Hasan Basri'den gelen erculu-
de olmayan bir "Allah" ismi takdir edilerek kum okuyuşudur. Açılımı ve mağsulu erculi-
"kim Allah'ı inkâr ederse" şeklinde de okun­ kum ile'l-ka'beyn (ayaklarınızın yıkanılan ye­
muştur. Taberî bu ikisini telif etmeye çalışır, ri topuklara kadardır) olur.
fakat çok da ikna edici olamaz. 17 Teyemmemû: "yönelin, niyetlenin, hedef­
16 Kıraat imamlarından Nâfi, îbn Âmir, Hafs, leyin". Kelimenin anlamı, maksadı tasavvur­
Kisâî ve Yakub'un okuyuşuna göre âyet ayak­ da oluşturmaktır. Bu nedenle "niyet" teyem­
ların yıkanmasını, geri kalanının okuyuşları­ mümün esası sayılmıştır.
na göre ayaklara meshedilmesini emreder. 18 "Abdest âyeti" diye bilinen bu âyet, aslın­
Ebubekir er-Râzî, her ikisini de "meşhur kıra­ da guslü farz kılar. Zira abdest namazla yaşıt­
at" olarak verir (Garibu'l-Kur'an, r-c-1 md). tır. Teyemmüm hükmünün özünde namazın
Ehl-i Sünnet okuluna mensup alimlerin ço­ her durumda vazgeçilemezliği yatar.
ğunluğu birincisini, Ehl-i Beyt okulu mensup­
19 Çevirimiz nalcıb'in kök anlamına dayan­
ları ikincisini tercih ederler. Taberî ise her iki
maktadır [Bahr ve Müfredat).
okuyuşu da sahih bulur. Süyûtî, Isferâyîni'den
Nüzul: 108 Mushaf: 5 921

cek on iki kişiyi 19


gönderdiğimiz zaman, Çok azı dışında hep onların ihanetine uğ­
Allah îsrâiloğulları'ndan da kesin taah- rayacaksın. Onları bağışla ve hoş gör! İyi
hüd almış ve buyurmuştu ki: Kuşkusuz bil ki Allah güzel davrananları sever.
Ben sizinleyim: Eğer salât'ı doğru-dürüst 14 "Biz Nasara'yız" diyenlerden de kesin
eda eder, 20
arınmak için karşılıksız yar­ bir taahhüt almıştık,- onların (takipçile­
22

dımda bulunur, düşmanlarını engelleye­ ri) de uyarıldıkları şeyden hisse kapmayı


rek elçilerimi desteklerseniz,- Allah'a da
21
unuttular. 23
Bu yüzden onları, aralarında
(güveninizi isbat etmek için) gönüllü ola­ Kıyamet Günü'ne kadar sürecek düş­
rak borç verirseniz, kesinlikle kötülükle­ manlık ve nefrete mahkûm e t t i k . 24
Za­
rinizi örterim ve sizi zemininden ırmak­ manı gelince, Allah kendilerine yaptıkla­
lar çağlayan cennetlere koyarım. İçiniz­ rı her şeyi bir bir haber verecektir.
den her kim de bundan sonra inkâr eder­
se, kesinlikle o doğru yoldan sapmış olur. 15 EY önceki vahyin mensupları (olan
13 Daha sonra, bu kesin taahhütlerini Yahudiler)! Kitaptan gizlediğiniz bir çok
bozdukları için onları rahmetimizden hakikati size açıklamak ve (zaten bili­
dışladık ve kalplerini katılaştırdık; (şim­ nen) bir kısmından da geçmek üzere elçi­
di onlar) kelimeleri bağlamlarından kopa­ miz gelmiştir. Artık size Allah'tan bir
rarak çarpıtıyorlar; üstelik kendilerine ışık ve net bir mesaj ulaşmıştır. 16 Onun­
hatırlatılan hakikatlerden bir kısmını da la Allah, kendi rızasını gözetenleri ebedi
unutmuş durumdalar. kurtuluş yollarına ulaştırır,- rahmetiyle 25

20 Salât, bu ve daha başka âyetlerde bir ritüel ol­ 22 Bunlar Hıristiyanlaşmadan önceki İseviler-
manın ötesinde Allah'a, peygamberlerine, dini­ dir. Allah söz aldığında Hz. İsa onların arasın­
ne verilen desteği ve arka çıkmayı da içine ala­ daydı ve o yaşarken Teslisçi Pavlus Hıristi­
cak bir biçimde, tüm hayatı kuşatan bir bilinç- yanlığı ve kilise yoktu (Bkz: 82. âyet, 89 ve 90.
lilik hâli olarak karşımıza çıkmaktadır. Krş. "O, notlar).
sizi üzerinize indirdiği vahiyle destekleyip
23 Yahudiler gibi dinlerini parçalamamaları
ayakta tutar (salât eder)..." (106/Ahzab: 43); "Şa­
konusunda uyarılmıştılar. Fakat Nasârâ Hıris-
nımın yücelmesi için tüm destek ve çabam se­
tiyanlaşınca daha fazla parçalandı, kendi içle­
ferber et" (44/Tâhâ: 14); "Şüphesiz Allah ve Me­
rinde din savaşları yaşandı, üç binden fazla İn­
lekler Peygamber'e salât ederler (desteklerler);
cil, yüzlerce mezhep çıktı.
ey iman edenler, siz de Peygamber'e salât edin
(destekleyin)" (106/Ahzab: 56); "Kitab'dan sana 24 Ağrayna, elsaknâ anlamına yakındır; "bir
vahyedileni ilet ve salâtı ikame et (ona destek şeyi bir şeye tutturmak", "mecbur ve mah­
vererek ayağa kaldır)" (89/Ankebût: 45). Örnek kûm etmek" vurgusu taşır.
âyetlerin notlarına, ayrıca 94/Bakara 45 ve 25 Lafzen: "İzniyle.." Bu bağlamda Allah'ın iz­
108/Mâide 58'in ilgili notlarına bkz. ni "hidayete ermenin yasaları" vurgusunu ta­
şır. Zımnen: Vermeyi dilemese, dilemeyi ver­
21 Ta'azzur, Kur'an'da A'râf sûresi 156. âyette
mezdi,- insan için hidayeti dilemese, iradeyi
"yardım etme" fiiliyle birlikte, Fetih sûresi 9.
vermezdi. İradeyi verdiğine göre, insanın hida­
âyette ise "yüceltmek, el üstünde tutmak" fii­
yetini dilemiştir ve bu O'nun izni anlamına
liyle birlikte kullanıldığına göre, bunların dışın­
gelir. Sonuçta bütün bunlar O'nun insana olan
da bir anlama sahip olmalıdır. Kelimenin aslı
rahmetinin bir ifadesidir.
"engelleme"dir. Tercihimizin gerekçesi budur.
onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve layın ki, O aranızdan peygamberler çıkar­
dosdoğru bir yola yönlendirir. mış, sizi kendi kendinizin efendisi kıl­

17 "Allah Meryem oğlu Mesih'tir" diyen­ mış 2 8


ve başka hiçbir topluma vermediği­

ler kesinlikle küfre sapmışlardır. De ki: ni size vermişti. 21 Ey Halkım! Allah'ın

"Eğer Meryem oğlu Mesih'i ve onun an­ size vaad ettiği kutsal topraklara girin, fa­

nesini ve yeryüzünde yaşayan herkesi he­ kat sakın geri adım atmayın, yoksa kay­

lak etmek isteseydi, kim Allah'a engel bedenlerden olursunuz!"

olabilirdi? Zira göklerin, yerin ve onlar 22 Onlar, "Ey Musa!" dediler; "Unutma
arasmdakilerin otoritesi dilediğini yara­ ki orada zorba bir halk var. Onlar oradan
tan Allah'a aittir: ve Allah'ın gücü her şe­ uzaklaşmadıkça biz kesinlikle oraya gir­
ye yeter! meyeceğiz; ama eğer uzaklaşırlarsa işte o
18 Yahudiler ve Hıristiyanlar "Bizler Al­ zaman gireriz."
lah'ın çocukları ve can dostlarıyız!" dedi­ 23 Allah'ın lutfuna mazhar olan ve
ler. De ki: "Öyleyse neden günahlarınız O'ndan korkanlar arasından iki kişi,
yüzünden sizi cezalandırıyor? Aksine siz "Onların üzerine (mertçe) kapıdan gi­
O'nun yarattığı insanlardan sadece bir din!" dediler; "zira unutmayın, siz oraya
kısmısınız. O müstahak olanın bağışlan­ girerseniz galip geleceksiniz. Eğer gerçek
masını diler, (cezayı) dileyeni de cezalan­ mü'minlerseniz, artık yalnızca Allah'a
dırmayı diler,- 26
zira göklerde, yerde ve dayanmak zorundasınız."
her ikisi arasındaki şeylerin tümü üzerin­ 24 Berikiler (ise) "Ey Musa!" dediler, "on­
de hükümranlık Allah'a aittir ve dönüş lar orada bulundukça, biz asla oraya gir­
O'nadır. meyeceğiz. O hâlde sen ve Rabbin gidip
19 Ey önceki vahyin takipçileri! Peygam­ savaşın, biz işte şuracıkta oturuyoruz!"
bersiz geçen uzun bir fetretin ardından 27
25 (Musa) "Rabbim! Sözüm kendimden
"Bize asla ne müjdecilerden biri geldi, ne ve kardeşimden başkasına geçmiyor. O
de uyarıcılardan biri" dersiniz diye, uya­ hâlde, bizimle şu sapkın halk arasındaki
ran ve müjdeleyen Elçimiz, (hakikati) farkı gözet!" diye yalvardı.
açıklamak üzere işte size de geldi; zira
26 Allah şöyle icabet etti: "O hâlde, onlar
Allah'ın gücü her şeye yeter.
o topraklardan kırk yıl mahrum yaşaya­
cak ve şaşkın şaşkın malum arazide do­
20 BİR zamanlar Musa halkına, "Ey Hal­
laşmaya mahkûm olacaklar: Artık bu
kım! Allah'ın size lütfettiği nimeti hatır-
sapkın halk için kendini ü z m e ! " 2 9

26 Lâm'm istihkak manasıyla. Cümlenin 19. âyeti ışığında anlaşılmalıdır.


ikinci yarısının lâm'sız gelmesi dikkat çekici­ 28 Yani: "sizi özgürleştirmiş". Süddi'nin ter­
dir. Yeşa' fiilinin çift özneyi gören konumuna cihine uygun olarak (nkl. Râzî). Eski Ahid'de
dayanan çevirimiz için bkz. 69/Yûnus: 25; de benzer bir ibare vardır [Sayılar 13).
97/Nûr: 21; 92/Muhammed: 17, ilgili notlar.
29 Bu pasajda samimi iman ile pazarlıkçı
27 Bu döneme "fetret dönemi", bu dönemde iman arasındaki fark ortaya konuyor. Mevcut
yaşayanlara da "fetret ehli" denilir. Bu husus nesil umut vermeyince, Hz. Musa 40 yılda çöl
Nahl sûresinin 36. âyeti ve En'âm sûresinin mektebinde yepyeni bir nesil inşa edecektir.
27 VE ONLARA Âdem'in iki oğlunun miyim?" En sonunda pişman olmuştu.
kıssasını gerçek bir amaca matuf olarak 30
32 Bundan dolayı Biz Isrâiloğullarına şöy­
anlat: Hani, ikisi de birer kurban sun­ le vahyetmiştik: Kim cinayet suçu işle­
muşlardı ve birinden kabul edildiği hâlde memiş veya yeryüzünde fesat çıkarma­
diğerinden kabul edilmemişti! mış bir kişiyi öldürürse bütün insanlığı
(Bunun üzerine) O (diğerine) demişti ki: öldürmüş gibi olur. Dahası kim de bir ha­
"Çaresi yok, seni öldüreceğim!" yat kurtarırsa, bütün insanlığı kurtarmış
gibi o l u r . 34

(Öteki) cevap vermişti: "Allah, yalnızca


sorumlu davrananların kurbanını kabul Elçüerimiz onlara hakikatin tüm delilleriy­
eder! 31
28 Beni öldürmek için el kaldır- le gelmiştiler,- fakat daha sonra onların çoğu
san bile, ben seni öldürmek için elimi oy­ yeryüzünde her tür taşkınlığı irtikap ettiler.
natmayacağım,- çünkü ben âlemlerin 33 Allah'a ve Rasulü'ne karşı savaş açan­
Rabbi Allah'tan korkarım. 29 Dilerim, ların 35
ve yeryüzünde bozgunculuğu yay­
hem benim günahımı hem de (benden maya çalışanların öldürülmeleri ya da
dolayı) kazandığın günahı yüklenir ve asılmaları veya muhalefetlerinden dolayı
böylece cehennemin yolunu tutarsın: Za­ ellerinin ve ayaklarının kesilmesi, yahut
ten zalimlerin cezası da budur." bulundukları yerden sürülmeleri, sadece
(âdil) bir karşılıktan ibarettir. Bu, onla­
36

30 Fakat diğerinin benlik dâvası, onu kar­


rın dünyada uğradıkları zillettir; âhirette
deşini öldürmeye sevk etti; sonunda onu
ise onları korkunç bir azap beklemekte­
öldürdü, böylece kaybedenlerden oldu. 32

dir,- 34 ancak siz onlara hakim olmadan


31 Bunun üzerine Allah, kardeşinin cese­ önce tevbe edenler hariç: Zira iyi bilin ki
dini nasıl örteceğini göstersin diye topra­ Allah tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir
ğı eşeleyen bir karga gönderdi. 33
"Eyvah, merhamet kaynağıdır.
yazıklar olsun bana!" dedi, "ben bu kar­
ganın yaptığını yapamayacak, kardeşi­
35 SİZ ey iman edenler! Allah'a karşı say­
min cesedini örtemeyecek kadar aciz biri
gılı o l u n ve O'na yaklaşma çabası içinde
37

30 Bu amaç "hasedin kınanması "dır (Zemah- 36 Min hilaf in'e verdiğimiz manânın gerekçe­
şerî ve Râzî). Bi'l-hakkı çevirimiz için bkz. si için bkz: 56/A'raf 124, not 89. Bu cümle bir
62/Kehf: 13, not 15 ve 65/lbrahim: 19, not 20. 'inşa' cümlesi değil bir 'ihbar' cümlesidir ve
31 Bu âyetlerle Kurban ibadetinin amacını ve­ dolayısıyla Kur'an el ve ayakların çaprazlama
ren Hac sûresinin 36. âyeti arasında doğrudan kesilmesi gibi bir cezayı emretmemekte, sa­
bir bağ vardır. dece nakletmektedir. Bu tür bir infazı Kur'an
Tâhâ 71, Şu'ara 49 ve A'raf 124'te Firavun'un
32 Allah'ın gösterdiği yerden bakanın görece­
mü'minlere uyguladığı ceza olarak nakleder.
ği gerçek şu: Ölen değil öldüren kaybetti.
Böyle bir ceza uyguladığı için Kur'an'm kına­
33 Hayat okul, varlık kitap, insan öğrencidir. İn­ dığı Firavun'un infaz yöntemi, nasıl olur da
sanın cehaletine sunacağı bir mazeret yoktur. Allah'ın emri olarak anlaşılabilir? Kaldı ki,
34 İslâm'ın bütün bir insanlığın tüm zaman­ Allah Rasulü'nün hiçbir muhalife böylesi bir
larda değişmez değerleri olduğunun ifadesi. ceza uygulamadığı da tarihi bir gerçektir.
35 Allah'a savaş açmak Şeytan'ın bile yapma­ 37 Zımnen: Yaratana saygılı olan, yaratılana
dığı bir şeydir. da saygılı olur.
bulunun ve O'nun yolunda tüm gayreti­
38
bekler. 37 Ateşten çıkmak isterler,- fakat
nizi harcayın ki kurtuluşa erebilesiniz. asla oradan çıkacak değiller,- ve sürekli
36 Kuşkusuz inkârda direnenler, eğer yer­ bir azaba mahkûm edilirler. 39

yüzündeki her şeyi, hatta onun iki katını 38 imdi, işledikleri suça karşılık Al­
Kıyamet Günü'nün azabından kurtul­ lah'tan ibret-i âlem bir müeyyide olarak
mak için fidye olarak verseler asla kabul hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan
ettiremezler. Can yakıcı bir azap onları kadının ellerini k e s i n . 40
Zira Allah her

38 Vesile'nin ilk anlamı "yaklaşma, ilgi kur­ çağırttı ve kızarak şöyle dedi: 'O açtı onu do­
ma "dır (Ebu Ubeyde ve Râğıb). Âyette ba eda- yurmadın, o cahildi ona öğretmedin!' Elbisele­
tıyla kullanılmamış olması, bu doğrudan anla­ rimi geri verdirtti ve bana da bir ölçek buğday
mı öncelememizi daha da güçlendirir. verdi" (Ahmed b. Hanbel). Hz. Ömer'in şu uy­
39 Bu âyet, günahkar mü'minin cehennemden gulaması da Allah Rasulü'nün uygulamasının
çıkıp çıkamayacağıyla değil, 36. âyette açıkça izdüşümüdür: Yahya b. Abdurrahman b. Ha-
belirtildiği gibi kâfirin çıkamayacağıyla ilgili­ tib'ten: Hatib'in köleleri Müzeyne'den bir ada­
dir. Şatıbî cehennemin tevhid ehlinden olup mın develerini çalıp kestiler. Olay ortaya çı­
da oraya girenlerin secde mahallerini ve ima­ kınca yakalandılar ve suçlarını itiraf ettiler.
nın bulunduğu kalbi yakmayacağını söyler [el- Halife Ömer kölelere hırsızlık cezası verecek­
Muvâfakât II, 31-32). Secde sûresinin 20. âye­ ti ki son anda bundan vazgeçti. Hatib'ı çağırdı
tinde geçen benzer bir ifade, 18. âyetteki "fâ- ve onları aç bıraktığını düşünüyorum dedi.
sıklar" ile kâfirlerin kastedildiği göz ardı edil­ Deve sahibine dedi ki,- develeri satsan kaça ve­
diği için yanlış anlaşılmıştır. rirdin. O da 400 altın verseler eyvallah demez­
dim. Hz. Ömer 800 altını Hatib'ten alarak ada­
40 Lafzen: "iki elini.." Hırsızlık yapanın elini
ma verdi ve Hatib'e eğer bir daha aç bırakırsa
kesme uygulaması Kur'an'ın ihdas ettiği bir
kendisine hırsızlık cezası vereceğini söyledi
ceza değil, Kureyş'in uyguladığı ve Kur'an'ın
[Muvatta). Vahiy, suçları cezalandırmada suç­
önünde bulduğu bir ceza geleneğidir. İlk kez
luyu değil suçu mahkûm etmeyi ve caydırıcı­
Kabe'nin hazinesini soyan birine uygulanmış­
lığı öne çıkarır. Tüm Kur'ani cezalar üç vicda­
tır (ibn Kesir). Rasulullah bu geleneksel cezayı
nı teskin etmeyi hedefler: 1) Mağdurun vicda­
olabildiğince sınırlandırmıştır. Mesela Rasu­
nı. 2) Kamunun vicdanı. 3) Suçlunun vicdanı.
lullah seferde bu cezanın uygulanmayacağını
Suçlunun vicdanını teskin etmek için önce
buyurmuştur (Ebu Davud, Hudud, 19). Bir baş­
suçluda bir vicdan inşa etmek gerekir. Şu ör­
ka kaynakta "sefer" yerine "gaza" geçer ki bu
nek olay, islâm'ın mensuplarında nasıl bir vic­
ikisi ayrı durumlar olarak da anlaşılabilir (Tir-
dan inşa ettiğinin destani bir göstergesidir:
mizî, Hudud 20). Bu nebevi talimatı hilafeti
Ebu Mihcen bir türlü içkiyi bırakamayan bi­
döneminde Hz. Ömer'in, ayrıca ordu komuta­
riydi. İçtiği her seferinde cezasına razıdır. Bir
nı Huzeyfe b. el-Yeman'in titizlikle uyguladı­
seferinde Hz. Ömer'den de içki cezası yemiştir
ğını görüyoruz. Allah Rasulü'nün bu haddi uy­
(el-Kamil II, 340). Kadisiye savaşı sırasında yi­
gulama konusundaki hassasiyetini şu olay ışı­
ne aynı suçtan (veya içkiyi öven şiir söylediği
ğında anlamak gerekir: Abbad b. Serahbil anla­
için) cezalandırılmak üzere tutuklanır. Ordu
tıyor: "Buğday tarlasına girdim, biraz başak
komutanı Sa'd b. Ebi Vakkas (ö. 55/675), taar­
kopardım, onların tanelerini ayırmaya başla­
ruz öncesinde cezayı infaz etmek istemeyip
dım. Bu esnada tarlanın sahibi geldi. Beni döv­
taarruz sonrasına bırakır. Savaş çok çetin ge­
dü ve elbiselerimi sırtımdan soyup aldı. Ben
çer. Bir ara islâm ordusu bozulur gibi olur. işte
Peygamber'e gittim onu şikayet ettim. Onu
bu hengamede Ebu Mihcen ordu komutanının
işinde mükemmeldir, her hükmünde Onlar, sözleri asıl bağlamlarından kopa­
tam isabet sahibidir. 39 Bu zulmü işle­ rarak mânalarını çarpıtırlar, 42
"Eğer size
dikten sonra kim tevbe eder ve kendini şu tür bir öğreti verilirse hemen alın; yok
düzeltirse, elbet Allah da onun tevbesini verilmezse sakın yaklaşmayın!" derler.
kabul eder zira Allah tarifsiz bir bağışla­
; Allah birini fitneye 43
sokmayı dilemişse,
yıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır. Allah'ın onun hakkındaki iradesine hiç­
40 Bilmez misin ki göklerin ve yerin oto­ bir şekilde engel olamazsın. İşte onlar,
ritesi Allah'a aittir,- O dileyeni cezalan­ Allah'ın kalplerini temizlemek istemedi­
dırmayı, dileyeni de bağışlamayı diler: ta­ ği kimselerdir; onları dünyada zillet, âhi­

bii ki Allah'ın gücü her şeye yeter. rette korkunç bir azap bekler.
42 Onlar yalana kulak kesilir, h a r a m 44

adına ne varsa ona yumulurlar. 45


İmdi
41 EY PEYGAMBER! Yürekten iman et­
eğer sana başvururlarsa; ister aralarında
medikleri hâlde ağızlarıyla "iman ettik"
hüküm ver, ister onları kendi hâllerine
diyen kimseler arasından inkârda birbir­
bırak. 46
Zira eğer onları kendi hâllerine
leriyle yarışanlar seni üzmesin; Yahudi-
bırakacak olursan, sana hiçbir zarar vere­
leşenler 41
arasından yalanı can kulağıyla
mezler. Ama eğer hüküm verecek olur­
dinleyen ve sana başvurmak yerine başka
insanların laflarına kulak kesilenler de.. san aralarında adaletle hükmet: çünkü
Allah âdil olanları sever.

eşi Selma'ya kendisini salması için rica eder 62 ve 73/En'âm: 146, notlar.
ve sağ kalırsa kendi ayağıyla gelip cezasını çe­ 42 Bkz. 104/Nisâ: 46; 73/En'âm: 13. Krş.
keceğine söz verir. Bozulmaya yüz tutan ordu 94/Bakara: 104.
akşam karanlığında atını mahmuzlayan Ebu
43 Fitne, Kur'an'da çokanlamlı bir kelime ola­
Mihcen'in tekbirlerle son sürat gelip düşman
rak, farklı bağlamlarda farklı anlamlara gelir
saflarını yarması üzerine Şam'dan takviye
(Bkz: 114/Tevbe: 49, not 64). Burada kastedi­
kuvvet geldiğini düşünür. Hatta aralarında
len, sonucunu bildiği hâlde Allah'ın bir insanı
meleklerin veya Hızır'ın yardıma geldiğini sa­
imtihan etmesidir. Kur'ani söylemde tevhidin
nanlar bile vardır. İslâm ordusu bunun üzerine
bir gereği olarak her eylem makro planda Al­
toparlanır ve savaşı alır. Zaferin ardından Ebu
lah'a izafe edilse de, burada olduğu gibi süreç
Mihcen sözünü tutar ve kendi ayağıyla gelerek
insanın kendi eyleminden bağımsız işleme­
teslim olur. Ordu komutanı Sa'd b. Ebi Vakkas
mektedir. Aksine Allah'ın iradesi, tamamen
durumu ayrıntılarıyla öğrenince ceza tatbik
insanın tercihi üzerine tecelli etmektedir.
etmeye eli varmaz ve yenilmek üzere olan or­
dunun zafer kazanmasına sebep olan Ebu Mih- 44 es-Suht, yiyenin iflah olmadığı haram mal.
cen'i bırakır. Fakat Ebu Mihcen cezada ısrar 45 Bu âyet, kişinin yedikleriyle söylemleri
eder. Muhtemelen Allah Rasulü'nün "îslâmî arasındaki doğrudan ilişkiyi dile getirir. Yalan
cezalar keffarettir" müjdesi onu böyle yapma­ söylemekle haram yemek arasında irtibat ku­
ya sevk eder. Israrlarına rağmen ordu komuta­ rar.
nı cezalandırmayınca o da bir daha içki içme­ 46 Bu, çok hukukluğa izin veren bir ifadedir.
yeceğine söz verir (lbnu'1-Esir, el-Kâmil ti't- Hz. Ali Mısır valisine, zina eden Hıristiyanla­
Tarih, Beyrut, 1406, II, 330-331; Taberî, Tarih, rın kendi dinlerine göre kendi mahkemelerinde
Kahire, 1987, III, 548-549). yargılanmasını emrederken bu âyete dayanmış­
41 Çevirimizin gerekçesi için bkz. 94/Bakara: tır (Muhasibi, el-Akl, İstanbul, 2003, s. 373).
926 108/MÂİDE SÛRESİ »:»--X-0 Nûzûl: 108 Mushaf: 5

43 Yanlarında Tevrat ve onda da Allah'ın meyenler kâfirlerin ta kendileridirler.


hükmü bulunduğu hâlde seni nasıl ha­ 45 Onlara orada şöyle yazdık: Cana can,
kem tutuyorlar ve daha sonra da o hü­ göze göz, buruna burun, kulağa kulak, di­
kümden yüz çeviriyorlar? işte böyleleri, şe diş ve yaralamalarda eş değer bir karşı­
gerçek mü'min de değildirler. 47
l ı k ; fakat kim de onu bağışlarsa, o ken­
52

44 Şüphe yok ki, kendisinde rehberlik ve di günahlarına keffarettir. 53


A m a Al­
ışık bulunan Tevrat'ı Biz indirdik. Hepsi lah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler za­
de Allah'a teslim olmuş bulunan pey­ limlerin ta kendileridirler. 54

gamberler, Yahudi olanlara onunla hük­ 46 Ve ardından onların izdüşümü olarak


metmişlerdi; Allah kelamından bir kıs­ Meryem oğlu isa'yı, Tevrat'tan geriye ka­
mı 4 8
kendi korumalarına bırakıldığı lanların doğruluğunu tasdik edici olarak
için, 49
Allah'a adanmış adamlar ve ha­ gönderdik. Yine Biz kendisinde rehberlik
hamlar da öyle yapmışlardı; hepsi de ona ve ışık olan, muttakilere bir rehber ve bir
şahit idiler. öğüt olarak Tevrat'tan geriye kalan haki­
O hâlde (Ey Yahudileşen Isrâiloğulları), katleri onaylayan incil'i verdik. 47 incil'e
gözünüzde büyüttüğünüz insanlardan inananlar da, Allah'ın onda indirdikleriy-
korkmayın, Benden korkun! 50
Âyetleri­ le hükmetsinler. 55
Zira her kim Allah'ın
mi az bir menfaat karşılığı pazarlama- indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar fa-
yın! 51
Zira Allah'ın indirdiğiyle hükmet- sıkların ta kendileridir. 56

47 Kendi inançlarına karşı dâhi ikiyüzlü dav­ kın bir duygu selinden, yararlı enerji elde edi­
ranan Yahudilerin bu tutumunu deşifre edi­ lebilir mi? Bu soruya Kur'an "evet" diyor.
yor. Zımnen: Kendi kitaplarına karşı böylesi­ Korku ile değerleri az bir menfaat karşılığı pa­
ne laubali olan bir toplumun Kur'an'ın mesa­ zarlama arasındaki doğrudan ilişkiye dikkat
jına karşı gösterdiği olumsuz tavırda garipse- çekiyor.
necek ne var? 52 Bu cezalar Eski Ahid'de ayrıntılarıyla yer
43 Mine'l-Kitab'daki min edatının bu bağlam­ almaktadır {Çıkış, 21: 23-25).
daki vurgusu "bir kısmı" ile karşılanmıştır. 53 Bu cümlenin birinci anlamı "bağışlayanın
Bu tercihimizi "Kendilerine hatırlatılan haki­ günahına keffaret olur"; ikinci anlamı "bağış­
katlerden bir kısmını unuttular" (108/Mâide: lananın günahına keffaret olur" şeklindedir.
13) âyeti desteklemektedir.
Mağdurun suçluyu affetmesi özendiriliyor; zi­
49 Kur'an tahriften korunduğu hâlde Tevrat ra suçluyu ancak mağdur affedebilir.
niçin tahrif edildi sorusunun cevabı buradadır.
54 Allah'ın hükmü üç vicdanı teskin eder:
50 Vahiy 'korkusuzluk' gibi bir imkansıza de­ Mağdurun vicdamnı, kamunun vicdanını ve
ğil 'korku terbiyesine' davet ediyor. Fıtratı suçlunun vicdanını. Suçluda teskin edilecek
yok saymıyor, insanın savunma güdüsünün bir vicdan bulmak için, vicdanları harekete
yan etkisi olan korkuyu kınamıyor, sadece geçiren bir iman şarttır (Bkz: âyet 39).
korkunun insanın akletme melekelerini tes­
55 Krş. "Hakimiyetin gelsin! Senin otoriten
lim almamasının en garantili yöntemini be­
yan ediyor: Allah korkusu. Haşyet ve havf in gökte olduğu gibi yerde de egemen olacak!"
ifade ettiği korku arasındaki mahiyet farkı (Matta 6:10).
için bkz. 104/Nisâ: 77, not 97. 56 Zımnen: Herkes inandığı değerlere uygun
51 Korku gibi ilk bakışta kötü gibi duran taş­ yaşasın ve o değerlerle yargılansın. Zira haya-
48 Sana da, hakikatin ifadesi olan bu Ki­ onların keyfî yargılarına uyma! Sizden
tabı, geçmiş vahiyden geriye kalan haki­ her biriniz için bir şeriat ve (onu) uygula­
katleri doğrulayıcı ve onların doğrusunu ma yöntemleri belirledik. Eğer Allah di-
58

yanlışından ayırt edici olarak gönder­ leseydi, hepinizi tek bir topluluk yapardı,-
d i k . O hâlde artık onların aralarında Al­
57
fakat size emanet ettikleriyle sizi sına­
lah'ın indirdiklerine uygun olarak hü­ mak için (öyle yapmadı): O hâlde hayır­
küm ver sana gelen hakikati bırakarak
; larda birbirinizle yarışın! 59
Topyekûn do­

ta müdahil olmayan iman ölü bir imandır. Bu da hüküm verecek olursanız, adaletle hüküm
pasajın muhataplarının Yahudiler olduğunu vemenizi emrediyor" (104/Nisâ: 58). insanın
söyleyen birine, "Kur'an'ın tercümanı" lakap­ hüküm verme yeteneğini toptan inkârın tari­
lı sahabi İbn Abbas şöyle çıkışır: "Siz ne de hi örneği Hariciler, bu gerekçeyle insanların
iyisiniz ya! Ne yani; iyi-güzel olan her şey si­ dinden döndüğüne hükmederek, kendi kendi­
ze, kötü-çirkin olan her şey Yahudilere mi? leriyle çelişkiye düşmüşlerdi. Verilebilecek en
Sizden kim inkâr ederse kâfir, inandığı hâlde kötü hükmü vererek, Allah'ın bahşettiği hük­
hükmetmezse fâsık, Allah'ın hükmü durur­ metme yeteneğini en kötü bir biçimde istis­
ken başkasıyla hükmederse zalim olur" [Keş­ mar etmişler ve bütün bunları yaparken de ga­
şaf!, 341). İbn Abbas in bu hükmünü daha da rip bir biçimde "hüküm yalnızca Allah'a ait­
açacak olursak: Allah'a ait olduğu kesin olan tir" (73/En'âm: 57) âyetine dayanmışlardı.
ve yoruma açık olmayan muhkem bir hükmü
57 el-Muheymin [h-m-n'den aslı mue'min)
}

uygulamayan kişi, eğer meşru bir mazereti "Şahid olan, koruyan, şaibeyi gideren, proble­
yoksa fasıktır, günahkardır. Allah'ın muhkem mi izale eden" anlamına gelir [Tâc ve Lisan).
bir hükmü duruken o hükmün yerine karşıt
58 Şii'a bir şeyin başlangıç hâli, minhac ise ge­
bir hükmü geçiren kimse hakikati yerinden
lişmiş hâlidir. Din tek, şeriat çoktur. Şeriatla
ettiği için zalimdir. Allah'ın hükmünü inkâr
aynı kökten olan şir'a kişiyi suyun kaynağına
eden, onun kaynağına ve doğruluğuna inan­
götüren yol anlamma gelir. Mecazen insanı ha­
mayan kimse ise inkârından dolayı kâfir olur.
kikatin kaynağına götürdüğü için ilâhî yasalar
İbn Abbas in bu hükmü aynı zamanda bu
bütününe şeriat denmiştir. Bu yol ataları takli­
âyetlerin en güzel tefsiri mahiyetindedir. Ku­
de değil, kıyılarım döve döve akan gür bir ırma­
ral gereği, bir âyetin özel sebeplerle inmiş ol­
ğın yatağına götürmelidir. O kutlu yatağa her
ması, o âyetin hükmünün genelliğine mani
nesil kendi 'şimdi ve burada'sından çıkarak
değildir. Pasajın sonundaki 48-50. âyetler dik­
ulaşacaktır. Öncülerin yolun dikenlerine kat­
kate alındığında, bu âyetlerin Müslümanlara
lanma pahasına açtığı çığırı artçılar işlenmiş
hitap ettiği daha iyi anlaşılır. Verilen mesaj
bir yola çevireceklerdir. Açılan ve açılacak olan
açıktır: Ey Ümmet-i Muhammed, Musa ve İsa
bu tür patikalan meşru kılan tek şey, ucunun
ümmetleri gibi Yahudileşmeyin ve Hıristi-
ana yol olan snat-ı müstakim'e çıkmasıdır.
yanlaşmayın! Bu pasaj, insanın hüküm verme
yeteneğini yok sayacak biçimde anlaşılamaz, 59 Zımnen: iddianızla değil isbatmızla gelin!
insanı, muhakeme, akıl, irade ve bilinç gibi Kur'an bütün ilâhî vahiylerin zirvesidir. Ru-
hükmedecek araçlarla donatarak ona hükmet­ hî/mânevî arınmanın en son, en mükemmel
yol ve yöntemini temsil eder. Kur'an, mesajı­
me yeteneği vermesi, Allah'ın en büyük hük­
nın eşsizliğine rağmen, önceki vahiylerin
müdür. İnsandan istenen kendisine emanet
mensuplarını Allah'ın rahmetinden dışlamaz.
edilen bu araçları kullanmaması değil, hüküm
Onları 'hayır yarışına' çağırır. Allah'a, Hesap
verirken âdil hüküm vermesidir. Zaten bunu
Günü'ne inanan ve sâlih amel işleyen herke­
Kur'an açıkça söyler: "(Allah) insanlar arasın-
sin mutlaka ödüllendirileceğini vurgular
928 4 < g ;
< > T t 108/MÂİDE SÛRESİ t , ^ 3 ^ , Nûzûl: 108 Mushaf: 5

nüsünüz Allah'adır: işte o zaman Allah Unutmayın ki insanların çoğu yoldan çık­
ihtilaf ettiğiniz şeyleri size bir bir haber mıştır. 50 Yoksa onlar cahiliye yasasını 61

verecektir. mı istiyorlar? Aklı başmda bir toplum için,


49 Ve Sen aralarında Allah'ın indirdiğine Allah'tan daha iyi yasa yapıcı olabilir mi?
uygun olarak hükmet! Onların keyfî yargı­
larına da u y m a ! Allah'ın sana gönderdik­
60
51 SİZ ey iman edenler! Yahudileri ve Hı-
lerinden bir kısmında seni yanıltmaların­ ristiyanları müttefik edinmeyin! 62
Onlar
dan sakın! Eğer yüz çevirmekte ısrar eder­ birbirlerinin müttefikidir. 63
Sizden her
lerse, iyi bil ki Allah onları birtakım gü­ kim onları müttefik edinirse, o onlardan
nahlarından dolayı cezalandırmak istiyor. olur. 64
Şüphesiz Allah zulme gömülmüş

(94/Bakara: 62, 108/Mâide: 69). Bu yarışın ze­ yal amaçla olanı ise yer ve zamana göre değiş­
mini tüm şeriatların ortak ruhudur. Ne kadar kendir (Bkz: 98/Âl-i Îmran: 28, not 15). Müs­
tahrife uğramış olursa olsun, ilâhî mesajın ru­ lim - gayr-ı müslim ilişkilerinde mutlak yasak
hu ölmez. Eğer geçmiş vahiylerin temsilcileri olan kâfirin küfrünü, müşrikin şirkini, müna­
inançlarında samimilerse, bu ruhu bulmak fığın nifakını, mülhidin ilhadmı sevmektir.
için tüm ilâhî vahiylerin zirvesini temsil eden Açıktır ki küfre muhabbet küfürdür. Aynı ya­
Kur'an'a hakem olarak başvurmalıdırlar. sak mü'minlere karşı bir faaliyette onlara des­
60 Bu âyetin Kureyzaoğulları ile Nadiroğulla- tek vermek, onları sırdaş ve yoldaş edinmek
rının kan bedelinin eşitlenmesi emrini içerdi­ konusunda da geçerlidir. İnsani ilişkiye
ği söylenir. Kureyzalı birinin kanının bedeli Kur'an herhangi bir yasak getirmemiştir.
Nadirli birinin yarısıydı. Bu, Yahudilerin ken­ 63 Bunun anlamı Yahudilerin yine Yahudileri,
di içlerinde dâhi ayrımcılık yaptıklarının tipik Hıristiyanların yine Hıristiyanları gerçek dost
bir göstergesidir. edinmesidir, karşılıklı birbirlerini dost edin­
61 Sırf dünyevî yararlılık ve çıkar ilişkilerini meleri değildir (Taberî ve Zemahşerî).
gözeten tüm yasa ve hükümleri kapsar. Yasa­ 64 Bu cümlenin anlamı, inşa ya da ihbar olup
ların da ruhu ve vicdanı vardır. Allah'ı görme­ olmadığına bağlı olarak değişir. Eğer bu cümle­
yen ve âhireti yok sayan her yasa ve hüküm, ye inşâî bir anlam verirsek bir tehdit olarak al­
hem ruhsuz hem vicdansız kalmaya mah­ gılarız. Yok eğer cümleye ihbarî bir anlam ve­
kûmdur. rirsek, o zaman âyetin başındaki yasağın ge­
62 Zemahşerî evliya'yı tensırûnehum ve tes- rekçesi olmuş olur ki, "evliya" teriminin
tensırunehum: "onlara askeri yardımda bu­ Kur'an'daki farklı kullanımları ve Hz. Peygam­
lunmanız ve onlardan askeri yardım almanız" ber'in Kitap Ehli'yle ilişkileri göz önüne alındı­
şeklinde tanımlar. Çevirimiz bu yoruma da­ ğında, bu anlam tercihe şayan olandır. Eğer bu
yanmaktadır. "Evliya" terimi Kur'an'da, her anlamı tercih edersek, bu kez âyetin girişinde­
biri bağlamına göre değişen anlamlar kazanır. ki "dost olma yasağı"nm niteliği de değişir ve
"Dost, yoldaş, sırdaş, otorite, müttefik, veli, "gerekçe üzerine bina edilen bir yasak" duru­
munu alır. Bu da şu mânaya gelir: Eğer politik
vasi, koruyucu" bunlardan bazılarıdır (Bkz:
ve ahlâkî açıdan onlar gibi olma riski içermi-
104/Nisâ: 139; 95/Enfal: 73). "Veli edinmek"
yorsa Yahudi ve Hıristiyanlarla her tür insani
insanî, dinî, ahlâkî, politik ve sosyal amaçlar
ilişki serbesttir. Aynı şey tüm diğer din men­
taşıyabilir. İnsanî amaçla olanı kesinlikle ser­
supları ve dinsizler için de geçerlidir. Bu yasa­
best ve kimi durumlarda zorunlu, dinî amaçla
ğın sınırlarını şu âyet belirler: "din konusunda
olanı kimi durumlar hariç kesinlikle yasak,
sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran, ya
ahlâkî ve politik amaçla olanı mahzurlu, sos­
bir topluma rehberliğini bahşetmez. tüm çabalarını sergiler, kınayacak olanın
52 Kalplerinde hastalık bulunanların, da kınamasından korkmazlar: İşte bütün
"İşlerin ters gidip başımıza bir şey gelme­ bu özellikler Allah'ın isteyene bahşetmeyi
sinden korkarız" diyerek, ötekilerin işine dilediği lutfudur. Zira Allah engin (lütuf)
yarayacak bir tavır sergilemekte yarıştık­ sahibidir, her şeyi aynntısıyla bilendir. 67

larını görürsün. Belki Allah bir zafer ve­


65 55 Yalnızca Allah, O'nun Elçi'si ve ina­
rir ya da O'nun katından bir talimat gelir nanlardır sizin müttefikiniz. O inananlar
de, içlerinde sakladıkları düşüncelerden ki, namazı hakkını vererek kılarlar, zekâ­
dolayı vicdan azabı çekmeye başlarlar. 53 tı gönülden gelerek verirler,- 68
çünkü on­
İman edenler de (birbirlerine) derler ki: lar Allah'a boyun eğerler. 56 Allah'a, Ra-
"Var güçleriyle, sizinle 66
beraber olacak­ sulüne ve inananlara müttefik olanlar var
larına dair yemin edenler bunlar mı? On­ ya: işte onlardır Allah taraftarı olanlar:
ların bütün çabaları boşa gitmiştir; so­ galip gelecek olan da onlardır.
nuçta kaybeden onlar olmuştur." 57 Siz ey iman edenler! Gerek önceki
vahyin mensuplarından, gerekse (vahyi)
54 SİZ ey iman edenler! İçinizden her kim inkâr edenlerden dininizi hafife alan ve
dininden dönerse, iyi bilsin ki Allah za­ inancınızla oynayanları müttefik edin­
man içerisinde onun yerine başka bir top­ meyin. 69
Eğer gerçekten inanıyorsanız
luluk getirir; O onları sever, onlar da O'nu; Allah'a karşı saygılı olun. 58 Onları sa­
mü'minlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere lât a çağırdığınız zaman, onu hafife alır­
7

karşı onurlu davranırlar; Allah yolunda lar ve oyun ederler. Bu, onların kafalan­
70

da sürülmenize arka çıkan" (109/Mumtehane: ye arzedilmek ve bu âyetler ışığında anlaşıl­


7-9). Âyetin iniş sebebi hakkında 4 ayrı rivayet mak durumundadır.
vardır. Fakat bunlar arasında yer almayan fark­ 68 îtâ'mn "gönülden gelerek verme" anlamı
lı bir bağlantıyı Menâr sahibinin isabetli bir bi­ için bkz. 10/Leyl: 18, not 14.
çimde kurduğunu görüyoruz. Buna göre âyette
69 Bir sonraki âyet dinin kapsamına ibadetle­
sözü edilen kişi, Mekke'deki ailesini ve malla­
ri de almaktadır. Daha doğrusu, burada "dini
rını güvenceye almak için onlara Rasulullah'ın
eğlence ve oyuncak etmekten" söz edilirken,
seferberlik ilanını haber vermeye teşebbüs
bir sonraki âyette din'in yerine salât geçmek­
eden Hâtıb b. Ebi Belte'a'dır. Bu pasajlar dost
tedir. Bu çok manidardır. Burada salâtla
aleyhine düşmanla işbirliğini yasaklamaktadır
din'in birbirlerinin yerine kullanılmış olması
(Krş: Menâr VI, 426).
mümkündür ki, "Ey Şuayb! Babalarımızın
65 Risk üstlenmek istemeyen, bunun için de kulluk ettiklerini yahut mallarımız hususun­
mü'minlerle birlikte olmalarına rağmen karşı da dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana
tarafı da gözeten yarım inançlılar. salâtın mı emrediyor?" (70/Hûd: 87) âyetinde-
66 Yani: "bizimle", ilk muhatapların yaygın ki salâtın muhtemel anlamlarından biri de
olarak kullandığı bir dil özelliğidir. "din" olsa gerektir.
67 Kur'an, dinden dönenin cezasının Allah'ın, 70 "Onlar"dan kasıt, birlikte düşünülmesi ge­
meleklerinin ve insanların lanetine uğramak reken bir önceki âyette geçen Hıristiyanlar,
olduğunu beyan eder (Bkz: 98/Âl-i Imran: 86¬ Yahudiler ve müşrikler ise, onların namaza
89). Dinden dönen kimsenin hükmü konu­ nasıl çağrıldıkları meraka değer. Eğer ibareyi
sundaki tüm rivayet edebiyatı bu Kur'ani ilke­ böyle anlarsak şu soruyu sormak mukadder
930 108/MAİDE SÛRESİ t><g>c- Nûzûl: 108 Mushaf: 5

nı kullanmayan bir topluluk olduğunu 61 Onlar sana geldiklerinde "inandık"


göstermektedir. derler,- oysa ki onlar gerçekte inkârla ge­

59 De ki: Ey önceki vahyin mensupları! lirler ve yine onunla ayrılırlar. Fakat Al­

Şimdi biz yalnızca Allah'a, bize ve bizden lah onların gizlediklerini çok iyi bilmek­
tedir. 62 Onların çoğunun günahta, sal­
önce indirilen vahiylere iman ettik diye
dırganlıkta ve haramilikte 73
yarıştıkları­
kusur mu işledik? 71
Çoğunuzun yoldan
nı görürsün; yaptıkları şey pek fenadır.
çıktığı kesin bir gerçektir.
60 De ki: Allah katında, bunlardan daha 63 Onların din adamları ve hahamları,

beter bir cezayı hak edenleri size söyleye­ onları günahkarca düşüncelerden ve ha­

yim mi? Onlar Allah'ın lanet ve gazabma ram yemekten alıkoysalardı ya? İşledik­

uğrayanlardır; şeytani güçlere kul olduk­ leri şey ne kötüdür.

ları için maymuna ve hınzıra benzettik­ 64 Yahudiler, "Allah'ın eli sıkıdır!" dedi­
leridir. En şerli konumda bulunanlar ve
72 ler,- 74
sıkılaştı elleri ve bu düşüncelerin­
doğru yoldan en çok sapanlar işte bunlar­ den dolayı rahmetten dışlandılar. Aksine
dır. O'nun iki eli de sonsuzca açıktır, (lutfu- 75

olur: Kur'an namaz çağrısının müslüman ol­ lah'a izafe edilen yedâhu (O'nun iki eli) ifade­
mayanları da kapsadığını mı söylüyor? Evet si, muteşabih, dolayısıyla mecaz olsa gerektir.
dersek, bu namazın müstesna konumuna ve Fakat bu mecaz bir hakikatten neş'et eder. O
kişinin dinini belirleyecek 'sütun' işlevine bir da ilâhî esmanın çift kutuplu tabiatıdır. Celal
vurgu olur. Fakat böyle bir anlama müslüman ve Cemal esmasımn kâinata yansıması, diya­
olmayanı namazla mükellef kılma anlamına lektik şeklinde tecelli etmiştir. Bu, mahluka-
gelir ki, bu sorunludur. Hayır dersek, o zaman tın tâbi olduğu ilâhî bir yasadır. Bu yasa bazı
buradaki salâtm "namaz" dışmda bir anlama alanlarda ezvâc (çiftler) bazı alanlarda da ez-
geldiğini kabul etmemiz gerekecektir. Öyle dâd (zıtlar) şeklinde tecelli etmiştir. Birincisi­
görünüyor ki, buradaki salât en genel anla­ ne erkek-dişi ve yer-gök, ikincisine karanlık-
mıyla "Allah'a destek ve kulluk" mânasına aydınlık ve hak-bâtıl örnekleri verilebilir. İki
gelmektedir. Bir önceki âyetle birlikte düşü­ elin ayrılması, İlâhî iradenin akıllı varlıkları
nüldüğünde, namazı hafife almanın dini hafi­ "seçip ayırma" takdirini ifade etse gerektir.
fe almak demeye geldiği sonucuna varılabilir Bu da insanın yaratılış gerekçesidir (60/Mülk
(Bkz: 9/A'lâ: 15, not 15; 56/A'râf: 170, not 134 2). Allah'ın zâtı birdir. Nasıl ki insanın elleri
ve 94/Bakara: 3, not 6). iki olsa da aklı birse,- Allah'ın esması ve onun
71 Önceki âyetlerde eğlence ve oyun edilen yaratılmışlardaki tecellisi çift kutuplu olsa da,
değerlerin "bize ve bizden öncekilere gönderi­ mutlak zatı bir tektir. Allah'ın eşyada diyalek­
len" ortak değerler olduğunu bu âyetten yola tik olarak tecelli eden esmasının çift kutuplu
çıkarak söylemek mümkündür. yapısını anlamayıp da bunu O'nun zatına da
teşmil etmeye kalkmak sahibini şirke götü­
72 Maymunlaşma taklit ve zilleti, hınzırlaş-
rür. Ve bu yüzden her şirk bir bilinç yırtılma­
ma alçaklık ve gazaba uğramayı temsil eder
sı, hatta bir akidevi şizofreni olarak görülme­
(Bkz: 94/Bakara: 65, not 121).
lidir. Tevhid bu yırtılmaya karşı bilincin bü­
73 Bkz. âyet 42, not 45. tünlüğünü koruyan en esaslı ilkedir. Burada
74 Zımnen: Bakışı yamuk olan baktığını doğ­ "Yahudiler" dünyevileşmiş aklı temsil et­
ru göremez. mektedirler. Her zaman ve her zeminde, her
75 Kur'an'da sadece burada ikil formda Al- millet ve ümmet arasında benzerlerine rastla-
nu) dilediği gibi dağıtır. Fakat Rabbinden etmemiş olursun. Allah seni insanlar) ın
77

sana indirilen, onların küstahça azgınlı­ saldırısınjdan koruyacaktır. 78


Kuşku yok
ğını ve inatçı inkârlarını daha da artıra­ ki Allah nankörlükte (ittifak etmiş) bir
caktır. Ve Biz onların arasına Kıyamet topluma rehberliğini bahşetmez. 79

Günü'ne kadar sürecek olan kin ve nefret 68 De ki: "Ey önceki vahyin mensupları!
tohumları saçmışız dır. Ne zaman savaş Tevrati, İncili ve Rabbinizden size indi­
ateşi yaksalar Allah onu söndürür; zira rilenleri tam uygulamadıkça siz hiçbir
onlar yeryüzünde çürüme ve yozlaşmayı şey değilsiniz!
yaymak için çırpınırlar, Allah ise çürüme
Öte yandan, elbette Rabbinden sana indi­
ve yozlaşmaya neden olanları sevmez.
rilenler onlardan bir çoğunun küstahça
65 Eğer önceki vahyin mensupları iman
taşkınlığını ve inkârını artıracaktır: Ar­
etmiş ve sorumluluk bilinciyle hareket tık kâfir bir toplum için üzülme! 69 Çün­
etmiş olsalardı, kesinlikle onların kötü­ kü (bu mesaja) inanan kimseler, Yahudi­
lüklerim örter ve kendilerini sonsuz ni­ ler, Sabiiler ve Hıristiyanlardan, Allah'a
metler diyarı cennetlere koyardık. 66 Eğer ve Âhiret Günü'ne inanan, ıslah edici iyi
onlar Tevrati, İncil'i ve kendilerine Rab- işler işleyen hiç kimse, gelecekten endişe
leri tarafından indirilenleri uygulamış ol­ ve geçmişten dolayı üzüntü duymaya­
salardı, gökten ve yerden gelen tüm ni­
76
caktır. 80

metlerden yararlanırlardı. Onlardan doğ­


ru, âdil bir yol tutturanlar var. Çoğuna ge­ 70 DOĞRUSU, Biz Isrâiloğulları'ndan söz
lince: ne berbat- şeyler yapıyorlar! almış ve kendilerine elçiler göndermiştik.
67 Ey Peygamber! Rabbinden sana indiri­ Elçi(ler) onların hoşlanmadığı bir mesajla
len hakikati tebliğ et! Eğer bunu (tam) geldiği zaman bir kısmım yalanladılar bir
yapmazsan, O'nun mesajını (hiç) tebliğ kısmmı ise öldürdüler. 71 Zira kendileri-

nabilir. Serveti zekât, sadaka ve infak ile pay­ mimi olsalardı, bu samimiyet onları kitapları­
laşmaktan kaçımp üstüne bir de faizcilik ya­ nın aslını aramaya yöneltecek, bu arayış da
parak servet emanetini devlete dönüştüren bu onları Kur'an'a ulaştıracaktı.
tip, yaptığı bu açgözlülüğe farklı kılıflar uydu­ 77 Bu ibareler, Rasulullah'ın vahyi herhangi
racaktır. Bu kılıfların en çirkini Allah'a iftira bir gerekçeyle gizleme arzusu gösterdiği şek­
kabilinden olan bu kılıftır. Zımnen "Allah da­ linde anlaşılamaz. Bu tür bir anlama Elçi'den
ha cömert olsaydı biz faiz yemezdik" türü bir önce Elçi'yi seçen Allah'a iftiradır. Âyetin
iftira bu. Âyetin amacı şu gerçeği göstermek­ maksadı, Tevrat ve İncil'in başına gelenlerin
tir: sapma bir kez başladı mı kulun hakkını Kur'an'ın da başına gelmemesi için Rasulul­
ihlal etme sınırında kalmaz, git git öyle bir lah'ın şahsında tüm mü'minleri uyarmaktır.
noktaya gelir ki, Allah'ın hakkını da ihlâl 78 Rasulullah, bu âyetten soma koruma talep­
eder. Tıpkı burada olduğu gibi. lerini reddetmiştir (Müstedrek).
76 Buradaki uygulama, tahrif edilmemiş Tev­
79 Âyette geçen kâfirin, ıstılahi anlamından
rat ve İncil'in hayata geçirilmesidir. Zaten bu
daha çok, lügat anlamıyla alınmalıdır.
kitaplar hayata geçirilmediği için özgünlükle­
rini kaybetmişlerdir. Bir inancı tahriften koru­ 80 Krş. 94/Bakara: 62, not 116. Kur'an'ın çağ­
manın en kestirme yolu onu hayata taşımak­ rısı, isimlere mensubiyet değil Allah'a tesli­
tır. Eğer kitap ehli kitaplarını uygulamada sa- miyettir.
ne bir belâ gelmeyeceğini sanarak kör ve 75 Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir elçi­
sağır davrandılar. 81
Sonra Allah onların dir; ondan önce de elçiler gelip geçmiş­
tevbelerini kabul etti. Bunun ardından on­ tir. 84
Onun annesi iffetliydi; her ikisi de
ların çoğu yine körleşti ve sağırlaştı: ama bildik yiyeceklerle beslenen (ölümlü in­
Allah yaptıkları her şeyi görmektedir. sanlardı). 85

72 Doğrusu, "Allah Meryem oğlu Me­ Bak, Biz mesajları onlara nasıl açıklıyo­
sih'in ta kendisidir!" diyenler küfre gir­ ruz,- ve yine bak, onlar hakikati nasıl ters­
miştir. Üstelik Mesih "Ey Isrâiloğulları, yüz ediyorlar! 76 De ki: "Allah dışında, si­
hem benim hem de sizin Rabbiniz olan ze hiçbir zarar veremeyen ve yarar sağla­
Allah'a kulluk edin!" dediği hâlde. 82
Ba­ mayan kimselere de mi tapıyorsunuz? 86

kın, kim Allah'a şirk koşarsa kesinlikle Oysa yalnız Allah'tır her şeyi bütünüyle
Allah ona cenneti haram kılar. Onun va­ işiten, her şeyi tamamıyla bilen."
racağı yer ateştir: zalimler bir yardımcı 77 Ey Kitap Ehli! Akidenizde hakikatin
da bulamayacaklar. sınırlarını çiğnemeyin. Daha önce ken­
87

73 Doğrusu "Allah üçün üçüncüsüdür" dileri sapmış, bir çoklarını da saptırmış


diyenler küfre girmiştir. 83
Oysa bir tek olan ve yoldan çıkmakta hâlâ direnen bir
Allah'tan başka ilâh yoktur. Bu iddiaları­ topluluğun keyfî yargılarına uymayın!
na bir son vermedikçe, hakikati inkâr
eden bu gibilerin başına şiddetli bir azap 78 İSRÂİLOĞULLARINDAN nankörlük­
gelecektir. 74 Hâlâ Allah'a yönelip te ısrar edenler, Davud'un ve Meryem oğ­
O'ndan af dilemeyecekler mi? Zira Allah lu İsa'nın diliyle lanetlenmişlerdir. 88
Bu,
tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merha­ onların isyankârlıkları ve sürekli taşkın­
met kaynağıdır. lık yapmaları yüzündendir. 79 Onlar bir-

81 Allah'ın mesajına kayıtsız kalmayı ifade celttikleri gibi siz de beni aşırı yüceltmeyin;
eder. Bunun temelinde de "kutsal ırkçılık" ya­ ben sadece bir kulum. Benim için 'Allah'ın
tar (94/Bakara: 48; 108/Mâide: 18 ve 100/Cu- kulu ve elçisi' deyin" (Buhârî, Enbiya 48).
ma: 6, ilgili notlar). 86 Buradaki mâ edatı genellikle cansızlara işa­
82 Hz. İsa'nın bu çağrısı Matta 4:10, Luka 4:8, ret eder. Fakat bu âyet üstteki âyetlerle birlik­
Yuhanna 20:17'de açıkça görülür. te Mesih ve Meryem'e de delalet eder. Bu yüz­
83 Teslis açıklanamaz bir dogmadır. Bu niteli­ den mâ'yı "kimseler" şeklinde çevirdik.
ğiyle dinler tarihinin en çözümsüz ve karmaşık 87 ..lâ tağlû fi dinikum ifadesi, İslâm mezhep­
problemidir. Eski Hind'deki Tri-Marti (Brah­ ler tarihinde aşırı akımlar için kullanılan ğu-
ma-Vişnu-Şiva) Eski Mısır Hermetizmindeki lat sözcüğünü hatırlatır. Kur'an kitap ehlini
Trismegistos ya da İsis-Osiris-Horus üçlemesi "ğulat-ı din" ve hatta "ğulat-ı İslâm" saymak­
kilise marifetiyle Hıristiyanlığa geçmiş gibidir. tadır. Ra'd 36'da da, Kur'an mesajından bazı
84 Hz. İsa'nın beşeri elçiliğini vurgulayan bu bölümleri kabul etmekte kuşkuya düşen kitap
âyetle Hz. Muhammed'in beşeri elçiliğini vurgu­ ehli içindeki "hiziplerden" ya da "mezhepler­
layan şu âyeti karşılaştırınız: 98/Al-i Îmran: 144. den" söz edilmektedir.

85 Bu pasajın maksadı muhatapları benzer bir 88 Davud'un laneti için krş. Eski Ahid, Mez-
sapmaya karşı uyarmaktır. İşte Nebi'nin uya­ murlar 28:21-22, 31-33 vd. İsa'nın laneti için
rısı: "Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'yı yü- krş. Matta 12:34 ve 23:33-35.
birlerini, yapageldikleri kötülüklerden Yine onlar içerisinden (bu mesaja) iman
caydırmaya çalışmıyorlardı; gerçekten bu edenlere en yakın olanların da, "Biz Na-
yaptıkları ne fena şeydi. sârâ'yız" 89
diyenler olduğunu görürsün.
80 Onlardan bir çoğunu küfre saplanan­ Bunun nedeni, onların arasında böbürlen­
larla sarmaş-dolaş görürsün. Ayartıcı meyen keşişlerin ve rahiplerin bulunuyor
benliklerinin kendilerine telkin ettiği şey olmasıdır. 83 Onlar Peygamber'e indiri­
90

öylesine kötüdür ki, Allah'ın hışmına uğ­ leni işittiklerinde, ondaki hakikatleri
ramışlardır; ve onlar azaba mahkûm ola­ kavradıkları için gözyaşlarının çağladığı­
caklardır. 81 Eğer bu (Yahudiler) Allah'a, nı görürsün. Derler ki: "Rabbimiz! İnan­
Peygamber'e ve ona indirilene inanmış dık biz: o hâlde bizi de hakka şahit olan­
olsalardı, o (Müşrikleri) müttefik edin­ larla birlikte y a z ! 91
84 Neden Allah'a ve
mezlerdi. Ne ki, bunlardan çoğu yoldan bize gönderilen hakikate inanmayalım
sapmıştır. ki? Zira biz, Rabbimizin bizi erdemliler

82 Kesinlikle bütün insanlar içerisinde, arasına katmasını dileriz!"

(bu mesaja) iman edenlere karşı en çok 85 Ve Allah da onları, bu inançlarından

düşmanlık yapanların Yahudiler ve Al­ dolayı zemininden ırmaklar çağlayan


lah'a şirk koşanlar olduğunu görürsün. cennetlerle ödüllendirdi, orada karar kı-

89 Kur'an'da kitap ehli üç çevreden oluşur: Ya­ Bu sûrenin 5. âyetinde, ayrıca 43, 44, 46, 48,
hudi, Mesihi ve Nasârâ. Kur'an bu üçüncüleri 66, 68, 69. âyetlerinde ifadesini bulan tüm
Mesihilerden (Hıristiyanlar) ayrı Nasârâ olarak Kutsal kitapları ve onlara inananların imanını
isimlendirir. Bunlar muvahhid İsevilik inancı­ bir 'değer' olarak tanıyan Kur'an, inançta kib­
nın Habeşistan'da yaşayan temsilcileri olsa ge­ ri kendisine inananların gönlünden kazımak
rektir. Süddi'nin bu kimselerin Habeşistan'dan istemiştir. Kendisine inananlardan, bir değer
gelen İseviler olduğu rivayeti de bunu teyit olan imanı inkâr etmemelerini isteyen
eder. Mekke'de bu inancı temsil eden 3 kişi (108/Mâide: 5) Kur'an, Tevrat'a inananların
vardı: Varaka b. Nevfel, Ubeydullah b. Cahş, ona, İncil'e inananların da ona uymalarının
Osman b. el-Huveyris. Hatta sonuna kadar Ha- ahlâkî bir zorunluluk olduğunu hatırlatarak
nif kalan Hz. Ömer'in amcası Zeyd b. Amr b. (108/Mâide: 43, 47) "inançta kibre" yer olma­
Nufeyl ile Varaka arasındaki bu tercih farkın­ dığını isbatlamıştır. Yine, Allah'ın her ümmet
dan doğan tartışmalar kaynaklara geçmiştir. için ayrı bir "şeriat" ve ayrı bir "yöntem" koy­
duğunu ifade eden Kur'an, kendisiyle birlikte
90 Kur'an, kitap ehlinin sapmasını aktarırken,
geçmiş vahiylere de inanmayı şart koşmuştur
kasıt unsurunu bünyesinde barındıran ellezi­
(108/Mâide: 59).
ne eşraku ya da doğrudan kimliğe dönüşmüş
bir nitelik olan muşrikûn formunu kullanmı­ 91 Bunlar, Taberî'nin Süddî'den naklettiği riva­
yor. Yukarıdaki âyette geçtiği gibi sadece yetten öğrendiğimize göre Habeşistan Kralı Ne-
"akidede hakikatin sınırlarını çiğnemek" (77) caşi'nin gönderdiği 12 kişiden oluşan din adam­
olarak niteliyor. Bu âyet Kur'an'ın Nâsâra de­ ları kafilesidir. Âyette, konukların "bizi de hak­
diği hıristiyanlardan farklı olarak "Biz Nâsâ- ka şahit olanlarla birlikte yaz" demelerinden,
ra'yız" diyen bir gruba mensup keşişlerin ve kendilerine Ümmet-i Muhammed'in şahitliğiy­
rahiplerin inançta kibirli olmamalarını artı bir le ilgili pasajlardan birinin içerisinde geçtiği bir
puan sayarak, Yahudilerin düşmanlığının da âyetin okunmuş olduğu sonucu çıkanlabilir. Bu­
doğru adresini göstermiş oluyor: İnançta kibir. na en yakın ihtimal Bakara 143. âyettir.
934 108/MAİDE SÛRESİ ^ f e » Nûzûl: 108 Mushaf: 5

lacaklar: işte budur iyilerin ödülü. 86 duğunuz yeminlerin keffareti budur: öy­
Küfre saplananlara ve mesajlarımızı ya­ leyse yeminlerinize sadık o l u n ! 95

lanlayanlara gelince: onlar, yakıcı ateşe Allah size âyetlerini böyle açıklar ki,
mahkûmdurlar. şükredebilesiniz.

87 SİZ ey iman edenler! Allah'ın size he­ 90 9 6


SİZ ey iman edenler! Sarhoşluk ve­
lâl kıldığı temiz ve güzel şeylerden ken­ ren her ş e y , 97
tüm şans oyunları, 98
Al­
dinizi mahrum e t m e y i n , 92
fakat sınırları lah'tan başkasına kurban s u n m a k 99
ve
da aşmayın,- unutmayın ki Allah haddi gelecek hakkında kehanette bulunmak
aşanları sevmez. 88 O hâlde, Allah'ın si­ şeytan işi pisliklerden başka bir şey değil­
ze sunduğu rızıkların helâl ve temiz olan­ dir. O hâlde bunlardan kaçının ki ebedi
larından yararlanın 93
ve kendisine iman mutluluğa erebilesiniz. 91 Şeytan sarhoş­
ettiğiniz Allah'a saygılı olun! 89 Allah, luk veren şeyler ve şans oyunlarıyla sizin
düşüncesizce ağzınızdan kaçırdığınız ye­
aranıza düşmanlık ve kin tohumları saç­
minler hususunda sizi sorumlu tutmaz.
maktan, Allah'ı anmak ve namazdan alı­
Fakat bilinçli olarak yaptığınız yeminler­
koymaktan başka bir şey i s t e m e z : 100
öy­
den sorumlu tutacaktır. 94
Bu tür yemin­
leyse siz, hâlâ vazgeçmeyecek misiniz?
leri bozmanın karşılığı, kendi ailenize ik­
92 Şu hâlde Allah'a itaat edin, Peygamber'e
ram ettiğinizin ortalamasıyla on yoksulu
itaat edin ve (kötülükten) şakırım! Eğer yüz
doyurmak ya da giydirmek veya bir insa­
çevirirseniz, iyi bilin ki Elçi'mizin görevi
nı özgürlüğe kavuşturmaktır; bunu bula­
mesajı apaçık tebliğ etmekten ibarettir. 101

mayan kimse ise üç gün oruç tutar. Boz-

92 Ruhbanlığı ve Hıristiyan çileciliğini red kidir. Zımnen: Helâli haram kılan, haramı da
(Krş: 56/A'râf: 32). Zımnen: Eşyanın konumu­ helâl kılar.
nu belirlemek onu yaratanın hakkıdır. 97 İçki küfrün sıvı hâlidir. Zira aklı örter.
93 Lafzen: "yiyin". Rızık yiyecek dışındaki lü- Hamı ile "başörtüsü" anlamındaki humuf un
tufları da kapsar. Ayrıca "yeme", mecazen ortak noktası "baş" ile ilgili olmasıdır (Bkz:
"yararlanma" anlamına da kullanılır. 97/Nûr: 31, not 41). İnkâra da vicdanı ve fıtra­
94 Öncesiyle birlikte zımnen: İnsanın yemin­ tı örttüğü için küfür adı verilmiştir. İçkinin ya­
le helâli haram kılması, Allah'ın eşyayı koy­ saklanma sürecinde bu âyet son aşamayı tem­
duğu yere müdahaledir. Bu Allah'a rağmen bir sil eder (Bkz: 94/Bakara: 219 ve 104/Nisâ: 43).
yemindir ve keffaret gerektirir (Krş: 94/Baka­ 98 Meysir. kaybedenin kazanana bir bedel
ra: 224-225). ödediği her tür şans oyunu. Bu emeğe saygısız­
95 İslâm'da yemin Allah adına edilir; başka şey­ lık, haksız kazanç ve umut tacirliğidir.
ler adına edilen yeminin dinî bir geçerliliği yok­ 99 Zımnen: "..ve sunulan kurbanlar". Lafzen:
tur. Adak ibadet olduğu için değil, Allah adına "sunak taşları".
söz verildiği için kişinin boynuna borç olur.
1 0 0 Sarhoşluk veren her şeyin ve şans oyunla­
96 İçki yasağım beyan eden bu âyetle Hıristi- rının yasaklanmasının gerekçesi.
yanlarla ilgili önceki pasajlar arasında sıkı bir
101 Bu âyetin üslûbundan yukarıdaki talimat­
irtibat vardır: Helâli kendilerine yasaklarken
lara "Biz Nasârâyız" diyenlerin de dahil oldu­
içki gibi bir haramı ibadetin içine dahil etmiş­
ğu anlaşılmaktadır (Krş: âyet 82).
lerdir. Bu yaman, hem de pek yaman bir çeliş-
93 İman edip sâlih amel işleyenler, takva değerdeki hayvanı kurban edilmek üzere
ehli oldukları, iman edip sâlih amel işle­ Kabe'ye 106
getirerek öldürdüğüne denk
meye devam ettikleri sürece, önceden tat­ bir bedel öder. Ya da yoksulları doyur­
tıklarından dolayı sorumlu tutulmaya­ mak veya ona denk olacak kadar oruç
caklardır; 102
yeter ki takvada ve imanda, tutmak suretiyle günahının keffaretini
dahası, takvada ve iyilikte kararlı olsun­ öder. Ve (böylece) yaptığı işin vebalini
lar: Zira Allah iyileri sever. hisseder. Allah geçmişi silmiştir,- 107
fakat
kim yeniden işlerse, Allah ona yaptığının
94 SİZ ey iman edenler! Elbette Allah, el­ acısını tattırır. Zira Allah şerefin kayna­
lerinizin ve silahlarınızın menziline gi­ ğıdır, kimsenin yaptığını yanına kâr bı­
ren avı yasaklayarak, aşkın olan zâtından rakmayandır.
korkanları seçip ayırmak i ç i n 103
sizi sına­ 96 Sularda yapılan her tür avlanma ve
yacak. 104
Kim bundan sonra haddi aşarsa, onunla b e s l e n m e 108
sizin için helâldir.
işte onu acıklı bir azap bekler. Bu, sizin de yolcuların da yararınadır. Fa­
95 Siz ey iman edenler! Hac için ihrama kat, ihramlı olduğunuz sürece kara avı si­
girdiğinizde av hayvanı öldürmeyin! 105
ze yasaklanmıştır. Şu hâlde, topyekûn
Sizden kim kasıtlı olarak onu öldürürse, huzuruna varacağınız Allah'a karşı so­
âdil iki kişinin takdiriyle öldürdüğüne eş rumluluğunuzun bilincine varın!

102 İçki haram kılınmadan önce şehid olan ar­ dikilmiş mukaddes bir anıt, kalbin yeryüzün­
kadaşlarının durumunun ne olacağını soran deki timsalidir (Krş: 94/Bakara: 125, not 235).
sahabeye cevap olarak indiği zikredilmiştir 107 Halid b. Velid'in İslâm oluş hikayesi ve
(Taberî). Hz. Peygamber'in "İslâm geçmişi siler" buyu­
103 Lafzen: "bilmek için". rarak onu teskin etmesi hatırlanmalıdır.
104 Bu âyetle bir önceki âyet arasındaki irti­ 108 ve ta'âmuhu ifadesinin zahirine uygun
bat şudur: Her yasak yararlı-yararsız bağla­ olan bu anlam Zemahşerî'nin tercih ettiği an­
mında değerlendirilmemeli. Kimi yasaklar lamdır. Ne ki, Taberî, Râzî, Kurtubî ve daha
vardır ki, sırf teslimiyeti sınama amaçlıdır. başkaları ta'âmuhu'yu "denizin yiyeceği" şek­
105 Yasak olan sadece bozulmamış doğaya ait linde anlamışlar ve bunu da "kıyıya ya da su
olan av hayvanlarıdır, evciller ve haşarat bu­ yüzeyine vuran deniz ürünleri" şeklinde yo­
nun dışındadır. Bu, özgürlük ve güvenlik evi­ rumlamışlardır. Yiyecekler konusunda vahiy
nin bulunduğu bölgenin doğal hayatını en "serbest" olanı değil "yasak" olanı sayar. Bu­
yüksek düzeyde koruma altına almaktır. nunla amaçlanan yasağın keyfî olarak genişle­
tilmesinin önüne geçmektir. Buradan bir şe­
106 Kabe'nin, vahyin iniş sürecinde ilk geçti­
yin yasak değilse serbest olduğu anlaşılır.
ği yer burasıdır. Kök anlamıyla hem "kübik"
Âyette bu genel kuralın istisnası olarak "ser­
hem "dairevi" şekilleri ifade eder [Tac). Ka­ best" olan söylenmiş gibi görünmektedir. Oy­
be'nin orijinalinde bulunan dairevi boyutunu sa işin gerçeği öyle değildir ve bu âyet de
Allah Rasulü'nün sonradan inşa ettirdiği "ha­ Kur'an'ın genel üslubuyla uyumludur. Zira
tim" isimli duvar temsil etmektedir. Kabe sa­ burada hac için ihrama giren birinin yasak ala­
deliğin ulaştığı zirveyi temsil eden mimarisiy­ nını genişletme ihtimaline karşı önlem alın­
le kulun ne yaparsa yapsın Allah'a gereği gibi makta ve "yasak istisnadır" kuralı korunmak­
şükürden aciz olduğu gerçeğini yansıtır. İn­ tadır.
sanlığı yeryüzünde ilk misafir eden mekâna
97 Allah, Beytu'l-Haram olan Kabe'yi bü­ 101 SÎZ ey iman edenler! Açıklanması
tün insanlık için bir kıyam (sembolü) kıl­ hâlinde sizi zora sokabilecek şeyler hak­
dı, 1 0 9
Ve haram ay ile boyunları bağlı ve kında soru sormayın! Nitekim Kur'an
bağsız kurbanlıkları da (sembol k ı l d ı ) . 110 iniyorken onlar hakkında soru sorarsanız
Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olan her size açıklanır. (Açıklanmadığına göre),
şeyden haberdar olduğunu ve Allah'ın Allah onlarla sizi mükellef tutmamış­
her şeyin bilgisine vakıf olduğunu bilesi­ tır. 112
Allah tarifsiz bağışlayandır, acele
niz diyedir. cezalandırmayandır. 102 Sizden önceki
insanlar da bu türden sorular sormuşlar,
98 îyi bilin ki Allah cezalandırmada pek
en sonunda hakkı inkâra kadar varmış­
şedittir,- yine unutmayın ki, Allah tarifsiz
lardı. 113

bir bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet kayna­


ğıdır. 103 Ne bahîra ve sâibe, ne de vasile ve
99 Elçinin görevi, mesajı apaçık tebliğ et­ hâm 1 1 4
(adı altında, hayvanların bâtıl
mekten başka bir şey değildir. Zira Allah inançlarla yaratılış amacı dışına çıkarıl­
açığa vurduklarınızı da gizlediklerinizi maları) Allah'ın emri değildir. Fakat ha­
de bilmektedir. 111 kikati inkârda ısrar edenler, kendi uydur­
dukları yalanları Allah'a yakıştırıyorlar.
100 De ki: Kötü ve çirkin olan şeylerle iyi
Zira onların çoğu kafalarını kullanmıyor­
ve güzel olan şeyler eşdeğerde olamaz;
lar. 104 Ve onlara "Allah'ın indirdiğine
kötünün çokluğu hoşuna gitse bile. O
ve Peygamber'e gelin!" denildiğinde,
hâlde ey derin kavrayış sahipleri: Allah'a
"Atalarımızı üzerinde bulduğumuz inanç
karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun
bize yeter!" diyorlar. Ya ataları hiçbir şey
ki kalıcı mutluluğa erebilesiniz!
bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimse-

109 Zira insanlar kefeni andıran ihramlarına ya kadar vardırmışlardı." Sûrenin 99. âyetiyle
bürünerek kıyametin provasını yapmak için doğrudan bağlantılıdır. Hz. Peygamber'in mis­
buraya koşarlar. yonunun sadece tebliğ olduğu hatırlatılarak,
110 Haram ayın sembol kılınması, "Hac ma­ kullara mutlak sorumlulukları ancak Allah'ın
lum aylardadır" âyeti ışığında anlaşılmalıdır yükleyeceği ifade ediliyor.
(94/Bakara: 197). 114 Bahîra: Beş kez doğuran ve beşincisi erkek
olan dişi deve. Sâibe: Başına bir iş gelenin kur­
111 101-102. âyetlerle birlikte düşünüldüğün­
tulunca saldığı adak deve. Vasile: Erkekli dişi­
de bu âyet, mutlak yükümlülükler koyma
hakkının yalnızca Allah'a ait olduğunun ifa­ li ikiz doğuran koyunun sırf dişiye hürmeten
desidir. Sûrenin 101. âyetindeki "Kur'an ini­ yenilmeyip salınan erkeği. Hâm: Dölüyle on
yorken onlar hakkında soru sormayı sürdürür- batın doğurtan erkek deve. Bunlar sahte bir
seniz, size açıklanır" ibaresi de bunun kesin kutsallık kılıfı ile tanınsın diye kulağı yarılıp
delilidir. salınırlar, etinden, sütünden ve tüyünden hiç
kimse yararlanamazdı. Sâlih peygamberin de­
112 Zımnen: Bir şey yasak değilse serbesttir.
vesi bu geleneğin köklerine işaret etse gerek­
Kur'an tefakkuhunun en temel kurallarından
tir (Msl. 70/Hûd: 64). Bu sahte kutsallık özün­
biri olan "Eşyada aslolan serbestliktir" ilkesi,
de ilâhî hiyerarşiye müdahale anlamı taşıyor­
bu âyetin zımni karşılığıdır.
du (91/Hac: 36-37, not 56-58).
113 Veya: "Ardından da işi, üzerini kapatma­
ler idiyse de m i ? 1 1 5
dürüst iki kişi, ya da seyahatteyken ölüm
105 Ey iman edenler! Siz kendinizden so­ emareleri gelip sizi bulursa, (âdil şahitli­
rumlusunuz. 116
Eğer doğru yoldaysanız, ğe) davetten s o n r a , 118
sizden olmayan
sapıtanlar size zarar veremez. Hepinizin öteki 119
iki kişiyi alıkoyun,- eğer içinize
dönüşü Allah'adır: işte o zaman yaptıkla­ bir kuşku düşerse onlara Allah adına şöy­
rınızı size bir bir haber verecektir. le yemin ettirin: "Akraba hatırına da ol­
sa, hiçbir bedel karşılığında sözümüzü
106 SİZ ey iman edenler! Ölüm size yak­ satmayacağız ve Allah'ın bildiğini 120
giz­
laştığında yapacağınız vasiyet sırasında lemeyeceğiz; eğer böyle yaparsak günah­
şahitler bulundurun: Kendi aranızdan 117 kar biz olmuş o l u r u z . " 121

115 Zımnen: Hakikat sabık olanın değil sadık lidir. "Medine" ve "cemaat"le ilgili söylenen­
olanındır. Atalar yoluna karşı tavır, körü kö­ lerin âyetle bir alâkası yoktur.
rüne taklide karşı bir tavırdır. Zira taklitle de­ 2) "Sizden olmayan öteki iki kişi" Kur'an üs­
ğer üretilemez. Öncekilerin yanlışı sonrakile­ lûbunda müslüman olmayanlara tekabül eder.
rin mazereti olamaz. 3) Ölüm döşeğindeki insan çaresizlik içinde
116 Âyet, sorumluluğun şahsiliği bağlamında şahitliğini rica ettiği yabancıları kendi dinle-
değerlendirilmelidir (94/Bakara: 286). Kişinin rince de olsa ibadete çağırma gücünü kendin­
soyu ve atası övünülecek ya da yerinilecek bir de bulamaz. Olsa olsa onları dürüst ve âdil şa­
unsur değildir. hitlik yapmaya "davet" eder. Sözün özü bura­
daki salât tıpkı Hûd sûresinin 87. âyetindeki
117 Yani: "yakınlarınızdan, tanıdıklardan" ya
gibi "davet" anlamında olmalıdır (Bkz: âyet
da "mü'minlerden".
58, not 70). Allahu a'lem.
118 Buradaki salata, "namaz" anlamı veren­
119 Yani: "..yakınınız olmayan mü'minler­
ler, hangi namaz olduğunda ihtilaf etmişler­
den" ya da "müslüman olmayanlardan" (Ta­
dir. İkindi namazı, öğle namazı ya da herhan­
berî). Zımnen: Hiçbir statü farkı adaletten ön­
gi bir namaz diyenler vardır (Kurtubî). Taberî
celikli değildir. Adalet gerçekleşsin de ister
bu ibareyi "sükut tefsiri"ne (!) tabi tutar. Bu
"öteki", ister "beriki" sayesinde gerçekleşsin.
iki şeye yorulabilir: 1) Mevcut yorumların hiç­
Zira iktidarın imanı adalettir.
birine katılmadığına. 2) Yorum gerektirmeye­
cek kadar açık olduğuna. Fakat Taberî'nin üs­ 120 Lafzen: "Allah'ın şahitliğini".
lûbu açısından bu ikincisi zayıf bir ihtimaldir. 121 Âyet, amacın gerçekleşmesi için her tür
Bu yoruma dayanan Şafiî, 200 dirhemi aşan şa­ elverişli aracın, niteliğine bakılmaksızın kul­
hitlikte yeminin Mekke'de Kabe, Medine'de lanılabileceğini öngörmektedir. "Sizden" veya
Peygamber Mescidi, Kudüs'te Kutsal Kaya "sizden olmayan" ayrımı, taraflardan birine
(Hacer-i Muallak), diğer yerlerde şehrin en bü­ peşin bir üstünlük tanımamaktadır. Bunun
yük mescidinde yapılma şartını getirir. Râzî, delili Nisa sûresinin 105-115. âyetleridir. Bu
"Yeminin mekânı olmaz, her yerde yapılır" âyetlerin iniş nedeni hakkında farklı rivayet­
diyen Ebu Hanife'yi eleştirerek âyete muhale­ ler olsa da, bağlamla en uyumlu olanı şudur:
fetle suçlar (Râzî). Bazıları ise "Kendi ibadetle­ Ebu Ta'me adlı müslüman biri, yaptığı hırsız­
rinden sonra... Çünkü o şahitler müslüman lığı bir Yahudi'nin üzerine atar. Rasulullah
değildirler" görüşündedir (Kurtubî). Bizce sa­ suçlu Müslüman lehine karar verecekken onu
lât şer'i manasıyla "namaz ibadeti" olarak alı­ uyaran şu âyetler iner: "Sakın hainlere taraf
namaz. Zira: olma!" (104/Nisâ: 105), "kendi benliklerine
1) Bu ibare seferde ölüm döşeğine düşenle ilgi- ihanet edenleri de savunma!" (104/Nisâ: 107).
107 Ama bu iki şahidin somadan bu tür yapıyor, ona üflüyor ve o da Benim iznim­
bir günah işledikleri ortaya çıkarsa, bu iki le kuş oluveriyordu. Ve nasıl iznimle kör­
kişinin hakkım çiğnediği taraftan başka leri ve cüzzamlıları iyileştiriyor ve yine
iki kişi onların yerini alır ve Allah adına iznimle ölüleri ayağa kaldırıyordun! 123

şöyle yemin eder: "Bizim şahitliğimiz öte­ Hani sen Isrâiloğullarına hakikatin bütün
kilerin şahitliğinden daha doğrudur, zira delilleriyle geldiğinde,- yani onlardan nan­
biz hakka tecavüz etmedik; eğer böyle ya­ körlükte ısrar edenler "Bu sihirden başka
parsak bu kez de zalim biz olmuş oluruz." bir şey değildir" dedikleri zaman, sana za­
108 Böylece insanların hakikate uygun, rar vermelerine mâni olmuştum!
usulünce şahitlik yapmaları mümkün 111 Ve hani, havarilere (senin aracılığın­
olur,- yoksa onlar yeminlerinin ardından la) "Bana ve Benim elçime inanın!" diye
karşıt yeminlerle tekzip edilecekleri kor­ vahyetmiştim; onlar da "Biz inanıyoruz,
kusuna kapılacaklardır. Sana kayıtsız şartsız teslim olduğumuza
Öyleyse Allah'a karşı sorumluluğunuzun şahit ol!" demişlerdi. 124

bilincinde olun ve O'na kulak verin: Zira 112 Yine o zaman Havariler "Ey Meryem
Allah sapıklıkta (ittifak hâlindeki) bir oğlu İsa!" demişlerdi; "Rabbin bize gök­
topluma asla rehberliğini bahşetmez. ten bir sofra indirebilir m i ? " 1 2 5

109 Allah bütün peygamberleri topladığı (Isa) cevap vermişti: "Eğer gerçekten ina­
gün, onlara "Size ne cevap verildi?" diye nıp güveniyorsanız Allah'a karşı saygılı
soracak. 122
Onlar, "Bizim bir bilgimiz olmalısınız!" demişti.
yok, yaratılmışların idrakini aşan her şeyi 113 Onlar, "Biz ondan yemek, kalpleri­
tümüyle bilen yalnız Sensin!" diyecekler. mizi tatmin etmek, bize hakikati söyle­
110 İşte o zaman Allah diyecek ki: "Ey diğini bilmek ve o hakikate biz de şahit­
Meryem oğlu İsa: sana ve annene bahşet­ lik yapmak isteriz" dediler.
tiğim nimetimi hatırla! Hani, seni Kutsal 114 Meryem oğlu İsa dedi ki: "Ey Al­
Ruh ile desteklemiştim; insanlarla beşik­ lah'ım! Rabbimiz! Gökten bize bir sofra
te iken de erişkin iken de konuşuyordun! gönder: o, bizim için ilkimizden sonuncu­
Hani, Ben sana vahyi ve hikmeti; yani muza kadar sürekli bir sevinç ve Senden
Tevrat ve İncil'i talim ettirmiştim! Hani bir işaret olacaktır. Ve bize rızkımızı ver,
sen Benim iznimle çamurdan kuş maketi zira rızık verenlerin en hayırlısı Sensin. 126

122 Bu âyet 56/A'râf: 6 ışığında anlaşılmalıdır. nın zımni ifadesidir. Böyle bir talebin arka pla­
123 Krş. 98/Âl-i İmran: 49, not 41. nında, Âl-i İmran: 37'deki Meryem'e bahşedi­
len nimetlere dair halk dilindeki rivayetler et­
124 Havarilerin ilâhî davete muhteşem ica­
kili olmuş olmalıdır.
betleri için bkz. 98/Âl-i İmran: 51-52.
126 Mücâhid, bunun misal verme kabilinden
125 Hz. Ali, Hz. Aişe, İbn Abbas, Muaz b. Ce­
bel ve daha başka sahabiler "Rabbinden iste­ olduğunu söyleyerek "Allah onlara hiçbir şey
yebilir misin" şeklinde okumuşlardır. Âyetin indirmemiştir" der (Taberî). İmam Ata da bu
son cümlesi ve 113. âyet, bunu Allah'tan iste­ anlatımın "mesel" olduğu kanaatindedir (İbn
menin takva ve güven zafiyeti olduğunu ifade Kesir). Havarilerin bu talebini Hz. İsa saygı ve
eder. 115. âyet ise bu talebin karşılanmadığı- güven zaafı olarak değerlendirmiştir. Onların
Nûzûl: 108 Mushaf: 5 . r y _ ; ( t 108/MAİDE SÛRESİ 939

115 Allah buyurdu ki: "Ben onu size gön­ Fakat ne zaman ki Sen benim canımı al­
derebilirim; ancak ondan soma içinizden dın, artık onların gözetleyicisi yalnızca
kim nankörlük ederse, iyi bilin ki onu Sen oldun. Zaten Sen, her bir şeye ta
dünyalarda benzerine hiç kimseyi çarp­ özünden şahitsin. 118 Eğer onlara azab
tırmadığım bir azaba çarptıracağım!" 127
edersen, şüphe yok ki onlar Senin kulla­
116 Ve işte o zaman Allah "Ey Meryem rındır; yok eğer onları bağışlarsan, hiç
oğlu İsa!" dedi, "Sen insanlara 'Allah'ın şüphesiz her işinde mükemmel olan tek
dışında, O'nun astı olarak beni ve anne­ Sensin, her hükmünde tam isabet eden
mi ilâh e d i n i n ' 128
mi dedin?" de yalnız S e n ! " 129

Cevap verdi: "Zâtını tenzih ederim! Ken­


119 (O GÜN) Allah şöyle diyecek: "Bu­
dim için hakkım olmayan bir şeyi söyle­
gün, sözlerine sadık olanların sadâkatle­
mek bana yakışmaz. Bunu söylemiş ol­
saydım elbette Sen bilirdin. Sen benim rinin hayrını görecekleri gündür. Zemi­

sırrıma erersin, fakat ben Senin sırrına ninden ırmaklar çağlayan, içinde ebedi
eremem. Şüphesiz yaratılmışların idraki­ kalacakları cennetler onlarındır. Allah
ni aşan her şeyi bilen yalnızca Sensin. onlardan razı, onlar da Allah'tan razıdır­
lar: İşte bu muhteşem bir başarıdır.
117 Ben onlara bana emrettiğin, "Benim
Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a 120 Göklerin, yerin ve içindekilerin hü­
kulluk edin!" demekten başka bir şey kümranlığı Allah'a aittir! Zira O her şeyi
söylemedim. Ve onların arasında yaşadı­ yapmaya kadirdir.
ğım sürece yaptıklarına şahitlik ettim.

makamı tam teslimiyet makamıdır. 112. âyet­ babalarının ortaya attığı bir tezdi. Miladî 431
teki hel yestati'u (güç yetirebilir mi) ifadesi yılında Efes Konsilinde resmiyet kazandı.
derinlerde yatan endişe ve sınama duygusunu 129 Burada anlatılan Hz. İsa ile Uhud'da kan re­
ele vermektedir. Bu âyetlerin tüm çağlara ve van içindeyken ellerini açıp "Ya Rabbi! Onlara
insanlara verdiği öğüt şudur: Allah sınar, sı­ hidayet et, onlan affet! Zira onlar bilmiyorlar!"
nanmaz; kula düşen Allah'ı sınamak değil, diyen Allah Rasulü, ne kadar da birbirine ben­
O'na kayıtsız şartsız teslim olmaktır. ziyor! Aslında burada yapılan, peygamberlerin
127 Mucizeden soma inkârda ısrar edenlerin he­ tek yatırım aracı olan inşam, insana rağmen
laki ilâhî bir sünnettir (Krş: 73/En'âm: 8). İnsa­ kayırmaktır. Âyette aktanlan duadaki edep
noğlu nadir olana karşı zaafhdır, alışıldık muci­ dikkat çekicidir. Hz. İsa, "onlar senin kulların­
zeleri görmez bile: "Göklerde ve yerde nice mu­ dır" derken, zımnen "Ya Rab! Senin kullarma
cizeler var ki, (insanoğlu) yanından geçip gider Senden daha şefkatli olamam! Böyle bir iddiam
de, onlara dönüp bakmaz bile!" (71/Yusuf: 105) yok! Onlara gösterdiğim şefkati de Sana borçlu­
128 Dûn hem "dışında" hem de makam ola­ yum! Ve ben bu duayla bana verdiğin şefkatin
rak "altında, aşağısında" mânasına gelir. şükrünü eda ediyorum!" der gibidir.
"Ast" karşılığını bunun için tercih ettik. Bu Allah Rasulü'nün, insanın içindeki şefkat ve
tercih Hıristiyanların Hz. Meryem'e biçtikleri merhamet ırmağını cûşu hurûşa getiren bu
konuma uygun düşmektedir. Hz. Meryem'in âyeti gece namazlarından sıkça (ve muhteme­
"Tanrının annesi" sıfatıyla teslise dördüncü len tekrar tekrar) okuduğunu Hz. Aişe'nin ta­
unsur olarak eklenmesi İskenderiyeli kilise nıklığından öğreniyoruz.
"İmtihan edilen kadın" mânasına gelen Mumtehane adını 10. âyetinden
alır. Mum tahine olarak da isimlendirilmiştir. Bu durumda imtihan, m e ­
cazen sûreye nisbet edilerek "İmtihan eden sûre", daha genel anlamıyla
"İmtihan Sûresi" anlamına gelir. Fakat m u h t e v a y a uygun adlandırma önce­
kidir. Sûre, adı etrafındaki bu yaklaşımda, Mucadile süresiyle aynı kaderi
paylaşır.

Sûre, ittifakla Medenî'dir. İniş zamanını tayinde ihtilaf edilmiştir. İhtilaf,


girişte anlatılan Hâtıb olayının, M e k k e fethi arefesinde yaşandığı ön kabu­
lüne dayanır. Buna göre, Rasulullah'ın Mekke seferi için yaptığı hazırlıkla­
rın adresi, Hayber söylentisiyle şaşırtılmıştır. Oysa ki Hayber Mekke'den
bir yıl önce fethedilmiştir. Sûreye adını veren olaysa (10), Hudeybiye'nin ar­
dından yaşanmıştır. Eğer Fetih arefesinde indiğine itibar edilirse, sûrenin iç
zamanını Hudeybiye sonrası (10-12) ve Fetih öncesi (1-9) diye ikiye bölmek
gerekir. Fakat sûrenin sonunda tekrar ilk konuya dönülmesi iç bütünlüğe
delildir. Hâtıb'm mektubu, Mekkelileri bekleyen mukadder sonu önceden
haber veren bir " i h b a r " olarak anlaşılmalıdır. Mektubu götüren kadının
Mekke'ye 4. yılda geldiği ve Hudeybiye anlaşmasıyla sonuçlanan u m r e
amaçlı yolculuğun da bir " s e f e r " olduğu düşünülürse, sûreyi rahatlıkla 6.
yıla yerleştirebiliriz. İlk tertiplerdeki yeri bu sonucu teyit eder.

Sûre savaş ahlâkını işler. Özellikle İslâm topluluğu ile kâfirler arasındaki
duygusal ve sosyal ilişkileri düzenler (1-3). Hz. İbrahim'in çevresiyle ilişki­
si, tek istisna dışında, bu açıdan da örnektir (4). Toplumlar arası iyi ilişki­
lere m a n i olan asıl neden inkâr değil, saldırganlık ve tecavüzdür. Farklı
inanç toplulukları arasında karşılıklı nezaket, merhamet, iyilik ve adalete
dayalı bir ilişki m ü m k ü n d ü r (7-9). 10-11. âyetler, inkârı tercih eden eşlerle
aile birliğini sonlandırmayı emreder. Bu, vahyin inanç özgürlüğüne verdiği
ö n e m olarak okunmalıdır. Bir başka açıdan, İslâm toplumunda ailenin üze­
rinde yükseldiği temelin i m a n olduğunu gösterir. A m a ç , M ü s l ü m a n ailenin
inşasıdır. İslâm'ın yükselen değer olduğu bir ortamda, bu emri istismar ede­
cekleri önlemek için "bağlılık y e m i n i " ilkesi getirilir (12).

Artık u m u t s u z vak'a haline gelen Yahudiler ve onlarla a m a ç birliği edenler­


le gönül bağı kesilmelidir (13). Böylece, "İslâm c e m a a t i " n i n inşasına giden
yolun son taşları döşenmiş olur.

» X B X '
RAHMAN RAHÎM L L L A H ' I N ADIYLA

1 SİZ ey iman edenler! Benim ve sizin (Ama şimdi) onlara, fıtrî sevgiyi gerekçe 4

düşmanlarınızı can dostlar edinmeyiniz! 1


yaparak sır veriyorsunuz; ne ki Ben sizin
5

Siz onlara yürek dolusu sevgi sunuyorsu­ gizlediklerinizi de, açığa vurduklarınızı
nuz, ama onlar size gelen bütün hakika­
2
da çok iyi bilirim: Artık sizden kim böy­
ti kökten inkâr edip Elçi'yi ve sizi, sırf le yaparsa, işte o doğru yolun ortasında
Rabbiniz Allah'a iman ettiniz diye sürüp sapıtmış demektir.6 7

çıkarıyorlar. Doğrusu sizler de, Benim


3
2 Eğer onlar sizi gözlerine kestirirlerse, 8

dâvam uğruna ve rızamı kazanmak için size düşmanlıklarını kesintisiz sürdürür­


yapılmış bir cihad sonucunda çıkmıştı­ ler; dahası ellerini ve dillerini size kötü­
nız. lük yapmak için uzatırlar: zira onlar in-
9

1 Bu, inanca yönelik bir düşmanlıktır, islâm, Uhud'a "yerinizi terk etmeyin" talimatıyla
iman, vahiy ve peygamber düşmanları, hem yerleştirildiği halde yerlerini terk eden okçu­
Allah'ın hem de mü'minlerin ortak düşmanı­ lardan biri olduğu hatırlanmalıdır. Uhud ye­
dırlar. nilgisinde pay sahibi olmanın içinde estirdiği
2 Bilmevedde. deki bâ, sunulan sevginin ölçü­ fırtınalar bu yanlışa düşmesinde rol oynamış
süzlüğüne delalet eder. mıdır, bilinmez. Mektub şöyledir: "Haberiniz
olsun ki Rasulullah gece apansız gelen sele
3 İn'in kad vurgusuyla [îtkân II, 170). Bu ibare­
benzer bir orduyla size yöneldi. Allah'a yemin
yi müstakil cümle sayma cesaretimi Elmalı-
ederim ki, o sizin üzerinize tek başına yürüse,
h'ya borçluyum.
yine de Allah ona zafer verecektir; zira o Al­
4 Bununla Hatıb'ın düşmana değil, akrabaları­ lah'ın kendisine vaad ettiğine nail olacaktır"
na olan "fıtrî sevgisi" [vudd] kastedilse gerek­ (Âlûsî). Allah Rasulü durumu öğrenince Hz.
tir. Ali komutasında dört kişilik bir tim gönderir.
5 Sırr, düşmana verilen sır ihfa ise sırrın arka­
; Ravza-i Hah'da kadını yakalarlar. Bir iki teh­
sındaki sır, yani bu sırrı verirken gizlenen ge­ ditten soma kadın mektubu sakladığı yerden
rekçe. çıkarıp verir. Allah Rasulü Hatıb'ı çağırtır.
6 Benzer bir kullanım için bkz. 56/A'râf: 16. Hatıb der ki: "Aleyhimde hüküm vermekte
acele etme ya Rasullallah. Ben Kureyş'ten de­
7 iniş nedeni olan olay şudur: Hicretin 4. yı­
ğilim, Kureyş'in yanaşmasıyım. Seninle bera­
lında Ebu Leheb'in Sare isimli müşrik cariye­
ber olan muhacirlerin çoğunun yakınları var,
si Medine'ye gelerek yardım ister. Kendisine
onların geride kalan ailelerini onlar koruyor.
hayli yardım yapılır. Kadın, Hudeybiye'nin ar­
Ailemi himaye için onlar arasında himayecim
dından Mekke'ye dönerken, Hatıb kendisine
olmadığından, bu yolla onlara ulaşmak iste­
bir mektup verir. Hatıb, kendisi hicret ettiği
dim; ne inkârımdan, ne dinimden yüz çevirdi­
halde annesi, oğulları ve kardeşi Mekke'de ko­
ğim için ve ne de İslâm'dan sonra küfürden ra­
rumasız kalmış biridir. Ama kanaatim odur zı olduğum için yaptım bunu." Nebi "Doğru
ki, bu kadın Mekke adına casusluk yapmak söyledi" der ve bağışlar (Taberî; krş. Buhârî,
için gelmiştir ve Hatıb'ın aklını çelen de odur. Meğâzî 46; Müslim, F. Sahabe 161).
Kadın, sonuna kadar küfründe direnmiş ve
küfrüyle öldürülmüştür. Fetih'ten sonra eman 8 Yeskafûkum için bkz. 94/Bakara: 191, not 367.
verilmediği için öldürülen iki kadından biri 9 Kinayeten: siz o elleri şefkat eli diye tutarsı­
olması da bunu göstermektedir. Hatıb'ın, nız, fakat sizi felakete iteklerler.
942 109/MUMTEHANE SÛRESt
1 t T > c 3 ^. N û z û l : 1 0 9 M u s h a f : 6 0

kâr etmenizi ta yürekten isterler. 10 (Size düşen şöyle yalvarmaktır): 13


"Rab­

3 Size ne yakınlarınızın ne de çoluk ço­ bimiz! Yalnız Sana güvendik, yalnız Sana

cuğunuzun Kıyamet Günü hiçbir yararı yöneldik: zira tüm yollar Sana çıkar! 5

olmaz; Allah aranızda (iyi-kötü) ayrımını Rabbimiz! Bizi küfre gömülenlerin elinde

gerçekleştirir: zira Allah yaptıklarınızı oyuncak e t m e ! 14


Ve günahlarımızı bağış­

ayrıntısıyla görmektedir. 11
la, ey Rabbimiz: Zira Sen, evet Sensin
mutlak üstün ve yüce olan, Sensin her
4 Doğrusu İbrahim'de ve ona uyanlarda
hükmünde tam isabet kaydeden!
sizin için güzel bir örneklik vardır. Hani
onlar kendi kavimlerine şöyle demişler­ 6 Doğrusu onlarfın bu tavrında), 15
içiniz­
di: "Bakın, biz sizden ve Allah'ın yanı sı­ den Allah'ı ve Ahiret Günü'nü gözeten
ra taptığınız her şeyden uzağız,- biz sizijn kimseler için elbet güzel bir örneklik var­
hayat tarzınızı] reddediyoruz; sizinle bi­ dır,- ama kim de (kâfirleri) dost edinerek
zim aramızda, siz bir tek Allah'a ibadet (bu emre) yüz çevirirse, iyi bilsin ki Al­
16

edinceye kadar ebediyen sürecek bir düş­ lah kimseye muhtaç değildir, hamdin ta­
manlık ve nefret vardır." mamı zâtına mahsus olandır.

Tek istisna, İbrahim'in babasına "Senin 7 Mümkündür ki Allah, sizin düşman ola­
için kesinlikle Allah'tan mağfiret dileye­ rak algıladığınız kimselerle sizin aranızda
ceğim; ama senin lehine Allah'tan bir şey bir sevgi var edebilir; ve Allah'ın (buna)
17

elde etme yetkisine sahip değilim" diye gücü yeter,- üstelik Allah tarifsiz bir bağış,
söz vermesiydi. 12 eşsiz bir merhamet kaynağıdır. 18

10 Yani: Siz onlara yürekten sevgi besliyorsu­ 14 Lafzen: "fitne etme!" Veya: "küfre gömü­
nuz, ama onlar sizi sevmek şöyle dursun, yü­ lenlerin sapmasına bizi gerekçe kılma!" Mas­
rekten küfrünüzü istiyorlar. tar olan fitne, hem ism-i mef'ul mânasına "bi­
11 Zımnen: Yakınlarınız için şahdamarınız- zi onların nesnesi kılıp saptırmalarına izin
dan daha yakın olan Allah'a uzak düşmekten verme", hem de ism-i fail mânasına "bizi on­
sakının. ları saptıran birer özne kılma" anlamına gelir
(Bkz: 114/Tevbe: 49, not 64).
12 Hz. İbrahim, bu sözünü gerçekleştirdi
(43/Meryem: 47 ve not 53). Bu talebinin arka 15 Yani: 4. âyette dile getirilen küfre karşı net
planında ise, âhirette yakınlarından dolayı mah­ ve açık "tavır koyma" ve iman ile inkâr ara­
cup olma kaygısı yatıyordu (51/Şu'arâ: 86-87). sındaki ilâhi sınırı gözetme hususunda.
Ama babasının Allah düşmanı olduğuna kesin 16 Men yetevelle ibaresi, mazi fiil okundu­
kanaat getirdiğinde, bu duasından derhal vaz­ ğunda "kim yüz çevirirse", muzari [tevel-
geçti (114/Tevbe: 114). Sözün özü: Hakikate li'den) okunursa "kim dost edinirse" mânası­
saygı esastır. Evlat Hz. mrahim baba onun baba­ na gelir. Kelime iki mânaya da açık, 'tevri-
sı olsa dahi, hakikate saygı duymalı, Allah'ın ye'ye elverişlidir.
iman-inkâr araşma çizdiği sınır gözetilmehdir. 17 Bu âyet, İslâm'da cihadın gayesinin düş­
(108/Mâide: 5; Hz. Nuh'un oğluna yaptığı çağrı­ manlık değil sevgi olduğunun en açık delili­
nın Allah tarafından reddi için bkz. 70/Hûd: 46). dir.
13 Önceki cümlenin devamı olarak okunabi- 18 Zımnen: "Kendisine güvenen ve yönelen
lirse de, değişen kipleme tercihimizi doğrular kimseler için" (4. âyet). Kaynaklarımız, bu
niteliktedir. âyetin iniş nedeni olarak, Rasulullah'ın Üm-
Nüzul: 109Mushaf: 6 0 , ^ ^ 109/MUMTEHANESÛRESİ 943

8 Allah size, sizinle din savaşı yapmayan hana tabi t u t u n ; 21


sonuçta eğer onların
ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimse­ mü'min olduğundan emin olursanız, ar­
lerle iyilik ve fedakârlığa dayalı bir ilişki tık onları kâfirlere geri göndermeyin: ne
geliştirmenizi yasaklamaz: Çünkü Allah o kadmlar (kâfir) eşlerine helâldir, ne de
fedakâr olanları pek sever. 19
eşleri o kadınlara helâldir. Onların ver­
22

9 Allah size, yalnızca sizinle din savaşı diklerini de kendilerine iade edin! Ve siz
yapan ve sizi yurtlarınızdan çıkaran veya bu kadınların mehirlerini verdiğiniz sü­
sizin çıkarılmanıza destek verenlerle rece, onlarla nikahlanmanızda bir beis
dostluk kurmanızı yasaklar: artık kim yoktur.
onlarla dostluk kurarsa, işte onlar zalim­ Beri yandan, inkârda ısrar eden kadınla­
lerin ta kendileridir. 20
rın nikahına yapışmayın; onlara verdiği­
nizi isteyin, aynı şekilde onlar da verdik­
10 SİZ ey iman edenler! Mü'min kadınlar lerini sizden isteyebilirler. 23

muhacir olarak size geldiği zaman -her İşte bunlar Allah'ın hükmüdür; aranızda­
ne kadar Allah onların inancını çok iyi ki hükmü O verir: zira Allah her şeyi bi­
biliyor idiyse de- siz (yine de) onları imti- lendir, hikmetle hükmedendir. 24

mü Habibe ile gıyabında nişanlanmasını gös­ 23 Kâfir kadınların nikahına yapışmama, küf­
terirler. Hz. Peygamber, Habeş muhacirlerin­ rü tercih etmelerinden dolayı onların inanç
den olan Ümmü Habibe'yi, kocası Ubeydullah özgürlüğünü kısıtlamamayı içerir. Hz. Ömer
b. Cahş öldükten soma veya "tanassur" edip bu âyet indiği gün iki müşrik karısını (Kurey-
boşandıktan soma eş adayı seçerek ödüllen­ be ve Ummu Cervel) muhayyer bırakmıştı.
dirmişti. Allah Rasulü'nün bu jestinden hoşla­ Onlar da, nikahları ellerine verilir verilmez
nan Ebu Süfyan, "Bu yiğidi kimse durdurama­ Mekke'ye döndüler. Biri Ebu Süfyan ile, diğeri
yacak" itirafında bulunacaktır [Keşşaf]. de Saffan b. Ümeyye ile evlendi (Buhârî, Şurût
15). Burada dikkat çekici olan şu: Mümtehane
19 Kışta verdiğimiz anlam için bkz. 112/Hu-
sûresi 6. yılda indi. Demek ki iki müşrik ka­
curât: 9, not 12.
dın, Ömer'in nikahı altında 6. yıla kadar kala­
20 Zımnen: Saldırgana dost olmak zulümse, bildi. Ne Ömer'in ne de bir başkasının aklına
tersi de adalettir. onları zorla Müslüman etmek gelmedi. (Ayrı­
21 İbn Abbas, muhacir kadınlardan kocalarına ca, müşriklerle evliliği yasaklayan94/ Bakara
kızgınlık, yer değiştirme arzusu, dünyalık bir 221. âyete bkz.)
menfaat, başka bir erkeğe olan ilgi veya buna 24 Bu âyet, Hudeybiye anlaşmasının ardından
benzer bir nedenden dolayı değil de, Allah ve yaşananlarla ilgili hükümler içermektedir.
Rasulüne olan sevgi, Ahiret Günü'ne imandan Ebu Cendel anlaşma sırasında Mekke'den ka­
dolayı terk-i diyar ettiklerine dair yemin alın­ çarak mü'minlere kavuşmuş, fakat Rasulullah
dığını ifade eder. Bu yeminin ardından Hz. onu anlaşma gereği Babasına teslim etmek zo­
Peygamber kadının mehrini kocasına yollaya­ runda kalmıştı. Aynı dönemde, bu kez müşrik
rak, kaçan kadınları iade etmemiştir (Taberî). kocalarını terk ederek Medine'ye kaçan ka­
22 Yasaklığı ifade için ilk cümle yeterli oldu­ dınlar sorunu çıktı. Bu çığırın öncüsü İslâm'ın
ğu halde ikinci cümlenin gelmesi, hem yasa­ can düşmanı Ukbe b. Ebi Muayt'ın kızı Um­
ğın kesinliğini, hem yasağın karşılıklı oluşu­ mu Ku^um'dur. Kocası 'Amr b. As'tan kaça­
nu, hem de sadece ayrılmanın yetmeyip yeni­ rak Medine'ye sığınmış, somadan Zeyd b. Ha­
den birleşmenin de yasaklandığım ifade eder. rise ile evlenmiştir. Bir başka rivayete göre, bu
11 Eğer kâfirlere kaçan hanımlarınızdan arasında yalan düzüp koşarak iftira atma­
dolayı herhangi bir mağduriyet yaşarsa­ yacaklarına, (dinin) değerler sistemi ko­
28

nız, misillemede bulunarak mahsupla­ nusunda sana isyan etmeyeceklerine dair


s ı n ; şöyle ki, eşlerin mağdur ettiği koca­
25
biatlerini sunarlarsa, onların biatlerini
lara, (karıları için) harcadıklarına denk kabul e t 2 9
ve Allah'tan onlar için mağfi­
olan miktarı (onlara gönderilecek meb­ ret dile: Unutma ki Allah tarifsiz bir ba­
lağdan keserek) siz v e r i n : 26
Ama, iman ğışlayıcıdır, eşsiz bir merhamet kaynağı­
ettiğiniz Allah'a karşı sorumluluğunu­ dır.
zun bilincinde olun!
12 Sen ey peygamber! Ne zaman mü'min 13 SİZ ey iman edenler! Allah'ın gazabı­

kadınlar sana gelir de Allah'a hiçbir şeyi na uğrayan bir topluma gönülden dostluk

ortak koşmayacaklarına, çalmayacakları­ beslemeyin! Onlar ahiretten, tıpkı kabir

na, zina etmeyeceklerine, çocuklarını ehli arasına karışan kâfirlerin ümit kesti­

katletmeyeceklerine, 27
elleri ve ayakları ği gibi ümit kesmişlerdir. 30

çığırı açan Subey'atu'l-Eslemiyye'dir. Kocası mediğine göre, ikinci şık geçerli olmalıdır.
Sayfi b. er-Râhib'ten (veya Musafir el-Mahzu- 25 Te'âkub, "nöbet" anlamındaki 'uicbe'den;
mî) kaçarak Hudeybiye'ye gelmiş, kendisini "misilleme" vurgusuyla "nöbetleşme" de­
istemek için gelen kocasına mehri verilmiş, mektir (Krş: 74/Nahl: 126).
sonradan Hz. Ömer ile evlenmiştir. Umeyme
26 Parantez içi açıklamamız, bu âyetin yo­
bt. Bişr, kocası Sabit b. Şimrah'tan kaçarak
rumlarının en isabetlisi diyebileceğimiz Züh-
Medine'ye sığınmış, sonunda Süheyl b. Sayfî
ile nikahlanmıştır. Kanaatimizce, Ummu ri'nin yorumuna dayanır (Taberî). Zımnen: Siz
Kulsum'un kaçışı âyetin nüzul sebebi olmuş­ mağduriyeti giderin, aynı kalemden Mekke'ye
tur. Âyetin anlaşmanın ilgili maddesini lehle­ gidecek bir miktar varsa, Mekkelilerin verme­
rine çözdüğünü ve kocalarının nikahı altında leri gerekip de vermediklerini ona mahsuben
kalmalarını yasakladığını öğrenen aynı du­ kesin. Bu âyet, vahyin, hakkaniyet ve sözleş-
rumdaki hanımlar, bu örneği izlemişlerdir. melereriayet konusunda muhataplarını nasıl
Daha önce gerçekleşen Hz. Peygamber'in kızı inşa ettiğinin en çarpıcı örneklerinden biridir.
Zeyneb'in kocası Ebu'l-As'tan ayrılıp Medi­ Oysa ki, sözleşmenin karşı tarafı, baştan beri
ne'ye gelişini de bu örneklere ilave edebiliriz. hiç bir hak-hukuk gözetmeyen Mekke müş­
Bu âyet, kaçan hanımlarını talep eden müşrik rikleriydi. Âyetin zımnen verdiği öğüt şudur:
kocalara bir red cevabı oldu. Burada şu soru Bir davranışın ahlâkiliği, muhatabın değişen
akla gelebilir: Bu âyet anlaşmanın iade madde­ kimliğine göre demişmemesidir. Zira doğru ve
sini geçersiz mi kılmaktadır? Bunun cevabı iyi sabittir ve bizatihi doğru ve iyidir. Görece-
anlaşma maddesinin "erkek ve kadını" açıkça leştiğinde ahlâkî olma vasfını yitirir.
beyan edip etmediğine bağlı olarak değişir. 27 Kadınlardan alınan bu söz, cahiliyye gele-
Eğer maddede erkek-kadın açıkça anılmışsa, neğindeki kız çocuklarını diri diri öldürme
bu âyet maddeyi iptal etmiştir. Değilse, anlaş­ [ve d] geleneğinden daha çok -ki onu babalar
7

madaki bir boşluğun lehe yorumlanması kabi- yapıyordu- kadınların hamileliklerini sonlan-
lindendir. Rasulullah'ın yorumu da budur. dırmak için işledikleri bir tür "ilkel kürtaj"
Kendisine bu konu sorulduğunda Rasulullah
diyebileceğimiz cenin cinayetlerine ilişkindir.
"Şart erkekler içindi, kadınlar için değil" de­
miştir. Buna Kureyş tarafından bir itiraz gel- 28 Yani: "Başkalarından olan gayr-ı meşru ço­
cuklarını elleriyle getirip "bunlar kocaları-
Nûzûl: 109 Mushaf: 6 0 ^ ^ ^ ^ f 109/MUMTEHANE SÛREfl ,^-3^, 945

mızdan" diye iftira etmeyeceklerine.." Bu ki­ kadınlardan biati o almıştır (Kadınlardan alı­
nayeli ifade, karşı cinsin iffet ve onuruna yö­ nan biat yöntemlerinin en ayrıntılı tasviri için
nelik her türlü iftirayı kapsar. Buna sahte an­ bkz. İbn Kesir, âyetin tefsirine).
nelik iddiası ve gerçek anneliğin inkârı türün­ 30 Veya: "ölülerin tekrar dirilmesinden âhire­
den, bir başka erkeği töhmet altında bırakan ti inkâr eden kâfirlerin ümit kestikleri gibi".
her tür iftira ve bühtan da dahildir. Zımnen: Onlar tek dünyalıdırlar. Tek dünyalı
79 Hz. Peygamber bir çok biat almıştır. Bunla­ olanın iki yüzü olması doğaldır. İki yüzlülerle
rın zemini, zamanı, almış usul ve üslubu nasıl candan yürekten dostluk kurabilirsiniz?
Farklı farklıdır. Bazen bu yemin işi için Hz. Son tahlilde bu bir "yahudileşmeyin, dünyevi-
Ömer'i görevlendirmiş, Hz. Peygamber adına leşmeyin" uyarışıdır.
İslâm'la insan arasındaki özellikle psikolojik engelleri kaldırıp gönüllere
giden yolu a ç m a y ı ifade eden Fetih adını ilk âyetinden alır. Buhârî'de ge­
çen bir rivayet, ilk neslin sûreyi bu adla andığını ortaya koyar.

Sûre Medenî'dir. Hudeybiye barış anlaşmasının ardından dönüş yolunda in­


miştir. Bu durumda sûrenin hicrî 6. yılın sonunda indiği kesindir. İniş tari­
hi ne kadar kesinse ilk tertiplerdeki sıralaması da o kadar ihtilaflıdır. Hz. Os­
m a n tertibinde Cuma-Mâide, ibn Abbas tertibinde Mumtehane-Nisâ, Cabir
tertibinde Saf-Tevbe, Cafer tertibinde Teğâbun-Tevbe araşma yerleştirilir.

Sûrenin dış bağlamı şöyle özetlenebilir: Başta Hz. Peygamber olmak üzere
özellikle muhacirler yıllardır ayrı kaldıkları öz yurtlarını çok özlemişlerdir.
Allah Rasulü rüyasında ihramlı ve yanlarında kurbanlıklar olduğu halde
kendilerini M e k k e yolunda görür (27). Rasulullah, u m r e ziyareti için genel
bir çağrı yapar. Mazeret ileri süren müttefik bedevi kabileler dışında (11) da­
vete Medine'den 1 4 0 0 - 1 5 0 0 kişi icabet eder. Kafile, Arap geleneğinde sava­
şın yasak olduğu aylardan Hicrî 6. yılın Zilkade başında (Mart, 6 2 8 m.) yan­
larına tek bir kılıçtan başka silah almadan ihramlı olarak yola çıkar.

Fakat Mekkeliler Müslümanların bu talebine olumsuz cevap verirler. Bu­


nunla da yetinmeyen Mekkeliler, haram ay geleneğini çiğneyerek Halid b.
Velid k o m u t a s m d a 2 0 0 kişilik bir süvari birliği çıkarırlar. Mekke'ye iki
günlük mesafede bu haberi alan Hz. Peygamber, kafileyi hızla Cidde-Mek-
ke yolu üzerinde Kabe'ye 20 kilometre mesafedeki Hudeybiye'ye intikal et­
tirir. Ç ü n k ü burası savunmak için elverişli bir koyaktı. Allah Rasulü
Uhud'da da aynı taktiği uygulamıştı. D ü ş m a n sayıca kendisinden üstün ol­
duğunda meydan savaşı v e r m e k yerine, arkasını korunaklı bir sipere vere­
rek dar alanda düşmana denk bir kuvvetle savaşmayı tercih etmiştir. Aile­
si öteden beri elçilik vazifesini deruhte e t m i ş bulunan Ö m e r b. Hattab, ken­
disine tevcih edilen görevden affını isteyerek O s m a n ' ı n gönderilmesinin
daha isabetli olacağım söyler. Bunun üzerine Allah Rasulü O s m a n b. Af-
fan'ı amaçlarını açıklamak için Mekke'ye gönderir. Hz. Osman'ın Mek­
ke'de öldürüldüğü şayiası yayılır. Bunun üzerine Hz. Peygamber orada bu­
lunan herkesten kanlarının son damlasma kadar savaşacaklarına dair biat
alır (10 ve 18). Şayia asılsız çıkar. Mekkeliler Huleys b. Alkame'yi Müslü­
manları Medine'ye dönmeye ikna için yollarlar. Bu adam gelip Müslüman­
ları ihramlı ve kurbanlı olarak görünce tek söz söylemeden geri döner. Bu
arada Mekkelilerin tacizleri de devam eder. Yaklaşık 40 kişilik bir müşrik
müfrezesi gece baskını vereyim derken kıskıvrak yakalanır. Hz. Peygamber
onları cezalandırmayıp Mekkelilere iade eder. Aynı şey yaklaşık 80 kişilik
bir başka saldırı gurubunun başına da gelir.

En sonunda Mekkeliler m a k u l davranmak zorunda kalırlar ve Süheyl b.


A m r başkanlığında üç kişilik bir heyet yollarlar. Bu heyetle Allah Rasulü
arasında dört maddelik bir barış anlaşması akdedilir. Buna göre: 1) İki taraf
arasında on yıl savaş yapılmayacaktır. 2) Mü'minlerin tarafına geçen iade
edilecek, mü'minlerden M e k k e saflarına geçen olursa iade edilmeyecektir.
3) Arap kabileleri istedikleri tarafla ittifak kurmakta serbest olacaklardır. 4)
O yıl u m r e ziyareti yapılmayacak, bir yıl sonra Mekkeliler şehri üç gün bo­
şaltacak, Müslümanlar ziyaretlerini gerçekleştireceklerdir.

İlk bakışta Mekkelilerin lehine gibi görülen bu anlaşma, gerçekte Medine


İslâm Devleti'nin tanınması anlamına geliyordu. Her şeyden öte bu anlaş­
ma ile oluşacak sükunet ortamı ve normalleşme süreci, ilâhi mesajın yü­
rekleri fethetmesi için şarttı. Bu, insanla İslâm arasındaki duygusal engel­
lerin açılması, yani bir " f e t i h " idi. Bu anlaşmaya evet diyen Allah Rasulü,
sözün gücünün gücün sözünü bastıracağına inanıyordu. Z a t e n bu sûre de
olayın adını koymuştu: Fetih.

A n l a ş m a yüreklerin önündeki barikatları kaldırdığı için Fetih adını almış­


tı. Peygamberliğin başlangıcından o ana kadar geçen 18 yıllık sürede ger­
çekleşen insan kazanımının kat kat fazlası bu anlaşmadan sonraki iki yıl
içinde gerçekleşecekti. Barış anlaşmasından üç ay sonra bölgedeki en bü­
yük Yahudi site devleti Hayber fethedildi. Rasulullah davete kanal a ç m a k
için " u m r e " y i gerekçe yaptı. Asıl hedef Mekke'nin fethiydi; fakat ona giden
yol Kuzeydeki Hayber'i güvenli hale getirmekten geçiyordu. Z o r olanı seç­
ti: Ö n c e Hudeybiye'de barışı kazanmak, s o m a Hayber zaferi ve nihayet bü­
yük fetih. İki yıl geçmeden Mekkeliler anlaşmayı bozdular ve müşriklerin
kalesi Mekke fethedildi. Her ikisi de mubîn, yani " t a r t ı ş m a s ı z " bir fetihti;
çünkü kansız gerçekleşti. Bunun bir tek adı vardı: yürek fethi.

Sûrenin girişinde açıkça ortaya konulan hakikat, fethin askeri alana hapse-
dilemeyecek kadar geniş ve kuşatıcı bir kavram olduğu gerçeğidir. Kur'an,
gönüllerin ezeli ve biricik hakikatin öbür adı olan İslâm'a açılma sürecini
"apaçık ve tartışmasız fetih" olarak nitelendirmiştir. Bu sûrenin kazandır­
dığı bakışaçısıyla okursak, vahiy Allah'tan insana olan fetihtir. İbadet, in­
sandan Allah'a olan fetihtir. Cihad, insandan insana olan fetihtir. Keşif, in­
sandan doğaya ve eşyaya olan fetihtir.
RAHMAN RAHÎM ALLAH'IN ADIYLA

1 ELBET sana, tartışmasız 1


bir fethin bahşeden O'dur; zira göklerin ve yerin
7

önünü açan Biziz. 2 Bu sayede Allah,


2 3
bütün orduları Allah'ın emrine amade­
senin geçmiş ve gelecek tüm hatalarını dir: ve zaten Allah her şeyi bilmektedir,
8

bağışlayacak; ve sana olan nimetini ta­


4
her hükmünde tam isabet sahibidir. 9

mama erdirecek ve seni dosdoğru bir yo­ 5 Böyle yapmıştır ki, mü'min erkek ve
la yöneltecektir; 3 nihayet Allah seni, mü'min kadınları zemininden ırmaklar
saygın ve müstesna bir zafere ulaştıra­ çağlayan cennetlere alsın da, orada yerle­
caktır. 5
şip kalsınlar,- ve onların günahlarının üs­
4 İmanlarına iman katsınlar diye mü'- tünü çizsin: ve zaten bu Allah katında
minlerin kalplerine güven ve sükunet 6 büyük bir başarıdır.

1 Lafzen: "apaçık". Zımnen: fetih olduğu ayan eder, bağışı ise doğrudan yapar (Âlûsî). Zaferin
beyan ortada olan, hiç kimsenin "Böyle fetih sebeplerinden biri de 4. âyette zikredilen kalp
olur mu?" diye tartışamayacağı bir zafer. Or­ sükunetidir. İlâhî bağış bu olsa gerektir.
tada askeri bir operasyon yokken ihsan olun­ 4 Zımnen: Eksiklerini tamam edecek, azını
duğu ifade edilen bu "apaçık fetih" nedir? Hiç çoğa sayacak. Ayrıca ümmetin peygamber ta­
şüphe yok ki bu fetih "yürek fethi"dir. savvuru inşa ediliyor: Yönetim ve içtihatların­
2 Anlaşmayla müşriklerin avantaj sağladığı da kusurlara ve hatalara açık; Allah'tan aldığı
yorumunu yapanlardan biri de Hz. Ömer idi. vahyi iletme konusunda sadık, masum ve ma­
O aslında Mekkelilerin hiçbir işine yaramaya­ sun (Bkz: 92/Muhammed: 19 ve 78/Mü'min:
cak olan, hatta çok geçmeden kendi aleyhleri­ 55, not 39). Bu "hatalar" ile, 114/Tevbe sûre­
ne olduğunu anlayıp anlaşmayı bozacakları 2. sinin 43 ve 108. âyetlerinde örnekleri görüldü­
maddeye takılmıştı. Ebu Cendel'in işkence al­ ğü gibi, liderliğe ilişkin içtihat hataları kaste­
tında tutulduğu Mekke'den kaçıp kan revan dilmiş olsa gerektir.
içinde anlaşma mahalline gelmesi ve Rasulul­ 5 Zaferi zorbalar da elde eder. Asıl olan zehir­
lah'ın ricasına rağmen ilgili maddenin işletil­ lenmemiş saygın bir zafer elde etmektir. Bu
mesini savunan Mekke heyetine teslim edil­ ise güç ile değil, güç ahlâkı ile elde edilir.
mesi, duygusallığı daha da artırdı. Hz. Ömer,
6 Sekînet için bkz. 114/Tevbe: 40, not 51. İç
ömür boyu pişman olacağını söylediği itirazı­
savrulma ihtimalini ortadan kaldıran bir din­
nı işte bu şartlar altında Rasulullah'a yöneltti.
ginlik halini ifade eder. İnsanın direnç ve ka­
Allah Rasulü'nün "Bana öyle âyetler indi ki,
rarlılığını yok eden kasırgaları "bıçakla" kes­
benim nazarımda tüm dünyadan ve onun için­
miş gibi dindirdiği için sikkîn (bıçak) kökün­
deki her şeyden daha değerlidir" dediği bu
den türetilmiştir.
âyetler böylesi bir ortamda indi. Rasulullah
Hz. Ömer'i çağırıp bu âyetleri okuduğunda 7 Bkz. 2. âyetin 3 nolu notu.
"Şimdi bu fetih mi ya Rasulallah!" dedi. Allah 8 Göğün ve yerin orduları: Hz. Nuh'un yardı­
Rasulü: "Evet, nefsim kudret elinde olan Al­ mına koşan bulutlar, Hz. Hûd'un yardımına
lah'a yemin olsun ki, bu fethin ta kendisidir!" koşan rüzgar, Hz. ibrahim'e yardım eden ateş,
dedi (Taberî). Hz. Musa'ya yardım eden su... Hepsi Allah'ın
3 Bir önceki âyette "Biz" olarak geçen özne­ ^ordularıdır.
nin burada "Allah" olarak yer alması şöyle 9 Bir sonraki âyet, bu ilâhi bilgi ve hikmetin
açıklanmıştır: Allah zaferi sebeplerle icra ne olduğunu ifade eder.
6 Yine O (diler) ki, Allah hakkında çirkin 10 Sana biat edenler gerçekte yalnız Al­
tasavvurlara sahip 10
münafık erkekler ve lah'a biat etmişlerdir: Allah'ın (yardım)
münafık kadınları, müşrik erkekler ve eli, onların (biat için kenetlenen) elleri
müşrik kadınları cezalandırsın,- onlar fe­ üzerindedir: 13
Bundan böyle kim ahdin­
nalığın girdabını boylasm: zira Allah on­ den dönerse, iyi bilsin ki o sadece kendi
lara gazap etmiş ve rahmetinden dışla­ aleyhine dönmüş olur; kim de Allah'a
mıştır. İşte onlar için hazırlamıştır cehen­ verdiği ahde sadık kalırsa, O ona muhte­
nemi; ve orası ne kötü bir son duraktır. şem bir ödül ihsan edecektir.

7 Evet, göklerin ve yerin bütün orduları 11 Geride kalan bedeviler, "Mallarımız


Allah'a aittir: ama zaten Allah mutlak iz­ ve çocuklarımız bizi (sana katılmaktan)
zet, her hükmünde tam isabet sahibidir. alıkoydu; artık Allah'tan bizim için af di­
l e ! " diyecekler. Onlar kalplerinde olma­
8 (EY PEYGAMBER!) Elbet Biz seni bir yan şeyi dile getiriyorlar. 14

şahit, 11
bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak De ki: "Peki, şayet Allah size bir zarar
gönderdik. 9 Şu nedenle ki (ey insanlar); vermeyi veya bir yarar sağlamayı dilemiş
Allah'a ve Elçisine manasınız, O'nujn dâ­ olsa, O'nun sizin için takdir ettiği şeye
vasını) destekleyip 12
O'na saygıda kusur kim engel olabilir? 15
Elbette hiç kimse!
etmeyesiniz ve sabah akşam O'nun yüce­ Ki zaten Allah yaptıklarınızdan ayrıntı­
liğini dillendiresiniz. sıyla haberdardır.

10 Lafzen: "Allah hakkında suizanna kapı­ sebep olan biate "Rıdvan Biati" adı verildi.
lan". Hz. Osman'ın öldürüldüğü haberi gelince Ra­
11 Yani: "bir örnek ve bir model" (Krş: sulullah kanlarının son damlasına kadar çar­
106/Ahzab: 45). Sadece Nebi değil, her insan şa­ pışacaklarına dair biat istedi. Vehb b. Muhsan
hittir. Yaratılmak, tanık olmaktır. İnsan bu âle­ adlı sahabi "Uzat elini biat edeyim ya Rasulal-
me sahip olmak için değil, şahit olmak için gel­ lah!" dedi. "Ne üzerine edeceksin?" diye sor­
miştir. du Allah Rasulü. Sahabinin cevabı kısa ve net­
ti: "Kalbinde ne varsa onun üzerine!" O gün
12 Veya kelimenin iki kök anlamından diğeri­
devesinin altına saklanan bir kişi dışında her­
ne nisbetle: "O'nu yüceltesiniz" (Mekâyîs).
kes biat etti. Allah da onların dostluklarını ka­
Krş. "Siz Allah'ı(n dâvasını) desteklerseniz Al­
bul etti (Taberî ve İbn Kesir).
lah da sizi destekler" (92/Muhammed: 7). Bu
ve bir sonraki zamirin Allah Rasulü'nü göste­ 14 Tevbe veistiğfar kalbin yönelişidir. Burada
riyor olması da mümkündür. Bu durumda, sözü geçen bedeviler, işledikleri hatadan dola­
"Allah ve O'nun melekleri Peygamber'i des­ yı yürekten pişmanlık duyup Allah'a yönel-
teklerler; ey iman edenler, siz de onu destek­ mediler. Tevbede kalbin Allah'a karşı duruşu­
leyin ve tam bir teslimiyetle (onun örnekliği­ nu önemsemediler. Onun yerine imajı öncele-
ne) teslim olun!" (106/Ahzab: 56) emriyle bu diler. Rasulullah'tan kendileri için Allah'tan
emir arasında bağ kurulabilir. Tercihimiz âye­ af dilemesini istemelerinin altında yatan ger­
tin iç bütünlüğüne dayanmaktadır. çek sebep buydu. Dilleriyle Rasulullah'tan is­
tedikleri istiğfarın kalplerinde bir karşılığı
13 Zımnen: Onlar Allah dâvasına yardım için
yoktu. Bu âyet her çağda imaja yatırım yapan­
söz verdiklerinde bilsinler ki, Allah da onlara
ları imana yatırım yapmaya davet etmektedir.
yardım edeceğine söz vermiştir (Krş: 92/Mu­
hammed: 7 ve 91/Hac: 38). Bu büyük müjdeye 15 Burada, Medine-Mekke arasındaki bir mü-
950 > Î C 3^. , 11 O/FETİH SÛRESİ t > ; < g > , Nûzûl:
t 110 Mushaf: 48

12 Aksine sizler, Rasul'ün ve mü'minle- lelim!" diyecekler; Allah'ın sözünü (böy­


rin bir daha asla ailelerine kavuşamaya­ lece) değiştirmek isteyecekler. 19

caklarını zannetmiştiniz; ve böyle dü­ De ki: "(Bu kez) asla bizimle gelmeyecek­
şünmek size pek cazip görünmüştü. İşte siniz; böyle olacak, (zira) Allah daha önce
böyle berbat bir zanna kapıldınız da, so­ (ganimet hakkında) k o n u ş m u ş t u . " 20

nunda kredisi t ü k e n m i ş 16
bir toplum Bunun üzerine onlar "Asla, aksine siz bi­
olup çıktınız. zi çekemiyorsunuz" diyecekler. Yoo, bi­
13 A m a kim Allah ve Rasulüne inanmaz­ lakis onlar kıt anlayışlı kimselerdir. 21

sa, iyi bilsin ki Biz inkarcılar için kışkır­ 16 Geride kalan şu bedevilere de ki: "Ge­
tılmış bir ateş hazırlamışızdır. lecekte ezici gücü olan toplumjlarjla mü­
14 Göklerin ve yerin hükümranlığı Al­ cadeleye çağrılacaksınız; 22
onlarla (sonu­
lah'a aittir,- O dilediğini bağışlar, dilediği­ na dek) savaşacaksınız ya da onlar teslim
ni de cezalandırır: Ama Allah zaten ta­
17 olacaklar. İşte siz eğer bu çağrıya uyarsa­
rifsiz bir bağış, eşsiz bir merhamet kayna­ nız, Allah size güzel bir karşılık verecek;
ğıdır. yok eğer ş i m d i 23
yaptığınız gibi geri du­
15 Yakın gelecekte, ganimet vaad eden rursanız, O sizi umduğunuzdan mahrum
bir savaşa çıktığınızda, 18
(şimdi) geride bırakarak terkedilmişliğin şiddetli acısı­
kalanlar, "Bırakın bizi de arkanızdan ge­ nı tattıracaktır. 24

cadeleden Mekke'nin galip çıkacağını varsa­ serveti ele geçirenin kişisel malı sayan çapulu
yan Bedevi kabilelere Hz. Peygamber'in ağzıy­ andıran geleneksel ganimet anlayışı, savaş ah­
la zımnen şu söyleniyor: Hadi beni ikna etti­ lâkını yok ediyor, gözünü ganimet hırsı bürü­
niz ve sizin için af dilendim, fakat Allah'ı na­ müş kural tanımaz savaşçıları ölüm makinesi
sıl ikna edeceksiniz? Allah'ın sizin için takdi­ haline getiriyordu. Vahiy, ganimet için savaş
rini benim sizin için af dilenmem belirlemez, yerine iman, adalet ve özgürlük için savaşı
sizin davranışlarınız belirler. yerleştirdi (Bkz: 94/Bakara: 193).
16 Bûr için bkz. 40/Furkan: 18, not 25. 20 Parantez içi açıklama, zımnen yasağın sa­
17 Affının ve azabının bir sebebi ve ilkesi yok dece Hayber'le sınırlı olduğunu ifade eden 16.
mudur? Elbette vardır ve bu ibarenin bağla­ âyete dayanmaktadır. Vahyin bu konuda söy­
mında yer alan tüm insan eylemleri, onun di­ ledikleriyle ilgili bkz. bir önceki 19 nolu not.
leyeceği affın ya da azabın sebebidirler. 21 Âyet insanlıkla yaşıt iki tavrı ele alıyor:
18 Lafzen: "Ganimet almak için yola koyuldu­ Arılar ve sinekler,- yani üretenler ve tüketen­
ğunuz zaman". Hudeybiye'den üç ay soma ger­ ler. Birinci tavrı Rıdvan biatine katılanlar,
çekleşen Hayber seferi ve alman başardı sonuç ikinci tavrı savaştan kaçıp ganimete koşanlar
mucizevi bir ihbar olarak duyurulmaktadır. temsil ediyor.
19 Veya: "Allah'ın emrine muhalefet edecek­ 22 Daha soma Bizanslılar ve Farslarla, yani döne­
ler". Tebdil'in böyle fiili bir karşılığı vardır min süper güçleri ile yapılan savaşlara dair muci­
(Bkz: Bakara: 59'a ilişkin Râzî'nin naklettiği zevi bir ihbar. Benzer bir ihbar Rûm sûresinin gi­
Ebu Müslim'in yorumu). Buradaki "Allah'ın rişinde de yapılmaktadır (Bkz: 88/Rûm: 1-5).
sözü" ile savaş ganimetlerinin Allah'a ve Ra­
23 Lafzen: "daha önce".
sulü'ne ait olduğunu ifade eden Enfâl 1 ve onu
detaylandıran aynı suredeki 41. âyet kastedil- 24 Lafzen: "elim bir azaba çarptıracaktır". Çevi­
se gerektir. Düşman ordusundan geriye kalan rimizin gerekçesi için 'azattın ilk geçtiği 7/Ka-
Nûzûl: 110 Mushaf: 4 8 1 > = ^ > < 1 , 110/FETtH SÛRESİ 951

17 Gözleri görmeyene, ayağı sakat olana onu sizin havsalanız almasa d a , 27


Allah
ve hastaya (Allah yolunda savaşamadığı onu (sonsuz ilmiyle) kuşatmıştır: ve za­
için) bir sorumluluk yoktur,- ama kim Al­ ten Allah'ın kudreti her şeyin üstünde­
lah'a ve Rasulü'ne itaat ederse, onu zemi­ dir.
ninden ırmaklar çağlayan cennetlere ko­ 22 Eğer inkârda direnenler size karşı sa­
yacağız, kim de yüz çevirirse elim bir vaşırlarsa, arkalarım dönüp kaçacaklar,
azab ile cezalandıracağız. 25
ardından da ne samimi bir dost, ne de
sağlam bir destekçi bulacaklardır. 23 Al­
18 DOĞRUSU Allah, o ağacın altında sa­ lah'ın sünneti geçmişten bu güne hep
na biat edenlerden razı olmuştur; üstelik böyledir: ve sen Allah'ın sünnetinde bir
O onların kalbinden geçenleri de bilmek­ değişme bulamazsın. 28

teydi; işte bu yüzden onlara iç huzuru in­


24 Sizi onlara galip getirdikten sonra,
dirdi ve kendilerini yaklaşan bir fetihle
Mekke vadisinde onların ellerini sizden
ödüllendirdi; 19 bir de elde edecekleri sa­
ve sizin ellerinizi de onlardan çeken
yısız g a n i m e t l e . . . 26
Ve zaten Allah her
O'dur: 29
ve zaten Allah yaptığımz her şe­
işini mükemmel yapar, her hükmünde
yi görmektedir.
tam isabet kaydeder.
25 (Doğrudur), inkârda direnenler, sizi
20 Allah size elde edeceğiniz daha bir çok
Mescid-i Haram'a girmekten alıkoyanlar
ganimet vaad etti: nitekim O size olan bu
ve kurbanlarınızın yerine ulaşmasını en­
ikramım öne almış ve insanların elini
gelleyenler hep onlardır; ama keşke şu is­
üzerinizden çekmiştir ki, hem mü'min­
temeden (haklarını) çiğneme ve bilmeden
ler için bir belge olsun, hem de sizi dos­ kendileri yüzünden büyük bir yanlışa
doğru bir yola yöneltsin. düşme ihtimaliniz bulunan, üstelik he­
21 Ama bir diğer (ikramı) daha var ki, nüz tanımadığınız mü'min erkekler ve

lem 33, not 29 ve 40/Furkan: 69, not 83'e bkz. 27 Bu yukarıdaki "öne alınmış" dünyevi ikra­
25 Zımnen: Meşru mazeret sadece yükümlü­ mın habercisi olduğu uhrevi ikram olsa gerek­
lüğü kaldırmaz, o şeyin sevabından mahrumi­ tir: "İşte, yapageldiklerinden dolayı bir müka­
yeti de kaldırır. Mazeretliyi niyet ettiği fiili fat olarak, onlan cennette ne türden göz ka­
yapmış gibi ecre nail kılar. maştırıcı sürprizlerin beklediğini kimse hayal
dâhi edemez" (57/Secde: 17).
26 Bu müjde listesinin ilk sırasını Hayber'in
fethi oluşturuyordu ve arkası çorap söküğü gi­ 28 Allah'ın sünneti? İşte o sünnetin köşe taş­
bi geldi. Allah Rasulü vefat ettiğinde ları: "Mutlu son sorumlu davrananlarındır"
Kur'an'ın hükmetiği topraklar Batı Avrupa (56/A'râf: 128). "Bir toplumun bireyleri kendi
büyüklüğüne ulaşmıştı. Somaki bir kaç on yıl iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da o top­
içinde sınırlar doğuda Asya steplerine ve lumun gidişatını değiştirmez" (58/Ra'd: 11).
Hind-Çin sınırına, kuzeyde Kafkaslar'a ve Ve "İnanıyorsanız, mutlaka en üstün olan siz
Anadolu'ya, Batı'da Akdeniz'e, güneyde okya­ olursunuz" (98/Âl-i İmran: 139).
nusa dayanmıştı. Bu fetih Endülüs eliyle Fran­ 29 Yani: savaşı önleyen. Burada şöyle bir soru
sa'nın Prenelerine, Osmanlı eliyle Viyana'ya,
akla gelebilir: Allah kâfirlerin elini mü'minle­
Babürşahlar eliyle Hind altkıtasına, müslü­
rin üzerinden çekti. Peki, mü'minlerin elini
man tüccarlar eliyle Malay, Endonezya ve Ja¬
kâfirlerden niçin çekti? Cevabını bir sonraki
va adalarına kadar götürülecektir.
11 O/FETİH SÛRESİ , Nûzûl: 110 Mushaf: 48
• • ^

kadınlar (Mekke'de) olmasalardı,- 30


Allah 27 DOĞRUSU Allah, gördüğü rüyayı ger­
dilediğini rahmetiyle kuşatmak için böy­ çekleştirmek suretiyle Elçisini tasdik et­
le yaptı,- 31
eğer onlar seçilip ayrılsalardı, miştir: 34
Elbet Allah dilerse Mescid-i Ha-
elbet onlar içerisinden küfürde direnenle­ ram'a güven içerisinde, başlarınız tıraşlı
ri (sizin elinizle) şiddetli bir cezaya çarp- veya kısa kesilmiş olarak ve asla korkuya
tırırdık. 32
kapılmadan gireceksiniz: 35
çünkü O sizin

26 Hani, inkârda direnenlerin kalbini bilmediğinizi bilmektedir ve bundan ayrı

malum gurur -cahiliyye gururu- doldu­ olarak yakında gerçekleşecek bir fetih

rurken, 33
Allah, Elçisine ve mü'minlere takdir etmiştir.

iç huzuru bahşetmiş ve onların sorumlu 28 O Elçi'sini doğru yol rehberliği ve hak


davranma sözüne sadık kalmalarını sağ­ din ile göndermiştir ki, böylece (hak)
lamıştı: zira onlar buna fazlasıyla lâyık Din'i tamamıyla ortaya çıkarıp bildirmiş
ve ehil idiler; ve zaten Allah da her şeyi olsun: 36
işte (buna) şahit olarak Allah ye­
hakkıyla bilendi. ter.

âyet veriyor. du. İslâm'dan önce t ü m düzen bu sisteme gö­

30 Zımnen: O zaman Allah sizin elinizi onlar re işliyordu. Efendi-köle, kadın-erkek, eşraf-

üzerinden çekmezdi (Bkz: bir önceki not; ayn- avam arasındaki ilişkiler hep bu sisteme göre

ca krş. Zemahşerî ve Râzî). tanzim ediliyordu. Bu sistemde bir ferdin iadl,


efdal, 'ayn ve a'yân gibi şeref mertebelerini ge­
31 Yani bu m e v c u t durum da hikmetsiz değil­
çerek yükselmesi m ü m k ü n d ü . Bu sistemin en
di. H e m Mekke'de yerleşik mü'minleri koru­
temelinde yatan değer ise murûet (mürüvvet)
m a k için, h e m de günü gelince Mekkelilerin
idi.
gönlünü İslâm'a a ç m a k için. Bu âyet, Medi­
ne'deki Müslümanların hicret etmeyen 34 Rasulullah'ı Hudeybiye anlaşmasıyla so­

mü'minlerden sorumlu olmadıklarını söyle­ nuçlanan sefere çıkaran rüya buraya kadar ger­

yen Tevbe sûresinin 72. âyetini dengeler. Ora­ çekleşmiştir. Gerisinin gerçekleşmesi bir yıl

da hicret özendirilirken, burada henüz hicret s o m a y a ertelenerek mü'minlerin kalbi sulan­

e t m e m i ş mü'minlerin can güvenliği korun­ mıştır.

maktadır. 35 İnşaallah, Allah y o k m u ş gibi konuşmama­


nın anahtarıdır. Hayatı, Allah'ı akılda tutarak
32 Mekke'deki bu kişiler Velid b. Muğire'nin
oğlu Velid, Seleme b. Hişam, Ayaş b. Ebi Re- planlamanın ifadesi.

bia, Ebu Cendel, Ebu Basîr, Ümmülfadl, Kul- 36 Â y e t t e kullanılan kip " ü s t ü n ve galip gel­
s u m bt. Ukbe b. Ebi Muayt gibi mü'minlerdi d i " mânasındaki azhara 'alâ değil, "ortaya çı­
(İbn Aşur). " H e n ü z tanımadığınız" buyurulu- kardı, açıkladı, bildirdi" mânasındaki zahara
yor, çünkü her an yeni ihtidalar oluyordu. 'alâ kipidir. Fiilin T a h r i m 3 ve C i n 26'daki
Bunlar kendilerini gizliyorlardı. Bunların sayı­ kullanımı da bunu teyit eder. Âyette ile gelen
sının hayli yekûn tuttuğunu Ebu Cendel ve hakikat Mâide sûresinin 3. âyetinde müjdele­
Ebu Basir'in sahil yolundaki karargahlarının nen dinin ikmal edilmesiyle örtüşmektedir.
bir yıl dolmadan Mekkelileri dehşete düşüre­ Hz. Peygamber'in görevi, ezeli ve biricik haki­
cek sayıyı bulmalanndan çıkarabiliriz. katin t ü m zamanlardaki tezahürünün adı olan
islâmı her açıdan t a m ve m ü t e k a m i l olarak te­
33 Cahiliyye gururunun arkasında ird adıyla
zahür ettirmektir. Buna Allah şahit ve kefil­
bilinen ünlü "cahiliyye şeref s i s t e m i " yatıyor-
dir. Buna başta önceki vahiylerin mensupları
29 Muhammed Allah'ın Elçisi'dir 37
ve 3 8
lar filiz vermiş tohum gibidir,- derken (Al­
onun safında olanlar, hakkı inkâr edenle­ lah) o filizi güçlendirir ve kalınlaştırır ki
re karşı kararlı ve ödünsüz, birbirlerine kökü üzerine dimdik dursun da üreticiyi
karşı ise çok merhametlidirler. Onları sevindirsin. 42
Böylece O, hakkı inkâr
hep rüku ve secde halinde Allah'ın ke­ edenleri de kinlerine mahkûm etmiş
rem ve rızasını ararken görürsün,- onla­39
olur. (Ne ki) Allah onlardan iman eden
43

rın nişanları yüzlerindeki secde izleri­ ve ıslah edici eylemler ortaya koyanlara
dir. 40
Bu onların Tevrat'taki temsilidir. 41
sınırsız bir bağış ve büyük bir ödül vaad
44

Bir de onların İncil'deki temsili var: On­ etmiştir.

olmak üzere hiç kimse mâni olamayacaktır. 39 Yani: "namazda"; veya: "Allah'a karşı bo­
37 Hudeybiye'de akdedilen anlaşmanın "Bu yun eğmiş ve O'na tam teslim olmuş bir hal­
Allah'ın Rasulü Muhammed'in Mekkelilerle de". Rüku ve secdenin temsil ettiği hali içe
akdettiği anlaşmadır" (haza mâ saleha 'aleyhi sindirmiş olarak...
Rasulullah ehle Mekke) başlığındaki "Al­ 40 "Secde izinden" kasıt Mücahid'in ibn Ab-
lah'ın Rasulü" ifadesini sildiren Mekke elçisi bas'tan naklettiği gibi, alında oluşan "nasır"
Süheyl b. Amr'ın şahsında tüm inkarcılara ve­ değil, "kişiliği, tavrı, duruşu, ahlâkı ve seciye­
rilmiş zamanlar ve mekânlar üstü ilâhi cevap. si "dir (Taberî).

38 Vav başlangıç değil de atıf olarak alındığın­ 41 Mevcut haliyle Eski Ahid'de buna en yakın
da anlam şöyle olur: "Muhammed Allah'ın El- ifade Tesniye 33: 1-3'tür.
çisi'dir, onun safında olanlar da.." ibn Aşur 42 Bkz. İncil, Matta, 13:3. İmam Malik'in il­
"onun safında olanların" elçiliğini Yâsîn 14'te ginç bir anekdotu vardır: Fetih için Suriye'ye
geçtiği gibi "elçinin elçileri" olarak yorumlar. giren sahabeyi gören bölge Hıristiyanları, "Bu
Musa Carullah ise bu okuyuştan yola çıkarak insanlarda, İsa'nın havarilerinden ve onlara
Muhammedi risaletin bütün bir ümmete miras ilişkin haberlerden daha değerli bir şeyler var"
kaldığı, islâm ümmetinin diğer ümmetlerin hi­ derler ve teslim olurlar (ibn Kesir).
dayet 'elçisi' olduğu sonucuna ulaşır. Âyetin 43 Buradaki minhum ile mü'minlerin kaste­
devamında eşiddâ've ruhamâ' kelimelerini hal dildiği söylenmiştir (Taberî). Fakat hakkı in­
olarak mansup okuyan kıraattan yola çıkarak, kâr edenlerin içinden iman edenlerin kastedil­
bu meziyetlerin ümmetin tümüne şamil oldu­ miş olması bağlama daha uygundur.
ğu yorumunu yapar [Kitabu's-Sünne, s. 69).
44 Çevirimiz için bkz. 91 /Hac: 50, not 73.
Sûre "zafer garantili y a r d ı m " mânasına gelen adını ilk âyetinden alır. İlk
mushaf ve tefsirlerde bu adla yer alır. Buhârî'nin Hz. Aişe'den nakletti­
ği bir rivayette ilk âyetinin t a m a m ı y l a anılır. Tirmizî " F e t h " adıyla anar.
İbn Mes'ud, Rasulullah'ın vefatını i m a ettiği için Tevdi' (Veda)" adını ver­
miştir.

Nasr sûresi Medine'de nazil olmuştur. A n c a k nüzul tarihi konusunda üç


ayrı görüş vardır. 1) Taberî ve Taberânî'nin İbn Abbas'tan rivayetlerine gö­
re, Hicrî 7. yılda Hayber dönüşü nazil olmuştur. Katade'den gelen "Rasulul­
lah'ın vefatından iki yıl önce indi" rivayeti de bunu destekler. 2) Vahidi'nin
yine İbn Abbas'tan nakline göre, Huneyn'den dönüşte nazil olmuştur. 3)
Bezzar, Beyhaki ve İbn Ebi Şeybe'nin naklettiği sorunlu İbn Ö m e r rivayeti­
ne göre, Veda H a c c ı günlerinin t a m ortasında nazil olmuş, Rasulullah bun­
dan sonra üç ay yaşamıştır.

Bu rivayetlerden m e t n i n bağlamıyla en u y u m l u s u ilkidir. Zira mazi fiilin


başına gelen izâ şartı fiilin zamanını geleceğe çevirir. Sûre geleceğe dair ih­
bardır. Diğer görüşleri dikkate almak, olayı olup-bitmiş kabul etmektir.
Kaldı ki, sûredeki feth'in Mekke'nin fethi olduğunda ittifak vardır.

Sûrenin konusu zafer ahlâkıdır. Sûre geleceğe ilişkin mucizevi ve gaybi bir
ihbarla başlar. Bu müjde gelecekte gerçekleşmesi mukadder olan zaferin ve
fethin müjdesidir. Zafer'in anlamı bellidir: mücadeleyi kazanmak. Peki fe­
tih nedir? İşte o da anlamını ikinci âyette bulur: İnsanların Allah'ın dinine
dalga dalga girmeleridir. Bunun adı 'yürek fethi'dir. Tıpkı Fetih sûresinde
olduğu gibi, burada da mücadelenin amacının insanla İslâm arasındaki en­
geli kaldırıp yürekleri fethetmek olduğu vurgulanır. Fakat bütün bunlar
gerçekleşirken, muzaffer ordunun başkomutanına, her muhatabı iliklerine
kadar titreten bir uyarı yapılır:

" H a m d zatına mahsus olan Rabbinin m u t l a k yüceliğini dillendir ve O'ndan


bağışlanma dile; zira O'dur t ü m içten tevbeleri kabul eden!"

İşte zafer ahlâkı dediğimiz de budur: Özünüzü-ömrünüzü tüketerek kazan­


m a k ve başarmak. Sonunda "Ben çalıştım ben k a z a n d ı m " deme yerine es-
tağfirullah demek. Tıpkı Fetih günü başı devesinin boynuna değecek kadar
eğik, gözleri yaşlı Nebi'nin kıpırdayan dudaklarından dökülen istiğfar gibi.
Nûzûl: 111 Mushaf: 110. 111/NASR SÛRESİ 955

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 ALLAH'IN zafer garantili yardımı ve 1


demektir): 3 Artık durma, teşbih et Rab-
3

Fetih geldiğinde, 2 ve insanların kitleler


2
bini hamd ile birlikte ve O'ndan mağfi­
4

halinde Allah'ın dinine gireceklerini gör­ ret dile,- zira O'dur tüm içten tevbeleri
5

düğünde, (senin görevin de tamamlandı kabul eden! 6

1 Özellikle nasr sıradan bir yardımı değil "za­ nin de işaret ettiği gibi, bu günümüze kadar
fer garantili yardımı" ifade eder. Krş. "Zafer sürmüş ve bundan böyle de sürecek olan ilâhi
garantili yardım başkasından değil yalnızca bir müjdedir.
Allah katındandır" (95/Enfal: 10). 4 Teşbih tenzihe ve nefye, hamd teşbihe ve is-
2 e7-Petn'deki belirlilik bilinen ve beklenen bata delalet eder. ilki celal ikincisi cemal te-
bir fethe delalet eder ki, o da Hayber'in fethi cellisidir. Allah Rasulü'nün dilinde bu emir
ardından yüreklerin kapısını islâm'a açan bir virde dönüşmüştür. Rasulullah'tan mev­
Mekke'nin fethidir. Esasen feth'in ilk anlamı suk olarak gelen Subhânallahi ve bihamdihi
maddîdir ve kale kapısı zaferle açıldığı için za­ estağfirullahe ve etûbu ileyh (Buhârî) virdi bu­
fere feth denilmiştir. Fakat Kur'an Fetih sûre­ dur.
sinin girişinde olduğu gibi kelimeyi manevî 5 Rasulullah'ın sûreyi okurken burada durup,
alana taşımıştır. Fethin müjdesi, bu âyetlerin ardından devam ettiği rivayet edilir. Yine Ra­
inişinden yaklaşık bir yıl önce inen Fetih sulullah, vahiyle diyaloga girerek bu sûreyi
27'de açıkça verilmişti, ilk mü'minlerin aske­ namazda okuduğunda şöyle mukabele ederdi:
ri başarısı ve Islâmi fetihler, vahyin rolü hesa­ "Rabbimiz! Seni hamd ile teşbih ederim,- bana
ba katılmaksızın anlaşılamaz ve açıklanamaz. mağfiret et!" (Buhârî). Meleklerin emrine
Âyetteki nusret fethin sebebi, fetih nusretin âmâde kılındığı insan, kendisinin yaratılışına
sonucudur. "Biz seni hamd ile birlikte teşbih ve takdis
3 Parantez içi açıklamamız ibn Abbas'a da­ edip dururken" diye itiraz eden meleklerden
yanmaktadır (Taberî). Veciz bir yapıya sahip geri kalmamalı, o da hamd ile teşbih etmeli­
olan 2 ve 3. âyetler birbirine en güzel bu şekil­ dir. Hamd ile beraber teşbih etmek bütün bir
de bağlanmaktadırlar. Üstelik son âyetin ba­ varlığın gayesidir: "O'nun ululuğunu övgüyle
şındaki takibiyye fâ'sı da böylece işlevini bul­ dile getirmeyen bir tek nesne dâhi bulunma­
maktadır. Baştaki izâ şartının da delalet ettiği maktadır" (68/lsra: 44). Hz. Peygamber "Kal­
gibi bu kitlesel ihtida hareketleri, müjdelenen bime bazen anhk bir gaflet gelir de ben Rabbi­
feth ile ne anlaşılması gerektiğini de izah eder. me yüz defa istiğfar ederim" (Müslim, Zikr
Bu müjde fethin ardından aynen gerçekleşti. 48: 12) buyurur.
Hz. Peygamber, Mekke fethinin ardından K a ­ 6 Nasıl ki teşbih hamdsiz olmazsa, istiğfar da
be'nin kapısmda durup vahiy tarafından önce­ tevbesiz olmaz. Mukatil'in nakline göre bu sû­
den verilen müjdeleri îmâ ederek Lâilahe illal- re indiğinde sahabe sevinirken Hz. Abbas ağla­
lâhu vahdeh, ve nasara 'ahdeh, ve hezeme'l- maya başlamıştı. Peygamberimiz amcasma ağ­
ahzâbe vahdeh (Allah'tan başka kulluk edil­ lamasının sebebini sorduğunda "Sana vefat ha­
meye lâyık varlık yok, O'dur kuluna yardım berin veriliyor" demiş, peygamberimiz de bunu
eden ve O'dur müttefikleri tek başına hezime­ doğrulamıştır. Bu âyet, zafer ahlâkını inşa eder.
te uğratan). Burada müjdelenen kitleler halin­ Kulun zaferi Allah'a, yenilgiyi nefsine hamlet­
de dine giriş bölge insanıyla başlamış, fakat mesi kulluk adabındandır (104/Nisâ: 79).
onunla kalmamıştır. Yedhulûne muzârî fiili-
" H a n e l e r , o d a l a r " a n l a m ı n a gelen Hucurât adını 4. âyetinden alır. Baştan
beri bu i s i m l e a n ı l m ı ş t ı r . Ne siyer ne de hadis kaynaklarında a k s i n i is-
bat eden bir rivayete r a s t l a n m a m ı ş t ı r .

Sûre Medine'de i n m i ş t i r . 4. âyet T e m i m o ğ u l l a r ı h e y e t i n i n ziyaretine atıftır.


Bu olay " e l ç i l e r y ı l ı " adı verilen 9. yılda gerçekleşmiştir. 6. âyetin i n i ş i n e
neden olan olayın k a h r a m a n ı ise FetüVten sonra M ü s l ü m a n olan bir isim­
dir. Bu veriler sûrenin en erken 8. yılda indiğini gösterir. İniş sıralamasında
sondan ü ç ü n c ü sûredir.

Sûrenin ana k o n u s u , İslâm c e m a a t i n d e insan ilişkileridir. " E y i m a n eden­


l e r ! " h i t a b ı n ı n beş k e z yer aldığı sûre, baştan sona insan ilişkilerinin üze­
rinde yükseldiği e t i k ve e s t e t i k değerlerden, a h l â k ve edebe dair ilkelerden
söz eder. Ö n c e A l l a h R a s u l ü ile sahabe arasındaki ilişkileri ele alır. H z . Pey­
gamber'in şahsında h a y a t ı n değişik alanlarında o n u n m i r a s ı n ı ü s t l e n e n oto­
ritelere karşı saygıyı öğütler (1-5). Ardından İslâm c e m a a t i n i n kendi birey­
leri arasındaki ilişkileri ele alır. Y a l a n haber üreten ve taşıyanları, İslâm ce­
m a a t i n i n güvene dayalı yapısını tehdit eden t e h l i k e l i unsurlar olarak işaret­
ler.

Bu tür problemlere karşı en b ü y ü k tedbir i m a n kardeşliğidir: " M ü ' m i n l e r


k a r d e ş t i r ! " (6-10). Kardeşin kardeşi k ü ç ü k görmesi, alaya alması, aşağılama­
sı ve k ü ç ü k düşürmesi bizzat kendisine h a k s ı z l ı k t ı r (11). B ü t ü n bu ahlâkî
zaafların arkasında yatan neden ise suizandır. K ö t ü z a n n ı n s o n u c u olan ar­
kadan ç e k i ş t i r m e hastalığı m a n e v î bir y a m y a m l ı k olarak t a k d i m edilir (12).
' İ m a n kardeşliği' ilkesinden yola çıkılarak, söz, en geniş kardeşlik z e m i n i
olan 'insan kardeşliğine' getirilir. İşte o evrensel i l k e burada yer alır: " E l b e t
Allah katında en ü s t ü n olanınız, en s o r u m l u davrananınızdır" (13).

İddia halindeki i m a n l a isbat edilmiş i m a n arasındaki farka tarihsel bir ör­


n e k gösterildikten sonra, söz pazarlıklı i m a n ı n tezahürü olan " A l l a h ' a din
öğretmeye" getirilir (14-16). Kur'an'a göre i m a n ve t e s l i m i y e t , k i ş i n i n Al­
lah'a değil k e n d i s i n e yaptığı en b ü y ü k iyiliktir: " O n l a r M ü s l ü m a n oldular
diye seni m i n n e t altına a l m a y a kalkıyorlar. D e ki: M ü s l ü m a n olduğunuz
i ç i n bana lütuf ta bulunduğunuzu sanmayın; bilakis, eğer sadâkat gibi bir er­
d e m e sahipseniz, sizi doğru yola yönelttiği i ç i n asıl siz A l l a h ' a m i n n e t borç­
l u s u n u z ! " (17) Kıraat okullarının hepsi sûreyi 18 âyet olarak sayar.
RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 SİZ ey iman edenler! Asla Allah'ın ve kimselerdir: onlar için sınırsız bir bağış
3

Elçisinin önüne geçmeyin 1


ve sorumlu ve büyük bir ödül vardır.
davranın: çünkü Allah her şeyi işitir, her 4 Ne var ki sana hanelerin berisinden 4

şeyi bilir! seslenenler de var onların çoğu kafaları­


;

2 Siz ey iman edenler! Sesleriniz Peygam­ nı kullanmazlar. 5 Ama eğer sen kendi­
5

ber'in sesini bastırmasın! Birbirinizle ba­ lerine çıkıp gelinceye kadar sabretselerdi,
ğıra çağıra konuştuğunuz gibi onunla da elbet bu kendileri için daha hayırlı olur­
bağıra çağıra konuşmayın ki, siz farkında du: ne ki Allah tarifsiz bağışlayandır, eş­
6

olmadan iyilikleriniz boşa gitmesin! 2


siz merhamet kaynağıdır.
3 Hani şu Allah Rasulü'nün yanında ses­
lerini kısanlar var ya işte onlar Allah'ın
;
6 SİZ ey iman edenler! Sorumsuzun biri 7

kalplerini takvaya dair sınava çektiği size (önemli) bir haberle geldiğinde durup
gerçeği araştırın,- değilse, istemeden biri-
8

1 Veya ikinci bir tümleç takdiriyle: "Allah'ın yerine imtihanı verebilecek bir donanıma ka­
ve Elçi'sinin görüşlerinin önüne (kendi görüş­ vuşturarak gösterdi. Sözün özü: Dikkat edin!
lerinizi) geçirmeyin" (Krş: 106/Ahzab: 36). Ya­ Kalpleriniz Allah tarafından sınanmaktadır!
ni, konumunuzu bilin. Elçi ile birlikte Al­
4 Min sanıldığı gibi zait değildir. Vera'zarfına
lah'ın zikredilmesini Elçi'ye itaatin Allah'a "her yönün ötesinden" mânası katar (Krş:
itaat olduğunu söyleyen âyetin ışığında anla­ 102/Haşr: 14).
mak gerekir. Fakat Allah ile Elçi'nin vav ile
5 Tüm zamanlardaki 'bedevi' akim atıl ve pa­
bağlanmasındaki incelik de unutulmamalıdır:
sif niteliğine dair bir ifade. Kur'an örnek bir
İki isim vav ile bağlanırsa bu ikisi arasındaki
olay üzerinden muhataplarını bedevilikten
mahiyet ve cevher farkına, ra ile bağlanırsa
cevher birliğine rağmen nitelik ve araz farkına medeniliğe çağırıyor. Bu, aynı zamanda neza­
delalet eder. Katade'ye göre âyet "Keşke falan­ ket ve görgü kurallarının insan ilişkilerindeki
ca konuda şöyle bir âyet inseydi" diyenleri önemine bir atıftır.
uyarmaktadır (Taberî). 6 Zımnen: Ey ümmet-i Muhammed! Önderle­
2 Ağır işittiği için yüksek sesle konuşan Sabit rinize (imam) gösterdiğiniz saygı, aslında ken­
ibn Kays bu âyetle kendisinin kastedildiği ka­ dinize gösterdiğiniz saygıdır! Hayatlarını size
naatiyle "ben cehennemliğim" diye kendisini vakfeden ulema ve ümera gibi önderlerin za­
evine hapsetmiş, fakat durumu öğrenen Hz. man yönetimini ifsat etmeyin!
Peygamber, "Hayır, o cennetliktir" diyerek 7 Fasık, benzer bağlamlarda muttaki'nin zıddı
Sabit'in âyete getirdiği lafzî yorumu reddet­ olarak "sorumsuz" anlamına kullanılmıştır
miştir (Buhârî ve Müslim). Bu âyet, 1. âyetin (Krş: 114/Tevbe: 24, not 28). Bu tür bir hare­
devamı mahiyetindedir. ket, 1. âyetteki "sorumlu davranın" emrinin
3 Bu cümleyi "takva ile donatarak sınava çek­ karşısında yer almaktadır.
tiği kimselerdir" şeklinde de anlayabiliriz. Tak­ 8 Âyette bi-haberin denilmiyor, bi-nebein de­
va ile donatarak sınamak, "sınavı geçecek do­ niliyor. Haber önemli önemsiz her şeydir. Fa­
nanıma kavuşturmak" demektir; tıpkı aklı bil­ kat nebe' sadece önemli olan haber için kulla­
giyle donatıp sınava sokmak gibi. Zımnen: Al­ nılır,- sahibi için değerli olan, sonuçlarıyla sa­
lah size olan lutfunu, imtihandan muaf tutmak hibini sevindiren veya üzen haber...
lerini rencide eder, ardından da yaptığı­ dar çarpışın,- ama eğer (saldırganlıktan)
nızdan pişmanlık duyarsınız. 9 vazgeçerse, tarafların arasını adaletle ayı­
7 Ve aklınızdan çıkarmayın ki aranızda rın ve (bunun için gerekirse) kendi hakkı­
Allah Rasulü var,- eğer o bir çok işte size nızdan feragat edin: çünkü Allah (barış
uysaydı, kesinlikle haliniz harap olurdu. 10 için) fedakârlık edenleri s e v e r . 12

Lakin Allah size imanı sevdirdi ve onu 10 Mü'minler sadece kardeştirler; 13


öy­
yüreklerinizde güzelleştirdi, 11
yine O si­ leyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve
ze hakikati inkârı, sorumsuz davranma­ Allah'a karşı sorumlu davranın ki, O'nun
yı ve (iyi olana) karşı çıkmayı çirkin gös­ merhametine mazhar olasınız! 14

terdi.
11 SİZ ey iman edenler! Hiçbir kişi ve
İşte onlar doğru tarafa yönelenlerdir 8 Al­
zümre bir diğer kişi ve zümreyi alaya alıp
lah'ın lutfu ve nimeti sayesinde: zaten
hor görmesin: belki diğerleri berikilerden
Allah her şeyi bilir, her hükmünde tam
daha değerli olabilirler. Yine bir kısım
isabet kaydeder.
kadınlar da diğerlerini (böyle) görmesin­
9 Şu halde mü'minler den iki gurup çarpı­ ler: ötekiler onlardan daha değerli olabi­
şırsa, aralarını bulun,- fakat bir taraf diğe­ lir. Asla birbirinizi 15
itibardan düşürmek
rinin hakkına saldırırsa, siz de o haksız için karalamayın ve (kötü) lakaplar taka­
taraf ile Allah'ın emrine dönünceye ka­ rak yaralamayın: iman ettikten sonra sa-

9 Örnek olaydan yola çıkarak zımnen: İslâm hakkından yüz çevirmek, yani "hakkından fe­
cemaatinin şeref ve itibarını örseleyecek ha­ ragat etmek" de dahildir. Burada tam da bu
berlere karşı uyanık olun! Olumsuz haberlere mânaya gelir. Aynı kelime Allah için kullanıl­
inanmaya yatkın hastalıklı tavırlar gösterme­ dığında hak ettiğinden fazlasını vermek veya
yin! Günümüze mesaj: Medyalar tarafından kulu üzerindeki hakkından feragat etmek mâ­
kolaylıkla gözü boyanabilen ahmak bir güruh nasına gelir (Bkz: 69/Yûnus: 4, not 9).
olmayın! 13 Baştaki edat, mü'minlerin kardeşliği dışın­
10 'Anittum ıçm bkz. 114/Tevbe: 128, not daki her tür ihtimali kategorik olarak dışlar.
165. Bu kardeşliğin tek çimentosu vardır: İman. Şu
11 Dinin temeli sevgidir, çatısı da öyle. İman halde iman çözülmeden bu kardeşlik çözüle­
ağacının kökü sevgidir, meyvesi de öyle. Bura­ mez. Bu kardeşliğe sadece hayatta olanlar de­
daki türden, bir "tohum" gibi gelişip büyüyen ğil, âhirete göçenler de girer: "Derler ki: "Rab­
sevgiye hubb, muhabbetin ürünü olan iman bimiz! Bizi ve bizden önce imanla göçüp git­
ve amele karşılık olarak Allah'ın verdiği sev­ miş olanları bağışla!" (102/Haşr: 10)
giye vudd diyor Kur'an: "İmanda sebat eden ve 14 Zımnen: Zedelenen kardeşlik ilişkilerini
o imanla uyumlu bir hayat yaşayan kimseler düzeltmek her mü'minin imani görevidir.
var ya: o sonsuz rahmet kaynağı onlar için 15 Lafzen: "kendinizi". Bu, hem "mü'minler
sonsuz bir sevgi var edecek" (43/Meryem: 96; bir bedenin organları gibidir, bedene ait bir or­
ayrıca: 43/Meryem: 96, not 91). ganı karalayan kendisini karalamış olur" anla­
12 Kist: Binası tek olup birbirine zıt iki anla­ mına, hem de "birini karalamak gibi kötü bir
ma gelen kelimelerdendir. Kist, "hakkı tahsil şey yapan, aslında kendini karalamış olur" an­
etmek", kast "haktan yüz çevirmek"tir [cl- lamına gelir.
'udûl 'ani'l-hak). Kıstın anlam alanına kendi
Nüzul: 112 Mushaf: 4 9 , 112/HUCURÂT SÛRESİ 959

pıklıkla anmak-anılmak ne berbat bir Sözün özü: Allah'a karşı sorumluluğunu­


şey! 1 6
Ve kim (bu tür davranışlardan) piş­ zun bilincine varın! Kuşkusuz Allah tev-
manlık duyup vazgeçmezse, işte zalim beleri kabul eden sınırsız bir rahmet kay­
olanlar onlardır. nağıdır.

12 Siz ey iman edenler! (Birbiriniz hak­ 13 Ey insanlık! Elbet sizi bir erkekle bir
kında kötü) zandan şiddetle k a ç ı n ı n ! 17
dişiden yaratan Biziz; derken sizi kavim­
Unutmayın ki zannın bir kısmı ağır bir ler ve kabileler haline getirdik ki tanışa-
vebaldir! 18
Birbirinizin gizli saklısını da bilesiniz. 21
Elbet Allah katında en üstü­
asla araştırmayın 19
ve birbirinizin gıybe­ nünüz, O'na karşı sorumluluk bilinci en
tini etmeyin! İçinizde ölü kardeşinin eti­ güçlü olanınızdır; 22
şüphe yok ki Allah
ni yemekten hoşlanan biri var mı? Bakın, her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.
tiksindiniz i ş t e ! 20

1 6 Z ı m n e n : " i m a n sabıka b ı r a k m a z " anlamı­ nisbeti yüzde yüzdür. Üç kısımdır: îlme'l-ya-


na gelir. " İ s l â m kendisinden ö n c e s i n i kesip kin, ayne'l-yakin, hakka'l-yakin. İlki bilgiyle,
a t a r " hadisi bu ilâhi tavsiye ışığında söylen­ ikincisi gözlemle, sonuncusu yaşayarak elde
m i ş t i r . H e m birini imanından sonra ö n c e k i edilir.
hayatında yaptığı k ö t ü l ü k l e anmayı, h e m de 18 " G e r i bırakmak, hız k e s m e k " a n l a m ı n a ge­
âyetin kınadığı şeyleri yapanların k ö t ü anıla­ len ism, müeyyide gerektiren günah i ç i n kul­
c a k l a r ı m ifade eder. lanılır (40/Furkan: 68). Bir hadiste "saf iyili­
17 Alin'in beyaniyye anlamıyla. Zann'daki be­ ğ i n " zıddı " k ö k t e n k ö t ü l ü k " olarak yer almış­
lirlilik çeviriye " k ö t ü " karşıhğıyla yansımıştır. tır (îbn Hanbel). Sui zandan hesap sorulur. Zi­
Kötü zan (suizan) kalbin bedduasıdır. Suizanna ra suizan y a m u k bakıştır. Y a m u k bakan, bak­
ayarlı olanlar, başkalarında kendilerini görür­ tığını doğru göremez.
ler. Birine suizanla yaklaşmak, aslında " B e n 19 V e : A ç ı k aramayın! Başkalarının ayıplarım
onun yerinde olsam böyle yapardım" itirafıdır. ortaya serenin, kendi ayıplarını da Allah orta­
Büginin hakikate nisbeti dörttür: Vehm, şekk, ya serer.
zann, yakîn. 1) Vehm: Hakikatten h i ç bir payı
2 0 Z ı m n e n : Gıybet ahlâkî y a m y a m l ı k t ı r . B u
yoktur, serapa asılsızdır. Fakat olmayan şey
y a m y a m l ı k türü, eti yenilenden daha ç o k baş­
varmış gibi vehmedildiği için, sahte bir nisbet-
kalarının etini yiyen gıybet hastalarına zarar
ten, yani kurgusal bir nisbetten söz edilebilir.
verir. İnsanın kendisiyle ve başkalarıyla ilişki­
Fakat bu en k ü ç ü k bir gerçeğe tekabül etmez.
sini çürütür.
2) Şekk. Hakikate ve yalana nisbeti eşittir. T a m
ortada durur. 3) Zan: Hakikate nisbeti yakın ya­ 21 Sûrenin 10. âyetinde imanda kardeşlik vur­
lana nisbeti uzaktır. Fakat zan büginin hakika­ gulanmıştı. Burada ise insanlıkta e ş l i k vurgu­
te nisbetini ifade eden kavramlar arasında en lanıyor ve insanlık ortak paydasma dikkat çe­
muğlak ve esnek olandır. îmandan kaynakla­ kiliyor. Farklılıklar, i n s a n l ı k ailesini oluştu­
nan zan hakikate t a m isabet edebilir, yakinen ran unsurların birbirine t a h a k k ü m ve üstün­
bilinmesi m ü m k ü n olmayan gaybi konulardaki lük gerekçesi değil, " t a n ı ş m a " gerekçesi ol­
itikad Kur'an'da bu kelimeyle ifade edilir (Bkz: malıdır.
45/Hâkka: 20; 94/Bakara: 46, 249). Y a k i n bir 22 İslâm'ın evrenselliğini tüm zamanlarda
bilgi olmadan konuşulması h u k u k ihlali olan haykıran bir âyet. Z ı m n e n : K i m s e doğuştan
durumlar vardır ki, âyette kaçınılması istenen imtiyazlı/doğuştan m a h r u m değildir. Kişinin
"zannın bir k ı s m ı " budur. 4) Yakin: H a k i k a t e kendi seçmediği şeylerle övünmesi anlamsız-
14 BEDEVİLER 23
" i m a n e t t i k " dediler. 16 De ki: "Allah'a dininizi siz mi öğrete­
De ki " H e n ü z 2 4
iman etmiş sayılmazsı­ ceksiniz? 27
A m a Allah göklerde ve yerde
nız, lakin 'teslim olduk diyebilirsiniz, 7 25
ne varsa hepsini bilir: zira Allah her şeyi
zira iman kalplerinize girmiş değil. A m a ayrıntısıyla bilendir."
eğer Allah ve RasuhYne uyarsanız, Allah 17 Onlar Müslüman oldular diye seni
amellerinizin zerresini eksiltmez: çünkü minnet altına almaya kalkıyorlar. De ki:
Allah tarifsiz bir bağış, eşsiz bir merha­ "Müslüman olmanızdan dolayı beni
met kaynağıdır." minnet altına alıp bana lütfettiğinizi san­
15 Gerçek mü'minler sadece Allah'a ve mayın; eğer (hakikate) sadıksanız, sizi
Rasulü'ne iman edenler, ondan sonra da doğru yola yönelttiği için asıl Allah size
kuşkunun semtine uğramayanlar ve Al­ lutufta b u l u n m u ş t u r . 28

lah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad 18 Şu kesin ki Allah, göklerin ve yerin


edenlerdir: İşte bunlar sadık olanların ta sırlarını bilir; dahası Allah yaptığınız her
kendileridir. 26
şeyi görür.

dır. Takva, kişilerin kendi akıl ve iradeleriyle nız h a k k ı n d a ne dediğidir [ellezîne âmenû ile
yaptıkları bilinçli tercihi ifade eder. Bu şu mâ­ el-mu'minûn farkı için bkz. 104/Nisâ: 136,
nayı içerir: Ne kadar sorumlu davranırsanız, o n o t 133).
kadar üstün olursunuz! [Ekramekum için krş. 27 Z ı m n e n : Kitab'a değil de, kitabına uydur­
68/îsra: 70, n o t 92). m a y ı mı düşünüyorsunuz? Bu âyet iki mâna­
23 Z ı m n e n : " m e d e n i l e ş m e m i ş , sığ a k ı l l a r " . ya da gelir: 1) Allah, hangi i n a n ç s i s t e m i n i n si­

24 Lemma edatı, yan anlam olarak bu k i m s e ­ zi m u t l u edeceğini bilir. 2) Allah, sizin keyfi­

lerin ileride istenilen anlamda m ü ' m i n ve m e ­ nize göre uydurup da adını " d i n " koyduğunuz

deni olacaklarına delalet eder (Krş: Zemahşerî). şeylerin gerçeğini bilir.

25 A n l a m ı belirlemede, eslemnâ fiilinin akide- 28 el-Mennu, " ö l ç ü l e b i l e n ve değerlendirilebi­

vi mi lugavi mi, teslimiyet merciinin Allah mı len ş e y " m â n a s ı n a gelir. Değer ifade ettiği için

yoksa Müslümanlar mı olduğu önemlidir. M ü - " n i m e t e " de minnet denilmiştir. 'Ala ile kul­

cahid, Said b. Cübeyr ve îbn Zeyd'in buradaki lanıldığında, "karşıdakini k u l e t m e k için iyi­

fiili lügat anlamıyla "öldürülme ve esir edilme lik yapmak, m i n n e t altına a l m a k " mânasına

korkusundan Müslümanlara teslim o l m a " [is- gelir. Bu anlamda m i n n e t sadece Allah'ın hak­

tishm) şeklinde yorumladığını nakleden Tabe- kıdır, zira n i m e t i n gerçek sahibi O'dur (Râğıb).

rî'nin kendisi de, buradaki teslim oluşu, "İslâm Z a t e n k e l i m e n i n Kur'an'daki t ü m k u l l a n ı m l a ­

toplumuna politik ve sosyal k a t ı l ı m " anlamın­ rı da buna işaret eder [et-Tefsiru'l-Beyani II,

da alır. Özetle söylenen şudur: Birinin İslâm ce­ 48-49). Z ı m n e n : Siz i m a n ettiniz diye Allah'ın

maatine aidiyeti, onun gerçek bir m ü ' m i n oldu­ hiçbir şeyi artmaz. Dolayısıyla i m a n ı n ı z ı Al­

ğu anlamına gelmez. M ü ' m i n i n m ü ' m i n l i k kri­ lah'a bir lütuf gibi s u n m a y a k a l k m a y ı n ! Aksi­

teri cemaat aidiyeti ve sosyal k o n u m u değil, ne sizi i m a n l a şereflendirdiği için Allah'a son­

kalbinin Allah'a karşı duruşudur. suz m i n n e t borçlusunuz! Bilinç ters dönerse,


kişi m i n n e t e t m e s i gerekirken m i n n e t altına
26 Â y e t i n el-mu'minûn ile gelmesinin a n l a m ı
almaya kalkar. Bu, n i m e t e ihanetin bir göster­
şudur: Ö n e m l i olan sizin kendi i m a n ı n ı z hak­
gesidir.
kında ne dediğiniz değil, Allah'ın sizin imanı­
TÂHRÎM SÛRESİ
Nüzul: 113
Mushaf: 66

"Haram kılmak, haram s a y m a k " mânasına gelen Tahrim adını ilk âye-
tinden alır. Ü ç t e birlik ilk bölümünden dolayı "Peygamber Sûresi" di­
ye de adlandırılmıştır.

Medine'de inen son sûrelerden biridir. Sûreyi oluşturan üç pasaj arasında


konu bütünlüğü olduğu için, farklı zamanlarda indiği iddiası geçersizdir.
T a m tarihini tesbit e t m e k zordur. "Allah yeminlerinizi bozup keffaretini
verebileceğinizi size bildirmiştir" (2) âyetinin Mâide 89'a atıf olduğu düşü­
nülürse, Mâide'den sonra indiği kesindir. İlk tertiplerin tümünde Hucu-
rât'ın ardına yerleştirilir. Bu da m u h t e m e l e n Hicret'in 8 veya 9. yılına denk
gelir. Nüzul sebebi rivayetleri de bu tarihi güçlendirir.

Sûrenin amacı model inşasıdır. Hz. Peygamber'e, örneklik misyonu hatırla­


tılır. Bu misyon dolayısıyla t ü m davranışlarının ilâhi gözetim altında oldu­
ğu vurgulanır (1-2). Rasulullah'ın aldığı bu türden uyarılar, geri kalan haya­
tının ilâhi denetimden geçer not alıp onaylandığı anlamına gelir. "Özel ha­
y a t " mefhumu, çekilebileceği en dar sınırlarına çekilmiştir. Kur'an'a Rasu­
lullah'ın dahli olmadığına delil olarak, T a h r i m 1-3 ve Aiızab: 37 yeterlidir.
Z ı m n i anlamı şudur: Onun gizlisi-saklısı yoktur.

Allah Rasulü üzerinden, yakın çevresi de " m o d e l inşasına" tabi tutulur (3¬
4). Eşlerinin sıradan kadınlar gibi davranamayacağı vurgulanır (5). Sözün
t a m burasında, t ü m zamanların mü'minlerine genel bir çağrı yapılır. Bu
çağrı, ailenin ocağı olan evleri cehennemin değil cennetin şubesi kılma çağ-
rısıdır: "Siz ey i m a n edenler! Yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşten ken­
dinizi ve yakınlarınızı k o r u y u n u z ! " (6)

Makbul iyi, yatan iyi değil kötüyle mücadele eden iyidir (9). İki peygamber
olan Hz. N û h ve Hz. Lût'un eşleri "ibret-i â l e m " olarak sunulur (10). Z ı m ­
nen, "İyinin yakını olmak iyi olmanın garantisi değildir" anlamına gelir. Bu
aynı zamanda, eş yönünden talihsiz olan t ü m zamanların m ü ' m i n kocala­
rına bir tesellidir. Buna karşın, geçmişten bugüne gelen iyi modeller, m ü c a ­
deleleriyle model olmuşlardır: Firavun'un m ü ' m i n karısı ve Hz. M e r y e m .
Bu ikisi t ü m zamanların m ü ' m i n hanımlarına " n u m u n e - i i m t i s a l " olarak
sunulur (11-12). Asiye örneği de, eş yönünden talihsiz olan t ü m zamanların
m ü ' m i n hanımlarına bir tesellidir.
962 113/TÂHRtM SÛRESİ Nüzul: 113 Mushaf: 66

RAHMAN RAHİM ALLAH'IN ADIYLA

1 SEN ey peygamber! Eşlerinjden bir kıs­ 2 Doğrusu Allah, (kendinizi gereksiz yere
mının) rızasını kazanmak için, neden Al­ bağladığınız) yeminlerinizi bozup keffare-
lah'ın helâl kıldığı şeyi kendine haram tini verebileceğinizi size bildirir; zira Al­2

ediyorsun? Yine de Allah çok bağışlayı­


1
lah sizin efendinizdir: Ve O her şeyi bi­
3

cıdır, sınırsız merhamet kaynağıdır. lendir, her hükmünde tam isabet edendir.
4

1 Asıl olanın serbestlik olup yasakların arızî göstermeyen rivayetler de mevcuttur. İslâm
olduğunu z ı m n e n ifade eden A'râf 32 ışığında şeriatının yasakları arasında olmayan bir şeyi
anlaşılmalıdır (Krş: 108/Mâide: 87-88; Hz. Ya- yasaklamak, şer'an yasak değildir. Y a s a k olan
kub'un tahrimi için bkz. 98/Âl-i İmran: 93). şey, yasaklananı e m r e t m e k t i r . Hz. Ö m e r ' i n
Âyet açıkça Hz. Peygamber'in helâl bir şeyi kadınların denkleri olmayanlarla evlendiril­
haram kılmasını yasaklamaktadır. Bu haram m e s i n i yasaklaması buna örnektir (Serahsî,
k ı l m a n ı n sadece kendisiyle sınırlı olması ve MebsûtlV, 196). Efendimiz bu hassasiyet dola­
eşlerini razı e t m e a m a c ı taşıması da bu sonucu yısıyla Elçiler Yılı'nda kendisine gelen kabile­
değiştirmemektedir. Hz. Peygamber'in altın ve nin helâl hayvanların yüreğini y e m e y i haram
ipek yasağı, bir helâli haram k ı l m a olarak de­ saydıklarını öğrenince "Yürek yemezseniz
ğerlendirilemez. C e n n e t t e m ü ' m i n l e r e bahşe­ imanınız o l m a z " demiştir. İnsanın haram kıl­
dileceği ifade buyurulan bu iki güzellikten ması, Allah'ın eşya için koyduğu ilâhi hiyerar­
dünyada gönüllü olarak vazgeçme edebinin bir şiye müdahale etmesidir. Bu âyetler bağlamın­
sonucu olsa gerektir (62/Kehf: 3 1 ; 91/Hac: 2 3 ; da Hz. Peygamber uyarılmaktadır. Bu olay et­
42/Fâtır: 3 3 ) . Bu yasağın bir sebebi de erkekle­ rafındaki âyetler aynı zamanda insan peygam­
rin kadınlara benzemesinin önüne geçmektir. ber üzerinden muhatapların önder tasavvuru­
Zira Allah Rasulü kadınlaşan erkekleri ve er- nu inşa etmektedir. Z ı m n e n : Hatasız önder
kekleşen kadınları kınamıştır. Üç sahabinin arayan ya rehbersiz kalarak, ya da önderi mü­
parmağında altın yüzük gördüğünü söyleyen k e m m e l l i k tuzağına düşürerek cezalandırılır.
Mus'ab b. Sa'd rivayeti bu çerçevede anlaşıla­
2 Farada burada beyyene vurgusu taşır (İbn
bilir (Ebu Davud). Y i n e Abdurrahmân b. Avf'ın
Aşur). Bu âyet Bakara 2 2 4 ile birlikte anlaşıl­
bit t u t m u y o r gerekçesiyle Nebi'den ipek göm­
malıdır. Üç tür y e m i n vardır: Yalan yere ye­
lek için izin isteyip istediği izni alabilmesi de
m i n [ğâmûs), gereksiz yere y e m i n [lağv], m u ­
bunun göstergesidir. İlk nesiller " h a r a m kıl­ bahı yasak kılan y e m i n . Buradaki ü ç ü n c ü s ü n e
m a " ile " y a s a k l a m a " arasındaki ayrımın çok girer. Keffaretin sebebi, y e m i n i n Allah adına
iyi farkındaydı. Hz. Peygamber'in yasakladığı olmasıdır. Z ı m n e n : Allah adına söz v e r m e n i n
şeyleri harrame'n-nebi (Nebi haram kıldı) kav- m u t l a k a bir bedeli vardır. Allah'tan başkası
ramsallaştırmasıyla değil nehe'n-nebî (Nebi adına y e m i n yasaklanmıştır: " B i l i n i z ki Allah
yasakladı) kavramsallaştırmasıyla n a k l e t m e l e ­ sizi babalarınız üzerine y e m i n e t m e k t e n neh-
rinin sebebi bu olsa gerektir. Buna Hz. Pey­ yetti. Y e m i n e t m e k isteyen Allah adına y e m i n
gamber'in Hayber'in fethi ardından ehli eşek etsin ya da sussun. (Buhârî ve M ü s l i m ) . Al­
etini yasakladığını, yine pençeli ve etçil vahşi lah'tan başkası adına, Allah adına y e m i n eder
hayvanları ve gagalı leşçil kuşları yasakladığı­ gibi y e m i n e t m e y i Allah Rasulü " ş i r k " olarak
nı ve bir satışta iki satışı yasakladığını bildiren nitelendirmiştir (Ahmed b. Hanbel ve H a k i m ) .
haberler örnektir (Tirmizî, Buyu' 18, no: 1231). 3 Z ı m n e n : Siz ise O ' n u n kulusunuz; yasağı
Bunların hepsi de " N e b i haram k ı l d ı " formuy­ efendi koyar, kul değil.
la değil " N e b i yasakladı" formuyla gelir. Elbet
4 Yani,- sizin için gerçek yararın ne olduğunu O
kavramsallaştırmada bu titizlik ve hassasiyeti
bildiği için, haram k ı l m a k da, O'na mahsustur.
Nûzûl: 113 Mushaf: 66 , 113/TÂHRÎM SÛRESİ 963

3 Hani, bir gün Peygamber eşlerinden bi­ her şeyden haberdar olan haber verdi" di­
rini bir hadiseden 5
(dolayı) sırrına ortak ye cevap vermişti. 9

e t m i ş t i ; fakat eşi bu sırrı ifşa edip Allah


6
4 (Onlara de ki): "Eğer siz ikiniz Allah'a
da onu (Peygamber'e) bildirince, (Pey­ tevbe ederseniz (iyi olur); doğrusu her iki­
gamber) o hadisenin bir kısmını (diğer nizin de kalpleri k a y m ı ş t ı r ! 10
Siz ikiniz
eşine) de anlatmış, ama bir kısmından eğer ona karşı dayanışma içine girerseniz,
hiç söz e t m e m i ş t i . Nihayet (Peygamber
7
unutmayın ki Allah, evet onun dostu
sır tutmayan) eşine yaptığı (yanlışı) bildi­ O'dur,- buna ilaveten Cebrail, mü'minle-
rince, "Bunu sana kim haber verdi?" de­ rin en seçkin olanları ve melekler de
mişti. 8
(Peygamber de), "Her şeyi bilen, (onun) destekçileridir. 11

5 Hadîs, bir eylemi bildiren hadsâridan türe- bebi olarak bu şıkkı tercih etmiştir (VIII, 6 5 7 ) .
tildiği için söze nisbeti mecazidir. Asıl mâna­ 7 Azharahullahu 'aleyh, "duruma el koyup
sı fiilidir ve " B i r olayı haber veren s ö z " de­ oyunu b o z u n c a " z ı m n i anlamını içerir. M u h ­
mektir. t e m e l e n Hz. Peygamber, y e m i n i n i bildirip o
6 Bu âyetin iniş nedenine dair haberler m u h t e ­ y e m i n e neden olan olayı a n l a t m a m ı ş t ı .
liftir. Bir rivayete göre bu âyet, Hz. Peygam- 8 İki i h t i m a l vardı: Ya Hz. Aişe, ya da vahiy
ber'in kendisinden sonra İslâm t o p l u m u n u n meleği. Burada ele alınan, eşlerin birbirlerinin
liderliğini Hz. Ebubekir ve Hz. Ö m e r ' i n üstle­ sırrını ifşa e t m e s i n i n b ü y ü k bir hata olduğu­
neceği sırrının ifşası üzerine nazil o l m u ş t u r dur. O n u n için isimler arkaya atılmış, olayın
(Âlûsî). Bizce bu, âyetin ana konusu olan Hz. kendisi oradan çıkarılacak ahlâkî ders öne çı­
Peygamber'in haram kılmasını açıklamaz. karılmıştır. A m a ç tarih y a z m a k değil ahlâk
Tefsirlerde ayrıntısı anlatılan bal şerbeti riva­ inşa e t m e k t i r .
yeti ise, aslında aşağıdaki ana olayın bir deva­
9 'Alîm ve Habîr, verilen örnek "söz" ve
mı gibi görünmektedir. Zira aşağıdaki olay ol­
" o l a y " unsurunu ayrı ayrı içerdiği için birlik­
madan, sırf bir bardak bal şerbetinden dolayı,
te gelmiştir. A ç ı l ı m ı : Sözlerin arkasında yatan
hadise, hakkında âyet i n e c e k kadar ciddi so­
maksadı bilendir, olayların arka planından ha­
nuçlar üretemezdi. Geriye bağlamla örtüşen
ber a l m a işinde u z m a n olandır. Habîr i s m i ,
şu olay kalıyor: Hz. Peygamber, oğlu İbra­
hibre (uzmanlık) sahibine verilir.
h i m ' i n annesi Mısırlı Mariye ile, o n u n kaldığı
10 Kalbâkumâ yerine çoğul gelmesi, Hz. Aişe
hane uzakta olduğu için Hz. Hafsa'nın yoklu­
ve Hafsa cephesine dizilen diğer eşleri de kap­
ğunda onun odasında birlikte olmuştur. Hz.
sadığına delalet edebilir. Kayan kalplere Allah
Hafsa durumu fark eder ve tepki gösterir. Hz.
rehberlik etmektedir: " K i m Allah'a inanıp gü­
Peygamber Hafsa'nın bu aşırı tepkisine karşı
venirse, Allah onun (akleden) kalbine rehber­
tepki olarak bir daha Mariye ile beraber olma­
lik e d e r " (93/Teğabün: 11). Allah R a s u l ü ' n ü n
yacağına dair y e m i n eder. Bu sırrını Hafsa'ya
" A l l a h ' ı m ! Kalbimi dinin üzre sabit k ı l ! " dua­
söyler v e durumu Aişe'ye söylememesini
sı da bu çerçevede anlaşılmalıdır.
t e m b i h eder. Hz. Peygamberin eşleri arasında­
ki saflaşmada Hafsa ile Aişe aynı safta yer al­ 11 Z ı m n e n : Allah maddî-manevî güçleri Pey­
maktadır. Hafsa Hz. Peygamber'in kendine gamber için seferber eder. Şu hadis bu âyetin
verdiği sırrı aynı safta yer aldığı Aişe'ye ifşa tefsiri sadedinde zikredilebilir: Hz. Peygamber
eder. Olayın devamı âyette aktarıldığı gibi ce­ atalarının dini üzre öldüğü rivayet edilen vefa­
reyan eder (Taberî ve İbn Kesir; ayrıca haberi kâr a m c a s ı Ebu T a l i b ile ilgili olarak şöyle bu­
Nesâî ve Taberânî rivayet etmişlerdir). Buhârî yurmuştur: " O n u n ailesi b e n i m velilerim de­
sarihi İbn Hacer de Fethu'l-Bârîde âyetin se­ ğildir. B e n i m velim Allah ve m ü ' m i n l e r i n sa-
964 113/TÂHRİMSÛRESÎ Nüzul: 113 Mushaf: 66

5 Farz edin ki o sizi boşadı; bu takdirde dece yapmış olduklarınızın karşılığını


O'nun Rabbi yerinizi sizden çok daha iyi göreceksiniz.
eşlerle doldurabilir: Allah'a tam teslim 8 Siz ey iman edenler! Samimi bir kalp
olan, O'na tam güvenip inanan, O'nun ile tevbe ederek içten bir sadâkatle Al­
iradesini gerçekleştirmek için el pençe lah'a y ö n e l i n ! 15
Umulur k i 1 6
Rabbiniz gü­
divan duran, hatada ısrar etmeyen, yalnız nahlarınızı örter ve Allah'ın Peygamber
O'na kulluk eden, hayır yolunda koşan, ve ona katılarak iman edenleri mahcup
dul ya d a 1 2
bakire eşler... etmeyeceği o gün, sizi zemininden ır­
makların çağladığı cennetlere koyar: On­
6 SİZ ey iman edenler! Kendinizi ve ya­ lar önlerinden ve sağlarından ışık saçarlar
kınlarınızı yakıtı insanlar ve taşlar olan ve şöyle dua ederler: "Rabbimiz! Nuru­
tarifsiz bir ateşten k o r u y u n u z ! 13
Ona me­ muzu tamamla ve bizi bağışla: çünkü sen
mur melekler kararlı ve tavizsizdirler; her şeye kadirsin!
hiçbir buyruğunda Allah'a karşı gelmez­
ler ve kendilerine emredileni yaparlar. 14

9 SEN ey peygamber! İnkar edenlere ve


7 Siz ey küfrü tabiat haline getirenler! ikiyüzlülüğü huy edinenlere karşı cihad
Bugün mazeret ileri sürmeyin! Şimdi sa- et 1 7
ve onlara karşı tavizsiz o l ! 1 8
(Böyle

lih olanlarıdır. (Buhârî, Edeb, 73; Müslim, ğinden uzak olduklan buradan anlaşılmaktadır.
İman, 197) 15 Nasûh, vezin gereği h e m s a m i m i olan, h e m
12 Bazılarının " s e k i z v a v ı " adını verdiği bu de sahibini s a m i m i kılan tevbe demektir. Na-
vav (ki bu dilci İbn Haleveyh'in icadıdır ve suh tevbe sütün m e m e y e dönmemesi gibi, o
otoriteler tarafından garip bulunmuştur), sayı­ günaha tekrar d ö n m e m e k t i r . Nisa 18 ışığında,
lan diğer niteliklerden - k i onların hepsi bir ölüm gelinceye kadar günah işleyip de ölümü
arada bulunabilir- son ikisinin aynı anda bira- görünce "artık tevbe e t t i m " diyene tevbe yok­
rada bulunamayacağını ifade eder (Zemahşe- tur ( T e v b e için bkz. 94/Bakara: 37, not 64). Gü­
rî). Y a n i : " y a dul ya da bakire e ş l e r " . . . naha aldırmamak günah i ş l e m e k t e n daha bü­
yük günahtır. İşlediği günahı Allah'ın bile affe­
13 Bu âyetle y ü k l e n e n sorumluluğu yerine ge­
demeyeceğini düşünmekse ondan da beter gü­
t i r m e y e n aile reislerinin, Hesap G ü n ü nasıl
nahtır. Bir serçenin gagasındaki ç a m u r okyanu­
eşlerinden ve çocuklarından kaçacak delik
su ne kadar kirletirse, Allah'ın rahmet okyanu­
arayacağı h a k i k a t i n i 'Abese sûresinin 3 5 - 3 6 .
sunu t ü m insanlığın günahı o kadar kirletir.
âyetlerinden öğrenmekteyiz (Bkz: 27/'Abese:
3 6 , 2 0 . n o t u n devamı). 16 'Asa, t e m e n n i edatı: 1) Allah'ın tevbeyi ka­

Nâran'm belirsizliği, bu ateşin h i ç u m u l m a ­ bul e t m e k zorunda olmadığını, 2) kabulünü


dık yer ve zamanda (dünyada da olabilir) insa­ ü m i t e t m e n i n tevbenin edebinden olduğunu,
nı yakabileceğine delalet eder. Eğer kendinizi 3) suç i ş l e m e y e n l e işleyen arasında herhalde
ve yakınlarınızı korumazsanız, yaşadığınız bir fark olacağını ifade eder.
m e k â n l a r c e h e n n e m e döner ve o c e h e n n e m i n 17 K i m l i k l e r i tayin e d i l m e m i ş münafıklarla
yakıtı da o m e k â n l a r ı n yapı m a l z e m e s i ve cihad, i n c e bir siyasetle o n l a n n m a s k e l e r i n i
içinde yaşayan insanlar olur. Z ı m n e n : Her ev, düşürmektir. Allah Rasulü de t a m böyle yap­
ya c e n n e t i n dünyadaki şubesi ya da cehenne­ mıştır.
m i n dünyadaki şubesidir.
18 Allah Rasulü'nün davranışları sürekli ilâhi
14 Meleklerin insanlar gibi isyan e t m e yetene- kontrol altında tutuluyor. Bir başka durumda
Nüzul: 113 Mushaf: 6 6 ^ ^ m m , 113/TÂHRİM SÛRESt 965

giderlerse) varacakları yer cehennemdir: 11 İman edenlere ise Allah, Firavun'un


orası ne berbat bir son duraktır. karısını örnek göstermiştir: Hani o de­

10 Allah küfre saplanmış olanlara mişti ki: "Rabbim! Lûtfu kereminden ba­

Nuh'un karısı ile Lût'un karısını örnek na cennette sade bir ev ihsan e t ; 2 2
beni Fi­

getirdi; 19
Bu ikisi iki iyi kulumuzun ni­ ravun'dan, onun (çirkin) amelinden ve

kahı altındaydılar; fakat kocalarınjın zalim kavmin (şerrinden) k u r t a r ! " 23

misyonlarınla ihanet etmişlerdi. 20


(Bu iki 12 İmran'ın kızı Meryem'i de (örnek gös­
kadına) "Ateşe girenlerle birlikte siz de termiştir): 24
O (Meryem) ki iffetini koru­
girin!" denildiği (gün), iki (kocanın) varlı­ muş, buna karşılık Biz de onun (rahmin-
ğı da, onları Allah'ın cezasına uğramak­ de)kine 25
ruhumuzdan üflemiştik; o da
tan koruyamayacak. 21
Rabbinin kelimelerini ve O'nun kitapla-

affedici ve hoşgörülü olması istenirken (93/Te- tesellisidir.


ğabün: 14), burada sertleşmesi isteniyor. 24 Buradaki İmran, Âl-i İmran 3 3 ' t e geçen ki­
19 Burada verilen örnekler " k ü f r e d e n l e r e " ve şi ile aynı olmalıdır. Bu İmran M e r y e m ' i n ba­
" i m a n edenlere" verilmiştir. Dolayısıyla ör­ bası olabileceği gibi sülalenin kurucu i s m i sa­
nekler kadın ya da erkek herhangi bir cinse yılan M u s a ve Harun'un babaları İmran (Am-
değil doğrudan insanadır. İnsanın davranışla­ ram) da olabilir. S a m i geleneğinde kişi kavmi­
rında bireysel sorumluluğunu dile getiren ah­ nin büyüğüyle anılırdı. T ı p k ı her i n s a n ı n
lâkî bir inşa amaçlanmaktadır. " Â d e m o ğ l u " olarak anılması gibi. Benzer bir

20 Buradaki ihanet, aile i s m e t i n e değil, Enfâl durum " E y Harun'un kız kardeşi!" (43/Mer­

27'de kullanıldığı gibi, inanca ve m i s y o n a iha­ yem: 28) ifadesi için de geçerlidir.

nettir. T e r s i bir iddia, mesnetsiz olduğu için 25 Ç e v i r i m i z fîhi'dcki zamirin İsa'ya döndüğü
iftira o l m a riski taşır. A n c a k boğulan oğulun görüşüne dayanır. Bu t ü m insanları kapsayan
Hz. Nuh'un eşinin eski kocasından o l m a s ı ih­ genel ilâhî yasayı ifade eder (Krş: 72/Hicr: 29;
t i m a l dışı değildir. 55/Sâd: 72; 57/Secde: 9). Eğer zamir Mer­
21 Allah Rasulü yakınlarını şöyle uyarırdı: y e m ' i n r a h m i n e hamledilirse m â n a "onun
" E y M u h a m m e d ' i n kızı Fatıma! Kendini ateş­ rahmine üfledik" olur. Eğer zamir M e r y e m ' i n
ten koru! Nefsini Allah'ın elinden satın al! kendisine giderse, bu takdirde Enbiya 9 1 ' d e k i
Vallahi Allah'tan gelebilecek bir şeyin önüne fîhâ ile birlikte değerlendirilmelidir. Enbiya
geçip seni ben bile k o r u y a m a m " (Buhârî, Me- 91'de dişil gelen burada eril gelmiştir. İbn

nakıb 6 5 : 1 2 ; M ü s l i m , Tehir 89:1). Bu nebevi Mes'ud'un bunu da fîhâ okuduğunu görmez­

hassasiyet, bu gibi âyetlerin Allah Rasulü'nün den gelirsek, M e r y e m ' i n istisnai bir biçimde

hayatındaki yansıması olarak görülmelidir. her iki cinsiyeti de birlikte temsil ettiği sonu­
cuna varılır. Bu sonucun, çift cinsiyetlilikle
Ayrıca bu tür haberler, "hadis i l m i " çerçeve­
bir alakası yoktur (Krş: Elmalılı, Âl-i İmran
sinde Kur'an'ın desteklediği rivayetler olarak
5 9 ' u n tefsiri). Bu takdirde, "Rabbi onu bir bit­
tasnif edilmelidir.
ki gibi yetiştirdi" (98/Âl-i İmran: 37) ibaresini
22 Firavun'un, karısının inkarı halinde onun
mecaza değil h a k i k a t e hamledip, M e r y e m ' i n
için yaptırmayı vaad ettiği görkemli saraya ya
ü r e m e sisteminin mucizevi bir biçimde bitki­
da piramide karşılık.
lerin eşeyli üreme s i s t e m i n e veya diyamer
23 G e r ç e k kurtuluş, küfürden kurtuluştur. (ebeveynli) üremeye değil de monomer (tek
Kocasından şikayet eden t ü m m ü ' m i n kadın­ asıllı/analı) üremeye benzediği y o r u m u n a ula­
lara z ı m n e n "Firavun'dan daha beter değil y a " şılabilir. Allah en doğrusunu bilir.
966 .Xg^. > 113/TÂHRtM SÛRESİ < > > < ^ N û z û l : 113 Mushaf: 66
|

rını 26
gönülden tasdik etmişti: zira o, Al- pençe divan duranlardan biriydi. 27

lah'ın iradesini gerçekleştirmek için el

26 Çoğunluğun okuyuşuna göre kitabini. Bu­ dan kânitîn'm açılımıdır. D i ş i l form olan kâ-
nunla oğlu İsa'ya indirilen vahiy kastedilmiş nitât yerine eril formda gelmesi (aynı durum
olabileceği gibi, babasız bir erkek çocuğu do­ 98/Âl-i İmran: 4 3 ' t e k i lâki'în için de geçerli­
ğuracağına dair ilâhi takdir (kitaben mei'ûlâ dir), M e r y e m ' i n yiğitliğine delalet edebileceği
kabilinden) de kastedilmiş olabilir. gibi, onun istisnai bir üriner s i s t e m e sahip

27 Çevirimiz, 5. âyette de sayılan iyi vasıflar­ oluşuna da atıf olabilir (Bir önceki nota bkz).
TEVBE SÛRESÎ
Nüzul: 114
Mushaf: 9

Sûre Tevbe adını, üç kişinin tevbesinin kabul edildiğinin anlatıldığı pasaj-


lardan (102-118) alır. îbn Abbas bu adla anmış, Tirmizî sûreye bu adla
yer vermiştir. Sûrenin yaygın bir adı da Berâe'dir. Sûrenin başlangıcını teş­
kil eden Berâe, "İlişik kesme ilanı, ü l t i m a t o m " anlamına gelir. Zeyd b. Sa­
bit ve Ebu Hüreyre rivayetlerinde bu isimle anılır (Buhârî). Ayrıca Buhârî
sûreye bu isimle yer verir. Sûre ilk nesillerin dilinde bir çok farklı isimle de
anılmıştır. Nifak ve Şirk hastalığından kurtardığı ve kâfirleri 'kışkışladığı'
için Mukaşkışe (Kâfinin ile birlikte), münafık skandalini ortaya koyduğu
için Fâdıha, kâfirlerin cezalandırılmasından söz ettiği için 'Azâb, müşrikle­
rin kalbindekileri ortaya döktüğü için Munekkıra, Behûs, Hâfira, Musîra ve
Muba'sira, müşriklerin defterini dürdüğü için M u d e m d e m e adlarıyla anıl­
mıştır.

Tartışmasız Medenî'dir. Bazı âyetlerinin Mekkî olduğu görüşünü, bu konu­


daki kriterlerden hiç biri teyit e t m e z (Bkz: E n ' â m sûresinin girişi).
Kur'an'dan en son inen sûredir. Cabir b. Zeyd'in İbn Abbas'tan naklettiği
tertipte en sonda yer alır. Çoğunluk t ü m sûrenin tek celsede indiği görü­
şündedir. Sûrenin iç yapısı bunu destekler. Sûrenin inişinin zamana yayıl­
dığını kabul e t m e m i z durumunda, bu z a m a n aralığının 9. yılın (m. 631)
Şevval ayının başı ile Zilkade ayının sonu olduğunu söyleyebiliriz.

Tevbe Sûresi Kur'an'da besmele ile başlamayan tek sûredir. İbn Mes'ud
nüshasında besmeleli olarak yer aldığı rivayetini istisna sayarsak, bu yakla­
şım sahabenin ortak kabulüne dayanır ve yorumla alâkalıdır (İtkân I, 173).
Bu konuda farklı yorumlar yapılmıştır. Râzî bütün yorumları altı başlık al­
tında toplar. Bu yorumlara, 'besmelenin h ü k m ü ' konusunda birbirinden
farklı görüşleri savunan fıkıh ekollerinin tezleri de dahil edilmiştir (Bkz:
Fatiha: 1, not 1).

Bu tür mezhebi yorumları bir yana bırakırsak, bu sûrenin başında neden


besmele olmadığını açıklamaya çalışan t ü m yorumların gerekçesi aynıdır:
iki sûrenin konularının birbiriyle bağlantısı. Görüşler, bu bağlantının nite­
liği üzerinde farklılaşmaktadır. Übey b. Ka'b'a nisbet edilen yoruma göre
bir önceki sûre olan Enfâl anlaşma yapma hakkındayken, bu sûre yapılan
anlaşmayı b o z m a hakkındadır. Bir başka y o r u m a göre Enfâl inananları bir­
birlerini desteklemeye çağırırken, Tevbe inananları müşriklerle siyasal ve
ahlâkî alanda ilişik kesmeye çağırır. Rivayete göre, İbn Abbas'ın "iki yüz-
lüklerden olan Enfâl Sûresi'yle yüzlüklerden [miîn) olan Berae Sûresi'ni ne­
den yan yana yerleştirdiniz?" sorusuna, Hz. O s m a n şu cevabı verir: "Pey­
gamber (a) her sûrenin inişinden sonra 'Bunu şuraya yerleştiriniz' buyurur­
du. Berâe Sûresi ise Kur'an'ın en son indirilen sûrelerinden biri. Rasulullah
onun yerini belirlemeden vefat etti. Bu sûrenin içeriğiyle Enfâl'in içeriği
birbirine benziyordu. Bundan dolayı ikisi yan yana yerleştirildi" (Râzî). Yi­
ne îbn Abbas'ın Hz. Ali'ye " N i ç i n Enfâl'le Tevbe arasında besmele y o k ? "
sorusuna, onun " Ç ü n k ü 'bismillahirrahmanirrahim' güvence vermektir, bu
sûre ise t a m tersine savaş ve anlaşma iptali hakkındadır" cevabını verdiği
nakledilir. Fakat Humeze, Mutaffifin gibi birçok sûrenin, daha sert içeriği­
ne rağmen besmeleyle başladığı ve savaşı emreden âyetler de dahil Kur'an'a
ait herhangi bir m e t n i okurken besmele ç e k m e n i n caiz olduğu konusunda­
ki görüş birliği de bir gerçektir (Âlûsî). Buna ek olarak, Kur'an'da birçok sû­
re, konu açısından birbirine benzer. Arandığında, bundan daha çok birbiriy­
le konu irtibatı olan sûre çiftleri bulmak hiç de zor değildir. Öte yandan, iki
sûre arasında yaklaşık yedi yıllık bir z a m a n aralığı bulunduğu unutulma­
malıdır.

Bütün bunlar göz önüne alındığında, başında besmelenin bulunmadığı ko­


nusunda hiçbir tartışmaya yer bulunmayan bu sûrenin, besmelesiz başla­
masının nedeni hep y o r u m a açık bir konu olarak kalacaktır.

Surenin ana teması tevhid, adalet ve İslâm cemaatinin güvenliğidir. Sûre,


adaletle güvenlik ya da ahlâkla güvenlik arasındaki hassas dengenin nasıl
korunacağını öğütler. Bunun için İslâm cemaatini çok sıkı ve tavizsiz bir
özeleştiriye tabi tutar. Sûre, İslâm cemaatinin güvenlik problemini, adalet
ve ahlâkî ilkeler çerçevesinde çözmeyi amaçlar. îlk 40 âyet sosyal disiplini
tesis eder ve toplumu oluşturan farklı inançtan insanlara İslâm cemaatinin
varoluş sebebi olan sabitelerden ödün verilmeyeceğinin altını çizer.

Tevbe sûresinin nüzul ortamı, eski düşmanların konumlarını gözden geçir­


dikleri bir ortamdır. Hudeybiye'de Müşrik Mekkelilerle yapılan barış anlaş­
masına Hz. Peygamber m u t l a k galibiyetine rağmen sonuna kadar sadık kal­
mış, fakat karşı taraf mutlak yenilgisine rağmen bu anlaşmayı ihlal anlamı­
na gelecek entrikalara başvurmuştur. Müslümanların müttefiki Huza'a,
Müşriklerin müttefiki Beni Bekr oymağıyla eski bir kan dâvası yüzünden
savaşa girişir. Huza'a müttefiki olan mü'minlerden yardım ister. Hz. Pey­
gamber'in bu çağrıya olumlu cevabı Mekke'nin fethi ve Huneyn seferiyle
neticelenir. Aynı silsilenin bir devamı olarak 9. yılın Receb ayında Tebük
seferi gerçekleşir. İslâm cemaati hac kafilesi Hz. Ebubekir reisliğinde hacda
bulunmaktadır. Hz. Peygamber bu sûrenin ü l t i m a t o m niteliğindeki ilk pa-
sajlarını muhataplara duyurması için Hz. Ali'ye h a c kafilesinin ardından
Mekke'ye gitme talimatı verir. Bu, kaybeden t ü m taraflara, eğer İslâm ce-
maatiyle birlikte yaşamak istiyorlarsa İslâm'ın egemenliğini t a n ı m a ve
onun çizdiği sınırlara riayet e t m e çağrısıdır. Bu çerçevede, hac ibadeti ve
h a c mahalli şirkin tezahürlerinden arındırılır.

Mali yükümlülüklerle ilgili pasajlar, kendini cemaatin güvenlik görevinden


muaf t u t m a k isteyen zengin kesime ahlâkî sorumluluğunu, yöneticilere de
gelir dağılımında adaleti sağlama yükümlülüklerini hatırlatır (34-35, 60).

islâm cemaatinin fertleri, canı ve malı pahasına akideyi savunma y ü k ü m ­


lülüğünde gevşeklik gösteremez. Bunu yapanlar, çok sert bir eleştiriye tabi
tutulur. Bunlar içerisinden ikiyüzlülüğü tescilli olanlar, İslâm cemaatinden
kesin ve net bir dille dışlanır (38-123).

Suredeki Allah'ın "bir tek, sonsuz, her şeyi gören, tek kurtarıcı, hep bağış­
layıcı, en güçlü, tevbeleri hep kabul eden" olarak vasfedildiği cümleler, sa­
dece insanın Allah'a muhtaçlığını değil, kulluk onuruna sahip şerefli bir
varlık olarak özgürlük ve özerkliğine de dolaylı bir atıf içerir. Bu, kişinin
benlik, tarih, çevre, kabile, aşiret, servet, töre vb. gibi iç ve dış baskılardan
özgürleşmesinin önünü açan bir özerklik ve özgürlük alanına tekabül eder.
Kişi bu özgürlük ve güvenlik garantisini güç, para, m a k a m veya oylamayla
değil, Allah'la yaptığı itaat sözleşmesi sayesinde kazanır. Taraflarından bi­
rinin Allah olduğu bir sözleşme, insan için asla vazgeçilemez bir onur, öz­
gürlük ve güvenlik garantisidir.

Sure vahiyle ilgili bir pasajın ardından Allah Rasulü'nü âlemlere rahmetin
tecellisi kılan engin şefkat ve merhametinin tescili mahiyetindeki m u h t e ­
şem iki âyetle son bulur.
970 114/TEVBE SÛRESİ Nüzul: 114 Mushaf: 9

1 BU, Allah ve O'nun elçisi tarafından, bir azap ile müjdele. 7

müşrikler 1
içerisinden anlaşma yaptık­
2
4 Ne var ki, şirk koşanlar arasından ken­
larınıza yönelik bir ilişik kesme ilanıdır: dileriyle anlaşma yapmış olduğunuz ve
2 Bundan böyle, işte size dört ay daha daha sonra bu anlaşmayı herhangi bir bi­
serbest dolaşım izni! Ama bilin ki siz,
3
çimde ihlal etmeyen ve sizin hasımları­
Allah'ı asla atlatamayacaksınız; yine nızdan hiç biriyle dayanışma içine girme­
unutmayın ki, Allah inkâr ve ihanette ıs­ yen kimseler bunun dışındadır. 8
Artık
rar edenleri onursuzluğa mahkûm ede­ 4
onlarla olan anlaşmanıza süresi dolunca­
cektir. ya kadar riayet edin! Unutmayın ki Allah
3 Yine Allah ve O'nun Elçisi'nden, Bü­ sorumlu davrananları sever.
yük H a c gününde bütün insanlığa yapıl­
5
5 Ve (bu) yasak (kapsamındaki) aylar çık­
mış bir duyurudur ki; Allah kendine tığında, artık müşrikleri tuttuğunuz yer­
9

mahsus özellikleri başkalarına yakıştı­ de öldürün; yakalayın, çepeçevre kuşatın,


ranlarla ilişiğini kesmiştir; O'nun elçisi
6 onları her gözetim noktasına kurulup gö­
de öyle. Bundan böyle tevbe ederseniz, iş­ zetleyin! 10
Fakat eğer onlar tevbe eder,
te bu sizin için daha hayırlıdır,- fakat (bu namazı istikametle eda eder ve arınıp yü-
davetten) yüz çevirirseniz, iyi bilin ki siz celmek için ödenmesi gereken bedeli
Allah'ı asla atlatamazsmız. Nitekim, in­ ödemeyi kabul ederlerse, işte o zaman bı­
kâr ve ihanette ısrar edenleri can yakıcı rakın yakalarını! 11
Unutmayın ki Allah

1 Müşrikin, baskın özellik anlamında tarihsel lerin sonundaki kâfirîn'in akidevi olmaktan
olana atıf olarak kullanıldığı bu âyette bir tü­ daha ç o k ahlâkî çağrışımıyla " n a n k ö r l e r " an­
re ait i s i m olarak çeviride aynen yer alırken, 3. lamında kullanıldığı söylenebilir. Â y e t i n bü­
âyette soyut ve türe ilişkin bir vasıf olarak tününde şirk inkâr olarak takdim edilmekte,
açılmıştır. tevbenin şirkten vazgeçmek olduğu vurgulan­
maktadır.
2 Min edatının 'bütünden bir parça' vurgusu
taşıdığı 4. âyetten a ç ı k ç a anlaşılmaktadır. Ay­ 8 Ahde vefa ahlâkî bir sorumluluktur, ahdin
nı âyet, ilişik k e s m e ilanının muhataplarının tarafı isterse karşıt i n a n ç t a n olsun. Muhata­

t ü m m ü ş r i k l e r değil sadece anlaşmayı bozan­ bın i n a n ç kimliği, ahde vefasızlık gibi ahlâkî

lar olduğunu da açıklamaktadır. olmayan bir davranışın mazereti olamaz.

3 Enfâl 5 8 . âyet, anlaşmaların hangi zorunlu 9 Veya: " D o k u n u l m a z l ı k ayları". Buradaki el-
eşhuru'l-hurum'dan kasıt anlaşma süresine
durumlarda bozulacağını düzenler.
denk gelen aylardır. Cahiliyyede insanın do­
4 Muhzi [hızyden], İnsan onurunun bir dış m ü ­
kunulmazlığı istisna idi. Vahiy, insan doku­
dahaleyle ya da bir iç muhasebeyle kırılışını
nulmazlığını kural hâline getirdi ve dokunula-
ifade eder. Ayrıntılı bir tahlil için ilk kullanıl­
bilirlik istisna oldu. Bu yüzden de geleneksel
dığı 44/Tâhâ: 134'e bkz. Z ı m n e n : Onur iman­
" h a r a m a y l a r " uygulaması boşa çıktı.
dandır, Allah'tan kopan onurdan da kopar.
10 Bu savaşın gerekçesi 7. âyetten de anlaşıla­
5 U m r e ile h a c c ı n arasını ayırmak için h a c
cağı gibi " a n l a ş m a y a i h a n e t " t i r , asla " Y a İs­
" b ü y ü k h a c " olarak adlandırılmıştır.
lâm, ya ö l ü m ! " seçeneğine zorlama değildir
6 Muşrikîn'in t a m a ç ı l ı m ı (Bkz: âyet 1, not 1). (Krş: 95/Enfal: 61).

7 4. âyetin içeriğine baktığımızda 2 ve 3. âyet- 11 Lafzen: "..bırakın, yollarına gitsinler".


tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merha­ tiler ve O'nun yoluna engel oldular,- on­
met kaynağıdır. lar, ne berbat şeyler yapıp duruyorlar: 10
6 Ve eğer müşriklerden biri senden sığın­ Bir mü'min için ne bağlayıcı bir yüküm­
ma hakkı isterse ona sığmak ol; bakarsın lülük, ne de anlaşma ve yakınlıktan do­
Allah'ın kelamına kulak verir. 12
Sonunda ğan bir sorumluluk gözetiyorlar. İşte böy-
onu kendini güvende hissedebileceği bir leleri, haddi aşanların ta kendisidirler.
yere bırak! Böyle davran, çünkü onlar ha­ 11 Ama eğer kendilerini düzeltir, namazı
kikati bilmeyen bir topluluktur. 13
istikametle kılar ve zekâtı gönülden gele­
7 Şirk koşan kimselerin Allah'la ve rek verirlerse, o zaman sizin dinde kardeşi­
O'nun Elçisi'yle 14
anlaşma yapmaları na­ niz olmuş olurlar. Ve Biz âyetlerimizi, on­
sıl mümkün olabilir ki! Ne var ki sizin ların (değerini) bilen bir toplum için işte bu
Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle şekilde tüm boyutlarıyla açıklıyoruz.
anlaşma yaptığınız kimseler hariç; onlar 12 Fakat, anlaşma yaptıktan sonra sözle­
size verdikleri söze sadık kaldıkları süre­ rini bozar ve inanç sisteminize hakarete
ce siz de onlara verdiğiniz söze sadık ka­ yeltenirlerse, işte o zaman küfrün öncü­
im: unutmayın ki Allah sorumlu davra­ lerine karşı savaş açın,- 17
çünkü sözü-se-
nanları sever. 15
batı olmayan bu tipler, hainliklerine bel­
8 (Düşmanlarınızın) size galip gelmeleri ki (bu sayede) bir son verirler. 13 Hâlâ
hâlinde, size karşı ne bağlayıcı bir yü­ sözlerini bozan, Elçi'yi kovuncaya kadar
kümlülük ne de anlaşmadan doğan bir çabalayan ve önce kendileri saldırmış bu­
sorumluluk üstlenmemişken, (başka) na­ lunan bir toplulukla savaşmayacak mısı­
sıl olabilirdi ki? Sözleriyle sizi hoş tut­ nız? Yoksa onları gözünüzde büyütüp
maya çalışırken, yürekleri onları yalanla­ saygınlık mı kazandırıyorsunuz? 18
Ama,
maktadır; zira onların çoğu (fıtratın gös­ eğer gerçekten imanda ısrarlıysanız,
terdiği) yoldan çıkmış kimselerdir. 16
9 unutmayın ki Allah kendisini tazim edip
Allah'ın âyetlerini az bir menfaate değiş- saygı duymanıza daha lâyıktır. 14 Onlar-

12 Z ı m n e n : Z a t e n cihadın amacı da İslâm ile gönderen m a k a m a saldırmış olur.


insan arasındaki engeli kaldırıp insanı kazan­ 15 Son c ü m l e , en şiddetli savaş şartlarında dâ­
maktır. hi " s e v g i n i n " belirleyici rolüne atıftır.
13 Bu âyet, bir önceki âyetteki " ö l d ü r m e " em­ 16 Bu âyet meşru savaşın ahlâkî ilkeler uğru­
rinin gerekçesinin dînî değil konjonktürel ve na yapılan savaş olduğunun tescilidir. Yaptığı
siyasi olduğunu göstermektedir. Tarihsel uygu­ anlaşmayı bozan müşrikler için fâsık kullanıl­
lama da bunu doğrular niteliktedir: Bu âyetleri m a s ı manidar. Bu bağlamda fâsık, müşriği de­
ilan eden Hz. Ali'ye bir müşrik Rasulullah'la ğil " h a i n " i ifade etmektedir. Vahyin inşa etti­
anlaşma süresinin dolmasından sonra Allah ke­ ği m ü m e y y i z akla m u h t e ş e m bir örnektir.
lamını dinlemek ya da bir iş görüşmesi yapmak
17 Z ı m n e n : Anlaşmaya ve Allah'a ihanet hâlin­
istediğinde öldürülüp öldürülmeyeceğini öğ­
de küfrün önderlerine savaş açmak şart olur.
renmek istemiş, Hz. Ali güvenlikte olduğunu
söyleyerek bu âyeti okumuştur (Râzî). 18 Z ı m n e n : Onlardan korkmanızın sebebi
güçlü olmalarıysa, Allah onlardan güçlüdür; o
14 "..ve O ' n u n e l ç i s i " , elçiye zeval o l m a z vur­
zaman Allah'tan korkun! [Haşyet için b k z .
gusuna sahiptir. Z ı m n e n : Ona saldıran onu
69/Yûnus: 62, not 83).
la savaşın, Allah onlara sizin ellerinizle 19 Yoksa siz, (yalmzca) hacıları suvarmayı
azap edip onları rezil eder, ve onlara kar­ ve Mescidi Haram'ı ziyaret edip tamir et­
şı size yardım edip inananların gönlüne meyi, Allah'a ve Âhiret Günü'ne iman et­
ferahlık verir 15 ve kalplerindeki öfkeyi mek ve Allah yolunda elden gelen gayreti
dindirir. Sonuçta Allah dilediğine affını
19
göstermekle eşdeğerde mi tutuyorsunuz? 24

tahsis eder zira Allah her şeyi bilendir,


; Allah'a göre bunlar birbirine eşdeğer değil­
her hükmünde üstün hikmet sahibidir. dirler. Ve Allah, değerleri yerinden etmiş
16 Yoksa siz, Allah'ın içinizden kendi bir toplumu doğruya yöneltmez.
yolunda tüm çabasını seferber edenleri; 20 îman eden ve hicret edenler, Allah yo­
Allah'tan, O'nun Elçisi'nden ve inanan­ lunda mallarıyla ve canlarıyla her türlü
lardan başkasını can yoldaşı edinmeye­ çabayı gösterenler, Allah nezdinde daha
cek kimseleri seçip ayırmadan, 20
karma yüce bir makama sahiptirler: zira işte on­
karışık bir hâlde 21
bırakılacağınızı mı lar başarının gerçek sahibidirler.
sandınız? Oysa ki Allah yaptığınız her 21 Rableri onları yüce katından bir rah­
şeyden haberdardır. metle, rıza-yı bârı ile ve kendilerini içeri­
sinde kesintisiz her tür nimetin bekledi­
17 İNKÂRLARINA yine bizzat kendileri ği cennetlerle müjdeler. 22 Onlar orada
tanıklık edip dururken, Allah'ın mescid- ebedi kalacaklar,- çünkü, katında yüce
lerini ziyaret edip o n a r m a k 22
Allah'a or­ ödül(ler) bulunan yalnızca Allah'tır.
tak koşanlara düşmez. Onlar, yaptıkları
boşa gidecek olan kimselerdir; zira onlar 23 SİZ ey iman edenler! Eğer iman yerine
ateşte yerleşip kalacaklardır. 18 Allah'ın küfrü tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve
mescidlerini ancak Allah'a ve Âhiret Gü- kardeşlerinizi sığınılacak bir can dost
nü'ne iman eden, namazı istikametle kı­ olarak görmeyin. 25
İçinizden kim onları
lan ve zekâtı içinden gelerek veren; daha­ sığınılacak bir dost olarak görürse, işte
sı Allah'tan başka hiç kimseden korkma­ onlar tam anlamıyla zalimce davranmış
yan kişiler ziyaret edip onarabilirler. Ni­ olurlar.
tekim, yalnızca böyleleri doğru yolda ol­
24 De ki: "Eğer babalarınız, 26
çocukları-
mayı umabilir. 23

19 Öfkesini dindirmek, öfkeliye yapılacak en ç ü k hacca " u m r e " adı verilmiştir.


büyük yardımdır. Zira öfkeyle kalkan sadece 23 Y a n i : İçlerindeki kalp Kabe'sini şirk ve kü­
zararla değil, aynı zamanda zulümle oturur. für darbesiyle i m h a edenler, Kabe'yi gerçek
20 Lafzen: " b i l m e d e n " . Z ı m n e n : Hayat Al­ mânada imar edemezler.
lah'ın okulu, siz de onun öğrencilerisiniz. 24 İ m a n a dayalı gerçek dindarlıkla imaja daya­
21 Velîceten'e Ebu Ubeyde şu anlamı verir: lı sahte dindarlık arasındaki derin u ç u r u m .
kullu şey'in edhaltehu fi şey'in leyse minhu 25 Kan bağına dayalı bedevi bir toplumu değer­
(senin, bir şeyin içerisine onun cinsinden ol­ ler sistemi demeye gelen din bağına dayalı me­
mayanı karıştırdığın her şeydir). Ç e v i r i m i z denî bir toplum hâline getiren temel bir ilke.
buna dayanır.
26 Lugavî açıdan aba', sadece "babaları" değil,
22 Bir mescidi ziyaret edip içinde ibadet et­ anneler, dedeler ve amcaları da kapsar. Bu neden­
mek, onu m a n e n imar e t m e k olduğu için kü- le bunlar aynca zikredilmemiştir (Krş: Râğıb).
nız, kardeşleriniz, eşleriniz, mensubu bu­ indirmiş, görmediğiniz güçlerle sizi tak­
lunduğunuz topluluk, kazandığınız mal­ viye etmiş ve inkârda direnenleri azaba
lar, kötüye gitmesinden kaygı duyduğu­ uğratmıştı: Bu ise, inkâr edenlerin ceza-
nuz ticaret ve kendisiyle huzur bulduğu­ sıydı. 30

nuz konaklar; Allah'tan, O'nun Elçi- 27 Fakat bütün bunlara rağmen, Allah
si'nden ve O'nun yolunda cihad etmek­ kendine yönelmeyi dileyenin yönelişine
ten daha sevimli geliyorsa, Allah'ın buy­ mukabele edecektir,- 31
zira Allah tarifsiz
ruğu gerçekleşinceye kadar bekleyin! 27
bir bağış, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.
Ne ki Allah, sorumsuzca davranan 28
bir
toplumu doğru yola yöneltmez. 28 SİZ ey iman edenler! Bilin ki şirki ka­
25 Doğrusu Allah, size bir çok savaş ala­ rakter hâline getiren h e r k e s 32
baştan aya­
nında yardım etmişti; özellikle de Hu- ğa p i s t i r . 33
Bu nedenle, bu yıldan sonra
neyn Günü: Hani o zaman çokluğunuz Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. 34
Eğer
sizi gururlandırmıştı, fakat hiçbir işinize ekonomik krizden endişe ediyorsanız, 35

yaramadı; 29
ve olanca genişliğine rağmen unutmayın ki gün gelir, Allah dilerse sizi
yeryüzü size dar gelmişti, sonra da geri lutfuyla bolluğa kavuşturur: Zira Allah
kaçmıştınız. 26 Daha sonra Allah, Rasu- her (çareyi) bilendir, onu hikmetle (icra)
lü'ne ve inananlara katından bir sükunet edendir.

27 Sevgide en b ü y ü k hak, En Büyük Olan'ın Allah karşısındaki duruşunu gözden geçirme­


hakkıdır (Bkz: 94/Bakara: 165). Ö l ü m s ü z sev­ si, özeleştiri yapması ve sonuçta bir b i l i n ç ye­
gi, ölümsüzün sevgisidir. n i l e m e s i anlamına gelir.
28 el-Fasikîn-, bu bağlamda ve daha bir çok 32 Muşrikûn için b k z . âyet 1 ve 3, not 1.
yerde " s o r u m l u davrananlar" a n l a m ı n a gelen 33 Şirk manevî bir pisliktir ve Mescid-i Haram
el-müttakiriin karşıtı olarak "sorumsuz dav­ gibi mübarek bir m e k â n şirkle kirletilmemeli-
r a n a n l a r " b i ç i m i n d e çevrilmiştir. dir. Şirkin pislik oluşu, aklın kullanılmama-
29 Z ı m n e n : Sayı çokluğuna güvenen, Allah'ın sıyla alâkalıdır. Bkz. " A l l a h aklını kullanma­
tek olduğunu u n u t m u ş olur. yanları pisliğe m a h k û m eder (69/Yûnus: 100).

30 M e k k e - T a i f arasındaki Huneyn vadisinde 34 Bunun anlamı, âyetin zamana dönük yüzü


yapılan savaşa atıf. D ü ş m a n Hevazin kabilele­ dikkate alındığında "putlarına ibadet amacıy­
ri ve T a i f ' i n en büyük kabilesi Beni Sakif. Ara­ la kutsal mekânları k u l l a n m a s ı n l a r " demek­
larına yeni katılanlarla birlikte 1 2 0 0 0 kişiye tir. N i t e k i m Ebu Hanife de " M e s c i d - i Haram'a
ulaşan m ü ' m i n l e r düşmanın üç katı. Düşürül­ y a k l a ş m a s ı n l a r " ibaresini " H a c c ve umreye
dükleri pusu ile bozguna uğrayan m ü ' m i n or­ g e l m e s i n l e r " şeklinde anlamıştır. Bu yasağın
dusu, Ensar ve Muhacirlerin insanüstü gayre­ kapsamı, Müşrikleri hacdan m e n ile sınırlıdır.
tiyle kaybedilen savaşı geri aldı. Bu da göster­ 35 Endişeleri, Hz. M u h a m m e d ' e tabi olmaları
di ki başarının dinamiği ne kan bağı, ne sayı­ durumunda, çevredeki Arapların M e k k e ' n i n
sal üstünlüktür; i m a n ı n gücü ve A l l a h ' ı n yar­ kutsallığını kabul e t m e k t e n vazgeçip sakinle­
dımıdır (İlâhî yardımın m a h i y e t i için bkz. rini yağmalayacakları korkusuydu. Mek­
95/Enfal: 9-12, ilgili notlar). k e ' n i n fethinden (630) sonra vahyedilen ve
31 " A l l a h ' ı n t e v b e s i " çift taraflı yönelişi ifade m ü ş r i k l e r i n Kabe'den uzak t u t u l m a s ı n ı emre­
eder: P i ş m a n olup Allah'a dönene, Allah da den âyet, ticaret ve ibadet için gelenlerden el­
m u k a b e l e eder. T e v b e , " d ö n m e k " t i r . İnsanın de edilen servete delalet eder.
29 Kendilerine (daha) önceden kitap veri­ 30 YAHUDİLER "Uzeyr Allah'ın oğlu­
len zümreden Allah'a da âhiret gününe dur" dediler,- 37
Hıristiyanlarsa "Mesih
de (gerçek anlamda) inanmayan, Allah ve Allah'ın oğludur" dediler. Bunlar, geçmiş
O'nun Elçisi'nin yasakladığını yasak say­ dönemlerin ısrarlı inkarcılarının uydur­
mayan ve hak dini tek din olarak benim­ duğu asılsız iddialara özenerek ağızların­
semeyen kimselerle, teslim olmuş bir da geveledikleri söylentilerdir; Allah
hâlde güvenlik vergisini kendi elleriyle kahretsin onları: nasıl da savruluyorlar!
verinceye kadar s a v a ş ı n . 36
31 Allah'ın peşi sıra, hahamlarını ve ra­
hiplerini -tabi ki Meryem oğlu Mesih'i

36 " C i z y e â y e t i " diye bilinen bu âyet, sığınma dece Şeytanlara t a p ı y o r s u n u z " der. Bunun
h a k k ı tanıyan 6 ve saldırı hâlinde savaşı meş­ üzerine Enbiya 101 nazil olur. İbn Hazm,
ru kılan 8. âyetle birlikte anlaşılmalıdır. Yal­ Uzeyr Allah'ın oğlu iddiasının Sadukiyye
nız burada kullanılan ve " b e d e l " anlamına ge­ adındaki Yahudi m e z h e b i n e ait olduğunu söy­
len cizye "güvenlik b e d e l i " olarak verilen bir ler (el-Fisal I, 99). Bu kanaatin nedeni,
vergidir. Bu bedeli ödeyen, güvenliğini garan­ Uzeyr'in M e s i h olduğu iddiası olsa gerektir.
tiler. Esasen cizye uygulaması, vahyin i n a n ç Ç ü n k ü Eski Ahid'de M e s i h ' t e n " A l l a h ' ı n oğ­
özgürlüğüne dair titizliğinin m u h t e ş e m bir ör­ l u " olarak söz edilir. M u h t e m e l e n Hz. İsa'nın
neğidir. Zira M ü s l ü m a n c e m a a t i n hayat tarzı­ ve İseviliğin çıkışından sonra Y a h u d i l i k t e k i
nı ve ideolojisini korumak, o c e m a a t e mensup bu i n a n ç yanlış çağrışımlar yapacağı gerekçe­
olanlara ibadet düzeyinde bir vecibedir. Gayr¬ siyle terk edilmiş olmalıdır. Uzeyr'e bu vasfın
ı M ü s l i m vatandaşların bu ibadete zorlanma­ verilmesinin bir başka nedeni de, t a m a m e n
ları haksızlık olurdu. Onlar hiçbir risk almaz­ kaybolmuş olan T e v r a t ' ı yeniden ortaya çıkar­
ken, İslâm c e m a a t i n i n bu unsurların güvenli­ masıdır. Bu yüzden onun adı "II. M u s a " d ı r . Is-
ğini sağlaması da tersinden bir haksızlıktır. İş­ râiloğullarının yabancı kadınlarla evliliklerine
te bu âyet her iki taraf için de âdil olan bu son vererek k a v m i irken saflaştırmış (Ezra,
y ö n t e m i teşri k ı l m ı ş t ı r . 9:1-15; 10:1-11), Musa'dan sonra k a v m i n i n Al­
lah ile olan m i s a k ı n ı y e n i l e m i ş ve şeriatı tesis
37 Bu ifade h a k i k a t olarak da m e c a z olarak da
etmiştir [Nehemya, 10:28-31). Eski Ahid'in
anlaşılabilir. M e c a z ise, bu Yahudilerin tama­
tam m e t n i n i tesbit için Knesset'i k u r m u ş t u r .
m ı n ı " A l l a h ' ı n oğulları ve a h b a b ı " kabul e t m e
Kaybolan Tevrat kendisine tekrar yazdırılmış-
türünden sayılmalıdır. Bu takdirde " A l l a h ' ı n
tır (II. Esdras, 14:23-26, 3 7 - 4 8 ) . Tefsirlerimizde
o ğ l u " tabiri, aşırı y ü c e l t m e c i bir y a k l a ş ı m ı ifa­
yer alan hikayesi kısaca şudur: Uzeyr Babil'de
de eder (Krş: Menâr). Uzeyr'i (İbranice Ezra,
öldüğünde Tevrat'ı bilen son kişi de ö l m ü ş t ü .
Latince Esdras, M Ö . ykl. 4. yy.) Allah'ın oğlu
Babil dönüşü Tevrat'ı bilen k i m s e y o k t u . Yüz
kabul e t m e : Eski Ahid'de b e k l e n e n M e s i h için
yıl sonra Allah ona hayat suyu içirdi ve diril­
" A l l a h ' ı n o ğ l u " ibaresi kullanılır. Bahusus,
di. Isrâiloğullarına yeniden peygamber olarak
Eski Ahid'de U z e y r ' (Ezra) i ç i n k u l l a n ı l m a z
gönderildi. Kavmine "Ben Uzeyr'im" dedi.
[Ezra, 7-10 ve Nehemya, 8-10). Enbiya: 101'in
Kavmi ona " A t a l a r ı m ı z Uzeyr'in Babil'de öl­
sebeb-i nüzûlüyle ilgili bir rivayette Kureyşli
düğünü söyledi; eğer sen U z e y r isen T e v r a t ' ı
şair Abdullah b. Ziba'ra e s - S e h m i ' n i n " A l ­
yazdır" dediler. Onlara T e v r a t ' ı yazdırdı. Son­
lah'tan başka tapınılan t ü m tanrılar cehenne­
ra bir adam ortaya çıkıp asıl T e v r a t ' ı n yerini
me girecek öyle mi? Biz meleklere, Yahudiler
onlara bildirdi. Bulup karşılaştırdılar. Birbiri­
Uzeyr'e, Hıristiyanlar da İsa b. M e r y e m ' e tapı­
nin aynı olduğunu görünce, " U z e y r Allah'ın
yorlar. (Bunlar da mı c e h e n n e m e g i r e c e k ? ) "
oğlu olsa g e r e k t i r " dediler (Beğavî).
itirazı üzerine, Hz. Peygamber: "Hayır, siz sa-
de- rabler edindiler. 38
Oysa ki, tek bir mallarını, (ürettikleri) bâtıl inanç karşılı­
ilâhtan başkasına asla kulluk etmemekle ğı 4 2
boğazlarına geçiriyorlar,- böylece (on­
emr olunmuşlardı,- (O ki), O'ndan başka ları) Allah'ın yolundan çeviriyorlar. Hem
ilâh yok; ve O onların putlaştırdıkları 39
altın ve gümüş toplayarak servet yapıp,
her şeyden beri ve yücedir. hem de onu Allah yolunda sarf etmeye

32 Onlar Allah'ın (hidayet) nurunu üfü- yanaşmayan kimseler var ya: işte onları

rükleriyle 40
söndürmek istiyorlar,- Allah can yakıcı bir azap ile müjdele. 35 O ser­

ise, nurunu tamamlamak dışındaki bir vetin cehennem ateşinde kızartılıp onla­

seçeneğe asla izin vermeyecektir; tabi ki rın alınlarının, yanlarının ve sırtlarının

inkâr edenler istemese de... dağlanacağı gün onlara: "İşte sırf kendi­
niz için yığdığınız servetiniz! Haydi, şim­
33 O'dur dinin tümünü kendisine bildir­
di görün bakalım yığdığınız servetin gü­
mek i ç i n 41
Elçisi'ni doğru yol bilgisiyle
n ü n ü ! " (denilecek).
ve hak din ile gönderen; tabi ki şirke gö­
mülüp gidenler hoşlanmasa da...
36 BiLİN Kİ Allah'a göre ayların sayısı,
34 Siz ey iman edenler! Bilin ki haham­
gökleri ve yeri yarattığı gün Allah'ın koy-
lardan ve rahiplerden bir çoğu insanların

38 Birini Allah dışında rab edinmek, onu put insanlık tarihiyle yaşıt vahyin t ü m doğrularını
yapıp t a p ı n m a k değildir. Hıristiyanların İsa şemsiyesi altına alıp bâtıl inanç sistemlerini
M e s i h ' i rab edinmelerinin ne anlama geldiğini posalarıyla başbaşa bırakmıştır. Z ı m n e n : Nef­
şu haber güzel açıklar: Adiy b. H a t e m Hz. Pey­ ret ve hasetlik sahibi müşrikler ve kitap ehli
gamber'in bu âyeti okuduğunu duyunca " A m a çatlasa da patlasa da Allah dinini i k m a l n i m e ­
biz ona tapmıyorduk k i ! " diye itiraz eder. Hz. tini i t m a m edecektir (108/Mâide: 3).
peygamber şu cevabı verir: " S i z onların haram
42 Bu ifadeyi, istismarcı Yahudi ve Hıristiyan
kıldığını haram, helâl kıldığını da helâl bilmi­
din adamlarının Kutsal Kitab'ın üzerine ört­
yor muydunuz? İşte bu onları rab e d i n m e k t i r "
tükleri hurafeleri gelir getiren bir sektöre çevi­
(İbn Kesir ve Taberî).
rerek adamına göre fetva servisi yaptıklarını
39 Burada ifade edilen şirkin karakteri, diğer­ ve bu a m a ç l a tahrif ettikleri mukaddes m e t i n ­
lerinden daha farklı olarak insanın insanı put- lerin yerine kendi " y o r u m l a r ı n ı " Allah'a isnat
laştırmasıdır. ederek pazarladıklarını bildiren âyetlerle bir­
l i k t e a n l a m a k gerekir (Bkz: 94/Bakara: 4 1 , 7 9 ;
40 Lafzen: "ağızlarıyla" (Krş: 99/Saf: 8). M e c a ­
98/Âl-i İmran: 187; 108/Mâide: 4 4 ) . Râzî de bu
zen "asılsız söz, kuru sıkı a t ı ş " a n l a m ı n ı da
ibareyi böyle açıklamıştır. Söz k o n u s u sektör,
içerisinde taşıyan, " ü f ü r ü k " karşılığını, bi-ef-
varlığını sürdürebilmek için dinin kaynağına
vahihim ibaresinin m e c a z i çağrışımlarını da
doğrudan ulaşmaya engel oluyordu. Aç gözlü
çeviriye kazandırmak için tercih ettik. Bir ön­
din adamlarının önce vahyi hurafeyle, sonra
ceki âyet bu üfürmelerin putlaştırmayla ilgili
hurafeyi bedelle takas ettikleri istismar süre­
olduğunu örnekleriyle vermektedir.
cini ele veren anahtar olan bi'l-bâtıl ifadesini
41 Zahara 'alâ " y e n d i " , azhara 'ala "birine bir
" h a k s ı z y e r e " şeklinde karşılamak, işte bu ne­
şeyi bildirerek duruma el k o y d u " anlamında­
denle yetersiz kalmaktadır. İbarenin başında­
dır (Krş: 113/Tahrîm: 3). Âyette dîn çoğul gel­
ki bâ harfinin " b e d e l " anlamına vurgu yapma­
memiştir. Yuzhirahû'daki zamir dine değil Ra-
dan verilecek her karşılığın, maksadın anlaşıl­
sul'e gitse gerektir. İslâm'ın t ü m zamanlarda­
m a s ı için yeterli olmayacağı açıktır.
ki tezahürü âyetin kapsamına girer. Son vahiy,
976 114/TEVBE SÛRESİ Nüzul: 114 Mushaf: 9

duğu yasa gereğince on ikidir. 43


Onlardan Allah'ın yasakladığını meşru görüyorlar.
dördü haram aydır; Allah'ın koyduğu Kötü fiilleri onlara pek cazip göründü;
kozmik nizama uygun değerlendirme bu­ kaldı ki Allah inkâra gömülmüş bir top­
dur. 44
O hâlde, bu konuda kendinize kö­ lumu doğru yola yöneltmez.
tülük etmeyin! Tabii k i 4 5
onların sizinle
topyekûn savaştığı gibi siz de onlarla top- 38 SİZ ey iman edenler! Size ne oluyor da
yekûn savaşın: ama iyi bilin ki Allah so­ "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiğin­
rumlu davrananlarla birliktedir. de yere çakılıp kalıyorsunuz? 47
Öte dün­
yadan vazgeçip bu dünya hayatıyla mı
37 Aylara yapılan ilave, olsa olsa küfre
tatmin o l d u n u z ? 48
A m a unutmayın ki,
yapılmış bir ilavedir: 46
İnkârda direnenle­
bu dünya hayatının sefası öte dünyaya
rin çarpıtma yöntemidir bu Allah'ın ha­ ;

kıyasla 49
pek değersizdir.
ram kıldığı ay sayısına denk getirmek
amacıyla bu uygulamayı bir yıl serbest 39 Eğer savaşa çıkmazsanız, size acı bir
bir yıl yasak sayıyorlar ve işte bu şekilde azap çektirir ve sizin yerinize başka bir

43 İlâhî bir tevafuktur ki, Kur'an'da " a y " anla­ marnlayarak yılın t ü m günlerine isabet eden ay
m ı n a gelen şehr tekil olarak 12 kez, " g ü n " an­ takvimini savaş, e k o n o m i vb. gibi kaygılarla en
l a m ı n a gelen yevm tekil olarak 3 6 5 kez geçer. uygun mevsimde dondurmak isteyen M e k k e
Kur'an'daki rakamsal tevafuk bunlarla sınırlı toplumunun bu iş için bulduğu bir 'kılıf geçir­
değildir. M e s e l a : erkek-kadın 2 4 ' e r kez, dünya m e ' yöntemi. Âyetin ilk cümlesinde, anlamı
hayati ile âhiret hayatı karşıtları 115'er kez, "ilave e t m e k " olan nesi sözcüğüyle, ona kina­
m e l e k ile şeytan karşıtları 88'er kez, hayat ve yeli bir atıf olan ve yine " i l a v e " anlamına gelen
ölüm karşıtları 145'er kez, sadaka v e r m e k ve ziyade sözcüğü arasındaki harika korelasyon
hoşnut/tatmin k a l m a k 73'er kez, sihir ve fitne hayli dikkat çekicidir. M ü ş r i k aklın zamana
60'ar kez, zekât ve bereket 3 2 ' ş e r kez zi­ sentetik müdahalesi t e k değildi. Aynı şeyi zı-
hin/akıl ve nur (ışık) 4 9 ' a r kez dil ve h u t b e har adı verilen eşini anne yerine k o y m a ve te-
25'er kez, istek/dilek ve k o r k u 8'er kez, zor­ bennî uygulamasıyla bir kişinin gerçek anne-
luk/engel ve sabır 114'er kez, M u h a m m e d ve babasmın yerini a l m a konusunda da yapıyordu.
Şeriat 4'er kez geçer. Vahiy bütün bu sentetik uygulamaları reddetti

44 Bu bağlamda ed-dîn, "yasalarını Allah'ın (Krş:105/ Ahzab: 4 ve 105/Mücâdile: 2).


belirlediği k o z m i k s i s t e m " vurgusu taşır. Esa­ 47 Bu T e b ü k seferidir. Hicrî 9. yılın Recebi,
sen İslâm, en geniş anlamıyla Allah'ın kâinatı yılın en sıcak ayına denk gelmişti. Hz. Pey­
yönettiği s i s t e m i n adıdır. Bu âyetin bir üstte­ gamber'in düşmanı Ebu A m i r ' i n kışkırttığı Bi­
ki âyetle bağlantısı açıktır: Ahlâkî amaçları zans uyruğu uç beyliklerinin saldırıya hazır­
çiğneyerek servet yığanların gözlerini o kadar landıkları haberi üzerine, İslâm ordusu Medi-
hırs b ü r ü m ü ş t ü r ki, bu çarkı döndürmek için n e - Ş a m arasında b u l u n a n T e b ü k ' e kadar iler­
nesî adı altında feleğin çarkına ç o m a k s o k m a ­ ledi. Pasaj, bu sefere katılmada gönülsüz dav­
yı bile göze almaktadırlar (37. âyetin notuna rananlarla alâkalıdır.
bkz). 48 Kişinin değeri t a t m i n olduğu şeyle ölçülür.
45 Ve bağlacına bu bağlamda verilebilecek en M ü ' m i n , Allah ve c e n n e t t e n aşağısıyla t a t m i n
isabetli karşılık. olmayandır.
46 Nesî, "eklemek, ilave e t m e k " anlamına. 49 Fî harfinin m u k a y e s e işlevine dayanarak
Güneş yılının aksine, 33 yılda bir çevrimini ta- [İtkân II, 2 1 2 ) .
Nüzul: 114 Mushaf: 9 t 1 ^ ^ , t , 114/TEVBE SÛRESİ 977

toplum getirir de (yokluğunuzla) O'na 41 Kolay da gelse zor da g e l s e 53


savaşa çı­
hiçbir zarar açmış olmazsınız: Zira Allah kın ve Allah yolunda mallarınızla, canla­
her şeye kadirdir. 50
rınızla olanca gücünüzü sarf edin: eğer

40 Eğer ona destek vermezseniz, unutma­ fark ederseniz, bu sizin için daha yararlı­

yın ki ona Allah yardım edecektir: inkâr­ dır. 54

da direnenler onu sürüp çıkardıkları za­ 42 Eğer yakın bir menfaat ve kolay bir se­
man (Muhammed sadece) iki kişiden bi­ fer olsaydı, senin ardına tereddütsüz takı­
riydi. Hani o ikisi mağaradayken, o arka­ lırlardı. 55
Fakat bu zorlu yolculuk onlara
daşına "Tasalanma, Allah bizimle bera­ pek uzun geldi. Üstelik, "Eğer gücümüz
berdir!" demişti de, bunun üzerine Allah olsaydı kesin sizinle çıkardık" diye Allah
ona katından bir s ü k u n e t 51
indirmiş ve adına yemin ederek kişiliklerini mahve­
onu sizin göremediğiniz güçlerle takviye decekler: Oysa ki, Allah onların yalancı
etmişti: böylece inkârda ısrar edenlerin olduğunu çok iyi biliyor.
dâvasını alçaktı, Allah'ın dâvâsıysa en 43 Allah seni affetsin; 56
daha kimin doğ­
yüce olma konumunu korudu; çünkü Al­ ru söylediği sana aydınlanmadan ve ya­
lah'tı her işinde mükemmel olan, her lancıları iyice öğrenmeden niçin onlara
hükmünde üstün hikmetler b u l u n a n . 52
(savaşa katılma) izni v e r d i n ? 57

50 Z ı m n e n : Siz Allah için vazgeçilmez değil­ şefkat uyarısı, anlaşılabilir nedenlere dayalı
siniz, aksine Allah sizin için vazgeçilmezdir. bir t a k t i k hatayı dile getirir. Bu hatanın arka

51 Seiciner'in k ö k e n i olan sükun, " b i r şeyin planında asla ahlâkî bir zaaf yer almaz. Belki

harekete geçtikten sonra eski hâlini alarak sa­ Hz. Peygamber'in davranış ve kararlarının

k i n l e ş m e s i " a n l a m ı n a gelir (Râğıb). Kelime­ tahlile açık oluşuna bir işarettir.

n i n y a k l a ş ı k bir telaffuzla îbranîce'de de kul­ 57 Bu ve müteakip âyetlerde münafıkların is­


lanılıyor olmas ı [sehina] Sami kökenden geldi­ tediği " i z n i n " m a h i y e t i nedir? Savaşa katıl­
ğinin göstergesidir. Kur'an'da aynı formda m a k için m i , k a t ı l m a m a k için m i izin isten­
kullanıldığı altı yerde de " i ç huzuru, sükunet, mektedir? Çoğunluk, savaşa k a t ı l m a m a k i ç i n
gönül ferahlığı" a n l a m ı n a gelir (Krş: 110/Fe- izin istendiği görüşündedir. Fakat dakik bir
tih: 4, not 6). o k u m a , burada istenen iznin "savaşa katıl­
m a k i ç i n " istenen izin olduğu sonucunu ver­
52 Z ı m n e n : Esasen Allah'ın dâvasını k i m s e
mektedir. Şöyle ki:
y ü c e l t m e z , o zaten yücedir,- ancak insan onun­
la kendini yüceltir. 1) Sefere k a t ı l m a m a k için izin i s t e m e k ikiyüz­
lülerin tarzı değildir. Bu şekilde kendilerini
53 Lafzen: "hafif-ağır" mânasına gelen hifâf-
açık e t m i ş olacaklardır.
sikâl''in bu bağlamdaki en uygun karşılığı.
2) Sefere k a t ı l m a m a k için -gerçek ya da sahte-
54 Zira: hayatınıza karşılık gelebilecek b ü y ü k mazeret belirtip izin isteyenlerin kınanmadı­
ödülü size yalnızca Allah verebilir. ğının delili 9 0 . âyettir. Bir münafık için de
55 T e b ü k , piyade yürüyüşüyle 14 günlük yol­ m a z e r e t t e n bol bir şey yoktur. Kınanan sefer­
du. Z ı m n e n : Bedel ödedikleri kapının büyük­ den k a y t a r m a k için izin almak değil, katıl­
lüğünü bilselerdi, ödedikleri bedelin k ü ç ü k l ü ­ m a k t a n nefret ettiği hâlde t a m tersi gibi dav­
ğünü anlarlardı. ranıp " B i z i m de k a t ı l m a m ı z gerekir m i ? " diye,

56 " B e n de sizin gibi ö l ü m l ü bir i n s a n ı m " teamüllerin aksine k a t ı l ı m izni isteyerek iki­

(62/Kehf: 110) itirafının yaşanmış karşılığı. Bu yüzlülük yapmaktır.


44 Allah'a ve Âhiret Günü'ne (yürekten) ranlarla birlikte siz de o t u r u n ! " 61
denildi.
güvenip inanan kimseler mallarıyla ve 47 Eğer sizinle birlikte sefere çıkmış olsa­
canlarıyla zaten cihat etmeleri hasebiyle, lardı, sorun ç ı k a r m a k t a n 62
başka size bir
senden cihada çıkmak için izin isteme ge­ katkıları olmayacaktı. Zira içinizden
reği duymazlar. 58
Allah sorumlu davranış­ kendilerini can kulağıyla dinleyecek
ta sebat edenleri çok iyi bilir. 45 Yalnızca olanları görüp aranıza daha fazla fitne
Allah'a ve Âhiret Günü'ne (yürekten) gü­ sokmak amacıyla saflarınıza daha bir so­
venip inanmayan kimseler senden (ciha­ kulacaklardı: ama Allah o zalimleri çok
da) katılma izni isterler,- zira onların kalp­ iyi bilmektedir.
leri kuşkuya teslim olmuştur, bu yüzden
48 Zaten onlar daha önce d e 6 3
fitne çıkar­
(katılsak mı, katılmasak mı diye) derin te­
maya çalışmışlar ve sana karşı epey işler
reddütler içerisinde bocalayıp dururlar. 59

çevirmişlerdi; ta ki hak tecelli edinceye


46 Hem, eğer (gerçekten) sefere çıkmak
ve Allah'ın yasası onların hoşuna gitme­
isteselerdi elbet bir hazırlığa girişirlerdi;
yecek bir biçimde gerçekleşinceye dek.
fakat Allah onların kalkış b i ç i m l e r i m 60

49 Onlardan kimileri de "izin ver bana,


beğenmedi, bu yüzden de onları alıkoydu.
beni günaha s o k m a ! " 6 4
der. Şu işe bakın
Adeta onlara, "(Sefere ehil olmayıp) otu-

3) Bu ikiyüzlülüktür, ç ü n k ü T e b ü k seferi için gen, aktif değil pasif ruh hâllerine dikkat çe­
ilan yapılmıştır. M ü ' m i n olana düşen bu çağrı­ kilmektedir.
ya tereddütsüz icabettir. T ı p k ı Z e m a h ş e r î ' n i n 61 A y a k t a k i n e " O t u r ! " derken iclis, yatana
dediği gibi: "Savaşa k a t ı l m a k için izin i s t e m e k "Otur!" derken uk'ud f o r m u kullanılmasın­
m ü ' m i n l e r i n âdetinden değildi. M u h a c i r ve dan yola çıkarak [Fıkhu'l-Luğa). Evde oturup
Ensarm samimileri 'Nebi'den asla izin isteme­ sosyal savunmaya katılmayanların safına lâ­
yiz ve sözümüz sözdür,- biz mallarımız ve can­ y ı k görülen bu sorumsuz insanların zaten
larımızla onunla birlikte cihada katılacağız' di­ 'ayağa kalkmadıkları', dolayısıyla onların otu­
yorlardı" [Keşşaf-, ayrıca krş. 11 O/Fetih: 15). Bu ruşunun ayağa k a l k m ı ş birinin oturuşu olma­
sonucu esas alırsak, 8 6 . âyette izin istediğin­ dığı anlaşılacaktır.
den söz edilenleri daha farklı bir kategori ola­
62 Habâlen: N e d e n i ne olursa olsun " h e r tür
rak değerlendirmek gerekecektir.
o l u m s u z sonuç, zarar ve ziyan, sorumsuzluk
5 8 Bir ü s t t e k i âyetin n o t u n a b k z . B u âyetler, ya da sorun hâline g e l m e k " . G e ç t i ğ i her yerde
8 3 . âyet ışığında anlaşılmalıdır: "..onlar sen­ o l u m s u z anlamda kullanılan bu sözcüğe, ilk
den savaşa ç ı k m a izni isterlerse, de ki: " B u n ­ k u ş a k müfessirler tarafından bu âyet bağla­
dan böyle b e n i m l e k e s i n l i k l e sefere ç ı k m a y a ­ m ı n d a ç o k farklı anlamlar y ü k l e n m i ş t i r (Ta-
caksınız.." berî ve Râzî). Biz, sözcüğün genel k u l l a n ı m ı n a
59 i m a n ı n ahlâkî karşılığı güvendir. Z ı m n e n : uygun olarak t ü m olumsuzlukları içeren bu
Ne kadar güveniyorsanız, o kadar inanıyorsu­ genel karşılığı tercih e t t i k .
nuz.
6 3 Y a n i : T e b ü k ' t e n önce, U h u d ' d a . . .
60 înbe'ase fiili, yalnızca somut eylemlerde 6 4 Veya: " b e n i fitneye d ü ş ü r m e " . Ç o k anlam­
kullanılır. M u t a v a a t babının özelliği gereği, lılığın en çarpıcı örneklerinden biri olan fitne
öznesini üzerine uygulanan e y l e m i n nesnesi (kök a n l a m ı için bkz. 94/Bakara: 1 0 2 , 1 9 1 , not
hâline getirir (Krş: 28/Şems: 12). Burada ciha­ 3 6 8 ) Kur'an'da türevleriyle birlikte 60 yerde
da k a t ı l m a k i s t e m e y e n l e r i n e t k e n değil edil- kullanılır ve deneme, sınav, mazeret, musi-
ki, baştan ayağa günaha gömüldüler: Üs­ hâline geldiniz."
telik, nankörlükte ısrar edenler bir de ce­ 54 Onların hayır için harcadıklarının ka­
hennem tarafından kuşatılacaktır. bulüne tek engel, Allah'a ve O'nun Elçi-
50 Eğer sana bir iyilik dokunsa onların si'ne ısrarla nankörlük etmeleridir,- onlar
canı sıkılır. Ama başına bir kötülük gel­ namaza hep üşene üşene katılırlar ve on­
se,- "İyi ki biz daha önceden önlemlerimi­ lar her daim gönülsüzce hayır yaparlar.
zi almıştık" derler ve şen şakrak dönüp 55 Artık onların, (sınamak için verdiği­
giderler. miz) mallarının ve çocuklarının (çoklu­
51 De ki: "Başımıza, Allah'ın bizim için ğuna) şaşırma,- 67
Allah bütün bunlar ne­
yazdığından başka bir şey gelmez; O'dur deniyle onlara dünyada belâ vermek ve
bizim tek sahibimiz; şu hâlde inananlar canlarını kendileri inkâra saplanmışken
yalnızca O'na güvensinler!" 65
almak istiyor. 68

52 De ki: "Bizim için iki güzellikten biri 56 Ve onlar, kendilerinin sizden olduğu­
değil de, ille de (kötülük) beklentisi için­ na dair Allah adına yemin ederler; oysa ki
de misiniz? Bizim size ilişkin beklenti- onlar sizden değildirler,- ve fakat onlar,
mizse -O'nun katından ya da bizim eli­ korkuya teslim olmuş bir güruhturlar. 69

mizle- Allah'ın gazabına uğramanızdır. 57 Eğer bir sığmak, bir mağara ya da bir
Artık bekleyin,- bilin ki biz de sizinle bir­ korunak bulabilselerdi, sürü içgüdüsüyle
likte bekliyoruz!" panik hâlinde oraya seğirtirlerdi. 70

53 De ki: "İster gönüllü infak edin ister 58 Onlar arasında, sadaka ve zekâtların
gönülsüz; sizden asla kabul edilmeyecek­ (dağıtımı) konusunda sana dil uzatanlar
tir: 66
çünkü siz, hepten sapık bir güruh var: eğer kendilerine ondan bir pay verir-

bet, skandal, cinnet, anarşi ve kargaşa, kışkırt­ lemi, bu âyetlerin inişinden çok uzun z a m a n
ma, ayartma, terör, i ş k e n c e ve baskı, iç savaş, önce halledilmişti (Msl. 44/Tâhâ: 131;
savaş, öldürme, günah, saptırma, nifak, küfür, 72/Hicr: 88). Bu âyette geçen fela tu'cibke iba­
şirk gibi anlamlarda kullanılır. Bu anlamlar resini " s a k ı n seni i m r e n d i r m e s i n " şeklinde
tasnife tabi tutulacak olursa, kavramın birey­ çevirmek, işte bu yüzden tarihi verilere uygun
sel ve toplumsal, maddî ve manevî, ahlâkî ve düşmemektedir. Burada sözü edilen " i m r e n ­
akidevî t ü m alanlarda kullanıldığı görülür. Bu m e " değil, bunca isyan ve tuğyanlarına rağ­
bağlamda ü t n e ' n i n en m a k u l karşılığı "gü­ m e n onlara verilen n i m e t l e r i n bolluğu karşı­
n a h " olsa gerektir. sında düşülen " ş a ş k ı n l ı k hâli "dır.

65 Bu ve bir önceki âyet, m ü ' m i n ve münafığın 68 Servet ve i m k a n iyinin elinde imkandır,-


birbirine zıt hayat tasavvurlarını ele veriyor. k ö t ü n ü n elindeyse kaybedilmiş bir i m t i h a n ­

66 İnfak-nifak karşıtlığı işleniyor ve gönülsüz dır.

verildiği bir sonraki âyette dile getiriliyor. 69 Bu âyet, nifakın ta temelinde korkuya kul­
Z ı m n e n : Allah için v e r m e k gerçekte a l m a k t ı r . luğun yattığını gösterir.
B u n u b i l m e d i k t e n sonra verseniz ne olacak? 70 Y ı l k ı atlarının ürkerek panik hâlinde kaçış­
(Krş: 94/Bakara 2 7 2 ve âyetin notları). larını ifade eden yecmahûn fiilinin açılımı.
67 Vahyin Hz. Peygamber'in tasavvur ve şah­ Allah'a teksif edilen k o r k u insanın tedbirini,
siyetini inşa sürecinde, inkarcıların ve ikiyüz­ Allah'tan başkasına teksif edilen k o r k u zille­
lülerin m a l ve evlat çokluğuna i m r e n m e prob- tini artırır.
sen seslerini keserler, yok eğer kendileri­ elinden alınanlar ve borç yükü altında
ne ondan bir pay vermezsen, o zaman da ezilenler için, Allah yolunda gösterilen
öfkelerini kusarlar. 59 Ah keşke onlar Al­ her türlü faaliyet ve yolda kalmışlar
lah'ın ve O'nun Elçisi'nin kendilerine için 73
verilir: bu Allah'ın koyduğu bir ku­
verdikleriyle yetinselerdi; ve "Allah bize raldır. Ve Allah her şeyi bilir, her hük­
yeter,- gün gelir de Allah lutfundan bize münde t a m isabet sahibidir.
(bir pay) verirse, O'nun Elçisi de (bize
takdim eder),- 71
elbet biz ta gönülden Al­ 61 YİNE o (ikiyüzlüler) arasında, "O (her

lah'a yönelmişiz" deselerdi. sözü dinleyen) som bir ' k u l a k ' t ı r " 74
diye­

60 Z e k â t l a r 72
yalnızca yoksullara ve düş­ rek Peygamber'i rencide eden kimseler

künlere, bu işi yapan görevlilere ve kalp­ var. De ki: (Öyle ama), sizin için hayırlı
bir 'kulak'tır: Allah'a iman eder,
leri kazanılacak kimselere, özgürlükleri
mü'minlere ise güvenir; 75
üstelik içiniz-

71 Kur'an veciz bir hitaptır. K i m i z a m a n c ü m ­ (Taberî). Oysa ki, ne âyetin iç ve dış bağlamı
lenin sonu getirilmeyerek sözün akışına bıra­ ve ne de Kur'an b u n u doğrular. Rasulullaha
kılır. Parantez içi ilavemiz, sözgeliminin [fah- kalbi hastalıklı olanların yönelttiği " k u l a k "
va'l-hıtâb) zorunlu kıldığı bir ilavedir. ithamı, onun kendisine konuşan herkesi sa­
72 Lafzen: " s a d a k a l a r " . Bu sınıflardan ilk dör­ bırla " d i n l e m e k " gibi öteden beri iyi bilinen
dünde lâm son dördünde iî kullanılmıştır. insani m e z i y e t i n e yöneliktir. Sözü olan herke­
Lâm harf-i cerrinde m ü l k i y e t vurgusu vardır. sin sözünü d i n l e m e k Kur'an'ın övdüğü bir
İlk dört gurubu oluşturan fukara, mesâkîn, davranıştır (77/Zümer: 18). Doğaldır ki, kişi­
'amiline aleyhâ ve müellefe-i kulûb kendileri­ n i n k o n u ş a n ı n sözüne k u l a k k e s i l m e s i bir er­
ne sarf edilen zekât üzerinde m ü l k i y e t sahibi dem, dinlediği her şeye i n a n m a s ı bir zaaftır
olurlar. Y a n i zekât doğrudan kendilerine veri­ (77/Zümer: 18). Â y e t i n devamı, Hz. Peygam­
lir. Fakat iî harf-i cerri ile gelen son dört mad­ b e r i n bu davranışını reddetmek yerine bunun
de böyle değildir. M e s e l a köle için verilen ze­ inanan insana olan 'güvenden' kaynaklanan
kât efendisinin m ü l k i y e t i n e , borçlu için veri­ bir m e z i y e t olduğunu tasdik etmektedir. Al­
len zekât alacaklısının m ü l k i y e t i n e , " y o l oğ­ ternatif bir a ç ı k l a m a da şu olabilir: Bu itham,
l u " i ç i n verilen zekât, yola terk edilmiş kü­ vahyin kaynağı hakkında ikiyüzlülerin gizli
çükler için anlaşıldığında onların b a k ı m ı n ı inkârını yansıtmaktadır. Rasulullah'ı, kulağı­
ü s t l e n e c e k özel ve tüzel kişiliklerin m ü l k i y e ­ na fısıldanan asılsız sözleri " v a h i y " diye din­
tine geçer. Bu " A l l a h y o l u " için verilen zekât­ l e m e k l e i t h a m e t m i ş olmaktadırlar ki, bu pek
larda daha da belirgindir. Lam ile fi farkı "fala­ alçakçadır. 6 5 . âyette onların alay ettikleri
na v e r m e k " ile "falanca için v e r m e k " arasın­ arasında " A l l a h ' ı n â y e t l e r i " n i n de sayılması,
daki farktır. Bu, sonuncuların daha m ü s t e h a k bu y o r u m u n teyidi olarak görülebilir.
olduklarına delalet eder. Bu fark çeviriye yan­ 75 Yu'minu: Aynı âyette h e m akidevi anlamı
sıtılmıştır. olan " i n a n ı r " anlamına, h e m de ahlâkî a n l a m ı
olan " g ü v e n i r " a n l a m ı n a kullanılmıştır. Her
73 îbnu's-sebîl, lafzen " y o l o ğ l u " . Bu ifade sa­
ne kadar birincisi be i k i n c i s i lam ile gelmişse
dece yolcuları değil, yola terk edilmiş bebek
ve sokak çocukları gibi t ü m " m e k a n s ı z l a r ı " de, dil açısından âmene fiilinin t ü m k u l l a n ı m ­

kapsar. larında her iki a n l a m da vardır. Şu hâlde,


yu'minu billahi ve yu'minu li'l-mü'minin iba­
74 Klasik tefsir, " k u l a k " i t h a m ı n ı " k e n d i s i n e
resinin t a m a ç ı l ı m ı şöyle olur: "Peygamber
her söylenene i n a n ı r " şeklinde y o r u m l a m ı ş t ı r
den imanda sebat edenler için bir rah­ lerinde olanı sana haber veren bir sûre in­
mettir. Allah'ın Elçisi'ni rencide edenlere mesinden endişe ediyorlar. De ki: "Alay
gelince: onları pek acı bir azap beklemek­ edin bakalım! Nasıl olsa Allah korktuğu­
tedir. nuzu başınıza g e t i r e c e k t i r . " 79

65 Dönüp kendilerine sorsan, elbet şöyle


62 Onlar, sizi hoşnut etmek için size Al­ diyecekler: "Kendimizi lafa kaptırmıştık,
lah adına yeminler ederler. Oysa ki daha eğleniyorduk, hepsi b u ! "
öncelikli bir görevleri var: Allah'ı hoşnut
De ki: "Allah'la, O'nun âyetleriyle ve
etmek, O'nun Elçisi'ni d e . . . 7 6
Tabi ki yü­
O'nun Elçisi'yle mi eğlenip duruyordu­
rekten inanmışlarsa eğer!
nuz? 66 Bahane üretmeyin! Doğrusu siz,
63 Yoksa onlar şunu bilmiyorlar mı: kim
inandığınızı (açıkladıktan) sonra da küfre
Allah'a ve O'nun Elçisi'ne meydan okur­
saptınız. 80
Bir kısmınızı bu suçtan dolayı
sa, 7 7
işte o içinde daimi kalmak üzere ce­
affetsek bile, bir kısmınızı suçu savun­
hennem ateşine atılır,- en dehşet onursuz­
malarından dolayı 81
cezalandıracağız."
luk 7 8
da budur.
67 İkiyüzlü erkekler ve ikiyüzlü kadın­
64 İkiyüzlüler kendileri hakkında, kalp- lar; hepsi birbirine benzerler: 82
Kötü ve

Allah'a i m a n edip güvenir; dolayısıyla Allah'a 78 Hızy için, m u h t e m e l e n nüzul sürecinde ilk
ve kendisine i m a n edip güvenenlere de inanıp geçtiği 44/Tâhâ: 134'ün ilgili notuna bkz.
güvenir". 79 İkiyüzlülerin kendileri hakkında sûre indi­
76 Bu cümlede, Kur'an vahyinin " t e v h i d " aki­ rilmesinden korkmaları, bizce vahyin kayna­
desi üzerine nasıl titrediği a ç ı k ç a görülmekte­ ğına inandıkları anlamını taşımamaktadır.
dir. Vallahu ve rasuluhu ehakku en-yurdûhu B u n u " a l a y a m a c ı y l a " söyledikleri ifade edil­
ibaresi, tıpkı Allah için kullanılan " o - b e n - b i z " mektedir. O hâlde, ikiyüzlüler b u n u " b i z i m
zamirlerinde olduğu gibi, dil mantığını altüst a l e y h i m i z e de bir şeyler düzüp-koşarsa" anla­
etmiştir. Allah ve Elçisi'ne raci olan yurdu- m ı n a söylemiş olmalılar. 6 1 . âyetin atıfların­

nu'da, huma (ikisi) değil de hu (o) zamirinin dan biri de ikiyüzlülerin vahyin kaynağına

k u l l a n ı l m ı ş olması manidardır. M e t n i n hassa­ ilişkin bu inkârlarıdır. Onlar, ilâhî k e l a m ı n

siyetini ve vurgusunu çeviriye y a n s ı t m a çaba­ kendileri için ne diyeceğinden değil, deşifre


e d i l m e k t e n endişe ediyorlardı.
mız, bu c ü m l e n i n a n l a m ı n ı böyle bir formla
taşımaya bizi m e c b u r bıraktı. Fakat b ü t ü n 80 4 2 . âyetten beri kendilerinden söz edilen
gayretimize rağmen b u n u t a m başardığımız ikiyüzlülerin i m a n l a inkâr, -ahlâkî karşılıkla­
söylenemez. Kur'an'ın bu hassasiyetinin, ken­ rıyla- güvenle n a n k ö r l ü k arasında gidip geliş­
disine yönelik sıradan hitaplarda da dikkate lerine bir atıf.
a l ı n m a s ı n ı öğütleyen Hz. Peygamber, Allah'la 81 Mücrimin'. Sıradan bir " s u ç l u " değil, " s u ç u
kendisini tesniye zamiri [humâj içerisinde bir­ içselleştiren, suçu k i m l i ğ i n i n bir parçası hâli­
l i k t e kullanan birini, yanlış bir çağrışıma ne­ ne getirip s a v u n a n " anlamına.
den olur kaygısıyla " S e n ne k ö t ü h a t i p s i n ! " di­ 82 Burada ba'duhum min ba'd olarak gelen
ye uyarmıştı. Burada ifade edilen, Allah'ı razı ibare, söz k o n u s u m ü ' m i n l e r (71. âyet) ya da
e t m e n i n nihai a m a ç olduğu, bu nihai a m a c ı n kâfirler (95/Enfal: 73) olduğunda ba'duhum ev-
O ' n u n Elçisi atlanarak gerçekleşmeyeceği ger­ liyau ba'd kalıbıyla gelir. Ç ü n k ü münafıklar
çeğidir (Krş: 43/Meryem: 65 ve 95/Enfal: 24). örgütlü ve kendilerine özgü bir i n a n ç sistemi
77 Krş. 105/Mücâdile: 5. ve k i m l i ğ i olmayan kimselerken, m ü ' m i n l e r
yanlış olanı teklif eder, iyi ve doğru olanı nız. 87
Önünde de sonunda d a , 88
bu tür
önlerler,- ve (iyilik için) ellerini oynat­ kimselerin çabaları boşa gidecektir; so­
mazlar. Onlar Allah'ı unuttular, bu yüz­ nunda kaybedecek olan da bunlardır.
den Allah da onları hatırlanmaya değer 70 Yoksa kendilerinden önce geçip giden­
bulmadı. 83
Gerçekte sapık olan işte bun­ lerin, Nûh kavminin, 'Âd ve Semud'un,
lar, bu münafıklardır. 84
İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve
68 Allah, ikiyüzlü erkeklerle ikiyüzlü ka­ bütün o altı üstüne gelmiş kentlerin (fe­
dınlara ve inkârını açıkça ortaya koyanla­ laket) haberleri onlara ulaşmadı mı? Ön­
ra, içinde daimi kalmak üzere cehennem cekilere (de) elçileri hakikatin apaçık de­
ateşini vaad etmiştir: odur onların payına lilleriyle gelmişlerdi (fakat inkâr ettiler).
düşen,- zira Allah onları rahmetinden dış­ Sonuçta, Allah onlara kıymış değildi; fa­
lamıştır,- 85
dolayısıyla onlar sürekli bir kat onlar asıl kendi kendilerine kıydılar.
azaba mahkûm olacaklardır. 71 Ama inanan erkekler ve inanan kadın­
69 (De ki onlara): "(Siz de) tıpkı sizden lar (da) birbirlerinin dostu, koruyucusu-
önceki (ikiyüzlüler) gibisiniz. Onlar kuv­ durlar: İyi ve doğru olanı teklif eder, kötü
vet bakımından sizden daha güçlüydüler, ve yanlış olanı önlerler; ve namazı içten­
servet ve sayıca daha fazlaydılar; fakat bu likle kılarlar, zekâtı da seve seve verirler;
dünyadan paylarına düşenle safa sürmeyi Allah'a ve O'nun Elçisi'ne uyarlar: 89
işte
seçtiler,- siz de kendi payınıza düşenle sa­ onlardır Allah'ın rahmetini bahşedeceği
fa sürmeyi seçtiniz,- tıpkı sizden önceki­ kimseler; çünkü her işinde mükemmel
lerin kendi paylarına düşenle safa sürme­ olan, her hükmünde tam isabet kaydeden
yi seçtikleri gibi: 86
sonunda siz de aynı yalnızca Allah'tır. 90

onlar gibi bâtılın bataklığına saplandı-

ya da kâfirler örgütlü ve kendilerine özgü bir nız, ilâhî senaryoda hangi rolü tercih ettiğini­
k i m l i k v e i n a n ç s i s t e m i b u l u n a n cemaatlerdir ze bakınız.
[ttkân III, 3 4 4 ) . 88 Lafzen: " b u dünyada da öte dünyada da".
83 Krş. 57/Secde: 14 ve 102/Haşr: 19. 89 Bu âyet, 67. âyette n i t e l e n e n ikiyüzlü tipin
84 Bu son c ü m l e , yersiz k o r k u ve kaygılara ka­ t a m zıddı olan s a m i m i m ü ' m i n i tanımlar.
pılan kalbi hasta tereddütlü tipleri değil, iki­ Kur'an'da ç o k sık dile getirilen bir vecibe olan
yüzlülüğü içselleştirip bir k i m l i k hâline dö­ el-emr bi'l-ma'ruf ve'n-nehy 'ani'l-münker,
nüştürenleri kastediyor gibidir. adı geçen âyette ikiyüzlülerin en tipik özelliği
85 A l l a h ' ı n r a h m e t i n d e n m a h r u m o l m a k la­ olarak t a m ters bir işleve b ü r ü n m ü ş olarak
n e t l e n m e k demektir (Bkz: 94/Bakara: 6 1 , ilgi­ karşımıza çıkar. İnananın n a m a z ve zekâtla il­
li notlar). gili tavrı ise, yine ikiyüzlülerin özellikleriyle
ilgili 5 4 . âyetin mukabilidir. Bu nedenledir ki,
86 Burada m e t i n yalınkat haber taşıyan ' p a s i f
tercümedeki " i ç t e n l i k l e " ve " s e v e s e v e " sıfat­
bir m e t i n değil, söz k o n u s u ettiği k i m s e l e r i n
ları zorunlu hâle gelmiştir.
seçimlerini eleştiren ve yanlışlayan ' a k t i f bir
metindir. Bu nedenle, çeviri cümleleri zorun­ 90 'Azizun Hakîm: Âyet sonlarında sık sık
lu olarak " s e ç i m " y ü k l e m i üzerine bina edil­ karşılaştığımız Allah'la ilgili bu tür sıfatlar,
meliydi. kanaatimizce, Kur'an'ın diğer t ü m tekrarların­
da olduğu gibi, " n a k a r a t " işlevi gören mücer-
87 Allah katındaki yerinizi b i l m e k istiyorsa­
72 Allah, inanan erkeklere ve inanan ka­ getirenlerle mücadele et ve onlara karşı
dınlara zemininden ırmaklar çağlayan ödünsüz d a v r a n ! 92
Sonunda karar kıla­
cennetler vaad etti; orada daimi kalıcıdır­ cakları yer cehennemdir ve o ne berbat
lar,- dahası, o mutluluk diyarı olan cen­ bir son duraktır.
netlerde göz kamaştırıcı konutlar vardır;
74 Onlar, (kötü) bir söz söylemediklerine
hele 91
bir de Allah'tan gelen tarifi imkan­
ilişkin Allah adına yemin ediyorlar,- oysa
sız hoşnutluk, bu (mutlulukların) en bü­
ki onlar kesinlikle küfre varan sözler söy­
yüğü olacaktır,- bu, işte budur muhteşem lemişler, böylece Allah'a teslim olmala­
zafer. rından sonra inkâra sapmışlar ve başar­
73 SEN ey peygamber! İnkârı ısrarla sa­ maları mümkün olmayan bir işe soyun­
vunanlarla ve ikiyüzlülüğü tabiat hâline muşlardı. 93
Onların kin duymaları için,

ret bir tekrar değildirler. Sonunda geldiği âye­ Azizun Hakim sıralamasıyla geldiğini göster­
tin içeriğine, pasajın konusuna, özetle bağla­ m i ş t i k . D ı ş irtibatın gerekçesini ise m e t i n bize
m ı n a göre nitelik ve/veya işlev kazanırlar. sunmaktadır. Bu, k i m i zaman yukarıdaki iki
Böyle gördüğümüz içindir ki her 'Azizun Ha- örnekte olduğu gibi inne edatı, k i m i zaman da
kim'i 'nakarat' saymayarak standart bir kalıp­ " h â l karineleri"ni kapsayan bağlamdır.
la çevirmedik. Bu i l k e m i z i bağlamın a n l a m ı
Ö t e yandan, t ü m ilâhî esma, taşıdığı m â n a n ı n
farklılaştırdığı diğer e s m a ve birbirinin aynı
" e n ' l e r i n i ifade eder. Belirsiz formda geliyorsa
lafza sahip' ibarelerde de uyguladık. Zira bir
['Azizun, Hakimun gibi) " e n akıl-sır e r m e z " ,
m e t n i n mânasını oluşturmada bağlam da lafız
" e n tarifsiz ve e ş s i z " , " e n sınırsız ve l i m i t s i z "
kadar önemlidir. Bu âyet ve âyetin ait olduğu
izzet ve hikmeti ifade eder. Belirli formda ge­
ve konusunu m ü ' m i n ve münafığın nitelikleri­
liyorsa (el-'Aziz, el-Hakîm gibi) "mutlak-mü-
nin oluşturduğu bu pasaj bağlamında Allah'ın
k e m m e l " ve " s o n s u z l u k - t a m l ı k " ifade eder.
izzet ve yüceliğine delalet eden Azizun sıfatı,
Bu üslubun sebebi yalnızca t ü m n o k s a n sıfat­
h e m e n öncesinde gelen inananlara r a h m e t t e
lardan münezzeh, t ü m k e m â l sıfatlarıyla m u t -
yüce oluşuyla ilgilidir. Hakimun sıfatı ise, bir
tasıf bir Allah i n a n c ı n ı inşa e t m e k için değil­
duruş ve davranış b i ç i m i olarak ikiyüzlülüğün
dir. Bununla beraber bu üslub, insan tasavvu­
insan için neden, nasıl, n i ç i n m ü m k ü n olabil­
r u m u z u da inşa e t m e y i amaçlar. Buna göre hiç
diği gibi sorularla t ü k e t i l e m e y e c e k olan akıl
bir insan, hiç bir alanda, m u t l a k l ı k ve mü­
sır ermez h i k m e t e bir atıftır. H e m e n söyleme­
k e m m e l l i k , sonsuzluk ve sınırsızlıkla nitelen­
liyiz ki, Kur'an'ın t a m 47 yerinde birlikte ge­
dirilemez. Zira bu n i t e l e m e l e r yalnızca Al­
len bu iki sıfat, yine Kur'an'ın hiçbir yerinde
lah'a mahsustur.
Hakimun Aziz biçiminde gelmez. Bizce bu,
yalnızca ses u y u m u gerekçesiyle açıklanama- 91 Buradaki ve bağlacının bu bağlamdaki en
yacak bir durumdur ve ikisi arasındaki kop­ m a k u l vurgusu.
maz m â n a bağına delalet eder. Ö n c e l i k ve son- 92 Allah Rasulü hiçbir zaman münafıklara
ralığı anlamı doğrudan e t k i l e m e k t e , birlikte karşı savaş açmadığına göre, buradaki cihad
geldikleri t ü m yerlerde birbirlerinin anlamını emri "mücadele" olarak a n l a ş ı l m a k duru­
tayin ve tesbit etmektedirler. A n l a m verirken mundadır.
de h e m bu iki sıfat arasındaki iç irtibat, h e m
93 Suikast teşebbüsünden söz edilmişse de
de bu sıfatların sonunda geldiği âyetin ve onun
ifade geneldir. İkiyüzlülerin küfür sözü " k u ­
bağlı olduğu pasajın konusuyla anlam ilişkisi­
l a k " i t h a m ı üzerinden vahyin kaynağına dair
ni ele veren dış irtibat göz önünde bulundurul­
iftiralarıydı (Bkz: 6 1 , n o t 74).
malıdır. İç irtibata gerekçe olarak her yerde
Allah'ın ve O'nun lutfu sayesinde Elçi- Zâtıyla karşılaşacakları güne kadar kalp­
si'nin kendilerini zengin ve yetkin hâle lerinde (taşıyacakları) bir nifakı başlarına
getirmesi dışında bir neden yok k i ! 9 4
Ar­ sarar. Bu, onların Allah'a verdikleri söz­
tık tevbe ederlerse, bu kendileri hakkın­ den dönmeleri ve yalan söylemeyi alış­
da daha hayırlı olur, yok eğer yüz çevirir­ kanlık hâline getirmeleri yüzündendir.
lerse, Allah onları bu dünyada da öte 78 Bilmiyorlar mı ki Allah, onların sırla­
dünyada da pek acı bir azaba çarptıracak; rından ve gizli görüşmelerinden çok iyi
ve onlar yeryüzünde kendileri için ne bir haberdardır; zira, iyi bilsinler ki Allah her
dost, ne de bir yardımcı bulabilecekler­ tür gizliliği tüm ayrıntılarıyla bilir.
dir.
79 Onlar, (yürekten) inananlar arasından,
75 Hem, onlar arasında "Eğer O'nun ba­ hem vermesi gerekenden fazlasını gön­
ğışladıklarından bize de bir şeyler düşer­ lünden koparak verenlere, hem de günde­
se, elbet biz de hayır hasenat için harcar, lik emeğinden başka verecek bir şey bu­
böylece biz de iyiler arasına karışmış olu­ lamayanlara dil uzatmakta ve onlarla
ruz!" diye Allah'a yemin edenler var. 76 alay etmektedirler. 96
Allah onların alay­
Ama onlar, Allah kendilerine lutfundan larını başlarına geçirecektir ve acıklı bir
bağışlar bağışlamaz onda cimrilik ederler azap onları beklemektedir. 80 Onların
ve (yeminlerinden) geri dönerler: zira on­ bağışlanmaları için Allah'tan ister af dile,
lar dönektirler. 95
77 Bunun üzerine O da, ister dileme: 97
Onlar için Allah'tan yet-

94 Zamirleriyle dilin sınırlarını zorlayan bu 97 8 0 - 1 1 3 . âyetlerin Abdullah b. U b e y y hak­


ibarenin m e t n i , tıpkı 6 2 . âyette olduğu gibi kında indiği kesin değildir. Taberî, tarihinde
tevhid i n a n c ı çerçevesindeki hassasiyeti yan­ tbn U b e y y ' i n M u n â f ı k u n sûresinden sonra
sıtmaktadır. Ironik bir üslûp taşıyan bu ibare çok yaşamayıp öldüğünü söyler (Taberî, Tarih
"Kur'anî m i z a h ı n " ilginç örneklerinden biri­ II, 2 6 1 - 2 6 2 ) . M u n â f ı k u n sûresi İbn Kesir'e gö­
dir. Bu ifade, T ü r k ç e ' d e " B e s l e kargayı oysun re hicrî 6. yılda Mustalıkoğulları seferi sırasın­
g ö z ü n ü " özdeyişiyle dile getirilen nankörlüğe da i n m i ş t i r . Bu konuda Buhârî'nin naklettiği
lâtif bir atıftır. İ n a n m ı ş m a s k e s i takan hasta hadis ciddi bir çelişki içermektedir. Hadiste
kalplilere, " h e r şeylerini borçlu oldukları Al­ Hz. Ö m e r ' i n Rasulullaha " A l l a h seni onun na­
lah ve O ' n u n elçisine nefret beslemeleri için, m a z ı n ı k ı l m a k t a n m e n e t m e d i m i ? " dediği
gördükleri iyilikten başka bir gerekçeye sahip nakledilirken, hadisin sonunda, " b u olay üze­
o l m a d ı k l a r ı " söylenmektedir. rine onların n a m a z ı n ı k ı l m a m a s ı i ç i n âyet in­
d i " denilmektedir [Cenaiz, 2 3 ) . Bu a ç ı k bir çe­
95 Bir ç o k mealde eli yüzü düzgün bir karşılık
lişkidir. Rasulullah'm , Abdullah b. U b e y y b.
bulamayan bu son ibarenin bağlama en uygun
Selul'un onca ihanet, iftira, hakaret ve tahrik­
karşılığı budur.
lerine rağmen ona istiğfarda direnmesi pek
96 Zımnen: Münafık camdan bakmaz, cama ba­
m a k u l görünmüyor. B u n u izah e t m e k t e zorla­
kar. Ebu Mes'ud der ki: "Biri fazla verse 'Bak
nanlar bu konuda ü r e t i l m i ş bir rivayete sarı­
bak, gösteriş yapıyor!' derler. Yoksul biri de bir
lırlar: " R a s u l u l l a h buyurdu ki: B e n i m gömle­
ölçek hurma getirse 'Allah'ın buna ihtiyacı mı
ğim ve üzerine n a m a z k ı l m a m ona bir yarar
var?' derler (Buhârî ve Müslim). Elinin emeğiyle
sağlamaz. Fakat ben onun kavminden bin ki­
geçinen Ebu Akil, avuçları su toplayıncaya kadar
şinin m ü s l ü m a n o l m a s ı n ı u m u y o r u m . O gün
kan ter içinde su çekmiş, bunun karşılığında al­
onun k a v m i n d e n bin kişi m ü s l ü m a n o l d u " .
dığı bir ölçek hurmayı intak olarak getirmişti.
miş kez af dilemiş olsan dahi, artık Allah 81 TERK edilen (bu) kimseler, Rasulul-
onları asla affetmeyecektir. 98
Bunun ne­ lah'a muhalefet ederek oturup kalmaları­
deni, onların Allah'a ve O'nun Elçisi'ne na sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla
ısrarla nankörlük etmeleridir,- zira Allah ve canlarıyla cihad etmekten hoşlanma­
(fıtrat) yolundan sapmış kimseleri doğru dılar; 100
bir de kalkıp "Şu sıcakta savaşa
yola yöneltmez. 99
çıkmayın!" diye propaganda yaptılar.

Bu ç o k ilginçtir. M e d i n e ' n i n nüfusu on bin ki­ ateşe yönlendirin), H a c : 4 ' t e k i yehdîhi (ve onu
şidir. Beri yandan böylesine büyük bir katılı­ yakıp kavurucu bir azaba yönlendirir). Râğıb,
mı belgeleyen ne bir âyet, ne de başka bir riva­ bu iki kullanımda da "hidayet/yöneltme" söz­
yet vardır. cüğünün, tıpkı "onları acıklı bir azap ile m ü j ­
98 Buhârî ve M ü s l i m ' i n rivayet ettikleri bir d e l e " (98/Âl-i İmran: 21) ibaresindeki " t e b ­
habere göre, münafıkların lideri Abdullah b. şir/müjde" gibi ironik bir tehdit anlamında
Ubeyy öldüğünde oğlu gelerek Rasulullah'tan kullanıldığını söyler. Bu bir yana, bu iki kulla­
babasının cenaze n a m a z ı n ı kıldırmasını iste­ nımda da özne Allah değildir ve Kur'an'da Al­
miş, o da bunu kabul etmiştir. C e n a z e nama­ lah'a atfedilen h i ç bir " h i d a y e t " o l u m s u z an­
zına duracağı zaman Hz. Ö m e r de yakasından lamda kullanılmaz. Burada ve bir ç o k yerde fi­
tutarak " Y a Rasulallah Allah sizi bundan m e n il formuyla [yehdi) kullanılan hidayet'in,
ettiği hâlde nasıl n a m a z ı n ı k ı l a r s ı n ı z " demiş­ Kur'an'ın insan tasavvurunda, insanın özgür
tir. Habere göre Hz. Peygamber şu cevabı ve­ tercihini sıfırlayan ve y o k sayan nedensiz ve
rir: " A l l a h beni muhayyer b ı r a k m ı ş ve onlar yasasız bir tasarruf olmadığı açık. A k s i n e in­
için ister af dile ister dileme demiştir. Ayrıca sanın s e ç i m i y l e bire bir irtibatı olan bu ilâhî
onlar için 70 defa da af dilesen Allah onları as­ tasarrufun, söz k o n u s u boyutunu da çeviriye
la a f f e t m e y e c e k t i r " buyurmuştur. B e n de y a n s ı t a b i l m e k için, " A l l a h ' ı n h i d a y e t i " n i bir
7 0 ' t e n fazla af d i l e y e c e ğ i m . " (Buhârî, Tefsir ç o k yerde " y ö n e l t m e " ya da " y ö n l e n d i r m e "
160,- M ü s l i m , 5. Munafıkin 3). Bu haber, başta şeklinde karşıladık. Bir yöne yöneltilen k i m ­
âyetin sonuna aykırıdır. Gazzalî de bu haberi se, bu yönlendirmenin t a m karşılığını yönel­
sahih b u l m a z . Zira âyette geçen 70 r a k a m ı sa­ tildiği yön i s t i k a m e t i n d e çaba sarf ederek elde
yı değil ç o k l u k ifade eder. Bu âyette anlatıl­ edebilir. Fakat şu da var ki, doğru y ö n e yönel­
m a k istenen onların k e s i n l i k l e bağışlanmaya- t i l m e m i ş bir çaba b ü t ü n ü y l e boşa gidecektir.
cağıdır. Gazzalî şöyle der: " R a s u l u l l a h ' ı n Al­ İşte bu nedenle " h i d a y e t " , çabayı anlamlandı­
lah'ın bu muradını anlamadığını varsaymak ran bir 'iksir' mesabesindedir.
nasıl m ü m k ü n olabilir? Bu haberin sahih ol­ 100 Cevheri el-muhallefun'a el-metruk (terke­
madığı açıktır. Zira Allah Rasulü k e l a m ı n mâ­ dilmiş) a n l a m ı veriyor (Kurtubî). Â y e t t e k i hi­
nalarını en iyi b i l e n d i . " [el-Mustasfa I, 162; laf e (muhalefet e t m e k ) kelimesi, halfe (arkada
hadis h a k k ı n d a k i tartışmalar için b k z . Âlûsî). kalmak) şeklinde de o k u n m u ş t u r . Bu durum­
99 Bu son ibareye "zira Allah, yoldan sapmış da a n l a m " R a s u l u l l a h ' t a n arkada k a l a r a k . . . "
k i m s e l e r i (kötü) maksatlarına u l a ş t ı r m a z " an­ olur. Â y e t t e bahsedilen iklimden, sözü edilen
l a m ı verilebilir mi? A l l a h u a l e m hayır. Çün­ seferin T e b ü k Seferi olduğu açıkça anlaşıl­
kü hidâyet, dilde dalâlet karşılığı k o n u l m u ş ­ maktadır. Ç ü n k ü bu sefer sıcakların en şiddet­
tur ve kullanıldığı her yerde " l ü t u f " a n l a m ı n a li olduğu bir döneme denk gelmişti. Fakat, Ha-
gelir. Bu nedenle " h e d i y y e " bu k ö k t e n türetil­ tib'in hitabı elbette bu olayla sınırlandırıla­
m i ş t i r (Râğıb). Kur'an'da olumsuz anlamda iki maz. T ü m zamanlar v e mekanlardaki 'maze-
âyette kullanılmıştır: Sâffât: 23'teki fehdû- retçi a k l ı ' kapsamaktadır.
hum (ve hepsini gözleri faltaşı gibi a ç a c a k bir
986 ( ^ ^_
r t t 114/TEVBE SÛRESİ t > > = ^ . Nüzul: 114 Mushaf: 9
<

Onlara "Cehennem ateşi daha sıcaktır!" de ; oturmayı s ü r d ü r ü n ! " 103

tabii ki bunun bilincine varabilirlerse! 101


84 Ve onlardan ölen herhangi birinin na­
82 Artık, bundan böyle (dünyada) az biraz mazını kılma ve kabrinin başında da asla
gülsünler; fakat kazandıklarının bir kar­ bulunma! Çünkü onlar Allah'a ve Elçi-
şılığı olarak (ukbada) çok ağlayacaklar! 102
si'ne nankörlük ettiler ve yoldan sapmış

83 Bundan sonra, Allah sana (seferden) bir halde ö l d ü l e r . 104

dönmeyi nasip eder de onlardan bir grup­ 85 Ve onların malları da, çocukları da se­
la karşılaştırırsa, dahası onlar senden sa­ ni hayrete d ü ş ü r m e s i n : 105
şu kesin ki Al­
vaşa çıkma izni isterlerse, de ki: "Bundan lah, bu şeyleri dünyada onlar için bir aza­
böyle benimle kesinlikle sefere çıkmaya­ ba dönüştürmek ve canlarını inkâra gö­
caksınız,- ve benimle birlikte asla düşma­ mülüp gitmişken çekip almak i s t i y o r . 106

na karşı savaşmayacaksınız! Madem siz 86 Hem, ne zaman "Allah'a güvenip


bir kez oturup kalmaya razı oldunuz, iman edin ve Elçisi'yle birlikte cihad
bundan sonra da geri kalanlarla birlikte edin!" diyen bir p a s a j 1 0 7
indirilse; içlerin-

101 Özellikle ilk c ü m l e , ikiyüzlünün hama­ yüzlüler için ısrarla hâliiin k e l i m e s i n i kulla­
kat belgesi mahiyetinde. Z ı m n e n : M ü n a f ı k nırken (Bkz: âyet 8 3 , 87), onların kendileri için
kurnaz geçinen bir ahmaktır; e l e n m i ş t i r fakat kâidîn k e l i m e s i n i kullanmaları da (Bkz: 8 6 .
atlattığını sanır. Bu yüzden, 'elendiğine' yan­ âyet) buna delalet etmektedir. " G e r i k a l a n "
m a k yerine 'atlattığına' sevinir. ifadesi, söz k o n u s u a n l a m farkını "geride ka­

102 Parantez içi açıklamaları m e t i n zorunlu l a n " ifadesinden daha iyi yansıttığı için tercih

kılmaktadır. Ve'l-yebkû (ağlasınlar), e m i r for­ ettik.

munda olmasına rağmen 'tehdit-tevbih' anla­ 1 0 4 Hz. Cabir'den: " M ü n a f ı k l a r ı n elebaşı öl­
mı içerdiği için bu bağlamda gelecek z a m a n düğünde n a m a z ı n ı Rasulullah'ın kıldırmasını
kipiyle " a ğ l a y a c a k l a r " şeklinde ç e v i r m e k da­ vasiyet e t m i ş t i . Oğlu peygamber'e geldi ve de­
ha uygun göründü. İkiyüzlüler tek dünyalıdır, di ki: Babam senin gömleğinle k e f e n l e n m e y i
o da bu dünya. Eğer çift dünyası olsaydı t e k vasiyet e t t i . . . " (Müslim'den: İbn Kesir). Bu is­
yüzü olurdu. Zira âhiret, maskelerin düştüğü tismarcı tavır, bir ö m ü r Hz. Peygamber'e ve
gündür. İşbu yüzden, iki dünyası olanın iki onun dâvasına karşı sinsice savaşan İbn
yüzü olmaz. Ubeyy'in 'tüketici' peygamber tasavvuruna
ibretlik bir örnektir (Bkz: âyet 80, notlar). Bu
103 " G e r i kalanlardan" kastın k i m l e r olduğu
örnek üzerinden verilen ibret dersi şudur: M ü ­
tartışılmıştır. G e l e n e k s e l yoruma göre, yal­
nafık imana değil imaja yatırım yapar,
nızca bu sûrede (iki kez) kullanılan bu keli­
m ü ' m i n ise imaja değil i m a n a yatırım yapar.
m e y l e kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve sakatlar
Zira Allah insanın i m a j ı n a değil i m a n ı n a ba­
gibi savaşa katılamayan k e s i m l e r kastedilmiş­
kar.
tir. A m a k e l i m e n i n "dura dura bozuldu, ko­
k u ş t u " [Lisân] anlamı göz önüne alınınca, "ge­ 105 Kur'an'ın bir ç o k yerinde m a l " e k o n o m i k
ri kalanlardan" muradın " k a s ı t l ı olarak savaş­ g ü c ü " , çocuklar ise " i n s a n g ü c ü n ü " simgeler.
tan k a ç a n l a r " olduğu anlaşılır. Bizce, "oturan­ 106 Âyet münafığın t e k dünyalı tasavvuruna
l a r " a n l a m ı n a gelen kaidin savaştan muaf tu­ kinayeli bir atıf içeriyor.
tulan birinci k e s i m e , "geri k a l a n l a r " a n l a m ı n a
107 Lafzen: "sûre". Burada kastedilenin sonra­
gelen hâliiin ve türevleri ise savaştan kaçan
dan kazandığı anlamıyla " s u r e " olmayıp "pa­
i k i n c i k e s i m e delalet etmektedir. Kur'an İki­
s a j " a n l a m ı n a geldiği açıktır.
den durumu gayet müsait olanlar (bile) Cennetler hazırlamıştır: işte budur muh­
senden izin isteyerek derler ki: "Bırak bi­ teşem z a f e r . 112

zi, oturanlarla birlikte o t u r a l ı m ! " 108


87
Geri kalanlarla birlikte olmayı gönülden 90 BEDEVİLERDEN beyan edecek özrü
kabullendiler; sonunda kalplerine mühür olanlar, hiç değilse gelip kendilerine (sa­
basıldı: 109
artık onlar gerçeği kavraya- vaşa katılmama) izni verilmesini talep
mazlar. 110
ettiler; 113
Allah ve Rasulü'nü yalanlayan­

88 Fakat, Elçi ve onunla birlikte iman lar ise oturup kaldılar. Onlardan nankör­

edip mallarıyla ve canlarıyla cihad eden lükte ısrar edenlere, er geç acıklı bir azap

kimseler var ya: işte onları hayırlı sonuç­ dokunacak.

lar beklemektedir,- üstelik kurtuluşa ere­ 91 Zayıflar, hastalar, infak edecek bir şey
cek olan da onlardır. 111
bulamayan yoksul kimseler için, Allah'a
89 Allah onlar için, zemininden ırmaklar ve Rasulü'ne karşı samimi oldukları sü­
çağlayan, içerisinde ebedi kalacakları rece bir sorumluluk yoktur,- 114
iyilik ya-

108 Bu âyette izin isteyenler ve iznin mahiye­ ler Allah ve Rasulü'ne yalan söyleyenler ise
;

ti ile 4 3 - 4 5 . âyetlerde izin isteyenler ve iznin oturup kaldılar. Nankörlüğünde ısrar eden
m a h i y e t i farklı olsa gerektir. 4 3 - 4 5 ' t e bir sefer böylelerine er geç acıklı bir azap d o k u n a c a k "
ilanı durumunda izinsiz gelip orduya k a t ı l m a (Taberî ve Râzî). Dilcilere göre mu'azzir,
t e a m ü l ü n e rağmen "Sefere bizim de k a t ı l m a ­ mu'tezir (mazeret gösteren) anlamındadır. Be­
m ı z gerekir m i ? " diye dolaylı kay taran m ü n a ­ yan edilen özür doğru-yanlış-yalan olabilir.
fıklar, burada ise doğrudan sahte mazeret be­ Şeddesiz olan mu'zir ise, bir görüşe göre
yan eden kalbi m ü h ü r l ü l e r söz konusudur. " m a k b u l özür", diğerine göre " m e r d u t ö z ü r "

109 Z ı m n e n : Suç delili olarak Hesap G ü n ü ge­ a n l a m ı n a gelir (Râzî). T e r c i h ettiğimiz anlam,

t i r i l m e k üzere... 4 3 - 4 5 . âyetlerde münafıkların izin talebinin


sefere " k a t ı l m a m a " değil, nifakı gizleme ama­
110 E y l e m i akıl üretir, fakat eylemin sonuçla­
cına h i z m e t eden bir " s u r e t a k a t ı l m a i z n i " ol­
rı yürek üzerinde e t k i bırakır. Kirli akıl kirli
duğunu gösterir. Bu âyet, bölgede yeni t e s l i m
eylem üretir, kirli e y l e m yüreği de kirletir
o l m u ş göçebe kabilelerin T e b ü k Seferi'ne kar­
(Krş: 90/Mutaffifin: 14).
şı tavırlarını ele alan yeni bir pasajın ilk âyeti­
111 Râzî'ye göre, "hayırlı s o n u ç l a r " diye çe­ dir. Bunlardan k i m i s i sefere k a t ı l m a s ı duru­
virdiğimiz hayrat cihadın dünyadaki karşılığı, munda, h a s ı m k o m ş u kabilelerce obasının ba­
h e m e n ardından gelen " k u r t u l u ş " ise âhirette- sılıp yağmalanmasından korkuyor,- k i m i s i ise
ki karşılığıdır. Fakat bizce, bu ikisiyle de kas­ henüz t e s l i m o l m a m ı ş kabilelerin düşmanlı­
tedilen cihadın fetih, insan kazanımı, izzet, ğını üzerine ç e k m e k t e n çekiniyordu. Elbet bir
iktidar, devlet gibi dünyevi meyveleridir. Uh- k ı s m ı da ikili oynadığı için yalan özürler be­
revi sonuçlarına ise bir sonraki âyet tahsis yan ediyordu. İlginçtir ki, özür dilemek "göçe­
edilmiştir. b e " tavrından ç o k daha rafine bir " ş e h i r l i "
112 Z ı m n e n : En b ü y ü k başarı, i m a n a şahit ol­ tavrı olmasına rağmen, burada t a m tersi bir
m u ş bir hayatı Allah'a sunabilmektir. durumla karşılaşılmasını vahiy, şehirli iki­
113 U b e y y ve M ü c â h i d ' i n alternatif okuyuşla­ yüzlülerin içlerinde sakladıkları inkârın dışa
rı dikkate alındığında, bu âyet şöyle de çevri­ v u r u m u olarak tesbit ediyor.
lebilir: "Kendilerinin savaştan muaf t u t u l m a ­ 114 lafzen " A l l a h ' a ve Rasulü'ne nasihat et­
ları için geçerli mazereti olan bedeviler geldi- tikleri sürece". Nasihafm öncelikli anlamı-
panları sorumlu tutacak bir gerekçe de haberdar etmiştir. Allah da, Rasulü de
yoktur. Zira Allah tarifsiz bağışlayan, eş­ yaptıklarınızın (hesabını) görecektir. En
siz merhametiyle kuşatandır. 92 Bir de sonunda görülemeyeni ve görüleni ayrın­
sana kendilerine binek sağlaman için gel­ tılarıyla Bilen'in huzuruna çıkartılacak­
diklerinde, "Sizi bindirecek bir şey bula­ sınız,- ve O size, yapıp-ettiklerinizi bir bir
mıyorum" dediğin zaman, bu yolda har­ haber verecektir.
cayacak bir şey bulamadıkları için üzün­ 95 Dönüp de üzerlerine vardığınızda, sizi
tüden iki gözü iki çeşme geri dönenlere baştan savmak için Allah adına size ye­
de bir sorumluluk y o k t u r . 115
min edeceklerdir. 116
Madem öyle, siz de
93 Sorumluluk ancak, yeterli varlık sahi­ bırakın yakalarını! Çünkü onlar iğrenç-
bi olduğu halde senden izin isteyen kim­ leşmiş varlıklardır,- sonunda yaptıklarına
seler için geçerlidir. Onlar geri kalanlarla bir karşılık olarak varacakları yer Cehen­
birlikte bulunmayı içlerine sindirdiler, nemdir. 117
96 Kendilerinden razı olasınız
Allah da onların yüreklerini mühürledi: diye size yemin ediyorlar. Bilmiyorlar ki,
öyle ki, artık onlar yaptıklarının farkına siz kendilerinden razı olsanız dâhi Allah
dâhi varmıyorlar. 94 Seferden dönüp de yoldan sapmış bir topluluktan asla razı
karşılaştığınız zaman size bahaneler sıra­ olmayacaktır.
layacaklar. De ki: "Boşuna bahane üret­ 97 Bedevi Araplar, inkâr ve ikiyüzlülük
meyin, kesinlikle size inanmayacağız! açısından (kentsoylulardan) daha katıdır­
Allah sizin (gerçek) durumunuzdan bizi lar,- 118
ve Allah'ın, Elçisine indirdiği ha-

nın " s a m i m i y e t " olduğu açık [Lisân). " D i n na­ hum ibaresine verilebilecek en isabetli a n l a m
sihattir/samimiyettir" diyen Rasulullah, da " s i z i baştan s a v m a k i ç i n " olmalıdır.
özünde bu h a k i k a t i tefsir ediyordu. 117 " I ğ r e n ç l e ş m e " , aslında insanın kendisine
115 Bunların, Ensar ve daha başka kabilelere olan saygı ve özgüvenini y i t i r m e sürecinin
m e n s u p y o k s u l kişiler olduğu rivayet edilir son durağıdır. Burada k i ş i l i k ve k i m l i k çözül­
(İbn Kesir). M ü c â h i d ' i n rivayetine göre bunlar m e s i n i n m ü c e s s e m t i m s a l i olan " m ü n a f ı k ak­
arasında M a ' k i l , Süveyd ve N u m a n adlı üç l ı n " , sahibini getirip bıraktığı aşağılık konu­
yoksul kardeş de vardır (Râzî). Rasulullah'tan ma dikkat çekilmektedir. İğrençlik sadece
kendilerini ve azıklarını taşıyacak b i n e k te­ o l u m l u değerlerin dibe vurmasını değil, aynı
m i n e t m e s i n i talep etmişler, istekleri karşıla- zamanda olumsuzlukların tavana vurmasını
namayınca, h ı ç k ı r a h ı ç k ı r a ağlayarak geri dön­ da tasvir eder. M ü n a f ı k aklın ç a l ı ş m a b i ç i m i ,
müşlerdir. Tefidu mine'd-dem', ağlamaktan üretilen değeri t ü k e t e r e k çıkar elde e t m e üze­
öte, gözlerin pınar kesilmesidir (Zemahşerî). rine kuruludur. Böylesi bir akıl, sahibini iğ­
" İ k i gözü iki ç e ş m e " şeklindeki çevirimizin rençliğin gayyasına yuvarlanmaya m a h k û m
gerekçesi budur. eden b o z u l m u ş akıldır. Kur'an bu aklın en ka­
ba b i ç i m i n e örnek olarak, Cahiliyyenin doku­
116 Bu âyetteki izenkalebtum ileyhim ibare­
duğu ve Cahilliyyeyi üreten Bedevi Arap aklı­
siyle, bir üst âyetteki iza raca'tum ileyhim
nı gösterir.
arasındaki nüans, inkalebe fiilinin race'a'dan
farklı olarak " v u s l a t " ve " i s t i l a " anlamlarına 118 Bunun için peygamberler anakentlere gön­
da gelmesidir. Biz bu farkı t e r c ü m e y e "üzerle­ derilmiştir. Buradaki " b e d e v i l i k " bir algı biçi­
rine vardığınızda" b i ç i m i n d e yansıttık. Bu midir,- ufuksuzluğu, sığlığı ve kabalığı t e m s i l
bağlamda, h e m e n arkadan gelen litu'ridu 'an- eder. Sonraki âyetlerden de anlaşılacağı gibi,
yat tarzının sınırlarını tanıyıp kavrama- ğışlayıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.
maya daha yatkındırlar: Allah bu (gerçe­ 100 Muhacirler'in ve Ensar'm önderlik
ği) d e 1 1 9
çok iyi bilendir, (ama) hikmetle yapan ilklerine 124
ve iyilik yolunda onla­
iş görendir. rın izini takip edenlere gelince: Allah on­
98 Bedevi Araplardan gönlü (Allah yolun­ lardan razı, onlar da Allah'tan razı ol­
da) harcadığı şeyde kalanlar v a r 1 2 0
ve za­ muştur, 125
ve onlar için zemininden ır­
manın aleyhinize dönmesini gözleyenler maklar çağlayan ebedi kalacakları Cen­
var; bekledikleri belâ girdabını kendileri netler hazırlamıştır: işte budur büyük
boylayacaktır: 121
zira Allah her şeyi işit­ mutluluk. 126

mekte, her hesabı tarifsiz bir bilgiyle bil­ 101 Ne ki çevrenizdekilerden bedevi
mektedir. Araplar arasında ikiyüzlüler ve şehir aha­
99 Bedevi Araplar arasında Allah'a ve lisi arasında da ikiyüzlülükte zirveleşen-
Âhiret Günü'ne iman eden, (Allah yolu­ ler v a r . 127
Sen onları tanımıyorsun, (ama)
na) harcadığı her şeyi Allah katında bir Biz tanıyoruz. Onlara (bu dünyada) iki
yakınlık ve Elçi'nin dua ve desteğini 122 kat azap çektireceğiz, 128
(bu hayatın) so­
alma vesilesi bilenler de var: Bakın, işte nunda ise korkunç bir azaba sevk edile­
bu 1 2 3
onların yakınlığına gerçek bir vesi­ ceklerdir.
le olacaktır (ve) Allah onları rahmetiyle 102 Bir de ilkin iyi olan işini, kötü olan
kuşatacaktır: çünkü Allah tarifsiz bir ba- ötekisiyle karıştırıp (en sonunda) günahı-

vahiy bedevileri de toptan m a h k û m e t m e y e 125 Veya ikinci c ü m l e n i n başındaki vav'm


izin vermez. Onları da seçip ayıran m ü m e y y i z " h a l " vurgusuyla: " O n l a r Allah'tan razı v e
bir akılla değerlendirir (Bkz: 114/Tevbe: 90). m e m n u n olduğu halde Allah da onlardan razı

119 Burada ve bağlamın işaret ettiği daha bir­ o l m u ş t u r . " Zira Allah'ın insandan razı olma­
sı, insanın Allah'tan razı ve m e m n u n olması­
çok yerde ve bağlacına, tercümede " d a h i " mâ­
n ı n sonucudur.
nasına gelen " d e - d a " işlevi y ü k l e n m i ş t i r .
126 M u t l u l u k t a t m i n e , t a t m i n a k i m gelişimi­
120 G ö n l ü n ü bir kadına kaptırana ğarim de­
ne bağlıdır. G e r ç e k anlamda gelişmiş akıllar,
nilmesinden hareketle (Ferrâ, Furkan: 6 5 ' i n
c e n n e t t e n aşağısıyla t a t m i n olmazlar.
tefsirinde).
127 Meradû: şeytanî bir nitelik olan mârid'le
121 Ya da: " b o y l a s ı n l a r ! " (Krş: 110/Fetih: 6).
aynı kökten; " İ k i y ü z l ü l ü ğ ü ileri derecede
122 Bkz. 106/Ahzab: 56, n o t 74. olan". Bizce bedevi-şehirli karşıtlığı bağla­
123 Buradaki hâ zamiri h e m Allah yolunda ya­ mında, buradaki anlamı "rafine ikiyüzlü­
pılan harcamalara h e m de Elçi'nin duasına bir lük " t ü r .
göndermedir. 128 H e m t ü m ikiyüzlülüğü itibar elde e t m e k
124 M u h a c i r : İmkanların tükendiği yerden i ç i n yaptıkları halde onları deşifre ederek iti­
i m k a n l a r ı n üretileceği yere göç eden M e k k e l i barlarından e t m e k ; h e m de bunun sonucunda
m ü m i n l e r . Ensar: G ö ç m e n din kardeşlerini elde edebilecekleri t ü m dünyevi getirilerden
bağırlarına basıp yardım eden Medineli m a h r u m b ı r a k m a k . Y ü z ü kat kat olanın, çeke­
m ü ' m i n l e r . M u h a c i r ve Ensar tarihte k a l m ı ş ceği ceza da kat k a t olur,- çift yüzlü olanlar,
olsa da, m u h a c i r l i k ve ensarlık İslâm cemaati­ çift kat azaba çarptırılırlar. Biri gerçek yüzleri­
n i n yaşadığı t ü m zamanlarda ve mekânlarda ni sakladıkları, diğeri kendilerine ait olmayan
var olmayı sürdürecektir. sahte bir yüzle insanları aldattıkları için.
nı itiraf eden berikiler var. Allah'ın onla­ alan) işitir ve (kime neyi vereceğini) çok
rın af taleplerini kabul etmesi beklenir; iyi bilir.
çünkü Allah tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz 104 Bilmiyorlar mı k i 1 3 2
Allah, evet yal­
bir merhamet kaynağıdır. 129
103 Onların nızca O'dur kullarının tevbelerini kabul
Allah'a sadâkatlerini ifade için malların­ eden,- O'na sadâkatlerini ifade için malla­
dan bir miktar sadaka al; bu sayede, onla­ rından sunduklarını kabul buyuran da
rın temizlenmelerine ve inkişafına yol O: 1 3 3
hem unutmasınlar ki Allah, tevbe-
açmış o l u r s u n . 130
Ve onları dua ile des­ leri hep kabul edendir, merhametiyle
tekle,- çünkü senin duan, onlar için bir muamele edendir!
gönül ferahlığıdır: 131
Hem Allah tüm (du-
105 T e k r a r 1 3 4
de ki: "(Durmayın), değer

129 Â y e t sonlarında gelen el-esmau'l-hus- da " s a d a k a " denilmiştir. Burada sözü edilen
na'nın iki tür kullanımı vardır: Birincisi gafu­ sadaka, bir m ü ' m i n i n a r ı n m a k amacıyla yılda
run rahîmun gibi belirsiz form, ikincisi el-ğafû- bir kez v e r m e k zorunda olduğu m i k t a r ı belli
ru'r-rahîm gibi belirli form. Belirsiz formlar sı­ bir 'sosyal vergi' olan z e k â t t a n daha öte bir şey
fattırlar. Failin zâtını değil vasfını ifade ederler. olsa gerektir. Bu âyetler çerçevesinde yaşanan
Yani zâta değil sıfata delalet ederler, işte bu örnek olaylara, özellikle de Ka'b b. M a l i k ' i n
yüzden belirsiz geldiği yerlerde bu sıfatlar özel­ tevbesinden sonra m a l ı n ı n t ü m ü n ü sadaka
likle o niteliklerin kullanıldığı âyet ya da âyet­ olarak v e r m e k i s t e m e s i n e bakılırsa (Buhârî,
ler grubunda anlatılan fiille doğrudan ilişkili Tefsir 75), b u n u n adını rahatlıkla " t e v b e sada­
olarak anlaşılmalıdırlar. Yani ilâhî esmadan k a s ı " koyabiliriz (Bkz: 118, not 152). Z e k â t ' l a
mücerret bir isim olarak değil, sonunda geldiği bu sadaka arasındaki fark şudur: Z e k â t gönül­
âyette anlatılan olayla bire bir ilişkili bir vasıf lü gönülsüz 'fakirin zenginin malındaki hak­
olarak. Fakat belirli geldiklerinde yukarıdaki­ k ı ' olarak m e c b u r k e n , " t e v b e sadakası" bıra­
nin tersine sıfatlar i s m e dönüşür. Failin fiilini kınız m e c b u r olmayı, kişinin Allah'a ve Elçi-
değil, zatî özelliğini gösterirler. Sabittirler, za­ si'ne olan s a m i m i y e t [nasiha, bkz. 9 1 , n o t 114)
mana ve mekâna delalet etmezler. Bunun deli­ derecesine göre reddedilme i h t i m a l i n i de için­
li hu ve zamirine isnat eden hiçbir i s m i n belir­ de barındırıyordu. Bir sonraki âyetten a ç ı k ç a
siz gelmemesidir (Msl. Huve'l-ğafuru'r-rahîm). anlaşılıyor ki, k i ş i n i n sadakası Allah adına
Zira huve m u t l a k Zât'a delalet eder. Bu yüzden Hz. Peygamber tarafından alınmışsa, bu onun
O'na isnat eden sıfat, el takısı alarak i s m e yak­ tevbesinin de kabulüne 'işaret' sayılmaktadır.
laşır. Bu farkın çeviriye şu ya da bu biçimde 131 Sekenun için krş. âyet 4 0 , not 5 1 .
yansıması elbet gereklidir. Biz genellikle belir­
132 Y a n i : Pekala b i l i y o r l a r " anlamında (Ebu
siz formda kullanılan sıfatları, "tarifsiz bir ba­
M ü s l i m ' d e n Râzî).
ğışlayıcı eşsiz bir m e r h a m e t kaynağıdır" şek­
linde, belirli kullanılan isimleri ise " m u t l a k ba­ 133 1 0 2 - 1 0 4 . âyetlerde vahiy seçip ayırmayı
ğış sahibidir, sonsuz m e r h a m e t kaynağıdır" (temyiz) öğretiyor: Hat a edip tevbe edenler ve
şeklinde çevirmeye çalıştık (Bkz: 67/Kasas: 16, etmeyenler. E t m e y e n l e r de kendi içlerinde
not 2 2 krş. 114/Tevbe: 71, not 90).
;
ikiye ayrılıyor: hata edip hatasını sahte bir
özür ve yalandan bir mazeretle kapatmaya
130 Sadaka, e t i m o l o j i k a n l a m ı "özünde güçlü
k a l k a n nazik münafıklar ve buna bile ihtiyaç
ve sağlam o l m a k " olan sıdk kökünden türetil­
duymayan kaba-bedevi m ü n a f ı k l a r . . .
miştir. Y a l a n ' ı n zıddıdır (Krş: Mekâyîs). Kişi­
nin, bağlılığmdaki güç ve dürüstlük " s a d â k a t " 134 Buradaki ve bağlacına verilebilecek tek doğ­
ile ifade edilir. Kişinin sadâkatine delil olsun ru karşılıktır. Ç ü n k ü bu âyet, ilk iki kelimesi dı­
için malından Allah adına çıkardığı m i k t a r a şında 94. âyetin bir bölümünün aynen tekrandır.
üretin! 135
Nasıl olsa ürettiğiniz değeri Al­ yemin ederler; ama Allah şahittir ki on­
lah görüyor, O'nun Elçisi de, mü'minler lar, kesinlikle yalancıdırlar: 108 Asla ora­
de... En sonunda görülemeyeni ve görü­ da ibadete durayım d e m e ! 1 3 7

neni ayrıntılarıyla Bilen'in huzuruna çı­ (Beri yanda) ilk günden beri Allah kaygısı
kartılacaksınız: nihayet O size yapıp-et- üzerine inşa edilmiş olan bir ibadethane
tiklerinizi bir bir haber verecektir." daha var ibadete durmana en lâyık olan
;

106 Bir de, durumları Allah'ın takdirine da burasıdır. Burası, arınıp tertemiz ol­
kalmış bir grup insan daha var. Allah is­ mak için can atan adamların yeridir: zira
terse onları cezalandırır, isterse onlarm Allah itina ile temizlenen kimseleri pek
tevbelerini kabul eder: Zira Allah her şeyi sever. 138

bilir, her takdirinde tam isabet sahibidir. 109 Şimdi, (hayat) binasını Allah kaygısı
107 Ayrıca, zarar vermek, inkârda diren­ ve rızası temelleri üzere inşa eden kimse
mek, inananlar arasına ayrılık sokmak ve mi daha iyidir,- ya yoksa binasını suyun
öteden beri Allah ve O'nun Elçisi'ne sa­ altını oyduğu kırılgan bir yar üzerine ya­
vaş açan kimseler adına gözetleme yap­ pıp, sonunda da onunla birlikte Cehen­
mak amacıyla ibadethane inşa edenler nem ateşine yuvarlanan kimse m i ? 1 3 9

var. 1 3 6
Üstelik onlar, "Amacımız daha Allah, zulmü içselleştiren bir toplumu
güzelini ortaya koymaktır" diye ısrarla asla doğru yola yöneltmez. 110 Yürekle-

135 İ m a n ağacının verimliliği ürettiği e y l e m l e eder. B u n u n l a birlikte maddî temizliğe de işa­


isbat edilir. ret eder. N i t e k i m Efendimiz Allah'ın övgüsü­

136 Z ı m n e n : M e k â n l a r değerlerini sizin ona ne mazhar olan Medinelilere nasıl temizlen­

verdiğiniz isimlerden değil, k u l l a n ı m amaçla­ diklerini sorunca, onlar abdesti ve guslü söyle­

rından alırlar. Mescid-i Dırar'ı inşa edenlerin mişlerdi. Efendimiz âyetteki mübalağa kipini

başında H a z r e d i papaz Ebu A m i r vardı. Birkaç delil göstererek "Bunları hepimiz yapıyoruz,

düzine taraftarıyla M ü s l ü m a n l a r aleyhine yo­ sadece sizin yaptığınız daha özel ne v a r ? " diye

ğun bir faaliyet yürütüyordu. Uhud'da sorunca tuvalette suyla temizlendiklerini söy­

m ü ' m i n l e r e karşı m ü ş r i k l e r i n safında savaştı. lemişler, " İ ş t e (gerçek sebep) b u ! " demiş; as­

Kaybedince Suriye'ye k a ç t ı ve oradan Medi­ habına yönelerek " H e p i n i z öyle y a p ı n ! " bu­

ne'deki münafıkları örgütledi. Onlara Kuba y u r m u ş t u r (İbn Ebi H a t i m ve İbn M a c e ) .

yakınlarında bir m e s c i d inşa e t m e t a l i m a t ı 139 Z ı m n e n : Ürettiğiniz iyi amellerin m i k t a ­


verdi. Bu görünüşte mescid, gerçekte m ü n a ­ rından daha ö n e m l i olan, o amelleri hangi te­
fıkların karargahı idi. Başarılı o l a m a y ı n c a Bi­ meller (niyetler ve tasavvur) üzerine bina etti-
zans imparatorunu M e d i n e üzerine kışkırttı, ğinizdir. Cüruf, sel suyunun altını oyup daya­
T e b ü k ' t e n s o m a öldü. naksız bıraktığı yar. Hâr ise, bu n i t e l i k t e bir

137 Bu uyarı boşuna değil. Ç ü n k ü Rasulul- yarın kırılganlık hali. Bu edebi değeri y ü k s e k

lah'ı mescidlerine davet etmişlerdi. A m a ç l a r ı b e n z e t m e , insan davranışlarını da tıpkı bina­


lar gibi " t e m e l l i " ve " t e m e l s i z " şeklinde i k i y e
o fesat yuvasını m e ş r u l a ş t ı r m a k t ı . V a h i y bu
ayırıyor. S o r u m l u l u k ahlâkı üzerine inşa edil­
uyarıyı yapmasaydı, Peygamber bu davete ica­
m i ş bir vicdanın eseri değilse, o kişiden sadır
bet edebilirdi. A m a bu, oramn fesat yuvası
olan iyiyi temelsiz sayıyor. T e m e l s i z iyilikler
oluşu gerçeğini değiştirmezdi.
ise hasbi değil hesabi, erdeme değil çıkara da­
138 Âyet ö n c e l i k l e mânevi arınmayı ifade
yalı oluyor.
rindeki k u ş k u 1 4 0
(uçurumu) üzerine inşa Öyleyse sevinin O'nunla böyle bir alışve­
ettikleri (hayat) binası, ancak yüreklerini riş yaptığınız için bu, işte budur muhte­
;

paramparça edinceye kadar dayanacak­ şem mutluluk!


tır. 1 4 1
Allah, hem (onların bu halini) bi­ 112 (Bu), ne zaman bir günah işleseler he­
len, hem de hikmeti gereği (buna izin ve­ men t ü m varlığıyla O'na y ö n e l e n l e r i n , 144

ren )dir. yalnız O'na kulluk edenlerin, övgülerin


111 Kuşku yok ki Allah yolunda çarpı­ tamamını sadece O'na hasredenlerin, 145

şan, öldüren ve öldürülen mü'minlerden seyyah olup O'nun rızasının peşine dü­
Allah, karşılığında Cennet vaad ederek şenlerin, 146
yalnızca O'nun önünde eği­
mallarını ve canlarını satın a l m ı ş t ı r . 142 lip, sadece O'nun huzurunda yere kapa­
Bu Allah'ın Tevrat'ta, İncil'de ve nanların, iyi ve doğru olanı önerip kötü
Kur'an'da gerçekleştirmeyi ü s t l e n d i ğ i 143 ve yanlış olandan alıkoyanların ve Al­
bir vaaddir: hem, sözüne Allah'tan daha lah'ın koyduğu sınırları kesintisiz koru­
sadık kim olabilir ki? yanların (mutluluğudur). 147

140 .Ribe'nin türetildiği rayb " k u ş k u " anlamı­ kaynak dile ait sözcüklerin başındaki " e l " ta­
na gelir. Benzer mânadaki (fakat aynı değil) kılarının, " t a h s i s , istiğrak, a h d " gibi m u h t e l i f
şekkten daha kapsamlıdır. Şekk, yakîn'in vurguları hedef dile yansıtıldığında, zorunlu
karşıtı olarak kullanılır (Bir karşılaştırma için olarak bu mânalar elde edilmektedir.
bkz. 76/Sebe': 54, not 70). Fakat rayb, " k o r k u ­
146 es-Sâihûn, "seyahat edenler, gezginler"
y u " da içeren bir kuşkudur. İbn Fâris, rfbe'nin mânasına gelir. Birinci ve ikinci kuşaktan nak­
bu a n l a m ı n ı delillendirirken, umduğunu elde ledilen haberlere baktığımızda, bu k e l i m e n i n
e d e m e m e ya da kuşkusunda haksız ç ı k m a lafzî anlamıyla değil mecazî anlamıyla ele alı­
k o r k u s u n a dikkat ç e k e r [Mekâyîs). Bu âyette, nıp es-sâimûn (oruç tutanlar) şeklinde anlaşıl­
ikiyüzlünün t ü m amellerini t a m da böyle bir dığını görüyoruz. Buna göre, oruç tutan insan
" k o r k u l u k u ş k u " t e m e l i üzerine bina ettiği yemeden, içmeden ve şehvetten ayrılıp mane­
s e m b o l i k bir dille anlatılıyor. Bu, " Y a yıkılır­ vî bir seyahate çıktığı için böyle isimlendiril­
sa?" korkusu... miştir (Taberî ve Râzî). Hatta İbn Abbas'a atfe­
141 Bir ö n c e k i âyette yapılan b e n z e t m e n i n zo­ dilen bir haberde, Kur'an'daki t ü m es-seyâha
runlu sonucunun, a n c a k böyle bir t e r c ü m e y l e kökünden türetilen sözcüklerin es-sıyam ola­
hedef dile aktarılabileceği kanısındayız. rak anlaşılması gerektiği dile getirilir. Fakat
âyetteki el-'âbidûn oruç t u t m a y ı da kapsar. Râ­
142 Profan ticaret dilinin, i m a n alanına taşın­
zî, bundan farklı olarak iki görüş daha aktarır:
masına harika bir örnek. Z ı m n e n : Anlamsız bir
birincisi, yine ilk kuşaktan bazı isimlere atfe­
hayattan anlamlı bir ölüm bin kat yeğdir. Zira
dilen " i l i m yolunda seyahat edenler" anlamı,
Allah yolunda ölmek, ö l m e m e y i bilmektir.
ikincisi ise Ebu M ü s l i m ' i n k e l i m e n i n lafzî an­
143 Burada bir zamirle Allah'a atfen kullanı­ lamı olan seyahati esas alarak verdiği " A l l a h
lan 'alâ edatının Kur'an'daki genel k u l l a n ı m ı yolunda cihad için sefere ç ı k m a " anlamı. B i z .
hakkında b k z . 72/Hicr: 4 1 , not 3 2 . kelimeyi mecaza hamleden görüşe uyduk, fa­
144 Ç e v i r i m i z i n gerekçesi et-tâibûn'un açılı­ kat ait olduğu bağlama daha uygun olan daha
mıdır (Bkz: Taberî). farklı bir mecazî anlamı tercih ettik.

145 " T ü m varlığıyla", " y a l n ı z " , " t a m a m ı n ı " , 147 Baştaki ve sondaki parantez içi ibareler, bu
"durmadan d i n l e n m e d e n " gibi pekiştirme ve âyetin anlamım bir önceki âyete eklemleyen Ta-
en'li ifadeleri parantez içine almadık. Ç ü n k ü , berî'nin tercihi göz önüne alınarak konulmuştur.
O halde, (bu evsaftaki) tüm mü'minleri sonra sapıklıkla suçlamaz. Elbette her şe­
müjdele. yi bilen sadece Allah'tır.
116 (Ve) elbette göklerin ve yerin hakimi­
113 (KÜFRE saplanarak ölenlerin) cehen­ yeti yalnızca Allah'a aittir: Hayatı da ölü­
nemlik olduğu kendilerine açıklandıktan mü de O takdir eder. Sonuçta sizin için
sonra, müşrikler için -isterse yakın akra­ Allah dışında ne bir yâr, ne de bir yardım­
balık bağları bulunsun- Allah'tan af dile­ cı var.
mek, ne Peygamber'e ne de iman eden
kimselere hiç yakışık a l m a z . 148
114 İbra­ 117 DOĞRUSU şu ki: Allah, Peygam-
him'in babası için Allah'tan af dilemesi­ ber'e, (imkanların tükendiği yerden im­
nin nedeni, yalnızca berikinin diğerine kanların üretileceği yere göç eden) muha­
(hayattayken) verdiği bir söze dayanıyor­ cirlere, (zorluk demlerinde kendi imkan­
du. 1 4 9
Fakat, diğerinin Allah düşmanı ol­ larım onlarla paylaşan) Ensar'a, üstelik iç­
duğu onun için kesinlik kazanınca ondan lerinden bir kısmının kalbinin kaymaya
hemen el çekti. Zaten İbrahim çok yufka yüz tuttuğu bir durumun ardından, rah­
yürekli, yumuşak huylu biriydi. 150
met ve bağışıyla yöneldi. E v e t , 151
onların
115 Hem Allah hiç bir topluluğu, -(akıl, tevbelerini kabul etti; çünkü O'nun sınır­
fıtrat ve irade ile) doğru yolu gösterdikten sız şefkat ve merhameti, onları da kuşatır.
sonra (bile)- korunup sakınacakları şeyle­ 118 Yine geri kalan üç kişiye de (Allah,
ri kendilerine bütünüyle açıklamadıktan şefkat ve merhametiyle yöneldi). 152
O ka-

148 Bu âyetin Allah Rasulü'nün amcası hak­ 149 Bkz. 109/Mumtehane: 4, not 12.
kında indiği rivayetleri vardır. Bu rivayetlere 150 İman etmeden ölmüş bir babaya, peygam­
göre Hz. Peygamber amcasına imanı telkin ber oğulun dua etmesi yasaklamyor.
emiş, amcası bu telkinlere olumlu cevap ver­
151 Summe edatına, bu tür tekrarlarda verile­
memiştir. Bunun üzerine Allah Rasulü onun
bilecek en doğru karşılık bu olsa gerektir.
için af dileme konusunda Rabbinden izin iste­
152 Sûreye adını veren bu âyette atıf yapılan
miş ve bu pasajla sözkonusu izin talebi redde­
üç kişi Ka'b b. Malik, Merare b. Rebi' ve Hilal
dilmiştir (Buhârî, Tefsir, 9; Müslim, İman 39).
b. Ümeyye'dir. Bunların " ü ç kişi" değil de, 4 1 .
Amcanın peygamberliğin 9. yılında vefat etti­
âyetten buraya kadar hikayeleri anlatılan se­
ği, Tevbe sûresinin ise Nebi'nin irtihaline ya­
ferden geri kalan " ü ç gurup" olduğu düşünüle-
kın bir tarihte indiği hatırlanacak olursa, bura­
bilirse de, 8 5 , 87, 93 ve 9 4 . âyetler buna engel
da bir zaman problemi vardır. Muhtemelen bu
teşkil etmektedir. Bir şair olan Ka'b'ın başın­
âyetler ininceye kadar Allah Rasulü amcasına
dan geçenler özetle şöyle: Allah Rasulü sefer­
dua etmeyi sürdürmüştür. Bu âyetle Hz. Pey­
den dönünce ayağının tozuyla mescidde iki re­
gamber'in annesine dua e t m e izninin reddedil­
kat n a m a z kıldıktan sonra Ka'b'ı görüp neden
diği rivayeti arasında ilişki kuranlar da omuş-
katılmadığını sorar. Allah'ı aldatamayacağına
tur. Fakat Şevkanî'nin dediği gibi bu rivayet
inandığı için mazeretinin olmadığım, nefsine
zayıftır (Fethu'l-Kadir). Pasajın vermek istediği
ağır geldiği için sefere katılmadığını söyler.
mesaj şudur: Tevhid üzerinde ne kadar titiz^
Allah Rasulü "Allah senin hakkında h ü k ü m
lenseniz yine de azdır. Zira işin sırrı tevhidde-
verinceye kadar b e k l e " der. O günden sonra
dir ve orada küçük bir sapmaya izin vermek,
iki arkadaşıyla birlikte tecrit olunurlar. Na-
akidede telafisi zor tahribata yol açabilir.
dar ki, olanca genişliğine rağmen yeryüzü şiddetli açlık gelse; ne zaman inkâra gö­
onlara dar gelmiş, dahası vicdanları da mülenleri öfkelendiren bir hamle yapsa­
kendilerini sıkıştırmıştı,- sonunda Al­ lar ve ne zaman mukadder olan sonuca
lah'tan yine Allah'a kaçıp sığınmaktan düşman eliyle ulaşsalar; mutlaka bu on­
başka çare olmadığını anladılar. Ardından ların lehine üretilmiş bir değer olarak ya­
O da onlara rahmetiyle yöneldi ki, onlar af zılmaktadır: Elbette Allah iyilerin hakkı­
dilemek için Kendisine dönsünler: İyi bi­ nı zayi edecek değildir. 155

lin ki Allah, evet yalnızca O'dur tevbeleri 121 Yine onlar, az ya da çok Allah yolun­
kabul eden, rahmetiyle muamele eden! da her ne harcamışlar ve hangi vadide ne
yol almışlarsa, Allah'ın onları yaptıkla­
119 SİZ ey iman edenler! Allah'a karşı rından dolayı en güzel bir biçimde ödül­
sorumluluğunuzun bilincine varın ve dü­ lendirmesi için, elbet o da onların lehine
rüst kimselerle birlikte o l u n ! 153
kayda geçirilmektedir.
120 (Peygamber) şehrinin halkına ve çev­ 122 Fakat, (yeni) mü'minlerin (dini öğ­
resindeki bedevilere, ne Allah'ın Elçi- renmek için) cumhur cemaat yola koyul­
si'nden geriye kalmak, ne de kendi canla­ maları doğru olmaz,- onlar arasından her
rını onunkinden fazla sakınmak yara­ gruptan birileri (Medine'ye doğru) yola
şır. 154
Şöyle ki; ne zaman onların başına çıkmalı, dinde derin bir anlayış ve ilim
Allah yolunda bir susuzluk, yorgunluk ve
elde etmek için (orada) çaba h a r c a m a k 156

mazları N e b i ' n i n ardında kılar, selam verir, lah'ın bu güvenini k a z a n m a k için kulluğu pe­
s e l a m ı m ı acaba alıyor mu diye Hz. Peygam- şin yapıp ecrini daha sonra almayı canı gönül­
ber'in dudaklarının kımıldayıp kımıldamadı­ den kabullenmelidir.
ğına bakar. İçinden k e ş k e kımıldasa diye dua 156 Bu âyet, savaşta ya da barışta, eğitim ve öğ­
eder. T e c r i t daha da sıkılaşır. Ve bu durum renimin toplumsal bir vecibe olduğunu, bu ve­
tevbesi kabul oluncaya kadar sürer (Taberî). cibenin toplumun üzerinden bu sorumluluğu
T e v b e s i n e sadâkatin bir şahidi olarak m a l ı n ı birilerinin yerine getirmesiyle kalkacağını be­
tasadduk eder (Buhârî, Tefsir 75). yan eder. Kur'an bu çağrıyı "veri, data ve ma­
153 Veya mine's-sâdıkîn okunuşuna dayana­ l u m a t " sahibi o l m a k için değil, "dinde tefak-
rak: " D ü r ü s t kimselerden o l u n ! " [Keşşaf]. Fa­ kuh sahibi o l m a k i ç i n " yapmaktadır. İlki "fı­
kat genelin okuyuşu olan me'a's-sâdıkîn, çok kıh tahsil e t m e y e " , ikincisi "bilgiyi elde etme,
daha kapsamlıdır. Sadık o l m a k i m a n a sadâka­ üretme ve i l e t m e n i n a m a c ı n a dair derin bir bi­
tin ön şartıdır. Dürüstlerle beraber o l m a emri linç k a z a n m a y a " tekabül eder. Kişi insanların
ise, h e m çevrenin ö n e m i n e , h e m de iyilik ha­ kurallar için değil, kuralların insanlar için ol­
reketinin örgütlü hale getirilmesine işaret duğunu ancak bu tefakkuh sayesinde öğrenir.
eder. Hz. İsa'nın dilinde bu h a k i k a t " i n s a n sebt gü­
154 Z ı m n e n : C a n ı ölümden s a k ı n m a k gerek- nü için değil, sebt günü insan i ç i n d i r " şeklinde
seydi, o can 'alemlere r a h m e t ' olanın canı ifadesini b u l m u ş t u (Markos 2:27-28). Zira Ya-
olurdu. hudileşen Isrâiloğulları tefakkuhsuz bir fıkıh
tahsil ettikleri için, C u m a r t e s i günü biri kuyu­
155 Z ı m n e n : Allah'a iman, Allah'a güvendir.
ya düşse onu ç ı k a r m a m a y ı dindarlık sayıyor­
el-Mü'min olan Allah'a m ü ' m i n olan kul ge­
lardı. Her ne kadar Yahudi ilahiyatında Pikvah
rektir. Allah k u l a güvenmiş, n i m e t i peşin ve­
Nefes Dohe Şabat (can tehlikesi Şabat'ı öteler)
rip şükrü vadeli kabul etmiştir. Kul da Al-
ve kendi toplumları arasına geri döndük­ davrananların yanındadır.
leri zaman da, onları uyarmalı değil
mi; 1 5 7
belki de böylece (ileride doğacak) 124 NE zaman Kur'an'dan bir bölüm in-
birtakım mahzurlar (önceden) engellen­ dirilse, hemen onlardan birileri: "Bu han­
miş o l u r . 1 5 8
ginizin imanını artırdı?" d e r l e r . 160

123 Siz ey iman edenler! İnkâra gömülen­ Hani iman edenler var ya: bu onların

ler arasından size en yakın (tehdit) oluş­ imanlarını tabii ki artırmıştır; ve elbet on­

turanlara karşı s a v a ş ı n ! 159


Ve sizin şahsı­ lar bunun sevincini ve müjdesini paylaşır­
nızda sert bir direnişe şahit olsunlar. lar. 161
125 Bir de kalpleri hastalıklı kimse­
Hem şunu iyi bilin ki, Allah sorumlu ler var ve bu onların çirkefliklerinin kat-
;

ilkesi varsa da, bu insan canını korumayı zo­ "cumhur cemaat" gelmemelerini istemekte,
runlu kılan bir ilke o l m a k t a n ç o k bir keyfi içlerinden cins kafaları (tefakkuh sahipleri) se­
" i z i n " ve " r u h s a t " mahiyeti taşıyordu. çip dini öğrenmek için göndermelerinin daha
" D i n d e tefakkuh sahibi o l m a n ı n " t a m a ç ı l ı m ı şık olacağını ifade etmektedir.
şudur: " a z i m ve gayretle t ü m m e l e k e l e r i n i 158 Leallehum yahzerûn ibaresinin zorunlu
kullanarak insanın Allah'a neden borçlu oldu­ açılımı.
ğunun bilincine varsınlar ve gereğini yapsınlar
159 Yelunekum, " s i z e yakın o l a n " demektir.
d i y e . . . " İnsan ancak bu b i l i n ç sayesinde Al­
Bu ibare, yakın ve a ç ı k tehlikeyi ifade eder. Bu
lah'ın h a k k ı n ı t e s l i m e t m e k için A l l a h ' a ka­ y a k ı n l ı k h e m fizikî h e m de manevî tehlikeyi
yıtsız şartsız t e s l i m olur. kapsar. T e h d i t ve tehlikede öncelik sıralama­
157 Veya söz konusu olanın Medine'ye gelen­ sını doğru yapmaya delalet eder.
ler değil de, Medine'den çıkanlar olduğu var­ 160 Kur'an, kurucu neslin i m a n ı n ı n h e m se­
sayımından hareketle: " m ü ' m i n l e r i n topye- bebi, h e m takviyesiydi. Vahyi Allah'ın insana
kûn (savaş için) sefere çıkmaları doğru olmaz; olan u m u d u n u n bir ifadesi olarak gördükleri
onlar arasından her guruptan birileri sefere için, vahyin artması umutlarını ve güvenleri­
ç ı k m a m a l ı , dinde derin bir anlayış ve i l i m el­ ni artırıyordu.
de e t m e k için (şehirde kalıp) çaba harcamalı
161 Yestebşirûn, h e m " m ü j d e " h e m " s e v i n ç "
ve gidenler döndükleri zaman da toplumlarını
ifade eder. Vahyin devam e t m e s i onlar için bir
uyarmalı değil m i ? " Bu alternatif mâna, âyeti
müjde ve sevinç kaynağı oluyordu. Ü m m ü Ey-
sonrasındaki 123. âyete göre anlamanın bir so­
m e n ' i , a n c a k bu âyeti anladığımızda anlayabi­
nucudur. Bu sonuç Âl-i İmran 104 ile de
liriz: " N e b i ' n i n vefatından sonra Ebubekir
uyumludur. Fakat tercihimiz, bu âyeti öncesi­
Ö m e r ' e "Haydi Rasulullah'ın sağlığında ziya­
ne nisbetle anlamaya dayanır. Bu durumda,
ret ettiği gibi, biz de Ü m m ü E y m e n ' i ziyarete
buradaki " s e f e r " ile yeni M ü s l ü m a n olan ka­
g i d e l i m " der. O n u n yanına vardıklarında Ü m ­
bilelerin akın akın Medine'ye gelmelerinin
mü E y m e n ağlamaya başlar. (Onun N e b i ' n i n
kastedildiği sonucuna varırız. Nüzul ortamı
vefatına ağladığını sanarak) " N i ç i n ağlıyor­
da, bu tercihimizi teyit eder. Zira bu âyetlerin
sun? B i l m i y o r m u s u n ki Allah'ın katında olan
indiği 9. yıl, Kur'ani davetin bölgede hızla ka­
Allah Rasulü için daha hayırlıdır" derler. " B e n
bul gördüğü, İslâm'ı seçen kabilelerin k i t l e ha­
bunu bilmediğim için ağlıyor değilim,- asıl ben
linde Medine'ye akın ettiği bir dönemdir. Bu
semadan vahyin inişi kesildi de, ona ağlıyo­
teveccüh h e m ev sahipleri h e m misafirler açı­
r u m " der. Bunun üzerine Ebubekir ile Ö m e r
sından " b i r t a k ı m m a h z u r l a r a " yol a ç m a k t a y ­
de ağlamaya başlarlar" (Müslim).
dı. Bu yüzden âyet Medine'ye akın edenlerden
996 114/TEVBE SÛRESİ Nüzul: 114 Mushaf: 9

merlenmesine yol açmıştır; en sonunda 128 DOĞRUSU (ey insanlık)! Size kendi
onlar, (boğazlarına kadar gömüldükleri in­ türünüzden bir Elçi gelmiştir ki o pek aziz­
kârda) kâfir olarak ölüp gidecekler. dir: 164
sizin zorlanmanız ona pek ağır geli­

126 Görmüyorlar mı ki her yıl bir ya da yor, 1 6 5


üzerinize hassasiyetle titriyor,- çün­

iki kez skandala konu oluyorlar, sonra da kü o mü'minlere karşı şefkat pınarı bir ra-

ne tevbe ediyorlar ne de ders a l ı y o r l a r ! 162


ûf, merhamet abidesi bir rahimdir.

127 Bir de, ne zaman bir sûre indirilse; 129 (Bu gerçek ortadayken) yine de onlar
"Sizi görecek biri mi var k i ? ! " 1 6 3
(der gi­ yüz çevirirlerse, de ki: "Allah bana yeter,
bi) birbirlerine bakıyorlar, peşinden de O'ndan başka ilâh yok, ben hep O'na gü-
dönüp gidiyorlar. venmişimdir; çünkü O en yüce hüküm­

Allah onların kalplerini (haktan) döndür­ ranlık makamının Rabbidir!"

müştür; çünkü onlar anlayışsız bir toplu­


luktur.

162 Lafzen: " f i t n e ç ı k a r ı y o r l a r " ya da " f i t n e y e dığı min enfesikum (sizin en iyinizi) okuyuşu,
düşürülüyorlar". Geleneksel tefsirlerde bu " d u y g u s a l " bir okuyuş olsa gerektir.
" i m t i h a n " olarak anlaşılmıştır (Taberî). Ger­ 165 'Anittum, "zorlayarak kırma, tahrip et­
ç e k bir çok anlamlı k e l i m e olan fitne, bizce me" anlamındaki 'anete'den türetilmiştir.
burada "sınanmaktan" daha ç o k "tongaya Kur'an'da kullanıldığı beş yerde de " i n s a n ı n
d ü ş m e k " , " a ç ı k v e r m e k " , "skandala k o n u ol­ zorlandığı bir belânın ortasına düşmesini, kö­
m a k " anlamlarında k u l l a n ı l m ı ş t ı r (114/Tev- şeye s ı k ı ş m ı ş l ı ğ ı " ifade eder (Zemahşerî ve
be: 4 9 , not 64). M u k a t i l ' d e n nakledilen buna Râğıb). Burada, insanın sapma ve inkârından
benzer bir görüş de m e v c u t t u r (Râzî). dolayı ebedi mutluluğu k a y b e t m e s i n e tekabül
163 N i f a k ' ı n en temelinde her şeyi gören bir eder. Peygamber'e ağır gelen de işte budur. Zi­
Allah tasavvurunun olmayışı yatar. ra o " a l e m l e r e " , yani insanlığın t ü m ü n e rah­
m e t t i . Ö m r ü n ü n sonunda şöyle dua ediyordu:
164 Min enfusikum-, lafzen "sizin içinizden".
" Y a Rab! M u h a m m e d de bir insandır! Her in­
Bu ibarenin en geniş anlamı, " m e l e k ya da ola­
san gibi o da kızıp öfkelenebilir! K i m e k ı z m ı ş
ğanüstü yetilere sahip biri değil, sizden, sizin
ya da beddua e t m i ş s e m , onu o kişi hakkında
gibi insan bir p e y g a m b e r " demektir. Bunu
62/Kehf: 110 ve 81/Fussilet: 6 da destekler. Ki­ bir ecir, bir rahmet, bir dua k ı l ! " (Müslim, Bin

mi rivayetlerin bazı s e ç k i n isimlere dayandır­ 45/25).


KAYNAKÇA

Abduh, M u h a m m e d (1849-1905); Tefsîru Cuz'i 'Amme, Kahire, 1409/1989.


Abdulbâki, M. Fu'âd; el-Mucemu'l-Mufehres li-Elfazı'l-Kur'âni'l-Kerim, Kahire, 1408/1988.
Ahfeş, Said b. Mes'ade el-Belhî (ö. 2 0 9 ) ; Maani'l-Kur'an (I-II), tah. Dr. Abdulemir M. E m i n el-
Verd, Beyrut, 1985/1405.
Aişe Abdurranman, Prof. Dr. (Bintu'ş-Şatı') (ö. 1998); el-l'cazu'l-Beyânîli'l-Kur'an veMesailulb-
ni'l-Ezrak, Kahire, 1404.
— et-Tehinı'1'Beyânîli'l-Kur'ani'l-Kerim [l-IL), 7. bs. Kahire, 1977.
Begavî, Ebu M u h a m m e d Hüseyin b. M e s ' û d (ö. 516); Me'âlimu't-Tenzîl (I-IV), Beyrut, 1414/1993.
Beydâvî, Ebu Sa'îd Abdullah (ö. 791); Envaru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl (I-II) Beyrut, ; 1408/1988.
Celaleyn: Celaluddin el-Mahalli ve Celaluddin es-Suyûtî; Tefsiru Celaleyn, Kahire, t.y.
Ebu Havyan, M u h a m m e d b. Yusuf (ö. 745) el-Bahru'l-Muhît (I-IX), T a h : Adil A. Abdulmevcûd-
Ali M. Muavvıd, Beyrut 1 4 2 8 .
Ebu Hilal el-Askeri, Hasen b. Abdullah (ö. 4 0 0 ? ) Kitâbu'l-Fuıûk, Trablus, 1414/1994.
;

Ebu Ubeyde M a ' m e r b. El-Musennâ (ö. 2 0 9 / 8 2 4 ) Mecâzu'l-Kur'an (MI), tah: Dr. M u h a m m e d Fu-
;

ad Sezgin, Kahire, t.y.


Ebülbeka, Eyyub b. M u s a el-Huseyni el-Kefevî (ö. 1094/1683); el-Kûlliyyât, Beyrut 1412/1993.
Ebüssuud Efendi (ö. 982/1574); İrşadu'l-'Akli's-Selîm ilâ Mezaye'l-Kitâbi'l-Kerîm (I-V), nşr: Da-
ru'l-Fikr, y.y., t.y.
Elmahlı M. Hamdi Yazır (1878-1942); Hak Dini Kur'an Dili (I-X), İstanbul 1979.
Esed, M u h a m m e d (1900-1992); Kur'an Mesajı (Mü), M e a l - T e f s i r çev: C a h i t K o y t a k - A h m e t Er-
;

türk, İstanbul 1417/1996.


Ferrâ, Ebu Zekeriyya Yahya b. Ziyad (ö. 207); Ma'âDİ'l-Kufan (I-III), tah: A h m e d Yusuf Necati-
M. Ali en-Neccar, y.y., t.y.
Fîrûzâbâdî, Mecduddin M u h a m m e d b. Yaku b (ö. 817); Besâiru zevi't-Temyîz Letâifu Kitabi'l-
'Azîz (I-VI), Beyrut, t.y.
Halil b. A h m e d el-Ferâhîdî (100-175 h . ) Kitabu'l-'Ayn (I-VIII), tah: Dr. Mehdi el-Mahzumi-Dr. İb­
;

rahim es-Samarrâî, Bağdat 1 9 8 0 .


ibn Atıyye, Ebu M u h a m m e d Abdulhak b. Ğalib (ö. 546); el-Muhaıraru'l-Vecîz fî Tefsiri'l-Kitâbi'l-
'Azîz[l-V), tah: Abdusselam Abduşşafi, Beyrut 1413/1993.
ibn Aşur, M u h a m m e d T a h i r (ö. 1284/1868); et-Tahıîr ve't-Tenvîr (I-XXX), y.y., t.y.
ibn Cinni, Ebulfeth O s m a n (ö. 3 9 2 ) ; el-Hasâis, tah: M. Ali en-Neccâr (Mü), y.y., t.y.
IbnDureyd, Ebubekir M u h a m m e d b. Hasen (ö. 3 2 1 ) ; Cemheratu'l-Luğa (I-IV), Beyrut, t.y.
ibn Fâris, Ebulhuseyn A h m e d (ö. 3 9 5 ) ; Mu'cemu Mekâyîsi'l-Luğa (I-VI), Kahire 1400/1980.
ibn Hazm, Ebu M u h a m m e d Ali b. A h m e d (ö. 456), el-Fisal fi'l-Milel ve'l-Ehvâi ve'n-Nihal (I-V),
Beyrut, t.y.

* Nadir kullanılan kaynaklar ve referans bilgileri Kaynakça'ya alınmayıp metin içerisinde veril­
miştir.
ibn Hişam, Abdülmelik b. Eyyub el-Himyeri (ö. 213); es-Siıatu'n-Nebeviyye (I-IV), Kahire, t.y.
İbn Kesir, Ebulfida İsmail b. Ö m e r (ö. 774); Tehiru'l-Kur'ani'l-'Azîm (I-IV), Beyrut, 1 4 0 1 .
I b n T e y m i y y e , Takiyyuddîn (661-728); et-Tefsim'l-Kebir (I-VII), Beyrut, t.y,
Ibnu'l-Cevzî, Ebulferec Cemalüddin Abdurrahman (ö. 897); Zadu'l-Mesîr fi 'Ilmi't-Tefsîr (I-Vm),
Beyrut 1414/1994.
Islâmoğlu, Mustafa,- Israiloğullarmdan Ümmet-i Muhammed'e Yahudileşme Temayülü, İstan­
bul, 1 9 9 6 .
— Üç Muhammed, İstanbul, 2 0 0 0 .
— Alemlerin Rabbi Allah, İstanbul, 2005.
Kâsımî, M u h a m m e d Cemaleddîn (1866-1914); Mehasinu't-Te'vîl (I-XVII), ta'lik: M. Fuad Abdul-
bâki, Kahire, t.y.
Kulliyyatu'l-Elfâz (I-II); Berîk b. Sa'îd el-Karnî, Riyad, 1 4 2 6 .
î b n M a n z û r , Ebulfazl Cemaluddîn M u h a m m e d (ö. 711/1311); Lisanu'l-'Arab (I-VI), Kahire, t.y.
Kurtubî, Ebu Abdullah M u h a m m e d b. A h m e d el-Ensârî (ö. 671); el-Câmi' li-Ahkâmi'l-Kur'an (I-
X X ) , tah: A. A. el-Berdûnî, Kahire, 1372.
Kuşeyrî, Abdulkerim b. Hevâzin (ö. 465/1072); Letâim'l-îşâıât (I-III), Kahire, 1 9 8 1 .
Tefsiru'l-Menâı (I-XIII) M u h a m m e d Reşid Rıza (ö. 1935) (Fâtiha-Nisâ arası M. Abduh), Beyrut,
;

1414/1993.
Maverdî, Ebu'l-Hasan Ali b. M u h a m m e d b. Habib (ö. 4 5 0 h.) en-Nûket ve'l-Uyûn Tefsiru'l-Ma-
verdî, 2. bs. Beyrut 2 0 0 7
Mevdûdi, Ebu'l-A'lâ (1903-1979); Tefhîmu'l-Kuran (I-VII); çev: heyet, İstanbul, 1986.
Mevsû'atu's-Sunne: Buhari; M ü s l i m ; Ebu Davud; T i r m i z î ; Nesâî; ibn M â c e ; Muvattâ, Müsned-i
A h m e d b. Hanbel (I-XXIII), İstanbul, 1992.
M u k a t i l b. Süleyman el-Belhî (80-150); Tefsir (I-V), tah: Dr. A. M a h m u d Şehhâte, Kahire, 1979.
M u s a Carullah Bigi, Kitahu's-Sûnne, çev: Dr. M. Görmez, Ankara, 1998.
Râzî, el-lmam Fahrüddin M u h a m m e d b. Ö m e r b. el-Huseyn b. Hasen b. A l i e t - T e m i m i (604 h.);
Mefatihu'l-Gayb, Daru'l-Kütübi'l-Ilmiyye, Beyrut-1411/1990
Said Nursî, îşârâtu'l-î'câz, tah. İhsan Kasım es-Salihi
Se'âlibî, Ebu Mansur İsmail (429/1038); Fıkhu'l-Luğa ve Sırru'l-Aıabiyye, Beyrut, ty.
Sıbeveyh; Ebû Bişr A m r b. O s m a n b. Kanber (ö. 194 h.) ; Kitâbu Sibeveyh, Beyrut, t.y.
Süyûtî, Abdurrahman Celaluddîn (849-911 h.) ; el-ltkân fi 'Ulûmi'l-Kur'an (I-1Y), tah: M a h m u d
Ebulfadl İbrahim, Kahire, t.y.
Şâtıbî, Ebu İshak İbrahim b. M u s a el-Gırnâti (ö. 790); el-Muvâfakât fi Usûli'l-Ahkâm (I-IV), ta'­
lik: M. H. Hüseyin Tunûsî, Daru İhyai'l-Kutubi'l-'Arabiyye, y.y., t.y.
Şevkânî, M u h a m m e d b. Ali b. M u h a m m e d (ö. 1250); Fethu'l-Kadîr el-Câmi' Beyne Fenni'r-Rivâ-
ye ve'd-Dirâye min Îlmi't-Tefsîr (I-V), Beyrut, 1417-1997.
Tabatabâî, M. Huseyn (ö. 1981); el-Mîzân fi Tefsiri'l-Kur'an (I-XX), Kum, 1371/1412.
Taberi, Ebu Cafer M. b. Cerir (ö. 310); Câmiu'l-Beyân fi Tefsiri'l-Kur'an (I-XII), Beyrut, 1412/1992.
Tâcu'l-'Arus (I-XX) Zebîdî, Muhibbuddin Ebî Feyd Murtaza, Beyrut, 1414/1994.
;

Z e c c â c , Ebu İshâk İbrahim b. es-Serîy (ö. 3 1 1 ) ; Ma'âni'l-Kuı'an ve Vrâbuhu (I-V), tah: Dr. Abdul-
celil Şelebi, Kahire, 1414/1994.
Zemahşerî, Ebu Kasım Carullah M a h m u d b. Ö m e r (ö. 538); el-Keşşâf 'an Hakâiki't-Tenzîl ve
'Uyûni'l-Ekâvîl fi Vucûhi't-Tevîl (I-IV), Beyrut, t.y.
— Esâsu'l-Belâğa (I-II), Kahire, 1985.
DİZİN

A 179, -ve eşi 273, 297, 707, 708 Aişe (r) XX, 5, 11, 28, 73, 167, 241,
Abbad b. Serahbil 924 -iyyet 111 609, 697, 803, 903, 906, 917, 938,
Abbas (b. Abdulmuttalib) 803 Âdemoğlu 197, 198, 271, 339, 707, 913, ~'ye iftira olayı 798
abd 342 'âbîd519 ~nun sulbü 294, -lan 130 Aişe Abdurrahman (Bintu'ş-Şatı')
Abd b. Humeyd 447 Adiy b. Hâtem (r) 975 29, 131, 244
abdest 79, 314, 353, 522, 851, 917, 'âdiyâtSl Akabe biati 345,566, 584, 605, 668
920 'adi Ali 'akara 273, 260
Abduh (Muhammed) 3, 131 'Adn (cennetleri) 180, 268, 311, 'akd 719

Abdullah (b. Abdulmuttalib) 239, 511, akidevi şizofreni 930

880, -oğlu Muhammed 5, 428, Adnânî Araplar 9 Aide lügati 185

447 'aduvvun 454 el-Akl (ve'l-Fehmu'l-Kur'anf 925

Abdullah (Hz. Peygamber'in oğlu) el-'af69S 'âkilin 193, 733

60 âfâk357 akıl 47, 128, 296, 428, 476, -ema­


neti 276, -eden kalb 2, 11, 37, 52,
Abdullah b. Amr 60, 295 afazi 701
113, 122, 125, 128, 143, 239, 338,
Abdullah b. Husayn 53 ahd 521, 719
340, 397, 486, 522, 547, 549, 585,
Abdullah b. Mes'ud (r) 11, 79, 110, ahdese 196
682, 695, 778, 806, 860, 963, so­
120, 140, 156, 164, 181, 336, 343, 'ahdullah 823, 'ahidnâ 197 rumsuz ~, 182, -etme yeteneği
372, 447, 458, 469, 549, 554, 589, ahfâ 185, 297 557, -m hastalığı 807, -la kuru­
624, 670, 739, 743, 752, 795, 901,
Ahfeş 74, 243, 418, 421 lan tuzaklar 355
874, 913, 957, ~'un kıraati 65
ahkâb 221 aktif: -iyi 55, 441, 530, -kötü 282,
Abdullah b. Selam (r) 440, 637
ahlâk: ~î sorumluluk 132, 143, 780, -muhalefet 334
Abdullah b. Ubey 799, 859, 984, 273, 817, 911, -î standartlar 688, a'lâ39,
985 786, ~lı bir toplum modeli 799, 'alaka 7, 'alak 7
Abdulmuttalib 111 harcama ~ı 154, 396, -çağrısı 'Alemin 487, 569, 661
Abdurrahman b. Avf (r) 803, 962 237, ~î değerler 181, 266, ~î dav­
Alemlerin Rabbi Allah 230, 460
Abdurrahman (b. Ebubekir) 638 ranışın kaynağı 8, ~î davranışın
Ali (r) 39, 55, 141, 168, 255, 265,
Abdu Vedd 355 anlamı 8
276, 295, 318, 447, 618, 624, 845,
Abdu Yeğus 355 Ahmed (s.a.v.) 409, 579, 839, 841, 868, 895, 901, 925, 938, 941, 971
Abdu Yezid 914 ahsa 333 Ali el-Kârî 342
Abdülehad Davud (Benjamin Kel- 'ahsen 586 'Alîm 490, -ve Hakim 468, 684,
• dani)841 ahkâm âyetleri 174, 523 -ve Habîr 963
âbidîn 193 ahlâm 320, 461 'Aliyy 606
Abiya ailesi 172 ahtae 297, 775 Allah 1, 16, 31, 81, 340, 418, 701,
Acem 523 el-Âhir 796 762, 952, ~'ın izni 168, 315, 360,
el-'âcile 394 ahiret 4, 20, 23 ~i inkâr 28, 33, -sa­ 468, 564, 692, 694, 725, 763, 786,
adeti 261, -günü 774, 943, -dün­ 794, 820, 832, 832, 876, 921, ~'ın
'acibte 367
yanın ruhudur 120 hükmü 926, 943, ~'ın hürmeti
açlık korkusu 396, 769
Ahkâf 48 503, ~'a teslimiyyet 251, 370,
'Âd ve Semûd 46, 151, 359, 588,
931, ~'m şahitliği 423, 870, 937,
Ahkamu'l-Kur'an 845
665, 681 -tan isteme 278, 303, 584, 815,
adalet 4, 64, 81, 183, 275, 385, 422, ahlâkî yamyamlık (gıybet) 959
938, ~'ı sınamak 939, ~'ı
737, 745, -çağrısı 189, -in hatırı Ahneton 189, 559
hakkıyla takdir etmek 494, 554,
577, -devletin imanıdır 385, -ta­ Ahzâb 434, -savaşı 789, 898 872, ~'a hakkını teslim etmek
savvuru 205 Ahmed Cevdet Paşa 689 106, 162, 494, 820, ~'ın adı 2, 26,
Addas (Ninovalı) 446 Ahmed b. Hanbel 82, 156, 263, 499, 743, -tan başkası adına
Âdem 130, 197, 198, -İblis kıssası 871, 924, 962 kesilenler 499, 502, 525, 743,
184, 273, 330, 339, 697 ~'in nesli Ahuramazda 677 918, -adına uydurulan yalan 502,
999
~'a iftira 21, 272, 349, 422, 503, laneti 691, 721, 741, 800, 826, Amre (İbn Ubeyy'in cariyesi) 804
511, 614, 616, 708, 718, 826, 930, 834, -insan iradesinin Ammar b. Yasir (r) 524
~'ın azdırması 272, ~'ın devesi bakışımlıhğı 806, -ve Rasul 26, Amman 332, 335, -vadisi 379
99, 236, 260, 280, 441, 580, ~'ın 773, 806, 895, 942, 987,~'la diya­ Amon kültü 381, 559
rahmeti 198, 212, 278, 312, 443, log 155, ~'a dua 155,206, ~'ın
'an 55, 63, 65, 297, 367, 457, 660,
467, 524, 544, 552, 662, 656, 690, hakkı 2, 64, 236, 448, 734,825,
724
755, 757, 827, 834, 910, 927, 982, 849, 930, 960, 964 ~'a mutlak
ana babaya iyi davranma 660
~'ın velisi 423, ~'la savaşmak güven 246, ~'ın nuru 98, 246,
782, ~'a ihanet 788, 971, ~'ın ~'ın boyası 653, 736 ~'ın yaratışı ana karınca 248
yardımı 2, 232, 256, 376, 427, 41, 153, 307, 310, 366, 530, 652, ânestu 186, 380
466, 588, 676, 754, 820, 914, 972, ~'ın mutlak otoritesi 447, 652, el-'anet 869
~'ın tevbesi 964, 972, ~'ın ~'ın yasası 44, 170, 270,310,354, anlam katmanları 186,
hidayeti 200, 413, 823, 985, ~'a 486, 657, 905, ~'ı gündeminde Anka (Hz. Lokman'ın oğlu) 530
güven 227, 283, 290, 380, 396, tutmak 907, ~'a oğul isnadı 546, 'Ankebût 665
440, 668, 769, 772, 790, 834, 907, ~'ın rızık dağıtımı 553, ~'ın
Anadolu 101, 249, 579, 648, 649,
~'a sadâkat 994, ~'ın rızası 412, cezası 469, 557, 964, ~'ın sünneti
951
654, 795, ~'ın büyüklüğü 328, 911, 951, ~'ın yargısı 106, 160,
annelik 945
416, ~'ın elçisi 97, 138, 232, 306, 736, -insan ilişkisi 1, -'tan rol
420, 436, 636, 784, 807, 840, 889, çalma 82, 118, 236, 473, 772, anoloji (kıyas) 77, 206, 314, 518,
890, 952, 980, ~'ı tanımlama 790, 856, ~'ı unutma 855, 860, 570
teşebbüsü 596, ~'la konuşmak -tasavvuru 43, 84, 177, 365, 390, Antakya 126, 138, 139,
427, 747, ~'ın beyti 314, ~'ın gün­ 506, 546, 607, 693, 768, 814, 858, Apis öküzü 289, 681, 716, -heyke­
leri 358, 631 ~'ın nimetleri 280, 996, -için vermek 31, 43, 696, li 192, 289
358, 362, 510, 520, 669 ~'ın bak 762, ~'m sonsuz kudreti 916, apokrif (Inciller) 720
dediği yer 79,476 ~'ın fiili -adına yemin 252, 512, 876, 962, Arabistan 526, 539, 904 -yarıma­
183,508,916 ~'a benzetilmek 979, 983, ~'ın kulları 98, 228, dası 48, 571
518, ~'a nankörlük 58, 322, 407 232, 274, 354, 625, 836, ~'ın Arafat 751
~'la sözleşme 182, ~'ın ödülü 66, takdiri 40, 121, 252, 540, 598,
Ârâmice 841
128, 148, 182, 384, 838 -ile kul 660, 991, ~'ın rehberliği 3, 244,
'ard 280, 555, -ullah 441
arasındaki ilişki 64, ~'ı bilme 283, 437, 494, 708, 730,
Ar arat 438
851,856 ~'dan kopmak 8, 183, -korkusu 328, 729, 851, 926, ~'ın
206, 588 ~'dan korkmak 185, 784 şaheseri 105 Arap 9, 17, 167, 240, 291, 348, 368,
~'la olan bağ 181, 703 ~'ın adım Allahu Ekber 16 393, 523, 749, 845, 872, 900,
yüceltmek 186, -karşısında esas 988, -alfabesi 29, -lehçeleri 461,
alay 67, 118, 151, 228, 264, 306,
duruş 155, 186, 293, 357, 492, -kültürü 174, -tasavvuru 174,
341, 437, 473, 630, 701, 720 .
494, 562,805, 839 ~'ın dini 676, -şiiri 185, -asıllı bir peygamber
âlem: -i ervaha 454, ~în 535, 563,
730, 954 ~'ın sınırsız bilgisi, ~'ın 578, -geleneği 946, -dili 13, 17,
569, 592, 661 113, 173, 210, 281, 440, 492, 495,
zatı 196, 851, 916 ~'a iman 100,
alçak maymunluk 577 516, 537, 577, 580, 590, 627, 682,
136, 338, 574, 700, 714, 890, 980,
'Alîmun Hakîm 454 707, 751, 774
994 -koyduğu yasaların mahkû­
mu değil hakimidir 576, ~'ın Âlûsi 53, 62, 73, 194, 341, 491, Arapça XVI, 9, 38, 88, 131, 196,
ruhu 580, ~'a aracısız kulluk 676, 610,611,711,734, 785, 839, 941, 239, 263, 302, 315, 347, 408, 449,
-adına sahte kutsallıklar 679, ~'a 948, 963, 968, 985 453, 458, 458, 491, 521, 524, 547,
karşı borçluluk bilinci 64, 679, alternatif bilgi kaynakları 682, 550, 559, 581, 582, 597, 606, 615,
~'ı tanımazdan gelmek 681, -mana 865, 995 674, 711, 717, 731, 732, 760, 802,
~'tan kaçmak 21,128, 682, -yolu 'âm 662 -'arabiyyen 196, 239, 453, 'ara-
(fî sebilillah) 141, 684, 688, 699, amme ['an+mâ) 209, 210 biyyun 524
750, 768, 778, 790, 980, 992, ~'a amile 439, 703 Arius 842
yönelik nidalar 588, ~'la Âmir (kabilesi) 901 Arîm 539, -barajı 539, -seli 539
ayaklaşanlar 105, 224, 260, 589 Âmir b. Rebia 899 Aristo 48
~'a saygı 94, 593, 748, ~'ın
Amr b. As (r) 60, 943 aritmetik kesinlik 682
tanıklığı 797, ~'ın işitme ve
Amr b. Avf (r) 846 'ârûbâ 845
bilmesi 800, ~'ın affı 801, ~'ın
Amr b. Hişam 298, 782, 833 'arş 185, 249, 287, 486
1000
'asâ (edat) 216, 286, 399, 873, 963 496, 572, 701 250, 251, 333, 375, 383
âsâ(-yı Musa) 187, 190, 230, 246, Babil 101, 248, 350, 392, 503, 725, ben idrâki 116,323, 423, 548, 706
285, 381, 408, 625 726, 974 Beni Mustalık esirleri 689
asabiyet 378, 728, 737, 752 Ba'duhum min ba'd 981 Beni Sakif 973
'asi 73 Baharat yolu 535, 539 Benu Zebine oymağı 9
ashab-ı yemîn 132 Bahîra (rahip) 936 beraet 334
ashabu'l-uhdûd 101 bâis 679 berelcer51, 52, 104, 125, 154, 278,
'Âsi b. Vâil 604, bai688 287,390, 494,563, 586, 598,641,
Asiye (Firavun'un kansı) 376, 559, Huccetullahi'l-Bâliğa 89 662, 756, 772, 976
801, 961, ~'nin kocası 594 Bari' 712 Berire 810, 906
asma (üzüm) 307, 768 bârizeten 339 Besâir(u zevi't-Temyizj 245, 299,
Asmaî 729 Bamaba İncili 841 471, 496, 715, 723, 748, 861
Asurlulur 427, 709 basar 30, 476 Besmele 2, 18, 25, 74, 438, 573,
Astroloji 248, 350 765, 784, 967, 968
Basilides Valentinus 888
'aşa (tavuk karası) 618 be's 293, 577, 578, 854
el-Basîr 394, 694
'aşiyylYl, 651 bessî 466
Basra XXX, 262, -dil okulu 185,
Ata (İmam) 25, 56, 78, 258, 306, beşer 18, 86, 107, 111, 171, 175,
510, -kıraat okulları 556, 567
449, 483, 673, 845, 909, 919, 938 202, 315, 347,390, 406, 458, 476,
başa kakma 290, 767, 769, 791
atalar yolu 365, 532, 567, 651, 706, 911, 932, ~an 269,
başörtüsü 802, 803, 809, 934 475, ~î irade 153, ~'i bilgi 89, -i
Ateizm 856,
bataşe 236 dil 358, 530, 597, 628, 779, -i ışık
'atik 679 bâtıl 132, 164, 237, 241, 265, 294, 701, -i zaaf 696
atomlardaki mikro tavaf 141 360, 501, -inanç sistemleri 197, beşik bebesi 176
âtu'z-zekât 13, 14 234, 393, 477, 498, el-mubtiiûn
beşîr 381
'avl 863 564
beş vakit (namaz) 199, 391, 449,
Avustralya Aborjinleri 424, 662 el-Bâtın 790
651, 760
Ayaş b. Ebi Rebia 952 Batlamyus 281
beyani bilgi sitemi 294
Âyetelkürsi 84, batn 829
el-Beyan ve't-Tebyîn 281
'ayn 122, 952 el-batşetu'l-kubra 625
Beydavi (Kâdî) 318, 341, 418, 421,
Ay Tanrısı (Nannar) 492, -Tanrı­ Bâzân (Yemen yöneticisi) 724
475, 593
çası Diana 331 bedf'729 Beyhaki 5, 160, 384, 954
âyet 1, 47, 85, 155, 210, 216, 247, be'asnâ 332
beyn 516
264, 361, 367, 415, 430, 697 ~ı
Bedir 98, 136, 343, 624, 625, 693, beyyinât 401, 408, 522, 667, 721,
hâdisât 415, ~'un muhkemâtun
763, 789, 831, 850, -savaşı 52, beyyine 54, 174, 225, 848
431, âyât 334, 408, 412, 453, 489,
239, 776, 783, 787, -esirleri 317, Beytullah 74, 318, 441, 580
702, 712,~ı beyyinât 401
356, 689
Azer 483 el-Beytu'l-Ma'mur 318, 390
bedevi 957, 972, 989, -Arap aklı v,
Azerbaycan 126, 649 Bezzâr 954
-kabileler 946
Azız Kur'an 42, 105, 239 biiznillah 695
beğâ 386
'azâb 32, 49, 102, 154, 206, 212, Bilgi 7, 62, 85, 89, 128, 163, 194,
Beğavî 581, 819, 974 294, 332, 337,341, 343, 344, 387,
267, 304, 329, 401, 529, 536, 600,
Bekke vadisi 287 399, 406, 423, 473, 493, 517, 532,
678, 694, 912, 950, 967, ~un mu-
hîn 32, 529, -azîm 32, 529, ~'s- bel (edatı) 254 548, 604, 705, 720, 770, 842, hu-
sa 'ir 49 Belagat 17, 19, 53, 57, 112, 121, duri - 706, -nin mahiyeti 682,
el-'Aziz 442, 458, 844, 983, ~un 171, 177, 199, 209, 239, 297, 488, -yi elde etmek 5, 149, 295, 994,
Hakîm 982, 983 502, 552, 676, 814, -kuralları -hiyarerşisi 1058
XXIII, 449 bilim ahlâkı 884
B belâğan 582 bi'l-hakk 167, 335, 360, 408, 507,
bâ [ edat) 29, 55, 127, 206, 279,338, belâ 418, 511, ibtelâ 732 546, 551, 569, 636, 650, 694, 764,
360, 408, 446, 499, 559, 589, 675, Bel'am b. Baura 295 923
684, "maiyyet için" 361, 401, Belkıs (Sebe kraliçesi) 245, 248, Bilal (b. Ebu Rabah) 518
1001
DlZtN

bilinç alaborası 289, 567, 571 Buran Duht 250


bilinçaltı 82, 118, 158, 219, 358, burjuvazi 878
buzağı heykeli 289 cehennem 1, 17, 18, 36, 42, 44, 49,
781
54, 61, 62, 63, 101, 122, 160, 180,
bilinçüstü 158 Bünyamin (Benyamin) 463, 464,
191,211, 270, 303, 324, 346, 562,
billahi 2, 338, 980 468
623, 644, 741, 814, 832, 872, 894,
bi'r 455 burhanî bilgi (sistemi) 294
924, -likler 77, 128, 155, 158,
bir kul (salih kul) 85,342,344, 530, Büyücüler (Mısırlı) 281, büyü sem­
181, 221, 234, 268, 277, 320, 322,
572 bolleri 349 368, 417, 500, 529, 671, 710, 718,
birlik ruhu 839, 840 728, 964, ~i hak edenler 181,276,
bin 99, 710, 896, 918, 996 C ~'in varlığı 20, 160, - muhafızları
bismillah 40, 968 Ca'berî317 8 - azabı 102, 142, 447, - ağacı
bi-te'vilih 459 Cabir b. Zeyd XXX, 15, 39, 56, 300, 402
bittim noktası 257, 259, 379, 427, 623, 670, 732, -tertibi 59, 67, cehûl9\2
463, 466, 778 156, 317, 322, 330, 357, 584, 605, Celal ve Cemal 308, 856, 930, -ve
673, 796, 917, 946, 967 İkram sıfatları 162
bitki örtüsü 73, 216, 338, 339
Cabir b. Abdullah (r) 84, 300, 447, Celaleyn 501
biyolojik 211, 474, 475, 509, 515,
846 celde 797, 798
-köken 302, 355, 862, -canlı
586, 689 Cabiri381, 571 cemel 276
"biz Nasarayız" diyenler 384, 842, Ca'd b. Kays 859 Cemel savaşı 73
921, 933, 934 Cafer tertibi 946 Cemheıa(tu'l-Luğa) 585
Bizans 72, 263, 332, 335, 617, 648, cahd 30, 247, 518 cenaze namazı 985
902, 976, -imparatoru 873, 991, Câhız281 cennet (cennât) 1, 20, 54, 112, 128,
-otoriteleri 649 cahilin dindarlığı 275 148, 161, 253, 447, 707, 813, 838,
Blachere XXX, 110, 115, 133, 145, cahilin 298 992, ~'u 'adn 180, 268, 311, 336,
209, 214, 245, 375, 410 Cahiliyye 17, 23, 29, 44, 47, 78, 511, -likler 112, 132, 180, 268,
boşanmış kadınlar 757, 758, 761, 752, 833, -Arapları 92, 498, 757, 327, 500, 650, -sarkılan 650, -ve
boşanma 760, 761, 762, 766, 774, ~'de kadın 150, -dönemi 240, cehennemin varlığı 20, 304, -lik
907, 913, 914, 915, 943 678, 883, 884, -şiiri 126, 241, eşler 627, iki - 158, 160, -ler 20,
Brahma 42, 932 -tebennisi (evlatlık sistemi) 835, 32, 147, 161, 180, 191, 529, 557,
Buda (Guatama) 104, 105, 239 694 -nimetleri 222
-insanı 143, 348, 358, 646, -gu­
Buhârî 1, 5, 15, 24, 25, 35, 43, 53, ruru 952, -şeref sistemi 1024, el-cevb 48
62, 64, 67, 72, 84, 87, 89, 91, 97, -aklı 893, -geleneği 759, 944, Ceza günü 433
104, 107, 118, 120, 130, 136, 145, -tasavvuru 600, -savaşları (Ficâr) cibt 874
158, 163, 164, 167, 171, 180, 207, Cidde 946
47, -gecesi 52
209, 212, 218, 222, 228, 241, 245, cihad 13, 141, 152, 681, 750, 754,
cahîm 12, 49, 63, 367, 369, 682
257, 301, 303, 317, 342, 348, 355, 755, 766, 789, 791, 808, 839, 840,
ca'liiûi 183, 651
384, 409, 450, 458, 480, 484, 493, 842, 870, 877, 882, 947, 978, 983,
cânn 187, 230, 475, 497
502, 530, 547, 556, 562, 596, 603, 987, Allah yolunda- 960, 973,
canlıların kökeni 806
620, 637, 640, 642, 653, 660, 702,
can sınavı 777, -korkusu 381, 882 992, büyük - 152
713, 714, 717, 720, 728, 744, 746,
câriye 37, 174, 286, 689, 804, 868, cilbâb 802
748, 760, 776, 782, 792, 798, 834,
845, 846, 847, 850, 862, 863, 871, 872,908, 941 ci'nâ 408
881, 900, 906, 919, 932, 941, el-câriye (gemi) 578 cinn 54, 348, 349, 351, 475, -ler
943, 955, 957, 962, 963, 964, 965, Cassas 845 78, 83, 143, 157, 161, 162, 248,
967, 984, 985, 990, 993, 994 casusluk 941 342, 248, 249, 350, 351, 352, 419,
475, 500, 539, 642, 646, 647, 706,
buhl 80, 696, 854 cazibe ipliği 651
724, -ve ins 83, 111, 248, 276,
bukraten ve asîlâ 114 ce'âle 705, ca'l 183, -fiili 651
295, 497, 500, 538, -şair ilişkisi
buluğ yaşı 273, 294, 443 Cebbar 236, 517
143
bûr 148, 950 Cebrail (Cibrîl) 37, 88, 89, 164,
cinsel: -güdüler 273, 797, -ahlâk
burrizet 234 194, 239, 613, 722, 723, 963 869, -lik 80, 238, 651, 707, 751,
burûc 473 cedel 341 756, 801, 908, ~in doğası 238, -
organ 134, 272, - objeler 883
cinsiyet 36, 79, 92, 210, 248, 272, dan' '278, 328
duhâ2\7
274, 319, 349, 438, 469, 568, 616, Daru'l-Erkâm 97
774, 802, 837, 871 dübba'713
Daru'n-Nedve 8, 621
cisiyyen 181 dünya 42, -hayatı 20, 21, 50, 52,
Darwin 706 91, 92, 207, 312, 394, 400, 722,
cismani fıtrat 654 da'vet 355 725, -ve ahiret 152, 343, 404, 495
ciyâd 266
Davud (a) 154, 262, 264, 265, 266, dünyevileşme 62, 221, 266, 618,
cizye ayeti 974 391, 494, 513, 535, 537, 538, 577, 843, -cezası 831
cubb 455 578, 708, 762, 932 ~'un laneti
Cudi (dağı) 105, 438 932, -oğlu 176, E
cuırn 510, 778 Decius (İmparator) 332, 539 ebâbîl 72, 73
Cuma 760, -namazı 843, 845, -ilâ­ dede yetimi 864 ebed 447, -ebedi hakikat 176, 333,
hi bir içtima 845, ~'nın şartları Def'u Şubehi't-Teşbih 388 773, 839, ~î saadet 50, 97, 113,
845, -vakti 845 değerler sistemi 68, 275, 849, 972 133, 128, 196, 417, 727, 827, 839,
Cumartesi hilesi 843 dehı 629, 633 ebedilik 148, 573
Cübeyr b. Mut'im 317 dehrî 91, 208, 415, 633, -lik 210, ebedi risalet misyonu 907
Cimdi Şapur 570 415 ebedi: -mutluluk 684, -istiklal
Cürcanî XXVII, 755 Deizm 592 785
Cüneyd (Bağdadî) 63, 460, 753 Delphoililer 530 ebeveyn-evlat ilişkisi 635
cünüplük hali 778 delalet bahsi XVm Ebu Âmir 726, 976, 991
Cüveyriye (Hz.) 908, 868 delil [hüccet] 741 Ebu Amr 254
cüzam 820 Derbent Şeddi 346 Ebu Akil 984
Cyrus (Akyıldız) 726 derecât 395 Ebu Ali el-Fârisî XXVII, 94, 408,
demmemâ 252 543
Ebu Basîr (r) 952
demir 273, 392, 513, 537, 578, 677,
ç Ebu Bekir (r) 29,160, 221, 232, 233,
740, 78.9
çapul 853 356, 430, 451, 452, 556, 611, 638,
deniz [bahr) 18, 158, 192, 218, 219,
çeviri XXIV 648, 887, 891, 920, 963, 968, 995
233, 318, 341, 372, 528, 611, 623,
çift kişilikli 899 Ebu Bekir er-Razî 920
680, -ticareti 538, -ürünleri 935
çok eşlilik 872 Ebu Cafer 871
denge 266, 386, 431, 473, 509, 533
çok tanrıcılık 177, 194 deyim 88, 153, 180, 195, 196, 251, Ebu Cehil 57, 298, 415, 632, 833,

çöl hayatı 344 264, 276,339, 520, 524^sel ifade -lik 8


303, 320, 359, 364, 380, 440, 706 Ebu Cendel (r) 943, 948, 952
deyyân 65 Ebu Davud 106,110, 136, 263, 577,
D
deyyâr 355 584, 713, 758, 871, 874, 914
dâbbeS7\, 610
dıdden 182 Ebu'd-Derda (r) 715
dağlarm bilinçsiz hareketi 256
Ebu Hanife 132, 248, 263, 707,
dağn 691 dıya'412, 574, 804
866, 900, 937, 973
Dahhak (b. el-Müzahim) 137, 149, dif'un 508
Ebu Hatim 904
179, 185, 309, 316, 382, 404, 449, dîn [deyn] 3, 7, 65, 106, 172, 546,
515, 655, 673, 725 607, 616, 653, 730, 929, 960, 975, Ebu Havyan 29,131, 342, 543, 746,
976, ed-Dîn 65, -u'l-kayyimeh 814
dahv 216
849 Ebu Hilal el-Askeri XXm, 507
dâkâ bihim zer'an 443
Din Günü 3 Ebu Hureyre (r) 241, 447, 778, 833
dolâl [dalâlet) 19, 23, 225, 229, 292,
312, 360, 417, 512, 536, 654, 800, dinamik kader 238 Ebu Huzeyfe (r) 899, 900

840, 862, 985 diyalog 294, 400, 414 Ebu'l-Kays 867

dâr 23, 417, - u f fâsıkîn 722, ~u'l- diyet 850, 864, 880 Ebu Leheb (Abduluzzâ) 70, 71, 941
bevâr 722, -u'l-karaı 722, uk- döl suyu 338, 674 Ebu'l-'As 944
be'd-dâr 722, -sûu'd-dâr 722 dua 3, 114, 155, 186, 234, 311, 355, Ebu Lübabe 792
darabe 871 356, 563, 695, 710, 732, 747, 815, Ebu Mihcen 924, 925
Dârakutnî 2, 184 909, -etmek 557 Ebu Mes'ud (r) 984
1003
Ebu Musa el-Eş'ari (r) 5, 579 ellezi 68, 146, 168, 502, 714, 731, Eski Ahid 295, 370, 376, 443, 468,
Ebu Müslim (el-Isfahani) 79, 174, -ellezâni 866 477, 710, 711, 713, 724, 728, 735,
185, 194, 196, 198, 279, 309, 411, ellezîne âmenû 377, 661, 886, 960 836, 848, 862, 874, 932
432, 580, 591, 683, 698, 717, 721, Elmalılı (M. Hamdi Yazır) XVI, esma'113, 706
739, 740, 747, 828, 830, 866, 992 140, 266, 284, 480, 539, 764, 765, el-esmau'l-husnâ
Ebu Saib (r) 91, 637 868, 125 44, 63, 302, 185, 790, 856, 857
Ebu Said el-Hudri (r) 107, 212, 447 emanet 18, 43, 62, 115, 119, 159, Esma bt. Yezid (r)917
Ebu Süfyan (r) 415, 624, 776, 943 182, 193, 197, 244, 360, 363, 413, esnam 287
538, 650, 652, 698, 781, 791, 861, esrâ391
Ebu Talha (r) 854
875, 911, 912, -e sadakat 772 Esseni (cemaati) 332
Ebu Talib 262, 317, 384, 394, 401,
embriyoloji 7, 547, 586, 674, 707,
556, 614, 621, 963 estetik ihtiyaç 161
~k süreç 5, 475
Ebu Ta'me 937 Esved b. Abdiyeğus 899
emeh 755
Ebu Ubeyde (Ma'mer b. el-Müsen- Esved b. Muttalib 67
el-Emin30, 411, 441
na) XXII, 176, 185, 234, 255, 263, Eş'ari (İmam) 294, 492
Emin Belde 104
301, 337, 364, 414, 421,427, 458, eşça'901
510, 515, 579, 653, 782, 814, 904, emmâ 343
eşdeğerlilik XXVI
924, 972 emn 423, 708
eşhedu en-lâilâhe illallah 340
Ebu Ubeyd 483 emr8, 55, 106, 132, 382, 515, 531,
eş seçme hakkı 758
Ebu Zerr 82, 652 643, 790, 833, 876, 982, teklif-
Eş-Şi'r-Ve'ş Şu'arâ 517
tekvin 730
Ebülbeka (el-Kefevi) 404 eşudde 457
el-emr bi'l-ma'ruf ve'n-nehy ani'l-
Ebüssuud 125, 264, 491, 507, 518, eşyanın kaderi 432
munker 55
593, 649, 819 etâ [câe farkı) 507
emzikli kadın 674, emzirme süresi
Ebrehe 72, 73, 314 etî'u 692
638
el-ebterS9, 60 etrâb 212
endâden 702
ecdâs 208, 258 etvâr 354
Endonezya 951
ecel 170, 275, 315, 431, 515, 860 eudokia 841
Endülüs 951, 157
edlâ delveh 748 Eusebius 281
Enes b. Malik (r) 18, 782
Efes 331, 335, -Konsül 939, ~li 331 ev (bağlaç) 585, 797, 803, 810, 863
enfâl 777
eflâk 630 evham 543, 770
enfus 36, 224, 357, 456, 862
el'ide 119 evlat: -lık (tebennî) 868, 893, 898,
Ensar 973, 988, 989
Ehad 85, 86 899, 900, 906 -edinilen çocuk
entrika 165, 283, 968
ehl 252, 369, 439 867
erak 539
Ehl-i Kitap 291, 793, 795, 919 evliya274, 652, 665, 817, 928, ~ul-
erilce (erâik) 112, 142
Ehl-i Beyt 27, 252, 905, -okulu lah 385
erkek tesettürü 802
609, 920 evrensel ilkeler 810
Erva 804
Ehl-i Sünnet okulu 920 evsân 287
Esamm 823
"ehlullah" 72 Evsat-ı Mufassal 133
eshabu'l-fîl 72, 823
Ehrimen (karanlık tanrısı) 211, 677 Evs b. Samit (r) 893
Esâs(u'l-Belâğa) 32, 84, 273, 457,
ekîdenne 575 evtâd 48
513, 537, 705
elcim 186, ekımu's-salât 576 evvabîn 395
esâ tim 'l-ewelîn 31
ekin 337, 417 el-Evvel 790
Esed (Muhammed) 126, 127, 285,
elâ (edat) 410, 700 332, 418, 443, 498, 516, 518, 578, evvelin 230, 381
elçiler 151, 662, 686, 812, 956, 962 579, 600, 621, 869, 870, 882, 901 evzâr 193
element 47, 586, 598, -er yaratılış Esedoğulları 901 eyâmâ 803
süreci 474, -er köken 302, 323, esfâr 382 eykâzan 334
355, 356, 432, 471 eshane 688 eylem ahlakı 2, 432, 703
ei/51 eshâr 644 Eyyub (a) 262, 267, 578, 579
elkâ 193, 230, 530 esir 62, 78, 112, 180, 529, 719, 787, eymân 521 -ukum 689
el-Elfazu'l-Müteradife XXIII 804, -almak 459, 596, 698 ezâhum 907
1004
el-Ezdâd 79 -duası 282
ezeli ve biricik hakikat 54, 234 fetil 874, ~â 804 G
Ezherî 782 fetk 577 ganimet 624, 776, 777, 778, 780,
Ezop (Lokman) 530 fetret 15, 22, 28, 30, 301, 922 851, 853, 886, 950
ezvâc 585, 904, 930 fettekûn 507 Garibu'l-Kur'an 920
fey' 777, 853, 856 Gatafan 810
F Feyyum 386 gaybî haberler 439, 468
fâ (edatı) 64, 551, 643, 663, 739, fezi'u 386 gayr-ı müslim 699, 928
957 Fıkhu'l-Luğa 978 gayr-ı meşru çocuk 944
fahiş 904, fahşâ 800, el-fahişe 914 fıtrat 116, 119, 122, 196, 197, 294, Gazzali XXI, 985
fâkihe (fevâkih) 142, 222, 268, 367, 418, 462, 502, 517, 648, 653, 654, gebelik 638
620, 627 703, 736, 745, 918, 926, -a gece ve gündüz 98, 152, 163, 210,
fal okları 917, 918 yabancılaşmak 276, 298, 311, 680, 741, 791, 806
fânûs 804 -sözleşmeleri 224, 276, 284, 311,
genetik mühendisliği 972
549, -yasası 346, -tan sapma
faiz: bkz. ribâ gerçek dindarlık 332
252, 654
faradnâ 797 gıybet 118, 959
fidye 689, 711, 719, 747
Faraklit problemi 841 Gibbon 649
fietun 333
Faran dağı 105 Gomore 202, 442
Fihr b. Malik 75
fanda (mehr) 759 goyim 844
fi'l (fiil) 801
Fars 252, ~lar 950 göğüs yırtmacı 802
Filistin 101, 215, 391, 463, 576,
fâsık/fısk 499, 723, 774, 825, 927, gök 454, -lerin ve yerin mirası
649, 726
971 474, -ün kitap ruloları gibi
fi'l-'ard787
Fatıma (hz.) 132, 965 dürüleceği 566, -ve yerin
Firavun 10, 13, 46, 102, 126, 184,
Fatıma bt. Hattab 189 yaratılışı 569, 666, 790 -cisim­
190, 191, 232,342, 376, 381, 386,
el-fatr 13 leri 36, 140, atmosfer içi - 149,
388, 426, 427, 446, 564, 619, 626,
fasle'l-hitâb 264 323
645, 646, 711, 801, 867, 911,
Faysalu't-Tefrika 17 görünmeyen ve bilinmeyen 78,
923, -tevbesi 867, -imanı 427,
te'ale 703 348, 543
446, ~'un azgınlığı 187, ~'un
fekkera 271 soykınmı 188, ~'un tuzağı 189, gösterişçi dindarlık 275, 749
feminen siyaset 250 ~'un kamçısı 230, ~'un karısı Grekçe 581, 841
Fenike 371, 874 961, 965, 71, -kıssası 214 Guatamala yerlileri 424, 662
Ferrâ XXII, XXVII, 26, 29, 52, 74, Firdevs 347, 585, 590 güç ahlâkı 232, 245, 249, 861, 948,
98, 140, 148, 150, 165, 175, 185, Fîrûzâbâdî 723 -e tapınma 190, -gösterisi 779
187, 195, 199, 207, 229, 234, 237, el-Fisal 342, 974 günah: 799, -ta ısrar 831, -a
249, 254, 255, 276, 281, 314,337, fi sitteti eyyâmin 790 aldırmamak 831, -işlemek 831,
343, 368, 369, 371, 373, 394, 397, -kavramı 661
fitne 19, 30, 148, 480, 486, 749,
415, 421, 444, 449, 453, 462, 477, Güneş tanrısı [Şamaş] 492
783, 815, 925, 942
479, 481, 508, 509, 510, 512, 520,
fosil yakıtlar 225 Güney Arabistan 126, 535
554, 555, 558, 569, 579, 590, 618,
Fransa 951 Güney Hint dilleri 193
619, 625, 635, 636, 637, 639, 653,
664, 665, 691, 713, 740, 773, 798, fuâd 47, 450 güvenlik tehdidi 231
801, 805, 810, 848, 989 fuccâr 219, 266, 671 güzel 249, -söz 357
fersen 501 fuhuş 804, 866, 871
fesâd 243, 323, 559, 673, 655, 753, el-fulk 140 Ğ
ekonomik ~ 655, ekolojik ~ 655 hırkan 145, 146 ğâbirîn 664
feteyât 804 el-Furûk 122, 168, 243, 361, 409, ğaddu'l-basar 801
Fethu'l-Bârî 963 411,488, 559, 598, 696 Ğâfir 546
Fethu'lKadir 306, 993 fussilet 597 el-Ğafûru'r-Rahîm 990
fetih [feth] 604, 776, 780, 787, 791, futinû 525 ğalebû 'alâ emrihim 335
842, 882, 940, 947, 948, 955, füzyon 135, 141 el-Ğaniyy 679
1005
DİZİN

ğanîme(t) 783 Hafsa (hz.) 963 Hârût ve Mârût 333, 725


gas/c 79 hazf 623 el-Hasais 732
ğassâk 268 hakk 844 Hasan Basri 12, 16, 39, 57, 111,
Ğatafan 901 el-Hakîm 452, 860, 903, 1124 185, 211, 212, 277, 306, 404, 468,
gava 197, ğâvîn 476, 477 Hâkim (Müstedrek) 3, 769 725
gayb 57, 128, 254, 302, 698, 819, Hakim b. Hizam (r) 899 hasenat 54, 505, -ve seyyiât 54,
856 ~veşehade302 hakikat: -in bilgisi 251, 427, 506, 449
ğayyA-77 608, -e zulmedenler 593, -i ima­ Aasene 44, 752, ~n 517
ğıll277 ja kurban etmek 859 hased 79, 80, 854
ğıslîn 203 el-Hakk 201, 310, 408, 472, 569 Hasîm 508
el-Ğmâu'l Mulhî 654 halaka 7, 508, 530, 705 hasirû enfusehum 548
guiûi 853 halk fiili 30, 51, 143, 166, 182, 272, hasûr 818
gur/e 155 413, 586, 651, 730, 857 Hassan b. Sabit (r) 720, 897
gurur 533 Halid b. Velid (r) 207 hastaların hukuku 809
halife 265, 432, 653, 704, 705, 706, haşr84
H 845, 924 haşyet 295, 423, 548, 571, 878, ha-
Habbab b. Eret (r) 604, 660 Halil (b. Ahmed el-Ferâhîdî) 841 şînâ 343

Habbab (Hubâb) b. Münzir (r) 810, el-Halîm 169, 696, 757, 767, 908 hata'292, 377, 990
906 hâm 936 hatayı savunmak 377
habâis 291 Hâmân 375, 376, 381, 559 hatb 645
habbe 766, muhabbet 320 hamd 1, 519, 705 hatem 907
Habeş 943, -dili 137, -İstan 171, hamein mesnun 474, 475, 587 Hatıb b. Ebi Belte'a (r) 929
383, 384, 512, 539, 659, 933 hamele 668 Hatib (Allah) XX, 414, 421, 814,
-hicreti 90, 191, 545 Hamidullah (Muhammed) 42, 105, 886
Habeş Krallığı 72 192, 239, Hatice (r) 7, 899
Habib 126 hamietin (hamiyetin) 345 hatm 610
Habibe bt. Sehl (r) 758 hamilelik 907 hattâr 533
Habibe bt. Zeyd (r) 871 Hammad b. Seleme 447 Hattab (b. Amr) 899
hâlifîn 986 Hamra'ul-Esed 835 Hattâbî 50
haber 16 Hamza (r) 903 hava dinamiği 325
Habil ve Kabil 333 hanânen 173 Havariler 820, 839, 842, 938
Habîr 58, 153, 325 hane mahremiyyeti 909 havdeil
Habur 579 hanif 295, 517, 523, 526, 993, ~ha- havf 191, 278, 311, 423, 708, 767,
habt 771 nef 429, -dini 653 878
Hac 775, 826, 827, 917, 918, 935, Hanif e (Benî) 901 havf-huzn 620, 638, 708, 767
969 Hanok 179 hâviye 49, 252
Hacer 47, 363, 443 Hanzala b. Saf fan 126 Havle bt. Sa'lebe (r) 893
Hacer-i Muallak 737, 738 hapis 491 Havva 197, 198, 547
hâciyyât 157, 508, 509 haram ayı 47, 936, -kılma 499, hayat: -suyu 134, 143, 166, 208,
Had'il-Ervah 707, 447 934, -gıdalar 917 563, 586, 974, -tarzı 17, 20, 65,
hâdd 309 68, 181, 195, 204, 261, 398, 414,
harama yaklaşmamak 503
hadde 896 527, 532, 584, 660, 730, 831, 836,
harb 773
el-hadîd (demir) 789 848, 917, 974, -tasavvuru 255,
harîr 112, 168 669, 979, -tohumu 95, 110, 134,
hadîka 212, ~u'l-ayn 253 Harran 570, 576, 714 224, 586, tek dünyalı ~, ~ın yasa­
hadîs 320, -külliyatı 221 Harre 283 sı 166, 307, 684, 764, ~ın amacı
hadmen 196 hars 609 224, 643, -mucizesi 224, 326
Hadramevt 48, 539 Harun (a) 138, 150, 176, 193, 194, el-hayâtu'd-dunyâ, 312,394, 719 —
Hadrianus Tapınağı 332 229, 289, 333, 373, 425, 574, 589, 'ukbâ 312
hafizu 760, hâfizûn 483 763, 812, 850, 965 hayat ve ölüm 332, 552
1006
453, 698, 703, 764, 840, 856, 921,
Hayber 624, 940, 947, 950, 954, -ve dalalet 19, 312, 363, 384,
~'in fethi 951, 955, 962 512, 861 Huza'a 769, 968
el-hayr (hayır) 141, 603, 744 Hind Altkıtası 951 Huzeyfe b. Yeman (r) 924
el-Hayy 187 Hind 86, 192, 820, -putperestliği huzi'l-'afve 298
hayrat 161, 987 192, eski - 192, 193, 239, 570, huzn 620, 767
hayye 186, 380, 932 hücre 5, 7, 515, 668
nedâ312,417 hipnoz 701 Hüdhüd 249
Herodias 174 Hıra (mağarası) 5, 7, 748 hümeze-lümeze 118
halâlen tayyiben 742 hikayeciler 682 hürriyet alanı 803
helak 260, -olan kavimler 237, hikmet XVm, 60, 233, 264, 431, hüsnizan 799
414, 441, 443 513, 734, 820, 844, 875, 983, -ve Hüsrev (I) 649
hel (soru edatı) 111, 215, 676, 939 adalet 264, kadim - 179, 571, 646 Hyampaca Kayası 530
heiû'207 Hiksos Hanedanı 460, 461 I
Hendek 101, 898, 902, -kuşatması Hilal b. Ümeyye (r) 993 el-ıcl 288, 711
873, 906, 907, -savaşı 810, 861, hilm 169, 908 'ıirît 250
898, 901 hîm (deve humması) 224 ılgın 539
Heraklius (İmp.) 649 Himyer Kralları 334, 626 Irak 853
Hermes (Trismegistos) 179, 874,
Hiyeroglif 381 ıslavhâ 142, 318
932, ~'in müşahedesi 571
Hubel 351 istifa 817
Hermetizm, -Eski Mısır ~'i 456
Hermetik öğreti 286, -miras 569, hûb 862 ışık (nûr) 97, 98, 154, 291, 301,
571, -irfan 571, -metinler 239 hubb 183, 458, 958 312, 348, 364, 412, 475, 548, 701,
Hesap Günü 3, 20, 33, 35, 54, 56, hubût273 792, 796, 890, 907, 964
65, 76, 93, 101, 106, 120, 133, Hûd 48, 237, 279, 430, 434, 441,
1
136, 147, 195, 211, 218, 220, 255, 948
ibadet 1, 65, 351, 493, 542, 690,
327, 375, 421, 507, 588, 670, 772, Hudeybiye313, 573, 751, 861, 940, 704, 728, 736, 748, 934, 972, ~le-
844, 927, 987, -nden kaçanlar 941, 943, 943, 950, 968, -anlaş­ rin ruhu 749
421, -nün zorluğu 195
m a s ı ^ , 946, 947, 952 ibda'323, 586, 705
heva 145, 265, 418, -sına teslim
hudu'33, 585 İblis 38, 197, 198, 234, 296, 340,
olan 151
hukuk: cinayet ~u 861, vasiyet ~u 479, 488, 540, 650, 697, 706,
Hevazin esirleri 689
861, ihtilaf ~u 861, kadın ~u 861 -leşmek 262, 272, 488, ~'in tale­
Hezekiel peygamber 579
hukm 233, 460, 576, -en 377 bi 272, -kıssası 262, 265, 330,
hıfz 496
el-huld447, 703, halidîn 718 -düşman öteki 38
hıml 195
el-hulk 30 ibn Abidin 895
hımar 802
Hulleys b. Alkame 946 ibn Abbas (Kur'an'ın Tercümanı)
Hıristiyan 4, 383, 523, 620, 722,
hulm 320, 461 XXV, XXX, 10, 28, 30, 36, 39, 41,
-lar 177, 330, 424, 527, 649, 677,
hümaniter mantık 501 56, 57, 59, 60, 67, 70, 78, 86, 88,
714, Pavlus -lığı 653, 822, 921,
humur 802, 934 107, 110, 117, 120, 126, 127, 136,
-laşma 654, 735, 815, 921, -lık
hunâlike 285, 338, 818 141, 145, 152, 155, 156 160, 168,
177, 234, 608, -laştırmak 653
179, 180, 184, 186, 196,211,212,
hıtta 713 Huneyn 968, 973
220, 225, 244, 262, 276, 282, 286,
Hızır 342 hûr 268, 319, ~un 'ıyn 162, 222
295, 300, 306, 309, 316, 318, 341,
hızy 200, 675, 729 hurafe 482, 483, 726, 975
355, 393, 399, 403, 409, 425, 439,
hicab 909 hurma 125, 161, 166, 203, 223,
447, 456, 462, 466, 470, 472, 474,
Hicaz 223 404, 676, 713, 480, 487, 492, 501, 506, 512, 514,
Hicr 48 husûm 202 517, 518, 523, 528, 549, 566, 579,
hicret 89, 141, 270, 362, 389, 451, huşû'328, 585, 710 581, 697, 706, 713, 720, 724, 732,
512, 560, 732, 754, ~'in ilk günü hutame 49, 118 738, 744, 746, 752, 770, 772, 774,
232, -yurdu 668 hutbe 124, 480, 846, 976 782, 785, 791, 795, 796, 801, 804,
hidayet 52, 156, 224, 312, 405, 416, huve 625, 990 826, 840, 850, 854, 861, 876, 881,
895, 900, 909, 915, 917, 926, 938, ibn Revaha 389 ihanet 43, 118, 204, 276, 413, 511,
942, 953, 954, 955, 967, 992, îbn Sa'd 262, 880, 907 521, 726, 781, 823, 834, 850, 873,
-tertibi 59, 67, 389, 623, 687, ibn Sina 140 875, 883, 901, 910, 912
796, 917, 946, ibn Teymiyye 2, 29, 86, 342, 384, ihiâ 187, 941
ibn Âmr 920, 447, 448, 529, 848 ihraç 125
îbn Aşûr XXX, 7, 11,31, 52, 84, 94, ibn Ümmi Mektûm (r) 93, 95 ihsan 532, 712
126, 157, 160, 194, 207, 221, 223, İbnu'l-'Acuz (Hezekiel) 579 ihtilal'7'44
258, 286, 318, 320, 370, 382, 431, Ibnu'l-Cevzi 306, 342, 848 ihya 125
543, 554, 597, 599, 613, 624, 666, Ibnu'l-Enbarî 79 îkân 246, 492, 624, 699, -ayetleri
688, 725, 783, 793, 812, 831, 840, Ibmı'1-Esir 90, 925 630
845, 852, 863, 893, 900, 904, 953 îbnu's-sebîl 980 ikiyüzlülük 560, 724, 731, 834,
İbn Atiyye 354, 430, 434, 445 ibn Zeyd 646, 792, 801, 960 835, 858, 892, 909, 977, 989,
İbn Cevzi 725, 732, 780, 891, ibn Ziba'ra (Abdullah) 619
ikmâl 919
İbn Cinnî XXVII, 12, 423 ibn Zübeyr (Abdullah) (r) 306
ikra'l
îbn Cüreyc 148, 250 İbrahim (a) 42, 47, 60, 71, 91, 95,
Ikrime 39, 56, 73, 78, 132, 136,
îbn Dureyd 585 101, 104, 130, 131, 166, 171, 173,
138, 181, 185, 225, 306, 309 439,
İbn Ebi Hatim 107, 160, 374, 456, 177, 178, 179, 186, 210, 227, 234,
483, 659, 729, 791, 900,
791, 991 267, 281, 287, 356, 344, 363, 365,
iktidar 232, 245, 262, 345, 374,
İbn Ebi Şeybe 954 369, 370, 371, 373, 383, 426, 439,
388, 416, 435, 468, 535, 539, 582,
442, 443, 461, 459, 477, 478, 480,
İbnEbiTalha 110 631, 765, 787, 986, -pratiği 346
486, 492, 493, 494, 505, 526, 527,
İbn Fâris XXVII, 7, 17, 79, 112, 117, İlâ 757
564, 566, 575, 576, 594, 608, 614,
148, 203, 252, 458, 576, 765, 873, Hâl 7 A
616, 651, 662, 663, 664, 681, 696,
879, 992 ilâh 82, 711
709, 722, 729 730, 731, 732, 733,
İbn Habîb 210 ilâhlaştırma 177, 182, 435, 813
734, 735, 737, 750, 752, 766, 795,
İbn Hacer 962 ilâhî: -bilgi 294, 415, -bir ihbar
802, 822, 825, 884, 889, 899, 901,
ibn Hâleveyh, 964 940, 942, 948, 963, 982, 993, Ma- 853, -eğitim 339, -esma 378,
ibn Hanbel 8, 30, 212, 241, 243, 800, 856, -felaket 281, -hiyerarşi
kam-ı - 732, ~î gelenek 208, 678,
316, 356, 506, 620, 636, 653, 710, 264, 962 -hidayet 153, -hakkani­
-ailesi 357, 817, 875, -kıssası
731, 739, 760, 772, 914, 917, 959 yetin kaçınılmaz sonucu 304,
177, 642, ~'in çocukları 461, 576
ibn Hanefiyye -gözetim 352, 438, -huzur 181,
ibrani 464, 503, 576, 579, ~'ce 38,
ibn Hazm 29, 79, 342, 650, 714, 212, -irade 312, 344, 406, 430,
48, 710, -peygamberler 383, 737
867, 974 508, 557, 930 -kelâmın ruhu 37,
îcâd 323,
-kevni yasalar 730, -mahkeme
ibn Hibban 136 ibret vesikası 202, 333, 388, 427,
109, 420, 447, 505, 859, -müda-
ibn Hişam 67, 156, 262, 384, 441, 619, 708, 717, 801 hele 391, 64, -kayıt 574, -rah­
466, 492, 822, 863 el-î'câzu'l-Beyani 29, 30, 134, 242, met 10, 163, 449, 450, 508, 741,
ibn Ishâk 67, 73, 90,389, 529, 566, 244, 329, 403, 518, 678, 749 -şefkat ve merhamet 94, 685,
619, 624, 831, 907 içki 517, 755, 813, 861, 873, 925, -sıfatlar 809, -sınav 589, -sınır
ibn Kamie 832 934, -cezası 924, 504, 589, -senaryo 464, 982,
ibn Kayyım 342, 447, 707 iddârake 254 -sünnet 139, 695, -talimatlar
tbn Kesir 29, 107, 123, 127, 138, iddet 98, 758, 761, 907, 913, 914, 408, 634, 917, -yardım 183, 853,
139, 196, 204, 241, 251, 294, 298, 915 -yasa 33, 141, 296, 638, 668, 684,
299, 379, 462, 596, 624, 640, 646, Idris (a) 179, 372, 578, 821 697, 806, 833, 893, 899, 927, 965,
725, 726, 729, 758, 771, 774, 846, iffet gömleği 452, 467 -yazılım 432, -yönlendirme 781,
858, 881, 909, 924, 938, 945, ifsadlOl ilhâd67S
949, 953, 963, 975, 984, 986, 988 iftidâ 758 ilham 88, 108, 455, 605, 897
IbnKuteybe517 ' i t e 311, 387, 511, 536, 576, 582,
iftira 21, 79, 118, 164, 265, 438,
ibn Mâce 758, 871, 991, 473, 502, 511, 614, 616, 708, 726, 645, 666, 683, 690, 731, 895, mi-
ibn Manzur 582 798, 799, 834, 888, 984, -cezası ne'l ~ 731
tbn Ömer (r) 404, 483, 533, 624, 265, -ya kulak kabartanlar 799, illâ (edat) 31, 105, 502, 552, 560
793, 803, 875,917, 954 ieriyyâ 175 illet-hikmet 7,37,60, 65,145, 233,
245, 264, 343, 400, 430, 488, 512, insan 7, 81, 93, 248, 340, 406, 497, Isferâyîni 920
523, 530, 564, 577, 582, 734, 770, 586, 705, ~ın ötekisi 273, 361, İshak (a) 178, 267, 363, 370, 371,
820, 844, -bağı 488 600, - psikolojisi 341, 423, 725, 426, 443, 454, 459, 494, 576, 664,
ilk günah 521, 653, 735,912 -yaratılışı 189, 269, 302, 320, 696, 709, 734, 831, 825, 889
ilk neden 164 474, 476, 626, 674, 707, - m Al­ -oğullan 735
lah'tan hoşnut olması 199, -oğlu tshak b. Rahuye 447
llyas (Uya, Elijah) (a) 179, 341, 342,
39, 53, 115, 135, 271, 363, 391, islam 65, 234, 503, 645, 686, 728,
371,372, 494, 578, 579, 714, 841,
422, 706, 707, -m ebedi istikbali 814, 825, -ezeli biricik hakikat
imam 637, 783
87, 471, 785, ~ın yeniden dirilişi XI, 697, ~'ın ahlak sistemi 697,
imam Bakır 52, 624
125, 675, -Allah ilişkisileri 518, -milleti 730, -aklı 311, 336,
imam Cafer XXX, 324, 770, -peygamber 588, 962, -ta­ -ümmeti 347, 953, -cemaati
İmam Şafiî 53, 291, 303, 895, 900 savvuru 616, -ortak paydası 959, 651, 686, 693, 710, 776, 828, 831,
imâmın mubîn 432 -kitabı 24, kendine yabancılaşan 839, 850, 892, 898, 903, 940, 956,
iman 282, 624, 630, 699, 810, -ah­ - 323, 639, 855, Kur'an'da - 2, 957, 960, 968, 969, 974, 989, ~'ın
lâkı 17, 858, -âyetleri 630, 699, 49, 189, 349 evrenselliği 959, -şeriatının ya­
-a davet 492, 634, 735, ahirete - inşaallah 31, 336,370, 379, 716 saklan 962
642, -i sinerji 319, -m ahlâkî intişâr 651 ism (günah) 562, 959
karşılığı 190, 198, 681, 793, 810,
inzâl/tenzil 30, 51, 146, 273, 292, ism (isim) 185, 274, 840
828, 842, 978 ~ın kimyası 469,
300, 307, 453, 472, 520, 549, 713, İsmail Hakkı İzmirli 447
-matematiği 542, -medeniyeti 814
249, pazarlıksız - 190, 231 İsmail (a) 130, 131, 179, 268, 362,
ipotek 466, 491 363, 370, 383, 494, 564, 576, 696,
imma (in+mâ) 111, 689
irade: 3, 19, 38, 54, 76, 95, 108, 733, 734, 735, 739, 824, 889, ~'i
imrae 172, 818
111, 158, 159, 212, 276, 303, 307, kurban etme teşebbüsü 576,
imtihan (sınav) 940, 996 313, 338, 349, 350, 362, 403, 406, -oğullan 456, -î Araplar 351
Imran Ailesi 812, 817 417, 428, 476, 477, 509, -özgür­ Isra 89, 389, 390
inanç: -özgürlüğü 489, -a karşı lüğü 491, 589, 596, 607, 704, 714, israil 179, 579, 709, 826
zorbahk 360, -sistemi 186, 263, 724, 730, 794, 911, 918, 927, -ile
israil Krallığı 371, 709
282, 334, 360, -ahlakı 303 sınanma 182, -nin sınırı ve ka­
Israiliyyat 266, 826
inâs 883 yıtlı tabiatı 677, hür - 228,
-emaneti 912 Isrâiloğullan 186, 192, 193, 227,
inci 158, 161, 168, 804
245, 270, 271, 284, 286, 289, 342,
İncil (Yeni Ahid) 33, 239, 290, 292, ird (yasası) 952
370, 372, 383, 389, 426, 576, 629,
408, 409, 711, 715, 720, 722, 726, irfani bilgi sistemi 294 709, 710, 734, 909, 926, 994, Ya-
735, 765, 795, 804, 819, 820, 841, han 72, 210, 239 hudileşen - 4, 824, 289, 710, 720,
848, 921, 930, 933, 938, 953, 992, i'radU, 90,258, 876 926, 994, ~'mn serüveni 184, 697
Yuhanna -i 841, Barnabas -i 841, hem bağlan 48 israf (esrafe) 198, 501, 568
Luka -i 409
ironik 424, 676, 985 istanbul (Konstantiniyye) 648,
İncil ve Salib 841
İsa (a) 104, 138, 146, 171, 172, 176, ~'un fethi 649
incir ağacı 104, 105, 177, 179, 383, 392, 408, 494, 572, istehaffe 619
infak 43, 44,113, 141, 154, 303, 579, 580, 581, 590, 593, 608, 619, istevâ 'ale'l-arş 301
362, 384, 542, 611,692, 696, 699, 620, 621, 622, 667, 699, 714, 721,
isti'aze 2, 78, 522
754, 755, 766, 767,771, 789, 790, 730, 935, 764, 794, 812, 813, 818,
istiğfar 562, 882
791, 792, 826, 830, 860, 872, 931, 819, 820, 821, 822, 824, 825, 839,
istihfaf 658
979, 984, 987, -suresi 789 840, 841, 842, 857, 874, 888, 889,
infitar 243 890, 897, 899, 901, 917, 921, 927, istihza 254, 288, 670

inkar 30, 184, 205, 807 932, 938, 939, 953, 965, 966, 974, istirca 740

inne (edat) 121, 136, 284, 292, 349, 994, ~'nın ölümü, ~'nm mübarek istiska' 713
397, 439, 510, 511, 561, 602, 743, kılınması 574 istikamet 11, 186, 256, 406, 410,
911,916, 983 îsâr 854 429, 450, 584, 638, 699, 784

inorganik 474, 558 isbat yöntemi 493, 906 istikbarU, 207

ins 54, 276, 295, 497, 639, 640 -ve İseviler 101, 332, 384, 621, 795, istislam 960
cinn 406, 500 842, 921, 933, 974 Işârât(u'l-îcâz) 700, 701, 703,
1009
DtZtN

îştikâku Esmâillâh 740 Kafkaslar 346, 951 <*z3&*>


iştikâk-ı ekber 85, 98 kâfûrlll kazefe 193
îtâ 290, 709, 889, 929 Kahhâr517 ke (teşbih edatı) 23, 94, 301, 380
itaat 64, 235, 454 kahır-lütuf dengesi 159 kebed 131
itikat A7, 733, 748 kahinler 240, 682 el-Kebfr54
İtkân (fî Ulûmi'l-Kur'an} 139, 164, kâidîn 986 kefâ 153, 394, 574
182, 185, 186, 197, 199, 231, 286, kâinat: -kitabı 98, -ttaki kozmik keffaret 892, 893,
390, 492, 499, 516, 568, 570, 699, denge 386, -düzeni 839 kefü 24, 33, 392, 463, 521
821, 865, 912, 916 kalp 94, 112, 119, 128, 135, 155, kefûr 406, 533, 685
ittehazûlSl, 711 239, 296, 695, 699, 704, 723763, Kehf kıssası 330
itmam 975 781, 807, 856, 964, 972, -lerinde kelâle 865, 891, -âyeti 861
iyi-kötü 52, 71, 435, 500,509, 661, hastalık olanlar 683, 901, 910, kelâm 406, 708, -m ruhu 37, ~ul-
942 929
lah32
izostasi 572 el-kalem 29
Kelbi 306
izn 212, 695, 820 kam 484
Kelboğulları 899
el-Kamil 924, 925
kelimât 336, 487, 732
Kamosa Hanedanı 216
J kella 8, 389
el-kanâ 92
Java Adaları 951 kelm 708
Jochanan (Levi oğlu) 341 kâne 30, 139,154, 160, 176, 178, kelime 423, -lerle oynama 292
211, 398, 400, 403, 411, 551, 828,
Josephus 281 Ken'an 451
912,
kenûd57
kânitîn 760, kâniten 526
K ketramna XHI
kanonik 720
Kabala 714 kerîm 204, 225, 228, 232, 625, 777,
karardıklar 20, 167, 701, 805
Ka'b b. Eşref 786, 850 eJcrem 7
Karınca Vadisi 248
Ka'b b. Lueyy 845 Jre's368, 114
Kartaca 648
Ka'b b. Malik |r) 241, 990 Jresrer59, 766, ~te vahdet 496
karı-koca 703, 872, 908
Kabe 74, 131, 318, 731, 732, 737, Keşşaf S, 112, 178, 264, 265, 332,
Kariyer planlaması 336, 452
826, 935, 937 364, 421,438,442, 453, 458, 478,
karşılıksız almak-vermek 655
Kabil kompleksi 143, 616 771, 927, 943, 978
Karun 375,386,387,388, 553, 559,
Ka'bu'l-Ahbar 341 kevâ'ib 212
665, -gölü 336 kevâkib 587
lcad(edat) 71, 111
kasıratu't-tarf 162 İcevn35, 108, 142, 242, 808, -i ayet
kadb 95
Kasım (Hz. Peygamber'in oğlu) 60 416, 699, -i yasalar 575, 730
kâde186
Kâsımî (Cemalüddin) 724, 912 Kevser 59, 60, 647, -ebter karşıtlı­
kader 40, 393, 474, 511, 615, 683,
Kasım b. Ebi Berze 145 ğı 59
747, 883 -e iman 157, 474, 503,
744, karşı cins 769 keyd 34, 72,296, 575, 676
Kadı Abdulcebbar 712 Katade 11, 58, 107, 110, 127, 137, kezalike 168, 198, 345
138, 149, 175, 185, 212, 315,331, kezîm 515
kadın: 134, 158, 176, 457, 462,480,
366,449, 620, 637, 732, 753, 798, kıraat alimleri 567
547, 585, 651, 674, 755, 758, 774,
810, 863, 883, 900
861, 867, 869, 871, 892, 899, 940, kırâet 168, 344, 710
~ın cazibe ve güzelliği 802, 809, kati 779 kırtâs 484
904, -m kişüiği 796, 802, 883, kat ıran 364 kıssa (kısas) 19, 28, 30, 31, 32, 124,
905, -erkek ilişkileri 796, 802, icavm 361, 426, 245, 262, 453, ~cı 335,
kadim hikmet 179, 571 kavvam 870 lcısr412, 422, 816,942,958
Kadir gecesi 23, 47, 51, 52, el-Kaviyy el-Aziz 442 İatü687
134,624, 760, 783, kavi 185, 338, 423, 512, 567, 678, kıyam 454 -u'l-leyl 10, 11,
Kaffal 117, 679, 802 Kaynukaoğulları 855 kıyamet 202, 358, 824, sosyal -
kâfir 17, 153, ~în 16, 229,393, 931, Kayyum 765 395, 728, -in ansızın geleceği
970, -ûn 68, 667, ~ler 15, 61 kaza cinayeti 229, 377, 380, 697 504, -ayetleri 174, -in zamanı
1010 217, 534
Kızudeniz281, 711 kullu şey'in 248, 393, 972 -perdesi 122, 126, 158, 223, -ge­
Kilise 72, 580, 720, 820, 889, ~'nin Kulsum bt. Ukbe b. Ebi Muayd cesi 20
şirki 580 943 Külliyât 32, 207, 376, 404, 454,
kimya 231 Kur'an 2, 11, 149, 150, 155, 239, 472, 510, 537, 562
kinaye 51, 70, 89, 110, 220, 295, 418, 471, 472, 480, 550, 673, -ah­ Külliyâtu'l-Elfaz 203
lakı XXIV, -kıssaları 31, 353, kürtaj 504, 944
480, 694, 766, 881
376, 454 470, -kozmografyası
kirli akıl 987
487, 598, -mucizesi 415, 667, L
Kisâî 466, 920,
-okumanın amacı 150, -tefak-
el-Kitâb 33, 174,471,472,492, 789 lâ-cerame 510
kuhu 936, -vahyinin açık ve an­
kitab 33, 125, 174, 293, 304, 314, lağv 962
laşılır niteliği 196, ~'da cennet
382, 419,452,470,472, 482, 492, lâm (edat) 2, 16, 31, 38, 54, 108,
151, ~'da gölge 151, ~'da rüzgar
608, 702, 712, 728, 740, 820, 875 116, 137, 185, 200, 338, 362, 518,
152, ~'daki ses XXVffl, ~î belagat
-yüklü eşekler 731, varlık ~ı 630 615, 630, 638, 694, 733, 783, 922,
297, -i cezalar 924, ~î çoğulcu­
980 ~ı leh 202, 271, 272, 638,
Kitab-ı Mukaddes 47, 138, 438, luk 428, ~'ı sindirerek okumak
-u'l-'âkıbeh 805, ~'ı istihkak
492, 580, 10, ~'ı ulaştırma sorumluluğu
526, 922
Kitab'ul-Ayn 589 485, ~'ın amaçları 198, ~'ın asli
dili 239, ~'ın edebi üslubu XXHI, lâ'net 382, -lenmek 982
Kitabu's-Sünne 730, 823, 893, 952
166, ~'ın fihristi 15, 39, 566, 697 Lât 89
Kitabım mubîn 432, 616, 728, 736
~'ın inşa projesi XV, ~'ın ilâhi lâte hîne menâs 263
kitap ehli 240, 290, 715, 720, 846,
kaynağı 146, ~'ın nesneleştiril- Latîi468, 496, 531, 905
848, 919, 928, 932
mesi 150, ~'ın sıfatı 411, ~'ın Latince 331, 332, 484, 974
kitle psikolojisi 498, 503, 787
Türkçe meali XVI, ~en 'arabiy- lâ uksimu 116
Knesset 974
yen XV, 196
konsantre 366, 475, 586, 821 le'aile 94, 198, 231, 568
Kureyş 72, 74, 75, 76, 84, 87, 90, lebbe 549
kontrolsüz güç 191
104, 209, 210, 317,353, 479, 539,
korku 480, 514, 570, 877, 926 185, lehve'l-hadîs 529
582, 596, 632, 669, 678, 737, 752,
-terbiyesi 78, 184, 854, -ya tut­ Letaifu'l-îşârât 160, 342
901, 944
sak olmak 185, -da şirk 854 Levh-i Mahfuz 33, 102, 419
Kureyza 901, 907, -oğulları 843,
kozmik: -kıyamet 194, 624, 648, Levililer (Eski Ahid) 392, 503, 724,
903, 928
-bilgi 572, -tavaf 134, 572, -den­ 836
ei-Jcurâ 500
ge 386, -ilâhiye katılım 596, 863, leylen 390
Kurban 370, 505, 564, 673, 680,
-süreç 36 lezâ 49
685, 740, 752, -ibadeti 370, -kes­
kozmolojik deliller 124 mek 60, 883, 918, -olmak 154, lezbiyen ilişki 866
köle: -lik 132, 380, 458, 518, 542, 880 libas 112, 525, 577, ~u't-takvâ 578
803, 878, -leştirme 230, 456, Kureybe 943 Lisân(u'l-Arap) 9, 12, 32, 38, 42,
626, 688, 868 108, 179, 186, 189, 216, 255, 272,
Kurtubî 9, 11, 18, 29, 45, 79, 194,
278, 290,308, 309, 311, 328, 333,
körü körüne inanmak 233 209, 289, 389, 468, 476, 491, 631,
338, 344, 359, 360, 366, 368, 372,
kötülük tanrısı 78, 572, 677 655, 695, 701, 741, 743, 763, 767,
391, 412, 413, 443, 449, 453, 500,
Kral Ahab 371, 714 776, 819, 880, 917, 935, 937, 985
508, 513, 516, 537, 590, 591, 610,
Kral Azyahu 714 Kuruş (E. Cohosroes) 724
611, 618, 627, 644, 650, 665, 679,
KralHerod 174 Kuşeyrî 63, 160, 342, 493 683, 685, 710, 724, 743, 771, 777,
Kral Minşa 714 kumar 755, 917 778, 782, 787, 797, 816, 859, 871,
Kraliçe karınca 248 kun emri 730, 808, ~'fe-kân 177, 888, 927, 986, 988
Kuba 991 243 livata 866
kûbkibû 234 kutile 17 Lokman (a) 55, 105, 165, 290, 325,
el-Kuddûs 215, 844 Kutrub 943 365, 395, 468, 493, 528, 529, 530,
Kudüs 648, 714, 836 Kutsal Kaya 937 • 531, 533, 535, 537, 584, 626, 635,
kuffâr793 Kutsal Ruh 523, 719, 720, 938 638, 660, 675, 681, 699, 905, 874
Kufe XXX, -okulu XXII, 837 küfür 276, 447, 484, 654, 656, 724, Luka 173, 392, 409, 819, 824, 841,
kul (de ki) 78, 84, 85 802, 928, 789, -milleti 263, 730, 842, 932
1011
Lût (a) 71, 73, 124, 126, 177, 202, meal XII, XXI, XXII, XXV, XXX, 404, 467, 791, 917, 947, 954, 968,
237, 238, 281, 383, 430, 440, 442, XXXI, 320, 761 973, -egemenleri 306, 316, -î 23,
444, 663, 722, 801, -gölü 150, Meâni'l-Kur'an 798 118,150,198,246, ~î sureler 118,
322, 442, 664 mecâlis 895 198, 29, 290, 419, 670, 672, 750,
lütuf 468 mecaz 49, 143, 179, 255, 295, 573, 866, ~'li kâriler 567, -müşrik ak­
580, 627, 779, 783, 784, 824, 862, lı 568, -liler 72, 210, 384, 448,
M 930, 974 451, 486, 517, 567, 593, 850, 944,
mâ (edat) 44, 68, 98, 121, 137, 140, mecnûn 320, 367, 646 946, 947, 659 -kodamanları 146,
415, -dönemi 35, 50, 67, 81, 87,
210, 286, 385, 612, 666, 725, 932, Mecusilik 653
114,152, 209,226, 240, 245, 275,
olumsuzluk -sı 644, -'aleyh 592 Med (uygarlığı) 726
330, 375, 482, 506, 584
mâ hulikâ leh (yaratılış amacı) 40, medeniyet 48, 249, 275, 346, 588,
meknûn 320
338 648, medenî 274, -tasavvuru 388
maddî varlık 135, 266, 500 Melâike ve melek 206, 704
Medain-i Salih 48
mâ entum 'aleyh 287 Melaike sûresi 163
Medhal ile'l-Kur'ani'l-Kerîm 381
Mağara arkadaşları (Ashab-ı Kefh) melek [melâike) 206,402, 704, ~le-
Medine (Yesrib) XXVm, XXX, 46,
rin yardımı 475, 779, -ler 9, 52,
331, 335 76, 89, 147, 365, 410, 451, 517,
121, 428, 570, 706, 729, 839, 840,
mahdûd 223 535, 545, 567, 596, 666, 670, 734,
-peygamber istemek 147, 237,
mahşer 96, 420, 751, 770 825, 860, 901, 916, 991, -toplu­
mu 99, -sözleşmesi 786, -vesi­ 513, —peygamber ilişkisi 143,
mahs 832 -iyyet 111
kası 917, ~î sureler 419, 861 -Ya­
mâ hum fih 836 mele' 230
hudileri 667, 710, 712, 718, -dö­
ma'işeten danken 198 meleke 18, 44, 126, 181, 699, 704
nemi 147,410,517,673, 750,916
makt 558 -İslam Devleti 831, 947 el-Melik 844
mâ kâne li 465 Medyen 270, 281, 378, 382, 444, mekr 166
Makedonyalı İskender 344 665, ~li üstad 343, 378 Menâr 3, 274, 276, 434, 438, 582,
mâl 7 AA mefâtih 386 707, 716, 719, 729, 730, 762, 769,
Malay (adaları) 951 mefaze 554 819, 826, 929, 974
mal sınavı 777 Meğazi 74, 792, 941 Menat (put) 89
Malik (İmam) 44, 137, 327 mehcûr 150 menasik 685, mensek 680
Ma'kil b. Yesar (r) 758 mehdU el-mendûd 478
ma'lûmât 751 Mehdi 145, 214, 342, 571, 729 meni 683
mâ meleket 585, 863, 908 Mehdi Bazergan XXX, 145, 214 Menn 712, 713, -ve Selva 192, 292
Mammon 765 mehilleh 751 el-Mennu 16, 267, 960
Mandence 714 Mehmed Akif XVI Menşur 318
Ma'ani'l-Kur'an 314 mekâmi'677 meratibü'l-vücut 387
Maniheizm 210, 572 mekân mahremiyeti 809 Meryem (a) 171, 174, 188, 589,
el-mârid 366, 989 Mekâyîs(u'l-Luğa)7, 11, 12, 13, 16, 818, 938, -oğlu İsa 176, 719, 764,
Mariye 908, 963 18, 57, 65, 71, 77, 92, 111, 117, 795, 813, 819, 840, 890, 899, 901,
ma'ruf 106, 759, 916, -ve munker 126, 131, 142, 147, 149, 161, 174, 932, 938, ~'in üreme sistemi 965,
55, 290, 982 175, 212, 226, 264, 312, 315, 128, -'in yiğitliği 966
332,354,372,378, 400, 402, 405, Merare b. Rebi (r) 993
Matta 172, 392, 714, 824, 836, 848,
412, 413, 421, 443, 450, 453, 454,
926, 932, 953 mercan 158
457, 458, 459, 475, 515, 524, 568,
el-mâ'ûn 590 merh ve 'afar 225
569, 578, 585, 591, 597, 619, 678,
Materyalizm 210, 272, 415, 633 679, 683, 685, 691, 724, 797, 840, Mersed (r) 769
Mâtürîdi 294, 707 852, 904, 873, 949, 990, 992 mesâbeten 732
Maverdi 18, 342 Mekke XXIX, 16,34, 46, 50, 67, 72, mesai 'çalma' cezası 895
maymunlaşma 293, 930 75, 81, 152, 177, 215, 235, 239, Mesânî 479, 480
Mazdekizm 210 262, 275, 306, 316, 348, 411, 419, Mescid [mesacid) 274, -i Haram
Mazini 904 433, 451, 606, 616, 624, 720, 843, 241,390, 678, 729, 733, 738, 749,
me'âric 391 918, 949, 951, 976, ~'nin fethi 73, 782, 951, 973, harem bölge 732
1012
el-Mescidu'l-Aksa 389, 390 Miraç 89, 104, 276 davet 23, 41, 70, 87, 118, 156,
Mescid-i Dırar 991 miras 17, 168, 569, 689, 720, 861, 240, 321, 350, 353, 481, 528, 844,
mescûr 318 864, 865, 900, 901 ~'in beşeri tabiatı 330, 375, -el­
mesed 70 mirfak 334 emin 30, 441, âlemlere rahmet
mesei 150, 249, 295, 341, 804, 938 mirsâd 211 26, 59, 425, 582, ~'in hoşgörüsü
895, ~'in misyonu 513, 694, 859,
mesih 579, 819, 841 mirye 304
936
Mesike 804 mîsalc719
el-Muheymin 927
mesnun 474, 475, 587 miskin 112
muhdarûn 542
Mesruk 221 mislihî [nidd, şibh, tesviye, şekl
farkı) 607 muhlas 179, 476, ~în 269, 365,
meşhedSl, 177
misyon 6, 16, 237, 494, 631, 961 367, 368, 371, 476
meşru savaş 688, 853
mişkât 804 muhsinîn 529, 713
meta'611, 669
Mişna 724 m uhtâl 531
metafor 125, 152, 310
mitoloji 349, 532, 632, 726 Muh tasanı '1-Müzeni 291
metnin sembolik tabiatı 137
el-Mizân (Tefsir) 60, 332, 443, 608 Muhtam's Sıhah 502, 714
me'vâ bahçesi 89
mizah 524 mukaddes 215
Mevdudi 372, 406, 795
Modern kozmoloji 646 Mukatil (b. Süleyman) 110, 137,
mev'id 190
187, 251, 255, 265, 306, 315, 336,
Mevlana Celaleddin Rûmî 447 Moris Bucaille (Dr.) 381
382, 386, 398, 462, 479, 481, 521,
Mevsuatu's Sunnc XXX Muaz b. Cebel (r) 938
523, 569, 579, 590, 618, 621, 632,
meydan okumak 664 Muaze 804
664, 673, 804, 905
mevt 323, 551, 552, 564, 779 mubahlık 498
mukatta'ât 29, 125, 137, 228, 352,
meysir 755 mubareic215, 578
410, 528, 605, 614, 624, 630, 636,
mubîn 102, 138, 246, 432, 453,
Mezmurlar 724, 824, 932 698
454, 508, 619, 637, 663, 947
Mezopotamya 444, 570, 714 Mukît 879
mucize 29, 52, 105, 173, 187, 199,
Mısır 184, 192, 193, 239, 248, 289, mûkmîn 730
232, 258, 306, 308, 312, 313, 315,
378, 426, 427, 451, 460, 461, 570, mu'minûn 886, 960
370, 390, 391, 401, 415, 425, 433,
648, 713, 874, 925, 932, -'hlar Munhamenna 841
469, 481, 487, 489, 497, 522, 567,
179, 389, 465, 716, 911, -sarayı
590, 646, 659, 667, 726, ~vî olay­ murad-ı ilâhi 879
184, 378, -'dan çıkış 186, 408,
lar 334, ~vî işaret 819, -lerin murâvede 457
426, -yerlisi mü'minler 192, eski
esrarlı tabiatı 18 7, ~vi haber 260, murağamen 881
- 192, 239, 289, 427, 874
649, -ler 187, 308, 313, 391, 401, murcifûn 910
Mısr-ji 192 469, 497, 565, 667, 939
murdı'atin (emzikli kadın) 674
midha 216 Mudar 704
murîb 359, 603, 608
mihrâb 173, 264 Muddessir 11, 16
murselûn 138
Mikail (melek) 723 mudğa 587
mimlet 952
mîkât 288 Muğis b. Kays 859
Musa (a) 18, 42, 87, 89, 95, 104,
Mikaya 714 Mugni/'i-Lefcıb/XXIII
132, 146, 166, 179, 184, 188, 194,
Mikdat (b. Esved r.) 899, 900 el-Muhabbar 210, 688 190, 191, 216, 228, 230, 233, 246,
Mikdat b. Amr 899, 900 Muhacir 978, 989, -ler 270, 285, 304,330, 341, 343, 371,
milâk 704 muhakeme tarzı 233 380, 386, 398,408, 425, 426, 448,
Millet: ibrahim -i 730, ~u'l-âhirah el-Muhallâ 868 512, 559, 589,619, 640, 665, 697,
263 Muhasibi (Haris) 925 732, 763, 850, 889, 911, 922,
min (edat) 285, 367, 516, 572, 679, el-Muharraru'l-Veciz 445 944, 974, -sâlih kul meseli 330,
731, 759, 801, 808, 822, 854, 926, Muharrem 73 -ve Harun 138, 231, 285, 333,
957, 970, -dûnihi 570, -hilafın 343, 373, 425, 574, 812, 965,
Muhammed (s.a.v.) XHI, 12, 67,
232, -turâbin 338, 563 ~'nın duası 179
131, 138, 239, 391, 399, 401, 407,
Mina 751 428, 480, 520, 566, 573, 579, 687, Musa Carullah 105, 447, 581, 731,
mineraller 586 688, 832, 899, 906, 953, 976, 977, 823, 953
minnet 30, 142, 770, 956, 960 996, -Ümmî Peygamber 709, -î Musalla 732
1013
musallîn 64, 207 mü'min: ~tn görevi 54, 686, ei- Nadr b. Haris 206, 529, 532, 65&
Mushaf 1, 11, 330, 414, -yazımı mu'minûn 377, 584, 886, 960, Nâfî 763, 920
121 ideal - 154, 584, -ler 174, 400, nâ&leten 405, 576
müsrifûn 138 405, 526, 585, 686, 754, 770, 827, Nafi b. el-Ezrak 782
Mustalıkoğullan 796, 984 828, 834, 900, -lerin kardeşliği nahb 903
958
el-Mustasfa 985 nahivciler 491
münafık 699, 701, 738, 753, 799,
mustaz'aflar 361, 541 Nahle Vadisi 640
804, 855, 877, 887, 948,967, 986,
mustekarr 140 nahr 60
-akıl 988, -m tabiatı 896
müşfikin 339, 571 Nakd703
el-Münavî 342
Mutaffifîn 31, 266, 417, 659, 670, nakir 874
Müreysî' gazvesi 861
697, 710, 740, 968, 987 namaz 10, 41, 54, 65, 112, 186,
Müslim (İmam) 2, 5, 15, 35, 59, 79,
Mute 649 198, 207, 274, 293, 480, 514, 654,
84, 99, 120, 124, 164, 183, 212,
mutlak: -hakikat 13, 196, 204, 699, 710, 740, 760, 772, 843, 845,
303, 409, 432, 450, 493, 502, 518,
311, 332, 336, 412, 493, 692, 807, 881,889, 894, 982 -vakitleri 199,
547, 562, 591, 620, 653, 697, 698,
-teşbih 779, -varlık 68, 185, 361, 405, 875, -m nihai amacı 666,
702, 714, 720, 726, 739, 744, 747,
857, -otorite 160, 269, 310, 364, cemaatle - 666
752, 775, 782, 807, 808, 812, 827,
409, 446, 570, 856, -gayb 342, 828, 830, 845, 846, 847, 862, nankörlük 57, 283, 338, 681
mutref67l 863, 866, 870, 906, 919, 928, 941, nar 161
muttakîn 219, 234, 477, 671, 722 955, 957, 962, 964, 965, 974, 984, en-nâr 101, 160, 348,, 412, 475,
mutteke'458 985, 993, 995, 996 701, 707, -ile cahîm, hutame,
el-Mute'âl 309 müslüman: -ailenin inşaası 940, sa'irve lezâ farkı 49
el-Mutekebbir381 -hayatının kodları 16 Nasibeyn 640
Mutezile 183 Müstedrek697, 931 nasr 955
el-Muvâfakât 149, 356, 699, 751, müstekbir 17, 30 nasârâ 384, 842, 921, 932, 933
874, 924 müşâkele (sanatı) 416 en-nas 835
muvahhid İsevilik 933 müşebbehe 3, 85, 531, 590, 729, natiha 918
Muvatta 94, 124, 924 730 nebbee 461
muzemmil 10, 16, 118 müşrik 90, 93, 114, 163, 208, 233, nebe'957
el-muzn 224 262, 334, 348, 484, 514, 523, 526, Nebi 7, 11, 88
Müberred XXVH, 29, 243, 679 568, 602, 615, 617, 621, 633, 735, nebevi hüküm 578
mücadele disiplini 839 755, 756, 797, 847, 903, 918, 941, Necaşi 841
Mücâhid (b. Cebr) 107, 110, 127, 943, 944, 949, 968, 971, 976, -in
necdeyn 131
128, 141, 149, 179, 185, 251,276, imam 469, ~çe kader inancı 511,
Necid çölleri 165
281, 293, 297, 309, 316, 449, 457, -ler 18, 28, 65, 73, 78, 90, 202,
neciyya 465
458, 482, 495, 533, 579, 597, 637, 331, 342, 348, 352, 409, 432, 433,
597, 620, 622, 626, 633, 648, 720, Necran 101, 539, 624, 812, 813,
655, 673, 679, 732, 782, 798, 801,
750, 751, 777, 748, 929, 970, 971, 819, 822
844, 845, 938, 960
975, 992 -lerle evlilik 943 necvâ 465, 567, 892
mücrim 32, ~în 195, 387, 981
müteşabih 29, 150, 203, 419, 430, nedensellik yasası 598, 643
müfesser-müfessir 11, 194, 303,
549, 703, 814, 815, 817, 857, 930, nedve 644
309, 332, 419, 431
-âyetler 419, 815 neffasât 79
Müfredat 13, 18, 108, 131, 207,
229, 272, 273, 312, 328, 345, 394, el-Mütekebbir 381 nefs 36, 220, 224, 607, 638, 773,
412, 456, 510, 513, 520, 562, 568, Müzdelife 752 837, 862
585, 643, 704, 763, 920 N nekame 101
mükemmellik 372, 857, 962, -leş- Nebatça 185 nemi 245
me tuzağı 197 Nabukadnazar 101, 579, 726 Nemrut 166, 690
mülk 2, 723, 726, 791, -iyet 62, na'ce 264 Nesai 212, 270, 350, 653, 871, 963
182, 413, 650, 790, 869 Nadiroğulları 847, 850, 851, 852, Nesefi 827
mümeyyiz akıl 828 857, 928 nesh 522, 726, 761, -teorisi 315,
el-Mü'min 282, 994 nadir kelime 355, 363, 491 336, 522, 523, 729
1014
nesî 976 620, 698, 881 pazarlık 70, ~lı iman 807
nesiye 197 pedagoji 768
nesi 389 O Pers 12, 263, 648, 658, 724, 873,
neşrân 152 olgunluk yaşı 638 901, -1er 648, 649, -Kralı
Nevevî 389 oluş ve bozuluş (kevn ve fesad) ya­ Ahaşveroş 381, -ordusu 649,
Nevf el-Bikâlî 341 sası 35, 243, 323, 633, 648, 668 -mitolojisi 532
nezîr 381, 433 ontolojik: -hakikat 572, -ihtiyaç Peygamber (Hz.) 1, 2, 11, 12, 22,
574 70, 78, 82, 86, 94, 95, 106, 110,
nida 179, 228, 265, 277, 340, 382,
organik hayat 633 131, 137, 147, 164, 201, 252, 284,
478, 558, 702, 909
298,303,324,346,353,374,384,
nidd607 Osiris: 179, 932, -kültü 289
390, 409, 449, 450, 456, 483, 529,
nilakl41, 654, 660, 789, 792, 813, Osman (b. Affan) (r) XXIX, 49, 59,
539, 567, 574, 600, 660, 699, 724,
854, 855, 858, 860, 875, 876, 912, 67, 130, 156, 205, 472, 845, 891,
737, 798, 807, 834, 840, 845, 850,
996, 978, ~ gizlemek 987 917, 949, -tertibi 78, 317, 623,
874, 881, 890, 902, 909, 914, 944,
Nihilizm 308, 415, 572, 632, 650, 796, 946,
946, 955, 962, 968, 985, 991, -an­
~in sonu 147 Osman b. el-Huveyris 384, 933 layışı 148, -eşleri 898, 904, 905,
nikah 585, 758, 760, 797, 798, 908, Osman b. Maz'un 506 -Mescidi 904, 936, -suresi 961,
913, 915 ~'e karşı savaş 232, ~'in beşerî
Nü 619 Ö varlığı 171,347,~in cinsiyeti 469,
ni'met 63, 510, 731, ~'in şükrü öfke 57, 364, 515, 867 567 ~'in şahsım inşa 233, ~'in
359, 519, ~'i inkar 158 öksüz 451, 465, 466, 867 vahyi okuyuşu 150, ~'in yazma
bilmediği 146,
Ninova 410, 427, 579, 649 ölüm 20, 92, 122, 135, 209, 255,
Nisa 331 322, 393, 470, 530, 552, 656, 712, peygamber 22, 42, 104, 152, 178,
734, 837, 889, 964, 992, -korku­ 217, 324, 349, 420, 436, 466, 512,
nisyan 184
su 691, 702, 762, -süz sevgi 973, 562, 579, 656, 754, 813, 940, 986
Niza 784
-süzlük 342, 372, 572, 821, Hin- -lik kurumu 316, 389, 469, 506,
Nuaym b. Mes'ud (r) 901
dular'ın ölümü 194, 560, 673, 882, -ligin sonlanışı
nucûm 587 222, -kıssaları 245, 357, 389,
-den soma diriliş 146, 332, 432
nûdiye 186, 843 566, 662, melek - 147, 237, 513,
766, 771, -den çıkmış bir diri
Nuh (a) 2, 71, 87, 104, 151, 237, peygamber 22, 29, 42, 75, 104,
234, ~lü kaza 118, 229, 230, 246,
252, 256, 258, 259, 279, 353, 356, 108, 126, 389, 720, 832, 903, 940,
378, 708, -meleği 302, 552, -ün
373,383, 392, 410, 424, 430, 436, 948, 962, 974, 986
yasaları 790
439, 441, 444, 494, 564, 566, 576, pişmanlık 177, 204, 209, 290
Ömer b. Hattab (r) 44, 74, 124, 160,
607, 650, 662, 664, 795, 801, 817, Plini (tarihçi) 48
184, 188, 385, 446, 516, 517,696,
868, 889, 899, 942, 948, 965, 982,
853, 924, 943, 946, ~'in (İslam'a) polemik 556, 557, 560
-kıssası 235, 437, 659, ~'un dua­
teslim oluşu 188, 201, 265 Portekizce 192
sı 355, 577, -kavmi 48, 92, 126,
150, 263, 280, 353, 354, 355, 556, Ömer b. Abdülaziz 25, 864 Pourâna 239
560, 642 Ömer R. Doğrul 581 pramidik siyaset 375
nûhâ (nehyeden akıl) 47, 189 önyargı 102 pramit 48, 840
Numan 988 örgütlü küfür 8 Preneler 951
nün 29, 270, 279 Örtünme 802 psikanaliz 118, 146, 858
nûr 60, 112, 157, 291, 349, 412, özgürlük: gerçek - 684, özgür irade psikoloji:insan -si 472, 725, kitle
475, 549, 701, 795, 804, 805 297, 341,489, 516, 556, 771, -si 483, 498, 503, 786 ~k çöküş
-leşme 343 786, ~k yasalar 399, 418, ~k
nuşuz87l
özürlü tasavvuru 255, -lük algısı savaş 789, 798
nutfe 587
682 Ptolemy 48
nutk 247
Put 89, 724, -lar 90, 130, 287, 419,
nuzûlen 368
P 724 -perest kültür 883, -perest-
nübüvvet 4, 60,389, 997, -mucize­
Papa Gelasius 841 lik 101, 192, 193, 411
si 667
pasif iyiler 781, 828
en-Nüket ve'l-'Uyun 342
pasif muhalefet 334 R
Nüzul 12, 278, 368, 390, 453, 489,
*e3S^ 454, 459, 462, 468, 471, 474, 479,
Rabb 81, 338, 454, 457, 536, ~'u'l- 480, 489, 491, 492, 493, 498, 499, ru 'yet 401
Alemin 1, 412, 563 502, 507, 508, 549, 552, 554, 555, S
râbıtû 838 571, 572, 577, 579, 580, 586, 591,
sabbâr 533
racfeh 202, 282, 446, 478, 664 594, 599, 606, 616, 644, 646, 673,
sabır 55, 710, 740, 976
râcife-râdife 215 674, 679, 683, 704, 712, 714, 717,
Sabit b. Kays (r) 758
721, 725, 727, 734, 739, 740, 744,
racim 37, 268, 473, 476 Sabit b. Dahdah el-Belevi (r) 791
747, 748, 751, 752, 754, 755, 759,
er-rafiku'l-a'la 3, 877 Sabit b. Şimrah 944
767, 773, 779, 782, 785, 787, 788,
ra/es 751 sâcidîn 454
799, 800, 805, 809, 823, 825, 828,
Râğıb (el-Isfahanî) XXVII, 13, 32,
830, 848, 862, 866, 867, 869, 870, sadaka 13, 14, 34, 113, 141, 480,
44, 63, 132, 140, 148, 164, 175,
894, 896, 918, 919, 920, 922, 923, 751, 869, 892, 895, 903, 931,
197, 198, 211, 223, 225, 229, 246,
935, 937, 952, 967, 968, 971, 975, 976, 970, 990
247, 248, 254, 266, 272, 274, 278,
978, 987, 988, 990, 992, 996 sadakat 173, 772, 918, -sizlik 871,
279, 286, 292, 296, 298, 311, 320,
Rebi 878
338, 369, 380, 406, 423, 456, 466, 885
recâ 148, 303, 665 Sa'd b. Ebi Vakkas (r) 924, 925
468, 474, 475, 476, 477, 498, 508,
510, 513, 515, 518, 520, 531, 562, recmen bi'l-ğayb 335 Sa'd b. Muaz (r) 810, 903
568, 569, 602, 607, 609, 613, 662, ret 821 Sa'd b. Rebi (r) 864
674, 678, 680, 684, 703, 704, 706, er-rehb 878 Sa'd b. Ubade (r) 901
710, 713, 763, 774, 786, 800, 802, Rehoboam 266, 538 Safa ve Merve 740
829, 832, 842, 863, 881, 886, 888, remzen 818 saff 840
910, 918, 924, 960, 972, 977, 985, Ress sakinleri 126 Saffan b. Umeyye 74, 943
996 Resail (İbn Sina) 140 Sâffât 177, 366
raht 252 Ressliler 150 sam 479, 695
er-Rahim 1, 302, 862
Reşid Rıza 418, 459, 462, 716 Safiyye (Hz.) 898, 908
rahim 121, 140, 547, 663
Reuele (Şuayb?) 379 Sağa Sarayı 386
er-Rahman 1, 3, 76, 128, 154, 156,
reyhan 226 Sahihayn 70
162, 171, 242, 312, 409, 572, 862,
Reyhane 908 sahte annelik iddiası 945
-sıfatı 162, 171
Reyyan b. Zeyd b. Amr 571 sahte kutsallık 237, 275, 280, 358,
rakabe 744
Rıdvan Biati 949 442, 482, 502, 679, 718, 918, 938
Ramazan 50, 51, 52, 141, 624, 747,
748, 776, 783, Kur'an ayı - 747, rızık 125, 199, 226, 334, 362, 363, sâhûn 643
~'ın son on günü 46, -gecesi 5 367, 384, 396, 843, 879, 934 Saib b. Yezid (r) 845
Ramses II (Firavun) 381, 427 Riab b. el-Berra eş-Şenini 571 Sâibe 936
er-rasul 179, 683 riba (faiz) 772, 830 Saidb. Cübeyr 117, 137, 141, 185,
Raşel (Rahel) 463, 468 ricâlun 805 276, 306,396, 517, 525, 725, 782,
ratk 571 rics 280, 428, 499, 713, 743 798, 8 6 3 , 9 0 9 , 9 6 0
ravda 609 rîh 656 riyâh 656 Said b. Zeyd (r) 189
rayb 320, 434, 448, 544, 604, 608, Roma 12, 174, 386, 539, 819 Said b. Müseyyeb 396, 660, 772,
667, 698, 807, 992 risale 650 845, 870
Râzî 12, 18, 23, 25, 29, 48, 65, 79, risalet 168, 401,408,448, 522, 562, Said Nursi (Bediüzzaman) 883
84, 89, 92, 113, 126, 137, 139, 659, 633, 827, 832 -rüzgarı 165 sâihûn 992
149, 152, 153, 155, 158, 161, 167, ru'b 832 sa'îr 49, 147, 324,911
174, 177, 179, 182, 183, 186, 189,
rûh 52, 174, 406, 476, 507, 558, sâkıb 134, 366
190, 194, 195, 196, 198, 226, 229,
613, üflenen - 302 salât 64, 176, 178, 186, 199, 293,
230, 232, 236, 244, 249, 251, 254,
ruhbanlık 794, 869 698, 889, 909, 921, 929, 937, ~'m
266, 272, 277, 279, 280, 294, 309,
315,318,319,331,333,334,336, Ruhu'l-Emin (Cebrail) 720 ikamesi 293, 699, salevât 720,
338, 341, 342, 345, 359, 362, 364, rulcû'448, 585 760, ~'ul-havf 882, -edin 921
366,376,382,383,392,393,394, rukûd, merkad 334 sâlihat 54, 65, 505, 702, 772, 849,
395, 400, 403, 406, 408, 411, 412, Rummanî XXIII sâlihîn 828
418, 421, 432, 436, 438,449, 453, ru'ya (rüya) 390, 401, 460 Salim (mevla Ebu Huzeyfe) 899
1016
Salimoğulları 845 selam 52, 142, 176, 369, 477, 684, yon 190, 284, 874
Salih (peygamber) 48, 237, 280, 910, -un 174, 622, -men 622, es-sikâye 464
401, 440, 936, ~'in kavmi 237 389, sima 691
sâlih amel (amel-i salih) 53, 54, 55, Sel' Dağı 901 Sina (Seyna) 380, 715
180, 241, 537, 611, 684, 698, 715, Seleme b. Hişam 952 es-Sîra67, 90, 411,692
769, 875, 884, 927, 935 selim fıtrat 918 sirâtehe'l-ûlâ 187
salsâl 474 Selman (Farisi) 252 siy âb 16
es-Samed 84, 85, 86 selsebîl 113 Sodom 202, 442
Sami 457, 874, 977, -geleneği 176, selva 192, 292, 713 son gaye 85, 164
965 semâ 148, 216, -vat 218, 306, 599 Son Saat 1, 10, 13, 35, 36, 76, 92,
samimi kullar 369, 373 sembolizm 856 108, 115, 120,141, 147, 151, 160,
sâmir 591, 664 Semud (kavmi) 46, 97, 99,102, 151, 181, 186, 201, 202, 218, 219, 221,
Sâmirî 192, 194 359, 441, 477, 479, 589, 599, 646, 242, 256, 258, 261, 297, 301, 327,
Samuil Peygamber 762 681 335, 338, 346, 469, 479, 519, 533,
samyeli 768, 769 sene 51, 662 555, 561, 563, 566, 574, 603, 604,
San'a 72 serâ (seriyye) 175, 185 608, 609, 620, 621, 622, 624, 629,
es-serv 391 633, 650, 657,674, 675, 684, 690,
es-Sârimu'l-Meslûl 529
911
savaş: -ganimetleri 853, 864, 950, servet 24, 43, 235, 262, 375, 402,
412, 436, 650, 692, 753, 768, 830, sorumluluk -ahlâkı 42, 76, 92,
-esirleri 688, 744, 908, 868, -dö­
-e ait olmak 386, 650, 791, 837, 132, 224, 506, 991 -bilinci 44,
küntüsü 263, -ahlakı 749, 853,
-dağılımı 693, -in budanması 54, 98, 106, 173, 192, 224, 274,
861, 940, ~ın amacı 779, 783
31, 793 698, 744, 875, maddi - 895, ma­
savm 85, 175, 905
Sevad Arazileri 853 nevi - 557
Sayfi b. er-Rahib 944
sevâen 678 sorumsuzluk 136, 219, 294, 654,
sayha 242, 446 655, 978
Sevr Mağarası 232
sayı sıfatları 682
sevvâke 338 soykırım 193, 230
sayrûret 502
sevgi 5, 7, 182, 423, 451, 458, 570, söylem: —eylem çelişkisi 839,
Saz Denizi 711 -ahlakı 15,
750, 896, 913, 941, 958, -nin çar­
seb'a 477, 480, 598 sözün gücü 531
pıklığı 663
Sebe 252, 389, 534, 539, -kraliçesi spekülasyon 323, 324
seviyyen 173
250, 251, -uygarlığı 535, -örneği su 48, 98, 125, 140, 158, 224, 326,
sevk-i ilâhi 493
539, -halkı 539 438, 464, 509, 534, 572, 602, 646,
Seyyid Ahmed Han 820
sebep 2, 85, 363, 852, -ler zinciri 710, 873
Seyyid Kutub 766
297, -en 345, -ler alemi 182, 389 suâl 727, 790
seyyie 256, 695, 702, ~ât 54, 449
Seb'î mesânî 1, 479, 480 su'bân 187, 230, 380
Seyr-i Tâhâwul-i Kur'an 673
Sebt (Şabat) 152, 526, 527, 888, Subey'a el-Eslemi (r) 915
Sezar Trajan 332
-Yasağı 389, 874, -Günü 292,
sıddîk 461, ~an 177, 178 subhân 390, ~eh 555, -eke 493,
994
-Allah 955, -ehu (teşbih) 177
Secah 469 sırr 546
subûr147
secde 9, 180, 454, 555, 647, 710 sırat-ı müstakim 440, 737
şubat 152
sedîd 864 sınıf: kavgası 436, -tahakkümü
sudûd 688
190
sedir (sidra) 223, 539 suhriyyen 617
siyam 992
sefer 208, 540, 977 el-suht 925
Sibeveyh XXVII, 475, 492
sefih [sufehâ') 737 suhuf42, 382, 712
siccil 73, 444
sefine 140 suikast 252, 317, 321, 375, 455,
sidr 223, sidre 88, 382
sehar 18, 644 557, 625, -teşebbüsü 983
sihir 18, 78, 146, 232, 284, 408,
seka 713 suizan 799, 949, 959
636, -baz 125, 190,411, 480, 646,
Selcar (cehennem) 18 su]ci/û910
724, 873, -bazlar 190, 230, 425,
sekînet 948 -in aldatıcı tabiatı 190, gözbağcı­ sülâle 302, 586
Sekülarizm 324 lık 190, 231, 284, 382, 425, illüz- sultan 154, 157,359, 451
1017
*^3£B<- şehr 51
summe (bağlaç) 424, 482, 543, 598, şeMf686, 737, 740 265, 273, 294, 297, 298, 309, 315,
601, 717, 767, 993
şekk 359, 434, 544, 604, 6Ö8, 807, 316, 318, 331, 336, 339, 343, 345,
sunak taşları 934 959, 992 3 4 7 , 3 6 6 , 3 7 6 , 3 8 3 , 3 8 5 , 3 9 0 , 393,
surâdık337 şekl 607 395,396,397, 398,404, 406, 411,
Suriye 101, 460, 648, 776, 850, Şekûr 358, 610, 696 418, 426, 446, 447, 449, 453, 459,
899, 953, 990 şer 47, 79, 81, 98, 342, 413, 484, . 461, 462, 466, 467, 469, 470, 474,
Suruçlu James 331 512, 572, 817, 901, -tanrısı 484 475, 480, 481, 486, 489, 490, 495,
Suva' 355 498, 512, 513, 514, 515, 517, 521,
Şeref (Hz. Eyyub'un oğlu) 579
suven 190 530, 533, 567, 568, 572, 577, 578,
şeriat 480, 632, 737, 927, 976
Süddi 543, 809, 878 579, 581, 582, 586, 589, 590, 597,
şer'î yasalar 730
609, 610, 618, 620, 624, 626, 631,
Süfyan b. Uyeyne 707 Şevkânî 92, 226, 734, 760 637, 645, 646, 649, 651, 653, 655,
Süheyl b. Amr 947, 953 Şevval 697, 812, 898, 901, 967 659, 663, 675, 679, 680, 711, 720,
Süheyl b. Sayfi 944 Şeytan 2, 37, 38, 80, 81, 82, 90, 723, 724, 729, 732, 743, 744, 749,
Süheylî 73 142, 149, 184, 266, 270, 272, 368, 752, 753, 771, 782, 787, 797, 798,
Süleym (Kabilesi) 901 454, 476, 601, 707, 896, ~'m pole­ 801, 804, 805, 809, 810, 818, 819,
Süleyman (a) 2, 32, 154, 248, 249, miği 272, ~'ın gör dediği yer 593, 823, 825, 830, 840, 859, 862, 870,
250, 266, 383, 538, 576, 724, 725, 785, ~'sı güçler 593, ~'u'l aslî 874, 878, 881, 883, 888, 889,
~ve belkıs 245, 333, ~in yargısı 362, şeyâtîn 578 900, 904, 909, 918, 920, 925, 928,
576, 577, -mantığı 247, ~'ın şiir 11, 142, 241, 348, 367, 682, 935, 937, 938, 941, 943, 944, 948,
ölümü 266, 538, -Mabedi 104, 842, 924 949, 953, 954, 955, 957, 963, 975,
390, 726 şikâk 604 978, 980, 984, 987, 992, 994, 996
sülfür taşlan 73, 444, 644 Tabersî 110
şirk 16, 21, 86, 143, 393, 414, 418,
Sümame b. Usal (r) 624 428, 434, 449, 492, 500, 506, 509, tâbut 763
Sümer 101 545, 546, 581, 616, 636, 709, 826, tâ'budûn 373
sünnet 94, 475, 576, fiili - 907, 854, 873, 877, 911, 962, 970 Tâc(u'l-'Arûs) 32, 42, 186, 189,
-ullah 296, 373, 556 şirzime 232 276, 286, 332, 360, 368, 507, 537,
Süryani 331, ~ce 185, 582 şiye'an 654 611, 650, 685, 717, 771, 826, 871,
Süveyd 998 şizofren 899, 930, manevi - 618 873, 927
Süyûtî 342, 410, 471, 482, 839, Şu'abu'l-lman 160 tadille 774
869, 920 tafsil 642, 797
Şuayb (a) 188, 237, 280, 378, 441,
445, 878 tâğût 797
§
Şuayb b. Mehdim zî Mehdim 571 tağyir 404, 653
Şa'bi 276, 447, 659, 809
şuhh 696, 854 tâhâ 216
Şah Veliyullah 89
şahid 212, ~'lik 12, 116, 120, 398, şûra 605, 611 tahâhâ 98

774, 883, 937 şükür 3, 459, 740 tahiyye 155


Şam XXX, 74, 104, 244, 528, 596, tahrif 717
648, 892, 925 tahrik 642
Şaman: -izm 86, 210, -şairleri 227 T et-Tahrir (ve't-Tenvir) 543, 845
Şâtıbî XXI, 149, 157, 356, 699, 924 taakkul 295, 815 tahsiniyyât 508, 509
şe'âir 140 Tabakât (-ı İbn Sa'd/ 524, 880 tahvil 404
şecerun 509 Tabatabâi (Allame Hüseyin) 60, tahyîr 613, 797, 806
şefaat 20, ~çi 182, ~çi aramak 278, 443 Taif 89, 314, 973, -dönüşü 379,
-edilen 540, -eden 540, -yetkisi Taberânî 53, 54, 322, 963 451, 466, 634, 640, -seferi 259,
540 Taberî 10, 11, 12, 29,36, 48, 57, 73, 348
şefkat 71, 77, 107, 139, 178, 210, 74, 77, 88, 90, 105, 111, 137, 140, takdis 705, 706, 841, 955
228, 240, 249, 443, 638, 685, 738, 148, 149, 152, 155, 164, 168, 175, takiyye 524, 817
791,795, 827, 939, 941, 969, 977, 176, 179, 180, 182, 185, 186, 190, 8, 97, 98, 224, 234, 274, 644, 698,
993, 993, 996 193, 206, 212, 223, 228, 231, 232, 748, 956, 958, -hidayetin
şeğafASS 237, 240, 246, 248, 250, 251, 254, altyapısı 698, -elbisesi 273, 578
1018 talak (boşanma) 758, 861, 914
*^3£s*
tenzih 148, 492, 706, 882, mutlak
tallahi 464
-779
Talût ve Calût kıssası 762 tîn 302, 586
tenzil 146, 300, 453, 472, 520, 548
talh 223 Tirmizî 4, 43, 70, 84, 86, 94, 104,
tertil 150, -emrinin amacı 11 106, 117, 136, 163, 221, 222, 241,
ta'limu'l-esma 705
teşbih 40, 129, 198, 226, 602, 650, 245, 250, 262, 300, 356, 430, 518,
7aimucf718, 724
705, 840, 844, 857, 907, 955 545, 556, 640, 642, 648, 650, 668,
tame'an 278, 303
tescil 73 673, 712, 715, 747, 760, 827, 851,
Tanrı atama yetkisi 448, 481
tesettür 274, 802, 909, 910, 864, 924, 954, 962, 967
Tanrı Buyruğu 581
teshir 116, 631 toplum: -sal dönüşüm192, 432,
et-Târık 134
te'sim 223 -sal statü denkliği 642
tarih 100,388, -sel yasalar 419, -in
teslimiyet 9, 454, 468, 499, 733, Tora (Tevrat) 382
değişmez yasası 568 753 Tri-Marti 932
tasadduk 994 teslis 176, 641, 729, 932 Tuba 99
tasavvur (algı biçimi) 432, 549,
tesviye 338, 607 Tubba' kavmi 126, 626
840, ~ât-tasdikat 346, bozuk -
teşâbuh 703 tufan 202, 286, 308, 424, 436,
194
teşbih 210, 779, 804, 955 tu'fekûn 164, 563
Tavus 845
teşkâ 185, Tur 317, 380 ~'i Sina 318, 372
tayr 73, 393
Teodosios (II) 332 tuslimûn 520
tayy 242, 354
tetlû 418, 724 Tutankhamon (Firavun) 427
Tayy lehçesi 136
tevbe 431, 536, 741, 866, 972, -i Tutmosis (Firavun) 427
tayyibât 291, 768, 918
nasûh 964 Türkçe XXVIII, İ8, 33, 88, 146,
tebârake 146, 278, 322
revetfi212, 322, 551, 552, 821 183, 195, 251, 263, 291, 302, 339,
teberrue 905
tevellâ (tevellî) 94, 691 412, 432, 438, 443, 480, 520, 537,
Tebük 976, 990, -seferi 796, 858, 627, 713, 768, 822, 984
tevhîd 1, 3, 60, 67, 84, 306, 389,
968, 976, 978, 985, 987 Tuva vadisi 186, 215
473, 545, 566, 570, 827, 968, - i
tebyîn 11, 516,
rububiyyet 82, 313, 483, -hassa­ U
tebdil 170, 354,364, 653 siyeti 483, -ve adalet 64, 81, 183, Ubeydullah b. Cahş (r) 384, 933,
tedbîr411 192, 352, 437, 444, 733, 740 -ai­ 943
tedebbür 295, 707, 814, 877 lesi 576, -ve vahdet 580, -akide­ Ubeyy b. Ka'b 343, 467, 739
Tedvin asn 414 si 352, 375, 679te'vil 343, 397,
Ubeyyb. Halef 415
tefakkuh 271, 295, 500, 815, 936 419, 815
ubûdiyyet 4
tefekkurU, 271 Tevrat 33, 129, 150, 193, 239, 290,
uğurluluk-uğursuzluk 393
Tefhimu'l-Kur'an 406, 795 291, 293, 318, 342, 382, 389, 409,
452, 482, 631, 709, 711, 712, 715, Uhud 655, 687, 812, 813, 828, 829,
tefkîrU
720, 723, 724, 726, 735, 804, 814, 830, 831, 832, 834, 838, 850, 901,
tefsir edebiyatı 346
820, 822, 826, 840, 841, 843, 844, 939, 946, 990
Tefsiru'l-Beyani 26, 44, 130, 960
850, 903, 926, 931, 933, 938, 953, ukbâ 312
Tefsiru Cüz'i-'Amme 79
974, 992 Ukbe b. Ebi Muayt 556, 943,952
Tefsiı'ul Kur'an ve Te'vilu'l Fur-
tevriye 369, 793 uli'n-nuhâ 198
kanXR
tevvâb 798 ulleyka 380
Tefsiru'l-Kebîrl, 86, 364, 448, 848
teyemmüm 861, 873, 920 uhıMbabS&l, 762
teğâbun 693, 694
tezekkür 295, 500, 815 ulu'l-emr 875
tehdîd 56, 986
tezkiye 2, 290, 734 Umeyme bt. Bişr (r) 944
tekamül 105, 136, 206, 301, 512,
tıbâk 35A Umeyme 804
-kanunu 354
tıbâkan 323' umm 138, 616, 737
tekbir 16
Tıval'irMufassal 100, 133 ummî718
tek tanrıcılık 177
tıyeraıSSB, 394, 874 umre 741, 940, 946, 970, 972
tekvîr 35
ticaret 72, 74, 291, 444 ümmet 275, 432, 472,616, 827 -en
telakki 81, 446, 708
tilâvet 168, 336, 344, 710, hakka 526
temâsîl 287, temsil 856
tilavetim' 731 Ummu Cervel 943
tennûr 438
1019
Ummu Kulsum 943, 944 kendine duyduğu özgüven 146, vudd 183, 896, 941, 958
Ummu'l Kitab 1, 480, 488 -in muştusu 544, -in olağanüstü
umniyye 683, 727 gücü 567, -in rehberliği 151, 322 Y
umut kesmek 272, 553, 706 -lerin ortak kaynağı 195, 199, Yasir ailesi 524
sözlü - 108, 644
Uriah 265 Yahuda Krallığı 709
Va'il kabilesi 9
Urve (b. Zübeyr) 862 Yahudi 129, 301, 342, 350, 372,
Vakıdî 74
usve 902 708, 720, 734, 786, 932, 946,
vallahi 234, 464, 466, 467, 637, -leşme 184, 271, 357, 628, 697,
Utbe b. Rebia 596
715, 756 726, 730, 789, 793, 826, Medine
utlu 666
Varaka b. Nevfel 384, 933 -leri 666, 710, 712, 720, 724, 825,
uygarlıklar 274, 392
vâriduha 181 ~İik 129, 234,342, 502, 526, 608,
uyku: nimeti 652, ~'nun denetimi
varlık: ~ın hakikati 150, 233, 431, 737, Sadukiyen ~, -ler 19, 29,
644, ~'nun büyüsü 644
-kategorileri 230, 568, 705, -hi­ 101, 126, 342, 370, 502, 578, 726,
Uzeyr (a) 974
yerarşisi 387, 514, 558, 681, 884, 888, 974, -kültürü 348, 547, 574,
Uzza 89, 514 -sabahı 47 756, -Kabalizmi 348, 350, ~ce bir
vassalnâ 383 kibir 350
Ü Yahudileşme Temayülü 295, 503,
vasile 936
Üç Muhammed 402, 562, 735, 822 727, 735, 786
vasiyyet 734, 745, 746, 863, ~u'l-
Ümeyye b. Ebi's-Salt 295, 517 vacibe 863 Yahya (a) 154, 171, 172, 173, 174,
Ümeyye b. Halef 67, 415 vav 3, 23, ~ı ta'lîl 3, ~ı ibtidaiyye 812, 818, 824, 841, 924
Ümmet 52, 421, 487, 512, 590, 415, 704 ~ı tefsiriyye 54, 78, 509, Yahya b. Abdurrahman b. Hatib
616, 730, 737, 827, 933, ~i Musa 735, ~'ın misal anlamı 292, - i n 924
709, 717, -i Muhammed 168, beyaniye özelliği 188, 402, 472,
yakın 246, 544, 710, 770, 959, 992
352, 709, 717, 792, 861, 926, 933, sekiz - i 964
956 Yakub (a) 172, 426, 439, 452, 454,
vecede 742, 749, 879 455, 456, 463, 579, 709, 734, 736,
ümmi 290, 842 vech 274, 429 826
Ümmü'l-'Alâ 91, 637 veciz 1, 156, 176, 201, 228, 255,
Yaratıcı: özne 587, ~nın varlığı 592
Ümmü Eymen (r) 995 448, 587
yaratılış amacı 40, 41, 79, 99, 338,
Ümmülfadl 952 Veda Haccı 2
~in aşamalılığı 128
Ümmü Habibe (r) 943 Vedalar 239
yebûr 165
Ümmü Seleme (r) 864, 915 Vedd 355, 354
yechadûn 667
Üsame b. Zeyd (r) 881 el-Vedûd 100, 102, 182, 445, 896
Ye'cûc-Me'cûc (Gog-Magog) 346,
ünsiyet 186 Vehb b. Muhsan 949
580, 581
üslup 115, 252 vehm 959
Yedi Gök 598, 704
vekame 904
Yed-i Beyza 380, 381, 408, 625
V vekîl 392, 400, 490, 554, 899
yet'alûn 806
Vadi'l-Kurâ 48 veli 148, 342, 346, 400, 485, 674,
Yeğûs 355
vahdet 308, 395, 496, 580, 827 895, 928
yehdî 806
Vahidî 67, 659, 776, 848, 954 Velid b. Mugire 17, 18, 30, 57, 66,
vahy 28, 88, 613, -ilahî bir inşa yeryüzü 108, 210, 414, -nün eksil-
90, 94, 632, 952
projesidir 68, 184, 568 -meleği 5, tilmesi 625
vera 957
52, 87, 89, 180, 194, 206, 391, Yemen 28, 72, 138, 251, 355, 509,
vesat 737
475, 613, 777, 897, 963 -mucize­ 539, 571, 640, 724, 802, 810, 902,
vesile 400
si 258, 667 -kesintisi 15, 22, 37 861
vesm 113 195, 296 yemin 719, 746, 756, 868, 943, 962
-süreci 5, 15, 22, 25, 175, 290,
419, 434 -yle diyalog 123, 196, vesvese 82, 126, 497, vesvâs 82 yemm 711
955, -in amacı 186, 262, 428, vicdan 212, 219, 703, 823, 918 yeniden diriliş 76, 116, 120, 152,
576, -in diriltici mahiyeti 656 vildân 113 165, 210, 213, 372, 544, 642, 644
-in hakikati 146, -in hayatı inşa­ vird 182, 446, yetim (ç. yetâmâ) 112, 132, 719,
sı XH, -in hedefleri 81, 306, 358, Viyana 951 862
653, 689, -in lafızları 41, 711, -in vizr 193, 505, 547 Yeremya (a) 289, 392, 710, 714
1020
yeşâ'31, 312, 396, 417, 512, 521, 805 607, 646
542, 606, 609, 632, 668, 677, 703, Zeccâcî 740 zikr 7, 11, 26, 41, 140, 263, 399,
737, 770, 794, 800, 806, 922, zehebe 810 500, 449, 567, 568, 582, 591, 592,
yeşkâ 198 Zekeriyya (a) 154, 171, 172, 173, 618, 704, 852, 860, 907, -ullah
Ye'ûk (put) 1175 714, 812, 818 312, 666, 845
yevm 23, 128, 301, 976, ~un meş- zekât 13, 14, 34, 54, 98, 141, 173, Zilkade 898
hûd101 176, 207, 246,290, 480, 529, 597, Zilhicce 751, ~'nin ilk on günü 47
yıldız 36, 92, 154, 454, 493, 587 655, 699, 709, 713, 727, 744, 771, zi'l-me'âric 206
yol oğlu 655 772, 777, 808, 830, 859, 889, zilzâl 107
yönetme 345, 833 895, 929, 931, 976, 980, 990 -ve­ zina 154, 265, 774, 796, 797, 798,
rilecek sınıflar 803 866, 914 -iftirası 798, 800, evli­
yu'fekûn 622
Yunanca 331, 347, 484 ze'l-kifl [zu'l-kuT\ 268, 578 lik dışı cinsel ilişki 585
Yunus (a) 07, 372, 373, 410, 427, zelle 94, 708 zindan 393, 451, -arkadaşı 461,
430, 579, -peygamber 318, 331, zelûl 325 462
~'un tevbesi 34 Zemahşerî XXVII, 16, 26, 29, 31, zînet 193, 274Ziyad b. Lebid el-En-
yusebbihu 805 113, 126, 155,198, 239, 248, 251, sari (r) 715
252, 261, 264,271, 276, 279, 294, zubur 260, 513, 522
Yusuf (a) 176, 333, 383, 451, 452,
304, 309, 310,314, 315, 333, 336, zulm 148, 241, 493, 571, -ün ikti­
453, 454, 455, 456, 457, 458, 459,
340,359,361,362,363,364,385,
460, 461, 462, 463, 465, 466, 467, darı 89
390, 392, 394,396, 401, 411, 421,
468, 560, Zuhrî 389, 725, 944
438, 446, 449,453, 454, 460, 462,
yutîkûnehu 746 Zuhr-i Ahir (veya "ahar") 846
469, 471, 472,473, 474, 480, 489,
yüceltme 40, 182, 188, 246, 376, Zuhruf 416
497, 499, 507, 508, 510, 515, 524,
391, 422, 423, 524, 821, 890 zühul 674
525, 543, 544, 580, 593, 607, 647,
yürek fethi 780, 947, 948 649, 650, 653, 661, 664, 673, 688, zulefen 449
yüzey gerilimi 153 704, 705, 712, 713, 729, 734, 749, zu-mirra 88
yevmu'l-turkân 783 752, 754, 755, 785, 819, 824, 825, Zu'n-nûn 579
826, 856, 889, 896, 903, 912, Zûnuvas 101, 102
Z 923, 928, 952, 959, 964, 988, 996 Zübeyr (b. Avvam) 57
zafer ahlakı 954, 955 zenb 562 Zülkameyn (a) 32, 330, 344, 345,
z'am 694, zu'm 694 zencebîl 113 348 -kıssası 346
zaman algısındaki izafilik 195 zengin-yoksul 330, 338, 703, 886 Zühri 389
zakkum (lanetli ağaç) 99, 224, 368, Zend-Avesta 239, 677 Züleyha 451, 452, 459
402, 627, 647, Zerdüşt 649, 677 -izm 572 -iler zurkâ 195
zalim: 250, 159, 275,304,375, 426, 649, ~lük211 zunûb 449
457, 490, 546, 594, 683, 842, 912, Zerkeşî 203
877, 927, 965, -in ateşi, 100, -in zevç 172, 547, 607, 818, 862 ~eyn
571, 574, 575, 637, 664, ~ûn 247, 438, 607, 646
541, 667, -iktidar 190 Zeyd b. Amr (b. Nufeyl) 438, 571,
zalûm 546 933
zann 710, 959 zanne 203 Zeyd b. Harise (r) 899, 943
zâlike 679 Zeyd b. Sabit (r) 967
ez-Zahir 790 Zeyneb (Hz.) 798, 944
Zâriyât642 zeytin 104, 105, 496, 509, 586, 804
zatî-cevherî 916 Zeytin Dağı 104
zâtu's-sudûr324, 547 zıhar 689, 892, 893, 894, 899,
zaruriyyât 157, 508 ZJİ7151
Zebani 8, 9 zırh yapımı 537, 578
Zebur 400, 582, 836, 889 zıt kutupluluk-çift kutupluluk 60,
Zeccac XXvTI, 40, 79, 153, 278, 92, 140, 158, 163, 166, 210, 211,
281, 314, 368, 392, 479, 610, 650,
HA YA T KİTABI KUR 'AN VE KLASİK NÜZUL SIRALAMALARINI GÖSTERİR CETVEL

Hayat Hz. Dm Cafer Hayat Hz. fim Cafer


Kitabı Osman Abbâs Es-Sâdık Kitabı Osman Abbâs Es-Sidık
Kur'an Mushafı Mushafı Mushafı Kur'an Mushafı Mushafı Mushafı

I Fatiha 'Alak 'Alak 'Alak 58 Ra'd Sebe' Fussüet Zümer


2 'Alak Kalem Nûn Nûn 59 Tûr Zümer Şûra Ğâfir
3 Müzzemmü Müzzemmü Duhâ Müzzemmü 60 Mülk Ğâfir Zuhruf Fussüet
4 Müddessir •Müddessir Müzzemmü Müddessir 61 Ğaşiye Fussüet Duhân Şûra
5 Dıihâ Fatiha Müddessir Mesed 62 Kehf Şûra Câsiye Zuhruf
6 Şerh Mesed Fatiha Tekvir 63 Cin Zuhruf Ahkâf Duhân
7 Kalem Tekvir Mesed A'lâ 64 Nuh Duhân Zâriyât Câsiye
8 Tekvir mu Tekvir Leyi 65 İbrahim Câsiye Ğaşiye Ahkâf
9 A'lâ Leyi A'lâ Fecr 66 Sâffât Ahkâf Kehf Zâriyât
10 Leyi Fecr Leyi Duhâ 67 Kasas Zâriyât Nahl Ğaşiye
11 Fecr Dıihâ Fecr Şerh 68 Isra Ğaşiye Nuh Kehf
12 Kadr Şerh Şerh 'Asr 69 Yûnus Kehf İbrahim Nahl
13 'Asr 'Asr Rahman 'Adiyât 70 Hûd Nahl Enbiya Nuh
14 'Âdiyat 'Âdiyat 'Asr Kevser 71 Yusuf Nuh Mü'minun İbrahim
15 Kevser Kevser Kevser Tekâsür 72 Hicr ibrahim Ra'd Enbiya
16 Tekâsür Tekâsür Tekâsür Mâ'ûn 73 En'âm Enbiya Tûr Mü'minun
17 Mâ'ûn Mâ'ûn Mâ'ûn Kâfinin j 74 Nahl Mü'minun Mülk Secde
18 Kâfinin Kâfinin Fil FÜ 75 Lokman Secde Hakka Tûr
19 Tebbet Fü Kâfinin Felak 76 Sebe' Tûr Me'aric Mülk
20 Fil Felak Îhlas Nas 77 Zümer Mülk Nebe' Hakka
21 Kureyş Nâs Necm Jhlas 78 Mü'min Hakka Nâzi'ât Me'aric
22 Kâri'a îhlas 'Abese Necm 79 Enbiya Me'aric İnfitar Nebe'
23 Felak Necm Kadr 'Abese 80 Mü'minun Nebe' Inşikak Nâzi'ât
24 Nâs 'Abese Şems Kadr 81 FussÜet Nâzi'ât Rûm İnfitar
25 îhlas Kadr Burûc Şems 82 Şûra İnfitar Ankebût Inşikak
26 Necm Şems Tîn Burûc 83 Zuhruf Inşikak Mutaffifin Rûm
27 'Abese Burûc Kureyş Tîn 84 Duhân Rûm Bakara Ankebût
28 Şems Tîn Kâri'a Kureyş 85 Câsiye Ankebût Enfal Mutaffifin
19 Burûc Kureyş Kıyamet Kâri'a 86 Ahkâf Mutaffifin Âl-i İmran Bakara
30 Tîn Kâri'a Hümeze Kıyamet 87 Zâriyât 'Bakara Haşr Enfal
31 Zelzele Kıyamet Mûrselât Hümeze 88 Rûm Enfal Ahzab Âl-i İmran
32 İnsan Hümeze Kâf Mûrselât 89 Ankebût Âl-i İmran Nûr Ahzab
33 Kıyamet Mûrselât Beled Kâf 90 Mutaffifin Ahzab Mümtehine Mümtehine
34 Hümeze Kâf Tank Beled 91 Hac Mümtehine Fetih Nisa
35 Mûrselât Beled Kamer Tank 92 Muhammed Nisa Nisa Zelzele
36 Kâf Tank Sâd Kamer 93 Teğabün Zelzele Zelzele Hadîd
37 Beled Kamer A'râf Sâd 94 Bakara Hadîd Hac Muhammed
38 Tank Sâd Cin A'râf 95 Enfal Muhammed Hadîd Ra'd
39 Yâsîn A'râf Yâsîn Cin 96 Hadîd Ra'd Muhammed Rahman
40 Furkan Cin Furkan Yâsîn 97 Nur Rahman İnsan İnsan
41 Rahman Yâsîn Fatır Furkan 98 Âl-i İmran İnsan Talâk Talâk
42 Fâtır Furkan Meryem Fatır 99 Saf Talâk Beyyine Beyyine
43 Meryem Fatır Tâhâ Meryem 100 Cuma Beyyine Cuma Haşr
44 Tâhâ Meryem Şu'arâ Tâhâ 101 Beyyine Haşr Secde Nasr
45 Hakka Tâhâ Nemi Vâkı'a 102 Haşr Nur Münâfikûn Nur
46 Me'aric Vâkı'a Kasas Şu'arâ 103Münâfıkûn Hac Mücâdele Hac
47 Nebe' Şu'arâ Isra Nemi 104 Nisa Münâfikûn Hucurât Münâfikûn
48 Nâzi'ât Nemi Yûnus Kasas 105 Mücâdüe Mücâdele Tahrim Mücâdele
49 İnfitâr Kasas Hûd Isra 106Ahzab Hucurât Teğabün Hucurât
50 Vâkı'a Isra Yusuf Yûnus 107 Talâk Tahrim Saf Tahrim
51 Şu'arâ Yûnus Hicr Hûd 108 Mâide Teğabün Mâide Saf
52 İnşikâk Hûd En'âm Yusuf 109 Mumtehane Saf Tevbe Cuma
53 Nemi Yusuf Sâffât Hicr 110 Fetih Cuma Nasr Teğabün
54 Kamer Hicr Lokman En'âm 111 Nasr Fetih Vâkı'a Fetih
55 Sâd En'âm Sebe' Sâffât 112Hucurât Mâide 'Adiyât Tevbe
56 A'râf Sâffât Zümer Lokman 113 Tahrim Tevbe Felak Mâide
57 Secde Lokman Ğâfir Sebe' 114 Tevbe Nasr Nas
Kalem: Nûn, Mü'min; Gâfir= Mumtehane: Mûmtehine= Mûcâdile: Mücâdele: Serh: tnsirâh: Tebbet; MeseJ Zelzele: 2U2.il
;

You might also like