Professional Documents
Culture Documents
HAZIRLAYAN
ÇAĞLAR SAYGAN
1741060009
DANIŞMAN
AĞUSTOS 2020
MUĞLA
TC.
HAZIRLAYAN
ÇAĞLAR SAYGAN
1741060009
DANIŞMAN
AĞUSTOS 2020
MUĞLA
Y EM İN
/V
Yüksek Lisans tezi olarak sunduğum “Kemâlpâşâzâde’nin Tevârîh-i Al-i Osmân Adlı
Eserinin VI. Defterinin Transkripsiyonu1’ adlı çalışmanın, tarafımdan bilimsel ahlak ve
geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurulmaksızın yazıldığını ve yararlandığım
eserlerin Kaynakça’da gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanmış
olduğumu belirtir ve bunu onurumla doğrularım.
13/08/2020
Çağlar SAYGAN
y ü k s e k ö ğ re tim k u r u lu do küm antasyon m erkezi
TEZ VERİ GİRİŞ FORMU
YAZARIN
Soyadı: Saygaıı
Adı : Çağlar Referans No: 10356913
TEZİN ADI
Türkçe : KEMÂLPÂŞÂZÂDE’NİN TEVÂRÎH-İ ÂL-İ OSMÂN ADLİ ESERİNİN
VI. DEFTERİNİN TRANSKRİPSİYONU
Yabancı Dil: TRANSCRİPTÎON OF THE VI. TH BOOK OF İBN KEM AL’S
(KEMALPASHAZADE) TEV/ÂRÎH-İ ÂL-İ OSMÂN
TEZ YAYINLANMIŞSA
Yayınlayan
Basım Yeri
Basım Tarihi
ISBN
TEZ YÖNETİCİSİNİN
Soyadı, Adı : Yunus İNCE
Ünvanı : Doç.Dr.
TEZÎN YAZILDIĞI DİL Türkçe TEZİN SAYFA SAYISI: 264
3.
Tarih merak duygusunu ve bilme isteğini karşılamasının yanı sıra devletler tarafından bir
meşruiyet kaynağı olarak kullanılmış ve halen kullanılmaktadır. Bu amaçlarla Osmanlı
devletinde farklı çeşitlerde tarih yazımlarından istifade edilmiştir. Bu yazım türlerinden birisi
olan Tevârîh-i Âl-i Osmânlar müstakil Osmanlı tarihi içeren tarih kitaplarıdır. Bunların içinde
de Kemâlpâşâzâde’nin Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı eseri çok önemli bir konumda
bulunmaktadır.
A nahtar Kelimeler: Tevârîh-i Âl-i Osmân, Kemâlpâşâzâde, Tarih Yazıcılığı, II. Murad,
Kronik
TRANSCRİPTİON OF THE VI. TH BOOK OF İBN KEMAL'S
(KEMALPASHAZADE) TEW ÂRÎH-İ ÂL-İ OSMÂN
ABSTRACT
It not only meets the curiosity and desire to know, it has also been a very functional tool for
the legitimacy and propaganda source of the states. In the same vein, different historical
writings were used in the Ottoman Empire. In this regard, 'Tevârîh-i Âl-i Osmânlar', "The
Chronicles of the House of Osman" were the history books contained Ottoman history.
Among these, the work of Ibn Kemal named Tevârîh-i Âl-i Osmân, The Chronicles of the
House of Osman, has quite an importance.
Ibn Kemal, who was appointed as the Sheikh al-Islam, the supreme head of the Muslim
ulema, during the brightest era of the empire, is one of the most important scholars raised by
the Ottoman Empire. In this study, the sixth notebook of Tevârîh-i Âl-i Osmân book which is
a well-regarded source of the Ottoman history has been transcribed by taking the historian
aspect of the author, who has considerable works in many fields. The content of the notebook
includes the period of Murad II.
The thesis not only deals with the sixth notebook transcription, but the life of Ibn Kemal and
his text have also been analyzed. Because the historiography of the period the work was
written deemed necessary, the Ottoman historiography until the Bayezid II has been examined
in a separate chapter. Since the sixth notebook of Tevârîh-i Âl-i Osmân covers the Murad II
period, the life of the aforementioned Sultan has been written under a separate title. However,
the era of Murad II until 1444 which is the first reign period of him, is missing in the
notebook. Therefore, up to this period, contemporary sources has been used whereas the
events after 1444 have been written on the basis of the sixth notebook.
Keywords: Tevârîh-i Âl-i Osmân / The Chronicles of the House of Osman, Ibn Kemal,
Historiography, II. Murad, Chronicle
ÖNSÖZ
Osmanlı tarihinin ilk dönemlerine dair var olan kaynakların sınırlı olması bu döneme dair
bilgi veren kronikleri erken dönem Osmanlı Tarihi araştırmaları için vazgeçilmez bir kaynak
grubu haline getirmektedir. Bu nedenle ilk dönem Osmanlı kroniklerinin neşri Osmanlı Tarihi
alanında yapılacak çalışmaların daha sağlam bir zemine oturması adına önem arz etmektedir.
Biz de bu nedenle yüksek lisans tezi olarak Şeyhülislâm Kemâlpâşâzâde’nin Tevârîh-i Âl-i
Osmân adlı eserinin VI. Defterinin transkripsiyonunu konu edindik. Bilinen tek nüshası olan
defter, Nationale Biblioteque de France arşivinde MS. Turc. 157. numarası ile kayıtlıdır. Teze
başlarken öncelikle bu nüshanın temini yapılmış ve sonrasında üzerinde çalışmaya
başlanmıştır. Biz bu tezi hazırlamaya başladığımızda bu defter hakkında bir çalışma
bulunmamaktaydı. Eser üzerinde çalışmaya başladıktan sonra İbn Kemâl (Kemâl Paşa-zâde):
Târîh-i İbn Kemâl/VI. Defter (İnceleme - Transkripsiyon - Tıpkıbasım) adlı Hakan Yılmaz’ın
yüksek lisans tez çalışması ile karşılaştık. Bahsi geçen tez Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı eserin
VI. Defterine dair yegâne çalışma olması nedeniyle önemlidir. Ancak biz bu çalışmada tespit
ettiğimiz bazı hata ve eksiklikleri düzeltebileceğimiz-tamamlayabileceğimiz düşüncesi ile
çalışmamıza devam ettik. Üzerinde çalıştığımız kaynağın araştırmacılar için daha faydalı
olabilmesi için metinde bulunan bilgilerin döneme dair diğer temel kaynaklarla kıyaslanması
yoluna gidilmiştir. Ayrıca “yazılanı bilmenin yolunu yazanı bilmekten geçtiği” ilkesine
istinaden müellifin kimliğine ve tarihçiliğine dair ayrıntılı bir tartışma yapılmıştır.
Tarih karşısında insanların büyük bir kısmının nesne, çok azının ise özne konumunda olduğu
görülmektedir. Kemâlpâşâzâde, Osmanlı Devleti’nde müftülük yapmış, hukukun
kodifikasyonuna katkıda bulunmuş ayrıca da tarih yazmış bir şahsiyettir. Ayrıca vakanüvistlik
müessesesi oluşturulmazdan önce bizatihi padişahın emriyle tarih yazmış bir şahsiyettir. Tüm
nedenlerden ötürü tarih karşısında hem nesne hem de özne konumunda bulunan bir şahıstır.
Bu nedenle eserinde verdiği bilgiler önemlidir. Daha önce onun eserinin faklı kısımları farklı
araştırmacılar tarafından yayınlanmıştır. Toplamda 10 cilt olan eserin I, II, III, IV, VII, VIII
ve X. Defterleri hazırlanmış olup yayınlanan defterler şunlardır: İbn-i Kemal, Tevârih-i Al-i
Osman I. Defter, Haz. Şerafettin Turan, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1991; Kemal Paşa-Oğlu
Şemsüddin Ahmed İbn-i Kemal, Tevârih-i Al-i Osman II. Defter, Haz. Şerafettin Turan, Türk
Tarih Kurumu, Ankara 1991; Kemalpaşazâde (İbn Kemal), Tevârih-i Al-i Osman III. Defter,
Haz. Abdullah Satun, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2014; İbn Kemal (Kemalpaşazâde),
Tevârih-i Al-i Osman IV. Defter, Haz. Koji İmazawa, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2000; İbn
Kemal, Tevârih-i Al-i Osman VII. Defter (Tenkidli transkripsiyon), Haz. Şerafettin Turan,
Türk Tarih Kurumu, Ankara 1991; İbn Kemâl, Tevârîh-i Al-i Osmân VIII. Defter
I
(Transkripsiyon), Haz. Ahmet Uğur, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1997; Kemal Paşa-zâde,
Tevarih-i Al-i Osman X. Defter, Haz. Şefaettin Severcan, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1996.
Eserin yayınlanmış ciltlerinin künyelerinden de anlaşılacağı üzere III. Cilt haricinde tüm
ciltler Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanmıştır. Buna rağmen müellifin isminin
yazımından eserin isminin yazımına kadar birçok konuda birlikteliğin sağlanamadığı
görülmektedir. Bu nedenle biz de çalışmamızı isimlendirirken bir tercihte/tasarrufta bulunmak
zorunda kaldık ve çalışmamıza Kemâlpâşazâde’nin Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı eserinin VI.
defterinin transkripsiyonu adını verdik. Kemâlpâşâzâde ve Tevârîh-i Âl-i Osmân yazarken
diğer hazırlanan defterlerden farklı olarak tüm sesli harflerde şapka kullanmayı gerekli
gördük.
Tezi hazırlarken mümkün olduğu kadar daha iyi bir metin vücuda getirmeyi kendimize hedef
olarak koyduk. Buna rağmen çalışmanın kusursuz olduğu iddiasında değiliz. Çalışmamız
esnasında birçok yardım aldık ve neticede bu çalışma ortaya çıktı. Tüm çabamıza rağmen
metinde kalan hatalar ya da eksiklikler varsa şahsımıza aittir ve affımızı dileriz.
Bu çalışmanın ortaya çıkmasında teşekkür borcumu ifade etmem gereken insanlar var.
Öncelikle ilk gününden bu güne kadar tüm eğitim hayatım boyunca destek ve katkılarını
yanımda hissettiğim annem Sevinç SAYGAN’a ve babam Osman SAYGAN’a ders ve tez
aşamasında desteğini hep yanımda hissettiğim danışman hocam sayın Doç. Dr. Yunus
İNCE’ye, eser içindeki Farsça kısımların çevirisini yapma nezaketini gösteren sayın hocam
Doç Dr. Mustafa GÖKÇE’ye, aynı şekilde Arapça kısımların çevirisini yapan sayın hocalarım
Doç Dr. İsmail AYDIN ve Dr. Öğr. Üyesi Mustafa TANRIVERDİ’ye ve okuyamadığımız
bazı kelimelere dair yardımından ötürü sayın Metin ERSÖZ’e teşekkürlerimi ifade etmeyi
kalbî bir vazife addederim.
Çağlar SAYGAN
Çanakkale-2020
II
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ.............................................................................................................................................. I
İÇİNDEKİLER............................................................................................................................... III
G İR İŞ.................................................................................................................................................1
I.BÖLÜM
KEMÂLPÂŞZÂDE’NİN HAYATI VE TEVÂRÎH-İ ÂL-İ OSMÂN HARİCİNDEKİ
ESERLERİ
II. BÖLÜM
II-3-1 B itkiler............................................................................................................................... 49
II-3-3 Hayvanlar........................................................................................................................... 52
II-3-8 Tevârîh-i Âl-i Osmân’a Göre 1444 Yılı Sonrasında II. Murad Dönemi....................... 76
III. BÖLÜM
III
III-2 Kâfir Leşkerî Sanûb Kırâl-ı Menhûsun Başı Kesüldügi Beyân Olunur .......................103
III-3 Vilâyet-i Ungurûs’a Kırâl Olub Sebeb-i Şerr-i Şür Olan Kâra Yânko Nâm Menhûs’un
Tafşilât-i Zuhûrı ...........................................................................................................................122
III-4 Sultân Murâd-ı Sânînün Bu Cihân-ı Fânîden Ol Serây-ı Bekâya İntikâlin ve Bu Murâd-ı
‘İnâdın Ol Sofa-i Safâya İrtihâlin Beyân Eyler.......................................................................... 153
III-5 Zamân-ı Fetretde Karamân Oglı Fursat Bulub Furşatı Ganîmet Bilüb Civârında Olan
Diyâr-ı Dâr ü ’l-Emânı Gâret Kılub Ehl-i İslâmun Hısâretine İkdâm u Cesâretin Bildirür .... 157
SONUÇ......................................................................................................................................... 160
KAYNAKÇA...............................................................................................................................161
EKLER-ORJİNAL METİN-KRONOLOJİ.................................................................................172
IV
GİRİŞ
Tarih belgelerin aydınlattığı yolda ilerleyen bir bilim dalıdır. Belge yokluğu veya
azlığı neticesinde sağlıklı bir tarih araştırması yapmanın imkânı yoktur. Hatta
Osmanlı Devleti’nin erken dönemlerini bu nedenle “kara delik” olarak tanımlayan
araştırmacılar olmuştur.1 Dünya ve Türk tarihinde önemli bir yerde olan Osmanlı
Devleti’nin tarihinin aydınlatılması dünya ve Türk tarihi araştırmaları açısından
elzemdir. Osmanlı tarih yazımı açısından ilk dönem belge veya kaynak konusunda
fakir bir zamandır.2 Osmanlı tarih yazımının gelişimi devletin gelişimine paralel bir
gelişim çizgisi takip etmiştir. Üzerinde çalıştığımız Kemâlpâşâzâde’nin Tevârîh-i Âl
i Osmân adlı eseri Osmanlı tarih yazıcılığının gelişim aşaması olarak kabul edilen II.
Bayezid devrinde yazılmış bir eserdir. Müellifin farklı konularda devlet hizmetinde
bulunması ve eserinin de II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan
Süleyman dönemlerini kapsayan bir eser olması bu kroniğin ehemmiyetini
artırmaktadır. Kemâlpâşâzâde XV-XVI. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde meydana
gelmiş birçok hadisenin ya gözlemcisidir ya da bizzat içerisindedir. Bu durum
eserinin ehemmiyetini artıran bir diğer husustur.
Tevârîh-i Âl-i Osmân’ın VI. defteri Sultan II. Murad devrini konu edinir. Eserin
bugün elimizde tek bir nüshası mevcuttur. Bu nüshanın da baş kısmı eksiktir. Buna
rağmen Buçuktepe İsyanı gibi bazı konularda verdiği bilgiler nedeniyle çok önemli
bir kaynak hükmündedir. İçerisindeki bazı bilgiler başka hiçbir kaynakta
bulunmamaktadır.
Bir tarih çalışması yapılırken o devrin kendi dili ve yazımının bulunduğu eserlerin
kaynaklık yapması gerekmektedir. Bir metnin farklı zamanlarda ve farklı kişilerce
çoğaltılıp yayınlanmış olması asli olan metindeki bilgilerin değişmesine yol açmış
olabilir. Bu yüzden nüshanın en doğrusu yazarın kendi yazdığı nüshadır.3 Bu
nüshaların yayınlanmasında eseri yayınlayan kişi asıl olarak yazarın ürününü
1 Bu tanım Colin Imber ile özdeşleşmiş olup literatür de yer edinmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. The
Ottoman Empire Myths, Realities and “Black Holes”, Contributions in Honour o f Colin Imber, edited
by Eugenia Kermeli and Oktay Özel, The Isıs Press, İstanbul 2006.
2 Erken dönemden kalan ve sayısı ona ulaşmayan söz konusu belgelerin neşri için bkz. Heath W.
Lowry, Erken Dönem Osmanlı Devleti'nin Yapısı, Çev. Kıvanç Tanrıyar, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları, İstanbul, 2010.
3 Gotthelf Bergstrasser, Metin Tenkidi ve Yazma Metinleri Yayınlama İlkeleri, Haz. Muhammed
Hamdî El-Bekrî, Çev. Eyyüp Tanrıverdi, Kitabevi, İstanbul, 2011, s.3.
1
vermelidir.4 Bir belgenin farklı nüshaları bulunuyorsa burada hangisinin kullanımı
konusunda bazı kurallar ortaya çıkar. Tam nüshalar eksik nüshalardan daha
değerlidir, Okunaklı nüshalar okunaklı olmayan nüshalardan daha kıymetlidir, Eski
nüshalar yeni nüshalardan daha önemlidir, başka nüshalar ile karşılaştırılmış
nüshalar karşılaştırılmamış nüshalardan daha değerlidir.5 Bir nüshanın değeri
yayım tarihinin ne kadar eski olduğu önemli değildir. Bu sebeple değerini kuvvetli ve
tutarlı kanıtlara dayaması gerekmektedir.6 Türkiye’de 1990’lı yılların ikinci yarısı
Osmanlı odaklı tarihsel çeviri araştırmalarında izlenecek kuramsal veya yöntemsel
yaklaşımlarla ilgili düşüncelerin daha belirgin bir şekilde dile getirildiği bir
dönemdir.7 Dil içi çeviri geleneği alfabe değişikliği ile gelen bir olgu değildir.8 Daha
öncesinde Anadolu’da 13. Yüzyıldan itibaren Fars edebiyatından Türkçeye yapılan
çeviriler sonraki dönemlerde yeniden yazımları veya yeniden çevirileri dil içi çeviri
olarak sınıflandırılabilir.9 Çeviriler bir dilin yaşadığı dönüşümü, kültür değişikliğini
de yansıtıp farklılıkları göz önüne koyar.
4 Mertol Tulum, Tarihî Metin Çalışmalarında Usul, Nâme-i Kudsî (Menâkıbu ’l- Kudsiyye) ’nin
Yayımlanmış Metninden Derlenen Verilerle Birinci Kitap, Çizgi Kitabevi, İstanbul, 2017, s. 30.
5 Bergstrasser, a.g.e., s. 1.
6 Bergstrasser, a.g.e., s. 3.
7 Cemal Değirmencioğlu, Çeviribilimde Tarih ve Tarihyazımı Doğu-Batı Ekseninde Bir Karşılaştırma,
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2016, s. 121.
8 Değirmencioğlu, a.ge., s. 152.
9 Değirmencioğlu, a.g.e., s. 152.
2
edilmiştir. Eser içerisinde sık sık biz ve öteki ayrımını sağlamak amacıyla dinî, tarihî
ve mitolojik göndermeler yapıldığı görülmektedir. Bu göndermelerin daha iyi
anlaşılabilmesi adına bu amaçla kullanılan kelimelerin ve kavramların tahlili
yapılmıştır. Eserin transkripsiyonu yapılırken mümkün mertebe müellifin
başlıklarına sağdık kalınmış, tamamlayıcı kelime ilavelerin yapılması gerektiği
durumlarda köşeli parantez [] kullanılarak verilmiştir. Başlıklar da müellifin koyduğu
başlıklara aynen uyulmuş olup kendimizce başlık veya metin eklemesi yapılmayıp
nüshada yazıldığı şekli korunmaya çalışılmıştır.
3
I.BÖLÜM
Adında olduğu gibi nereli olduğuna dair de farklı rivayetler mevcuttur. Kendisinin
Edirne,11 Tokat12 ve Amasya13 doğumlu olduğu ifade edilmektedir. Bursalı Mehmed
Tahir, Tokat doğumlu olup menşeinin Edirne14 olduğunu ifade ederken, İsmet
Pamaksızoğlu, Edirne’de yetişmesinin yanılgıya sebep olduğunu, ailesinin Tokat
menşeli olduğu kanaatindedir.15 Kemâlpâşâzâde 15 Mayıs 1469 yılında doğmuştur.16
10 Necdet Öztürk, Murat Yıldız, İmparatorluk Tarihinin Kalemli Muhafızları, Bilge Kültür Sanat,
İstanbul 2013, s. 62; İbn Kemal, İbn Kemal Tevârih-i Âl-i Osman VII. Defter (Tenkidli
Transkripsiyon), Haz. Şerafettin Turan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991, s. IX; Şerafettin
Turan,” Kemalpaşazâde”, DİA, Cilt XXV, Ankara 2002, s. 238.
11 Mecdî Mehmed Efendi, Şakaik-ı Nu ’maniye ve Zeyilleri Hadaiku ’ş-Şakaik, Çev. Abdülkadir Özcan,
Çağrı Yayınları, İstanbul 1989, s. 381; Franz Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, Çev.
Coşkun Üçok, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1992, s. 68; Seyit Ali Kahraman, Ahmed Nezih
Galitekin, Cevdet Dadaş, Osmanlı İlmiyye Teşkilâtı ve Şeyhülislâmlar, Ed. A. Nezih Galitekin, İşaret
Yayınları, İstanbul 1998, s. 299; Sehî Beg, Heşt Bihişt, Haz. Halûk İpekten, vd., T.C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Ankara 2017, s. 57.
12Mehmed Tevfik, Kâfile-i Ş u ‘ara, Haz. Fatma Sabiha Kutlar Oğuz, v.d., T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Ankara 2017, s.76; Riyazî Muhammed Efendi, Riyâzü’ş-Şuara (Tezkiretü’ş-Şuara), Haz.
Namık Açıkgöz, T.C. Kültür Turizm Bakanlığı, Ankara 2017, s. 47; Hüseyin Nihal Atsız,
“KemalPaşa-Oğlu’nun Eserleri”, Şarkiyat Mecmuası, Sayı: 6, İstanbul 1966, s. 74; Öztürk, Yıldız,
a.g.e., s. 62.
13 Atsız, a.g.m., s. 74; Amasyalı Abdi Zade Hüseyin Hüsameddin, Amasya Tarihi, Cild: III, Zaman
Kitaphanesi, İstanbul 1927, s. 222.
14 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri I-II-III ve Ahmed Remzi Akyürek Miftâhu ’l-Kütüb ve
Esâmî-i Müellifin Fihristi, Bizim Büro Basımevi, Ankara 2000, s. 223.
15 İsmet Parmaksızoğlu, “Kemâl paşa-zâde”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları,
Cilt VI, İstanbul 1967, s. 561.
16 Öztürk, Yıldız, a.g.e., s. 62; Atsız, a.g.m., s. 74.
17 Parmaksızoğlu, a.g.m., s. 562.
4
arasındadır. Bu nedenle daha çok küçük yaşlardan itibaren “devlet kapısı”ndan
ekmek yiyen bir ailenin çocuğudur. Onun bu özelliği erken dönem Osmanlı tarihine
dair birçok hadisenin gözlemcisi olmasını sağlamıştır. Dedesinin, babası Hacı
İbrahim Çelebi, II. Murad’ın divan kâtiplerinden olup 1438 yılında Amasya
valiliğine getirilen Şehzade Mehmed’in defterdarlığını yapmıştır.18 Dedesi
Kemaleddin Ahmed Paşa, Fatih Sultan Mehmed devri ulemasından olup defterdarlık
ve vezirlik yapmıştır.19 Ayrıca II. Bayezid’ın Amasya’daki şehzadelik zamanında
nişancısı ve lalalığı vazifelerini ifa etmiştir.20 Kemâlpâşâzâde’nin babası Şücaeddin
Süleyman Bey, İstanbul’un fethine katılmış bir sancak beyidir.21 Süleyman Bey, II.
Bayezid, Amasya valiliği görevini yürütürken, önce Amasya vilayeti merkez
muhafızlığı görevini sonrasında da Tokat sancakbeyliği görevlerinde bulunmuştur.22
Devlet hizmetindeki bu vazifelere rağmen Karamanoğlu Mustafa Bey’in Karaman’da
hükümet kurmasına yardım etmesi nedeniyle Süleyman Bey, Yedikule zindanına
hapsedilmiştir.23 Kemâlpâşâzâde’nin anne tarafından dedesi İbn Küpeli Muhyiddin
Efendi, İran’dan Tokat’a gelmiş24 bir müderris olup 1463 senesinde kazaskerliğe
atanmıştır.25 Görüldüğü üzere hem anne hem baba tarafından dönemin yüksek
ailelerine mensup bir kökenden gelmektedir.
Erken yaşlarda askerî sınıfa dahil olduğundan, kendisine zeamet verilmiştir. II.
Bayezid’in hassa bölüğüne katılmış ve bu görevde iken Edirne’ye gitmiştir.28 II.
Bayezid’in bir seferinde vüzeradan Halil oğlu İbrahim Paşa’nın meclisinde devrin
ünlü akıncı beylerinden ve ümeradan Evrenos oğlu Ahmed Bey’in hazır bulunduğu
18 M. Ali Yekta Saraç, Şeyhülislam Kemalpaşazade, Şule Yayınları, İstanbul 1999, s. 15.
19 Saraç, a.g.e, s. 15.
20 Atsız, a.g.m., s. 73-74.
21 Atsız, a.g.m., s. 74.
22 Saraç, a.g.e., s. 14.
23 Saraç, a.g.e., s. 14.
24 Parmaksızoğlu, a.g.m., s. 561.
25 Saraç, a.g.e, s. 15.
26 Ramazan Biçer, Osmanlı’nın Bilgeleri Kemalpaşazâde, İlke Yayıncılık, İstanbul 2016, s. 26.
27 Öztürk, Yıldız, a.g.e., s. 62.
28 Saraç, a.g.e., s. 16.
5
bir ortamda yaşanan bir hâdise onun hayat hikayesini değiştirmiştir. Evrenos oğlu
Ahmed Bey gibi bir ümera meclisine oturmuşken otuz akçe yevmiyesi olan Filibe
müderrisi Mevlâna Lütfi adlı bir şahıs dervişane bir kıyafet ile dâhil olmuş ve Ahmed
Bey’in üstünde bir mevkide oturmuş ve hazır bulunanların hepsinin hürmetiyle
karşılaşmıştır. Kemâlpâşâzâde bu hadise karşısında büyük bir şaşkınlık yaşamış ve
neticede ilim alanındaki bir mertebenin dünyevî tüm mertebelerden üstün olduğuna
kanaat getirerek askerî sınıfı terk ederek ulema sınıfına geçmiştir.29 İsmet
Parmaksızoğlu bu geçiş olayının 897/1492 yılında İbrahim Paşa’nın vezir-i saniliği
zamanındaki Arnavutluk seferi sırasında ordunun Filibe’ye geldiği günlerde olmuş
olabileceğini belirtmektedir.30
29 Mecdî, a.g.e. s. 381; Gelibolulu Mustafa Âlî, K ünhü’l-Ahbâr, Haz. Ali Çavuşoğlu, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara 2019, s. 514.
30 Parmaksızoğlu, a.g.m., s. 562.
31 Taşköprülüzâde İsâmüddin Ebü’l-Hayr Ahmed Efendi, Eş-Şakâ ‘iku ’n-Nu ‘mâniyye Fi Ulemâi’D-
D evleti’l-Osmâniyye, Ed. Derya Örs, Haz. Muhammet Hekimoğlu, Türkiye Yazma Eserler Kurumu
Başkanlığı Yayınları, İstanbul 2019, s. 600; Mecdî, a.g.e. s. 382.
32 Biçer, a.g.e., s. 28; Gelibolulu Mustafa Âlî, a.g.e., s. 514.
33 Saraç, a.g.e., s. 17-18.
34 Saraç, a.g.e., s. 18.
35 Saraç, a.g.e., s. 18.
36 Taşköprülüzâde, a.g.e, s.600; Mecdî, a.g.e. s. 382.
6
verilmiştir.37 Gelibolulu Mustafa Âlî bu görevi aldığında Kemâlpâşâzâde’nin fakirlik
çektiğini söylemekte olup görevinde 10 bin akçe aldığını aktarmaktadır.38 Bu görevi
ifa etmek için Franz Babinger, Sofya ve Dupniçe’de dönüşümlü olarak ikamet
ettiğini söyler.39 Fakat Âşık Çelebi bu görev sırasında Üsküp Medresesinde
görevlendirildiğini söylemektedir.40 Bu işten sonra sırasıyla Edirne Halebi medresesi,
Üç şerefeli medrese, İstanbul Sahn-ı Seman medresesinde müderrislik yapmıştır.41
917/1511-1512 yılında yeniçerilerin isteği ile hamisi Anadolu kazaskeri
Müeyyedzâde azl olmuş ve Kemâlpâşâzâde Sahn-ı Seman müderrisliğinden alınıp
Edirne Sultan Bayezid medresesine görevlendirilmiştir.42 Yavuz Sultan Selim
döneminde Safeviler’e karşı Şah İsmail inanışını eleştirmiş ve Şiilere karşı savaşın
cihad sayılacağı yönünde yazdığı risale ile ünü artmıştır.43 Sırasıyla 921/1515 yılında
Edirne kadılığı 922/1516 yılında Anadolu kazaskerliği görevine getirilmiştir.44 Bir
sene sonra Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine katılmıştır.45 Burada iken Mısır
Beylerbeyi olarak tayin edilen Hayır Bey’e yardımcı olarak Mısır tahririnde görev
almıştır.46 Bu sefer sırasında kısa bir müddet yürüttüğü Anadolu kazaskerliği
görevinden azledilmiş ancak görevi sonra iade edilmiştir.47 Mısır seferi dönüşünde
Kemâlpâşâzâde’nin atının ayağından sıçrayan çamur Yavuz Sultan Selim’in
elbisesine gelmiş ve Yavuz Sultan Selim “ulema ayağından sıçrayan çamurun
medâr-ı zînet ve bâis-i mefharet’ olduğunu söyleyerek bu çamurlu elbisenin öldükten
sonra sandukasının üstüne konulmasını vasiyet etmiştir.48 Sefer dönüşü Şam’da
bulunan Muhiddin İbnü’l-Arabî’nin türbesinin yaptırılması için Yavuz Sultan
7
Selim’e fetva vermiştir.49 Anadolu’ya dönüşte Karaman’ın tahriri ile
görevlendirilmiştir.50 Anadolu kazaskerliği görevinden azledilip Edirne Darü’l-Hadis
müderrisliğine 100 dirhem yevmiye ile görevlendirilmiştir.51 Sonrasında 928/1522
yılında Edirne Sultan Bayezid medresesinde görev yapmış,52 Sultan Süleyman’ın
saltanatı devrinde 932/1526 yılında Şeyülislam Zenbilli Molla Alaeddin Âli
Cemalî’nin vefatı ile Şeyhülislamlık mevkiine getirilmiştir.53 Bu görevde iken 2
Şevval 940/16 Nisan 1534 senesinde vefat etmiştir.54 Ölüm tarihi hakkında da farklı
rivayetler mevcuttur. Gelibolulu Mustafa Âlî 940/1533 yılını verirken,55 Âşık Çelebî
2 Şevval 941/6 Nisan 1535 tarihini vermiştir.56 Cenaze namazı Fatih Camii’nde
kılınmış olup,57 ayrıca Kahire ve Mekke’de de gıyabi cenaze namazı kılınmıştır.58
Mezarı Edirnekapısı dışında bulunan Mahmud Çelebî Zaviyesi haziresinde
bulunmaktadır.59 Mısır Kadısı Mehmed Bey mezarının etrafına taştan parmaklık ve
set yaptırmıştır.60 Vasiyetinde dervişane bir şekilde cenazesinin kaldırılmasını,
görkemli bir tören olmamasını istemiş ve mezarının da sade gösterişsiz olmasını
istemiştir. Ayrıca malından fakirlere yardım edilmesini, yemek verilmesini ve
ayırdığı para ile birisinin hac vazifesini ifa etmesini vasiyet etmiştir.61
49 Mustafa Fayda, “İbn Kemal’in Hayatı ve Eserleri”, Tokat Valiliği Şeyhülislam İbn Kemâl Araştırma
Merkezinin Tertip Ettiği Şeyhülislâm İbn Kemâl Sempozyumu Tebliğler ve Tartışmalar (Tokat 26-29
Haziran 1985), Yay. Haz. Hayri Bolay v.d., Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1986, s. 57.
50 Saraç, a.g.e., s. 19.
51 Taşköprülüzâde, a.g.e, s.600; Mecdî, a.g.e. s. 382; Gelibolulu Mustafa Âlî, a.g.e., s. 515.
8
Kemâlpâşâzâde’nin İbrahim Çelebî adlı bir oğlu ve hamisi Müeyyedzâde
Abdurrahman Efendi’nin oğlu Abdülvehhab Efendi ile evlendirdiği Safiye Hatun
adında bir kızının olduğu bilinmektedir.62
Ölümünün ardından ilmine dair sarfedilen sözler ulema içindeki konumunu gösterir
niteliktedir: “İrtehale'l-ulümu b i’l-KemaF (Kemal'le birlikte ilimler de öldü)63.
Mecdi Mehmed Efendi’nin eserinde de benzer ifadelere rastlanmaktadır: “Üslub-ı
telif ü tasnifde eslâf-ı eşrâf ana halef olmayub takaddüm-i zatıyla cümleden
mukaddem olduğı Muhat-ı ilm-i şerifdir ”64 Yine Hüseyin Ayvansarâyî onun
faziletiyle bilinen zühd ve takva sahibi bir şahıs olduğunu ifade eder: “merkûm-ı
mezkûr ‘âlem ü fazıl ile meşhûr ve zühd ü takvâ ile m a ‘rû f bir zât.”65 olarak ifade
etmiştir. İlim mevzusunda hiç de alçak gönüllü olmayan ve genelde eleştirel
uslubuyla bilinen Gelibolulu Mustafa Âlî, onun bilgisi için övgü dolu sözler sarf
eder; “merhûmun beydâ-i fazîleti bir sahrâ-i vâsi’ idi peyk-i bî-direng-i ‘ukûl anı
tefekkür ile tayy idemezdi ve ummân-ı kemâl ü m a ‘rifeti bir bahr-i zâhir ve deryâ-yı
amîk u zâhir idi ki gavvâs-ı hayret ü basîret anun nihâyetini derk idemezdi.”66
Bilgisinin ve ilminin kuvveti ve şer‘i meselelere getirdiği çözümler nedeniyle
yaşadığı dönemde yegane fetva makamı olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Hatta bu
anlayış kendisine farklı bazı sıfatların verilmesine neden olmuştur. Bu anlayış
nedeniyle Kemâlpâşâzâde için farklı unvanların/sıfatların kullanıldığı bilinmektedir:
“Müfti-i Sakaleyn” (insanların ve cinlerin müftüsü),67 Müfti’l-Enam, İbn-i Sina-yı
Rum68 ve Muallim-i Evvel olarak kendisi, öğrencisi Ebu Suud Efendi de Muallim-i
Sânî69 olarak adlandırılmıştır. Şüphesiz bu benzetme Aristotales ve Farabi
benzetmesinden mülhemdir. Zira Aristotales’in anlaşılmasında Farabi’nin
bazı kimesnelere bir mikdar akçe vireler, anlar varub halvetlerinde hatm-i Kur ’an ideler. Ve yedi
güne dek ruhum içün ta ’am bişüreler. Ve yedi gün kabrim bekleyüb dua ve tesbih ideler, bu cümleye
on bin akçe harc ideler. Ve hac içün beş bin akçe vasıyyet itdüm, bir kimesneye virüb hac itdüreler.
Vasıyyetim kabûl idüb tenfîz ideler. Temmet.” Seyit Bahçivan, “Şeyhülislam İbn Kemalpaşa’nın
Vasiyetnamesi”, Marife, Cilt: I, Sayı: 2, Konya 2001, s. 214.
62 Saraç, a.g.e., s. 20.
63 Turan, a.g.m, s. 238; Saraç, a.g.e., s. 20.
64 Mecdî, a.g.e. s. 383.
65Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-Cevâmi‘, s. 181.
66 Gelibolulu Mustafa Âlî, a.g.e., s. 515.
67 Mecdî, a.g.e. s. 382; Ahdî, Gülşen-i Ş u ‘arâ, Haz. Süleyman Solmaz, T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Ankara 2018, s. 63; Kahraman, Galitekin, Dadaş, a.g.e. s. 299; Bursalı, a.g.e., s. 223;
Turan, a.g.m, s. 238-239; Saraç, a.g.e., s. 13; Gelibolulu Mustafa Âlî, a.g.e., s. 516.
68 Saraç, a.g.e., s. 13.
69 Saraç, a.g.e., s. 22.
9
metinlerinin çok önemli bir yeri vardır. Bu nedenle İslâm dünyasında Aristotales
(Magister Primus/Birinci Üstad) Muallim-i Evvel olarak bilinirken, Farabi (Magister
Secundus/ İkinci Üstad) Muallim-i Sâni olarak bilinmektedir. Muhtemelen bu iki
şahsa ve onlara verilen unvanlara yapılan telmihle Kemâlpâşâzâde’nin ilimdeki
yetkinliği ifade edilmeye çalışılmıştır. Ancak kendisi için söz konusu sıfatın
kullanılmasının nedeni felsefe alanındaki yetkinliğinden ziyade şer‘î hukuk
alanındaki yetkinliği ve başarısıdır. Kıvrak bir zekâsı, kuvvetli bir hafızası, fasih ve
belagatlı bir konuşması olan entelektüel birikimi yüksek bir şahıs olarak
tanınmaktaydı.70 Yine takva sahibi, kin gütmeyen, münazara ve münakaşadan
hoşlanan, hoşsohbet ve nüktedan bir kişiliğe sahip olduğu bilinmekteydi.71 İlminin
şöhreti karşısında birçok müellif Kemâlpâşâzâde’yi İslâm düşüncesinin sembol
isimleriyle aynı kefeye koyarak tartmıştır. Bazı müellifler kendisini Sa‘ade’d-dîn
Taftâzânî ve Şerif el-Cürcanî’den daha fazla beğenmişler, hatta aynı dönemde
yaşasalar Sa‘ade’d-dîn Taftâzânî ve Şerif el-Cürcanî’nin Kemâlpâşâzâde’den ders
alacaklarını belirtmişlerdir.72 Hafız Hüseyin Ayvansarâyî, “Rum’da Kemâlpâşâzâde
gibi ulema kimse yoktur”73 diyerek onun ilminin kuvvetine dair takdirini ifade eder.
Mısır’ın fethinden sonra Mısır uleması Kemâlpâşâzâde’yi sınava tutmuşlar ve
sonunda ilmi kuvvetini anlamışlardır.74 XVI. yüzyılda Yavuz Sultan Selim’in Mısır
ve Suriye fethi sonrasında Arap tarihçiliği, Osmanlı tarih yazımına etki etmiş,
Kemâlpâşâzâde ise Mekkeli İbn Fahd’ın etkisinde kalmıştır.75
Siyasi olaylarda da önemli rolü olmuş Mısır seferinin meşruluğu için Enbiya suresi
105. ayetini yorumlamıştır.76 Ayrıca 1529 yılında hulul fikrinin yayılması ve bunun
devlete zarar vereceği anlaşılınca fikrin yayıcısı Oğlan Şeyh İsmail Maşukî ile on iki
halifesinin idam fetvalarının Kemâlpâşâzâde tarafından verildiğine yönelik
literatürde var olan bilginin kaynağı Nev‘îzâde Atâyî’nin H adâ’iku ’l-Hakâ’ik f î
10
Tekmileti’ş-Şakâ’ik adlı eseridir. Atâyî söz konusu eserinde bir zandan hareketle
yanlış bir bilgi nakletmiştir. Buna göre Oğlan Şeyh İsmâil Maşukî, 935/1529 yılında
idam fetvasının Kemâlpâşâzâde tarafından verildiği ifade edilmektedir.77 Ancak
Melâmîlik hakkında yazılmış en önemli eserlerden kabul edilen ve Oğlan Şeyh
İsmâil Maşukî hakkında en ayrıntılı bilgi kaynağımız durumunda olan M irâtü’l- Işk
adlı esede Oğlan Şeyh İsmail Maşukî’nin Kanunî Sultan Süleyman’ın Korfu Seferine
çıktığı tarihte İstanbul’a gitmek üzere Aksaray’dan yola çıktığını yazar. İstanbul’a
ulaşması ve burada bir müddet irşad faaliyetinde bulunduğu göz önünde
bulundurulduğunda ölüm tarihi 935/1529 değil 945/1538-1539 olması gerektiği
anlaşılır. Bu nedenle Oğlan Şeyh İsmail Maşukî’nin idamına fetva veren âlimin
940/1534 yılında vefat eden Kemâlpâşâzâde’nin değil, Oğlan Şeyh İsmail
Maşukî’nin idamını onaylayan fetvası olduğu bilinen Çivizâde Mehmed Efendi
olması gerekir.78 Bu yanlış bilgiye rağmen Nev‘îzâde Atâyî’nin verdiği bilgi
kıymetlidir. Zira muhtemelen Nev‘îzâde Atâyî, devlet karşıtı bir düşüncenin
temsilcisi olan Oğlan Şeyh İsmail Maşukî’nin idam fetvasının devlet taraftarı
düşünceleriyle ve icraatlarıyla bilinen Kemâlpâşâzâde tarafından verilmiş olabileceği
kanaatiyle peşin bir hüküm vermiştir.
Zira Nev‘îzâde Atâyî’nin böylesi bir düşünce içerisinde olmasının temelinde başka
bazı Melâmî önderlerinin idam fetvalarının Kemâlpâşâzâde tarafından verilmiş
olması etkili olmuştur. Bünyamin Aksarâyî ve Pir Âli Aksarâyî’nin idam fetvalarını
Şeyhülislam Kemâlpâşâzâde tarafından verilmiştir.79 Hz İsa’nın diğer peygamberlere
77 “Bir seneden ziyade şu ‘le-i germ-hız-i şöhreti ferr ü ziyâde olup tokuz yüz otuz beş [935] senesinde
müftı-i ‘asr Kemâl Paşa-zâde Efendi fetvası ile fitnesi izâle ve kârı şemşır-i şerı‘ate havale olındı.”
Nev‘îzâde Atâyî, H adâ’iku ’l-Hakâ’ik fî Tekmileti’ş-Şakâ’ik, Haz. Suat Donuk, Cilt I, İstanbul, 2017,
s. 434-435.
78 “Ve Şeyh İsmâ‘il İstanbul’a gelmedin pâdişâh-ı iklim-sûret Körfoz seferine ‘azimet iderler...Ve
nakş-ı vücûdını sahife-i rüzgârdan tîg-i celâl ile hakk itdiler ve nâ-bud u nâ peydâ eylediler” “Oğlan
Şeyh didükleri zındukun müridi olan Zeyd dişe ki kutbu’l-aktâb kendüsi Allah ta‘âlâ hazretine
danışmadan bir adam halk itmeğe kâdirdür dişe şer‘an Zeydün bu kavilden ne lâzım olur? El-Cevâb:
Zındıkdur. Bî-lâ istitâbetin katl olunur” Abdurrahman el-Askerî, Bayrâmî-Melâmîliği’nin
Kaynaklarından Mir ’âtü ’l-Işk’ı, Haz. İsmail E. Erünsal, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2003,
s. L, 237-238. Oğlan Şeyh İsmail Maşukî’nin ölüm tarihine ve idam fetvasının sahibine dair tespit
M ir’âtü’l-Işk adlı eseri yayınlayan İsmail. M. Erünsal ve eserinde bu hususta bir bölüm bulunan
Ahmet Yaşar Ocak tarafından yapılmıştır. Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve
Mülhidler, XV-XVII. Yüzyıllar, Timaş Yayınları, İstanbul, 2016, s. 360-361.
79 Ahmet Yaşar Ocak, “İbn Kemal’in XV. ve XVI. Asırlar Türkiye’sinde İlim Ve Fikir Hayatı”, Tokat
Valiliği Şeyhülislam İbn Kemâl Araştırma Merkezinin Tertip Ettiği Şeyhülislâm İbn Kemâl
Sempozyumu Tebliğler ve Tartışmalar (Tokat 26-29 Haziran 1985), Haz.Hayri Bolay v.d., Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1986, s. 37.
11
göre üstün olduğu fikrini savunan Molla Kabız’ın yargılandığı mecliste bulunmuş ve
idamının fetvasını vermiştir.80 Kemâlpâşâzâde, Kanuni Sultan Süleyman’ı Safevilere
karşı yapılacak seferi yapmasında cesaretlendirmiş ve Şah Tahmasb’a yollanan
mektupları bizzat kaleme almıştır.81
Fıkıh tefsir, hadis,83 hukuk, şiir, inşa,84 kelam, mantık,85 tasavvuf, felsefe, dil, tarih,
tıp86 gibi çok farklı alanlarda çok sayıda eser vermiştir. Bu kadar farklı alanda ve çok
sayıda eser vermesinden dolayı toplam eser sayısı hakkında araştırmacılar arasında
görüş birliğinin olmadığı görülmektedir. Eserlerinin sayısı hakkında farklı sayıların
telaffuz edildiği görülmektedir: Hüseyin Nihal Atsız 209,87 Abdülkadir Özcan 200
civarı.88 Şamil Öçal 230,89 Yekta Saraç 200,90 Cemil el-Azm 214, Brockelmann
179,91 Âşık Çelebî, Riyazî Muhammed Efendi, Bursalı Mehmed Tahir, Hüseyin
Ayvansarâyî ve Necdet Öztürk-Murat Yıldız 300 civarında eseri olduğunu ifade
etmişlerdir. 92 Yine Taşköprülüzâde sadece risalesinin 100’e yakın olduğu93
kanaatindedir.
80 Celâlzâde Mustafa, Tabakâtü ’l- Memâlik ve Derecâtü ’l-Mesâlik, nşr. Petra Kappert, Wiesbaden,
1981, v. 172b-175b; Nev‘îzâde Atâyî, a.g.e., s. 434. Hasan Beyzâde Ahmed Paşa, Hasan Beyzâde
Târîhi, Cilt II, haz. Şevki Nezihi Aykut, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2004, s. 87-92; Solak-
zâde Mehmed Hemdemî, “Solak-zâde Tarihi’nin Tahlili ve Metin Tenkidi”, Haz. Süleyman Lokmacı,
Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2015, s. 568-570.
81 Turan, a.g.m, s. 239.
82 Turan, a.g.m, s. 238.
83 Saraç, a.g.m., s. 245; Turan, İbn Kemal, s XV; Turan, a.g.m, s. 238.
84 Babinger, a.g.e., 69.
85 Öçal, a.g.e., s. 33.
86 Saraç, a.g.m., s. 245; Turan, İbn Kemal, s XV; Turan, a.g.m, s. 238.
87 Atsız, a.g.e., s. 73.
88 Abdülkadir Özcan, “II. Bayezid Devri Tarihçiliği ve İlk Standart Osmanlı Tarihleri”, FSM İlmî
Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, Sayı: 2, İstanbul 2013, s. 149.
89 Öçal, a.g.e., s. 15.
90 Saraç, a.g.e., s. 41.
91 İlyas Çelebi, “Kemalpaşazade Eserleri”, DİA, Cilt: XXV, Ankara 2002, s. 245.
92 Âşık Çelebi, a.g.e., s. 116; Riyazî Muhammed Efendi, a.g.e., s. 48; Bursalı, a.g.e., s 223;
Ayvansarâyî, Hadîkatü ’l-Cevâmi‘, s. 181; Öztürk, Yıldız, a.g.e., s. 62.
93 Taşköprülüzâde, a.g.e, s.600.
12
Yazdığı alanlardaki çeşitlilik kadar yazıldıkları dillerin de farklılık gösterdiği
görülür. Arapça, Farsça ve Türkçe eserleri bulunmaktadır.94 Telifleri arasında Keşşâf
üzerine hâşiyeleri, Et-Telvîh ve Molla Hocazâde’nin Et-Tehâfüt adlı eserlerine
haşiye, Seyyid Şerif Cürcâni’nin Şerhu’l-Miftâh adlı eserine haşiye yazmış, ayrıca
fıkha dair metin ve şerh biçiminde yazdığı El-Islâh ve’l-izâh adlı eseri, usûl ilminde
metin şerh biçiminde Tağyîru’t-Tenkih adlı eseri, kelam ilminde şerh biçiminde
Tecvîdu’t-Tecrid adlı eseri, meânî ilminde şerh biçiminde bir eseri, ferâiz ilmine de
bir şerh biçiminde yazdığı eseri bulunmaktadır.95 Yûsuf ve Zeliha eseri ile birlikte
Mevlâna Şeyh ‘Abdu‘r-Rahmân-ı Câmî’nin Bahâristân adlı kitabına Farsça yazdığı
Nigâristân adlı eserleri de mevcuttur.96 Telif eserler dışında tercümelerinin de
bulunduğu anlaşılmaktadır. Mesela Mısır seferi sırasında Arap tarihçisi, Ebu’l-
Mahâsin İbn-i Tagriberdî’nin hilafetin memleketleri hakkındaki iki eserini (Nücûm-ı
Zâhire ve R ücû‘ü ’ş-Şey İlâ Sibâh fi Esrâri ’l-Bâh) tercüme edip Yavuz Sultan Selim’e
sunmuştur.97 Burada savaş sırasında bile aslında ilimle yakın ilişkide olduğu
görülmektedir. Nesir ile birlikte nazmı da kullanmıştır.98 Yazdığı kitaplarda
atasözleri ve deyimleri sıkça kullanmıştır.99 Eserlerinde mahlas kullanmamış bî-
mahlaslığı tercih etmiştir.100 İlmi eserlerinin ve çalışkanlığı nedeniyle kendisine dair
farklı çıkarımların yapılmasına neden olmuştur: eserleri ile ömrü kıyaslandığında
günde 1 cüzlük telif yapacak kadar çalıştığı,101 şeyhülislam olduğu dönemde
insanların ve cinlerin işlerine dair bazen günde bin fetva verdiği rivayet edilmiştir.102
Devlet adamı ve âlim kişiliği, sanatçı ve şair yönünü arka plana itmiştir.103
Şiirlerinde derin hayallere, bol çağrışımlı edebi sanatlara pek rastlanmaz, şiiri
hikmetli söz olarak görür ve bir fayda sağlamasını ister, aşka ve hikemli konulara
daha çok önem verir, tasavvufi yorumdan uzak beyitler üzerinde yoğunlaşır, duygu
ve hayal yerine akla, soyut kavramlardan fazla somut kavramlara yönelmiştir.104
13
Yazdığı şiirlerde aruz vezni ve kafiyeyi başarılı bir şekilde kullanan Kemâlpâşâzâde,
şiirlerinde gereksiz kelime fazlalığı ve söz uzatma yoluna gitmemiştir.105 Şiirlerinde
ortaya koyduğu düşüncesini, atasözleri ve halk arasındaki hikmetli sözlerle
desteklemesi Kemâlpâşâzâde’nin en önemli özelliklerinden birisi olup, şiirlerinde
Arapça ve Farsça kökenli kelimeleri Türkçeye göre daha çok kullanmayı tercih
etmiştir.106 Divanında 2 kaside, 440 gazel, 1 murabba, 1 terci-i bend, 94 kıt’a, 39
nazm ve mesnevi şeklinde yazılmış 15 şiir bulunmaktadır.107 Özellikle Tevârîh-i Âl-i
Osmân ve diğer eserlerini yazarken edebi ve şair yönünden yararlanmış seciyeye
özellikle vurgu yapmış, inşa örneği olan edebi tasvirler kullanmış, Türkçe, Arapça ve
Farsça şiirler yazmıştır.108
Yukarıda bahsi geçen tüm bu satırlardan ilmin farklı dallarında eser verebilecek
yetkinlikte bir müellif/şair/mütefekkir ile karşı karşıya olduğumuz sonucu
çıkarılabilir. Aşağıda verilen eserlerine dair açıklamalar incelendiğinde bu kanaatin
haklılığı daha iyi anlaşılacaktır.
Türkçe Eserleri
105 Mücahit Kaçar, “İbni Kemâl Dîvânı’nın İncelenmesi (Nazım Bilgisi- Belâgat-Üslûp ve Dil
Özellikleri-Muhtevâ)”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 2010, s.
385-386.
106 Kaçar, a.g.t., s. 386-387.
107 Kaçar, a.g.t., s. 385.
108 Saraç, a.g.m., s. 245.
109 Atsız, a.g.m., s. 73.
14
Tarih-i Âl-i ‘Osmân, Divan ve şiirleri, Bürde Kasidesi Tercümesi, Yusuf ve Zelihâ,
Fetvalar, Nasâyih, Tercüme-i Rucu‘ el-şayh ilâ sibâh fi’l-kuvva ‘alâ’l-bâh, Dakâ’ık
ül-hakâ’ik, Câmî ül-Fars, Risâle-i ya iya, Risâle-i kafiye, Rumeli Kazaskeri Fenârî-
oğlu Mehmed’in bir hüccetini tenkid, Dünyanın ömrü, Deccal’ın çıkışı ve güneşin
batıdan doğması hakkında, Risâle-i Tılsım, Levh-i Mahfuz ve Necat el-Mütehayyirin
eserlerinin Kemlâlpâşâzâde’ye ait olduğundan şüphelidir, İran şahı I. Tahmasb’a
yazılan mektup, Manzum darbımeseller, Akaid risalesi. 110
Farsça Eserleri
Nigâristân, Risale der vücûd hudâ, Risale der mantîk, Şerh-ı yek ruba‘î-yi Ebu Sa‘îd
b. Abil’-Hayr, Şerh-i yek beyt-i Hâfiz, Risâle der hubi u zişti, Muhit el-Lugat. 111
Arapça Eserleri
Tefsir, Haşiye ‘ala Envar et-Tanzil li’l Bayzavî, Hâşiye ‘alâ Haşiyat el-Şerif el
Curcâni ‘ala’l-Kaşşaf, Şerh ül-‘aşr fi Ma‘şar ül-haşr, R. fi Tafzil ayet ül-Kursi, Şerh
du‘â’ el-kunût, R. fi ma‘na’l-hamd, R. fi’l-Mugayyabât el-hams, R. fi enne’l-Kur’ân
kelâm Allah el-kadîm, R. fi cevâz ül-isti’car, R. fi îcâz ül-Kur’ân, R. fi’l-besmele,
Şerh erba‘üna hadisan, Erba‘üna hadisan, Şerh selasün hadisan, Erba‘ va ‘işrun
hadisan, Şerh kavlihi sa-uhbiukum bi-avval emri, Buhari hadisine dair, ikinci kırk
hadis risalesindeki üçüncü hadis hakkında, R. fi’l-fakr, Muhimmat el-muftî, Hâşiye
‘ala’l-Hidaya, İslah el Vikaye ve İzâh el-İslâh, Haşiye ‘alâ’t-Talvîh (Telvîh hâşiyesi),
Tagyir üt-Tenkih, Şerh Tagyir üt-Tenkih, Şerh el Farâ’iz el-Siraciya, Risale fi beyân
el-ribâ’, Çocukların çocuklarına geçmek üzere yapılan vakfın, kızların çocuklarına da
geçip geçmeyeceği hakkında, el-Risâle el-Valâ’iya, Risalat el-Rizâ, Risâle fi-Hizab,
Ta‘lim ül-amr fi tahrim ül-hamr, Risale fi Sukr, Banyân hadd el-hamr, Risâle fi’l
ihrak va’l-hadm, Risâle fi hadd al-fa’l, Risâle fi’l-bay, Risâle fi şurut el-şalât, Risale
fi farz va vacibat el-salât, Risâle fi anna evkât el-salât hamse, Risale fi sacdat el-sahv,
Seccadesini camiye gönderenin orada yer tutmaya hakkı olup olmadığına dair, Risale
istihlâf el-cum‘a, Risâle fi mash el-ra’s, Risâla fi mikdar mafruz el-mash min el ra’s,
ayakkabılara meshedilmesi hakkında, Risâle fi ta‘yîn el-kible, Risâle fi’l-zekat,
Risale fi anne’l-zekât laysa ‘alâ’l-sabî ve’l-macnûn, Risâlat fi hiyar el-ru’ya, Risâle fî
15
tabi‘at el-afyûn, Risâle fi da’irat el-Hindiya, Risâle murattaba ‘alâ machuk el-nasab,
Risâle fi’ihtilâf el-‘şr ve’l-zamân, Risâle fı’l-ictihad, El-İhtilâf bayn el-aş‘ariya ve’l-
Mâturidiya, Risâle fi takfir el-ravâfiz, Surat fetvâ fi hakk el-Şayh İbn ‘Arabi, Risâle
fi alfâz el-kufr, Risâle fi’l-sabb, Risâle fi tafzil mazhab Ebu Hanife, para vakfının
cevâzı hakkında, Risâle fi ta‘rif ‘ilm ül-kelâm, Risâle fi’l-vücûd el-zihni, Hâşiye
‘ale’l-Mavakif.112 Hâşiye ‘ale’l-Tahafut, Risâle fi tahkik ca‘l el mâhîya, Haşiye ‘alâ
Şerh ül-Tecrid, R. fi’l-kazâ’ve’l-kader, Risale fi ziyadat el-vucûd ‘ale’l-mâhiya, R. fi
anne’l-mumkin lâ yakûnu ehad el-tarafeyn, Takaddum el-‘illa ‘ale’l-ma‘lul, Risâle fi
beyân ül-‘akl, R. fi tahkik murad ül-ka’ilin bi-anne’l-vâvib te‘âlâ mûcib bi’l-zat, R. fi
tahkik vucûb ül-vâcib, R. fi hakikat ül-zat el-ilâhiya, Risâle fi beyân sirr ‘adam nisbet
el şarr ila’llâh Te‘ala, R. fi tahkik anna mâ yaşduru ‘anhu te‘ala innema bi’l-kudra
ve’l-ihtiyar, R. fi ‘alum el-haka’aik ve hikmet ül-dakâ’ik, R. fi’l-mas’alat el-kâilai
hal yacûzu an yastanida’el-Kadim el mumkin ila’l-mu’assir am lâ, R. fi tahkik
tavfıkıyât esma’ Allah Te‘ala, R. fi’l-temsil ve’l-nefs el-nâtika, R. fi tahkik ül-kalâm
ül-nefsi, R. fi ebavay ül-Nabi‘a, R. fi fazîlat ül-Nabî s.‘a. ‘alâ sâ’ir ül-enbiyâ, R. fi
tahkik ma‘na’l-aysa ve’l-laysa, R. fi ma yata‘allak bi-halk ül-Kur’ân, R. fi tahkik el-
haykal el-mahsûs el-insâni, R. fi tahkik nav‘ay ül-husul ‘alâ sabil ül-tadric, R. fi
mas’ala luzûm l-imkân li’l-mumkin, R. fi tahkik makal ül-kâ’ilin bi’l-hal min
ashâbina va ashâb ül-i‘tizal, R. fi tahkik hakikat ül-tafra va hakikat ül-cism, Tecvîd
ül-Tecrîd, Risale fi beyân ül-ruh ve’l-cesed, R. fi’l-mahiyat, R. fi tafzil ül-başar
‘ala’l-malak, R. fi tafzil rusul ‘ala rusul ül-mala’ika, R. fi bayân hakikat ül-nefs ve’l-
rûh, R. fi’l-iman, R. fi’l-iman fi ‘örf ahl ül-şar‘, şarh R. isbat el-vacib el-kadim, Şerh
dibace tahzib ül-mantık ve’l-kelâm, Kelime-i tevhid hakkında, R. fi tahkik ül-
mu‘ciza, R. fi tahkik haşr ül-acsâd, Risâle fi hakikat ül-ma‘ad, R. fi tahkik ül-kavl
bi’anna’l-şüheda’ ahyâ’ fi’l-dunyâ, R. fi ‘anne’l-a‘mâl hal tuza nam la, R. fi’l-canna,
R. fi’l-ecel, R. fi tashih lafz ül-zindik va tavzih ma‘nah dakik, R. fi iman Fir‘avn,
Tagyır ül-Miftâh, R. fi’l-balaga, R. fi talvin ül-hitâb, R. fi beyan uslûb el-hakim, R. fi
tahkik ül-musakala, R. fi tahkik ül-havâss ve’l-mazayâ, R. fi tahkik ma‘ne’l-nazm
ve’l-şiyaga, R. fi tahkik anna sahib ‘ilm ül-ma‘âni yuşâriku’l-lugavi fi’l-bahs ‘an
mufredat el-elfâz el-musta‘mala fi’l-kalam ül-‘arab, R. fi’l-mecaz, R. fi beyân ül-
hakika ve’l-mecaz, R. fi tahkik el-kinâye ve’l-isti’âre, R. fi aksam el-isti’âra, Maâni
16
ve beyân hakkında risâle, Beyân ilmi hakkında risâle, Îcaz ve itnab hakkında risâle,
R. fi tahkik enne’l-lafz “kad yuza‘u lima‘nâ mukayyad”, ‘Ukûd el-fara’id, R. fi ta‘rif
el-kalima, R. fi funun el-sab‘a, Bazı bilginlerin bazı kelimeler üzerindeki kuruntusu
hakkında risâle, Şerh el-kasidat el-hamriya, Şarh mersiye Adam ‘as. Li’bnihi Habil,
Hâşiye ‘ale’l-İşârât ve’l-Tenbihat, Hâşiye ‘alâ Haşiyat ül-Matali’ el-anvar, R. fi âdâb
el-bahs, R. fi ‘ilm el-adab, Mantık risâlesi, Azud el-Din el-İci’nin R. fi âdâb el-bahs’i
hakkında risâle, Telhis el-Âdâb, Şerh Âdâb-el bahs, el-R. el-munira, R. fi tahkik el
hakk ve ibtâl sa’ir ül-sûfiya fi’l-raks ve’l-deverân, R. fi medh ül-sa‘y ve’l-zamm
‘ale’l-batâla, R. fi medh ül-sabr, el-Ta‘rifat, R. durar el-fera’id, R. fi tabakât el-
a’immat el-hanafiya veya R. fi tabakat el-muctahidin, R. fi tafsil el-firak el-islâmiya,
R. fi tabakat el-fukaha’, R. fi bayan el-firak el-zâlla, R. fi’l-mustalahât el-
muhaddisin, el-Felah fi şerh el-Merâh, R. fi tahkik ta‘rib ül-kalimat al-a‘camiya, R.
min ül-tabyiziya, R. fi bayân ahvâl ül-zamâ’ir, R. fi’l-tazmin, Arapçada geçmiş
zaman hakkında risâle, R. fi beyân ül-cam‘, R. fi nisbet ül-cam‘, R. fi tahkik ül-
taglib, R. fi tahkik vaz‘ kâda va‘asâ, R. fi tahkik ül-tevassu‘, R. fi’l-tevassu‘at ül-
musta‘mala fi lisân ül-‘arab, R. fi tefsil mâkila fi emr ül-tafzil, el-Tanbih ‘alâ galat
ül-hâmil ve’l-nebih, R. fi tahkik el-mu’annas el-samâ‘iya, R. fi tezkir ül-kavm ve
ta’nîsihi, R. f, hitâb ül-vâhid hitâb ül-isneyn, R. fi inne harf el-vâv le yufidu siva’l-
iştirâk, İzafetler hakkında risâle, Şerh ül-Vaz‘iyet ül-‘Azudiye, Hâşiye ‘alâ ival Şerh
ül-Kafiye, R. fi meziyat ül-lisan ül-Farisi ‘alâ sa’ir ül-alsina ma halâ ‘el-‘Arabiya, R.
el-as’ila ve’l-ecviba, Rahat ül-ervâh fi d ef ül-‘âhat ül-aşbâh, Serâp hakkında risâle,
R. fi’l-nazir fi’l-mir‘at, İbn Sînâ’nın el-Şayh Abu Sâ‘id b. Ebi’l-Hayr’a cevabının
şerhi, R. fi tahkik lafz celeb.113
Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı 10 ciltten oluşan eseri en çok bilinen ve takdir gören
eseridir. V. defter kayıp olmakla beraber VI. ve IX. Defterin bazı kısımları eksiktir.
İbn Kemal, İbn Kemal Tevârih-i Al-i Osman I. Defter, Haz. Şerafettin Turan Türk
Tarih Kurumu, Ankara 1991; İbn Kemal, Kemal Paşa-Oğlu Şemsüddin Ahmed İbn-i
Kemal Tevârih-i Al-i Osman II. Defter, Haz. Şerafettin Turan, Türk Tarih Kurumu,
113 Hüseyin Nihal Atsız, “KemalPaşa-Oğlu’nun Eserleri”, Şarkiyat Mecmuası, Sayı 7, İstanbul 1972,
s. 83-135.
17
Ankara 1991; Kemalpaşazâde (İbn Kemal), Kemalpaşazâde (İbn Kemal) Tevârih-i
Al-i Osman III. Defter, Haz. Abdullah Satun, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2014;
İbn Kemal (Kemalpaşazâde), İbn Kemal (Kemalpaşazâde) Tevârih-i Al-i Osman IV.
Defter, Haz. Koji İmazawa, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2000; İbn Kemal, İbn
Kemal Tevârih-i Al-i Osman VII. Defter (Tenkidli Transkripsiyon), Haz. Şerafettin
Turan, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1991; Kemal Paşa-Zâde, Kemal Paşa-Zâde
Tevarih-i Al-i Osman X. Defter, Haz. Şefaettin Severcan, Türk Tarih Kurumu,
Ankara 1996.
114 Kemal Paşa-Zâde, Tevarih-i Al-i Osman X. Defter, Haz. Şefaettin Severcan, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara 1996, s. XX; İbn Kemal, Tevârih-i Al-i Osman VII. Defter, s. XVII.
115 Öçal, a.g.e., s. 523.
18
bölümlerinde Risâle f î ’r-rûh; Esad Efendi (nr. 3523-20, 3787-6) ve Hasan Hüsnü
Paşa’da (nr. 135-3) Risâle f î beyâni’r-rûh; Köprülü Kütüphanesi’nde (Fâzıl Ahmed
Paşa. Nr. 836) Risâle f î keyfiyeti’l-cismi’l-insânî ve heykelihî ve nefsihî; Hacı Selim
Ağa Kütüphanesi’nde (Kemankeş, nr. 556-23) Risâle f î beyâni mâhiyyeti’n-nefs;
ayrıca Süleymaniye (Mihrişah Sultan, nr. 203-205) ve Nuruosmaniye (nr. 4356)
kütüphanelerinde Risâle f î beyâni’n-nefs v e ’r-rûh; Süleymaniye Kütüphanesi’nde
(Lâleli, nr. 3646; Osman Huldi Öztürkler, nr. 27-18) R isâlefî beyâni’n-nefs v e ’r-rûh
v e ’l-beden adlarıyla kayıtlıdır. İhtitâfü’l-Mâtûrîdiyye v e ’l-E ş‘ariyye, Hams R esâ’il
adı ile basılmıştır (İstanbul 1304); Risâle f î tahkiki lafzı Çelebî (Süleymaniye Ktp.,
Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2041); Risâle fîm â y e te ‘allaku bi halki’l-Kur’ân
(Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2041); Risâle f î tahkiki ennemâ
yaşdüru b i’l-kudreti ve ’l-ihtiyâr lâ b i’l-kerhi ve ’l-ıztırâr (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı
Vehbi Efendi, nr. 2041); Risâle f î tekfiri’r-Revâfız (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr.
4794; Pertev Paşa. Nr. 621); Risâle f î beyâni küfri F ir ‘avn (MÜİF Ktp., Yazmalar,
nr. 252; Âtıf Efendi Ktp. Nr. 2785); Risâle f î hakikati’l-m e‘âd (Süleymaniye Ktp.,
Fâtih, nr. 5340); Risâle f î hakikati’l-mîzân (Resâ’ilü İbn Kemâl, II. 381-383); Hâşiye
‘alâ evveli ’l-ilâhiyyât min Şerhi’l-Mevâkıf (Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 828;
Kılıç Ali Paşa, nr. 1028); Hâşiye ‘alâ Hâşiyeti’l-Celâl ‘a le ’t-Tecrîd (Süleymaniye
Ktp., Cârullah Efendi, nr. 1256).;116M üferricü’l-Kurûb (1268).117
R esâ’ilü İbn Kemâlbâşâ el-lugaviyye (nşr. Nâsır Sa’d er-Reşîd, Riyad 1401/1980);
Risâletü meziyyeti’l-lisâni’l-Fârisî ‘alâ S â ’iri’l-elsine mâ hala’l-Arabiyye (nşr.
Hüseyin Ali Mahfûz, Tahran 1952); Risâle f î tahkîki ta ‘rib i’l-kelimâti’l-A ‘cemiyye
(nşr. Muhammed Sevâî, Dımaşk 1991); Et-Tenbîh ‘alâ galati’l-câhil v e ’n-nebîh
(İstanbul 1289; nşr. Muhammed Sevâî, Dımaşk 1994).118 Galâtat-ı ‘Avâm, el- Felah
şerhi’lMerâh, Risâletün fi Beyâni’l-Vücûdadlı eseri Midhad Efendi tarafından Leâli-
i Meâni adı ile Türkçe yayınlandı.119 Ayrıca yayınlanmış olan Dakâiku’l-Hakâik adlı
19
farsça dil bilgisi v e M uhitu’l-Lugât adlı Arapça’dan Farsça’ya sözlük ve Hakayıku’l-
Lûgat adlı Arapça Farsça lügat kitabı120 neşretmiştir.
20
Süleymaniye, nr. 1049); Risâle f î sübûti’l-mâhiyye (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı
Vehbi Efendi, nr. 2041).122
Risâle f î fe tv a ’r-raks (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 696); Fetvâ f î hakkı İbn
‘A rabî (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi nr. 1694, nr. 3477; nr.3548; Âşir Efendi, nr.
430; Reşid Efendi, nr. 443; lâleli, nr. 3720).123
R. f i ’l vücûdi’z-zihnî, S.K., Ayasofya 4820, 34b. vd.; T. K.Revan 2023, 22-95.; T.K.,
Bağdat 323, 144-211; R isâ le fi’l-fakr, S.K., O. Huldi Öztürk 27, 129b vd.; Halku’l-
ku r’ân, S.K., Bağdatlı Vehbi Efendi 2041, 251b, 252b; Risâletün fi tahkîk-i kavli’l-
kâilîne b i’l-hâl, S.K., Ayasofya 4820, 32a-34a.; T.K., Revan 2023, 124-127; T.K.,
Revan, 2012, 291-295; Risâle fi tahkîk-i enne esmâillahi teâlâ tevkîfiyye, S.K.,
Ayasofya 4794, 47b; Reşid Efendi, 1031, 251a; Risâle fi enne’l-mümkin lâ yekûnu
ehad-i tarafeyhi evlâ bihi li zâtihî, S.K., Pertev Paşa 653, 173a-186b; Havâşî ‘a le’l-
muhâkemât beyne şerheyi’l-işârât, S.K. Fatih 3027, 73a-115a; R. fi tahkîk-i vücûbi’l-
vâcib, S.K., Esad Efendi 3618, 56b-686; Lüzûmu’l-imkân l i ’l-mümkin, İ.Ü.M.K.A.Y.
21
1589, 356a-373a; İ ’câzu’l-kur’ân, S.K. Yazma Bağışlar 1398, 35a-38a; R. f i beyân-ı
meâdı’l-cismânî, S.K., Reşid Efendi 1005, 23a-27a; Risâletün münîretün, S.K, Kılıç
Ali Paşa 1048, 324a v.d.; Risâletü’l-ferâid, Resail, A.C.N., İstanbul. 1316;
Risâletü’l-ecel, İbrahim Ef. Matbaası, İstanbul 1182; Hûb u zeşt, S.K., Fatih3950,
547a-548b; (=Şerh-i yek beyt-i hâfız), S.K., Bağdatlı Vehbi Efendi 2041, 326b-329a;
R f î beyân-ı evsâf-ı üm m i’l-kitâb ve levh-i mahfûz ve levh-i m a ‘nevî, (matbû) S.K.,
Nafîz Paşa 445, s. 3-13. trs.; R fi şahsı’l-insânî, Resail, A.C.N., s. 97-101. İstanbul.
1316; Îmân-ı şer’î, T.K., Revan 2032 61b vd.; R. f i Beyâni’l- ‘anâsır, S.K.,Kılıç Ali
Paşa 1028, 280a-281a; E nne’l - ‘akle mâ hüve, S.K., Tırnovalı 1864, 92a-98b; R fi
hakkı’ş-şühedâ, Resail A.C.N., s. 92-95. İstanbul. 1316; R. fi şerh-i makâletin f î
tahkîk-i kelâm-ı nefsî li ’l ‘allâme ‘adudi’l-mille ve ’d-dîn, S.K., Ayasofya 4794, 184a-
190a; Makâle f î tefsîri’l-hadîs, İzâ tahayyertüm f i ’l- umûri f e ’steînû min ehli’l-
kubûri, S.K., Süleymaniye 1046, 181a-182a; Fırak-ı dâlle, S.K., Laleli 3711, 114b-
116a; Antalya Tekeli 872, 196a-197b; R. fi beyân-ı fırak-ı dâlle, S.K., Kılıç Ali Paşa
1028, 297a-298b; İkfârü’ş-şia, T.K., Revan 2022, 311a v.d.; R. f î ihtilâf beyne’l-
e ş ’ariyye v e ’l-mâturidiyye, S.K., Laleli 3711, 116a-117a; Fetevâ, İÜMKTY 6253,
46a v.d.; Fetevâ-yı ibn kemal, N.K., 1566, 3a v.d.;127
22
Meslûl f i ’s-Sebbi’n-Nebi, Kasidecizâde, Süleyman Sırrı, 710; Risale f i ’l-Meshi a la ’l-
H uff v e ’l-Cûrabi’s-Sehîni v e ’lCûhi v e ’l-Lübûdi’t-Türkî, Slm. Ktp., Hasan Hüsnü
Paşa, 340; Risale fi ’r-Redd ala Molla Hüsrev fi M es’eleti’l-Velâ, Slm.Ktp., Fatih,
5366; Risaletü’l-Velâ, Slm. Ktp., Süleymaniye, 1051; “İbn Kemal’in Düstur-u Ekrem
İbrahim Paşa’ya Bir Mektubu”, Slm. Ktp., Hacı Beşir Ağa, 565; Risale f i ’l-İhrâk
ve ’l-Hedm ve ’t-Tekebbüs, Atıf Efendi Ktp., 2816; Risale fi M edhi’s-Sa’y ve Zemmi’l-
Batâle, Ayasofya, 4794; Risale fi Tahkiki’l-Hakk ve İbtâli Sâiri’l-Sûfye f i ’rRaks
v e ’d-Devarân, Slm., Ktp., M. Hafid Ef., 453, vr. 88b-89a; Mecmûatü’l-Fetâvâ, Atıf
Ef., 2835; Fetâvây-ı İbn Kemal, Bayezid, 7912; Fetâvây-ı Kemalpaşazâde, Slm.
Ktp., Yazma Bağışlar, 3369; Fetâvây-ı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967; Fetâvây-ı
Kemalpaşazâde, Darulmesnevi, 118; Fetâvây-ı Kemalpaşazâde, Carullah, 971;
Fetâvây-ı Kemalpaşazâde, Hacı Mahmud, 1224; Fetâvây-ı Kemalpaşazâde der
Hakk-ı Kızılbaş, Slm. Ktp., Esad Ef., 3548; Fetâvây-ı Kemalpaşazâde, Millet Ktp.,
Ali Emirî Ef., 79; “Sûret’ül-Fetva fi Hakkı’ş-Şeyh’il-A’zam eş-Şehir Şeyh
Muhyiddin el-Arabî”, Süleymaniye, 1046.128 Ahmet İnanır’ın çalışmasında
Kemâlpâşâzâde’nin fetvaları ve Şukkalarından bölümler yer almaktadır.129
Diğer Eserleri
128 Ahmet İnanır, “İbn Kemal’in Fetvaları Işığında Osmanlı’da İslâm Hukuku”, İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 2008, s. 343-345.
129 Ahmet İnanır, a.g.t., s. 5-10.
130 Kemal Paşa-zâde, Tevarih-i Al-i Osman X. Defter, s. XXI.
131 Kemalpaşazâde (İbn Kemal), Tevârih-i Al-i Osman III. Defter, s XXVII.
23
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, Kayseri 1991; Abdulkadir
Yılmaz, Kemal Paşa-zade ve Sarfı: metin ve inceleme, Atatürk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, Ankara 1992; Himmet Konur, Kemal Paşa
zade ’nin Kaside-i Hamriyye Şerhi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, İzmir 1992; Mehmet Mahfuz Ata, İbn Kemal (v.940/1533)
ve Risale fi İ ‘cazi’l-Kur’an adlı eserinin tahkiki, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, İstanbul 1992; Mustafa Çiçekler, Kemal Paşa
zade ve Nigaristan’ı, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi,
İstanbul 1994; Ramazan Ege, Telvinü’l-Hitab İbn Kemal, Dokuz Eylül Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, İzmir 1995; İbn Kemal, İbn Kemal Divan:
Tenkidli Metin, haz. Mustafa Demirel, Fakülteler Matbaası, İstanbul 1996; Çimen
Özçam, Şeyhülislâm Yahyâ Efendi-Nigâristân Tercümesi, Sentaks İncelemesi, Metin
Sözlük, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Elazığ 1999;
Eyüp Gür, İbn-i Kem al’in hayatı, kader ve kaza anlayışı ve Risale f i ’l-Cebr Ve’l-
Kader’ adlı eserin tahlili, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans
Tezi, İstanbul 2002; Itır Didem Çelik, İbn Kem al’in Dakayık’l-Hakayık (inceleme-
metin-dizin)(1a-79a), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans
Tezi, Ankara 2002; Abdullah Karaca, Kemalpaşazade’nin Dekayık’ul-Hakayık’ı
(metin-indeks), Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans Tezi,
Kırıkkale 2002; Muhammed İbrahim, İstiare risalleri ve Kemal Paşa-zade ’nin
Risale-i İstiariyyesi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans Tezi,
Ankara 2002; Murat Ustakurt, İbn Kemal P aşa’nın Tefsirü’l-Fatiha adlı eseri,
Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, İstanbul 2009;
Yunus Türkyılmaz, Kemalpaşazâde’nin Nesâyih adlı eserinin transkribi ve felsefî
tahlili, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, Bursa 2009;
Musa Alak, Kemalpaşazâde ’nin Şerhu Tağyîri ’l-Miftâh adlı eserinin tahkik ve tahlili,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 2009; Ahmet
Cesur, Kemalpaşazâde’nin Risâle fi Tekaddümi’l-İlleti ’t-tâmme ‘ale ’l-m a’lûl adlı
eserinin tahkik, tercüme ve değerlendirilmesi, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, Sakarya 2011; Yasemin Yıldız, Kemâlpaşazâde’nin
“Ziyâdetü’l-Vücûd ‘A le ’l- M âhiyye” adlı risâlesinin tahkik ve değerlendirilmesi,
Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, Sakarya 2012; İbn
24
Kemal, Fetâvây-ı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967, vr. 2b, 58a; Uriel Heyd,
“Osmanlı’da Fetva Müessesesinin Bazı Tezahürleri”, çev. Fethi Gedikli, Hukuk
Araştırmaları, C. IX, No: 1-3, İstanbul 1995, ss. 287-317; Yusuf Turan Günaydın,
“İbn-i Kemal Edebî kişiliği ve Kasîde-i Bürde Tercümesi (Tenkitli Metin)”,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Ankara
1995;132 Mustafa Kılıç, “İbn-i Kemal’in Mısır Fethine Dair Bir Risale-i Acibesi”,
Diyanet Dergisi, Cilt: XXVI, Sayı:1, Ankara 1990, ss. 111-120; İlyas Çelebi,
“Kemalpaşazâde Eserleri”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cild: XXV. Ankara 2002, ss.
245-247; M.A. Yekta Saraç-Mustafa Çiçekler, “Kemalpaşazade’nin Kafiye Risalesi”,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Cilt:
XXVIII, İstanbul 1998, s. 445-477; Mücahit Kaçar, İbn Kemâl D îvânı’nın
İncelenmesi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul
2010; Mustafa Topçu, Kemâlpaşazâde’nin Safvetü’l-Menkûlât f î Şerhi Şurûtı ’s-Salât
isimli eserinin edisyon kritiği ve değerlendirilmesi, Necmettin Erbakan Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, Konya 2017; Mehmet Aktaş,
Kemalpaşazâde ’nin Zihnî Varlık Risalesi: Tahkîk ve Değerlendirme, Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, İstanbul 2014; Muhammed
Turdı, “Şeyhülislam İbn Kemal Paşa’nın Tefsiri (Meryem Ve Taha Sûrelerinin)
İnceleme ve Tahkiki”, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, İstanbul 2017; Ömer Mahir Alper, İbn Kemâl’in Risâle fî
Beyâni’l-Akl’ı, İslâm Araştırmaları Dergisi, Sayı 3, İstanbul 1999, ss. 235-269; İbn
Kemâl, Er-Risâletü’s-Sâminetü ve ’l- ‘İşrûn fî-m â y e te ‘allaku bi-lafzi’z-Zındık, Resâil-
i İbn Kemâl, İstanbul 1316, II, 240-249.133
132 Kemalpaşazâde (İbn Kemal), Tevârih-i Al-i Osman III. Defter, s XXVII-XXVIII.
133 Ocak, a.g.e., s. 432-439.
25
I-3 Kemâlpâşâzâde’ye K adar Osmanlı Tarihçiliği
İnsanlar bir arada yaşamak için devletlere ihtiyaç duyarlar, devletlerin de hayatını
devam ettirebilmesi için iktidar sahiplerinin hâkimiyetlerini kendilerini yönetme
iddiasında oldukları şahıslara kabul ettirmeleri gerekir. Bu anlamda her yönetilen bir
anlamda yönetilmeye rıza gösterecek hale getirilmelidir. Tarihin rıza ve meşruiyet
imal etme hususunda kullanışlı bir araç olma özelliği nedeniyle asırlarca iktidar
sahipleri tarih yazdırmışlar ve tarih eserlerinin hem öznesi hem de nesnesi
durumunda olmuşlardır.134 Osmanlı tarihinden bahseden ilk eser Ahmedî’nin
İskendernâme adlı eserinin sonuna eklenmiş olan Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Al-i
Osmân ve Gazv-ı Işân be-Küffâr adlı muhtasar kısımdır.135 Ancak bu eser bir tarih
eserinden ziyade bir nasihatname136 ya da felsefe eser137 hüviyetine sahiptir. Bu
nedenle her ne kadar Osmanlılardan bahseden ve Osmanlı coğrafyasında, Osmanlı
hakimiyeti altında yaşamış bir şahıs tarafından yazıldığı bilinen ilk eser olsa da
gerçek manada bir tarih eseri sayılmaz. Dolayısıyla gerçek manada Osmanlı tarih
yazıcılığının başlangıcı II. Murad devrine tekabül eder. Bu dönemde gerçek anlamda
bir zaman mefhumuna sahip olmayan tarihi takvimler ve genellikle bir şahsın
savaşlardaki başarılarını övmek amacıyla kaleme alınmış gazavâtnâme tarzındaki
birkaç eser dışında yazılan ilk müstakil tarih eseri Yazıcızâde Ali’nin Tevârih-i Al-i
Selçuk adlı eseridir. Bu eserde ilk kez Osmanlılar’ın Oğuz Kağan’ın neslinden ve
Kayı Boyundan geldiğine değinilmiştir. Bu eserde esasen Şahruh’un 1435 yılında, II.
Murad’a, Karamanoğlu İbrahim Beğ’e, Dulkadiroğullarından Emir Nâsırüddin
Muhammed b. Dulkadir’e, Karayülük evladına gönderdiği hilatler sebebiyle Osmanlı
tarih yazıcılığının başlamasına neden olmuştur. Zira II. Murad, Şahruh tarafından
gönderilen hilatleri giymek mecburiyetinde kalınca, bağımsız bir siyasî teşekkül
134 Yunus İnce, “Osmanlı Tarih Yazımında Seçkincilik Paradigması ve Bu Paradigmanın Çözülmesi”,
Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM), 43, Ankara,
2018, ss. 51-95.
135 Ahmedî, İskendernâme, Haz. Yaşar Akdoğan - Nalan Kutsal, Türkiye Yazma Eserler Kurumu
Yayınları, İstanbul, 2019, s. 814-883.
136 Heat W. Lowry, Erken Dönem Osmanlı Devleti'nin Yapısı, çev. Kıvanç Tanrıyar, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s. 17-34.
137 Süleyman Hayri Bolay, Osmanlı Düşünce Dünyası, Akçağ Yayınları, Ankara, 2016, s. 95-126.
26
olarak var olabilmenin rızası talep edilen reaya kesiminde ve rakip siyasî teşekküller
nezdinde meşruiyetini temin edilmesi vasıtasıyla olacağına kanaat getirmiştir.138
II. Murad, bu amaca yönelik olarak Yazıcızâde Ali’yi Osmanlıların tarihi hakkında
bir eser yazmakla görevlendirince; Yazıcızâde Ali de İbn Bibi’nin el-Evâmirü’l-
Alâ iyye f i ’l-umûri’l-A lâ iyye adlı eserinden Osmanlı tarihine dair hazırladığı
uyarlama bir eseri 1436 yılı içerisinde tamamlamıştır.139 Yazıcızâde Ali, İbn Bibi’nin
eserindeki Alaaddin Ata Melik Cüveyni’yi öven bazı kısımları çıkartarak onun
yerine II. Murad’ı yücelten ifadeler eklemiştir. Ayrıca Osmanlıların neseben
Oğuzların Kayı boyuna bağlayan ifadeler eklenmiştir.140
II. Murad döneminde başlayan tarih yazıcılığının ilk örneklerinden birisi saray
yıllıkları olarak ifade edilebilecek olan tarihi takvimlerdir.141 Tarihi takvimler, saray
takvimleri olarak da adlandırılır.142 Tarihi takvimlerin ilk örneği 824/1421 yılında
Farsça olarak yazılmıştır.143 Bunların çoğunluğu II. Murad döneminde oluşturulup
sultana sunulmuştur.144 Tarihi takvimler Müneccimler tarafından yazılıp, içerik
bakımından önemli siyasi ve doğal olayları tarihi sıra ile gösterilirdi.145 Takvimler
kısa bir şekilde yazılan manzumeler olup, Hz Adem’den itibaren peygamberler ve
halifelerin kronolojik sıraları ile Selçuklu, Osmanlı ve Karamanoğullarının
tarihlerinde yaşanmış önemli olayları konu edinmiştir.146 Ayrıca astronomi ve
astroloji ile ilgili kısımlarla beraber,147 rüya ve kehanetlerde bulunurdu.148 Takvimler
138 Yunus İnce, “II. Murad Devrinde Osmanlı Tarih Yazıcılığının Başlamasında Timurluların Etkisi”,
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 43, Konya, 2018, ss. 459-470.
139 İbn Bibi, El Evamirü’l-Ala’iye f i ’l-Umuri’l-Ala’iyye (Selçukname), I, Çev. Mürsel Öztürk, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1996, s. 11.
140 Yazıcızâde Ali, Tevârih-i Al-i Selçuk [Selçuklu Tarihi], Haz. Abdullah Bakır, Çamlıca Basım
Yayın. İstanbul, 2009, s. 29-30.
141 H. Nihal Atsız, Osmanlı Tarihine A it Takvimler, Küçükaydın Matbbası, İstanbul, 1961; Osman
Turan, İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihi Takvimler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,
1984; Victor L. Menage, “Sultan II. Murad’ın Yıllıkları”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Tarih Dergisi, 33, İstanbul, 1984, s. 79-98.
142 Erhan Afyoncu, “Osmanlı Siyasi Tarihinin Ana Kaynakları Kronikler”, Türkiye Araştırmaları
Literatür Dergisi, Cilt: I, Sayı: 2, İstanbul 2003, s. 102.
143 Erhan Afyoncu, Tanzimat Öncesi Osmanlı Tarihi Araştırma Rehberi, Yeditepe Yayınevi, İstanbul
2016, s. 4.
144 Afyoncu, “Osmanlı Siyasi Tarihi”, s. 103.
145 Özcan, “II. Bayezid Devri Tarihçiliği”, s. 142.
146 Afyoncu, “Osmanlı Siyasi Tarihi”, s. 103.
147 Victor L. Menage, “Osmanlı Tarizhyazıcılığının İlk Dönemleri”, Söğüt’ten İstanbul’a Osmanlı
D evleti’nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, Der. Oktay Özel, Mehmet Öz, İmge Kitabevi Yayınları,
Ankara 2005, s. 77.
148 Afyoncu, “Osmanlı Siyasi Tarihi”, s. 103.
27
de tarih verilirken olayın gerçek tarihi verilmez, yaşanan olaydan sonra geçen zamanı
gösterir.149 Tarihi takvimlerde Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna kadar eskiye giden
tarihi bilgiler bulunmakla birlikte; bu bilgilerin genellikle bir satırı geçmeyen
oldukça muhtasar nitelikte olduğu ve muğlak bir zaman mefhumuna sahip oldukları
görülmektedir. Hadiselerin tarihleri kendilerinden önce meydana gelmiş hadiselere
bağlanarak verilmektedir. Bu nedenle tarih araştırmalarında kullanım açısından
istifade edilebilir değildirler. II. Murad döneminde Osmanlı tarih yazım geleneği
içinde gelişen bir diğer tarih yazım geleneği “gazavâtnâme” olarak adlandırılan bir
hükümdarın ya da önde gelen bir komutanın gazalarını anlatan eser türüdür. II.
Murad zamanında yazılmış iki adet gazavâtnâmenin var olduğu bilinmektedir.
Bunlardan Farsça bir gazavâtnâme yazan Kaşîfî’nin eseri150 ve yazarı bilinmeyen ve
İzladi ve Varna Savaşları hakkında bilgi veren Türkçe bir gazavâtnâmedir.151 Bu
türdeki tarih yazıcılığında anlatılan/aktarılan hadiseler daha ziyade bir ya da birkaç
şahısın etrafında cereyan etmektedir. Yine yer yer kronolojiye riayet edilmeden
kaleme alındıkları görülür.
II. Murad döneminden sonra Fatih Sultan Mehmed dönemi tarih yazıcılığında daha
nitelikli eserlerin kaleme alındıkları bir dönem olmuştur. Bu dönemde kaleme alınan
tarih eserlerinden birisi Şükrullah’ın Behcetü’t-Tarîh adlı eseridir. Bu eserde Hz.
Adem ile başlayıp Hz. Muhammed ile tamamlanan kısa bir peygamberler tarihi
kısmı, muhtelif felsefe, teoloji, coğrafya, astronomi ve kozmogoni konularına da
temas edildiği görülür. Yazıcızâde Ali ile II. Murad devrinde başlayan ve
Osmanlıların neseben Kayı Boyundan geldiklerine dair iddialar II. Murad döneminde
yaşamış ve önemli devlet görevlerini ifa etmiş bir başka müverrih olan Şükrullah
tarafından da devam ettirilmiştir. Şükrullah bir elçi olarak gönderildiği Karakoyunlu
Hükümdarı Mirza Cihanşah’ın sarayında Kayı Boyundan gelen Osmanlıların elçisi
149 Colin Imber, “İlk Dönem Osmanlı Tarihinin Kaynakları”, Söğüt’ten İstanbul’a Osmanlı
D evleti’nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, Der. Oktay Özel, Mehmet Öz, İmge Kitabevi Yayınları,
Ankara 2005. s. 41.
150 Kâşifi, Gazânâme-i Rûm, Haz. Mohammad Ebrahim Esmail, Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı Ortaçağ Tarihi Programı Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2005.
151 Gazavat-ı Sultan Murad B. Mehemmed Han: İzladi ve Varna Savaşları (1443- 1444) Üzerinde
Anonim Gazavatname, Haz. Halil İnalcık-Mevlüd Oğuz, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1989.
28
olarak kabul edilmiştir.152 Fatih Sultan Mehmed döneminde yazılan bir diğer tarih
eseri Enverî’nin Düsturnâme adlı eseridir. Bu eser, manzum tarzda yani şiir
formunda yazılmış bir tarih eseridir. Esasen Aydınoğulları hakkındaki kısmı oldukça
önemlidir. Bunun dışında Osmanlı tarihine dair genellikle her padişahın dönemine
dair muhtasar bilgi veren bir kaynak hüviyetindedir. Fatih Sultan Mehmed
döneminde yazılmış bir diğer eser de Tursun Bey’in Tarîh-i E b û ’l-Feth adlı
eseridir.153 Bu eser daha önce yazılmış Osmanlı tarihinden bahseden diğer eserlerden
farklı olarak yalnızca tek bir Osmanlı padişahının hakimiyet dönemini anlatmak
amacıyla kaleme alınmasından dolayı bir ilki temsil eder. Yine ilk olarak yazılan bir
eser devrin padişahının sıfatı üzerinde adlandırılmıştır.154 Daha önceki tarih yazım
geleneğinde müstakil bir Osmanlı tarihi yazılmadığı, dünya ya da İslâm tarihinin bir
parçası olarak görülüğü anlaşılmaktadır. Ancak II. Mehmed’in bir imparatorluk
başkentini alarak Fatih sıfatını alması aynı zamanda siyasî yapının da sınıf
atlamasına artık imparatorluk haline gelmesini sağlamıştır. Bu gelişmeden sonra
Fatih kelimesi adeta adlaşmış sıfat haline gelmiştir. Muhtemelen bu göz kamaştırıcı
gelişme nedeniyle henüz müstakil bir Osmanlı tarihi kaleme alınmazdan önce sadece
Fatih Sultan Mehmed dönemini ele alan bir tarih eseri kaleme alınmıştır. Bu özelliği
nedeniyle Târîh-iEbü’l-Feth bir Fâtihnâme olarak da kabul edilebilir.
Fatih Sultan Mehmed dönemi, aynı zamanda tarih yazımında Türkçe dışındaki
dillerde tarih eserlerinin yazılmaya başladığı bir devirdir. II. Murad döneminde
Şehname’nin ilk çevirisinin yapıldığı bilinmektedir.155 Kaşıfî Farsça gazavâtnâmesini
1456 yılında tamamladığı bilinmektedir yani Fatih Sultan Mehmed zamanında
yazmıştır.156 Yine bu dönemde Hamidî157, Muâlî158 ve Kabûlî,159 gibi Acem kökenli
152 Ahmed oğlu Şükrullah, Behcetü't Tevarih, Haz. Ali Sözer, Çev. Abdullah Almaz, Mostar
Yayınları, İstanbul, 2010, s. 376.
153 Tursun Bey, Târîh-i Ebü ’l-Feth, Haz. Mertol Tulum, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul,
1977.
154 Osmanlı tarihinde Selimname, Süleymanname tarzında bir padişah devrinin tamamını ya da bir
kısmını anlatma amacıyla kaleme alınmış bazı eserler mevcuttur. Ancak bu eserlerden çok önce
Tursun Bey tarafından yazılan Tarîh-i Ebû’l-Feth adlı eser bir nevi bir Fatihname hüviyetindedir.
155 İnce, “II. Murad Devrinde Osmanlı Tarih Yazıcılığı”, s. 461.
156 Kaşıfî, Gazâneme-i Rum, s. 44.
157 Hâmidî, Külliyyât-ı Dîvân-ı Mevlânâ Hâmidî, Neşr. İsmail Hikmet Ertaylan, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1949.
158 Robert Anhegger, “Fatih Devrinde Farsça Yazılmış Bir Eser: Muâ’lî’nin Hünkârnâmesi”, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, I/1, İstanbul, 1949, ss. 145-166.
29
şairlerin Osmanlı sarayına girdikleri yazdıkları eserlerle Osmanlı fikir dünyasına tesir
etmeye başladıkları anlaşılmaktadır. Yine Şehname’yi temel alan bir tarih yazma
çalışmasının Fatih Sultan Mehmed zamanında başlamıştır. Şehdî isimli bir Osmanlı
şairi Şehname tarzında Farsça bir Osmanlı tarihi yazmaya başlamış yaklaşık dört bin
beyit yazmış ancak tamamlayamadan vefat etmiştir.160 Bir diğer tarih yazarı
Karamanî Mehmed Paşa’dır. Karamanî Mehmed Paşa’ın eseri, Arapça olarak
yazılmıştır ve Fatih Sultan Mehmed döneminin önemli bir devlet adamının
kaleminden çıkmış bir metin olması bakımından önemli bir eserdir. Zira bu devirde
meydana gelmiş birçok hadisenin içerisinde bulunan bir şahıs tarafından kaleme
alınmış bir metindir.161 Devrin bir başka tarih yazarı Hacı Halil b. Konevî’dir. Hacı
Halil b. Konevî, eserini Farsça olarak kaleme almıştır. Konevî, eseri yazmaya Fatih
Sultan Mehmed zamanında başlamışsa da II. Bayezid zamanında tamamlamıştır.162
Her ne kadar Osmanlı tarih yazım geleneği içinde değerlendirilmese de
Kritovulos’un Grekçe olarak kaleme almış olduğu Tarih adlı eseri de bu dönemde
kaleme alınmıştır. Eserde uslup olarak Herodotos ve Thukydides etkisi göze
çarpar.163 Bu anlamda daha Fatih Sultan Mehmed devrinde siyasi yapının devletten
imparatorluğa evrilmesi neticesinde tarih yazımında kullanılan dillerde de çeşitlenme
göze çarpmaya başlar. Fatih Sultan Mehmed döneminde Grekçe, Farsça ve Arapça
tarih eserleri yazılmıştır. Tarih yazımında kullanılan dillerdeki çeşitlilik, kullanılan
yazım tekniklerinde de kendisini gösterir. İlk kez Osmanlı tarihinin Şehname benzeri
bir eser şeklinde yazılması denenmiş, Tarîh-i Ebû’l-Feth örneğinde olduğu gibi
yalnızca bir padişahın devri bir tarih eserine konu edilmiş ve bu esere ideal padişah
ve devletin nasıl olması gerektiği hususunda felsefî bir girişle başlanmıştır. Ayrıca
Düstûrname örneğinde olduğu gibi manzum tarzda yazılmış eserler de mevcuttur.
Bu anlamda Fatih Sultan Mehmed zamanında tarih yazıcılığı alanında bir gelişme
göze çarpar. Ancak Osmanlı tarih yazıcılığının gerçek manada gelişme gösterdiği
159 Kabûlî, Külliyyât-ı Dîvân-ı Mevlânâ Hâmidî, Neşr. İsmail Hikmet Ertaylan, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1948.
160 Âşık Çelebi, a.g.e., s. 611-612.
161 Karamanî Mehmed Paşa, “Osmanlı Sultanları Tarihi”, Çev. İbrahim Hakkı Konyalı, Osmanlı
Tarihleri I, İstanbul, 1949, ss. 323-369.
162 Hacı Halil b. Konevî, Osmanlı’da Farsça Tarih Yazıcılığı ve Hacı Halil K onevî’nin Tevârîh-i Al-i
Osmân Adlı Eserinin Tercümesi, Haz. Engin Salduz, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Van,
2019, s. 30-31, 78-80.
163 Kritovulos, Kritovulos Tarihi, çev. Ari Çokona, Heyamola Yayınları, İstanbul, 2013.
30
dönem II. Bayezid dönemidir. Bu dönemde II. Bayezid’e sunulan bir siyasetnamede,
hükümdarların başarılı bir yönetim sergileyebilmeleri için gerekli olan bilgiler
arasında tarihin önemli bir yere sahip olduğuna dikkat çekilir: “Hükümdar
kendisinden önce yaşamış olan hükümdarların haberlerine, başlarından geçenlere ve
geride bıraktıklarına dair malumat sahibi olması gerekir. Çünkü hükümdarların
geride bıraktıkları hakikati olan vakıadır. Onların [hükümdarlarında istifade
edebileceği şekilde] reayanın siyasetine dair dair güzel tasarrufları, ihtiyaç
zamanlarında [gözettikleri] çözümleri vardır... Hükümdarların tarih kitapları
mütaalasıyla meşgul olması da gereklidir. Zira bu kitaplar önceki dönemlerin
hükümdarlarından sâdır olan öğretici ve uyarıcı güzel bilgilerle doludur.”164 II.
Bayezid bu tavsiyeden etkilenip etkilenmediğini bilemiyoruz. Ancak II. Bayezid
zamanına gelindiğinde var olan birikim üzerine yenileri inşa edilmiştir. Zira bizatihi
II. Bayezid, tarihe meraklı bir insan olduğu anlaşılmaktadır. Kendisinde olmayan
Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı bir kitabı getirterek incelediği bilinmektedir.165 Yine II.
Bayezid zamanında Atufî adı ile bilinen Hayreddin Hızır tarafından hazırlanan
katalogda saray kütüphanesinde fıkıh, tasavvuf, siyer, tarih, Türkçe, Farsça ve
Çağatayca divanlar, Arapça, Farsça ve başka dillerde sözlükler ayrı başlıklar altında
düzenlenmiş birçok kitap bulunmaktadır. Bu tasnifte kadim Yunan tarihinden İslam
tarihine kadar farklı konularda birçok tarih eseri bulunmaktadır.166
164 Anonim, Sultan Ordu ve Reaya, II. Bayezid’e Sunulan Müellifi Meçhul Siyâsetnâme (İnceleme-
Tercüme-Metin), haz. Özgür Kavak, Klasik Yayınları, İstanbul, 2020, s. 107, 119.
165 Feridun M. Emecen, “II. Bâyezîd’in Tarih Merakı Üzerine Bir Not: Fenanzâde Alâeddîn Alî’nin
Anonim Osmanlı Tarihi Derlemesi”, Kitaplara Vakfedilen Bir Ömre Tuhfe: İsmail E. Erünsal’a
Armağan, Haz. Hatice Aynur v.d., Ülke Kitapları, İstanbul 2014, s. 331-344.
166 Bahsi geçen kataloğun yayınlanmış hali içerisindeki tarih kitapları hakkında bir değerlendirme için
bakınız. Cornell H. Fleischer-Kaya Şahin, “On the Works of a Historical Nature in the Bayezid II
Library Inventory”, Treasures o f Knowledge: An Inventory o f The Ottoman Palace Library (1502/3
1503/4), I, Ed.Gülru Necipoğlu-Cemal Kafadar-Cornell H. Fleisher, Brill, Leiden-Boston, 2019, pp.
569-596.
167 Feridun M. Emecen, a.g.m, s. 333.
31
görülmektedir.168 Söz konusu dönemde tarih yazıcılığındaki bu gelişme birkaç
nedenle izah edilebilir.
Öncelikle yukarıda da bahsedildiği üzere; bizatihi II. Bayezid tarih meraklısı bir
padişahtır ve Osmanlı tarihine dair kendisinde olmayan bazı eserleri temin edip
okumaya çalıştığı bilinmektedir.169 Ancak bu onun devrindeki tarih yazıcılığının
gelişimi açıklamak için yeterli bir neden değildir. Zira Osmanlı Devleti, II. Bayezid
devrinde büyük bir askerî, iktisadî ve siyasî güce ulaşmıştır ve bu güce karşı içeride
veya dışarıda rakipler bulunmaktadır. Mücadelenin sadece kılıçla değil kalemle de
olacağının farkına varan II. Bayezid, bu mücadelenin kalemli askerlerini de savaş
meydanına sürmüştür. Tarih yazımı bu dönemde içte ve dışta ihtiyaç duyulan
meşruiyeti temin etmek için bir araç olarak kullanmıştır. Devletin içine yönelik
olarak eserlerin yazılmasında II. Bayezid’in karşısında kardeşi ve eski rejimin
temsilcisi olarak gözüken Cem Sultan’a karşı kullanılması büyük önem taşır.170 Bu
dönemde yazılan/yazdırılan eserlerin büyük çoğunluğunda II. Bayezid, “tahtın
gerçek sahibi”, “evliya bir padişah”, “babası tarafından sevilen bir evlat” gibi farklı
şekillerde tasvir edilirken, Cem Sultan ise daha ziyade “âsi bir şehzade”, “şeytan
tarafından kandırılmış bir muhteris”, “Osmanlı Devleti’nin düşmanlarıyla ittifak
etmiş bir taht müddeisi” olarak tasvir ve tavsif edilmiştir.171
32
bir eserde peygamber ve dört halife hariç diğer müslüman sultanların Osmanlılar
kadar başarılı olmadıkları söylenmektedir.175 II. Bayezid döneminde II. Murad
zamanında Timur tehdidine karşı ortaya çıkan Osmanlı soyunun üstünlüğü iddiası
devam etmiş, bu dönemde Osmanlıların soyunun Oğuzhan’a ve Hz Nuh’a
dayandırılarak Türklerin ilk atası ve bir peygamber vasıtası ile dinen ve ırken önemli
bir soya ait olduklarını göstermişlerdir.176 Böylece dinî ve kavmî olarak benzer bir
sosyal tabana dayanan rakiplerine karşı bu argumanlarını kullanarak üstünlük elde
etmeye çalışmışlardır.
Osmanlılar, daha II. Murad zamanında başlayan tarihin bir meşruiyet aracı olarak
kullanılması geleneğini II. Bayezid zamanında da devam ettirmişlerdir. II. Bayezid,
Cem Sultan tehlikesinden dolayı babası II. Mehmed kadar fütühatçı bir kimliğe
bürünememiştir. Yazılan eserlerde II. Bayezid’in babasının fetihlerini sağlamlaştırma
görevini ifa eden ve adil bir hükümdar olarak gösterilir.177 Ayrıca II. Bayezid
döneminde yazılan derleme eserler II. Mehmed devrinde yapılan politikalara karşı bir
tepkiyi de dile getirmektedir.178
Bahsi geçen ilk eser grubu; büyük çoğunluğu II. Bayezid devrinde yazılan,
yazarları/belki de müstensihleri bizce meçhul olan Anonim Tevârîh-i Al-i
175
İnalcık, “Osmanlı Tarih Yazıcılığı”, s. 115.
176
İnce, “II. Murad Döneminde Osmanlı Tarih Yazıcılığı”, s. 466-467.
177
İnalcık, “Osmanlı Tarih Yazıcılığı”, s. 113.
178
İnalcık, “Osmanlı Tarih Yazıcılığı”, s. 115.
179
İnce, “II. Bayezid Devri Osmanlı”, ss. 91-113.
180
İnce, “II. Bayezid Devri Osmanlı”, s. 92.
33
Osmânlaf dır. Bu eserlerin bugün dünya kütüphanelerinde yaklaşık elli nüshasının
olduğu bilinmektedir.181 Bu eserlerin devrin şartlarına göre bu kadar çok istinsah
edilmiş olması daha o dönemde ve sonrasında ciddi bir okur kitlesine ulaştığı
anlamına gelir. Hatta bugün elimizde İbrani harfleriyle yazılmış bir Anonim Tevârîh-i
Al-i Osmân dahi mevcuttur.182 Anonim Tevârîh-i Âl-i Osmânların büyük çoğunluğu
Süleymanşah adlı Osmanlıların ilk atası olarak ifade edilen bir şahsın Anadolu
coğrafyasına gelmesiyle başlayıp, II. Bayezid devrine kadar gelen tarihi hadiseler
hakkında bilgi verirler. Bu eserler 1402 yılındaki Ankara savaşı yenilgisinden sonra
oluşturulmuştur.183 Oldukça yalın bir Türkçe ile yazılmış olan bu eserlerin muhtemel
hedef kitlesi toplumun daha az eğitim almış kesimleri olması muhtemeldir. Bahsi
geçen eserlerin içerisinde Ayasofya’nın inşası ve İstanbul’un tarihine dair efsanevi
bilgiler veren184 oldukça ilginç bir bölüm olduğu ve bu bölümün hemen her eserde
tekrar ettiği görülür. Bu anlamda bahsi geçen tüm bu eserlerin bir ilk eserden istinsah
edilmiş olmaları ihtimal dâhilindedir.
Anonim Tevârîh-i Âl-i Osmânlar dışında II. Bayezi devrinde üretilen ikinci kaynak
grubu yazarı belli olan Osmanlı kronikleridir. Bu eserler de yalın bir Türkçe ile
181 Anonim Osmanlı Kroniği (1299-1512), Haz. Necdet Öztürk, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı
Yayınları, İstanbul, 2000, s. XXXI; Anonim, “Anonim Tevârih-i Âl-i Osman”, Haz. Ahmet Akgün,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, İstanbul 1988; Anonim, “Anonim
Tevârih-i Âl-i Osman”, Haz. Ali Birbiçer, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans
Tezi, İstanbul 1989; Anonim, “Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman (Transkripsiyon, İnceleme, Dizin)”,
Haz. Hasan Ayhan, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, İstanbul
2003; Anonim, “Târîh-i Âl-i Osman”, Haz. Mustafa Karazeybek, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, İstanbul 1994; Anonim, “Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman (1481-1512)”, Haz.
Faruk Söylemez, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Kayseri 1995;
Anonim, “Anonim Tevârîh-i Âl-i Osmân Hikâyet-i Zuhûr-ı Âl-i Osmân (Transkripsiyon, İnceleme,
Dizin)”, Haz. Sebahattin Köklü, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Y. Lisans
Tezi, İstanbul 2004; Anonim, “XVI. Yüzyıla Ait Anonim Osmanlı Tarihi”, Haz. Uğur Gürsu,
Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, İstanbul 2005; Anonim, Anonim
Tevârîh-i Al-i Osman (F.Gıese Neşri), Haz. Nihat Azamat, Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul
1992; Anonim, “Konya İzzet Koyunoğlu Kütüphanesi’nde Tarih-i Âl-i Osman Adlı Yazma Eserin
Metin ve Tahlili”, Haz Fatma Yalçınkaya, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans
Tezi, Konya 1998; Anonim, “Anonim Tevârih-i Âl-i Osman (687-920/1288-1514) İnceleme ve
Metin”, Haz. Alper İğci, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstiüsü, Y. Lisans Tezi,
İstanbul 2011; Anonim, “XVI. Yüzyıla Ait Anonim Bir Tevârih-i Âl-i Osman (Gramer İncelemesi-
Metin-Sözlük)”, Haz. Şamil Çan, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y. Lisans Tezi,
Kütahya 2006; Anonim, Kitâb-ı Tevârih-i Al-i Osmân, Haz. Vehbi Günay, Ege Üniversitesi Yayınları,
İzmir 2011.
182 Tülay Çulha, “İbranî Harfli Anonim Osmanlı Tarihi”, Gazi Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları
184 Stefanos Yerasimos, Türk Metinlerinde Kostantiniye ve Ayasofya Efsaneleri, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2012.
34
kaleme alınmışlardır. Eserlerin içinde yer yer şiirler de bulunmakla birlikte, eserlerin
büyük çoğunluğu nesir formunda kaleme alınmıştır. Âşıkpaşazâde olarak da bilinen
Derviş Ahmed Âşıkî’nin eseri bu kroniklerin en bilinenidir. Âşıkpaşazâde’nin eseri
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan II. Bayezid devrine kadar gelen dönemi anlatan
bir eserdir.185 Mehmed Neşrî tarafından yazılmış Cihannümâ adlı eser186 esasen bir
cihan tarihi olarak planlanmış olmasına rağmen eserin sadece Osmanlı tarihi kısmı
elimizdedir. Müellif ya eserin bir kısmını yazamamış ya da bu kısım günümüze
ulaşamamıştır. Oruç Bey, tarafından yazılan Osmanlı tarihi, Osmanlıların ilk
dönemlerine dair verdiği bazı bilgileri daha önceki dönemde yazılmış bazı tarih
eserlerinden istifade edilmişse de yazar özellikle II. Bayezid devrine dair verilen
bilgiler yazarın kendi gözlemlerine dayanır ve kıymetlidir.187 Bu devirde kaleme
alınmış bir diğer mensur tarih eseri de Ruhî Tarihi’dir.188 Behiştî Ahmed Çelebi
tarafından yazılan Târîh-i Behiştî-Vâridât-ı Sübhânî ve Fütühât-ı Osmânî adlı eser bu
devirde nesirle yazılmış bir diğer eserdir.189
Bu dönemde mensur tarih eserleri dışında manzum tarzda yazılmış bazı eserler de
mevcuttur. Hadidî190 ve Kemal191 gibi manzum bir Osmanlı tarihi yazan müverrihler
olduğu gibi II. Bayezid zamanında yaşanan Midilli’de Venedikliler ile Osmanlılar
arasında yaşanan mücadeleyi anlatan manzum olarak ele alan Firdevsî-i Rûmî’nin
Kutubnâmesi192 gibi bazı eserler de mevcuttur.
II. Bayezid, Vassâf, Cüveynî ve Reşîdüddîn’in eserleri gibi sanatsal olarak önemli ve
üslup açısından ise eski İran tarihleri seviyesinde eserler yazdırmak arzusunda idi.193
185 Âşıkpaşazâde, Aşıkpaşazâde Tarihi [Osmanlı Tarihi (1285-1502)], Haz. Necdet Öztürk, Bilge
Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2013.
186 Mevlânâ Mehmed Neşri, Cihannümâ [Osmanlı Tarihi (1288-1485)], Haz. Necdet Öztürk, Çamlıca
Yayınları, İstanbul, 2008.
187 Oruç Beğ, Oruç Beğ Tarihi [Osmanlı Tarihi-1288-1502], Haz. Necdet Öztürk, Çamlıca Basın
Yayın, İstanbul, 2008.
188 Ruhî Çelebi “Ruhî Tarihi (Oxford Nüshası- Değerlendirme-Metin-yeni harflere çevirisi,
Tıpkıbasım ile birlikte)”, Haz. Yücel- H. E. Cengiz, Belgeler- Türk Tarih Belgeleri Dergisi, XIV/18,
Ankara, 1992.
189 Behiştî Ahmed Çelebi, Târîh-i Behiştî-Vâridât-ı Sübhânî ve Fütühât-ı Osmânî, (791-907/1389
1502), II, Haz. Fatma Kaytaz, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2016.
190 Hadîdî, Hadîdî Tarihi, [Manzum Osmanlı Tarihi] (1285-1523), Haz. Necdet Öztürk, Bilge Kültür
Sanat Yayınları, İstanbul, 2015.
191 Kemâl, Selatinnâme, Haz. Necdet Öztürk, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2018.
192 Firdevsî-i Rûmî’, Kutb-nâme, Haz. İsmet Parmaksızoğlu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,
1980.
193 Emecen, “II. Bayezid’in Tarih Merakı”, s. 335.
35
İdris-i Bidlisi’nin örnek aldığı bu yazım tarzında eser veren Cüveyni, Vassaf ve
Yezdi gibi tarihçiler eserlerinde bolca edebi sanatlarla beraber ayet, hadis, Arapça ve
Farsça şiirler çokça yer alıyordu.194 Bu İlhanlı Timurlu usulünde içerik ve tarihsel
olaylar ikinci plana atıldığı fakat görünüşün ve üslubun önde tutulduğu bir yazım
geliştirilmiştir.195
194
Genç, a.g.e., s. 367-368.
195 Genç, a.g.e., s. 368.
196 Genç, a .g.e., s. 363-364.
36
karşı başarılı bir olayı öne çıkararak bu olumsuz ortamı II. Bayezid kendi lehine
çevirmek istemiştir. Bunun önceki umumî Osmanlı tarihlerinin basit Türkçe ve
zamanın münşiyane tarihçilik anlayışı ile kaleme alınmayan Tevârîh-i Âl-i
Osmânlardan farklı bir saray tarihçiliği oluşturmak istiyordu.205 Kemâlpâşâzâde’nin
Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı eseri erken dönem Osmanlı tarihçiliğinde ki en önemli
ürünü ortaya koymuş ve Osmanlı tarih yazıcılığını dönüştürmüştür.206 İdris-i Bidlisî
Osmanlı tarihini başka hanedanların tarihleri gibi ince ve tumturaklı halde
yazılabileceğini göstermiştir.207
37
mayadır. Yeryüzü sultanlarının tacı gökyüzünü aşındıran ayağının tozu tahtının
ayağına yüz sürmek dünya komutanları için miraçtır, dünyayı süsleyen görüşü bu
anlamda açık ve belli oldu ki, eğer tarih sayfaları ve güzel hikâyeler yazılmasaydı,
mutlu sultanların ve ünlü hükümdarların, iftihar edilecek haberler ve meşhur güzel
eserleri bunca yıllar ve aylar devam etmeseydi, belki ikindi vaktinin geçmesi,
devirlerin tekrarı zaman cerideleri ve gece ve gündüzün defterleri ayrılırdı, hatıra
sayfalarından güzel hikâyeler mahvolup cihan hükümdarının izleri bu cihan
padişahından meşhur olmazdı. O parlak olan anlama dayanarak şöyle istedi, ki
hazret-i şerifinin ki bayraklarını diken İslam ’dır dahi keramet sahibi olan şerefli
atalarının menakıplarını toplayan itibarlı ve büyük sultanlardır. Gayretli ve kuvvetli
çalışarak İslam ’ın yüceliğini anlatmışlardır, bütün canlılardan günlerin felaketleri
ve günlerin musibetlerini d ef etmişlerdir, halk arasında meşhur ve muhterem
insanların dilinde ve halk da bilinen güzel eserleri ki İslam ’ın övünülecek günleridir,
dünyanın cerideleri ve günleri ayları ceridelere kayıt edile, ol güzel sözlerle sayfalar
gece ve gündüz hep resim olup ol eşi olmayan kazançlarla zamanın boynu süslendi
ve o cevher ve çiçeklerle gökyüzünün kulağı boyun süslensin, a ’vam ve havassa
faydalı olması için Türkçe tarz üzerine açık ifade ile haber olunsun ve yazılsın, sonuç
olarak bu değersiz kul bu hizmete münasip görüldü, o sıralı parlak büyük inci
tanelerini gönle getirmeyi buyurdu”.210 Kemâlpâşâzâde eserini II. Bayezid
zamanında tamamlama düşüncesinde olmasına rağmen, Yavuz Sultan Selim dönemi
ile Kanuni Sultan Süleyman döneminin ilk dönemlerinde de yaşadığından ayrıca
210 “Mucib-i inşâ ve ‘imlâ-yı kitâb, b â ‘is-i emr-i Şah-ı ‘âlî cenâb ne idiğün eyler beyân bu dâsitân:.
Çün ol Sultân-ı Sahib kırânun ki ehl-i imâna püştibân ve sedd-i İslâm ’a pâyendân u ebnâ-yı zamân
üzerine sâye-i rahmândur. Cihângirlik umurunda zamîr-i münîrinün tedbîr-i dilpezîr kadar te ’sîri
hamîr-i ma ‘mûre-i âb u gülde mâya-ı emin ü âmândur. Hâkipây-ı felek fersâ-yı selâtîn rûy-i zemînün
tâcî pâye-i tahtgâhına yüz sürmek cihân serdârlarınun m i‘râcı r e ’y -ı cihân ârâyında bu ma ‘na vâzıh u
lâyıh oldı ki, eger sahâyif-i tevârîh ü esmâr-ı letâyif e ş ‘âr olmayaydı, selâtîn-i kâmkârun ve mülûk-i
nâmdârun mefâhir-i m e ’sûrı ve m e ’âsir-i meşhûrı bunca sinîn-i şühûr bekâ bulmayaydı; belki mürûr-ı
a ‘sârı ve kürûr-ı edvârla cerâyid-i rûzgâr ve defâtir-i leyl ü nehârdan yoyulurdı; sahâyif-i ezkârdan
letâyif-i esmâr mahv olub cihândârlarun âsârı bu cihân dârından nâ bedîd olurdı. Ol lâyıh olan
ma ‘nâya binâen şöyle istid‘â itdi ki: hazret-i şerifinün ki nâsib-i râyet-i islâmdur dahi sâhib-i kerâmet
olan eslâf-ı kirâmınun câm ‘i-i menâkıb eşrâf-ı selâtîn-i ‘izâmdur, âkdâm-ı ikdâm ve eyâdiy-i
ihtimâmla a ‘lâm-ı islâmı r e f itmişlerdir, kâffe-i enâmdan mesâyib-i eyyâmı ve nevâyib-i a ‘vâmı keff ü
d e f itmişlerdir, beyne’l-enâm meşhur ve elsine-i havâss u ‘avâmda mezkûr olan meâsirleri ki
mefâhir-i eyyâm-ı islâmdur, cerîde-i dühûre ve herîde-i eyyâm-ı şühûre sebt ola; ol letâyifle sahâyif-i
leyl ü nehâr pür nigâr olub ol ferâyid-i fevâyidle gerden-i zamân ârâyiş ve ol cevâhir-i zevâhirle gûş-ı
çarh gerdân ziynet bula havâss u ‘avâma n a f‘î-i ‘â mm olmağiçün Türkî mekâlün minvâli üzre rûşen-i
ta ‘bîr ve tahbîr olına, tekellüfât-ı inşâya iltizâm u tasallufat-ı belagâya ihtimam olunmayub vâzıh-ı
takrîr u tahrîr olına, pes, bu ‘abd-i bî mikdârun ol hızmete sezâvâr gördi, ol dürer-i gureri silk-i kikle
getürmek buyurdı.” İbn-i Kemal, Tevârih-i Al-i Osman I. Defter, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1991,
ss. 35-35- vr. 6b.
38
Kanuni Sultan Süleyman talep ettiği için normalde 8 cilt olarak planlanan eseri 10
cilde ulaşmıştır. Kanuni Sultan Süleyman babası I. Selim ve kendisinin dönemlerinin
de kayda geçmesini emretmiştir. X. Defterde bu yazma görevi şöyle belirtilmektedir.
“Bu güzel kitabın yazılmasının beyanı: akıllı kimselerin gözünde bu anlam ve
sahiplerin taşınması haberi bu belli ve açıklanmış anlam ve doğruluğu bellidir ki,
eğer güzel sayfalar yazılmasa ve sultanların tarihi hikâye olmasaydı, övünülecek
güzel eserler, namlı hükümdarlar ve mutlu sultanlar zamanın cerideleri ve
defterlerin gece ve gündüzünde sonsuz ve itibarlı olmazdı. Zamanın başarılı
hükümdarı ve dünyanın köşelerinde hüküm süren bu açık anlamı, âlemi süsleyen fikir
ve açık olan fikir olub, mektuplarında bu hatıra açığa çıktı, mübarek babasının ve
kendilerinin bütün ibretlerini siyer ve İslam ’ın günlerine övülecek eserler defter
olub, dünyanın ceridesi ve satın alınmış aylarda yazılmış ve bildirilmiş olub, bu fani
yurtta sonsuz anılmaları ikinci hayatı ola. Beğenilmiş çalışmaları erkeklerin ve
kadınların dilinde sonsuza kadar dillerde anılıp biline ve hayır ile anılsın, ikinci
hayatı olsun. Bu şerefli işin teklifi bu zayıf kula teşrif buyurdular. Yazı sahiplerine ve
yazı erbaplarına bildirilir. Yanlış yapanın gayreti yapmayanın özründen daha
hayırlıdır. 211 Kalem gibi yazı hizmetine bel bağlayıp, şahane yazı yazmaya arzu
olundu. Dünya başkentinin sultanı ki, gökyüzünün büyüğü ve değerlisidir, bu örnek
gönderildi”.212
Kemâlpâşâzâde’ye Türkçe bir Osmanlı tarihi yazma görevi verildiği sırada İdris-i
Bidlisî’ye de Farsça Osmanlı tarihi yazma görevi vermiştir.213 İdris-i Bidlisî eserini
yazma nedenini şu şekilde izah eder: “710/1310-1311 senesinde Osmanlı
39
sultanlarının Müslüman zümrenin hilâfet tahtına oturmasıyla, bu din askerlerinin
Rum memleketinde kâfirlere karşı zuhûr etmesinin başlangıcından, adalet ve ihsan
yaygılarının yayıldığı bu 908/1502-1503 senesine kadarki dönem içerisinde bu
büyük sülalenin iz ve hâllerinin açıklanması, haberlerinin tashih edilmesi için ve
çaba göstermiş büyük seleflerin fütuhatları ile beğenilmiş iyiliklerinden ve zamanın
fasih sözlü akıllara şaşkınlık veren belâgat erbaplarından haberler veren belâgat
üslûplu bir telifin, a ’vam ile havass nezdinde beğenilecek letafet ve zarafete mensup
bir tasnifin tertip ve tanzim edilmesi gerektiğini içeren, doğruluk hitabının doğuş yeri
olan sultanın bu seçilmiş fermanını ve uyulması gereken emrini rabbanî olan ilham
feyizleri yolunda rabbanî hilâfetin gökyüzünden inen emirleri gibi bu hakir ve fakir
bendeye ulaştırdılar.”214 Bu dönemde Kemâlpâşâzâde’nin hâmisi Müeyyedezâde ile
İdris-i Bidlisî arasında bir rekabet bulunmaktaydı. Farklı hiziplerin devlet
içerisindeki çekişmesinde her hizip diğerinden öne geçmek isterdi. Bu nedenle
Kemâlpâşâzâde’ye Türkçe bir Osmanlı tarihi yazma görevinin verilmesi temelde bu
rekabetin bir neticesi olabilir.215 Müeyyedzâde kendi himayesindeki bir kişinin tarih
yazma görevini başaracağını, padişaha yararlı bir kul ve iyi kişiler yetiştirdiğini
gösterip padişahı hoşnut etmeyi amaçlayıp, bu işi Bidlisî’den başka kişilerin de
yapabileceğini göstermek istemiştir.216 Kemâlpâşâzâde’den de aynen İdris-i
Bidlisî’den olduğu gibi İlhanlı ve Timurlu tarzında bir tarih eseri yazması talep
edilmişti.217 İki müellife de aynı kriterler üzerinden birer tarih eseri sipariş edilmesi
neticede iki müellif arasında kaçınılmaz olarak bir rekabetin ortaya çıkmasına neden
olmuştur. İdris-i Bidlisî, yazı hususundaki maharetini Akkoyunlu ve Safevî
saraylarının hizmetinde ispatlamış kendisi gibi bir söz ustasının Farsça yazacağı bir
Osmanlı tarihi ile Kemâlpâşâzâde’nin Türkçe yazacağı Osmanlı tarihinin aynı
şekilde tartılmasından dolayı duyduğu rahatsızlığı dile getirmekten çekinmemiştir.
İdris-i Bidlisî, Mekke’de iken II. Bayezid’e yazdığı bir mektupta Kemâlpâşâzâde’yi
kastedip “bu fakire rağmen belagat sahibi beliğlerden olmayan bazı Türklerin tarih
kitaplarını yüce inamlar, sınırsız bağış ve ziynetlerle el üstünde tuttular” diyerek
214 İdris-i Bidlisî, Heşt Bihişt Osman Gazi Dönemi (Tahlil ve Tercüme), Haz Vural Genç, Mimar Sinan
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Ortaçağ Tarihi Bilim Dalı Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2007, s. 30;
215 Vural Genç, A cem ’den R um ’a Bir Bürokrat ve Tarihçi İdris-i Bidlîsi (1457-1520),Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara 2019, s. 203.
216 Genç, a.g.e., s. 202.
217 Genç, a.ge., s. 203..
40
hoşnutsuzluğunu ile getirmiştir.218 Bu rekabet neticesinde kendisinden Türkçe ile
hem avamın hem havassın anlayabileceği tarih kitabı yazılması istenen
Kemâlpâşâzâde, eserinde fazlaca Arapça ve Farsça unsurlar içeren şiirler yazmıştır.
Böylesi bir üslubun benimsenmesinde devletin siyasi rakiplerinin bulunduğu
coğrafyalardaki muhtemel okuyucuları etkileme düşüncesini ile birlikte İdris-i Bidlisî
ile yaşanan bu gerilimin de payının olması muhtemeldir.
Görüleceği üzere gerek İdris-i Bidlisî’den yazması talep edilen Farsça Osmanlı
tarihinin gerekse Kemâlpâşâzâde’den yazması talep edilen Türkçe Osmanlı tarihinin
bazı niteliklerindeki özellikler dikkat çekicidir. Öncelikle daha öncede değinildiği
üzere II. Bayezid devri Osmanlı tarih yazıcılığında en fazla eser verilen dönemlerden
birisidir. Buna rağmen gerek Anonim Tevârîh-i Âl-i Osmânlar gerekse yazarı belli
olan diğer dönem kronikleri Osmanlıların siyasî yapılanmasındaki değişim ve
gelişimi anlatmaya yetecek ya da kudretini/azametini anlatabilecek yetkinlikte
eserler olarak görülmemektedir. Bu nedenle gerek İdris-i Bidlisî gerekse
Kemâlpâşâzâde çok daha profesyonel bir tarzda bir tarih eseri yazmakla
görevlendirilmişlerdir. Her iki müelliften de bir yandan eserlerindeki tarz ve üslubun
edibane olması istenirken diğer taraftan da geniş bir kitleye hitap edecek eserler
yazmaları talep edilmiştir. Hem avam/reayanın hem de havass/berayanın hedef kitle
olarak görülmesi oldukça manidardır. Bahsi geçen hedef kitlenin hangi zümrelerden
müteşekkil olduğu biraz daha açılırsa meselenin anlaşılması daha da kolaylaşacaktır.
Osmanlı devletinde avam olarak kastedilen zümre daha ziyade reaya olarak
adlandırılan ziraat, zanaat ve ticaret gibi alanlardan ekmeğini kazanan devlete vergi
veren insanlardan müteşekkildir. Havass olarak ifade edilen zümre ise; devletten
maaş alıp, üst gelir grubuna mensup olan, okumuş devlet seçkinlerinden müteşekkil
beraya olarak da adlandırılan zümredir. Dolayısıyla hedef kitlenin tüm toplum
zümrelerini kapsayacak şekilde seçilmiş olması tesadüfi değildir. Yaklaşık olarak
birbirine yakın zaman dilimleri içerisinde hem Farsça hem de Türkçe Osmanlı
tarihlerinin seçilmesi o dönemde hemen hemen bütün zümrelere ulaşmaya
çalışıldığını ifade eder niteliktedir. Bu anlamda her iki eserin yazdırılması bir devlet
projesi olarak kabul edilmelidir. Her iki eserde de ketibe ya da defter olarak her
padişah için birer cilt olarak planlanmıştır. Bu değişim ile beraber Osmanlı tarihinin,
41
dünya tarihinin son demlerinde bahsedilip geçilen bir dönem olarak görülmesine
yönelik anlayışın değiştiği anlaşılmaktadır. Her bir Osmanlı padişahının dönemi
müstakil bir ciltte anlatılmaya layık olacak kadar kıymetlidir. Bu anlamda gerek
İdris- Bidlisî’nin gerekse Kemâlpâşâzâde’nin eseri o zamana kadar yazılan en
kapsamlı en iyi üslupla/tarzla kaleme alınmış eser olması için yazdırılmıştır.
42
II. BÖLÜM
219Şerafettin Turan “İbn Kemal’in Tarihçiliği ve Tarih Metodolojisi”,Tokat Valiliği Şeyhülislam İbn
Kemâl Araştırma Merkezinin Tertip Ettiği Şeyhülislâm İbn Kemâl Sempozyumu Tebliğler ve
Tartışmalar (Tokat 26-29 Haziran 1985), Yaz. Haz. Hayri Bolay v.d., Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara 1986, s. 143.
220Turan, a.g.m., s. 239.
221 Turan, a.g.m., s. 239.
222 Feridun Emecen, “Osmanlı Kronikleri ve Biyografi”, İslâm Araştırmaları Dergisi, Sayı: 3, İstanbul
1999, s. 86.
43
II-1 Tevârîh-i Âl-i Osmân Nüshaları
II. Defter: Orhan Gazi devrini anlatan eser yine Şerafettin Turan tarafından Kemal
Paşa-Oğlu Şemsüddin Ahmed İbn-i Kemal, Tevârih-i Al-i Osman II. Defter adıyla ile
1991 yılında orijinal Osmanlıca harfleri ile Türk Tarih Kurumu Yayınları arasında
neşredilmiştir.227 Orhan Gazi dönemini konu edinen bu defterin bilinen 3 nüshası
bulunmakta olup birisi İstanbul Nur-ı Osmaniye Kütüphanesi No. 3078 (yeni No.
2636), diğer ikisi ise İstanbul Millet Kütüphanesi Ali Emiri Kitapları 26. ve 30.
numaralarda bulunmaktadır. Nur-ı Osmaniye nüshası ve Millet Kütüphanesi Ali
Emiri No. 30 nüshaları Orhan Gazi dönemi ile birlikte Osman Gazi, I. Murat ve
Yıldırım Bayezid devirlerini içeren diğer defterler ile bir arada bulunmaktadır. 228
III. Defter: I. Murat (Hüdavendigâr) devrini içeren III. defter Abdullah Satun
tarafından 2014 yılında Latin harfli transkripsiyon ve arkasında orijinal metin ile
birlikte, Kemalpaşazâde (İbn Kemal) Tevârih-i Âl-i Osman III. Defter adı ile
44
Çamlıca Basım Yayın tarafından neşredilmiştir.229 Bilinen tek nüshası olan defter
İstanbul Fatih Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Efendi, Tarih, nr. 30 numara ile
kayıtlıdır. 230
IV. Defter: I. Bayezid (Yıldırım) dönemini içeren bu defter Koji İmazawa tarafından
İbn Kemal (Kemalpaşazâde) Tevârih-i Âl-i Osman IV. Defter adı ile 2000 yılında
Latin harfli transkripsiyonu ve orijinal metinle birlikte harfli olarak Türk Tarih
Kurumu Yayınları arasında neşredilmiştir.231 Bilinen üç nüshası bulunan defter
İstanbul kütüphanelerinde bulunmakta olup, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Efendi,
Tarih, Nr. 27. ve 30. numaralarla birlikte Nur-ı Osmaniye Kütüphanesi, 3078
numaralarında bulunmaktadır.232 Koji İmazawa Millet Kütüphanesi, Ali Emiri
Efendi, Tarih, Nr. 30 numaralı nüshayı esas alarak eseri yayına hazırlamıştır.233
VI. Defter: II. Murad devrini içeren bu defterin II. Murad’ın tahta cülusundan oğlu
Mehmed namına tahttan çekildiği hicri 847/1443-1444 yılına kadar ki baş kısmı
eksiktir. Defterdeki bilgiler II. Murad’ın tahtı oğlu Mehmed’e bırakmasıyla başlayıp
II. Murad’ın ölüm tarihi olan 1 muharrem 855/3 Şubat 1451 yıllarını kapsar. Ayrıca
II. Murad’ın vefatının ardından Anadolu beyliklerinin saldırıları da hikâye edilmiştir.
Bu defterin Kemâlpâşâzâde’nin, Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı eserinin VI. defteri
olduğuna dair bilgi Bb numaralı varakta bulunmaktadır. Metnin bilinen bir nüshası
olup, Nationale Biblioteque de France arşivinde MS. Turc. 157. kodu ve numarasıyla
kayıtlıdır. Toplam da 298 varak olan defter de II. Murad kısmı 1b ile 44a varaklarını
kapsar, 46b ile 48a arasında ise Anadolu beyliklerinin II. Murad’ın vefatı sonrasında
Osmanlı’ya karşı saldırılarını içerir, 44a ile 46b arasına sayfa numarası verilmesine
rağmen boş bırakılmıştır. Varak 1b ‘ye kadar yazılı 9 varak bulunmaktadır. Bu
aralıkta Aa varağından itibaren farklı şiirler, notlar, I. Süleyman’ın Böğürdelen fethi
ile alakalı bir bölüm bulunmaktadır. Cb-Db arasında develerle ilgili bir bölüm
bulunmaktadır. Bu nüshada yalnızca II. Murad dönemi değil II. Mehmed’in cülusu
ve İstanbul’un fethi 48a-99a arasında bulunmaktadır. II. Bayezid’ın saltanatının son
229 Kemalpaşazâde (İbn Kemal), Tevârih-i Al-i Osman III. Defter, haz. Abdullah Satun, Çamlıca
Basım Yayın, İstanbul 2014.
230 Kemalpaşazâde (İbn Kemal), Tevârih-i Al-i Osman III. Defter, s. XXXI.
231 İbn Kemal (Kemalpaşazâde), Tevârih-i Al-i Osman IV. Defter, haz. Koji İmazawa, Türk Tarih
Kurumu, Ankara 2000.
232 İbn Kemal (Kemalpaşazâde), Tevârih-i Al-i Osman IV. Defter, s. IX-XI.
233 İbn Kemal (Kemalpaşazâde), Tevârih-i Al-i Osman IV. Defter, s. XX.
45
yıllarında yaşanan olayları kapsamakta olup 100a ile 116b arasındadır. I. Selim’in
cülusu ile İran seferinden dönüş yılları 118a-148b arasında bulunmaktadır. Ayrıca
149b ile 154a arasında şiirler bulunmaktadır. Bu nüsha müellif nüshası olmayıp
defterin B ve 1a numaralı varaklarında Kemâlpâşâzâde’den merhum olarak
bahsedilmektedir. Defterin müstensihi hakkında nüshanın herhangi bir yerinde bilgi
bulunmamaktadır. Metin içerisinde farklı tarihler bulunmakta olup, 156 b varağında
1 Zilkade 978/27 Mart 1571 tarihi kayıtlı olmakla beraber en geç istinsah tarihi
olarak bu tarihten önce bir tarih verilebilir.
Nüshanın Fransız arşivine girdiği tarih olarak A numaralı varağın sol altta bulunan
kütüphanenin Fransızca olarak sayfa aralıkları hakkında bilgi bulunan kısmında 19
Ocak 1880 tarihi kütüphaneye giriş tarihi hakkında bilgi vermektedir.
Yazı şekli okunulabilir vaziyette olup nesih yazıdır. Siyah mürekkeple yazılmış,
ancak başlıklar, şiir, neşr, mersiye, mesnevi ve bazı derkenarlar kırmızı mürekkep ile
yazılmıştır.
VII. Defter: II. Mehmed devrini kapsayan eser, Şerafettin Turan tarafından İbn
Kemal, Tevârih-i Al-i Osman VII. Defter (Tenkidli Transkripsiyon) adı altında latin
harfleriyle 1991 yılında Türk Tarih Kurumu Yayınları arasında neşredilmiştir.234 II.
Mehmed devrini içeren iki tane tam nüsha bulunmakta olup bunlar İstanbul Millet
Kütüphanesi, Ali Emiri, 31 numara ve İstanbul Fatih Kütüphanesi 4205 numarası ile
kayıtlıdır.235 Bunlardan hariç eksik olan ve II. Mehmed devrinin bazı bölümlerini
içeren nüshalar da mevcut olup bunlar Paris Bib. Nat. Nüshasında, Fatih
Kütüphanesi, numara 4221 ve Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa 2720
numaraları ile bulunmaktadır.236
234 İbn Kemal, Tevârih-i Al-i Osman VII. Defter, Haz. Şerafettin Turan, Türk Tarih Kurumu, Ankara
1991.
235 İbn Kemal, Tevârih-i Al-i Osman VII. Defter, s. XXVIII.
236 İbn Kemal, Tevârih-i Al-i Osman VII. Defter, s. XXVIII.
46
VIII. Defter: II. Bayezid devrini içeren bu defter Ahmet Uğur tarafından İbn Kemâl,
Tevârîh-i Al-i Osmân VIII. Defter (Transkripsiyon) adı ile 1997 yılında latin harfli
olarak Türk Tarih Kurumu Yayınları arasında neşredilmiştir.237 Eserin nüshaları
Millet Kütüphanesi, Ali Emiri, numara 32 ve Kahire Dâru’l-Kütübi’l-Mısrıyye,
8847/50’de bulunan nüshalardır.238 Ahmet Uğur çalışmasında Millet Kütüphanesinde
bulunan nüshadan yararlanmıştır.239
237 İbn Kemâl, Tevârîh-i Al-i Osmân VIII. Defter (Transkripsiyon), Haz. Ahmet Uğur, Türk Tarih
Kurumu, Ankara 1997.
238 İbn Kemâl, Tevârîh-i Al-i Osmân VIII. Defter, s. XXX-XXXI.
239 İbn Kemâl, Tevârîh-i Al-i Osmân VIII. Defter, s. XXX.
240 Kemal Paşa-zâde, Tevarih-i Al-i Osman X. Defter, Haz. Şefaettin Severcan, Türk Tarih Kurumu,
Ankara 1996.
241 Kemal Paşa-zâde, Tevarih-i Al-i Osman X. Defter, s. XXVII-XXXVII.
242 Kemal Paşa-zâde, Tevarih-i Al-i Osman X. Defter, s. XXVII-XXXVII.
47
II-2 Kemâlpâşâzâde’nin Tarihçiliği
Osmanlı tarih yazımında II. Bayezid devri tarih yazım geleneğinin gelişimi açısından
bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Osmanlı tarihine dair bu dönemde hem çok
miktarda hem de çok farklı tarzda eser yazılmıştır. Yazarı bugün bizce meçhul olan
ve genel olarak Anonim Tevârîh-i Al-i Osmân olarak bilinen ve bugün dünyanın
farklı kütüphanelerinde yaklaşık 50 adet nüshası243 bilinen kroniklerin yanı sıra,
Âşıkpaşazâde, Oruç Bey, Mehmed Neşrî, Hadidî ve Kemal gibi daha yalın bir dil ve
üslupla eser yazan bazı müverrihler dışında İdris-i Bidlisî ve Kemâlpâşâzâde gibi
daha edibane bir üslupla eser veren müverrihler de bu dönemde birer Osmanlı tarihi
yazmışlardır. Gerek yazım tarzları gerekse üslupları bakımından İdris-i Bidlisî ve
Kemâlpâşâzâde devrin diğer tarih yazarlarından daha farklı bir noktada bulunurlar.
Kemâlpâşâzâde her ne kadar bir Türkçe tarih kitabı yazmışsa da metnin içerisinde
bol miktarda Arapça ve Farsça kelime, deyim, özlü söz, şiir, vb. kullanıldığı görülür.
Özlü sözlerden, atasözü ve deyimlerinden ve kendisine ait şiirlerden yararlanılarak
bir metin inşa eden Kemâlpâşâzâde, muhtemelen eserine derinliğin yanında, akıcılık
ve zarafet katmayı amaçlamıştır. Olaylar nakledilirken bilginin kaynağına dair
genelde üstü örtülü bazen de açıktan yapılan göndermelerde; “râvî eydür”,244
“bazıları eydür, ”245 “savaş da hâzır olanlardan”,246 “uğrâş-ı âhvâline nâzır
olanlardan şöyle menkûl dür ki, ”247 “makbûl havâssından menkûl dür ki”,248
şeklindeki ifadelerle metindeki bilgilerin bir görgü tanığının ifadesine ya da ismi
zikredilmemiş bir kaynağa dayandığı ifade edilir. Böylece akıcılık ve zarafet yanında
güvenilirlik temin edilmiş olur. Bazen de padişahın şarabdarı Hüdhüd Sinan Bey
örneğinde olduğu gibi bilginin kaynağını ismen zikrettiği de görülmektedir.249
48
analojik yapı muhtemelen iki amaca yöneliktir. Öncelikle başvurulan tüm doğal,
mitolojik, astronomik, tarihsel ve dinî öğeler geçmişten alınmıştır ve muhtemel
okuyucunun zihninde var olan öğelerdir. Böylesi öğeleri metin inşa ederken
kullanarak geçmiş ve eserin yazıldığı dönem arasında bir bağ kurulur. Bu öğelerle
geçmişin iyilerine ya da kötülerine yapılan göndermeyle o devrin iyisinin ya da
kötüsünün kim ya da ne olduğu çok daha net göstermek amaçlanmış olmalıdır. Yine
bu öğeler vasıtasıyla tarihsel sürekliliğe dikkat çekilir ve Osmanlılar bu kronolojide
ya da tarihsel akışta iyinin, hakkın devamı olarak konumlandırılırken, rakipleri ya da
düşmanları da kötülüğün ya da batılın devamı veya temsilcisi olarak konumlandırılır.
Eserde tabiatta bulunan bazı bitkilere ve ağaçlara yapılan göndermelerde daha ziyade
güzelliğe ve iyiliğe dair göndermelerin var olduğu anlaşılmaktadır. Burada zikredilen
çiçekler, bitkiler ve ağaçlar ya kokusuyla ya görselliği ile ya da faydası ya da zararı
ile bilinmektedir. Aşağıda bu hususa dair bazı örnekler verilmektedir.
II-3-1 Bitkiler
250 Kemâlpâşâzâde, a.g.e., vr. 1b, 15b, 19a, 19b, 21b, 22a, 32a, 33b, 36b.
251 Kemâlpâşâzâde, a.g.e., vr. 1b, 5b, 12b, 22a(3), 27a, 28b(2), 32a, 40b, 46b(2).
252 Kemâlpâşâzâde, a.g.e., vr. 2a, 47b.
253 Kemâlpâşâzâde, a.g.e., vr. 2a, 22a(2), 32a, 37a, 37b, 40a(2), 46b, 47b.
254 Kemâlpâşâzâde, a.g.e., vr. 5b, 20b, 40b, 46b
255 Kemâlpâşâzâde, a.g.e., vr. 6a, 7b.
256 Kemâlpâşâzâde, a.g.e., vr. 6b, 11b.
257 Kemâlpâşâzâde, a.g.e., vr. 8a.
258 Kemâlpâşâzâde, a.g.e., vr. 10b.
259 Kemâlpâşâzâde, a.g.e., vr. 10b, 15b, 22a, 28b, 29a.
260 Kemâlpâşâzâde, a.g.e., vr. 17b, 19b, 22a, 29a, 29b, 32a, 33b, 36a, 37b, 40a(2), 40b, 46b,47b(2).
261 Kemâlpâşâzâde, a.g.e., vr. 18a, 19b, 40a, 47b.
262 Kemâlpâşâzâde, a.g.e., vr. 22a, 36b.
263 Kemâlpâşâzâde, a.g.e., vr. 19b.
264 Kemâlpâşâzâde, a.g.e., vr. 19b.
49
çınar,267 sebzezâr (çayırlık),268 diraht (ağaç),269 sanevber (çam ağacı),270 yaprak,271
semer (meyve),272 şecer (ağaç),273 sib (elma),274 şükûfe (şükufe çiçeği),275 koz ağacı
(ceviz ağacı),276 diken,277 çimen,278 eşcâr (ağaçlar),279 ezhâr (çiçekler),280 giyâh
(ot),281 sünbül,282 zeytinlik,283 hâr(diken),284 ergûvan,285 bîd (söğüt ağacı),286 serv
(servi),287 çam,288 olarak kullanılmıştır.
İnsanlık tarihi boyunca gökte bulunan materyaller hep ilgi çekmiş ve bunlar hakkında
çok fazla inanış ve söylence ortaya çıkmıştır. Osmanlı tarih yazımında da birçok
eserde bu etkiyi görmek mümkündür. Birçok eserde mitoloji, kozmogoni ve
eskatoloji temelli göndermelere rastlamak mümkündür. Kuran-ı Kerîm’in birçok
ayetinde Allah, yeryüzünün ve gökyüzünün yaratıcısı,289 sahibi, Rabbi olduğuna,290
50
yeryüzündeki ve gökyüzündeki sırların yegâne bileni291 olduğuna değinilir. Ayrıca
yeryüzünün insan için mekan olarak tahsis edildiği ifade edilmektedir.292 Yine
Kurân-ı Kerîm’de Allah’ın “gerçek hükümdar” olduğuna değinilir.293 Ayrıca
Allah’ın arşın üzerine istiva ettiği (oturduğu) mealindeki bazı ayetler nedeniyle her
ne kadar Allah yerden ve zamandan münezzeh olsa da insanların zihninde Allah’ın
makamının gökyüzünde olduğuna dair bir inanç gelişmesine neden olmuştur.294 Bu
nedenle İslâm siyaset felsefesinde; Allah’ın takdiri neticesinde yönetme hakkına
sahip olduklarından hükümdarlar için “Allah ’ın yeryüzündeki gölgesi” (zıllullâhi fi ’l-
âlem/zıllullahi f i ’l-arz) sıfatı kullanılmaya başlanmıştır.295 Yine günümüzde Türk
toplumunda “aşağı ve yukarı” kelimeleri vasıtasıyla oluşturulan metaforlarda aşağı
kelimesinin daha ziyade olumsuz anlamlar içeren ifadeleri vurgulamak için
kullanıldığı, yukarı kelimesiyle türetilen metaforların ise daha ziyade yüceltme
amacıyla kullanıldığı görülmektedir.296 Her ne şekilde ya da nedenle olursa olsun
Kemâlpâşâzâde’nin eserinde muhtelif gök cisimlerinin bir benzetme unsuru olarak
kullanılması esere farklı bir anlam derinliği katmıştır. Eserde özellikle devlete,
padişaha ve bazı iktidar sahiplerine dair bilgi verilirken sık sık gök cisimleri bir
yüceltme unsuru olarak kullanılmıştır. Bazen bir gök cisminin farklı adlarının tercih
edildiği görülür. Böylece metnin anlatımına zenginlik katmak amaçlanmış olabilir.
Metinde kullanılan gezegen, yıldız ve diğer terimler şunlardır. Hûrşîd (Güneş),297
Mihr (Güneş),298 Sipihr (Gök),299 Güneş,300 Dehr (Dünya),301 Âfitâb (Güneş),302
51
Sadeyn (Venüs ile Jüpiter),303 Mâh (Ay),304 Pervîn (Ülker Yıldızı),305 Keyvân
(Satürn),306 Kamer (Ay),307 Âhter (Yıldız),308 Keyhân (Dünya),309 Merîh (Mars),310
kevâkib (yıldızlar),311 Ay,312 Gün,313 Şems (Güneş),314 nücûm(yıldızlar),315 Dünyâ,316
Çerh-i Devvar (Dünya),317 Bedr (dolunay),318 Husûf (Ay tutulması),319 Nâhîd
(Venüs),320 Küsûf(Güneş tutulması),321 olarak Osmanlı tarafı için kullanılmıştır.
II-3-3 Hayvanlar
300 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 5b, 22a.
301 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 5b, 16a, 21b, 39b, 46b(2).
302 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 5b, 28b, 30b, 39b(2), 40a, 40b(3), 43a, 46b,
47a, 47b(3).
303 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 6a, 37a.
304 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 6b, 16b, 21b, 22b, 31b, 33a, 40a, 40b, 42b,
46b, 47b(2).
305 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 9a, 36a.
306 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 13b, 16a, 21b.
307 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 16b, 30b.
308 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 21b, 22a, 28a, 31b, 34a,37a(2).
309 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 21b.
310 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 22a.
311 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 25a, 43b, 48a.
312 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 30b.
313 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 30b.
314 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 30b.
315 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 36b.
316 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 39b, 43a, 46b(3).
317 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 38a.
318 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 40a.
319 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 48a.
320 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 42a.
321 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 43b.
322 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 23a, 24a.
323 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 4a.
324 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 20b, 35a.
325 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 20b, 34b, 39a.
326 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 18a, 29a.
327 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 31b.
328 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 34b.
329 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 34b, 43b, 48a.
330 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 43a, 47b.
52
(baykuş),331 cerâd (çekirge),332 kerkes (akbaba),333 gibi hayvanlardır. Böylece
öncelikle okuyucunun zihninde rakip ya da düşmanlar ile vahşi hayvanlar arasında
analojik bir ilişki kurulmakta, tekrarlar vasıtasıyla bu ilişkiye sürekli vurgu yapılarak
neticede olumsuz bir imge inşa edilmektedir.
331 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 43a, 47b.
332 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 43b, 48a.
333 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 46b(2).
334 Ayrıntılı bilgi için bkz. Berat Açıl, Türk Edebiyatında Alegori, Küre Yayınları, İstanbul, 2013.
335 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 5b, 6b(2), 7b, 10a, 27a,33b,40b, 46b.
336 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 11a, 15b, 22b, 26b,32b, 34b, 43b,48a.
337 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 6a.
338 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 39a.
339 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 12b(2), 22b, 36a. Kur’an-ı Kerîm’de Hazreti
Süleyman ile Sebe Melikesi Belkıs’ın arasında mektup taşıyan kuş. Orhan Seyfi Yücetürk, “Belkıs”,
DİA, Cilt: V, Ankara 1992, s. 420.
340 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 32b(2), 34b.
341 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 1b, 38b, 39a.
342 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 6b.
343 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 1b.
344 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 1b.
345 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 6b, 27a.
346 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 7a, 12a, 29a, 31b.
347 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 7a.
348 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 10a, 14a, 18b, 24a, 25b, 30a, 30b, 31a,
3 1b(2), 40b(2), 46b.
349 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 10a.
350 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 19b.
53
(kertenkele),352 bülbül,353 kuş,354 tayr (kuş),355 mûr (karınca),356 deve,357 katır,358
esbân (katırlar, atlar),359 eşheb (beyaz/kır at),360 karınca,361 mürg (kuş),362 tûti (bir
cins papağan),363 esb (at),364 tavus,365 koyun,366 horos (horoz),367 gazâl (ceylan),368
bukalemun,369 dilki(tilki),370 kaz,371 tavar (davar),372 yılan,373 tana (dana)374
şeklindedir.
Eserde sık sık mitolojik unsurlara yapılan göndermeler mevcuttur. Özellikle de İran
mitolojisinden beslenildiği göze çarpmaktadır. Eserdeki yoğun İran mitolojisi etkisi
birkaç şekilde izah edilebilir. Öncelikle divân edebiyatının Arap ve Fars kavimleri
etkisinde gelişen bir şiir geleneği olmasına rağmen, bahsi geçen şiir geleneği Türk
kültürüne daha ziyade İran coğrafyası üzerinden nüfuz etmiştir. Ayrıca Doğu’nun
54
“uzun hikayesi”375 olan mesnevi tarzının gelişiminde İran coğrafyasında yaşamış bir
Türk şair olan Genceli Nizamî’nin hamsesinin376 (beş mesnevinin bir araya
getirilmesiyle oluşturulan yapıt) etkisi oldukça büyüktür. Ayrıca Sasanîlerin destansı
bir tarihi olan Şehnâme377 de daha sonra kaleme alınan tarih eserleri için bir model
olmuş ve doğulu birçok hükümdar kendi tarihlerini şehname tarzında yazdırmaya
çalışmıştır.378 Özellikle Fatih Sultan Mehmed döneminde Osmanlı sarayına girmeye
başlayan Fars kökenli şairler vasıtasıyla İran coğrafyasında oluşan geleneğin
Osmanlı şairlerini ve müverrihlerini mesnevî, şiir ve tarih yazımında etkisi altına
almaya başladığı bilinmektedir. II. Bayezid devri daha öncede değinildiği üzere
Osmanlı tarih yazımında farklı türde ve tarzda birçok eserlerin verildiği bir
dönemdir. Söz konusu dönemde bizatihi II. Bayezid’in emriyle İdris-i Bidlisî’den
Farsça, Kemâlpâşâzâde’den de Türkçe hem avamın hem de havassın anlayabileceği
birer tarih yazmaları istendiği bilgisi hatırlandığında; Kemâlpâşâzâde’nin İdris-i
Bidlisî’den aşağı görülecek bir tarih eseri yazmak istememiş olması muhtemeldir.
Yine Önce Akkoyunlular akabinde de Safevîler Osmanlıların doğudaki en önemli
rakibi konumunda olmuşlardır. Akkoyunlular, Safevîler ve Osmanlılar da Türkmen
zümreler vasıtasıyla kurulmuşlardır. Tüm bu devletler din olarak İslamiyet’i kabul
etmekle birlikte Osmanlılar da II. Bayezid’in Safevîlerde ise Şah İsmail’in tahtta
bulunduğu dönemde iki devletin siyasî alandaki rekabetine farklı mezhepleri
benimsemelerinden ötürü mezhep temelli rekabet de eklenmiştir. Bu anlamda bu
dönemde başlayan rekabet her iki devletin yıkılışına kadar devam etmiştir.
Dolayısıyla Osmanlılar ve Savefîler arasında öncelikle siyasî alanda başlayan rekabet
bir müddet sonra kültür ve sanat alanına taşınmıştır. Nitekim Fuzulî yaklaşık olarak
aynı dönemde yaşayan ve rakip konumunda olan II. Bayezid’ı ve Şah İsmail’i her iki
hükümdarın içmekten keyif aldıkları esrar (II. Bayezid) ve şarap (Şah İsmail)
üzerinden bir mesnevi tarzında alegorik olarak karşılaştırıp en nihayetinde şarabın
375 Ahmet Kartal, Doğu'nun Uzun Hikayesi Türk Edebiyatında Mesnevi, Doğu Kütüphanesi Yayınları,
İstanbul, 2013.
376 Nizamî Gencevî, Sırlar Hazinesi, Zengin Yayıncılık, İstanbul, 2019; Nizamî Gencevî, Yedi
Güzel/Heft Peyker, Zengin Yayıncılık, İstanbul, 2019, Nizamî Gencevî, Leyla ile Mecnun, Zengin
Yayıncılık, İstanbul, 2019, Nizamî Gencevî, Hüsrev ve Şirin, Zengin Yayıncılık, İstanbul, 2019,
Nizamî Gencevî, İskendername Şerefname ve İkbalname, Zengin Yayıncılık, İstanbul, 2019.
377 Firdevsî, Şahnâme I, Çev. Necati Lugal, haz. Nimet Yıldırım, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2018;
Firdevsî, Şahname II, Çev.-Haz. Nimet Yıldırım, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2018.
378 Ayrıntılı bilgi için bakınız. Bekir Şişman-Muhammed Kuzubaş, Mitik, Destanî, Masalsı, Efsanevî
ve Tarihî Unsurlar Açısından Şehnamenin Türk Kültür ve Edebiyatına Etkileri, Ötüken Yayınları,
İstanbul, 2007.
55
(Şah İsmail’in) daha üstün olduğuna karar verirken Safevîlerin tarafında olduğunu
ifade etmiş olur.379 Nedim
379 Fuzulî, Beng ü Bâde, Haz. Ali Budak-Mehmet Kanar, Bilge Kültür Yayınları, İstanbul, 2017.
380 Nedim, Nedim Divânı, Haz. Muhittin Macit, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2012, s. 92.
381 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 1b; Şehnâme’de önemli görevleri bulunan
Sîmûrg Elbruz dağında yaşar, yüzü insana benzer, boynu uzun olup tüyleri otuz kuşun rengindedir.
Başka rivayete göre cennet kuşuna benzeyen Sîmûrg yeşil renkli olduğu için Zümrüdüanka olarak da
bilinir. Şiirimizde genelde Kaf dağında yaşadığı söylenir. Şişman, Kuzubaş, a.g.e., s. 168-169.
382 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 28b; Şehnâme’de şeytan, dev, manasında
kullanılan, olağanüstü güçleri bulunan yaratık olup Şehnâme’de Padişahlar Ehrimenlerle mücadeleye
çok fazla önem vermişlerdir. Şişman, Kuzubaş, a.g.e., s.135.
383 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 3b.
384 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 39a, 43a, 48a; Yedi yüzyıl hüküm sürmüş,
devlere binalar yaptırmış, değerli taş yapabilen, güzel kokulu ürünleri bulmuş ve hekimlik güçleri
bulunan, sonrasında tanrılık iddiası ile tanrı’nın gazabına uğrayıp öldürülmüş olan İran Padişahı.
Şişman, Kuzubaş, a.g.e., s. 126.
385 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 31a, 39a.
386 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 4a, 14a, 34a.
387 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 3 1a.
388 Kemâlpâşâzâde,Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 33b; Büyük zaferler ve başarılar kazanmış,
Ermen’de Şirin adlı kız ile tanışıp doğu edebiyatında Hüsrev ile Şirin Hikâyesine konu olan
padişahtır. Şişman, Kuzubaş, a.g.e., s.143.
389 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 36a; Kuran-ı Kerim ve Ahd-ı Atik’de bahsi
geçen Hazreti Süleyman’nın mucize ve kudreti ile tevhid dinini seçen Sebe melikesi. Yücetürk,
a.g.m., s. 420.
390 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 13b, 33b; Şehnâme’de birden fazla Behrâm
vardır. Bunların en ünlüsü Yezdecürd’ün oğlu olan Behrâm Gûr’dur. Şişman, Kuzubaş, a.g.e., s. 123.
391 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 23a, 37a; Şehnâme’ye göre Rum kayseri
olduktan sonra İran tahtına da oturmuş Çin, Arabistan ve Mısır’ı dolaşmış Y e’cüc ve M ec’üc ile
mücadele etmiş olan hükümdar. Şişman, Kuzubaş, a.g.e., s.146; Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen
Zülkarneyn ile yaşadıkları bölge ve maceraları benzerlik bulunan İskender, hayatını konu edinen
56
Dârâ,393 Dârâ,394 Dahhâk,395 Efrasyâb,396 Nûşinrevân,397 Feridûn,398 Kisrâ,399
Rüstem,400 Keyhüsrev,401 İsfendiyâr,402 olarak görülür. Eserde İran mitolojisi yanında
Türk mitolojisinden de unsurlar bulunmaktadır. Özellikle devleti temsil eden hümâ
kuşuna403 atıfta bulunulduğu görülür.
57
II-3-5 Biz ve Öteki Kimliklerinin inşası
üzerinde dolaşır bazen Tanrı’ya kadar gidip gelen bir kuştur. Önasya edebiyatına Çin’den gelen bir
Cennet kuşu motifi olup Türkler ayrıca Kumay kuşu olarak da anar. Tasavvuf ve Halk edebiyatında
erişilemeyecek yüksekliklerin ve güzelliği temsil ederdi. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi (Kaynakları
ve Açıklamaları İle Destanlar) I. Cilt, Ankara 2010, s.108-109.
404 (İsrâ 17/81), Kurân-ı Kerîm, s. 289
405 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 2b, 4b, 43b.
406 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 11a, 17b, 32a.
407 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 17a, 24b.
408 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 43b.
409 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 2b.
410 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 4a.
411 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 4b.
412 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 11a.
413 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 24a.
414 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 28b.
415 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 32a.
416 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 24b.
417 İbn Kemâl, Tevârîh-i Al-i Osmân VIII. Defter, s. 50-vr. 22a, s. 51-vr 22a, s. 64-vr. 27b.
418 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 4a.
419 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 27a.
420 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 23b.
421 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i OsmânVI. Defter, vr. 4b.
58
bed fi‘âller,422 bed nihâd,423 küffâr-ı bed girdâr,424 küffâr-ı bed kiş,425 bed girdâr,426
bed girdâr-ı nâ bekâr,427 nehîb-i bâd-ı mehîb,428 serkeş,429 Mel‘ûn,430 la‘în,431 ceyş-i
bed kiş,432 ‘adüvv-i tünd hûy,433 Frenk-i bed girdâr,434 düşmen-i kâfir,435 la‘în hod
bîn,436 harâmzâde.437
Bahsi geçen olumsuz anlamlı kelimeler sadece Hıristiyan kökenli devletler, milletler
ve şahıslar değildir. Osmanlıların rakibi olan Varsaklar ve Turgutoğulları gibi
Müslüman olmakla birlikte Osmanlılara rakip konumunda olan siyasi teşekküller de
eserde benzer şekilde anılmaktadır: “Vârsâğun yan kesicileri ve Tûrgûdun ât
uğruları”.444
59
Kemâlpâşâzâde bu kitabı yazarken devlet tarafından görevlendirildiği ve kendisi de
merbut olduğu devletin askerini yüceltmesi ve övmesi gayet normaldir. Kendi
askerlerini yürekli, cesur ve din uğrunda savaşan kişiler olarak göstermiştir.
Askerleri yukarıda da bahsettiğimiz doğada üst seviye avcı hayvanlara benzetmiş
“şîr-i dilîr”445 ve “şîrgîr-i dilîr”,446 olarak anılmıştır.
Böylesi yüce faziletlere sahip olan Osmanlı askerinin lideri olan padişahların
başarıları da ancak geçmişin büyük fatihlerinin ya da hükümdarlarının başarılarıyla
60
tartılabilir: Süleymân,469 Süleymân-ı zamân,470 Süleymân-ı Sikender,471 kullanıldığı
görülmektedir. Ayrıca tarihte önemli bir konumda olan kişilerde metin içinde
geçmekte olup bunlar: Kâvus (Kambises),472 Oğuz Ata473 Eresto (Aristo) dur.474
61
Günümüzde Osmanlı tarihinin bazı dönemlerinin bilgiden ziyade inançlar üzerinden
algılanması ve zamanla bu algının mütearife olarak kabul edilmesi durumu söz
konusudur. Ancak tarih bir bilimdir ve bir inanç alanı olarak görülemez. Osmanlı
tarihinde bu durumun en ilginç örneklerinden birisini II. Mehmed’in ilk saltanat
dönemine dair bir hadise de görmek mümkündür. II. Murad’ın henüz 12 yaşındaki
şehzadesi Mehmed adına tahttan çekilmesi Osmanlılar aleyhine bir ittifak oluşmasına
bu ittifak neticesinde bir araya gelen bir Haçlı ordusunun Tuna nehrini geçip
Balkanlarda ilerlemesine neden olmuştur.476 Günümüzde, yaklaşan tehlike karşısında
II. Mehmed’in babası II. Murad’a mektup ya da mektuplar yazarak tahta davet
ettiğine dair bir kanaat vardır. Hali hazırda bu bilgi bazı ufak farklılıklarla II.
Mehmed’in ağzından babasına yazdığı ifade edilen mektup/mektuplardan yapılan bir
alıntıya dayandırılır: “Baba, eğer padişah siz iseniz geliniz ve ordunun başına
geçiniz. Yok, eğer padişah ben isem, size emrediyorum! Gelip ordunun başına
geçiniz.'’” Bahsi geçen bu mektup/mektuplar elimizde mevcut değildir ya da II.
Mehmed devri kaynaklarında bu ifadeleri içeren bir mektuba/mektuplara yer
verilmemektedir. Buna rağmen bu bilgi adeta bir “mütearife” haline gelmiştir ve şu
deyişi hatırlatır niteliktedir: “galat-ı meşhur lügat-ı fasihten evlâdır/sözlükte ayan
beyan olandansa meşhur olmuş hata daha iyidir.”
476 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 3b; Âşıkpaşazâde, a.g.e., s. 176; Hadîdî,
a.g.e., s. 193; Neşrî, a.g.e., s. 295; Oruç Beğ, a.g.e., s. 65; Rûhî Çelebi, a.g.e., s. 442; Anonim,
Gazavâtname, s. 41-55; Anonim, Anonim Tevârîh-i Al-i Osmân (F. Gıese Neşri), S. 72.
477 Hoca Sadettin Efendi, Tacüt’t-Tevarih, I, Tab‘hâne-i ‘Âmire, İstanbul, 1279 [1862-1863], s. 379.
478 Solak-zâde Mehmed Hemdemî, a.g.t., s. 257.
62
ordunun sonra da devletin başına geçtiği 1446 yılı arasında oldukça uzun bir zaman
farkı bulunmaktadır. II. Mehmed devri kaynaklarında bulunmayan ve Hoca Sadeddîn
Efendi ve Solak-zâde Mehmed Hemdemî tarafından nakledilen bu rivayetin kaynağı
Kemâlpâşâzâde’nin Tevârîh-i Âl-i Osman adlı eserinin VI. defteridir.
“Mülk-i hıfz eyle pâdişâh isen - emr-i şâhîyi tut sipâh isen
Burada verilen bilgiler tahlil edilmeden kullanılırsa II. Mehmed’in öncelikle ordunun
idaresini ardından da tahtı gönül rızasıyla babası II. Murad’a bıraktığı yönünde bir
neticeye ulaşılır. Ancak hakikat bu şekilde değildir. Bu hadiseye dair var olan
kaynaklar ve araştırmalar üzerinden yapılacak bir değerlendirme daha sağlıklı bir
sonuca ulaşmamızı sağlayabilir. Haçlı ordusu Osmanlı topraklarına yaklaşırken II.
Mehmed ve yanında bulunan ekibi aslında II. Murad’ın ordunun başına geçmesine
yanaşmıyor II. Mehmed’in derhal düşmanı karşılamak amacı ile harekete geçmesini
istiyorlardı.480 II. Murad’ın geri gelmesini savunan Veziriazam Çandarlı Halil Paşa
ve yandaşları Karadenize bir saldırı ihtimali olduğunu öne sürerek II. Mehmed’in
63
ordunun başına geçmesine engel oldular.481 Veziriazam Çandarlı Halil Paşa ve
yandaşları, Cebe Ali Kassaboğlu Mahmud Bey adında bir kişiyi yollamışlardır.
Çandarlı Halil Paşa ve yandaşlarıyla reayanın bir kısmının ısrarı karşında II. Murad
ordunun başına geçmeye razı olmuş Manisa’dan Edirne’ye yola çıkmıştır.482
Gelibolu’ya geldiğinde boğazda haçlı donanmasının geçişi kapattığını görmüş ve
Kocaeli’ne doğru hareket edip Yenicehisar adlı mahalde bir gemi ile Rumeli tarafına
geçilmiştir.483 Boğazı geçerken Bizans İmparatoru ile anlaşma yapılmıştır.484
64
(Gençpadişahın senin [Manisa’nın Bozdağ adlı mahalli] üzerinde mesken tutmasının
derdi, Edirne şehri içinde yara olmuştur.. .Felek yedi iklimin padişahı Mehmed
H a n ’ın hizmeti için samanyolundan kuşak bağlanmaktadır).486
Yine II. Murad’ın tekrar tahta davet edilmesiyle ilgili Kemâlpâşâzâde’nin naklettiği
bilgiyi tekzip eden bir bilgi de Anonim Gazavatnâmede geçer. Anonim
Gazavatnâmede Çandarlı Halil Paşa’nın II. Murad’ı tahta davet ederken gönderdiği
mektupta II. Murad’a nasıl hitap ettiği açıkça nakledirlir: “Ammâ Halîl Paşa eyitti
kim, Pâdişahım [II. Murad]: şimdi Şâhzâde [II. Mehmed] hazretleri teşvış ve
tefekkürde, cenâb-i Pâdişâh’dan habere muntazırdır, lâzım olan budur ki, ilerü adam
gönderüb selâmet ile bu yakaya kadem basub ve Tekvur dedikleri m el‘ûnun bağrını
delüb mansûr ve muzaffer olduğunuzu i ‘lâm edesiz ki, eğer Şâhzâde ve eğer Paşa
kulların ferahnâk olub gam ve guşadan berî olalar.” II. Murad bu mektup
neticesinde Edirne yakınlarına gelince; Çandarlı Halil Paşa, II. Murad’ın Edirne’ye
geldiğini ve ordunun başında sefere çıkacağını ifade ettiğinde II. Mehmed şu cevabı
vermiştir: “babamdan rica edesin kim, babam oturub Edrene ’y i İstanbul
keferesinden hıfz edüb ve ben Ungurus keferesi üzerine varub gazâ edem.” Halil
Paşa, II. Mehmed’in isteğini II. Murad’a iletemeyeceğini şu şekilde ifade eder:
“Şâhzâdem, Pâdişâh hazretine ben bu sözü demeğe kâdir değilim, hele elhamdülillâh
Pâdişâhımız geldi, şimdiden gerü tedbîr anundur, ol nice derse öyle olur ...Zîrâ bu
düşmân ağır düşmandır ve Şâhzâdem sen dahi bir tâze gülsün, hemân sana lâyık
olan budur ki, Pâdişâh’ın fermânı üzere hareket edüb ve sözden taşra çıkmayasın.”
Buna rağmen II. Mehmed ordunun başında sefere çıkma hususunda ısrarcı olunca II.
Murad kendisine “yok oğul bu sözü sen söyleme. Heman sen benim dediğim gibi eyle.
Ol düşman bek düşmandır ben ona karşı varduğımda sen bu tahtı İstanbul
keferesinden hıfz ede-gör ki, kim bilir iş niye varacakdır. Hemân sen d u ‘âda ol.” II.
Murad, oğlunun sözlerinden Çandarlı Halil Paşa’yı sorumlu tutarak “Lala sen bir
tedbîr sâhibi ‘âkil vezîr olasın, sana düşer mi kim, bu ‘âlemde fitne mâlâmaldir,
niçün bu asıl sözü oğlanın ağzına verirsin” şeklinde sert sözlerle vezir-i azamı
uyarmıştır.487 Görüleceği üzere burada II. Mehmed’in babası II. Murad’ı tahta davet
etmesine dair bir bilgi bulunmadığı hatta Çandarlı Halil Paşa vasıtasıyla tahta davet
486 Molla Âşkî, Dîvân, Haz. Ahmet Atilla Şentürk-Nurcan Boşduraz, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,
2012, s. 140-141.
487 Anonim, Gazavâtname, s. 48-50.
65
edilen babasının tahta geçmesine ve ordunun başında sefere çıkmasına direndiği
görülmektedir.
Tursun Bey, II. Mehmed devrine tahsis ettiği Tarih-i Ebû’l-Feth adlı eserinde II.
Mehmed’in tahttan indirilmesi hadisesini daha naif bir ifadeyle anlatma gayreti
içerisindedir. Buna rağmen bu metinde dahi II. Mehmed’in kendisini padişah olarak
gördüğü dolayısıyla tahtı kendi arzusuyla bırakmadığına yönelik üstü kapalı bir
anlatım mevcuttur. Tursun Bey, II. Mehmed’in tahttan çekildikten ve Manisa’ya
döndükten sonra dahi kendisini meşru padişah olarak gördüğünü ve babasını
kaimakamı konumunda kabul ettiğini ifade eder: “hüsn-i rızâ ile atasın getürdi,
saltanatın teslîm itti. Ve kendüye Zağanoz Pâşâyı atabegkoştular. E nvâ‘-ı avâtıf-ı ve
hüsn-i rızâ-yı vâlid ile ile M ağnisa’y a varub atası yerine oturdı, m a ‘nîde atasın
kâyim-makâm idindi.”488
II. Mehmed Manisa’ya ulaştıktan sonraki bazı adımları tahtı kendi rızasıyla
bırakmadığını ve tahttan çekilmek mecburiyetinde kaldığını gösterir niteliktedir. II
Mehmed Manisa’ya ulaştıktan sonra Venedik ile Osmanlı Devleti arasında 1446
yılında imzalanan antlaşmayı hiçe sayarak Batı Anadolu topraklarına akınlar
düzenlemeye başladı. II. Murad, bu antlaşmanın imzalanması için büyük çaba
sarfetmişti. Bu nedenle Yusuf adlı bir adamını Manisa’ya göndererek oğlu
Mehmed’in akınlarıyla ele geçirilen toprakların ve malların iadesini sağladı. Ayrıca
tekdir dolu bir mektupla oğlunu uyardı.489 Eğer II. Mehmed gerçekten kendi isteğiyle
babası lehine tahttan çekilseydi babasının rızası hilafına bazı hareketler içerisinde
bulunmazdı. II. Mehmed’in tahttan çekildikten ve Manisa’ya ulaştıktan sonraki
faaliyetleri hırslı bir yapısı olduğuna işaret eder niteliktedir. Böylesi bir karaktere
sahip bir şahsın kendi rızasıyla tahttan çekilmek için babasını davet eden bir mektup
yazması çok mümkün gözükmemektedir. Kemâlpâşâzâde’nin VI. defterindeki
ifadeleri II. Mehmed’in babası II. Murad’ı tahta davet ettiğine dair var olan kanaatin
temelini oluşturmuş gözükmektedir. Hal böyleyken şu sorulmalıdır. Kemâlpâşâzâde
niçin böyle bir mektup hikayesi aktarmaktadır? Bu soruya cevap vermeden önce II.
Mehmed devrine dair onun aktardığı bir hikayeyi de incelemek/analiz etmek faydalı
olabilir. Hadise II. Mehmed devrinde cereyan etmekle birlikte hadisenin aktarılma
66
nedeni II. Bayezid devrinde kardeşi Cem ile arasında cereyan eden taht kavgasının
galibini tayin etmektir.
Hadise II. Mehmed’in oğlu Şehzade Cem’in doğumuyla ilgilidir ve VII. defterde
hikâye edilmektedir. Kemâlpâşâzâde, Şehzade Cem’in doğumunda babası II.
Mehmed’in oğlu olduğunu öğrenince var olan şehzadelerden sonra dünyaya gelen
yeni şehzadenin fitneye sebep olacağını ifade ederek, büyük bir memnuniyetsizlik
hatta öfkeyle Cem’in beşiğine tekme attığını ve tekmenin şiddetiyle bebeğin
baygınlık geçirdiğini, bir müddet sonra kendine gelebildiğini yazar. II. Mehmed’in
öfkesinin nedenini var olan şehzadelere yeni bir şehzadenin daha katılmasının
memlekete zarar vereceği endişesiyle izah eder. Burada üstü kapalı bir şekilde ileride
şehzadeler arasında çıkacak taht mücadelesine dair bir gönderme yapılır. Bir anlamda
gelecek II. Mehmed’e ayan olmuş gibi gösterilir. Bu bilgiyi kullanırken de bu olayı
birisinden rivayet olarak aldığını belirtmektedir.490
67
öfkeye/endişeye düşerek bebeğin beşiğine tekme atması çok mümkün
görünmemektedir. Böyle bir hikâyenin yazılmasının nedeni birkaç şekilde izah
edilebilir. Öncelikle II. Bayezid’i memnun etme çabasından kaynaklı olabilir,
tahttaki padişahın dolayısıyla da devletin korunması amaçlanmış olabilir, Cem
Sultan’ın daha doğumunda babası tarafından dahi sevilmeyen/kabul edilmeyen bir
şehzade olduğu bu nedenle de Fatih Sultan Mehmed’in gerçek varisinin II. Bayezid
olduğu ifade edilmek istenmiş olabilir. Cem Sultan’ın taht mücadelesini daha
doğumunda kaybettiği anlatılmak istenmiş olabilir. Yine II. Bayezid ile Cem Sultan
arasındaki taht mücadelesinde Kemâlpâşâzâde, tahtı elde etmiş ve kendisini tarih
yazmakla görevlendirmiş olan II. Bayezid’in tarafını tutan bir politika takip eder. II.
Bayezid’in tahtın meşru sahibi olduğunu ifade etmek için aktardığı geçmişe dönük
bir hikâye ile okuyucuya üstü kapalı bir şekilde II. Bayezid tarafına yönlendirir
gibidir. Esasen bu tavrında bir şahsın tarafını tutmaktan ziyade kazanan şahsın
“kut”un sahibi olması ya da “ilahi takdire” mazhar olmuş şahsın tarafını tutarak
neticede devleti önceleyen, “devlet aklının” payının olması kuvvetle muhtemeldir.
Tüm bu açıklamalar bahsi geçen hadiseyi açıklama adına makul olarak kabul
edilebilir. Ancak makul olmayan yegâne gerçek II. Mehmed’in Cem Sultan’ın
beşiğine tekme atması hadisesidir.
Tüm bu açıklamalardan sonra Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı eserinde verilen bilgilerin
bir değerlendirmesi yapılabilir. Ancak bu çalışmaya konu olan ve II. Murad devrini
konu edinen VI. defterin eldeki tek nüshasında 1444 yılına kadar olan hadiseler eksik
olduğundan Kemâlpâşâzâde’nin gözünden II. Murad devrine bakmazdan önce
68
döneme dair bilgi veren diğer kaynaklar üzerinden 1444 yılına kadar ki II. Murad
dönemine bakmakta fayda bulunmaktadır.
II. Murad, I. Mehmed’in bir cariyeden oğlu olup 806/1404 yılı Zilhicce/Haziran
ayında Amasya’da doğmuştur.493 Şehzadeliğinde Amasya’da vali iken Samsun’u
almış ve Aydın ve İzmir civarında olan Börklüce Mustafa isyanını bastırmıştır.494
Babasının ölümü ile 23 Cemâziyelâhir 824/25 Haziran 1421 tarihinde Bursa’da tahta
çıkmıştır.495 II. Murad tahta oturduğunda İzmiroğlu Cüneyd Bey, Menteşeoğlu,
Saruhanoğlu, Hamidoğlu ve Aydınoğlu beylikleri isyan etmiştir.496
Sultan I. Mehmed oğlu II. Murad’ın sultan olmasını vasiyet etmişti.497 Vasiyetinde
kardeş katlini engellemek amacı ile diğer oğulları şehzade Yusuf ve Mahmud’un
Bizans İmparatorluğuna gönderilmesini ve bu şehzadelerin bakımı için Bizans’a
yıllık bir ücret ödenmesi ve şehzade Mustafa’nın Anadolu’da hâkim olmasını
istemiştir.498 II. Murad tahta geçince vasiyete göre Bizans elçileri şehzadeleri almaya
gelmiş fakat II. Murad kardeşlerini vermemiştir.499 Bunun üzerine Bizans Limni
adasında bulunan Düzmece lakabıyla anılan ancak hakikatte ise gerçek bir şehzade
olan Çelebi Mehmed’in kardeşi Şehzade Mustafa ve İzmiroğlu Cüneyd Bey’i
Gelibolu’ya çıkarmıştır.500 Düzmece Mustafa ile Bizans İmparatoru İoannes
aralarında yaptıkları anlaşmaya göre Gelibolu’yu Bizans’a verecekti, buna uyarınca
Bizans İmparatoru Gelibolu kuşatmasına destek vermiştir.501 Gelibolu alındıktan
sonra Bizans İmparatoru şehrin verilmesini istemiş, Düzmece Mustafa ise şehrin
verilmesine karşı olmamakla birlikte, Osmanlı idaresinin bunu kabul etmelerinin zor
69
olacağını ve iktidarı ele geçirdikten sonra bunun mümkün olacağını belirtmiştir.502
Mustafa, Gelibolu’yu aldıktan sonra Rumeli’de destek bulmuş ve Edirne’yi de ele
geçirmiş,503 Edirne’de adına para bastırmıştır.504 Buna karşılık II. Murad Bursa’da
tahta geçmiş ve yeniçeriler ile ulema II. Murad’ı desteklemiştir.505 Düzmece
Mustafa’nın üzerine Bayezid Paşa’nın kontrolünde bir kuvvet gönderilmiş ve bu
kuvvet Mustafa’nın tarafına geçmiştir.506 Düzmece Mustafa Edirne’den çıkıp
kuvvetleri ile Bursa’ya doğru hareket etmiş, II. Murad’da Mustafa’ya karşı yürümüş
ve Ulubat gölü kenarında karşılaşmışlardır.507 Mihaloğlu Mehmed Bey’in sayesinde
Rumeli akıncı beyleri II. Murad’ın tarafına geçince,508 durumdan haberdar olan
Düzmece Mustafa ve Cüneyd Bey geceden yararlanarak kaçmışlardır.509 II. Murad
Mustafa’nın peşinden giderken Çanakkale Boğazından karşıya geçecek gemi
bulamamış, Gelibolu’dan birkaç tane tüccar gemisi tutulup Rumeli’ne geçilmiştir.510
Düzmece Mustafa, Kızılağaç Yenicesi’nde yakalanıp Edirne’de idam edilmiştir.511
Başka rivayete göre Kefe’ye kaçmıştır.512 Bu olay 825/1422-1423 yılında meydana
gelmiştir.513 Düzmece Mustafa olayından sonra Sırp Despotluğu ile Sofya sınır
olmak üzere, Bizans İmparatorluğu ile de Çorlu sınır olmak üzere anlaşma
yapılmıştır.514
Düzmece Mustafa bertaraf edilince Mustafa’ya destek veren Bizans’a karşı harekete
geçilmiş ve Konstantinapolis/İstanbul şehri kuşatılmıştır.515 825/1422 yılında elli
günden fazla süren kuşatma, II. Murad’ın kardeşi Şehzade Mustafa’nın isyanı
üzerine akim kalmıştır. II. Murad her ne kadar kuşatmayı devam ettirecek bir kuvveti
kuşatma alanında bırakarak kardeşi üzerine gitse de tüm ordu ile kuşatma
70
sürdürülemediğinden başarılı olamamıştır.516 Şehzade Mustafa’nın isyanında devrin
Bizans İmparatoru Şehzade Mustafa’nın Lalası Şarabdar İlyas’a mektuplar
yollayarak kışkırtmış ve maddi destek de bulunmuştur.517 İsyan sırasında Şehzade
Mustafa, Karamanoğullarından ve Germiyanoğlularından da destek görüyordu.518
Şehzade Mustafa, Bursa’yı kuşatacağı zaman şehrin halkı, Mustafa’nın ordusunda
bulunan diğer Anadolu Beyliklerinin askerlerinin şehre zarar vereceğini düşünerek
Mustafa’ya hediyeler göndererek şehrin işgalini engellemişlerdir. Şehzade Mustafa,
Bursa’dan vazgeçip İznik’e ilerlemiştir.519 Şehzade Mustafa, İznik’i ele geçirdiği
sırada II. Murad, Şehzade Mustafa’nın Lalası Şarabdar İlyas’a mektup yollayarak
Anadolu Beylerbeyliği vaadi ile taraf değiştirmesini sağlamıştır.520 Şarabdar İlyas,
İznik’de Şehzade Mustafa’yı II. Murad’a teslim etmiş ve Şehzade Mustafa idam
edilip Bursa’da babasının yanına defnedilmiştir.521
71
II. Murad hanedan içi meselelerle ilgilendikten sonra yönünü Anadolu beyliklerine
çevirmek mecburiyetinde kalmıştır. Karamanoğlu Mehmet Bey, Antalya kuşatması
sırasında ölünce, ülkesi iç karışıklığa sürüklenmiş II. Murad’ın desteklediği İbrahim
Bey’in Karamanoğulları Beyliğinin başına geçince, Karamanoğulları 1423 yılında
Osmanlı tabiiyetine girmiştir.525 Osmanlılar, 827/1423-1424 yılında İzmir’i, Aydın
ilini, Menteşeoğulları ve Hamidoğullarının Teke topraklarını ele geçirmişlerdir.526
Toprakları ele geçirilen beyler Karamanoğullarına sığınmıştır.527 Ardından
831/1427-1428 yılında Canik alınmış,528 Germiyanoğlu Yakup Bey, II. Murad’a
bağlılık yemini etmiş ve 832/1428-1429 yılında ölünce vasiyeti üzerine
Germiyanoğulları Beyliği, Osmanlılara katılmıştır.529
72
alınmış olup, Bosna Kralı, Arta ve Mora despotları ile Bizans İmparatoru ve Venedik
Balkanlar’daki toprakları için Osmanlılara haraç öder hale gelmiştir.537
Bu dönemde Arnavutluk önemli bir mesele haline gelmişti, Arnavut beyleri Venedik
ile yakın ilişkide bulunmuşlar ve Osmanlı ile iki devlet burada karşı karşıya gelmiş,
fakat Venedikliler, Arnavutların çıkardığı isyana karışmamış ve Arnavutlar bu
73
yüzden Macarlarla yakınlaşmıştır.545 Macarlar 1435 yılında bölgeye Davud Çelebi’yi
yollamış ve böylece yarım yüzyıl sürecek olan Arnavut meselesi ortaya çıkmıştır.546
Osmanlı topraklarını da içine alır şekilde 838/1435-1435 yılında çıkan büyük veba
salgını neticesinde özellikle Rumeli topraklarında çok büyük can kayıpları
yaşanmıştır.547
74
alınamamıştır.558 Macaristan’a düzenlediği akın sırasında öldürülen Mezid Bey’in
intikamını almak için Rumeli Beylerbeyi Kula Şahin komutasında 845/1441-1442
yılında sefer yapılmışsa da bu sefer de başarısız olmuştur.559
Bu durumda Sultan Murad, Macarlarla anlaşma yapmış ele geçirilen Sırp toprakları
geri verilmiş, Osmanlıların elinde esir olan Yanko’nun oğlu ile savaşta esir düşen
Halil Paşa’nın kardeşi ile karşılıklı iade edilmiştir.567 Halil Paşa’nın kardeşi Mahmûd
Çelebi aynı zamanda Sultan’ın kız kardeşi ile evli idi.568 Anlaşma gereğince iki
devlet Tuna Nehrini aşmayacak, Bulgaristan topraklarında Osmanlı hâkimiyeti
tanınacak ve Eflak Beyliği’nin tabiliği devam edip vergi verecek, fakat padişahın
yanına gitme görevi son bulacaktı.569 1444 yılında Edirne’de imzalanan anlaşmayı
Macar Kralı ve Sırp Despotu Segedin’de onayladılar.570
75
Balkanlar’da durum kontrol altına alınınca II. Murad bir kez daha kendi topraklarına
saldıran Karamanoğullarının üzerine yürümüş, Karamanoğlu İbrahim Bey geri
çekilmiş ve neticede barış anlaşması yapılmıştır.571 İki taraf arasında 1444 yılında
Yenişehir Sevgendnamesi yapılmış ve 1437 yılında Osmanlıların aldığı Beyşehir,
Seydişehir, Oklukhisarı ve Akşehir Osmanlılarda kalacak şekilde antlaşma
yapılmıştır.572
II-3-8 Tevârîh-i Âl-i Osm ân’a Göre 1444 Yılı Sonrasında II. M urad Dönemi
II. Murad, tahtı oğlu II. Mehmed’e bırakması Osmanlıların rakiplerinin harekete
geçmesine neden olmuştur. Karamanoğlu İbrahim Bey, Macaristan’a elçi göndermiş
ve eğer iki taraftan saldırıya geçerlerse Anadolu topraklarını kendisine, Rumeli
tarafını ise Macarlara verilmesi şartıyla ittifak yapmışlardır.578 Âşıkpaşazâde bu
ittifak için İbrahim Bey’in ağzından şu cümleleri sarf eder: “Ne durursun? Üşde
571 Anonim, Anonim Tevârîh-i Al-i Osman (F. Gıese Neşri), s. 72.
572 Emecen, Osmanlı İmparatorluğu ’nun Kuruluş ve Yükseliş Tarihi, s. 120.
573 Menage, “Sultan II. Murad”, s. 90; Neşrî, Şehzade Ala’eddin’in vefat yılı olarak 846 yılını
vermektedir. Neşrî, a.g.e., s. 293.
574 Anonim, Gazavatnâme, s.36; İzladi savaşı dönüşünde Edirne’de tahttan çekildiğine dair bilgiler de
mevcuttur. Neşrî, a.g.e., s. 294; Âşıkpaşazâde, a.g.e., s. 174-175.
575 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 2a; Enverî, Düstûrnâme-i Enverî (19-22.
Kitaplar), Haz: Necdet Öztürk, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2012, s. 39; Âşıkpaşazâde, a.g.e., s.
175; Anonim, Anonim Tevârîh-i Al-i Osmân (F. Gıese Neşri), s. 72; Tahttan çekilme tarihi olarak
848 yılı da kullanılmaktadır. Menage, “Sultan II. Murad”; s. 90; İnalcık, “Murad II”, s.169; Neşrî,
a.g.e., s. 295-298; Oruç Beğ, a.g.e., s. 64-65; Hadîdî, tahttan çekilme tarihini 844 yılı olarak
vermektedir. Hadîdî, a.g.e., s. 208; Yunan kaynakları II. Murad’ın tahttan çekilince Bursa’da ikamet
ettiği söylemektedir. Doukas, a.g.e., s. 196; Chalkokondyles, a.g.t., s 205-206.
576 Rûhi Çelebi, a.g.e., s. 441; İnalcık, “II. Murad”, s. 169.
577 Chalkokondyles, a.g.t., s. 205-206;Konstantin Mihail Konstantinovic, Yeniçeriler ve Bir
Yeniçerinin Hatıratı, Haz. Kemal Beydilli, Pınar Yayınları, İstanbul 2019, s. 56.
578 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 2b; Burada ki geçen anlaşma İzlâdi savaşı
öncesinde yapıldığına dair devrin diğer kroniklerinde geçmektedir. Âşıkpaşazâde, a.g.e., s. 174;
Hadîdî, a.g.e., s. 189; Neşrî, a.g.e., s. 293.;
76
Osmanoğlu delü oldu. Tahtını bir oğluna verdi. Kendü çalıcı avratlarile bağlar
bucağında yiyüp içüp yürür. Vilâyetden elin çekdi. İmdi fursat sizündür ve
bizümdür ”579 Kemâlpâşâzâde de bu ittifak görüşmeleri şu şekilde geçmektedir:
“'Osmân oglı saltanatdan ferâgat idüb dârü’l-mülkinden çıkdı. kenâra getdi tedbîr-i
hâm idüb bir nâpuhte oglânı yerine geçirüb serîrine sultân etdi. ulû begler ânı kiçi
yâşda görürler begenüb begenmezler eski begleri tururken degme kez emrine bâş
eğüb beg dimezler. eyyâm-ı fetretdür hengâm-ı fursatı fevt itmeyâlım sen ânârûdan
gel ben berüden varayın ‘Osmânlu’y a iki bâşdan ulaşalum dostâne ittifâk idüb
düşmeni ortadan götürelüm Anâtolı benim olsun Rûmili senün olsun mülki iki kardâş
gibi üleşelüm.”580 Bu satırlar da II. Murad’ın tahttan çekilmesi ve henüz çocuk yaşta
olan bir şehzadenin padişah olmasının Osmanlıların rakiplerinde yarattığı sevinci
gösterir niteliktedir.
77
kapatarak Anadolu ile Edirne hattını kesmek amacıyla Papa on, Fransa Kralı olan
Burgondiya dükü de yine on gemi ile destek vermişlerdir.584
Tam bu sırada Macaristan’da kral değişikliği olmuş yeni kral tahta çıkmasına rağmen
Hunyadi Yanoş başkomutan sıfatıyla ordunun başında bulunuyordu.585 Eflak
birliklerinden, Çeklerden, Lehlerden,586 Saslardan, Latinlerden, Bosnalılardan ve
Alman askerlerinden oluşan Haçlıların asker sayısı bir Osmanlı kaynağında 70
80.000587 olarak verilirken, Zınkeısen Haçlıların sayısını yaklaşık 20.000 olarak
vermektedir.588 Anonim Gazavâtnâme’de ise bu sayı 300.000,589 Oruç Bey ise 50
60.000 olarak verilir. Yine Oruç Bey Haçlıların 300-400 top arabasına sahip olduğu
kanaatindedir.590 Kemâlpâşâzâde Haçlıların asker sayısını diğer kaynaklardan adet
olarak değil 80 alay olarak vermektedir.591
Haçlı ordusu Tuna nehrini geçip Balkanlarda ilerlerken592 II. Mehmed ve yanında
bulunan ekibi aslında II. Murad’ın çağırılmasına yanaşmıyor II. Mehmed’in derhal
düşmanı karşılamak amacı ile harekete geçmesini istiyorlardı.593 Ancak ordunun
başında II. Murad’ın bulunması gerektiğine inanan Veziriazam Çandarlı Halil Paşa
ve yandaşları II. Mehmed’in bu harekâtını Karadenize saldırı ihtimali olduğunu öne
sürerek bu hareketten vazgeçirdiler.594 Çandarlı Halil Paşa’nın gayretleriyle II.
Murad, ordunun başına geçmek için Manisa’dan yola çıkmıştır.595 Gelibolu’ya
geldiğinde boğazda haçlı donanmasının geçişi kapattığını görmüş ve Kocaeli’ne
doğru hareket edip Yenicehisarın orada bir gemi ile Rumeli tarafına geçilmiştir.596
584 Chalkokondyles, a.g.t., s. 160-161; Doukas, boğazı kapatan kuvvetlerin sayısını 25 tane üç dizi
kürekli savaş gemisi olarak belirtmektedir. Doukas, a.g.e., s. 196.
585 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 3a.
586 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 3a.
587 Anonim, Anonim Tevârîh-i Al-i Osman (F. Gıese Neşri) , s. 72.
588 Zınkeısen, a.g.e.,s. 521.
589 Anonim, Gazavât, s. 40-41.
590 Oruç Beğ, a.g.e., s. 65.
591 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 12a.
592 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 3b; Âşıkpaşazâde, a.g.e., s. 176; Hadîdî,
a.g.e., s. 193; Neşrî, a.g.e., s. 295; Oruç Beğ, a.g.e., s. 65; Rûhî Çelebi, a.g.e., s. 442; Anonim,
Gazavâtname, s. 41-55; Anonim, Anonim Tevârîh-i Al-i Osmân (F. Gıese Neşri), S. 72.;
593İnalcık, Fâtih Sultan MehemmedHan, ss. 124-125.
594 İnalcık, Fâtih Sultan Mehemmed Han, s. 125.
595Oruç Beğ, a.g.e., s. 65; Âşıkpaşazâde, a.g.e., s. 176; Mehmed Neşrî, , a.g.e., s. 295.
596 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 5a; Âşıkpaşazâde, a.g.e., s. 176; Hadîdî,
a.g.e., s. 193; Neşrî, a.g.e., s. 295-296; Oruç Beğ, a.g.e., s. 65-66; Rûhî Çelebi, a.g.e., s. 442; Anonim,
Gazavâtname, s. 48; Anonim, Anonim Tevârîh-i Al-i Osmân, s. 73; Zınkeısen Çanakkale Boğazından
geçildiğini ve geçen kuvveti 40.000 kişi olarak belirtir, Zınkeısen, a.g.e, s. 511.
78
Boğazı geçerken Bizans İmparatoru ile anlaşma yapılmış idi.597 Çanakkale
Boğazında bulunan Hıristiyan gemilerini Kara Rahman oğlu Hamza komutasında ki
Osmanlı donanması dağıtmış ve Anadolu’dan asker ve mühimmatın geçmesi
mümkün olmuştur.598 II. Murad’ın ve Anadolu birliklerinin Rumeli’ne geçmesi ile
Varna ovasına varılmış ve savaş düzeni alınmış, ortada II. Murad ve Yeniçeriler, sağ
kolda Rumeli askeri ile serasker Davud Bey ve sol kolda ise Anadolu kuvveti ile
Anadolu sipehsaları Karaca Bey bulunuyordu.599 Macarlar ise ortada Kral, sağ kolda
sipehsalar Hunyadi Yanoş ve sol kolda Kara Mihal olarak düzen almıştı.600 Savaş
başladıktan sonra Karaca Bey şehit düşmüş ve Anadolu askeri ile Rumeli askeri
dağılmıştır.601 Yunan Kroniklerinde Padişahın bu vaziyette iken kaçmaya
niyetlendiği602 ve ağladığını belirtirler.603 Bu anlatımda savaşın sonunda
Osmanlıların zafer elde etmesine rağmen savaşın bir kısmında haçlıların lehine
dönen savaş seyrini yüceltmek ve mağlubiyetin kötü izlerini silmek istenmiş
olmalıdır. II. Murad zor durumda kalmış ve Allah’a “İlâhî ! İslâm dînine sen kuvvet
vir ve nusreti Muhammed’ün nûrı hürmetine İslâm dînine sen inâyet kıl.
Muhammed’ün nûrı hakkıyçün” diye dua etmiştir.604 Macar Kral’ının yanında 30.000
II. Murad’ın yanında 1000 civarı atlı ve 10.000 yeniçeri ile azeb bulunuyordu.605
Macar Kral’ı bu durumda II. Murad’ın bulunduğu kısma saldırmış burada Koca Hızır
adlı asker Kral’ı öldürüp başı kesilip göndere dikilmiş ve haçlı askerleri bu durumda
79
bozulup dağılmışlardır.606 İslam devletlerine fetihnameler yazılıp gönderilmiştir.607
Savaşın neticesinde farklı görüşlere göre Osmanlı tarafında 6.000 ve bu sayıdan daha
fazla Macar tarafında ölü608 ile Osmanlılarda 30.000’den fazla ve Haçlılarda 5.000
kadar ölü bulunmakta idi.609 Boğazı kapatan gemiler de karaya asker çıkarmış
mağlubiyet neticesinde bu kuvvetlerde çekilmişlerdir.610 Savaş 29 Receb 848/11
Kasım 1444 tarihinin salı günü meydana gelmiştir.611
Sultan Mehmed tahtta iken Edirne’de büyük bir yangın çıkmış yangında Bezzaz
hane, Tahtakale ve diğer dükkânlar yanmış ve yangında Bezzaz hane kethüdası ile
bezzaztancılar yanmıştır.612 Bu olay 849/1445-1446 yılında olmuştur.613
Vezir-i azam Çandarlı Halil Paşa ve devlet erkânından bazıları II. Mehmed’in yaşı ve
tecrübesinden dolayı, II. Murad’ın tahta geri gelmesini arzu ediyordu.614 II.
Murad’da tahtı bıraktığı için pişmanlık duymuş ve bulunduğu bir mecliste aldığı
alkolün de etkisi ile bu dörtlüğü dile getirmiştir.
Be kişi hey ne turfa iş ittün
Yeniçeriler birden fazla sebep sonucunda isyan etmiş. Sebepleri arasında altı aydır
ödenmeyen ulûfelerini göstermişlerdir.616 Edirne’de meydana gelen yangında
606 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 10a-10b; Âşıkpaşazâde, a.g.e., s. 176-177;
Hadîdî, a.g.e., s. 194-195; Neşrî, a.g.e., s. 296-297; Oruç Beğ, a.g.e., s. 67; Rûhî Çelebi, a.g.e., s. 442;
Anonim, Gazavâtname, s. 65-66; Chalkokondyles, a.g.t., s 195.
607 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 14b; Anonim, Gazavâtname, s. 69-70;
Anonim, Anonim Tevârîh-i Al-i Osman (F.Gıese Neşri), s. 73; Doukas, a.g.e., s. 197.
608 Chalkokondyles, a.g.e, s. 197.
609 Zınkeısen, a.g.e., s. 521.
610 Kâşifî, a.g.t., s. 24.
611 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter v. 15b; Oruç Beğ, a.g.e. s, 69; Neşri, a.g.e., s.
298; Rûhî Çelebi, a.g.e., s. 443; Anonim, Anonim Tevârîh-i Al-i Osman (F.Gıese Neşri), s. 74;
Savaşın tarihi olarak 847 yılı da verilmektedir. Âşıkpaşazâde, a.g.e., s. 177; Hadîdî, a.g.e., s. 196.
612 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 2b; Oruç Beğ, a.g.e., s. 69.
613 Oruç Beğ, a.g.e., s. 69; Olayın 850 yılında yaşandığına dair bilgi bulunmaktadır. Anonim, Anonim
Tevârîh-i Al-i Osman (F.Gıese Neşri), s. 74.
614 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 15b.
615 Tursun Bey, a.g.e., s. 35.
616 Konstantinovic, a.g.e., s. 57.
80
yeniçerilere ilgisiz davranılması da isyanın nedenlerinden birisi idi.617 Asıl olarak
isyanın arkasında olan Çandarlı Halil Paşa, Şehabeddin Paşa’nın Macaristan
seferinde yeniçerilerin fazla kayıp vermesi ve bunun da sorumlusu olarak bu kişinin
görülmesi üzerine Şehabeddin Paşa’ya karşı harekete geçilmiştir.618 Edirne yanında
bir tepeye çıkan yeniçeri İstanbul’da bulunan Yıldırım Bayezid’in evladının yanına
gitmekle tehdit ettiler.619 İsyan sırasında avda olan II. Mehmed, isyancılarla bir araya
gelmiş, isyancılar II. Murad’ın sağ olduğu müddetçe II. Mehmed’i hükümdar olarak
görmediklerini söylemişler, bunun üzerine Sultan II. Mehmed, yeniçerileri teskin
etmiş ve ulûfelerine günde bir mangır zam yapılmıştır.620 İsyan neticesinde II. Murad
tahta geri gelmiştir.621 II. Mehmed ve beyler sultanı karşıladıklarında af dilemişler II.
Murad: “sizleri bağışlıyorum, fakat sevgili oğlum herhâlde yeniçerilerini
gözetmelisin, zira bu senin ve senin bütün devletinin malıdır”.diye hitap ettikten
sonra tahta oturmuştur.622 Neticede yeniçeriler Osmanlı tarihinde ilk kez isyan
etmiştir.623
Germe hisarı, Mora yarımadasının kapısı olduğundan önemli bir konumda olup II.
Murad tarafından 842/1438-1439 yılında bu hisar ele geçirilmiştir.627 Macarların
617 Yunus İnce, “Sultanın İsyankâr Kullarının İlk İsyanı: Buçuktepe Vakası (1446)”, History Stuides
International Journal of History, Ankara 2018, s. 88.
618 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 17b.
619 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 18a.
620 Konstantinovic, a.g.e., s. 57-58; Zammın miktarı hakkında yarım veya buçuk akçe olduğu da kayda
geçmiştir. Zınkeısen, a.g.e., s. 526; Anonim, Anonim Tevârîh-i Al-i Osman (F.Gıese Neşri), s. 74.
621 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 19b; Anonim, Anonim Tevârîh-i Al-i Osman
(F.Gıese Neşri), s. 74.
622 Konstantinovic, a.g.e., s. 58.
623 İnce, “Sultanın İsyankâr Kulları”, s. 92.
624 Âşıkpşazâde, a.g.e., s. 177; Hadîdî, a.g.e., s. 196; Neşrî, a.g.e., s. 298.
625 Oruç Beğ, a.g.e., s. 70; Zınkeısen, a.g.e., s. 526.
626 Rûhî Çelebi, a.g.e., s. 443.
627 Âşıkpaşazâde, a.g.e., s. 168-170.
81
Rumeli’ne girmesi ve boğazın haçlı donanması ile kapanması ile Mora Despotu
Konstantinos’da bu durumdan yararlanarak Examilion/Ekzamil suru dışına çıkıp
etrafı işgal etmiştir.628 II. Murad bu nedenle 60.000 kişilik bir kuvvetle Mora seferine
çıkmıştır.629 850/1446-1447 yılında çıkılan seferde sur yıkılmış ve Mora’ya akın
verilmiş birkaç kale ve hisar ele geçirilmiştir.630
Arnavud Beyi İskender’in amcası Hamza Bey isyan etmiş ve 851/1447-1448 yılında
II. Murad’ın yanına gelip, II. Murad’ı Arnavutluk üzerine sefere çıkmaya ikna etmiş
ve Hünkâr, oğlu II. Mehmed’i Manisa’dan getirtip Arnavutluk’a sefere çıkmıştır.
Sarp bir kale olan Kocacıkhisarı iki ay kuşatılmış ve hisarın suyolu kesilerek
fethedilmiştir.631
Sofya’da olan II. Murad, Macarların Kosova’ya doğru hareketi üzerine Kosova
tarafına yönelmiştir.638 Ordunun düzeni sağ kolda Anadolu, sol kolda ise Rumeli
82
askeri bulunuyor, önlerinde ise 18.000 azab konuşlanmıştı.639 Ordunun mevcudiyeti
hakkında farklı görüşler bulunmakta olup Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman’da 50.000
60.000,640 Chalkokondyles ise 150.000,641 Zınkeısen’de 150.000-200.000 olarak
belirtmektedir.642
Yanoş ise ordusunun ortasında bulunup Leh ve Çekleri kanatlara yerleştirmiş, 400
top arabası içine 20.000 askerle çevrelemişti.643 Chalkokondyles, Macar ve Eflak
kuvvetlerini 47.000 ve 2.000 araba olarak ifade etmiş,644 Zınkeısen bu kuvvet
hakkında 24.000 ile 47.000 arasında değişen sayılar vermiştir.645 İki ordu sabahtan
akşama kadar üstün gelmeye çalışmış,646 Savaş akşam olunca durmuş sabaha kadar
iki ordu savaş düzeninde durdu.647 Seher vakti ile iki ordu savaşa başlamış
Osmanlılar, Macarları dağıtmaya başlayınca Hunyadi Yanoş Osmanlıların
arkasından dolanacağını söyleyerek savaş alanından kaçmıştır.648 Sabah olunca
dağılan Hristiyanlar kaçmaya başlamıştır.649 Varna Savaşında bulunan Kara Mihal
esir edilmiş ve salınmıştır, ancak Çek Ban’ı ve birçok Macar soylusu idam
edilmiştir.650 Yanoş kaçarken Sırp Kralı onu yakalamış, II. Murad’a haber gönderip
yollayacak iken II. Murad salınmasını istemiştir.651 Sırp Kralı Hunyadi Yanoş’u
Macaristan’a para karşılığında teslim etmiştir.652 Kosova Savaşı 24 Şaban 852/23
Ekim 1448 yılında meydana geldi.653 Savaşın neticesinde 7.000 Macar ve Eflak
askeri hayatını kaybederken, Osmanlıların kaybı ise 4.000 kadardı.654
83
Rumeli Beylerbeyi Dayı Karaca Bey komutasında 853/1449-1450 yılında Eflak’a
sefer yapılmış ve Yergögü alınıp Hunyadi Yanoş’un adamı tahttan indirilerek
Vlad’ın oğlu Eflak Prensi yapıldı.655
Bu başarılardan sonra II. Murad oğlu II. Mehmed’i Dulkadir oğlu Süleyman Bey’in
kızı ile 854/1450-1451 yılında evlendirmiş ve büyük bir düğün yapmışdır.656 II.
Murad, hayatının son demlerinde 854/1450-1451 yılında Arnavutluk’a bir sefer
düzenlemiş, bu bölgede bazı kaleler ele geçirilmiştir.657
II. Murad 26 Zilhicce 854/30 Ocak 1451 yılının Cuma günü ava gittiği sırada
rahatsızlanmış Ada köprüsünden658 geçerken Bursa’da bulunan Emir Buhari’nin
müritlerinden birisi ile karşılaşmış ve derviş artık Sultan’ın vaktinin azaldığını
iletmiş ve II. Murad bunun üzerine yanında olan paşalara şahitlik ettirip günahlarına
tövbe etmiştir.659 Öleceğini anlayan II. Murad oğlunu varis tayin etmiş ve
Veziriazamı Halil Paşa’yı aynı görevinde bırakmıştır.660 Rahatsızlığından dört gün
sonra 1 Muharrem 855/3 Şubat 1451 yılının Çarşamba günü vefat etmiştir.661 Vefat
sebebi olarak kaynaklarda farklı sebeplerle izah edilir: sara nöbeti geçirdiği662 ya da
damla hastalığına yakalanarak663 öldüğü şeklinde görüşler mevcuttur. Vefatı
gizlenmiş ve 16 gün sonra 1451 yılında II. Mehmed Manisa’dan gelmiş ve vefat
haberi duyulmuştur.664 Bursa’da yaptırdığı imaretine defin olundu.665 Mezarını
655 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 35a-35b; Anonim, Anonim Tevârîh-i Al-i
Osman (F.Gıese Neşri), s. 77.
656 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 35b-37a; Âşıkpaşazâde, a.g.e., s. 184-185;
Neşrî, a.g.e., s. 304; Rûhî Çelebi, a.g.e., s. 446; Düğün tarihi 853 yılı olarak da verilmektedir. Oruç
Beğ, a.g.e., s. 75; Hadîdî, a.g.e., s. 201-205; Anonim, Anonim Tevârîh-i Al-i Osman (F.Gıese Neşri),
s. 77; Doukas, a.g.e., s. 199-200.
657 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 37b; Oruç Beğ, a.g.e., s. 75; Rûhî Çelebi,
a.g.e., s. 446; Anonim, Anonim Tevârîh-i Al-i Osman (F.Gıese Neşri), s. 77.
658 Günümüzde Edirne Sarayiçi olan yer Hadîdî, a.g.e., s. 223.
659 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 39a-39b; Hadîdî, a.g.e., s. 205-206; Neşrî,
a.g.e., s. 306.
660 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 39b; Zınkeısen, a.g.e., s. 588-589.
661 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 40a; Şükrullah Efendi, Behcetü ’t-Tevârîh
Tarihin Aydınlığında, Haz. Hasan Almaz, Mostar, İstanbul 2013, s. 393; Enverî, a.g.e., s. 39; Anonim,
Anonim Tevârîh-i Al-i Osman (F.Gıese Neşri), s. 77; Âşıkpaşazâde, a.g.e., s. 187; Hadîdî, a.g.e., s.
200; Neşrî, a.g.e., s. 306; Oruç Beğ, a.g.e., s. 75-76; Rûhî Çelebi, a.g.e., s. 446; Zınkeısen Ölüm tarihi
olarak 5 Şubat 1451 tarihini vermektedir. Zınkeısen, a.g.e., s. 589.
662 Doukas, a.g.e., s. 203.
663 Chalkokondyles, a.g.t., s. 220.
664 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 40a; Cenazenin on üç gün saklandığı bilgileri
mevcuttur. Âşıkpaşazâde, a.g.e., s. 188; Rûhî Çelebi, a.g.e., s. 446; Hadîdî ise on gün saklandığını
belirtir. Hadîdî, a.g.e., s. 224; Düstûrnâme-i Enverî’de saklama süresi 15 gün olarak geçmektedir.
Enverî, a.g.e., s. 40.
84
toprağa gömülü olmasını türbesinin dört duvar olup yağmur yağdığında kabrinin
nasiplenmesi için türbesinin üstünü açık bırakılmasını istemiştir.666
II. Murad’ın altı oğlu olmuş, Ahmed, Alaeddin, Hasan ve Orhan II. Murad hayatta
iken vefat etmişlerdir. II. Murad vefat ettiğinde, ölen oğulları dışında II. Mehmed
henüz üç yaşında olan Ahmed adlı bir oğlu bulunmaktaydı.667
Sağlığında II. Murad’ı gören seyyah Bertrandon De La Broquıere, II. Murad’ı kısa
boylu fakat kalıplı, Tatarları andıran geniş bir çehresi olan, büyük ve kıvrık bir
buruna sahip, küçük gözlü, esmer tenli, yanakları sakallı ve tombul simalı bir insan668
olarak betimlemiştir. Aynı şekilde Edirne’de II. Murad’ı gören Pero Tafur onun
hakkında şu bilgileri verir; “yaklaşık olarak kırk beş yaşında olmalıdır, boylu poslu
ve güzel yüzlüdür. Ölçülülüğünden ihtiyatlı, görünüşünden ciddi biri olduğu
anlaşılıyordu.669 İhsanı bol bir kişi olup bolca köy ve toprak bağışı yapar, herkesin
hakkını tamı tamına öderdi670 Yumuşak huylu, iyiliksever, toprak ve para
bağışlamayı seven bir kişi olup savaştan hoşnut değildi.671 Zevk ve sefadan
hoşlanan672 bir kişi olup içki içmeyi sever ve rahatlıkla 6-7 quart/5,5-6 litre şarabı (1
quart= 0,93 litre) içebilecek ölçüde şaraba düşkün olduğuna dair kayıtlar
mevcuttur.673
Savaşlarda kaçan düşmanı yok etmek için hareket etmez, öfkesini kontrol ederdi.674
Yenilenlere elçi gönderip barış istemez, ancak gelen elçilerin önerilerini dinler, iyi
niyetli şekilde huzura kabul ettiği elçileri dostlukla uğurlardı. 675 Yaptığı anlaşmalara
665 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 40b-41a; Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerinde
Tetkikler ve Vesikalar I, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1954, s. 206.
666 İnalcık, Fatih Devri, s. 206-207.
667 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 42b-43a; Neşri, a.g.e, s. 306-307.
668 Bertrandon De La Broquıere, Bertrandon De La Broquıere’in Denizaşırı Seyahati, Ed. Ch.
Schefer, Çev. İlhan Arda, Eren Yayıncılık, İstanbul 2000, s. 239.
669 Pero Tafur, Pero Tafur Seyahatnamesi 9 Mayıs 1437-22 Mayıs 1438, Çev. Hakan Kılınç, Kitap
Yayınevi, İstanbul 2016, s. 149.
670 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 41b.
671 Broquıere, a.g.e., s. 239.
672 Kemâlpâşâzâde, Tevârîh-i Al-i Osmân VI. Defter, vr. 42a.
673 Broquıere, a.g.e., s. 240.
674 Doukas, a.g.e., s. 203.
675 Doukas, a.g.e., s. 203.
85
çiğnemez ve bozmazdı.676 Tüm bu bilgiler ihtiyatlı ve barış yanlısı bir karaktere
sahip olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür.
II. Murad Ebu’l-hayrat olarak anılıyordu.677 Mekke ve Medine’ye yılda 3.500 flori
gönderip, bazı yerlerin gelirlerini Mekke fakirlerine vakfetmiştir.678 Bulunduğu
şehirlerde olan Hz Muhammed’in soyundan gelenlere bizzat kendisi bin flori
verirdi.679 İmar faaliyetlerin de bulunmuş, israfı sevmeyen, malını hayra harcayan
birisiydi.680 Yaptırdığı hayratlarında hafızlara ve tehlilcilere (kelime-i tevhid ile
zikreden kimseler), peygamberler, din büyükleri ve devlet büyükleri için Kur’ân-ı
Kerîm ve dua okuttuğu bilinmektedir681 II. Murad kendisi adına Enam suresinin
okunması için 40 kişi görevlendirmiştir.682 Ergene nehrine yaptırılan 360 gözlü
köprünün başına bir şehir kurdurmuş, buraya pazar, hamam, cami, imaret ve han
yaptırmıştır.683 Bu inşa faaliyeti 850/1447-1448 yılında tamamlamıştır.684 Edirne’de
büyük bir cami, bir medrese, bir darü’l-hadis ve mevlevihane ile Bursa’da bir imaret
ve medrese,685 Edirne’de de büyük bir imaret,686 Edirne eski saray içinde iki köşk,687
Bursa ve Edirne’de kimsesizler yurdu688 gibi birçok hayır ve imar faaliyetlerinde
bulunmuştur. Saltanatının önemli bir kısmının savaşlar ve buhranlarla geçirmiş
olmasına rağmen II. Murad görüldüğü gibi hayır ve dini işleri de ihmal etmen
hayırsever bir padişahtır.
86
III. BÖLÜM
87
III- 1 Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân Aleyhi’r-Rahmet ve’l-Gufrân
[1b] Sultân Murâd Hân Gâzî ki şâhbâz-ı bülend-pervâz himmet-i ‘âlî-i nehmetinün
kebûter-i kişver şikârından ferâğ-ı bâl vardı ve emâret-i mecâzi-i i‘tibârından bî nîyâz
idi. Ol Sîmürğ-ı Kâf istiğnâ nazarından hümâ-yı saltanat-ı Dünyâ’nun perr-i peşşe
kadar kadrî yoğ idi ve ol Hûrşîd-i âsumân iktidâr-ı i‘tibârından âktâr-ı cihânun zerre
mikdârdan âz idi. Müddet-i medîd ve ‘ahd-ı ba‘îd mülk-i ‘Osmân’a sultân olub şadâ-
yı kös mehâbetiyle vilâyet-i Ungurus tolub geh serây-ı pür şafa-yı saltanat da
minkâr-ı mülki kenâr idüb şohbet itdi. Geh meclis-i remzi germ idüb ol bezm içinde
câm-ı hüsâm-ı hûn-âşâmile ‘işret itdi. Meclis kursa sohbetgâhı kenâr-ı cûybâr şimşîr-
i âbdârıdı, bezme otursa öninde devr iden kâse-i hûnbâr-ı ser-i hasım-ı hâkisâr idi.
Mesnevî
Çün gördi ki câm-ı hoş güvâr-ı saltanat ile müdâm-mest olmak olmaz nigâr-ı
güli‘zâr-ı memleket ile ‘ale’d-devâm hem-dest olmak olmaz bildi ki bu gülün
şonında hârı ve ol mülün âhirinde humârı var, her kemâlün zevâlî, her balün nîşî, her
‘ayşun renci, her gencün mârı var dilediği hayâl-i mülk ü mâlile hâne-i teng ü [2a]
Târ-ı kûrde hem hâbe olub ol hârile dil efkâr olmaya, seher-i mahşer olıcak humâr-ı
mül-i mülk ile nergis gibi sergirân kalkub meclis-i ‘araşâtında evkâr olmaya hengâm-
ı bahâr-ı zindegânî şavulmadan gülistân-ı hayât-ı hazân âfâtile şolmadın bâde-i ‘işreti
elden kodı, âb-ı zülâl visâl-i saltânatı ikbâlden el yudı. Sultân Mehemmed Hân ki
ferzend-i ercümendiydi Ma‘nisâ’dan getürdüb tâc-ı dîhimî vâr hazîne ü iklimi ana
teslîm itdi ol cüvân baht u pîr tedbîre cihân gîrlik âyetini telkîn idüb serdârlık esrârını
tefhîm idüb leşkerkeşlik resmini ta‘lîm itdi.
88
Kendüsi ba‘zı havâşş-ı ma‘âlî ihtişâşıla M a‘nîsâ’ya varub ol iklîmde mukîm oldı. Bu
hâl ki nevâdir-i âhvâldendi târîh-i hicretün sekiz yüz kırk yedisinde vukû‘ buldı.
İhtiyârıla hilâfet hil‘atın egininden hal‘ idüb ‘uzlet yakâsına baş çekdi, ferâgat
eteğine ayak tolayub oturdı, kenâr-ı nigâr-ı emâretden iftirâkun meşakkatine
tahammül idüb tâk u revâk-ı saltanat tecemmülüni ortadan götürdi. Halvet-i serây-ı
selvet-i fezâ-yı ferâğa girüb şeb-i tarabda ‘işret çerâğın yakdı, cihândârlık
müzâyakasından cânını halâş idüb gen yakadan temâşâya bakdı.
[Derkenar]
Sene 847.
Mezkûr haber meşhûr olub dillerde intişâr bulub illerde iştihâr bulıcak şadâ-yı kös
culûs-ı şehriyâr-ı cedîdile gûş-ı hûş, âhrâr u ‘abîd tolıcak Karamân oğlı İbrahîm Beg
ki âl-i ‘Osmân’a eskî düşmendür, mekr u âle mecâl buldı fitne u iğvâya mübâşeret
eyleyüb etrâf u eknâf da olan â‘dâ-yı iğvâya meşgûl oldı. Ungurûs’a resûl irsâl idüb
Kırâl-ı menhûsı tahrîk itdi. Eyitdi: ‘Osmân oğlı saltanatdan ferâğat idüb dârü’l-
mülkinden çıkdı, kenara gitdi tedbîr-i hâm idüb bir nâpuhte oğlânı yerine geçirüb
serîrine sultân itdi. Ulu begler anı kiçi yaşda görürler begenüb begenmezler eski
begleri tururken degme kez emrine baş eğüb beg dimezler eyyâm-ı fetretdür hengâm-
ı furşatı fevt itmeyâlım sen anarudan gel ben berüden varayın ‘Oşşmânlu’ya iki
89
başdan ulaşalum dostâne ittifâk idüb düşmeni ortadan götürelüm Ânâtolı benim
olsun, Rûm ili senün olsun mülki iki kardâş gibi üleşelüm.
Kıt‘a
Vılk oğlı deyn-i la‘înün ‘udvân-ı hılkîsi vardı, tahrîkde kendüye şerîk idüb ol iki pür
nifâk ittifâk idüb Kırâl’a ikdâm verdiler. Âheng-i ceng sitîz-i tîz oldı Banlar’un
cânları hevâ-yı veğâyla toldı.
[3a] Küffârun serdârları sîne-i pür kînelerin siper gibi gerdîler gönder gibi baş açub
meydana girdiler Kırâl-ı kadîm ölmış idi, oğlı yerine Kırâl olmışdı. Henüz hâm ‘aklı
nâ tamâm oğlân idi ğurûr-ı şebâb ve germiyyet-i şarâb ve âğvâ-yı âşhâb ol bedrâyı
başdan çıkarub yârdan uçurmışdı. Yânko ki sipâhsâlâr idi, anı ortadan götürüb kendü
yerine oturub Kırâl olmak fikrindeydi. Pes önine düşüb tahtgâhından göçürdi,
Serdâr-ı Boğdân bed gümân, sâlâr-ı Eflâk pür nifâk Sultân-ı İslâm’a cidâl u kıtâl de
Kırâl-ı bed fercâmıla ittifâk itdiler Selâtîn-i taht nişîn, Çîh u Lîh u Çesâr sa’îr kâfir
begleri ne kadar ki var, bu minvâl üzerine nesîm-i makâl idüb ahd ü peymân
Berkitdiler ki, her biri Türk’ile muhâlefetde Ungurûs Kırâlı’na muvâfakat ide. Kimi
kendüyle gelüb murâfakat ide, kimi leşker koşub mu‘âveneteyliye bu niyyet üzerine
cümlesi bir uğurdan hücûm idüb Rûm ili iklîmünden tamâm-ı ehl-i İslâm’ı sürüb
çıkarmak niyyetiyle taşmîm-i ‘azîmet itdiler. Ol bed fercâmlar âhkâm-ı ikdâm da
tamâm-ı ihtimâm idüb cidâl u kıtâle ikbâlleri ebtal-i ricâle i‘lâm idüb ‘azîm-i
cem‘iyyet itdiler Frenk begleri dâhi bezm-i rezmün sâzın düzüb bu ceng âhengine
demsâz oldılar. Mezkûr vilâyeti ğâret itmek ticâretinde mezbûr cemâ‘atile Enbâz
oldılar bunlar denizden yürüyüb anlar karadan kaşd itdiler ki Türk’i götüreler aradan,
çün Ungurûs Kırâl’ı yarâğ u yasâğın kayırub esbâb-ı [3b] cidâl u âlât-ı kıtâl gereği
gibi gördi.
90
Tûna didükleri şûya ki ne Ceyhûn’a benzer ne cûy-ı Âmû’ya irüb ol nehr-i bahr
misâl-i fî’l-hâl iskele urdu Eflâk serhaddinden ol ırâk seddin haddinden geçdi. Ejder
i heft ser mânendi ağzını açdı, kişver-i İslâm üzerine odlar şaçdı.
Beyt
Mâtâra u Şûmnı vilâyetini urdı ğâret eyledi, kadem-i şûmını ne yire ki başdı hasâret
eyledi. Nigbolu diyârın yakub hişârına düşdi anı alımayacak geçdi Perâvâdi’ye üşdü
ol iki kal‘â’yı muhâşara idüb her birinde bir zamân turdı, ceng itdi Müslümânlarun
gözine sûr içini görse küffâr gibi târ u teng itdi. Müslümânlar gözine sûr içini kalb-ı
küffâr gibi târ u teng itdi. Nigbolı’nun üzerinden göçüb gitdükde âna zafer bulmayub
berusine ‘azm itdükde Firûz Beg oğlı Mehemmed Beg ki mezkûr diyârda merzubân
idi. Meydân-ı kârizârda ve hengâm-ı gîrûdâr da sâm-ı nerîmândı, yanında hâzır
bulınan akıncı dilîrleriyle ılğâr idüb seyl vâr irdi hayli küffâr bâşın kesdi ve hayli
diri-i kâfir eline girdi. Çün Mehemmed Hân ol ceyş-i bed-kişün bu hey’et ü pür
heybet ile hücûmın ve Rûmili’ne kudûmın işitdi. Ne tekâlüf çekdi ve ne tevakkuf
gösterdi, fi’l-hâl kıtâle ikbâl idüb ‘azm-i rezmi cezm, aheng-i cenge râst itdi. Dilediği
berk-vâr-ı isti‘câl idüb, hayl-i seyl reftârile düşmen-i bed-girdârı tuta, kenarında
karşulaya tiğ-i tâbdârla nâr-i kârizâri germ idüb, mîğ-i hûnbâr.
[Derkenar]
Haddinden.
[4a] Gerd-i neberdile meydân-ı cihânı şulaya, erkân-ı devlet ve â‘yân-ı memleket
men‘ itdiler. Ârâ-yı cihân ârâ-yı bir yere cem‘ idüb eyitdiler: Bu yana deryâdan dâhi
Frenk-i cenge âheng idüb üzerümüze yürüyüpdür Akdeniz’ün yüzin kara bûlutlar
gibi kırân-ı dûd gökelerle bürüyüpdür, her tarafdan â‘dânun diyarumuza hücûmı var
efvâc-ı bihâr ki revs-i müterâkim oldı, Rûmili cezîresin deryâ gibi ihâta itdiler,
emvâc-ı bihâr havâdis mütelatım oldı.
Kıt‘a
91
Deryâ-yi havâdis oldu pür-cûş
Kenâr-ı bahrde olan karyeleri ve şehirleri Frenk-i neheng âhenk ağzında koyub ol
diyâra zâl yumak olmaz, denizdeki düşmen-i nâgâh karaya çıkmak ihtimâli varken
civâr-ı deryâ bârda havâli-i taht, gâhî hâli komak olmaz, şavâb oldur ki Pâdişâh-ı
kişver penâh deryâ-yı pür-âhvâlün âhvâline nâzır ola, tahtgâh-ı felek iştipâhında
karâr idüb Frenk-i bed girdârun âhenkine hâzır ola, Ma‘nîsâ’ya ulâk gönderüb
Hazret-i Hüdâvendigâr gerdûn-ı iktidârı da‘vet idüb getürde, ‘asker-i zafer şi‘âra ser
i leşker ide o melik-i melek misâl eliyle düşmen-i div hışâlî pâymâl idüb, haşm-ı bed-
fi‘âlün filk-i mülkin felek gibi zîr ü zeber ide, Şehrîyâr-ı kâmkârun nefs-i âkdesinün
nazar-ı haddinde zikr olan fikr-i bikr ma‘kûl olıcak zamîr-i münîrinde ki câm-ı
cihânnümâya nazîr idi, mezkûr rey-ı ‘âlem ârayûn vech-i kabûli zuhûr bulıcak
hüddâm-ı sidre-i mâkama buyurdı âtâsı Sultân Murâd Hân’a nâme [4b] irsâl idüb
hâlî-i i‘lâm itdiler Boğdân-ı Eflâk’un ittifâkıyla Ungurûs Kırâlı’nun Rûmili’ne
hücûmın bildürüb eyitdiler: Mezkûr bed-gîrdârun cidâl u kıtâlde kemâl-i iktidârını
huzûr-ı ‘araza-i pür hubûra ‘arza hâcet yok meşhûr u ma‘rûfdur, bir tarafdan dâhi
Frenk-i bî ferheng cenge âheng itmişdür, ol bed-fi‘âl-i şeytanat hişâlün hâlî
mekşûfdur. Ol iki ucdan hurûc iden leşker-i bî kerânî d e fî ‘atıfe-i ‘inân kişver sitân-ı
Sultân-ı cihâna muhtâc ve ol cem‘-i bî pâyânun tefrîki ve temzîki nohşet-i rikâb-ı
hazret-i bâ-‘izzet- Hâkân-ı Kâmyâb’a mevkûfdur.
Beyt
92
el çekdüm fâriğü’l-bâl oldum ki nîş-i teşvîşle dil-riş olmayam deyüb cevâb virüb
hitâbların işitmedi.
Südde-i gerdûn ‘uddenün hüdâmında Cübbe ‘Âlî Kaşşâb oğlı Mahmûd Beg dimekle
meşhûr bir kişi vardı hayli iş eriydi, maşlahat bitürmekde mikdâm ü ceriydi âhir
mezkûr hidmete ol vardı, ol mütemimlük-i itmâmında ikdâm ü ihtimâm idüb ziyâde
ibrâm ü ilhâm itdi. Vech-i makbûl üzerine ma‘kûl ve menkûl mukaddimâtla Sultân
Murâd’ı ilzâm idüb eyitdi: Eger bu diyârun şehriyârisen külli-i vilâyetüni himâyet
eyle ve eger ra‘iyyet olmağa rağbet itdünise anun hükmüni ri‘âyet eyle Sultân-ı
zamânun da‘vetine.
[Derkenar]
Hüverrahmân Ol târîh de Cübbe-i ‘Ali Kaşşâb oğlu Mahmûd Beg dilîr u merdâne
cür’etinde âkrânları içre bir dâne olub kelâm-ı dürer bâri ma‘nîdâr ve maslahat güzâr
u dîndâr fazl u kemâl ile ihtiyâr faşl-ı nizâ‘ u cidâl de her sözü makbûl-i ulul ihtiyâr
idi. âhir mezkûr hıdmete varmağa ihtiyâr idüb kâr u bârından deyyâr-ı haberdâr
olmaların rahvâr misâl reftar ile leyl ü nehâr seyyâr olub bir rûz-ı pîrûz da Sultân-ı
kâmkâr Hazretlerine bi ‘inayet-i Kirdigâr varub irdi bi-tekellüf serâ-yı Şehriyâr kâr-ı
fermây içine girüb pâ-yı dırâz idüb, içerü girdi hüddâm-ı sidre makâm huzûrlarında
selâm-ı kıyâm ‘arz idüb ne mühimmçün geldüğin bir bir haber virdi. Evzâ‘-i
dilîrânesi hâric-i de’b u edeb olmağın ictimâ‘ yolların sedd itdiler, dergâh-ı cihân
penâh-ı Sultâni’den ikdâm-ı kesîrü’l-ikdâmını redd itdiler bevvâbân-ı dergâh kâşd-ı
pür günâhı Şâhrâh-ı Şehinşâhî’den habîr ve âgâh eyleyüb, İnşâllahü’l-fettâh yârın
‘ale’ş-şabâh gelesin deyü va‘d eyledi. Vel-hâşıl kâşd-ı fâsid hayâle niçe günler yol
virilmeyüb tarîk ü bâb bevvâb-ı kâmyâb kâşd-ı kesîrü’ş-şitâb yüzine sedd eyledi.
Sultân Murâd cihâd-ı mu‘tâd Cübbe ‘Alî bin Mahmûd’un ber murâd idüğün bilüb
mülakâtına rızâ virmedi. Her ne denlü ibrâm u iKdâm eyledi ise kelimâtı ışkâ
olınmayub içerü girmeğe yol virilmedi. Mübâhese-i münâza‘a ider olsa defter-i
kelâm her kılı kırk yarâr idi.
93
Mülk-i hıfz eyle pâdişâh isen
Mesnevî
94
Emr-i şâhîyi tut sipâh isen
Çün Sultân Murâd Hân gûş-i hûşile makâl-i menkûl ki minvâl-ı ma‘kûl üzerine
tahbîr ü ta‘bîr olunmışdı. İşitdi zihn-i selîm ve tab‘-ı müstakiminün muktezâsınca
‘udûl idemedi, teslîm ü kabûl idüb ‘azm-i ğazâ u kaşd-ı cihâdı taşmîm itdi, ihmâl
itmeyüb turdı sefer yarâğın gördi fi’l-hâl Ma‘nîsâ’dan göçdi yil-, isti‘câlile uçdı yil
gibi bir yerde dinlenmeyüb seyl gibi deşt ü derede eglenmeyüb toğrı Gelîbolı’ya
geldi gördi ki boğâzı kâfir gemîleri tutmış oradan geçilmek ihtimâli yok emvâc-ı
bahr-i bî-kerân gibi efvâc-ı küffârla deryânun içi mâl-â-mâl olmış ol kenârda olan
gâzilerün anlarunla mukâbeleye ü mukâteleye mecâli yok oradan geçilmek müyesser
olmayıcak döndi gitdi. Gayrı yerden geçid bulmayıcak Kocâili’ne ‘azm etdi geceyle
Yenice hişâr yapulduğu yerün karşusına varıcak deryâ kenârında bir göke ele girdi
bâzergân gemisiyimiş Sultân-ı ‘âlemi âdemîsiyle bir dem içinde berü yakâya geçürdi
İstânbûl tekvûrı âgâh olub ol gümrâh-ı nâgâh arkurı yola gele deyü Pâdişâh-ı dîn
penâh ihtiyât itdi. Geçidi geçdi kem vakitdi şubh-i makâmda ârâm itmedi mâhile
hemrâh u âsumânıla hem-‘inân olub şabâha dek gitdi.
Nazm
95
gönderdügi bir niçe yüz cebeli kâfir bi-emr-i melikü’l-kâdir ol mahallere irdi. Hazret-
i Pâdişâh-ı vilâyet penâh ol fâl-i ferhunde me’alî fâl-i mübârek görüb ğonça gibi
güldi açıldı, gül gibi yüzi handân oldı. Hakk-ı Tebâreke ve Te‘âlâ’nun ‘avniyle
düşmen-i bed-fi‘âli destgîr ve pâymâl itmesine câzim ü ‘âzim olub hâtırı ‘âtırı tesellî
buldı, çün Sultân Murâd cihâd niyyetiyle semend-i ‘azîmete süvâr olupdururdı,
serây-ı cennet fezâyı râhat-ı âsâya girmeyüb hadem ü haşemiyle Edirne civârında bir
hurrem kazâya kondı. Sultân Mehemmed Hân hakk-ı übüvveti mürâ‘ât itdi,
Pâdişâhâne pîşkeşler ihzâr idüb atası hıdmetine vardı mülâkât itdi ol iki
şehriyârlarıyla kenâr-ı şehr-i mecma‘ü ’l-bahreyne döndi sâ‘ât-i sa‘idde.
[Derkenar]
Olmuş ay gibi.
[6a] Sa‘âdet burcında kırân-ı sa‘deyn ol iki dürr-i şâhvârile dürc-ı saltanat zeyn oldı.
Mes nevi
Edirne civarında birkaç gün duruldı ‘asker-i cerrâr yarâğ u yâtın kendünün ve atınun
esbâb u âlâtın kayurub ve mühimmâtın gördi, kâfir gemileri deniz yüzin tutub berü
geçmeğe yol vermemişdi, ol esnâda İznikmüd diyârında ki reislerinden Kara Rahmân
oğlı Hamza nâm bir ğâzî yigit ortaya gelüb deryâ kenârında nidâ itdürüb ğazâdan
şafâsı olan dilâverlere şalâ-yı ‘âmm itdi. Mezkûr dilâver-i mezbûr yerün meşhûr
dilîrlerinden idi, ol iklîm de bahâdır âdına kim varısa yanına cem‘ oldı. ‘Azim-i
tonanma idüb Gelibolı Boğâzında olan Firenk’ile cenge ikdâm itdi nuşret yelinün
önine düşüb gitdi, Tanrı furşat virüb ol cemi‘yeti tağıtdı, küffâr-ı bed kîrdârun kimin
kaçurdı kovdı, kimin kılıçdan geçürdi kırdı, reh-güzâr-ı ğazâdan ol hârî ayırdı ceyş-i
zafer kîş geldi irdi çün ‘Anâtolı’nun ve Rûmili’nün ‘asâkir-i gerdûn me’aşşir ordû-yı
hümâyûna cem‘ oldı. Ser-i tîz nîzeler ile meydân-ı cihân neysitâna dönüb ol
96
neysitânun içi âşlânlar ile toldı, Halîl Pâşâ, Sultân Mehemmed ile tahtgâhında [6b]
kalub sâîr vüzerâ-yı şâhibü’r-rây ve ümerâ-yı nâşübü’l-livâ ile Sultân Murâd
semend-i ‘azmî zeyn-i cihâdla zeyn idüb hank-ı rezme teng, hazmi teng itdi, feth ü
nuşret ber-yemîn ü taht-ı devlet ber-yâr rûz-ı pîrûzda dârü’n-Naşır-ı Edirne’den
leşker-i zafer rehberle geçüb gitdi, Kırâl-ı bed-fi‘âl ile kıtâle ikbâl idüb ol peleng-i tîz
cenge âheng itdi.
Beyt
Neşr
Şâhî-i sinân-ı rahşân pür tâb olub meydân-ı âsumân şahâbla tolub çîni kalkân ve der
bendi cevşen ile püşt-i zemîn rû-yı çarh berîne döndi, gerd-i siyâh ceng -i tîz gerd-i
sipâhla rûz-ı Rûmî şi‘ârun yüzi çehre-i zengi vâr şebreng olub sipihr-i mînâ günde
âyîne-i mâh-ı mihr tondı, hurûş-ı kös ve âvâ-yı kerre nay ile tâk-ı âbanos pür şadâ
oldu şagîr-i nefîr ile şeş köşe-i küre esîr u gûş-ı çarh pîr toldı, seyl-i hurûşân ve pîl-i
coşân gibi gürûh gürûh leşker-i enbûh deryâ şükûh fevc fevc yürüyüb mevc-i
âhenînle kûh ve şahrânun içini belki hazîz-i zemîn ü evc-i çarh berîni bürüyüb bahr-i
pür aşub gibi çalkâni çalkâni vardı, kûhistân-ı Balkân’a girdi ol tağı, Vikâmçı şuyu
didükleri ırmâğı geçüb Vârna Ovasına irdi, ol şahrâda düşmenile buluşub uğrâşa
kâbil yerde mukâbil turuldı, sancaklar çözüldi, âlâylar bağlandı, savâş meydânı [7a]
tutulub kös harbi uruldi, ğâzîler şufûfınun hutûtu mütevâzi-i tâzîler âvâzıyla ovalar
yâzılar toldı alaberenler tîr ü şimşîre göğüs gerenler istediklerin bulub Hazret-i
Pâdişâh-i hilâfet penâh kalbgâhda kutb vâr-ı karâr idüb öninde yeniçeri bezm-i
rezmün düzenin korudu, şâğ kolunda Rûmîlî’nün sipehsâlârı Dâvud Beg ve şol
kolında Ânatolı’nun melikü’l-ümerâsı Karaca Beg turdu, harbgâhda kalb-ı kalb olub
turdular, meymene ve meysere kalb ü cenâh yeksere düzülüb mübârizler mîğ vâr-ı
coş idüb tîğ-i berk girdâra el urdılar her kişi vaktine hâzır alub fermân-ı Sultân-ı
cihâna göz kulak tutub turdılar.
Beyt
97
‘Alemler kaldırub Eflâk’a bâşı
Neşr
Kâfir dâhi âheng-i cenge hâzır bu cânibden olan evzâ‘ ü etvâra nâzır idi, Alaylar
bağlayub deryâ-yı âhenîn mevcle rû-yi zemîni bürüdi, şahâb-ı ‘Azâb gibi ki yağmurı
zenberek ve tolusi tüfenk ola top ‘arabaların önine tutub yürüdi, cüyûş-ı âhengi
tüfek-i nâvek şikenle yer demür gök bakır oldı âvâze-i zenbûr-ı zenberekle dervâze-i
felekde kuş ü sürüş toldı ‘adüvv- i kîne cû-yı bed-râyun âlây bir demür hişâr idi ki
etrâfındaki süvâr-ı üstüvârı top ‘arabaları idi, geyimlü kâfirler bâzâr-ı kârızârda
açılmış âhenger dükkânları idi, [7b] Ellerinde ki kılıçlar tarbeleri, mâverî topûzlar
miftâhlarıydı.
Beyt
Ol toplar atılub dûd-ı hûn âlûd-ı kara bûlûdlar gibi kubbe-i çarh kebûda ağdı, berk-i
tîğ-i mîğ renkle pür tâb pür-sehâb şark ü ğarbı bürüyüb meydân-ı cenge kân-ı bârân
yağdı, efvâc-ı kûh-ı emvâc ehl-i İslâm’ile gürûh deryâ şükûh küffâr-ı bed-fercâm
meydân-ı kıtâl de bulışub çeng-i çeng ü çengâl-i cidâlle bir zamân yolışub
Akdeniz’le Karadeniz gibi birbirine koyuldu, iki demür hişâr belki iki âhenîn kûhisâr
tokışub cengilistân-ı cidâlde, cidâller nihâli birbirine şokışub merd-i neberdün altında
semend-i tîz-i gerdün sim-i seng rengile yerün berkânı ser â ser şoyuldı ecel
sâkisinün elinde şarâb-ı hûn nâb ile sâğar-ı miğfer toldı kelleler kâsesi devr itdikçe
bezm-i rezm germ olub âheng-i ceng ü sitîz oldı, niçelerün çeng-i sinânıla ney gibi
bağrı söküldi, niçelerün zahm-ı gürz kerânla çeng gibi beli büküldi, meydân-ı
kârizârün kanıla tolmış cûybârınun kenârında âdem başları çakıl taşları gibi dökildi.
98
Kıt‘a
Yânko ki Ungurûs’un Sipehsâlârı idi, ol diyâr küffârınun dilîr-i serdârı idi, Kırâl’ın
şâğ kolından kara tağ gibi kopup Ânâtolı üzerine askerinün689 hücûm itdi ve Kara
Mîhâl didikleri bed-fi‘âl dâhî şol kolından Rûmîli ‘askerinün üzerine yürüdi, ‘arûs-ı
nuşret ile tîğ-i mîğ renk sipâh-ı Şâh zafer penâh [8a] ânun cilvegâhıydı gerd-i
neberdün sahab-ı siyâhından yüzine kuhlî nikâb tutub ol hicâbla dîzâr-ı ferhunde
âsârın bürüdi ol ‘arûsun kühli ğubâr-ı kârizâr ve yîli sinân-ı âbdâr ve âyînesi tiğ-i âteş
tâbdı sefîdâcı ala gönderlerün ak ve aladan bayrakları ve ğâzası ğâzilerinün
börkindeki nâfesi hûn nâbdı güyâ ki ol ‘arûs-ı Ungurûs’un bed-nihâd-ı
horyâdlarından yâdırğândıydı ki onlarun işleri tamâm olub hengâme yerinden
tağılınca yüzin açmayub turdı dâmâd-ı cihâd kendünün üstine ma‘den-i bedenden
alınan cevâhir-i nefîs-i nüfûsu ve kan-ı hayvâniden çıkân yâkût-ı revâni niçe nisâr
ider, gördi gökyüzine kân buhârından çıkan rengin sehâb-ı nev-i ‘arûs fethün
oldı.Yüzine gülgün-i nikâb690 Anatolı ‘askeri Yânko leşkeriyle mukâbele ve
mukâtele idüb kırışdılar, bâzâr-ı kârzâr da biraz dem alışub virişdiler, biri birine
muhkem girişdiler, Anatolı Sipehsâlârarı Güyâgî Karaca Beg dimekle iştihâri vardı,
şavâşda düşüb şehîd oldı beglerinün yânın âd u şânın begler beglerden bir niçesi
şehâdet mertebesin bulub sa‘îd oldu, mezkûr Sipahsâlârı ki meşhûr serdârlarun
biriydi, leşker-i küffârdan bir bed-endîş demür şişle böğründe sancûb düşürdi, nâr-ı
kârızârun teff ü tâbından anun mürğ-i cânın halâs idüb âşhâb ü âhbâbınûn cigerlerin
hasret odıyla bişürdi, Beglerbegileri düşicek Anatolı çerîsî tâğılub gitdi, bir yakadan
Karâ Mihâl dâhî Rûmîli alayın bozub tağıtdı, Pâdişâh-ı kişver penâhun yanında olan
bir niçe bin kulundan ğayrı iki kolunda ne kadar leşker [8b] varısa bâr nâmûs ‘ârî
şaçdılar, şâğından şolından selâmet yakâsın gözleyüb kenâr-ı bâğ-ı kârızârdan geçüb
689 “‘askerinün üzerine” olması gerektiğini müstensih bu kelimelerin altına işaret koyarak belirtmiştir.
690 “Beyt” yazmakta olup bir sayfada bir şiir bulunmamaktadır.
99
tâğ eteğin özleyüb darb ü harbi kovdılar şarpa kaçdılar, râvî eydür: şanğûn çerinün
ucu âhşâma dek geldi Edirne’ye irdi irden kaçanı giceye dek geldi Edirne’ye girdi, ol
seylâb hâdiseden sedd-i İslâm’un insilâmı peyâmın hâs u ‘amme virdi.
Hunâlikebtuliyel mu’minûne ve zulzilû zilzâlen şedidâ [İnananalar orada sınandı ve
şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldılar.]691
Beyt Li-Müellifihi
Çün küffâr-ı hâkisârun âlâyı ki deryâ-yı cihân peymâya benzerdi, ehl-i İslâm’un
kalb-i şalibin merkez-i basîti ârz gibi muhît olub iki kolların aldı, Hazret-i
Hüdâvendigâr-ı kâmkârun ki devrinde âsumân-ı saltanatûn kutbı ve dâîre-i hilâfetün
medârıydı kenârında hemîn kendü kulları kaldı ol ateş-i nihâdlar yâlın kılıçlarile
etrâf-ı Şehriyâr’i âhenîn hişâr itdiler, hayli bâd-ı reftâr haşm-ı bed-girdâra memerr
komayub ol Tâcdârî kemer vâr hâle girdâr kuşatdılar.
Nazm-ı Fârisî
Cüyûş-ı pûlâd pûş haşım-ı âteş nihâd ve bed-nijâdun cümle bir yerden hamlesinün
bâd-ı şarşar te’siri teşvîriyle deryâ-yı pür âşûb maşâff-ı coş idüb etrâf-ı eknâf Sultân-ı
cihân’ı efvâc pür şükûh kâf-ı emvâc alıcak [9a] küffâr-ı bed girdârun ki mızmâr-ı
gîrûdârı şavâş içinde kerr ü feryâdın dilîrlerün başına tar itmişdi mevâkib-i kevâkib
şümârınun ortasında ceyş-i zafer kiş ehl-i dîn meydân-ı âsumânda âhter-i bî kirân
arasında pervîn gibi kalıcak Şehriyâr-ı kâmkâr’un yanında bulınan serdârlar deryâ-yı
mihnet beydâ-i hayretde kalub firârla karârun kankısın ihtiyâr itmek gerek deyü
tedbîr itdiler eks_eri miyân-ı bahr-i harbgâhdan Pâdişâh-ı cihân penâhı alub selâmet
yakâsına çıkmağı şevâb anlayub zu‘m-ı fâsidleri muktezâsınca ol rây hatâyı takrîr
itdiler. Tâyı Karaca Beg ki merhûm Şehzâde Sultân ‘Alâ’ü ’d-dîn’ün hâlîydi sevâd-ı
100
mevkib meymûnı ‘arûs-ı feth-i hümâyûnun yüzinde hâlîydi ol âhvâl-i pür ihvâlün
görüb ol makâl-ı bi me’âl işitdi fi’l-hâl atından inüb Sultân-ı enâmun licâmın tutdi,
eyitdi: Dâire-i İslâm’un kutbısın ber karâr olmak gerek sen merkez-i ‘âlem hilâfetsin
pây-i dâr olmak gereksin.
Beyt
Bugün toğduk bugün ölürüz hepümiz yolında kurbân oluruz biz öninde düşmana
kılıç urub tamâm kırılmak görünüz sen turub bize arka ol yeründen ayrılmak olmaz
eger bu cemi‘yyeti ki yanunda var bi hengâm tağıdasın ğayret-i nâm-ı saltanatı yerde
koyub gidesin emr-i imâret tamâm olur âyrık memleket nizâm bulmaz.
Nazm
Korucu Toğan ki ol zamânda yeniçeri ağası idi. Mezkûr Karaca Begün üzerine
[Derkenar]
[9b] Gelüb baş şâğ olıcak külâh bulunur Pâdişâh halâş olıcak sipâh gine cem‘ olur
Sultân-ı cihân’ı koyvir gîrdâb-ı gîrûdârdan çıksun gitsün deyü ibrâm itdi, merhûm
Sultân ‘Alâ’ü ’d-Dîn senün şumlıgun ucından yoğ oldı, şemâteüni Hazret-i Pâdişâh-ı
hilâfet penâha da mı yetişdürmek istersin deyü çoğ artuğ eksik sözler söyleyüb hınk-ı
harâm ve zerrîn sitâmun licâmın elinden almağa hayli ikdâm itdi, Karaca ana
uymayub beg sözini kulağına koymadu türrehâtına i‘tibâr ü iltifât itmeyüb âdem
101
yerinde komadı, Hazret-i Hüdâvendigâr dahi anun rây-ı rezm arayın muktezâ-yı
hazm idi ihtiyâr idüb turdı, gitmedi âhirin kelimât-ı müzahrefâtın işitmedi.
Kırâl-ı bed fi‘âl çün bakdı gördi haşmınun iki kolları bozulmuş hadem ü haşemden
havâlîsi hâlî kalmış Sultân-ı cihân’ı ve yanında kalan mevâlîsini kendünün deryâ-yı
zemîn peymâ misâl leşkerî ortaya almış ‘arabası içinden çıkdı, düşmenüni başdum
deyü germ oldı, kelle-i pür tâbınun kâsesi şarâb-ı ğurûrıla toldı, ol bed girdâr-ı nâ
bekâr eline berk vâr sinân-ı âteş bârın aldı yedi kerre pey-â pey Hazret-i
Hüdâvendigâr’un üzerine at şaldı her defasında yeniçeri tîr ü bârân idüb
üzerlerinden irdiler, âhir kâr-ı Sultân fermân-ı fermây [10a] buyurdı. Ol bed râya yol
verdiler semend-i bâd- ı pâyla irince gelüb âlây içine girince mecâl virmeyüb fi’l -hâl
atını sinirlediler yıkıldı, Kocâ Hızır dirler bahâdırlık ile ma‘rûf fart-ı hibret celadetle
mevşûf bir yâyâ bâşı ol serkeşün başın kesüb, naîre-i hayâtın âb-ı tîğ-i cihân güşâyla
muntafî idüb, âb-ı zindegânısin âteş-i şimşîr-i şâi‘ka bârla muntağî kıldı, cân-ı bed
fercâmını cehenneme gönderüb, câm-ı endâmını hurd ü hâm itdiler serini sâmânını
göndere diküb, haberî zaferî hâş ü ‘âmme i‘lâm itdiler.
Nazm
Râvi eydür: Ol zamân ki meydân-ı dârûgîrde iki leşker berâber oldı hurûş-ı kös ü
şafîr-i nefîr ve şadâ-yı kerre nâyla zemîn ü âsumân toldı, Sultân-ı cihânun altında
yek-rân tünd ‘inânı burak-i cihân mânendi sıçrayub âteş gibi serkeşlik itdi, resim-i
kadîm-i ‘Osmânî üzerine mihr-i sipihr-i saltanat dik börkle âltûn üsküf giyerdi
başından gitdi nâgehân ol hâl-i mütenekkir vâki‘ olıcak, kulub ricâl-i dehşet-i vahşet
eser tolıcak, kendüsinün hâtır-ı ‘âtırına ğubâr-ı infi‘âl ve gerd-i melâl yürütmedi, fî’l-
102
hâl bî te’emmül-i tefe‘üll itdi, kazâ başımızdan şavuldi bizim efserimüz düşdise
düşmenün serî düşer deyüb Allah’a tevekkül idi. Hem vâki‘-i hâl didüği gibi oldi ol
âhvâl ne fal ki eylemişdi ‘aynî vukû‘ buldı.
Beyt
III-2 Kâfir Leşkerî Sanûb Kırâl-ı Menhûsun Başı Kesüldügi Beyân Olunur
[10b] Çün Kırâl’un başı kesilüb göndere dikildi, kâfir leşkeri beglerinün düşdüğün
bildi ayrık turmağa karârları kalmayub âlâyların bozdılar, târ ü mâr oldılar, atluları
kaçub gitdüler, yayaları ‘arabaları içine toldılar, leşker-i İslâm’un süvârları küffârun
kâçan atlusını ovalarda kova gitdiler, yeniçeri ve ‘azeb ‘arabalar içinde ki yayayı
ortaya alub hisâr itdiler, tâşradan tîr ü bârân idüb, şîrgîr dilîrler şimşîrlerini ‘üryân
idüb içerü girmeğe âheng eylediler, içerüden top ü tüfenk darbuzen ü zenberek atub
taşradağıları biri birine kâtub muhkem-i ceng eylediler, gâh bunlar onlara berk vâr
kılıçlarla hücûm itdiler, gâh onlar bunları şâ‘ika girdâr toplar ile tağıtdılar ol kavm-i
feccârun şimşîr-i âteş bârla sînelerine yâreler açub pür tâğ itdiler.
Beyt
Neşr
Âhir ol bir yere cem‘ olan ‘arabalar içine tolan ceyş-i küffârı ki âhenîn-i hişârdı nâr-ı
kârzârla eritdiler, cûybâr-ı şimşîr-i âbdârla dar-ı İslâm’dan ol çirkî-i şirkî ârtdılar,
‘arabaları ki bozub içine girdiler buldukları kâfire emân virmeyüb kırdılar vâfir-i mâl
ü menâl buldılar, gereği gibi her kişi toyûm oldılar.
Kıt‘a
103
Toldı zanbak gibi külâhı zer
[11a] Yanko’yla Kara Mihâl ki Anatolı ve Rûmili leşkerini başub kova gitmişlerdi,
varub ordûya irişmişler idi, muhayyem-i mükerrem hâlî bulub içerüye girmişler
buldukların ğâret ü hısâret itmişlerdi, dönüb gelişde gördiler ki âhvâl ber ‘aks olub
Kırâl-ı bed fi‘âlün işi tamâm olmış serini s‘aâdeti nişâne-i rümh ü sinân olmış,
leşker-i şeytîn rehberinün işî nâle ü efğân olmış, ol hâlî kalân havâli hayl-i İslâm’la
gine tolmış mukaddemâ gerîz iden ‘asker-i İslâm sa‘âdet-i fercâm kemâ kân kollu
kolına varub sufûf-ı müslümîn evvelkiden yeni olmış, ol iki mel‘ûn-ı şekâvet
makrûn-ı ‘asker-i İslâm nuşret-i rehnumûni kemâkân nâşır u manşûr müşâhede
idecek niçe zamân makâm-ı hayretde hacâlet başın şalub dembeste ü hayrân mânend
sekerân-ı gerîzân oldılar, meger ki bâzâr-ı gîrûdâr germ olıcak, bâd-ı hamle-i küffâr
hâkisârla nâr-ı kârzârü’t-tehâbb bulıcak evvel vehlede akıncı târ u mâr olmuşdı, ol
odun ki dûdıyla kubbe-i çarh kebûd-ı âsumâna boyanmışdı, tâbından ürküb gerîzân
olan şîr-i jiyânlarla kenâr-ı kûhisârdaki pîşe zâr tolmışdı gen yerden tengnâ-yı cenge
nazar idüb hâzır tururlardı uğrâş yeri önlerindeydi, şavâş niçe olduğun görürlerdi
Sultân-ı ‘âlem bir yüce yeri makarr idünmişdi, ardında ‘alem zerrîn seri âfitâb-ı enver
gibi tâb ururdı.
[Derkenar]
Lerzân şahh.
[11b] Ol zerre vâr târ u mâr olan leşkerün gözlerine ziyâsı ire tururdu sancak-ı nûr
bayrak dibinde çalınan şûr-ı safîr-i nefîr âhenîn kösün âvâzesi ki dervâze-i tâk-ı
âbonosa tolmış ve âfâk-ı ‘âlemle pür olmışdı dem-â-dem kulaklarına gire tururdı,
Kırâl’un başı kesilecek âlây tağıldığın gördiler her birisi köşeden çıkub seyl-i revân
gibi yürüdiler evvel târ u mâr olan leşker-i bî şumâr katâr-ı emtâr gibi dökülüb geldi,
bir araya cem‘ oldı, fevc fevc ‘asker-i cerrâr mevc mevc irüb meydân-ı kârzâr ol
deryâ-yı cihân peymâyla gine toldı, bâd-ı demân gibi şahrâya inüb bahre dökülür
nehirler gibi mânendi ceyş-i zafer kîşe koyuldılar, melik-i melek hısâlun ordu-yı
104
deryâ nevâline her tarafdan cûyân-ı cûy misâl olub zebân-ı hâlle bu makâlı güyâ
oldılar.
Yânko yânında olân küffâr-ı hâksârla tekrâr kârzâra ikdâm itmişdi, âlâyını bağlayub
mevâşını başından tutmağa ihtimâm itmişdi, âmma gördi ki gitdikçe ehl-i İslâm
çoğaldı turub ceng itdükce etrafını ğâziler âldı, nâçâr hevâ-yı gîrûdârı terk idüb kâr u
bâr-i rezmi saçdı, kenâr-ı halâsa ‘azm idüb şavâş yerinden bâşın âldı kaçdı, ğâziler
başına üşüb [12a] tâzılarla ârdına düşüb ovalarda yazılarda haylî zamân kovdılar,
hayl ü haşemin kırub tağıdub târ-ı kahrla bağrın pür dağ idüb, ol l‘aîn hodbînün dâhî
burnın ovdılar, ol şavâşda hâzır olanlardan uğrâş-ı âhvâline nâzır olanlardan şöyle
menkûl dür ki: Kâfirün ‘askeri tamâm seksen âlây idi, her gürûh kûh-u şûkuhı bâşka
bir deryâ-yı cihân peymâydı, ol bed râylarun âlâylarınun bir ucı Vârna şahrasında bir
göl vâr ânun bâşında ve bir ucı Tobrıca Tağında idi, Çih ‘askeriyle Kara Mihâl ve
Eflâk leşkeriyle Yânko Kırâl-ı bed fi‘âlün biri şolunda biri şâğındaydı deryâ gibi ol
şahrâya tolmış ğavğâsı fezâ-yı semâya pür olmış ceyş-i mücâhidîn kiş-i câmidünün
yanında şehr civârında köye bahr kenârında cûya benzerdi, ol ‘asker-i pür şalâbetün
mehâbetinden ğâzîlerün ellerinde ki gönderlerün bayrakları hazân yaprakları gibi
lerzân olub bindikleri tâzılar âb-ı revân gibi ditrerdi, küffâr-ı bed girdâr elinde leşker-
i İslâm-ı zafer encâm tamâm-ı makhûr olub hâlleri mükadder olmışken Hakk Te‘âla
kemâl-i lutf u ‘inâyetin izhâr idüb manşûr u muzaffer itdi ceyş-i bed kîş haşım-ı fâsid
endîşün cem‘iyetin şöyle tağıtdılar ki, mezkûr diyârda ânlardan deyyâr kimse
kalmadı.
Hikâyat ricâl-i ğaybun ki erbâb-ı cihâda hengâm kıtâl ü eyyâm-ı cidâlde imdâdları
çokdur, ol âşhâb-ı şofa-i şafânun
105
[12b] Tullâb-ı ğazâya veçh-i imdâdlarında hicâb-ı reyb yokdur, ‘avn ü şavnı
sebebiyle nâîre-i fitne muntafî olub ol ehl-i fesâddan mezkûr dârda bir nâfih nâr
kalmadı.
[Derkenar]
Hüdhüd Sinân Beg âşhâb-ı ricâl hakkında Sultân Murâd ğazâ âmâlden şıdk-ı makâla
şâhid-i hâl rivâyet eyledüğüdür.
Beyt
Her kaçan ki şohbetde âşhâb olur onlarun muşâhabetleri hicâb olur çün meclis-i
halvet ola ol bezm-i rezmün harîflerinün şuretleri gözüme gözü ki gelür ol hey’et-i
106
pür heybet ile misâlleri hayâlimde nakş olub zevkî şevkî ‘aklımı alur ‘akl gidecek
bedende kuvvet ü kudretmi kalur.
Beyt
Vüzerây-ı harb zen ve ümerây-ı şaff şiken huzûr-ı pür hubûr Şehriyâr-ı kâmkâr ‘ıyd-ı
sa‘îd cihâdı mübârek bâde geldiler, zemîn-i bûs idüb rikâb-ı hümâyûnına bâş urdılar
ol sûr-ı pür sürûrde Pâdişâh-ı ‘âlem penâhı mesrûr görüb Tûrahân Beg ki Tokât
zindânında mahbûs idi, suçu ‘afv olunmasını dilek idüb şefâ‘at makâmında şürâ‘at ü
ibtihâl üzerine turdılar, zebân-ı ibtihâl ile ol emvâlün husûlün iltimâs itdiler, lisân-
hâl ile ma‘ânî-i ‘afvun beyânın idüb bir sürçen atun ayağı kesilmez dediler.
Mes nevi
Neşr
Sultân-ı ‘atâ-i bahş ve hatâ bahşâ erkân-ı devletün ve â‘yan-ı saltanatun murâdların
hâşıl idüb gönüllerin şâd itdi, mezbûr mağzzûb-ı menkûbı ki ânâ Şehriyâr dost nevâz
ve düşmen güdâzun sebeb-i ğazabı neydüğü yerinde.
[Derkenar]
Çün bâzâr-ı kârzâr tağıldı şavaş ahir olub kâfirlerün tutulanı tutuldı, öleni öldi.
Hezîmet işi bitdi, ğâzîler ğanîmet âşın yediler, biri birine sûr-ı sürûr bahş-ı nuşret
mübârek olsun didiler, ba‘dehü ordû-yı cihân pûya varub vüzerây-ı harb zen.
[13b] Mezkûrdur âzât itdi, ândan şonra Sultân Murâd Keyvân-ı kîn ve Behrâm-ı
intikâm hengâm-ı cenk de nâm ü nengiyle virüb firâr iden begleri tağyir ü ta‘zîr
107
itmek istemişdi, meydân-ı şimşîr zenler ârâsında zennâne deprendükleri içün ol bî
ğayretlere ‘avrat tonın geydürüb teşhîr itmek istemişdi, mezkûr vüzerâ-yı kirâm ve
mezbûr ümerâ-yı ‘izâm onlarun dâhî günâhlarına ‘özür hâh olub şefâ‘at itdiler
pâdişâh-ı ‘âlem penâha ki menba‘ lutf ü kerem ve mecma‘ mahâsin-i şiyem idi,
ölarun dâhî sûçun bağışladılar.
Şihâbü’d-Din Pâşâ’yı Eflâk ilinde Yânko la‘în başdukda eski beglerün ekseri şavâşda
ölmişdi, bu d e fa uğrâşda kaçan begler ve şûbâşılar yeni yetişmiş henüz ileri gelmiş
ser leşker olmuşdı, darb-u harb kolayın bilmezler iş görmüş tecrübeye mâlik olmış
değiller idi, maşâff yâzında ceng ü harb bâzısın kurmuş değiller idi, onlar ki nâm ü
neng ehli eski begler idi, ceng yerinde gedüklerin beklerler idi.
Beyit
Neşr
Savâş meydânında kâçmayub şem‘-i nûr pâş tiğ-i derpâşa pervâne vâr kendüleri bî
dirîğ urmışlardı âlâyları bozulub yoldaşları târ u mâr oldukdan şonra Hazret-i
Hüdâvendigâr’un yanına cem‘ olub turmışlar idi, Şihâbü’d-Din Pâşâ ve Evrenos Beg
[14a] oğlı ‘Îsâ Beg, Turahân Beg, Ömer Beg ol şavâş meydânında bâşın ele alub
uğrâş gözliyen serdârlardan idi, Minnet oğlı Mehemmed Beg ve Emîn Beg ve Sinân
Beg ve Şâdî Beg ve ‘Ârab Beg bu nâmdârlar dahi hengâm-ı gîrûdâr da ileri turan cân
sipârlardan idi.
Râvî eydür: Yânko’yla Kara Mihâl Anâtolı ve Rûmîli ‘askerîn tağıdub leşker-i
İslâm’un iki yânın aldıkda Kırâl-ı bed fi‘âl kendü âlâyında olan div nijâd ve pulâd-ı
nihâd küffâr-ı bed girdârla otuz bin nefer vârdı, at şaldıkda Hazret-i Hüdâvendigâr
gerdûn vakârun medâr-ı hilâfeti dâîresinde süvâr-ı kârzâr ancak bin mikdâr kalmışdı
âmma her birisi hezâr merd-i naberd de yüz çevirmezdi, belki yolunda cânın fedâ
idüb bâşın ele almışdı öninde yeniçeri ve ‘azeb pür sâz ü seleb on bin vârdı, ânlar
yüze yüz olub durmışdı şaflarını müretteb âlâyları ber karâr-ı üstüvâr idi, bu
cümleyle Kırâl âlâyınun yedi kerre hamlesin redd itmek ol deryâ-yı bî kerânun
108
hâristân ve hâşe-i peykânla yolın sedd itmek kuvve-i cesed işi değül idi, belki kudret
i Samedânî esiriydi, bu hark-i ‘âde ol Sultân kerîmü’ş-şân kerâmet nişânun ‘alâmât-ı
vilâyetiydi.
Beyt
Neşr
Haber-i zafer Şehriyâr-ı kâmkârı diyâr-ı Rûm da olan hâss u ‘âmme [14b] belki
tamâm-ı ehl-i İslâm’a i ‘lâm itmekçün feth nâmeler yazılub gönderdiler, etrâf-ı
memalike ve eknâf-ı mesâlike beşâret nuşretini irüşdirmekiçün müftiler gidüb ‘âlem-
ı hılkatun mâtemin sûra ve ğan-ı sürûra döndirdiler haber-i feth ferah-ı fezâ ve terah
zedâ ki vardı, Edirne’ye irdi Sultân Mehemmed Hân dilşâd olub varan berîd-i sa‘îde
bî kerân müjde gânîler virdi, yanında olan hadem ü haşemün ki cân başlarına
şaçırmışdı, cism-i mürdelerine tâze hayât girüb dirildiler, kîş-i buğât ceyş-i ğazâtı
tağutdı, hayl-i cerrârla seyl vâr geldi yetdi, deyü havf idüb tağılanlar gine dirildiler,
sâbıkâ-ı i‘lâm olunduğı üzerine şavâş günün âhşâmı Edirne şehrine ‘asker-i İslâm’un
İnhizâmı haberi gelmiş irmişdi ol gice hâs u ‘âmme tamâm-ı ıztırâb düşüb ol haber-i
şerer eserinden içlerine tâb düşüb â‘yân-ı şehrün ekseri tâşınub Dîmetoka hisârına
girmişdi. Yârındâsı Kırâl’un bâşı gelüb sûrun içi tâşı sürûr toldı, halk mesrûr olub
geceleri kadr-ı sa‘îd gündüzleri sûr u ‘ıyd oldı.
Beyt
Tâ bekerd ân angoştari
[15a] Üç gün üç gice tamâm-ı şehri tonatdılar, düğün evi gibi için tâşın ziynet itdiler,
sürûr-i ‘arûs gibi pîrâste oldı dükkânlar taht-ı kâvus gibi ârâsta oldı, sokaklarda
çarsularda köşe köşe oturuldı, herkes ‘ayş-ı nûşa meşğûl oldılar, yasâk götürüldi
Kırâl’un bâşın alub Bursa’ya iletdiler ol şehrün dâhi için serâser ziynet itdiler,
109
Anâtolı’nun ve Rûmili’nün içi şenlik tolub başdan başa ziynet oldı, ol vilâyetde bir
müddet erkek ve dişi her kişinün işi ‘ayş ü ‘işret oldı.
Hazret-i Hüdâvendigâr furşat-ı İslâm’un beşâreti i‘lâm içün ‘Arab Beg’ini Sultân-ı
Mışr’a gönderüb bilesince şavâşda tutulan küffârdan birkaç geyimlü kâfir irsâl itdi,
ol diyâr dâhi sürûr hubûrla toldı, hâs ü âmmî tamâm-ı mesrûr oldı Haleb’ün ve
Şâm’un ağniyâsı ve cümerâsı karşu çıkub her birinün melikü’l-ümerâsı ‘Arab
Beg’ine karşu gelüb istikbâl itdi, Mışır’a varıcak Sultân çok ihsân idüb envâi‘
ri‘âyetler eyledi, mukaddem-i mükerremine rağbet gösterüb hayli ‘izzetler eyledi, ol
cihâd-ı ekberün haberi bilâd-ı İslâm’da her ne yere ki irişdi ehl-i İslâm şâd oldı
gönülleri sürûr-ı hubûrla toldı, ‘Arab ü ‘Acem, Türk ü Deylem begleri hep sevindiler
âra yerde hemân Karâman oğlı mâtem zadeler gibi kâra yâslû oldı, âl-i ‘Osmân’a âbâ
‘an cedd-i mevrûs hasedi vardı, [15b] cesedi hased-i mücessemdi deseler yarâr idi ki,
dâîm izhâr-ı habâsete cüz’i bahâne ârâr idi, habâs et-i nefs bir mertebe de ğâlib idi ki,
ifâli ne kâfire Müslime yarâr idi.
Mezkûr cihâd meşhûr ki misl-i sâîr meseli dillerde dâir ellerde zâhir olub adı âfâka
toldı, Târîh-i hicretün sekiz yüz kırk sekizinde receb-i müreccebün yigirmi
tokuzunda se şenbe güninde vukû‘ buldı. Savâşdan şonra uğrâş yerinde üc gün
turuldı, kâfiri kovâ gidenler dönüb gelince oturuldı Şihâbü’d-Dîn Pâşâ Yânko’yu
kovub ardınca gitmişdi, nahçîr kovâr şîr gibi ardına uyub vâfir-i kâfir âlı koyub
kimin kırub kimin esîr itmişdi dördüncü gün Şehriyâr-ı kâmkâr göç itdi, leşkere
destûr virüb Sa‘âdetle geldi, Edirne’ye gitdi, şehrün ağnîyâları Sultân Mehemmed
Hân Şehriyâr-ı ğazâkârı karşulayub menzil meymûnına getürdiler otâk-ı hümâyûnı
bâğlar kenarında lâle vâr kurulmuşdı, ol bahâr-ı ferhunde âsârı gülizâra yetürdiler,
birkaç gün sarây-ı rahât fezâyına girmeyüb mühimm ü mükerreminde mukîm oldı.
Sultân-ı ‘âlemün ki câ-yı pâyı nâvek-i felek idi, makdem-i mübârekiyle ol taraf-ı
110
şeref buldı Sultân Murâd Hân ki ihsânda zamânun hâtemi idi, miyân-ı ‘adlün kemeri
engüşt-i keremün hâtimiydi, ihsân-ı bi kerânınun seyl-i revânın nehir gibi şehr içine
akıtmışdı, kâdı-ı ‘adli ile kendüden halkı râzı hüsn ü hulkı
[Derkenar]
Sene 848
[16a] Huyından hoşnûd itmişdi bây ü yohsûl devâm-ı devletün du‘âsına meşğûl idi,
kabûl-ı âmmeyle kalûb enâmda tamâm-ı makbûldı âsâr-ı siyâsetiyle külhan-ı cihân
gülşen olub silk-i milk hüsn-ı nizâmla intizâm bulmuşdı envâr-ı riyâsetiyle vech-i
‘âlem rûşen olub, ümerâ ü fukarâ âsûde hâl ve fariğü’l-bâl olmuşdı.
‘yân-ı şehr ve erkân-ı dehr ol zıll-i Hüdâ’nun sâyısı ki sevâd-ı ‘Ayn ‘âlemdi
üzerlerinden bir dem irildüğin dilemezlerdi ulu, kiçi kendüleri koyub gitdüğine hiç
râzı değüller idi, ol hânı cân gibi içlerinde nice âlı koyacakların bilemezlerdi, Halîl
Pâşâ ki ol devirde müşîr-i şâhib tedbîr-i vezîr celîlü’l-kadir idi, vücûh-ı haşem rûşen-i
hadem ve â‘yân-ı erkân dîvân ortasında şadırdı, zamânında bisât-ı hükûmetün bast ü
kabzı ânun kabza-i taşarrufuna merbût idi, Sultân’un feyz ü ğayzı ânûn taşarrufuna
menût idi, cenâb-ı kâmyâb Şehriyâr-ı ma‘dilet nişâb-ı ihtiyârıyla cihângîrlik
rikâbından âyâk çeküb ‘inân-ı kişver sitân saltanatı elden kovduğına rızâsı yoğdı, sâîr
erkân-ı erbâb dîvân ve âşhâb keyvân mekân dâhi [16b] Sultân-ı cihânun gine
makâmına gelmesin isterlerdi, âmmâ bu bâbda cümlesinden ânun ihtimâmı ve ikdâmı
ârtûğ idi, her gece bu sevdayla yaturdı ki ol mâh-ı âsumân bâr-ı gâhı nice tedbîrle
serîrine göçüre her seher gâh bu hevâyla kalkar dı ki, ol mihr-i sipihr tahtgâhı ne
râyla yerine geçüre.
111
Bu fikriyle olmışdı dil-figâr
Leyl ü nehâr efkârı ol kâre mevkûfdı şubh u şâm ihtimâmı bu işe maşrûfdı ki,
Pâdişâh-ı ‘âlem penâh rây-ı cihân ârâyın tahvîl ide, dımâğındağı hevây-ı ferâğati
sevdâ-yı saltanata tebdîl ide, telh-i şîrîn mevâdd-ı terhîb ü terğîbe imtizâc virüb,
nabzın tutub mizâcına göre şerbet virürdi, kâh tağlîz ü kâh taltîfle vahşet engiz
ihtimâlleri hayâline ilkâ kılub kalbine dehşet virürdi eyidürdi: Sultân Mehemmed
henüz hâmdur mekr-i eyyâmdan ğâfil-i fikri nâ tamâmdur, kuşûr-ı tâmmülden
nâkışü’l-‘akıl olanlarun puhtesine mağrûr olub hevâ-yı âğvâya uymak ihtimâli var
nakş-ı itâ‘ti ki nakş-ı muhabbetle nefs-i bünüvvet sebt olmuşdur, âb-ı ‘işyânla
yuyulmak ihtimâli var âhkâm-ı saltanatda âhkam-ı saltanatda692 istiklâl ki kemâl
maksûddur, âtânun vücûdı anâ mâni‘ tâmdur ânun eyyâmında ol murâd hâsıl olmaz
ol varıken [17a] sana i ‘tibâr itmezler begliğün karâr bulmâz deyen iblislerün telbisine
câîz dür ki, tâbi‘ ola şûret-i şalâh da olan ehl-i fesâda uyub mâdde-i hukûk übüvveti
zâyi‘ koyub câdde-i ‘ufûka kadem başmağa ikdâm itmeği nefs-i hodkâmun
makşûdına mülâîm yola gitmek ol tab‘-ı reşîdden ne kadar ba‘îd ise de muhtemel dir
ki, vâki‘ ola melik-i ‘akîm ü felek âbiste est bu yüzden sözleri şol kadar söylediki,
Sultân-ı fermân fermây rây-ı cihân ârâyından mütehavvil oldı. Ol mihr-i cihân gîri
gine serîrine geçüb Sultân Mehemmed Hân’ı M a‘nîsâ’ya eski yerine göndermeğe
mâil oldı.
Beyt
112
infi‘âlle tolub eyitdi: Evvel el-fikr-i âhirü’l-amel kavliyle ‘âmil olmâk yeğdi,
‘aceleyle ‘amele mübâşir olmadan evvel fikir idüb ‘âhir amel itmek yegrekdi,
saltanat âhvâli bâzîçe-i etfâl değildi çün bizi âhir gidereceklerdi, evvel getürmek
gerekmezdi hâme-i tedbîr hâmle kârhâne-i milkde bu taşvîr olmak gerekdi. Çün oldı
âyrık ânı hakk gerekmezdi ol nâr-ı müskir ki cânını pür tâb idüpdururdı, kankı
mekkârün fikriyle yanduğun tuydı eline furşat giricek ayağı saltanat makâmına
irecek intikâmın âlub [17b] yerden yere çalup oçağına şûlâr koydı.
Beyt
Çün Halîl Pâşâ Şâhzâde-i cüvân bahtı ki bostân-ı sa‘âdetde serv ü âzâdeydi, saltanat
serîrinden irdi, ol ki ârâyış tâc ü ziynet-i tahtdı, gine serîrine geçürüb murâdına irdi,
bu kez Şihâbü’d-Dîn Pâşâ’ya göz diküb dilediği ol şem‘-i pür tâb cem‘-i âşhâb-ı
kâmyâb-ı Şehriyâr’i ortâdan getüre nefs-i mekkâr höd kâmınun hicâb-ı zulm
izdihâm-ı efkârına girüb hadem ü haşem Sultân-ı ‘âlemden bi ihtişâm otura, bu
niyyet üzerine yeniçeriyi tahrîk idüb, muhârrefetine ıztırâb verdi ol cemâ‘at mezkûr
Pâşâ’yı öldurub evin ğâret itmekçün yarâğa girdi bahâne bunı itdiler ki Ungurûs’a
gitdükde Eflâk ilinden geçüb ol diyâra akın itdikde tedbîr de tatşîr idüb yok yerden
ço yoldâşımuz kırdılar onlarun intikâmın âluruz deyü âd itdiler, Şihâbü’d-Dîn Pâşâ
kaçdı, serâya düşdi, evin başûb esbâb-ı haşmetin ğâret idüb, kâr u bâr hırmenin
tâğıtdular.
113
Şehr içinde kopdı âşûb ü fiten
Neşr
‘İşyâna bünyâd uruldı deyü içlerinden bir niçe bed nihâdları vârdılar zindân kapusı
yıkdılar bu fesâdları idecek cem‘ oldılar şehrün üsti
[Derkenar]
[18a] Yanında bağlar içinde bir depe var ânâ çıkdılar, ol zamânda İstânbûl’da bir
mechûl-ı mec‘ûl vardı, Yıldırım Hân evlâdındanım deyü ili aldardı anun yanına
giderüz deyü âd itdiler bu kerre âşlı ile fesâda bünyâd itdiler. Çün Sultân Murâd ol
haberi gûş itdi, ğazab idüb hışmı deryâsı cûş itdi eyitdi: Eğer şehri ü ger dehri her
114
kim yeniçeri bâş getüre kûmâşını kendünün bilsün dilerse börküni geyüb cihetine
mutaşarrıf olsun anun yerinde kâpumda tursun hidmet kılsun Sultân-ı cihânun bu
fermânın hâs u ‘âmme i‘lâm itmekçün münâdiler nidâ itdiler, etrâf-ı şehirde ve ol
yörede olan fürâde ve âhrâr ü ‘ibâde zikr olan ihbârı işitdiler yeniçeriye havâlisinden
havâle olub furşat gözetdiler halvet yerde buldukların mecâl virmeyüb fi’l-hâl el
uzatdılar, âvâre yalnız gördükleri yeniçerinün ardına düşdiler, ol gün âhşâmadek çok
yeniçeri telef oldı kûmâşları ve bâşları evbaşlara ‘alef oldı.
Kıta‘
Neşr
Çün ol bed nihâdlar hatâ itdüklerini bildiler fesâdlar ne nâdim olub ‘inâd yolundan
rücû‘ kıldılar il altından Halîl Pâşâ’ya haber gönderüb eyitdiler: Bizi sen başdan
çıkardun ne çâren varısa eyle sebîl-i dalâle ve meslek-i pür mehlekiye kûlâvuzlayub
bunca yoldaşdan çıkardun [18b] ne çaren varısa eyle Pâdişâh’dan bizüm günâhımuz
dile nice i‘tizâr idersen it, evvelâ kim istiğfârımuz kabûl kıla Halîl Pâşâ’ya ki bu
müşâcere anun semere-i tedbîriydi, bu teşvîr ki halka teşvîş virmişdi, anun tezvîri
tesîriydi, mezbûr haber varub vuşûl bulıcak ol şer işi hayra tedbîl itmeğe ihtimâm
itdi, dergâh-ı felek misâle varub Pâdişâh-ı melek hışâlün kaşdın tahvîl itmeğe ikdâm
itdi, eyitdi: Ol cemâ‘at ki bu cinâyeti etdiler, Hazret-i Hüdâvendigâr’un bî minnet
hidmetkârlarıdur meydân-ı veğâda öninde turub tîr-i belâya ve şimşîr-i kazâya
sînesin siper iden cân sipârlarıdür kuşûr-ı saltanata âhenîn sûr olupdururlar onları
kahırla tedmîrden telattufile teshîr yeğdür, her şana‘t âletîyle işlenür bâzergân sîm ü
zerle bâzirgân beg leşkeriyle begdür bir sürçen atun ayağın çalmamak gerek ulular
kiçilerün sûçına kâlmâmak gerek.
Beyt
115
İşi kemterlerün sehv-i hatâdur
Neşr
Bu cins mukaddemât-ı âhsen eşkâl üzerine tertîb virüb ol bâb-ı mustatâbdan bir niçe
faşlü’l-hitâb olacak makâle gîrüb Sultân-ı cihân ve kahramân-ı zamânun şiddetin ve
hiddetin kesr itdi, leb-i ğazabı sâkin olub hışm-ı haşemi tâğıldı, ol bî bâkları helâka
müşrif itdikten şonra gine merhametiyle ihyâ idüb mezîd-i ‘âfiyet ile müşerref kıldı,
tabı‘ latifi ihsân üzerine mecbûl idi, in‘âm-ı ‘âmmî havâss ü ‘âmme mezbûl idi, ol
[19a] â‘detün tebdîl ü tağyîr itmeyüb isâ’etleri mukâbelesinde ihsânla mezkûr
cemâa‘ti şermende itdi, le’imliklerine kalmayub anlarunla kerîmler mu‘âmelesin itdi,
âzâd olanların tekrâr lutufla bende itdi, her birinün vazîfe-i yevmiyyesine nışf dirhem
ziyâde oldı, geldiler gine makâm-ı hidmetde turdılar, ol sebebden halk-ı ‘âlem
mezkûr mahalle ki bunlar ânda ictimâ‘ itmişlerdi, buçuk depe deyü ad verdiler.
Şihâbü’d-Dîn Pâşâ ki vezîr-i âzam ve debîr-i mükerrem idi, divân-ı âsmân nişânda
biraz müddet-i vezâret itdikten şonra Rûmili Beglerbegiliği dâhi âna verilmişdi, hem
vezîr hem beglerbegiydi Filibe’de ‘imâreti ve medresesi var, Edirne’de Tûnca
şûyınun üstinde Sarâçlar köprüsi dimekle ma‘rûf-ı mezkûr köprüsi var, ol cisr-i
‘azîmi dâhî ol yapdurupdururdı, şâhibü’l-hayrâtdı zamânında olan beglerün yekiydi,
gerçi tavâşîydi âmmâ iş eriydi, ve merd-i naberd serdârlarun bâşıydı, vücûh-ı
haşemün Sultân’un çeşm-i cihân beyni engüşt germ hâtimünün kâşıydı, zikr olan
eser-ı hayrı ki rûh revân-ı revân kereminün miyânında kemerdür, yevm-i âhiretde
nâr-ı cehennem geçüb gülizâr-ı na‘îme varmağa memerrdür, âfâkda çifti yok tâkdur
bünyân-ı metîn ve erkan-ı rekînle zamânede nişâna ve cihânda meşhûr âfâkdur, bu
116
lisân deri ü ‘Arabi nazm olan dürer ânun binâsınun ibtidâsı [19b] ve intihâsı târîhinde
mezkûrdur. Târîh-i binâ-i cisr.
Şehriyâr-ı kâmkâr fâtih-i şehr ü diyâr Sulttân Murâd Hân ‘âlî mikdâr ol senede ki
gine tahta geçdi, kış hengâmında leşker-i zemistânun kâr-ı bâr gülzâr ü bostânı ğâreti
ve bâğa ve râğa kemâl-i hasâratı eyyâmında ki berf ile taraf-ı semâ sîm olub âhen
gibi rûy-ı zemîn sengîn olmuşdı, ğamâm-ı kâkum fâm-ı sincâb gün nâfe-i rûy siyâh
rengîn bulmuşdı, Mora diyârına ki hevâsı germ ü sîr ve otlu şulu yirdir sefer eyledi,
leşker-i bî kerânla ol kenârda olan küffârı kahr itmeğe gitdi, nâhiye-i Mora ki bir
vilâyet-i ma‘mûredir cezire-i misâl deryâ-i muhît olub etrâfını almışdı, eknâf ü
havâlîsi Akdeniz’dür cânib-i şimâlisinde tahminen hemîn altı mîl mikdârı kâra
kalmışdı, ol âralığa kâfir bir germe çekmiş bülend-i üstûvâr yer yer Frengi bârûlar
yapmış [20a] yapmış her biri bir muhkem hişâr ol sûr-ı ma‘mûrun içinde mezkûr
diyâr mahşûr olub mahşûn ve memûn olmışdı, il gün ol sengîn burclar ardında kalub
dürc-i metîn içinde dür gibi meknûn olmuşdı, ‘imârete kâbil olmağın ol vilâyet hayli
şinelüb içi âdemle tolupdururdı, müstakil şehriyâri vardı, hayl ü haşemiyle ol havâli
memlû olupdururdı, Hazret-i Hüdâvendigâr leşker-i cerrârla manşûrla çün vardı,
mezkûr kişvere irdi, ol diyârun küffârından taşrada kimse kalmayub cem‘ oldı,
germenün içine girdi, bunlar germeyi bozûb içerü girmeye ikdâm idecek onlar
mukâbele itdiler, iki tarafdan top-ı tüfek ok ü zenberek yâğmûr gibi yâğûb muhkem-i
mukâtele itdiler, âhir ceyş-i İslâm ğâlib-i manşûr olub kîş-i ‘anîde-i âşnâm mağlûb
ve makhûr oldı, bir niçe yerden ol germeyi yıkub gedüklerinden içerü hayl-i cerrâr
seyl vâr koyuldı, ol kenârlarda olan hişârlara kaçub girebilen kâfirler kurtuldılar,
kalanları ki esîr olub kimi kırıldı. Mezkûr germe Mora tekvurunun kabâ-yı milkinün
bekâsıydı ğâzîler eline giricek ol bed râyun boğazı dirildi âyrık kîl ü kâl idecek hâlî
ve cenk ü cedâle mecâli kalmayub, kenâr-ı deryâda bir haşîn kal‘a vardı kaçdı vardı,
ol [20b] ol hişâra girdi, gördi ele girürse seng-i cengle mâr vâr bâşın ezerler kâr ü bâr
117
gîrûdârı târ u mâr idüb sûsmâr gibi künc-i ğâra girdi, leşker-i cerrâr hayl bâd reftârla
etrâf ü eknâfa akın idüb ortâsında ol kenârlarda seyl-i nev bahâr gibi akdılar diyâr-ı
küffârda şimşîr-i âbdârla ocâk komâdılar söyündurdiler, sinân-ı âteş bârla bûcâk
komâdılar yâkdılar, haylî esîr ele girdi, mübâlağa toyumluk oldı, oğlanlar ve kızlar
ucuz bahâya şâtıldı, ol şîrgîr âvcılarun nahçîrle eli âvcı tolub sîm-i zerle berg-i ğonça
gibi gönlü açıldı.
Mezkûr diyârda Bâllûbâdra dimekle ma’rûf u meşhûr deniz kenârında hurrem fezâ ü
hoş hevâyla mevşûf bir hişâr vardı, Şehriyâr-ı kâmkâr germenün divârını harâb ve
burc-ı bârûsını tüde ü türâb itdikden şonra ol kal‘anun üzerine vardı, ceyş-i zafer kîş
cidâle mecâl komayub hişârun üstine düşdiler, içinde balı vârduğın bilüb zenbûr vâr-ı
küffârun başına üşdiler kal‘anun dizdârı gördi ki ol fezâ-yı hâylî ve belây-i nâzlı
redde kâbil değül ol seyl-i sâyilün yolunı sedd-i ihtimâli yok hücûmına der ü divâr
mütehammil değül Sultân-ı zamândan âmân dileyüb ihtiyâriyle hişârı verdi, ol
darü’l-küfür diyâr-ı İslâm’a inzimâm bulub içine müsülümânlar girdi, [21a]
Küffârdan harâc güzâr olmağa râzı olanlar yerlerinde oturub huzûr itdiler, ehl-i İslâm
içinde turamayan bed fercâmlara destûr virdiler, vardılar, gitdiler, Şehriyâr-ı kâmkâr
da bir neçe pâre kal‘a ü hişâr dahi feth itdiler, içlerine hişâr erleri koyub kâdı ve
dizdâr naşb idüb geldi, dârü’l-mülkine gitdi, cihâd-ı mezkûr ki Germe ğazâsı dimekle
meşhûrdur. Hicretün sekiz yüz ellisindeydi nitekim ol zamân müverrihleri böyle târîh
dedi.
Hicretün sekiz yüz elli birinde Hazret-i Hüdâvendigâr sefer eylemeyüb dârü’l-
mülkinde karâr itdi, Ârnavud diyârına âkın virdi, hayl-i cerrâr-ı ğuzât cem‘ olub
118
ba‘zı sipehsâlârlarla ol tarafa gitdi, vardılar ol etrâfı ğâret idüb ol vilâyeti nâr-ı
hasâretle yakdılar ve yıkdılar, vâfir-i kâfirin kırub hayli esîrün aldılar sâlim ü ğânim
geldiler selâmet yakâsına çıkdılar.
Mezkûr senede Sultân Murâd’un Ergene’deki ‘imâreti âbâd olub içinde iclâs-ı ‘azîm
oldı, kâpusı açıldı ni‘metler bişüb fukarâ ü zu‘afâya Sultân-ı ebü’l-hayrâtun bârân-ı
ihsânı bî nihâye şaçıldı, nitekim müverrih-i sâbık erkân bünyân üzerine beyt-i nazımı
‘imâret ü itmâm-ı târîh-i binâya işâret itdi. Târîh.
[Derkenar]
[21b] Hicretün sekiz yüz elli ikinci yılı ki duhûl itdi, bahâr-ı şâdmânî irdi, ve izhâr-ı
gülizâr emân bitdi, ol sâl-ı Ferruh fâlda tebâşîr-i şubh ikbâl-i ufuk te’yîd-i
Rahmâni’den tâbân oldı şa‘şa‘a-i âhter-i âsumân sa‘âdet evc-i ‘inâyet-i Rabbânî’den
dirahşân oldı.
Beyt
Beyt
119
Nigahdâr keyhân poşt-i o mahân
Sâhib kırân-ı zamân-ı kahrâman ins ü cân Hazret-i Bâyezîd Hân ibn Mehemmed Hân
Halledeâllahü mülkehü ve sultânehü ve âyyede mecdehü ve âyyede erkânehü [Allah
onun mülkünü ve iktidarını kalıcı yapsın, ve onun yüceliğini ve dayandığı temeli
pekiştirsin] Dârü’l-mülk-i M a‘nisâ’da cilve-i vücûda gelüb tâli‘-i hümâyûnla
makdem-i meymûnla ‘âlem-i hurrem oldı ol mâh-ı âsumân bâr-ı gâhun zuhûruyla
hânedân-ı Âl-i ‘Osmân Edâmellahu eyyâmeyum ilâ ahirizzamân [Allah sonsuza
kadar onların günlerini sürdürsün] nûrla toldı ba‘zılar eydür ol bâğ-ı sa‘âdet nûrınun
budûr ve ol çerâğ-ı saltanat nûrınun zuhûrı sekizyüz elli birinde vukû‘ bulupdur,
âmmâ eşşah-ı âkvâl sâbıkâ-i bekâ menkûl olandur bu da‘vâya târîh-i vilâdetleri ki ol
‘aşırda ba‘zı fuzalâi-i dehirden şüdûr bulmuşdır şâhid-i ma‘kûl-ı makbûl olupdur.
[22a] Ol mevlûd-ı mes‘ûdı vücûdı maksûd-ı ‘âlem bekâsı sebeb-i zevâl ihtilâl-i
âhvâl ümemdir kâble-i kabûl-ı perverdigâr mehd-i selâmet istikâmetdir, himâyet
eyledi, dâye-i lutf dilpezîr-i şıyânet ü ri‘âyet ile terbîyet eyledi, nihâl-i kaddî ulalub
sebze zâr-ı gülistân baht-ı devletde diraht-ı sâye güster oldı hilâl-i cemâl evc-i
kemâle irüb envâriyle âsumân-ı saltanat münevver ü âsâr ‘adlîsiyle cem‘-i kişver-i
musahhar oldı. Toğdı ‘adli güneşi kalmadı âsâr-ı zulm dediler. Min cez‘ai’ilyevmi
minez-zulmi hulemi [Gördüğü zulümden o günün sıkıntısıyla yerle birdir] Ol bedr-i
âsumân kadrün zamân-ı tulû‘ndan dört ây geçen mezkûr senede Sultân Murâd’un
dahi bostân-ı sarâyında bir tâze gül bitdi, bir gül ki dili güyâ bülbül-i gülistân-ı
şebistânın ol bülbül pür ğulğul itdi, ol mevlûdün vücûduyla serâ-yı saltanat sürûr
toldı, târîh-i vilâdetine muvâfık olduğıçün âdı Orhân oldı, nitekim mezkûr müverrih
lisân-ı beyânla takrîr itmişdi, nazm-ı bedî‘ün bünyânun ta‘mîr idüb ol ma‘nâdan
ta‘bîr itmişdi.
120
Bi-hamdullah ki yine lutf-ı Rahmân
Âmmâ ol âhter-i burc-i celâl-i hilâl misâl evc-i kemâle varmadan ufuk-ı zevâle üfûl
buldı nihâl-i kaddî gülizâr hadd-ı bülûğda bâr u ber virmadan hazân-ı âfet zamânla
zebûl buldı.
Beyt
[22b] Mezkûr senede Ârnavûd Beg’i İskender’ün ‘ammûsu Hamza Beg Süleymân-ı
zamân’a Hüdhüd vâr kılâvuz olub, Yuvân ili ‘ünvânıyla iştihâr bulan diyâra iletdi, ol
nâhiyet-i mezkûr İskender Tağı’ya yâğı olub ‘işyân itmişdi, Sultân-ı cihân varıcak
suhûletle itâ‘at iderler deyü mukaddemât terğîbini tertîb itdi, Hazret-i Hüdâvendigâr
gerdûn-ı iktidâr Şehriyâr-ı muzaffer fer Süleymân-ı Sikender’dir. Sultân Mehemmed
Hânı Ma‘nisâ’dan getürüb ol sefer-i zafer şi‘âra bile aldı gitdi, ol iki pâdişâh-ı kişver
penâhun hadem ü haşemiyle ‘âlem tolub evc-i sa‘âdetde mihrle mâh cem‘ olub burc-ı
şerefde karâr itdi.
Beyt
Neşr
121
Çün mezkûr nâhiye ye varıldı Sultân-ı cihânuün çetr-i hümâyûn-ı gerdûn nişânı
vilâyete sâye şaldı, iki gün ğâret olmadan kaçup geşt ü gârları hasâret olmadan
geldiler, itâ‘at eylediler, hemân hişârları kaldı, ol diyârda Kocacuk hişârı dimekle
iştihâr bulmış, içine Yuvân ilinün şîr-i berrân dilîr-i civânları tolmış, bir şarb kal‘a
vardı ki şu‘ûbetde pîr-i çarh esîr nazîrini görmiş değildi, Sultân hasım bend ü [23a]
kal‘a-i güşâ ol hişârun üzerine düşüb leşker-i kişver sitân küffâr-ı hâkisârı sûr içinde
mahşûr itdiler, dârların yıkub diyârların harâb idüb nâr-ı kârzârla cânlarına ‘azâb
idüb, ol makhûrları ölmedin ehl-i kubûr itdiler, iki ây mikdârı dün-i gün mezkûr
hişârı eğirdüb muhâşara emrinde müsâbere itdiler, feth olmadı, içinde ki küffâr
mükâbede ü muşâbere itdiler mucârebe u muşâbereyle zafer bulunmadı, âhir-i kâr
kal‘anun şûyı yolını bulub kesdiler, bınârı başından tutdılar, küffâr-ı bed kişün
çeşmesâr-ı ‘ayşı kuruyub şoğuldı, sebze zâr-ı zindegâniler pejmürde olub cism-i
mürde gibi beden hişârında âb-ı revân ki hem ‘inân-ı cân dür cereyân bulmaz oldı,
küffârun mâdde-i hayâtın kat‘ eylediler ol şûretle ‘arûs-ı feth yüz gösterdi, hişârun
dizdârı halâş u menâşdan me’yûs oldı, ol menhûs nâçâr olub kal‘ayı virdi. Hazret-i
Hüdâvendigâr bir müddet ol diyârda karâr idüb turdı, Ârnavud vilâyetinün itâ‘at
itmeyen nâhiyetlerin urdurdu ceyş-i zafer kîş toyûm olub her kişinün mâl-ı ğanîmet
ile genc-i âmâlı toldı, mezkûr İskender-i makhûr denize kaçub ele girmedi, hadem ü
haşemi pâymâl oldı, Şehriyâr-ı kâmkâr müstekirr-i serîr-i saltanata mürâca‘t itmek
olıcak [23b] ‘asâkir-i nuşret şi‘âra icâzet serdarlar ü begler yerlü yerine gitmelü
olıcak, Ungurûs’dan câsûs gelüb haber getürdü ki, ol diyârda küffâr-ı menhûsun
hayli cemi‘yyeti var, Kırâl-ı bed fi‘âl cidâl-i kıtâl yarâğın ü yasâğın gördi Tûnâ’yı
geçmeğe niyeti var bu haber mukarrer olıcak leşkere destûr ihtimâli gitdi, Pâdişâh-ı
kişver penâh Sofya’ya çıkup ol diyârda karâr itdi,
III-3 Vilâyet-i Ungurûs’a Kırâl Olub Sebeb-i Şerr-i Şür Olan Kâra Yânko Nâm
Menhûs’un Tafşilât-i Zuhûrı
122
Beyt
Neşr
Ungurûs’a geçmedin Evrenos Beg oğlı ‘Alî Beg’ün hidmetinde hayli turmışdı,
sipehsâlârlık etvârın leşkerkeşlük yolların cidâl ü kıtâlün mekr ü âlin ândan
görmüşdi, dâîm kulluğında kâîm olub, eydürdiği senün kapundan gitmezin âmmâ sen
öldükten şonra âyrık bu diyârda turub Türk’e hidmet etmezin mezkûr ‘Âlî Beg
maraz-ı mevtinde ölüm döşeğine düşicek nûş-ı hoşını [24a] yimegçün ecel-i zenbûrı
bâşına üşicek ol bed girdârun güftârı hâtırına gelüb tedârik itdi eyitdi: Yânko’yı tutun
kaçub gitmesün bed nijâdur kande varursa fesâd ider, zinhâr koman Ungurûs
diyârına geçüb ifsâd itmesün ol hod hayli hayâl bâz ve çâre sâz idi, bunlar tutacağı
kuşı yolub şâlıvirmişdi, yer karâyken açılub halkun gözleri ğafletile bağlûyken yola
girmişdi, ‘Alî Beg düşüne düşdüği gibi ol ârğı atlamayacağın bilüb atına binmiş
şıçratmışdı, didüği gibi idüb Türk’e hidmeti terk idüb, diyâr-ı küffâra ‘azm itmiş
geçmiş Ungurûs’a gitmişdi, ol diyâra varıcak ehl-i İslâm’un âhvâl ü etvârın tamâm
bilür deyü Kırâl ilerü çıkub ‘itibâr eyler, kâbiliyyetin görüb terbiyyet kılûr, bu hâl
üzerine çok müddet geçmeden ol vilâyete ânı sipehsalâr eyler, hıdmet-i ‘izzet bilüb
terbiyyetle ayağın baş olur la‘l gibi tâş içinden çıkar hâtem-i hükûmete karşı dâîmâ
dilâverlik ile işi sâbâş alur.
Beyt
123
muşt ü dürüşt harble her biri darb yeyüb tururdı, ol âvâzeye cümlesi demsâz olub
şafâyı hevâ-yı veğâyla tolub da‘vet-i cemi‘yete çeng gibi baş eğüb âheng-i cenge ney
gibi bel bağlayub bezm-i rezmün sâz selebünün tertîbine ser âğâz itdiler her biri
diyârında ictimâ‘ idüb leşkerini şümârla Yânko’ya ittibâ‘ idüb şadâ-yı kerre nâ-yı
veğâyla tâk-ı semâyı yankulandırıb safîr-i nefîr-i dârûgîrle künbed-i çarh-ı esîri pür
âvaz itdiler.
[Derkenar]
[25a] Mezkûr câsûsdan ol haber pür âhvâl ki alındı, etrâf-ı memâliğe fi’l-hâl tayr-ı
seyr ulaklar şâlındı, esvede ü âhmere beni âşferün Ungurûs ucından hurûc haberin
irgürdiler, ğazâ-yı ekberdür deyü İklîm-i Rûm’un mukîmlerine bildürüb ‘azîm-i
leşker yarâğın gördiler, Mevâli nefîr-i ‘âmm dür deyü. Ol havâlide olan ehl-i İslâm’a
i‘lâm itdiler, onlardan dahi sefer-i tecemmülin bulanlar ol hatıra tahammüli olanlar
bile gitdiler, her tarafdan mevâkib-i pür ‘aded kevâkib-i ‘aded harekete gelüb yola
girdi, yolda uğraduğı râcil-i râkibe celâcil-i rûyîn haber-i nefîr verdi çün şadâ-yı
şalâyı nefîr-i ‘âmm tamâm-ı şüyû‘ buldı, ol âvezeyle der ü dervâze-i çarh berîn pür
oldı, şeş köşe-i zemîn ve guş-ı âsmân-i heftümîn toldı, şadâ-yı nefîr leşker-i kişver
âfâk-ı cihânı tutdı, hurûş-ı kös sipâh-ı zafer penâh zemîn-i âsumân tutdı.
124
Beyt
Neşir
Etrâf ü eknâf-ı Rûm’dan i‘lâm-ı İslâm şavâş niyyete bir bir baş kaldırub yürüdi şânki
şûr-ı neşûr çalındı, halk-ı ‘âlem bir yere haşr olub âdem denizi yer yüzin bürüdi,
cuyûş-ı deryâ coş-ı hurûş etdi, kaynayub bahr ü Rûm coş itdi.
Beyt
[25b] Karamân oğlı ki ‘adüvvi-i kadîmdür eski töhmeti üzerinden defüçün Sultân-ı
zamânun kendü hakkında olan su’-i zannını refüçün bu d efa şadâkat şûretin
gösterüb itâ‘ât şi‘ârın aşikâr itdi, sefer-i zafer esere bir mikdâr leşker gönderüb
Mu‘âvenet-i izhâr itdi, âmmâ gönderdügi merd-i neberd değül Vârsâğ’un yân
kesicileri ve Tûrğûd’un at uğrularıydı bilür di ki Şehriyâr-ı Kâmkâr’un ordu-yı cihân
pûyı ânclayın-i bî kârun tamâm-ı revâcı yeriydi ol sebebden ânları gönderüb kaşd-ı
ifsâd itmişdi, ne an ki hayra niyyet idüb Müslümânlara imdâd itmişdi.
Mes nevi
Neşir
Vârna şahrâsında ki cebe görüldi her âlây ortaya gelüb kimlerdür şoruldı,
Karamaniler gelicek ârâya gördiler binidleri birer külçek külük, kendüler bir âlây
125
kelle paça çıplak tülük, bellerinde ipden kûşâk ve arkâlarında kâtı kürk ayaklarında
tolâk başlarında eski kiçeden sivri kâra börk bu eşkâl-i ğarîb ve evzâ‘-i ‘acîble ortaya
geldiler halk temâşâ itdi, Hazret-i Hüdâvendigâr ol bed girdâr-ı nâ bekârlara nazar
kılıcak güldi eyitdi: Issına benzemeyen harâmzâde Karaman oğlı hırluymışsa bu
harâm.
[Derkenar]
Gülün
Murdâr Türk
Kıt‘a
Neşr
Ol bî temîzün kalb-i fitne engîzi bize toğrı olsa bu uğruları ordûmuzun irsâl mi
eylerdi, ol düşmen-i biz kendümüze dost şânmak olmaz ne kadar dostluk ‘arz iderse
inânmak olmaz.
Kıt‘a
126
Pâdişâh-ı kişver penâh bu yâna ‘asker ta‘biye itmekde darb ü harbün yarâğını ve
yasâğını tehiyye itmekde, ol tarafdan Yânko Ungurûs leşkeriyle Lîh’ün ü Çih’ün
begleriyle geldi Tûna kenârına irdi, ol nehr-i bahr girdârı iki yerden bir gerden
öninde bir dahi Belğırâd yânından geçüb Rûmili’ne girdi, diyâr-ı Eflâk’un
şehriyârıdur, ânlarunla ittifâkda bileydi, ol bed fercâm dâhi ikdâm itmişdi ki ehl-i
İslâm’la kâr-ı zâr kılaydı zîrâ Yânko Şihâbü’d-Dîn Pâşâ’yı bâşdukda Eflâk’un eski
Beğ’i Tırakulâ’yı öldürüb yerine Tân oğlı dedikleri Bân’ı beg dikmişdi, ol zamândan
beri mezkûr yeri Ungurûs Kırâl’ı taşarruf idüb begleri begleri ile müttehid olmış
leşkeri leşkeriyle bir olmışdı ol mahzûl dâhi kişver-i Eflâk’un [26b] leşkerin pür
yarâğ idüb yola girmişdi.
Tûnâ’yı berü yakâya geçmiş gelmiş Niğbolı diyârına irmişdi, ol havâlide olan dârü’l-
ğuzâtı hâli buldı urdı, mezkûr diyârdan Pâdişâh-ı ‘âlem penâha âdem gelüb haber
vericek buyurdı Rûm ili Beglerbegisi Tâyı Karâca Beg ol diyârun ‘asker-ı cerrârıyla
Anâtolı Beglerbegisi Ozgur oğlı ‘Îsa Beg mezkûr kişverün leşkerini şümârile uc
beglerinden iki beg biri Fîrûz Beg oğlı Mehemmed Beg biri ‘Îsa Beg’ün babası
Hasan Beg âkıncı ile bu şîrler ki ol rûzigârun nâmdâr dilîrleriydi mezkûr sipâh-ı zafer
penâhun atı mekini kendü dinciyle Tân oğlınun üzerine nâgehân-ı ılğâr idüb, seylvâr
gidüb yel gibi irdiler hayl-i Eflâk Kırâl-ı bed fi‘âle henüz dâhi koşmâdın başak düşüb
kırdılar.
Beyt
Ol nehr-i gerdûn bir katre-i şağîr gelüb bahr-ı ceyş bed gîş ulaşmadın karşu varan
leşker-i cerrâra dek şimşîr-i âbdârınun âhenîn divârın aşamadı çün ol tâğılarun
cemi‘yetin tâğıdub, mezkûr cemâa‘tün işin bitürdiler, sancâkların âlub dûtsâklarıyla
âsitâne-i Sultân-ı cihân’a yitürdiler, Şehriyâr-ı kâmkâr ol fethe şâd oldı, hâtır-ı ‘âtırı
sürûr-ı hubûrıla toldı. Halîl Pâşâ ki ricâl-i şuridendi be’is-i şedîd-i hadîdle bâşı hoş
değil idi.
127
[27a] Hazîne-i ‘âmireyle Sofya şehrinde konub kendüsi Sârûça Pâşâ’yla ve İshâk
Pâşâ’yla yanında ferzend-i ercümend Sultân Mehemmed Hân’la düşmen-i menhûsun
Kosovâ’ya yöneldüğin tuyub hemân göçdi, ol cânibe ‘azm itdi, Vârna üzerinden âşdı
gitdi düşmenün kavs gibi egildüğin görüb Sîroz üzerine toğruldı, ceyş-i zafer kîş
yarâğa girüb rîş-i peygânla kîş-i âsumân toldı.
Beyt
Ol şahrâya öte kenârından âlây âlâya mukâbil turdı, Hazret-i Hüdâvendigâr küffârun
âlâyın görüdükleyin atından enüb iki reka‘t namâz kıldı, ol Zıll-lulâh ki nûr-ı
muşavver idi, sâye gibi yüzin toprâğa sürüb Hak dergâhına ‘arz-ı niyâz kıldı, eyitdi:
İâhî ceyş-i mücâhidini kîş-i bed endîş-i câmidîn elinde zebûn eyleme kalb-i ehl-i
cihâdı kesr kılub ‘ibâd- eşnâm öninde i‘lâm İslâm’ı Serengün eyleme.
Mesnevî
Çün ‘ubûdiyet-i gülistânında nihâl-i kâmeti gül ğâzi bitürdi, hâcet kâpûsında kemân
misâl belin büküb tîr-i niyâzı nişâna yitürdi, himmet-i bülendi gibi bir semend-i râm-ı
licâma binüb ‘alem-i ‘âlem penâhınun dibinde karâr itdi, pür sâz u seleb sekiz bîn
yeniçeri müretteb şaf şaf turub [27b] harbelerden öninde âhenîn divâr itdi, şâğ
kolında Anâtolı ‘askeri ve şolında Rûmili leşkeri önlerinde iki âlâyı ‘azab biri on bin,
biri sekiz bin pür sâz u seleb turdılar çerîde ne kadar deve, katır vârısa katarla alây
ârdında çökerüb ordû-ı bâzâr halkın ve esbâb saklayan hidmetkârlar âra yerde
turğurdılar, Vârna şavâşında ordû konmış bulunduğıçün düşmen furşat bulub ğâret
itmişdi kâfir leşkerinün iki kolun götüricek ordû üzerine uğrâyub çok hasâret itmişdi,
128
ol hâli göricek uğrâş vaktinde ordû konmış bulunmak hatâyıdüğün bilmişlerdi
ânûnçün bu d e fa veçh-i mezkûr üzerine mahfûz u mahşûr idüb tamâm-ı tedârük
kılmışlar idi, çün leşker-i cerrârun ârdın ol veçh üzere üstüvâr idüb âhenin hişâr
itdiler, Sârûca Pâşâ karındâşı Sinân Beg’i üç bin süvâr-ı kârızârla dündâr itdiler,
Tûrahân Beg’i ve İshâk Beg’i ve oğlı ‘İsâ Beg’i ve Mihâl oğlı Hızır Beg’i uc
beglerinden bu üç begi meymeneyi ve meysereyi hıfz içün akıncıla[rı] cenâhlarda
kodılar şaflar müretteb olub [28a] ğâziler cenge kâmet getürüb tekbîr idince,
bayraklar lisân-ı hâlile tilâvete başlayub sancaklarda yazılan âyet-i naşrun minâllahi
okudılar.
Yânko kendü gürûh-ı kûh şükûhınun ortâsında turub kalbgâh-ı sipâhda meymene ü
meyseresine Lîh’ün ve Çîh’ün begleriyle tertîb vermişdi dört yüz top ‘arabasın
dâîresine hişâr idüb tamâm-ı âlâyla ki bir deryâ-yı cihân peymâydı, içine girrmişdi
yigirmi bin mikdâr yâyâsını ki kiminün elinde tüfegi ve kiminün elinde zenbereği
vardı, önine dolmışdı ol şalâbetle meydân-ı muhârebeye gelüb mızmâr-ı muzârebeye
bir mehâbet kılub bırakmışdı ki, kulub ins ü cânı tamâm korkutmışdı.
Kıt‘a
129
Cum‘a güni çîn-i sahradan ki Sultân-ı hâver meydân-ı çarh-ı âhzara Eşheb-i zerrîn
zemîne süvâr olub cevelân itmişdi, başına höde-ı zer endûd urunub egenine narenci
kaftân geyüb, sinân-ı âteş fişânla leşker-i âhteri tâğıtmışdı, mâhiçe ‘ilm ‘âlem penâh
[28b] Sultân-ı cihân cilve gâh meydânında günle bile toğub tururdı, mukâbelede
haşm-ı bed râyun âlâyı matla‘-i Âfitâb’a karşu sahâb-ı sipâh gibi kararub tururdı,
polâd-ı nihâd huryâdlar ki nâr-ı kârizâra düşüb haşımla dutuşamıyınca yüzleri
kızarmaz ehremen nijâdlar ki, nehîb-i bâd-ı mehîb gîridârdan berk-i hazân gibi
benizleri bozarmaz iki tarafdan nefîrler ki çâlındı, şaflar bağlandı, sancaklar çözüldi,
bahâdurlar ilerü geldi, seçildi muhannetler gîrü kaldı, hâşıl-ı söz bed gümânlar
şânılan kurumış kalmışdı, kılıc-ı yâlını tokunmadan benizleri güle döndi, bezm-i
rezm içinde câm-ı hüsâmı nûş eyleyüb serhoş olan bahâdurlarun hûn-ı lâle gün ile
yüzleri yunub kızıl güle döndi zebân-ı peygân hûnhâr-ı dehân-ı sûfârdan nidâ-yı
fenâyı gûş-ı hûş câhide ve mücâhide yetişdürdi, berk-i tâbnâk şimşîr-i şâ‘ika tesîrün
sehm ü vehiminden çâk olan zehreleri sinân-ı dil dûz bitişdürdi.
Kıt‘a
Kalb-i şulb küffâr-ı bed girdârun kûh-ı âhenin gibi ki zemîne sâncılmış ola, yerinde
muhkîm turdı, iki kolından meymenesi ve meyseresi biri Rûmili’nün ve biri
Anatolı’nun üzerine sürdi hayl-i cerrâr Şehriyâr-ı [29a] Kâmkâr gördiler ol seyl-i
kûhsâr-ı kârızâr idi, yolın sedde kâbil değül öninden ıyrıldılar, sehâb-ı hurûşân gibi
gürleyüb seylâb-ı coşân gibi çağlayub gelürken ma‘âk-i hâk gibi iki[ye] yarıldı gelüb
geçince ârdına girdiler, küffârun geyimlüsi önindeydi, ardındağılar çıplâğdı, ol
hâkisârlarun ârdıları âçık, şahrâ önleri demür tağıdı, kâfirün her âlâyı ki hücûm itdi,
ğâzîler tîz-i hız tâzîlerle öninden ıyrılub ârdına tolaşdılar, Vârna şavâşında
uğrâşlarınun kolâyın almışlardı bu şîrgîr dilîrler ol tonuzlarun ardlarından ulaşdılar,
âlâylar ârdında buldukların çıplâk kâfirlere muhkem kılıc urub bi nihâye[t] kırdılar,
130
ol bed râylar cân âcısından önlerindekileri bâşdırub biri birine girdiler, bu hâlle ol
gün âhşâma dek hengâme-i remzi germ idüb, cidâl ü kıtâl itdiler, hengâm-ı şâm
irince kâfirün bu iki sancâğın alub bir kâc âlâyın tağıtdılar, ol âlâylar ki kâfiri vâfir
kırılmışdı, ağaçları kesilmiş kûhsâra benzedi, tîğ-i tâbdârla çalınmış zeber destler
üstine şâi‘ka enmiş çınâra benzedi, ol saht-ı peykerlerün ki kâna ğark olub yaturlardı
her biri bir diraht-ı şanevberdi ki lâle zâr içinde bitilmişdi, bostân-ı meydânda niçe
kedü gibi serkeşlerün şimşir-i âteş-i feşân [29b] ve âb-ı nişân hıyâr gibi yâşın iki pâre
kılmışdı, meydân içinde kelleler bostân içinde gülleler gibi dökülmiş yaturdı,
kiminün ok gibi âğzı kân olmış, kiminün yây gibi kulağı sökülmiş yaturdı, niçelerün
siper gibi yüzleri pürçin olub dere gibi gözleri kân tolmış, niçelerün nir-i cânları tîr-i
mihnete nişâne olub belleri bükülmiş kemân olmış.
Kıt‘a
Ol bezm-i rezmün içinde çîni kalkânlarun yanar oda benzer yüzi oğlân gibi yâlun
kılıc ile çalınmışdı, ol korhûdan muhanneslerün içleri kopub ağızlarına gelmiş boş
piyâle benizleri alınmışdı ol gün felek-i bâmdan şafak-ı şâma dek hevâyı veğâda
berk-i tîg mîğ-i renk tâb urdı turdı, ğubâr kârzâr semâyı tutub sahâb-ı ‘azâb cenk
meydânınun üzerinde sâyebân kurdı turdı Şehriyâr-ı kâmkârıla Kırâl-ı bed fi‘âl
meydân yeri karârıncaya değin haşmâne tutuşdılar, nâr-ı kârzârı germ idüb ne bu onı
ve ne bu onı yerinden idemedi, hişâr-ı âsumânun nevbet dâri mâh olıcak rû-yı zengi
gibi cihân içi sipâh olıcak, sipâh-ı zengbâr ara yere girdi âmmâ ol iki leşker-i cerrârı
biri birinden âyıramadı.
Mesnevî
131
Berâverd şeb çetr-i ‘Abbâsiyân
[30a] Ol gece şabâha dek iki leşker ât arkasından inmeyüb biri birine ırakdan darb-ı
harbı urdılar ortadan kâfirün yayası beriden yeniçeri ve ‘azab top u tüfenki biri birine
havâle idüb karşu turdılar, Şehriyâr-ı kâmkârun öninde yeniçerilerün harbeleri
meşa‘leler yakub miyân-ı meydânı rûşen itmişdi, iki yanında olan ‘azablerün sinân-ı
direfşânları berk gibi rahşân olub şahâb gibi tâbları mîl der mîl gitmişdi, kûh-ı pür
şükûh kîrân dûd belki kâra bûlûd gibi turan gürûh-ı enbûh küffârun için tâbdâr
mecler ve âbdâr kılıçlar berk-i âteş dırahşa dönmüşdi, sinân-ı rahşân ü dûrbâş nûr
pâşla ol cem‘-i zulmet şi‘ârun içi şem‘ pür envâr ki tolub leyl-i pür veyl şeb-i hınnây
sûr-ı sürûr bahşa dönmüşdi, zulâm-ı leylün ğamâmı ve ğazâb veylün sahâbı diyâr-ı
kârzârun dûdı buludı, zülâmât ba‘zen fevt-i ba‘zı veçhi ârzun tûl u ‘arzın şöyle
karanlık itmişdi ki, berk-i tîğ-i mîğ nişânun tâbı olmasa göz gözü göremezdi, ol
hadde zulmet-i şiddetün bir müddet de ne kimse görmiş ne işitmiş sahâb kânun
bârân-ı âsumândan zemîne firâvân yağdururdı karânu gecede tîr-i bürrânun peykânı
şeb-i tâb gibi şafâda yıldırardı dilâverlerün ellerinde ki çîni siperlere ve serverlerün
bâşlarındağı pulâd miğferlere tokundukça dehlîz-i fenâda bâb-ı merg çaldırardı
gitdüğünce zulmet-i şiddet bulub mevâd-ı darb u harb murâd üzerine tertîb ve terkîb
olamayub bezm-i rezm ol esnâda [30b] şûret bulamıyacak hicâb-ı zalâm ve nikâb-ı
ğamâm mâni‘ olub şohbet gîr u dilîr seyrinden ve cemi‘yyet kârzâr temâşâsından
ziyâde hazz olmayacak, nâçâr-ı âhengi ceng sabâha tehîr oldı, ğavğâ-yı bâzâr-ı kâr-ı
zâr sükûn buldı, çâşni gîr ü şimşîr şavâş âşına toyub gönderler uğrâş işinden el çeküb
epsem oturuldı, ortadan kalkanlar pür hûn çîniler ve miğferler şarâb-ı nâbla tolu
kâseler gibi götürüldi, seherden âfitâb-ı cihân tâb zafer ne yüzden toğâ deyü gece içi
gibi zalâm-ı ğamâm-ı ğam u teşvîşle her kişinün kalbi kararub tururdı şehsuvâr-ı
mihr-i guy sipihre nâgehân-ı zerrîn çevgân urıcak kankı leşkerün topı göğe âğâ deyü
ceyş-i ehl-i İslâm ve kîş ‘ubad-ı eşnâm bakub tururdı.
132
Hemi zed moje hâb râ dûr bâş.
Beyt
Neşr
Sancak bayrakları çözülüb ol kara tağlar gibi âlâylar gine bağlandı, tîğ-i binefş-i âteş
dirahşun teff-i tâbıyla cigerler gine dâğlandı, kızmışdı gülleler ol bâde-i pişîneden
seherden bezm-i rezm kurulunca mübârizler buhâr-ı nâr-ı bâde bâşına çıkmışlar gibi
hurûşa geldi, germ idi tenevvür-ı harb ol âteş düşineden yâlın kılıclar ki nâr-ı
kârzârun yâlınıdur, zâhir olınca ol tenevvürün içinde ki dîk-i fitne coşa geldi.
Mesnevî
133
Sehergâhdan ol ser mest-i gümrâhlar ehl-i İslâm’la bir dest gine tutuşub hengâme-i
rezmi muhkem-i germ itdiler, hakk te‘âla ceyş-i nuşret kîş-i mücâhidine furşat virüb
ol bed kîşlerün bir kâç âlâyın dâhi tağıtdılar, Yânko ki ğâyetde mühmîl mel‘ûndı
leşkerinün zebûra olduğun tuyub, ol la‘înlere hîle itmiş imiş ben düşmenün ârdına
tolaşayın deyü, çerîsin şavâş yerinde koyub kendü bir kâç yoldaşıyla kaçmış gitmiş
imiş, ol mekkâr hayli bed girdârına tamâm-ı ‘itimâd virmişdi, onlar bunda gîrûdâr
ide, kılmışlar dün buçuğunda kendü âşhâbıyla ğûl gibi [31b] yola girüb şabâh olınca
hayli menzil almışlar, bir zamândan ki yerinde kalan bed fi‘âller hâl-i muşîbet meâle
vâkıf oldılar, ‘akd-ı ikdâmları çözüldi, ‘akd ü ihtimâmlarınun silk-i nizâmı kırılub ol
bed râylarun cemi‘yyetleri tağıldı ve âlâyları bozuldı, şabâ-yı şafâ es er-i zafer esüb o
gümrâhlarun ebr-i siyâh gibi karârub turan âlâylarını tâğıtdı, küffârun süvâr olan
hâkisârları târ-ı mâr olub gürâzları ğâzîler yazılarda tâzîler ile kovâ gitdi, ol bed
âhterlerün ekserünün atları geyimlüydi, iş virmeyecek halâs-ı menziline iremeyicek
indi yayân oldı, arkalarından zırhlar kendülere dâm olub kaçamadılar kırıldılar,
küştelerinün püştelerinden deşt ü beyâbân toldı.
Beyt
Bunca bin kâfir bedenleri hasta kalbleri şikeste ol yerde ıssûz köy bulub evlerine
koyuldılar ğâzîler ol gümrâhlarun kapularun alub od urdılar, dûd-ı siyâh tâk-ı çarh-ı
kebûd peyveste oldı.
Beyt
134
Ol cehennem tomrukları kâra kütük oldılar yakdıkları nâr-ı fitnenün âhir kâr-ı
cezâsın buldılar, o tâğılarun atlusı tağılub gidecek ‘arabalarınun içine girüb yarâğın
eline aldı, ‘azab ve yeniçeri [32a] ol ‘arabaları ortaya alub hişâr idecek içindekiler
girdâb-ı hayretde kaldı, ğarîk-i mâ gibi ol ferîk-i nâr bir zamân talınub bahr-i harâb
içinde taleb-i halâş itdiler, delâlet hîn menâş-ı tarîki necât mesdûd olıcak, ol gîrdâb-ı
mihnet de ğark olub gitdiler, ol ‘arabaları ki çarh-ı gerdûn misâl ‘âlemün mâlı ânun
içindeydi, ğâzîler üşüb ğâret itdiler, küffâr hezâr-ı rencle müddet-i medîd ve rüzgâr-ı
ba‘îd cem‘ itdüği genc-i bi kerâni bir ânda tağıtdılar, ol cemm-i ğafîr ve cem‘-i
kesîrden ki yer yüzinde ânun nazırı bir cemi‘yyet dâhi olmadı, Yânko’yla kaçub
giden birkaç âdemdan ğayrı bîş ü kem kimse bâş kurtarub halâş bulmadı, kîmi kırıldı,
kîmi esîr oldı, küffâr ölüsüyle ol diyâr toldı.
Beyt
Bostân-ı meydân kıtâl ü cidâlde ğâzîlerün cidâlleri ki gülizâr pür minkâr-ı nuşretün
nihâl ü bayrakları gül fethün yapraklarıydı bahâr-ı zafer irüb bâr u berverdi nihâl-i
tuba zılâl-i şimşîr-i âbdâr ki gülistân-ı cinân ânun sâyesindedür. El cennetü tahte zılâl
es-süyüf [Cennet kılıçların gölgesi altındadır ] şecer-i nâr perver sakar gibi şeyâtîn-i
küffâr serinden semer verdi, ğâzîler elinde gönder yoğıdı ki üzerinde baş olmayaydı
ordûda bahâdır bulunmazdı ki, esîr tarâş olmayaydı.
[32b] Nihâl-i nîzenün ucında başlar yüzi pür hûn kızarmış sîbe benzer çün şavâş işi
bitdi bezm-i rezm âhir olub bâzâr-ı kârzâr tağıldı gitdi, Şehriyâr-ı kâmkâr ümerâ-yı
nâmdârla deşt ü gîrûdârı küşte zâr-ı kârızârı geşt idüb temâşâ iderken, demedler gibi
yatan küşteler cesedlerin seyr idüb giderken, yanında ‘Arab Beg’i ki bir pîr-i cihân
dîdeydi rây u tedbîr ‘âlem ârâyla pesendîdeydi eyitdi: Şol yatân gümrâhlarun
yüzlerine nazar itdim, cüvânları çok ol rûy-ı siyâh âğınlarun içlerinde hîç bir şakâlı
âğı yok, hep cüvân-ı şîrgîr ârâdum içlerinde bir gürg-i pîr bulamadum, başdan başa ol
ser keşlerün leşlerin gördüm pîr şûretinde bîr bulamadum, ta‘rîz yüzinden ânâ dimek
istedi ki, yaş görmüş kişi değme kez bâşın ğavğâya virmez, gürg-i pîr gibi kenâr-ı
kûhısâr selâmeti koyub şîr-i cüvân gibi miyân-ı şahrâ-yı veğâya girmez, ‘Arab Beg
135
cevâb-ı şevâb verüb eyitdi: Başlarına bu hâl mî gelürdi, aralarında pîr olsa bu ifâl-i
muşîbet meâle irtikâb mı iderlerdi, eğer ki içlerinde pîr-i şâhib tedbîr olsa cüvânlar
arasında cihân dîde pîr olmayacak tedbîr olmaz, [33a] rây olursa pesendîde düşmez,
tedbîr olursa dilpezîr olmaz, mihr-i ‘âlem ârâ egerçe zâhiren şimşîrle cihângîrdür
âmmâ hakîkatde ol işi işleyen tedbîr-i çarh pîrdür, bir leşker ki anun müdebbir-i
mukaddemi pîr ola ‘aceb degildür, eger ki çarh esîr gibi ‘âlem gîr ola.
Kıt‘a
Şehriyâr-ı kâmkâr ol cevâbı ki bikr-i fikr şavâbun netîcesiydi, işitdi kelâm-ı dürer
bâre hüsn-ı nizâmla intizâm veriş beğenüb tamâm-ı tahsîn itdi, çün Pâdişâh-ı şâh
kişver penâh ceng yerini ser tâ ser gezüb ol uğrâşda kırılan kâfir leşkerinün leşlerini
başdan başa temâşâ itdi, gördi mâh gibi meziline ‘azm idüb bârgâh-ı sipihr nazîrün
öninde mihr-i ‘âlem gibi kürsi-i zerrîne geçdi, erkân-ı divân karşusuna gelüb turdı,
uğrâşda ele giren sâlârları ve bâş bâş serdârları önine getürdiler kimlerdür şordurdı,
Kâra Mihâli ki Vârna şavâşında bileydi âzâd idüb Çih begiyle bir niçe bânlarun
boynın urdurdı, birünün hırmen-ı ‘ömrin berbâd idüb nâr-ı intizâdun esâlin âşikâr
itdi, ol birini âzâd itmekle hengâm-ı ğazabda ve makâm-ı ‘unf da lutfa iktidârın izhâr
itdi.
136
Bî sebeb kimine ider rahmet.
Çih Beg’i Sultân-ı cihân’a mâlımı kerân vereyin beni âzâd etsün deyü gördi, müfîd
olmadı, çün bildiki kendüyi öldürmek mukarrer oldı, Hüsrev-i Behrâm intikâmun
hışmından halâş bulmadı, eyitdi: Benüm iki ekâlîm-i küffârda bunca şehr ü diyârum
vârdur bir ‘akîm Şehriyârdum dilerem ki beni kem keser kimse öldürmeye gülizâr
hayâtımı bâd-ı hazân hışım-ı Sultân bizzât şoldura, cellâd-ı bed nijâd eline virüb
bâde-i ‘ömrümi her hâru has toldurmaya ol ma‘âni-yi bi meâli ki işitdi, Sultân-ı
ferhunde fâl gelüb eyitdi bu bâğbân-ı bostân-ı hilâf semer şecerin vücud-ı bi sûdi bâr
u beri şür ü şerdür, ölduğı yetmez koz âğacından tâbût dahi ister rüesâ-yı beni
âşferden bir bedrây maşâf ârâyun kendü elümle bâşını kesmek bu ğazâ-yı ekberün
eks er sevâbını efrâd u ihrâz dı mukarrer.
Beyt
Yânko ki şeb-i pür ta‘b-ı şeğabda zulmet-i mihnet cihânı tutmış ken hayl-i kazâ ve
seyl-i belâ yolın bağlamadan dîde-i hazmı açmışdı, (silinmiş) meseliyle ‘amel idüb
semend-i ‘azme süvâr olub [34a] tân yeri âğârmadan yüz karâsıyla kâçmışdı, leşker-i
âhter şumârın yerinde koyub hişâr gerdûndan hilâl misâl dünden çıkmışdı, gitmişdi
Vılk-ı Şehriyâr-ı Lâzâr’ı oğlın yârasına çâre sâz bilüb Semendire Neverdil’e ‘azm
itmişdi (silinmiş) ki ma‘nâ-yı meşhûrdur, ol bed râyı mağrûr itdi, kendünün ebnâ-yı
cinsinden olmağağın âna inândı, mezkûr mel‘ûn dahi zebûnküşlik eyleyüb ol serkeşi
tutdı habs itdi, Hazret-i Hüdâvendigâr’a izhâr-ı şadâkat idüb haber gönderdi,
Şehriyâr-ı kâmkârun devleti yârı kıldı, haşm-ı bed girdârı tutdum habsümde turıyorur
ol bed fi‘âli zencîr-i teshîre çeküb dergâh-ı zafer penâha irsâl ideyenmi ne buyurur,
Hazret-i Hüdâvendgâr’a Vılkoğlı’nun resûlı gelicek eyitdi: Ol mahzûlı berü
göndermesün hâcet değül koyvirsin vârsın yerine gitsün ben ol dîv nijâdı bilürem dek
turur bed nihâd değildür vârsın gine ile güne eli ersün leşker dersin gelsin ğâzîleri
tekrâr toyum etsün küffâr serdârlarınun arasında nolaydı âncılayın birkaç bed râ-yı
sefiye dâhi olaydı, karşu berü gele başıla gidâydı, leşker-i zafer rehberi [34b] toyum
ideydi, ğâzîler şavâş âşına toyar düşmen-i kâfir kanına kanar, haşımla nerd-i neberdi
137
oynamadan uşânur değildür, hayl-i cerrâr-ı zafer şi‘âr ol nâ bekârlarla bâzâr-ı
kârızârda âlış veriş itmekden uşânır değüldür. Vılkoğlı’na ol haber vârıcak bildi ki
Şehriyâr-ı düşmen şikârun ol haşım-ı pür keydi şayd itmede kimseye meni yok şîr-i
dilîr gibi gürg-i pîr nahcîr itmekde rübâh-ı gümrâh şeğâl-i bi mecâlün mu‘âvenetine
hâceti yok vârdı, dûtsâğını Ungurûs’a vâfir filoriye şâtdı, ol âğını koyuvermâdı
bahâsı gelince ânda yâtdı, çeng-i cengden kürki yolınub çıkmışken mezkûr bed
fi‘âlün çengâlına düşdi, bir kât dâhi şoyuldı, ol mihnet zedenün bâşına emvâc-ı seyl-i
âfet ve efvâc-ı nekbet biri biri üzerine koyuldı, hem hayli leşkeri kırıldı, hem bi
şümâr sîm ü zeri gitdi, bâzâr-ı kâr-ı zâr da âşşı idem şanurdı çok ziyân itdi Sultân
Murâd Hân Gâzî şavâş tamâm olduktan şonra uğrâş makâmında üç gün oturağ olub
ârâm itdi, dördünci gün hazz-ı ğanîmet vâfirle sürûrla hezîmet-i kâfirle göçdi, dârü’l-
mülkine gitdi, devletle müstakar serîr-i sa‘âdetine gelüb serâ-yı sürûr fezâsına girdi,
[35a] huzûr buldı, mezkûr ğazâ târîh-i hicretün sekiz yüz elli ikisinde Şa‘bân âyınun
yigirmi dördinde vâk‘i oldı. Nitekim ol feth-i nâdirü’l-vukû-ı müverrih beyân
itmişdür, hoş-ı veçhile nazm idüb eyitmişdür.
Sene selase ve hamsîn ve seman mie de Hazret-i Pâdişâh-ı hilâfet penâh devletle
tahtgâhında karâr itdi, buyurdı. Rûmili kişverünün sipâhîsi ve âkıncısı cem‘ oldı,
Beglerbegi Tâyı Karaca Beg’i ol leşker-i cerrâra sâlâr itdi, çün ‘asker-i zafer eser
seferün yarâğın ve yasâğın gördiler mevsüm-i bahârda eşcâr-ı ezhâr gibi çâdırların
kurdılar, fermân-ı vâcibü’l-i‘zân vârid oldığı Eflâk iline geçeler sinân-ı âteş fişânla ol
serkeşlerün bâşlarına odlar şaçalar Beglerbegi, Rûm ili sipâhisi ile Tûna’nun öte
kenârunda oturub Yergögi dedikleri hişârı ki merhûm Sultân Mehemmed Hân yâpup
şonra zamân-ı fetretde kâfir harâb itmişdi, tekrâr ‘imâret ide, hişâr yâpılup tamâm
olınca dinc âkıncı hayl-i bâd reftârla diyâr-ı Eflâk’a seyl vâr akub ol ‘âkıllarun
dârlarunı başlarına yıkub nâr-ı hasâretle kâr ü bârlarını yâkub mezkûr vilâyet-i
ma‘mûrı ğâret ide.
138
[35b] Ol iklîm-i mukîmlerinün bir dest burınların ovub kalb-ı şalblerini şikest
itdüğünden şonra, Tân oğlını ki Yânko nasb itdügi bânlardandur pây mâl idüb, ol
zeber dest-i pest itdükden şonra Tırâkûla oğlını ki südde-i sidre makâmun
hüddâmındandur ol diyâra şehriyâr ideler, mezkûr maşlahatlar veçh-i mezbûr üzerine
şûret tutub tamâm olduktan şonra geleler gireler Tâyı Karaca Beg ki eyyâm-ı
tedbîrde şâhib-i rây u ferâsetdi, hengâm-ı şimşîrde nâşıb livâ-yı şecâ‘atdi, buyurulan
maşlahatları ol minvâl üzerine ki misâl ‘âlî vârid olmışdı ihtimâm itdi. Denilen hişâr
‘imâret olup yâpıldı, zikr olan diyâr ğâret olub yıkıldı, Tân oğlı mahzûl ve ma‘zûl
oldı ve Tırâkûla oğlı ki maşhûblarıydı yerine manşûb oldı, âşârlatın kaziyeler ve
murâd olân merzîyyeler vücûh-ı makşûd üzerine bitdi.
Kıt‘a
Gine ol sene de Hazret-i Hüdâvendigâr tenâkuh emriyle ‘âmil olub Şehriyâr-ı kâmkâr
Sultân Mehemmed Hân’ı evermek maşlahatına mübâşeret itdi, Zülkâdir oğlı
Süleymân Beg’ün ki Türkmân iklîminde Sultân-ı ‘azîmü’ş-şân idi, kızını ânâ âli
virüb râbıta-i muşâdakat ki zâbıta-i müzâheretdür müvekkid ve müşeyyid kalmağa
[36a] niyyet itdi. Sultân Mehemmed Hân merhûm dahi ol nesl-i mahdûm ile nitâkim
‘alâka itmişdi halvet serâ-yı selvet fezâyınun bostân-ı nişânından ol âşl-ı ‘alîden bir
nihâl-i tûba misâl bitmişdi, zikr olan râ-yı maşlahat ârây mükerrer olıcak, vüzerâyla
meşveret olunub mukarrer olıcak erkân-ı devletün muazzamlarından ve â‘yân-ı
memleketün mükerremlerinden ol merâm-ı itmâm içün ba‘zı âdem gönderilüb
inbisât-ı irtibâtun temhîdi mukaddemâtı müretteb oldı, mezkûr Süleymân Beg izhâr-ı
itâ‘at eyleyüb fermân Sultân-ı cihân’a sem‘en ve tâ‘aten deyüb ol cenâb-ı kâmyâbun
şeref-i intisâbı şafâsıyla serây kalb-i sürûr-ı neşât toldı.
Beyt
139
Didi besdür bu ‘izzetler ğubâra
Neşr
Serây-ı semâ mikdârında pervîn-i âsumân pîrâyi gibi beş kızı vardı, her biri burc-ı
celâlde dürr-i tâbdâr ve dürc-i cemâlde dürr şâh vardı, Hızır Ağânun Hâtûnı ki kızı
göre varmışdı, içlerinden bir yüzi şolusın hoş-ı hûlûs ihtiyâr itdi, ol serv ü âzâdı nâm
zâd idüb Belkıs-ı devrânun kenârında Hüdhüd vâr Süleymân-ı zamânun nişânın kodı
gitdi. Sultân Murâd Hân ‘âlî düğün-i bünyâdın urub ‘azîm-i cemi‘yyet eyledi, havâli-
i Rûm’da olan âkâlimün selâtîn taht nişînin da‘vet eyledi, onlar dâhi mübârek bâd-ı
hıdmetin yerine yetürdiler, her birinden âğır [36b] elçiler gelüb vâfir pîşkeşler
getürdiler, çün mübârek güne düğün tutuldı ve sûr-ı sürûr bahş-ı Sultâni’nün erkân-ı
bi kuşûr ma‘mûr oldı, şeker şerbetleri seyl gibi revân oldı, ol ni‘met-i bi kerânla ki
sebîl olmışdı il gün toyuldı, ‘âlî eclâs oldı, Pâdişâh-ı melek hışâl bâr-ı gâh felek
misâlinde havâşş-ı nâsla ya‘ni mevâli-i ma‘âli ihtişâşla oturdı, rûus-ı erkân-ı devlet
ve şüdûr-ı divân saltanat şem’-i cem‘ün hızmetine pervâne olub geldi, ol rûh revân
ins ü cânun öninde el bağlayub ayağın turuldı, vücûh hayl ü haşem ve â‘yân sipâh u
hadem kenâr-ı gülizâra şaf şaf gibi taraf taraf, şaf şaf turub nöker ü kûl şâğ u şolda
iki kol olub göz ayrımı yerden divân kuruldı âvân-ı bahârda bisât-ı pür mekkâr
çimenin gülşen gibi âltun gümiş âvânıyla müzeyyen simât-ı Sultâni çekildi, fağfûrı
çîniler Rûm’dan Hıtây’a vârunca nücûm-ı âsumân gibi dizilüb şofra-i zemîn tolusı
pür hûn Süleymâni çekildi bir niçe gün gece gündüz yenildi ve içildi ‘ıyş ü ‘işret
oldı, kimsede teşvîş kalmayub her kişinün işi güci zevk ü şohbet oldı, kânûn-ı ‘arus-i
hümâyûn yerine yetdi, iclâs-ı meymûn olub düğün işi bitdi, erkân-ı iklîm-i Rûm’un
‘azîmü‘ş-şân hâtûnları Âbilistân ki dârü’l- mülk-i Türkmân’dur varub ta‘zîm ü
tekrîm ile gelini getürdiler [37a] Edirne’de bir sarâ-yı cihân ârâya ki ğayret karây
gülistân-ı cinândı kondurub ol derr-i dürcine ol dürri burcına yitürdiler ol düğünde
dahil mühr ü kân ki gencîne-i mâlâmâl itmişdi, tamâm-ı harc olub hâşıl ma‘âdin-i
cihândan bir niçe yıldan ber ü cem‘ olan mâl-ı bi kerân tağılub gitdi, ol sür-i sürûr
âsârda nişiâr olan lûlû-yi şâh vâri ki guy-ı zemîn çevgân-ı âsumân gibi gevher-i nigâr
itmişdi, dürmek çün çarh-ı pîr kaddın-ı zamm itdi.
140
Beyt
Bir gece ki ‘arûs-ı âsumân tutuk-ı şafak alnından ziver-i âhterla zeyn oldı.
Nazm
Mihr-i sipihr eyvân-ı cilvegâh hâzır olub şark burcında kırân sa‘deyn oldı. Sene erba‘
ve hamsîn ve semâne mie de Sultân-ı cihân Murâd Hân, EstepânVoyvoda yı ki hayli
zamân idi, âsitân-ı sa‘âdet âşiyân-ı şâhide hidmet iderdi, bilesince bir mikdâr sipâhi
koşub Boğdân diyârına gönderdi, Hazret-i hilâfet penâhun es er-i nazar ‘inâyeti ve
himmetiyle mezkûr vilâyete şehriyâr olub İskender-i kadrun der âsumân mikdârından
istihzârla â‘dâsından intişâra iktidâr bulub [37b] ol ili güni kendüye döndürdi, o
nihâl-i ikbâl ki bâğbân gülistân-ı hilâfetün dikmesiydi, çün zülâl-i ifzâl Çemşîd-i
hümâ himmet ve hurşîd-i terbiyetle neşv ü nemâ buldı, bahâr şevket ü iktidâra berk ü
bâr saltanatdan berhûrdâr olub sebze zâr bostân-ı sa‘âdetde elli yıldan ziyâde sâye
güster oldı.
Beyt
Mezkûr senede Hazret-i Hüdâvendigâr ğazâ-yı ğazâya niyyet idüb Ârnavud iklîmine
taşmîm-i ‘azîmet itdi, Ânâtolı kişverünün ve Rûmili diyârunun leşker-i bî şümârın
ihzâr eyleyüb ‘azîm-i cemi‘yyet itdi, rebî‘-i bedî‘yle hevâ i‘tidâl bulub âsâr-ı bahârla
cihân-ı canân misâl olub hayyâm-ı eşcâr-ı pür envârla deşt ü kûhsâr tolıcak dârü’l-
141
mülkinden göç eyledi, ‘asker-i cerrâr Şehriyâr-ı kâmkârla ezhâr-ı sebzezârıyla hurûç
eyledi, sipâh-ı zafer hemrâh ve leşker-i kişver penâhla cihân sâyebân bârgâhıyla
şahn-ı zemîn nazîr-ı çarh berîn oldı.
Beyt
Çün hayl-i cerrâr seylvâr vârdı ol diyâra irdi, düşmenün hırman-ı vücûdını südin yile
virdi bölük bölük âkıncı taraf taraf akına gitdi, ol vilâyetün itâ‘at itmeyin yerlerin
ğâret itdi, Ârnavud’un bed nihâd ü ‘anûd horyâdlarını kırub ‘avretin[38a] oğlânın
gelinin kızın götürdiler, ellisin yüzin bir ibe dizüb dürr-i ‘ayn şâhvâr gibi nâzeninleri
dizin dizin getürdiler Hazret-i Hüdâvendigâr vardı, Akçahişâr’un ki mezkûr diyârun
haşânet ü mekân ve metânet ü bünyânla meşhûr olan hişârlarındandur üzerine kondı,
hayl-i seyl reftârınun âteş bârıyla ve şimşîr-i âbdârınun dökdüği düşmen kânıyla ol
yerün toprâğın demür ma‘denine ve taşı la‘l kânına döndi, küffâr-ı bed girdâr sur
içinde mahşûr idüb muhâşara emrinde şiddet gösterdi ve hayl-i müddet ol kal‘a-i
hayl-i cerrârla leyl ü nehâr bekleyüb oturdı, ikdâm-ı ikdâm ü ihtimâm üzerine turub
bir niçe yerden der ü divârın yıkmâğa top kurub hişâr bahçelerin ki ‘arûs- nuşretün
nikâbıydı ortadan getürdi, burûc çarh-ı Devvârla mukâbil olan bâruların şâ‘ika girdâr
toplarla bozub tağıtdı, yıkılan divârlarunun tâş u toprâğıyla hendekin toldurub şavâşa
kolây idüb yüriyişe kâbil itdi, begler eyitdiler: Vakit oldı, şimden girü yüriyiş itmek
gerek bir gün öndinden iş bitmek gerek, kış irişmed[i] iç ele dönüb gitmek gerek
Hazret-i Hüdâvendigâr yüriyiş tecvîz itmedi, her ne kadar ibrâm itdilerse sözlerin
işitmedi, egerçe yüriyişe ikdâm olunsa ihtimâm üzerine yürünse hişârun âlınmâsı
ihtimâli izhar idi, âmmâ ğâyet şarb olmağın yeri içi tolu ehl-i zarb âlet-i harb olmağın
hayl ü haşemden hayli âdem kırılmak ihtimâli ekserdi ânunçün Şehriyâr-ı kâmkâr
râzı olmadı ki yüriyiş olub [38b] ol bed nihâdlar mîğ-i cihâdla ‘alef ola eyitdi: Ne
veçhi vâr ki bir hişâr içün nice bîn âdem ki her biri niçe yılda hâşıl olur bir demde
telef ola bir yigid otuz kırk yılda merd olur yinede ölürsa bizden yarâr iki serdâr yüz
â yüz kâr-ı zâr idecek bu hişâr ol yerde ne derde yarâr Şehriyâr olanun hişârı yanında
142
hâzır bulunan leşker-i cerrârıdur, dârü’l-mülkün âhenîn dîvârı dilîrlerinün şimşîr-i
âbdârıdur.
Beyt
Neşr
B ‘ade-yi selâsûna sene tamâm itdi kâmrânlık meydânında diledüğünce cevlân idüb
murâd âtına bindi hep murâdâtına yetdi, cümle makşûdları bitdi.
Edirne’de bî kayd otururken bir sahr-ı havâ-yı şayd gâlib oldı, şâh-ı bâz-ı bülend
pervâz himmeti şikâre çıkmağa taleb oldı, ede cânibinde kayd-ı şaydla eğlenüb
yürürken gönli kuşı fâriğü’l-bâl hevây-ı şikâre pervâz ururken [39a] nâgehân-ı ‘ukâb
pür tâb ‘arz-ı maraz ol şâhbâzı pence-i şikencesine alub, târîh hicretün sekiz yüz elli
dördinde zilhicce âyınun yigirmi âltı sında cum‘a güninde av üzerindeyken hasta
olub per-i mürğ beste bâl bî mecâl şikeste olub eve döner tedbîr-i nahçîr kalur, şehre
gelürken âda köprisinün başında görür bir dervîş oturmış ‘âlem-i tecerrüde kadem
başmış ta‘alluk u tecemmülin ortadan götürmiş ne başında külâh u efser sevdâsı var
ne gönlinde sipâh u leşker ğavğâsı var dervîş şûret âmmâ ma‘na ‘âleminün pâdişâhı
âyne-i kalb şâfisi ‘arûs-ı ğaybun cilvegâhı
Beyt
143
Neşr
Ol şâhib-i vilâyet kerâmet bu nâşıb râyet-i saltanatı karşudan gelür göricek eyitdi:
Dem dür ki hâb-ı ğafletden gözün âçasın menzil-i ‘ademe yolun bir iki kadem kaldı,
niçe bir ğûl hevâya uyub toğrı yolı koyub dûr u dırâz ârzû-yı mecâz içün nefsün
tapusın idesin hak kâpusından kaçasın.
Nazm
Hûrşîd-i rûh revân ki Çemşîd-i heft iklîm beden insândur fem-i dehenden tulû‘
itmeden âğzun yamulub tevbe kâpusı ki iki tutağun anun iki kanâdı yerine dür
yapılup gitmeden da‘vet-i hakka icâbet [39b] eyleyüb bâb-ı ınâbet rücû‘ it refîk-i
tevfîkle hümrâh olub Serdâr-ı şâda git, çün Sultân-ı cihân ol dervîş hayr-ı endîşden
mezbûr kelâmı İstimâ‘ itdi, Sârûca Pâşâ’yla İshâk Pâşâ’ya ki iki yanında giderlerdi,
eyitdi: Siz iki göz tânık olun ki şarâb-ı hevesin ve şâhid-i havâsın gönülümden
çıkardum şer işlerden ki nefse uyub işlerdüm tevbe idüb hırmen-ı fesâdı bâde verdüm
şıdk-ı niyyet ve hulûş-ı teviyyed ile bu sözleri dedi. Dünyâ endîşelerinden geçüb
ahret teşvîşin yedi ‘ayn-i başîreti âçılub hâb-ı ğafletden uyandı, menâhiden cânı
yigrenüb melâhîden gönli uşândı, şarâbdan ki ser çeşme-i âb-ı şûr u şerrdür tevbe
kılub envâ‘i müskirâtdan vâz gelüb tâîb oldı bûzın tuzından ve ‘araki derinden hâşıl
olan derinden mâ-i ‘ayn inâbetle arınub kurtuldı, keder-i gerd-i zünûb gidermekçün
cûybâr-ı istiğfâra girdi, yundı günâhları kalmadı. Et-Tâîbü kemen lâ zenbe lehu
144
[Tövbe eden günahsız kişi gibidir.] Dünyâ’ya şimdi gelmişe döndi İshâk Pâşâ’ya
dönüp eyitdi: Şol Dervîş[i] bilürmisin kimdür eyitdi: Bilürin ‘âlem-i tecrîdün
ferîdlerindendür Burûsâ’daği Emîr-i Buhâri Hazretinün nâr-ı kerâmetinün tâbı âfitâb
gibi cihângîr olmuşdı, mürîdlerindendür Sultân-ı Dehr’ün nûş-ı ‘ayşı pür zehir tolub
geldi, şehre irdi sarâyına girdi, ol cân u cihânun âfitâb gibi cism-i pür tâb olub leheb-i
teb kalbine ıztırâb virdi öleceğın bilüb oğlı Sultân Mehemmed Hân’ı vaşşî kılub
vezîri Halîl Pâşâ’yı nâzır itdi ahret seferinün gereği gibi yarâğın görüb da‘vet-i
hakkun [40a] icâbetine cânı hâzır itdi, cevher-i vücûdı ki murâd her mevcûd idi. Dört
gün ‘araz-ı maraz zahmetin çeküb beşinci gün çahârşenbe güninde teslîm-i rûh itdi,
ğurre-i mâh-ı Muharrem’de bedr-i ‘ömri selh olub ol muşîbete cihânun cânı âcıdı,
‘âlemün meşreb-i ‘ayşı telh olub ol âsumân s‘aâdetün ufuli ve ol serv-i bostân-ı
siyâdetün zebûlı hicret-i Hazret-i Resûl’ün sekiz yüz elli beşinde vukû‘ buldı, iki
hafta tamâm ol vâk‘adur sâik‘ası âvâm-ı enâmdan ihfâ itdiler, on altıncı gün
Ma‘nisâ’dan Sultân Mehemmed Hân geldi, ândan şonra şüyû‘ buldı. Târîh ol şâh kim
cihânda âdliyle oldı meşhûr târîhi rihletün kabri müdâm-ı pür nûr Mışır-ı saltanat
harâb Nîl-i mekremet serâb olub tâb-ı hasretle dîdeler çesmesi pür âb oldı, ol âfitâb-ı
‘âlem tâba sahâb-ı ecel hicâb olduğı ecelden cigerler içi teff ü tâb toldı.
Mesnevî
145
Gurûr dökülmeseydi Dünyâ sürûrına dilkeşdi helak olmasaydı, cihân mülki ne hoşdı,
gülistân-ı canân âsâyı zindegânı şerîf câ-yı sürûr fezây idi, bahâr-ı cüvânı şavılub
ezhâr-ı memât irüb küremâ-yı ‘ayn [40b] ezhâr-ı şâdumânı şolmasa ve deverân-ı rûh
cüvânı ne latîf cûy-ı dilcûydı germâ-yı memât irişüb küremâ-yı ‘ayn-ı hayât tâb-ı
âfitâbla şoğulmasa müddet-i hayât bir âfitâb bir köprüdür ki âna uğrayan geçer
turmaz, ‘imaret-i kâînât bir müsâfir hâne dür ki içinde konan anlamaz göçer.
Beyt
Her Şehriyâr-ı kâmkâr ki semend-i baht-i bülende bindi, sa‘âdet kemendiyle devlet
şikârın şayd itdi, murâd âtına süvâr olub murâdâtına vâşıl oldı, meydân-ı şafâda bir
zamân cevelân urdı mutallaku’l-inan olub kûy-ı ârzûya çevgân urdı, deverân-ı tamâm
olub âhir kâm u nâkâm Murâd-ı ‘inâda nâzil oldı, her melik-i nâmdâr u felek mikdâr
ve melik-i iktidâr ki âfitâb-ı cihân tâb devleti ufuk-ı siyâdetden tulû‘ itdi, semâ-yı
sâmîen sa‘âdetün burûcına ‘urûc idüb şon ucı hakîk-i kabirde ‘ayn-ı hâme-i hüsne
ğurûb idüb gitdi. Likulli tâl‘in ufûl ve likulli n âfin zebûl [Her doğan batar ve her
olgunlaşan çürür.] âsumân-ı kudretde bir mâh tulû‘ itmez ki üfûl bulmaya, bostân-ı
fıtratda bir giyâh numuvv bulmaz ki zebül idüb şolmaya.
Kıt‘a
Neşr
Çün Sultân Murâd Hân’un tûtî cânı burûc-ı âsumâna ‘urûc eyleyüb mekân-ı ünsde
rûh-ı kudsle hemnîşin oldı, belde-i Burûsâ şânehâllahu ‘ani’l- bu’esâ [Allâh
146
zavallılardan korudu] kenârında kafes kalub pâki genc-i semen gibi genc halde defin
oldı.
Mers iye
Merhûm ıyâdıyla dillerde meşkûr ve eyi âdıyla ellerde mezkûr meşhûr zikr evşâf-ı
Sultân Murâd hâtem nejâd Sultân-ı cihân Murâd Hân kırk tokuz yıl üç ây dâr-ı
ğurûrda, sürûr itdi on sekiz yaşında cülûs-ı hümâyûnla serîr-i gerdûn nazır-ı saltanatı
müşerref kılub, otuz yıl altı ây yedi gün beglik idüb devrinde il gün huzûr itdi, mülk-i
cihânda melik-i melek hışâl idi, himmet ‘âlî şânla felek-i misâl idi, fezâyil-i celîlenün
menba‘ıydı, haşâîl-i hamîlenün mecmaıydı, ‘adâletde ‘ömer şecâ‘itde haydardı, hüsn-
i hulukla hasen-i fazl-ı cûdla ca‘ferdi, şu gibi pâk u revân şâfi dildi, her zamânda bit-
tâb‘ lutfa mâîldi beher hâl sâîl nehy-i ihtimâli yoğidi keff-i deryâ nevâli sâildi sîn-i
sahânun dışı dendân-ı handânı ve çeşme-i ‘ayn ‘atânun lülesi barmâğıydı, dest-i
gevher bâr-i keff deryâ misâlin açsa her barmâğınun arası bir sehâ ırmağıydı kılıc-ı
gücle cem‘ itdüğin tâziyâne ucıyla.
[Derkenar]
Nüsha-i ğayr
147
Tûtî cân burûc-ı âsumân mekân ünsde rûh-ı kudsla kafes-i kalb pâkî genc semen olub
belde-i Burûsâ kenârında hişâr ‘imâret-i ‘amiresün ki makşud kurbunda kabri mezâr
ibrâr deyn oldı, ey Mısır- saltanat vân-ı Nîl mekremet ki şenîd Mısır-ı saltanat harâb
ve Nîl.
Mısrâ‘
[41b] Târ-ı mâr iderdi hazînesine bu gün giren mâl-ı bî kerân ve mebliğ bi pâyân
yarına kalmayub fil hâl giderdi.
Beyt
Silinmiş
Alduğı vilâyetün hâsılın leşkere üleşdürürdi güyâ ki ‘arûs-ı fethe bir kişverün dahi
mehrin verirdi, bârân gibi ihsânı her kişiye irüb virdügine Tenri virür gibi verüb bir
kimseye mülk bağışlasa kariye virmez şehir virürdi.
Beyt
Silinmiş
Tatvîlden kaçılmayub bâb-ı sahâsı tafşîl olunsa görüleydi ki nâdire-i dehr deyecek ne
işler işlemişdür, cümleden biri bu ki esnâ-yı şohbetde bir gece bir muğanniye karıya
Gelibolı şehrin bağışlamuşdur, yârındâsı dîvân-ı erkânı ol gece olan bahşiş-i Sultâni
işitdiler, Hafşa köy dimekle meşhûr kariyye bedel virüb mezkûr şehri halâş itdiler,
makbûl havâşşından menkûl dür ki: bir gün huzûr-ı pür hubûrunda hâtemün keremi
anılmış eyitmiş derler ki sarây hâtem tâyinün kırk kâpûsı varmış bir gün bir gedâ-yı
bî ser ü pây ol kâpûlarun kırkına bile varmış, kimse redd itmemiş ve her kâpûya ki
irmiş mahrûm gitmemiş vâfir-i ni‘am eline girmiş hiç birinden reddle cevâb
işitmemiş ol hâtim-i kerem tekini hâtmün bu işini ki işitdi, veçh-i mezkûr üzerine,
[Derkenar]
Hatta ferzend-i es‘ad erşedleri olan Sultân Mehemmed kendülerden şonra taht-ı
sa‘âdet baht ile ercümend olduklarından ‘asker-i hayl remzi habl-ı bezl ile şüdd
148
itmekçün ‘âmire yokladıklarında dirhemi ü dînârdan Şehriyâr-ı Ruşen zamîr â‘d’â-yı
devletden bir habîr olmayan ba‘zı cevâhir-i nefîse ol mehzûulini sebîlînde d efü sedd
itmiş.
[42a] Olan sahâsına ihsânına tahsîn itmeyüb eyitdi bu ne kerem olsun evvel kâpûda
eline ol kadar girmek gerekdiği bir kâpûya dâhi varmağa hâcet kalmayaydı, ol gözü
ac ve muhtâcun şikem ta‘n toyurub, şöyle çok virmek gerekdi ki kâse-i hırşı ve kîse-i
âzı almayaydı, fikr-i herkes bi kadir himmet-i üst ol bedr-i âsumân ma‘âlinün kadr-i
himmet ‘âli nihmeti bu sözinden bilinür miski boynundan güle jeng-i rûyinden
bülbüle nevâsından şem‘-i envere ziyâsından istidlâl kılınur.
Beyt
Silinmiş
Hûy-ı meliki ve himmeti felekiydi ‘âlem-i mekârim âhlâkun felekiydi şimşîrle mihr
gibi cihân güşâ tedbîrle sipihr gibi ‘âlem girdi, meydân-ı remze ‘azm itse cüvân-ı
dilîr zamân-ı hazme gelse pîr—i şâhib tedbîr idi, beni âşfere bir niçe kerre ol itdüği
ğazâ-yı ekber sûd u âhmerden bir âhd itmedi ânun müddet-i saltanatında Ungurûs-i
menhûs hiç cemi‘yyet itmediği ol ânı tağıtmadı rûz-ı nevrûzı nevrûz-ı ‘ıyd idi şeb-i
tarab efrûzı kader-i sa‘îd idi, hengâm-ı gül gibi eyyâm-ı saltanatı ‘işret ü şafâyla
geçdi, seferi rezm-i fetüh ârâyla hazeri bezm-i rûh efzâyla geçdi, câm-ı bâde-i
gülrengi dâîmâ nakl ü helvâyla içdi.
Beyt
Neşr
Meclis-i hâşda ki ‘âmme-i selâtîn taht nişîn rû-yi zemînün tahassur eyleyecek
yeriydi, nâhîd mutribi ve hurşîd rakkâşıydı bezm içinde kef-i deryâ nevâlin açsa
[42b] bahr-i ifzâlinün ki mevc-i evc âsumâna irerdi dürer-i buhteri dermegçün hilâl-i
ğavvâşıydı mutriblerinün ki âvâzesi ‘ırâk-ı âşafhâni tutmuşdı, nevâsıyla ‘uşşâk
muhayyer olurdı, ele sâz alub ser âğâz itseler âsumân-ı hırka-i kebûdın bırağub
149
semâ‘a girür zîr ü zeber olurdı, şu gibi revân-ı latîfi bi’t-tab‘i rûda mâîl idi âvâze-i
sâza ve terâne-i sürûra mâîldi.
Beyt
Silinmiş
Bezliyle eşnâf beni âdem dil şâd u mesrûr olmuşdı ‘adliyle etrâf-ı ‘âlem harâb âbâd
ma‘mûr olmuşdı şehirlerde ta‘mîr itdügi ‘imâretlerün her biri bir nehr-i câri evkâfları
bi kusûr u fütûr-ı ma‘mûr idrârları âbâdân ve câri Ergene üzerinde yapdurub âbâd
itdügi köprinün kâînât içinde nazîri yok meger gine mirât-ı hayâlde olan misâli
cihân-ı kâr gâhında ki bunca sâl u mâhdur şeb u rûz işlenür ol güne dek ki ânâ
bünyâd uruldı, henüz resm olamamışdı, timsâl kalemi taraf-ı hayra yönelse şarfa
kâbil değildi, sîm ü zerde ki hayra şarf ola sırfa kâbil değildi lâ-hayra fil isrâf sözin
‘aynına âlmazdı, kalbi ü ’l-isrâf fil-hayrla teselli bulmışdı, cihânda ğayrı murâdı
yogıdı âdı ânılsa biliş ü yâddan hayırla yâda müteselli olmuşdı.
Beyt
Neşir
Ol Sultân-ı kârimün ki zamânında ebûü’l-mekârrim idi, altı oğlı olmışdı ikisi şonına
kâlub dördinün ‘ömri kendünün eyyâm-ı hayâtında tamâm olub ölmüşdi, [43a]
onlarun biri Âhmed, biri ‘Alî, biri Hasan, biri Orhân idi şonına kalanlarun biri küçük
Âhmed, biri Sultân Mehemmed Hân idi, büyük Âhmed ve ‘Alî ki ânâ Sultân ‘Alâ’d-
Dîn derlerdi, Âmâsyya da defn olmuşlardı küçük Âhmed İsfendiyâr kızındandı, atâsı
ölıcek üç yaşındaydı bu cümlenün arasında efser-i devlet Sultân Mehemmed Hân’un
başındaydı kalanı gitdiler, atâsı yerinde ol kaldı meydân-ı sa‘âdete Kaşabü’s-sabak ol
oldı, hayrü’l-halef olub sa‘âdet-i dâreyn ile müste’âd oldı.
Kayşer-i kaşr çârtâk-i sipenc dârâ-yı fermân revâ-yı hakîki ve kethüdâ-yi sarây
mecâzî-i Süleymân-ı Âşaf râ-yı zemân ve kahrâman-ı Selâtin-i rû-yı zemîn Sultân
Murâd Hân Gâzî ki kendü ‘aşrında hilâfet kaşrına pâsubân olub Memleket korusuna
150
nigehbân ve ra‘iyyet sürüsine çubân idi, Çün hidmeti nevbetin geçürdi bu cihân
mihmânhânesinde ins ü cân müsâfirlerini şabâh da yedürüb içüren bâmda ve şâmda
kondurub göçüren anı dâhi göçürdi ni‘met-i dünyâdan seyr idüb nehr-i cândan
geçürdi.
Mesnevî
Neşir
Diyâr-ı Rûm’un civârında ki serdârlar ki ol âfitâb nûr pâşun tâbına duymayub huffâş
gibi müstetir olmuşlardı bum-ı şûm gibi her biri ol Çemşîd güşânun ol Çemşîd-i
cihân güşânun havfıyla her biri yer dibinden çıkub uğrâdığı [43b] Kişverleri yakub
yıkub cerâd gibi etrâf-ı bilâda münteşîr ve eşnâf-ı şerr ü fesâda mübâşir oldular ol
hurşîd-i ‘âlem ârânun küsüfiyle kevâkib-i neyyire gibi merâkib ü mevâkible zâhir
olub ne yire ki vardılar zu‘afâ-yı ‘ibâdun kuvvet ü zâdın alub kuvvetlenüb mütezâhir
oldılar, ol cümleden birisi ki gürbüzi ve irisi Haşmu’d-dünâbi ehad [Suçlunun hasmı
keskindir.] Karaman oğlı İbrâhîm Beg ki ‘Osmânlu’ya ğarîm-i kadîm şofa-i şafâya
kadem bşsmamışdı dehlîz-i sitîzde mukîm idi.
Beyt
Neşir
Fursat ki el virdi geldi ile girdi şonın fikr itmeyüb önine gelân Şenâ‘ati itdi,
civârındaği diyârı ğâret eyleyüb müslümânlara ire bildügi hasâreti itdi, ol câhil Men
âzâ cârehu ve res ehullahu dârehu [Kim komşusuna eziyet ederse, Allah eziyet ettiği
151
komşusuna miras yapar] hadisinden ğâfil oldı âhir ol itdügi hadisün yüz cezâsın
birine yüz cânına sezâsın buldı, şâh-ı merdândan meydânı hâlî gördi gûy-ı murâda
murâdınca çevgân urdı, meydân-ı ‘işyândan çıkmayub esb-i ‘inâda süvâr olub turdı.
Beyt
Neşir
Menteşe oğlı İlyâs Beg dâhi vesvese-i vesvâsa uyub müddet-i fetretde âl-i ‘Osmân’la
esâs-ı ‘ahd ü peymânı bozanlardan çeng-i cengle perde-i şulhı çâk idüb, muhâlif-i
âhenge ser âğâz kılub min ğalebe-i selbe kânûnına muvâfık sâz u seleb
düzenlerdendi, nakş-ı bend vesâvis-i şeytânı ve şûret ârây hevâ-i cîn-i nefsânî zamân-
ı halvet âvân-ı furşatdır, deyü takrîr itdi.
[Derkenar]
Veresşeullah dârehu.
[Kim komşusuna eziyet ederse, Allah eziyet ettiği komşusuna miras yapar]
[44a] Nefs-i muhâl endişi mecâl istîlâ-yı nefs-i cehle mürekkeb ve midâd sevdâ-yı
fâsid İla levh hayâlde taşvîr itdi merkeb iğtirâra süvâr olub meydân-ı tuğyânda
yonurdı gûy-ı murâd da cevelân eyledi ve gûy-ı ârzûya çevgân urdı, hevle-i
Hakk’dan ğâfil olub cevle bâtıla âldanub kendüyi gördi.
Beyt
Neşir
152
Âhir rây-ı kâsidinün semerin ve hevâ-yı fâsidinün eserin gördi badehü harâbü’l-
Başra elin hasret dişine başın nedâmet taşına urdı, her işde kişiye lâzım dür ki
endâzesin gözede, hadden tecâvüz etmeye, kelimesine göre ayağı üzere de etvâr u
evzâ‘ın üslûb merğûb ile düzede.
Temmü’l-hayîr
Vesselâme
III-4 [46b] Sultân Murâd-ı Sânînün Bu Cihân-ı Fânîden Ol Serây-ı Bekâya İntikâlin
ve Bu Murâd-ı ‘İnâdın Ol Sofa-i Safâya İrtihâlin Beyân Eyler
Âsumân-ı kudretde bir mâh tulû‘ itmez ki üfûl bulmaya bostân-ı fıtratda bir giyâh
Nümüvv bulmaz ki züyûl irüb şolmaya. Likulli tâl‘in ufûl ve likulli n âfin zebûl
[Her doğan batar ve her olgunlaşan çürür.]
Helak olmasa cihân mülkine hoşdı ğurûr denilmese dünyâ sudûruna dilkeşdi,
gülistân-ı cenân âsâ-yı zindegâni ne şerîf câ-yı sürûr efzâydı bahâr-ı cüvâni şavulub,
ezhâr şâdmâni şolmasa rûz-ı revân rûh-ı hayvânı ne latîf cûy-ı dilcûydı ‘ayn hayât-ı
tâb âfâtla şoğulmasa bâd-ı âfât-ı memât iren çeşme-i hayâtun âbı tâb-ı âfitâbla
şoğulmasa, hel lisumûmi’l-humumi min vâki ve hel lisihâmi’l-hamâmi min râki
[Üzüntülerin zehrinden var mı bir koruyucu?. Ve güvercin oklarından var mı daha
yükseğe çıkan?]
153
Kerkese hırmen çarhı yilevir
Müddet-i hayât bir köpri dür uğrayan turmaz geçer, ‘imâret-i kâînât bir müsâfir
hânedür konan eğlenmez göçer, şarâb-ı memât bir âb kâtı‘ü ’l-hayât dür ki dünyâ ya
gelen ândan içer, cümle halk ehl-i sefer ‘âlem müsâfir hânedür bir mukîm âdem
bulunmaz hayme-i Eflâk’da,
[Ömrüne ant olsun! Dünya kalıcı bir konak değildir. (Kalıcılığı) gözün üzerindeki
perde açılıncaya kadardır.]
[İnsanlar orada nasıl kalıcı olacak. Ancak geçici vasıtalarla kalıcı olunabilir.]
Her Şehriyâr-ı kâmkâr ki semend-i baht-ı bülende bindi, sa‘âdet kemendiyle devlet
şikârun şayd itdi, murâd atına süvâr olub murâdatına vâşıl oldı, gûy-ı ârzûya cevelân
[47a] urub meydân-ı şafâda bir zamân cevelân itdi devrân tamâm olub âhir kâm u
nâkâm murâd-ı ‘inâda nâzil oldı, her melik nâmdâr-ı felek mikdâr ü melik-i iktidâr ki
âfitâb-ı cihân tâb devleti ufuk-ı siyâdetden tulû‘ itdi, semâ-yi sâmiyye-i sa‘âdetün
burûcuna ‘urûc idüb, şon ucı hazîz-i kabirde ‘ayn-ı hâmiyye-i hîne ğurûb idüb gitdi.
Beyt
Beyt
Neşr
154
Bu mukâddemâtun tertîbinden maksûd ve bu kelimâtun terkîbinden ğaraz-ı mahûd
oldu ki Kayşer kaşr-ı çârtâk sipenc Dârâ-yı fermân revây beydâ-yı mecâzi Süleymân-
ı Âşaf râ-yı zamân kahramân-ı Selâtîn-i cihân ya‘nî Sultân Murâd Hân zamân-ı Gâzî
ki kendü ‘aşrında hilâfet kasrına pâsbân olub memleket korusuna nigehbân ve
ra‘iyyet sürüsüne çopân idi, hidmet-i növbetin geçürdi, ins ü cân müsâfirlerini bu
cihân-ı mihmân hânesinde şabâh u revâhda yidürüb içürüb bâm u şâm da kondurub
göçüren ânı dahi göçürdi. Tetemme-i hadis; El-mevtu ke’sün ve küllü’n-nâsi şâribuhû
(Ölüm bir kadehtir ve her insan ondan içecektir). Hadîsi muktezâsınca sâkî-i ecel
elinden fenâ şarâbın içürdi seroş ğibi cenâbinden nef-i nefîs İrci'î ilâ rabbiki
râdiyeten merdiyyeten (Rabbine razı olmuş ve razı olunmuş olarak dön)693 hitâbın
gûş itdi.
Beyt
Matla‘
Tûtî cân burûc-ı âsmâna ‘urûc idüb mekân-i insde rûh-ı kudsla hemnişîn oldı, kafes-i
kâlb pâkî genc semîn gibi genc hâlde defn olub belde-i Burûsâ şânehâllahu ‘ani’l-
bue’sâ (Allâh zavallılardan korudu). Kenârında hişâr civârında ki ‘imâret-i
‘âmiresünün ki makşad şiğâr u kibârdur kurbunda kabri mezâr-ı ebrâr u ahrâr ehl-i
dîn oldı.
Beyt-i Fârisî
[Derkenar]
155
[47b] Ân Mışr-ı satanat ki na-edidi harâbî şod
Neşr
Mışr‘a
Mışr‘a
Mers iye
Nazım
156
B u zehri çarh tâsından idi nûş
Neşr
Ol mâh-ı âsumân sa‘âdetün ufûl ve ol bedr-i bostân siyâdetün zübûl hicret-i Resûlun
‘aleyhü’s-selâm sekiz yüz elli beşinün Muharreminde vukû‘ buldı, nitekim ol mâh-ı
mihr saltanatun vefatları târîhi bu veçhle mecmû‘ oldı.
Târîh: ol Şâh kim cihânda ‘adliyle oldı meşhûr târîh-i rıhletinün kabri müdâm-ı pür
nûr.
III-5 Zamân-ı Fetretde Karamân Oğlı Furşat Bulub Furşatı Ganîmet Bilüb Civârında
Olan Diyâr-ı Dâr ü ’l-Emânı Gâret Kılub Ehl-i İslâmun Hısâretine İkdâm u Cesâretin
Bildirür
157
Mevtü’s-sultâni mîlâdü’l-mahzi ve’l-kurûb ve defnuhû yefşi’l-fitene ve’l-hurûbe
(Sultanın ölümü ile keder ve üzüntü; defni ile fitne ve savaşlar (ortaya çıkar) yayılır).
Diyâr-ı Rûm’un civârında ki serdârlarla ol ol âfitâb nûr pâşun tâbına dövmeyüb
huffâş gibi müstetir olmuşlardı, bûm-ı şûm gibi her birisi bir bucağa baş şokub
[Derkenar]
Cesâret
Gerdûn
Kürûb
Cem‘-i keramet
Âfitâb
[48a] Zelâm-ı şâm fitne bum-ı Rûm kaçan tûta deyü muntazar olmuşlardı, ol
Çemşîd-i cihân güşânun husûfla her biri yer dibinden yeni çıkub uğraduğı yeri yakub
yıkub cerâd gibi etrâf-ı bilâda münteşir ve eşnâf-ı şer ü fesâda mübâşir oldılar, ol
hurşîd-i ‘âlem ârânun küsûfıyla kevâkib- i neyyir gibi merâkib ü mevâkib ile zâhir
olub ne yire ki vardılar, zu‘afâ-yı ‘abâdun kuvvet ü zâdın âlub kuvvetlenüb
mütezâhir oldılar,
‘Arabiyye
Beyt
158
Z e m orde zen d e koni m um kin est v e m üm kin nîst
Neşr
Furşat ki el virdi geldi, ile girdi şonın fikir etmeyüb önine gelân şenâ‘ati itdi, civâr-ı
civârındağı diyârı ğâret idüb müslümânlara ide bildügi hısâreti itdi. Men âzâ cârehu
ve reşehullahu dârehu (Kim komşusuna eziyet ederse, Allah, eziyet ettiği komşusuna
miras yapar.) hadîsinden ğâfil oldı. Âhir ol itdügi hadisün yüz cezâsın birine yüz
cânına sezâsın buldı şâh-ı merdândan meydânı hâlî gördi, gûy-ı murâda dilâduği gibi
cevegân urdı.
Ş‘iir-i ‘Arabî
Haleleki’l-cevvü febeyyidi ve esferri
Fârsi
159
SONUÇ
Kendisinden sonra gelen Gelibolulu Mustafa Âlî ve Hoca Sadeddin Efendi gibi
Osmanlı tarih yazıcılığının önde gelen isimlerinde ciddi bir Kemâlpâşâzâde etkisi
göze çarpar. Bu çalışma ile ilk dönem kroniklerine yeni bir kaynak kazandırılmıştır.
Kemâlpâşâzâde’nin Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı eserinin genel değeri dışında üzerinde
çalıştığımız VI. defter de özel bir öneme sahiptir. II. Murad gibi önemli bir padişahın
devrine dair bilgilerin paylaşıldığı defterin 1444 yılına kadar olan hadiselerini içeren
kısmı eksik de olsa II. Murad dönemi hakkına başka bazı kaynaklarda bulunmayan
bilgileri içermesi bakımından oldukça önemlidir. Bu defterde Buçuktepe İsyanı
(1446) hakkında verilen malumata başka kaynaklarda rastlamak mümkün değildir.
Bu anlamda Osmanlı Devletinde patrimonyalizm ya da sultanizm olarak bilinen
yönetim sisteminin oluşmasında etkili olan bu isyanın gelişim aşamalarının bilinmesi
adına Tevârîh-i Al-i Osmân’ın VI. Defterinde bulunan bilgiler oldukça kıymetlidir.
Bu çalışma uzun Osmanlı asırları içerisindeki birçok tarihî kaynaktan birisinin neşri
ve içerisindeki bilgilerin incelenmesinden oluşmaktadır.
160
KAYNAKÇA
Ahdî, Gülşen-i Ş u ‘arâ, haz. Süleyman Solmaz, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Ankara 2018.
Ahmedî, Iskendernâme, haz. Yaşar Akdoğan - Nalan Kutsal, Türkiye Yazma Eserler
Kurumu Yayınları, İstanbul, 2019.
Anonim, Anonim Osmanlı Kroniği (1299-1512), haz. Necdet Öztürk, Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 2000.
161
, Anonim Tevârîh-i Al-i Osman (F.Giese Neşri) , haz. Nihat Azamat,
Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1992.
Babinger, Franz, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, çev: Coşkun Üçok, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara 1992.
162
Bergstrasser, Gotthelf, Metin Tenkidi ve Yazma Metinleri Yayınlama İlkeleri, yay.
haz. Muhammed Hamdî El-Bekrî, çev. Eyyüp Tanrıverdi, Kitabevi, İstanbul,
2011.
Bertrandon De La Broquıere, Bertrandon De La Broquıere ’in Denizaşırı Seyahati,
ed. Ch. Schefer, çev. İlhan Arda, Eren Yayıncılık, İstanbul 2000.
Biçer, Ramazan, Osmanlı’nın Bilgeleri Kemalpaşazâde, İlke Yayıncılık, İstanbul
2016.
Bolay, Süleyman Hayri, Osmanlı Düşünce Dünyası, Akçağ Yayınları, Ankara, 2016.
Bursalı, Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri I-II-III, Ve Ahmed Remzi Akyürek M iftâhû’l-
Kütüb Ve Esâmî-i Müellifin Fihristi, Bizim Büro Basımevi, Ankara 2000.
Değirmencioğlu, Cemal, Çeviribilimde Tarih ve Tarihyazımı Doğu-Batı Ekseninde Bir
Karşılaştırma, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2016.
Celâlzâde Mustafa, Tabakâtü’l- Memâlik ve Derecâtü’l-Mesâlik, nşr. Petra Kappert,
Wiesbaden, 1981.
Chalkokondyles, Laonikos, Laonikos Chalkokondyles’in Kroniği ve Değerlendirilmesi (V.-
VII Bölümler), haz. Ferhan Kırlıdökme Mollaoğlu, Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara 2005.
Çelebi, İyas, “Kemalpaşazade Eserleri”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt:
XXV, Ankara 2002, s.245-247.
Çulha, Tülay, “İbranî Harfli Anonim Osmanlı Tarihi”, Gazi Üniversitesi Türkoloji
Araştırmaları Dergisi, 12, Ankara, 2013, ss. 9-28.
Doukas, Mikhael Tarih, Anadolu ve Rumeli 1326-1462, ed. Nezik Başgelen, çev. Bilge
Umar, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2008.
Ebu’l-Hasan El Mâverdî, Nasihâtu’l-Mülûk (Siyaset Sanatı), çev. Mustafa Sarıbıyık, Ark
Kitapları, İstanbul, 2004.
Emecen, M. Feridun, “II. Bâyezîd’in Tarih Merakı Üzerine Bir Not: Fenarîzâde Alâeddîn
Alî’nin Anonim Osmanlı Tarihi Derlemesi”, Kitaplara Vakfedilen Bir Ömre Tuhfe:
İsmail E. Erünsal’a Armağan, haz. Hatice Aynur-Bilgin Aydın-Mustafa Birol Ülker,
Ülke Kitapları, İstanbul 2014.
, M. Feridun, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve Yükseliş Tarihi (1300-1600),
Türkiye İş Bankası Kültür Bakanlığı, İstanbul 2019.
163
, M. Feridun, “Osmanlı Kronikleri Ve Biyografi”, İslam Araştırmaları Dergisi, Sayı:
3, İstanbul 1999, s. 83-90.
Enverî, Düstûrnâme-i Enverî (19-22. Kitaplar), haz. Necdet Öztürk, Çamlıca Basım Yayın,
İstanbul 2012.
Fayda, Mustafa, “İbn Kemal’in Hayatı ve Eserleri”, Tokat Valiliği Şeyhülislam İbn Kemâl
Araştırma Merkezinin Tertip Ettiği Şeyhülislâm İbn Kemâl Sempozyumu Tebliğler ve
Tartışmalar (Tokat 26-29 Haziran 1985), yay. haz. Hayri Bolay/Bahaeddin
Yediyılldız/Musafa Sait Yazıcıoğlu, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1986,
ss. 53-60.
Fleischer, Cornell H.-Kaya Şahin, “On the Works of a Historical Nature in the Bayezid II
Library Inventory”, Treasures o f Knowledge: An Inventory o f The Ottoman Palace
Library (1502/3-1503/4), I, II, ed.Gülru Necipoğlu-Cemal Kafadar-Cornell H.
Fleisher, Brill, Leiden-Boston, 2019, pp. 569-596.
Firdevsî, Şahnâme I, haz. Nimet Yıldırım, çev. Necati Lugal, Kabalcı Yayınları, İstanbul,
2018.
, Şahname II, Haz. Nimet Yıldırım, çev. Necati Lugal, Kabalcı Yayınları, İstanbul,
2018.
Firdevsî-i Rûmî’, Kutb-nâme, haz. İsmet Parmaksızoğlu, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1980.
Fuzulî, Beng ü Bâde, haz. Ali Budak-Mehmet Kanar, Bilge Kültür Yayınları, İstanbul, 2017.
Hacı Halil b. Konevî, Osmanlı’da Farsça Tarih Yazıcılığı ve Hacı Halil Konevî’nin Tevârîh-
i Al-i Osmân Adlı Eserinin Tercümesi, haz. Engin Salduz, Van Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Van,
2019.
Hadîdî, Hadîdî Tarihi, [Manzum Osmanlı Tarihi] (1285-1523), haz. Necdet Öztürk, Bilge
Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2015.
Hâmidî, Külliyyât-ı Dîvân-ı Mevlânâ Hâmidî, nşr. İsmail Hikmet Ertaylan, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1949.
164
Hasan Beyzâde Ahmed Paşa, Hasan Beyzâde Târîhi, Cilt II, haz. Şevki Nezihi Aykut, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2004.
Hoca Sadettin Efendi, Tacüt’t-Tevarih, I, Tab‘hâne-i ‘Âmire, İstanbul, 1279 [1862-1863].
Gelibolulu Mustafa Âlî, Künhü’l-Ahbâr, haz. Ali Çavuşoğlu, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara 2019.
Gencevî, Nizamî, Hüsrev ve Şirin, Zengin Yayıncılık, İstanbul, 2019.
Genç, Vural, A cem ’den R u m ’a Bir Bürokrat ve Tarihçi İdris-i Bidlîsi (1457-1520),Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2019.
İbn Kemal, Tevârih-i Al-i Osman I. Defter, haz. Şerafettin Turan, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara 1991.
, Tevârih-i Al-i Osman VII. Defter (Tenkidli Transkripsiyon), haz. Şerafettin Turan,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991.
İbn Kemal (Kemalpaşazâde), Tevârih-i Al-i Osman IV. Defter, haz. Koji İmazawa, Türk
Tarih Kurumu, Ankara 2000.
İbn Kemâl, Tevârîh-i Al-i Osmân VIII. Defter (Transkripsiyon), haz. Ahmet Uğur, Türk
Tarih Kurumu, Ankara 1997.
165
İdris-i Bidlisî, Heşt Bihişt Osman Gazi Dönemi (Tahlil ve Tercüme), haz. Vural Genç,
Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul, 2007.
İnalcık, Halil, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar I , Türk Tarih Kurumu, Ankara
1954.
, Halil, İki Karanın Sultanı, İki Denizin Hakanı Kâyser-i Rûm Fâtih Sultan
Mehemmed Han, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, ed. Tayfun Ulaş, İstanbul
2019.
, Halil, “Murad II”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt: XXXI, İstanbul
2006, s. 164.
, Halil, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600), çev. Ruşen Sezer, Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul 2003.
İnanır, Ahmet, İbn Kem al’in Fetvaları Işığında Osmanlı ’da İslâm Hukuku, İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 2008.
İnce, Yunus “Bihke’ye Balon Yüreğimize Kıyamet Korkusu Düştü”, Mavi Atlas Dergisi,
VI/2, 2018, ss. 246-261.
, Yunus, “II. Bayezid Devri Osmanlı Tarih Yazıcılığında Cem Sultan”, İstanbul
Üniversitesi V. Uluslararası Tarih Eğitim Sempozyumu 10-12 Mayıs 2018 İstanbul,
İstanbul 2018.
, Yunus, “II. Murad Devrinde Osmanlı Tarih Yazıcılığının Başlamasında
Timurluların Etkisi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi,
43, Konya, 2018, ss. 459-470.
166
, Yunus “Osmanlı Tarih Yazımında Seçkincilik Paradigması ve Bu Paradigmanın
Çözülmesi”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi
Dergisi (OTAM), 43, Ankara, 2018, ss. 51-95.
, Yunus “Sultanın İsyankâr Kullarının İlk İsyanı: Buçuktepe Vakası (1446)”, History
Stuides International Journal o f History, Ankara 2018.
Imber, Colin, “İlk Dönem Osmanlı Tarihinin Kaynakları”, Söğüt’ten İstanbul‘a Osmanlı
D evleti’nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, der. Oktay Özel-Mehmet Öz, İmge
Kitabevi Yayınları, Ankara 2005, s. 39-71.
Kabûlî, Külliyyât-ı Dîvân-ı Mevlânâ Hâmidî, nşr. İsmail Hikmet Ertaylan, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1948.
Kaçar, Mücahit, İbni Kemâl D îvânı’nın İncelenmesi (Nazım Bilgisi- Belâgat-Üslûp ve Dil
Özellikleri-Muhtevâ), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi,
İstambul 2010.
Kahraman, Seyit Ali, Galitekin, Ahmed Nezih, Dadaş, Cevdet, İlmiyye Sâlnâmesi Osmanlı
İlmiyye Teşkilâtı Ve Şeyhulislâmlar, ed. A. Nezih Galitekin, İşaret Yayınları, İstanbul
1998.
Karamanî Mehmed Paşa, Osmanlı Sultanları Tarihi, çev. İbrahim Hakkı Konyalı, Osmanlı
Tarihleri I, İstanbul, 1949.
Kartal, Ahmet, Doğu'nun Uzun Hikayesi Türk Edebiyatında Mesnevi, Doğu Kütüphanesi
Yayınları, İstanbul, 2013.
Kâşifî, Gazânâme-i Rûm, haz. Mohammad Ebrahim Esmail, Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul, 2005.
Kemâl, Selatinnâme, haz. Necdet Öztürk, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2018.
Kemal Paşa-Oğlu Şemsüddin Ahmed İbn-i Kemal, Tevârih-i Al-i Osman II. Defter, haz.
Şerafettin Turan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991.
Kemalpaşazâde (İbn Kemal), Tevârih-i Al-i Osman III. Defter, haz. Abdullah Satun,
Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2014,
Kemal Paşa-Zâde, Tevarih-i Al-i Osman X. Defter, haz. Şefaettin Severcan, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara 1996.
167
Kılıç, Mustafa “İbn-i Kemal’in Mısır Fethine Dair Bir Risale-i Acibesi”, Diyanet Dergisi,
Cilt: XXVI, Sayı: 1, Ankara 1990, ss. 111-120.
Kritovulos, Kritovulos Tarihi, çev. Ari Çokona, Heyamola Yayınları, İstanbul, 2013.
Lowry, Heat W., Erken Dönem Osmanlı Devleti'nin Yapısı, çev. Kıvanç Tanrıyar, İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010.
Mehmed Tevfik, Kâfile-i Ş u ‘ara, haz. Fatma Sabiha Kutlar Oğuz-Hanife Koncu-Müjgan
Çakır, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 2017.
______ , Victor L., “Sultan II. Murad’ın Yıllıkları”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Tarih Dergisi, 33, İstanbul, 1984, s. 79-98.
Molla Âşkî, Dîvân, haz. Ahmet Atilla Şentürk-Nurcan Boşduraz, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2012.
Muhammed bin Muhammed el-Gazâlî, Nesâyihü’l-Mülûk İnceleme-Metin-Dizin, haz.
Turgut Tok, Bilge Oğuz Yayınları, İstanbul, 2009.
Nedim, Nedim Divânı, haz. Muhittin Macit, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2012.
Neşrî, Mevlânâ Mehmed, Cihannümâ [Osmanlı Tarihi (1288-1485)], haz. Necdet Öztürk,
Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2008.
168
Ocak, Ahmet Yaşar, “İbn Kemal’in XV. Ve XVI. Asırlar Türkiye’sinde İlim Ve Fikri
Hayatı”, Tokat Valiliği Şeyhülislam İbn Kemâl Araştırma Merkezinin Tertip Ettiği
Şeyhülislâm İbn Kemâl Sempozyumu Tebliğler ve Tartışmalar (Tokat 26-29 Haziran
1985), yay. haz. Hayri Bolay-Bahaeddin Yediyılldız-Musafa Sait Yazıcıoğlu,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1986, ss. 31-38.
Ögel, Bahaeddin, Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları İle Destanlar) I. Cilt, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2010.
Oruç Beğ, Oruç Beğ Tarihi [Osmanlı Tarihi-1288-1502], haz. Necdet Öztürk, Çamlıca
Basın Yayın, İstanbul, 2008.
Özcan, Abdülkadir, “II. Bayezid Devri Tarihçiliği Ve İlk Standart Osmanlı Tarihleri”, FSM
İlmi Araştırmalar İnsan Ve Toplum Bilimleri Dergisi, Sayı: 2, İstanbul 2013, s. 142
153.
Öztürk, Necdet, Yıldız, Murat, İmparatorluk Tarihinin Kalemli Muhafızları, Bilge Kültür
Sanat, İstanbul 2013.
169
Saraç, M, Ali, Yekta, “Kemalpaşazade’nin Edebi Şahsiyeti”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, Cilt: XXV, Ankara 2002, s.244-245.
Sehi Beg, Heşt Bihişt, haz. Halûk İpekten-Günay Kut-Mustafa İsen-Hüseyin Ayan-Turgut
Karabey, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 2017.
Spandunis, Theodoros, Osmanlı Sultanları, haz. Donald M. Nicol, Çev. Necdet Balta, Kitap
Yayınevi, İstanbul 2015.
Şişman Bekir, Kuzubaş Muhammed, Mitik, Destanî, Masalsı, Efsanevî ve Tarihî Unsurlar
Açısından Şehnamenin Türk Kültür ve Edebiyatına Etkileri, Ötüken Yayınları,
İstanbul, 2007.
Tafur, Pero, Pero Tafur Seyahatnamesi 9 Mayıs 1437-22 Mayıs 1438, çev. Hakan Kılınç,
Kitap Yayınevi, İstanbul 2016.
Tefazzülî, Ahmed, “Enûrşirvân”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt: XI,
İstanbul 1995, ss. 255.
Tekindağ, Şehabettin, “Osmanlı Tarih Yazıcılığı”, Belleten, Cilt: XXXV, Sayı 140, Ankara
1971, s. 655-663.
170
Tulum, Mertol, Tarihî Metin Çalışmalarında Usul Nâme-i Kudsî (Menâkıbu’l-
Kudsiyye) ’nin Yayımlanmış Metninden Derlenen Verilerle Birinci Kitap, Çizgi
Kitabevi, İstanbul, 2017.
Turan, Osman, İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihi Takvimler, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, 1984.
Tursun Bey, Târîh-i E b ü ’l-Feth, haz. Mertol Tulum, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları,
İstanbul, 1977.
Uzun, Mustafa İzzet, “Dahhâk Edebiyat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt:
VIII, İstanbul 1993, ss. 409.
Ünver, İsmail “İskender Edebiyat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt: XXII,
İstanbul 2000, ss. 557-559.
Yazıcızâde Ali, Tevârih-i Al-i Selçuk [Selçuklu Tarihi], haz. Abdullah Bakır, Çamlıca Basım
Yayın, İstanbul, 2009.
Zınkeısen, Johann Wılhelm, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi 1, ed. Erhan Afyoncu, Yeditepe
Yayınevi, İstanbul 2011.
Kermeli, Eugenia, Özel, Oktay, The Ottoman Empire Myths, Realities and “Black H oles”,
Contributions in Honour o f Colin Imber, The Isıs Press, İstanbul 2006.
171
EKLER
ORJİNAL METİN
172
173
174
175
-:r 3 C 'o ' '£ Z f 4 r .f
* '? £ ?
L
\i
J - .L u X ^ j i ^ < ^ * 0 9 1i ^ 0 ^ ‘^ - ‘lA>jİ6İ#Jİ
t1
. ✓.
ey L *f>jj|y{(Ş ^ «*^ e
x' 1
^a>
4-j‘JjUı lw OxJ^/fc >.Oİv^ JJ 1
fto s t •O ^J jfi1' /
V.
$
ı
176
177
178
179
180
181
/m
——
I
s
ÎJçr
(tâlçh&'ÜtoddjjU*
âjl^'^t* [ '-AjÎ ^ k ^ d ^ & Jy îo X^ Ji<.
^İ4^$Cr?C$ji«!b' I<c“Jİ^L»
•y
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
i l
V5
I\k 4 ) kjJt><ş~Ji i h ^»ü^Jjjt
%z»cjşjk,\)jı)Ji (;
Jt> ^ &
as^l ili»
Ş *
İİLiJj’iJliçiM^L* j
»riU4)ltL*yı• S^lŞy, $ LüJoîJJ/O^ L Crf*-5ç
oL^l â
J f«
^ i j * ı^ ^ ^ k jo D i)t j^ j-f.* '^ ı
«-^»lıljj^plia^>l^iJipiL-1jdjayJi
fv
& iı
■^yâ^»Ajj]j^lijkf[fyuijj j* #oC^?i.
•Çj., _J -» jk*6 'JUujJj
~r0.
,x.
194
195
196
197
198
199
200
201
202
\H Ü
İ İ rİ
1 1 3 " t
i îi |
Vi-V?
i
va
1
L
A
ii «
«■ *
J?ı *j $ % j ' «
r-O^j^y
i * c^W dJw I> J ^ o i ^ ü l l J l *4^5^
ü(U~* AiXtkjrtjTl*(iu^ J
✓
»-:^~^ly^ji/i;sL)j — jt
^*^«üL^)^jtJ(^)Jci5Ljjj6Ü>jİ^oiii-'
±L
Jj^üİİ *-^>l>i>AUıUU .x
\&ğ JH !
a
ojf*şS^ Jl»LI Ç'<$»ls£İL <*\
-&*&!cî^*«t*j l^« X £,•<£*j4j&>*&iI
I l«j*JıitiJjİ0jş>•u ol^ûJjl ci^
^ ^ Ç ^ İ İ ; j^(^i
n
,s . i, ,ul*^.''Î«İ U ■JmUü
j#L!-
*
% : /
Tı ı» I ** '
204
205
r
18
IŞSj\Lfs>
u
jaİ^
'4
*jKcil #
İjl^ ^ J Jjlllî* 4i.
^ LL1e_JJj! j4 Js64İ\f$\ jîi
•<^Wül£<x »
4-^tjf.^Ji!; *
£?
«
•w*~<
J&y
. - »w £ i
fhj
v • .
’V
w»•t tf> *. . i *<
'<**Li};y' n, C •!' '-
* *4l : ı*
« Vî ıA
*t
A.:-
M
206
207
208
209
< $£-4^1
^ ıo* ı^ ^ .\j
^ Î A ^ J ^ Ş ^ J o W ijjf^> ^ [ f t j f l l
■
“^-j'^-r-ftA^ 6—^^cu r^O £ ij (jSiiiVf^j)
^_e.'.î^V\t',
a (£>S&*Ç>&tC^f
| ^ İ L > J l«Î^Vİ?4%|
^Ü3M? *-j^’
Uy*- 4^* ^ 1 1
ft\
'rlyV tsîX)j Iöjj<Q l* >(ful,\jjfs j îJ^iu
4j L)l>ftJ^-ıA^ c İ J ^ a T Ç=- cju s-
Jjl **6< ^ r
kJi.i*
, x ^ «*/*
4 >^>İ çsuj>g-'^-Şj^iiij o ^ > * tj
-«*>
i
210
1
H i* (t? 1
»Stâfökı% ; çij^ L ^ t ^ v ü j
^ aJtrv< -* j(£ ^ P -^lU &Ly&■
* J^Cı^r- KŞ»J[)£ûj»j -~-iy^>'^'lfiJf^»j[ıilj
)-*o]jjj ^ tş~ JjT ^ j« o ^îjJjgS il4^
'. t i l' T ^ t A ) b £
ı<ujl [ di afj[)
^tyr£f\tKU-K o><^ t"ş(İri UiJ, I
n i! sfj k ^ ^ £ ^ l * * rb ^£L l xX j
U~~ ^t^jİA-cL- [, lo'j^jîjj lj
k
&
i»
m
211
212
213
214
'•'-r^J b j iJijİjk i <A*
J)> ^Ç o U ı
’. t> b ^'ı/alp^-n^ i
_r ~<Xiş)j£î?23b»Js^>y • 4
^ f ^ â V ^ rö U jy - • Albb V 4 İ ı» t^ b q^î-
^İ>>lt Oj$A £^ljJl^dÇ>V^ <£>\^cili»£İr
o!>Tlj j
^^3 îaA^ * v |U ^ A jb ? û lâ ;> '~*^ll>J
^ iX/.'^?<^-'« %)j?\
215
216
217
i
*!••ti *•
• f: *
IO jf.
l' *ÇM}) • IJubâ
^ L lli a j^ , D
^*‘'fî)f^4> [o U *tL^^ı^V V
fS
j H>J NŞUjljt-^1^ rfjt ■' ;m
$ <o
>^(İF
^i/l? 4 i ^ i ^ l V o dCÛI
\ ^ ^ s ^ )^ \ / -ti ( ^ l^ 'r ı U j ^ 3 ,»A> i
t*J [^*1iiS ? !j®I <£İV 3o^" 4
y
düW l
V*
0
^ Ü»lSİlP * ^j r l \ *y~iy %
îI
b ^ y 11^, |4$jjU>\İ3tir\} «CmjV ^ (i
î"* JL • ^^j^JLrV^Vy?' •
/ * * * % ^ • r
, a; i
” i
a
218
ıu^.yj *'-ru&y*
ha*
S & M ıf
ifL-^jpJ^ VüÎJıij/eÇ^li^k
• *-rü^> <£Icj
u t fejtjîvi ,
jVa*^jfe»^u_^<JoL ~i»jç^t< ^^^/<(|Qİ^j> İİAvt--|tf_ij
Ö^ 9İ>^“4AJc>sicJ^::i' î %£^v ÖV
^ _, "• •" •
'^^^'"i*"rdj*lt!«>fc tjZûs-i^j (J~’tfj‘Lİ.*^j£)
j I«j5 ^
/; .
219
220
' —^ İZ *xfcli*CCLiJ î ^ i c r t C > f *if^l
ş£C ityty
jg r
* % f f i
ı3> <!*■•'iŞt^cşrl
* .*
221
1
5
t
*
^ ^ ^ İs js ^ ıy * Îki\y{?^î' -J&
i '
«*^ <j^j^j*>jUA £A*> £
^~X>3 * J W ^ -t> ir^ j^
%
-ihyt^i.''(<jj^ı 4*Kâi^x."<^jş « L ır^ö (ij t
u ^ j^ ly ^ T < a ^ )j I•*& W(iî
~Mıi'A^A^so^
-*
lyj ■i â ) ^ j î ^ ^
^ lo T k i^ jjiib l^î>*o!fi|Ş^!in^l «iu*^
t 4 p i u î i ^ A»îBJ j I* s
J^-rw X îl ■3»
222
i -
'&V L^ J j )
Jî f â ^ c t i j Ç ^ \ *4 ü
c ^ j^ b ı
1^ t' » 4 ^ ^ I
o U î ^ ^ J > j\f^ s ^ \^
-= -7 ^ ]
‘^ f e U ı i - <£ l£-T
JJ 4 ^
a \i
4‘
.s
223
224
225
■
M
î
'* & & & *4^ Ç ? O -^ U A * cö s t f ,
S L c > ^ {/]Utjf ' J.
jj
cr3
*V ^
226
■ ................................................. .
j^ * * v
»✓ / <fa~J>j^
*^ wr * S tA
fa «w >^ *
M
O ir-
,
if e j & J M 6 . y v .. /
f a j* ^ Û ^ ° f a f a 4 V-J^
• .I
$^5->
< İ > f İ l > j 5 ş 7 l \ 5 - oU> ^ fa >
b Z fa tiiİS . \^>jcjr «Stjt ı ^ t f - ^ İ İ » (İ»1İİ
i)*i>-
I
tiAİ£j >r“
ı L
lıl
X \ '- U L f a ^ ^ T ^ fl'lr K d : f ' r " i-
c CQ>l^^jWx-0J«Lja
^ r * 1a^ \ tfŞ iM l
“ ■ , .
• • , •, ' 0*
- ’l i
.. •’ i
• ...f
• ‘ fil
‘ lı it ff
227
228
229
_____________ l 1
/ '
, /
Jİ<şr i
L
S .y “
W/ / l^jf' !(£i
■»/'luUıjllcPtju-
/ W \m/~S
<
•
t/
°I>[ifkCj f « o ^ r ğ>^iJJiyc>i"
*^tr*&*'-&& «rÇ'
©tiLb b j a*-'«ri» ■
lkl«4 j£> ©ojj.)jji i
X ' «.
. . . .. •
•• • • . • : • * •• '••
■•" . ■ * ]
Kİl^Ktİ». »„..'• _^. .4ı,jh!. •liûfıuSto»: ^k. -.£: • . 'ı-ı-.-...ı^jâi«*| t ;
■ ■
230
231
t .
—-—------------ I I —
34
■ \ .
•**
*5ft If * İ^ J lol j^)j Ö
£
& î^ ııu w i; ı u;
<j0bQ*y t g 4
a-ij
fcfcya «
♦ td$! 4jhjKjk
* ^*%İPİWfte-« <* ^ ^
• ^r^ollj^jjitJpİJ * • ■ *
■ ^ ^ « £ ^ ^ 4 4 - i}»/«^4^A r-üj Iqaa{^ >ji
*
üM*44-Iİ1İ ârifLİ-^
^ J&*ıçit■tSj'L^' &
Î4
232
■ TU
^ i ı ' ^ ^ ı W ı ^
■^•üUİ^ Tt^Ull’ıijÛCJ^üJ^ [ily-^üüf
'-r$$J^4^j*İS>dj| fyjkj
• -^ lu -c^ ü ^ jjl/
$ < 0 j l‘&i>jji th>l)\Jjltij ^-^*M JjI
.j .
y
I ı
233
234
235
236
237
Of ■">
diJUt^Jü» -1
jf
■Jl
îjL <y İİj Ijy^ &lj«^\iüX" *—
*
,> < \ " " *■ ♦ .
lî
o^ 4^ ü ıty jtif i^ ıy ^ j y , jjj <-
^>j«-1*o^İîr»<^l^Ijj4lTi_5rf£1^J>J
Jl
'yİ/** * J < 4j li-rf^jj
yJ-± IC5 jl^J<£)fcş>j\î
?
5»
' ***7®f
238
239
R
t e
240
241
242
I_
(&>Jl>I t ş o S^~
S i^ ü Ü ıf& i»c& £ O ^ ; ^ l j / . ^ 1 j £
■fe-
'• ^ L \ ,
f e
243
244
245
r ■
53
'\33fy>&)<-*$ı£fc^o*Jû
t
*!:
j) •> ^ j î * * * A < £ > ' • 4 p [ i r i T
tj-fllf-~>^fJdo ü » ı£ J j> i« C ; Jr U y «•<
« U SjyS a
t£±r— <^\(j^\$js~X±\i^ai
4 > J j] ç (s * !j ^ l i l ç k j
ikcyJ^Aj^o^: •t4i^«<Tu^!» i
(îi tJfiC/valcrjfib)*jf t »*
j 3 j j l O ^ U l (L ' <L V i •ı
/*
'^ ^ r ^ ıJ j I a ^•I>.1»'-4^ » ' tWJ-I 5x
'« * j J j ^cjy. *
-^>t^>r^Xilj(j ^ :İJjiSfaıJ\iA~Zfrmo.» %
f'^J*—
{jlslçib löAy—*~^kv 1^1 â
*
VJL
246
f t
^>; İ&jJ-J/^-^-ij4-»^«jjot,*4>J*-*^
^/Û*ji}£İîLCa^>»i5^jLjJ (kj^Jlîl-tjXu^1jJiT^
1/\kj7^£Lj (6) UjbT^J *J£f
*—-.. !A>^ J y J 0 ^_£t>X^j)ti
^-r4r^ W»I
jü»x/'“fc- MJJu^-y i-»<t3U»o(jCiJJtjjJ*
^İUu) J J»*(5Uİo-û4jÜjIi
-bi»\j^o&>$yjjj)< lyşıjlkL.
^ « ü ^ ^ c a ^ Ç ı^5V*csixl l|*l»‘*—./^i
^ Lj^» -s-ü^jl
■*^ laJdö i^x>It*£i&
a*» L& I *şu|»l*Ji. oö-»tj '
4
o
S*J
f e
247
İ
41
<1
^S—y ^ u ^ ^ o ^ î n r "jJfc si-^j^Jj •J‘Jj,(j'\ 4
j i i l VÜöt <UJ « ^ J İ r ^ O t f <LJj/" ti
L. !4>—j —J1»olKi!^—;(’-o«J p j f
• , w. /✓ , >^ Sb f ,
- lu 1 ~k“*JA^ rM r3 ıH
^ L-j i j^
( .
F
Wi ..
248
H
■<ı^^l^ainU/ıXİ}l‘-^i^oTkl—uy?*zJoti-
*<£j&)
%jJUL*ÜJ^>(/tt>®OU;Jj»^ fA ^ j^ iC -^ ^ ),
KrtPPrr ÜCj^iLdüt<>
ıiJy»^^j/oGl*j_.Jj tj»
a^iV^ÇSUv Iv^j> *JülTöI^rI\şüij-S►iKsu^i to
î İ j j ^ J - *^&)trr<gfaJ^j£j.ı&crj> $*>
’-~r&?lifi ^ -r^*—O1jLl^’p-ştfCiüj T*}^ u t
• -r^ j S -fe .» ^ WûO,H>j1M^O^% I*Şw
VtW>p ijfı±JSyJL— ^>j•Ş$&}/Çlf(Ş'[i LJAi
,!>\
249
iû
tS* *ıJU5^iL(j^'1&.J jr
*
jJ o fe ü L-Jjjfdjj,IJ ^ }J u(yi U_
DO
i
ş
&^ o C~x£o[jj—c>it-»»- it
n
t
j *■
J'->V'«<1
u ? . C'^ U a h » l#£txbl vK(^“4r~Ş- $
'r t•r . - I(İuuJ J J k Jtt tis
» tâ
“•Jf
41 * i£-
^ûİL^ljj (j'tSihfiSJ^ ' (i i* &
ki
250
251
252
253
254
255
I
tij-lS^J^İırlJy) <ArljyCs/;
4~ WV’^ c$!^
^*y} ■jo *'M
/â*JİL.«t^uSâ4>
}4
•0
4^^J?^Vur"'4s4^*'
■^u>-
■*8
ı|o>4b'
i-, s?
t
256
I
^ I h s j j u f IjAaIj!A>( t- :rt^^>>
4 J^>L>Ul^-ai
« s ö ı^ ^ r 1<^>^V*jfc»4 ^ \4 ^ v
^iij)î)o\ ! ^ ® $ > ç ^•'jşf-lli, 0'D^
U A ^ ^ > ^ 1>/3^ . o U ^ J Â ( ^ ) ^ * £ > L İ .
işk**L
sûj)
J7 'Jt^İ}
^-'*1 (ÎÜfJI
X^İİ3 ^
257
258
•
<>
«j
- L
1 11 5 i .* a _ c <£• ,V-<
i ?X r 3- 4-: - ç £ T i
s;.
c~
t f f f c ! f £
^3= tL c .
H
5 V *\ T f f g
-r
İr « §•: r T 3 - * p
f
t
î i .
îs
E t İ #t t tSfCt t
t
S
.i
Tt s. f t .
c,. P
r İ-İ %%: «E
1 •c.
r
-% r
F l l f £f:fî
f- €
e
r
c
C l t r
t .
f. ,
ç îh
■rt" '
&* •
•<— 0-\TH
<r
i .
fir>-
259
4
"%jo' fp(
^ ^ r.ıi(^T..:i/ ı-rfî T l <r- ı ıı.ı.'b't' Âs > f c l
-L
c5 £ - -al üo‘
l»— L —*<iUGIg^U»cixıj L—
a£4
t, —- *- ”
& ç!
•^)u& uÂjtivr * ^ *-jİ£>\SîfâiJ)/r i
•fi
^ ^J-ı/v“Jj[x>;cr^j^ * J İ jjT o u ^
■^y^Jt^C\XxMİJ‘c(^l^>y a t/İU-yJ
te *
î^ a V ö îl, o^pi\ijll/f^J,
^ *ü Üt f T« oO oT a ,< O U d u
t^cull (jrlö I
^ jŞ fç J J $ » j
(öTlIi1^
k ? tA tfjjjl
t
e l >s
260
JUİte*‘S '
ÇŞjf^ı* ASUİ^ • *
-4 ^ U d^Jjb *
ü4 ^ ^ cu>i M jW •
^l|*Xi*ttt>y»^JjJJk * CjÇj^TcJoJ\jJ
I ^ tt/u & s v Iö ^ a t^ 'o tJ
4i I / tV ,0^ 4 ^
^ Ç ^ ^ ö(u j !v <j
•2 u
«*5v,
€
t a
261
I
£4
jtobl
iiLj<
—"y^zirj x 3-*^t_»\jj] Lû>\T^^(Sj; oa&JJl JUİ,
"^4^’'xh$Q~o> *~>V^ 4 |
&
-£
' ^ ‘Üjjh:-■ u , N ^ İsfo l > ^ o \^
tJ İÜ j T>«iÜ^jj t>^ 6 i l ^ GUSİöjT-İ-cC^^I
<J^£,jr Jjj^ » (5Uİj IJi li M^LvX»
IWjt
^ ^ >- *J p V"jb-V^'-VV?’ ^ ^
£ f; ’^ U / T?%
t£U
ûT pJlk ö C ^ ^ i K -
$*$
—■— *
262
II. M urad Devri Kronolojisi694
Şevval 833/Temmuz 1430 ( tasdik tarihi 15 Zilhicce 833/4 Eylül 1430) Venedik ile
barış anlaşması yapıldı
694 Halil İnalcık, “Murad II”, DİA, Cilt: XXXI, İstanbul 2006, s. 164-170.
263
846/1443 Karamanoğulları seferi
4-8 Cemâziyelâhir 848/18-22 Eylül 1444 Edirne Hurûfi katliamı ve Edirne yangını
850/Ağustos 1446 II. Mehmed tahttan indirilip II. Murad tahta geçti
264
ÖZGEÇMİŞ
KİŞİSEL BİLGİLER
Adı Soyadı: ÇAĞLAR SAYGAN
Doğum Yeri:
Doğum Tarihi:
EĞİTİM BİLGİLERİ
Ömer Mart İlköğretim Okulu
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Biga Meslek Yüksek Okulu Yerel Yönetimler Bölümü
MESLEKİ BİLGİLER