Professional Documents
Culture Documents
2007 Qorxu Kulturu Risk Almamanin Riskleri Frank Furedi Barish Yildirim 2001 244s
2007 Qorxu Kulturu Risk Almamanin Riskleri Frank Furedi Barish Yildirim 2001 244s
o
:D
"
c:
"
C::
r
-t
C::
:D
c::
"Tl
O>
::ı
'?'\
"Tl
c
CD
o.
302.12
FUR
20Ç.1
FRANK FUREDI
İngi11ere 'nin Kent şehrindeki Canterbury Üniversitesi' nin
sosyoloji bölüQiünde öğretim üyesidir. Frank Furedi, özel
likle risk, toplumsal panikler, ırk ve nüfus gibi güncel top
lumsal sorunların kurgulanışı ve kimlik ve aidiyet sosyalo
jisi konulannda çalışıyor. Bu konulardaki çalışınalarını
1997 yılında çıkan KorkuKültürü dışında şu iki kitapta top
lamış tır: Population and Developme1ıt (1997; Nüft1s ve Ge
lişme) ve The Silent War ( 1 998; Sessiz Savaş). Yazar bu üç
kitabında toplumsal kaygının çeşitli biçimlerinin (ırk, nüfus
ve risk gibi) yapısını inceleıniştir. Yazar şu anda iki kitap
üzerinde çalışıyor: Victims and the Sociology of Enıotion
(Kurbanlar ve Duygunun Sosyolojisi) ve Litigation and the
New Suhject (Mahkemeler ve Yeni Gündem). Yazar bu me
tinlerde günümüz ahlakının, risk bilinci ve suçlama gibi çe
şitli tartışmalı yönlerini ele alıyor.
. Aynııtı: 348
Inceleme diziii: 178
Korku K ültiirü
Risk Alın�manııı Riskleri
Frank Furedi
ingilizceden çeviren
Barış Yıldırım
Yayıma hazırlay�ıı
Can Kurıı/ra.ı-
Cassell/1998
balımından çevrilmiştir.
©Frank Furedi
Kapak düzeni
Arslan Kalımman
Düzelli
Sait Km/ırmak
Baskı ve cilt
Mart Matbaacı/ık Sanatları Ltd. Şti. (0 212) 321 23 00 (pbx)
ISBN 975-539-350-1
AYRlNTI YAYlNLARI
www.ayrintiyayinlari.com.tr & info@ayrintiyayinluri.com.tr
Dizdariye Çeşmesi Sk. No.: 23/134400 Çemberlitaş-ist. Tel.: (0 212) 518 76 19 Faks: (0 212) 516 45 77
Frank Furedi
Korku Kültürü
Risk Alınamanın Riskleri
İçindeki l e r
5
II. NEDEN PANİÜE KAPILIRIZ? ........................................................... 7 5
A. Teknik açıklamalar . . . . ........ .......... ................... ........................ ........ .8 3
'B. Bilginin sonucu olarak risk .................................................... . .........89
C. Neden paniğe kapılırız? ......... . ..................... ................ ....................93
-Değişim çoğu zaman risk olarak yaşantılanır .. . . .. .... .. . ... 95
.............
- Bilmenin imkansızlığı . .. . . . .
......... .......... ............. .
... ........ 91
................
6
Yeni hasıma önsöz
8
uyarısı niteliğinde. "Dikkatli ol!" emri, tahayyülümüze hakim ol
muş durumda. Elinizdeki kitap da, toplumun risk almaktan duydu
ğu bu korkuya dair. Kitabın asıl amacı, toplumun sürekli olarak bir
yiyecek, ilaç ya da teknolojik yenilik yüzünden paniğe kapılması
nın nedenini açıklamaktı. Bu soruyu cevaptandırma sürecinde, top
lumun çevre veya tekı1oloji gibi meselelerde yaşadığı paniklerin ,
insan ilişkileri gibi daha günlük konularda beslenen korkulara ben
zediği ortaya çıktı. Çevre meselesindekine benzer bir güvenlik ta
kıntısı, insan ilişkilerinde de yaşanıyor. Bu kitapta, çocukların gü
venliği konusunda yaşadrğımız paranayayı ortaya çıkaran kültürel
dinamiklerle,. gıdalara ya da iklim değişimine dair korkularımızı
üreten dtnam iklerin ortak olduğunu savunuyorum.3 Korku Kültü
rü' nü' n amacı günümüz toplumunun neden olağanüstü bir güvenlik
sapiantısı içinde olduğunu açıklamak.
Bu kitabın 1997 yılındaki ilk basımından bu yana, kitapta tartı
şılan birçok eğilim daha da yaygın hale geldi. Örneğin, 200 1 yılı
nın ilk iki ayını ele alalım. Bu dönemde; "uzun süreli uçuşların za
rarları", hormonlu sığır ve domuz eti, cep telefonları, genetik mü
dahaleye uğrayan tarım ürünleri ve çocuklara yapılan karma aşı gi
bi çeşitli konularda uyarılar yapıldı. B u olguların herhangi birinin
olumsuz bir sonuca ya da ölüme yol açtığı kanıtlanmış değildi. An
cak olumsuz bir sonucun sırf teoride bile mümkün olması, ispatlan
mamış bir hipotezin dehşetli bir söylentiye dönüşmesine yetiyordu.
Uçak yolculukları konusunda ortaya atılan "ekonomik-sınıf (eco
nomy class) sendromu" bu duruma mükemmel bir örnek. Bu örnek
te, uçak koltuğuna kenetli halde uzun süreli yolculuk yapmanın da
marlarda "derin ven trombozu" (DVT- deep vein thromhosis) yara
tarak akciğeriere kan pıhtılarının dalınasına neden olduğu iddia
ediliyordu. Avustralyalı bir kadının Sydney-Londra arasındaki 20
saatlik bir uçuştan birkaç dakika sonra DVT yüzünden ölmesi yü
zünden uzun süreli uçuşların ölüme yol açtığı iddia edildi. Uzun sü
reli uçuşların kanda pıhtılanma yaratarak ölüme neden olduğuna
dair hiçbir tıbbi kaıııt olmasa da, "ekonomik-sınıf sendromu" sağ-
3. Korku kültürünün çocu klar üzerindeki etkisi şu kitapta incelendi: Furedi, F. Pa
ranoid Parenting, 2001 (Londra: Alan Lane).
9
lığımıza yönelik gerçek bir tehdit gibi sunuldu. Bazı gazeteler yeni
keşfedilen bu sendromun geçmişte 2000 kişinin ölümüne yol açmış
olabileceğini yazdı . Bu dehşet verici haberler, Heathrow havaalanı
na en yakın hastane olan Middlesex'teki Ashford Hastanesi' nden
bir daktorun yorumlarına dayanıyordu. Dr. John Belstead, son üç
yılda, havaalanından hastanesine getirilen 30 kişinin DVT yüzün
den öldüğünü iddia ediyordu. Dr. Belstead buna dayanarak ülke ça
pında 2000 kişinin uçuş kaynaklı DVT yüzünden öldüğü tahminini
yürütüyordu. Bu tahmin ve yeni keşfedilen sendromla ilgili medya
da çıkan haberler, uzun süreli uçuşlar ve DVT arasında bağlantı ol
duğu varsayımına dayanıyordu. Bu mantığa göre, uzun süreli bir
uçuşun ardından yaşanan bütün hastalıklar bu uçuştan kaynaklan
malıydı. Ancak yolculuk ve DVT arasında kurulan bu bağlantı bi
liıne değil spekülasyona dayanıyor. Heathrow havaalanından 1 2
milyon insanın geçtiği düşünülürse arada birkaç DVT'li hastanın
bulunması tesadüf de olabilir. Bu kişilerin yolculuk yapmamaları
halinde ölmeyeceklerinden emin olabilir miyiz?4
Ekonomik-sınıf sendromuyla ilgili bilimsel çalışmalar, bu teh
didin ne kadar spekülatif olduğunu ortaya çıkardı. Amsterdam Üni
versitesi 'nden bilim adamları tarafından yürütülen önemli bir çalış
mada, DVT ve uçak yolculuğu arasında hiçbir ilişki olmadığı orta
ya çıktı. Bu sonuç saygın bir İngiliz tıp dergisi olan The Lancet'te
de yayınlandı; ama medya çalışmaya ancak birkaç satır ayırdı.5
Hiçbir tıbbi kanıt olmasa da, uçak yolculuğu hakkındaki korkulu ri
vayetler devam etti. İngiliz Lordlar Kamarası, bir raporunda hava
yolu şirketini yolcuların sağlığını "esef verici bir biçimde ihmal et
mek"le suçlayınca, uzun uçuşlada ilgili temelsiz spekülasyonlar
meşruiyet kazanmış oldu. Lordlar Kamaras ı 'nın çeşitli üyeleri ucuz
uçuşlara olan talebe dikkat, çektiler. Lord Winston "çok ucuz uçuş
lar çok riskli olabilir" diyordu.6 Konuyla ilgili olarak kurulan ko-
4. "Economy class" sendromu Josie Appleton tarafından Spiked-online'da çıkan
bir dizi makalede incelendi: Bkz. 'Spot the cl ot- sm eli the rat' , Spiked-online; 12
Haziran 200 1 .
5. Bkz. Kraaijenhagen vd. (2000) 'Travel and risk of venous thrombosis', The
Lancet, 28 Ekim.
6. Aktaran: 'Perils of cheap flights may force up prices', The Guardian: 23 Kasım
2000.
10
misyon, verilerin yetersiz olduğunu belirtmesine rağmen, panik
düğmesine basmaya karar verdi.
Yeni tehlikelerle ilgili korkulu rivayetler, insanların kaygı ve
korkularını artırınakla kalmıyor; bu rivayetler var olan korkuları
iyice güçlendirip, insanların yaşam biçimini değiştiriyor. Ekono
mik-sınıf sendromu örneğinde, insanların yaşamına bazı ufak tefek
değişiklikler geldi. Artık, yolcular uzun uçuşlarda bacaklarını hare
ket ettiriyor, egzersiz yapıyor ve koridorda yürüyor. Yoğun risk
korkusu olanlar ise destekli çoraplar giyiyor ve sadece kafeinsiz
içecekler ve su içiyor. Bu durumda, bu önlemlerin basit ve mantık
lı tedbirler olduğunu söyleyip, "neden boşuna riske girelim ki?" de
mek mümkün. Öyleyse sorun nedir? Sorun, uzun uçuşların sonuç
ları konusundaki kaygılarımızın, diğer riskler karşısında yaşadığı
mız korkuları beslemesidir. Bu tür kaygılar savunmasız olduğumuz
fikrini ve sağlık kaygımızı perçinliyor. Uzun uçuşlarda egzersiz
yapma şeklindeki yeni ritüel, yolculuk yapma konusundaki yeni
ruh halini ele veriyor. Ucuz uçak yolculuklarını olumlamak: yerine,
bunları yeni bir sağlık meselesi olarak algılıyoruz.
Bazı olaylarda, korkulu rivayetler sadece zararsız ritüeller ya
ratmakla kalmayıp, gerçekten zararlı sonuçları olan uygulamalara
yol açar. Kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşılarını içeren karma
aşı (MMR vaccine) konusundaki tartışmayı ele alalım. Andrew Wa
kefield adlı bir gastroenterolog, 1 998 yılında The Lancet'te basılan
bir çalışmasında karma aşının çocuklarda bağırsak rahatsızlıkianna
ve otizme yol açtığını iddia etti. Wakefield'ın çalışması sadece 1 2
vakaya dayaıııyordu, ama yazarın yaptığı spekülasyon medyanın
kimi kesimlerinde kesin bir kanıt olarak ele alındı. Bazı medya yo
rumcularının karma aşı ve otizm arasındaki ilişkinin kanıtlanmadı
ğını belirtmesine rağmen, ana-babaların zihninde sadece "otizm"
sözcüğü kalmıştı. B irçok ana-baba, en kötü olasılığı düşünerek ço
cuklarına karma aşı yapıırmamaya karar verdi. Finlandiya'da 1 . 8
milyon çocuk üzerinde gerçekleştirilen, dünyanın en büyük çalış
masında aşı ve otizm arasında hiçbir ilişki bulunmaması, paniği
dindirmeye yetmedi. Bu panik sonucunda, kızamık, kızamıkçık ve
kabakulağa karşı etkili olan bu aşıııın kullanımı hızla düştü -günü-
ll
mü zde İngiliz çocuklarının sadece % 1 5 ' i aşısız- ve bu hastalıkla
rın tekrar hortlama olasılığı var.
Ocak ayında, İngiliz hükümeti, ana-babaları karma aşının gü
venli olduğuna ikna etmek için 3 milyon sterlinlik bir kampanya
başlattı. Ne yazık ki karma aşının savunucuları, aşılanma oranının
toplumu salgınlardan koruyacak seviyenin altına düşmesi yüzün
den sadece tek bir kişiyi, Andrew Wakefield' ı suçluyor. Sağlık gö
revlileri, karma aşı paniğinin tek bir kişinin işi olmadığını göremi
yor. Korku içinde olan toplum, günümüzde sağlık konusundaki en
temelsiz iddiayı bile ciddiye almaya hazır. Bu korkuyu yersiz bulan
kişiler ise -tıbbi kanıtlar gösterseler bile- kamuoyunu yanıltmak ve
gerçekleri gizlemekle suçlanıyor. Wakefield 'ın çalışması kamuoyu
nun ilaçlara ve aşıtani yönelik şüphesiyle örtüşüyordu. Günümüzde
hakim olan kültür yüzünden insan�ar eşzamanlılığı (otizmin ortaya
çıkışı ve aşılanmamn aynı ana denk gelmesi) neden-sonuç ilişkisiy
le (aşının otizme yol açması) bir tutuyor. Otistik çocukları olan ça
resiz ana-babalar Wakefield' ın iddialarına derhal sarılıyor. Toplu
ma hakim olan şüphe kültürü, ana-babaların hükümetin çağrıianna
kulak vermesini engelliyor. B ir annenin BBC'ye söylediği gibi,
"deli dana olayından sonra, hükümete güvenınediği için kimi suç
layabiliriz?". 7
Hükümete ve �esmi kurumlara duyulan güvensizlik toplumdaki
diğer bireylere de yönetiyor. B u panikler sadece gıda ve sağlık ko
nularıyla da sınırlı kalmıyor. News of the World adlı medya kurulu
şunun 2000 yılı temmuzunda sübyancılara karşı başlattığı kampan
ya toplumun histeriye kapılmaya ne Radar meyilli olduğunu göster
di. Toplumda sübyancı katiHere duyulan korkudan beslenen kam
panya, kaygılı ana-babaları çeteler halinde örgütlemekte başarılı ol
du. 1 998 nisamndaki sübyancı paniği gibi, bu kampanya da korku
nun nasıl başıboş şiddete dönüşebillliğini; toplumda ve ailede çö
zülmeye yol açan ne menem yıkıcı bir etken olduğunu gösterdi.
Kampanyanın yarattığı çılgın ruh hali birçok sağduyulu insanı
hayrete düşürdü. Ancak çoğu gözlemçi, bu cadı avının sadece tab
loid gazetelerin palavracı yazarlarının ürünü olmadığı gerçeğini
7. Bkz. 'The MMR vaccine remains controversial', BBC Online; 29 Ağustos 2001 .
12
gözden kaçırdı. Bu olaydan öncejci yıllarda toplumun tahayyü!ü nü
çocuk kaçırma, cinayet ve tecavüz haberleri sarmalamıştı. Bu saye
de sübyancılığın yaygın bir olay olarak görülmesi, yani "normalleş
mesi" yüzünden, bütün yabancıların çocuklar için tehlike olduğu
inancı güçlendi. Bu korku atmosferinin bir sonucu ana-babaların
çocuklarını bakım için başka yetişkinlere teslim etmekten korkar
olması oldu.
Korku zihinlere hakim hale gelince, dünyadaki sorunlar ve zor
luklar abartılmaya ve olası çözüm yolları gözardı edilmeye başla
nır. Korku ve panik kendi kendini haklı çıkaran bir dinamiğe sahip
tir. Örneğin, gıdalar konusunda kaygıları olan bir insanın kendisi
nin hasta olduğu sanısına kapılması daha muhtemeldir. İngiliz halkı
artık daha uzun ve sağlıklı bir yaşam sürse de kendini hasta kabul
eden İngilizlerin sayısı giderek artıyor. Ülkede yapılan "Genel Ha
nehalkı Anketi"nde, İngiltere ' nin bazı bölgelerinde her on kişiden
dördü uzun süreli bir hastalıktan muzdarip olduğunu belirtmiş. B u
sayı 1 972 yılına göre yüzde 6 6 oranında bir artışa işaret ediyor.
Uzun süreli bir hastalığı olduğunu düşünen insanlardaki artış
dahi, kendini özürlü olarak kabul eden gençlerdeki artışın yanında
hiç kalıyor. Yeni bir anket, kendini özürlü kabul eden İngilizlerin
sayısının 1 985 ve 1 996 yılları arasında yüzde 40 arttığını gösteri
yor. En büyük artış da gençler arasında: Kendini özürlü olarak ta
nımlayan 1 6- 1 9 yaş arası kişilerin sayısı yüzde 155 artmış durum
da. Anketİ değerlendirenler 1 985 ve 1 996 arasındaki artışın "özür
lü sayısında gerçek bir artışa tekabül ederneyecek kadar büyük" ol
duğunu belirtse de, bu tanımı benimseyen insanlardaki artışı açık
lamakta yetersiz kalıyorlar. Giderek daha fazla insanın kendini
özürlü ya da hasta olarak görmesinin basit bir açıklaması elbette
yoktur; ama bu olgunun, dünyayı tehlikeli bir yer olarak algılamak
tan doğan kaygıları yansıttığı ortadadır. Böyle bir durumda hasta
olmak kural haline gelir: Yaşayan herkes hastadır. Günümüzün kor
ku kültürü kişinin kendisini işte böylesine depresif bir biçimde ta
rif etmesine çanak tutar.
"Katil" meteorlar veya küresel ısınınayla ilgili kaygılarla, seks
sapıkları meselesi tamamen ilişkisizmiş gibi gözükebilir; oysa bü-
13
tün bu olgular insanların karşı karşıya olduğu riskleri ve tehlikele
ri sürekli olarak abartan bir kültür tarafından üretiliyor. Bu kültürün
temel özelliği, bir çocuğun kaçırılması gibi istisnai olayları normal
bir risk haline getirmesidir. Herhangi bir hastalık vakasının ortaya
çıkması derhal bir "salgın"a dönüştürülür. Kullandığımız dil de bu
gelişmeyi yansıtır. "Risk" ya da "risk altında" gibi ifadeler bütün
gündelik olaylarla ilgili olarak kullanılıyor. Dil, ne ölçüde risk sap
Iantısı içinde olduğumuzu gösteriyor. Örneğin "risk altında" ifade
sini ele alalım. İngiliz gazetelerinde yapılan bir tarama bu ifadenin
1 994 yılında 2037 kere kullanıldığını gösteriyor. 2000 yılına gelin
diğinde ise ifadenin kullanımı neredeyse 9 kat artmış.
8. Sayılar Reuters veri tabanında yapılan bir araştı rmadan elde edilmiştir.
9. Bkz. Knox, D. ve Zusman, M. ( 1 998) 'What 1 did for love; risky behaviour of
college students in love', College Student Journal, c.32, S .2, s.203.
14
altında olduğunu vurgulamak için bol bol kullanılıyor. "Salgın" ya
da çağın vebası deyimleri günlük konuşmalanınıza iyice yerleşti.
İngiliz basınında 1 990 yılında 45 defa kullanılan deyim 2000 yılın
da 2298 defa geçiyordu.'° Kıyamet Günü fanatikleri deli dana veya
şap hastalığı gibi salgınlar karşısında büyük mutluluğa kapılıyor.
Bu tür olaylara olağanüstü bir ahlaki anlam yükleniyor ve bunlar
insanlığın çöküşünün göstergeleri olarak görülüyor. Bu olaylar, in
sanın doğaya düşüncesizce yaptığı müdahalelerin cezası olarak yo
rumlanıyor. Hesap verme gününün geldiği, doğanın kendini beğen
miş uygarlığımızdan öç almaya hazırlandığı mesajı veriliyor.
Korku kültürünün en olumsuz sonuçlarından biri, herhangi bir
yeni sorun veya zorluğun bir ölüm kalım meselesine dönüştürülme
si. Günümüzde hakim olan kültür, 2000 yılına yaklaşırken bilgisa
yar sistemlerimizin yenilenmesi gereğini teknik bir sorun olarak
görmek yerine, bununla ilgili sayısız Kıyamet Günü senaryosu ge
liştirmişti. Sözkonusu "milenyum virüsü" paniği, hayal gücümüzün
bir ürünüydü ve toplumun kendi kendini korkutma kapasitesinin ne
kadar büyük olduğunu gösteriyordu. Korku korkuyu besler ve pu
suya yatmış bizi bekleyen tehlikelerle ilgili spekülasyonlar yapma
mıza yol açar. İ ngiltere'de ortaya çıkan şap hastalığı, bütün felaket
teliallarına başka tehlikeler konusunda da spekülasyon yapmak için
koz verdi. Örneğin, hayvan leşlerinin yakılmasının solunum yolu
hastalıklarında artışa yol açacağı iddiası çeşitli kırsal bölgelerde
mini panikiere yol açtı. Çürüyen leşlerin içme suyu kaynaklarını
kirletmesi riski ve dezenfekte edici maddelerin toksik etki yapma
olasılığı ciddi kaygılar yarattı." 200 1 yılı eylül ayında, geçmişte
hükümetin bilim başdanışmanlığı görevini yapmış olan Sir William
Stewart, hükümetin şap hastalığıyla baş etmede yetersiz kalışının,
İngiltere' nin gelecekte bir biyolojik savaşın yaratacağı tehlikelere
karşı ne kadar savunmasız olduğunu gösterdiğini belirtti.'2 Sir Wil
liam ' ın, İngiliz tarımının kriziyle biyolojik savaş arasında rahatlık-
1 O. Sayılar Reuters veri tabanı nda yapılan bir araştırmadan elde edilmiştir.
1 1. Bkz. 'Potential health concerns over foot and mouth outbreak', The British
Medical Journal; 1 4 Nisan 200 1 .
1 2. Bkz. BBC Online; 2 Eylül 2001 .
15
la bağlantı kurması günümüzde toplumun hayal gücünün nasıl işle
diğinin iyi bir göstergesi.
B iyolojik savaş tehdidi gibi büyük korkular haricinde, bunların
on katı kadar da gündelik korkumuz mevcut. Gıdalarımızia ilgili
kaygılar, çeşitli uyarılar yüzünden sürekli perçinleniyor. Gıda Stan
dartları Kurumu (Food Standards Agency) tarafından basma veri
len "Yazın Tüketilen Gıdalara Dair Uyarı" adlı açıklamada manga!
keyfinin, hayatımıza yönelik bir tehdide nasıl dönüşeceği anlatıl
mış. Kurum, bahçede veya piknikte yemek yemenin gıda zehirlen
ınesi riskini artırdığını belirtmiş. Metinde, mutlaka ellerinizi yıka
yın, ?eniyor. Bundan bir ay sonra kurum, "Ulusal Gıda Güvenliği
Haftası"nı başlattı. Bu kampanyanın amacı, milyonlarca insanın el
lerini yıkamadığı için gıda zehirlenınesi riskiyle karşı karşıya oldu
ğunu kamuoyuna duyurmaktı. Profesör Hugh Pennington şu dehşet
verici uyarıyı yapıyordu: "bir daha karşılaştığıniz birinin elini sık
tığınızda, o kişinin tuvaJetten çıkarken elini yıkamayan insanlardan
biri olma ihtimalinin beşte bir olduğunu akıldan çıkarmayın." Pen
nington, "bunun çok ciddi sonuçları olabilir," diyordu. 13 Bakalım
"el sıkışma sendromu" ne zaman keşfedilecek!
EL SlKl Ş M A K R İ S K H A L İ N E GELiRSE . . .
16
Korku kültürünün en rahatsız edici sonuçlarından biri insan iliş
kilerinin risk çerçevesine oturtulması. İnsanlar artık ilişkilerine da
ha yoğun bir risk duyarlılığı ile yaklaşıyor. ABD ' de, romantik iliş
kileri ele alan önemli bir sosyolojik çalışmada, bireylerin "aşk iliş
kileri ve eş seçimiyle ilişkilendirdikleri riski azaltmak için yoğun
bir çaba içinde olduğu" belirtiliyor. Bunun sonucunda bireyler
"ilişki kalıplarını değiştirerek" kendilerine yönelik riski en aza in
dirmeye çalışıyor. Çalışmada "bu riskler karşısında bireyler, toplu
mun bir ritüel haline getirdiği rasyonel yönetim ilkelerini ilişkileri
ne uygulamaya başlıyor," deniyor.14 Yazarlar, romantik ilişkilere
böyle araççı bir tarzda yaklaşılmasının başarısızlık riskini artırdığı
nı belirtiyor. Sorun çıkacağı beklentisi ilerde gerçekten sorunlara
yol açarak kendi kendini haklı çıkarıyor.
İnsanın, duygusal ilişkilerden kaynaklandığını düşündüğü risk
lerle baş etmesinin bir yolu, sosyologların "kültürel soğuma" dedi
ği durum. S ayısız uzman ve rehber kitap, insanlara aşka kapılma
ınayı ve beklentilerini azaltınayı tavsiye ediyor. Aşk giderek riskli
bir yanılsama olarak görülüyor ve insanlara kalbin diline güvenme
ınesi söyleniyor. İ ngiliz akademisyen Wendy Langford, Revoluti
ons of the Heart (Kalbin Devrimleri) adlı kitabında, romantik aşkın
kadınlara zarar verdiğini yazıyor. ı; Hükümet bile, bu "arayı soğut"
korosuna katıldı. 1 999 yılının ağustosunda, hükümet, kadınları eş
leriyle ortak banka hesabı açınama konusunda uyardı, aksi takdirde
evliliğin sona ermesi halinde mağdur duruma düşeceklerini belirt
ti. Kimi organizasyonlar açık açık, samimi ilişkilere şüpheyle yak
taşılmasını savunuyor. Aile içi tacize karşı mücadele veren Refuge
(Sığınak) adlı dernek, kadınların romantik duygularını yok etmek
için Sevgililer Günü 'nde "kalp atışlarınız saldırgan bir canavara
dönüşebilir" açıklamasında bulundu.1 6
1 4. Bkz. Bulcroft, R . ; Bulcroft, K . ; Bradley, K v e Simpson, C. (2000) 'The man·
agement and production of risk in romantic relationships: A postmodern paradox',
Journal of Family History, c.25, S. 1 . , s.63.
1 5. Langford, W. ( 1 999} Revolutions of the Heart: Gender, Power and the
Delusions of Love, (Routledge : Londra) .
1 6. Bkz. 'Valentine sweet talk could mask a violent monster, abuse charity
warns', The Independent; 1 3 Şubat 1 998.
F2ÖN/Knrku Külılirli 17
B irçok insan hala romantik ve samimi ilişkiler kurmak için ça
balıyor olsa da, bu deneyimleri tehlikeyle ilişkilendirıne eğilimi
gittikçe güçleniyor. Artık insanların özel ilişkiler konusunda kendi
ni daha yoğun bir duygusal risk altında hissettiği söylenebilir. Bu
riskle baş etmenin bir yolu, hayal kırıklığı yaşatacağı düşünülen ki
şiden uzak durınaktır. B aşkalarından uzak durmak duygusal acılar
dan sakınınanın etkili bir yöntemi olarak görü.lüyor. En azından, er
kek ve kadın samimi ilişkilerden kaynaklandığı düşünülen riskler
le baş etmeye teşvik edilir oldu. Duygusal konularla ilişkilendirilen
riskleri alL etmek için bir dizi taktikten yararlanılıyor: Düğün önce
si imzalanan anlaşmalardan tutun yalnız yaŞamanın erdemlerinin
yüceltilmesine kadar.
Romantik ilişkilerin bir risk olarak yeniden tariflenmesi, tutku
lu bir ilişki yaşamak isteyecek kadar aptal olan herkese yönelik bir
uyarıdır. Aşkın riskle özdeş tutulması, yetişkinlerin ilişkilerinde ya
şadığı sorunların kaçınılmaz olduğu inancından kaynaklanır. Bu
durumda geliştirilen pragmatik yaklaşım, yakın ilişkilerimizle ilgi
li beklentilerimizin gerçekdışı olduğunu savunmaktır. Dikkat et za
rar görebilirsin, düşüncesi günümüzün ruh halini iyi yansıtıyor.
Böylece risk yönetimi ilkeleri bir ilişkinin bitirilmesini emredebilir.
İlişkilerle ilgili bu "gerçekçi" yaklaşımın bir sonucu toplumun
ilişkiler konusundaki beklentilerinin aşağı çekilmesidir. Hükümetin
de desteğiyle, insanlara ilişkilerin sonsuza kadar sürmeyeceği söy
lenir ve tutkular soğutulmaya çalışılır. Buradaki niyet iyi bile olsa
sonuç insan duygularının körelmesi olacaktır. Tutku ve ani heye
canlar olmadan insan ilişkileri piyasada var olan pragmatik ilişkile
re dönüşecektir. Aklı başında hiçbir insan böylesine bana! ve an
lamsız bir ilişkiye yaşamını adamaz. S ayısız kadın ve erkeğin top
lumun kendilerinden istediği "gerçekçi" taleplere kulak asmaması
nı anlamak hiç de zor değil.
Yalnız yaşamak, riskli ve zararlı bir ilişkiden daha çekici gibi
görünebilir. Tutku sağlık açısından riskli olduğuna göre, yalnız bir
yaşam en azından risksiz olacak demektir. Yalnız yaşayan yetişkin
lerin sayısının artması da pek şaşırtıcı olmuyor bu durumda. Yalnız
yaşamanın yaygınlaşması; aile kurumunun krize girdiğinin değil,
18
tutkunun giderek risk olarak görüldüğü bu çağda ilişkilerle baş et
mede güçlük yaşandığının göstergesidir. İngiltere 'de 7 milyon ye
tişkin yalnız yaşıyor: bu 40 yıl önceki sayının üç katı. Social Trends
dergisinin en son sayısında 2020 yılında tek-kişilik hanelerin topla
rnın yüzde 40' ına varacağı tahmini bulunuyor.
Korku kültürü insanları birbirine yabancılaştırıyor. Bu külfür,
insanların toplumun karşı karşıya olduğu sorunlarla mücadele et
melerini engelleyen bir şüphe atmosferi yaratıyor. Bu kitap risk al
manın çoğu zaman yaratıcı ve yapıcı bir girişim olduğu düşünce
siyle yazıldı. Günümüzde, risk almayı olumsuzlama yolundaki ta
lihsiz çabalar yüzünden keşfetme ve deney yapma ruhu yok oluyor.
Pasif yaşam sağlığımıza, pasif sigara içiciliğinden bile daha fazla
zarar veriyor belki de.
Elbette korkunç olaylar yaşanır ve yaşanacaktır. Bu önsözü ta
mamlarken, New York ve Washington'daki korkunç olaylarla ilgili
haberleri duyuyorum. Televizyon' da Dünya Ticaret Merkezi ' nin
yıkılışını seyrederken "bunlar toplumdaki korku kültürü açısından
ne anlama geliyor?" diye düşündüm. Dünyanın pek de güvenli bir
yer olmadığını haykıran böyle bir olay yaşanmışken, geleceğe
umutla bakmak kolay değil. "Dünyanın Sonu mu Geldi?" (The Da
ily Star) veya "Kıyamet Günü" (The Daily Mail) gibi başlıklar hiç
de abartılı gözükmüyor. Ama elbette dünyanın sonu gelmedi. İnsa
nın zorluklarla baş etme gücü son derece büyüktür.
ı ı Eylül 200 1 tarihinde yaşanan oHıylar, kültürümüzün bize
yanlış şeylerden korkınayı öğrettiğini gösteriyor. Dünyayı tehdit
eden şeyler ne "Frankenstein-gıdalar", ne cep telcfonları, ne hücre
araştırmaları, ne de yeni teknolojiler. B ilimin ve dehanın bu başan
ları insanlığın olumlu yönlerini yansıtıyor. ll Eylül'de gerçekleşen
ise insan tutkularının yıkıcı yönünün yansımasıdır. Birçok bakım
dan bu olay sınırsız bir nefretle dolu olan bir avuç fanatik tarafın
dan gerçekleştirilen eski tip bir terör eylemiydi. Ancak biz, "teorik
riskler" konusundaki takıntılanmız yüzünden toplumu her zaman
tehdit etmiş olan bu tür eski tip tehlikelerle baş etmeyi unutuyoruz.
1 2 Eylül 200 1 .
19
Önsöz
24
Giriş
Risk altında mıyız?
27
tcrnette bir suç ihbar sayfası kurma fikrini değerlendiriyordu.
Uyuşturucu kullammı bile güvenlik konusuyla ilişkilendiriliyor.
Birçok insan Ecstacy 'i tercih etmesine gerekçe olarak bunun ken
disini daha güvende hissetmesini sağladığını ifade ediyor.
Güvenlik gündemi kesinlikle kişisel güvenlikle ilgili risklerle
smırlı değil. Gerçekten büyük olan tehlikelerin yanında kişisel gü
venlikle ilgili riskler hiç kalıyor. Çevresel tehlikelerin yarattığı
riskler medya kanalıyla sürekli olarak bize hatırlatılmakta. İnsan
türünün varlığıııın da tehlikede olduğunun söylenmesiyle, hayatın
kendisi büyük bir güvenlik meselesi haline geldi. Karşımızdaki risk
yelpazesi neredeyse gün be gün genişliyor. Bir gün, trombosise yol
açan gebelik önleyici hapların, ertesi gün et yiyen süper virüsterin
tehdidi altında oluyoruz. Bu arada, aldığımız gıdaya dahi güvene
miyoruz. En son olarak biftek ve yer fıstığının güvenli olmadığı
ilan edildi. Musluklarımızdan akan suyu da içemez olduk. Potansi
yel tehlikeler kümesinin dur durak bilmez biçimde genişlemesinin
sonucu olarak güvenlik giderek kalıcı bir kaygıya dönüşüyor.
Güvenlik takıntısının rutin ve banal hale gelmesinden sonra, in
san davranışlarının hiçbir alanı bunun etkisinden muaf kalamaz.
Bugüne kadar sağlıklı ve eğlenceli olarak görülen faaliyetlerin (gü
neşlenmek gibi) sağlık açısından önemli riskler barındırdığını öğ
rendik. Ayrıca, özellikle riskli olduğu için yapılan faaliyetler dahi
tekrar güvenlik perspektifinden değerlendiriliyor. Bu bakış açısıyla
gençler ve risk konusunu inceleyen bir yazı dağcılık alanında yeni
güvenlik önlemlerinin uygulanmasını olumlu buluyor:
2. Plant, M. ve Plant, M. (1 992) Risk Takers: Afcohof, Drugs, Sex and Youth
(Londra: Routledge), s. 1 42·3.
28
ticiliğinden vazgeçmek isterneyeceği gerçeğini hiç hesaba katını
yar.
Her şeyin güvenlik perspektifinden değerlendirilmesi günümüz
toplumunun belirleyici niteliklerinden biridir. Güvenliği mutlaklaş
tıran ve riski toptan kötü gören toplum, yaşama dair bir değer yar
gısında bulunuyor demektir. Dağcılık bir kere riskten kaçınma ile
ilişkilendirildikten sonra bu sporun tamamen yasaklanması an me
selesidir. Dağcılık yaparken kaza geçirenlerin "buna kendilerinin
sebep olduğu" söylenecektir; çünkü onlar güvenlik öğütlerine uy
mayarak yeni ahlak anlayışını hiçe saymıştır.
A. RiSK B iLİNCi
Yukarıda değinildiği gibi risk büyük bir sektör haline geldi günü
müzde. Binlerce danışman "risk analizi", "risk yönetimi" ve "risk
iletişimi" konularında tavsiyeler veriyor. Medyanın da konuya ilgi
si giderek artmış bulunuyor; gazete sütunlarında "risk toplqJ11 u " ve
"risk algılaması" gibi terimler sürekli geçer oldu. Aslında, bizi ye
ni tehlikelere karşı uyarmaya çalışan ve görünüşte uzman olan ki
şilerin sayısı o kadar çok ki bunların tavsiyeleri birbirleriyle çeliş
mektc ve neyin güvenli neyin riskli olduğu konusunda tam bir ka
fa karışıklığı hüküm sürmekte. Ara sıra alınan bir kadeh şarap sağ
lık açısından yararlı mı yoksa zararlı mıdır? Erkeklerin kalp krizini
önlemek için günde bir aspirin almaları doğru mudur, yoksa kanlı
ülser ve diğer yan etkiler yüzünden bundan uzak durmak mı gere
kir? Kadınlara bir yandan sağlıklı olmak için diyet ve egzersiz yap
maları söylenirken diğer yandan da bunun ilerki yaşlarda osteopo
roz riskini artırabiieceği belirtiliyor. B ir yüksek gerilim hattının ya
nında ya�amanın kanser riskini artırdığının kamuoyuna açıklanma
sından sadece birkaç hafta sonra yay1mlanan önemli bir çalışma bu
uyarıyı yalanlayabiliyor.3
Güvenliğimize yönelik çeşitli tehditierin yoğunluğu ve niteliği
ile ilgili farklı yorumlar olsa da hepimizin şöyle ya da böyle bir risk
3. Bkz. Medical Monitor, 30 Ekim 1 996.
29
altında olduğumuz konusunda kesinlikle herkes hemfikir. Risk al
tında bulunmak adeta, herhangi bir spesifik sorundan bağımsız, ka
lıcı bir durum olarak görülüyor. İnsanoğlunun etrafı risklerle sarıl
mış durumda. B u riskler adeta bağımsız bir biçimde var olmakta
dır. Okulda veya işyerinde risk altında bulunduğumuzdan kesin ifa
delerle bahsedebilmemizin sebebi budur. Riski özerk ve her yerde
hazır ve nazır bir güç haline getirerek, her tür insan deneyimini bir
güvenlik meselesine dönüştürüyoruz.
İngiltere ' nin önde gelen güvenlik uzmanlarından Diana Lamp
laugh tarafından yazılan tipik bir broşür, okuyucuya her durumda
mevcut riskleri değerlendirmesi konusunda tavsiye veriyor. Örne
ğin, broşür toplu taşımacılıktan yararlananları tetikte olmaya çağı
rıyor:
30
lerinde ve çok satanlar listelerinde belirmeye başladı bile.
Ciddi yarumcuların çoğu, insanların gerçekte eskisine göre da
ha uzun yaşadığını ve eski dönemlere göre daha sağlıklı ve rahat ol
duğunu kabul ediyor. Ancak birçok kişi bu iyileşmeyi mümkün kı
lan toplumsal, ekonomik ve bilimsel ileriemelerin sadece daha bü
yük ve yeni sorunlar yarattığını iddia ediyor. Konusunda söz sahi
bi olan yazar ve düşünürler teknolojik tehditierin riske sınırsız bir
nitelik kazandırdığını ileri sürüyor. iddialarına göre bilimsel geliş
melerden kaynaklanan tehlikeleri hesaplamak mümkün değil. Gü
nümüzdeki olayların hızlı ritmi ve bugün etkili olan küresel güçler
yüzünden insan eylemlerinin sonuçları her zamankinden daha yay
gın ve ölçülemez durumda. Dolayısıyla sorun bilernernek değil. So
nucun bilinmesi zaten imkansızdır.
Bu perspektiften bakıldığında, yeni teknolojik süreçlerin çevre
ye görülmez zararlar verdiğinden ne zaman şüphe duyulsa, uzman
ve akademisyenlerin çağdaş yaşamın tehlikelerine karşı yüksek bir
risk bilinci geliştirmenin rasyonel bir tepki olduğunda ısrar etmesi
anlaşılır. Riski ele alan birçok sosyolojik incelemede de günümüz
deki geniş g�\Tenlik kaygısının temelinde teknoloj inin ve bilimin
yıkıcı etkilerinin farkında olmanın yattığı belirtilmektedir. Çernobil
nükleer kazası gibi felaketierin veya son yıllardaki petrol tankeri sı
zıntılarının etrafımızdaki tehlikeler konusunda toplumu uyardığı
söyleniyor. B irçok risk teorisyeni toplumdaki risk kaygısının art
masını kirlilik ve çevre sorunlarıyla ilgili yeni ve kişisel bir duyar
lılığa sahip olan sorumlu bir yurttaş kesiminin bir göstergesi olarak
değerlendirmektedir. Birçok tartışma yaratan Risk Society (Risk
Toplumu) kitabının yazarı Ulrich Beck'e göre "artık doğanın zarar
görmesi ve yok edilmesi süreci kişisel deneyimin uzağındaki kim
yasal, fiziksel veya biyolojik tepkime zincirlerinde gerçekleşme
mekte; aksine, bu süreç göz, kulak ve burunlarımıza doğrudan etki
yapmaktadır".; Tekno!()ji ve bilimin günümüzde yarattığı tehlikeler
konusunda son derece dar bir bakış açısına sahip bir yorumdur bu.
Gerçekte, günümüz toplumunun risk konusundaki algılayış ve kay
gılarını belirli bir olay ya da teknolojiye verilen bir tepki olarak
5. Aktaran: Times Higher Educational Supplement, 3 1 Mayıs 1 996.
3!
açıklamak mümkün değildir. Bu kaygıların, tehlikenin gerçek bo
yutu ve yoğunluğu ile de pek ilgisi yoktur. Örneğin, yetersiz bes
lenmeden ölen insan sayısı, şu sıralar sık sık kamuoyu gündemine
gelen gıdalardaki toksik maddelerden ölen insan sayısından çok
çok daha fazladır. B_i zi öldüreıw:isklerin, -bizi paniğe sokan _y_e_kor
kııtı;ııı r�şklerle_ ayı:ıı şeyler olduğu söylene!J1ez. Tarih boyunca bir
çok afet ve felaket yaşanmıştır, ancak bu olaylara verilen tepki o
dönemde toplumun içinde bulunduğu ruh haline göre değişmiştir.
Felaketin tanımı zamanla değişir. Amerikan medyasındaki risk ha
berleri üzerine yapılan bir çalışma, nükleer enerjiyle ilgili 1 960 yı
lındaki haberlerin çoğunun "bu enerj inin nelere mal olacağını değil
yararlarını vurguladığını; 1984 'e gelindiğinde ise bu oranların ter
sine döndüğünü" ortaya koyuyor. Çalışma ayrıca kürtaj haberleri
nin çerçevesindeki dramatik değişime de işaret ediyor; 1 960'da ya
sadışı kürtajların kadınlar için yarattığı riskler vurgulanırken,
1 984 'te yasal kürtajların cenin için yarattığı tehlikelere yoğunlaşı
lıyordu.6 Görüldüğü gibi medyanın ve diğer kurumların neyin risk
olduğunu seçici bir biçimde belirlemesi, risk bilincinin gerisinde
bir toplumsal dinamik bulunduğunu gösteriyor.
Risk bilincinin dar teknik yorumu tehlike algısının değişimini
irdeleyemez. Böylesi bir yorum, insanın daha sağlıklı hale geldik
çe sağlığı konusunda daha sapiantılı hale gelmesi paradoksunu
açıklayamaz. 1 967 ve 1 99 1 yılları arasında İngiltere, İskandinavya
ve ABD ' de çıkan tıbbi dergilerle ilgili önemli bir çalışma "risk" te
riminin kullanımında devasa bir artış olduğunu ortaya koymuştur.
Sözkonusu dönemin ilk beş yılında "risk" konulu yayımianmış ma
kalelerin sayısı 1 000 iken, son beş yıl için bu sayı 80.000'in üzerin
dedir.7 Sağlık risklerine ilgideki bu önemli artış, tepkinin kendisinin
tepkinin nesnesinden daha önemli olduğunu gösteriyor olabilir.
1 967 ocağındaki ilk Apollo uzay mekiğinin ve 1 9 yıl sonra da
Challenger mekiğinin parçalanmasına kamuoyunda verilen farklı
6. Singer, E. ve Endreny, P. {1 993) Reporting on Risk: How the Mass Media Port·
ray Accidents, Diseases, Disasters and Other Hazards (New York: Russell Sage
Foundation), s. 1 60.
7. Skolbekken, J. ( 1 993), 'The Risk Epidemic in Medical Journals', Social Scien
ce and Medicine, c. 40, no.3, s. 296.
32
tepkiler bu bakımdan öğreticidir. Apoila alev alıp üç astronot öldü
ğünde Amerikan kamuoyu şok geçirerek dehşete kapılmıştı. Ancak
olayla ilgili yaygııı üzüntü ve kaygılara rağmen, prestijli ay proje
sinin geleceği ciddi bir tartışmanm konusu olmamıştı. B unun aksi
ne Challenger'in parçalanmasına verilen tepki sağduyunun yok ol
duğu topyekün bir paniğe dönüştü. Çoğu insan bu trajediyi tekno
lojinin kontrolden çıktığının kanıtı olarak gördü. ABD uzay kuru
mu NASA'nın kendisi de ciddi bir travma geçirdi ve üç yıl boyun
ca uzaya yeni bir mekik gönderilemedi.
Bu iki benzer trajedi, iki çok farklı tepki yarattı; çünkü herhan
gi bir olaya toplumun verdiği tepki zaman ve mekana özgü koşul
lara bağlıdır. Bu tür tepkilerin felaketin kendisinden çok, toplumda
o an var olan daha derin bir bilinç tarafından şekillendirilmesi ihti
mal dahilindedir.
Tükettiğimiz gıdalarla ilgili olarak da benzer bir durum sözko
nusudur. Toplumun risk faktörleriyle ilgili kaygıları, tıpkı felaketler
gibi, yemek yeme konusuna da önemli bir etki yaptı. Yemek yeme
yaklaşımının değişimi, risk takıntısının yaygın hale geldiğini gös
teriyor. İngilizlerin bir Gallup araştırmasına 1 947 yılında verdikle
ri yanıtlada bugünkü yanıtlarını karşılaştıralım:
FJÖN/Korku Ki.ilılirü 33
"Güvenlik ve ihtiyat dini"nin müritleri , risk kaygısının bilim ve
teknoloji bilgimizin bir yan ürünü olduğunu iddia eder sık sık. Oy
sa olayları tarihsel bağlama oturtan bir perspektif, güvenlik ve risk
kaygısında günümüzde yaşanan artışla teknoloji ve bilimdeki iler
leme arasında bir bağlantı bulunmadığını ortaya koyar. Kaldı ki,
kaygı ve korku yaratan tek etken teknolojik ve bilimsel gelişme so
.
nuçları değildir. Çevre ve teknoloji konulu korkular risk bilincinin
büründüğü biçimlerden yalnızca biridir.
Günümüzde insan faaliyetinin tüm alanlarına, yoğun bir riskten
kaç ın ma duygusu hakim. Geçmişte olsa talihsizlik diye geçiştirile
cek olan kötü olaylar artık büyük bir felaketin habercisi olarak yo
rumlanıyor. Tayland'da 1996 ocağında genç bir İngiliz kadının öl
dürülmesi "güvenli yolculuk" konusunda bir öğüt patlaması yarat
tı. Nadir görülen bir kişisel trajedi böylece bütün İngiliz turistleri il
gilendiren bir riske dönüştürüldü. Daily Telegraph 'taki bir tavsiye
yazısının başlığı "Sakın 'milyonda bir ihtimal'in size düşmesine
izin vermeyin"di.� Milyanda bir ihtimal için niye kaygılanalım,
şeklindeki bariz soru elbette sorulmamıştı. Bunun yerine tatil yap-
mak bir güvenlik meselesine dönüştürülmüştü.
·
B . G Ü V E N L i G i N Y Ü CELTi LMESi
34
olduğu ve risk almaktan korkma eğilimlerinin arttığı genel olarak
kabul ediliyor. Mary Douglas ve Aaron Wildavsky ilginç bir yazı
larında, modern toplumların riskierin daha farkında oluşunu, karar
ların giderek daha belirsiz bir ortamda alınmasına bağlıyor. Bu yak
laşım, riski, gerçek tehlikelerdeki artışın bir yansıması olarak değil
toplumda hakim olan bilince bağlı bir toplumsal yapı olarak açık
lama avantaj ını taşıyor. Peki, güvensizlik ve risk bilinci arasındaki
bağlantı nedir?
Güvensizlik, analitik değil tanımlayıcı bir kategori olarak ele
alındığında zararlı değildir. Bu anlamda güvensizlik mutlak biçim
de riskten kaçınınaya ya da bilim ve teknoloji korkusuna yol aç
maz. B azı durumlarda güvensizlik hisseden toplumların güvenliği
artırmak için bilim ve teknolojiye başvurması gayet mümkündür.
Bunun aksine günümüzde, güvensizlik güçlü ve muhafazakar bir
ihtiyat duygusuyla bağlantılıdır. Önlem alma ilkesinin etkisindeki
artış bu açıdan önemlidir. Çevre yönetimi bağlamında gelişmiş olan
önlem alma ilkesi giderek toplumsal deneyimin diğer alanlarına da
yayılmıştır. içtiğimiz suyu incelemekten tutun, bir gıda konservesi
nin üzerindeki etiketi dikkatle kontrol etmeye kadar, ihtiyat ilkesi
ne uymuş oluruz.
Önlem alına ilkesi bizim sadece riskler yüzünden kaygı içinde
olmakla kalmayıp, kendi durumumuza bir çözüm bulma konusun
da şüpheli olduğumuzu gösterir. Önlem alma ilkesine göre, sonucu
önceden bilinmediği sürece yeni bir riske girmernek en doğrusudur.
Çevre yönetimi alanında sağlam bir uygulama olarak kabul gören
bu ilke uyarınca, ispat sorumluluğu değişimi öneren tarafa aittir.
Değişimin sonuçlarının önceden tam olarak bilinmesi asla mümkün
olmadığından, bu ilkenin tam olarak uygulanması her tür bilimsel
ya da toplumsal deneyimin önünü kesecektir. Önlem alma ilkesi,
ihtiyatı kurumsallaştırarak bir sınırlama doktrini dayatır. Güvenlik
sağlar ama bunun karşılığı beklentilerin azaltılması, büyümenin sı
nırlanması ve deney ve değişimin engellenmesidir.
Önlem alma ilkesi genelde çevre yönetimi bağlamında tartışılsa
da günümüzde sağlık, cinsellik, kişisel güvenlik ve üreme teknolo
jisi gibi başka alanlarda da hayata yön göstermektedir. İçinde bu-
35
lunduğumuz dönemin özellikle çarpıcı olan yönü güvensiz oluşu
değil, bu durumun oldukça muhafazakar bir biçimde yaşanmasıdır.
Ancak risk konusunda yorum yapanların çoğu güvenlik takıntısı ve
muhafazakarlık dürtüsü arasında bir bağlantı kuramamaktadır. As
lında önlem alma ilkesini destekleyenterin ya da farklı güvenlik
kampanyalarını savunanların çoğu kendilerini muhafazakar değil
sistemi eleştİren kişiler olarak görmektedir. Bunun sonucu olarak
politik yelpazenin tamamında, ihtiyatlı olma hali ve güvenlik doğal
olarak ya da kendiliğinden olumlu değerler olarak ele alınmaktadır.
Güvenliğin yüceltilmesi aynı zamanda insanın potansiyeliyle il
gili son derece karamsar bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Önlem alma
ilkesinde ısrar edenler bunu insanlığın kendi yeniliklerinin sonuç
larını önceden göremediği iddiasıyla temellendirmektedir. Risk
toplumu teorisyenlerinden çoğu insanlığın bilgisinin çözüm sağla
maktan çok sorun yarattığ . :� ı savunmaktadır. Beck'e göre "tehlike
nin kaynağı artık cehalet değil bilgidir". Bilginin tehlikeyle eşitlen
mesi insanoğlunun kendi davranışının sonuçlarını kontrol etme ye
teneğinin olmadığı anlamına gelmekte, Frankenstein modeli bilg�
ve bilim iddialarının ard ında yatan dehşeti ortaya koymaktadır. Bu
bakış açısından bakıldığında, insan sorun çözücü olarak değil biz
zat sorunun kendisi haline gelir.
Risk sapiantısının nihai sonucu insanın çaresiz bir varlık olarak
görülmesi ve insanın ilerleme potansiyelinin küçümsenmesidir. So
nuçta ortaya çıkan insan oldukça garip bir varlıktır. İnsanın yaşadı
ğı başarısızlıklar, hatalı bir kararın sonucu ya da ders alınacak birer
deneyim olarak görülmez, gündelik yaşamla başedemeyen bir ya
ratığın doğal durumu olarak kabul edilir. İnsanın yaşamla başede
meyeceği şeklindeki bu varsayım risk yelpazesini daha da genişle
tir. Önlem ilkesinin barındırdığı, kötümser insan anlayışı bireyi ça
resiz ya da hasta olarak resmeder.
Günümüzde, insanın başarısızlıklarını anlamlandırmak için, in
sanları etkilediği iddia edilen çeşitli tıbbi veya psikolojik bozukluk
lara ya da sendramiara başvuruluyor. Yeni riskierin icat edilmesiy
le, yeni bozuklukların "keşfi" arasında çok yakın bir ilişki var.
"Risk altında" olduğu ilan edilen insanların yeni bir tıbbi ya da psi-
36
kolojik rahatsızlığın pençesinde olduğu varsayılıyor.
Sözkonusu bozukluklar meselesi özellikle çocukları etkiledi.
Özel yardıma ihtiyaç duyduğu ya da belirli bir bozukluktan muzda
rip olduğu söylenen çocukların sayısı hızla artıyor. New York'taki
devlet okullarında, yaklaşık olarak her sekiz öğrenciden biri "en
gelli" olarak nitelenmiştir. Hiperaktivite, dikkat eksikliğinden kay
naklanan hiperaktivite, travma sonrası stres bozukluğu veya okuma
bozukluğu tanısı konan çocukların sayısı giderek artıyor. Zayıf not
ların kötü bir eğitim sisteminden değil de bir "akademik başarı bo
zukluğu"ndan kaynaklandığının açıklanması da an meselesi !
Yetişkinler de bu sürecin dışında kalamıyor. B azı tahminlere gö
re, Amerikalıların yüzde 20'si tanı koyulabilen bir hastalıktan mağ
dur. Seçilen kritere bağlı olarak, obezite sorunu ya da "yemek ye
me bozukluğu" yaşayan Amerikalıların oranı yüzde 50'ye varıyor.
İlişkilerinde sorun yaşayan kişilerin uyum bozukluğu çektiği belir
tiliyor. "Mükemmeliyetçilik ve inatçılık" davranışı göstereniere ise
"obsesif-kompulsif bozukluk" tanısı koyuluyor. Utangaç kişiler ise
sosyal fobi mağduru.
Bunların dışında yeni bağımlılıklar da var. American Associati
on on Sexual Addiction Problems (Amerika Cinsel B ağımlılık So
runları Merkezi) tahminlerine göre, Amerikalıların yüzde 1 O ila
1 5 'i seks bağımlısı. B azı yazariara göre, "gıda bağımlılığı en az al
kol bağımlılığı kadar ciddi bir mesele".'ı Yeni bağımlılıkların keşfe
dilmesi olgusu sadece ABD'yle sınırlı değil. İngiliz akademisyen
ler de kervana katılıp bugüne kadar bilinmeyen çeşitli bağımlılıkla
rın tehlikelerine dikkat çekmeye başladı. B ir akademisyen, Econo
mic and Social Resew·ch Council (Ekonomik ve Sosyal Araştırma
lar Konseyi) tarafından sağlanan destekle alışveriş bağımlılığı ol
gusunu inceliyor; Plymouth Üniversitesi'nde görevli iki akademis
yen ise bilgisayar oyunu takınıısı olan çocukların "alkol ve sigara
liryakilerinin aldığı hazzı duyduğu"nu ve dolayısıyla bağımlılık be
lirtileri gösterdiğini belirtiyor. '0
Yeni bozuklukların, belirtilerin ve bağımlılıkların icadıyla bir-
9. Bkz. Addiction Letter, Temmuz 1 995.
1 O. Aktaran: Alcoholism and Drug Abuse Weekly; 1 O Mart 1 994.
37
l ikte, giderek artan sayıda toplumsal sorun tıbbileşiyor, yan i insa
nın hiçbir etki edeıneyeceği tıbbi sorunlara dönüştürülüyor. Bu eği
lim, insanoğlunun sayısız eksikleri olduğunu ve insan potansiyeli
nin zayıflığını vurguluyor. İnsanın yaşamla baş edeınediğine inanı
lıyor. Çeşitli travma ve bozukluklar yaşayan insanların sayısının bu
kadar yüksek çıkması, zavallı insanoğlunun gündelik yaşamın risk
lerine karşı sürekli gözetim altında tutulup korunınası gerektiği
inancını daha da pekiştiriyor.
Belirsizlikler içindeki topluınuınuz, giderek en zayıf üyelerinin
standartlarını benimsemeye başladı. Bu sürecin sonucunda da kur
ban ya da ınağdur kültürü oluştu. Herkes risk altında olduğuna gö
re, herkes kurbandır. Günümüzde insanlar bu ınağduriyetle baş ede
bilmek için profesyonel rehberlik hizmeti alıyor. Bu tedavinin tek
sonucu ise kişinin yaşamındaki tehlikelerin "farkına varması" ve
risk bilincinin iyice pekişınesi oluyor. Kendi hayatınızı kontrol et
me çabası olumsuzlanıyor. ABD ' de kendi "bozukluk"unu aşmaya
ve yaşamına devam etmeye katkışan insanlara "mükemmeliyet
kompleksi" tanısı koyu luyor. " Güvenli bir yaşam sürmek için har
canan çabalar ise son derece meşru görülüyor.
C. ÇARES iZ İ N SANOGLU
38
se, toplum karşısına çıkan sorunlarla uğraşmaktan aciz olduğunu
kabul etmiş olur. B izi ve çocuklarıının riskten koruma adına deney
yapınanın sınıriandıniması aslında insanın potansiyelinin hor gö
rüldüğü anlamına gelir.
Buradaki paradoks, güvenlik arayışının er ya da geç geri tepe
cek olması. Gerçekten de güvenlik arayışı diğer insan faaliyetlerin
den daha az riskli değil. Örneğin, Peru' nun başkenti Li ma' daki su
uzmanlarının klorun risk taşıdığı düşüncesiyle şehirdeki su kuyula
rını klorlamaktan vazgeçmesi üzerine Güney ve Orta Amerika'da
baş gösteren kolcra salgınında 6000 kişi öldü ve 700.000 kişi has
talandı. 1 2 Tarih boyunca her zaman güvenliğin asıl kaynağı çeşitli
yenilikler ve deneyler olmuştur. İnsan deney yaparak toplumsal ve
doğal süreçlere dair kavrayışını artırdıkça yaşam daha güvenli bir
hale gelmiştir. Güvenliği artırmak için onu daha fazla İstemek yet
mez. Riskten kaçınınaya ve güvenliğini artırmaya çalışan kişi, so
nuçta yalnızca saplantılarının arttığına tanık olur. Oysa, topluın iara
geçmiştekinden daha fazla güvenlik getiren şey, sosyal ve bilimsel
yenilikler sayesinde insanın yaşamı üzerindeki kontrolünün artına
sıdır.
Günümüzde, risk alına korkusu kalıramanı değil kurbanı alkış
layan bir toplum yarattı. Herkesten, adeta bir televizyon programın
daki bir yarışmacı gibi, en garip ve sıradışı insan olduğunu ve uz
man yardımını en fazla hak eden kişi olduğunu ispatlaması isteni
yor. Aktif olmanın değil pasif olmanm, cesaretin değil güvenliğin
en önemli erdemler olduğu düşünülüyor. Sonuçta ortaya çıkan ça
resiz bireyi avutnıak için kendisine, krizler ve felaketieric dolu bu
dünyada hayatta kalmakla bile büyük bir iş başardığı söyleniyor.
39
ı
Risk p atlaması
40
hiç ilişki yoktur. Örneğin, 1 996 yılının ilk yarısında İngiltere deli
dana hastalığı paniğiyle çalkalanıyordu. Bu panik sonucunda bin
lerce çiftçinin geçimi tehlikeye düştü. Britanya kırmızı et endüstri
si bir ölüm kalım tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Konu derhal poli
tik bir boyut kazandı ve Avrupa B irliği içerisinde de önemli bir po
litik çekişme yarattı. Avrupa Komisyonu İngiltere'den kırmızı et it
halini yasakladı; Londra hükümeti de buna karşılık olarak Komis
yon'un işleyişini engellemeye başladı. BSE (Bovine Spongifornı
Encephalopathy) virüsü ile ilgili kaygılar toplumun davranışlarını
da etkiledi. Deli dana hastalığına yakalanma riski altında olduğun
dan şüphelenmek için hiçbir nedeni olmayan binlerce insan kırmı
zı et yemeyi kesti. İngiliz kamuoyunda, kısa zaman içinde yaygın
bir BSE salgınının patlak vereceği fikri hakimdi. Creutzfeld-Jakob
hastalığı (CJD) vakalanndan on tanesinde virüsün BSE taşıyan
hayvanlardan geçme olasılığının (hiç de kesin olmayan iddialara
dayanarak) dikkate alındığı düşünülürse, tepkinin paniğe nasıl dö
nüştüğü anlaşılabilir. Bu dönemde sigaranın yol açtığı hastalıklar
dan ve trafik kazalanndan ölen insan sayısı, BSE'yle bağlantılı has
talıklardan ölenlerin sayısından çok daha fazlaydı. Ancak daha sı
radan bir hal almış bu diğer ölüm ve yaralanma nedenleri -özellik
le de kamuoyunda geniş yankı yaratan BSE riskine oranla- pek faz
la ilgi çekmiyordu.
Korktuğumuz şeyle bizi öldürme ve sakat bırakma ihtimali olan
şeyin her zaman aynı olmadığı iyi bilinir. ABD 'de yapılan araştır
malara göre, Amerikalılar hayattaki en önemli risk olarak nükleer
enerjiyi görüyor. Tek bir Amerikalının bile sivil nükleer endüstri
den kaynaklanan radyasyon nedeniyle öldüğünü göstermek imkan
sız olsa da, bu teknolojiyle ilgili korkular kamuoyunu etkilerneye
devam ediyor. Kamuoyunun korkulan ve insan yaşamındaki gerçek
tehlikeler arasında da aynı şekilde bir fark bulunuyor. Suç konusu
nun algılanışı ve suç vakalan arasındaki fark da çevresel tehlikele
re verilen tepkiye benzemektedir. ABD'yle ilgili raporlar, insanla
rın, içinde bulunduğu durumu değerlendirme konusunda son dcre
ce hatalı olduğunu ortaya koymaktadır. Araştırmalar, bir grubun
suç konusundaki kaygılarıyla suça kurban gitme oranı arasında bü-
41
yük bir fmk olduğunu göstermektedir. Medyadaki suç haberleriyle
ilgili bir araştırmaya göre, "örneğin, en fazla sayıda kurbana ve en
düşük korku düzeyine genç siyah erkekler arasında rastlanırken; en
yüksek korku düzeyine ve en düşük kurban olma oranıııa yaşlı ka
dınlarda (siyah ve beyaz) rastlanınaktadır."1 Suç tehlikesi ve suç al
gılaması konusundaki ilişki son derece açıktır. Atiantik ' in her iki
yakasındaki üniversite kampüslerinde yaygın olan bir kanı, yaşa
mın giderek daha fazla şiddet içerir hale geldiğidir. Aslında bu tep
ki kampüsteki yaşam gerçekliği ilc tam bir çelişki oluşturmaktadır.
Araştırmalara göre AB D'de 1 985 yılıııdan beri hem şiddet içeren
suçların hem de hırsızlık ve soygunların oranı düşmektedir. Ayrıca,
öğrenciler kampüste, etraftaki şehir ve semtlere kıyasla çok daha
güven içerisindedir. 2
Öznel algı ve tehlikenin gerçekliği arasındaki fark, risk alanın
daki uzmanların temel tartışma konularından biridir. Geleneksel
olarak, risk araştırmaları alanı temelde teknik gelişmelere yoğun
laşmıştı; teknolojik yenilikterin ters etkilerini en aza indirmek veya
ortadan kaldırmak için modeller geliştirilmekteydi. Son on yılda bu
yaklaşım yerini daha geniş bir yaklaşıma terk etti. Odağın bu şekil
de kayması, neyin güvenli ve neyin riskli olduğu konusunda uz
manların ve kamuoyunun görüşleri arasında oluşan farka verilen
bir tepkiydi. Uzmanların görüşleriyle genel olarak farklılık göste
ren, yoğun bir risk duygusunun ortaya çıkması, araştırma alanının
tekrar tariflenmesini zorunlu hale getirdi. Sonuç olarak, risk araştır
maları alanı daha çok, riskin toplumsal boyutuna yoğunlaşmaya
başladı. Bu tür çalışmalar risk algılamasını doğru veya yanlış ola
rak ayırmanın pek yararlı olmadığını göstermektedir. Bu algılama
lar bireyin zihnin in verdiği basit tepkiler olarak da görülemez. Risk
kaygısındaki bu patlama, bir bütün olarak toplumun imgeleminde
gerçekleşmektedir. Bu imgelem hakim toplumsal ve kültürel ikli-
1 . Bkz. Singer, E. ve Endreny, P. ( 1 993) Reporting on Risk: How the Mass Me
dia Portray Accidents, Diseases, Disasters and Other Hazards (New York. Rus
sell Sage Foundation), s.62.
2. Bkz. Volkwein, J . F., Szelest, B . P. ve Lizotte, A J. ( 1 995) , 'The Relationship of
Campus Crime to Campus and Student C haracteristics', Research in Higher
Education, c. 36, no.6.
42
min parçası olan bir dizi dinamik tarafından şekillendirilmekte ve
aynen bireysel sevinç ya da hüzün duygusunda olduğu gibi, rasyo
nel veya irrasyonel olarak tanımlanamayacak bir ruh halini veya bir
dizi tutumu ifade etmektedir. Daha iyi bir risk iletişimi sayesinde
kamuoyunu etkilerneye çalışan yönetici ve uzmanların etki�iz kal
masının nedeni de budur. Belirli bir olay karşısında oluşan panik ve
aşırı tepkilerin, esas olarak yetersiz iletişimin sonucu olduğunu
söylemek yanlış olur. Bu tepkiler toplumun kendisini nasıl gördü·
ğü konusunda ilginç veriler sağlar. Bunların anlaşılması ancak iler
de değineceğimiz daha geniş toplumsal süreçler bağtamında müm
kün olabilir.
Risk teriminin kullanımı konusunda pek çok şey belirsizdir. Bu
terim bir dizi değişik bağlamda ve farklı konularla bağlantılı olarak
kullanılıyor. Sık sık dile getirilen riskler: suç riski, nükleer enerji
den ya da üreme teknolojisinden kaynaklanan riskler, cilt kanseri
riski, Körfez Krizi Sendromu riski, siyasal riskler veya internet kul
lanma riskidir. Terim, genelde belirli faaliyetlerin sonuçlarına dik
kat çekmek için kullanılıyor: AIDS kapma riski, futbol oynarken
sakatianma riski veya yağlı yiyeceklerin (vücutta kolestrole dönü
şerek) sağlık için yarattığı risk gibi.
A. R İ S K İ N TAN I M I
43
Yukardaki de dahil hiçbir risk tammı, kavramın anlamının ve
kullanımının her yönünü kapsayamaz. Ayrıca terimi n kullanımı sü
rekli olarak değiştiği için, terimin belirli bir toplum ve belirli bir
bağlam çerçevesinde değerlendirilmesi gereklidir. Toplum ve top
lumun geleceği konusunda, belirli bir dönemde geçerli olan fikirler
ve değer yargıları, riskin algılanış biçimini etkiler.
B ütün risk tanımları gerçeklik ve olasılık arasındaki ayrıma da
yanır. "Geleceğin önceden belirli olması ya da mevcut insan faali
yetlerinden bağımsız olması halinde" kavramın hiçbir anlamı ol
mazdı.3 Şimdi ve gelecek arasındaki ilişki toplumun kendisi hak
kında günümüzde sahip olduğu fikre bağlıdır. İnsanı korkutan şey
gelecek olunca risk karşısında verilen tepki olumsuz sonuçların or
taya çıkması olasılığına yoğunlaşacaktır. Sonuç olarak, riskin anla
mını, toplumun kendisinin değişimle ve gelecekle baş etme konu
sundaki yeteneğini nasıl gördüğü belirleyecektir. Örneğin, yakın
zamanlara kadar, insanlar hem iyi hem de kötü risklerden bahsedi
yordu. Onsekizinci yüzyılda Samuel Jackson terimi "kesin olan azı,
··
daha fazlası uğruna riske atmak'; ş�kliİı.de 1mllanıyo7clıi: 'sazi'ctö
' ' .
ri'�� ierde ise _ris[';;iffia saygİdeğer bir girişim olarak görülmüştür.
Son yıllarda riskin bu nötr niteliği gitmiş bunun yerine risk, tanım
icabı, bir sorunu anlatır hale gelmiştir. Riskler değerlendirilirken
geleneksel olarak yapıldığı gibi olumlu ve olumsuz sonuçları karşı
laştırmak yerine, yalnızca tehlike hesaba katılmaya başlanmıştır.
Dolayısıyla bugün riskten bahsettiğimizde olumsuz bir sonuçla
karşılaşma tehlikesini kastediyoruz. Almaya yatkın olduğumuz ka
rarı genelde "iyi bir risk" olarak tanımlamayız. Riskin giderek teh
likeyle eşitlenmesiyle birlikte, riskten kaçınma stratejileri benimse
me eğiliminin güçlenmesi pek de şaşırtıcı değildir. Geleneksel ola
rak "risk alma"ya yüklenen olumlu çağrışımlar yerini kınarnaya bı
rakmıştır. Dolayısıyla birçok durumda "risk almak" toplumun eleş
tirisini çeker.
Konunun bir diğer güncel boyutu da her tür insan faaliyetinin
barındırdığı riske işaret etme eğilimidir. Örneğin İngiltere tüketici
rehberi Which'in 1996 Haziran sayısındaki bir reklam şöyleydi:
3. Bkz. Renn, O. (1 992) 'Concepts of Risk: A Classification'. Krimsky, S ve Gol·
ding, D. (der) (1 992) Social Theories of Risk (Westport, CT: Praeger) s.56.
44
GÜVENLi SEYAHAT
ARAŞTIRDIK:
UÇAK, GEMİ VE TRENLE
SEYAHAT ETMENİN RİSKİ NEDİR?
47
sürdürüyor ve bunun yanına hem Ebola ve deli dana hastalığı gibi
yeni tehditler ekleniyor, hem de kolera, sıtma, tüberküloz ve difte
ri nin ilaçlara bağışıklık kazanmış formları gibi eski tehlikeler yeni
den hortluyor.
Risk değerlendirmesi enflasyonu diyebileceğimiz bu durum ar
tık sistematik bir biçimde üretiliyor ve yaygı n bir kabul görüyor.
John Leslie'nin The End of The World: The Science and Ethics oj
Human Extinction (Dünyanın S onu: İnsanlığın Yok oluşu Sorunu
nun B ilimsel ve Etik B oyutları) başlıklı kitabı, ismiyle bile en kötü
senaryoya inanma eğilimini iyi bir biçimde yansıtıyor. Kitabın ilk
sayfalarında, Leslie'ye göre insanoğlunu ortadan kaldırma ihtimali
olan bir dizi tehlike bir liste halinde sıralanmış. Bu listede, yazara
göre toplumun şimdiden farkında olduğu -nükleer savaş ve ozon ta
bakasının parçalanması gibi- yedi risk var; ayrıca toplumun genel
olarak farkında olmadığı -bir yıldızın patlaması ya da bilgisayarlar
la ilişkili felaketler gibi- on altı risk daha sıralanıyor.·1 Leslie' nin ka
ramsar görüşü biraz egzantrik olsa da, bu görüş insanoğlunun bir
dizi doğal, toplumsal ve teknolojik etkenin tehdidi altında olduğu
şeklindeki genel görüşün bir yansımasıdır. Çevre konulu yayınlar,
kriz söylemini gerçekten de sık sık kullan ıyor. Örneğin, World
watch Institute 'un 1 996 yılı araştırmasında "dünyanın ekolojik alt
yapısının uğradığı zararlar" konusunda "balıkçılığın çöküşü, tatlı
su kaynaklarının ve ormanların azalması, toprağın erozyona uğra
ması, göllerin ölmesi, hububatın sıcak dalgaları yüzünden kavrul
ması ve çeşitli türlerin yok olması" gibi konulara dikkat çekiliyor.5
Çevre ile ilgili kaygılar, tıbb� kıyamet günü senaryolarının ya
nında oldukça iyimser kalıyor. Arııo Karlen'in Plague's Progress:
A Social History of Man and Disease (Vebanın İlerleyişi: İnsan ve
Hastalıkların Toplumsal Tarihi) ve Laurie Garret'ın The Coming
Plague: Newly EnıeJ�rting Diseases in a World out of Balance (Yak
laşan Veba: Dengesi Bozulan Dünyada Yeni Hastalıklar) adlarıyla
yayınlanan ve yeni çoksatar kitapları, Atiantik'in her iki yakasında
4. Leslie, J. ( 1 996} The End of the World: Science and Ethics of Human Extinc
tion (New York: Routledge) s. 4- 1 0 .
5. Brown, P. (der) State o f the World (Londra: Earthscan) . s. 4. 1 996.
48
da önemli bir etki yarattı. Bu kitaplar, bilim ve popüler kültür dün
yalarıııı kasıp kavuran yeni veba paniğine bir bütünsellik getiriyor.
Veba kelimesi daha önce hiç bu kadar değişik fenomenlerle bağlan
tılı bir biçimde kullanılmamıştı. Örneğin Karlen, hıyarcıklı vebanın
ya da akciğer vebasının yeniden ortaya çıkması, yeni bir öldürücü
grip virüsü, hava yoluyla bulaşan kanamalı ve ateşli bir hastalık ve
ya diğer hayvan türlerinde yaşayan bilmediğimiz mikroplar gibi et
kenler sonucunda "küresel çapta, kitlesel ve topyekun bir ölüm"
yaşanabileceğini düşünüyor." Hatta primattan-insana organ nakli
konusundaki çalışmalara yönelik önemli bir itiraz, insanlara hay
vanlardan bilinmeyen virüslerin bulaşması ihtimaline dayandı
rılıyor. Dolayısıyla, hangi hastalığın insanoğlunun varlığını tehlike
altına sokacağı belirsiz olsa da, bu tür bir tehdidin varlığının kendi
sinin kesin olduğu düşünülmektedir. Bu senaryoya göre, bir dizi ve
ba bizim başıboş korkularımızın onları keşfetmesini beklemektedir.
AIDS paniğinin B atı dünyasını ilk kasıp kavuruşundan sonra
geçen on yılda, bulaşıcı hastalıklarla ilgili birçok dramatik deneyim
yaşandı. Bunların bazıları virüs bulaşmış gıdalada (yumurtada Sal
monella, beyazpeynirde Listeria) ilgili olarak ortaya çıktı, bazıları
da egzotik yabancı ülkelerden kaynaklandı (Zaire'deki Ebola salgı
nı gibi). Tüberküloz ve difteri gibi eski hastalıklar da bunlara dahil
edilebilir. İngiltere'deki en son büyük çaplı sağlık krizi ise, 1 996
martında, BSE içeren etierin insanlarda CJD hastalığına yol açtığı
korkusuyla yaşandı.
Bu hastalık korkularındaki ortak nokta tehlikenin boyutunun
sistematik olarak abartılmasıdır. B ulaşıcı hastalıklar artık -en kor
kunç örneği olan AIDS de dahil- geçmiştekine kıyasla daha küçük
bir tehdittir. Veba virüsü, Yersinia pestis, 1 346 ve 1 350 arasındaki
dört yıllık dönemde Kuzey Avrupa n üfusunun üçte birini yok et
miştir. insanin bağışıklık sistemini çökerten HIV virüsünün bir
benzerinin daha olmadığını sananlar, 1 9 1 8- 1 9 1 9 kışında dünya ça
pında 20 milyon -Birinci Dünya Savaşı' ndan fazla- insanın ölümü
ne neden olan grip salgınını hatırlamalıdır. Kamuoyunda büyük
6. Karlen, A. (1 995) Plague's Progress: A Social History of Man and Disease
(New York: Randam House) s.276.
f4ÖN/Korku Külıtlrü 49
yankı yaratan "süper-virüslcr"e gelirsek, en meşhur yeni virüsler -
Ehola. Lassa, Marburg ve böcek ve kenıirgen kökenli diğı:r orga
nizmalar- gerçekten son derece ölümcüldür ve tam da bu nedenle
bir sal g ı n a dönüşmeleri daha zordur. Bu virüsler kurbanlarını çok
hızlı bir biçimde, daha enfeksiyon başka bir canlıya bulaşamadan
öldürür. Dolayısıyla bu virüsler küçük ve kısa süreli salgıniara yol
açar ve nispeten az sayıda insanı etki altına alır. Ayrıca, Zaire'de
1 995 yılında sıtma, kızamık ve ishal gibi dikkat çekmeyen hastalık
lar yüzünden ölenlerin sayısının, dünya medyasının gözümüze sok
tuğu Ebola yüzünden hayatilli yitiren 245 kişiden çok fazla olduğu
birçok kez dile getirilm iştir. İngiltere 'de I 989- 1 990 salgın yılında
29.000 kişinin gripten hayatını kaybettiği ise pek az dikkat çekmiş
tir.'
sorunları keşfedildikçe, bulaşıcı lıastalıklarla ilgili
Ye ni sağ l ı k
korkular iyice pekişiyor. "Sendrom" kelimesi, "salgın"la beraber
1 990 ' ların en gereksiz yerlerde kullanılan kavramlan arasındadır.
Giderek gen işleyen bir yclpazcdeki deneyimler bir sendroma bağ
lanmaktadır. Körfez Krizi sendromundan tutun kronik geç kalma
sendromuna kadar pek çok çeşit sendrom mevcut. Birçok yorum,
sanayileşmiş dünyada yaşayan insanların giderek daha sağlıksız
hale geld iği izlenimini yaratmaktadır. Bazı yazariara göre birçok
i n sa n lll kanserden ö l mesi bizim asıl olarak sağlıksız bir dünyada
yaşaclığım ı z ın kanıtıdır. Shrader-Frechette'e göre "her yıl kanser
elen ölen Amerikalıların sayısı İkinci Dünya Savaşı, Kore Savaşı ve
Vietnam Savaşı'nın tamamında ölenlerin toplaın ından fazladır;
kanser her yıl otomobil kazalarma göre sekiz kat daha fazla insanın
ölümüne yol açmaktadır"." Kanser oranının böyle çarpıcı bir biçim
de ifade eelil mesi karş ı s ında bir kanser salgınının ABD'yi kasıp ka
,
50
olduğu doğru değildir. Gerçekte kanser yüzünden hala bu kadar çok
insanın ö�mesinin nedeni genel sağlık düzeyinin yükselmesi yüzün
den insan ömrünün uzamasıdır. Kanser, yaşla birlikte artan bir has
talıktır. Geçmişte, birçok insan kanserle karşılaşacağı yaşa kadar
yaşayamıyordu.9
Birçok gözlemciye göre, sürekli bir sağlık sapiantısı içinde olan
ve devamlı tıbbi ya da çevresel bir panik yaşayan bir toplumda yan
lış giden birşeyler vardır. Ancak, sağlık konusunda bir sorun oldu
ğunu düşünen bu yazarların gözden kaçırdığı nokta, toplumun ne
redeyse bütün alaniarında bir risk patlamasının yaşandığıdır. So
runların saigıniarla ilişkilendirilmesi sadece sağiık alanına özgü bir
durum değildir. Çocuk istismarı da çağdaş bir salgın olarak görül
mektedir.
Örneğin, American Association for Protecting Children (Ame
rika Çocuk Koruma Derneği) çocuklara kötü davranılması konu
sundaki ihbarların 1 976 ve 1 987 yılları arasında yüzde 225 arttığı
nı iddia etmiştir. Başka kaynaklar çocuk islisınarının salgın düzeyi
ne ulaştığını bildirmektedir. Bu konuyu ele alan bir yazara göre:
51
duğunu ortaya koymuştur. Şiddet içeren suçlarla ilgili korkular
toplumun her düzeyindeki insan ilişkilerini etkilemektedir. Sağlık
korkularında olduğu gibi toplumun risk konusunda yaşadığı hava
da uçuşan panik de her gün farklı bir suç tipiyle ilgili sapiantı
yaratıyor. Son birkaç yıldır, İngiltere'de kamuoyunun gündemine
giren konular arasında trafik terörü, çocuk suçlular, yankesicilik
ve kamuya açık alanlarda yaşanan başıboş şiddet gibi meseleler
var.
Suç konusundaki yoğun kaygıların tek sonucu, maalesef dünya
nın daha da güvensiz hale gelmesidir. ABD'de trafik terörünün
gündeme gelmesiyle deneyimsiz sürücüler daha büyük bir parano
ya yaşamaya başlamış ve ölüm oranları yükselmiştir. 1 980'lerin
sonlarında trafik terörüne bağlı olarak 1 200 ölüm bildirilmiştir. Bu
açıklamanın sonucunda insanların kapıldığı korku büyümüş, araba
sürücüleri yolcu koltuğunda silah taşımaya başlamıştır. Bu tepkinin
sonucu, doğal olarak daha fazla insanın ölmesi olmuştur.
Çocuklara yönelik suçlarla ilgili kaygılar sık sık paniğe dönüş
mektedir. FBI istatistiklerine göre her yıl yabancılar tarafından ka
çırılan çocuk sayısının 100 olduğu ABD 'de, . kamuoyunun çocuk
kaçırma konusundaki kaygısı olağanüstü düzeydedir. Örneğin,
Ohio'da okul çocukları arasında yapılan bir araştırma bu çocukla
rın neredeyse yarısının kaçınlma korkusu yaşadığını göstermiştir.
Bu tepkiler hiç de şaşırtıcı değildir. Süt kartonları, posterler ve vi
deo kasetlerdeki toplumu bilgilendirici ilanlar yüzünden çocuk ka
çırmanın yaygın bir tehdit olduğu kanısı güçlenmiştir. İngiltere'de
de aynı abartılmış tehlike hissi hakimdir. Birçok aile yabancılar ta
rafından öldürülen çocuk sayısının artış göstermediğini kabul et
memektedir. Bu sayı ortalama olarak yılda beştir. B irkaç çocuk ci
nayetinin medyada abartılması yüzünden bu tür trajedilerin "her
çocuğun başına gelebileceği" gibi bir izienim doğmuştur.
_
Çocuklarla ilgili suçlara verilen tepkilerin en kaygı verici yan
larından biri gerçeklerin gözardı edilmesidir. Örneğin çocuk bakım
uzmanı Penelope Leach'in yakınlarda yaptığı bir yoruma bakalım:
"Çocuklara yönelik veya çocuklardan kaynaklanan dehşetin gerçek
52
boyutları ne olursa olsun, Batı toplumunda ihmal edilen çocukların
sayısı yüzler veya binlerle değil ancak milyonlada ölçülebilir."1 1
"Gerçek boyutları ne olursa olsun" gibi belirsiz bir ifadeyle başla
yan bir cümle milyonlarca kurban olduğunu bildiren kesin bir yar
gıyla bilmektedir. Okuyucularını beı�zer biçimde uyaranlardan biri
de Rosalind Miles: "Günümüzde, suç işleyen, istismara uğrayan ve
kontrolden çıkan çocuklarla ilgili haberlerin çokluğu -bu haberler:
gazete palavralarına ve ahlaki paniğe bulanmış olsa da- gerçek, bü
yüyen ve haklı bir kaygıya işaret etmektedir". 12 Bu bakış açısından,
"palavra" ve "ahlaki panik" haklı bir kaygının göstergesi olmakta
dır. Kaygının haklı olduğu da kesindir. Ancak "istatistikleri boşver,
sorun herhalde korkunç bir boyutta olmalı" tarzı sayesinde bu kay
gının neye dayandığı pek anlaşılmamaktadır.
Son yıllarda çocuklarla ilgili konuların son derece sansasyonel
bir tarzda ele alındığı genel kabul görüyor. 1 98 8 yılında Leeds'de
Home Office· tarafından düzenlenen "Tehlikeli Yabancı" kampan
yasının trajik sonuçları birçok yarumcu tarafından ortaya konmuş
tur. Çocukların tanımadığı insanlara güvenmemesi uyarısının tüm
kasabayı sardığı bu kampanya, neredeyse bir histeriye dönüşmüş
tür. İngiltere' de çocukların sokakta yalnız başına yürüme özgürlü
ğünün, Avrupa' nın geneline göre çok daha sınırlı olması pek şaşır
tıcı değildir. Bazı yerlerde çocuklarını okula götürüp getirmeyen
ana-habalara çocuklarını riske sokuyor gözüyle bakılmaktadır. Ço
cukların bağımsızlığını ele alan yakın tarihli bir çalışmada, bu
"Tehlikeli Yabancı" kültürünün sonuçları iyi bir biçimde özetlen
miştir.
1 1 . Leach, P. (1 993) Children First: What Society Must Do -and ls Not Doing- for
Children Taday (Londra: Penguin), s. xiii.
1 2. Miles, R. (1 994) The Children We Oeserve: Love and Hate in the Making of
the Family (Londra: Harper Collins), s.46.
•
i ngiltere'de i çişleri Bakanlığına denk düşen kurum.
53
ve kamuoyu mm öfke göstermenıesi, kahul edilenıe: o/am n nasıl kalml
lenildiğinin iyi bir göstergesidir. ''
54
re düşünürsek, en azından bir iki şey de daha İyiye gidiyor olmalı.
Ancak çoğu durum için "işler kötüye gidiyor" deniyor. Ayrıca, risk
li olduğu düşünülen faaliyetlerin sayısı giderek artıyor ve insanoğ
lunun varlığına yönelik önemli bir tehditten tutun da, oku la gitme
gibi gündelik bir soruna kadar herşey risk bilincinin etkisi altına gi
riyor. Adeta hiçbir çıkış yokmuş gibi gözüküyor. Sağl ıkçılar, insan
ların belirli risklerden kaçınmak için egzersiz yapınalarını öğütlü
yor ama egzersizin de riskli olduğu ortaya çıkıyor. B ir yazarın be
lirttiği gibi: "Birçok spor etkinliğinde risk alına ve vücudu zorlama
sözkonusudur. Egzersiz yapan yetişkinlerin artınasıyla beraber, risk
oranı da artınıştır."15 Egzersiz ve tembellik arasında tercih yapmak
mümkündür. Ancak riskten kaçmak olanaksızdır: Spor yapmak da
yapmamak da risklidir.
Toplumsal hayatın her alanında tehlikenin sürekli olarak büyü
tülmesi, altta yatan başka bir sorunun belirtisi olsa gerektir. Ameri
kalı eleştirmen Susan Sontag'ın dediği gibi "bu kadar çok insanın,
en aşırı felaketleri öngörmeye böylesine hazır olması toplumdaki
bir soruna işaret etmektedir."16
C . YAN ETKİ K OR K U S U
55
hal salgınıyla aym tarihe denk gelm iştir. Bangladeş'teki salgında
400 insan öldüğü, 50.000 kişi de hastalandığı halde (Zaire'den da
ha yüksek bir sayı), Batılı medya bu haberle ilgilenmemişti. Risk
duygusu dünyada çok daha fazla insanın ölümünden sorumlu olan
ishale değil Ebola'ya yönelmişti.
İ nsanların bazı tehlikelerden niçin daha çok korktuğunun birçok
açıklaması vardır. Uzmanların riski algılayış şeklinin, kamuoyu
nunkinden farklı olduğu iddia edilir. Uzmanlar nükleer atıkların ve
ya enerji santrallerinin neden olduğu riskler konusunda kamuoyun
dan daha az kaygı duyar. Yaşam tarzı riskleri söz konusu olduğun
daysa -sigara ve alkol gibi- bunun tersi doğrudur. Bazı uzmaniarsa
tepkiyi belirleyen temel etkenin riskin niteliği olduğunu belirtir. İn
sanın, kontrol edemediği kimyasal kirlilik gibi risklerden ziyade,
dağcılık gibi "gönüllü" riskleri kabullenmeye daha yatkın olduğu
da söylenir. Son zamanlarda, en fazla kaygı yaratan durumun doğal
felaketler olduğu iddia edildi. Çok büyük dehşete yol açan ve do
ğal olmayan tehlikeleri betimlemek için "yapma risk" gibi kavram
lar icat edildi.
Doğal ve doğal olmayan risk arasında yapılan ayrım, risk tartış
masında önemli bir yer tutar. B ütün kavram çiftlerinde olduğu gibi,
doğal-doğal olmayan kavramları da önemli soruları akla getirir. Ba
zı riskler doğalken, diğerleri neden değildir? Gerçekte, bunları bir
birinden ayıran çizgi hiç de net değildir. Günümüzde "doğal" kav
ramı kendiliğinden ve topyekun olumlu bir durumu çağrıştırsa da,
neyin doğal olduğu pek açık değildir. Örneğin bazı insanlar vücut
Ianna doğal olmayan maddeler almamak için doğum kontrol hapı
gibi hormon içeren ilaçlara karşı çıkar. Bu fikre karşılık olarak vü
cutta zaten birçok hormon bulunduğu söylendiğinde de hayrete dü
şerler.
Doğal maddelerle doğal olmayan sentetik toksinierin birbirine
zıt nitelikte olduğu düşünülür. Ancak hormon örneğinde görüldüğü
üzere, yaşam daha karmaşıktır. En güzel yabanıl çiçek ve bitkiler
kanserojen madde içermektedir. B irçok bitki kendisini yemek iste
yen hayvanları uzak tutan toksinler üretir hayatta kalmak için. Ken
di değerler sistemimize uygun olarak, bir bitkinin doğal toksinini
56
"doğal korunma" olarak, ilaç şişesinden çıkan bir hapı ise zehir ola
rak niteleriz. Oysa hem doğal hem de sentetik zehirlerin kanserojen
ya da teratojen bir etki yaratınası olasıdır.
Doğal olan ve olmayan arasında olduğu farz edilen tezat ve Ba
tılı toplumların zihnindeki olumlu doğa imgesi, günümüz kültür ve
değerleriyle yakından ilişkilidir. Geçmişte, doğayla ilgili hem
olumlu hem olumsuz yorumlar yapılırdı. Doğanın tehditkar ve yı
kıcı bir güç olduğu fikri zaman zaman hakim hale gelirdi. Bugün
dahi, birçok tarım toplumunda doğa güçleri karşısında sevgiden
çok korku hissedilir. Oysa günümüz B atı toplumlarının bu tür teh
likelerden korkınası sözkonusu değildir. Teknolojik yenilikler sel
lerin, depremierin ve fırtınaların neden olduğu zararı en aza indir
di. Bunun sonucunda tehlikenin temel kaynağının insanoğlu oldu
ğu kanısı yaygınlaştı. Trafik kazaları, kimyasal kirlilik ve şiddet
içeren suçlar; seliere veya şimşeklere göre daha fazla ölüm ve ya
ralanmaya yol açıyor. Sonuç olarak tehlike bilinci daha çok tekno
lojiye, yani insan yapımı ya da yapma riskiere yoğunlaşmaktadır.
Teknoloji ve bizim tehlike duygumuzun yoğunlaşması arasında
kurulan ilişki, risk patlamasını belimler ama açıklamaz. Tartışmayı
daha doğru kavramak için şu soru sorulabilir: Doğal olanın yücel
tilmesinin ve doğal olmayanın aşağıtanmasının nedeni nedir? Söz
konusu eğilim yakın zamanda ortaya çıkmıştır. İnsanlık tarihi doğa
nın dönüştürülmesi, değiştirilmesi ve yeniden düzenlenmesinin ta
rihi olarak görülebilir. Hayvanları evcilleştirmek, aşılar hazırlamak
ve denizi doldurmak hiç de doğal olmayan işlerdir. Geçmişte doğal
olmayan bu davranışlar -evde hayvan beslemek gibi-, artık tama
men doğal kabul ediliyor. B ir zamanlar büyük başarı olarak görü
len işlerin de yıkıcı bir niteliği olduğu fark ediliyor. Bu ruh hali, in
sanın varlığını en iyimser açıdan karmaşık bir nimet, en kötümser
açıdan ise mutlak bir tehlike olarak kabul eden, "yirminci-yüzyıl
sonu-kültürü"yle yakından ilişkilidir; bu görüşe göre insanlar doğa
yı bozar, kirletir ve onu yok eder. Felaketin kaynağı, kontrol etme
ya da dönüştürme çabasının kendisidir. İnsanların özellikle yağmur
ormanları gibi ekosistemlere müdahale etmesi yüzünden ortaya
çıktığına inanılan ve insanlık için bir tehdit haline gelen virüslerden
57
biri olan Ebola'dan korkmamızın nedeni bu olabilir. Abartılı tehli
ke.duygumuzla, yenil ikleri kuşkuyla karşılama eğilimimiz arasında
en azından dotaylı bir bağ vardır. Yukarıda değinilen panikierin ço
ğu, yenilikleri karalama ve insanlll potansiyelini önemserneme eği
limini yansıtmaktadır. İnsan tasavvurlarına, yaşananların yıkıcı ya
m hakim olmaktadır. "Nüfus patlaması" ifadesi bile, dünyada ne
1 7. Bkz. Gladwell, M. ( 1 995) 'The Plague Year: The Unscientific Origin of Our
Obsession with Viruses'. New Republic, 17 ve 24 Temmuz.
1 8. Preston, R. ( 1 994) The Hot Zone (Londra. Corgi), s.367.
58
venin azalması yüzünden insan davranışlarını potansiyel bir tehlike
kaynağı olarak görme eğilimi doğmuştur. Risk konusundaki önem
li bir çalışmaya göre, "hem kurumlar hem de bireyler riski küçüm
semektedir".19 Riskierin sürekli olarak "küçümsendiği", "gözden
kaçırıldığı" ya da "gizlendiği" inancı, birçok durumda gözle görül
meyen riskierin var olduğunu düşündürür. B u gelişmenin bir sonu
cu da teknolojik yeniliklerin ya da toplumsal deneyimlerin yan et
kileriyle ilgili güçlü bir korkunun var olmasıdır. Yan etkilerle ilgili
bu kuşkular risk bilincinin ana motiflerindendir.
Birçok konuyla ilgili olarak "yan etkileri nelerdir?" sorusu so-·
rulur. Bu soru sadece ilaçlar ya da karmaşık teknolojik süreçlerle il
gili olarak sorulmaz; neredeyse bütün yenilikler bu açıdan değer
lendiriliyor. Yan etki korkusu, belirli endüstriyel süreçler yüzünden
kendi durumunun zarar göreceğini düşünen tüm toplumları topye
kGn etkiliyor. Medya, bilinmeyen ya da gözle görülmeyen bir tok
sin maddenin hastalıklara yol açtığı iddiasına hemen destek veri
yor. ABD ' de çevresel bir etken ile bir hastalık arasında epidemiyo
lojik bir ilişki olduğunu iddia etmek dava konusu olmuştur.
Günümüz Batı kültüründe, birçok yeniliğin yan etkilerinin, ya
rarlarına baskın çıktığı inancı hakimdir. Bu yaklaşımın sonuçların
dan biri, hem ilişkilerin hem ürünlerin riskli kabul edilmesidir. Her
şeyin somut bir risk olarak kabul edilmesi mümkündür. Bu sürecin
varacağı nokta, her durumda en kötü sonucu bekleyen bir kafa ya
pısının gelişmesidir. B unun bir örneği Manş Tüneli 'n in inşaatıdır.
Medyanın eğilimi, Fransa ve İngiltere 'yi birleştirecek yüzlerce yıl
lık bu hayalİn gerçekleşmesini kutlamak yerine sorunları ve yan et
kileri araştırmak oldu. Kısa süre içinde İngiliz kamuoyu Manş Tü
neli'yle ilgili bir dizi riskten haberdar oldu. İlk başta tartışma bir
çok ölüme yol açacak önemli bir kaza olasılığı üzerinde yoğunlaş
tı . Daha sonra, uluslararası teröristlerin tüneli havaya uçurup büyük
zarara yol açabileceği üzerinde duruldu. Kamuoyu, anakaradan İn
giltere' ye tünel aracılığıyla kuduz mikrobu geçme olasılığı konu
sunda bile uyarıldı. Bütün uyarıların sonucunda, bu gelişmenin ya-
1 9. Leiss, W. ve Chociolko, C. ( 1 994) Risk and Responsibility (Montreal. McGiii
Queen's University Press), s.259.
59
şam standardııı ı artıracağı gerçeği göz ardı edildi. Manş Tüneli, in
san dehasıııııı bir örneği olarak deği l, yeni tehlikelerin kaynağı ola
rak görüldü. 1 996 kasımında bir kamyonda çıkan bir yangın yüzün
den tünel kısmen kapatılınca, adeta kuşkucuların iddiaları doğru
lanmış oldu.
Yeniliklerin özünde riskli olduğu inancı, bunların yan etkileri
konusunda birçok spekülasyona yol açar. Bu tür tartışmalar geriel
de çeşitli ters etkilerin nasıl önleneceğinin incelenmesine yönelik
tir. Tehlikeyi önceden görme sapiantısı yüzünden, gelecekte ortaya
çıkabilecek sorunlar hakkında hayal ve varsayımlar oluşturulur. Bu
spekülasyonlar incelendiğinde, bunların güncel toplumsal sorunla
rın teknoloji alanına taşınması biçimini aldığı ortaya çıkar. Kuduz
ve terörizm konusundaki korkuların kaynağı Manş Tüneli değildir.
Bu tünel zaten var olan korkulara bir biçim sunmuştur.
B ir diğer örnek de üreme teknolojisidir. Bu alandaki yeni geliş
melerin kısırlık sorununun çözülmesi ya da kadınların kendi doğur
ganlıkları üzerinde daha fazla denetim kurması açısından sağladığı
katkıları olumlanacağına insanları bunun sonuçlarına karşı uyarma
eğilimi hakim olmuştur. Medya, bu teknoloj inin yaşlı kadınlar ve
lezbiyenler tarafından nasıl kötüye kullanıldığına dair haberleri ya
yımlamaktan büyük haz duymaktadır. Çeşitli bildiriler etik sorun
ları dile getirirken, muhafazakar yazarlar da tüp bebek teknolojisi
ni doğal olmadığı için karalamaktadır. Bu uyarıların altında yatan
şey nedir? Bu tartışmanın incelenmesi kaygının kaynağında, aile
içindeki, erkek ve kadın arasındaki, ana-baba ve çocuklar arasında
ki ilişkilerdeki değişimin kabul zorluğu olduğunu ortaya koyar. Bu
teknoloj i var olmasaydı dahi, geleneksel norma uymayan yaşam
tarzlarıyla ilgili kaygılar dile getirilecekti.
Üreme teknolojisinin yan etkileriyle ilgili sapiantılar yüzünden,
kimileri de tüp bebek teknolojisi sayesinde doğan çocukların her
hangi bir risk altında olup olmadığını araştırmıştır. Bu araştırmalar
bu tür bir sorun olduğuna işaret eden ampirik verilere dayanmıyor
du. Bu araştırmaların kaynağı, üreme teknolojisinin bu şekilde do
ğan kişiler üzerinde bazı ters etkileri yaratacağı inancıydı. 24 ila 30
aylık çocuklardan, suni döllenme ya da IVF (İn vitro Fertilization)
60
yöntemiyle doğanlada doğal hamilelik sayesinde doğanları karşı
laştıran bir çalışma ana-baba-çocuk ilişkisinde hiçbir fark bulama
dı; ama bu bile, araştırmacıları IVF sayesinde doğan çocukların
özel bir risk altmda olduğunu düşünmekten alıkoyamadı.20
Üreme teknolojisinin çocuk güvenliği açısından yarattığı riskle
ri inceleyen yakın tarihli bir yazıda da, yan etki paradigması hakim
dir. Yazar Ruth Landau, herhangi bir ampirik kanıt sunmadan, bu
teknolojinin çocukların güvenliği için bir risk teşkil ettiğini savun
maktadır; olası tehlikeler hakkında soyut spekülasyonlar yapmak
tadır. Yazarın değindiği ilk risk, tıp teknolojisi yardımıyla doğan
çocukların önceden planlanmış oluşudur. Ana-baba, kendi yüksek
beklentilerini karşılayamayan bu planlanmış çocuktan memnun
kalmayabilir yazara göre; ve bu tür yüksek beklentileri olan ana-ba
baların "çocuklarını istismar etmesi, ihmal veya terk etmesi hiç de
şaşırtıcı değildir." Landau ' nun, üremenin önündeki engelleri aşmak
için plan yapan ve kaynak sarf eden ana-babanın çocuğunun rahatı
için son derece elverişli bir ortamı da yaratabileceğini düşünmeme
si çok ilginçtir. Çocukların sağlıklı gelişiminde önemli bir etken
olan "istenme hissi" Landau tarafından görmezden gelinmekte, ha
mileliği planlayan ebeveynlerin (aslında sadece tıp teknolojisine
başvuranlar değil B atılı toplumlardaki ebeveynterin büyük çoğun
Iuğu hamileliği planlı olarak gerçekleştirmektedir) kötü niyetiere
sahip olduğu ve doğuştan istismar eğilimli olduğu varsayılmakta
dır.
Landau ' nun risk konusundaki yorumunu temellendirdiği ikinci
argüman, biyolojik ebeveyn ve çocuk arasındaki geleneksel bağla
rın kopması şeklindeki muhafazakar korkudur. Yazar; IVF ve evlat
edinme olgusunun ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkiyi belirsizleş
tirdiğine inanmaktadır. Ana-baba açısından, bu belirsizlik "ebeveyn
sorumluluklarının ihmaline" yola açabilir. Bu durum, "ebeveyn ve
çocuk arasındaki bağı karmaşıklaştırıp, ensest tabusunu zayıflatabi
Iir". Çocuk sahibi olmak için hatırı sayılır bir zaman ve kaynak sarf
20. Bkz. Colpin, H., Demyttenaere, K. ve Vandemeulebroecke, L. { 1 995) 'New
Reproductive Technology and the Family -The Parent-Child Relationship Falla
wing ln-Vitro Fertilization', Journal of Child Psycho/ogy and Psychiatry and Allied
Disciplines, c. 36, no.e.
61
eden insanların başkalarına göre neden daha sorumsuz olduğu açık
lanmamaktadır. Birçok çocuğun kendi biyolojik ebeveynleri tara
fındmı yetiş�irilmediği bir dönemde, tüp bebek teknolojisi sayesin
de doğan çocukların neden geleneksel bir bağa sahip olamayacağı
sorusu cevapsız kalmaktadır.
Landau, tüp bebeklerin hangi risklerle karşılaşabileceği konu �
sunda pek de emin değildir. Ancak yazar bazı riskierin olması ge
rektiğine yürekten inanmaktadır. Bu inancın kaynağı, yeniliğin teh
likeli olduğu şeklindeki moda öğretidir. Yazar herhangi bir tehlike
yi tespit etmek zorunda değildir; tek yapması gereken üreme tekno
lojisinin "tıbbi ve toplumsal sonuçlarının" "hala bilinmediği"ni
söylemektir. "Dolayısıyla, genel olarak hızlı tıbbi gelişmeler, özel
olarak da yeni teknolojiler çocukların güvenliği ve ailedeki huzuru
açısından yeni ve görülmemiş riskler teşkil etmektedir."21 Buradaki
"yeni ve görülmemiş riskler" kavramının temelinde, doğaya yapı
lan herhangi bir müdahalenin yüksek bir maliyeti olduğu görüşü
vardır. Bu görüşün bir yönü de, ters etkilerin avantajlardan baskın
olduğu inancıdır. Bu görüşün kanıtlarla desteklenip desteklenmedi
ği ise önemsizdir. Kendi oluşturduğu korkularla sürekli olarak kor
kuya kapılan bir toplum için, korku tek başına yeterlidir. Lan
dau ' nu n tepkisinin kaynağı olan etken, mantıksal ve kronolojik açı
dan IVF teknolojisinden önce gelmektedir. Ana-baba olmaya dair
eski şüpheler, yeni bir teknolojik risk biçimine bürünmüştür.
Kısa süre öncesine kadar, İnternet yaşam standardımızı yüksel
tecek güçlü bir araç olarak görülüyordu. Fakat toplumun ters etki
saplantısı, tıpkı üreme teknolojisinde olduğu gibi, siber-uzaya da
yayıldı. Siber-uzay sosyolojisi ile ilgili yorumlarda, olumsuz so
nuçlar öngören günümüz düşüncelerine giderek daha sık rastlan
maktadır. Bunun sonucunda, İnternet 'teki yeni riskler ve tehlikeler
önemli bir tartışma konusu halini almıştır. "Siber-porno" önemli bir
gündem maddesi haline geldi. B irçok yoruma göre siber-uzay; süb
yancılık vb. diğer siber seks suçluları ile dolu tehlikeli bir bölge ha-
62
line gelmiştir. Önde gelen haftalık Amerikan dergilerinden birine
göre, siber-uzay "kötü niyetli kişilerin rahatlıkla size ait değerli di
jital varlıkları -çalışmalarınız ya da kredi kartı bilgileriniz gibi- ça
labileceği ... acımasız bir mekandır". �2 İnternet'le ilgili bu betimle
me, 20 yaşında bir öğrenci olan Jake B aker, sımf arkadaşlarından
birine ismiyle atıfta bulunduğu bir işkence ve cinayet fantazisini in
ternete vermekle, "siber-tecavüz" suçu işlediği iddiasıyla FBI tara
fından tutuklandığında doğrulanmış gibi görünüyordu . Bu suçla
malar daha sonra düştü.
İnternet de dahil birçok yeni teknolojinin özünde riskli olarak
görülmesi mümkündür. Keşfedilen bütün yeni riskleri, gerçekten
ciddiye alma yönünde bir eğilim ortaya çıkmıştır. İki yıl önce, New
Y'rk ' lu bir psiko-farmasist olan Dr Ivan Goldberg , İnternet bağım
lılığ : sendromunu (IAD- lnternet addiction syndrome) ilk tanımla
dığı zaman, bunun bir şaka olduğu düşünüldü. Ancak o günden bu
} :ına başka uzmanlar da İnternet kullanıcılarının siber iletişime ba
ğım l ı hale gelme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu "doğrulamış
tır". B ir yoruma göre IAD, "kopan ilişkileri n, işten atılmanın, ifla
sın ve haıta intiharın sorumlusu" olarak görülmüştür.23
Var olan korkularımız İnternet' in sunduğu yeni alanda tekrar fi
lizlenebilir. internetic ilgili olarak dile getirilen kaygılardan anlaşıl
dığma göre mesele sadece teknoloj inin fiziksel-maddi boyutundan
ibaret değil. Bazı yarumcular teknolojik yeniliğin yarariarına karşı
çıkarken buna gerekçe olarak bu yeniliklerin insanların huzur ve
güvenliğini tehdit eden kişilere yeni fırsatlar sunmasını gösterir. İş
çi Partisi 'nin yayınladığı yeni bir bildiride şu ifade yer alıyordu:
22. Bkz. Business Week, 27 Şubat 1 995. Bilgisayar panikleriyle ilgili mükemmel
bir inceleme için bkz. Calcutt, A. ( 1 995) 'Computer Porn Panic -Fear and Control
in Cyberspace', Futures, c. 27. Ayrıca bkz. Faucette , J. F. ( 1 995) "The Freedam
of Speech at Risk in Cyberspace', Duke Law Journal, c. 44, no 6.
23. Bkz. Hammond, R. ( 1 996) 'Internet Users Risk Addietiarı to Computers', The
Sunday Times, 9 Haziran.
63
gelmiştir. Bilgisayarlar da özellikle iş ortammda Inma yeni hir kanal
daha açnıışm·.'•
64
D . G iZ L i , G Ö R Ü N MEZ V E G i DE R E K
K ÖT ÜLEŞ EN TE H L i K ELER
66
müııü yazan Chris Bright'a göre, çeşitli organizmaların gerçekleş
tireceği bu tür işgaller ekonomik hayat açısından ciddi bir tehdit
tir.�7 Hatta bu işgaller başlamış bile olabilir! "Bulaşıcı ij.astalıklara
Karşı Koyma" bölümünün yazarı Anne Platt de tehlikelerle dolu bir
yaşam resmetmektedir. Platt, "Bugün insanoğlu bir salgın salgınıy
la karşı karşıyadır," şeklinde bir yargıda bulunur.�" Salgınlarla ilgi
li bu yorum, nadir görülen bir olayı adeta her gün yaşanan bir de
neyime dönüştürüyor. Bunun sonucunda, en sıradan günlük dene
yim bile hayatımızı tehdit etme potansiyeli barındırır hale geliyor.
Bu abartılmış tehlike duygusu, kendisini zaman ve mekan açı
sından sınırlanmamış risklerde ifade etmektedir. Toplu travmalada
ilgili Amerika'da yapılan bir araştırmaya göre, insanlar, "sonu asla
gelmeyen toksik felaketlerden" korkmaktadır. "Çevrede görünme
yen zehirli maddeler birikmekte, bunlar toprağa, vücut dokularına
ve en kötüsü de insanların genetik malzemesine nüfuz etmektedir.
Hiçbir zaman tam bir temizlik yapmak mümkün değildir."1�
Görünmeyen ya da bilinmeyen bir madde yüzünden bütün bir
toplumun ömür boyu zehirlendiği ve bunun korkunç sonuçlarının
hiçbir zaman bilinemeyeceği fikri adeta kesin bir doğru gibi görül
mektedir. Sonuç olarak, belirli bir bölgede görülen salgınların ya da
sakat doğumların ardından, bunlara yol açan şeyin çevrede var olan
ve bilinmeyen bir etken olduğu şeklinde spekülasyonlar yayılır.
Açıklanamayan ve gözle görülemeyen risklerle ilgili bu sapian
tı yüzünden, yakın zamana kadar tamamen güvenli olduğu düşünü
len süreçler yeniden gözden geçirilmiştir. Yüksek gerilimli elektro
man)'etik alanlara maruz kalmanın potansiyel olarak neden olabile
ceği s<.�lık riskleri, ABD'de ve kısmen İngiltere'de ciddi bir top
lumsal k.ıygı halini almıştır. B azı yorumcular, yüksek gerilim hat
ları ve elek�rik trafalarının yakınında yaşayan insanların kanser teh
didi altında olduğunu iddia etmiştir. Kanser kaygısıyla başka tekno-
67
lojilere ve süreçlere de şüpheyle yaklaşılmıştır. Bunun sonucu ola
rak kanserojen özelliği araştırılan ürünlerin sayısı her gün artmak
tadır. Dünya çevreyi kirleten maddelerle dolu olduğu ve bütün en
düstriler çevreyi kirlettiği için, kanser riskinin abartılması gayet ko
lay olmaktadır. Günümüzdeki kanser sapiantısını eleştİren iki ya
zar, "güneş ışınları bile kanserojendir, hatta oksijenin kanserojen
özelliklerinin keşfedilmesi de yakındır" demektedir. ıo
Günümüzde güneşlenmenin dahi resmen tehlikeli ilan edilmesi
nin gösterdiği gibi, süreç sadece teknolojiyle sınırlı kalmamaktadır.
Güneşin sağlığa yararlı olduğunu düşünen geçmiş nesiller, güneşin
tehlikeli olduğu fikrini rluysalar herhalde epey şaşırırlardı. İngilte
re'de 1 995 yılında Sağlık Eğitimi İdaresi (HEA- Health Education
Authority) tarafından başlatılan yoğun bir kampanyanın sonucunda
güneşlenmek ve cilt kanseri eşanlamlı hale geldi. Top Sante dergi
si bu yeni keşfi "ideal bir dünyada asla güneşe maruz kalmazdık"
sözleriyle ifade ediyordu.
Medyanın ve toplumun HEA' nın yeni iddiasını kabul etmeye
böyle hevesli oluşu risk bilincinin ne kadar büyük boyutta olduğu
nun kanıtıdır. Medyadan hiç kimse, birçok yarumcu tarafından in
san sağlığına yararlı olduğu kabul edilen bir unsurun nasıl olup da
aniden toplumsal bir tehlike haline geldiğini sormadı. Melanom
salgını iddiaları sadece uzmanlara yönelik tıbbi yayınlarda eleştiril
di. Hatta bazı dermatologlar, insanlar için asıl tehlikeyi güneşten
uzak durmayı savunanların yarattığını söyledi. Profesör Jonathan
Rees 'e göre, "melanomların çoğu sadece ara sıra güneşe maruz ka
lan cilllerde görülür, daha yoğun olarak güneşe maruz kalan birey
lerdeki melanom oranı ise düşüktür." Rees ve ve daha başka tıp uz
manları da, güneş filtreli krem kullamruma "melanom riskini azalt
mak yerine artırdığı" gerekçesiyle karşı çıkmıştır.31
Mclanom ve güneşlenme arasındaki ilişkiye dair bilimsel görüş
lerin hala kesin olmadığı göz önünde bulundurulursa, medyada der-
30. Bkz. Ames, H. ve Swirsky-Gold, L. S (1 989) 'Misconceptions Regarding En
vironmental Pallutian and Cancer Causation', Moore (der.) Health Risks and the
Press, s. 2 1 .
3 1 . Re es , J .L. ( 1 996) 'The Melanoma Epidemic. Reality and Artefact', British Me
dical Journal, c. 3 1 2, s. 1 37.
68
hal böylesine kesin ve tartışılmaz bir konseıısüsün oluşması şaşırtı
c ıdır. Uzun zamandır sağlıklı ve keyif verici olduğu düşünülen bir
deneyim aniden herkese yönelik bir tehlikeye dönüşmüştür. Güneş
lenmeyle ilgili yeni bakış açısının İngiliz toplumunun psikolojisine
bu kadar hızla nüfuz etmesi de şaşırtıcıdır. Bu bakış açısının en be
lirgin sendromu açık havada oynayan çocuklarla ilgili kaygılardı.
Toplum sağlığı "uzmanları", özellikle çocukların güneşten zarar
görme olasılığını kullanarak fikirlerini pazarladılar. Bu kişiler, gü
neşten korunınayı kabul etmeyen çocukların dışarı bırakılmaması
nı savundu. Anaokullarında ve bakımevlerinde çocukları güneşten
korumaktan sorumlu yeni görevlilerin türemesi, çok az veriye da
yanan bir sağlık kampanyasının gündelik davranışları nasıl değiş
tirdiğinin iyi bir göstergesidir. Güvende olmak için ne kadar çok
şeyden vazgeçtiğimiz düşünülmüyor. Sağlık kampanyaları ise bem
beyaz bir suratın gayet sağlıklı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Bu
kampanyalarda savunulan yanık bir cildin daha çabuk yaşlanacağı
iddiasıyla da kadınlar güneşlenmekten vazgeçiriliyor.
Bugüne kadar kadar tartışma konusu olmayan teknolojiler, top
lum bunların olumsuz yanları üzerinde daha çok durduğu için yeni
den tanımlanıyor. Korkunun kaynağı bile tespit edilmeden risk bek
lentisi ortaya çıkıyor. Bu yaklaşım sadece tehlikeli olduğu düşünü
len teknolojilerle de sınırlı kalmıyor. İnsan ilişkilerinin de yeni ve
ya şu ana kadar keşfedilmemiş riskierin kaynağı olduğu düşünülü
yor. Amerika' da kullanılan "toksik aileler" terimi, tehlikeler konu
sundaki sınırsız hayalgücümüzün teknik konuları aşarak toplumsal
ilişkiler alanını da etkilediğini gösteriyor. İnsan ilişkilerindeki teh
likelere dair korkuların yapısı ve dinamiği de, çevre ve teknoloji
tartışmalarındaki korkulara oldukça benziyor.
Toxic Parcnts (Toksik Ebeveynler) kitabının yazarı Susan For
ward, kötü bir ebeveyn alınanın yarattığı sonuçları, "asla hayal ede
meyeceğiniz biçimlerde hayatınızı işgal eden yabanıl otlar"a ben
zetiyor. Zavallı çocuklarını gözle görünmeyen zchirli maddelerle
kirleten ebeveynler benzetmesi buradaki korkuyu iyi bir biçimde
betimliyor. Forward' c göre,
69
Bu ::arar/ı ana-hahaları ıfade edecek hil�}ö::: ararken, aklınıdan sürek
i
li olarak toksik kelimesi geçiyordu. Bu ef eveynlerin neden olduğu duy
gusal :ararlar, aynen kimyasal hir toksin gihi, hir çocuğun henliğine
yayılır ve çocuk hüyüdükçe onımla hirlikte hüyiir. Çocuklarım travma
ya sokan, istismar eden ve aşağı/ayan eheveynleri tarif etmek için tok
sik kelimesinden daha iyisi yoktw:"
32. Forward, S. (1 990) Toxic Parents: Overcoming the Legacy of Parental Abu
se (Londra: Bantam Press), s. 5-6.
33. Aktaran: Guardian, 11 Ocak 1 996.
70
bul edilmemesidir. Resmi makamların onay vermemesi argümanın
inanılırlığını daha da artırmaktadır.
Belirli bir olgunun gizli olduğu ya da bilerek gizlendiği insani
ilişkiler alanındaki risklerle ilgili uyarılarda sürekli iddia edilir. Bu
nun sonucunda, bir toplumsal soruna tanı konulması, uzun süredir
var olan bir durumun ortaya çıkarılması biçimini alır. Dikkat eksik
liği sorunu ile ilgili bir makalenin başlığmın "Gizli Hastalık" olma
sı gayet tipik bir örnektir. Çocuklardaki bu gizli olgunun keşfedil
mesini yetişkinlerdeki vakalar izledi. Time dergisi konuyla i lgili
olarak "bu durum, yetişkinlere en sık koyulan tanılardan biri haline
gelmiştir" diye yazdı.3' Görünmezlik metaforunu herkes çok sevi
yor. Frederick Lynch 'in Amerikalı beyaz erkekleri savunduğu 1989
tarihli kitabının başlığı şöyledir: lnvisihle Victims: White Males and
the Crisis of Affimıative Acıian (Görünmez Kurbanlar: Beyaz Er
kekler ve Pozitif Ayrımcılık Krizi)
Yen i keşfedilen "sosyal fobi" olgusu konusunda toplumu bilinç
lendirme çabaları, bu olgunun yaygınlığının henüz belirlenemedi
ğini vurgular. Bu sorunla ilgili bir çalışmada "sosyal fobi, yeni ye
ni araştırma konusu haline gelen bir sorundur" ve "epidemiyolojik
çalışmalar sosyal fobi'nin sanıldığından daha yaygın olduğunu or
taya koymuştur" denmektedir. Başka çalışmalarda ise büyük bir
anksiyete bozukluğu olarak görülen bu olgu için "ihmal ediliyor",
"küçümseniyor" ve "önemsenmiyor" denmekte.ı5 Geçmişteki ih
malle ilgili iddialar, sorunun ciddiyetini vurgulamak için özellikle
ortaya atılıyor. Geçmişteki bu "ihmal"in gayet haklı olabileceği ise
hiç hesaba katılmıyor. Travma sonrası stres bozukluğunun ve
okuma bozukluğunun öneminin görmezden gelindiği şeklindeki
benzer iddialarda da resmi yetkililerin ve profesyonellerin konuyu
ihmal ettiği ileri sürülür. Günümüzde özellikle çocuklar arasında şu
ana kadar bilinmeyen hastalıklar keşfedilmektedir. Geçmişte klinis-
34. Time, 1 8 Haziran 1 994. Bkz. The Hidden Handicap', Guardian, 30 Ocak
1 996.
35. Bkz. Rapaport, M . , Paniccia. G ve Judd, L. {1 995) 'A Review of Social Pho
,
71
yenler çocukları n büyük depresyonlara maruz kalmadığını düşü
nürken, artık bazı uzmanlar bunun aksini savunmaktadır. Bir yoru
ma göre, çocuklarda görülen depresyon "önemli ve sinsi bir top
lumsal sağlık sorunudur".3"
Suç istatistikleri ve aile içi şiddet konusundaki tartışmada da,
çeşitli yarumcular tanımlanmamış ve gizli riskierin olduğunu var
sayıyor. Suç tehlikesinin büyütülmesi olgusu geleneksel ideolojik
bölünmenin her iki yanında da mevcuttur. Sağ özellikle şiddet içe
ren suçlar konusunda abartılı bir görüşe sahipkeıı, daha liberal ya
zarlar ailelerin özel yaşamındaki tehlikelere karşı duyarlıdır. Yazar
ların, bir yandan diğer yazarları belirli bir tip suç ile ilgili panik ya
ratmakla suçlarken diğer yandan kendilerinin başka bir riski abart
ması tanı bir paradokstur. Örneğin, suç mağduriyeti ile ilgili bir el
kitabında toplumda oluşan paniğe kıyasla suç oranlarının düşük ol
duğu belirtildikten sonra, "çocuk istismarı, aile içi şiddet, ırkçı sal
dırılar, cinsel taciz ve müstehcen telefon konuşmaları gibi, şu ana
kadar pek dikkate alınmamış ve yeni yeni kamuoyu gündemine gi
ren geniş ve karanlık bir şiddet yelpazesi mevcuttur" denmekte.37
Peki bu kadar çok sayıdaki yeni taciz, suç ve olayın kamuoyunun
gündemine aynı anda girmesinin nedeni nedir? Eğer yazar bu soru
ya kafa yorsaydı, bu "geniş ve karanlık yelpaze"ye daha farklı bir
açıdan bakabilirdi.
Çocuk taeizi konusunda, sorunun boyutları ile ilgili bir tartışma
yaşanmıştır. Birçok yarumcu buzdağının görünen ucu yaklaşımını
benimsemiştir; taciz olaylarının toplumun kabul edebileceğinden
çok daha fazla sayıda olduğunu iddia etmiştir. Bunun sonucunda,
çocukların korunması alanında çalışanlar, önemli olanın "gerçek
ler" değil görünmeyen olaylar olduğuna inanır olmuştur. Dolayısıy
la bu kişilerin işi, riskleri daha ortaya çıkmadan tespit etmek haline
gelmiştir. Londra'nın bir ilçesi olan Hackney'de bu alandaki görev
lilere yönelik olarak yayınılanmış bir broşürdeki şu ifadeler günü
müzdeki kafa yapısını yansıtmaktadır.
36. Lamari ne, R. ( 1 994} Journal of School Health, c. 65, no.9, s. 390.
37. Kirsta, A. ( 1 988} Victims: Surviving th f! Aftermath of Violent Çrime (Londra:
Century}, s. 6 .
72
Hackney' de tespit edilen çocuk istismarr vaka.'>! sayisi düşüktür; ancak
ç·ocuk hakımında çalişan/ann hild(�i gihi, eheveynleri11 ç ocukk en ya
şachklan hir taeizi ancak şimdi itiraf ett(�i s1k sık göriilen hir durum
dur. Acaha cinsel taeizi tespit etme olanağmıızı artırnıamız olası m r ; ve
elimizdeki imkanlar hu iş iç·in yeter/i mi?"
73
olarak da benzer ifadeler ve iddialar kullanılıyor. Tehlikelerin bo
yutuyla ilgili iddialara dikkat çekmek için "önemsenmeyen" ya da
"tespit edilmemiş" gibi terimler kullanılıyor. De Monfort Üniversi
tesi' nde 1 996 haziranında yapılan, erkeklere yönelik tecavüzle ilgi
li bir konferansta, konuşmacılar bu olgunun "eskiden sanıldığından
çok daha yaygın olduğu"nu ve erkeklerin yaklaşık yüzde 3 'ünün te
cavüze maruz kaldığını belirtti." Ayn ı argüman, o ana kadar tespit
edilmemiş bir dizi başka taciz türü için de defalarca tekrarlanmıştı.
İnsan ilişkilerinin barındırdığı gizli risklerle ilgili çalışmalarda,
ele alınan konunun eleştirel bir biçimde ineelendiğini söylemek pek
mümkün değil. Toplumun gizli riskiere ve bilinmeyen istismarlara
olan duyarlılığının sorgulanması da, en az bu olguları gizleme eği
liminin sorgulanması kadar gerekli. Günümüzde birçok psikolojik
bozukluğun, cinsel suçun ve çeşitli istismarların düzenli olarak keş
fedilmesi sırf tesadüf olabilir mi? Bu sorunlarla ilgili ciddi çalışma
lann çoğu herhangi bir istismar türünde artış olduğuna işaret eden
delillerin bulunmadığını bildiriyor. Bunun yerine, bu konulara olan
ilgide ve duyarlılıkla bir artış var.
Ailenin "karanlık" yüzüne ve gizli tıbbi ve psikolojik bozukluk
lara karşı ilginin artması daha önce değinilen kendi kendinden nef
ret etme duygusunun bir yansımasıdır. İnsanoğlunun kirletici ola
rak görülmesi hem fiziksel hem de ruhsal olanı etkisi altına almış
tır. Bunun sonucunda, ister bir ailenin oluşumu ister bir enerji sant
ralinin inşaatı sözkonusu olsun, insanın yıkıcı yönüne vurgu yapı
lıyor. Bu bakış açısına göre -hem insanın güdüleri hem de insanın
yarattıkları açısından- hep en kötüyü göz önüne almak son derece
mantıklıdır. Her zaman en kötü olanı bekleriz. Geçmişte, insanın
tutkularına ve güdülerine güvenmemeden kaynaklanan muhafaza
kar bakış açısı, insanları beklentilerini azaltmaya ya da kısıtlamaya
mecbur bırakıyordu. Günümüzde ideolojinin risk bilincinin oluşu
mu üzerinde etkisi yoktur. Politik yelpazenin tamamına -soldan sa
ğa, liberallerden muhafazakarlara- aynı risk bilinci hakimdir. En
büyük riskin ne olduğu tartışmalı olsa da, giderek daha tehlikeli ha
le gelen bir dünyada yaşadığımıza dair bir konsensüs oluşmuştur.
Niçin bu şekilde hissettiğimizse gelecek bölümün konusudur.
41 . Bkz. Guardian, 3 Temmuz 1 996 tarihli sayıda yayımlanan rapor.
74
ll
Neden paniğe kapılırız?
Panik: Genelde bir grup insanı etkisine alan ve güvenliği sağlamak için
aşırı ve ölçüsüz davranışlar sergilemelerine neden olan, ani ve ş iddet
li tehlike veya korku hissi.
(The Shorter Oxford English Dictimıwy, 3. Bask ı , 1 965)
76
zarlar, sağ' ın suç ve aile değerleri gibi konularda yaydığı panikiere
özellikle dikkat çeker. Fakat aynı yazarlar ailenin karanlık yüzü
olarak görülen çocuk İstisınan gibi konulardaki panikleri panik ola
rak görmez. B unun aksine birçok muhafazakar ve sağ görüşlü en
telektüel de çevre felaketleri ve aile içi istismardan kaynaklanan
panikleri eleştirirken, "kanun ve nizam" kampanyalarının yarattığı
histeriyi atlarlar.
İşte bu çifte standarda birkaç örnek. İngiltere 'de mağdur olan
çocukları ele alan bir çalışmanın yazarları, sokak suçları, soygun
lar, ırkçı eylemler ve ailenin kutsallığı gibi konularda yaşanan, "ka
nun ve nizam" paniklerine dikkat çekiyor. Yazarlar, ı 980' !erin or
talarında, Kuzeydoğu İngiltere'deki küçük bir kent olan Cleve
land'da yaşanan ve kamuoyunda büyük yankı bulan çocuk taeizi
skandalı örneğinde görüldüğü gibi toplumun sosyal hizmet çalışan
larına büyük tepki gösterdiği olayları bu paniğe bağlıyor. Bu şehir
de, 1 987 yılı başlarında, bir grup pediyatrist ve sosyal hizmet çalı
şanı ı 2 1 çocuğa cinsel taciz tanısı koydu ve bu çocuklar üç aydan
uzun bir süre boyunca yerel yönetim tarafından bakım altına alın
dı. ı 2 ay sonra, bu vakalarla ilgili soruşturma raporu yayınlandığın
da, bu çocuklardan 98 ' i ailesinin yanına dönmüştü bile. Çocukların
korunması konusunda çalışma yapan yazarlar, Cleveland ' lı sosyal
hizmet çalışanlarının medya tarafından hedef gösterilmesini klasik
bir ahlaki panik olarak yorumladı; ama aynı yazarlar, Cleve
land'daki doktorlar ve sosyal hizmet çalışanları tarafından icat edi
len "taciz salgın ının" çok daha ciddi bir olay olduğunu, nedense dü
şünemedi. Olay, milyonlarca insanı etkileyen bir kaygı ve korku
dalgası yarattı. Görünüşe göre, çoğu sosyal bilimci ve sosyal hiz
met çalışanı, Cleveland'da ve diğer yerlerde haksız yere suçlanan
ana-babaların kaygılarım pek umursamıyor. Bu kişiler, çocuk taei
zi suçlamasıyla yayılan paniğin ana-babaların hayatında yarattığı
etkileri ve olumsuzlukları inanılmaz bir biçimde görmezden geli
yor. Profesyonel uzmanların çocuk taeizinden şüphelendikleri her
durumda aların verınelerinin gerektiği düşüncesi de kuşkusuz bu
tavrı güçlendiriyor. Bu yaklaşıma göre, toplumun aşırı tepki verme
si ya da polisliğe soyunınası bir panik olarak görülemez. Tam aksi-
77
ne, toplum , çocukların güvenliğini bir sapiantı haline getirerek, ço
cuklarını taciz eden milyonlarca ana babanın oluşturduğu tehdide
karşı en doğru ön lemi almıştır.
Scare in the Conımunity: Britain in a Moral Panic (Toplumda
ki Korku : İngiltere'de Ahlaki Panik) adlı kitapta derlenen makale
lerde, ahlaki paniklerde ana babaların değil de, sorumluluk sahibi
uzmanların hedef haline geldiğine değiniliyor. Conınıunity Care
adında, sosyal hizmetler çalışanlarına yönelik bir dergi tarafından
yayımlanan bu kitap, okuyucularını sağcı medyanın iftiralarına kar
şı uyarıyor. Muhtemelen, bu kitabın yazarları ahlaki panik olayını
sosyal hizmet çalışanlarına yönelen öfkeyle özdeşleştiriyor. Kitabın
editörü olan Geoffrey Pearson, haklı olarak, "toplum, çocuk koru
ma uzmanlarını saldırgan bir tavırla lanetledi" ve "bu uzmanlar,
kimsenin kavrayamadığı, büyük bir ahlaki drama itildi" diyor. Ne
yazık ki, sosyal hizmetler çalışanlarımn yaşadığı zorluklar karşısın
da bu duyarlılığı sergileyen yazar, aynı duyarlılığı çocuk koruma
uzmanlarının davranışları yüzünden utanç yaşayan ana babalara
göstermiyor. Hangi toplumsal sapiantıların ahlaki panik olduğu ve
hangisinin olmudığı konusunda taraflı davranıyor.3
Sağcı ve muhcıfazakarların panik hakkındaki yazıları, liberalle
rin yazılarının aynadaki yansıması adeta. Bu yazılar günümüzde
cinsel suçlar, istismar ve taciz konusunda varolan sapiantının mü
kemmel birer örneği. Ancak bu yazılara, yazarların aile değerleri
nin yıpranmasından duyduğu kaygı yön verdiği için, yazıların ge
nelde tek taraflı ve seçici bir niteliği var. Amerika'da yayınlanan
Public /nterest (Toplumsal Fayda) dergisi bu yaklaşıma iyi bir ör
nek. Dergideki çeşitli yazılar bir yandan çevre ve taciz paniklerinin
arttığını belirtirken, diğer yandan da yalnız yaşayan anneleri ve
sosyal refah yardımı alan kişileri suçluyor. Bu yaklaşım, Cleveland
skandalındaki çocuk koruma uzmanlarımn tavrına oldukça benzi
yor. Heather MacDonald, Public /nterest dergisinin 1 994 bahar sa
yısında, "Çocuklarını döven ya da onların beslenme ve temizliğini
ihmal eden, refah yardımı alan yalmz bir annenin, sorumluluk sahi-
3. Bkz. "lntroduction" G. Pearson (1 995), Scare in the Community: Britain in a
Moral Panic (Londra: Community Care, Reed Business Publishing), s. 4.
78
bi bir ebeveyne dönüşmesi mümkün müdür?" şeklinde, retorik yö
nü ağır basan bir soru soruyor. Taeizin sorumlusunun erkekler ol
duğunu düşünen liberal çocuk koruma uzmanlarıııın aksine, Mac
Doııald, sorunun kaynağını "gayri meşruluk ve sosyal anormalite"
olarak görüyor. Ancak o da, çocuk koruma uzmanları gibi, çocuk
ların annelerinden alınmasını öneriyor.�
Politik yelpazenin farkl ı yerlerinde duran yazarların panik me-_
selesine taraflı bir biçimde yaklaşmasımn altında, topluma korku
yaymanın yanlış olmadığı inancı yatıyor. Hatta, bazı yazarlar ahHl.
ki panikierin toplumsal duyarlılığı artıı·dığını bile iddia ediyor. Sos
yal hizmet çalışanlarını hedef alan panikleri eleştİren bir yazar, bü
tün panikierin zararlı olmadığını söylüyor:
Yazar, İngiltere 'deki her bir "çocuk taeizi paniği dalgasının" "sos
yal yanılsamaları" parçaladığını ve soruna karşı beslenen duyarlılı
ğı ar'lırdığını yazıyor. Paniğin burada olduğu gibi, adeta bir biliııç
lenme süreci olarak görülmesi ne yazık ki istisnai bir durum değil.
İngiltere'deki muhafazakar hükümetin tek ebeveynli ailelere
yaklaşımını inceleyen bir yazı, belirli tür panikleri gayet olumlu
buluyor. Bu yazı, bir yandan hükümetin yalnız anneleri hedef alma
sını eleştirirken, diğer yandan kampanyanın babaların üstüne git
mesini alkışlıyor. Yazarlar şöyle bir sonuca varıyor: "Ahlaki pani
ğİn bir sonucu olarak, babalık kurumu politik açıdan daha yoğun
bir biçimde teşhir edilmiş ve babaların rolü ve modern babalık ku
rumunun doğası konusunda daha bilinçli bir tartışma başlamıştır."
Burada, ahlaki paniğin hedefinin yalnız annelerden kötü babalara
kaymasıyla birlikte mutlu bir sona varılıyor. Bu bakış açısına göre,
79
bu panik sayesinde İngiliz aile yaşamı açıklığa kavuşuyor.6 Muha
fazakar yazarlarsa, daha farklı panikleri tercih ediyor. Bu yazarlar,
toplumun AIDS ' e gösterdiği tepkiden memnuniyet duyuyor, zira
bu yazartara göre bu sayede "cinsel sorumluluk anlayışını püriten
likle suçlamak artık mümkün değil".7 Burada, toplumun AIDS kay
gısı, daha kısıtlayıcı ve püriten bir cinsel ahiakın yaygınlaşmasını
sağlayacak bir ruh hali olarak olumlanıyor.
B irçok gözlemcinin, toplumda korkunun üretilmesi karşısında
böylesine kayıtsız kalması, hatta olumlu bir tepki vermesi, günü
müzdeki toplumsal paniklerle ilgili sosyolojik çalışmaların neden
yetersiz olduğunu açıklamaya yeterli. Eğer insanları korkutmak
toplumu eğitmenin meşru bir yolu olarak görülürse, panik bir sorun
olmaktan çıkar. Birçok sosyal bilimci ve gazeteci de, insanlığın
karşısındaki tehlikelerin abartılamayacak ölçüde büyük olduğunu
belirterek bu tür yaklaşımların önünü açar. Birçok uzman, genel
inanışın aksine, taeizin rutin bir hal aldığına ya da çevrenin yok
oluşa doğru gittiğine inanır. B unun sonucunda, belirli olaylar karşı
sında verilen aşırı tepkilerin, sorunun boyutuna uygun olduğu dü
şünülür. Bu olaylarla ilgili "duyarlılığı artırmaya" çalışan kişi ve
gruplar, tepkisiz bir politik ortamın içindeki aydınlanmış öncüler
olarak alkışlanır."
Paniklerin, "duyarlılıkla artış" olarak görülmesi, belki de man
tıklı açıklaınalara duyulan güvenin azaldığının bir göstergesidir. 1 .
B ölümde belirtildiği üzere risk bilincinde yaşanan enflasyon bilinç
lenıne değil güvensizlik doğurur. Bu tür olaylar her zaman tam bir
paniğe yol açınasa bile, gereksiz kaygı ve korkuların ortaya çıkma
sına neden olur. Buna birkaç örnek verelim.
Toksik şok sendromu (TSS- toxic shock syndrome), önemsiz bir
B.
7. Bkz. Sykes, C. (1 992) A Nation of Victims: The Decay of The American Cha
racter (New York: St Martin's Press), s. 246. .
B. Bkz, örneğin , Luhman, N. (1 993) Risk: A Sociological Theory (New York: Wal
ter de Gruyter); Beck, U., Giddens, A. ve Lash, S. (der) (1 994) Reflexive Moder
nisation: Politics, Tradition and Aesthetics in the Modern Social Order (Cambrid
ge: Polity Press).
80
sorunun nasıl milyonlarca kadının hayatını etkileyen büyük bir
dehşete dönüştürüldüğünün klasik bir örneğidir. ABD ' de, bir med
ya kampanyası sonucunda, Rely tamponları neredeyse hiç rastlan
mayan bir hastalık yüzünden piyasadan toplatıldı ve bunun maliye
ti milyonlarca doları buldu. Kamuoyundaki TSS korkusu yüzünden
kadınların tampon alma alışkanlıkları büyük ölçüde değişti. TSS,
bugün dahi kadınlara yönelik ciddi bir tehdit olarak görülüyor.
TSS , nüfusun üçte birinde ve on kadından birinin vajinasında
bulunan ve normalde zararsız olan Staphylococcus aureus bakteri
sinin ürettiği bir toksine karşı vücudun verdiği bir tepkidir. Bu tok
sin, çok nadiren, yüksek ateş, kusma, tansiyon düşmesi, bağazda
tahriş ve güneş yanığına benzer bir yaraya neden olabilir. Erken
teşhis edilirse antibiyotik tedavisiyle tamamen vücuttan atılır; mü
dahale edilmemesi halinde çok nadiren ölüme yol açar.
Hidrofil tampon kullanan kadınlarda birkaç TSS vakasına rast
lanınca, TSS ve tamponlar arasında ilişki kuruldu ve tampon kulla
nan kadınların risk altında olduğu görüşü günümüze kadar geldi.
Hiç kimse arada nasıl bir bağlantı olduğunu ortaya çıkaramadı. TSS
ve tamponlar arasında bir neden-sonuç ilişkisi olduğu söylenemez.
Women's Environmental Network (Kadın Çevre Ağı) gibi, kadro
sunda bir toksik şok uzmanı bulunan bir örgüt, TSS vakalarının
yaklaşık yarısının adet görmeyle ilişkisinin dahi bulunmadığını
açıklamak durumunda kaldı . TSS ' nin asıl nedenleri cerrahi müda
haleler sonrasında yaşanan enfeksiyonlar, yanıklar ve bahçe işleri
sırasında oluşan yaralanmalardır. Ayrıca, adetleri sırasında TSS ge
çiren kadınların birçoğunun tampon kullanmadığı bilinmektedir.
ABD ' de, tampon kullanmaktan çekindiği için doğal malzemeden
yapılmış pedler kullanan iki kadında da TSS görülmüştür.
TSS ve tamponlar arasındaki ilişkinin hiç de kesin olmaması bir
yana, bu hastalığa son derece nadiren rasllaııır. İngiltere' de her yıl
kesinleşen TSS vakası yirmi civarındadır; dolayısıyla TSS ve tam
ponlar arasında yüzde 50 ilişki olduğunu kabul etsek bile, tampon
kullanan 14 milyon kadından ancak onu bu hastalığa maruz kal
maktadır. Başka bir deyişle, tampon nedeniyle TSS 'ye yakalanma
olasılığı 1 .400.000 ' de birdir. Bu hastalık son derece· nadir olması-
F6ÖN/Korku Ki.iltlirü 81
nın yanında, tedavi edilebilen bir hastalıktır. TS S kaynaklı ölümler,
ortalama olarak, yılda biri bile bulmaz.
TS S ' nin önemiyle top! umdaki TS S kaygısı arasında tam bir ters
orantı var. TSS , herkesin hakkında bilgi sahibi olması gereken, son
moda bir panik haline geldi. TS S ' nin bu kadar önemsiz olmasına
rağmen , ne zaman biri çıkıp, "bu son derece önemli bir sorundur"
dese, herkes bilgiç bir havayla kafasını sallıyor ve kadınlara tam
pon kullanımını azaltmalarını öğütlüyor. İngiltere'de kamu emek
çileri sendikaları, TS S'nin riskleri hakkında üyelerine ve üye büro
Ianna bilgi verdi. Tampon üreticileri bile bu kaygıyı ciddiye alıp,
tanıtım broşürlerine uyarılar ekledi. Tamprax'ı üreten Tanıbrands
firmasının bir bröşüründe yukardakilere benzer istatistikler ve ken
disinde TSS olduğundan kuşkulanan bir kadının yapması gereken
Iere dair öğütler var.
Bir yoruma göre, TSS gibi önemsiz bir sorunun medyada bu ka
dar ilgi görmesinin nedeni, "nadir görülen bir tehlikenin yaygın bir
tehlikeye göre daha fazla haber değeri taşıyor olmasıdır."9 Bu iddi
anın medya stratejisi açısından belirli bir doğruluğu olabilir; ancak
bu iddia, nadir görülen ve tedavi edilebilen bir hastalığın nasıl cid
di bir toplumsal sağlık sorununa dönüştüğünü açıklayamaz. TSS
kaygısının neden yaygınlaştığı sorusu, tehlike ve risk iddialarını
hemen hiç kimsenin sorgulayamadığı günümüz ahlaki ortamı bağ
lamında değerlendirilirse cevaplanabilir.
Kamuoyu, en saçma gerekçelere dahi müthiş ilgi gösterebiliyor.
1 995 yılı sonlarında, yerfıstığı yüzünden sözde risk altında olan in
sanların uyarılmasına yönelik AnaDaksis Kampanyası, İngiliz ka
muoyunda geniş ilgi gördü. Birçok önemli gazete, yerfıstığı alerji
sinin ölümcül sonuçları hakkında uyarılar yayımladı. "Yeni araştır
malarda birçok çocuğun yerfıstığına karşı yaşamsal risk taşıyan bir
alerji geliştirdiğinin ortaya çıkması üzerine, uzmanlar ana babaları,
küçük yaştaki çocuklara yerfıstığı ve başka fıstıklar vermemeleri
konusunda uyardı."10 Bu tür uyarılar, bu konudaki çeşitli çalışmalar
9. Singer, E. ve Endreny, P. (1 993) Reporting on Risk: How the Mass Media Port
ray Accidents, Diseases, Disasters and Other Hazards (New York: Russell Sage
Foundation), s. 83.
1 0 . Bkz. Independent, 26 Nisan 1 996.
82
üzerine geliştirilen gayet tartışmalı yorumlara dayandırılıyordu.
Örneğin, İngiltere'de 1 990-94 arasında yerfıstığı alerjisiyle bağlan
tısı kurulması mümkün olan sadece bir ölüm görülmüştü. 11 Ancak
birçok firma bu riski son derece ciddiye alarak, ürünlerinde yerfıs
tığı kullanırnma son verdi. 1 996 haziranında, Marks & Spencer fir
ması, "Yerfıstığı Alerjisi Uyarısı" adlı bir dizi gazete ilam verdi.
Marks & Spencer, bu ilanlarda, yerfıstığı içeren bir dizi ürününü pi
yasadan topladığı konusunda kamuoyuna bilgi veriyordu. Yerfıstı
ğı alerjisi artık gayet ciddi bir vaka gibi görülmeye başlanmıştı.
TSS ve yerfıstığı alerj isi gibi konuları ele alan kampanyaların
önemi, bunların oluşturduğu tepkinin boyutu değildir. Kamuoyu
nun tepkisini çeken diğer risklerio yanında bunlar hiç kalır. Ancak
yukarıda değinilen kampanyalar, yeni risklerio keşfedilip toplum
sal sorunlara dönüştürülmesi şeklindeki yeni akımın örnekleridir.
Bu tür sorunların son derece düzenli bir biçimde ilan edilmesi, bir
çok iddianın hiçbir eleştiri süzgecinden geçirilmeden kabul edildi
ğini ortaya koyuyor. B ütün bu girişimler, sözde, kamuoyundaki du
yarlılığı artırma adına yapılıyor. TSS ve yerfıstığı alerjisi örnekleri,
"yeni risklerle ilgili bilgi" olarak görülen olgunun aslında korku ve
kaygının büründüğü kostüm olduğunu ortaya koyuyor. Yeni keşfe
dilen risklerle ilgili iddiaların sorgulanmaması da tehlike beklenti
sinin ne kadar yaygın olduğunun bir göstergesi. Bu tehlike beklen
tisini inceleyen çalışmalar da bu tepkiyi sona erdirmek üzere değil,
bu tepkinin normal kabul edilmesine uğraşıyor ne yazık ki.
83
sayısını nasıl düşürdüğüne değiııir. Evdeki banyo hivetinde boğu
lan Amerikalıların sayısının teröristler tarafından öldürülenlerden
daha fazla olmasına rağmen, Avrupa' ya gitmek teh likeli bir iş ola
rak görülür oldu. 12
İngiltere 'de gebeliği önleyici haplardan kaynaklanan risk konu
sunda ı 995 ekiminde ve ı 996 haziranında medyada çıkan haberle
rin karşılaştırılması, medyanın etkisini göz önüne seriyor. 1 995 eki
minde, İlaç Güvenliği Komitesi (CS M- Comnı ittee 011 Safety ofMe
dicines) gebcliği önleyici belirli hapların birlikte kullanılmas ının
"venöz tromboemboli" riskini bir miktar artırdığı nı bildiren bir me
tin yayıııladı. Bu bildiride doktorların, hastaları yüksek risk taşıyan
haplar yerine başka yöntemler kullanmaya teşvik etmesi, hap kul
lanan kişilerin de doktora danışarak tavsiye alması öneriliyordu.
CSM'nin henüz yayımlanmamış olan üç çalışmaya dayanarak yap
tığı bu değerlendirme, doktorları, aile planlama uzmanlarını ve ga
zetecileri -ve elbette kadınları- hayrete düşürdü. Televizyonların
ana haber saatinde yayımladığı bir basın toplantısında açıklanan
resmi kaygılar kamuoyuna duyurulunca, gazeteler kaçınılmaz bir
biçimde "Haplar Öldürüyor! " biçimi nde manşetler attı. Sağlık gö
revlileri verdikleri "alarm"ı haklı göstermek için, venöz tromboem
boli riskinin düşük oranda bile olsa (bu tehlikeli hapları kullanan
kadınlardaki risk 100.000'de 30 iken, bu hapları kullanmayan ka
dınlardaki risk 1 00.000'de 1 5 'ti) var olduğunu ve kamuoyunun
gerçekleri bilmeye hakkı olduğunu açıkladı. Kısa süre sonra ya
yımlanan İstatistikler, kadınların yüzde 1 2 'sinin hap kullanmayı bı
raktığım ve kürtaj oranlarının büyük hızla arttığını gösteriyordu.
Bütün bu olayları göz önünde tutarsak tüm doğum kontrol hap
larının göğüs kanseri riskini artırdığını gösteren bir araştırmaya,
sağlık görevlileri ve gazetecilerin tamamen farklı bir tepki vermiş
olması son dcreec ilginçtir. 1 996' da Lancet dergisinde basılmadan
önce The Sunday Tinıes'a sızan habere göre, doğum kontrol hapla
rı ve göğüs kanseri arasında ilişki zayıftı, ama aynı haplarla vcnöz
tromboemboli arasındaki ilişkiden daha kuvvetliydi. Ayrıca, göğüs
kanserinden ölen -hap kullansın veya kullanmasın- kadınların sayı-
1 2 . Singer ve Endreny, Reporting on Risk, s. 1 -2.
84
sı, kan dolaşımı hastal ıklarından ölenlerin sayısınd;ın çok d a lıa raz·
ladır. 1 996 haziranında tamamlanan bu çalışınanın lmpcria/ Canccr
Researc!ı Fund (ICRF- İ m pa ralor l u k Kanser Ara�Lırnı aları !·.-o nu)
tarafından koordine edilmiş olmasına ve dü n yad aki uzmanların n e
redeyse tamamının işbirliğiyle gerçeklcşıirilmiş o lmasına rağm en,
araştırınayla ilgili haberler kamuoyundan çok az t e p ki aldı .
Tepkilerin farklı olmasının bi r sebebi nıcclyanııı oynadığı rolde
ki farklı lıkıı. Bir önceki yı l ın ekim ayında r iskler iyice abartı l ı p . ga
zetelere korkutucu başlıklar a t ı lırken, ertesi yıl ın haziran ayında
riskler abarıılınadı. ICRF ve aile planlama ö rgülleri ni n yaptığı dik
katli açıklamadan sonra, medya, haberi özellikle !arafsız şekilde
aktardı ve riskierin duyurutmasına rağmen hiçbir panik yaşanmadı.
Riskierin algılanış biçiminin şekillenmesinde medya önemli bir
rol oynar. Birçok insan, kişisel deneyimleri sayesinde deği l medya
kanalıyla bilgi edindiği için, bu bilginin aklarılına tarzı bu kişilerin
sorunu algılayış biçimini belirler. Bir yoru m a göre riskin algılanış
tarzının belirlenmesinde şu elkenler öne çıkınakla:
85
riski geçmişten tamamen farklı bir boyutta algılamamızın bir sebe
bi de gelişmiş tarama ve ölçüm tekniklerinin bulunmasıdır. Bu yo
rumu getiren bir yazara göre,
86
arttığını söylemek hiç de bu kadar kolay değildir. B ilgi arttıkça risk
duyarlılığının da otomatik bir biçimde büyüdüğünü söylemek, in
san bilincini şekillendiren sosyal etkenleri görmezden gelmek de
mektir. B ilgi i lerledikçe tehlikelerden kaynaklanan kaygının artaca
ğını söyleyen bir yasa yoktur. Bazı durumlarda bu ilerleme insanın
özgüvenini artırır. Nitekim, bilimsel aklı eleştİren yazarlar, ondoku
zuncu yüzyıldaki endüstrileşme kültürünü, olayları kontrol edebil
me konusunda kendine aşırı güveomekle ve "kendini beğenmiş
lik"le suçlamıştır. Teknolojik ve bilimsel ilerleme bir yüzyıl önce
de bugünkü kadar önemli bir boyuttaydı; ancak bu gelişme risk
duygusunu artırmak yerine, bilimin ve toplumun insanlığın kaderi
ni şekillendirme gücüne olan güveni daha da artırmıştı. Belirli tek
nolojilerin yıkıcı yönlerinin ortaya çıkması bile bir risk bilinci kül
türü oluşturamadı. Japonya'da, İkinci Dünya Savaşı'nda Hiroşima
ve Nagazaki 'de yaşanan korkunç deneyimlerden sonra dahi, -nük
leer silahiara karşı bir düşmanlık doğsa da- teknolojik gelişmeye
olan inanç sarsılmadı.
Aynı şekilde, bilimin ve bilginin ilerlemesiyle risk bilincinin
büyümesi arasında bir neden sonuç ilişkisi olduğu da söylenemez.
Günümüzde, risk bilincinin ve risk duyarlılığındaki artışın aynı ke
feye konduğunu görüyoruz; ama risk duyarlılığıyla tehlikenin ger
çek boyutunu birbirine karıştırmak hata olur. Bunları birbirine ka
rıştırırsak, paniğe kapılma ve aşırı tepki gösterme eğilimimizi, ön
görü ve duyarlılık olarak kabul edip olumlamış oluruz. İngilte
re' nin en önemli pazar gazetelerinden birinin "potansiyel iklim fe
laketleri arttığı için dünya gerçekten de daha tehlikeli bir yer hali
ne geliyor" iddiasına ne demeli?'6 Eldeki veriler bu felaket tellallı
ğını destekliyor mu?
İnsanlığın karşısında duran bütün sorunlara rağmen, bugün ta
rihte görülmemiş ölçüde güvenli bir dünyada yaşıyoruz. B atı top
lumlarının nüfusun yaşlanmasından dolayı kaygı duyar hale gelmc
si bile, insanlığın hastalıklara karşı verdiği mücadelede son yıllar
da muazzam bir ilerleme yaşandığını gösteriyor. 1 950'den bu yana,
16. Bkz. "Storms, Drought, Floods on Rise as Climate Spins Out of Control", In
dependent on Sunday, 30 f:iaziran 1 996.
87
tahmini yaşam süresi dünya çapmda yüzde 1 7 arttı; bu artış As
ya'nın yoksul ülkelerinde yüzde 20 gibi müthiş bir orana ulaşınış
tır.1 7 Gıda üretimindeki gelişmeler insanoğlunun kendi besinini sağ
layabilme kapasitesini gösteriyor. Tıbbi gelişmeler de aynı derece
de çarpıcı. Birçok insan kirlilik yüzünden boğulma ve ölüm tehli
kesi altında yaşadığıınıza inanıyor olsa da, bu konuda ciddi bir iler
leme sağlandığını gösteren birçok veri mevcut. 1952 yılında L0nd
ra' daki hava kirliliği yüzünden 1 2,000 insan yaşamını yitirınişti.
1 962 gibi yakın bir tarihte dahi, The Times "Hava Kirliliği Akciğer
leri Mahvediyor: Londra 'da 55 kişi öldü" gibi bir başlık atabiliyor
du. 1� Londra'da 1 962 aralığında 1 36 insan sis ve hava kirliliği yü
zünden öldüğünde bile, kamuoyu büyük bir tepki vermemişti. Eğer,
bu tür bir olay günümüzde yaşanmış olsaydı, bunun B hopal ya da
Çernobil felaketine denk olduğu düşünülürdü. Tepkideki farkın ne
deni riskierin gerçek boyutunun daha fazla farkında olmamız değil
dir. 1 960'lı yıllarda yaşayan ve günümüzdeki LondralLlara göre çok
daha ciddi bir tehdit altında bulunan insanların kendini daha güven
de hissetmiş olmaları tam bir paradokstur.
Risk bilincinin teknik etkenlerle açıklanamayacağının bir diğer
örneği de, bu bilincin hızlanan teknolojik gelişmeden kaynaklanan
tehlikelere bağlanmasıdır. Buradaki argüman, teknoloji geliştikçe
tehlike potansiyelinin de arttığı düşüncesine dayanır. Niklas Luh
man adlı bir Alman sosyolog da bu görüşü savunuyor. Luhman'a
göre, "teknolojik olanaklardaki devasa artış, insanların varolan
riskiere dikkat etmesine başka herhangi bir etkenden çok sebep ol
muştur". 19 Luh man ' ın argümanının odak noktası, risk bilincinin
oluşmasına yol açan tehlikelerin bizzat bilimsel gelişme tarafından
yaratıldığı fikridir.
Riski teknik etkenlerle açıklama yolundaki büLün çabalar gibi,
Luhman'ın açıklaması da, toplumun teknoloji alanında yer alma
yan tehlikelerden de korktuğu gerçeğini açıklayamaz. Ne yazık ki,
konuyla ilgili önemli açıklamalann çoğunda temel vurgu teknolo
jik gelişmelerin sonucuna yapılır.
1 7. S i mo n J. (1 995) The State of Humanity (Oxford: Blackwell), s. 46.
,
88
B . B İ LG İ N İ N SON UC U OLARAK R i S K
Yeni ülkeler Fe kıtalar keşfetmek üzere yola çıkan kişi -örne,�in Colom
lms- , karşılaşaca,�ı "risk" leri kahullenmişti. Ancak hunlar, niikleerjlz
yondan ya da radyoaktif atık/ann depolanmasmdan kaynaklanan risk-
89
ler gihi küresel ölrekte tehlikeler değil kişisel risk/erdi. "Risk'' kelim e
si eskiden dünya üzerindeki yaşamın yok olması tehdidine değil cesa
ret ve macera kavramianna gönderme yapard1."
Risk alma edimi ile yıkıp yok etme arasında kurulan bu yakın iliş
ki, bu edirne, içkin bir sorumsuzluk atfediyor. Risk alma ediminin
özel ve bireysel bir mesele olmaktan çıkması ve başka insanların da
riske atılmasıyla beraber, toplum bu tehlikeden kendini korumak
için önlem almak durumunda kalır. Artık, sözkonusu tehlike tek bir
olay değil, risk alma ediminin kendisidir.
B ilimin Frankenstein ölçüsünde tehlikeler doğurduğu fikri, aka
demik çevrelerde riskin doğası üzerine yürütülen tartışmalara da
ışık tutuyor. Geleneksel olarak bu görüş, bilimle ilgili muhafazakar
yorumlara atfedilir. Bu yaklaşıma göre, bilim ve bilgi, doğanın çiz
diği sınırı sürekli olarak aşarak kaos ve felaketiere neden olur. Gü
nümüzdeki muhafazakarların bilim ve teknolojiye duyulan inancı
lanetierne çabalarına derhal katılması hiç de şaşırtıcı değildir. İnsa
noğlunun çok ileri gittiği iddiasını dünyaya yaymak için kullanıla
bilecek hiçbir fırsatı -AIDS, sera etkisi, B SE- kaçırmazlar. İngiliz
lerin önde gelen muhafazakar düşünüderinden biri olan John Gray,
teknolojinin gücüne olan güvenin yakın zamanlarda sarsılması sa
yesinde "gerçek bir muhafazakar proje''nin önünün açıldığını söy
lüyor. Gray'e göre, risk patlaması -BSE'den tutun genetik mühen
disliğinden kaynaklanan tehlikelere kadar- doğanın kendini beğen
miş insanoğlundan aldığı intikamdır.23
B ilgiyi riskle özdeşleştiren argümanların, örtük bir biçimde, in
sanın bilme yeteneğini sorgulaması paradoksal bir durum yaratır.
Küresel kapitalizmin harekete geçirdiği -öngörülemez- olaylar zin
ciri karşısında insanın bilgisi yetersiz kalır. Teknolojinin ve insan
davranışlarının sonuçlarının bilinmesine imkan olmadığı vurgula
nır. Bu görüş, küreselleşen dünyadaki teknoloj ik gelişmelerin, tah
min yapmanın zeminini ortadan kaldıracak kadar karmaşıklaştığı
22. Bkz. Beck U. (1 996) "Risk Society and the Provident State", Lash, S.,
Szerszynski, B. ve Wynne, B .. (der.) Risk, Environment and Modernity: Towards
a New Ecology (Londra: S age), s. 28-9; ve Beck, Risk Society, s.26.
23. "Nature Bites Back" Guardian 26 Mart 1 996.
90
inancına dayanır. Bunun sonucunda, Luhman "hiç kimse geleceği
bilme ya da bunu değiştirme kapasitesine sahip olduğunu ileri sü
remez" der.24 Luhman 'a göre, bilgi sadece gerçekleşmiş olaylarla il
gili olarak ve sınırlı bir biçimde öngörüde bulunulmasına olanak ta
nır.
B ilgi, teknoloji ve bilimle ilgili olumsuz yargılar, riskin kayna
ğının bu olgular olduğu görüşünün bir yansımasıdır. Bu görüşe gö
re, insanoğlunun yarattığı bu "yapma riskler" geçmişteki "doğal"
risklerden tamamen farklıdır. Ancak, bu tür bir dünya modelinin
son derece tek yanh olması kaçınılmaz bir durum. Riskin teknik
ileriemelerin sonucu olduğu varsayımı Batı dünyasındaki deneyim
ler için bir ölçüde geçerli olabilir. B ilimsel ve teknolojik gelişme
nin sağladığı yüksek güvenlik sayesinde, sel ve yıldırım gibi doğal
tehlikeler nedeniyle ya da açlık yüzünden ölen Amerikalı ve Avru
palıların sayısı neredeyse sıfıra inmiştir. Ancak bu derecede bir gü
venlik sadece dünyanın küçük bir kısmında mevcut. Tam da bu
yüzden, yeterli yiyecek bulamadığı için ölen insanların sayısı gıda
lardaki toksik katkı maddeleri yüzünden ölenlerin sayısından çok
daha fazla. Batı dünyasında bile, geleneksel tehlikeler yüksek tek
nolojiden kaynaklanan tehlikelerden hala çok daha ciddidir. Bir
araştırmaya göre, uzun bir geçmişi olmakla beraber henüz sanayi
leşmemiş işlerde çalışan insanların başına gelen ölümcül kaza sayı
sı, ileri teknoloji sektöründeki ölüm oranlarıyla "karşılaştırılamaya
cak ölçüde yüksektir". İsviçre'de kimya sektöründe çalışan bir işçi
nin ölüm riski bir orman işçisine göre on sekiz kat daha düşüktür.25
Risk kaygımızın teknolojik yanına yapılan vurgu yüzünden risk
algısının toplumsal boyutu gözden kaçırılır. Bu bakış,.açısına göre,
risk mekanizması, modernleşmeyle başlayan otomatik bir süreç ha
linde ilerler. S onuç olarak, ortaya çıkan tehlikelerden kimse kurtu
lamaz. Riski inceleyen birçok sosyoloğa göre, bu yüzden tehlikenin
nüfusa dağılımı sosyal eşitsizliklerden bağımsızdır. Hiç kimse risk-
91
ten m uaf değildir; riskiıı Çernobil mi, AIDS mi yoksa sera etkisi m i
olduğu h iç fark etmez. Makalelerden oluşan bir kitapta bu görüşü
savunan bir grup yazar, "risk toplumunda tehlikenin nüfusa dağılı
mı eşitsizliklerden bağımsızdır; bu dağılım ulusal ve sııııfsal sıııır
ları aşar," diyor.�6 Bu mantığa göre, Nil deltasmda geçimini sağla
maya çalışan fakir köylü ile Münih'te konforlu bir yaşam süren or
ta sııııf mühendis, çeşitli tehlikelerden kaynaklanan risklerle aynı
derecede karşı karşıyadır.
Kontrolden çıkmış olan toplumda, riskin nüfusa rastgele dağıl
dığı fikri, 1 980' lerde yaygın hale gelen "risk altındayız" şeklinde
ki bildik söylemin de düşünsel kökenidir. Sosyologlar dışıııda, fark
lı farklı tehlikeleri dile getiren çeşitli kişiler de bu inancı ateşli bi
çimde savunuyor. Ancak gerçekte, herkesin aynı ölçüde risk altın
da olduğu doğru değildir. Araştırmalara göre, rastgele gibi görünen
kazalar dahi rastgele bir dağılım göstermez. Örneğin, İııgiltere 'de,
0- 1 4 yaş grubundaki çocukların maruz kaldığı kazaları inceleyen
bir çalışmaya göre, işçi sınıfı kökenli çocukların bir kaza nedeniy
le ölme ihtimali orta sınıfkökenli çocukların iki katıdır. Araba ka
zasında ölme ihtimali de beşe bir oranındadır. Sosyal eşitsizlik ve
sağlık arasındaki ilişki de ciddi bir biçimde belgelenmiştir. ABD ' de
yoksul insanların tahmini yaşam süresi 9 yıl daha azdır; ve işsizlik,
yüksek baca tamirciliğinden bile daha tehlikeli bir meslek haline
gelmiştir. Bir yoruma göre, "işsizlik yüzünden intihar etme, içki
içerek siroza yakalanma ve stres kaynaklı başka hastalıklara y·:ka
lanma riski o kadar yüksektir ki, işsiz kalmak kişiye günde on pa
ket sigara içmek kadar zarar verir. "27
Riskierin toplumdan bağımsız olmadığı sanırım gayet açık.
Tehlikeler insanları güç ve nüfuzları ölçüsünde etkiler. B irçok
önemli gözlemcinin riski toplumsal olmayan teknik bir mesele ola
rak kabul etmesi son derece ilginç doğrusu. Riskin bilgi, bilim ve
insan davranışlarından kaynaklandığı görüşünün bir sonucu, riskin
26. Bkz. Lash ve d., Risk, Environment and Modemity, s. 2.
27. Ross, J. (1 995) "Risk: Where Do Re al Dangers Li e?" in Smithsonian, Kas ı m,
s.46. Çocukların maruz kaldığı kazalara dair iyi bir çalışma için bkz. Roberts, H . ,
Smith, S. And Bryce, C. (1 995) Children at Risk? Safety as a Social Value (Buc
kingham: Open University Press), s.6.
92
denetlenmesi ve düzenlenmesinin mümkün olmadığı fikridir. Risk
de tıpkı bir cin gibi insan tarafından denetleneınez. Riskin, insan
davranışlarından kaynaklanan ve aşkın bir teknik sorun olarak gös
terilmesinin altında, insan karakterine dair belirli bir yaklaşım giz
lidir. Bu yaklaşıma göre, insan yıkıp yok etme kudretine sahiptir,
ancak gündelik yaşamındaki tehlikeleri uzaklaştırmaktan acizdir.
93
soru karşımıza, sorunlaştırına sürecine odaklandığımızda çıkacak
tır: Günümüzde sorunlaştırılan deneyimlerin sayısında neden bu
kadar büyük bir artış var?
Aslında, sorunlaştırma süreci ile bunun gönderme yaptığı dene
yim arasında hiçbir doğrudan ilişki yoktur. "Zorbalık" ya da "cin
sel taciz" olarak nitelediğimiz davranışların uzun bir geçmişi var
dır; ama bu davranışlar ancak son dönemdeki belirli koşullar yü
zünden sorun olarak görülmeye başlanmıştır. Dolayısıyla herhangi
bir şeyin risk olarak tariflenmesi, toplumsal ilişkiler ve algılardaki
değişimle yakından ilgilidir. Dolayısıyla risk bilincinin gelişimi an
cak tarihsel ve toplumsal bir bağlamda anlaşılabilir. Örneğin, günü
müzde '\seks eşittir risk" denklemi kabul ediliyor. 1 960' larda geniş
kabul gören "seks insana hayat verir" fikri gitmiş, yerine "seks ta
nımı gereği risktir" inancı yerleşmiştir. İ nsanın en temel davranış
larından birine neden risk çerçevesinde yaklaşıldığını anlamak için
bu edimin kendisini incelemek gerekmez. Sözkonusu süreci kavra
mak için izlenebilecek daha verimli bir yaklaşım aile içi ilişkileri,
erkek-kadın ilişkisini ve diğer insan ilişkilerini incelemektir.
Risk bilincine bu denli çok teknik ve doğal dayanak bulma gay
reti tehlike kavramını daha kaderci bir biçimde yorumlanır hale
sokmuştur. Yazarların risk bilincini açıklarken teknik etkeniere bu
kadar ağırlık vermesi bile son derece ilginçtir. B öylece, hepimizin
risk altında olduğu fikri daha entelektüel bir biçimde ifade edilmiş
olur. Ya da en azından, risk duygusunun açık seçik tehlikeler karşı
sında verilen doğal bir tepki olduğu varsayılır. Buradan hareketle,
bu riskierin araştırılması gerektiği sonucuna varılır; bu riskierin in
sanlarca nasıl yorumlanıp algılandığının değil. Dolayısıyla araştır
malar da teknik etkeniere yapılan vurguyu güçlendirir ve toplumsal
etkileri gözden kaçırır.
Riski teknik bir açıdan incelemek, riskin altında yatan toplum
sal süreçleri küçümsemek demektir. Oysa, riskin olumsuz bir unsur
olarak sunulması ve durmak bilmez risk enflasyonu gibi süreçler
bir vakum içerisinde gerçekleşmiyor. B irçok yazar sözkonusu tep
kileri toplumsal kaygının yaygınlığıyla ve kamuoyunun geleneksel
otorite merkezlerine duyduğu güvensizlikle ilişkilendirmeye çalış-
94
mıştır. S ağlık, gıda ve çevre gibi konularda yaşanan panik patlama
ları şüphesiz altta yatan bir sorunun belirtisi. Bu tür tepkiler kesin
likle otoriteye karşı duyulan güvensizliği yansıtıyor. Birçok yazar
güven ilişkilerindeki erozyona vurgu yaparak sorunun çeşitli yön
_
lerini aydınlatmıştır. Ancak, ilerde göreceğimiz gibi, panik patla
maları günümüz toplumunun işleyişi ile ilgili birçok başka gerçeği
de ortaya çıkarıyor. Aşağıdaki başlıklar risk bilincinin yarattığı et
kiyle ilgili çeşitli ongörü]er sağlayabilir.
95
ki risk psikolojisinin değişmez parçası olan sorun enflasyonu ile
karşı karşıya kalırız. İnsanoğlunun geçmişte ciddi sorunlara çözüm
bulmakta başarısız oluşu, ilerde değişim istemeye kalkacak kişile
re ibret olsun diye durmadan hatırlatılır. Toplumun çözüm üreteme
yeceği inancının bize bıraktığı en önemli miras, belirsizlik kültürü
nün kemikleşmesidir.
30. Beck, U., Giddens, A. ve Lash, S. (der) ( 1 994) Ref/exive Modernisation: Po·
litics, Tradition and Aesthetics in the Modern Social Order (Cambridge: Polity
Press) s. vii.
96
daki ilişkinin kurgulanış biçimindeki belirleyici yön, korktuğumuz
geleceğin bugünkü davranışlarımızın doğrudan sonucu olmasıdır.
Bu yön kendini şu inançta gösterir: insanoğlunun yıkıp yok etme
potansiyeli o kadar büyük ki, bunun korkunç sonuçları ancak gele
cek kuşaklarda ortaya çıkacaktır. İnsanoğlunun karşısındaki riskie
rin gerçek boyutunun ancak ileride ortaya çıkacağı düşüncesi, bu
gün yaşadığımız korkuyu daha da artırıyor. Riskin sınırlarının ol
madığına gittikçe daha fazla inanıyoruz. Davranışlarımızın yarattı
ğı risk uzun yıllar geçmeden ortaya çıkmayacaktır. Dolayısıyla,
davranışlarımız sadece bugünkü insanları değil, gelecek nesilleri de
tehlikeye atar. Ana akımı temsil eden ekolojistlerin gelecek tasav
vurunu da bu model biçimlendirir. Kuşaklararası eşitlik ve sürdürü
lebilirlik gibi terimler gelecekteki gelişmeleri hesaba katarak dav
ramşlarımızı kısıtlamamız gerektiğini bize hatırlatır.
İnsanlar, geleceğin son derece tehlikeli olacağını düşündükçe
bugünün toplumu lanetlenir. Zira, eğer davranışlarımız geleceği bu
kadar büyük ölçüde etkileyecekse, gelecekte yaşanacakların so
rumlusu biziz demektir. Luhman 'ın dediği gibi, "gelecek bugün ah
nan kararlara giderek daha fazla bağımlı hale geliyor."31 Bizim dav
ranışlarımız insanların gelecekte karşılaşacağı tehlikeleri artıraca�
ğına göre, en mantıklı strateji gelecek kuşakların karşılaşacağı risk
leri en aza indirmektir. Riski azaltmak için de gelecekte birtakım
sonuçlara yol açacak bütün davranışlardan mümkün olduğu kadar
kaçınmamız şarttır.
Bilme11i11 imkamızlığı
F7ÖN/Korku Kühürü 97
sonuçlarını bilecek ya da aniayacak zamanımız yoktur. Zamanın
yetersiz oluşuyla bugünkü davranışların uzun vadeli sonuçları ara
sında da bağlantı kurulur. "Önlem alma" ilkesini savunan birçok ki
şi, ihtiyatın gerekli olduğunu göstermek için, belirli bir yeniliğin
sonucu aniaşılana kadar, gelecek nesillere zarar verecek olan dina
miklerin çoktan açığa çıkacağını söyler. Luhman ' a göre, gerekli
bilgiyi edinecek kadar zaman olmadığından rasyonaliteye kar§ı du
yulan güven sarsılır:'2 Gelecekteki gelişme trendlerini bilmek ke
sinlikle imkansızdır.
Yukarıda değinildiği gibi bilgiyle tehlike arasında kurulan bağ
lantının temelinde, son derece anti-hümanist bir bakış açısı yatar.
Bu modele göre, bilginin de bilimin de gerçekliği kavrayışı sınırlı
dır. Ancak bilgi de, bilim de istenmeyen sonuçları olan yenilikler
üreterek sorun yaratır. Bu tür bir bakış açısı elbette, yirminci yüz
yıldaki politik değişimierin getirdiği olumsuz deneyimler tarafın
dan şekillendirilmiştir. Sovyetler B irliği ve Çin' deki politik deney
Ierin başarısız olması büyük hedefleri olan politik programların işe
yararnayacağının kanıtı olarak görülmüştür; bu tür deneyimler geç
mişte de nasıl bileceğimizi bilmediğimizi doğrulamıştır.
Eylemlerimizin sonuçlarını bilemediğimiz için, belirsizlik ve
olaylarla ilgili olumsuz beklentilerimiz güçlenir. B ilernernek ve bil
menin mümkün olmadığı duygusu, insanın fırsatları değerlendirme
isteğini köreltir. Sonuçların olumsuz olacağı beklentisi toplumsal
deneylcrle bağdaşmadığında ve toplumda sonuçlara dair bu kadar
güçlü bir kuşkuculuk bulunduğunda, yeni olaylar karşısındaki tep
kiler en azından kaypak ve gergin bir biçime bürünür. Bu tür bir
tepkiden, panik ve aşırı tepkiye geçmek son derece kolaydır.
98
kentere ağır bastığı bir dünya görüşünü yansıtır. Burada, risk anali
zinin teknoloji alanıyla ilişkili olarak geliştiriidiğini belirtmek ge
rek. Risk düşüncesinin gelişimi teknik hesaplamaların toplumsal
yaşama ne ölçüde yayıldığını gösterir. Olasılık hesaplama ve tah
min yürütme takıntısı, sonuçların insanın davranışlarından bağım
sız olduğu düşüncesinin yansımasıdır. Günümüzde moda olan
düşünsel modellerde resmedilen yan-bilinçsiz insanoğlu, kendi ya
rattığı -özellikle de yıkıcı olan- güçleri kontrol altına almaya çalı
şır. Bu modele göre, gerçek hakimiyet teknolojiye aittir ve insanlar
ancak zararı ve yıkımı en aza indirmeye çalışabilir. Bu tür bir mo
del, insan gücünün sınırları ile ilgili oldukça kesin bir yargı ortaya
koyar.
İnsanoğlunun geçmişteki yıkımı onaramayacak kadar çaresiz ve
geleceği çizerneyecek kadar zayıf olarak resmedilmesi son derece
yaygındır. B ir özne olarak insana ayrılan rolün ne kadar sınırlı ol
duğunu en iyi yansıtan şey risk bilincidir. Riskler giderek insanın
yönlendirmesinden uzak, özerk güçler olarak resmedilir. Riskierin
herhangi bir bireyle ve onun deneyimleriyle bir ilgisi yoktur. Risk
ler bir bireyin davranışını mutlaka az veya çok riskli hale sokan et
kenlerden kaynaklanır. Toplumdaki aktif özne risktir ve -risk altın
da olan- insanlar nesne konumundadır.
Risk bilincindeki bu büyüme insanın özne olarak rolünün kü
çülmesiyle doğru orantılıdır. Son on yılda, insan türünün rolü ve in
san merkezli dünya görüşü (hümanizm) sürekli olarak �lcştiri okia
rına maruz kaldı. Politik deneyimler, totaliter yönetimlere yol , aç�
tıkları iddiasıyla lanetlendi. Bilim ve teknolojinin toplumsal yararı�
nı savunanlar gezegendeki ekasisteme karşı sorumluluklarını gö
zardı etmekle suçlandı. Benzer bir biçimde, insan aklının hayvan
içgüdüleri karşısında üstün olduğunu savunmak "tür ayrımcılığı"
olarak damgalandı.
İnsanın özne rolünün küçültülmesi bizim insanlığımızın da ye
niden tanımlanmasına yol açar. Son yıllarda insanın aktif değil pa
sif yönünün öne çıkarılmasıyla birlikte, insanın yıkıcı ve zarar ve
rici potansiyeline dair kaygılar artmıştır. Risk yaratan bireyin ken
disi de risk altındadır. İnsan ilişkilerinin riskle özdeşleştirilmesiyle
99
beraber -bu konuya 3. ve 4. B ölümlerde değinilecektir-, yaşam sü
rekli bir alarm durumuna dönüşür. B u tür tavırlar da kuşkuculuğu
ve panik eğilimini güçlendirir.
1 00
D . PA N İ GE DOGRU G i D iŞ
!Ol
suzlanması, toplumun karşısındaki sorunları çözernediğini kabul
lendiğini gösterir. Bu hem bireyseı etkileşimler hem de daha genel
toplumsal süreçler düzeyinde geçerlidir.
Toplumun soğukkanlılığını yitirdiğinin en açık belirtisi, yaşam
mücadelesinin kaçınılmaz bir biçimde yarattığı gerilimleri ve çeliş
kileri çözsün diye başvurulan aracıların kurumsallaşmasıdır. Bu
eğilimin altında, insanların kendi sorunlarını çözecek durumda ol
madığı duygusu saklıdır. Günümüzde, "hırslı" 1 980' lerle "ihti
mamlı" 1 990' ların birbiriyle karşılaştırılması da bu duygunun bir
yansımasıdır. Bu tür karşılaştırmalarda örtük olarak, bireyin kendi
çıkarını aramasına bir eleştiri ve bir düzenleme talebi bulunur. Bu
tavır genelde kişisel h ırsa dönük ciddi bir eleştiri olarak algılansa
bile bunun insanın potansiyelini baltalama yolunda bir çaba olarak
görülmesi de mümkündür.
Günümüzdeki güvensizliğin yoğun bir risk bilincine yol açma
sının nedeni, toplum-birey ilişkisindeki değişirnde gizlidir. Birçok
yazar, son yıllarda Batı toplumlarında görülen önlenemez bireysel
leşme sürecine dair yorumlarda bulundu. Ekonomik koşullardaki
değişim emek piyasasını güvensiz hale getirmiş ve toplumsal hiz
metlerin sağlanması sorumluluğu büyük ölçüde devletten bireyin
omuzlarına kaymıştır. İşin ve toplumsal hizmetlerin bireye kalması
yaşam mücadelesini kişisel bir sorun haline getirmiştir. Mintel ta
rafından yayımlanan yeni bir raporun ortaya koyduğu gibi, İngilte
re'deki yetişkinler geleceğe korkuyla bakıyor.3' Birçok yetişkin
(yüzde 6 1) en çok sağlık konusunda kaygı duyuyor. Sağlığa yapı
lan bu vurgu son derece önemli. Sağlık, suç ve kişisel güvenlik gi
bi konuların yaşam mücadelesinin bireyselleşmesinde önemli bir
rolü var.
Ancak elbette, bireyselleşme sürecinin tek kaynağı emek piya
sasındaki değişim değildir. Ekonomideki bu değişime, toplumun
her alanındaki kurum ve ilişkilerin dönüşümü eşlik ediyor. Siyasi
partilere ve sendikalara katılımın azalması, insanlar arasındaki ge
leneksel dayanışma biçimlerinin yıprandığını gösteriyor. Bunun en
açık örneği geleneksel işçi sınıfı örgütlerinin çöküşü. Birçok ana-
34. Bkz. Independent, 1 6 Mayıs 1 996.
10 2
akım yazar bu gelişmeyi cemaat bilincinin çöküşü olarak yorumla
dı. Aile gibi temel bir kurum bile bu süreçten nasibini aldı. Aile
bağların ın ve ilişkilerinin değişmesinin insan hayatı üzerinde ciddi
bir etkisi oldu. Bugün, her üç çocuktan biri evlilik dışı. Evlenenle
rin büyük bir yüzdesi boşan ıyor. Güvenli aile yaşamı ideali bu ko
şullar altında nadiren gerçekleşiyor.
Ekonomideki durgunluk ve toplumsal kurumlardaki zayıflama
birbirini perçinliyor ve toplumsal çözülme artıyor. Toplumsal bü
tünlük sorunu bireylerin gündelik yaşamını da etkiliyor. Eski gün
delik yaşam tarzını ve gelenekleri olduğu gibi kabullenmek müm
kün değil artık. Ailenin, bir destek kaynağı olarak rolü dahi tartışı
lıyor. Bu koşullar altında, yakın geçmişten miras alınan beklentiler
ve davramş biçimleri gelecekteki davranışianınıza rehberlik edemez
hale geliyor. İnsanlar arasında otuz yıl önce var olan ilişkiler bugün
kü sorunlarla nasıl baş edeceğimize dair pek bir şey söylemiyor.
Bireyselleşme süreci hiç de yeni bir olgu değil. Cemaatlerin ve
eski dayanışına biçimlerinin parçalanması, örgütlü dinin gerileyişi,
coğrafi hareketlilik ve şehirleşme kapitalizmin gelişmesinin temel
öğeleri. Ancak bugünkü bireyselleşme geçmişten farklı. Geçmişte,
belirli kurumların erozyonunu takiben yeni dayanışına biçimleri
oluşturuluyordu. Böylece, 1 9. yüzyılda özel alanm genişlemesine
paralel olarak kooperatifler, sendikalar, kitle hareketleri ve başka
kolektif oluşumlar ortaya çıkmıştı. Bugün bu tür oluşumların olma
yışının bir sorun olduğunu herkes kabul ediyor. Günümüzde, bu tür
geniş toplumsal ağların bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışan bir
çok inisiyatif var. Yardımlaşma amacıyla kurulan gruplar, danışına
hatları ve danışmanlık hizmeti gibi inisiyatiiler bireyler arasında
organik bağların eksik oluşunu telafi etmeye çalışıyor.
Bireyi toplumdaki diğer insanlara bağlayan kurumların nispeten
zayıf oluşu yalılılmışlık halini daha da yoğunlaştırıyor. Bireyselle
şen kişi kendisini daha korumasız hissediyor. Artık birçok insan fi
ilen yapayalnız. Bu tür bir toplumsal yalıtılmışlık güvensizlik duy
gusunu şiddetlendiriyor. Toplumun karakteristik saplantılarının -
sağlık ve güvenlik gibi- birçoğu bu tür bir toplumsal yalıtılmışlığııı
ürünüdür.
1 03
Toplumsal değerlerle ilgili bir uzlaşma olmadığı için bireyin
parçalanmışlık duygusu daha da ağırlaşmaktadır. Birçok geleneksel
norm sorgulaııır oldu. İngiliz gazeteleri her üç çocuktan birinin ev
lilik dışı olduğunu yazdığında bazı yazarlar geleneksel "gayri meş
ru" terimini kullanırken, diğerleri bu aşağılayıcı ifadeyi kullanma
maya özen gösterdi. Guardian ' ııı köşeyazarlarından biri The Ti
mes'ı batıl inançlı ve önyargılı olmakla eleştirdi.)5 Neyin doğru .ne
yin yanlış olduğu gibi temel sorularla ilgili bu tür tartışmalar her
zaman olagelmiştir. Bugünkü farklılık ise ahlakııı ve temel normla
rın daha sık ve daha yoğun bir biçimde sorgulanması. Temel davra
nış normlarına dair bir uzlaşmanın olmayışı, yaşamın belirsiz oldu
ğu hissini daha da körüklüyor. Çocuk ve aile arasındaki ilişki gibi
temel sorunlarda da uzlaşma olmadığından, insan yaşamının çeşit
li yönleriyle ilgili kafa karışıklığı giderek derinleşiyor.
Toplumsal roller sürekli değişirken ve neyin doğru neyin yanlış
olduğu tamamen belirsizken, insanların geleceklerinden emin ola
maması gayet doğaldır. Bütün bu süreçler bireyselleşme sürecini
derinleştirir. Sonuç olarak ortaya tamamen pimpirikli bir birey çı
kar.
E. KONTROL D U YG U S U N UN AZALMA S I
1 04
şim, bir diğer nedeni de ebeveyn-çocuk ve kadın-erkek ilişkilerin
deki dönüşüm ve günümüzde kabul edilebilir clavranışın ne olduğu
nun net olmayışıdır. Uzun zamandır sorgulanmadan yaşanan ana
babalık ve aile yaşamı, artık hiç de o kadar net değildir. Her şey be
lirsiz gibi gözüküyor. Ana-babalık adeta bir mayın tarlasına dönüş
tü. Bu gelişmeler yüzünden kontrol duygusu yitirildikçe, güvensiz
lik hissi artıyor ve risk duygusu güçleniyor. Ailenin, üyelerinin ço
ğu risk altında olan tehlikeli bir alan olarak görülmesi hiç de şaşır
tıcı gelmiyor. Ev artık bir yuva olarak değil; çocukların taciz riskiy
le, kadınların aile içi şiddet riskiyle yüzyüze olduğu vahşi bir �r
man olarak resmediliyor.
Aynı şe�kilde iş hayatındaki değişimler de, iş arkadaşları arasın
daki ilişkinin olduğu gibi kabul edilmesini imkansız kılıyor. Taciz
ve zorbalık gibi konulardaki yeni saplantı, işyerinin insanın risk al
tında bu.l.unduğu bir yer olarak görüldüğünün ifadesi. Erkek ve ka
dın ilişkilerindeki değişim, eski varsayımları geçersiz kılıyor. Artık
bir bakış veya mimik, bir sevgi belirtisi olarak da, taeizin hafif bir
biçimi olarak da algılanabiliyor. Tecavüz ve taciz kavramlarının ta
nımı konusunda yaşanan tartışmalar, her şeyin belirsizleştiği bir du
rumun nasıl bir risk patlamasına yol açabildiğinin en iyi göstergesi.
Geçmişte de doğru davranış biçiminin ne olduğu konusunda bir
kafa karışıklığı mevcuttu, ancak bugün bu kafa karışıklığı oldukça
gerilimli ve risklerle dolu bir ahlaki ortam şeklinde ortaya çıkıyor.
6. Bölümde geliştirilen argümanlardan biri ahlaki görüşlerin artık
genellikle risk terimleriyle ifade edildiği. Başkasını riske atan kişi,
neden olduğu musibet yüzünden her zaman lanetlenir ve suçlanır.
Ancak bu lanetierne artık ahlaki yönü ağır basan bir söylem kulla
nılarak yapılmıyor; risk yaratan birey, sağlık ve güvenlik gerekçe
leriyle eleştirilir oldu. Eski ahlak anlayışı, yalnız anneleri ahlaksız
lık gerekçesiyle hedef alırken, yeni yaklaşım hamile bir kadını si
gara ya da içki içerek çocuğunu riske attığı için eleştiriyor.
Ancak eski ahlaki kalıpların gerilemesi yüzünden bireyin ken
di yaşam ının kontrolünü yitirdiğini hissederek yaşadığı değer çatış
masının, yeni risk ahlakı tarafından çözüldüğü söylenemez. Bu ça
tışma, güvensizlik hissini iyice güçlendirir. Kendimizi savunmasız
1 05
ve tehlike altında hissederiz. Bugün kişisel güvenliği bu derece
sapiantı haline getirmemizin nedeni herhangi bir teknolojinin kont
rolden çıkması korkusundan ziyade bu deneyimdir. S onuçta, risk
altında olmak yaşamın bir parçası olarak kabullenilir.
"Yaşamak risk altında olmaktır", fikri özellikle çocuklar sözko
nusu olduğunda apaçık ortaya çıkıyor. Günümüzdeki çocukluk tar
tıŞmalarında her gün yeni bir tehdit keşfediliyor. Çocukların, yeriş
kinlerin taeizi kadar, kendi arkadaşlarının zorbalığına ve tacizine
maruz kaldığı varsayılıyor. S ürekli olarak erkek şiddetinden kay
naklanan riskle karşı karşıya olduğu düşünülen kadınların duru
muy la ilgili tartışmalara da, son on yıldır güvenlik sorunu hakim
durumda. Erkeklerin dahi artık yeni riskler altında olduğu söyleni
yor. Erkeklikle ilgili yeni literatürde güçlü bir "eri! yönelimi" olan
kişilerin sağlıklarını riske attığı, zira erkek rolünün katılığı yüzün
den erkeklerin ihtiyaç duyduğu yardımı isteyemediği belirtiliyor.3"
Kontrol duygusunun yitimi en temel insan faaliyetlerini bile güven
lik meselesine dönüştürüyor. Seksten ve gıdalarımızdan kaynakla
nan riskiere dair uyarılar sürekli yapılır oldu. Acaba bu tür takınti
ların yabacılara karşı kuşkuculuğumuzu artırması ve kişisel güven
liğimize yönelik suç, trafik terörü ve başka tehlikeler karşısında pa
niğe kapılma eğilimimizi güçlendirmesi çok mu şaşırtıcı?
Hiçbir şeyin kesin olmadığı bir varoluş tarzının güvensizlik do
ğuracağı gayet açıktır. Fakat bu tür bir güvensizlik her zaman, oto
matik olarak bir risk bilincine dönüşmez. Bu dönüşümü gerçekleş
tiren etken, insanlıkla ilgili hayallerin yıkılmasıdır. B ireyselleşme
süreciyle toplumsal karamsarlık hali örtüşünce, toplum yaşamına
katılmamn önemini küçümseyen bir kinizm ortaya çıkar. İnsanoğ
lunun sorun çözme becerisine karşı duyulan bu güvensizlik kişinin
savunmasızlık duygusunu daha da artırır. Dolayısıyla, toplumdaki
panik eğilimini besleyen şey, güvensizlik hissinin ve insanın çö
zümlcrinin tükendiği duygusunun çakışınasıdır.
36. Bkz. Kaplan, M. ve Marks G. ( 1 995) "Appraisal of Health Risks: The Role of
Mascu linity, Femininity and Sex", Sociology of Health and 11/ness, c. 1 7, no. 2, s.
207.
1 06
lll
Taciz kültürü
·
Risk bilinciyle ilgili literatürde değinilen esas meseleler tehlikele
rin gerçekliğiyle bu tehlikelerin algılanış biçimi arasındaki ilişkidir.
Bu literatürde özellikle çevre ve sağlık gibi fiziksel riskler ele alı
nır. İnsan ilişkilerinden kaynaklanan riskler, bu literatürde olsa ol
sa ikincil bir yer tutar. Bu bölümün ve hatta bu kitabın ana temala
rından biri, çevre kirliliği korkusundaki artışın günümüzdeki soru
nun boyutlarından sadece biri olduğudur; çevre kirliliği konusun
daki kaygılarla, varoluşsal ve ahlaki korkular iç içe geçmiş durum
dadır artık. Dolayısıyla, çevre kirliliği konusundaki yoğun kaygı
kadar, bireyin kirletilmesi ya da taciz konusundaki görülmemiş
sapiantı da içinde bulunduğumuz dönemin temel özellikleri arasın
dadır.
107
Yukarıda değindiğimiz risk patlaması süreci, taeizin abartılına
sına paralel olarak ilerliyor. 1 980' lerden beri taciz deneyiminin
normalleştirilınesiyle -yani olağandışı bir şey olmaktan çıkartılma
sıyla- birlikte, insanlar birbirlerine farklı gözle bakmaya başladı.
Taeizin müthiş yaygın olduğu, birçok insanın bundan etkilendiği ve
zarar gördüğü son derece yaygın kabul gören bir fikir. Şiddet dal
gasının yükseldiği sanısıyla, herkesin potansiyel bir tacizci ya · da
kurban olarak görüldüğü bir ahlaki ortamda, bu tür iddialar kolay
ca benimseniyor. İşte, bu bölümde de tacize uğrayan kişi ya da bir
diğer insandan zarar gören birey ele alınıyor.
1 08
!ayan bir öğretmen bundan ana-babaların sorumlu olduğunu düşü
nüyor. Ana-babalar da kendi çocuklarını kucaklayan öğretmenlerin
tamamen masum olup olmadığından şüphe ediyor. Bu güvensizlik
akrabalara ve komşulara da yöneltiliyor. Taeizin insanlığın yaşadı
ğı rutin tehlikelerden biri olarak görüldüğü bu atmosfer, anne ve
baba arasındaki ilişkiyi de etkiliyor. Henüz 5 ya da 6 yaşında olan
çocuklar, "tetikte" olmaları konusunda "duyarlı" hale getiriliyor ve
çocuk, tasavvuruna derin kökler salan güvensizlik duygusuyla bir
likte büyüyor. Ancak bazı uzmanlara, bu ölçüde bir güvensizlik eği
timi bile yeterli gelmiyor. Bu konudaki bir monografide çocuklara
aşılanan duyarlılığın sadece yetişkinlerle sınırlı olması eleştirilmiş:
"Günümüzde çocuklar, yetişkinlerden kaynaklanan taeizi kavraya
cak, buna direnecek ve bunu bildirecek şekilde sosyalleştiriliyor;
ancak kendi arkadaşlarından kaynaklanan taciz konusunda buna
benzer bir çaba gösterilmiyor".1 Korku ve güvensizlik temelinde
ilerleyen bu sosyalleşme sürecinin ne anlama geldiği ise nadiren
sorgulanıyor.
Taciz deneyiminin rutinleştirilmesi yüzünden insan davranışları
karşısında hissedilen yoğun şüphe insanları sapkınlığın en küçük
ihtimali karşısında bile yetkililere başvurmaya itiyor. Kelimeler ve
hareketler, özellikle de bir çocuk sözkonusu ysa, en olumsuz biçim
de yorumlanıyor. Birkaç örneğe bakalım. Harvard'da fotoğrafçılık
eğitimi alan Toni Marie Angeli, 1 995 kasımında bir fotoğraf labo
ratuvarına gittiğinde, teknisyenierin Angeli'nin 4 yaşındaki oğlu
nun resimlerinde pornografi unsuru bulunduğunu polise bildirmesi
üzerine tutuklandı. Fotoğraflarda, babasının havaya kaldırdığı gü
len bir oğlan çocuğu görülüyordu. İnsanlar, geçmişte bir sevgi ve
şefkat ifadesi olarak görülecek olan bu resmi, mesleki ahlaksızlık
olarak yorumlamıştı. Toni Marie Angeli ' nin ödevinin başlığı "Bir
Çocuğun Çıplaklığındaki Masumiyet"ti. Herhalde, An geli 'yi ke
lepçeleyip tutuklayan polis, bu ödevin anlamıyla ilgili daha güncel
bir yoruma sahipti.2
1 . Ambert, A.M. (1 994) 'A Qualitative Study of Peer Abuse and lts Effects', Jour
nal of Marriage and the Family, Şubat, s. 1 20.
2. Bkz. Granfield, M. ( 1 996) 'The Malester Within', New York Times Homepage,
Haziran.
1 09
İngiltere'de yaşanan Ju!ia Somerville vakası, taciz beklentisi
nin, ahlak konusunda nasıl tutucu ve insan düşmanı bir ortam ya
rattığıııı gözler önüne seriyor. Tanınmış bir haber sunucusu olan Ju
lia Somerville ve erkek arkadaşı Jeremy D ix on, 1 995 kasımında,
fotoğraf laboratuvarında çalışan bir asistanın ihbarı üzerine tutuk
landılar. Gerekçe, Dixon'un tab edilsin diye bıraktığı filmlerden bi
rinde, S omerville'in kızının hanyoda çekilmiş 28 kare fotoğrafının
olmasıydı. B oots the Chemist adlı fotoğraf mağazaları zincirinden
birinde çalışan stüdyo asistanı durumu üstlerine bildirmişti ve çift
bu yüzden gözaltına alınmıştı.
Sözkonusu resimlerin milyonlarca ana-babanın çektiği fotoğraf
lardan bir farkı olduğunu; çocuklar kumsalda, bahçede ya da han
yoda çıplakken çekilen öteki resimlerden farklı olduğunu ne Boots,
ne de polis iddia ediyordu. Bu resimler konusunda bütün dünyayı
ayağa kaldıran S heldon Atkinson bile, "çocuk gülümsüyordu ve üz
gün ya da kaygılı gözükmüyordu" demek zorunda kaldı. Anlaşılan,
dülekandaki asistanı harekete geçiren şey Dixon'un resimlerden iki
kopya istemesiydi. Ayrıca, asistana göre bir iki resim anlaşılabilir
di ama, 28 resim "aşırı"ydı. Sonuçta sanıklar aleyhinde hiçbir kamt
bulunamadı ve serbest bırakıldılar.
B u olay İngiltere 'deki ahlaki atmosferin bazı yönlerini gözler
önüne seriyor. Somerville tanınmış bir kişi olduğu için, olay geniş
yankı buldu ve bilinen bir isim söz konusu olmasa hiçbir şekilde
duyulmayacak bir duruma böylece dikkat çekildi. B u olay sayesin
de, fotoğraf laboratuvarlarında çalışan kişilerin sübyancılık ve aile
içi pornografiye karşı ücretsiz casusluk yaptığı anlaşıldı. Örneğin,
bir anne, büyükanneye Noel hediyesi olarak göndermek üzere 3 ya
şındaki kızının çıplak resmini çektiği için tutuklandı. Bu vaka da,
sözde uzmanların taciz olaylarını ortaya çıkarma konusunda ne ka
dar sapiantılı olduğunun bir kanıtıydı.
B irçok kişi, Somerville ve Dixon'un gördüğü muameleden ra
hatsız olduğu halde, Boots ' un ve polisin resimleri araştırma ve çif
ti tutuklama hakkını hemen hiç kimse sorgulamadı. Kamuoyunda
ki eleştiri büyük ölçüde medyanın rolüyle ve hikayenin gazetelere
sızma biçimiyle sınırlıydı. "Nasıl oldu da İngiltere, anası ya da ba-
1 10
bası çocuğunun birkaç çıplak resmini çekti diye olay çıkan bir ülke
haline geldi?" sorusunu soran çok az insan vardı. Geçmişte çocuk
ların çıplak resimleri güzelliği ve masumiyeti yansıtırdı. Sanatçılar
melek imgesini asırlardır, "güzel ve masum bir çocuk" biçiminde
tasavvur etmiştir. Bu vizyon elbette, insan hayal gücünün kaybolan
erdemlerini çocukluk imgesinde yeniden keşfetme çabasının yansı
masıydı. Ancak, bugünkü toplumun hayal gücü insan güzelliği fik
rini kabullenemiyor. Geçmişte saflığın simgesi olarak görülen bir
imge artık sapkınlığa giden yol olarak görülüyor. Masumiyeti ta
savvur dahi ederneme ve insan ruhunu sapkııı olarak görme eğilim
leri kesişiyor.
İ ngiliz "çocuk koruma endüstrisi" Somerville vakasını taeizle
mücadele konusunda atılan olumlu bir adım olarak değerlendirdi.
National Society for the Prevention of Cruelty to Children
(NSPCC- Çocuklan Kötü Muameleden Koruma Derneği) gibi ör
gütler, fazla tedbirden zarar gelmez düşüncesiyle Boots'un keyfi
müdahalesini savundular. British Association of Social Workers
(İngiltere Sosyal Hizmet Çalışanlan Birliği) başkanı Clive C.
Walsh, Guardian'daki yazısında, Somerville'in maruz kaldığı mu
ameleyi eleştirrnek yerine, Somerville'den "herkesi, kendisinden
istendiğinde açıklama yapmaya çağırmasını" istedi ve sübyancılığa
karşı başlatılan savaşa destek olmaya çağırdı. Walsh' ın örtük ola
rak verdiği, "tacizci olmadığını ispatla" mesajı, o dönemdeki insan
düşmanı atmosferin iyi bir örneğiydi.
Taciz teması Batı kültürünün en ayırt edici niteliklerinden biri
haline gelmiştir artık. Terimin bu kadar sık kullanılması ve taciz
olarak tanımlanan olayların sayısındaki artış, bu olgunun günümüz
kültüründe ne kadar önemli olduğunun göstergesidir. Taciz tehlike
sini kamuoyuna yayan kişiler, eğitimcilerin ve medyanın bu tehli
ke üzerinde yeterince durmadığını iddia ediyor. Bu kişiler taciz teh
likesiyle ilgili daha fazla uyan yapılmasıııı talep ediyor. Hatta, bü
tün medya organlannın bu konuyu bir sapiantı haline getirdiğini
söylemek mümkün. İ ngiltere'deki popüler pembe diziler bu tema
dan bol bol yararlanıyor. ABD'de ise talk showlar taciz meselesini
normalleştirdi. Cinsel taciz Hollywood filmleri ve romanlarında da
lll
çok sevilen bir konu. Fiziksel ve cinsel taciz, günümüzdeki eğlen
ce sektörünün de merkezinde. Liverpool 'da geçen Brookside adlı
pembe dizi (Kanal 4) eş dövme ve çocuğa yönelik cinsel taciz te
,
Aile içi şiddet konulu araştırmalarda son on yılda görülen artış, he/ki
de sosyal hilimlerdeki hütün diğer önemli konulardan daha hız/ıdır.
Çocuk ve eşe yönelik istismar dışında; yaşlılar haşta olmak üzere, ana
hahaya yönelik şiddete ve jlörtlerde yaşanan şiddet ve tacize yönelik
birçok araştırma gerçekleştirilmiştir.'
ı 14
"Satanik" taciz ofarak tamm/anan haz1 vaka/ann yamlt1c1 olduğu ve
aktaran kişiterin haz1 durumlarda psikoz ge�·inli({i do,�ru ofahilir. An
cak eğer hu iddiafann hazılan doğruysa, e,�er ortadaki gerçeği göre
cek cesareti gösterenıediysek. . . hu olayfamı gizli hir hiçimde devanı et
mesine g öz yunıuyor olahifiriz; neredeyse hiç kimsenin hu olayların
gerçekliğine inanmaması hunu daha da kolaylaştmr.'
7. Casement P. (1 994} 'The Wish Not to Know', Sinason, V. (der.) Treating Sur
vivors of Satanisi Abuse (Londra. Routledge). s.24.
8. Mesela, bkz, i ngiliz MSF sendikası n ı n işyerinde zorbalı k konulu broşürü
(1 995). s. 3 .
9. Mesela, bkz, Leeds University Union, Code o f Conduct, 8. bölüm.
1 O. Pritchard, J . (1 995) The Abuse of O/der People: A Training Manua/ for Delec
tion and Prevention (Londra: JKP), s. 27.
1 15
liği Uygulama Yönetmeliği'ne göre, "Taciz; fiziksel, cinsel, psiko
lojik ve finansal olarak tanımlanabilir. Taciz kasıtlı, kasıtsız, ya da
ihmal kaynaklı olabilir. Yaşlı bir insan geçici olarak ya da belirli bir
süre için bu tacizden zarar görür."11
Başka bir deyişle, yaşlı tacizinin kapsamına herşey girebilir.
Yaşlı insanların hoşuna gitmeyen her şey taciz söylemiyle dile ge
tirilir. Yaşlı kişiye ait ufacık bir şeyin alınması ya da aşırılması gi
bi olaylar fi n ansal taciz olarak tanımlanıp birden ciddiyet kazanır.
Taeizin öznel bir biçimde yorumlanmasının tek sonucu aile içi
ve diğer kişiler arası taciz biçimlerinin abartılması değildir. B ir di
ğer sonuç da, taeizle ilişkilendirilen hareketlerin kapsamının sürek
li genişlemesidir. Geçmişte kötü alışkanlık olarak değerlendirilen
birçok davranış -aşırı yemek yeme, içki içme gibi- artık taciz kabul
ediliyor. Daha da kötüsü, geçmişte rutin görülen davranışlar artık
taciz olarak yeniden tanımlanıyor. Belirli bir hareket taciz olarak
tanımlanır tanımlanmaz sıra bir başkasına geliyor.
Taeizin sıradanlaşmasına özellikle yaşlı taeizi konusunda sık
rastlanır. Bir ihmalin veya istemeden edilen bir hakaretİn dahi, fi
ziksel şiddet olarak görülmesi ve genel geçer bir sözcük olan taei
zin kapsamı na alınmasıyla birlikte, yaşlıların hayatı sürekli bir ka
rabasana dönüşür.
Yaşli tacizi, yaşlı bir insanda rahatsızlık ve ıstn·aha yol açan kötü bir
muamele olarak tammlanahilil: .. hu tek bir olayla sınırlı olahi/eceği
gibi, taciz eden tarajin kasıtlı bir hareketinden ya da ihmalinden kay
naklanan sürekli bir davramşm parçası da olabili1: Hem kadm hem de
erkek yaşlilar tacize maruz kalabildiği gibi bakıcılar da haktıklan ki
şinin tacizine u,�rayahilir. Taciz, herhangi bir evde; sürekli ya da geçi
ci hakını hizmeti veren bir hakıcının evinde; bir hastanede ya da yatı
12
lı veya günlük h ir bakımevi gibi kurumlarda gerçekleşehilil:
Tek bir davranışla sürekli bir davranışı, ihmalle kasıtı aynı kefeye
koyan bir kavramiaştırmanın ne kadar bütünlüklü olduğu şüphe gö-
1 1 Social Services lnspectorate ( 1 993) Social Services lnspectorate Guidelines.
.
1 16
türür. Masalda olduğu gibi, yolda oyalanırsak kötü kalpli kurt her
yerde karşımıza çıkabilir.
Zorbalık (hullying) da en hızlı biçimde yayılan taciz ilişkilerin
den biridir. Geçmişte ergenlik çağının olumsuz yönlerinden biri
olarak kabul edilen zorbalık, günümüzde kurbanını derinden yara
Iayan bir patoloji olarak görülüyor. "Zorbalık endüstrisi" de, zorba
lık kavramının kapsamı da, devasa bir hızla büyüyor. Yaşlı taeizi
gibi, zorbalığın da tanımı değişkendir. Ancak kelime özellikle, baş
ka bir şahsa yönelik "olumsuz davraııış"lara vurgu yapar. Bu konu
nun uzmanları da, diğer taciz türlerinde olduğu gibi, istatistiklerde
ki rakamlara dayanarak konunun aciliyetini vurgulamakta. S ayıla
ra bakılırsa, her beş ya da dört okul çocuğundan biri zorbalığa ma
ruz kalıyor. Ancak eldeki verileri daha yakından incelediğimizde,
her zamanki gibi, zorbalık kavramına yüklenen anlamın son derece
muğlak olduğunu görüyoruz. Zorbalık olarak tanımlanan davranış
ların birçoğu, eskiden isim-takma denen olayın kapsamındadır. B a
zı uzmanlar doğrudan zorbalık ile dolaylı zorbalık arasında, yani
açık saldırı ile sosyal yalıtım arasında bile ayrıma gidiyor. B ir kişi
nin arkadaş çevresine alınmaması dahi zorbalığın bir çeşidi olarak
görülür. Uzmanlar, reddetme ve dışlama gibi arkadaşlar arası ilişki
leri zorbalık söylemini kullanarak yeniden tanımlıyor. Duygusal
zorbalık olarak kabul edilen dışlanma, artık zorbalığın en acı veren
çeşidi olarak görülüyor.13 B öylece, birçok çocuğun sosyal becerile
rini ve özgüvenini geliştirme sürecinde yaşadığı ortak zorluklar, ye
ni bir taciz türünün sonuçları olarak algılanıyor.
Zorbalığın sıradanlaştırılması ve abartılması nedeniyle arkadaş
lar arasındaki bütün gerilimli ilişkiler bir taciz meselesine dönüşü
yor. Çocukların yaşadığı zorlu deneyimlerin böylesine kolay bir bi
çimde, geniş kabul gören bir patolojiye dönüştürülmesi yüzünden,
herkes zorbalığa maruz kalma iddiasında bulunabiliyor. Artık zor-
atry and Allied Disciplines, c. 35, no.?, s . 1 1 73. Ayrıca zorbalık istatistiklerinde
isim takma davranışının tuttuğu yer içi n , bkz. Smith, P. ve Sharp, S. (der.) ( 1 99 1 )
School Bullying: lnsights and Perspectives (Londra. Routledge), s. 1 6. v e 'Pupils
·
1 18
kan o ünlü makalesinde ortaya aııığı bu idd i a tecavüz s a l g ı ıı ı ııı n
,
1 19
tünsel bir olgu"dur. Jalna Hanmcr ve Mary Maynard, cril şiddeti -
ister tecavüz ister aile içi şiddet olsun- bağımsız bir davranış olarak
görmenin yanlış olduğunu belirtiyor. Yazarlar, bu tür hareketlerin
diğer erkek davranışlarıyla yakından ilişkisi olduğunu düşünüyor.
Ayrıca yazarlar, bu tür hareketlerin -tecavüz, aile içi şiddet, teşhir
cilik, rahatsız edici telefonlar- "eril iktidar" olarak adlandırdıkları
olgunun bir yansıması olarak görülmesini talep ediyor. '� Böylece
birbirinden ayrı bir dizi davranış tecavüzle yöntemsel açıdan ilişki
lendiriliyor. Ancak, erkek davranışlarının bu şekilde sentezlenerek
bütünsel bir şiddet olgusuna ulaşılması sonucunda tek tek davranış
ların önemi de azalmış oluyor.
Eril şiddet kavramının kapsamının genişlemesinin en güçlü ör
neği "cinsel şiddet yelpazesi" tezidir. Bu teze göre, eri! şiddet, bir
çok cinsel baskı davranışını kapsayan bir yelpaze olarak düşünüle
bilir. Taciz kavramının tanımı sürekli olarak genişlediği için, yelpa
zenin bir ucunda sıradan bir bakış, diğer ucunda ise cinayet bulu
nur. Bu tez, pis bir şakadan fiziksel saldırıya kadar her şeyi, erkek
şiddeti şeklinde bir ortak paydada birleştirdİğİ için, şiddete maruz
kalan kurbanların sayısı büyük ölçüde artar. Erkeklerin sıradan
davranışları bile tecavüzün habercisi olarak görülür.
Şiddet yelpazesi tezini kanıtlamak için kullanılan yöntem insan
ilişkilerini büyük ölçüde çarpıtır. Yelpaze konusundaki iddialar am
pirik çalışmalardan yola çıktığı halde, neyin şiddet ve tecavüz ol
duğu araştırmacıların yorumlarına bağlıdır. Örneğin, Mary Koss ta
rafından sunulan ve her dört kadından birinin tecavüze uğradığı
şeklindeki bir istatistik, kurban olarak görülen kişilerin algılayışına
değil, yazarın kendi yorumlarına dayanmaktadır. Koss' u eleştİren
bir yazara göre, Koss tarafından tecavüz kurbanı olarak görülen ki
şilerin yüzde 7 3 ' ü tecavüze uğradığını düşünmüyordu ve bunların
yüzde 42'si de sözkonusu erkekle kendi isteğiyle cinsel ilişkiye gir
diğini belirtiyordu.'9 Araştırmacılar, örneklernde yer alan kişilerin
görüşlerini bir kenara atıp tecavüz kavramının tanımı üzerinde bir
1 20
tekel kurunca, astronomik sayılara ulaşılması an meselesidir.
Tecavüzün ve eri! şiddetin diğer türlerinin yorumlanış tarzının
giderek genişlemesiyle beraber "kadın kurbandır" yaklaşımının te
melleri atılmış olur. Bu görüşün bir sonucu, bütün kadınların, çoğu
hiçbir zaman şiddete maruz kalmamış olsa da, sanki buna maruz
kalmış gibi davranması gerektiğidir. B öylece, kadınlar "kolektif bir
kurban"a dönüşür. Bu tezin savunucularından birinin belirttiği gibi:
121
İnsan ilişkisi "temel unsurlar"ına indirgendiğinde en olmadık bağ
lantıları kurmak mümkün hale gelir. Örneğin yemek yemek ve
yaınyaınlık tck bir yelpazeye yerleştirilebilir, zira her iki davranış
da aynı temel unsuru içermektedir.
Sosyologların sorunun toplumsal boyutunu son derece rahat bir
biçimde bir kenara itnıcsi de erkek şiddetinin ne kadar abartılı bir
biçimde tasavvur edildiğinin bir başka göstergesi. Eri! şiddetin ya
lıtılmasıyla, buna adeta aşkın bir nitelik kazandırılıyor. Giddens 'e
göre, "kadınları aşağılama dürtüsü, muhtemelen erkek psikolojisi
nin tipik bir özelliğidir"." Eğer durum gerçekten böyleyse ve hete
roseksüel ilişkiler mutlaka bir şiddet unsuru içeriyorsa, bu, taeizin
bütün ilişkilerin temel özelliği olduğu anlamına gelir.
İnsan ilişkilerinin birçok çeşidinin taciz içerdiği yolundaki bu
iddialar pek fazla eleştiriyle karşılaşınıyor. Herkesin risk altında ol
duğu inancının hakim olduğu bir toplum için pek de şaşırtıcı bir du
rum sayılamaz bu. Taciz paniklerinin bireyler düzeyinde yarattığı
etki, risk bilincinin çevre ve genel sosyal süreçler düzeyinde yarat
tığı etkinin aynısı. Uzmanların yorumuna göre, kişiliğimiz taeizle
böylesine işgal edildikten sonra, eskiye dönmemiz imkansızdır. Ta
ciz, çevre kirlil(�i korkumuzun bireysel ilişkiler düzleminde bürün
dü,�ü biçimdir. Taciz kelimesi geleneksel olarak istismar, kötüye
kullanma ve sapıklıkla i1işki1endiri1irken, aynı zamanda şiddet, kir
lenme ve kirletme çağrışıınlarını da barındırıyordu. Onsekizinci
yüzyılda, "kendini-taciz etme" kelimesi "kendini-kirletme" olarak
tanımlanırdı.13 B ugün ise kişinin kendisini kirletmesine değil, baş
kalarını kirletmesine vurgu yapılıyor. B izim risk bilincimize, belki
de çevre kirliliği korkusundan çok, bu tür bir kirlenme anlayışı ha
kim.
Taciz söyleminin temel önemi, çelişki ve gerilim ilişkilerini kir
lilik metaforuyla açıklamasında gizlidir. İnsan kirliliğinin etkileri
de, toksik atıkların etkileri gibi uzun vadelidir. İnsanlararası ilişki
lerin her gün bir çeşidini potansiyel bir taciz olarak tanımlama şek
lindeki bu insan düşmanı eğilim, insanlığın lanetlenmesini getirir.
22. Giddens, Modernity and Self ldentity, s.l 2 1 .
23. Bkz. Shorter Oxford Dictionary (1 965). s . l 834.
1 22
Bütün insan ilişkilerinin toksik bir potansiyel taşıdığım ileri süren
Iere göre, bu ilişkilerin dikkatli bir biçimde yönetimi ve kontrolü
şarttır. iıısamn soysuzlaştığı şeklindeki bu inancı savunan kişiler,
.
özel hayatı açıklarken patoloji terimlerini kullanır. Kaminer'in be
lirttiği gibi, bu kişiler, ailcyi, "insanların ' toksik' utanç, 'toksik' öf
ke, ' toksik' güvensizlik, bir dizi 'toksik' bağımlılık ve özel yaşam
konusunda 'toksik' bir sapiantı ürettiği", bir "hastalık yuvası" ola
rak görür.1'1 Günümüzdeki taciz kültürü, tıpkı herkesin günahkar ol
duğunu iddia eden eski dini anlayışlar gibi, tüm insanların zarar
gördüğünü ve yardıma muhtaç olduğunu iddia ediyor.
B . TAC İ Z DÖ N G Ü S Ü
1 23
Hayatta kalmak, taciz kültüründeki temel ilkedir ve insanlar
travmatik olaylardan sonra hayatta kalmayı başarmış kişiler olarak
görülür. Bu insanlar zarar görmüş kişiler olarak algılanır. Bu zararı
açıkça kabullenmek de kişinin sosyal rolünün bir parçasıdır. Konu"
nun "uzman"ı bir yazar şöyle diyor:
26. Coward, R. ( 1 989) The Who/e Truth' The Myth of Alternative Health (Londra:
Faber and Faber). s. 1 02-3.
27. Morgan, J. ve Zedner, L. ( 1 992) Child Victims: Crime lmpact and Criminal
justice (Oxford: Ciarendon Paperbacks), s. 1 83.
1 24
lar, Uzun Vadeli Bir Risk Altındadır" başlıklı bir çalışma da benzer
bir sonuca varıyordu." Bu çalışma, arkadaşlar tarafından dışlanma
nın uzun vadede, suça yönelme, okulu terk etme ve psikopatoloji
gibi sonuçları olduğunu belirtiyor. Çocukluklarında cinsel tacize
maruz kalan yetişkinlerle ilgili bir çalışmanın yazarları da, aynı şe
kilde, bu kişilerin "ciddi bir zarara maruz kalmış insanlar olduğu ve
diğer yetişkinlere kıyasla daha sık hastaneye başvurduğu" sonucu
nu çıkarıyor. Bu kişilerde, "kilo sorunu, aşırı alkol ve hap kullanı
mı ve spastik kolon sendromu daha yaygındır".29
"Taciz döngüsü" teorisi, taeizin uzun vadeli zararları olduğu id
diasına entelektüel açıdan ciddiyet kazandırır. Şiddetin kuşaktan
kuşağa aktanldığı iddiası, aile içi şiddet literatüründe en yaygın ka
bul gören iddialardan biridir. Bu tezi savunanlar, taeizin bir kuşak
tan diğerine geçtiğini ileri sürer. Taciz eden kişi de çocukken taci
ze uğramıştır ve onun kurbanları da aynı suçu işleyecektir. Dolayı
sıyla taciz kurbanda son bulmaz; taeizin adeta gelecek kuşaklarda
devam eden, kendine ait bir yaşamı vardır.
Taciz döngüsü tezi, bu iddiayı destekleyecek ciddi kanıtlar ol
madığı halde, tartışılmaz bir gerçek konumuna yerleşmiştir. Ancak
eldeki veriler son derece tartışmalıdır. Şiddetin şiddeti doğurduğu
şeklindeki görüş, retrospektif araştırmalara dayanır. Bu tür araştır
malar genelde saldırgan olan veya olmayan, çeşitli yaşlardaki er
kekleri karşılaştırarak, saldırgan olan kişilerin geçmişte tacize ma
ruz kalıp kalmadığını inceler. Bu tür çalışmaların birçok tartışmalı
yanı vardır. S orunlu yönlerden biri, kişinin hafızasına büyük ölçü
de bel bağlanmasıdır. Bu tür çalışmaların bir diğer zayıf yönü, ço
cukken yaşanan taeizle yetişkin olduktan sonra uygulanan taciz
arasında kurulan bağlantıdır. Arada doğrudan bir neden-sonuç iliş
kisi kurulabilir mi; yani yetişkinlik dönemindeki saldırganlığın
kaynağı geçmişteki taciz deneyimi midir, yoksa davranışı belirle-
1 25
yen başka etkenler var mıdır? Tek bir değişkeni -uğranılan tacizi
diğerlerinden ayırıp gelecekteki taciz davranışıyla aralarında do
laysız bir ilişki kurmak, birçok toplumsal olgunun üzerinden atla
mak demektir.
Geçmişte yaşanan şiddet deneyiminin aşkın bir güç düzeyine
yükseltilmesinin temelinde, vahşete maruz kalan kişinin kendisinin
de vahşileşeceği, şeklindeki yaygı n kanı yatar. Bir kitapta, yaşlı ta
cizi konusunda yapılan spekülasyonlar bu modele dayandırılıyor:
1 26
başlaması gerektiği düşünülür, çünkü bu durumda "çocukların şid
dete maruz kalma ve dolayısıyla ilerde saldırgantaşma tehlikesi en
aza inecektir".31
Gülbenkyan Vakfı'nın raporu taciz döngüsü tezini bütünsel bir
şekilde sunuyor. B u raporda, şiddetin kökeninin "kesin bir biçim
de" belirlenmesinin mümkün olmadığı söylense de, aslında burada
ki temel etkenin aile içi şiddet olduğuna kesin gözüyle bakılıyor.
Raporun ana fikri şiddetin şiddeti doğurduğu görüşü. Raporun ya
zarları, aile içi .şiddet dışında, yoksulluk, ailelerin parçalanması, al
kolizm ve medya gibi etkenleri de değerlendiriyor. Ancak raporda
bütün bu etkenierin çocuklar üzerindeki etkisinin "dolaylı" olduğu
sonucuna varılıyor. Ana-baba kaynaklı şiddet, çocuklar üzerinde
"doğrudan" etkisi bulunan tek değişken olarak kabul ediliyor. Ra
porda şöyle argüman yürütülüyor:
1 27
det unsuruna ayrı bir rol biçilmiş. Aile içi şiddet, diğer toplumsal
yaşantıların aksine davranışları doğrudan şekillendirme kudretine
sahip bir güç. Şiddet içeren bir disiplin yönteminin davranış üzerin
de yarattığı doğrudan etki, herhangi bir açıklamayı gereksiz kılacak
ölçüde açık bir gerçek olarak kabul ediliyor.32
Raporda, çocuklar bir defa şiddete maruz kaldıktan sonra olan
olmuştur, gibi kaderci bir varsayım var. "YeÜşkinin saldırganlığıııın
en temel habercisi çocukluktaki şiddet olduğuna göre, ergenlik ça
ğı geldiğinde yetişkinlik dönemindeki saldırganlığın tohumları
çoktan atılmıştır diyebiliriz".33 Demek ki, yetişkin saldırganlığının
temelleri çocukluk döneminde çoktan oluşmuştur artık. Şiddet un
sorunun herhangi bir toplumsal belirlenimden uzak, bağımsız bir
değişken olarak görülmesi, şiddeti tedavisi olmayan bir hastalık ha
line getirir. Olan olduktan sonra, hiçbir müdahalenin kar etmediği
böyle bir durumu açıklayan en iyi terimler patoloji terimleridir; ni
tekim raporda geçen, "şiddetin belirtileri hızla artar, bir 'salgın ' gi
bi yayılır," türü ifadeler buna iyi birer örnek.34
Çocukluktaki şiddet deneyimini, yetişkinlik dönemi suçlarının
sorumlusu olarak görmek, toplumu aklamak demektir. Geleceğin
canileri olan çocuk suçluların yaratılmasının sorumluluğu aileye
mal edilir. Böylece, şiddet daha genel güç ilişkilerinden bağımsız
bir hale gelir. Şiddet kelimesi, bağlarnından kopanldığında hem ya
ramaz bir çocuğun, hem bir tecavüzcünün, hem de savaş alanında
ki bir grup askerin davranışlarını açıklamak için kullanılabilir. Ça
resizlik yüzünden yapılan bir hareketle, binlerce insanın yaşamını
etkileyen planlı manevralar aynı kefeye konur.
Karakter gelişiminde çocukluk döneminin oynadığı role atfedi
len önem, insanla ilgili son derece determinist bir yaklaşımın sonu
cudur. Bu yaklaşıma göre, insanın yetişkinlik çağı önceden çocuk
luk deneyimi tarafından belirlenmiştir. Yetişkinken yaşadığımız sa
yısız deneyim, çocukken yaşadığımız tek bir taciz deneyiminin ya
nında hiç kalır. Yunan tragedyalarında olduğu gibi, hayatımız bo-
1 28
yu nca ancak kaderimizin gerçekleşmesine tanık olabiliriz. Bu saye
de, insanlar; kendilerini bağımsız karar alan özneler olarak değil,
aile yaşamının kurbanları olarak görmeye zorlanır. Bu kültürün yı
kıcı etkileri son derece açıktır. Yetişkinlik çağmdaki sorunların
açıklaması tamamen geçmişte yatar. İnsanoğlu sadece geçmişinin
kurbanı olmakla kalmaz, gelecek kuşaklara zarar vermeye de mah
kumdur.
Taciz döngüsü tezi, tacize uğrayan çocukların kendilerinin de
bir tacizci olma yolunda ileriediği bir dünya çizer. Yerel bir Lond
ra gazetesinin "Geleceğin Sapıklarını Yakalamak için Fon Ayrılı
yor" başlığı da bu anlayıştan yola çıkmıştı. Hackney Gazzette ' in
haberine göre, şehir meclisi, "potansiyel sübyancıları ve tecavüzcü
leri, topluma zararlı hale gelmeden tespit etmek," hedefini güden
bir projeye fon ayırmıştı. Projenin amacı, "cinsel suça ve sübyancı
lığa eğilimli gençleri taciz davranışından erken yaşlarda uzaklaştır
mak"tı.3; Yani, gençlerin davranışlarını şekillendirmek için, "aile
bir şiddet okuludur", fikrinden yola çıkmal< şarttır.
Dolayısıyla taciz asla sonu gelmeyen bir deneyimdir. Kuşaktan
kuşağa, ana-babadan çocuğa aktarılan bir hastalıktır. Bütün bunlar
bizi neredeyse İncil'dekine paralel bir insan anlayışına götürür.
Ana-babanın günahları çocuklara geçer. Yapılan yanlış bir daha dü
zeltilemez. Taciz deneyiminin kişide açtığı yara ömür boyu kapan
maz; gelecek kuşaklar da bu davranışların bedelini ödemeye devam
eder.
Taciz kültürü, güçsüzlük kavramını yeniden tanımlar. Gelenek
sel suç anlayışının aksine, şiddet bir seferlik bir olay değildir. Taei
zin etkileri kurbanın bedeninde ve ruhunda süregider. Bu etkiler ya
şam boyu devam eder. Ayrıca, bu etkiler kurbanın yaşamının tüm
yönlerini etkileyecek kadar derine işler. Bağımlılıklar, yemek yeme
bozuklukları ve fobiler, bu, müebbet cezanın çeşitli görünümleridir.
Kurban bu travmayı kabullenirse onunla daha kolay baş edebilir.
Taciz endüstrisinde çalışan birçok profesyonel uzman, sorunlarını
kendi başına çözmeye çalışan kurbanları yüksek sesle uyarır. Bazı
terapi uzmanları bağımlılığı ve diğer sorunları bireysel çabalarla
35. Bkz. Hackney Gazette, 4 Nisan 1 996.
FCJÖN/Korku Kültürü 1 29
aşma girişimlerini "mükemrneliyet kompleksi"nin belirtisi olarak
damgalar. Kaminer, bu terapi uzmanlarının yaklaşımılll şu şekilde
özetler: Hasta olduğunu kabul et ve iyileşen insanlar sürüsüne ka
tıl; eğer bunu reddedersen bir "inkarcı" olursun.36 Profesyonel da
nışmanlık hizmetini reddetmek kurbanın sorununun ne kadar ciddi
olduğunun bir göstergesi sayılır.
Taciz patolojisinin en zararlı yönlerinden biri, insanın kendi -ha
yatını kontrol altına alma çabasını kırmasıdır. Bugün taciz olarak
nitelediğimiz sorunlarla baş etmek geçmişte hayatın doğal bir par
çası olarak görülürdü. B irçok insan yaşadığı korkunç trajedilere
rağmen, bu deneyimlerin yarattığı acıyı aşabiliyordu. Hatta, acıyla
mücadele etmek insana güç veriyordu. Oysa "taciz endüstrisi"ne
göre, uzman yardımı almadan bu tür bir acının üzerine gitmenin
kendisi bir sorundur. Örneğin, Edinburgh'da suça maruz kalan ço
cuklarla ilgili bir araştırma "çocukların birbirlerine destek olarak
mağduriyete karşı koymak durumuna gelmesi"ni olumsuz bir geliş
me olarak yorumluyor.37 Başka bir deyişle, çocuklar büyürken, ya
şadıkları zorluklara kendileri çözüm üretiyordu; yazarlar ise, bu
karşılıklı yardımiaşmayı onaylamak yerine resmi bir müdahale ol
mamasını eleştiriyordu. Ne yazık ki, taciz patoloj isi kendi kendini
doğru çıkaran bir kehanet gibidir. Kendisine zorluklarla baş etmek
için yardıma ihtiyacı olduğu sürekli olarak tekrarlanan bir insan,
sonunda sorunlarını kendi başına çözmekte zorlanır. Taciz kültürü
kişisel güçsüzlüğü olumlar ve insanların hedeflerini aşağıya çeker.
C . YETERSiZ İ N S A NLAR
1 30
beceri ve imkanların altı çiziliyor. Bu anlayışa göre, son yıllarda bi
reyi aşan zorluklar ve deneyimlerin sayısı büyük ölçüde artmıştır.
"Baş cdemeıne" sorununun kurgulanış biçimi de, taeizle aynı çiz
giyi izler. Taeizin kapsaınının genişlemesi gibi, bireyin baş edcıne
yeceği varsayılan durumların sayısı da artmıştır. Artık, ana-babalık
gibi en temel yetişkin rolleri bile özel ihtiınam gerektirmektedir. İn
sanların "ana-babalık becerisi" eğitimi alarak, zavallı atalarının
eğitimcilerin ve danışmanların yardımı olmadan yapmak zorunda
kaldığı görevleri başarabilmesi artık mümkündür.
Profesyonel rehberlik hizmetlerindeki devasa artış, "baş edeme
me" eğiliminin en açık göstergelerinden biri. 1 980 yılında, British
Association for Counselling'e (BAC- İ ngiliz Danışmanlık Dernek
leri Birliği) 1 800 kişi ve 1 60 örgüt üyeydi. 1 993 yılına gelindiğin
de, derneğin üye sayısı 10.000 kişi ve 500 örgüte çıkmıştı.
BAC'nin bugün ayda 300 danışmanı işe aldığı söyleniyor. ı• Konuy
la ilgili bir çalışmaya göre, bu büyümenin nedeni "çoğu insanın, tck
başına baş edebilme imkanı bulamadığı birtakım sorunlarla karşı
laştığını kabul etmesi"dir. ı9
İnsanların, geçmişte gündelik yaşamın bir parçası olarak görü
Icn sorunlarla baş edecek "yeterli imkana" sahip olmadığı görüşü,
yaygın kabul görüyor. Okullarda, danışmanlar yakın geçmişte aile
nin özel meseleleri olarak kabul edilen konularla uğraşıyor. Danış
manlar sadece okuila ilişkili sorunlarla değil, işten çıkarılına, bo
şanma, alkolizm, beslenme bozuklukları ve ailedeki ölümlerle de
ilgileniyor. Birçok kurumda danışmanlık zorunlu h izmet haline ge
liyor. Sendikalar, polis gibi kurumlar ve British Medical Associati·
on (İngiliz Tabipler Birliği) gibi meslek örgütleri, üyelerine danış
manlık hizmeti sunuyor. İngiltere'de resmi piyango idaresi olan
Camelot, bütün kazanan talihlilere danışmanlık hizmeti veriyor.
Bugünlerde, ne zaman,ciddi bir meselcnin altını çizmek istesek,
bu alanda profesyonel rehberlik hizmeti verildiğini belirtiyoruz.
"Onlar hala bir uzmandan yardım görüyor" ifadesi kullanılarak du-
131
rumun vehameti ifade ediliyor. Daha da ciddi durumlarda, belirli
kişilerin uzun süre danışmanlık hizmetine ihtiyaç duyacağı söyle
nir. B ir keresinde, bu kitabın yazarına anlatılan trajik bir okul kaza
sından dört yıl sonra, ana-habalara mektup gönderilmiş ve kendile
rine danışmanlık hizmeti verilebileceği belirtilmişti. Gayet mutlu
bir biçimde yaşamlarını sürdüren ana-babalara, danışmanlarla ko
nuşmayı reddetmelerinin garip olduğu hissettirilmişti.
Danışmanlık olgusu, kişinin uzmanların müdahalesi olmadan
kendi sorunlarıyla baş ederneyeceği mesaj ını veriyor. Danışmanlı
ğın kurumsallaşması en çok, başta yüksek öğrenim olmak üzere
eğitim alanında ilerlemiş durumda. İngiliz üniversitelerindeki öğ
renciler sürekli rehberlik hizmeti alır. Üniversite tuvaletlerinin du
varlarına çeşitli rehberlik hizmetlerini duyuran uzun listeler asılır.
İngiltere' deki bir kampüse giren dışardan bir kişi üniversite yaşa
mının son derece karmaşık risklerle dolu olduğunu ve uzmanlardan
yardım almadan başarılı olmanın imkansız olduğunu düşünecektir.
Kendi becerilerine hayran olan danışmanlar bu izlenimi daha da
güçlendirmeye uğraşır ve öğretim görevlilerine, öğrencilerin "özel
beceriler veya eğitim" gerektiren sorunlarına karışmamaları uyarı
sında bulunur.40
"Danışmanlık devrimi"nin temel varsayımı olan, baş ederneme
sorunu, hastalık ve bağımlılık terimleriyle açıklanır. Taciz patoloji
si, genel olarak insan ilişkilerinin açıklandığı model olarak kabul
edilir. Birçok deneyim, hastalık dili kullanılarak tıbbi bir niteliğe
büründürülür. Deneyimlerin tıbbi hale gelmesinin en büyük etkisi
bir dizi yeni bozukluğun ve sorunun icat edilmesidir. Taciz döngü
sü teorisinin en önemli başarılarından biri olan, davranışın bir bo
zukluğa ya da hastalığa dönüştürülmesi, psikolojik bozukluk çeşit
lerinin her gün artmasıyla birlikte gündelik bir gerçek haline gel
miştir.
B u bozuklukların tümü -sosyal fobi, travma sonrası stres bozuk
luğu, dikkat eksikliği, vb.- taciz deneyimiyle aynı modeli izler.
---- ----
1 32
B unlar davranışları şekillendiren ve yaşam boyu süren koşullardır.
Aynen virüsler, mikroplar ya da zehirler gibi, insana bir kere bulaş
tığında, bunların etkisini azaltacak pek birşey yapılamaz. Kişinin
davranışları tamamen bunların varlığıyla açıklamr. Örneğin bir ki
şi, "stres altındayım" dediğinde, hemen, bilinmeyen bir dış gücün
kişinin davranışlarını etkilediği sonucunu çıkarırız. Kuşkusuz, bir
stres danışmanı açısından bu durum gerekli ritüellere başlamak için
bir fırsattır.
Taciz olaylarında olduğu gibi , her geçen gün yeni bozukluklar
ve sorunlar keşfediliyor. Artık bütün davranış biçimlerine tıbbi bir
etiket yapıştırılıyor. Geçmişte kötü alışkanlık saydığımız olguları
artık bağımlılık sınıfına sokuyoruz. Alkolizm diğer obsesif davra
nışlar için bir model oluşturuyor: örneğin belirli obsesyonları olan
kişilere alışveriş-kolik, seks-kolik ve iş-kolik deniyor. Dolayısıyla,
sıklıkla ve yoğun olarak sevme ve sevitme gereksinimi hisseden ki
şiler ABD ' de seks bağımiısı olarak damgalanıyor. Modernite bo
yunca insanlar eş seçimi konusunda yanlış kararlar vermiş, bu eş
lerle aşırı uzun süre birlikte olmuş ve sonunda her şeyi bırakıp bir
sevgili aramaya koyulmuşlardır. Çoğu insanın paylaştığı bu dene
yimi anlatmak için günümüzde hastalık ve bağımlılık söylemine
başvuruyoruz. American Association on Sexual Addiction Prob
lems (Amerika Cinsel B ağımlılık Sorunları Derneği) tüm Amerika
lıların yüzde 10 ila l S ' inin -yaklaşık 25 milyon kişi- seks bağımlı
sı olduğunu tahmin ediyor!4 1
Seks bağımlılığının ayrı bir bozukluk olarak kurgulanması, in
san ilişkilerinin belirsiz yönlerinin tıbbi açıklamalar kullanılarak
basitleştirildiğini gösteriyor. Bu sorunu açıklamak için hazırlanan
monografiler, herkesin uzun zamandır bildiği bir durumu sadece
tıbbi terimlerle yeniden ifade ediyor. Bu tür bir çalışma, seks ba
ğımlılığını, kişinin iç durumunu düzene koymak için dışsal davra
nışlara bağımlı olması şeklinde tanımlıyor. Başka bir deyişle, ken
dimizle barışık olamadığımızdan, dışardan destek almaya çalışıyo-
1 33
ru z.'� "Seks düşkü nlüğü" ya da "seks ınüptelalığı" gibi terimler
gündelik davraııışları patolojik bir hale sokuyor.
Obsesif davranışları bir bağımlılığa dön.üştürmenin bir yolu , ob
sesif davranışların ve alkolizınin çeşitli yön leri arasında bir benzer
lik kurmak. Böylece, bilgisayar oyunu bağııniısı olan çocukların si
gara ve içki tiryakileri ile aynı zevki aldığını ve dolayısıyla ciddi
bir sorun yaşadığını öğreniyoruz.'3 Ayrıca, alışverişi abartıp bağım
lı hale gelen kişilerin gerçek bir hastalığın pençesinde olduğunu,
çünkü alışveriş bağımlılığının "kumar ve alkol müptelalığıyla aynı
şiddette bir hastalık derecesine gclebildiği"ni duyuyoruz. Kendi de
yimiyle, "iyileşınekte olan bir gıda bağımlısı" olan Amerikalı dok
tor Kay Sheppard'a göre, çoğu gıda bağıınlısı, alkolik bir aileden
geliyor. Sheppard, gıda bağımlılığının alkolizın kadar ciddi bir so
run olduğunun altını çiziyor.'' Geçmişte alkolizmin yıkıcı etkileri
ne maruz kalmış olmak da yeni keşfedilmiş bağımlılıklarla aynı so
nuçlara yol açıyor.
Ayrıca, bağımlılıklar giderek bir hastalık olarak resmediliyor.
Geçmişte aşırı yeme ya da obezite olarak adlandırılacak olan gıda
bağımlılığı, bugün fiziksel bir hastalığa dönüştü. Kay Sheppard,
"bu durum gıda müptelalığı, aşırı kilo takıntısı ve yenilen miktar
üzerindeki kontrolün kaybolmasıyla nitelenen fiziksel bir hastalık
tır" diyor. Bu saplantılar, vücutta "aşırı miktarda karbonhidrat iste
mine yol açan" fizyolojik veya biyokimyasal bir durumun sonucu
olarak betimleniyor.'; Seks bağımlılığı kavramını savunanlar da tec
daviyi hastalık tanımlamasına bağlıyor. Amerikalı bir uzman, tera
pi ve farmakoterapinin birlikte kullanılmasını; Malezyalı bir yazar
da hastalığın tedavisdçin başka ilaçların yanında klomipramin (an
ti-depresan bir ilaç) alınmasını öneriyor.'"
42. Goodman, A. (1 994) 'Diagnosis and Treatment of Sexual Addiction " Journal
of Sex and Marital Therapy, c. 1 9, no.3.
43. Bkz: 'Children Obsessed with Computer Games Show Symptoms of Addicti
on', Alcoholism and Orug Abuse Week/y, 1 O Mart 1 994.
44. 'Compulsive Shopping "Real l llness"', Guardian, 6 Ekim 1 996; ve Baker, L.
( 1 995) 'Food Addiction Deserves to Be Taken Just as Seriously as Alcoholism',
Addiction Letter. Haziran.
45. Agy.
46. Bkz. Goodman, agy., ve Azhar, M. ve Varma, S. (1 995) 'Response of Clomip
ramine in Sexual Addiction', European Psychiatry, c. 1 O, no. 5.
! 34
Davranışların tıbbileştirilmesi süreciyle beraber insan anlayışı
mız sürekli olarak yeniden tanımlanıyor. Davranışlarımızın tıbbi te
rimlerle betimlenen kısmı büyüdükçe, insan eylemine ayrılan alan
daralıyor. Diğer yandan da belirli bir hastalık ya da sorundan muz
darip olan kişilerin sayısı da sürekli artıyor. Yeni icad edilen ortak
bağımlılık (codependency) kavramı neredeyse herkese yakıştırılı
yor. ABD'de ilk çıktığında alkolik kocaları olan kadınların sorunla
rına gönderme yapan ortak-bağımlılık terimi, 1 9 80' l i yıllarda ba
ğımlılık danışmanları tarafından yeniden tanımlandı. Wendy Kra
mer' e göre, "bu terim artık sizin ya da size yakın herhangi bir kişi
nin yaşadığı, gerçek veya hayali herhangi bir bağımlılık için kulla
nılabiliyor". B öylece, fiilen tüm Amerikalılar ortak-bağımlı olarak
tanımlanabiliyor. Ortak-bağımlılığın kaynağı olarak kötü ana-baba
lar veya çocukluktaki taciz deneyimlerinin gösterilmesi de ilginç.
Böylece, taciz kültürünün kurbanları, dalaylı bir yoldan, daha da
artırılıyor. Herhangi bir davranışın nedeni, geçmişte yaşanan bir ta
ciz deneyiminde aranıyor.47
Yen i keşfedilen anksiyete bozukluklarının sayısında da müthiş
bir artış var. Kişisel performans ya da davranış sorunlarından, bir
sosyal-fobinin ya da bağımlı kişilik bozukluğu gibi bozuklukların
sorumlu olduğu düşünülüyor. B ir konuda yaşanan kafa karışıklığı,
kararsızlık ya da yaşamın herhangi bir alanındaki başarısızlıktan
kaynaklanan hayal kırıklığı kolayca bir anksiyete bozukluğunun
belirtisi olarak kabul ediliyor. Bu tür bir tanı, insanın yaşamla baş
ederken karşılaştığı zorlukları vurguluyor. "Baş edememc" durumu
doğallık kazanıyor. Bu bakış açısına göre insan özgürlüğe değil
yardıma muhtaç olduğundan, kişinin kendi yaşamını kontrol altına
alma çabası da hastalıklı bir davranış haline geliyor.
Davranışların tıbbileştirilmesi süreci sonucunda, insanlar kendi
eylemlerine fizyolojik ya da organik açıklamalar aramaya koyuldu.
Ana-baba, yaramaz çocuğunun "dikkat eksikliği hiperaktivite send
romu" ya da yeni bir anksiyete sendromu yaşadığını öğrendiği za
man rahatlıyor. Üniversitelerde de, başarısızlık ya da kötü perfor
mans tıbbi terimlerle açıklanıyor. Taciz kültürü bu sayede düşük
47. Kaminer, /'m Dysfunctional, s. 9- 1 3.
1 35
beklentileri meşrulaştırmak için kullanılıyor.
Taciz kültürü, insanların kendilerini bağımlı ya da hasta olarak
görmesine yol açıyor. Dolayısıyla insanların yaşamı gittikçe, kont
rol edemedikleri unsurların etkisine giriyor. İnsanın kendini belirle
mesinin önündeki engel, günümüzde kimliğin temel bileşenlerin
den biri haline gelmiştir. Bağımlılık ve hastalıklar kişinin kimliği
nin sabit ve ayrılmaz bir parçasıdır. Danışmanların, bağımlılıkların
hiçbir zaman tedavi edilemeyeceğini ısrarla belirtınesi yüzünden
"iyileşmekte olan bağımlı" gibi terimler türetilmiştir. Aldığımız ha
sar kontrol altına alınabilir ama asla ortadan kaldırılamaz. İnsan,
geçmişte yaşadıklarının kurbanı olarak görülür ve kendisini, bu
dünyada başardıkianna göre değil geçmişte başına gelenlere göre
tanımlar.
D. M A G D UR YA D A
K URBAN K İ M L i G İ N İ N GÜÇLEN MES i
1 36
me! kategorilerinden biri haline geldi. Ünlüler çocukken yaşadıkla
rı korkunç tacizleri ince ayrıntılarıyla anlatabilmek için birbiriyle
yarışıyor. BBC'ni n Prenses Diana ile yaptığı meşhur röportaj, ade
ta bu kurbanlar çağının sembolü oldu. Diana yüreğindeki yaraları
ilgilenen herkese anlatarak, çektiği ızdıraplarla fiilen övünüyordu.
Acı çekmekten mutluluk duyduğunu göstererek u lusun dert anası
olmaya soyunuyordu.
Bireyin iç acılarını kamuoyunda teşhir etmesi günümüzde bü
yük takdir topluyor. Bu durum bireyleri ve grupları acılı deneyim
lerine dayanarak çeşitli talepler ileri sürmeye teşvik ediyor. Yaşam
la baş ederneme ve çeşitli zorluklar yaşama, çocuklukta yaşanan
travmatik olaylara bağlanıyar ve travmatik olarak kabul edilen bu
olayların sayısı da her geçen gün artıyor. 1 996 yılı başlarında, Bri
tish Medical Journal, çocukken sünnet edilen erkeklerin oluşturdu
ğu bir mağdurlar grubunun üyesi olan 20 kişinin imzasını taşıyan
bir mektubu yayımladı. Mektup şu cümle ile başlıyordu: "Biz, ço
cukken İngiltere'de doktorlar tarafından sünnet edilen ve bu yüz
den zarar gördüğünü düşünen yetişkin erkekleriz."4K Bu kişiler na
sıl bir zarar gördüklerini belirtmiyordu, ancak ABD ' deki benzer
gruplara bakarsak, onların yakınmalarının gerekçesini öğrenebili
riz. Bu kişiler, sünnet yüzünden sakat kaldıklarını, psikolojik zarar
gördüklerini ve açıkta kalan organları giderek duyarsız hale geldi
ği için seksin daha az mutluluk verir hale geldiğini söylediler.
Sünneti bir tacize dönüştürme çabası, toplumun yeni kurbanlar
keşfetme isteğinin kaygı verici başka bir örneğidir. İnsan Yahudi ve
Müslümanların yüzyıllardır hayatta kalmayı başarabilmesi karşı
sında neredeyse hayrete düşüyor. Fakat toplum bu kurban statüsü
iddialarını geçersiz bir iddia olarak geri çevirmek yerine tartışılmaz
bir gerçek olarak kabulleniyor.
İngiltere' de erkek dergileri ve gazeteleri sünnet edilmiş erkek
lerin sorunlarını ciddi bir mesele olarak ele aldı. Örneğin, Maxim
dergisi, Joy of Uncircumcising! Restore Your Birthright and Ma
ximize Your Sexual Pleasure (Sünnet Tedavisiyle Gelen Mutluluk!
Doğuştan Gelen Bu Hakkımza Sahip Çıkın ve Cinsel Mutluluğunu-
48. British Medi�al Journal,_ 1 O Şubat 1 996, s . 377.
1 37
zu En Üst Düzeye Çıkarın) kitabının yazarı, Amerikalı psikolog
Jim B igelow 'un bulguların ı içeren birçok makale yayımladı. Guar
dian ise, sünnetli erkeklerin, seksten aldıkları hazzın azald ığı ve
"bir sakatlık ve eksiklik hissi" yaşadıkları yolundaki açıklamaları
nı yayımladı. Kanal 4 bir belgesel hazırlayarak sünnet ameliyatı sı
rasında (nadiren) yaşanan çeşitli sorunları ortaya koydu. Tüm bu
kampanyanın toplam etkisi sünnetin çocuk tacizinin bir türü oldu
ğu izieniminin yaratılmasıydı. Yen i bir taciz türü daha doğmuştu.
Normalde burada, sünneti çocuk tacizine dönüştürme çabaları
na değinmek pek anlamlı olmazdı. Her zaman, birçok kişi yaşadığı
sorunların sorumluluğunu ana-babasına yıkmaya çalışır. Ancak bu
kampanyanın en çarpıcı yönü, gazetecilerin ve medyanın en küçük
bir ilirazda bulunmamasıydı. Adeta gazeteciler sünnetli erkeklerin
iddialarını eleştirmekten utanıyordu. Sakat kalma iddası mutlak bir
sessizlikle karşılanıyordu. Tarihteki en eski cerrahi müdahalelerden
birinin bu kadar korkunç psikolojik etkileri olduğunun ortaya çık
ması neden bu kadar uzun zaman almıştı? Ya da, normalde gayet
açıksözlü_olan Yahudi ve Müslüman erkekler seks yaşamlarının ye
tersizliği konusunda neden yüzyıllarca suskun kalmıştı? Bu tür bir
h ikayeye prim veren bir medyanın satanik taciz ve benzeri iddiala
ra da göz yumması gayet aniaşılır bir durum.
Bu bölümde ele aldığımız diğer sorunlarda olduğu gibi, mağdu
riycl durumu da sonsuza kadar sürer. Açtığı yaralar gelecek kuşak
lara da geçer. Mağduriyet kavramını savunan kişiler, taciz kültürü
nün temel öğelerini kullanarak, bir kere kurban konumuna düşen
kişinin sonsuza kadar kurban kalacağını ima eder. Son zamanlarda,
ikinci ve üçüncü kuşaktan kurban olma iddiaları da moda olmuştur.
Yıllar önce kurban konumuna düşen bir kişinin akrabası olmak da
hi, kişinin yaşamında travmatik bir etki yapar. Psikoloji bilimi, dü
şünsel araçların ı devreye sokup, kurban olma durumunun sona er
meyeceği iddialarını meşrulaştırır. Travma sonrası stres bozukluğu
gibi sorunlar, travmanın süreklilik arzeden bir durum olduğunun al
tını çizer.
"Dolaylı kurban" kavramı da mağduriyet durumunun kapsamı
nı genişletmek için kullanılır. Örneğin, bir suça tanık olan ya da sa-
138
dece tanıdıkları bir kişinin başına kötü bir şey geldiğini bilen insan
lar potansiyel birer dalaylı kurbandır. Çocuk kurbaniara dikkat çe
ken yazarlar, bu dalaylı deneyimin önemine vurgu yapar.
1 39
mayı hedefleyen birçok girişimin yukarıdan başlatılmış olmasıdır.
İngiltere'de kurbanların ortaya çıkarılmasını ele alan önemli bir ça
lışmanın yazarı, 1964 yılında hazırlanan Suç Kaynaklı Yaralanma
ların Tazmini Planı'yla ilgili olarak "Bu plan sözkonusu kurbanlar
tarafından yürütülen kitlesel bir kampanyanın sonucu değildi" di
yor. Bu plan, profesyonel reformcular tarafından yapılan lobi çalış
malarının bir ürünüydü.50
Suçbilimcilerin savunduğu ve geniş kabul gören "keşfedilmeyi
bekleyen yalnız ve yalıtılmış bir grup insan var" fikri, gerçeği baş
aşağı çevirir. Bu görüş, belirli deneyimleri yaşayan kişileri kurban
kimliğine sokar. Bu sürecin en açık ifadesi de geriye dönük olarak
kurban çocuk kimliğinin yaratılmasıdır. Kurban çocuk tezini savu
nanlar, yetişkin dünyasının kendilerini engellemeye çalıştığını be
lirtiyor. Morgan ve Zedner, "yetişkinler, çocuklara karşı işlenen bir
çok suçu, bir tepki vermeyi gerektirecek kadar ciddi bulmadığı"
için çocukların kurban statüsünü "kazanmak" zorunda kaldığını be
lirtmiş. Yazarlar şöyle diyor: "Zorbalık, cezalandırma veya dövme
gibi az şiddet içeren rutin davranışlar, çocuklara yönelikse suç ola
rak görülmez. Böylece çocuklar kurban olarak kabul edilmez."5' İn
ce bir manevrayla çocuklar arasındaki "az şiddet içeren rutin dav
ranışlar," suça dönüştürülüyor. S uç veya taciz kelimelerinin anla
mındaki bu şişme yeni bir kurban grubunun ortaya çıkmasının ze
minini hazırlıyor. Morgan ve Zedner, kurban çocuk kavramının ica
dından önce, çocukların böyle bir statü kazanma çabasının olmadı
ğını zira kendilerini kurban olarak görmediğini atlıyor. Yazarların
verdiği istatistikler kurban tanımının abartılı olabileceğini gösteri
yor. Yazarlar, Oxford' da çocuklara yönelik en büyük suç kategori
sinin -kaydedilen suçların yüzde 57 'si- bisiklet hırsızlığı olduğunu
belirtmiş. B ugün Oxford' da bisikleti çalınan bütün çocuklar kurban
olarak kabul ediliyor. Birçoğumuzun çocukken bisikleti çalınmıştır.
Ama bu durum karşısında susup, kendimizi kurban olarak hissetti
ğimiz söylenebilir mi? Bu deneyim bize travma yaşattı mı? Yaşam
boyu taşıyacağımız yaralar aldık mı? Rehberlik hizmetine ihtiyaç
50. Rock, P. (1 990} Helping Victims of Crime (Oxford, Ciarendon Press), s. 87.
5 1 . Morgan ve Zedner. Chi/d Victims, s. 22.
1 40
duyduk mu? Bu Oxford örneğinin ilginç yönü, n ispeten önemsiz
çocukluk deneyimlerinin bile böylesine rahatça kurban kategorisi
ne yerleştirilmesidir.
Kurban kelimesi çocukların sözkonusu olduğu durumlarda, ke
limenin içini boşaltacak derecede kolaylıkla kullanılıyor. Gülbenk
yan Vakfı Raporu, kurban olma durumunu adeta çocukluğun belir
leyici özelliği haline getiriyor. Rapor, bunu, şiddet kelimesinin kap
samını, en küçük hareketi cinayetin hafif bir biçimi haline getirecek
ölçüde genişleterek yapıyor. Cinayet kadar, kardeşler arası kavga
lar da bu şiddet yelpazesinde yer alıyor. Yazarlar ABD ' de bir kar
deş kavgası salgını yaşandığını söyleyen bir çalışmaya gönderme
yapıyor. Bu çalışmaya göre her 1 000 çocuktan 8 00'ü "kardeş saldı
rısının kurbanı".n Geçmişte çocukların birbirlerinin saçını çekip
dalaşması normal yaramazlıklar olarak görülürdü. Bu davranışları,
kardeşe yönelik saldırı olarak görmek, birçok insanı kurban kerva
nına katmak demektir. Bu gelişme sonucunda çocuklar kendilerini
kurban olarak görmeye başlayacaktır. Kendi çocuklarının danış
manlık hizmeti alması gerektiğini düşünen bir toplum da, hiçbir za
man kurban sıkıntısı çekmeyecektir.
· Kurban araştırmaları alanında uzmanlaşan sosyal bilimciler, ko
nularına eleştirel bir açıdan nadiren yaklaşır ve kendi alanlarının
neden birden ön plana fırladığını nadiren sorgular. Bu bilim adam
larının tümü, görünmeyen kurbanların keşfedilmesinde oldukça
geç kalındığını söyler. Ancak, zorbalığın nasıl olup da birdenbire
ölüm kalım meselesine dönüştüğü sorusunu sormazlar. Çocukların
yüzyıllardır yaşadığı bir deneyimin son on beş yılda sorunsallaştı
rılınasının nedeni nedir? Ayrıca, "kurban" kavramı yaşadığımız dö
nemin sembolü haline nasıl gelmiştir?
Son yirmi yılda, kurban araştırmaları büyük önem kazandı. An
cak bu gelişmenin sebebi şu ana kadar görünmeyen insanların bir
den görünür hale gelmesi değildir. Kurban kavramının icadı belirli
şartlar altında gerçekleşti. Kurban kimliğinin ortaya çıkışını hazır
layan koşul risk bilincinin yoğunlaşmasıydı. İngiltere ve ABD 'de,
suç korkusunun artması ve risk algısının büyümesi, herkesin potan-
52. Gulbenkian Foundation Commission, Children·s Violence, s. 255.
141
siyel bir kurban olduğu duygusunu güçlendirdi. Ancak, suç ve suç
korkusu, herkesin risk altında olduğu inancını güçlendiren etken
lerden yalnız birkaçıydı.
Geçmişte, belirli bir şiddet olayından mağdur olan kişi kendisi
ni kurban olarak nitelemezdi. Bunun nedeni acı çekmemesi ya da
aldığı yaraları hayatının sonuna kadar taşımaması değil, bu deneyi
mi bir kimlik meselesi olarak görmemesiydi. İnsanlar bu tür bir du
rumu münascbetsiz bir olay olarak görse bile, bu olayın kendileri
ni kirlettiğini düşünmüyordu. İnsanlar ağır bir mağduriyet yaşadı
ğında bile, bu olayın onların kimliğini belirlemesi sözkonusu değil
di. Bugün ise, kurban olma durumunun bizi yaşam boyu etkilediği
inancı hakim. Bu, kimliğimizin temel bir parçası haline geliyor.
Davranışlanmiz büyük ölçüde bizim dışımızdaki güçlerin kontro
lünde olduğu için, kurban olma deneyimi de yeni bir anlam kazanı
yor. Hayatın öznesi değil nesnesi olduğumuz anlayışı, dışarıdan bir
gücün bize bir şeyler yaptığı hissini yaratıyor. Bu yüzden sürekli
olarak bir kaybetme hissi içerisindeyiz. Günüılıüzün ruh halini be
lirleyen duygu da kontrol duygusu değil, bu duygudur. Toplum, bir
suçtan ya da faciadan zarar gören kişileri, kayıplarına büyük bir an
lam yüklemeye itiyor. Öldürülen çocukların ebeveynleri, "çocuğu
muzun ölümü boşuna olmamalı" diyor. Çocuklarının ölüm nedeni
ni kamuoyuna duyuracak kampanyalar ve dernekler oluşturarak di
ğer insanları da belirli bir tehlike konusunda uyarıyorlar. İngilte
re'de isminde belirli bir kurbanın adını taşıyan ve kurban yakınları
tarafından kurulmuş, en az 300 yardım derneği var.
Kurban kültürüne yönelik eleştirilerin birçoğu parasal çıkar gi
bi çeşitli kişisel kazanç güdülerine dikkat çeker. B irçok kişinin çı
kar sağlamak amacıyla kendini kurban olarak gösterdiğine şüphe
yoktur. Ancak, kurban olgusunun kurumsallaşmasının tek nedeni
nin birtakım sahtekarlıklar olduğu düşünülemez. İşin ilginç yönü,
başkalarını kurban ettiği için suçlanan kişilerin de aynı sözleri kul
lanarak kendini savunmasıdır. Böylece, kadınlara yönelik şiddet
uygulamakla suçlanan erkeklerin kendilerini kurban olarak göster
diklerini görüyoruz. Memphis'te yapılan bir çalışma, "bütün erkek
ler potansiyel olarak cinsel saldırı kurbanıdır" şeklinde bir sonuca
1 42
varıyordu. İngiltere ' de işyerinde ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle
Equal Opportunities Commission ' a (EOC- Fırsat Eşitliği Komisyo
nu) şikayette bulunan erkekleri n sayısı kadınlardan fazla.') Anlaşı
lan şu ki toplumun bütün kesimleri bir mağduriyet iddiasında bulu
nuyor.
Kurban kimliğinin bu kadar yaygın oluşu, hepimizin risk altın
da olduğu düşüncesinin doğal bir sonucu. Kurban kimliğinin abar
tılması süreci, öznenin çaresizleştirilmesi sürecinin bir parçası ola
rak görülmelidir. Daha önce tartıştığımız süreçlerin birçoğu da ay
nı şekilde kurban kimliğinin abartılmasına hizmet eder. 2. Bö
lüm' de tartışılan bireyselleşme ve insanın çaresizleştirilmesi süreç
leri insan ilişki lerindeki güvenin zayıflamasının nedenleri arasında
dır. Bu kadar çok sayıda ilişkinin sorun haline getirilmesi, çaresiz
lik duyusunu güçlendirdi. Yaşlıların genç nesillerle ilgili düşünce
leri bu eğilimin iyi bir örneği. Birçok veri, hem ABD'de hem İngil
tere'de yaşlıların gençlerden korktuğunu gösteriyor. Güvensizliğin
bu kadar ciddi boyutlara varması, insan ilişkilerini potansiyel bir
tehlike kaynağı olarak gören yaygın bir ruh halinin belirtileri. "Risk
altında" olma bilinci, kolaylıkla kurban kimliğinin oluşumuna yol
açıyor.
Risk bilincinin yerleşmesi süreci, kurban kimliğinin oluşumu
nun tohumlarını taşıyordu. Ama bu potansiyel ancak ı 980'li yılla
rın özgül koşullarında gerçeğe dönüştü. Kurban kimliğinin politik
leşmesinin ı 980' li yıllarda gerçekleştiğini gözden kaçırmamak
önemlidir. Kurban kimliğinin bugün ulaştığı etkiyi anlamak için,
geçmişteki politikleşme sürecinin özgül koşullarını incelemek ge
rekir.
Kurban kimliği başlangıçta, politik yelpazenin sağında yer alan
güçlerle ilişkiliydi. Kurban meselesinin ABD'de 1 960' larda Cum
huriyetçi Barry Goldwater' ın başkanlık kampanyasının temel unsu
ru olması ilginçtir. ı 964 seçim kampanyasında, Goldwater, "sokak
larda işlenen suçlar"ı kampanyasının önemli bir parçası haline ge
tirdi. Bunu izleyen yıllarda "kanu n ve nizam" meselesi, Amerikalı
53. Lipscomb, G., Muram, G., Speck, D ve Mercer, P. ( 1 992) 'Male Victims of Se·
xual Assault', Journal of the American, Medical Association, c. 267, no.22.
1 43
sağcı politikacıların bildirgelerinde başköşeye yerleşti. Sağ kesimin
kampanyaları suç kurbanlarının, özellikle de sokak suçlarının kur
banlarının savunulmasını vurguluyordu. Seçtikleri hedef kitle "ses
siz çoğunluk" idi. Yanlış bir tanımlama olan bu ifade, liberal de
mokrat iktidarların yol açtığı eşitsizlikler yüzünden zarar gören
milyonlarca Amerikalıyı akla getiriyordu . Taciz kültürünün mucit
leri, görünmeyen ve bilinmeyen kurbanlardan bahsetmeden uzun
süre önce sessiz çoğunluk yaratılmıştı bile.
Kurban kimliğini politikleştiren kesimin sağ olması sadece ta
rihsel açıdan önemli bir olay değildir. Kurban kültürünü eleştİren
birçok kişinin sağcı olmasına rağmen, bu kişiler kurban kültürünün
kurumsallaşmasının neden 1 980' li yıllarda, yani Reagan ve Thatc
her döneminde gerçekleştiğini sorgulamaz. "Hırslı 80' ler" olarak
görülen bu dönemin aynı zamanda kurb�nların keşfedildiği dönem
olması bir paradoks gibi görülebilir. Liberal sosyal bilimciler İngil
tere' de kurbaniara verilen yardımların kurumsallaşmasının muha
fazakar içişleri bakanlarının döneminde başladığını kabul eder. İn
giltere'de 1 990 yılında muhafazakar bir hükümetin iktidarı sırasın
da yayımlanan Victim's Charter (Mağdur Hakları) belgesi, sağın bu
konuya verdiği önemin göstergesidir.54
Ancak kurbanların haklarının savunulması kesinlikle sadece
sağla sınırlı değildir. Bu konudaki birçok inisiyatif kendisine femi
nist, solcu ya da liberal diyen kişiler tarafından başlatılmıştır. 1 960
ve 1970' lerde sol, ciddi bir dönüşüm geçirdi. Yaşanan çeşitli olay
lar toplumsal dönüşüme olan inancı sarstı. Bu dönemde sol, geç
mişte değişimin öznesi olarak gördüğü birçok müttefikini kurban
olarak görmeye başladı. İşçi sınıfıyla ilgili literatür incelendiğinde
bu kayma açıkça görülür. O zamana kadar değişimin güçlü bir di
namiği olarak görülen işçiler kendi kontrollerinin dışındaki güçle
rin kurbanı olarak görülmeye başlandı. Kadın hareketinde de ben
zer bir durum yaşandı. 1 960'ların sonu ve 1 970' lerin başında femi
nistler kadınların kurban olarak resmedilmesine şiddetle karşı çık
mıştı. 1 970'lerin sonlarından itibaren bu anlayış tersine döndü.
Kampanyalar; dövülen, şiddete ve tecavüze uğrayan "kurban ka-
54. Rock, Helping Victims of Crime.
1 44
dın"ı vurgulamaya başladı. B ütün kadınların risk altında olduğu an
layışı da bu dönemde ortaya çıktı.
Sol ve feminist söylemin kurban kavni'm ına doğru kayışı , deği
şimin öznesi olarak insana duyulan güvensizliği yansıtıyordu. Git
tikçe daha çok insanın "yardıma muhtaç olduğu" ve " kadınların
güçlendirilmesi" gerektiği düşünülmeye başlandı. Kurban konu
sundaki birçok yeni fikir de bu cenahtan geldi. B ireyleri kötülüğün
kurbanı olarak gören geleneksel muhafazakar yazarların aksine, fe
minist ve sol görüşlü yazarlar insanları sistemin ya da patriyarka
nın kurbanı olarak resmetti. Sorunun çeşitli yönlerinin yorumlanış
tarzında farklar olsa da, herkes insanların kurban olduğu varsayımı
nı kabul ediyordu.
Hem sağın, hem solun varsayımları özellikle suç meselesinde
açıklıkla görülebilir. Sol, suçun marjinalliğe itilen kurbaniarına eği
lirken, sağ "kanun ve nizam"a vurgu yapar. İki tarafın kaygılarının
birleşmesiyle ortaya çıkansa kurbaniara yönelik geniş bir sempati
dalgası oldu. Bunun sonucunda, bütün tarafların insanların kurban
olma durumundan kurtulmasına gönderme yaptığı politik bir iklim
oluştu. Bu değişim, örneğin sendika alanında ciddi bir etki yarattı.
İngiltere'deki sendikalar bugün toplumu reforme etmeye değil,
üyelerini zorbalık ve tacizden korumaya çalışıyor. Geçmişte işçiler
düşük ücretlerden, kötü koşullardan, uzun çalışma �aatlerinden ve
işten atılma riskinden şikayet ederdi. Bugün ise işçiler, araştırmala
ra göre işyerlerinde bir salgın haline gelmiş olan stresten yakınıyor.
İşyerinde stres sendromunun ortaya çıkması, potansiyel militan
sendikacıların çaresiz bir kurbana dönüştürüldüğünün kesin bir
göstergesidir.
işyerindeki politik mücadelenin dönüşümü politik yaşamın sı
nırlarının değiştiğine işaret ediyor. Çocukluk döneminin politikleş
tirilmesi bu eğilimin belki de en açık belirtisi. B unun sonucunda,
muhafazakar politikanın geleneksel otorilerliğiy le, solun bireysel
sorunlara müdahale anlayışı bir senteze varıyor. Bu sentez, taciz
kültürünün politik yelpazenin tümünde yarattığı yankıyı açıklama
mıza yardımcı oluyor.
F (()ÖN/Korku Kültürü 1 45
IV
Tehlikeli yabancılada dolu bir dünya
1 46
ihtiyat ilkesi ilk kez çevre yönetimi alanında kullanılmış olsa
da, bu ilkede vücut bulan, geleceğin belirsizliği anlayışı, yaşamın
diğer alanlarını da etkilemiştir. Geleceğin -çevreninki de dahil- be
lirsiz olduğu düşüncesi, toplumun diğer konulardaki ruh halinden
ve tepkilerinden bağımsız olarak düşünülemez. Belirsizlik duygu
su, öncelikle çevre konusunda somutlaşmış olsa da, bu duygunun -
önceki bölümlerde belirtildiği gibi- varoluşsal bir temeli vardır.
Toplumun ihtiyatlı olmaktan kazançlı çıkacağı inancı, politik ve
toplumsal yaşama da yön verir. Konu ister seks, ister yeni teknolo
j iler olsun ; belirsiz bir dünyada benimsenecek en sağduyulu ölçü
ihtiyattır.
Belirsizlik ve dünyanın geleceği arasında kurulan bu ilişki, kişi
ler arasındaki davranışları da etkiler. Bunun nedeni ilişkilerin üze
rine kurulduğu temelin netliğini kaybetmesidir. Temel ilişkilerde
netliğin kaybolması, belirsizliğin kaynaklarından yalnızca biridir.
Karşılarındaki insana nasıl yaklaşacaklarını bilemeyen kişiler, ihti
yatlı olma ilkesini benimser. ihtiyat ilkesi sadece kişisel ilişkileri
etkilemekle kalmaz; sağlık ve cinsellik gibi konular da giderek bu
ilke ışığında değerlendirilir.
Önlem almanın kendisi hiç de yeni bir olgu değildir. İnsanlar
her zaman sağduyularını kullanıp kendilerini olası felaketlerden
korumuştur. Bugün ise ihtiyat, hayatımızın her alanını kapsayacak
derecede kurumsallaşmıştır. Bu kurumsallaşma genelde teknik bo
yutuyla, yani soru muluk sahibi bir biçimde davranıp riski en aza in
dirmek, olarak algılanmıştır. B u olgu, insan ilişkilerinin giderek be
lirsizleşen sonuçlarını düzenlemenin bir yolu olarak da görülebilir.
ihtiyat ilkesi, insanlar arasında şu ana kadar sorunsuz bir biçimde
yaşanan ilişkilerin bile artık gerilim yarattığı iddiasına dayanılarak
savunulur. B u durum, sonucu bilinerneyen deneyimlerin sayısının
giderek arttığı anlamına g�lir. Sonuçta, belirsiz ilişkilerin sayısı gi
derek artar.
İnsan ilişkilerindeki belirsizliğin büyümesinin ilginç bir yansı
ması, günümüzde gençler ve yaşlılar arasında yaşanan gerilimdir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde "kuşak farkı" da denen, ku
şak çatışması, yeni bir olgu değildir. isyankar gençlik, yüzyıllardır
1 47
edebiyatın önemli temalarından biri olmuştur. Ancak bugün, kuşak
lararası i lişkiler daha sorun! u bir boyut kazandı. Artık ınesele,
gençliğin eski kuşaklara karşı isyanı olmaktan çıkıp, yaşlılar ara
sında gözle görülür bir korku yaratma noktasına geldi. Araştırma
lar, birçok yaşlının gerçekten de çocuk ve gençlerden korktuğunu
gösteriyor. "Moruk pataklaına" ve "moruk marizleme" gibi ifadele
ri n kullanılınaya başlandığı bir dönemde, yaşlıların şiddet tehdidi
karşlSlnda korkuya kapılması pek de şaşırtıcı değil. Nüfusun yaş
lanması meselesini ele alan bazı yazarlar, toplumsal kaynakların
kıtlığı yüzünden çeşitli kuşaklar arasında çatışma yaşandığı gibi bir
spekülasyon yapıyor. Yaşlı nüfusun büyümesinin gençlerin sırtm
daki yükü giderek artırdığı belirtiliyor. OECD ise, bu tür bir kaynak
çatışması, "bütün kamusal emeklilik programlarının üzerine kurulu
olduğu ku�aklararası dayanışma kavramını riske almaktadır," di
yor.2
Kuşaklararası dayanışmanın zayıflamasınm olası sonuçları,
emeklilik programlarının da ötesine geçecektir. Bu dayanışmanın
yıpranması kaçınılmaz olarak, insan ilişkilerini de etkileyecektir.
Eğer yaşlılar toplumun sırtında bir yük, topluma hiçbir katkı sun
mayan bir grup olarak görülürse, gençler de yaşlılara pek anlayış
göstermez. Yaşlılar, bir bilgelik ya da başvuru kaynağı olarak gö
rülmek yerine, en iyi ihtimalle bir kenara atılacak, en kötü ihtimal
le de hor görülecektir. Bu kadar belirsiz bir ilişkide çocuklar yaşiı
lara saygı ile yaklaşmaz. Yaşlılar için belirsizlik sorunu, savunma
sızlık ve güvensizlik duygusunun artması biçimini alır. Kendilerin
den ne beklendiğini ve başkalarından ne talep edebileceklerini bi
lemeyerck, kendi evlerinde ve kendi semtlerinde bir yabancıya dö
nüşürler. Son teknoloji güvenlik sistemleriyle övünen huzurevleri,
yaşlılar için kişisel güvenliğin ciddi bir sorun haline geldiğinin gös
tergesidir. B irçok yaşlı insan için sokak, tehlikeli yabancılada dolu
bir yerdir.
B u bölümün konusu, ihtiyatın kurumsallaşmasının sonuçlarıdır.
Bu süreci körükleyen etken diğer insanlarla aramızdaki yabancılaş-
2. Aktaran: Mu Ilan ( 1 996) Deconstructing the Problem of Ageing (Londra:. yayım
lanmam ış çalışma), s. 27.
1 48
madır. Hem yabancı olarak kabul edilen insanların sayısı artıyor,
hem de bu kişiler güvenliğimize yönelik bir tehdit olarak algılam
yor. ihtiyatlı olmaya bu kadar önem verilmesinin nedeni de bu. ih
tiyat ilkesi tarafından belirlenen bu yaşam tarzı birçok yeni sınırla
mayla çevrilidir. Bu yaşamda toplumsal deneyiere kalkışmak artık
yasaktır ve kişisel güvenlik kaygısı en üst noktadadır.
1 49
İngiliz çocukların yüz yüze olduğu şiddetin boyutlarını abartmakla
kalmadı, aynı zamanda çocukluk olgusuyla ilgili sorular da ortaya
attı. Suçun çocuklar tarafından işlendiği özellikle vurgulandı.
Bulger olayından sonra çocuklardan kaynakTanan şiddet konu
sunda ortaya atılan sorular, insan ilişkilerindeki belirsizliği yoğun
bir biçimde yansıtıyordu. Her yerde "çocuklara ne oldu böyle?" so
rusu soruluyordu. Suçlu çocukların davasından sonra, The Sunday
Times, "çocuklarımızı bir daha asla eskisi gibi göremeyeceğiz," di
yor ve ekliyordu: "ülkenin her yerinde ana-babalar oğullarına yeni
ve hiç de hoş olmayan bir gözle bakıyor."1 Bu tepki doğal olarak şu
soruya yol açıyordu : "çocuklarımızın neler çevirdiğini biliyor mu
yuz?" Bu cinayetten sonra yaşanan panik, toplumun çocuklarla il
gili kaygılarını yansıtması açısından ilginçti. Yüzeyin altındaki
duygular birden somut bir biçime bürünmüştü. Kamuoyunda geniş
yankı bulan bu olay, yetişkinlerin kontrolü kaybettiği -yani, çocuk
ların kontrolden çıktığı- korkusunu haklı çıkarmıştı. Bu tepki, ana
babaların çoğunluğunun kendi çocuğunu geleceğin katili olarak
gördüğü anlamına gelmiyordu; daha çok bir yabancılaşma duygu
sunu- "onları gerçekten tanıyor muyuz?" sorusunu- yansıtıyordu.
Kent bölgesinin sakin sahil köylerinden biri olan Canyer' de ya
şayan bu kitabın yazarı, 1 995 ekiminde kapısında bir broşür buldu
(arka sayfaya bakın). Yüksek bir hayal gücünü yansıtan bu metin,
yazarlarının -çocuklar kullandıkları prezervatif ve uyuşturucuları
sokağa fırlatıp atıyor, gibi- yoğun kaygılarını ele veriyor. Yazıya
göre, çocukların, herkesin herkesi tanıdığı Canyer gibi küçük bir
köyde bile, yetişkinlerin bilmediği ve anlamadığı bir dünyası var.
"Kaygılı Canyer Sakinleri", kendi çocuklarını birer yabancı ve kö
yün gençlerini rahatsızlık verici insanlar olarak görüyor. Bu sakin
ve dış dünyadan uzak köyde bile her şeyin olabileceğini öğreniyo
ruz. Kuşakları ayıran aşılamaz bir duvar olduğu anlaşılıyor. Bu köy
topluluğunun kendinden habersiz olduğu apaçık ortada.
ıso
Sevgili köy sakinleri,
Her yll oldu,�u gihi Cadı/ar Bayramı yak/aşryor ve "trick
or treat" sorımfarını da !Jeraherinde getiriym: Çeşitli yurt
•
151
meyecek soruılları, hayal gücümüzü kemiren bir tehdide dönüştü
rüyor.
Günümüzde, sorun ne olursa olsun en kötü olasılığı düşünme
eğilimi hakim durumda. Görece düşük bir sayıda olan çocuk cina
yetlerinin bütün çocukların tehlike altında olduğu biçiminde yorum
lanmasının nedeni de bu eğilim. Bu kaygının çocuklar açısından an
lamı, dışarda, ağza alınmayacak şeyler yapmak için hazır bekleyen
birçok yabancı olduğu. Bir dizi vahşi cinayetin abartılı bir biçimde
aktanlmasıyla da güçlenen bu tür beklentiler, çocukların güvenli
ğiyle ilgili sürekli bir kaygı halinin oluşmasının zeminini hazırladı.
Zaman zaman, adeta çocuklar vahşi yabancıların kuşatması altın
daymış gibi bir izienim yaratılıyor. Good Housekeeping dergisinin
"Çocuk Güvenliği Kampanyası", medyanın "çocuk güvenliği kri
zi" meselesine nasıl yaklaştığına dair iyi bir örnek oluşturuyor:
152
si yüzünden ülkenin her yerinden hastane güvenliğinin artırılması
yönünde talepler gelir oldu. Bunun sonucunda da güvenlik önlem
leri, doğum-sonrası bakımın doğal bir parçası haline geldi. Hasta
nelerin bebek bekleyen çiftiere verdiği ilk bilgiler bebeklerinin gü
.
venliği için alınan önlemlerle ilgili oluyor. Ana-babalara bebekleri
ni kucağına alan herkesten fotoğraflı bir kimlik sorınaları gerektiği
düzenli olarak hatırlatılıyor. Hastane koridorlarında bebek hırsızla
rının dolaştığına, bunun bebekleri için gerçek bir tehlike oluşturdu
ğuna inanan ana-babalar da bu önlemleri h araretle destekliyor.
Bebek kaçırma konusundaki güvenlik önlemlerinin kurumsal
laşması günümüzdeki ruh halinin iyi bir göstergesi. Tek tük rastla
nan bebek kaçırma olaylarının yeni bir olgu olmamasına rağmen,
ana-babaların zihnine bir potansiyel tehlike daha kazınmış oluyor.
Ana-babalar uyarılıyor ve kendilerinden ihtiyatlı davranmaları bek
leniyor. Artık hastane odasında gördükleri herhangi bir yabancıyı
kendi bebeklerinin güvenliği açısından değerlendirmeleri gerekli.
Yeni doğan bebekler eskiden olduğundan daha ciddi bir yabancı
tehlikesi altında olmasa da bu süreç sonunda ana-babalar çocukları
doğar doğmaz onların güvenliğinden kaygı duyar hale geliyor.
Bebek odalarına polisiye bir havanın hakim olması, aslında top
lumdaki bütün ilişkileri etkileyen daha genel bir sürecin parçası.
Toplum yaşamı, bütün karmaşıklıkları ve gerilimleriyle beraber, sı
radan deneyimlerin sürekli olarak bir tehlike kaynağı olarak tanıın
lanması süreciyle karşı karşıya. Dolayısıyla, aile doktorunu ziyaret
etmek gibi oldukça sıradan bir davranışın bile artık bir güvenlik bo
yutu var. Son zamanlarda, İ ngiltere'deki tıbbi basın, "hasta şiddeti"
sorununa dikkat çekmeye başladı. Artık doktorlar hasta şiddeti ko
nusunda bir "yardım hattı"nı arayabilme, workshop 'lara katılabil
me ve çeşitli broşürlerden yararlanma şansına sahip. Fakat hasta
şiddetinin mi artışa geçtiği, yoksa sağlık profesyonellerinin mi ken
dini daha savunmasız hissettiği pek kesin değil. Ne olduğu da ol
dukça belirsiz olan bu tehlikenin kaynağı, giderek karışık hale ge
len bir sağlık sisteminde doktorların hastanın güvenini kazanma
zorluğu yaşaması. B ir doktor, "saldırgan ve ısrarcı hastaların dok
tor-hasta ilişkisinde yarattığı gerilim ' cen·ahi terör' olayiarına yol
153
açabilir," yorumunu getiriyordu.5 Gerilimli bir ilişkinin "cerrahi te
rör" olarak tanımlanması, sorunlu ilişkileri güvenlik meselesi ola
rak görme eğiliminin bir yansıması. "Cerrahi terör" henüz "trafik
ter�rü"nün ya da kamuoyunun önerusediği başka bir riskin sahip
olduğu statüye ulaşmış olmasa da, bir tıbbi merkezde trajik bir olay
yaşanınası halinde bunun da birden medyanın gündemine girmesi
an meselesidir.
Aniden tehlike bölgesine dönüşen mekanlar bebek odaları ve
doktor muayenehaneleri ile sınırlı değil. Artık birçok toplumsal
ilişki ve deneyimde yabancılara karşı tetikte olmak şart hale geli
yor. ABD'de uzun zamandır sürdürülen bazı uygulamaları örnek
alan İngiliz krcşleri ve okullarında güvenlik ciddi bir meseleye dö
nüşüyor. Çocuklar giderek, yabancıları hayatın tehlikelerinden biri
olarak algılayacak şekilde yetiştiriliyor. Okulların bıraktığı yerden
yüksek eğitim kurumları devralıyor meseleyi. National Union of
Students (Ulusal Öğrenci B irliği) tarafından düzenlenen Kadın
Kampanyası'nın yayımladığı "Kadınların Evdeki Güvenliği" baş
lıklı broşür ev güvenliği konusunda 48 tavsiye veriyor. Broşürün
ana fikri herkesin tehlike yaratabileceği:
1 54
lik tehlikelerin artıp artmadığı hiç de kesin değil. En çok korkulan
tehlikelerin birçoğunun birer aşırı tepki olduğu apaçık ortada. Bir
bebeğin hastanedeki bebek odasında zarar görmesi gibi istatistiki
açıdan önemsiz olaylar, ülke çapında kaygı ve korku yaratıyor. Bu
tepkilerin yaygınlığı da, bu tepkilerin onları başlatan olaylardan
farklı etkenler yüzünden ortaya çıktığını gösteriyor. Toplumsal ya
şamın çeşitli alanlarında güvenliğin kurumsallaşmasının kaynağın
da temel varoluşsal kaygılar olduğu söylenebilir.
Güvenlik kaygısı, gündelik hayatın sorunlaştırılması sürecinin
bir sonucu olarak da algılanabilir. Yaşamdaki birçok temel ilişkinin
dayandığı varsayımlar sarsılıyor. Elbette ki insan ilişkileri her za
man değişken ve akışkan olmuştur; ancak günümüzdeki yenilik,
ilişkilerin değişmesi değil bu ilişkilerin geçmişe göre daha az de
netlenebilir olması. Dolayısıyla, hasta şiddeti tartışmasında, asıl so
run, yani doktor-hasta ilişkisinin artık eski varsayımlada sürdürüle
meyeceği, gözden kaçırılıyor. BMA News Review dergisinin, cerra
hi terör uyarısının yer aldığı sayısında, BMA-Doktorlar için Stres
Danışmanlık Hizmeti'nin reklamının da yer alması ilginçti ! Dok
torların sadece hastalarından korkınakla kalmayıp kendi rolleri ko
nusunda da belirsizlikler yaşadığı çok açıktır. Doktorlar, tanı bekle
yen hastalara olduğu kadar kendilerine de yabancılaşmış durumda.
Doktorların hastalarına yabancılaşmasıyla İngiliz öğretmenierin
öğrencilerine gösterdiği tepkiler arasında büyük benzerlikler var.
Nottingham'da bir okulda öğretmenler bozguncu bir öğrencinin
okuldan atılması talebiyle greve gitmişlerdi. Öğretmeniere 13 ya
şındaki bir çocuğu neden kontrol edemedikleri sorulmazken, 1 996
yılı nisanında yapılan grev bütün eğitimciler tarafından alkışlandı.
Görünen oydu ki grevi yönlendiren ana sendika NASUWT okul ço
cuklarının binbir zorlukla boğuşan öğretmenler için fiziksel bir teh
like yarattığını düşünüyor. NASUWT, 1 989 yılında çıkan D iscipli
ne in Schools (Okullarda Disiplin) adlı broşüründe genel bir ahlaki
çöküntüden bahsederek çocukların, içinde yaşadıkları "saldırgan,
bencil, maddiyatçı ve vahşi toplum" yüzünden "giderek daha az
olumlu davranış" sergilediğini ileri sürüyordu. Çocuklarla ilgili bu
değerlendirmenin geleneksel öğretmen-öğrenci ilişkisi açısından
1 55
elbette birçok sonucu var. Ayrıca, giderek, sınıfta otoritenin yok ol
masının sorumluluğu öğretmenierin değil çocukların üstüne yıkılı
yor.
Çeşitli ilişkilerde yaşanan belirsizlikler, yabancı addedilen in
sanların sayısının artmasına yol açmıştır. Ana-babaların çocukları
nı, doktorların hastalarını tanıyamamasına benzer durumlar, diğer
birçok toplumsal konuda da yaşanıyor. Ancak bu yabancılaşma sü
reci burada kalmıyor, zira yabancılarla karşılaştığımızda hoş sürp
rizler değil korkunç tehlikeler yaşamayı bekliyoruz. Dolayısıyla
yabancılar, sadece tanımadığımız insanlar değil güvenınediğimiz
insanlar haline geliyor. ihtiyat ilkesi, yabancılarla kurduğumuz iliş
kilerde ortaya çıkan muğlak durumlarda takınılacak en doğru tavır
olarak beliriyor.
156
ması net bir biçimde gözler önüne serilmiş. Çalışma biri 1 97 1 'de
diğeri 1 990'da yapılan iki araştırmaya dayanarak, ilkokul çocukla
rının hafta sonları gerçekleştirdiği faaliyetlerin sayısında ciddi bir
azalma olduğunu koyuyor. Kendi başına karşıdan karşıya geçmesi
ne izin verilen çocukların sayısı da azalmış. 1 97 1 'de ilkokul çocuk
larının yaklaşık dörtte üçünün kendi başlarına karşıdan karşıya geç
mesine izin veriliyormuş. 1 990 yılında ise bu oran yarıya düşmüş
tü. Ancak en dramatik değişimler ana-baba denetimi konusunda ya
şanmış. 1 97 1 ve 1 990 arasında, okula arabayla giden çocukların sa
yısı dörde katlanmıştı. Çalışmanın yazarları iki araştırma arasında
geçen yirmi yılda çocukların tek başına yaptığı faal iyetlerin de yak
laşık olarak yarıya indiği biçiminde bir tahmin yürütüyor.'
Çocukların kendi başına gezinmesinden duyulan korku sapiantı
boyutuna vardı. Ancak çocuk ölüm ve yaralanmalarının en büyük
nedeni olan, ev ve yol kazaları konusunda benzer bir korku yaşan
madığı görülüyor. Savunmasız çocuklara saldırmak için bekleyen
yabancı imgesi, ana-baba davranışlarını belirleyen temel etken. Ço
cukları, okuldan sonra -elbette yetişkinlerin denetimi altında olmak
şartıyla- meşgul etmek için birçok yöntem geliştiriliyor. Araştırma
lar, çocukların kendi ana-babalarının kuşağına göre dışarda daha az
zaman geçirdiğini gösteriyor. Eskiden oyun denilen ve denetim al
tında olmayan çocuk faaliyeti, bugün tamını gereği bir risk olarak
görülüyor. Çocukların sürekli gözetlenmesini eleştİren kişiler, so
rumsuz ana-babalar olmakla suçlanıyor. Çocuklarıııın kendi başına
okula gitmesine izin veren ana-babalar, kimi çevrelerde dedikodu
ya hedef oluyor. Ana-babalık sorumluluğu, çocukları denetlerneye
ve korumaya istekli olmakla özdeşleştiriliyor.
Çocuk hareketliliğinin kısıtlanması, çocuk gelişiminde birçok
soruna yol açar. Çocuk sağlığıyla ilgili birçok rapor, çocukları_n du
rağan yaşamlarının olumSIJZ etkilerine dikkat çekiyor. Örneğin, kı
sa süre önce yayımıanmış olan, çocukların kalp atışlarıyla ilgili üç
yıllık bir araştırma İngiliz tıp uzmanlarını alarma geçirdi. Rapor,
çocukların çoğunun pek az egzersiz yaptığını gösteriyordu. Aynı
8. Hillman, M., Adams, J . ve Whiteleg (1 990) One Fa/se Move . . . A Study of
Children's Independent Mobility (Londra: PSI Publishing) s. 43 ve 87.
1 57
çalışma, kuşaktan kuşağa aktarılan birçok oyunun artık çocuklar ta
rafmdan oynanmadığına da değiniyordu.9 Başka raporlarda da, İn
giliz çocuklarının formundaki düşüşle çocukların yürüme veya bi
siklet sürme sürelerinin azalması arasında ilişki kurulmuştur. B irin
ci Ulusal Gezi Araştırması sonuçları 1 985 ve 1 993 yılları arasında,
yıl boyunca yürünen mesafenin yüzde 20 ve hisikiete binilen mesa
fenin yüzde 27 oranında azaldığını göstermiştir. Fiziksel faaliyetler
deki bu düşüşle, özellikle kızlarda obezite eğiliminin artması arasın
daki muhtemel bağlantı tıp basınında defalarca tekrarlanmıştır. 10
İngiliz medyasında, ana-babaların çocuklarının güvenliğiyle il
gili kaygılarının ne kadar yoğun olduğuna dikkat çeken bir dizi ma
kale ve rapor da yayımlandı. İngiltere 'deki, en büyük çocuklara
yardım kurumu olan Barnardo's tarafından yapılan, Playing It Safe
(İşini Sağlama Almak) adlı bir araştırmada, çocukların hareketlili
ğinin azalmasına dair ciddi kaygılar dile getiriliyor. Araştırmada,
çocuk güvenliği ile ilgili kaygıların "çocuk ve ana-babaya zararlı
olabilecek biçimde," "görülmemiş bir düzeye," çıktığı söyleniyor
ve çocukların hareketliliğinin kısıtlanması "çocukların gelişimi ve
bağımsızlığını kazanması açısından hiç yararlı değildir," sonucuna
varılıyor.11
Barnardo's ve diğer kurumların, çocuk yaşamını ihtiyat ilkesi
etrafında yeniden düzenlemenin çocuk sağlığı ve gelişimi açısın
dan zararlı olduğunu belirtmesi, olumlu bir gelişme. Ancak bu tür
raporlarda, çocukların yaşamını yeniden düzenlemenin sonuçları
sorgulansa da, bu davranışın dayandığı varsayımlar olumlanır. Ço
cuk güvenliğinin kendi başına bir amaç olarak savunulması asla
sorgulanmaz. Bu da pek şaşırtıcı değildir, zira özgür beyinler bile
kendi çocuklarının veya başka çocukların hayatını riske atmakla
suçlanmak istemez. Ana-babalar arasındaki sohbetlerde, bir kişi
"artık bambaşka bir dünyada yaşıyoruz" dediğinde, herkes, bilin
meyen tehlikelerdeki artışın kastedildiğini anlar. Günümüzde sağ
duyu niteliği kazanmış olan bu tür inançlar, çocukların "korunma-
9. Aktaran: The Sunday Times, 1 7 Mart 1 996.
1 O. Bkz 'Why Are Fewer Children Walking to School?', Medical Monitor, 24 Tem
muz 1 996.
1 1 . Barnardo's ( 1 995) Playing lt Safe (Londra: Barnardo's). s. 3 ve 22.
158
sı"na verilen önemi iyice pekiştirir.
Çocukların yaşammı önlem almaya yönelik ilkeler etrafında ye
niden düzenlemenin sonuçları pek ayrıntılı bir biçimde incelenmez.
Oysa özgürlük yitiminin çocuğun yaşam kalitesi üzerinde yarattığı
etkiler kamuoyunca bilinmektedir. Denetlenmeyen faaliyetlerin ço
cukların gelişiminde büyük bir önemi vardır. Karakter şekiilenme
sini olumlu etkileyen kimi çocukluk deneyimleri, yetişkin deneti
minin olmadığı arkadaş ortamlarında yaşanır. Denetim altında ol
mayan bu tür ortamlar çocukların yanlış yapmasını, bunlardan ders
almasını ve birtakım önemli sosyal beceriler elde etmesini sağlar.
Çocuklar, yapılandırılmamış ve düzenlenınemiş bir ortamda arka
daşlar arasında gelişen etkileşim sayesinde kişisel ilişkilerle ilgili
sosyal dersler çıkarır. Çocukların yaşadığı ortamın yapılandırılma
sı ve denetlenmesi inisiyatif ve girişim yeteneğini geliştirmeyecek
tir. Bu totaliter güvenlik rejimi, çocuğun potansiyelinin gelişimine
en büyük zararı verir. Oyun oynamak, hayal kurmak ve hatta yara
mazlık yapmak, tarihte toplumun ilerlemesini sağlamış olan mace
ra duygusunu geliştirir. Macera duygusunu ve azınini yitiren bir
toplum bundan büyük zarar görür; ve çocuğun toplumsallaşmasın
dan anlaşılan şeyin çocuğun belirli korkuları öğrenmesi olduğu bir
toplumda bunun gerçekleşmesi çok zordur."
Çocukların yabancılada ilişki kurmasını yapay yollarla engelle
menin sonuçlarıyla ilgili tartışma ve araştırmaların sayısı çok azdır.
Çocuğu riskten koruma çabasının beklenmedik olaylar karşısında
çocuğu daha korumasız bir duruma düşürmesi olasılığı pek dikka
te alınmaz. Çocukların yaşamı giderek yetişkinler tarafından denet
lenir hale geldikçe, "çocuklar neyi kendi başına öğrenebiliyor?" so
rusu akla geliyor. Bazı ders kitapları çocuklara sokakta nasıl dav
ranmaları gerektiği konusunda tavsiyeler veriyor, ama birçok örnek
sokakta nasıl davranılacağını bilen çocukların bunu herhangi bir ki
taptan öğrenmediğini gösteriyor. B ir çocuğun sokakta gezmesine
izin verilmediği takdirde çocuğun bunu öğrenmesi imkansızdır. Sü
rekli olarak yetişkin denetimi altında yaşayan bir çocuğun gündelik
hayatta karşısına çıkan sorunlarla baş edecek durumda olmaması da
gayet mümkündür.
1 59
Çocukları yabancılardan korkacak biçimde yetiştirmenin sonuç
ları da nadiren eleştiri süzgecinden geçirilir. Yetişkin yabancıları
tehlikeyle özdeşleştirerek, çocuğu korumuş olmayız; çocuk, olsa
olsa insan doğasının çıkarcılığına, kuşkuculuğuna dair bir ders al
mış olur. İçişleri B akanlığı' nın okullar için hazırladığı, Think Buhb
le adlı bir video "güvenebileceği niz yetişkinler"in listesini sunu
yor: polis memuru, güvenlik görevlisi, mağaza personeli, bebek
arabasıyla dolaşan bir anne gibi . . . Fakat bunların dışındaki i nsanlar
tehlike anlamına geliyor. Video, çocuklara, bu tür bir yabancının
kendileriyle konuşmaya çalışması halinde kaçmalarını öğütlüyor.
Ayn ı şekilde, KIDSCAPE tarafından yayımlanan bir broşürde de
ana-babalara, çocuklarına "yabancılarla konuşmanın asla doğru ol
madığı"nı öğretmeleri tavsiye ediliyor. Bu Lür tavsiyeler kaygı ve
korku yaratmada başarılı olur, ancak, çocuğun tehlike duygusun u
pek artıramaz. Eğer herkes tehlikeliyse çocuk dost ve düşmanı, teh
likeli durumları ayırt edemeyecektir. Dünyanın güvenilir ve güve
nilmez insanlara ayrılması rutin kişisel ilişkilerin belirsiz yönleriy
le baş etmekte rehber olamaz.
Çocuğun yaşamının kısıtlanması aslında çocuğun çaresizliğinin
ve bağımlılığının sürmesine, onun olgunlaşamamasına neden olur.
Yetişkin denetimi hangi noktadan itibaren gereksiz hale gelecektir?
Bağımsız hareketliliği engellenenler bağımlılıktan kurtutmayı nasıl
öğrenecektir? Çeşitli vakalar, çocuklukta bağımsızlığın kaybedil
mesi yüzünden, çocukların kendilerinin ve davraııışlarınııı sorum
luluğunu üstlenecek aşamaya gelmesinin geciktiğini gösteriyor. Bu
sürecin bir yansıması ana-babaya bağımlı kalınan sürenin uzaması
dır.
Geçmişte, lisans eğitimi başvurusunda bulunan öğrenciler üni
versiteye mülakata giderken ana-babalarını beraberinde götürmeyi
düşünmezdi bile. 1 960 ve 1 970' lerde çoğu öğrenci üniversiteye git
mekle ana-babalarından uzaktaşınayı eş görüyordu. B irçok insan
kampüste yetişkinlerle birlikte görülmekten utaııırdı. Son on yılda
işler büyük ölçüde değişti. Artık öğrenciler üniversitedeki mülaka
ta ana-babalarıyla birlikte geliyor. Grup tartışmalarında ebeveynler
daha baskın çıkıyor, çocuklar şaşkın şaşkın oturuyor. S anki ana-ba-
1 60
ba çocuğunu başka bir grup yetişkine teslim ediyormu ş gibi bir iz
lcninı doğuyor. '1
Ha!la, öğrenciler en sonunda kampuse geldiklerinde bile, bir ye
tişkinin denetimi altında bulunuyor. Bu sefer sözkonusu olan biyo
lojik ana-baba değil, in foco parentis rolü ndeki üniversite oluyor.
Amerikan ve İngiliz üniversitelerinin in loco parentis doktriııiııi
benimsemesi çocukların yaşamının ihtiyat ilkesi çerçevesinde yeni
den düzenlenmesinin ınantıksal sonucudur. Yüksek öğrenim ku
rumları nın hukuki olarak da "ana-baba yerine" hareket etmesini ge
rektiren bu doktrin bu yüzyılın ilk yarısında da Amerikan üniversi
telerindeki yaşamı etkilemiştir. 1 960' ların öğrenci radikalizminin
sonuçlarından biri, bu doktrinin sorgulanmasıydı. B ir yazara göre:
/ 960 ve 1 970 ' li yiliann olaylan mn ardından, önde gelen özel ve kamu
üniversitelerinin yöneticileri arasmda, hütün yüksek ö,�renim öğrenci
lerin in, e,�itim h izmetinden yararlanan yetişkin tüketiciler olduğu ve
kendi yaşanı tarzlanm seçecek ı-e
hunun sorumluluğunu üstfenecek ol
gwılukta oldu,�u konusımcia hir ortak görüş vardı . "
l 62
maya başlamasının ciddi uzun vadeli etkileri olmayabilir. Ancak
" 1 9-22 yaşları arasında aileyle beraber yaşamak da en az ayrı yaşa
mak kadar karakter gelişimi açısından yararlı olabilir'' diyen, Un i
ı ·ersiries and Colleges Admissions Service başkanı Tony Higgins'c
katılmak pek mümkün gözükmüyor. ı ;
İngiltere' d e ailesiyle yaşayan genç yetişkinlerin sayısı giderek
artıyor. Mintel adlı araştırma şirketi tarafından 1 996 haziranında
yapılan bir ankete göre İngiltere'de 20-24 yaş arasındaki gençlerin
yarısından fazlası halil. ailelerinin yanında yaşıyor. Min tel ' in ya
yımladığı bu rapora basında verilen tepkiler ekonomik etkeniere
dikkat çekiyordu. Muhalif yazarlar arasında yaygın olan tepki,
gençlerin evde kalmasını, ekonomik güvensizlik, işsizlik, düşük
ücretler, sosyal güvenlik haklarının tırpanlanması, öğrenci bursla
rındaki düşüşler vs. ile özdeşlcştirmekti. Ancak bu tck yanlı ekono
mik analiz geçmişte birçok insanın yoksulluktan kurtulmak ve dün
yada kendi yolunu çizmek için evden ayrıldığını gözden kaçırıyor
du. B irçok insan iş bulmak için dünyayı turlamıştır. Ancak bugün,
İngiliz gençlerinin büyük bir kısmı, aynı ekonomik sorunlara tepki
olarak eve sığınınayı tercih ediyor. Oldukça iyi işi olan gençlerin de
yuvadan ayrılma eğilimi göstermedİğİ düşü nülürse, burada, iş gü
vencesi olmamasından daha büyük bir sorun bulu nduğu açıktır.
ihtiyat ilkesinin çocuk yaşamında uygulanmasının sonuçların
dan biri, bağımlılık ilişkisinin uzamasıdır. Bu durumda, geçmişe
göre, kendine yeterli insanların sayısının azalması da mümkündür.
Çocuk yaşamının yeniden düzenlenmesinin barındırdığı asıl para
doks, bir yandan ana-babaya bağımlılık dönemini uzat ırkeıı , diğer
yandan çocuğun deneyler yapma imkanın ı kısıtlaınasıdır. Bütün
bunlar da çocuklarımızı bilinmeyen risklerden ve riskli yabancılar
dan korumak adına yapılır.
1 63
C. D Ü N YADAKİ EN TEHLi KELi YER
1 64
Kendinden menkul bir "öğrenci deneyimi"nin yaratılması ve
bunun, bakıştan tecavüze, bir dizi davranışla ilişkilendirilmesi bu
anketin sonucunun pek şaşırtıcı olmayacağı anlamına geliyor. Bu
anket d e üniversite yaşamını son derece tehlikeli bir deneyim ola
rak kabul eden yaygın önyargıyı güçlendirecek.
ABD ' de kampus içi suçlar, 1 980' lerde keşfedildi. B irkaç şiddet
olayı tehlikeli kampus imgesinin oluşturulması için gereken malze
meyi sağladı. B unun üzerine, Amerikalı üniversite yöneticileri öğ
rencilerin karşı karşıya olduğu riskleri izleyip düzenlemeye girişti.
Alkol ve uyuşturucu kullanımına karşı kampanyalar düzenlendi.
Yen i düzenleme politikası yabancıları üniversiteye sakınarnayı he
defliyordu; suç ve sorun yaşanmasını önleme gerekçesiyle, öğrenci
olmayanların yurtlara ve öğrenci derneklerine girmesi yasaklandı.
Ancak düzenleme politikasının bizzat öğrenciler üzerindeki etkisi
daha da büyük oldu.
Yen i düzenleme politikası güvenlik ve sorumluluk değerlerini
aktif bir biçimde savunuyordu. Alkol kullanımına getirilen kısıtla
maya gerekçe olarak; cinsel şiddeti, cinsiyet ve ırk aynıncılığını ve
diğer olumsuz davranışları engellemek gösteriliyordu. Üniversite
yöneticileri, öğrenci davranışlarının düzenlenmesiyle şiddet içeren
suçlar arasında ilişki kurarak kampus kültürünü yeniden düzenle
meyi başardılar. B irçok anket, Amerikalı öğrencilerin ve öğretim
üyelerinin kampus içi suçlardan dolayı giderek artan bir kaygı için
de olduğunu gösteriyor. Medya da bu temayı ele alarak kampus içi
suçların şiddet içerdiği ve giderek kontrolden çıktığı gibi bir izie
nim yaratıyor. 16
B irçok kampuste suç önleme eğitimi ve güvenlik programları
zorunlu hale gelmiştir. Yüzlerce kampuse acil durum telefonları ve
alarınlar yerleştirilmiş veya eskiler yenilenmiştir. B irçok kampus
te de, öğrenciler gece bekçiliği yapmakta. Amerikan kampuslerin
de suç-karşıtı inisiyatifler de hızla çoğalıyor. Syracuse Üniversite
si' nde şu kuruluşlar mevcut: RAPE (Rape: Advocacy, Prevention
and Education / Tecavüz: B ilgilendirme, Önleme ve Eğitim),
1 6. Bkz. 'Fear Prompts Seli-delense as Crime Comes to College', New York Ti
mes, 7 Eylül 1 994.
1 65
SCARED (Students Concerned About Rape Education/ Tecavüz
Eğitimi Talep Eden Öğrenciler), CARE (Conımunity Awarenessfor
Reside1ıts through Education/ Eğitim yoluyla Semt Sakinlerini Bi
linçlendirme) ve SAFE (Safety-Security Awareness for Employees/
Çalışanlar için Güvenlik-Emniyet B ilinci). B irçok mahkeme, öğ
rencilerin kampuste suç sayılan bir fiile maruz kalması durumunda
üniversitenin sorumluluğunu araştırmış ve sorumluluğun belirlen
mesi için "öngörülebilirlik" doktrinini kullanmıştır. B u nun üzerine
Amerikan Kongresi, 1 990 yılında, yüksek öğrenim kurumlarının
suç istatistiklerini ve güvenlik politikalarını yayımlarnalarını zo
runlu kılan "Suç Bilinci ve Kampus Güvenliği Yasası"m çıkarmış
tır. Bu sayede, "kampus suçları" da l 980'lerin yeni icat edilen suç
larının arasına katılmış oldu . 17 Medyanın bu "'müstesna" yeni suçu
"patlatma"nın cazibesine karşı koyması düşünülemezdi.
ABD'de kampus suçlarından duyulan korku, fiziksel tehlikenin
büyüdüğünü değil üniversitedeki ruh halinin ne olduğunu yansıtı
yor. Araştırmalar, tehlike algısının fiziksel şiddet olaylarından ba
ğımsız olduğunu gösteriyor. Bir çalışı,n a, kampuslerde hem şiddet
içeren suçların hem de hırsızlık olaylarının, özellikle 1 985 'den be
ri, azaldığına işaret ediyordu. Ayrıca bu çalışma, öğrencilerin kam
puslerde, civardaki şehir ve mahallelere göre daha güvende olduğu
nu ortaya koyuyordu. 'K Ancak buna rağmen, kampuslerin giderek
daha tehlikeli bir hale geldiği görüşü hala yaygındır.
Amerika' da moda olan diğer şeyler gibi, kampus suçlarının da
İngiltere'ye ihraç edilmesi an meselesiydi. 1 990' larda kampus gü
venliği İngiltere'deki öğrenci faaliyetinin odak noktası haline gel
di. Öğrenci gazeteleri suç oranlarının arttığını yazmaya başladı.
Bristol Üniversitesi'nin gazetesi, Newcastle'da gerçekleştirilmiş
olan ve öğrencilerin yüzde 59'unun suç sayılan bir fiile maruz kal
dığını gösteren bir çalışma yayımladı. Diğer kampuslerden de ben
zer haberler geldi.'Y Gazetelerde, genç serserderin Cambridge'deki
1 7. Bkz. Fisher, B. (1 995) 'C rime and Fe ar on Campus' Annals of the American
,
1 66
daha sinik öğrencilere korku saldığına değinen haberler çıktı ve In
dependent "suç dersinden yüksek not" başlıklı özel bir makale ya
yımladı. Yazının ana fikri "öğrencilerin suça karşı savunmasız ol
duğu"ydu.20 ABD'de yerleşik hale gelen kalıbı izleyen İngiltere 'de
de kampus güvenliği önemli bir mesele haline geldi.
İngiltere'de kampus güvenliği özellikle öğrenci birlikleri tara
fından gündeme getiriliyor. Kampuslerde, güvenlik meselesinin
politik ve toplumsal kampanyaların yerine geçmiş olduğunu gör
mek epey ilginç. Öğrenci birlikleri, sağlık ve güvenlik konularında
ki duyarlılığı artırma çabasının en önünde yer alıyor. Birliklerin ya
yınlarında güvenliğin her boyutuyla ilgili tavsiyeler var. Örneğin,
Oxford Üniversitesi'ne yeni giren öğrencilere verilen "Küçük Ma
vi Kitap" yarı tıbbi, yarı ahlaki bir elkitabı niteliğinde. Kitabın ka
pağındaki nota göre, "Öğrenciler tarafından öğrenciler için hazır
lanmış olan Küçük Mavi Kitap, doğum kontrolü, kürtaj, cinsel yol
la bulaşan hastalıklar, uyuşturucu ve diğer sağlık konularında net
ve güncel bilgiler içeriyor."21 Öğrenci birliklerinin diğer birçok ya
yını da kişisel güvenlik konusuna ayrılmış. Öğrenci birlikleri teca
vüz alarınlarının yerleştirilmesini ve bazı örneklerde de gece saat
lerinde kadınlara özel servis hizmeti verilmesini savunuyor.
Öğrenci birlikleri neredeyse göz açıp kapayana kadar kampus
ahlakının bekçileri kesildi. Bu eğilimin net bir örneği, 1 995 eylü
lünde, National Union of Students (NUS- Ulusal Öğrenci Birliği)
tarafından düzenlenen, alkol konusunda bilinçlendirme kampanya
sıydı. NUS , bu çalışmanın başlangıcında, The Big Blue Book of Bo
oze (Kafa Çekmek Üzerine B üyük Mavi Kitap) kitabını çıkardı.
Geçmişte içki içmek öğrenci hayatının kabul edilebilir bir parçası
olarak görülürken, günümüzde yanlış bir davranış olarak kabul edi
l iyor. NUS , yayınında şu uyarıda bulunuyor: "Eğer alkol bugün
keşfedilseydi, kesinlikle, eroin kadar yasadışı ilan edilirdi." Güven
lik, sorumluluk ve ölçülülükle ilgili bu mesaj, bu genç ahlak
uzmanlarının önem verdiği değerleri göz önüne seriyor.
20. Bkz. Independent, 4 Ocak 1 996; Cambridge'de yaşanan olayla ilgili olarak,
bkz: Dai/y Telegraph, 6 Ağustos 1 996.
2 1 . The Little Blue Book Committee (Küçük Mavi Kitap Komitesi), (1 992).
1 67
İngiliz medyasında hiç kimsenin, öğrencilerin alkol kampanya
sına neyin neden olduğu, sorusunu sormamış olması son dereec il
ginç. Kampuslerde alkol tüketimi yeni bir olgu değil; zaten kimse
de öğrenciler arasında alkolizmin ya da alkol kaynaklı hastalıkların
ve ölüınierin arttığını iddia etmeye bile kalkışmadı. Peki o zaman,
öğrencileri alkol konusunda bilinçlendirınek neden birden gerekli
hale geldi? Ya da, alkol ve eroin kullanmanın aym olduğunu ilan
ederek korku yaymanın gereği nedir?
Öğrencileri kendilerinden korumak da, onları başkalanndan ko
rumak kadar önem kazanıyor. Üniversite öğrencilerinin yaşamının
düzenlenmesi, önceki çocukluk dönemi nde uygulanan kısıtlamala
rın devamı. Kampuslerde insanın savunmasızlığı konusunda ilginç
bir sentez gerçekleştirilmiş. Burada, güvenlik konusunda ince argü
manlar öne sürülüp, kampus suçlarıyla ilgili olağanüstü iddialar or
taya atılıyor. Vaaz edilen davranış biçimlerinin kurumsallaşmasıyla
birlikte giderek, kampus yaşamı bir dini cemaatin yaşantısına ben
zerneye başlıyor. Kampuste insanlar arasındaki hiçbir ilişkinin ken
di başına gelişmesine izin verilmiyor; işler şansa bırakılmıyor. Ay
rıntılı davranış yönetmeliklerinde, öğrencilerle öğretmenler ve öğ
rencilerin kendi arasındaki doğru davranış biçimleri belirtiliyor. Bu
kadar özenle işlenmiş davranış yönetmelikleri, kampüste herkesin
bir yabancı olduğunu ve bu yüzden de bireylerin davranışlarının
kesin kural ve düzenlemelerle sınırlanması gerektiği fikrini yansıtı
yor.
Davranışlar üzerindeki yasaklar ve kişisel yaşamın denetimi,
aydınlanma adına meşrulaştırılıp kabul ediliyor. Geçmişte, bu tür
sınırlamalar, apaçık ahlaki kurallara dayanarak haklı gösterilirdi.
Bugün durum farklı. Kampus yaşamının denetimini savunan kişi
ler, kendi tutumlarını "bir dizi aşkın değer adına değil, riskli davra
nışl arda bulunan bireyin diğer insanların sağlık ve güvenlik hakla
rını sorumsuz biçimde ihlal ettiği gerekçesiyle" meşrulaştırıyor. 22
Dolayısıyla, davranışlar genelde ahHiki gerekçelerle eleştirilmiyor.
Mesele uyuşturucu alıp almamak değil, bunu güvenli bir biçimde
yapıp yapmamaktır. Hem güvenli seks, hem de güvenli içki içme
22. Simon, age, s.31 .
1 68
kavramları, öz-denetim dinini, laik bir görünüm altında yaymakta
dır. Burada belirli davranış biçimleri değil, sadece risk alma ve di
ğerlerini riske atma tavrı eleştirilir. Bu sayede, üniversite, davranış
denetimini kurumsallaştırırken dahi, liberalizmi lafta savunmaya
devam eder.
Kampus güvenliği meselesinin ortaya çıkması ve insan ilişkile
rini denetleme eğiliminin güçlenmesi, varoluşsal kaygılarla iç içe
geçmiş durumdadır. Bu ruh hali, kampuslerde adeta elle tutulur ha
le gelmiş olan savunmasızlık duygusunun bir yansımasıdır. Bu yo
ğun yabancılaşma duygusu günümüzün düşünsel trendlerine derin
den işlemiştir. Üniversitelerin son derece tehlikeli yerler olarak gö
rülmesinin nedeni budur. Panik eğiliminin sıradanlaşmasına katkı
da bulunmuş olan yazarların birçoğu, üniversitedeki yabancılaşma
havasından etkilenmiştir.
Bireyin güvensizliği ve toplumsal yalıtılmışlığı tehlikeli yaban
cılada dolu bir dünya imgesinin canlanmasına neden oluyor. B u tür
kaygılar, gelecek bölümde ele alınan "insan kime güvenebilir?" so
rusunu kaçınılmaz olarak gündeme getiriyor.
1 69
V
İnsan kime güvenebilir?
1 70
karanlık işler çevirdiğine i nanmamız da kolay olur. Farklı ailelerin
çocukları beraber oyun bile oynayaınıyorsa, aileler arasında ortak
bir zemin bulmak zordur. Bu tür bir ortak zemin olmadığında, aynı
mahallede yaşayan insanlar arasındaki karşılıklı sorumluluk da gi
derek yok olur.
4. Bölümde, toplumun çocuk güvenliği sapiantısının yıkıcı so
nuçları ele alınmıştı. Toplumun çocuk güvenliğine aşırı önem ver
mesinin şüphesiz birçok nedeni vardır; ancak çocuklar üzerin�eki
yetişkin denetiminin yaygınlaşmasının en önemli sebeplerinden bi
ri, komşusuz mahallelerin ortaya çıkışıdır. İngiltere'de ve ABD' de,
ana-babalar çocukların kolektif olarak sosyalleşmesi için semtteki
diğer yetişkinlerle ortak bir sorumluluk almıyor. Ana-babalar diğer
yetişkinleri çocukların eğitimi konusunda güvenilecek bir müttefik
olarak değil, ya yoldan geçen sıradan biri, ya da daha kötüsü
çocuğu açısından riskl i bir yabancı olarak görüyor. Çocukların kol
lanmasında komşuların ve diğer yetişkinlerin de sorumluluk aldığı
toplumlarda ise güvenlik konusu böylesine bir. saplantıya dönüş
mez. İngiltere ve Almanya'daki çocukların hareketliliğini karşılaş
tırmalı olarak ele alan bir çalışma, Almanya'daki ana-baba deneti
minin çok daha az olduğunu gösteriyor. Alman ana-babalar, çocuk
larına hangi yaşta olursa olsun, çok daha az kısıtlama koyuyor. Ya
zarlardan birine göre, Alman ana-babaların İngilizlere göre, çocuk
'
larını daha fazla yalnız bırakınasının nc�tcni, diğer yetişkinlerin de
çocuklara göz kulak olacağı bcklentisidir. Çalışınada şöyle deniyor:
171
Almanya'daki ana-babaların çocuklarının bağımsız faaliyetleri
konusunda hissettiği güven, diğer yetişkinlerin doğru davranacağı
beklentisinden kaynaklanıyor. Bu durumun gerektirdiği güven, İn
giliz ve Amerikan toplumlarında kesinlikle eksiktir. İngiltere ve
ABD'de yetişkinlerin diğer insanların çocuklarını uyarması bek
lenmez; bunu yapan biri, sözkonusu çocuğun ana-babasının tepki
sini çeker.
Amerikalı filozof yazar Francis Fukuyama'ya göre, "güven; or
tak normlara dayanan ve düzenli olarak, dürüst ve işbirliği içeren
davranışların sergilendiği bir toplulukta, diğer üyelere yönelik ola
rak ortaya çıkan bir beklentidir". 2 Elbette, yanlış anlamalar ve top
lumsal ilişkilerin akışkanlığı bu beklentiyi etkiler. Çeşitli çatışma
u nsurları da güven beklentisinin gerçekçi bir biçimde yaşanabilece
ği ilişkileri kısıtlayabilir. Ancak, birçok toplulukta, bir kişinin bir
diğerinden ne bekleyebileceğini belirleyen formel ve daha da
önemlisi enformel bir anlayış sistemi vardır. Atasözünde olduğu gi
bi, "hırsızların bile kendi aralarında bir namusu vardır."
Yabancıların sayısının ve çeşidinin artmasının nedenlerinden bi
ri, insanların ilişki kurarken dayandığı normların belirsizleşmesi ol
muştur. B irçok yazara göre, bu belirsizlik güvenin zayıflamasına
yol açmış, bu da toplum için yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Fukuya
ma'nın gözlemlerine göre:
1 72
katılım gerilemiştir. Yazarlar, halkın İngiltere' nin politik kurumları
karşısında duyduğu hayal kırıklığına dikkat çekiyor. Sistemin temel
dayanaklarından biri olan Muhafazakar Parti, otoritedeki bu gerile
menin iyi bir örneği . 1 950'lerde 3 milyon üyesi olduğunu iddia
eden partinin üye sayısı bugün 756 ,000 kişiye düşmüştür ve her yıl
64,000 kişi azalmaktadır; üyelerin yaş ortalaması 66 'dır. Siyaset bi
limci Paul Whiteley ve arkadaşları, aktif üye sayısının 165 ,000'c
düşmesinin ve üyelerin yüzde 1 7 'sinin son beş yıl içinde aktif ol
mayı bırakmasının, tabandaki enerjinin kayboluşuna işaret ettiğini
belirtiyor.4 Tony B lair ' in yönetimindeki İşçi Partisi kaybettiği üye
lerin bir kısmım geri kazanmıştır; ancak bu partinin üye yaş ortala
masının 43 olması da partinin genç kuşaklardan ne kadar uzak ol
duğunun belirtisidir.
Aktif desteğini kaybeden politik kurumlar partilerle sınırlı de
ğil. İngiliz sendikalarının işçi sınıfının dayanışma örgütü olma
özelliği yok edildi. Resmi üye sayısı 1979 yılındaki 1 3 milyondan,
1 996'da 7 milyona düştü. Sendika üyeliğindeki düşüş hikayenin
yalnızca bir kısmı. Bizzat üye olmak önemini yitirdi -sendikalar
temsil etme iddiasında olduğu insanlar için pek bir şey ifade etmi
yor. B irçok insana göre, kendi sendika üyeliğinin bireysel kimliği
üzerinde önemli bir etkisi yok.
Katılımdaki bu düşüş neredeyse bütün kamusal kurumlar için
geçerli. The National Federation of Women 's Institutes (Ulusal Ka
dın Enstitüleri Federasyonu), Mothers' Union (Anneler Birliği) ve
National Union of Townswomen 's Guilds (Ulusal Kadın Lancaları
Birliği) gibi örgütlerin üye sayısı 1 9 7 1 'den beri yaklaşık yarıya
düştü. The Red Cross Society (Kızılhaç), British Legion (İngiliz
Lejyonu), RSPCA (Hayvanlara Yönelik Şiddeti Önleme Derneği),
Guides (Rehberler) ve Boy Scouts (Erkek İzciler) gibi oluşumların
tümünün -ancak Cubs ve Brownies buna dahil değildir- üye sayısı
son yirmi yıldır düşüyor. Nispeten yeni olan Yeşiller Partisi gibi ör
gütler bile bu gelişmeden uzak kalamıyor. Bu arada Cuhs ve Brow
nies gruplarının popülerliğini yitirmemiş olmasımn tek nedeni ana-
4. Whiteley, P., Seyd, P. ve Richardson, J. (1 995) True Blues: The Politics of Can·
servative Party"Membership (Oxford: Ciarendon Press), s. 69.
1 73
babaların çocukları için güvenli ve denetim altında bir ortam talep
etmesi.
Otoritenin kaybolması, kamusal organizasyonların üye sayısın
daki azalmadan çok daha büyük sonuçlara da yol açar. Son on yıl
da, İngiltere ' nin en saygın kurumlarından bazıları büyük ölçüde
prestij kaybetti. Monarşiyi saran evlilik kavgaları ve skandallar, bu
kurumun rolünün büyük ölçüde sorgulanmasına yol açtı. İngiliz Ki
lisesi de giderek zamanı geçmiş ya da absürd bir kurum olarak gö
rülmeye başlandı. BBC ve idari bürokrasi, piyasa güçlerinin etkisi
ve iç çekişmeler yüzünden güç yitiriyor. B u kurumların otorite kay
betmesine paralel olarak, kinizm, kayıtsızlık ve güvensizlik büyü
yor. Kamuoyunda politika kurumuna ve politikacılara karşı duyu
lan öfke bu toplumsal salgının somut bir örneği. The X Files gibi
popüler Amerikan dizileri bu hissiyalı yansıtıyor. Hükümelin koca
bir palavra olduğu fikrini işleyen bu dizinin mesaj ı apaçık ortada:
"Kimseye güvenmeyin."
Otoriteye güvenin sarsılması sadece politika, din ve kültür alan
larıyla sınırlı değil. Doktorluk, bilim adamlığı, vb. birçok meslek
prestij ve otoritesini yitirmiş durumda. Tıbbi davalardaki artış, dak
torun tavsiyelerini kayıtsız şartsız kabul eden hasta imgesinin çeşit
li olaylarla beraber giderek silindiğini gösteriyor. B irçok insan bi
lim adamından gelen uzman görüşünü kabul etmek yerine, bunun
arkasında gizli bir niyet arıyor.
Gerçekten de, kamuoyunda bilime duyulan güvenin sarsılması,
genel meşruiyet ve otorite krizinin en çarpıcı yansımalarından biri.
Bilimsel açıklaınalara güvenin sarsılınasıyla birlikte, kamuoyunun
teknolojik gelişmeler karşısındaki rahatsızlığı da büyüdü. Çevre ve
sağlık konularında yaşanan birçok panik, bilim adamlarının yaptığı
açıklamaların açıkça reddedildiğini ortaya koyuyor. Bilime güven
sizlik, risk bilincinin büyümesinin en temel unsurlarından biri hali
ne geldi.
Kamuoyunun güveninin azalması, son yıllarda önemli bir tartış
ma konusu haline geldi. Akademisyenler tarafından yayımlanan ça
lışmalar, güven ilişkilerinin zayıflamasının B atılı toplumların karşı
karşıya olduğu en temel sorunlardan biri olduğunu belirtiyor.
1 74
Akademik literatür, güvendeki azalma ve risk bilincinin artışı ara
sında bir ilişki olduğunu onaylıyor.5 Peki, bu ilişki nasıl işliyor ve
güven ilişkilerinin tükenınesi nasıl açıklanabilir?
A. UZM A NL I K S O R U N U
1 75
Kimileri ise, uzmanlığın gelişiminin birçok istenmeyen sonuç do
ğurduğunu belirtiyor. Bu sonuçlardan biri, uzmanın bilgisinin par
çalanmış olması yüzünden insanların güvenilir bilgiye ulaşmasmın
giderek zorlaşması. Kamuoyu önünde uzmanlar arasında yaşanan
tartışmalar yüzünden, insanların bilime olan inancının yıprandığı
belirtiliyor.7 B aşka yazarlar ise, bilginin inanılmaz biçimde artm ası
nedeniyle, toplumun aşırı bir biçimde bilgi yüklü hale geldiğini ve
insanların neye inanmaları gerektiğini bilernediğini söylüyor.
Fakat, güvenin zayıflamasını ele alan tüm bu argümanların te
mel sorunu, bu süreci kendi terimleriyle açıklamaya çalışmaları.
Kamuoyunun bilime güvensizliğinin iç dinamiklerden kaynaklanı
yor olması pek olası değildir. Bir kuruma duyulan güven, birçoğu
toplumun genelindeki olgulardan kaynaklanan bir dizi etken tara
fından belirlenir. Eğer toplumda, bütün otorite biçimleri sorgulanı
yorsa, uzmanlık sistemlerine özel bir vurgu yapmak yanlış olur.
Güven ilişkilerinin tükenişi, belirli bir meslek dalından bağımsız
bir biçimde de yaşanıyor. Bu durum, uzmanlarla halk arasındaki
ilişki kadar, komşular arasındaki ilişkiyi de etkiliyor.
Kamuoyunun bilime güvensizliği uzmanlara duyulan inancın
zayıflamasıyla karıştırılmamalı. Toplumun uzmanlık kurumuyla
ilişkisinin birçok yazarın düşündüğünden daha muğlak olduğunu
savunmak da mümkün. Bazı uzmanlık türlerine duyulan güvensiz
lik diğerlerinden daha fazla. Örneğin, insan genomu projesinin ya
rattığı yoğun korkuyu ele alalım. İnsan genomundaki bütün genle
rin yerinin ve sırasının tespit edilmesini hedefleyen bu uluslararası
program, kamuoyundan oldukça karışık bir tepki aldı. Bu araşlır
ma genetik rahatsızlıkların tedavisi bakımından birçok vaaıte
bulunduğu halde, birçok yazar bunun Tanrı'yla aşık atmak olduğu
nu söyledi. Biyoteknoloji ve üreme teknolojisi araştırmaları, "do
ğaya aykırı" olmakla da eleştiriliyor.
B ilimsel araştırmaya yönelik düşmanlık şaşmaz bir biçimde ih
tiyat ilkesi terim1eriyle dile getiriliyor ve risk tehlikesi konusunda
uyarılar yapılıyor. Bu düşmanlık, insanın doğaya müdahalesinin sa-
7. Bkz. Lubbe, H. (1 993) "Security: Risk Perception in the Civilization Process",
in Bayerische Ruck (der.) Risk is a Construct: Perceptions and Risk Perception
(Munich : Knesebeck).
! 76
dece zarar getireceği inancına dayanıyor. Genetik bilimini ve üre
me teknolojisini eleştirenler, bilinmeyenden duydukları korkuyu ve
doğaya yapılan müdahale yüzünden h issettikleri tedirginliği açığa
vuruyor. Onların bilimsel uzmanlık düşmanlığı özellikle en yeni,
maceracı ve çığır açıcı girişimiere yöneliyor. Bu girişimler, tam da
birçok yenilik barındırdığı ve bilinmeyene doğru yol aldığı için,
düşmanca tepkilere maruz kalıyor. B ilinmeyen dünya en baştan
tehlike olarak tanımlandığı için, bilimsel yenilikler de bir tehdit
olarak algılanıyor.
Bilimdeki çığır açıcı gelişmelere -yani, insan tasavvurunun sı
nırlarını genişleten gelişmelere- duyulan düşmanlık, sorunun genel
olarak uzmanlık sistemlerine değil belirli uzmanlık türlerine duyu
Ian bir güvensizlik olduğunu gösteriyor. Eldeki veriler, toplumdaki
kuşkunun özellikle deneyiere ve yeniliklere yöneldiğini gösteriyor.
Toplumsal ve politik yenilikler alanında iyice güçlenmiş olan bu
kuşku, bilimsel yeniliklere de yöneliyor. Öte yandan, yeniliklere
eleştirel yaklaşan uzmanlık dalları ise olumlu tepkiler topluyor.
Böyle olunca da kişinin ihtiyatlı olmasını ve kendini sınırlamasını
salık veren bilim adamları, embriyoloji alanında çalışan meslektaş
larının karşılaştığı güvensizliği yaşamıyor. S hell ve Greenpeace
arasında kısa süre önce yaşanan tartışma, bazı uzmanların her za
man kamuoyundan destek aldığına iyi bir örnek. 1 995 yılında,
Shell, Brent Spar petrol platformu nu Atıantik Okyanusu ' nda batır
maya kalkıştığında, Greenpeace bunu engellemek için uluslararası
bir kampanya başlattı. Greenpeace Brent Spar' ın denize gömülme
sinin akla gelmeyecek zarariara yol açabileceğini iddia ederek,
kampanyasını savundu. B ütün medya kuruluşları da bu görüşü ka
bul etti. Kamuoyundan gelen olumsuz tepki üzerine, Shell plandan
vazgeçti ve projeye son verdi. Savaş baltalarının bu kadar çabuk çı
karılması ve Shell 'in küçük düşmesi, kamuoyunun Greenpeace' in
bilimsel çalışmalarına güçlü bir güven duyduğunu ortaya koyuyor
du. Fakat bir süre sonra, Greenpeace'in iddialarının temelsiz oldu
ğu anlaşıldı ve örgüt yanlış veriler sunduğu için özür diledi. Ancak
toplumun ihtiyatı ne denli kutsallaşlırdığı göz önüne alıııırsa, ka
muoyunda doğaya müdahale edilmesine muhalif olan kesimlere
FJ 2ÖN/Knrku Kültürü 1 77
duyulan yoğun güvenin sırf bu tür "hatalar" yüzünden azalması pek
mümkün değil.
Toplumun uzmanlara yaklaşımındaki seçiciliğin bir göstergesi
de, bir dizi yeni ve etkili uzmanın ortaya çıkışıdır. Geçtiğimiz yir
mi yılda, yeni ve apayrı bir uzmanlık kategorisi ortaya çıktı; ki bu
uzmanlık türü, tamamen, geleceği konusunda güvensizlik içinde
olan bir topluma özgüdür. Bu yeni uzmanlık temel insan ilişkilerin
deki güvensizlik ve muğlaklıktan beslenir. Yeni uzmanlık, kimse
nin yaşamdaki belirsizliklerle baş edemeyeceğini ve herkesin pro
fesyonel danışmanların tavsiyelerinden yararlanmaya hakkı oldu
ğunu vazeder. Geçmişte, bu tür tavsiyeler din görevlilerinin tekelin
deydi. B ugün ise, tavsiye verme ve yol gösterme işi, son derece uz
manlaşmış ve kurumsallaşmış bir mesleğe dönüşmüştür.
Yeni uzmanlığın etkileri toplumun her alanında görülüyor. İş ve
sanayi dünyasında danışmanlık hizmetleri hızla gelişiyor. Gelenek
sel olarak şirket yöneticilerinin alanı olarak kabul edilen birçok ko
nuda, şirket dışından danışmanların tavsiyelerine uyuluyor. Kuşku
cu ve kötümser bir yoruma göre, şirket yönetimi sorumluluk üstlen
mek istemediği konularda danışmanlara başvuruyor. Danışmanlı
ğın bu y-ü kselişi, yönetimin özgüvenini kaybettiğini ve organizas
yonun içindeki güven ilişkilerinin zayıfladığını gösteriyor.
Günümüzün ruh halini yansıtan bir diğer uzman da kolaylaştırı
cı. Yönetim toplantılarında ve çeşitli gruplar arasındaki görüşme
lerde kolaylaştırıcılardan yararlanılması, insanların kendi başlarına
birbirleriyle aniaşamayacağı inancının bir ürünü. Birçok organizas
yonda, çalışanlar arasında koordinasyon sağlamak için profesyonel
bir kolaylaştıncının gerekli olduğu düşünülüyor. Uzmanlığın bu şe
kilde büyümesinin nedeni, en temel insan ilişkileri için bile ancak
eğitimli uzmanların sahip olduğu özel yetenekierin gerektiği inan
cından beslenen yabancılaşma duygusu.
Doğal kabul edilen ilişkilerin ve güvenin giderek yok olmasına
paralel olarak, gündelik yaşamın profesyonelleştiğini görüyoruz.
Gündelik yaşamın profesyonelleşmesi süreci rutin i lişkileri zedeli
yor ve insanlar arasındaki en temel bağlar zayıfladıkça, süreç daha
178
da güçleniyor. Bunun sonucunda, insanların geçmişte yaşayarak
öğrendiği faaliyetler uzmanlara devrediliyor. Bu gelişmenin çarpı
cı bir örneği ana-babalık sürecinin profesyonelleşınesi. Artık uz
manlar "babalık eğitimi" veriyor ve ana-babalık kursları açıyor. B u
tür uzmanlar sürekli olarak, ana-babaların karşılaştığı "zorluklar"ı
ve bunlarla baş etmek için gereken karmaşık "beceriler"i vurgulu
yor. Ana-babalık sürecinin yetişkinliğin doğal bir parçası olmaktan
çıkıp, özel bir beceri haline gelmesi, insanın ne kadar küçümsendi
ğini gösteriyor. İnsanoğlunun ezelden beri baş ettiği bir sorun artık
uzmanların müdahalesini gerekli kılıyor.
Gündelik yaşamın profesyonelleşmesi danışmanlık hizmetlerin
deki devasa patlamada da yankı buluyor. İngiliz toplumunda danış
manlık kurumsallaşmış durumda. Bu yeni uzmanlar insanlara yaşa
mın her yönü hakkında tavsiyeler veriyor. Danışmanlık kurumunun
iyice kök saldığı bazı alanlar şunlar:
Hastalıklar Tecavüz
1 79
Danışmanlığın yararlarını ispatlayan herhangi bir çalışma ol
madığı halde kimsenin bu olgunun yaygınlaşmasını sorgulamayışı
son derece ilginç.
Gündelik yaşamın profesyonelleşmesinin insan ilişkileri açısın
dan birçok önemli sonucu var. Profesyonelleşme süreci, bir ilişki
nin taraflarının tavsiye alabileceği yeni bir uzman otoritesinin doğ
masını sağlar. B u danışmanlık ilişkiyi sadece desteklemekle kal
maz, onu değiştirir de. Örneğin, çocuklar sorunlarını okuldaki da
nışmanla konuşmaya teşvik edilirse, ana-babalar ebeveynlik göre
vini nasıl yerine getirebilir? Canterbury ve Thanet Sağlık İdaresi' ne
göre her yaştan çocuğun okulda danışmanlık hizmeti alma imkanı
var. H Çocukların sorunlarını aileleriyle değil danışmanlada paylaş
tığı bu tür bir durumda, ana-babalar birbiriyle rekabet halinde olan
otorite merkezlerinden biri durumuna düşer. Bu tür bir gelişmenin
apaçık sonuçları vardır. Ana-baba ve çocuk arasındaki karmaşık
ilişki danışman dolayımıyla yürür. "En doğrusunu ana-baba bilir"
inancının yerini, çocuğun gelişiminin en iyi profesyonel bir uzman
tarafından gözetileceği düşüncesine bırakmasıyla ana-babalık gide
rek muğlaklaşır.
İnsan ilişkilerinin profesyonelleşerek başkalaşması süreci, uz
manlara olan talebi sürekli olarak artırır. Gündelik hayatın profes
yonelleşmesi, ister istemez, danışmanlara ve diğer uzmanlara yöne
lik talep yaratır. Bunun nedeni, yeni uzmanların kendi rollerini
meşrulaştırmak için "insanların yardıma ihtiyacı olduğu" fikrini
yaymasıdır. B u sayede, hem kendi özel becerilerini hem de sıradan
insanların kendi sorunlarıyla baş edecek durumda olmadığını vur
gulamış olurlar. Bu tür uzmanlar her zaman, müşterilerini güçlü kıl
dıklarını iddia etse de, aslında davranışlarıyla insanlardaki özgüven
eksikliğini daha da perçinlerler.
Profesyonel yardımcılar, yaptıkları yardımın güçlü kılma iddi
asıyla ters düştüğünün farkında değiller. Örneğin, İngiltere'de yar
dımlaşma gruplannın kurulmasını savunan yeni bir raporda, pro
fesyonellerin müdahalesi ile yardımlaşma arasındaki fark ve geri
lim en aza indirilmeye çalışılmış. Yazara göre, "yardımlaşma grup-
s. Klirıefelter, P (1 994), "A School Counselling Service", Counselling, Ağustos.
1 80
larının belirleyici özelliği özerklik olsa da, bu grupların özerklik ve
etkililiği çoğu zaman dışardan alınan desteğe bağlıdır." Özerklikle
profesyonel yardıma bağımlı olma arasındaki uyumsuzluğu gider
mek için "özerklik doğru yardımı almaya bağlıdır" ifadesi kullanıl
mış. Bu yaklaşımın dayandığı varsayıma göre, yardımlaşma grubu
na katılmaya aday olan kişiler, gerçek birer yetişkin olabilmek için
özgüven aşılanması gereken çocuklar gibidir. Raporun yazarının
gruptaki kolaylaştıncıya özel önem vermesinin nedeni budur. Yaza
ra göre, "bazı gruplar, diğerlerine göre kolaylaştırıcıya daha fazla
gereksinim duysa" da aslında bu ihtiyaç tüm gruplar için geçerli
dir.9 Yardımlaşma grubu adaylarının çaresizliği, ve profesyonel bir
kolaylaştıncıya duyulan gereksinim su götürmez gerçeklerdir.
Profesyonelin kişisel yaşama müdahalesinin temel dayanağı sı
radan insanın güçsüz olduğu iddiası. Sykes'a göre, "ana-babanın
güçsüzlüğü fikrinin pazarlanması sayesinde, terapi tekniklerinin
pazarlanmasının önü açıldı.""ı B ütün "yardımcı" profesyonellerin
varoluş gerekçesi müşterilerinin güçsüz olduğudur.
Danışmanlar, birçok bakımdan, yüzyıllar boyunca insanların
korkularını körükleyerek yaşamış rahipleri andırıyor. Bu uzmanlık,
insanların sorunlarıyla yalnız baş edemediği fikrinden besleniyor.
Bu açıdan, insanların kendi meselelerini çözme konusundaki özgü
ven eksikliğinin kiliseye de yansıması ilginç. İngiltere'de Anglikan
Kilisesi rahiplere, cemaatteki kadınlara uygun bir biçimde davran
ma konusunda danışmanlık hizmeti veriyor. Ruhani liderlerin bile
danışmanlık hizmetine gereksinim duyması yeni uzmanlığın iddi
alarının en açık göstergesi.
Danışmanlığın yaygınlaşması, uzmanlık kurumunun gerilernek
bir yana hızla yükseldiğini gösteriyor. Gerçekten de güvendeki ge
nel azalma ve uzman sistemlerinin etkisinin artması arasında hiçbir
çelişki yok. Güven erozyonu, en iyi, kendimize olan güvenin geri
lemesi olarak yorumlanabilir. İnsanın en temel ilişkilerini kendi ba
şına yönlendirebileceği fikrinin ve özgüvenin zayıflaması yüzün-
9. Wann, M. ( 1 995) Building Social Capital: Self Help in a Twenty-first Century
Welfare State (London: IPPR), s. iv, 70-2.
1 O. Sykes, C. (1 992) A Nation of Victims: The Decay of the American Character
(New York: St Martin's Press) . s. 43.
ısı
den, uzmanlara talep doğdu . Bu uzmanlığın büyümesi, insanın so
ru n çözme becerisine olan inancın zayıflamasıyla doğru orantılı.
Uzmanlığın etkisindeki artış özellikle varoluşsal güvenlik nıe
sclelerinde göze çarp ıyor. Sağlık alanı, uzmanlık konusundaki seçi
ci yaklaşımın iyi bir örneği. Bir yandan tıp mcslcğine olan güven
sizlik yoğunlaşırken, diğer yandan sağlık konusundaki merak gö
rülnıcdik biçimde artıyor. Tıp bilimine duyulan güvenin azalmasın
dan büyük yarar sağlayaniarsa kendi terapilerinin "doğal" ya da
"bütünsel" olduğunu, ya da "antik" bir uygulamaya dayandığını id
dia eden uzman lar oluyor.
Gündelik yaşanı m profesyonelleşmesinin sonuçlarından biri de,
kamuoyundaki sağlık kaygısının artışı. Sağlık kavramının kapsamı
her geçen gün genişliyor. Bu kavram, geçmişte klasik tıbbın dışın
da olan alanları da kapsamaya başlıyor. Alternatif tıp ve tedavi yön
temleri, tam da bilimsel tıbbııı ötesine geçme iddiası sayesinde ge
lişiyor. Kendi uzmanlığını pazarlamaya çalışan insanlar, "bütünsel"
terimini kullanarak kendi becerilerinin her alanı kapsadığına vurgu
yapıyor. Her şey, bütün davranış biçimleri tıbbın alanına giriyor. Bu
gün, örneğin "cinsel sağlık" gibi bir ifadeyi kullanıp, geçmişte varo
luşsal bir mesele olarak gördüğümüz konulara değiniyoruz. Davra
nışın bu biçimde tıbbileşmesi, uzmana olan talebi de artırıyor.
Gündelik yaşamın profesyonclleşınesinin yıkıcı sonuçları özel
likle cinsellik alanında çarpıcı bir duruma geldi. Cinsellik alanında
ki yeni "bilgi"lerin artışı, danışmanın müşteriye aktarabileceği gi
zemli bir beceri ya da bilgi varmış izlenimi yaratıyor. Uzmanlar,
müşterilerinin -özellikle de genç erkeklerin- cehaleti karşısında ya
şadıkları şaşkınlığı sürekli olarak dile getiriyor ve kendilerinin hal
kın cinsel sağlığı bakımından vazgeçilmez olduğunu üstü kapalı bir
biçimde ifade ediyor. Cinsel eğitimin zorunlu olduğu -bunun yeni
nesli sosyalleştirınek için en doğru yöntem olduğu- ilan edilirken,
yoğun bir ahlaki bombardıman yüzünden pratik bilgiler bulanıyor.
Yetişkinlerin çocuk yaşamı üzerindeki denetiminin en garip görü
nümü, cinsel eğitimin ahlaki dayanağı konusunda ortaya çıkıyor.
Yeni cinsel sağlık uzmanları, çocukların cinselliği profesyonel reh
berlik o!mad3.ı� kendi başına öğrenmesi anlayışının eski kafalılık
182
olduğunu iddia ediyor. Çocukların bu konuda birbirinden pek çok
şey öğrendiğini fark eden bazı uzmanlar da, genç insanları da işe
katıp, "arkadaştan arkadaşa" cinsel eğitim başlatarak bilgi akışını
denetlerneye çalışıyor.
Danışmanlık ve sağlık alanlarında yeni uzmanların türcmesi, bu
kişilerin kamuoyunun güvenini otomatikman kazandığı anlamına
gelmiyor. Ancak bu uzmanların, birey davranışları ve tutumları
üzerinde ciddi bir etkisi var. Sağlık alanından bir örnek, uzman gö
rüşlerinin insan davranışını nasıl etkilediğini gösteriyor.
İngiliz hükümeti tarafından yapılan, Social Trends (Sosyal Ge
lişmeler) adlı araştırmaya göre, son 30 yılda evlerde tüketilen gıda
türlerinde ciddi değişimler oldu. "Doktorlar kandaki kolesterol se
viyesini ve kalp hastalığı riskini azaltmak için doymuş yağ içeren
gıdalardan uzak durulmasını tavsiye ediyor," denilen rapora göre,
bu tavsiye evlerdeki tüketim üzerinde büyük bir etki yaptı : "tüke
tim tereyağından, önce margarine sonra da daha düşük yağ içeren
ürünlere kaydı." Raporda, "bugün sıradan bir insanın tükettiği orta
lama süt miktarı 1 9 6 1 'den daha düşük" deniyor. Ayrıca, insanlar
uzman tavsiyesine uyarak geçmişe göre daha az et yiyor. Son on
yıldır et tüketimi düzenli bir biçimde düşüyor. 1 992 yılında bir ki
şi ortalama olarak 1 962 'deki miktarın yarısı kadar, yani haftada
1 40 gram sığır ve dana eti tüketiyordu. Kuzu ve koyun eti tüketi
mindeki düşüş ise daha çarpıcı: 1 992'deki miktar, 30 yıl öncesinin
yaklaşık üçte biri.1 1
Sağlık uzmanlarının kişilerin beslenme biçimi üzerindeki otori
tesi dikkat çekici. Geçmişte İngiltere' de diyet kuralları bu kadar
sıkı uygulanmazdı. İngiltere Kilisesi, İslam ve Musevilik dinleri gi
bi mutfağa girip çıkana karışmazdı. Ancak günümüz İngiltere 'sin
de popüler olan beslenme adetleri güçlü ahlaki motifler içeriyor.
Örneğin, bir vejetaryenin yanında et yiyen kişilerin utanç d uyması
sağlanıyor. Günümüzde sağlık uzmanları neyin yenip neyin ycnme
yeceği, ya da belirli bir gıdadan uzak durulması konusunda fikir
yürütüyor ve halkın davranışlarını etkilerneyi umuyor. Birtakım uz
manlara duyulan güvenin hala güçlü olduğu apaçık ortada.
1 1 . Social Trends ( 1 994). s. 98.
1 83
Toplumun farklı uzmanlara farklı muamele yapması, göründü
ğünden daha karınaşık bir süreç. Deneyleri ve yenilikleri savunan
uzmanlara yönelik büyük bir kuşkuculuk hakim. "Deney" kelimesi
artık sırf teknik bir kelime olmaktan çıktı. Deney, kamu kuruluşla
rı tarafından kontrol altında tutulması gereken bir olgu olarak görü
lüyor. Deney yapan kişiler de -aksi ispatlanana kadar- sorumsuz in
sanlar olarak görülüyor. Bunun aksine, güvenliğe ve riskten kaçın
ınaya vurgu yapan uzmanlar rahatlıkla saygı ve kabul görüyor. İh
tiyatlı olmayı salık veren bir kimse asla sorumsuz davranınakla
suçlanmıyor. Yeni bir ilacın test edilmesini ve dolayısıyla kimi in
sanların acilen ihtiyaç duyduğu bir tedavinin geliştirilmesini gecik
tiren bir kişi, insan yaşamını gereksiz yere tehlikeye atmakla suç
lanmıyor. Diğer yandan, böyle bir deneyi gerçekleştiren bilim ada
ını Tanrı'yla aşık atmakla suçlanabiliyor.
Nihayet, güvensizlik de kendi uzmanlarını üretiyor. Günümüz
de, kazançları güven ilişkilerinin yıpranmasına bağlı olan bir dizi
danışman ve kolaylaştıncı mevcut. Bu uzmanlık dalı, insanın ken
disine ve başkalarına güvenmesinin yanlış olduğu inancı sayesinde
gelişiyor. Bu kişilerin niyeti ne olursa olsun -ki şüphesiz çoğu son
derece saygıdeğer niyetlerdir- bu davranışların nihai sonucu insan
ların kendilerine güvenme kapasitesinin azalınasıdır.
B . TOPLULUKLAR l N ÇÖZÜLMESi
1 84
birçoğu Eınile Durkheim gibi on dokuzuncu yüzyıl sosyologlarının
öngörülerine dayanır. Durkheim, kendi dar çıkarının peşinde koşan
ve yalıtılmış bireylerden oluşan bir toplumun ömrünün kısa olaca
ğını iddia etmişti. Durkheim 'a göre, kendi çıkarını güden içten pa
zarlıklı bireyler toplumsal dayanışmaya zarar veriyordu. Durkhe
im, bu tehlikeden kaçınmak için toplumun, işbirliği duygusuna ve
insanları birarada tutan ikincil kurumlara ihtiyaç duyduğunu belir
tiyordu. 12 Bu tür ikincil kurumlar -kilise, kooperatifler ve meslek
odaları gibi- kolektif ağlar oluşturarak kişinin kendi çıkarını ger
çekleştirmesini de kolaylaştırırdı.
Bugün birçok yazar, bireyciliğin güçlenmesinin yanısıra ikincil
kurumların da dağılmasıyla, güven ilişkilerinin ciddi bir zarar gör
düğünü belirtiyor. Francis Fukuyama'nın Trust (Güven) kitabının
ana fikri de budur. Fukuyama'ya göre, ABD "biraraya gelme sana
tı"nı yitirme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Biraraya gelme becerisi
nin temelinde ortak değerlerin sağlamlığı vardır. Bu tür değerler et
kiliyse, bireyin çıkarının grubun çıkarına boyun eğmesi kolay olur.
Bu süreç güvenin güçlenınesini sağlar. Fukuyama, günümüzde or
tak değerlerin bireyciliğin önüne çıkardığı engellerin giderek azal
dığını belirtiyor. Yazara göre, "hak merkezli liberalizmin, bu hakla
rı varolan bütün toplulukların aleyhine olacak biçimde genişletme
ve çoğaltına eğilimi, mantıksal sonucuna varmıştır". 13 B unun sonu
cunda, ABD'de sosyalleşme azalmıştır. Fukuyama'ya göre, güven
ilişkisinin yıpranmasının en açık belirtisi, Amerikan vatandaşları
nın birbirine dava açmak için avukatlara ödediği ve nüfusun yüzde
birini demir parmaklıklar arkasında tutmak üzere harcanan büyük
paralardır. Bu iki maliyet kalemi, "yıllık yurt içi milli gelirin büyük
bir yüzdesine denk geliyor ve toplumda güvenin yok olması nede
niyle gerekli olan bir çeşit doğrudan vergi teşkil ediyor."1'
Fukuyama' nın tezi, Batılı toplumların önündeki asıl görevin
topluluğu kurtarmak ve toplulukla kişisel çıkarlar arasında yeni bir
ilişki kurmak olduğu şeklindeki genel konsensüsle aşağı yukarı ör-
1 2. Bkz. Durkheim, E. (1 964) The Division of Labour in Society (New York Free
Press)
1 3. Fukuyama, Trust, s. 1 O.
1 4. Fukuyama, Trust, s. 1 1
1 85
tuşuyor. Topluluk yanlısı konsensüse göre, 1 980' lerden itibaren
olay kontrolden çıkmıştır. Bugün 1980'li yılların hırsın çizmeyi aş
tığı bir dönem olarak görülmesi oldukça yaygındır. B u argümanın
popüler versiyonuna bir örnek, Oliver Stone'un Wall Street filmin
de, hisse sahiplerinden oluşan bir dinleyici topluluğuna "Hırs iyi
dir" diye haykıran Gordon Gekko adlı açgözlü tüccar tiplemesidir.
S ınırsız egoizmin yıkıcı sonuçlarını gözden kaçıran bu hırs kültürü,
temel toplumsal dayanışma biçimlerinin parçalanmasının ve güve
nin zayıflamasının sorumlusu olarak kabul edilir. ·
1 980' lerde toplumsal dayanışma ve topluluk ruhundaki çözül
menin hızlandığı su götürmez bir gerçek. Bu dönemde, bütün ko
lektif kurumlar zayıfladı. Kuşkusuz, insanları birarada tutan ilişki
ler aşındıkça güven duygusu da zarar gördü. Şüphesiz bireyleşme
süreci risk bilincinin büyümesini de kolaylaştırdı. Ancak bireyleş
menin güçlenmesi gerçeğiyle bireyciliğin güçlenmesi iddialarını
karıştırmamak gerekir. Bireyin geçmişin zorunluluk ve kurumların
dan kurtulması anlamını taşıyan bireyleşme, kendiliğinden bireyin
yüceltilmesine yol açmaz. Dolayısıyla, topluluğun ve güven ilişki
lerinin çözülmesinin, mutlaka sınırsız bir bireyciliğin sonucu oldu
ğu söylenemez.
1 980' leri n temel paradoksu, Reagan ve Thatcher yönetimlerinin
bireyi güçlendirme girişiminin aslında bireyi güçsüz düşürmüş ol
masıdır. Bu hükümetlerin sendikaları ve diğer dayanışma biçimle
rini parçalama konusunda gösterdiği başarı, bireysel girişimeiyi öz
gürleştirmedeki başanlarından çok daha büyüktür. Bunun nedeni,
toplumsal dayanışmanın çözülmesiyle beraber bireyin yahtılması
ve savunmasız bir duruma düşmesidir. Geçmişte kolektif kimlikler
den beslenen özgüven yok oldu. B unun yerine birey, çeşitli olayla
rı kendi kontrolünün dışıııdaki gelişmeler olarak algılamaya ve ya
şamaya başladı.
Yeni bir toplumsal ağ oluşturulmadan yaşanan bireyleşmc an
cak güvensizlik doğurur. En başta insan ilişkileri değişime uğrar.
Geçmişte arkadaş ve müttefik olarak görülen komşu ve meslektaş
lar, giderek birer rakip ve potansiyel tehdit olarak algılanır. Oysa
gerçekte insanların arasında bir savaş yok. Suç vakaları, komşu
186
kavgaları ve işyerindeki sataşmalar büyük ölçüde abartılıdır. Ancak
ortak çaba ve yaşam duygusu bir kere yitirilince, herşey farklı bir
gözle görülür. Diğer insanlar arkadaş değil yabancıdır artık.
Dayanışmanın zayıflaması süreci, özgüven içeren bir bireycilik
kültürünün ortaya çıkışıyla elele yürümedi. B ireycilik konusunda
uzun uzun tartışmalar yapılmasına rağmen, etrafta özgüven sahibi
ya da egoist pek çok birey görmek m ümkün alam ıyor. Toplumun
değişim, deney ve gelecek konularındaki tutumu, bireyleşme süre
cinin özgüven içeren bir bireycilik kültürü oluşturmasını engelledi.
İngiliz okullarında, rekabetçi spor dalları damgalanıyar ve kazan
ma azmi bir hastalık belirtisi olarak algılanıyor. Bireyleşme süreci,
toplumun cesarete muhtaç olduğu bir dönemde, azmi ve özellikle
risk alma kararlılığını zayıflatıyor. B öylece güven ilişkisinin aşın
ması, bireyeilikle de,�il bireyleşme süreciyle örtüşmüş oluyor.
İçinde yaşadığımız dönemi egoist bireyler çağı kabul edip ha
yıflananlar, günümüzün önemli özelliklerinden birini gözden kaçı
rıyor. Eski kolektivitelcrin -sendikalar, yerel topluluklar ve politik
oluşum lar- gerilemesi aktif ve dışadönük bir bireyciliğin önünü aç
madı. Günümüz toplumunu tamamen bireysel bir toplum olarak ta
nımlamak moda oldu; ancak, bu tür tanımlamalar kültüre kök salan
birey-karşıtı eğilimleri gözden kaçırıyor. "Hayırsever doksanlar"
döneminin topluluğun yararı için ihtiyat, endişe ve ölçülülük kriter
lerine vurgu yapması, "hırslı seksenler"in panzehiri olarak sunulu
yor. Günümüzün politik söyleminin en moda temalarından biri,
yuppi kültürünün bencilliğini ve egoizınini eleştirrnek ve benmer
kezci bireycilik anlayışına karşı, romantize edilmiş bir "topluluk"
imgesini savunmaktır. Yüksek maaş alan ve tüketim çılgınlığı için
de olan "şişmanlar"ı kınamak en son modadır. Bu temaların daya
nağı, aşırıya kaçarak diğerlerini riske atan kişileri eleştİren ihtiyat
felsefesidir.
Günümüz toplumu, kendine güvenen bireyi değil, "kurban" ya
da hayatta kalmayı başarabilen insan imgesini olumluyor. Kendini
sınırlama ilkesi bireylerin de en az topluluk kadar yardıma muhtaç
olduğunu vurguluyor. B ireyin yükseldiği şeklindeki yaygın yanıl
sama gayet anlaşılır bir olgu. B ireyleşmen in artışı ve dayanışmanın
1 87
zayıflaması, sanki sınırsız bir egoizm önüne çıkan her şeyi yok e
diyor gibi bir izienim doğmasına neden oldu. Ancak bu izienim sa
dece kısmen doğru, çünkü gerçekte, ihtiyat talep eden ve yenilik ru
hunu kabullenemeyen bir toplum, parçalanmış bireyi sürekli olarak
geride tutuyor ve sınırlıyor. Dolayısıyla günümüz toplumunun be
lirleyici özelliği bireyin görülmemiş bir biçimde gelişmesi değil,
hem kolektivite duygusunun hem de bireysel azınin zayıflamasıdır.
C. İ N S A N K E N D i N E G Ü VENEMEZSE
188
kültürü özneye -etkili insan eylemine- çok küçük bir rol atfediyor.
Bu tür bir durumda bireycilik; sınırlama ve ihtiyat salık veren bir
kültüre özgü bir anlam kazanır. İnsanın potansiyelini gerçekleştir
meye değil, hayatta kalmayı başarmaya odaklanmış bir bireycilik
ortaya çıkar. Ayrıca, bireylerin kendi kaderini çizen varlıklar değil,
koşulların kurbanı olarak algılandığı bir anlayış doğar. Artık özne
nin hakim özelliği pasifliğidir. Böylece, özne gelecekten kopar ve
bu uzak ülkeyi şekillendiremez hale gelir.
Öznelliğe verilen önemin azalması, bireyin eyleminin kapsadı
ğı alanı sorgulama eğilimiyle yakından ilişkilidir. Kahramanlığa
soyunmak m ümkün değildir artık. Aksine insanlara tamamen fark
lı bir gözle bakılır. Toplum kendisini, kazananların değil, kaybe
denlerin karşısında daha rahat hisseder. Yeni idoller, kendi sınırları
içinde yaşamayı öğrenmiş kişilerdir. Eskiden Süpermen rolünde
oynayan ama trajik bir kaza yüzünden sakatianan Christopher Re
eve, 1 990' ların idollerine iyi bir örnektir. (Bu arada Reeve kendisi
ne dayatılan kurban statüsünü reddetmiştir.) Kahramandan kurbana
geçiş, yeni ve alçakgönüllü bir öznelliğin oluşturulduğunun göster
gesidir.
Çaresiz özne kavramı, insan düşmanı bir dünya görüşü üzerin
de yükselir. Bu dünya, insanın yıkıcı gücünü tatmış olan kurbanlar
ve zarar görmüş insanlarla doludur. İnsanlar hakkındaki bu olum
suz duygular güven sorununu besler, çünkü güven ilişkilerinin çö
zülmesi toplumun insan konusundaki yargısını yansıtır. Güven so
runu, özünde, kendimize güvenememe sorunudur.
Güven sorununun temel varsayımı insanların değersiz olduğu
dur. Taeizin rutin kabul edildiği bir dünyada, yetişkinlerin çocukla
rı koruyacağına nasıl güvenilebilir? Bu argümanlar mantıksal so
nuçlarına kadar götürüldüğünde, insan türünün lanetlenmesine yol
açar. Dolayısıyla insan me,rkezli bir dünya görüşü olan hümanizmin
son yıllarda ağır bir saldırıya maruz kalmasına şaşmamak gerekir.
Örneğin, günümüzde insanın aklının hayvanın içgüdüsünden üstün
olduğunu savunan bir kişi "tür ayrımcılığı" yapmakla suçlanıyor ve
insanların hayvanlardan daha kötü olduğu duygusu belli bir kabul
görüyor.
1 89
Güven sorun u, öznelliğin zayıflaması bağlammda anlaşıldığın
da, günümüz toplumunun ayırdedici özelliğini tespit etmek müm
kündür. Geçmişte de birçok toplum işbirliği ve güvenin çöküşüne
ve çatışmaya tanık olmuştur. 1 960 ve 1 970'li yılfarda, endüstri iliş
kileri uzmanları, sürekli olarak, emek ve sermaye arasında güven
olmadığından şikayet ederdi. Ancak onların ifade ettiği sorun, bu
günkünden çok farklıydı . İşveren ve işçi arasındaki güvenin zayıf
olması, toplumsal dayanışmanın zayıf olduğu anlamına gelmiyor
du. İşverenler ve sendikalar arasmda gerilimli bir ilişki olsa da, her
iki tarafın kendi içinde güçlü bir dayanışma mevcuttu. Bu örnekte,
belirli bir ilişkideki güvenin azalmasına, b aşka alanlarda dayanış
ma duygusunun güçlenmesi eşlik ediyordu.
B ugün güven sorunu belirli bir iki ilişkiyle sınırlı değildir. Me
sele, işçinin işverene güvenmemesinden ibaret değildir. Sorun, iş
arkadaşlannın birbirini potansiyel düşman olarak gördüğü, .komşu
nun tehdit kabul edildiği bir noktaya gelmiştir. Dolayısıyla, güven
sorunu, geçmiştekinin aksine, toplumun bütün katmanlarında top
lumun işleyişi konusunda bir güvensizliğin hakim olduğu bir or
tamda yaşanıyor.
Sadece, uzmanlara ve otoriteye olan inancın yok olduğuna dik
kat çeken yazarlar, otorite sahibi olanların da kendine, güvenmeme
si gibi daha önemli bir gelişmeyi gözden kaçınyor. Toplumun önde
gelen kurumlarını yönetenler, önceki bölümlerde değinilen genel
süreçlerin işleyişinden muaf kalamamıştır. İnsan müdahalesinin te
melden yanlış olduğu inancı toplumun tüm katmanlarını etkiliyor.
Birçok bilim adamı, başarılarının sonuçlanndan dolayı kaygı duyar
hale geldi. Örneğin, genetik ve tüp bebek gibi alanlarda çalışanlar,
giderek kendi davranışlannın sorumluluğunu üstlenmekten kaçım
yar ve kendi çalışmalarını düzenlemesi için dışardan bir otorite ça
ğırmayı tercih ediyor. Klinik tıbbın birçok dalında, geçmişte dok
torların hastalarıyla konsültasyon yaparak aldığı kararlar, etik ko
mitelere, hatta mahkemelere veya medyaya devrediliyor.
İnsan müdahalesinin etkisine dair şüphe, şirket yöneticileri ve
çalışanlan arasmda da son derece yaygm. Bu kişilerin çoğu en te
mel kararların sorumluluğunu dahi uzman danışmanlara devredi-
190
yor. Zorluklarla karşılaşan bir müdür, bir halkla ilişkiler uzmanı ça
ğırarak "etik" yöneticiliğin faydaları konusunda tavsiyeler alıyor.
Cesaretsizlik, toplumun her katmanında sorumluluktan kaçıl
masına yol açıyor. Yöneticilerin yönetmekten korkması gibi, öğret
menler öğretmeye isteksiz, ana-babalar da çocuklarını nasıl yetişti
recekleri konusunda kararsız. Danışmanlık, yardım hatları ve pro
fesyonellerin gündelik yaşamımıza müdahale ettiği diğer biçimler,
çaresizlik duygusunun ne kadar yoğun olduğunun bir ifadesi. Gü
ven sorununun kaynağı, kendimizi güvenilmeyecek derecede za
vallı bir yaratık olarak görmemiz. Bu inanç son yıllarda, insanlara
güvenmeme, ihtiyatlı olma ve riskten kaçınma ternalarına dayanan
yeni bir ahlak anlayışının ortaya çıkmasına neden oldu. Bazen ha
talı bir biçimde siyaseten doğruluk olarak da adlandırılan bu yeni
etiket, bir sonraki bölümün konusu.
191
VI
Yen i etiket
192
profesyonel rehberlik hizmetine ihtiyaç duyan, üzüntüler içinde ve
zarar görmüş varlıklar olduğu keşfedildi. Böylece, çaresiz özneler
yani yüksek beklentileri olmayan, etkisiz birey ve gruplar- ortaya
çıktı. Giderek, insanları kendi yaşamlarını belirleyen kişiler olarak
değil de koşullarm kurbanı olarak görmek bizi daha fazla ruhatlat
maya başladı. Bu gelişmelerin sonucunda, güzel bir yaşamı, kendi
ni sınırlama ve riskten kaçınma ilkeleriyle eşiıleyen bir dünya gö
rüşü ortaya çıktı.
Ben, -risk bilincinin artmasını ele alan diğer çalışmaların aksi
ne- bu olgunun gelişimini teknolojik ilerlemeye ya da çevre sorun
larının büyümesine bağlayan yaklaşımı sorguluyorum. Risk bilinci,
geleneksel değerlerin gerilemesiyle doğru orantılı olarak artar. Bu
değerlerin zayıflamasının kaynağında, insanların karşılaştığı temel
sorunlarla ilgili güçlü bir konsensüs olmaması yatar. Çeşitli yazar
lar, toplumun, yaşanan en temel sorunlarla ilgili olarak bile bir uz
laşma geliştiremediğini belirtiyor. Uygun bir aile yaşamının nasıl
olması gerektiği, ya da hangi davranışların suç kabul edilip hangi
lerinin edilmeyeceği sürekli bir tartışma konusu. ABD 'de, davranış
kuralları hakkında yaşanan bu anlaşmazlıklar "kültür savaşları"
olarak taııımlanıyor. Kültür savaşı terimi, herşeyden önce ahHik ala
nma ait bir terimdir. Ahiakın bu şekilde politiklcştirilmesi, toplum
sal dayanışma olgusu açısından birçok önemli sonuca yol açar. Ta
nııımış bir Amerikalı yazara göre, "Amcrikanizm düşüncesinin en
telektüel bir sorumluluk taşıyan biçimi, yani ulusal yönclişi belirle
yen ve kabul gören formülasyonu , hakimiyetini yitirmiştir".1
İngiltere'de de, İ ngiliz kimliği konusundaki temel varsayımlar
gözden geçiriliyor. Örneğin, öğretmenierin öğrencilere hangi de
ğerleri aktarması gerektiği, sürekli tartışma konusu oluyor. 1 996 yı
lı ocağında, hükümetin eğitim mü fredatı başdanışmanı Dr. Nick Ta
te' in bir konferansta, öğrencilerin sağlam bir ahlaki temel alması
gerektiğini söylemesiyle bti konu gündeme geldi. Tate, öğretim sü
resince geleneksel değerlerin öğretilmesine daha çok zaman ayrıl
masını ve böylece çocukların doğru ve yaniışı ayırt edebilir hale gel-
1 . Plaff, W. (1 990) Barbarian Sentiments: How the American Century Ends (New
York: The Naanday Press). . s. 1 85.
F l 3ÖN/Korku Kiiltürıi 1 93
mesini savundu. Liberal medya kuruluşları, sınıflarda daha fazla
ahlak dersi verilmesini içeren bu öneriyi eleştirdi. Independent ga
zetesinde çıkan bir başyazıda, toplumun geçmişe göre daha az
ahlaklı olmadığı ve öğrencilerin de "cinsellik ve evlilik konusunda
ki basitleştirmeleri yutmayacak kadar uyanık olduğu" belirtildi.'
B u tartışma sayesinde, toplumda, insanın en temel sorunları etrafın
da bile ortak bir zemin bulunmadığı açıkça ortaya çıktı.
Çocuklara ne öğretilmesi gerektiği konusunda ortaya çıkan gö
rüş farklılığı, en temel değerler etrafında dahi bir konsensüs bulun
madığını gösteriyor. Ortak değerlerin böylesine zayıf oluşu, bir be
lirsizlik ve şüphe atmosferinin oluşmasını sağlar. En temel sorunlar
muğlak olduğunda, yaşamla ilgili önemli kararlar almak gittikçe
riskli bir işe dönüşür.
Ortak değerlerin zayıflaması ve risk bilincinin artması arasında
sadece basit bir neden-sonuç ilişkisi yoktur. Risk duygusunun orta
ya çıkması, sosyal bütünlük sorununa eğreti bir çözüm sunar,
çünkü risk bilinci beraberinde belirli bir ahlak anlayışı getirir. B u ,
zorla belirli reçeteleri dayatan b i r ahlak anlayışıdır. B u ahlak, birey
lerden temel değer halini alan güvenliğe tabi davranmalarını ister.
Davranışların sınırlandırılmasını ve i htiyat içermesini talep eder.
Ayn ı zamanda, başkasını riske atan kişiyi lanetler. Bu ahlak anlayı
şı gündelik yaşam üzerinde de derin etkiler bırakır. Cinsellik, bes
lenme ve alkol tüketimi gibi bireysel alışkanlıklar dahi, sürekli ola
rak güvenlik açısından teftişten geçirilir.
Risk bilincinin artmasına paralel olarak, geleneksel ahlak bi
çimleri de yıpranır. Angio-Amerikan toplumlarında ahlaki önerme
ler genelde bir dilek biçimindedir. "Geleneksel değerleri geri getir
meliyiz" ifadesini sık sık duyarız. Bu ifade, toplumun ahlaki rota
sını yeniden bulamaması halinde başımıza geleceklere işaret eden
bir uyarıdır. Genelde dini liderler ya da muhafazakarlar tarafından
dile getirilen bu tür önermeler geçmişe ait bir hava taşır. Ancak, gü
nümüz kültüründe, bu tür geleneksel değerler ve ahlak anlayışı
a nakronistik olgular olarak kabul ediliyor. Çeşitli muhafazakar fi
gürlerin belirli konularda görüş bildirirken ahlaki bir yargıda bu-
2 . Independent, 1 5 Ocak 1 996.
194
lunmadığını özellikle vurgulamasının nedeni budur.
Amerika'nın önde gelen yazarlarından biri, "neden ahlaki söy
lemlerin modası geçti?" sorusunu ortaya atıyor. Diğer geleneksel
ahlak savunucuları gibi, o da, entelektüelleri ve entelektüellerin
ahiakın bilimsel bir temeli olmadığını söylemesini eleştiriyor.3 Gü
nümüz aydınlarının geleneksel ahlakı pek olumlamadığı doğru ol
sa da, ahlaki söylemin içine düştüğü durum yüzünden entelektüel
leri suçlamak, kötü haber yüzünden habereiye kızmak olur. Ahlaki
söylemin modasının geçmesinin nedeni, bu söylemin toplumun
farklı kesimleri üzerindeki etkisini yitirmesidir. "Ortak değerleri
miz"i savunma çabalarının çarptığı engel, yaşamların ve arzuların
hiçbir zaman homojen olmamasıdır. İngiliz Muhafazakar ve Ame
rikalı Cumhuriyetçi politikacıların aile değerlerine "geri dönme"
yolunda başarılı adımlar atması, sadece, temel konularda konsen
süs bulunmadığını göz önüne sermiş oldu.
Geleneksel ahlakı savunan kesimler açıkça savunma durumun
da. Gerçekten de, toplumun tüm kesimlerine hitap eden idealler ve
modeller formüle etmek son derece zor. B irçok geleneksel değer
artık olumsuz kabul ediliyor. Aile gibi temel geleneksel kurumlar
patriyarkal baskı aygıtları olarak görülüyor. Fabrikalar kapanır, in
sanlar işlerini kaybeder ve kent dışındaki büyük alışveri� merkez
leri ana caddedeki küçük dükkaniarı işinden ederken, "topluluk"tan
bahsetmek anlamsız kaçıyor. B irçok insan için topluluk, yaşamın
bir gerçeğinden ziyade, h ayali bir vizyon artık. Geleneksel ahlaka
bağlı olan kişiler dünyayı ileri teknolojinin hakim olduğu bir So
dom ve Gomore gibi algılıyor. Ahiakın gerilemesini incelikli bir bi
çimde ele alan Gertrude Himmelfarb, "sapkın olan normal kabul
edildikçe, normal olan da sapkın hale geliyor,'' diye yazıyor. Him
melfarb ' a göre, çekirdek ailenin bir taciz ortamı olarak kabul edil
mesi ve meşru olmayanıp meşrulaştırılması, neyin doğru neyin
yanlış olduğu konusundaki değerlerin altüst olduğunu gösteriyor.4
Geleneksel ahlak, zeminini yitirmiştir. Varlığını ancak toplumun en
3. Wilson, J. ( 1 993) The Moral Sense (New York: The Free Press), s. viii.
4. Himmelfarb, G. ( 1 994), "A Demoralized Society: The British/American Experi
ence", The Public lnterest, Sonbahar, s. 66.
1 95
etkisiz kesimleri arasında devam ettirebilmektedir. Politika, medya
ve akademik çevredeki önemli figürler geleneksel ahlaktan tama
men uzak duruyor; genç kuşaklar ise bunu geçmişe ait bir ideal ola
rak görüyor.
Geleneksel ahiakın marjinal bir konuma düşmesi, toplumun hiç
bir değer sistemine sahip olmadığı anlamına gelmez. Aksine, gele
neksel ahiakın ınarjinalleşmesi yüzünden ortaya çıkan boşluğu, risk
bilinciyle ilişkili bir değer ve davranış sistemi doldurdu. İnsan iliş
kilerinin denetimi, yeni bir etiket altında devam ediyor. Şimdi bu
etiketi ele alalım.
A . Y E N İ ETiKET
1 96
şam ve ölümü anlamiandırma bakımından dua etmenin ve dindar
bir yaşam sürmenin yerine geçmiştir," diyor.5 Yaşam tarzına verilen
önem ve din arasında yapılan bu karşılaştırma belki biraz zorlama
olsa da, bireyin yaşamının düzenlenmesinde sağlık bilincinin oyna
dığı rol tartışılmaz bir gerçektir.
Yeni etiketin içerdiği ihtiyatlı olma, kendini kısıtlama ve sorum
luluk taşıma gibi temel değerler, açık bir ahlaki söylem kullanıla
rak savunulmak yerine, değer yargılarını aktarmak üzere, çeşitli
davranışlarla çeşitli riskler arasında bağlantı kurulur. Örneğin, yeni
etiket seks konusunda açık bir ahlaki yaklaşımı savunmaktan kaçı
mr. Herhangi bir cinsel davranış özel olarak damgalanmaz. Belirli
bir cinsel tercihe şüpheyle yaklaşılmaz ve değer yargısız bir tarz iz
lenir. Cinsel eğitimin açık ve hoşgörülüymüş gibi görünmesinin ne
deni budur.
Gerçekte, seks en az geçmişteki kadar ahiakın boyunduruğu al
tındadır; ancak artık bu süreç seksin çeşitli risklerle ilişkilendiril
mesi sayesinde gerçekleşir. Seksin belirli bir türünün risklerini he
def alan sorular kaçınılmaz bir biçimde "riskli seks" kavramının
oluşumuna yol açar. "Güvenli seks" ya da "sorumluluk taşıyan
seks" gibi ifadelerin içerdiği ahlaki göndermeler bu konuyla ilgili
bütün ciddi tartışmalarda ortaya çıkıyor. Ancak uyarılar her zaman
son derece tıbbi bir tarzla yapılıyor. Örneğin, British Medical Jour
nal adlı dergide yirmi yaş altındaki gençlerin cinsel deneyimleri
konusunda yürütülen bir tartışmada tamamen tıbbi terimler kullanı
larak çeşitli riskler hakkında uyarılar yapılıyordu. Çalışmanın var
dığı sonuç şuydu: "reşit olmadan yapılan sekse bağlı olarak ortaya
çıkan hastalıklar ciddi bir seviyededir ve bu yaştaki gençlerin çoğu
için cinselliğin uygun olmadığını göstermektedir."" Bu çalışmada
kullanılan teknik dil, değer yargılarından kaçınmak için sarfedilen
çabanın bir yansıması. Reşit olmadan yaşanan seksin Janetlenmesi
ya da eleştirilmesi sözkonusu değil. Yazar sadece, cinselliğin tüm
gençler için değil, "bu gençler için" "uygun" olmadığını belirtiyor.
5. Lupton, D. (1 995) The lmperative of Health: Public Health and the Regulated
Body (Londra: Sage), s . 4.
6. Stuart-Smith, S ( 1 996) "Teenage Sex", British Medical Journal, 17 Şubat,
s.3 1 2.
1 97
Bunlar son derece dikkatle seçilmiş kelimeler. Yirmi yaş altındaki
gençlerin cinselliğinin, istenmeyen ya da ahlaki açıdan yanlış oldu
ğu değil, sadece "uygun" olmadığı söyleniyor!
Açık ahlaki sınırlarnalara maruz kalan eski kuşak, seksin tehli
kelerine dair uyarıların risk söylemiyle yeniden üretildiğini göre
cektir. Cinselliğe yapıştırılan yeni etiket, neye izin verilip neye ve
rilmediğini belirleyen bir hiyerarşi içeriyor. Geçmişte lanetlenen
birçok davranış bugün kabul gördüğü için, bu yeni etiket geçmişte
kine göre daha hoşgörülüymüş gibi görünüyor. Örneğin, artık eş
cinsellik ya da mastürbasyon ahlaksız davranışlar olarak ilan edil
miyor. Hatta, birçok cinsel eğitimci, mastürbasyonu cinselliğin
"güvenli" ve olumlu bir biçimi olarak fiilen savunuyor. Diğer taraf
tan, cinsel birleşme riskli ve olumsuz kabul ediliyor. Günümüzde;
normal ve anormal, ya da ahlaklı ve ahlaksız davranışlar arasında
değil, güvenli olan ve olmayan seks arasında bir ayrım çizgisi çe
kiliyor. Güvenli olan ve olmayan ayrımı yüzünden seks en az geç
mişteki kadar müdahaleci olan bir ahlaki ölçüte tabi kılınıyor. Es
kiden genç hanımlara, iyi kızlar sonuna kadar gitmez, denirken; bu
gün, sorumluluk sahibi kızlar ihtiyatlı davranır, deniyor.
HIV enfeksiyonunun ve AIDS 'in ortaya çıkmasıyla birlikte risk
ve seks arasında kurulan bağlantı iyice güçlenmiştir. Ancak, sağlık
bir kere risk açısından tanımlandığında, sadece cinsellik değil bü
tün davranışlar yeni bir ahlak anlayışına tabi hale gelir. Araştırma
c ılar, güvenli seks konusunda verilen tavsiyelerin diğer bulaşıcı
hastalıklar için de geçerli olduğunu söylüyor. Fakat, HIV'den çok
daha bulaşıcı olan birçok hastalık vardır ve bu durumda toplum, ör
neğin grip olan insanların başkalarıyla temas kurmamasını mı iste
melidir? Tıp etiği alanının iki önde gelen yazarı, "nezle olduğunu
ya da üşüttüğünü bilen bir kişinin iş arkadaşlarına karşı sorumlulu
ğu nedir?" sorusunu sordu.7 Suç, ahlak ve sorumluluk kavramlarıy
la sağlık riski kavramının iç içe geçtiği son derece açık.
Risk bilinci temelinde oluşturulan bu etiketin buyurgan bir özü
olduğuna dair birçok yorum yapıldı. S igara içme davranışının dam-
7. Harris, J. ve Holm, S. {1 995) "ls There a Moral Obligation Not to l nfect Ot
hers?", British Medical Journal, 4 Kasım, s. 3 1 2.
!98
galanması, asıl niyetİn düzenleyici bir güç oluşturmak olduğunu
gösteriyor. Risk alma davranışınm ahHl.ka aykırı olduğunu belirt
mek için, bir bireyin davranışının diğer insanları etkilememesi ge
rektiği söylenir. Böylece sigara içme davranışı, istemeden onun et
kisine maruz kalan insanlara verdiği zarar yüzünden lanetlenir. Bü
tün bireysel davranışların diğer insanlar üzerinde dalaylı ya da do
laysız bir etkisi olduğu için de, düzenleme gücünün alanı genişler.
Risk odaklı ahlak anlayışını savunan bazı kişilere göre, kendi adı
na riske giren kişiler, davranışlarının sorumluluğunu "vergisini
ödeyen ve risk almaktan kaçınan vatandaşlar" da dahil olmak üze
re diğer herkese yayar.R Risk bilincini yaymaya çalışan sosyologlar
da sorunu bireysel davranışlar temelinde açıklar. Luhman, "Bir in
sanın riskli davranışının diğerleri için de tehlike yaratması, modern
toplumun temel sorunlarından biridir," diyor.9 Bu tür bir perspektif,
bireyin davranışının düzenlenmesi talebini örtük olarak içerir.
B ireyin davranışını düzenleme eğilimi, zaman zaman insanların
öfkesini çekiyor. Basında çıkan çeşitli makalelerde "beslenme fa
şizmi" veya insanların yaşam tarzını etkilerneye ve değiştirmeye
çalışan diğer girişimler lanetlendi. Bazı yazarlar, özellikle de sağ
görüşlü olanlar, sağlık aktivistlerini "özgürlük, sorumluluk ve ken
dini belirleme hakkı"na zarar verdikleri için eleştirmiştir. 10 Ancak
bu eleştiriler, yaşam tarzlarını düzenleme olgusunun bütünsel bir
eleştirisi olmaktan ziyade, bir tepki niteliğini taşır. Yeni etiketi eleş
tİren yazarlar, onun müdahaleci sonuçlarına tepki verir ancak onun
varsayımlarını mercek altına almaz.
Yeni etikete yönelik eleştirilerin yüzeysel kalmasınlll bir nede
ni, yeni etiketin bireysel davranışlarla ilgili belirli kurallar barındı
ran bir değer sistemi olarak algılanmamasıdır. Fakat yeni etiket tam
da budur. Çoğumuz, geleneksel bir otorite kaynağından gelse karşı
çıkacağımız sınırlamaları, kişisel sağlık ve güvenlik adına kabul
B. Leiss, W. ve Chociolko, C. ( 1 994) Risk and Responsibility (Montreal: McGiii
Queen's University Press), s. 1 1 .
9. Luhman, N . ( 1 993) Risk: A Sociological Theory (New York: Walter de Gruyter),
s . 1 47.
1 O. Bkz. Anderson, D. ( 1 99 1 ) "The Health Activists: Educators or Propagandists",
Berger, P. (der.) Health, Lifesiyle and Environment- Counteracting the Panic
(Londra: Social Affairs Unit). s.45-6.
1 99
lenmeye hazırız.
Yeni etiketin bir bütün olarak ele alınmamasının bir diğer nede
ni de, aniden ortaya çıkmış olmasıdır. ihtiyat ahHl.kı, gelişigüzel ve
eğreti bir biçimde ortaya çıktı. Parça parça ortaya çıktığından, bir
düşünce bütünü olma iddiasında bulunmadı ve o şekilde de algılan
madı. Ancak ihtiyat ahlakının etkisi 1 970' lerden beri düzenli bir bi
çimde arttı. Son yirmi yılın gündemindeki birçok nokta -çevre,
AIDS, taciz kültürü- yeni etiketin kristalize olmasına katkıda bu
lundu.
B u etiketin nasıl aniden ortaya çıktığını anlamak için dönüp
1 980'lere bakabiliriz. Bu yıllar sözde, serbest girişim, güçlü birey
cilik ve muhafazakar ahHik dönemi olan Reagan ve Thatcher çağıy
dı. Fakat, bu dönem aynı zamanda yeni etiketin bütün öğelerinin
ortaya çıktığı dönem oldu. Bu dönemde ihtiyat, taeizin normalleş
mesi, AIDS, risk bilincinin artması ve gündelik yaşamın profesyo
nelleşmesi ve düzenlenmesi gibi olgulara tanık olduk. Risk konu
sundaki önemli bir inceleme, İngiltere' de 1 980' lerde "düzenleme
faaliyetinin bu ölçüde ve hızda artmasının nedeni nedir?" sorusunu
ortaya atıyordu. Yazar şöyle diyordu, "bu sürecin piyasa güçlerine
ve girişimci ruhun özgürleşmesine bağlı olduğunu iddia eden Mu
hafazakar Parti 'nin, hükümette olduğu bir dönemde yaşanınası tam
bir ironidir". 11
Riskten kaçınma davranışının ve düzenleme olgusunun, aslen
farklı bir politik hattı olan serbest piyasacı politik rejimierin döne
minde güçlenmesi, bu olguları yaratan dinamiklerin gücüne işaret
ediyor. B u durum, art arda gelen hükümetlerin karşı koymasına
rağmen, yeni bir sosyal düzenleme biçiminin başarıyla ortaya çık
tığını gösteriyor. B uradan, toplumsal yapının içinde, bu yeni etike
tin yükselmesinden sorumlu olan güçlü dinamikler olduğu sonucu
na varılabilir. 1 980' lerin muhafazakar hükümetlerinin kendi ahlak
anlayışların ı hakim kılmakta başarısız olduğu da söylenebilir.
Yeni etiketin Reagan-Thatcher döneminde ivme kazanması, bu
tür rejimierin taraftarlarının hayal kırıklığına uğramasına neden ol
du. Reagan-Theatcher yandaşları, seçim başarısı elde etmiş olsalar
1 1 . Adams, J. { 1 995) Risk (Londra: UCL Press), s. 206.
200
da hor gördükleri değerlerin ve davranışların yaygınlaştığına tanık
oldular. 1 980'lerde bu davranışların yaygınlaşması ve hatta bazı
durumlarda kamusal politikalara eklemlenmesi, sağın taraftarları
nın moralini bozdu. Sözkonusu edilen şey, çevre, sağlık, güvenlik
ve kişisel davranış konularında ortaya çıkan çeşitli düzenlemelerdi.
Bu kişiler her şeyden çok, yeni etiketin geleneksel ahlakı kolaylık
la marjinal bir konuma itmesine öfkelendi. Bu gelişmelere verilen
tepki nihayet "S iyaseten doğruluk" (political correctness) tartışma
sında ortaya çıktı.
Siyaseten doğruluk konusundaki çekişıneli tartışma, ne yazık ki
gündemdeki konuların karışmasına yol açtı. Bu, siyaseten doğruluk
denen olguyu güçlendiren gerçek etkenleri nadiren ele alan, yüzey
sel bir tartışmaydı. Eleştiriler daha çok bu gelişmelerin çeşitli so
nuçlarına, özellikle de Amerikan akademik çevrelerinde tartışılan
konulara yoğunlaşıyordu. Kamuoyunun gözünde, kampuslerde sü
regiden, sözel kodlar, cinsel taciz ve ırk tartışmalarıyla ilişkilendi
rildi. Sansürün haklı ve hatalı yönlerini, çokkültürlülük konusunu
ve "Batı kültürü"nün karaianmasını ele alan makaleler yayımlandı.
Siyaseten doğruluk karşıtları, küçümsedikleri, eleştirdikleri şe
yin tanımını yapmakta zorlandı. Karşı çıktıkları şey, daha ziyade,
Batı değerlerinin insafsızca inkar edilmesi olarak gördükleri bir du
rumdu. Bu durumun yaygınlaşmas ının nedeni olarak, geleneksel
yazarların "yeni entelektüel kesim" dediği çevrelerin davranışları
gösteriliyordu.12 Bu yorumlar, sözel kodları da kapsayan daha genel
eğilimleri gözden kaçırıyordu. Yeni etiketin başarısını çözümleye
memenin nedeni, zihinsel bir yetersizlik değildir. Muhtemelen, ge
leneksel yazarlar kendi değerlerinin ahHiki otorite mücadelesini
kaybettiğini görerek, gerçeklikle yüzleşmekten kaçınmıştı.
12. Bkz. Partisan Review, 'The Politics of Political Correctness' başlıklı özel sayı
c. 60, no. 4, 1 993. Bu yayında, neredeyse tüm yazarlar neyin SO olduğu konu
sunda dar ve formel bir okuma yapmış.
201
B . S i YA S ETEN D O G R U L U G U N SOSYOLOJİS İ
202
lanıyordu. '3 Liberal ve solcu akademisyenlerin yaklaşımı hala
SD 'nin varlığını inkar etmek ya da onu sağcıların bir uydurması
olarak görmek biçimindedir. Bazıları ise bunun varlığını kabul edi
yor, nadir raslanan ve son derece marjinal bir eğilim olduğunu be
lirtiyor.
Ancak yeni etiket toplumun tüm kesimlerine yayılmış durumda.
En katı kapitalist firmalar dahi bazı uygulamaları benimsiyor. Bir
çok büyük firma taciz ve zorbalık konularıyla ilgili bir davranış yö
netmeliği hazırladı. Bu firmalar, 1 9 80' lerdeki "açgözlü kapitalist
ler" imgesinden de sıyrılmaya çalışıyor. "Etik kapitalizm" gibi te
rimler etrafta uçuşuyor; firmalar ne kadar çevreci olduklarını ve şir
ketten çıkarı olan tüm kesimlerle sürekli diyalog halinde oldukları
nı anlatıp hava atıyor. Şefkatli kapitalizm, "sürdürülebilir kalkın
ma" ve "insan merkezli yaklaşım" gibi ifadeler kullanıp, kendini
kısıtlama olgusuna gönderme yapıyor.
S D konusunda kullanılan söylemler, bu karmaşık tartışmayı da
ha da beter hale sokuyor. Konunun en aşırı ve saçına boyutlarına
yoğunlaşıldıkça, olgunun temel yönlerini anlamak güçleşiyor.
SD ' nin ilginç olan yanı, orta-sınıf, beyaz, erkek egemenliğini mah
kum etmesi ya da görececi bir epistemoloji savunması değil. Bun
lar sadece, daha önemli dinamiklerin yüzeysel ve nispeten egzant
rik yansımaları. SD'nin kaınpus versiyonu muhtemelen S D 'nin en
önemsiz boyutudur. SD' nin asıl önemli boyutu insan yaşamının dü
zenlenmesine yeni bir etiket yapıştırmasıdır. Her şeyden önce bir
ahlak projesidir.
Yukarıda belirtildiği gibi, yeni etiket bir dizi farklı alanda insan
ilişkilerinin yeniden düzenlenmesine katkıda bulundu. Geniş kabul
gören bir belirti, dildeki değişimdir. Dildeki değişim sadece yeni
değerlerin varlığına değil yaşamın belirsizliğine işaret eder. Kedi,
hala bir ev hayvanı mıdır, yoksa ona "hayvan dostumuz" demek mi
daha doğru olur? Evli olduğunuz kişiden "karım" (ya da "kocam")
diye mi yoksa "eşim" diye mi bahsediyorsu nuz? Hangi terimi seç
tiğiniz hem ilişkinize karşı tutumunuzun ne olduğunu, hem de iliş-
1 3 . Bkz. Bush, H. K. ( 1 995) "A Brief History of PC, with Annotated Bibliography",
American Studies International, c. 33, no. 1 , s. 45.
203
kinizin nasıl algılanmasını istediğinizi yansıtır. Dilin barındırdığı
bu belirsizlik, d:ı.vramş düzeyinde çözülmemiş birtakım gerilimler
bulunduğunu gösterir. Davranışlarla ilgili netliğin kaybolmasının
kaynağı, değerler sistemi konusunda var olan konsensüsün son de
rece kırılgan olmasında aranabilir. Bu konsensüsü n sorunlu olduğu
nu görmek için aile yaşamı, yetişkin-çocuk ilişkisi, eğitim ve seks
gibi konularda yaşanan tartışmalara bakmak yeter.
Yeni etiket insan davranışlarını düzenlemenin alternatif bir yo
ludur. Sorumluluk taşıyan davranışlara yapılan vurgu, kişisel yaşa
ma müdahale etme tehdidini her zaman için örtük olarak barındırır.
Yeni etikete müdahale etme dinamiğini kazandıran da bu ahlakçı
yönüdür; geleneksel ahiakın başarısızlığı yeni etikete özgüven ve
otorite kazandırır. Ortaya, yargılama, sansürleme ve cezalandırma
hakkına sahip olduğunu düşünen otoriter bir ahlak anlayışı çıkar.
Bu otoriter ahlakın, değer yargısı içermediğini ve güçsüzün yanın
da olduğunu iddia etmesi tam bir paradokstur. B izi kendimizden
koruma şeklindeki bu anlayış, geçmişte otoriter güçlerin elinin uza
rramadığı alanlara kadar yayılır. Örneğin, 1 995 yılında bir İngiliz
televizyonunda yayımlanan Dime çikolatasının reklamı, insanları
aşırı yemeye teşvik ettiği gerekçesiyle yasaklandı. Independent Te
levision Commission (Bağımsız Televizyon Kurulu) tarafından
açıklanan yeni kurallara göre, reklamların "herhangi bir gıdanın
aşırı tüketimini teşvik etmesi" yasaktır." Bu önemsiz bir mesele
olabilir, ancak çikolata tüketimi miktarının bile sansüre açık olma
sı, her şeyin sansürün alanına girdiğini gösterir. Geleneksel ahiakın
"çocuklar görmesin" öğesi, burada daha paternalist ve sansürcü bir
tarzda yeniden üretilir.
Geçerken, yeni etiketin uyguladığı çifte standarda da değineli m .
Lafta, farklı yaşam tarziarına yönelik açık v e değer yargısı içerme
yen bir yaklaşım savunulur. Örneğin, geleneksel ahHikın alt-kültür
leri hor görmesi sık sık eleştirilir. Tek ebeveynli ailelere yönelik
saldırılar, Viktorya döneminin ahlakını dayatma çabası olarak eleş
tirilir. Ancak diğer taraftan, yeni etiketin savunucuları kendi ahlak
larını hiç çekinmeden dayatır. Risk alan, biraz fazla eril davranışlar
1 4. Aktaran: Daily Telegraph, 2 Şubat 1 995.
204
sergileyen ya da kendini fazla öne çıkaran kişilerin kulağı çekilir.
Uygulama bakımından ise, yeni etiket muhtemelen geleneksel
ahlaktan daha müdahalecidir. Son yirmi yılda toplumsal düzenleme
yöntemleri olağanüstü bir biçimde genişledi. Hem devlet hem özel
kuruluşlar sayısız yeni kural koydu. Bu otoriter girişim ler genelde
liberal, hatta sol söylemieric meşrulaştırı lıyor. Yaşamın en temel
öğelerine dair ahlaksal fermanlar veriliyor. Örneğin, kamuoyu ha
mile kadınların tüm davranışiarına -beslenme, içki ve sigara alış
kanlıkları- müdahale ediyor. Bu gelişmenin önemli bir sonucu, özel
ve kamusal alan arasındaki ayrımın muğlaklaşması olmuştur. Bu
düzenleme çılgınlığı adeta kapitalizm öncesi toplumlardaki kontrol
ritüellerini hatırlatıyor. Geçmişe ait düzenleme biçimlerine dönü
şün bir örneği de, çocukların işlediği suçlardan ana-babanın sorum
lu tutulması gerektiği düşüncesinin İngiltere ve ABD 'de yaygın ka
bul görmesidir.
Yeni güvenlik etiketiyle ilişkili yöntemlerin birçoğu otoriter de
ğilmiş gibi görünür ve bu yöntemler, müdahale edilen kişiye destek
olma ve saygı gösterme iddiasıyla meşrulaştırılır. SD, insan davra
nışının düzenlenmesiyle ilgili geleneksel ahlak temalarını yeniden
öne sürmeyi sağlayacak bir dil sağlar. Kanıunun özel yaşama mü
dahalesi "yardım" ve "destek" amaçlı bir görünüme bürünür. İnsan
lar işini kaybettiğinde, onlara işsizlikle baş etme konusunda tavsi
ye vermek için hazır bekleyen birçok profesyonel bulunur. Bir dizi
konuda daha tavsiyeler veren sayısız profesyonel vardır. Şüpheci
bir kişi, tavsiye vermenin iş imkanı yaratmaktan daha kolay oldu
ğunu söyleyebilir ve birçok profesyonel de tavsiyesi reddedildiğİn
de sinirlenir.
Sağlık kampanyalarından tutun rehberlik hizmetine kadar bir
çok yöntem, devletin toplum üzerindeki kontrolünü yeniden tesis
etmesinin aracına dönüşmüştür. Yeni "destek" mekanizmaları ger
çekte bireyin özerkliğini boyunduruk altına alır. Bu mekanizmalar
öncelikle, insan yaşamını kontrol etmenin bir yoludur. İnsanları ini
siyatif koymak yerine bir profesyonelden tavsiye alnıaya teşvik el
mek, pasif bir ruh hali ve birey ile profesyonel arasında bir bağım
lılık il işkisi yaratır.
205
Yeni etiketin ardındaki bu dinamik, geleneksel ahlak kurumları
nın çökmesi ve yerini yeni etiketin uygulaınalarına bırakınası süre
cinde görülebilir. Hiçbir kurum bu yeni ahiakın etkisinden uzak ka
lamıyor. İngiliz geleneğinin temel kurumlarından biri olan Angli
kan Kilisesi bu eğilimi iyi bir biçimde yansıtıyor. Son on yılda ki
lisenin içindeki gelenekçiler büyük bir gerileme yaşadı. Kadınların
rahiplik yapması konusundaki tartışmayı kaybeden gelenekçilerin,
eşcinsel din adamlarına da razı olması artık an meselesi. Kilise, ev
lilik değerlerini savunmada da zorluk çekiyor. Kilise uzun zaman
dır din adamlarının evlenınesini onayiasa da, 1 994 yılında, üçüncü
evliliğini yapan bir papaz ciddi bir sorun yarattı. 1 995 yılında yük
sek dini şuraya sunulan bir raporla, evlilik öncesinde birarada yaşa
ma onaylandı.
Gelenekçiterin İngiltere Kilisesi'ndeki gerileyişi tüm toplumda
gerileyişleriyle paralellik içinde. Kilisenin gençler arasında etki
sağlayamadığı gerçeği 1 995 yılı ağustosunda, Sheffield'da Nine
O' clock Service (NOS- Saat Dokuz Ayini) etrafında patlayan skan
daHa ortaya çıktı. NOS , Christopher Brain adlı genç bir rahibin or
taya koyduğu bir inisiyatifti. Brain, gençlere hitap edebilmek için
dini ayinle "parti" kültürünü birleştirmeye çalıştı. Gençler arasında
bir külte dönüşen, Brain 'in ayini, antik Hristiyan sembolizmini,
"new age" gizemciliğini, çevreciliği ve parti kültürünü birleştiri
yordu. B u girişim popülerlik kazanınca, Kilise yöneticilerinin bu
karma uygulamaya duyduğu tepki de azaldı. Ancak Rahip Brain et
rafında bir skandal patlak verdi; rahip ayine katılan gruptaki kadın
ların bazılarına cinsel taeizde bulunmakla suçlandı ve istifa ettiril
di. O süreçte, medya daha çok Brain'in karizmatik kişiliğine yo
ğunlaşsa da, asıl mesele İngiltere Kilisesi'nin durumuydu. Kili
se'nin gençlik kültürünün ve gösteri dünyasının öğelerinden yarar
lanması, kendisine ve misyonuna duyduğu güvenin kaybolduğuna
işaret ediyordu.
İngiltere Kilisesi' nin, toplumdan giderek soyutlanmasına verdi
ği tepki, istemeyerek de olsa yeni etikete uyum sağlamak oldu. Ki
lise ' nin Brain skandalına gösterdiği tepki bu uyum sağlama eğili
minin açık bir yansımasıdır. Kilise, üniversite çevrelerindeki SO
206
uygulamalarına benzeyen yeni bir "Rahiplik Yönetmeliği" yayım
ladı. SO geleneğine uyan Rahiplik Yönetmeliği, insan davranışları
konusunda son derece ayrıntılı direktifler içeriyordu . Yönetmelik,
rahipleri geç saatte genç kadınlarla görüşmemek, görev sırasında
içki içmernek ve teselli ettikleri cemaat üyeleriyle çok yakın otur
mamak konularında uyarıyordu. Yönetmelik, rahipleri "vücudun
uygun bir duruşta olması" konusunda da uyarıyor; ayrıca, "ışıklan
dırma ve eşyaların düzeni" konusunda ve cemaatin bir üyesi ziya
rete geldiğinde nerede oturmak gerektiği konusunda yararlı tavsi
yeler içeriyor. 15 Rahiplerin hatalı davranışlar sergileyeceği beklen
tisini taşıyan bu yönetmelik, kilisenin ahHiki yenilgisini kabul etti
ğinin bir işareti. İngiltere Kilisesi, rahipleri potansiyel tacizciler
olarak kabul ederek, tartışılmaz bir ahlaki otoriteye sahip olduğu
iddiasından vazgeçmiş oluyor. Ayrıca, Kilise, iç rejiminin düzen
lenmesi konusunda, SO ilkesine uygun bir yönetmeliğin kendi dav
ranış kurallarından daha geçerli olduğunu kabul etmiş oluyor.
İngiltere Kilisesi' nin yeni etikete uyum sağlaması, tüm toplumu
saran genel e ğilimin bir parçası. Gir! Guides (Kız Rehberler) örne
ği, bu uyum süreciyle ilgili ilginç veriler sunuyor. 16 Son yıllarda
Rehberler'in üye sayısında büyük bir düşüş yaşandı . Artık Rehber
ler, bir gençlik organizasyonundan çok, küçüklerin beraberce oyun
oynadığı bir gruba benziyor. Rehberler, genç kızlara hitap edebil
mek için imajını modernleştirmeye girişti. Rehberler 'in başlangıç
taki felsefesi , İngiliz İmparatorluğu 'na ve geleneksel ahlak değer
lerine ateşli bir bağlılık içeriyordu. Ancak bu değerler ve uygula
malar günümüzün ruhuna uygun düşmediğinden, Rehberler imaj
değiştirmek durumunda kaldı. Dernek, Vizyon Metni'nde, ahlak
meselesindeki konumunu ortaya koyuyor. "Ruhani ve ahlaki değer
lerle örülü, bir eğlence, arkadaşlık ve macera ortamı" sunmayı he
defliyor. Yazar Jenny Bristow'un da belirttiği gibi, asıl mesele gü
nümüzde geçerli olan bu ahlaki değerlerin ne olduğu.
Rehberler'e üye olmak için benimsenen üç prensibin -Tanrı'ya,
207
Kraliçe' ye ve vatana sadakat- otoritesi sarsıldığından Rehberler
birtakım değişiklikler yapmış. Örneğin, "Tanrı 'ya karşı görevlerimi
yapacağım" şeklindeki eski ant yerini, "Tanrı 'mı seveceğim" şek
lindeki -yeni Rehber Elkitabı ' nda belirtildiği gibi bir Zen Bu
dist 'inden bir ateiste kadar herkese uyacağı düşünülen- bir söze bı
rakmış. "Kraliçe'ye hizmet etme" meselesinde ise, kızlara, Kraliçe
adına üzülmeleri gerektiği söylenmiş çünkü "tatil de dahil gitliğin
her yerde izlenmek kötü bir durumdur"; vatanseverlik ise "ülkemi
zi, tarihini ve geleneklerini öğrenıneliyiz; böylece diğer insanlara
onu anlatabiliriz" anlayışına indirgenmiş. B ir zamanlar üç kelime
de özetlenen basit bir ant, elkitahmın azap verici üç sayfasına an
cak sığmış.
Rehberler' in özür dilereesine yeni bir yönelişe girmesi, gelc
nekçilerin geleneği savunurken yaşadığı sorunu gösteriyor. Gele
nekçiler, birçok ilişkide örtük bir biçimde varolan belirsizlikleri ka
bul edip bunların etrafında yeniden örgütleniyor. Ordu ve polis gi
bi kurumlar dahi bu eğilimden etkileniyor. Bu kurumlarda, erkek ve
kadın arasında ve farklı cinsel tercihler arasında ortaya çıkan geri
lim yeniden ele alınıyor. İngiltere' de bu kurumların işleyişi çeşitli
yeni yönetınelik ve politikalarla belirleniyor.
1 995 ağustosunda, kürtaj karşıtı milletvekillerinin önde gelenle
rinden biri olan David Alton 'un bir sonraki seçimlerde aday olma
yacağını açıklaması, geleneksel ahlakçıların yaşadığı ikilemin iyi
bir sembolü oldu. Altan, İngiliz siyasetine yeni bir ahlak anlayışı
getirmeyi başaramaclığını ve SD'nin yükselişinin kendisini hayal
kırıklığına uğrattığını iddia etti.17 Altan 'un yaşadıkları ilkeli bir ge
lenekçi konumda tutunmanın zorluğunu gösteriyor. Altan ve onun
şahsında temsil edilen kürtaj karşıtı lobi, kürtaja karşı öne sürülen
geleneksel argümanları değiştirerek zamana ayak uydurmaya çalış
tı. Bu kesim artık kürtajın özünde yanlış olduğunu söylemiyor. B u
nun yerine yeni teknolojiterin gündeme getirdiği "etik meseleleri"
vurguluyor ve doğaya müdahale etme konusunda kamuoyunda olu
şan olumsuz havayı arkasına alınaya çalışıyor. Kürtaj karşıtlarınlll
günümüze ayak uydurmak için gösterdiği başka bir çaba, ıneseleyi,
1 7. Aktaran: Guardian, 1 Ağustos 1 995.
20R
fetüse, yani kurbana yönelik bir taciz olarak ifade etme girişimi . S O
söylemini -üstü kapalı bir biçimde- benimseme konusunda o kadar
istekliler ki, doğal olarak gelenekçi bir hat çizemiyorlar. Gelenek
çilerin, kendi kimliklerinin parçası olan bu kadar temel bir mesele
de yeni etikete uyum sağlaması, ahlak dengelerinin nasıl değiştiği
ni gösteriyor.
Bu arada Alton'un, İngiltere'de bir ahlak anlayışı bulunmadığı
nı iddia etmesi, durumu yanlış okuduğunu gösteriyor. Altan 'un
eleştirdiği S D 'nin kendisi yoğun bir ahlakçılık içeriyor. Birçok ko
nuda birbirine paralel yaklaşımlar içeren geleneksel ahlak ve yeni
etiketin ahlakı, bazı konularda tamamen örtüşüyor. Bu bölümün
son başlığında da bu iki ahlak anlayışının sentezi ele alınacak.
C, A H LAKÇI İTKİ
210
Yeni etiketi eleştİren radikal yazarların, yeni etiketi daha özerk
bireylerin ortaya çıkışının bir yansıması olarak algılaması ise, gü
nümüzün hakim eğilimi olan öznelliğin gerilemesi eğilimini yanlış
kavradıklarını gösteriyor. Yeni ahiakın birçok uygulaması kişisel
azınin kısıtlanmasına yol açar. Popüler kültür ve medya, bireyi za
rar görmüş ve yetersiz bir varlık olarak resmeder. Yeni ahiakın sa
vunucuları -söylemleri aksi yönde olsa da- bireysel inisiyatifin za
yıflığına en az muhafazakar toplulukçular kadar inanır.
Yeni etiketin yükselişi ve birey arasındaki ilişki konusunda ya
şanan kafa karışıklığı gayet doğaldır, çünkü geleneksel değerlerin
toplum üzerindeki etkisini kaybetmesinin nedeni bu değerlerin ka
pitalist toplumlardaki bireyleşme sürecine çözüm üretememesidir.
Parçalanma eğilimi -toplumsal bölünmelerin büyümesi, aile içi iliş
kilerin değişmesi vb.- geleneksel ahlak için pek elverişli olmayan
bir ortam yarattı. Toplumsal yaşamın atomizasyonu ve kişinin
giderek özel alana kapanması, gelenekçi görüşlerin topluluğa hitap
etme gücünü azalttı. B irçok gelenekçi, bireyin özel alana kapan
masını ve yalıtılmasını, bireyin yüceltilmesiyle eş tutuyor. Oysa,
atomize olan ve başkalarıyla arasındaki bağ zayıflayan bir bireyin
kişisel azmi pek güçlü olamaz. Toplumsal bütünlüğün zayıflaması,
ironik bir biçimde, bireysel özerklik duygusunun da azalmasını ge
tirir. B ireylerin, kendisiyle barışık olmayan bir toplumda hakim
olan ihtiyat duygusunu aşabilmesi pek mümkün değildir.
Geleneksel ahiakın başarısız olduğu yerde yeni etiketin başarılı
olmasının nedeni, yeni etiketin atomize olan bireye doğrudan yö
nelmesi ve yabancılaşma deneyimini anlamiandırmaya çalışması
dır. Risk bilinci, beraberinde kendi ahlak anlayışını getirir. Toplu
mun sorunlarının sorumluluğunu bireye yıkar. Var olan kötülükle
rin çoğu, insan ilişkilerine bağlanır. Bu sayede şiddet bireye indir
genmiş olur. Şiddet, kontrol edilemeyen bireylerin -dünyadaki zor
baların- davranışlarıyla ilişkilendirilmiştir. Şiddet, Loplumsal erkin
bilinçli bir dinamiği olarak görülmez. B öylece risk söylemine baş
vurularak bireysel davranışın düzenlenınesi çabası daha da meşru
laştırılır. Riskten kaçınma, başkalarını riske atmama, insanları risk
li bireylerden koruma ve insan ilişkilerinin düzenlenmesi gereği gi-
211
bi değerler, geleneksel benzerlerinden daha az ahlakçı olmayan ye
ni bir etiket yaratır.
Yeni etiketle geleneksel ahlak arasındaki temel ayrım, yeni eti
ketin bireyci bir yönelişi olmasıdır. İnsanlığın yaşadığı varoluşsal
sorunlara tek bir genelgeçer cevap sunmaya kalkışmaz. Geleneksel
ahiakın varolan toplumsal bölünmelerle baş edemeyeceğini kabul
eder ve bireyleşme sürecinin anlamlandırılmasını hedefleyen göre
ceci bir ahlak anlayışı sunar. Sonuçta, yeni etiket toplumun tama
m ına model teşkil edecek tek bir yaşam tarzını savunmaz. Gerçek
te, toplumsal parçalanmayı olumlar ve bütün kimliklerin eşit saygı
hak ettiğini vurgular. Herhangi bir yaşam tarzını açıkça eleştirmez.
Tek bir aile biçimini yüceitmeyi reddeder ve daha çoğulcu olan,
"aileler" kavramını tercih eder.
Yeni etiketin toplumsal bütünlük sorununa, eğreti de olsa bir çö
züm sunabilmesinin nedeni, günümüzdeki bireyleşme deneyimine
doğrudan hitap etmesidir. Çözüm olarak, yalıtılmış bireyin yaşantı
sına dayanan bir ahHl.k anlayışını kabul eder. Bireyi tekrar geniş bir
topluluğa katmaya çalışmak yerine, toplumun farklı parçalarını an
lam landırmaya çalışır. Bu yaklaşımı incelikli bir biçimde savunan
Giddens, günümüzdeki bütün ahlaki sorunların eninde sonunda ya
şam tarzı tercihlerine dayandığını iddia eder. Böylece, ahlak, doğ
rudan toplumun kendisine değil belirli bir yaşam tarzına bağlılık ta
lep eder. B ireyi temel alan bu proje, Giddens'in "gündelik yaşamın
tekrar ahlaklaştırılmasına yönelik temel itki" dediği sürecin ana di
namiğidir.20
Yeni etiketin görececi yaklaşımı, onun hem güçlü hem de zayıf
olan bir yönüdür. Geleneksel ahiakın aksine doğrudan bireye hitap
etmesi onu güçlü kılar. Bütün yaşam tarzlarını meşru görerek, ortak
bir hedefe nasıl ulaşılacağı sorusundan kurtulmuş olur. Ayrıca, her
kesi düşük beklentilere ve sınırlanmaya tabi kıldığı için, güçlü bir
toplumsal düzenleme aracına sahiptir. Yeni etiketin zayıf yönü ise,
asıl büyük soru olan toplumsal bütünlük meselesinden uzak durdu
ğu için, sorulan her yeni soruyla beraber yeni bir değer ve etik tar-
20. Giddens, A. ( 1 991 ) Modernity and Self ldentity: Self and Society in the Late
Modern Age (Cambridge: Polity Press), s. 225-6.
212
tışmasına maruz kalmasıdır. Belirli bir değer sistemi üzerinde bir
konsensüs olmadığından güçlü bir ahlakçı itki doğar. Yaşamın bu
güne kadar sorunsuz kabul edilen alanlarının kamuoyunun günde
ınine girmesinin nedeni de budur.
Suni döllenme örneğini ele alalım. B aşlangıçta, bu yönteme
karşı çıkan yegane çevre, suni döllenmenin kadınları evlilik ve aile
dışı çocuk sahibi olmaya iteceğinden korkan bir avuç muhafazakar
dı. Ancak bu teknoloji kısır çiftiere çözüm sunduğundan, kamuoyu
bu tedaviyi olumlu buluyordu. Son zamanlarda, suni döllenme tek
rar tartışma konusu oldu. Suni döllenmeyle ilgili "etik ikilemler"
genelde üreme teknolojisinin bir sonucu olarak görülür. Oysa, bu
tartışmalar ahlakçı itkinin bir ürünüdür. Bu nlar, ebeveynlik ve aile
yaşamı konusundaki daha genel kaygıların bir yansımasıdır. Doğal
döllenme durumunda, kişinin ebeveyn olma hakkı sorgulanmaz
ken, döllenme suni olunca yaklaşım değişir. "Suni döllenmeyle il
gili etik meseleler" gibi bir kılıf altında, ebeveyn olma üzerine bir
tartışma yürütülür.
Yeni etiketin bir sorunu, insanoğlunu son derece olumsuz bir bi
çimde kavramlaştırmasıdır. Çoğu din ve ahlak öğretisi insanın po
tansiyelini hor görmüştür. İ nsanın, mutlak güce sahip Tanrı(lar) ta
rafından cezalandırılacak kötü bir varlık olduğu fikri bir biçimiyle
bütün insan sistemlerinde görülür. Ancak bu sistemler, her ne kadar
gizemci olsalar da, insanın özel bir varlık olduğunu kabul ediyordu
ve genelde insan-merkezliydi. Oysa bugün, yeni etiketin insan-düş
manı yönelişi onun en temel özelliklerinden biri durumunda. So
runların ve riskierin abartılması, insanın sorun çözme yeteneğinin
hor görülmesiyle elele gidiyor. B u kadar olumsuz bir insan kavra
mına dayanarak toplumu motive etmek ya da cesaretlendirınek zor
dur.
213
D . B EKLEN MEDiK B İ R S ENTEZ
214
birbirinden ayırdığı için bu haplardan nefret ederdi. Bu kişiler, so
rumsuz bir seks anlayışını teşvik ettiği için hapları lanetlediler. Fa
kat bu tür argü manların toplumun üzerinde pek az etkisi oldu ve
milyonlarca kadın bu doğum kontrol yönteminden faydalandı. An
cak gelenekçi argümanların yankı getirmediği bu noktada, yeni eti
ketin görüşleri devreye girdi ve kadmlar hapı kullanmadan önce iki
kere düşünme noktasına geldi. Risk söyleminin kullanılması, uzun
vadeli yan etkilerin gündeme getirilmesi ve hormon almanın olum
suzlanması sayesinde hap giderek sorunlu bir meseleye dönüştü.
Taviz vermek ve "aile planlaması klinikleri" gerçeğini kabul len
mek zorunda kalan gelenekçiler, hap konusundaki yeni tıbbi argü
manları seve seve benimsedi. Sekse ihtiyatı sokmayı başaran kesim
de, gelenekçiler değil yeni etiketi savunanlar oldu. Ayrıca, taciz
kültürünün yaygınlaşması sayesinde, cinsel ilişkinin düzenlenmesi
gereği yaygın kabul görmeye başladı. Giderek kurumsallaşan cin
sel davranış kuralları insan ilişkilerinin kontrol altına alınmasını
sağladı.
Günümüzde eriiliğin lanetlenmesi, ondokuzuncu yüzyıldan kal
ma, vahşi erkekler arasında mahsur kalmış erdemli kadın imgesinin
yeniden canlandırılmasını sağlıyor. Bugün kadınlara verilen öğüt
lerle, namuslu kızların içki İçınemesi ya da yabancılada konuşma
ması gerektiğini savunan eski ahlak yasaları arasında tehlikeli pa
ralellikler var. Geleneksel ahlakçıların çoğunun bu cinsel karşı
devrim' den mutluluk duyması hiç de şaşırtıcı değil. Bu kişiler, li
beral yazarların 1 960' Iarın geçmişte kaldığını söylediğini duyduk
ça dört köşe oluyor. 1 960' Iarın birçok insana zarar verdiği iddiası,
günah işleyenierin cezalarını çekeceği şeklindeki dini inancı da
olumluyor.
Günümüzün cinsel ahlakçılığı, insanın kirlenmiş bir varlık oldu
ğu varsayımına dayanır. Litcratürde, cinsellik karanlık ve kötü tut
kuların ürünü olarak kabul edilir. "Ailenin karanlık yüzü" imgesi
insanların her şeyi yapabileceği bir dünyaya işaret eder. "Görünme
yen ve bilinmeyen karanlık yüz" , gibi metaforlar insanların düşkün
yönleri konusunda tasavvurumuzu genişletir. Bu cinsellik imgesini
benimseyen bir psikoloğa göre, tüm bu kötülüklerin, "bu kadar
215
yaygın olmasına rağmen, isimlendirilmeınesi ve görülınemesi,
bunların toplumsal dokunun derinlerine işlediğini gösteriyor."11
İsimlendirilemeyene böylece isim vermek, taeizin normalleşınesini
ve seksle ilgili yeni korkulann yayılınasını sağlıyor.
Geleneksel ahlakçılarla yeni etiket taraftarlan arasında oluşan
bu beklenmedik sentezin doruk noktası AIDS konusuyla geldi.
AIDS gündemi, birçok bakımdan bu beklenmedik sentezin belirle
yici anı olarak görülebilir. AIDS, Tanrı ' nın bütün ahliikçılara bir
lütfuydu adeta. İ lk olarak sağcı ahlakçılar inisiyatifi ele almaya kal
kıştı. Bunlar, AIDS 'i, eşcinsellere özgü bir hastalık ve bu ahlaksız
davranışa m üstehak bir ceza olarak resmetti. AIDS ' le ilgili litera
türde, eşcinsel düşmanı bir ahlaki panik yaratma şeklindeki bu gi
rişimi n hala hakim görüş olduğu belirtilir. Oysa, eşcinsel düşmanı
AIDS yorumu kısa süre sonra tükendi. Asıl, yeni etiket taraftarları
AIDS ' i yeniden tanımlama konusunda başarılı oldu. AIDS 'in sade
ce eşcinselleri ekilemediği belirtildi: "herkes risk altındadır". Bu
argüman kısa sürede zafer kazandı v e Atiantik'in her iki yakasında,
güvenli seksin şart olduğu sonucuna varıldı. Güvenli seks kampan
yası toplumun tek bir kesimine hitap etmiyordu. Herkes, ister hete
roseksüel ister homoseksüel olsun, güvenli seks konusunda uyarılı
yordu.
AIDS bilinci ve "güvenli seks" geleneksel ve yeni ahlakçılık
akımları arasında oluşan sentezin modelini oluşturdu. S D'ye temel
den karşı olan kişiler bile AIDS endüstrisine olumlu yaklaşıyor.
Charles Sykes, AIDS sayesinde cinsel sorumluluk yeniden tesis
edildiği için mutlu olduğunu söylüyor. Yazar, "insanların kendi
davranışlanndan sorumlu olması, utanç duygusunu güçlendirip, ka
bul edilen davranışların sınırını daraltacaktır" şeklinde bir umut
içinde. n Cinsel sorumluluk duygusunun yaratılmasında AIDS ' in
oynadığı rol genel kabul görüyor. B irçok insan AIDS 'in rolünü o
kadar olumlu buluyor ki, yalan söylenınesini bile olumlayabiliyor.
AIDS 'in heteroseksüeller için de bir tehdit olduğunu ortaya koyan
216
resmi veriler 1 996 yılı yazında yayımlandı. Guardian gazetesinin
bir yazarı, "hükümet yalan söylüyor ve iyi de yapıyor" dedi.
AIDS ' in heteroseksüelleri de etkilediği iddiası iyi bir yalan olarak
kabul ediliyordu ve şöyle deniyordu: "düşüncenin ve seçiciliğin
cinsel yaşama girmesini sağlıyor; seksin Nintendo oyuncaklar ve
diskolar gibi bir boş zaman faaliyeti olmadığını, son derece ciddi
sonuçları olan bir olay olduğunu gösteriyor".23 Başka bir deyişle,
insanların seksi bir eğlence olarak görmesini engellediği için, AIDS
bilinci yayılmalıydı.
Ondokuzuncu yüzyılın Cizvit rahiplerinin, mastürbasyonun
körlüğe yol açtığını söyleyip oğlan çocuklarına korku yayması gi
bi, AIDS konusundaki "iyi yalan" da insan faaliyetlerinin sınırlan
masını hedefliyor. Aradaki tek fark, AIDS bilincinin ahlak konusu
nu bir kişisel güvenlik sorunu olarak ele alması. Ancak her iki du
rumda da, seksin eğlence olduğunun reddedilmesi seksin "son de
rece ciddi sonuçları" olduğu gerekçesine dayanıyordu. Böylece,
AIDS bilinci, eski ahlakçılığa laik ve tıbbi bir kılıf giydirmiş olu
yor.
1 980' !erin ve 1 990 ' ların cinsel karşı-devrimi, geleneksel
ahiakın ve yeni etiketin iç içe geçmesinin bir ürünüdür. Bu sentezin
gücü, bireysel davranışlar düzeyinde ve yeni ahlaki sistemin oluşu
mu sürecinde yaşanan değişimlerde görülebilir. Bu değişimierin et
kisi cinsellik alanının çok ötesine geçer. Yeniliklerin ve deneyierin
düşüncesi bile sorumsuz bir davranış olarak mahkum edilir. ihtiyat
ilkesi, geçici bir süre için bile olsa, macera ve keşif duygusunun ön
cü ruhu karşısında zafer kazanmıştır.
23. Bkz. Lawson, M. ( 1 996) "lcebergs and Rocks of the 'Good' Li e", Guardian, 24
Temmuz.
217
VI I
S onu ç lar :
Gü ç süzlüğü kabullenmek
218
bir biçimde ele alınır.
Ne yazık ki toplumsal kurumlara yönelik kinizmin bu biçimde
güçlenınesi kimseye yarar sağlamaz. Politikacılara ya da elit kesi
me yönelik bu kinizın, özünde olumlu sonuçlara yol açmaz. Bu tür
bir kinizm, bir alternatifin yokluğunda, bütün insan müdahaleleri
nin sorunlu olduğu gibi bir sonuca ulaşır.
Kinik eleştiri, eleştirel düşünceyi güçlendirmez; tersine, insanın
iradesi etkisiz olduğu için kaderimizi kabullenmek zorunda oldu
ğumuz ve başka bir seçeneğimizin olmadığı inancını güçlendirir.
Toplumun risk takıntısı yüzünden oluşan kaygının taşıdığı me
saj, ' başka seçenek yok ' , mesajıdır. İnsan ihtiyatlı olmalıdır, ama
başka bir seçeneği denemek mümkün değildir. İnsan iradesinin bu
kadar etkisiz olduğu kabul edildiğine göre başka bir seçeneğin var
lığı nasıl düşünülebilir? İnsan eyleminin, hedeflediği sonuçtan ko
parılması, risk düşüncesinin temel dayanaklarından biridir. Risk bi
lincini oluıniayan yazarlar tarafından yayılan, davranışlarımızın ge
lecekteki sonuçlarının bilinemez olduğu tezi, geriye tek bir seçe
nek, yani önlem alma seçeneğini bırakır.
Önlem alma ilkesi -"dikkatli ol yoksa başına geleceklere katla
nırsın ! "- insan iradesinin rolünü en aza indirger. Bu, insanları yön
lendirmeyi değil, onları uyarınayı hedefleyen kaderci bir bakış açı
sıdır. İnsanların çoktan çizmeyi aştığını varsaydığı için, yeni keşif
leri teşvik etmekten kaçın ır. Önlem alma ilkesinin dayandığı kader
ci sosyoloji anlayışı, insanları, risklerden kaçınmaktan fazlasına
gücü yetmeyen, çaresiz varlıklar olarak resmeder.
Taciz kültürü de bu kaderci ruh halini güçlendirir. Taeizin nor
malleşmesi ve kuşaktan kuşağa geçen bir hastalık olarak görülme
si, insanağİunu algılama biçimimizi derinden etkiler. İnsanın kendi
yaşamının kontrolüne sahip olmadığı düşünülür. Çocukken yaşa
nan olaylar insanın kaderini belirlemiştir. Taciz olaylarının "yaşam
boyu kapanmayacak yaralar" açtığı fikri, geçmiş çağlardaki alınya
zısı kavramının yeni bir versiyonudur. Ancak artık, bireyin alınya
zısına karar veren Tanrı değil, yaşadığı taciz olaylarıdır.
Taciz döngüsü teorisi de davranışlarımızı tam olarak kontrol
edemediğimiz düşüncesini pekiştirir. Öznenin eylemden bu şekilde
219
koparılması güçsüzlük kavramıııı ve kontrol edilemeyen birey im
gesini daha da vurgular. Son moda biyoloji teorilerinde bile, bilinç
ve eylem arasmda bir bağlantı olmadığı iddiası savunuluyor. Dav
ranışın tıbbileştirilmesiyle, biyolojik bir temeli olduğu söylenen in
san davranışlarının sayısı giderek artıyor. Kadınların sergilediği öf
ke ve şiddet çeşitli horınonal dengesizliklerle açıklanıyor ve adet
dönemi öncesi gerginliğin bir dizi olumsuz davranışın sorumlusu
olduğu belirtiliyor. Erkekliğin şiddetle ve erkek cinselliğinin kadın
ları kirletme güdüsüyle açıklanması yüzünden, insan eyleminin bi
yolojik kökenieri daha da güçleniyor.
Giderek, biyoloji ve kadercilik birleşerek determinist bir insan
anlayışını ortaya çıkarıyor. Fakat bu açıklamalar kendi içinde çeliş
kiler barındırıyor. Örneğin, geçmişte insamn hormonların, genlerin
ve çocukluk deneyimlerinin kontrolünden kurtulup kendi hayatını
kontrol edebilmesi nasıl mümkün olmuştur? Çocukken çeşitli ta
cizlere maruz kalan birçok kişinin -bir profesyonelden yardım al
maksızın- bilinçli, uyumlu ve başka bir kişiyi taciz etmeyen yetiş
kinlere dönüşmesi nasıl açıklanabilir? Bu soruların cevabı büyüme
sürecinde yaşanan zengin deneyimlerde ve diğer insanlarla kurulan
yeni ilişkilerde gizlidir. Kişiliğimizi, bu toplumsal deneyimler sa
yesinde kazanırız.
Kadercilik ve biyolojinin oluşturduğu sentez, insan bilincinin
etkinlik alanını daraltır. B u sentez insan eyleminin sosyal boyutunu
sorgular. Bu düşünce biçiminin en önemli sonuçlarından biri, in
sanların karşılaştığı sorunların sosyal kökenierini gizlemesidir. Oy
sa insan davranışları toplumsal koşullar tarafından şekillendirilir.
Örneğin çocuk tacizini ele alalım. Çocukların ihmal edilmesinde ve
kötü muameleye maruz kalmasında ana babaların çocukluk dene
yimlerinin bir rolü olsa da, asıl etkenler yetişkin bireyin yaşadığı
r-konomik belirsizlik, yoksulluk, ailelerin ve toplulukların çözül
mesi süreci ve bireyin bu basınçlara verdiği tepkilerdir. Kontrolden
çıkan bireylerin gerisinde rotasını kaybetmiş bir toplum vardır.
Topluma değil sorunlu insanlara yoğuntaşmak çözüm umudunu
yok eder, çünkü sadece toplumsal sorunlara etkili bir biçimde mü
dahale etmek mümkündür; tek tek insanlardan kaynaklanan bir so-
220
run ancak bu insanlar tarafından çözülebilir; sorunlu bir insana et
kili bir biçimde müdahale edilemez. Sorunun kaynağı ahHl.k yok
suniuğudur ve yapılacak tek şey ceza verip Tanrı 'ya havale etmek
tir.
Bu metinde tartıştığımız eğilimlerin vardığı sonuç, insanın güç
süzlüğünün pekişmesidir. Toplumsal dayanışmanın zayıflaması
güçsüzlük duygusunu daha da perçinler. B ireyleşme süreci ve gü
ven ilişkilerinin aşınması yoğun bir yalıtılmışlık hissi yaratır. Top
lumun bu yalıtılmışlığı yapay bir biçimde telafi etmek için yardım
laşma grupları, yardım hatları ve profesyonel danışmanlık hizmeti
ne başvurması soruna çare olmaz. Bu tür girişimler insanların ya
bancılaşma deneyimiyle barışık hale gelmesini hedefler. Bu ise,
güçsüzlüğü kabullenmek demektir.
Bireyleşme olgusunun ve toplumsal dayanışmanın zayıflaması
sürecinin genellikle olumlu bir biçimde değerlendirilmesi tam bir
ironidir. Kimi politikacılar günümüzdeki yaşamın insanlara daha
fazla fırsat sunduğunu belirtiyor. Toplulukların çözülmesi ve belir
li bir yaşam tarzının yok olması bile yeni bir yaşam biçimini seç
mek içi n bir fırsat olarak görülüyor. B ireyleşme sürecinin insanla
ra yeni yaşam tarzlarını seçme fırsatı verdiğini iddia eden moda
dergileri ve medya da bu temayı işliyor. Yabancılaşmanın olumlan
ması sadece medyayla sınırlı değil. Birçok akademisyen de bireyin
toplumsal bağlardan "özgür" hale gelmesini, yaratıcı bir süreç ola
rak kabul ediyor. Bu yaklaşıma göre özne zayıftamak bir yana da
ha da güçleniyor. İki tanınmış İ ngiliz sosyolog, giderek "öznenin
kendisiyle hesaplaşmaya başlayacağı" iddiasında bulunuyor. Ya
zarlar uzmaniaşma sistemlerinin yıkılınası sayesinde "eleştirel bir
hesaplaşma" yaşandığını belirtiyor. ' Ancak ne yazık ki, uzmaniaş
ma sistemlerine duyulan güvenin yok olması, eleştirel düşünceyi
harekete geçirmez. Kendi ,başına kalan bireyin eleştirel bir düşünüş
geliştirecek cesareti toplamak yerine, güvensizlik duygusunun al
tında ezilmesi daha muhtemeldir.
İnsanların geçmişe göre daha fazla seçeneğe sahip olduğunu sa-
1 . Lash, S. ve Urry, J. (1 994) Economics of Signs and Space (Londra: Sage), s.
3-4.
22 1
vunan kişiler, yaşanan süreçleri yanlış yorumluyor. Toplumsal bağ
ların zayıflaması yüzünden geçmişin az ya da çok belirli olan ka
lıplarının yok olduğuna tanık olduk. İnsan, istese de istemese de
geçmişte bireyleri birarada tutan ilişkilerden "özgür" hale geldi;
dolayısıyla kağıt üzerinde, kendi yaşam tarzını ve ilişkilerini seç
mek özgürlüğüne sahip oldu. Fakat yeni toplumsal dayanışma
biçimlerinin yokluğunda, bu özgürlük ancak yabancılaşma ve güç
süzlük duygusunu yoğunlaştırıyor. İnsan istese de istemese de "seç
mek" zorunda diyebiliriz. Geçmişte bu tip bir seçime hayatta kal
mak denirdi. Günümüzde yabancılaşma bir yaşam tarzı seçımı
olarak olumtanıyor ve güçsüzlüğe uyum sağlama yolunda bir
girişim olarak ele alınıyor.
Güçsüzlüğe uyum sağlama fikrinin altında yatan düşünce yeni
bir inanış değil. Ama, geçmişteki "ne mutlu alçakgönüllü olanlara,
çünkü dünyayı onlara miras bıraktık" şeklindeki dinsel anlayış,
bugünkü gibi, mağdur olmayı yücelten bir anlayış değildi. Özneye
verilen önemin azaldığının muhtemelen en açık göstergesi,
günümüzde güçsüzlüğün yüceltilmesidir. Medya kahramanlık id
diasında olan kişileri karalıyor. Toplumun yeni idolleri, acı çeken
kişiler. Kültürel tercihlerde yaşanan bu değişimi onayiayan bir
yazarın dediği gibi, "risk alan kahramanlar, yerini strese katianan
kahramanlara bırakıyor".2 Kişinin stresi yenmek yerine ona katlan
maya çalışması, beklentilerin azaltılması fikrinin iyi bir örneği.
"Strese katianan kahraman" düşüncesinin sonucu insan azminin
alaya alınmasıdir. Kendi yaşamını kontrol etmeye çalışan insanlara
kaçık gözüyle bakılır. Profesyonel uzmanlar bu kontrol çabasına
"mükemmeliyetçilik sendromu" damgasını vurur. Aile planlaması
yapan ya da üreme teknolojisinden yararlanan kadınlar "ısmarlama
bebek" ya da "ısmarlama aile" istemekle suçlanır. Böylece, toplum,
acı çekme kavramını olumlayıp, risk almaktan duyduğu korkuyu
meşrulaştırır.
2. Bkz. Coward, R. "Search for the Hero Inside Us" Guardian, 1 9 Şubat.
222
A. A C I ÇEK M E TEMEL i N E D AYA N A N
B İ R TO PLUM İ N Ş A ETMEK
223
lerilen ortak tepkiye dayanıyor. Acı çekme temeline dayanan bir
toplum oluşturma yolundaki bu eğilim, 1 996 yılının mart ayında
yaşanan Dunblane faciasına İngiliz toplumunun verdiği tepkiyle bir
kez daha ortaya çıktı. Dunblane 'deki bir okulda 16 çocuğun öl
dürülmesi, herkeste büyük bir üzüntü yarattı. Ne yazık ki, top
lumun tepkisi, bu akıldışı katlİamı n ardında boş yere bir anlam ara
mak oldu. Medyadaki birçok yazar, bu korkunç olayı kötülüğün
cisimleşmesi olarak yorumladı. Öldürülen çocukların ailelerinin
yaşadığı, bu son derece kişisel ve insani trajedi, toplumun tümünü
tehdit eden aşkın bir kötülüğe dönüştürüldü.
Dunblane hakkında yaratılan ahlak masalına paralel olarak, top
lumun bu trajedi karşısında gösterdiği tepki de yüceltilmeye baş
landı. Tartışmanın, bu trajik olayın özelinden, onun hepimiz için ta
şıdığı genel anlama kaymasıyla beraber, Dunblane İngiliz erdemli
liğiyle ilgili bir mit haline geldi. Sayısız yazar, kamuoyunun Dunb
lane karşısında verdiği tepkinin İngiliz karakterinin müthiş yönleri
ni ortaya çıkardığını belirtti. Normalde birlikte hareket etmeyen
birçok insanın Dunblane konusunda benzer şeyler söylüyor gibi gö
zükmesi, birçok politikacı ve yazarı memnun ediyordu. Adeta,
Dunblane sayesinde toplumu birarada tutan bağlar ortaya çıkmıştı.
B irçok gözlemci, özellikle de toplulukların zayıflamasından kaygı
duyanlar, Dunblane'i bir u mut ışığı olarak görüyordu. Bu noktada,
İngiltere Başhalıarnı Jonathan Sacks, ahlaka yeniden hayat vermek
amacıyla, dini !iderler, öğretmenler, yargıçlar ve gönüllü kuruluşla
rın liderlerinden oluşan bir komite kurulmasını önerdi. S acks 'a gö
re, Dunblane'de İngiltere' nin gerçek özü açığa çıkmıştı: "her biri
kendi çıkarı peşinde koşan, birbirinden kopuk insanlardan oluşan
bir güruh değil; kardeşlik duygusu temelinde birlik oluşturan bir
halk".3 Bu noktadan bakıldığında, Dunblane bir trajedi olmaktan
çok, İngiltere ' nin en güçlü yönlerinin bir tezahürüydü.
Canterbury Başpiskoposu ' nun yorumu, B aşhalıarn ' ın kine şaşır
tıcı ölçüde benziyordu. Başpiskopos Carey 'e göre, Dunblane, göre
ceci ahlaka ve bireyleşmeye karşı çıkmak için bir fırsat yaratmıştı.
3 . Aktaran: Guardian, 2 1 Mart 1 996.
224
Bu yüzden kendisi Dunblane'in olumlu bir yönünün de olduğunu
düşünüyordu :
Asıl trajik olan, ne Sacks 'in ne de Carey' nin, toplu bir tepki göster
mek için 1 6 çocuğun ölmesini bekleyen bu toplumun nasıl bir top
lum olduğu sorusunu sormamasıdır. Ortak bir tepkinin oluşması
için Dunblane'dekine benzer trajedilerin yaşanınası gerekiyorsa,
dayanışma ruhu son derece zayıf demektir.
Ne yazık ki, acı çekmenin hiçbir derin anlamı yoktur ve bir tra
jediye kurban giden kişi herhangi bir olağanüstü özelliğe sahip de
ğildir. Günümüz toplumunun kurbaniara ahlaki erdemler atfetmesi,
toplumun insanın etkin yönüne olan inancını yitirdiğini gösterir.
Acı çekme kültünü eleştİren Amerikalı yazar Wendy Kaminer' in
mükemmel bir biçimde ifade ettiği gibi, "eğer eylemin önemine
inansaydık ve eğer dünyanın, kısmen bile olsa, kendi ürünümüz ol
duğunu düşünseydik, kurbaniara aşırı bir hürmet yerine merhamet
ve saygı gösterirdik."5 Kendi çaresizliğiyle barışık hale gelen top
lum, bireyin kendini belirleme gücüne olan inancını yitirir.
Tarih boyunca, insanoğlunun güçsüzleşmesine ve yabancılaş
masına karşı duran kişiler ortaya çıktı. Bu kişiler, acı çekme kültü
nün tek sonucunun insanın kendi varoluş biçimini kabullenmesi ol
duğunu söyledi. Acı çekmenin hiçbir derin anlamı yoktu. İnsanlık,
acı çekerek değil mücadele ederek, çoğu zaman da insanlara acı
çektiren koşullara karşı mijcadele ederek ilerlemişti. B ugün, mese
leye bu eleştirel yönden bakan kişiler, yabancılaşmaktan haz duyan
kişilerin gölgesinde kalıyor; toplum, ortak yönümüzün güçsüz-
4. Aktaran : Daily Mail, 25 Mart 1 996.
5. Kaminer, W ( 1 993) /'m Dysfunctional, You're Dysfunctional: The Recovery Mo
vement and Other Self-Help Fashions (Reading, MA: Addison-Wesley Publishing
Company), s. 1 58.
FI 5ÖN/Korku Kültiirü 225
lüğümüz olduğunu söyledikçe, topluluk duygusunun temeli acı
çekmek oluyor. Evet, kolektif bir duygu içerisindeyiz: kolektif tes
limiyet duygusu.
Bu teslimiyet duygusunun yarattığı cesaretsizlik, bizim ve gele
cek nesillerin risk almaktan korkması tehdidini barındırıyor. Öz
nenin bu şekilde yok edilmesi, hümanist projenin önünde büyük bir
engel teşkil ediyor. İşte, risk almanın önemini savunmanın gereği
buradan kaynaklanıyor.
226
K aynakça
Acıian o n Elder Abuse ( 1 995) Eı·eryhody's Business! Taking Action o n E/der Ahuse
(Londra: AEA).
Adams. J. ( 1 995) Risk (Londra: UCL Press).
Barnardo's ( 1 995) Playing it Safe (Londra: Barnardo's).
Bayerisclıe Ruck (der.) ( 1 993) Risk is a Construct: Perceptions and Risk Perception
(Munich: Knesebeck).
Beck, U. ( 1 992) Risk Society: Towards a New Modenıity (Londra: Sage).
Beck. U., Giddens, A. ve Lash, S. (der.) ( 1 994) Rej7exive Modenıisation: Politics,
Tradition and Aesthetics in the Modem Social Order (Cambridge: Polity Press).
Bennett, G. ve Kingston, P. ( 1 993) E/der Ahı1se: Concept, Theories and /ntervention
(Londra: Chapman and Hall).
Berger, P. (der.) ( 1 99 1 ) Health, L(festyle and Envirmınıent -Counteracting the Panic
(Londra: Social Affairs U nit).
Brown, P. (der.) ( 1 996) State of the World 1 996 (Londra: Earthscan)
Clarke, J. (der.) ( 1 993) A Crisis in Care?: Challenges to Social Work? (Londra: Sage).
Comnıımity Care ( 1 995) Scare in the Conınıwıity: Britain in a Moral Panic (Londra:
Reed Business Publishing).
Coward, R. ( 1 989) The Who/e Truth: The Myth ofA/ternative Health (Londra: Faber and
Faber)."
Cunningham. J. ( 1 995) Sociology of Coımselling (Glasgow: yayımlanmamış çalışma).
Douglas, M . ( 1 992) Risk and 8/anıe: Essays in Cu/tura/ Theory (Londra: Routledge).
Douglas, M . ve Wildavsky, A. ( 1 983) Risk and Culture: An Essay on the Selection of
Technological and Envirmınıental Dangers (Berkeley: University of California
Press).
Durkheim, E. ( 1 964) The Division of Labour in Society (New York: Free Press).
Erikson, K. ( 1 994) A New Species of Trouble: Explorations in Di.wster, Trauma and
Conınıımity (New York: W.W Norton & Company).
Etzioni, A. ( 1 993) The Spirit of Conınıunity: Riglıts, Responsihilitie.ı· and rhe
Conınıımitarimı Agenda (New York: Crown Publishers).
Fekete,J. ( 1 994) Moral Panic: Biopolitics Rising (Monıreal(foronto: Robert Davies
Publishing).
Forward, S. ( 1 990) Toxic Parents: Overcoming the Legacy of Paremal Abuse (Londra:
Bantarn Press).
Frernlin, J. ( 1 987) Power Production : What are the Risks? (Oxford: Oxford University
Press).
Fukuyama, F. ( 1 995) Trust: The Social Virtues and the Creation of Pro.ıııerity (Londra:
227
Hamish Haınil ıoıı).
Furedi, F. ( 1 992) Mytlıica/ Pa.\·t, Elusive Fı11ure (Londra: Pluto Press).
Garreıı, L. ( 1 995) The Coming Plague: Newly Emergi11g Disease.\· in a World out rı(
Bala/Ice (Londra: Virago).
Giddens. A. ( 1 99 1) Modernity a11d Selflde11tity: Sel(a11d Society i11 the La te Modern Age
(Cambridge: Polity Pre�s).
Gul benkian Foundation Commission ( 1 995) Children 's Violence' Report rıf the
Gu/he11kian Fowıdatimı Conımission (Londra: Calouste Gulbenkian Foundation)
Hanmer, J. ve Maynard, M. ( 1 987) Wome11, Viole11ce and Social Control (Londra:
Macınillan Press).
Hill man, M., Adams, J. ve Whiteleg J. ( 1 990) One Fa/se Mo ve . . .A Study r!l· Children's
Independent Mobility (Londra: PSI Publishing).
Horrocks, R. ( 1 996) Maswlinity i11 Crisis (Londra: Macmillan).
Kaminer, W ( 1 993) !'m Dpjiınctional, You 're Dy.1jiınctional: The Recovery Movement
a11d Other Se(f�Help Fashilms (Reading, MA: Addi son-Wesley Publishing Company).
Karlen, A. ( 1 995) Plague's Pmgress: A Social History (!f Man and Disease (New York:
Randam House).
Kaufman, W. ( 1 994) No Turning Back: Disnıantli11g the Fantasies of Environmental
Thinking (New York: Basic Books).
Kirsta, A. ( 1 988) Victinıs: Surı·iving the Afternıath of Violent Crime (Londra: Century).
Krimsky, S. ve Golding, D. (der.) ( 1 992) Social Theories of Risk (Westport, CT:
Praeger)
Labour Party ( 1 995) Peace ar Home (Londra: Labour Party)
Lamplugh, D, ( 1 994) Without Fear: The Key to Staying Safe (Gwent: Old Bakehouse
Publications).
Lash, S. ve Urry, J. ( 1 994) Economics of Sif{ns and Space (Londra: Sage).
Lash, S., Szerszynski, B. ve Wynne, B. (der.) ( 1 996) Risk, Envimnnıent and Modernity:
Towards a New Ecolo.�y (Londra: Sage)
Leach, P. ( 1 993) Children First: What Society Must Do -and ls Not Doing-jiır Children
Taday (Londra: Penguin).
Leiss, W. ve Chociolko, C. ( 1 994) Risk and Responsibility ( Montreal. McGill-Queen's
University Press).
Leslie, J. ( 1 996) The End of the World: The Science and Ethics of Human Extinction
(New York: Routledge).
Litt!e Blue Book Commillee ( 1 992) The Little Blue Book (Oxford : Parchement Limited).
Luhman, N. ( 1993) Risk: A Sociological Theory (New York: Walter de Gruyter).
Lupton, D. ( 1 995) The fnıperative of Health: Public Health and the Regulated Body
(Londra: Sage).
MacKinnon, C. A. ( 1 989) Toward a Feminist Them-y ofState (Cambridge, MA: Harvard
University Press).
Miles, R ( 1 994) The Children We Deserı.·e: Love and !iate in the Making of the Family
(Londra: HarperCol lins).
Misztal, B. ( 1 996) Trust in Modern Societies (Oxford: Polity Press).
Moore, M. (der.) ( 1 989) Health Risks and the Press (Washington, OC: Media Institute).
Morgan,]. ve Zedner, L. ( 1 992) Child Victinıs: Crinıe lnıpact and Crinıinal Justice
(Oxford: Ciarendon Paperbacks).
Mullan, P. ( 1 996) Deconstructing the Problem of Ageing (Londra: yayımlanmamış
çalışma).
Nelson-Jones, R. ( 1 987) The Them)' and Practice of Counselling Psychology (Londra:
228
Cas seli).
Olweus, D . ( 1 993) Bullyiııg at School (Oxford : Blackwell).
O'Riordan, T. ve Cameron, J. (der) ( 1 994) fnterpreting the PrecautiollaiJ Pri11ciple
(Londra: Earthscan).
Pfaff, W. ( 1 990) Barharia11 Sentinıe11ts: How the A merican Century Ends (New York:
The Noonday Press).
Planı, M. ve Planı, M. ( 1 992) Risk Takers; A lcohol, Drugs, Sex illld Youth (Londra:
Routledge)
Preston, R. ( 1 994) The Hot Zone (Londra: Corgi ).
Pritchard, J . ( 1 995) The Abuse of O/der People: A Training Manual for Detection and
Prevention (Londra: JKP).
Quick, A. ( 1 99 1 ) Unequal Risk.ı: Accidents and Social Policy (Londra: Socialisı Health
Association).
Roberts, H., Smith, S. ve Bryce, C. ( 1 995) Children at Risk? Safef}· as a Social Value
(Buckingham: Open University Press).
Rock, P. ( 1 990) Helping Victinıs of Crinıe (Oxford: Ciarendon Press).
Ruıter, P. ( 1 989) Sex in the Forbidden Zone (Londra: Routledge).
Shrader-Frechette, K. ( 1 99 1 ) Risk and Rationality; Philosophical Foundationsfor
Popu/i st Rej(nms (Berkeley: University of Cal ifornia Press).
Simon, J. ( 1 995) The State of Hunıanity (Oxford : Blackwell).
Sinason, V. (der.. ) ( 1 994) Treating Surı,ivors of Satanisi Abuse (Londra: Routledge).
Singer, E. ve Endreny, P. ( 1 993) Reporting on Risk; How the Mass Media Portray
Accidents, Diseases, Disasters and Other Hazards (New York: Russell Sage
Foundation).
Smith, P. v e Sharp, S. (der.) ( /991) School Bullying: lnsight.\" and Perspectives (Londra:
Routledge).
Social Services Inspecıorate ( 1 993) Social Serı,ice.\· fnspectorate Guidelines. 'No Longer
Ajraid' (Londra: HMSO).
Sontag, S . ( 1 990) lllness and its Metaphors (Londra: Pengu in).
Sykes, C. ( 1 992) A Na tion of Victims: The Decay of the Anıerican Character (New York:
St Martin's Press).
Walklate, S. ( 1 985) Victimology: The Victinıs and the Criminal .!ustice Process (Londra:
Unwin Hyman).
Wann, M. ( 1 995) Building Social Capital: Self Help in a Twenty-jirst Century Weljare
State (Londra: IPPR).
Whiteley, P., Seyd, P. ve Richardson, J. ( 1 995) True Blues: The Politics of Consen:ative
Party Menzhership (Oxford : Ciarendon Press).
Wilson, 1.. ( 1 993) The Moral Sense (New York: The Free Press).
229
Dizin
230
127, 129, 1 35, 1 36, 150, 153, 157, belirsizlik 101 , 147, 148, 1 49 , 1 56, 172,
1 58, 1 60, 1 6 1 , 163, 1 7 1 , 172, 1 80, 194, 196, 204
1 9 1 , 205, 220 belirsizlik kültlirü 96, 1 05
ana-babalık 1 04, 1 05 , 1 3 1 . 1 79 Belstead, John 1 O
Anaflaksis Kampanyası 82 bencil 1 55
Angeli, Tani Marie 109 Beri iner, Lucy 1 14
Anglikan Kilisesi 1 8 1 , 206 beslenme 1 94
anksiyete bozuklukları 1 35 beslenme bozuklukl arı 1 3 I
Apollo 33 beslenme faşizmi 1 99
araba alarmı 27 beyaz peynirde Listerio 49
araba telefonları 26 Bhopal 88
arkadaş islisman 73 bi ftek 28
Ashford Hastanesi 1 0 Bigelow, Jim 1 38
aspirin 24, 29 Bigelow, Kathryn 1 1 2
Asya'nın yoksul ülkeleri 88 bilernernek 98
aşağılık insanoğlu 58 bilgi 89, 9 1 ' 92, 98
aşık olmanın potansiyel tehlikeleri 1 4 bilgisayar oyunları 64
aşılar hazırlamak 57 bilgisayar oyunu takınıısı 37
aşırı yeme 1 34 bilgisayarlar 48, 64
aşk ilişkileri 1 7 bilim 3 1 , 87, 89, 90, 9 1 , 92, 98 , 1 74,
Atkinson, Sheldon 1 1 0 175, 1 76, 1 77 , 188
avukatlar 1 85 bilim adamı 1 90
bilim ve bilgi 90
B bilim ve teknoloji 30, 34, 35, 95, 99
B6 vitamini 24 bilimkurgu 8, 64, 96
babalık eğitimi 1 79 bilimsel gelişme 88
bağımlılık söylemi 1 3 3 bilinç ve eylem 220
bağımlılıklar 1 34, 1 36 bilinmeyen I 77
bakıcı -kamerası 26 bilmenin imkansızlığı 97
bakteri 43 bir yıldızın patlaması 48
balıkçılığın çöküşü 48 birey 209, 2 1 0
Bangladeş 55, 56 bireycilik 1 84, 1 85 , 1 86, 1 87 , 1 89, 200,
Bank, Russel 1 1 2 210
Barnardo 's 1 5 8 bireyin özerkliği 205
Bastm·d out of California bireyin yüceltilmesi 2 I O
(Kaliforniya'dan Gelen Piç) 1 1 2 bireyleşme 1 86, 2 1 1 , 22 1 , 224
baş ederneme 1 3 1 , 1 32, 1 35 bireyselleşme 1 02, 103, 104, 106
başarı zorlaması I 23 Birinci Dünya Savaşı 49
başka seçenek yok 2 1 9 birlikler 1 72
Batı dünyası 9 1 biyo-işgal 66
Batı kültürü l l l , 201 biyoloji ve kadercilik 220
Batı toplumları 8, 1 0 1 , 1 85, 1 88 biyolojik savaş tehdidi 1 5 , 1 6
batı! inançlar 1 08 biyoteknoloji 64 , 1 76
Battering Britain (İngiltere ' de Dayak) biz 2 1 0
1 12 Blair, Tony 23, 1 73
BBC 1 37, 1 74, 223 BMA News Review 155
bebek bakımı güvenliği 26 Boms the Chemist 1 1 0, 1 I I
bebek kaçırma 1 52, 1 53 boşanma 1 3 1 , 149
Beck, Ulrich 3 1 , 36, 89, 1 75 Boy Scollls 1 73
23 1
Brain, Christopher 206 20 1 , 206
Bright, Clıris67 cinsel tehdit 63
British Association .for Coımsellinr: cinsel yolla bulaşan hastalıklar 1 67
(BAC-ingiliz Danışmanlık Dernekleri cinsellik 35, 147, 1 82, 1 94, 2 1 4
Birliği) 1 3 1 cinsiyet ve ırk ayrımcılığı 165
British Associatimı of Social Workers C J D hastalığı 41, 49
(İngiltere Sosyal H izmet Çalışanlan Cleveland 77, 78
.
B i rliği)
ll I coğrafi hareketlilik 103
British Legion 1 7 3 Colombus 89
British Medical Association (ingiliz Conyer 1 50
Hekimler Birliği) 2 1 , 1 3 1 Cooke, Sydney 23
British Medica/ .lournal 1 37, 1 97 Coronatimı Street 1 1 2
British Sociological A ssociation (ingi liz Cubs 1 73
Sosyoloji Cemiyetil 164 cumhuriyetçi ı 95
Brookside I 12 çaresiz özne 1 89 , 1 93
Brownies 173 çekirdek aile 1 1 3
BSE (Boı,ine Spongifonn Çernobil nükleer kazası 3 1 , 88, 92
Encephalopathy) 4 1 , 49, 90 çeşitli türterin yok olması 48
BSE virüsü 2 1 çeteler 12
bulaşıcı hastalıklar 49, 5 0 çevre 9, 1 6, 20, 95, 1 0 7 , 164, ı 74, 200,
Bulger, James 149, 1 50 20 1
B ullock, Sandra 1 1 2 çevre felaketleri 47, 77
çevre kirliliği ı 22
C-Ç çevre ve teknoloji 34
Canıe/ot 1 3 1 çevre yönetimi 35
CanPan araştırması II3 çevrecilik 206
CARE 1 66 çevresel tehlikeler 28
Carey 225 çıkar1 85
Casement, Patrick 1 14 Çin 98
cemaat bilincinin çöküşü 103 çocuk c inayetleri 152
cep telefonları 9 , 19 çocuk güvenliği 53, 64, ı 5 8, I 7 I
cerrahi terör 1 54 , 1 5 5 Çocuk Güvenliği Kampanyası 152
cesaretsizlik 1 9 1 çocuk hakları 1 5 6
Challenger 32, 33 çocuk istismarı 5 I , 72, 73, 77, 1 23
chaste is waste (bekaret rezalettir) 1 I 2 çocuk koruma endüstrisi I 1 I
cilt kanseri 43, 54, 68 çocuk suçlular 52, 128
cinayet ı 4 ı çocuk taeizi paniği 77, 79, ı 1 4, 1 38
cinsel ahlak 2 1 5 çocuk ve aile ı 04
cinsel devrim 2 ı 4 çocuklar 37, 1 06, 1 50, 1 57 , 1 59, 1 60,
cinsel eğitim ı 97 1 64, ı 80, 204
cinsel ilişkide zorlama 164 çocuklara yapılan karma aşı 9
cinsel istismar 5 ı çocukların maruz kaldığı kazalar 92
cinsel karşı-devrim 2 1 7 çocukların sokakta yalnız başına yürüme
cinsel sağlık 1 82 özgürlüğü 53
cinsel sorumluluk 2 ı 6 çokkliltiirlüliik 20 1
cinsel suçlar 20, 78
cinsel şiddet 1 1 9, 1 2 1 , 164, 1 65
cinsel şiddet yelpazesi 1 20
cinsel taciz 72, 94, I l l , 1 1 2, I 1 9 , 1 25,
232
D doktorlar 1 55
dağcılık 28, 29, 56 dolaylı kurban 1 3 8 , 1 39
Daily Telegraph 34 Douglas, Mary ve Wildavsky, Aaron 35
danışma hatları 1 03 Dunblane faciası 224, 225
danışmanlık 1 00, 1 03 , 1 3 1 , 1 32, 1 36, Durkheim, Emile 1 85
1 79, 1 7 8 , 1 80, 1 8 1 , 1 83 , 1 84, 1 90, duyarlılıkla artış 80
191 Dünya Ticaret Merkezi 7, 19
davranış 97, 1 99, 20 1 , 204, 205, 207, Dünyanın Sonu mu Geldi? (The Daily
219 Star) 1 9
davranışlarİn tıbbileştirilmesi 135 dü şman 58
dayanışma 1 86, 1 87 , 190, 22 1 , 223, 225
dayanışma biçimlerinin parçalanması E
1 03 ebeveyn-çocuk l 05
dayanışma ruhu 172 Ebola virüsü 48, 49, 50, 55, 56, 5 8
De Monfort Ü niversitesi 74 Econonıic and Social Research Council
değer yargısı 44, 45, 204 (Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar
değer yargısız 1 96 , 1 97 Konseyi) 37
değişim 95, 96 Ecstacy 28
deli dana hastalığı 12, 1 5, 20, 2 1 , 4 1 , 48 egoizm 1 88
deney 1 84 egzersiz ve tembellik 55
denizi doldurmak 57 eğitim 204
deprem 57 ekolojistler 97
depresyon 72 ekonomi 102, 103
derin ven trombozu (DVT-deep vein ekonomik belirsizlik 220
thrombosis) 9 ekonomik-sınıf (econonıy class) sendro-
devlet 2 1 8 mu 9, 10, l l
devlet müdahalesi 95 el sıkışma sendromu 1 6
Diana, Prenses 1 37, 223 elektrik trafoları 67
difteri 48, 49 embriyoloji 1 77
dikkat eksikliği 1 3 2 emek ve sermaye I 90
dil 1 4 en kötü 74
dildeki değişim 203 endişe 1 87
Dinıe 204 endüstriyel atıklar 93
din 1 96, 1 97, 2 1 3 , 2 1 5 , 2 1 8 , 222 enerji santralleri 45
din görevlileri 1 78 engelli 37
dini bütün 1 96 ensest 1 1 2
Dil'Cipline in Schools (Okullarda entelektüeller 1 9 5
Disiplin) 1 55 Equal Opportunities Conınıission (EOC-·
dışlanma 1 1 7, 125 Fırsat Eşitliği Komisyonu) 143
diyet ve egzersiz 29 eri[ iktidar 1 20
doğa 57, 90, 1 76, 1 77 eri! şiddet 1 1 9, 1 20, 1 2 1 , 1 22
doğal korunma 57 eri! yönelimi 106
doğal riskler 9 1 erilliğin laııetleıımesi 2 1 5
doğal v e doğal olmayan risk 56 erkek-kadın ilişkisi 94
doğanın fetişleştirilmesi 93 eroin 1 67, 1 68
doğru davranış biçimi 105 eski ahlak ı 05
doğum kontrol hapı 43 , 56, 84, 2 1 4 eski ahlakçılığa laik ve tıbbi bir kılıf 2 1 7
doğum kontrol yöntemi 167, 2 1 5 e ş dövme 1 1 2
doğuştan saldırgan 5 8 eş istismarı 73
233
eşcinsel din adamları 206 Giddens, Anthony 89, 1 2 1 , 1 22, 2 1 2
et tüketimi 1 83 Gir/ Guides 207
etik 1 9 1 , 208, 2 1 2, 2 1 3 Gizli Hastalık 71
etik kapitalizm 203 gizli riskler74
Etzioni, Amitai 2 1 0 gizli tehlikeler 66
evde hayvan beslemek 57 Gladwell, Malcolm 58
evlat edinme 209 Goldberg, Ivan Dr. 63
evlilik 194 Goldwater, Barry 1 43
Good Housekeeping 1 5 2
F göğüs kanseri 8 4
FBI 52, 63 göllerin ölmesi 48
felaket 32, 33, 39, 90 gönüllü riskler 56
felaket senaryolan 47 görececi ahlak 224
felaket tellallan 1 5 görünmeyen kurban 1 3 9
feministler 1 44, 1 45 görünmez riskler 6 5 , 66
fikirler 44 Gray, John 90
Finlandiya l l Green peace 177
fırtına 57 grip salgını 49
Forward, Susan 69 gruplar 103
Frankenstein 36, 90 Guardian 54, 104, 1 38, 2 1 7
Frankenstein-gıdalar 19 Guides 1 7 3
Fransa 59 güçsüzlük 1 2 9 , 222
French, Marilyn I 12 Gülbenkyan Vakfı 1 26, 127, 1 4 1
Fukuyama, Francis 1 72, 1 8 5 y
gündelik yaşamın profes onelleşmesi
Furedi, Frank I 178, 179, 1 80, 1 82, 200
gündelik yaşamın tekrar ahlaklaştırılması
G 212
Gaitskill, Mary 112 güneştenrnek 28, 68, 69
Ga!Tet, Laurie 48 güven 58, 1 72, 175, 1 86, 1 88 , 190, 1 9 1
gayri meşru 104 güven ilişkileri 1 74, 1 75 , 176, 1 84, 1 8 5 ,
gayri meşruluk ve sosyal anormalile 79 1 86, 1 89, 209
gebeliği önleyici haplar 28, 84 güvenebileceğiniz yetişkinler I 60
geleceği bilme 91 güvenilir bilgi I 76
gelecek 97, 98 güvenli 25
gelecek le ilgili kaygılar 96 güvenli bir seyahat 45
gelenekçiler 208, 209, 2 1 0 güvenli olan ve olmayan I 98
geleneksel ahlak 1 95 , 1 96, 20 1 , 204, güvenli seks 25, 1 68, 1 97, 2 1 6
205, 206, 2 1 1 , 2 1 2 , 214, 2 1 5 , 2 1 6 güvenli yolculuk 34
geleneksel norm 1 04 güvenliğin yüceltilmesi 34, 36, 38
gençler 147, 148, 152 güvenlik 23, 24, 25, 26, 28, 29, 30, 3 1 ,
genetik 64, 1 77, 1 90 103, 1 04, 105, 1 5 3 , 1 54, 1 5 5 , 164,
genetik müdahale 9 1 65, 167, 17 1 , 1 84, 1 92, ! 94, 201
gerçeklik ve olasılık 44 güvenlik arayışı 39
gıda 95 güvenli içki içme I 68
gıda bağımlılığı 37, 1 34 güvenlik sapiantı sı 9
Gıda Standartları Kurumu (Food güvenlik ve ihtiyat dini 34
Standards Agency) 1 6 güvensizlik 12, 35, 94, 95 , 96, 102, 103,
gıda üretimi 8 8 1 05 , ı o6, 109, 143, 148, ı s ı , 174,
gıdalardaki toksik maddeler 32 178, 1 84, 22 1
234
H Independent 167, 194
Hackııey 72. 73 lndependellf Teleı·isimı Conınıissimı 204
Hackney Ga::erre 1 29 lııı·isihle Vicrinıs: Whi!e Males and the
halkla ili�kiler 1 9 1 Crisis ofAfjirnıative Action
Hanmer, Jalna v e Maynard, Mary 120 (Görünmez Kurbanlar: Beyaz
hard-core l l 2 Erkekler ve Pozitif Ayrımcılık Krizi)
Harper's 1 1 2 71
hasar 43 ırk tartı�maları 201
hasta 1 36 ırkçı saldırılar 72, 77
hasta olmak 1 3, 43 ısınarlama aile 222
hasta ruhlu bireyler 149 ısınarlama bebek 222
hasta şiddeti 1 53 , 1 55 !VF (In vitm Fertilization) 60. 6 I , 62
hastalık 40, 87, 1 33 . 1 3 5 içecek pazarı 26
hastalık dili 1 32 içki 43, 92, 1 67
hastane glivenliği 26, 1 5 3 ideoloji 74
hava kirliliği 88 ihtimaın 1 02
hayal gücü 1 6, 70, 1 50, 152 ihtiyat 146, 1 47, 148, 149, 1 53, 1 56,
hayatta kalımı 39, 1 23 , 1 24, 1 89 , 222 1 5 8 , 1 63 , 1 64, 1 76, 1 77, 1 87, 1 88 ,
hayatta kalmayı başaran insan 124 1 89, 1 9 1 . 1 92, 1 94, 1 96, 1 97, 200,
hayır dernekleri I 72 2 1 1 , 2 14, 2 1 5 , 2 1 7, 2 1 9
hayır kampanyası 223 ihtiyat ahlakı 200
hayvanları evcille�tirmek 57 İkinci Dünya Sava�ı 50, 96
heavy-metal I 12 iklim deği�iklikJeri 66
Hillsborough 1 36 İlaç Glivenliği Komitesi (CSM-
Himmelfarb, Gertnıde 195 Conımirree on Safety of Medicines) 84
hiperaktivite 37 ilk Apoila 32
Hiroşima v e Nagazaki 87 ilk hatada iŞiniz bitti 53
hırs kültürü I 86 in loco parentis (ana-baba yerine) 1 6 1 ,
hırsız alarmı 27 171
hırsızlık ve soygun 42 İncil 5 8 , 1 29
hırslı 102 İngiliz Bilim Cemiyeti 8
Hırslı 80' l er 144, 1 87 İngiliz Kilisesi 1 74
histeri 1 2 İngiltere 1 3 , 1 5 , 1 9 , 2 1 , 22, 23, 24, 25,
HIV virüsü 49, 65, 1 98 26, 27, 30, 32, 41 , 49, 50, 52, 52, 53,
Hollywood filmleri l l l , 1 1 2 59, 66, 67, 68, 73, 75, 77, 79, 8 1 , 82,
Hong Kong 20 83, 87, 92, 1 02, 1 08 , 1 1 0, 1 1 1 , 1 1 2,
hormon 56 1 1 9, 1 2 1 . 1 27, 1 37, 1 40, 1 4 1 , 1 43,
hormon! u sığır ve domuz eti 9 144, 1 5 1 . 1 52 , 1 56. 1 62, 1 63, 166,
hububatın sıcak dalgaları yüzünden 1 67, 1 7 1 . 1 72, 173, 174, 1 80, 1 83 ,
kavrulması 48 1 93, 200, 205, 209
huzurevleri 148 İngiltere Ki lisesi I 83, 206, 207
hücre araştırmaları I9 İngiltere Sosyal Hizmetler Müfettişliği
hümanizm 99, 1 89, 2 1 8, 226 Uygulama Yönetmeliği 1 1 5
inisiyatif 205, 2 1 6
I-i insan davranışlarının sonuçları 1 46
lceland 22 insan düşmanı 1 89
lmperial Concer Researc·h Fund (ICFR insan genomu 1 76
İmparatorluk Kanser Araştırmaları insan ilişkileri 9, 16, I 7. 69, 70, 74, 94,
Fonu) 85 120, 1 23, 1 22 , 1 33 , 1 47, 148, 1 49,
235
1 55 , 1 70, 1 78 , 1 80 . 1 86, 203, 2 1 1 , 2 1 5 Mutluluğunuzu En Ü s t Düzeye
insan ilişkilerindeki belirsizlik 1 50 Çıkarın) 1 37
insan merkezli yaklaşım 203 jung 1 1 2
insan parazitler 58 .!urassic Park 1 75
insan-düşmanı 2 1 3
insanın güçsüzlüğü 2 2 1 K
insanlığın çaresizliği 9 8 kabul edilebilir davranış 105
insanlığın lanetlenmesi 1 22 kaçınlma korkusu 52
insan-merkezli 2 1 3 kadercilik 2 1 9, 220
insanoğlu 57, 58, 74 kadın kurbandır 1 2 1
insanoğlunun geçmi�teki yıkımı 99 kadın-erkek ilişkileri 1 05
internet 28, 62, 63, 64, 1 1 2 Kadınların Evdeki Güvenliği 1 54
İnternet bağımlılığı sendromu (IAD- kadınların rahiplik yapması 206
Jnıerneı addietion syndrome) 63 kameralar 26
internet kullanma riski 43 Kaminer, Wendy 123, 1 30, 225
intihar 92 kampus 1 6 1 , 1 62 , 164, 1 65 , 167, 1 68,
irade 2 1 9 1 69, 203
ishal 50, 56 kampus suçları 166
İskandinavya 32 kamuoyu 43, 47, 56, 82, 85, 205
İslam 1 83 kamuya açık 30
istatistikler 53 kanser 29, 50, 5 1 , 67, 68
istismar 78 kanserojen 57, 68
İsviçre 9 1 kanun ve nizarn 77, 1 43, 145
i ş güvencesi 149, 163 kaos 90
iş güvenliği 27 kapalı devre televizyon 26
i ş hayatı 105 kapitalist toplum lO 1
İşçi Partisi 63, 1 73 kardeş saldırısının kurbanı 1 4 1
işçi sınıfı 144 Karlen, Amo 48, 49
işçi sınıfı örgütlerinin çöküşü 102 karma aşı (MMR vacc ine) l l , 1 2
iş-ko lik 1 33 kasırga 43
işler kötüye gidiyor 55 katil meteorlar 8, 1 3
işsizlik 92, 1 0 1 kayıtsızlık 174
işten çıkarılma 1 3 1 kaza 40
işyeri zorbalığı 1 1 8 kemikli et 2 1 , 24
işyerinde ayrımcılık 143 kendine güven 1 90
iyi ana-baba 1 26 kendini kısıtlama 1 97
i yi bir risk 44 kendini-kirletme 1 22
iyi yalan 2 1 7 kendini-taciz etme 1 22
iyileşmekte olan bağımlı 136 keşfetme ve deney yapma ruhu 1 9
keşif 2 1 7
J KIDS CA PE 1 60
Jackson, Samuel 44 kilise 172, 1 85 , 206
Japonya 87 kimseye güvenıneyi n 174
jogging 43 kimya sektörü 91
.!oy of Uncircumcising! Restore Your kimyasal kirlilik 5 7
Birthrighı and Maxinıize Your Sexual kinizm 1 06, 174, 1 75 , 2 1 9
Pleasure (Sünnet Tedavisiyle Gelen kirlenme 1 22
Mutluluk! Doğuştan Gelen Bu kirletme 1 22
Hakkımza Sahip Çıkın ve Cinsel kirlilik 65, 66, 70, 88, 1 22
236
kirlilik ve çevre sorunları 3 I küresel kapitalizm 90
ki�ilere özgü davranı� biçimleri 46 kürtaj 32, 84, ı 67. 208, 209, 2 1 0
ki�isel güvenlik I 6, 25, 26, 27, 28, 35. L
46. 5 1 , 102. 1 06, 1 49 Laing & Bırisson 27
ki�isel kontrol duygusu 104 Lamplauglı, Diana 30
ki tle hareketi eri I 03 Laneel 84
Kıyamet Günü (The Daily Mail) I 9 Landau, Rullı 61 , 62
Kıyamet Günü fanatikleri 1 5 Langford, Wendy ı7
Kıyamet Günü senaryosu 2 I , 48 Lassa 50
kızamık 50 Lawson, Mark 54
kolaylaştıncı ı 78, I 8 1 , I 84 Leach, Penelope 52
kolektif teslimiyet 226 Leslie, John 48
kolera 39, 48 liberal 203, 205
kolesterol 1 83, 1 96 liberalizm ı 85 , 2 ı 0
kom�u 1 90 Liverpool ı 1 2
komşular 170, ı76 Local A urhorities' Coordinaring Body on
komşusuz mahalleler 1 70, nı Food and Trading Standards (Yerel
konsensüs ı 93, ı 94, 1 95 , 204, 2 1 3 Yönetimler Gıda ve Alım Satım
kontrol duygusunun yilimi 106 S tandartları Koordinasyon Merkezi)
kontrol edilemeyen birey 220 22
kooperatifler ı o3, 1 85 Londra 88
Kore Savaşı 50 Londra Metrosu 23
korku 7, 8 , 12, 1 3 , 53, 54, 57, 59, 62, Luhman, Niklas 88, 89, 9ı, 97, 98, ı99
1 09 Lynch, Frederick 7 ı
korku kültürü 8, ı 5 , ı 9
Korku Kültürü 9 , ı 6 , 20 M
korku ve kaygılar 55 MacDonald, Heather 78, 79
korkul u rivayetler ı ı macera ı 59, 2 ı 7
Koss, Marry ı t 8, ı20 MacKinnon, Catherine ı 1 9
Körfez Krizi sendromu 43, 50 maddiyatçı 1 5 5
kötümser insan 36 Madonna ı ı 2
Kramer, Wendy ı 35 mağdur 223
krizler 39 mağdur ya da kurban ı 36
kuduz 60 mağduriyet kurumu I 36, 223
kumar ve alkol 1 34 mahalle grupları 1 72
kurban ı ı 5 , 1 38, 1 39, 1 40, ı 4 ı , 142, Manchester 23
1 43, ı44, 1 45, ı 87. ı 89, 223, 225 manga! keyfi 1 6
kurban çocuk ı40 Maıış Tünel i 59, 60
kurban kadın ı44 manyetik kartlar 26
kurban ya da mağdur kültürü 38 Marburg 50
kuşak farkı 1 47 marjinal ı 45 , 1 96, 203
kuşaklararası eşitlik 97 masumiyel l l ı
kuşkuculuk 1 00, 106 Maxim 1 37
kültür savaşları 1 9 3 Medical Moniror 73
kültürel soğuma 1 7 medya 28, 29, 32, 52, 55, 56, 58, 59, 60,
küresel çapta, kitlesel ve topyekun bir 68, 70, 76, 77. 78, 82, 83, 84, 85, 96,
ölüm 49 1 1 0, l l l , 1 1 3, 1 27 , 1 36, 1 38 , 1 49,
küresel grip salgını 8 ı 52, ı 65 , 1 66, ı 75 , 1 90, ı 96, 2 1 1 ,
küresel ısınma 8, 47 22 1 , 222, 223. 224
237
melanom salgını 68 NUS 1 67
merhamet ve saygı 225 nüfus patlaması 5 8
meslek odaları ı 85 nükleer enerji 32. 4 1 . 4 3
meşruiyet 1 74 nükleer savaş 4 7 , 4 R
mikroplar 1 33 nükleer silahlar 87
mi fenyum virüsü paniği 1 5 , 2 1
Miles, Rosaliııd 53 0-Ö
modern rahip 2ı0 obezite 37, 1 34, 1 5 8
modernile 89, 1 24, 1 33 obsesif 1 34
modernleşme 9 1 , 1 00 obsesif-koınpulsif bozukluk 37
Morgan ve Zedner 1 40 OECD 148
moruk pataklama 148 okullar 26
Mothers' Union 1 73 okııllarda zorbalık 5 I
Ms 1 1 8 okuma bozukluğu 37
muhafazakar 35, 36, 90, 1 94, 1 95 , 202, ordu ve polis 208
2 1 0, 2 1 3 , 2 1 4 ortak bağımlılık (codepeden()"} 1 35
muhafazakar ahlak 200 ortak değerler 1 72, 1 85 , 1 94, 1 95 , 2 1 0
Muhafazakar Pani 1 73 , 200 Orwell, George 22
Murder One I 1 2 osteoporoz 29
Musevilik 1 83 otizm l l , 1 2
mükemmeliyet kompleksi 37, 38, 1 30 otomobil kazaları 5 0
mükemmeliyetçilik sendromu 222 otomobiller 43
Müslüman 137, 1 3 8 otorite 95, 1 76, 1 80, 1 83 , 1 90, 199. 204,
müstehcen telefon konuşmaları 72 207
otoritenin kaybolması 1 74
N otoriter 205
NASA 33 Our Father (Babamız) I 1 2
National Consunıer Council (Ulusal Oxford Üniversitesi I 67
Tüketici Konseyi) 22 oyun 157, 158, 1 59
National Societyj{n· the Prevelllion of ozon tabakasının parçalanması 48
Cmelty to Children (NSPCC öğrenci birlikleri 1 67
Çocukları Kötü Muameleden Koruma öğrenciler I 62
Derneği) l l l öğretmenler l l 8, 1 55
National Union of Students (Ulusal ölçülülük 1 87
Öğrenci B irliği) 27, 1 54 ölüm 40, 43
National Union of Townswomen's Guilds öngörülebilirlik 1 66
1 73 önlem alma ilkesi 35, 36, 98, 2 1 9
Nature 66 örgütlü d inin geriıeyişi I 03
net çözümlerin olmayışı 95 öz-denetim ı 69
Network 1 64 özel sağlık sigonası 27
new age 206 özel ve kamusal alan 205
Nev.' England Journal of Medicine I 23 özerk bireyler 47, 2 ı 0 , 2 1 ı
New York 1 9, 37 özerk risk etkenleri 47
New York Metrosu 22, 23 özgüven ı 80, ı 8 J , 1 86, 1 87, 1 88, 204
New.ı· ll{ the World 12 özne 99, 1 00, 1 29, 1 43 , ı 88, 1 89, 1 90,
Nine O' clock Serı.-ice 206 2 1 8, 2 1 9, 22 1 , 226
nonnal I I 9 öznel algı 42
nonnal görülen hareketler I 04 özsaygı 1 00
nonnal ve anormal I 98
238
p rahatsız edici telefonlar 120
palavra 53 rahipler 1 8 1 , 2 1 7
panik 1 3, 1 6 , 20, 54, 58, 75, 76, 77, 79, Rahiplik Yönetmeliği 207
80, 87, 95, 98, 100, 106, 1 1 3, 1 92 rap 1 1 2
panik ve korku 93 RAPE 1 65
panik yaşamak 2 1 rasyonel tepki 76
parasal çıkar 1 42 Reagan 144, 1 86, 200
parasetamo I 24 Rees, Jonathan 68
parti kültürü 206 Reeve, Christopher 1 89
pasif yaşam 1 9 , 24 reform 95
patoloji terimleri 1 23 , 1 2 8 Refuge (Sığı nak) 17
patoloji k l l 9, 1 34 rehberlik 162, 205
Pearson, Geoffrey 78 rehberlik hizmeti 1 32
pembe diziler 1 l l , 1 1 2 reklamlar 204
Pennington, Hugh 1 6 Rely tamponları 8 1
Peru 39 Revolurion.\· of the Heart (Kalbin
petrol tankeri sızıntıları 3 1 Devrimleri) 17
piyasa 2 1 8 risk 1 4, 29, 30, 35, 89, 93
PlagıJe's Progress: A Social History of risk ahlakı 105
'!fan and Disease (Vebanın İ lerleyişi: risk algılamaları 29, 42, 93, 95
Insan ve Hastalıkların Topl umsal risk alma 1 9, 44, 90, 226
Tarihi) 48 risk alma korkusu 20
planlama 95 risk altında 1 4, 36, 45, 46, 143
Platt, Anne 67 risk altındaki çocuklar 34, 45, 1 5 6
Playing lt Safe ( i şini Sağlama Almak) risk altındaki kadınlar 34
158 risk analizi 29
polis 1 3 1 , 1 60 risk bilinci 29, 32, 34, 35, 38, 47, 55, 58,
polisiye 1 56 59, 68, 74, 87, 88, 89, 93, 94, 97, 99,
politik kurumlar 1 7 3 100, 1 0 1 , 102, 106, 1 07, 143, 174,
politik oluşumlar 1 87 1 75 , 1 93, 194, 1 98, 200, 209, 2 1 1 , 2 1 8
politika 95, 196 risk duyarlılığı 87
popüler kültür 58, 1 1 2, 21 1 risk faktörleri 46
pomografı 1 64 risk iletişimi 29
pomografık 1 1 2 risk kelimesi 90
prestij 1 74 risk psikolojisi 96
Preston, Richard 5 8 Risk Socity (Risk Toplumu) 3 1
primaltan-insana organ nakli 49 risk sosyolojisi 89
profesyonel 205 risk söylemi 2 1 5
profesyonel danışmanlık 221 risk söyleminin varlığı 98
profesyonel rehberi ik 1 3 1 , 1 93 risk takınıısı 33, 40, 2 1 9
Proulx, Annie l l 3 risk tanımı 44
Public lnterest (Toplumsal Fayda) 78 . risk terimi 32, 43, 105
püriten 2 1 4 risk toplumu 29, 89, 92, 1 00
risk yönetimi 29, 1 96
Q-R riski azaltmak 97
Quark lnternational 26 riskin tanımı 43
RAC 70 riskli seks 1 97
radyasyon tehlikesi 75 risk-olarak-bilgi 89
raggae 1 12 Roiphe, Kate 1 1 2
239
romanlik ve �amimi ili�kiler 1 8 sera etkisi 90, 92
R S PCA 173 serbest giri�im 200
ruh hali 47, 57 seri katil 1 49
sessiz çoğunluk 1 44
S-Ş seyahat etme 43
Sacks, J onathan 224. 225 Shell 1 77
SAFE 1 66 Sheppard, Kay 1 34
satlık Ill Shrader-Frechette 50
sağ 144, 1 45, 202, 203. 2 1 0 siber-poı·no 62
sağlık 1 6 , 32, 3 5 , 95, 1 02, 103, 1 05 . 1 07. siber-tecavüz 63
1 47, 1 64, 1 74, 1 82, 1 83, 1 96, 1 97 , siber-uzay 63
20 1 siber-uzay sosyolojisi 62
Sağlık Eğitimi İdaresi (HEA-Healt sigara 46, 4 1 , 198, 1 99
Education Authority) 68 sigara ve alkol 56
sağlık harcamaları 26 sigortacılık 27
sağlık kampanyaları 69 Simpson, Mona 1 1 2
sağlık reklamcılığı 46 Singer ve Endreny 83
sağlık sapiantısı 5 1 sınırları kabul elmek 1 00
sakatianına riski 43 siroz 92
saldırgan 1 54 sıtma 48, 5 0
saldırgan aile 1 26 siyasal riskler 4 3
saldırgan \oplum 126 siyaseten doğruluk ( S D ) 1 9 1 , 20 1 , 202,
saldırı ve zorbalık 1 1 5 203, 207, 208, 209
salgın 1 4 , 1 5, 50, 67, 1 1 3 , 128 siyasi partiler 102
salgın hastalık 58 Sıniley, Jane 1 1 2
sapık 1 49 Smith, Adam 2 1 0
sapıklık 123 Social Trends (Sosyal Geli�meler) 1 9 ,
sapkınlık 1 l l 1 83
sarkıntılık 164 Soğuk Sava� 58, 1 0 1
Satanik taciz 1 1 4, 1 1 5 sokak suçları 77
Satanizm 1 08 sol 144, 145, 202, 203, 205
sava� ve soykırım 1 24 Somerville vakası l l l
savunmasız 105 Somerville, Julia 1 1 0
savunmasızlık 106, 1 69, 172 Sontag, Susan 55
Scare in the Comnıwıity: Britain in a sorumluluk 1 97 , 1 98
Moral Panic (Toplumdaki Korku: sorun enflasyonu 96
İngil!ere'de Ahlaki Panik) 78 sosyal e�itsizlik ve sağlık 92
SCARED 1 66 sosyal fobi 37, 7 1 , 1 32, 1 35
seks 45, 106, 1 1 9, 1 97, 204, 2 1 6 sosyal hizmetler çalı�anları 78
seks bağımiısı 37, 1 33, 1 34, 1 36 Sovye!ler Birliği 98
seks qittir risk 94 soygunlar 77
seks sapıkJan 1 3 sözel kodlar 20 1, 202
seks suçları 64 Staphylococcus aureus 8 1
seksi l l 9 Sıewarı, William 1 5
seks-kolik 1 33 Stone, Oliver I 86
sel ve yıldırım 57, 91 Strange Days 1 1 2
sendikalar 27, 102, 103, 1 3 1 , 145, 1 73, stres 20, 46, 92, 1 45 , 222
1 86, 1 87, 1 90 stres altında 1 3 3
sendrom 1 5 , 50 sırese katianan kahraman 222
240
suç 4 1 . 58, 77, 1 02, 1 06, 1 1 2 , 1 27 , 1 40, Tayland 34
1 4 1 . 1 42, 1 50, 1 86, 1 98 , 209 tecavüz 1 0 5 , 1 1 3, 1 1 8 , 1 1 9, 1 20, 1 2 1 ,
Suç Bil inci ve Kampus Güvenliği Yasası 164, 2 14
1 66 tehdit 1 64
suç ihbar sayfası 28 tehlike 43, 44, 46. 47. 1 06
suç i statistikleri 72 tehlike enflasyonu 47
suç oranları 47, 5 1 tehlike potansiyeli 64
suç riski 43 Tehlikeli Yabancı 53, 1 5 1
suçbilimciler 1 39 tehlikenin gerçekliği 42
suni döllenme 60, 209, 2 1 3 tek -ebeveyn 209
Superswph 2 1 teknoloji 9, 1 6. 20, 3 1 , 86, 88, 89, 90,
siibyancılık 1 1 0 . l l 1 9 1 , 93, 97, 99, 1 06
sünnet 1 37, 1 38 teknolojik gelişim 1 00
Süpermen 1 89 teknolojik gelişıneler 1 74
süper-virüsler 2 1 , SO teknolojik ve �i !imse! ilerleme 87
sürdüriilebilir kalkınma 203 teknolojik yenilikler 57
Sykes, Charles 1 8 1 , 2 1 6 teknolojiler 69
şap hastalığı 1 5 telefon 63
şehirleşme 1 03 teorik riskler 8, 1 9
şiddet 1 2, 42, 47, 52, 57, 58, 63, 73, 1 08. terapi 1 8 1 , 1 82
1 1 2, 1 1 3, 1 1 8 , 1 22, 1 25, 1 26, 1 27, terapi uzmanları 1 29, 1 30
1 28, 1 29, 1 4 1 , 142, 1 48, 150, 1 64, teratojen 57
1 66, 1 72, 2 1 1 terörizm 60
şimdi ve gelecek 44 teşhir 1 37
şişelenmiş su 26 teşhircilik 1 20, 1 64
şişmanlık 46, 1 87 Thatcher 1 44, 1 86, 200
şüphe 194 The Coming Plague: Newly Enzergin
şüphe atmosferi I 9 Diseases in o World out ofBalance
şüphe kültürü 1 2 (Yaklapn Veba: Dengesi Bozulan
Dünyada Yeni Hastalıklar) 48
T The End of The World: The Science and
taciz 20, 58, 63, 74, 78, 80, 1 05 , 1 06, Ethic.ı· oj' Human Exlinclion
107, 108, 1 09, 1 1 0, l l l , 1 1 3, 1 1 4, (Dünyanın Sonu: İnsanlığın Yokoluşu
1 1 5 , 1 1 6, 1 1 7, 1 26, 1 29, 1 3 1 , 1 32, Sorununun Bilimsel ve Etik Boyutları)
1 33, 1 37, 1 38, 1 40, 149, 1 89, 1 92, 30, 48
200, 200, 203, 2 1 4, 2 1 6, 2 1 9 The Hol Zone 58
taciz döngüsü 1 25, 1 26, 1 27, 1 29, 1 32, The Laneel 1 0, l l
219 The Lin/e 8/ue Book Commitlee 1 67
taciz endüstrisi 1 30 The Natio11al Federation of Women's
taciz kültürü 1 23, 1 24, 1 29, 1 35, 1 36, lnstitute.ı· 1 7 3
209, 2 1 8, 2 1 9 The Net 1 1 2
taciz patolojisi 1 30, 1 32 The Red Cross Socity (Kızılhaç) 1 73
tacizci olmadığını i spatla I 1 I The Sımday Times 84, 1 50
tampon 43, 8 1 , 82 The Theory ol Moral Semimeflls (Ahlaki
Tamprax 82 Duygular Kuramı) 2 1 0
Tate, Nick 193 The Times 23, 88, 1 04
tatlı su kaynakl arının ve ormanların azal The X Files 1 74
ması 48 Think Buhhle 1 60
Tav uk Gri bi 20 tıbbi gelişmeler 88
F 1 6ÖN/Kurku Külllirü 24 1
tıbbi terimler 1 35, 1 97 uzman danışmanlar 1 O 1
Time 7 1 uzmanlar 1 76, 1 79, 1 83, 1 84, 1 90
tıp 1 82 uzmanların riski algılayış şekli 5 6
tıp etiği 1 98 uzmanlık 1 75, 1 77, 1 78 , 1 82
toksik 70, 1 2 3 üniversite 1 6 1 , 1 62, 1 64, 1 65 , 1 69
toksik aileler 69 üreme teknolojisi 35, 43, 60, 6 1 , 1 76,
toksik atıklar 43, 65 1 77, 2 1 3
toksik etki 1 5
toksik felaketler 67 V-W
toksik katkı maddeleri 9 1 vahşi sapıklar 108
toksik şok sendromu (TSS-toxic shock vahşi toplum 1 55
syndronıe) 80 varsayımsal riskler 64
toksinler 56 veba 1 5 , 49, 58, 65
Top Same 68 vejetaryen 1 83
toplu taşımacılık 30 venöz tromboemboli 84
topluluk 1 95, 209 Victinı's Chaı·ter ( Mağdur Hakları) 144
toplum 220, 223, 224 Vietnam Savaşı 50
toplum mühendisliği 95 virüsler 133
toplum sağlığı uzmanları 69 Wakefield, Andrew 1 I, 1 2
toplum-birey ilişkisi 102 Wall Street 1 86
toplumsal koşullar 220 Walsh, Clive C. I 1 I
toplumsal parçalanma 2 1 2 Washington 1 9
toplumsal roller 104 Which 44
toplumsal yalıtılmışlık 103 Whiteley, Paul 173
toplumsal yalıtım 172 Wonıen's Environnıenta/ Network (Kadın
toprağın erozyona uğraması 48 ve Çevre Ağı) 8 1
totaliter güvenlik I 59 workshop 1 5 3
Toxic Parems (Toksik Ebeveynler) 69 Wor/dwatch Institute (Dünya Gözlem
trafik kazaları 4 1 , 57 Enstitüsü) 48, 66
trafik terörü 52, 70, I 06, I 54
trajedi 223, 224, 225 y
travma 1 37, 1 3 8 , 140 yabancılar 1 5 1 , 1 52, 1 54, 1 56, 157, 1 59,
travma sonrası stres bozukluğu 37, 1 32 1 60, 1 63, 1 65, 1 69, 1 70, 1 88, 209
trick or treat 1 5 I yabancılaşma 148, 1 5 6, 1 69, 178, 2 1 1 ,
trombosis 2 8 22 1 , 222, 225
Trust (Güven) I 8 5 yağlı yiyecekler 43
TSS 8 1 , 8 2 , 8 3 yağmur ormanları 57
tüberküloz 4 8 , 49 Yahudi 1 37, 1 38
tüketim 1 00 yakınma 'kültürü 1 36
tüp bebek 1 90 yalnız yaşamak 1 8
tüp bebek teknolojisi 60, 62 yan etki korkusu 95
tür ayrımcılığı 99, 1 89 yan etkiler 59, 60, 6 1 , 65
yangın alarmı 27
U-Ü yankesicilik 52
uluslararası terör 64 yapma risk 56, 57, 9 1
Uluslarm Zenginliği 2 1 0 yaralanma 40, 43
utangaç kişiler 37 yardım hatları 26, 1 53, 1 9 1 , 221
uyku hastalığı 55 yardım ve destek 205
uyuşturucu 28, 1 65, 1 67 yardımlaşma grupları 1 80, 1 8 1 , 22 1
242
yaşam süresi 88
yaşam tarzı 1 96, 1 97, 1 99 , 204, 2 1 2,
22 1 , 222
yaşamak risk altında olmaktır 1 06
yaşamı tehdit eden bir dizi hastalık 22
yaşamla baş ederneme 1 37
yaşlılar 143, 1 47, 1 48 , 1 49
yaşlıların taeizi 1 1 5 , l 1 6, l l 7
yemek yeme 33
yemek yeme bozukluğu 37
yeni ahiilk 206, 2 1 1 , 2 1 6
yeni bozukluklar 37
yeni enielektüel kesim 20 l
yeni icatlar 1 6
Yeni İşçi Partisi 2 3
yeni teknolojiler 1 9 , 147
yeni ve görülmemiş riskler 62
yenilikler 39, 60, 1 88
yerel topluluklar l 87
yerfıstığı alerjisi 28, 43, 82, 83
Yeşiller Partisi l 73
yetersiz beslenme 32
yetersiz insanlar 1 30
yetişkin 204
yetişkinlik çağı l 28, 1 29
yirminci-yüzyıl-sonu-kültürü 57
yoksulluk 1 27, 220
yumunada Salmonella 49
Yunanistan 83
yuppi 1 87
yüksek gerilim hatları 67
z
Zaire 49, 50, 5 5 , 5 6
zehir 4 3
zehirler 1 3 3
zorbalık (bullying) 73, 9 4 , lOS, 1 06, 1 1 7,
1 1 8, 1 24, 203
243
Bat ı l ı to p l u m larda hayat standard ı y ü ks e l d i kçe, i n sanlar kendi ni daha
fazla risk altında h i ssed i yor. Öy le bir n oktaya varı l m ı ş du rumda k i , aş ı k
o l maktan el sıkışmaya, asansöre binrnekten uçak yolculuğ una, duygusal/
toplu msal yaşa m ı n ve teknoloj i k gelişmenin en sı radan unsurları önemli
risk faktörleri o l arak görül üyor art ı k . Sovyet l e r B i rl i ğ i ' n i n y ı k ı l mas ı ve
Çin 'deki değişmel erden sonra yükselen "tek kut uplu" neoliberal dalga ve
sendikaları n , ailelerin ve çeşitli cemaatlerin çözülmesiyle insanlar bireyleşti
belki; an cak yeni daya n ı ş ma biçim lerinin yokluğunda bu bireyleşme, kişiyi
özgü rleştireceğ ine iyice çaresiz hale d ü ş ü rd ü . Kendi baş ı n a kalan b i rey,
eleşt i rel bir d ü ş ü n ü ş gel iştirecek cesareti topl amak yeri ne, g üvensizlik
duygusunun altında eziliyor. Giderek i ş arkadaşları , komşu lar, hatta aileni n
diğer üyeleri potansiyel birer düşman o larak görülüyor. Toplumun işleyişine
dair güvensiz l i k bütün katmanl arda hakim hale geliyor.
Bu gelişmelerin sonucu o larak g üvenli k 1 990'1 ı y ı lların temel değeri hal i n
geldi ve insan ları hayat ı n risklerinden u z a k tutmay ı arnaçi y a n büyük b l ı
sektör gelişt i ; r i s k yön eti m i v e r i s k a n a l i z i konusund a r fl r do l u su kit ı p
yaz ı ld ı . Öze l l i kl e d e 1 1 E y l ü l o l ayları n d a n s o n r , topl um u v 1 ı ıy ı
değiştirmek üzere yap ı lan m ü dahalelerin k p, nm, z y ı ı l. ı ı 1 t ı ı ı vı
k ı yamet g ü n ü n ü n yaklaşt ı ğ ı n a i y ice i n a n ı r oldu ıt ı l ı l ı ı • ı ı ı
,