You are on page 1of 503

M.

BELİN
Osmanlı İmparatorluğu'nun İktisadi Tarihi
(Kaynak Yazarlara Göre
Türkiye'nin Ekonomik Tarihi Üzerine Denemeler)
Türkçesi: Oğuz Ceylan
GÜNDOGA:~ YAYINLARI
M. Belin
Osmanlı lmparatorluğu'nun iktisadi Tarihi
(Kaynak Yazarlara Göre
Türkiye'nin Ekonomik Tarihi Üzerine Denemeler)
Türkçesi: Oğuz Ceylan
Gündoğan Yayınları: 99.146
Siyaset/Sosyoloji Dizisi: 02.40
Yayına Hazırlayan: Nurten Sıcakyüz /Nuran Demir
Düzelti: Mustafa Gülsever Eren Gündoğan

Kapak Düzenleme: Gündoğan Grafik


Dizgi: Gündoğan Macintosh Elektronik Dizgi
Baskı, cilt: Umut Matbaacılık

Birinci Baskı: qubat, 1999


ISBN: 975-520-160-2
Gündoğan Yayınları

Bayındır Sok. 6/12 Kızılay/ ANKARA


Tel: 0.312 433 97 95 (4 Hat)
Faks: 0.312. 432 32 50
e mail: gundogan@tr-net.net.tr
Yazışma Adresi:
P.K. 271 Yenişehir/ANKARA

Bu yapıt "ESSAIS sur L'HISTOİRE ECONOMIQUE de la TURQUİE D'APRES

!es ECRIVANS ORIGINAUX" adı ile 1865 yıl gününde Paris'te yayınlanmış ve

ilk kez Ziya Karamursal eliyle 1931 yılında Türkçeye çevrilmişti. Elinizdeki yeni

çeviri Z. Karamursal'ın çevirisi ile asıl metin karşılaştırılarak yapılmıştır.


M. BELİN

OSMANLI
İMPARATORLUGU'NUN
İKTİSADİ TARİHİ
(KAYNAK YAZARLARA GÖRE
TÜRKİYE'NİN EKONOMİK TARİHİ
ÜZERİNE DENEMELER)

Tanılma Yazısı ile Notları


Ekleyen ve Çeviren
OGUZ CEYLAN

GÜNDOGAN
GÜRSEL'e.
İÇİNDEKİLER

YAYINLAYANIN ÖNSÖZÜ -
Osmanlı Ekonomik Tarihine Özet Bir Bakış ............................. 17
YAYINLAYANIN YARARLANDIGI KAYNAKLAR .................... 63
KISALTMALAR ......................................................................... 86

KAYNAK YAZARLARA GöRE TüRKIYENIN EKO-


NOMiK TARiHi ÜZERiNE DENEMELER .......................... 89
ÖNSöZ (BELiN) ....................................................................... 91

BİRİNCİ BÖLÜM
Osmanlı Paraları ..................................................................... 93
Ayrım 1.
Geleneksel (Ulusal) Yöntem .................................................... 99
Birim ....................................................................................... 100
Ufaklık, Mangır ..................................................................... 104
Büyük Para (Multıple): Altın ............................................... 108
Ayrım2.
Yabancı ya da TecimselYöntem .......................................... 115
Gümüş Para: Birim: Kuruş (le grosus) ............................... 118
Altın Para (Ecu d'or) ............................................................. 124
Gümüş Paranın Birinci Basamaktaki Ufaklığı;
Akça ........................................................................................ 127
Gümüş Paranın İkinci Basamaktaki Ufaklığı; Para .......... 129
Gümüş Paranın Ufaklığmm Ufaklığı; Pul ........................... 133
Ayrım3.
Ağırlık Ölçüleri; Altm ve Gümüşün Türleri ve
Değerleri; Arılık; Ağırlık; Olayyazarlara ve Beylik
Eder Tanıtmalıklarma Göre Paralarm Özünlü (int-
rinseque) ve Saymaca (nominale) Değerleri ........................ 138
Altm Paralar Çizelgesi .......................................................... 142
Gümüş Paralar Çizelgesi ...................................................... 146

İKİNCİ BÖLÜM
Parasal İşlerin ve Devlet Kasasmm (Hazine)
Yönetimi ................................................................................. 149
Ayrım 1.
Yönetim Görevlileri ............................................................... 149

5
Görevliler ................................................................................ 150
Yetkiler·······························'···················································· 151
cı.yrım 2.
Kamusal İşleri Yürütmek ve.Paraları Toplamakla
Görevli Devlet Kurulu (Divan) ............................................. 153
Devlet Kasag.Sultan Kasam; Sultan Ödeneği (Liste Gvil-
le)····················································································'········ 155
Mir-i Hazinesi......................................................................... 155
Enderun Hazinesi ................................................................... 156
Harem-i Hümayun Hazinesi ................................................. 157
Ordu Hazinesi ........................................................................ 160
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Ayrım 1.
Saymanlık Yöntemi ............................................................... 161
Ayrım2.
Ödemelerin Özel Koşulları ................................................... 165
Ayrım3.
Aylıkların Ödenmesi .............................................................. 167

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Ayrım 1.
Özel Gider-Gider Çizelgeleri ................................................ 175
Ayn-i Ali'nin 1609 Yılgününde Özgü Giderler
Çizelgesi .................................................................................. 181
Eyubi Efendi'nin 1660-1661 Yılına Özgü Gelir-
Gider Çizelgesi (Budget) ....................................................... 190
Özet ve Dengelem (Balance) ................................................. 197
Ayrım 2.
Genel Saymanlık ................................................................... 1971
Ali Ağa'nın Bütçesi (Ek 4) ..................................................... 201
Mukataa (Ek 1) ...................................................................... 202
BEŞİNCİ BÖLÜM
Tarihsel ve Ekonomik Özet ................................................... 205
Ayrım 1.
Yıl: 1300-1595 ......................................................... , .............. 205
Birinci Osman Dönemi (1299-1324) ..................................... 205
Devletin Kuruluşu ve Osman Bey'in Ele Geçirilen Top-
rakları "Tımar" Üstencilerine Dağıtması

6
Orhan Bey Dönemi (1324-1362) ........................................... 208
Yaya Savaşçılarının Oluşumu
"Yeniçeri" ve "Müsellem" Ordusunun Oluşumu
Birinci Murat Dönemi (1362-1389) ...................................... 213
"Kazaskerlik" (kadı-askerlik) Orununun Oluşumu
Birinci Bayezid Dönemi (1389-1402) ................................... 216
Başa Geçiş Ödence/erinin İlk Kez Dağıtılması
İkinci Murat Dönemi (1421-1451) ........................................ 216
İkinci Mehmet Dönemi (1451-1481) .................................... 217
Paradaki Gümüş Oranının Düşürülmesi
İkinci Bayezid Dönemi (1481-1512) ..................................... 220
Kıtlık ve "Feba"nın Oluşturduğu Yıkım
Biriiıci Selim Dönemi (1512-1520) ....................................... 221
Mısır'ın Alınışı, Mısır Farsı/lığının İstanbul'a
Taşınması, Yeryazıını
Birinci Süleyman Dönemi (1520-1566) ................................ 227
Devlet Gelirlerinin Kesime lleribnesi Uygulamasının
Başlatılması
İlk Gelir-Gider Açığı
IX. Clıarles'in Ödiinç Para İstemesi
İkinci Selim Dönemi (1566-1574) ........................................ 232
Üçüncü Murat Dönemi (1574-1595) ..................................... 232
Devlet Kaıında Yiyiciliğin (Urunç) Ortaya Çıkışı, Para
Değerinin Ayarlanması (Taslıilı-i Sikke), Gelir-Gider
Açığı
Birinci Süleyman Dönemine Ek: "Asafname" (Ek
2) .............................................................................................. 240
A}Tım2.
Yıl: 1595-1645 ........................................................................ 242
Üçüncü Mehmet Dönemi (1595-1603) ................................. 242
Bütçesinin Dıır·wnu. Arılığı Diişiik Paraların Basılması
ve Dolanıma Çıkarılması
Birinci Ahmet Dönemi (1603-1617) "Gülamiye" ............... 246
Ayn-i Ali'niıı Bütçesi
Birinci Mustafa Dönemi (1617-1618) ................................... 249
İkinci Osman Dönemi (1618-1622) ....................................... 250

7
On Akçalık "Osmani"lerin Bastırılması
Birinci Mustafa'nın Yineden BaşaGeçmesi(1622-
1623) ......................................................................................... 252
Vakıf Gelirlerine El Uzatılması
Dördüncü Murat Dönemi (1623-1640) ................................ 254
"Mülazimet"e Alınma Koşullarında Yapılan
Düzenlemeler
Koçi Bey'in Durum Değerlendirmesi
"Çizme Baha", "Tavuk Baha", "Arpa Baha"
Erzurum ve Erivan Üzerine Saldırı
Amasya'nın Sulama İşlemi
"Kaftan Baha", Küçük Çocuklara Vergi Salınması
"Avarız" (Ek 3)
Biriktirim Önlemleri
Sultan İbrahim Dönemi (1640-1648) ................................... 264
Aynm3.
Yıl: 1645-1656 ........................................................................ 271
Hazinedeki Para Kıtlığı ve Yönetimsel Yolsuzluklar
Dördüncü Mehmet Dönemi (1648-1687) ............................. 273
Cinci Hoca'nın Varlığına Elkonulması, 1648 Yılı
Gelir-Giderleri
Sofu Mehmet Paşa'nın Sadrazamlığı, "Evladiye",
Bedel-i Tımar" ve Savaş Vergileri
"Rüşvet"lerin Hükümet Adına Alınması ve Bu
Doğrultuda Bir Saymanlığın Kurulması
"Berat Vergisi" (Caize), 1650 yılı Gelir-Giderleri
Kimi Ödeneklerin (Vazife) Kesilmesi, Arılığı Düşük Para-
ların Dolanıma Çıkarılması, "Pazar Fitnesi"ne Neden Olan
Girişimler
Kimi Yöneticilerin Varlıklarına Elkonulması
Gürcü Mehmet Paşa'nın Sadrazamlığı ve Devlet Giderleri-
nin Büyük Boyutlara Ulaşması
Tarhuncu'nun Sadrazamlığı, Kentlerin "İrsaliye"leri,
Değirmen, Ev ve Hayvanlar Üzerine Yeni Vergiler
Salınması Önerileri
Durumun Düzeltilmesi Amacıyla Bir Devlet Kurulunun

8
Toplanması, Zoralımlar, Parasal Çöküntü, Devlet Görevlilerinin
Satılması, Düzmece "Tezkere"ler
Derviş Mehmet Paşa'nın Ölümü, Varsıllığına Elkonulması
İbşir Paşa, Karaçelebizade'nin Durum Değerlendirmesi
Para Ayarının Bozulması (Çingene ve Meyhaneci Akçası)
Defterdar Mehmet Paşa'nın "Karagöz" Öldürülmesi ve
l'arsıllığına Elkonulması
Boynuyaralı Mehmet Paşa'nın Sadrazamlığı ve Danışma
Kurulunun (Meşveret) Toplanması
Ayrun4.
Yii: 1656-1680 ........................................................................ 301
Köprülü Mehmet Paşa ve Koşulları
Fazıl Ahmet Paşa ve Eyubi Efendi Bütçesi, Bütçe Açığı
Venedik'in Kandiye İçin Yaptığı Öneriler
Hazinede Bulunan Değerli Nesnelerin Ayrıntılı Bir "Varlık
Çizelgesi"nin Düzenlenmesi
Ayrun5.
Yal: 1680-1714 ....................................................................... 306
Parasal Sıkıntıların Yineden Başgöstermesi, Kara
Mustafa Paşa ile Defterdarın Öldürülmesi ve
Varlıklarına Elkonulması

Dörtlü Bağlaşma Devletlerine Karşı Alınan Önlemler


"İmdadiye" ve Gücü! Borçlanma
İkinci Süleyman Dönemi (1687-1691) .................................. 311
Başa Geçiş Ödenceleri, "Gülamiye", "Haraç", Altın ve
Gümüş Nesnelerden Para Basılması
Şarap ve İspirtolu Nesneler Üzerine Vergi Konulması
(İmdadiye), Tütün l'ergisi, Bosnasaray'da Bir Para
Basımevi Açılması
"Şakka", "İştira", "Sürsat", "Nefir-i timn" "Nüzul-u
Bedel" v.b.g. Vergilerin Kaldırılması
Savaşçı Yoklaması ve Paraların Mal Sandıklarınca En
Yüksek Sürüm Değeri Üzerinden Ödenmesi
Baş Vergisi (Cizye)
İkinci Ahmet Dönemi (1691-1695) ....................................... 319
Görev Aşama Yükseltimi Töreni

9
İran Elçisine Verilen Ödenek, "Sürsat" Vergisinin Yineden
Salıııması Ragu::a'nuı Birikmiş Vergileri İçin Yapılan
Uzlaşma

Serdengeçti Birliğinin Oluşturulması, Devlet Gelirlerinin


(Mukataat-Malikdne) Durumunu Saptayan Buyrultu
İkinci Mustafa Dönemi (1695-1703) Başa Geçiş Ödenceleri
İçin Birer Dilimden Oluşan Aylıklara (Vazife) Elkonulması
Kimi Aylıklarm Üçte Birinin Kesilmesi, Tütün Vergilerinden
Elde Edilen Gelirler
Yeni Altm Paraların Basılması, Altın Paralara "Tuğra" Ko-
nulması
Yabancı Kuruşların Dolanımdan Kaldırılması Girişimi

Kahve Yasağı, Yıllık Tüketimi, "Bidat-ı Kahve", Kişisel


Vergi Salınması
Karlofça Antlaşması ve Savaş Vergileri Kalanının
Bağışlanması, "Devr", "Hilat'', "Zahire Baha" v.b.g. Vergile-
rin Kaldırılması
Polonya-Rusya-Venedik Ve Avusturya Elçilerine Verilen
Ödenekler
Rami Paşa'mn Sadrazamlığı
Rami Paşa'ıun Biriktirim Çabaları ve Yerli Kumaş Yapımını
Özendirici Önlemleri
Üçüncü Ahmet Dönemi (1703-1730) .................................. .336
Savaşçıların ili. Alımet'e Başkaldırmaları, Ve ili.
,4/ımet'in Söylevi

Üçer Aylıkların Ödenmesi, Mısır Paralanmn Osmanlı Pa-


raları İle Değiştirilmesinin Yasaklanmasım Öngören Buy-
ruk
Yeni Bir "Adaletname"nin Yayınlanması. Mısır
Yöneticisinin Sorgulanması
Saray Mutfağmm Parasal İşlemlerinin Yineden Düzenlenmesi
Ayrım 6.
Yıl:1714-1730 ......................................................................... 342
"Adet-i Ağnam" Vergisindeki Yeni Uygulama
Anadolu Saymanlığı Biriminde Yapılan Düzeltimler,

10
"Gedikli Zaim", Kesiminde Yapılan Düzeltim
"Silah" ve "Sipahtarlar"ın Ayıklama (İstife) Yoklamaları
Devlet Gelirlerinin Yaşam Boyu Koşulu İle Satılması Uygula-
masına İlişkin Buyrultu
Sultanlık Vakıflarına Yönelik Yeni Bir Uygulama, Yeni
Altınların Basılması
"Bodrum" ve "İfraz" Hazinelerinden Çıkarılan Gümüşlerden
Para Bastırılması Damat İbrahim Paşa'nın Sadrazamlığı ve İlk
Uygulamaları
Barış Sonrası Ülkeye Gelen Yabancı Elçiler ve Bunlar İçin
Yapılan Ödemeler
İranlı Tecimenlerin "Cedit Zolota"ları "Abbasi"lerle
Değiştirmelerine Karşı Önleı1ı Almak Üzere Bir Danışma Kuru-
lunun Toplanması ve Sonucu
Sadrazamın Ödüllendirilmesi
"Beylerbeyi" Sayısınm İndirilmesi, Serdengeçti Birliğinin Yine-
den Düzenlenmesi, Göç Yasağın111 Yineden Ansmlması
Damat İbrahim Paşa'nın Sadrazamlığı ve İlk Uygulamaları
Barış Sonrası ülkeye Gelen Yabancı Elçiler ve Bunlar İçin
Yapılan ödemeler
İranlı Tecimen/erin "Cedit Zolota"lan "Abbasi"lerle
Değiştirmelerine Karşı Önlem Almak Üzere Bir Damşma Ku-
rulunun Toplanması ve Sonucu Sadrazamın Ödüllendirilmesi
"Beylerbeyi" Sayısının İndirilmesi, Serdengeçti Birliğinin Yine-
den Düzenlenmesi, Göç Yasağımn Yineden Ansıtılması
Damat İbrahim Paşa'nın Çabaları Sonucu Elde Edilen Gelir
Artanı, Sultan III. Ahmet'in İç ve Dış Hazinedeki Bu "Varsıllığı
Görmeye Gitmesi, Hükiimetin Başardığı Kamusal Etkinlikler
Abbasiler Üzerine "Tuğra" l'urulması, Zincirekli Altm
Bastırılması

Paralar Ederlerinin Yineden Saptanması


Savurganlığı Önleme Yasasının Yineden Ansıtılması, Damat
İbrahim Paşa'mn Diişiiriilınesi
III. Alımet'in Görevden Çekilmesi

11
Ayrım 7.
Yıl: 1730-1768 ......................................................................... 365
1. Mahmut Dönemi (1730-1754) ............................................ 365
/. Mahmut'un Başa Geçişi, Devlet Gelirlerinin Yaşam Boyu
Koşulu İle Kesime Verilmesi Uygulamasının Kaldırılması
İbrahim Paşa'nın Öldürülmesi, Sadabad'ın Yıkılması,
Savaşçı Aylıklarının Ödenmesi
İbrahim Paşa ve Yakınlarının Varlığına Elkonulması, İran
Savaşı İçin Alınan Önlemler
Kumbaracı Ocağının Kuruluşu, Para Ederlerinin Yineden
Saptanması
Konakçıbaşının (Emin-i nuzul) Yolsuzluğu, Avusturya ve
Rusya ile Yapılan Barış
İstanbul ve Yöresinde Sayını Yapılarak Sonradan Gelenlerin
Yurtlarına Geri Gönderilmeleri, Yabancı Para Kullanımının
Yasaklannıası
Devlet Görevlilerinin Geleneksel Derece Aşama Töreninin
Yapılması, Nadir Şalı'ın Önerileri
Kırım Hanına "Sekban Ücreti", Buyruğu Altındaki Soylula-
ra da "Kaftan"lar Gönderilmesi
Kıbrıs Adasının Yönetim Biçiminde Yapılan Değişiklik, Sad-
razamlığa Özgülenen Gelirler
İran'la Barış Yapılması Eğilimi
Kırını Hanına ve Kalgay Sultana Altın Gönderilmesi, "Bedel-
i Af'
Beşir Ağa'nın Ölümü ve Hazineye Bıraktığı Varsıllığı
Kimi Eyalet Gelirlerinin Yaşam Boyu Koşulu ile Kesime Ve-
rilmesi, Bağdattaki Savaşçıların Kent Yöneticisine Karşı
Başkaldırı Girişimleri

Arpalık İle İlgili Açıklama


Musul'da Bulunan Altınlar, Zoralıinlar, Pazar Başkaldırısı,
Dışarıdan Gelenlerin Başkentte Oturmalarını Yasaklayan
Buyruğun Yineden Ansıtılnıası
Yanan Yeniçeri Odalarının Yapımına Başlanılması, Sadra-
zamın "Teşrifat" İle Ödüllendirilmesi

12
ID. Osman Dönemi (1754-1757) .......................................... 391
"Rüsum-u Cülusiye"nin Bağışlanması
Üç Aylıkların Ödenmesi, Defterdar Halimi Efendi'nin
Görevden Alınması, Varlığına Elkonulması, Mısır Ha-
zinesi, Gereksiz Tüketimin Yasaklanmasını Öngören
Sultan Buyruğu
ID. Mustafa Dönemi (1757-1774) ........................................ 392
"Berat"lardan Alınan Paraların Yarıya İndirilmesi
Kutsal Yerler Vakft Yönetiminin Denetlenmesi
Ill. Mustafa'nın İç Hazineyi Görmeye Gitmesi, İlgililerin
Ödüllendirilmesi, Tütün Vergisinin "Emanet" Yolu İle Top-
lanması, Halimi Efendi'nin Öldürülmesi, Varlığına Elkonul-
ması

Arılığı Düşük Paralara Yönelik Bir Buyruğun (Ağustos


1762) Yayınlanması, "Zer-i Mahbub"un Ederi
Ayrım 8.
Yıl 1768-1808.......................................................................... 398
Rusya Savaşı İçin Alınan Önlemler
Sultan Hazinesinden Ordu Hazinesine Yardım, Çeşme
ve Kartal Yenilgisi, Direnişe Özendirmek İçin
Savaşçılara Para Dağıtılması
Altın Paraların (Zer-!lfeskuk) Dolanımdan
Çekilivermesi, Altın Ederlerinin Yineden Saptanması,
Sadrazam Halil Hamit Paşa'nın Abdürrezzak Efendi'yi
İstanbul'a Göndermesi
"Mirulu Asker" Yerine Düzenli Savaşçılar Toplanması
Önerisi, lsakçı'daki Sadrazama Para ve "Teşrifati"
Gönderilmesi, İsmet Ali Efendi'nin Defterdarlık
Görevini Elhac İsmail Efendiye Bırakması
Kırım'ın Rusların Eline Geçmesi, "Serdengeçti"
Ağalarının Ödüllendirilmeleri
Muhsinzade Mehmet Paşa, Sultan Hazinesinden Ordu-
ya Yapılan Yeni Bir Yardım, Ocaklarda Yoklama
Yapılması, Boş Görevlerin Ortaya Çıkarılması
1. Abdülhamit Dönemi (1774-1789) ...................................... 407
Kaynarca Barış Antlaşması

13
Mısır Hazinesinin Gönderilmesi, İran'a Karşı Savaş
Açılması
Süse Karşı Artan Eğilimler Doğrultusunda Yayınlanan Buy-
ruk, Defterdarlığın Gizlice Denetimi, "Zeamet" ve "Tımar"a
Yönelik Tüzük
Kırım Ordusunun Kuruluşu, Aynalıkavak Be/gitti
Seyit Melımet,Paşa ve Uygulamaları
İspanya İle Yapılan Tecimsel Antlaşma, Sultanın Sadrazam
Halil Hamit Paşa'yı Uyaran Buyruğu, "Sürat Topçuları"nın
Kuruluşu

Savurganlığı Önleme Yasasının Yineden Ansıtılması


Savaş Nedeniyle Birikmiş Vergilerin Toplanması, Orduda
Yapılan Düzeltim, Sultanın Olaylar Karşısındaki
Yakınmaları
Rusya'ya, Sınırların Yineden Saptanmasını İçeren Bir Belgi-
tin Ferilmesi, Yeniçeri Ağasının Süregelen Yiyiciliğinin
Önlenmesi, AvustUl)'a İle Yapılan Tecimsel Antlaşma
Fas, Hollanda, Fransa ya da İspanya'danBorç Para
İstenilmesi Önerileri
İç Borçlanma Önerileri
Kıbrıs ve İzmir Gelirlerinin Paylara (Sehim) Bölünerek
Saızlması
Halil Hamit Paşa'nın Öldürülmesi, Varlığına Elkonulması,
Yusuf Paşa'mn, Halil Hamit Paşa'nın Uygulamalarına
Yönelik Bir Değerlendirmesi
Defterdar Hasan Efendi'nin Gelirleri Artırma Çabaları
Rusya ve Avusturya'ya Karşı Açılan Savaş, Para Ederlerinin
Yineden Saptanması
Cezayir, Tunus ve Bursa'lı Varsıl Kişilerden Borç Para
İstenilnıesi
Sultan/. Abdülhamit'in "Tez Elden" Para İsteyen Sadra-
zamına Verdiği Yamt
Dış Borçlanma Konusunun Yineden Gündeme Getirilmesi
Paralardaki Arılığın Düşürülmesi, Altm ve Gümüş Nesnele-
rin Kullanımının Yasaklanması

14
İsveç'in Söz Verilen Para Yardımı Konusundaki Diretisi, Ha-
zinedeki Yokluk, "Surre" Süresinin Yaklaşması
"Angarya", "Surre" Süresinin Yaklaşması
ID. Selim Dönemi (1789-1808) ............................................. .437
111. Selinı'in Sadrazama Seslenen Buyruğu Devlet
Görevlilerinin Yolsuzlukları
Beşikteki Çocuklardan Bile Vergi (Baş Vergisi) Alınması,
Durumu Görüşmek Üzere Sürekli Danışma Kurulu Top-
lantıları, Sonuç Alınamayan Borç Girişimleri
Altın ve Gümüş Takımlardan Para Bastırılması, Savaş
Alanlarında Yenilgiler, Deniz Ordusu İçin Devlet İleri Ge-
lenlerinin Belirli Sayıda Savaşçı Donatma Önerileri
Din Bilginlerinin Yapılan Yardımlardan Sürekli Olarak
Kaçınmaları
Aynı Doğrultuda 111. Selim'in Kaymakama Gönderdiği
Buyruğun İçeriği
Rusya ve Avusturya İle Barış, Düzeltimi Zorunlu Kılan Ne-
denler
İçkiler Üzerine Yineden Vergi Salınması, Kentte Sayım
Yapılması
Kara ve Deniz Ordusuna İlişkin Özlü Açıklama
Kuruşun Değer Yitimine Koşut Olarak Aylıkların
Artın iması
Bilginler Kesimine İlişkin Özlü Açıklama
"İrad-ı Cedit" Hazinesinin Oluşturulması
"Yüzlük"lerin Dolanıma Sunulması, ''Zahire Nezareti"nin
Kuruluşu
"Resm-i Yapağ", Yabancı Elçilere Özgülenen Ödeneklerin
Kaldırılması
Ayrım 9-
Yıl (1808-1865) ....................................................................... 462
Il. Mahmut Dönemi (1808-1839) ......................................... 462
Yeniçeri Ocağının Ortadan Kaldırılması ve Düzenli
Ordunun Kurulması
İngiltere İle Antlaşma Yapılması, "Cilıadiye", "Beşlik"lerin
Basılması

15
Sözü Edilen Beşliklerin Özünlü ve Şişirme Değer Tutarı
Onluk (Decimal) Yöntemin Osmanlı Paralarına da Uygu-
lanması, "Altılık"ların Basılması
Sözü Edilen Altılık/arın Özünlü ve Şişirme Değer Tutarı
Sultan Abdülmecit Dönemi (1839-1861) ............................. 468
"Tanzimat-ı Hayriye"nin Yayınlanması
Kağıt Para (Kaime-i Mutebere-i Nakdiye) Çıkarılması Ko-
nusunun Gündeme Getirilmesi
Kağıt Paranın Dolanıma Sunulması ve Münif Efendi Yaza-
nağı
Madensel Paraların (Altın, Gümüş ve Bakır) Düzeltimi
Çabaları
İlk Kez Bir Dış Borçlanma Yapılması
Yönetim Alanında Yeni Düzenlemeler ve İkinci Kez Dış
Borçlanma
18 Şubat 1856 Buyruğu, "Esham-ı Müntaze"
Kağıt Paranın Dolanımdan Kaldırılması Amacıyla Yapılan
Üçüncü Dış Borçlanma
"Esham-ı Cedit", "Hazine Meclis-i Ali"sinin Kuruluşu
Dördüncü Kez Dış Borçlanma
Sultan Abdülaziz Dönemi (1861-1876) ............................... 482
Ayda Altmışbin Kese Tutarında
Kağıt Paranın Dolanıma Sunulması, Gelir-Gider Çizelgesinin
Yayın/anması Buyruğu
Sözü Edilen Çizelgenin Yayın/anması, BeŞinci Kez Dış
Borçlanma
"Esham-ı Adiye"
Kağıt Paraların (Kaime) Dolanımdan Kaldırılması
22 Şubat 1863 Buyruğu ve İçeriği, Altıncı Kez Dış Borçlanma
1863 Yılı Gelir-Gider Durumu
1838 Antlaşması İle İlgili Bir Açıklama
Türlü Kuruluşların Ortaya Çıkması

KISACA ......................................................................................... 493


YAZARIN BAŞVURDUGU KAYNAKLAR .............................. 499

16
YAYINLAYANIN ÖNSÖZÜ

OSMANLI EKONOMİK TARİHİNE


ÖZET BİR BAKIŞ

Günümüzün geri kalmış (ya da bıraktırılmış) uluslarında var olan


gelenekçilik eğilimi, sanıldığı gibi bir tutuculuktan, gericilikten, ya
da yazgıya boyun eğişten kaynaklanmamaktadır. Bu eğilim
yüzyıllardan bu yana süregelen, çok güçlükle ayakta tutulan ve

kolaylıkla yıkılabilecek bir yaşantıyı, en küçük bir güvensizlikten ve

çekinceli durumdan sakınmak zorunluluğu ile açıklanabilir. Yeni,


kendi doğası gereği yapısında bilinmeyeni taşır, gelen bir yenilik o,
çok güç sürdürülen yaşama biçimi için bir çekincedir, daha iyisine
ulaşmak için kural dışına çıkmak eldekinin yitirilmesiyle
sonuçlanabilir. Gelenekçilik, doğaya karşı verilen savaşımda
toplumun çok güçsüz olmasından ileri gelmektedir. O, çok zor
sürdürülen "YAŞAMIN KALICILIGI" biçimlerini çekingeye
sokabilecek, yeniye alışılmamışa karşı bir koruma niteliğini taşır.
Doğa ile yapılan savaşım öyle güçsüz araçlarla yürütülmektedir ki,
birey savaşımın bir yanlısı değil, doğanın bir parçasıdır. Amacı,
doğaya egemen olmaktan çok, onun kurallarına uymaktır. Bu
nedenlerden dolayı "ESKİ DENGE"nin temel öğesini "SU",
'TOPRAK", "İKLİM" gibi doğal kaynaklar oluşturmaktadır. Bu
doğrultuda bakılınca, üç "ANA DENGE" gözlemlenebilir:

"Gereklerle kaynaklar arasında"

"Nüfusla kaynaklar arasında"

"Teknikle kaynaklar arasında"

Toplumun tüm yaşantısı, beklentisi "NÜFUS"u ve üretim

17
teknikleri, kaçınılmaz bir biçimde kendisini doğal kaynakların

niteliğine göre ayarlamaktadır.

"ESKİ DENGE"yi oluşturan üç temel öğenin "TARİHSEL


EVRİM"i bu düzenin çökmesine yol açmıştır. Daha ileri düzeydeki
toplumlarda zorunluluk altında kurulan ilişkiler temel öğelerin
niteliğini değiştirirken, doğal kaynakların "DURAGAN" kalması o
duyarlı dengeyi yıkmıştır. Dış etkenlerden dolayı çoğalan gerekleri,

artan "NÜFUS" ve ilerleyen tekniği, kaynaklar karşılayamamış,


sindirememiş ve eski denge toplumları bir "KISIR DÖNGÜ"nün
içine düşmüşlerdir. Geleneksel değer ölçüleri yıkılmış, yerlerine
yenileri konulamamıştır. Toplum ekonomik, sosyal ve budunsal
açıdan dengesini yitirmiş soysuzlaşmıştır. Eski dengeye dönüşü
"TARİHSEL NEDENLER" ilerlemeyi "DIŞ GÜÇLER" ve "İÇ
ETKENLER" engellemiştir. İşte, böyle bir eski denge öğelerini
yapısında taşımakta olan Osmanlı ekonomik düzeninin, 17. yüzyıl
ortalarına değin geçerliliğini koruyan temel nitelikleri şöyle

özetlenebilir: 1- Tüm alanları içerisine alan güçlü bir


"DEVLETÇİLİK" uygulaması, 2- Tek büyük üretim aracı olan
toprakta "DEVLET İYELİÔİ"nin kural, özel iyeliğin kural dışı
olması. Osmanlı ekonomisinin bu iki özelliği toplumun sosyal
yapısını ve kurumlarını da biçimlendirmektedir.

Yaygın bir devletçiliğe ve devlet iyeliğine dayanan Osmanlı


ekonomik düzeniyle, Osmanlı devletinin niteliği ve işlevi arasında
çok yanlı bir "UYUM" göze çarpmaktadır. Bu uyum, Osmanlıları
yücelten temel "DENGE"lerden biridir. Devlet ancak, kurduğu
ekonomik düzenin nitelikleri yardımıyla görevlerini yapabilmekte,
ekonomik düzen ise devlet görevlerini yerine getirebildiği sürece
ayakta kalabilmekte ve böylece aralarında karşılıklı bir "NEDEN-
SONUÇ" ilişkisi bulunmaktadır. Bu düzende devlet tüm ekonomik
etkinliklerin tek ve saltık egemenidir. Toprak iyeliğini elinde tutan
devlet, düzeni "TIMARLI SİPAHİ"lerle yönetmekte, tüketimi

18
güçlü kuruluşlarıyla denetlemekte, ürün barınaklarıyla, tekel
uygulamalarıyla, türlü yasaklarla ve önceliklerle ekonomiye yol
çizmektedir. Osmanlı devletini böyle bir yapılanmaya yönlendiren
oluşumu, çağın ekonomik koşullarına uygun güçlü bir devlet kurma
yeteneğine, tutkusuna ve akılcılığına, Osmanlıların yetkin olmasında,
gelenekler ve İslam dini ilkelerinin halkı gözeten bir devlet kurmaya
Osmanlıları zorlamasında araştırabiliriz.

Osmanlı devletinde de devlet iyeliğine dayanan bir "DENGE"


oluşturulmuş ve düzenin "BAŞAT DENGESİ"; "TOPRAK-ORDU"
ikileminin uyumuna özgülenmişti. Toprak gelirlerinin, "MEMUR-
ASKER" niteliğindeki "SİPAHİ"ye bırakılmasının ilk sonucu,
"TIMARLI SİPAHİ"lere dayanan çok güçlü bir ordunun varlığı
olmuş, toprak iyeliğinin devlette bulunması, bu niteliğinin

bozulmadığı sürece "DEREBEYLİK" oluşumunu engellemiş ve


toplumu bu düzenin getireceği kargaşadan korumuştur.
İKİNCİ DENGE; ekonomik düzenle birey ve Dünya görüşü
arasındaki dengedir. Değişik özellikteki ekonominin başarısı için
bireylerin belirli nitelikleri taşıması gerekirdi. Osmanlı düzeni,
toplumcu (cemaatçı), elindeki ile yetinen, yumuşak başlı, uysal,
"SERÜVEN"den kaçınan bu nitelikleri Anadolu halkında bulmuş ve
ona tam bir uyum sağlamıştı. Bu tür dengelerin aynı doğrultuda bir
uyum içinde işlemesi; çağına göre çok ileri sayılabilecek Osmanlı
ekonomik ve sosyal düzeninin, Barkan'ın dediği gibi çok sayıda temele,
iç içe geçmiş çapraşık (girift) kurumlara dayanması ve kendi dışında
oluşan yeni durumlara gerekli tepkiyi gösterememesi, onun çöküşüne
yol açabilecek "DUYARLI" noktalardan birincisini oluşturacaktır.
BARKAN, kendi düzenini yaşatmak için Osmanlı devletinin
"DEÔİŞİM" ve "DÖNÜŞÜM"lerden kaçınmak zorunda olması
gerektiğini vurguluyor ve bu tür bir ekonomik yapılanmanın

başarıyla uygulanabilmesi için yüzyıllar, boyunca kökleşmiş olan


dengenin, devlet düzenlemeleriyle denetlenebilecek bir uysallıkta

19
bulunmasının gerekliliğine değiniyor.

Tüm bu uygulamalar, ekonomik güçlerin devlet denetimi dışında


kalacak bir biçimde boşanarak, geleneksel toplum düzenini yıkması
olasılığına engel olacak bir biçimde, yeniliklerden kaçınmak ve
eldekini korumak için "DONDURMAK" amacına yönelikti. Bu
nedenle dönemin ekonomik düzeni, ekonomik güçleri sürekli bir
biçimde baskı altında tutan, uygulayımsal (teknik) gelişmelere engel
tekeller yaratıcı ve tutucu bir görünüme bürünerek "ERKİN
YARIŞMA" ve "ERKİN GİRİŞİM" ilkelerine set çekti ve süregelen
sosyal ekonomik düzeni · -ne olursa olsun- korumak amacı
doğrultusunda aldığı önlemlerle ülke için ya da ekonomik alanda
"DÖNÜŞÜMCÜ" denilebilecek yapısal değişikliklerin oluşumunu
da engelledi. Gelişen ve değişen ekonomik oluşumlara karşı bu denli
aymaz davranan Osmanlı ekonomik yapılanması doğaldır ki,
ekonomik düşün alanında kendisini yenileme olanağını da ortadan
kaldırıyordu. Kurulu ekonomik düzende devletin işlevi, toplumun

ekonomik ve tecimsel alandaki etkinlikleriyle, ancak bu tür


çalışmalardan alacağı vergilerle sınırlı idi. Ülke ekonomisinin
gelişmesi ve ekonomik yapılanmada uygulanacak yeniliklerin devleti
de güçlendireceği, siyasal geleceğin ekonomik yaşantının daha etkin ve
daha atılımlı bir düzene oturtulmasına bağlı bulunduğu bağlamında
Osmanlı büyüklerinin ya da aydınlarının yeterli bilinçleri olduğunu
gösteren tek bir belgeye rastlanılmıyor. Ne olayyazarların
eleştirileri ne, Lütfi Paşa'nın "ASAFNAME" türündeki yakınma ve
salık verme yapıtlarında ne de buyruk, buyrultu v.b.g. beylik

yazışmalarda bir devlet ekonomisinin varlığından söz edilmiş


olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Burada, İbn-i Haldun'dan
kaynaklanan bir görüşün etkilerini bulabilmekteyiz. "Ordusuz devlet
olmaz-Ordu için savaş araç ve gereçleri gerek- Bu iş paraya dayanır­
Parasal gücün kaynağı toplumdur - Onun için ilk koşul toplumu
olduğu düzende tutmaktadır" (Daire-i Adliye DİVİTÇİOGLU). Bu
oluşumun çevrisel mantığı, ister istemez "DURAGAN TOPLUM"
20
örneğini vermektedir. Bunun altında yatan görüş; 16. yüzyılda
Osmanlı devletinin görkemli siyasal yayılımı ve gücünün doruk

noktasına ulaşmasıyla aynı sürece rastlayan büyük tecim ve değerli


maden devriminin etkileri karşısında, kesinlikle tek bir tartışmaya ve
de değişime bağlı tutulmadı. Bu düşüncenin daha da altında yatan
görüş, olası bir değişimin, tutulan yoldan ayrılmanın öncül geleneğin,

sonsuza değin değişmezliği görüşüdür. Ekonomik düşünde tek bir


değişim izi görülmediği gibi, ekonomik siyasa uygulamalarında da
dönemin gerekleri karşısında belirli tutum değişikliği olmadı, üstüne
üstlük temel değerlere bağlı kalmak için "GELENEKSEL"
uygulamalar daha çok kullanılır oldu. Zoralım, vergi, para değeri ile
oynamalar (MANİPULATİON), dış tecimi olduğu gibi, iç tecimi de
tekellere bağlama gibi uygulamalarda bunun örneklerini
görmekteyiz.
Böylece, olası bir bunalımın (ihtilal) önlenebileceği inancı çok
uzun bir süre sürdü. Asıl amaç yeniye ulaşmak değil, eskiye bağlılık
idi. Ekonomik çıkarların devlet katına değin uzaması, geleneksel
düşüne siyasal yönde etki yapmasına karşın, o düşünce ikincil

konumda kalan ekonomik yana tek bir etki bile yapmadı. Osmanlı
düzeltim ve kalkınma sorununun öncelikle siyasal bir sorun olarak
algılanması o dönemlerde başlar. Bu geleneğin etkisi altında

ekonomik düşün bir gelişme olanağı bulamadı. Ekonomik olan şey bir
"UMACI" niteliğine sokuldu. Gerçek bir ekonomik düşünün
doğmadan öldüğü ilk dönemde bozuklukların, geleneksel düzende
eskiden de olanaklı olan ve aslında bu yüzden konulan yaptırımlarla
giderilebileceği inancı derinleştikçe "İHTİLAL" durumu genel bir
boğuşma biçiminde süre gelen bir konum aldı. İki yüzyıl süren
bunalım bu inancın etkisiyle aşağı yukarı kesintisiz olarak sürdü.
Daha sonraları dünyanın tüm ülkelerini içerisine alan büyük bir
devrimsel dönüşümle (üstüne üstlük, Osmanlı varlığı da bunun tam
odağındayken) karşılaşılmış olduğunu, yıllıklarda gösteren tek bir
düşün belgesine rastlanılmamaktadır.

21
Yönetimin üç ayağından birisi olan ve önemli görevler üstlenen
yürütücü kesim konumundaki din bilginlerinin de ekonomik ve
parasal sıkıntılar karşısında bir düşün üretemedikleri gibi çoğu kez de
suskunluğu yeğlediklerini gözlemlemekteyiz. Osmanlı özgün

dengelerini sarsan 1586 parasal oluşumu etkisini ileri dönemlere


taşırken, başta sultan olmak üzere tüm yöneticilerin bu bunalım
karşısında yeni arayışlara yöneldikleri bir süreçte, 1. Sultan Ahmet'in
Müftü Mehmet b. Sadettin'e, devlet ve ulusa bulaşan bozuklukların
nedenini sorduğunda "MÜFTÜNÜN"; "bana ne bundan" diye karşılık
vermesi, din bilginlerinin dış dünyadaki değişimlere kulak
kabartmadığının çarpıcı bir örneğidir.

Osmanlı düşünü, ekonomik bir yönden yoksun kaldığıgibi üstüne


üstlük "TARİHSEL EVRİM" kavramından da tümden
yoksullaşmıştı. 18. yüzyılın
ikinci yarısında bu iki noktanın azıcık
sezilir olduğu aşamada eski düşün daha da geriye kayarak,
bir
ekonomik diyebileceğimiz tek bir ölçüye sığmayan "GİZEMSEL BİR
KARAMSARLIGA" dünyanın aslında kötü olduğuna, ondan eli
ayağı çekmek ya da onun kötülüklerine boyun eğmek gerektiğine
inanılan bir görüşe inildi. Bunu gerek "İSLAM GİZEMCİLİÔİ"nde,
GEREKSE "MEDRESE" düşününde görmekteyiz (BERKES). Böyle
bir değişim düşününden ve "ESNEKLİK"ten yoksun durağan yapının
değişen iç ve dış koşullar karşısında nasıl bir dağılma sürecine
girdiğinin öyküsü oldukça acıklı, acıklı olduğu denli de

düşündürücüdür.

Osmanlı düzenini oluşturan


etkenlerin, kurumların bu içiçe ve
esneklikten yoksun yapılanmas-ı, düzenin gerekli değişim ve

dönüşümleri gerçekleştirme olanağını da çok sınırlı kılmaktadır.

Üstüne üstlük bu yenileme zorunluluğu ülkenin dışındaki


değişimlerin yönlendirmesiyle yaratılmışsa sorun daha da
büyüyebilirdi. Kendini yeni durumlara, yeni gereklere kolayca
uyarlayabilme yeteneğinden yoksun bir toplum yapısı, düzenin

22
duyarlı, olasıçekincelere karşı en açık noktasını oluşturmaktaydı.
Osmanlı devlet düzeninde yeni durumlar karşısında yeni çözüm
yolları üretilmesini zorlaştıran nitelikler "PARA" ve "VERGİ"
bağlamında somut bir biçimde gözlemlenmektedir.

Osmanlı parasının değeri devlete sürekli olarak sorun yaratmıştı.


100 dirhem gümüşten kesilen akça sayısı, dolayısıyla akçanın değeri,
dev le tin en görkemli ve gönençli dönemlerinde bile
"DÜZENLİLİGİNİ" koruyamamıştı. Değerli maden darlığından
kaynaklanan para ayarlamaları sonucu 100 dirhem gümüşten Orhan
Bey döneminde 269; Çelebi Mehmet döneminde 266.5; II. Murat
döneminde 320, 299.9, 304.8; F. Sultan Mehmet döneminde 375.5,
1462'de 300, 1470'de 337, 1475'te 400; il. Bayezid döneminde 148l'de
426, 1512'de 400; Y. Sultan Selim döneminde 1512'de 457, 1516'da
400; K. Sultan Süleyman döneminde ise 1520'de 457 akça kesildiği
gözlemlenmektedir. Görüldüğü gibi tüm ödemelerin aracı olan akça
oldukça sık ve çekinceli boyutlarda iniş çıkışlar, yapmaktadır.
Osmanlı düzeninin değişmezliği ve ilk yüzyılda akçanın sürekli aynı
kaldığı düşünülürse 1481-1520 yılları arasında %62'lik bir değer
yitiminin önemi daha iyi belirmektedir.
Hükümet, para değerindeki bu düşüşe karşılık kendi aldığı
vergileri artırırken "TIMARLI"ya özgülediği vergiler dinsel
yasaların denetimi altında idi. Bu durumda toplanacak vergiler
yasalarla saptanan sınırı aşamıyor, başka bir deyişle akçanın en değerli
olduğu bir dönemde saptanan vergi tutarları kesinlikle
değiştirilemiyordu. Bir koyun 20 akçaya satılırken alınan yarım akça
vergi, koyun 100 akçaya satıldığında da aynı kalmaması gerekirken
hükümet, vergi düzenindeki karmaşık yapı ve yapılanmasından
kaynaklanan "DEGİŞMEZLİK" nedeniyle bu vergileri akçanın değer
düşümüne bağıntılı olarak artırmıyordu. Ch. NEDKOFT, bu durumu
düzenin "TUTUCULUK"una bağlıyor. Devletin ve yasaların
esneklikten yoksun olması, "V AKiF" gelirlerinin giderleri

23
karşılayamaması, topladıkları vergiler yetersiz kalan
"TIMARLI"ların yasaları çiğneyip vergileri gücül bir biçimde

artırmaya kalkmaları karışıklara ve çatışmalara yol açabilecek bir


eğilimdir. F. Sultan Mehmet döneminde (1451-1481) geliri 1.000.000
akça olan bir "DİRLİK"linin altın olarak getirisi, bir altın 40 akça
olduğu dönemde 25.000 altın iken, III. Mehmet döneminde (1574-
1595) 8.332 altına düşmüştü.
Bu duyarlı nokta Osmanlı düzeninin özyapısında bulunmakta ve
dengeyi bozabilecek bir çekince olarak "PUSU"da beklemektedir.
Ekonominin kimi özellikleri Osmanlı düzeninin bir başka
"DUY ARLI" noktasını oluşturmaktadır. Bunlardan BİRİNCİSİ,
"DEGERLİ MADEN DARLIGI" ve bunun birlikteliğinde getirdiği
"KAÇAKÇILIK" sorunudur. Devletin altın ve gümüş darlığını daha
l 450'li yıllarda duyduğunu, bu değerli madenlerin giderek azaldığını
ve bu duruma F. Sultan Mehmet'ten bu yana bir çözüm arandığını
yapıtlar belgelemektedir. Bunun en önemli nedeni, 15. yüzyıl boyunca
ve 16. yüzyıl başlarında dışarıdan alınan ürünlerin çoğunlukla
doğudan, özellikle de Hindistan'dan gelmiş olması, ülkenin altın ve
gümüşünün sürekli olarak doğuya akıp gitmesiydi. Ayrıca,

Anadolu'da akça karşılığında toplanan altın Halep, Şam, Bağdat, ve


Basra yönlerine gönderilerek oralarda yüksek ederlerle satılıyordu.
Devlet daha F. Sultan Mehmet döneminde altın ve gümüşün
azalmakta olduğunu görmüş ve bu nedenle kuyumcuların
işleyecekleri gümüşü 200 dirhem ile sınırladıktan başka gümüşe,
bakır, kalay ve kurşun karıştırılmasını da yasaklamıştı. Ancak, tüm
bu yasaklamalara karşın kaçakçılığın önlenemediği de bilinmektedir.
Aynı yüzyılda Avrupa'da gelen işleyim ürünü yok denilebilecek
denli az idi. Londra "ÇUHA"sı ancak bu yüzyılın sonlarında Türk
pazarlarında kendisini göstermeye başlamıştı. Buna karşılık Avrupalı
gemiler Osmanlı kıyılarından sürekli olarak "HAMMADDE"
özellikle de koyun ve tahıl taşıyorlardı. Doğaldır ki, batı ile yapılan

24
bu tecimsel etkinlik ülkeye altın ve gumuş getırıyor ancak,
karşılığında satılan işlenmemiş ürünler kıtlıkları körüklüyor, iç
işleyimi sarsıyordu.

Dengenin İKİNCİ "DUY ARLI" noktası bireysel öğelerin


güçlenmesi olasılığıdır. Osmanlı toplumunun ekinsel ve ekonomik
yapısıyla bireyciliğin çelişki yarattığı ortadadır. Bundan dolayıdır ki,
devletin tüm görevleri, başıboş ekonomik güçleri denetim altında
tutmak doğrultusundadır. Ancak, "TARİHSEL KOŞULLAR"
ekonomik güçlerin devlet denetiminden kurtulacağı bir biçimde
boşanarak, geleneksel düzeni sarsacağı ve bu duyarlı dengeyi bozacağı

yönde gelişmekte, devlet bu oluşumu durduracak etkinlikten yoksun


gözükmektedir. Bireysel öğelerin güçlenip bu duyarlı dengeyi
sarsabileceği ilk alan ise (faizcilik) "ÜREMCİLİK"tir.

Vergilendirmenin 16. yüzyıl ikinci yarısında aldığı biçim; -çiftlik


vergisinin ilkbaharda ödenmesi gibi- yükümlülere uygun düşmeyen
öteki vergilerle ve yüzyıl süresince daha da kaygı verici boyutlara
ulaşan uzun süreli para darlığıyla birleşince, üremciliği kaçınılmaz
bir duruma sokar. Türkiye'de devlet, "ONUN ONBİR" ve en çok
"ONUN ONBİRBUÇUK" bir başka deyişle %10-15'i geçmeyen bir
ürem sınırını varsayarak bu tür borçlanma belgelerini onaylamakta
idi. 15 61 yılında Bursa' nın ve yirmi yerleşme biriminin
"V AKIF"lannda 2.500.000 akça bulunup bunun aşağı yukarı tümüne
yakınının ürem karşılığında işletilmesi, üremciliğinin çok erken

dönemlerde önemsendiğini ortaya koymaktadır. Ancak, üremcilerin


%30'dan aşağı vermedikleri de bilinmektedir. Öyle ki, %60 ile
verenler bile bulunmaktaydı. 16. yüzyılın ortalarında en yararlı
oluşumun üremcilik olduğundan kuşku yoktur. 1600 yıllarındaki
para bunalımı ve onunla birlikte yürüyen üremciliğin ne boyutlara
ulaştığını Tokat'tan yapılan bir yakınma bize açık bir biçimde

göstermektedir. 1600 yılgününde Tokat yöresindeki


"KAPIKULLARI" yükümlülere 100 kuruşun bir aylığını 30 kuruşa

25
üreme vermekte idilerdi ki, buradaki ürem getirisi %360'a
ulaşmaktadır. 1571 yılında Kıbrıs üzerine yürüyecek olan orduya et

satacak bir kasap aranırken, İçel kent yöneticisi İstanbul' a yolladığı


bir yazı ile Larendeli üremcilerden Moytapoğlu Mehmet adında
birisini salık vermişti. Yazıda verilen bilgiye göre önceleri kasap
olan Mehmet, giderek üremciliğe başlamış ve 50.000 koyun satın
alabilecek parasal bir güce ulaşmıştı. Bu dönemde bir koyun 70-80
akça ettiğine göre sözü edilen üremcinin varsıllığının 50.000 altından
aşağı olmadığı anlaşılır. Kimi üremciler de "SELEM" yoluyla bu işi
kotarmaktaydı. Örneğin; birikmiş parası olanlar (genellikle
kapıkulları) yükümlünün paraya en çok gereksinimi olduğu ilkbahar

aylarından başlayarak en sıkıntılı dönemlerinde onlara, elde edecek


ürünle ödemek koşulu ile borç para veriyorlar bir başka deyişle,
ürünü daha tarlada iken satın almış oluyorlardı. Öngörülen ya da
ölçümlenen ürün elde edilemeyince borçlu vereceğini ödeyemiyor ve
bu durumda tarlasını elden çıkarmak zorunda kalıyordu.
Biriken "ANAPARA"nın yönelebileceği ve "EN DUYARLI"
dengeyi sarsabileceği bir başka alan da "TOPRAK"tır. Bilindiği gibi
devlet "DİRLİK"lerin gelirlerini bir görevlisine bırakmakta,
karşılığında da ondan savaşçı (tımarlı sipahi) yetiştirilmesini

istemekte ve bu uygulama devlete görkemli dönemlerin yaratıcısı


olan çok güçlü bir "TIMARLI SİPAHİ ORDUSU" sunmaktaydı.
"DİRLİK"lerin (tımar) dışındaki vergi kaynakları parasını öncelikli
olarak ödemek koşuluyla bir istekliye satılır bir başka deyişle
"KESİM"e verilirdi (KARAL). Bu uygulama başlangıçta salt sınırlı
alanları, belirli kaynakları (Mukataa) içerisine almakta, özellikle
tarım alanında bu tür bir uygulamaya gereğinden çok

rastlanılmamaktaydı. Para basımevleri ve birer işletme niteliğindeki

öteki devlet kuruluşlarıyla "MUKATAA" durumuna getirilmiş


olan vergi kaynakları (cizye, aşar, v.b.g.) özel girişimci konumundaki
üstenciye (mültezim) satılır ancak, açık artırma ile satışa çıkarılan bu
vergi kaynakları istekli bulunması durumunda devlet adına bir
26
görevli (emin) aracılığıyla işletilirdi.

Görüldüğü gibi, biriken anaparayı özendirici bir alışkanlıkta,


düzenin özyapısında bulunmakta ve sözü edilen bu varsıllıklar
devletin "DİRLİK"te olduğu gibi öteki vergi kaynaklarına da el
atmak için uyanık bir biçimde iç ya da dış etkenlerin oluşumunu
beklemektedirler. Oysa ki, devletin ve düzenin "VAROLUŞ
NEDENİ" (hikmet-i vücudu) bu tür başıboş güçlerin denetim altına
alınmış olmasından kaynaklanmaktadır. Demek ki, böyle bir çekince
dengenin odak noktasını oluşturan "ORDU-TOPRAK" ikileminin
duyarlılığını bozabilecek bir çelişki olarak varlığını sürdürmektedir.

Osmanlı özgün dengelerini yıkıma uğratabilecek "DUYARLI"


bir alan da, "KAYNAKLARLA-NÜFUS" arasındaki dengenin iki
değişkenden birisi adına bozulması olasılığıdır. Doğrusu, toplumu
ilerde çok etkileyebilecek böyle bir oluşum da bulunmaktadır. 16.
yüzyılda Osmanlı devletinde doğum oranı görülmemiş boyutlarda
artmıştır. Diyarbakır'ın "NÜFUS"u 1528 ile 1548 yılları arasında
%64 oranında bir artış gösterir. 1520 yılından yüzyılın sonlarına
değin ülkede %60'lık bir "NÜFUS" artışının olduğu
gözlemlenmektedir. Bu büyük artış, "KAYNAKLARLA-NÜFUS"
arasındaki dengenin bozulmasına ve yeni sorunları da birlikteliğinde

getirerek duyarlı noktaların tümüyle yıkıma sürüklenmesine neden


olmaktaydı. Gereğinden çok insan gücünün ekonomik yönden

barındırılmasına esneklikten yoksun düzen elvermiyor, kimi

gelişmeler bu işsizler ordusunu daha da büyütme eğilimleri


gösteriyordu. Açıkta kalan insangücü çokluğu için geçim olanağı
sağlayabilecek alanlar ise şunlardı:

1- Devletin sürekli savaş durumunun yarattığı olanaklardan


yararlanarak, orduya geçmek ya da, devlet ileri gelenlerinden birisinin
"KAPI HALKI" arasına katılmak.
2- Kentlere sığınarak oradaki iş düzenini ve yaşam düzeyini
bozmak doğrultusunda düşük nitelikli, ucuz işgücü olarak bir geçim
27
yolu bulmak.
3- "TARİKAT"a adanmak ya da, "MEDRESE" öğrencisi olarak
süregelen geçim olanaklarından yararlanmak umarlarını aramak.
4- Zorunlu kalındığı durumlarda "DİLENCİLİK" ya da,
"SOYGUN" gibi yasa dışı yollan denemek.
Görüldüğü gibi, Osmanlı düzeninin "DUY ARLI" dengelerini
yıkıma uğratabilecek "ÇEKİNCELER" düzenin kendi içerisinde
yaşamakta ve iç ya da dış bir etkenin oluşumunu beklemektedirler.
Osmanlı yapısının temel dengelerini sarsan ilk oluşum bir dış
etken olan "MERKANTİLİZM"dir. 1550 yıllarına doğru Dünya ve
Avrupa' da oluşmaya başlayan "TARİHSEL KOŞULLAR",
özellikle kimi ülkelerin görülmemiş bir atılım yaparak, tüm doğu
uygarlığını etkisi altına almaları doğrultusunda Amerika 'ya
Afrika'ya ve yeni topraklara yayılmalarına yol açmıştı. Avrupa'da
oluşan bu yeni ekonomik düzen "MERKANTİLİZM" dediğimiz
"TECİMSEL ANAMALCILIK"ı öngörmekte idi. Özellikle
İngiltere'de başlayan bu yeni ekonomik düşün, ekonomik bunalımın
etkisindeki Osmanlı devletini kendi çıkarları doğrultusunda
kullanmak için iyi bir neden bulur. Merkantilizm, yeni tecimsel
anamalcı kesimin öğretisini yansıtan bir siyasal ekonomik düşün
olarak yaklaşık üçyüz yıl süresince ulusal devletlerin ekonomik
siyasaların belirler. Bu yeni düşün "EKONOMİK BİREY"i ve
"PAZAR EKONOMİSİ" koşullarını yarattığı gibi, anapara birimini
sağlayarak "İŞLEYİM ANAMALCILIÖI"nın doğuşunu da içerir.
Merkantilizmin temel ilkeleri, paraya ve tecimsel etkinliğe en 0nde
yer vermiş olmasıdır. Ekonomik ulusalcılık ve devletçilik demek
olan merkantilizm "MALDAN KORKU" ve "SATMAK
KA YGUSU" tecimsel anlayışının göstergesi idi. Özellikle bu kaygı
dış recimde ortaya çıkıyor, aldığından çok satabilmek birincil amaç
sayılıyordu. Yerli üreticileri korumak amacıyla ipekli kumaşların dış
alımı, 1463 yılında yabancıların dışarıya yün çıkarılması ve 1464'te

28
Avrupa kumaşlarının yasaklanması İngiltere' de koruyucu ve
"MERKANTİLİST" · siyasayı çok önceden daha VII. Henri
döneminde başlatıyordu. Bu anlayışla, çeşitli ülkelerin çıkarlarının
çatıştığı onaylanmaktadır. Dış t:ecimde aşırı bir koruyuculuk
(himaye), "MERKANTİLİST"lerin savundukları ve titiz bir
biçimde uyguladıkları başat ilkeleri oldu. J. Bodin (1530-1586), "DIŞ
SATIM VE ALIMIN YÜKSEK GÜMRÜK VERGİLERİNE
BAGLANMASI" gerekliliğini ileri sürmektedir.
'"MERKANTİLİZM"in bir başka ilkesi de, ulusal varsıllığın, devlet
kasasındaki altın ve gümüş birikimin çoğalmasına bağlı görülmesidir.
Bodin'i izleyen Antoine de'Martchretien (1576-1621), ulusal
ekonomik görüşü ileri sürerek "EKONOMİK BAGIMLILIGIN
SİY ASAL BAGIMLILIGI DA BİRLİKTE GETİRDİÖİ"ni söyler
"MERKANTİLİST"lerin varlık olarak çoğunlukla, değerli
madenleri göstermeleri "TARİHSEL KOŞULLAR" altında yanlış
sayılamazdı. Değerli madenler ve para, toplum bakımından
"ANAMAL" olarak benimsenmemekle birlikte anamalın kişiler
elinde birikmesinin bir aracıdır. Avrupalı devletler ekonomik
gelişimleri anabilimleri doğrultusunda birçok düşün adamı ve
öğretiler üreterek uygulama alanına koyarlarken, Osmanlı devleti
bunun tam dışında, onların bu gelişimlerine "SÖMÜRÜLÜCÜ"
olarak katılmak doğrultusundaki oluşumunu sürdürmekte, 16.
yüzyılın ikinci yansında yabancıların Osmanlı ekonomisi üzerindeki
yeri ve etkinliği giderek artmakta ve ilerideki bağımlılık ortamının
alt yapısı oluşturulmaktadır. 1536 yılında Fransa'ya tanınan ilk
ayrıcalıklar 1569 yılgününde yinelenmiş, 1579'da İngiltere ile
tecimsel ilişkiler başlamış, Osmanlı topraklarında tecim yapma
ayrıcalığı Kraliçe I. Elizabeth'in 1581 yılında kurduğu "TURKEY

COMPANY"ye, 1592'de ise "LEVANT COMPANY" adını alan


kuruluşa verilmişti. Bundan böyle "TECİMEN DEVLET' anlaşımn
egemen olduğu bir dönem başlamıştır. İngiliz elçisinin günlük geçim
ödeneğinin İngiltere yönetimince değil de "ŞARK TİCARET

29
KUMPANYASI" eliyle karşıtanması oldukça ilgi çekicidir.
Düşünür Thomas Mun'un "DOGU HİNT KUMPANYASI"
yönetim kurulu üyesi olduğunu G. KAZGAN aktarmaktadır. Durum
böyle olunca, bu elçilerin ana görevi kuruluşun sömürebileceği
kaynakları Osmanlı ülkesinde bulup çıkarmak olmuştur. Fransa ve
İngiltere dışındaki ülkeler de Osmanlılarla tecime dayalı
sözleşmeler yapmaktadırlar. Çok sayıda Fransız, İngiliz, Leh,
Felemenk, Ceneviz, Ven edik tecim eni bu yıllarda Anadolu 'ya
gelmekte ürün getirip, ürün götürmektedirler. Ancak, ülkeler
ekonomik yönden eşit düzeyde olmadıklarından, tecimsel etkinliğin
yaygınlaştığı oranda, yerli üreticinin yakınması artmakta, işlenecek

ürün bulamayan yerli işleyimcilik açıkça baltalanmaktadır.


Osmanlı özgün dengelerinin sarsılmasına neden olan "İKİNCİ
OLUŞUM"da yeni anakaraların ve yolların bulunuşu ile Akdeniz-
Hindistan "BAHARAT" yolunun Afrika'nın güneyinden geçen
"ÜMİT BURNU" yolunu değiştirmesiyle başlayan bu bunalım, iniş
çıkışlarla tüm 16. yüzyıl boyunca sürmüş, ancak, işlerin tam bir
bunalıma dönüşmesi 17. yüzyılda olmuştur.

Portekizlilerin Batı Afrika'da en etkin oldukları bir dönemde,


Osmanlıların üstünlük alanı Ege Denizinin kuzeyini aşmıyordu. Y.
Sultan Selim 1517'de Kahire'ye girdiğinde "ATI ALAN ÇOKTAN
ÜSKÜDAR'I GEÇMİŞTİ". 1517'de Albuquerquer'in Hürmüz
Adasını almış olması, doğu tecimsel etkinliğinin kendi kaynaklarında
Avrupa denetiminin kuruluşunu ve batılıların savaş gücü
üstünlükleri de gözönüne alınırsa, Asya' da yayılmacılığının
başlangıcını dışavurur. Coğrafya buluşları sonucu gelişen tecimsel
etkinlikler Avrupa'da görülmemiş boyutlarda bir "ANAPARA"
birikimine neden olur. Türkiye'nin üçyüz yılda sağlayamadığı
varsıllığa Avrupa otuz yılda ulaşır. Amerika'da 1521-1544 yılları

arasında yıllık 90-200 bin kilo olan gümüş üretimi


"GUANAXUATO" ve "POTOSİ" ocaklarının bulunmasından

30
sonra, 1545-1560 yıllan arasında 311.600 kiloya yükselir. 17.
yüzyılda yıllık üretim 300-400 bin kilo arasında değişir. 1520-1620
yılları arasında bir yüzyıl içerisinde gümüş üretimi beş katına çıkar.

1503-1660 yılları arasında Amerika'dan İspanya'ya Sevilla'ya 181


ton altın ve 17.000 ton gümüş gelir. Ferdinand döneminde
İspanya'nın geliri 32 kat artar.

Amerika'daki "AZTEK" ve "İNKA" uygarlıklarının altın ve


gümüşünün Avrupa'ya taşınması Osmanlı özgün dengelerini sarsan,
yıkıma uğratan etkenlerin başındadır. Bu değerli maden akışı öteki
etkenlerle birleşince (merkantilist düşün gibi) büyük bir ekonomik
canlılığa, dokuncalı para bolluğuna (enflasyon) ve eder (fiyat)

artışlarına yol açar. Oluşan anamalcı düzenin "HAMMADDE"

gerekleri yeğin bir biçimde artmakta, batının tecimeni


"HAMMADDE"lere çok yüksek eder verebilmektedir. İşte bu
"HAMMADDE" aranımı (talep) batıdaki gelişmenin Osmanlı
düzenine yansıyan ilk yıkımı olur. Eder yükselmeleri, kaçakçılık ve
dış tecim alanlarında kendisini gösterir. Ekonomik canlılık sonucu
Avrupa'nın "HAMMADDE" gerekleri çok büyür, para bolluğunun

da etkisiyle ederler yükselir. Bu ilk gelişmeden dolayı Osmanlı


ülkesi batı için çok elverişli bir hammadde kaynağı oluverir. Batı,
artan gereksinimini bu yakın kaynaktan karşılayabilecektir. Kaldı ki,
ödeyeceği para kendi ölçüleriyle düşük olmasına karşın, değerli
maden darlığındaki Osmanlılar için çok yüksek gözükecek,
dolayısıyla aranılan ürünler kolayca batıya akabilecektir. Çok varsıl
Avrupalı alıcının pazarlara girmesi, Osmanlılarda aslında var olan ve

kaçakçlık sorunlarıyla birleşince, ülkede görülmemiş boyutlarda eder


artışları, hammadde darlığı ve yiyecek sıkıntısı başgösterir. Şöyle ki,
1460 yılında 5-6 akça olan pamuk benzin 1560'da % 50 oranında bir
artış göstererek 7-8 akçaya, bir kile (25.6 kg.) buğdayın 1460'da 3-4

akça iken 1560 yılında ortalama 6-7 akçaya, 1540 ve 1550'lerde 5-6
akça iken 1560'lı yıllarda 10-12 akçaya çıktığı görülür. Demek ki,
buğdayın yüzyıllık süre içerisindeki eder artışı %200'ü bulmuştur.

31
Koyun satışlarında da aynı bağıntı göze çarpmaktadır. 1460'da bir
koyun ortalama 15-20 akça iken 1500'de 25-30, 1540'ta 40-45,
1560'da ise yüzyıl öncesinin dört katı olan 70-80 akçaya ulaşmıştı ki,
bu %300'lük bir artış demektir. Akçanın giderek daha çok bozulması,
Avrupa'ya sürekli bir biçimde ürün kaçırılması, "CELALİ"
(isyanlarının) kargaşasının yaygınlaşması gibi oluşumlar 1585 ile

1595 yılları arasında, önceki yüzyıllık döneme göre daha yüksek bir
eder artışlarına neden olur. 1585'den sonra buğday, Anadolu'da 10-12
akçadan düşmediği gibi üstüne üstlük 20 akçaya fırlar, 1585'de
genellikle 20 akça dolayındadır. Ege kıyılarında ise kaçakçılıktan
dolayı ortalama 40 akçe olduğu görülür, koyun ederleri de aynı yolu
izleyerek, 15-20'den 50-60'a ve 1595 yılında, 70-80 akçaya çıkar.
Pamuk bezi 2-3'ten 5-6'ya yükselir. 1596-1610 yılları arasında altın
200 akçaya fırlar. Buğdayın kilesi Anadolu'da 1603 yazında 50 akça
iken, 1604'te 120 akçaya yükselir, en büyük kıtlık yılı olduğu
anlaşılan 1608 'de Kayseri' de bir kile buğday 4 arı kuruştan (320 akçe)

satılır.

Eder yükselmeleri aslında kıygın bir durumda bulunan yoksul


halkın geçim koşullarını daha da zorlaştırıyor, tinsel değerlere
bağlılığını azaltıyor ve sosyal yaşantısının bir çıkmaza girmesine
neden oluyordu.
Avrupa pazarlarında Osmanlı tarım ürünlerine karşı artan aranını
ve bundan kaynaklanan eder artışları, Osmanlı tecimsel anaparasını bu
pazarlara çekerek onun devlet denetiminin dışına kaçabilmesine neden
olmuş, tecimsel anaparası giderek Avrupa parasının ekonomik

işbölümü ile bütünleşmiştir. İç tecim ve iç pazar, dış tecime göre


gerilemiştir (İNAN). Avrupa'nın varsıllaşması sonucu Türk
işleyimciliğinin baltalanması dışa yönelen hammaddelerin yanı sıra
tecimin biçim değiştirmesinden de ileri gelmektedir. Kaçak ürünlerin
karşılığı sürekli para olarak değil, kendi pazarlarımızda bizimle
yarışmaya girecek işlenmiş ürün olarak da alınmakta, bu durum yerli

32
ürünlhin sürümünü azaltmaktadır.
Osmanlı devletindeki eder artışları ile ürün kaçakçılığı arasında
doğrudan bir "NEDEN-SONUÇ" ilişkisi bulunmaktadır.
Avrupa'daki altın ve gümüş bolluğunun ve "MERKANTİLİST"
düşünün doğal sonucu olarak, gemiler 16. yüzyılın sonlarında
kıyılardan sürekli bir biçimde hammadde özellikle de, toprak
ürünleri ve koyun taşıyorlardı. Hükümet bir "SATIŞI YASAK
ÜRÜNLER" çizelgesi yayınlar. Bu ürünler içerisinde olan buğday,
yiyecek ve canlı hayvan yanı sıra deri, yün,· balmumu, zift de sürekli
olarak yurt dışına kaçırılıyor, alınan tüm önlemler yetersiz kalıyor,
ekonomik oluntu yarlık-buyruk dinlemiyordu. Bu dönemde yerli
satıcının çektiği sıkıntıyı, hammadde darlığından dolayı üretimin

azalmasını ve bunlarla ilgili yakınmaları gösteren sayışız belge


bilinmektedir. Örneğin; Hükümet 1567'de Egeli dokumacılardan 150
bin yelken bezi istediğinde, ipliklerin Avrupa'lı tecimenlere
satdması yüzünden bu denli bezin verilemeyeceği karşılığını almıştı.

Batıdan gelen yıkımların duyarlınoktalardaki dengelere


ulaşmaları Osmanlı toplum düzenini oldukça sarsar. Ancak,

oluntunun asıl önemli yanı devletin bu yıkımlara karşı korunmak için


kendi temellerini yıkmaya yönelmesi ve böylece yavaş yavaş geri
kalması olur. Osmanlı düzeninin duyarlı dengelerini sarsan en büyük
iç oluntu "TOPRAK İYELİGİ" düzeninin bozulmasıyla başlar. Bu
bozulmaya neden olan etkenler şöyle açıklanabilir.
1- Osmanlı
devleti 1550 yıllarında görülmemiş bir parasal
sıkıntının
içerisindedir, devlet kasasının en büyük yükünü,
"KAPIKULLARINA" verilen üçer aylık ile sultanların başa
geçişlerinde dağıtılması gelenekselleşen "BAŞA GEÇİŞ
ÖDENCELERİ" oluşturmaktadır. Ayrıca sürekli savaşların
gerektirdiği tüketimler, ülke sınırlarının genişlemesi sonucu
giderlerin çoğalması hazineye üstesinden gelemeyeceği yükler getirir.
1527 yılında gelirler 277.246.782 akça, giderler ise 200.126.343 akça

33
iken, 1564 yılında gelirler 183.088.000 giderler ise 6.569.000 açıkla
189.657.000 akçaya ulaşır. 1584 para ayarlaması "FLORİ"yi 60
akçadan 120 akçaya yükseltir. Gelirlerin o günün akçasıyla
293.400.000'e ulaştığı, 1592 yılında ise gelir-gider açığının
70.000.000 akçaya vardığı görülür. Kapıkulu savaşçılarının aylık
ödenekleri (üç aylık) tutarı 1523 yılında 122.000.000 akça iken,
1609'da 380.000.000 akçaya yükselir. Başa geçen sultanların kapı~ulu
savaşçılarına dağıtmak zorunda kaldığı ödencelerin tutarı oldukça

yüksektir. III. Mehmet, 1595'te sultan olurken 600.000 düka altını


dağıtmıştı.

2- Bulunan yeni tecim yollarının etkisiyle Akdeniz yolları 15.


yüzyıldan başlayarak önemini yitirir. Bu durum Osmanlıların
Akdeniz tecim yollarını denetlemekten elde ettikleri gelirlerin
azalmasına yol açar.

3- Yeni anakaradan (Amerika) Avrupa'ya taşınan altın ve gümüş,


bir dokuncalı para bolluğu yaratır. Günlük geçim ederleri büyük
boyutlarda yükselir, bunun sonucu Osmanlı yiyecek ürünleri dışarıya
kaçırılır. Bu gelişim Osmanlı ekonomisinin batı için
"HAMMADDE ÜRETEN" bağımlı bir nitelik almasına yol açar.
4- Avrupa 'nın 15. yüzyıl sonlarına doğru uyguladığı
"MERKANTİLİST" siyasa sonucu (sanayi) "İŞLEYİM
DEVRİMİ" içiri gerekli anapara birikimi sağlanır, bu durum
kuşkusuz durgun ve tarıma dayalı Osmanlı ekonomisini, Avrupa

ekonomisine bağımlı kılar.


5- Tüm bu değişim
ve gelişimler, yabancılara verilen
"A YRICALIK"ların (kapitülasyon) etkisini artırır, bir başka
deyişle, Osmanlı ekonomisi 15. yüzyıldan sonra daha büyük
boyutlarda sömürülür.
Bu durum Osmanlıları devlet için yeni gelir kaynakları bulmaya
zorlar. Yeni kaynaklar yaratmak kolay değildir. Ancak, bunu
gerçe~leştirmek zorundadırlar, ama nasıl? En çekici alan 'TARIM

34
KESİMİ"dir. Toprakta "KESENEK" (iltizam) uygulamasına
geçilmesi ekonominin parasal bir alana oturtulması girişimlerine de
kapı açar, bu ise geniş boyutlu değişim ve dönüşümlere

(transformasyon) neden olacaktır (SAY AR). Böylece devlet,


şimdiye değin elverdiği ölçüde uygulamaktan kaçındığı
"TIMAR"ların gelirlerine el atar, bu son derece yalın bir çözüm gibi

gözükür, devlet boşalan ya da türlü nedenlerle bırakılan "TIMAR"


vergi kaynaklarını varsıl kişilere satarak büyük bir parasal olanağa
kavuşur. Devletin o döneme değin tarım kesimini dışında tutmaya
özen gösterdiği "KESENEK" uygulamasının birdenbire
"TIMAR"lara da yaygınlaştırılması Osmanlı toprak düzeninde
büyük değişimlere yol açtığı gibi oluşum, bu tür gelirlere dayanan
güçlü "TIMARLI SİPAHİ ORDUSU"nun yok olması sonucunu da
birlikteliğinde getirir.

Aylığının büyük bir bölümünü yükümlüden ürün ondalığı (öşrü)


olarak alan "TIMARLI" ordusunun gelişmiş savaş araçlarıyla
donatılmış Avrupa' lı yaya ordular karşısındaki etkinsizliği de

bunların gözden çıkarılmalarına ve aylıklı savaşçı sayısının


artırılmasına neden olur. "To his usual troops (he) has added 50.000
infantry with permanent pay, which must proceed from Sultan
Solyman's having become aware that infantry are needed to oppose
the christian soldiery".
Devlet bu yeni oluşumun "TIMARLI SİPAHİ" ordusunun sonu
anlamını taşıdığım bilmekte, ancak onun yol açacağı öteki gelişmeleri
kuşkusuz ki görememekteydi. Olayyazarlar geleneksel toprak

düzeninin Kanuni'nin son dönemlerinde Sadrazam Rüstem Paşa ile


bozulmaya başladığını belirtmektedirler. Bu dönem, batıdan gelen
yıkımların güçlendiği, ekonomik bunalımın yaygınlaştığı,

kaçakçılığın artıp, günlük geçim ederlerinin fırladığı yılları


içermektedir. Hükümet salt para darlığına bir çözüm yolu
bulabilmek amacıyla düzenin odak noktasını oluşturan "TOPRAK-

35
ORDU" dengesini bozmak için bilinçli bir çaba göstermiş, hazineye
gelir sağlamak amacıyla "İFRAZ" yoluna başvurmuştur. Akdağ'ın
Osmanlı "TIMAR" uygulamasına indirilen en önemli "YIKIM"
olarak nitelediği "İFRAZ" sorunu kısaca söyle açıklanabilir. K.
Sultan Süleyman'ın son dönemlerinde devlet, gelirlerini artırmak
amacıyla "SİPAHİ TIMAR" gelirlerinin kütüklerde yazılı
gelirlerden daha çok olduğunu kanıtlamak çabasına düşer. Başkentten
gönderilen ve saltık bir biçimde, yazılı olandan daha çok gelir
bulmakla görevlendirilen yazmanlar tüm ülkeye dağılıp,
"TIMAR"ları denetlemeye başlarlar, bu görevliler örneğin, yılda
15.000 akça gelir sağladığı bilinen bir toprağa gidip orada gelir artanı
(ifraz) bulunduğunu, o toprağın gerçekte 20.000 akça getirdiğini
saptarlar. Bu durum da· toprağın dörtte birinin "SİPAHİ"den
alınması sonucunu birlikteliğinde getirirdi. Böylece denetleme
(İFRAZ) sonucu elde edilen gelirler "DEVLET GELİRLERİ"
(mukataat) olarak kütüklere geçirilirdi. Bu uygulama sonucu devlet
yineden kesime verebileceği büyük gelirlere kavuşmuştu. Beylik
yazılardan anlaşıldığına göre, 1566 yılında denetmen (Taharri

Memuru) olarak görevlendirilen Bostan, İspir, Bayburt ve Tercan


yörelerinde bir milyon akça gelir artanı bulmuş ve devlete katmıştı.
Denetmenlere bu konuda çok katı ve duyarlı davranmaları
buyuruluyordu.
Bu durumda varsıl devlet görevlileri, tecimenler, "SARRAF"lar
para biriktirip üremcilik yapma olanağına kavuşan kapıkulları, küçük
görevliler, toprağa saldırırlar. Toprak iyeliğinin amaç değiştirmesi
biçiminde gelişecek olan bu oluşum ileride görüleceği gibi tüm bu
düzeni altüst etmeye, halkı yoksulluğa, devleti yıkıma götürmeye
yetecektir. Toprağın "SİPAHİ"den alınıp, varsıl kişilere
sunulmasının ilk olumsuz sonucu toprak üretiminin düşmesi olur.
"TIMARLI SİPAHİ"nin ana görevlerinden biri, üretimin
sürekliliğini sağlamak, toprağın verimliliğini korumak gibi toprağa
iyi bakmak iken bunların yerini alan yeni üstenciler (mültezimler)
36
ise, doğal olarak "SİNEKTEN YAG ÇIKAR~A YA" uğraşırlar,
devlete verdikleri paradan çoğunu toplamak başat erekleri olur.
"OLUŞUMUN İKİNCİ" sonucu, yüksek sömürü sonunda halk daha
da yoksullaşır, "ÜÇÜNCÜSÜ", toprak üzerindeki kamu iyeliği
yavaş yavaş özel iyelik biçimine dönüşür, "DÖRDÜNCÜSÜ" de,
"ORTA SINIF" denilebilecek yeni bir sınıf doğar.
"TIMAR" düzeninin bozulması Osmanlı yılhklarında en çok
işlenen konulardan biridir. Adı anılmamakla birlikte "KAVANİN-İ
ALİ OSMAN DER MEZAMİMİ DEFTER-İ DİVAN" adlı yapıtla
olan içerik benzerliğinden dolayı yazarının, Defter Emini Ayn-i Ali
Efendi olduğu sanılan bir yapıtta (SÜLEYMANİYE KÜT.
No.3497) bu konu büyük bir yetkinlikle işlenmekte ve yazar
"TIMAR" uygulamasını ayakta tutan belli başlı ilke ve kuralları
inceleyerek, bu kuralların uzun bir süredir uygulanmadığından,
üstüne üstlük onların yerine kimi yolsuzlukların olağanlaştığından
yakınmaktadır. Aynı yazarın, yapıtına, 1603-1608 yılları arasında
müftülük yapan Sunullah Efendi'nin iki dinsel belgesini almak
gereğini duymuş olması da ayrıca çok ilgi çekicidir. Bu belgelerde

"dinsel yönden salt savaşçılara özgülenmesi gereken "TIMAR"


gelirlerinin (mal-i mukatele-BARKAN) bu görevi doğrudan
yapmayanların elinden alınıp, yetkin olanlara verilmesinin,
inananların yiyeceği, içeceği kestirildi, dince suç sayılan davranışta
bulunuldu, karşılığı bu ve öteki dünyada görülecek." Biçiminde
suçlanılmasının anlamsızlığı ve üstüne üstlük, bu uygulamayı kötüye
kullanan devlet görevlilerinin kınanmaları ve yasalara göre suçlu
sayılmaları gereği vurgulanıyordu. Ayn-i Ali'den bir süre sonra
yazıldığı sanılan ve yazarı bilinmeyen "KİTAP-I MÜSTETAB" adlı
yapıtta (SÜLEYMANİYE-HAMİDİYE, no. 983) III. Murat
döneminde, "TIMAR"ların, yetkin kişilere verilmesi gerekirken,
satışa çıkarılması ve bunun sonucu olarak bu tür gelirlerin daha
İstanbul'u bile görmemiş, sultanın ekmeği ile beslenmemiş, yol
yordam bilmez kişilerin eline geçtiği ileri sürülüyordu. Yazara göre,
37
parayla alınıp satılması yolunun açılması sonucu, "TIMAR"ları
kesime alanların düşün ve davranışlarında büyük bir değişiklik
olmuş, son dönemlerde toplumda yaygınlaşmakta olan savurgan
yaşama eğilimi ve bol para edinme tutkusu "SİPAHİ" kesimine de
yansımış, kalabalık bir "KAPI HALKl"yla savaş alanlarında

ünlenebilmek kaygısında olan "ESKİ TIMARLI SİPAHİLERİN"


ocakları sönmüş ve geliri yüksek olan "TIMAR"ların çoğuncası,

saray ileri gelenleriyle, saygın ve varsıl kişilerin ellerine geçmişti.


Koçi Bey'in iV. Murat'a sunduğu yazanakların (risale) çoğuncası
"TIMAR" düzeninin bozulması ile ilgilidir. Koçi Bey'de,
"TIMAR"ların devlet ileri gelenlerinin adamlarına verildiğini, eski
"TIMAR" düzeninin 17. yüzyıldan başlayarak ortadan
kaldırıldığını, imparatorluk kurumları arasındaki "DENGE"

öğelerinin bozulduğunu, bunun sonucu olarak da büyük bunalımların


ortaya çıktığını vurguluyor.
Geleneksel toprak düzeninin bozulması ile "TOPRAK-ORDU"
ikileminin oluşturduğu uyum da bozulur ve bu oluşum "TIMARLI
ORDUSU"nun işlevinin sona ermesine neden olur.
Böylece, devletin görkemli dönemlerinin yaratıcısı olan, onurlu
bir kesimi, geçim olanaklarını yitirir, yoksulluk içerisine düşer ya da
önceleri ellerine kazma, kürek bile almamış "SİP AHİ"ler savaşlarda
toprak taşımak gibi ikincil işlerde görevlendirilirler. 1574 yılında
III. Murat'ın başa geçişinde 40.000 kişiye ulaşan bu ordu onun ölümü
olan 1595 yılgününde 8.000 kişiye düşer. Bir yandan da, devlet bu
ordudan doğan boşluğu üç ayda bir aylık olarak kapıkulu
savaşçılarının sayısını artırarak doldurmak yoluna gider. (BAŞKA
SEÇENEK YOKTUR) K. Sultan Süleyman döneminde (1566) 48.313
olan kapıkulu savaşçılarının sayısı, 1588-1589 yılgününde 64.425.
1609'da 91.200, il. Osman ve 1. Mustafa dönemlerinde 100.000'c
ulaşır. Köprülüler döneminde bu sayı 30.000 dolayında dondurulmuş

ise de, Viyana yenilgisini izleyen savaşlar döneminde (1683-1699)

38
yineden artar; "KARLOFÇA" antlaşmasından sonra 1702 yılında
93.389 kişiye ulaşır. Sayısal bu artış, aylıklara ve başa geçiş
ödencelerine de yansır ve devlet kasasının, üstesinden gelemeyeceği
bir yük altına girmesine neden olur. Ü. MERİÇ'in dediği gibi "aylık
alan savaşçılar çoğaldıkça devlet kasası yıkıma uğruyor, çözüm için
yeni vergiler salınıyor ve bu da, halkın daha da yoksulllaşmasına
neden oluyordu." Toprakta "TIMAR" düzeninin bozulması ve buna
koşut olarak "TIMAR"lı ordusunun işlevini yitirmesi; sultan
yetkesine karşı denge oluşturan "TIMARLI-KAPIKULU" ikilemi
etkinliğinin ikinciler yararına bozulması sonucunu da birlikteliğinde
getirir. Bunun sonucu da, başkentte büyük ve örgütlü bir başkaldırı
gücünün oluşması, kapıkulu savaşçılarının devlet işlerine daha çok
karışabilme gücünü kendilerinde bulabilmeleri olur.

Ancak, kapıkulu savaşçılarıözbenliklerini ve güçlerini 1570


yıllarına değinkorurlar bu yıldan sonra ise sayılarının artırılması
gereği, siyasa oyunları ve öteki nedenler onların kısa sürede

bozulmalarına yol açar.

Toprak düzeninin bozulmasindan sonra "TIMAR"ları ele geçiren


kapıkulları, yönetici kesiminin üçüncü dilimini oluştururlar,
tümüyle yapay yoldan yaratılmış yönetimsel oluşum, kalıtım
ilkesini de onaylatarak toprak ve tecim alanlarına el atarlar ve
sonunda bu amaçlarına ulaşırlar. Devlet kapıkullarına evlenme izni
verdikten sonra, onların çocukları için de önlem almak zorunda kalır,
bunlar ocaklara savaşçı olarak yazılır. Kapıkulları, ellerinde biri~en
parayla ülke ekonomisinin tüm alanlarına, kıyısından köşesinden el
atmaya başlarlar, başlangıçta üremcilik ve tecimsel etkinlik
gösterirken, giderek toprakların iyeliklerini alırlar. Ancak, bu açılıp
saçılma çözülüşü de birlikteliğinde getirir. Kapıkullarının savaşa

katılma payı giderek düşer ve devleti de, onların sayısını artırmak


zorunda bırakır. Kapıkulu ocağına yazılma, varsıllığın birincil
kaynağı durumuna gelir. Bu yüzden ocaklar dıştan büyük bir baskı

39
altına uğrar. Ocak kuralları aşılır, yığınla kişi "KAPIKULU"
ocağına yazılır, Hıristiyan çocukların devşirilmesi işi de askıya alınır,
uzun ve düzenli eğitim, yerini kısa süreli bir eğitim (ya da
eğitimsizlik) dönemine bırakır.

"TIMAR" düzeniniı:ı çözülüşünü, ordunun bozuluşu ve toprağın


ele geçirilmesinin öyküsü izler. Şöyle ki, sultan devlet ileri
gelenlerine tam iyelik durumunda toprak bağışlar, zoralım yolu ile
devlete geri dönüşünü önlemek için bu gibi topraklar "VAKFA"
dönüştürülür. Toprak iyeliğinin kişilere verilmesinden dolayı
devletin uğradığı dokuncanıri 17. yüzyıl ortalarında 40-50.000 kişilik
bir ordunun bir yıllık aylıklarına eşit olduğu söylenir.
Tüm bu gelişmelerle ilgili olarak ortaya çıkan ilginç bir nokta,
bunların Osmanlı toplum yapısı üzerindeki etkilerinin özelliğidir.

Batıdaki "BURJUVAZİNİN" işlevini yüklenecek bir "ORTA


SINIF" belirlemek yerine, bu gelişmeler Osmanlılardaki toplumsal
ve ekonomik yapıyı bozuk bir biçimde sürdürecek "ARA
SINIFLAR" yaratır. O günkü yapı içersinde üstlendiği ç~kar
ilişkilerini sürdüren bu "SINIF" eski üretim yöntemlerinin
değiştirilmesi yönünde tek bir çaba göstermez. Böylece geleneksel
üretim uygulaması toplumsal ve ekonomik değişmeyi engelleyici bir
biçimde egemenliğini sürdürür.
Toprağın el değiştirmesi oluşumunu, sosyal ve ekonomik yapının
çöküşü izler. Ekonomik darlık, paranın değer yitirmesi, günlük geçim
ederlerinin yükselmesi, vergi düzenindeki katılık, üremcilik ve bunun
sonucu oluşan anaparanın toprağa yönelmesi, toprakta devlet
iyeliğinin özel iyeliğe dönüşmesi "ÇİFTÇİ" halkı toprağından
ayrılmaya zorlamıştır. Dönemin dilinde "ÇİFT BOZAN" adını alan
bu kişiler "LEVENDAT" ve "SUHTEVAT" denen ayrı özyapıda iki
tip birey oluşumuna neden olurlar. "SUHTE" denilen medrese
öğrencilerinin oluşumu şöyle açıklanabilir: Medreseler demokratik
yapılarından dolayı halka açık kuruluşlardır. Köyde geçimlerini

40
sağlamada zorluk çeken köylüler için, genç çocuklarım olsun
medreseye yollayarak barınmalarını sağlamak ve okumalarını
istemek denli doğal bir şey olamazdı. 1550'li yıllarda, tüm
medreseler tıklım tıklım dolu idi. Ancak "SUHTELERİN"
eğitimlerini sürdürmelerine üst düzeydeki kuruluşların sayısı

yetmediğinden önemli bir "SUHTE" kitlesi açıkta kalıyordu. Bu


durumda "SUHTELER" toplu olarak çevre köylere saldırmaya,
köylüden zorla vergi almaya, yol kesip kır uğruluğu yapmaya
başlarlar ve ilk büyük "CELALİ" dalgasını oluştururlar.
"LEVEND"ler ise doğrudan doğruya köylerini bırakıp giden ergin
erkeklerdir. Tarlalarını satmak zorunda bırakılan ve böylece geçim
darlığına düşen erkekler tek başlarına yerlerinden ayrılarak
"LEVEND"lik yaşamına atılırlar. "LEVEND"lerin barındıkları
yerler, devlet ileri gelenlerinin "KAPU HALKI" olarak yazılmak
ya da, gönüllü savaşçı olarak görev almaktı. (5 akçadan aşağı gündelik
almıyorlardı.) Ancak, sayıları o denli çok idi ki, tümünün buralara
yerleştirilmesine olanak yoktu. Boşta kalan "LEVEND"lerin üçer,

beşer kişilik birimler olarak soyguna çıkmaları ise


"CELALİLİGİNİN" başlangıcı sayılır.

1559'larda başlayan ve Anadolu toplum düzenini büyük


yıkımlara uğratan "CELALİ" başkaldırıları 1600 yıllarında ikinci
dönemine girer. Bu dönem, Anadolu köylüsünü yüzyıllardır sürecek
korkunç yenilgiye, karışıklığa tutsak edecek olan "CELALİ"
oluşumunun "KAÇGUNLUK" dönemi, "CELALİ"lerin sürekli
saldırları karşısında köylülerin evlerini, köylerini toplu olarak

bırakıp gittikleri, Anadolu'nun en kuytu köşelerine, "CELALİ"lerin


ulaşamayacağı yerlere çekildikleri yıllardır.

"CELALİ" başkaldırılarının yarattığı karışıklıklar bir


"DEREBEYLİGİN" ortamını da oluşturur. Çağın en önemli üretim
aracı olan toprağa yönelebilecek anapara birikimi ve bu yönelişin,
iyelik düzeninin uğradığı değişim sonucu olanaklı kılınması

41
"DEREBEYLİGİN" ilk gereğini karşılar.

Bu yeni oluşum taşrada, sarayın yönetici dokusunun yetkilerini


üleşmek ülküsüne kalkacak olan "DEREBEYLİGİN" gelişmeye
başla~asıdır. Ancak, "DEREBEYLİK" çağdaşlaşma yolunda atılacak
adımları çelmeleyecek güce 18. yüzyılın sonlarına doğru ulaşacaktır.
" DEREBEYLİK" halk ve "ESNAF"ın üretim güçleriyle,
ekonomiyi egemenliği altında tutmak zorunda olan devlet arasına
giren bir güçtür. Yöresel "DEREBEYLERİ" yeni üretim ilişkilerini
geliştirmiyor, çağdaş ekonomi gelişimine aykırı bir yqnde, toplum

düzeyinde tutucu bir güç durumuna geliyorlardı. Bu kökleşme daha


sonra çağdaş üretim yöntemini uygulamayı gerektiren girişimleri
olanaksız bir duruma getirir. Çoğuncası "AYAN" önadıyla anılan

bu "DEREBEYLER" kent ve daha aşağı yönetim birimlerinde halk


ile hükümet arasında aracılık eden ve iki yanı ilgilendiren işleri
yürüten kentin ileri gelenleri (eşraf-ı belde) içinden seçilmiş
kişilerdir. Devlet topraklarını ele geçiren bu "AY AN" ve

"DEREBEYLERİ" giderek birbirleriyle savaşıp, birbirlerinin


topraklarını ele geçirir olurlar.

Böylece yeni düzenin egemenleri bundan böyle, devlet


topraklarını ele geçirme işlemini bitirmiş, birbirlerine saldırır
olmuşlardır. 1600 yıllarında Anadolu' da beliren bu
"DEREBEYLİK" oluşumu daha sonra yer yer sarayla çatışacak, ancak
kendini toplumun egemen düzeni olarak benimsettirecektir.
Beylik ve "AGALIK" geliştiği oranda, Osmanlı toplumunun
yapısıda değişir, bambaşka bir biçim alır. Kişilerin birbirleriyle,
kurumlarla, devletle, toprakla olan ilişkileri bu, geri kalmış
"DEREBEYLİK" düzeni uyarınca yeniden biçimlenir.

Anadolu' daki sosyal patlama iç ve dış çelişkiler sonucu olarak


belirir. Birincil olarak; katı ve çok iyi yapılanmış düzen, uzun bir süre
tepkileri baskı altında tutmayı başarır öyle ki, sonunda güdümlü bir
amaca yönelik bir taşmayla ne varsa silip süpürür, bu patlama, kimi
42
baskılara gelen tepkiyle, yavaş yavaş olgunlaşan bir eyleme değil,
dayanma gücünün taştığı ve bireyin yaşamını sürdürmesi doğrudan
çekinceye girdiği an, kişisel olduğu denli sosyal düzende doğan bir
kopukluğu da birlikte getirir. Dolayısıyla tepkiler kendisini çoğu kez

günlük gereksinimlere karşılık veremeyen bir diizeni1ri


yöneticilerinden kurtulmuş yığınların baskısı, kendisini, varsıllıkl~rı
elinde tutan ayrıcalıklı kesimlerin kurumları üzerinde yoğunlaştırır,
"MEDRESELER", "TAŞRA SAV AŞÇILARI" ve "KAPI
KULLARI" bunların kuşatmasına uğrar. Aynı biçimde bu
kurumların üyeleri eliyle bu eyleme ters yönde bir yeniden kendine

çekme eylemi yürütülür. Bireyleri ve varsıllıkları kendine çekme.


Bunlar bizi düzenin temel yapılarıyla ilgili üçüncü bir gözleme
götürür, yönetici kesim, ilke olarak tüm ülke varsıllıklarının tek
iyesi olan sultanın buyruğundaki görevliler topluluğundan öte birşey
değildir, ancak, düzenin üretim araçlarının özel iyelik doğrultusund.a
evrimselleşmesinde nes11el çıkarı olan tek öge odur, düzenin
doruğuyla-tabanın, bir başka deyişle, sultan ile halkın çıkarlarıysa
tam tersine düzenin korunmasıdır. Olaylar da bu doğrultuda gelişir
(ADALETNAMELER). Kaba çizgileriyle şöyle bir özet yapılabilir.
Devlet görevlilerinin halkın ürettiğinden aldığı payların artmasıyla
özdekleşen başkentten kopma eğilimi, tabandaki bu kesimin yıkıma

uğramasına yol açar, tüm başkaldırılarda, sultan değil de aracıların


yetkilerine karşı çıkıldığını gözlemlemek oldukça ilgi çeK:icidir.
Sultanla halk arasında ortak çıkar '·ADALET FERMAN"larında
açıkça görülür. Ancak, temel ögelerin, bir başka deyişle
"TIMAR"ların yıkılışı somut bir duruma gelip de soyluerkinin
(aristokrasi) alt dilimini de (sipahi) kendisiyle birlikte yıkıma
sürükleyince, tüm yüksek görevliler gibi, tecimenler de toprak
alanına sızar, özel iyelik dönemi başlar.

"CELALİ" başkaldırılan . Osmanlı düzeninin dengesini


çöküntüye uğratırken, çelişkilerinide açık seçik ortaya koyar. Bu
çelişkiler açıklanmasını bu dönem boyunca Anadolu'da ortaya çıkan
43
birbirine ters kesimlerde bulur, sömürülenlerle sömürenler
belirlenir, ikinciler kendi aralarında ve birincilerle çatışırken
birinciler ne yapıp ne ettiklerini bilmeden gözü kapalı ÇH"pınıp
dururlar, bu büyük parçalanma tarihsel oluşumun kapılarını, yüzyılın
ve üstüne üstlük onunla birlikte imparatorluğun görkemi ile batı
egemenliğine karşı çıkışın en son umutlarını da söndürür.

"CELALİ başkaldırıları işsiz akınları biçiminde kentlere de


yansımış geleneksel yapıyı çökertmiştir. Kent ve kasabalarda eski
düzen, güven ve denge yok olmuş, bu yerler sürekli karışıklıklar ve
patlamalara gebe olan, soygun ve cinsel ilişkiler barınaklarına
dönüşmüştür.

Tüm bu olaylar olup biterken, devleti kuşatan parasal baskı da


giderek daralır. Ancak, bu oluşumlar belli başlı iki sonucu da
birlikteliğinde getirir. Osmanlı düzenini oluşturan tüm kurumlar 19.
yüzyıla değin varlıklarını sürdürebilirse bile 17. yüzyıl başlarında
yok olup giderler, bunların yerine yeni yapıların yavaş yavaş
olgunlaşması aşaması başlar. Evrimin iki kökleşik eğilimi kırlarda

"DEREBEYLİK", kentlerde "ANAMALCILIK" belirir. Yönetici


kesimin üç ayrı öğesi birbirine karışıp birbiri içinde erir ve bu karışım
içinde yeni öğeler ortaya çıkar. Ancak, bu başka dönemlerdekinden
ayrı olarak yeni oluşuma tek başına değil de, batıdaki anamalcı üretim

biçimine gitgide daha belirleyici duruma giren etkinin altında


olacaktır.

Son umar olarak "V AKiF'' gelirlerine el atılır. (1622)


Geleneksel düzenin bu çok önemli öğesi de kaynaklarının

kurumasından dolayı çökmek üzeredir.

17. yüzyılın vergi kaynaklarını


tümüyle çökerten en büyük
oluşumu "MALİKANE" uygulamasıdır. Parasızlıktan bunalan
devlet, kendine özgü bir buluşma vergi kaynaklarını, bulundukları
kentlerin varsıl kişilerine "YAŞAM BOYU KOŞULUYLA"
satmaya başlar. Böylece gerek, vergi toplama yetkisi bir
44
"YARARLANMA" (intifa) yetkisine dönüşmüş, gerekse varsıl
"AYAN", "BEY" ve "AGA"ların oluşumu çabuklaşmış olur.
Ancak gelirlerin yaşam boyu kesime verilmesi uygulamasının
(malikane) sakıncalı yanları da vardır. Şöyle ki, önce üstencinin
ortalama yaşam süresi konusunda yapılan ölçümlemelerde yanılgıya
düşülür, üstencinin ölümünün titiz bir biçimde izlenememesi ve

ölüm öncesi kişiden -kişiye danışıklı satışlar yüzünden bu temel


yanılgının düzenin işleyişini etkilemekteki önemi daha da artar.

Yineden satışlar öngörüldüğü ölçüde olmaz, bu tıkanma, var olan


vergi kaynaklarına yenilerinin eklenmesindeki uygulamanın
yaygınlaştırılmasında önemli bir etken olur. Bunların yanısıra, ön

ölçümlemelerin tersine uzun dönemde üstencilerin vergi


kaynaklarının verimlilikleri ile ilgilenmeleri de gerçekleşmez.
Üstencilerin çoğuncası bulundukları kentte oturmayı yeğleyerek,
gelirleri bir başkasına satarlar. Kimi gelirlerde ikinci-üçüncü el
üstenciler bile söz konusu olur. Yaşam boyu satılabilecek vergi
kaynaklarının kuşkusuz belli bir sınırı vardır. Üstüne üstlük, tüm
kaynaklar alıcıya çekici gelmeyebilir de, dolayısıyla hazine önce
çekici kaynaklarda işe başlamak zorundadır. Bir vergi kaynağının
yaşam boyu ·koşuluyla satılabilmesi için, onun önce hazinenin gelir
kaynaklarından (mukataa) olması gerekirdi. Bu kaynaklar "TIMAR"

alanları dışında kalan türdendir. İşte, hazine ancak bu tür gelir


kaynaklarını yaşam boyu koşuluyla özel kişilere satabilirdi. Ancak,

uygulama giderek o aşamaya geldi ki, sınırın ötesinde yeni bir kaynak
olarak "TIMAR" alanları bulunmaktaydı. "TIMAR" alanlarının
devlet gelir kaynaklarına dönüştürülmesinden anlatılmak istenen
şey, bu tür gelirlerin devlet hazinesi gelirleri arasına katılmasıdır.

Böylece geleneksel düzenin bozulma evrimi süreci sona eriyor,


çağın gerekleri doğrultusunda yeni çözümler üretemeyen Osmanlı
devleti kendi bindiği dalı kesiyordu (CEM).
Ancak, yineleyelim ki Osmanlı toprak düzeninin yıkılması için

45
toprak iyeliğinin 17. yüzyıldaki oluşumunu beklemeye gerek
kalmamış, topraktaki vergi kaynaklarını "SİPAHİ"den alınıp varsıl
kişilere satılması düzeni çökertmeye yetmiştir. 18. yüzyıl, 17.
yüzyılda bozulan dengeler sonucu, çelişki ve yanılgıları da

birlikteliğinde getirir. Bu oluşumun yansıdığı en belirgin konu


savaşçı ve parasal sorun arasındaki ilişkidir.

Savaşçı sorununun köklü çözümü, başkentteki aylıklı ve sürekli


orduyu taşra savaşçılarını da içine alacak biçimde genişletip yineden
örgütlemek ve büyütmekten geçiyordu. Ancak, bunun için gereken
para nasıl bulunacaktı? Gerçekte "HAS"lar ve "TIMAR" alanları
yavaş yavaş, devlet gelirleri içine alınıyor ve vergi kaynaklarının
yaşam boyu satışı sürdürülüyor idiyse de ancak, bu uygulama
sağladığı yarar yanında yukarıda değinilen kimi sorunları da
birlikteliğinde getiriymdu. 18. yüzyılda devlet, parasal sorunları
çözeyim derken gün geçtikçe bir de "SAV AŞÇI SORUNU" ile karşı
karşıya kalıyordu.

Gerçekten de 18. yüzyıldaki günün koşulları savaşçı (asker)


sorunlarına öncelik verilmesini gerektiriyordu. Ancak, köklü
çözümler üretilemez, salt savaş yıllarında oluşumun sürdüğü
bölgelere gerekli sayıda savaşçının gönderilmesinin çözümüne
bakılmaya çalışılır. Ne sayıda savaşçı toplanacağını günün koşulları

belirler. Gelir-gider çizelgelerinde bunların aylık, günlük geçim


ödenekleri, araç ve gereçleri için belli karşılıklar bulunmaz. Öte
yandan Osmanlı devletinin karşıtları giderek daha da güçlenmiş,
uygulayımsal (teknik) üstünlük de sağlamışlardı. Bundan böyle
savaşlar Osmanlı devleti için başarı ve gelir kapısı değil, yenilgi ve

tüketim kapısıydı. Osmanlı devleti için savaş demek, parasal


bunalımların kaynağı ve de "HIZLANDIRICISIDIR". Aslında

savaş ve parasal sorun arasındaki ilişkiyi Osmanlı devlet adamları


bilmiyor değillerdi, ancak, soruna bakış açıları onları daha baştan
"DURAGAN" bir noktada kalmak zorunda bırakıyordu. Burada

46
önceleri de denildiği gibi İbn-i Haldun'dan kaynaklanarak, aşağı
yukarı tüm önemli Osmanlı yıllıklarında geçen ve Osmanlıların
"devlet" olarak işleyiş mantığını sergileyen ünlü tekerlemeyi
anmamak elde değil. "Devletin gücü görkemi savaşçı, ve savaşçının
oluşumu da para iledir". Sorunun bu biçimde ortaya konuşu, doğal
olarak belli bir dengeyi açıklıyordu. Bu denge dışsal (exojene) bir
değişkenin etkisiyle bozulduğunda ise -ki, böyle olması kaçınılmazdı­

dengeyi oluşturan iki değişkenden biri ile oynayarak yeni dengeler


sağlamaya çalışıyorlardı. Ancak ne var ki, temelinde böyle bir

görüşün yattığı çeşitli siyasalar, söz konusu kısır döngüyü kırmaya


olanak vermiyordu.
Avrupa' nın üstünlüğünün Avrupa ordularının üstünlüğü ile
açıklanması yanılgısı, tüm yüzyıl boyunca egemen yanılgı olur,
Avrupa ordularının üstünlüğünün A '1rupa' nın ekonomik
üstünlüğünün bir "SONUCU" olduğu kesinlikle gözönüne alınmaz.

Çağdaş bir batı ordusunun dayandığı yönetimsel, parasal, sağlık ve


uygulayımsallığı ile ekonomik verimliliğini de öğrenmiş olmanın
gerekliliği düşünülmez. Bu yanılgının yanı sıra, tüm 18. yüzyıl
boyunca düzeltim amacına yönelik parasal önlemler de alınır. Paranın
ayarı ile oynamanın sağlıklı bir çözüm olmadığı anlaşılınca
"BİRİKTİRİM" uygulaması başlatılır ya da özendilir. Ancak, yeni
ve zorunlu gider kapılarının açıldığı bu dönemde (arasız savaşlar)
gerçek anlamda bir biriktirimden söz edilemeyeceği de bir gerçektir.
Böyle bir ortamda biriktirim ancak, sakınımlı tüketim ya da
savurganlığa ve gereksiz tüketime yer vermeme anlamına gelebilir.
Bu doğrultuda 18. yüzyıl boyunca sürekli buyruklar yayınlanır. Bu
buyruklar da, özellikle devlet ileri gelenleri ve saray halkının günlük
yaşam biçimi, giyim kuşamına değinilir, kürkler ve kumaşlar için

dışarıya çıkan paraların devletin dokuncası anlamına geldiği


vurgulanırdı.

Gelir kaynaklarının giderleri karşılayamaması üzerine 1775

47
yılından başlayar~k "İÇ BORÇLANMA" anlamına gelen
"ESHAM" uygulamasına başvurulur. Bu uygulama içerik ve özellik
olarak ilginç ve özgün bir iç borçlanma örneği ve deneyimidir. 17.
yüzyıl sonlarındaki büyük parasal bunalım, devlet vergi
kaynaklarının birkaç yıllığına kesime verilmesi yerine, yaşam boyu
koşulu ile satılması sürecini nasıl başlatmış ve "MALİKANE"
yöntemi gibi ilginç bir uygulama Osmanlı yönetiminde yer bulmuşsa,
1768-1774 savaşının getirdiği parasal sıkıntılar da o düzenlemenin
doğal bir uzantısı olarak "ESHAM" uygulamasının oluşumuna yol
açar. Yaşam boyu uygulanmasında vergi kaynaklarının yıllık
gelirinin tümünün yaşam boyu koşuluyla satışı, "ESHAM"
uygulamasında ise salt yıllık verginin dilimlerinin satışı söz

konusudur. Olguya varsayılan bir örnekle yaklaşırsak, "X" adlı bir


vergi kaynağı "EMİN" adı verilen görevli aracılığıyla devletçe
işletilmektedir. Diyelim ki, bu kaynağın yıllık katışık geliri "T"
yılında 35.000 kuruş olmuştur, aynı yıl kaynağın işletme giderleri ve
alışılmış kimi ödemeleri toplamı ise 20.000 kuruş tutmaktadır.
Demek ki, net gelir bir başka deyişle "FAİZ" (Osmanlıcada kar
anlamında kullanılmaktadır.) 15.000 kuruştur. Bu durumda "X"
vergi kaynağının geliri oldukça iyidir ve yıllık getirisi "ESHAM"
çıkarılmasına elverişlidir. "ESHAM" çıkarılması için yıllık getiri
önce belli sayıda dilimlere (sehm) bölünür. Diyelim ki, 100 dilime
bölündü, bir dilime düşen yıllık gelir 150 kuruş olur. Şimdi sıra
"SEHİM"lerin belli bir para karşılığında isteklilere satılmasına
gelmiştir. "SEHİM"lerin yıllık gelirinin beş katı ile satıldığını
varsayalım, (750 kuruş) bu örnekle devlete 750 kuruş ödeyerek "X"
vergi kaynağının bir tam dilimini üstlenen vatandaş, bu dilimin
karşılığı olan 150 kuruşu bir yıl içerisinde ve de birkaç bölümde
devletten almaya yetkin olur, onun bu yetkinliği yaşam boyu sürer.
Devlet yönünden ise durum şöyledir; "ESHAM" satışı olmasaydı,
"T" yılında "X" vergi kaynağından hazineye girecek olan para 15.000
kuruş olacaktı. "ESHAM" satışı ile bu 15.000 kuruşluk yıllık gelir

48
vatandaşlara bırakılmış buna karşılık tüm "SEHİM"ler satılarak
devlet kasasına 75.000 kuruş girmesi sağlanmıştır. Böylece ileriye
yönelik bir gelir şimdiden devlet kasasına girmiş olmaktadır.
Denilebilir ki, bu uygulama devlet kasasına yeni kaynaklar yaratma
bakımından kısa süreçte yararlı olmuş, ve böylece "BEKLENEMEZ"

giderler karşılanabilmiştir. Ancak, bu uygulamanın uzun süreçte


sakıncaları olduğu da bilinmektedir.

l 787'de Rusya'ya savaş açıldığında, devlet ekonomik yıkımın


eşiğine gelir. Zoralımlar bundan böyle açıkları kapatmaya yeterli
0111.maz. Sultan, devlet ileri gelenlerinden yardım toplanmasını, bir
tür iç borçlanmaya gidilmesini düşünür. Ancak, bu yolda bir başarı
sağlanamayınca ilk kez "DIŞ BORÇLANMA" konusu gündeme

getirilir.
Osmanlı devleti daha önceleri borç para istediği Fas 'tan

beklentilerini kesmemekle birlikte; Cezayir, Tunus ve öteki İsliim


ülkelerinin, Hıristiyan bağlaşıkları ile olan bu büyük savaş nedeniyle,
savaş giderlerine katkı (mesarif-i cihada ianet-Y. CEZAR)
düşüncesiyle para yardımında bulunacakları kanısındadır. Cezayir' den

2.000 kese (l.000.000 kuruş) istenir. Ancak, tüm başvurulardan para


yerine üzüntü ve özür yanıtları alınır. Müslüman ülkeler katındaki
girişimler sonuçsuz kalınca gözler bu kez, Avrupa ülkelerine
çevrilir. Felemenk'ten 15.000 kese (7.500.000 kuruş) istenir. Ancak,
borç için kimi tarım ürünlerinin güvence olarak gösterilmesinin
sanıldığı denli kolay olmadığı anlaşılınca bu girişim de sonuçsuz
kalır. İspanya' dan borç istenilir ise de, İspanya böyle bir sözleşmeyi
savaşta yanlı durumuna düşmek biçiminde algılanacağından bundan da

bir sonuç alınamaz.


Gerek İsliim, gerekse Avrupa ülkelerinden borç para alabilmek
girişimlerinde bulunulması, Osmanlı devlet adamlarının ekonomi
konularındaki aymazlıklarının çarpıcı bir göstergesidir. Şöyle ki,
İslam ülkelerinde dışarıya verilebilecek denli bir anapara birikimi

49
olmadığını, bu devletlerin hazinelerinin de kurumakta oluşunu
yorumla anlayabiliyorlar ancak, Avrupa'nın en varsıl kişilerinin
yurdu konumuna gelen Hollanda'nın borç vermekten çekinmesi
Osmanlı kafasında "KAFİR ACAİPLİGİ" olarak
nitelendiriliyordu.
BERKES, bir dış devletten borç para istemenin ekonomik düşünün
evrimindeki yerini şöyle tanımlıyor. Buna karşılık yine de bu
dönemde ilk kez olarak bir düşünce gündeme gelmiştir ki, bu düşünce
ancak yarım yüzyıl sonra uygulama olanağı bulmuştur. 111. Selim
dönemin de uygulanamayışı, Osmanlı devlet adamlarına ve
düşünürlerine tek bir ekonomik öğreti verememiştir. Bu düşünce
yabancı bir devletten borç alabilme girişimidir. Parasal, siyasal ve
toplumsal bir çöküşe "UMAR" olarak bugünkü deyimimizle bir
kalkınma ve gelişme tasarısının; yabancı bir devletten ya da, onun
varsıl kişilerinden borç alarak gerçekleştirilebileceği düşüncesiyle
başlaması bir rastlantı değildir. Ancak, ekonomik düşünü kurumuş
bir ortamda böyle bir düşün çekici bir düşün olarak algılanabilir.
Bugün nasıl böyle bir düşün-bağımsız bir ulus ve devlet olarak
kalmayı olanaksızlaştıracak bir düşünse o dönemde de bu Osmanlı
devletinin kendi kendisini "YADSIMASI" demekti. Ancak, Osmanlı
gücünü kendi ekonomik çıkarlarında kullanmak üzere borç vererek
"TUTMAK" (kiralamak) düşünü batı devletlerinde geçerli bir
düşün durumuna gelinceye değin borç alma istemi, Osmanlı devlet
adamlarının gönlünde yatan bir "UMUT" olmaktan öteye gidemedi.

Eylül 1784 yılgününde toplanan bir devlet kurulunda


konuşulanlar ortama egemen olan şaşkınlığı yansıtması bakımından
oldukça ilgi çekicidir. "DEFTERDAR" "DEVLETİN ARADIGI
PARADIR" diyerek parasal sorundan ne anlamak gerektiğini ortaya
koyar ve böyle bir durumda umar olarak uzun süreli önlemler
önermenin gereksizliğini vurgular. "DEFTER EMİNİ" Hasan
Efendi bir dış devletten borç istenilmesinin ve beş-onbin keselik

50
borçlanmanın Fransa, Felemenk ve İspanya ile yapılmasını önerir.
Süleyman Fevzi Efendi ise, dış borçlanma düşüncesine katılmakla
birlikte, borç alınacak ülkenin Müslüman bir ülke olmasını ister.
Aynı Fevzi Efendi, Hıristiyan bir ülkeden para yerine savaş araç-
gereçlerinin alınmasında bir sakınca olmadığını söyleyerek,
· anlaşılmaz bir çelişkiye düşer. Ancak, tüm bu girişimler sonuçsuz
kalır. Avrupa borç para vereceği dönemi çok iyi bilmektedir, o dönem
ise Avrupa'nın "TECİMSEL ANAMALCILIKTAN" "İŞLEYİM
ANAMALCILIGI"na, geçtiği ve bunun gerektirdiği "PAZAR
BULMA" dönemi olacaktır.
İşte, batıda biriken anapara, çökmek üzere olan imparatorluğun
güçsüzlüğünden yararlanacak, türlü baskılar yaparak onu değişik
antlaşmalara sürükleyecek, buyruklar yayınlatacak, onu tam bir
sömürge durumuna sokarak kaçınılmaz sonuca, "PARASAL
BATKI"ya yöneltecektir. Oluşumun önemi şuradadır ki, 1838
'TECİMSEL" antlaşması yapıimadan batının işleyim ürünlerinin
Dünya pazarlarını ve bu arada özellikle Osmanlı, v.b.g. pazarları
etkilemeye başlamasıyla Osmanlılarda o döneme değin yaşaya gelmiş
yapım işleyimi kollarında işsizlik ve bunun ardından işyerlerinde
büyük azalmalar görülür. Örneğin; 1810'dan önce İşkodra'da
"MUSLİN" (kumaş) üreten işyeri sayısı 600 iken 1810'da birdenbire
40'a yine 1800'den önce Tırnova'da dokuma araçlarının sayısı 2000
iken 1830'larda bunların 200'e inmesi gibi. Bu oluşum açıkça üretim
güçlerindeki bu gerilemenin, yıkıma gidişinin göstergesi idi. Osmanlı
üretim güçlerindeki bu ön yıkım bundan böyle ağır basacak dışsal
etkinin yaklaşan büyük fırtınasının ayak sesleriydi, bir başka deyişle,
Osmanlı devletinin ortadan kalkmasının bir göstergesi olan bu süreç,
aynı anda onun Avrupa anamalcı düzenince .. İÇERİLME" sürecidir.
Bunun anlamı da, Osmanlı devletinin Avrupa pazarları için
.. HAMMADDE ÜRETEN" ve bu pazarlardan "İŞLEYİM
ÜRÜNLERİ" alan bir "BÖLGE" (çevre) durumuna dönüşmesidir.
Kısaca, Osmanlı devleti içinde ürünlerin akışını devlet eliyle

51
sağlayan "BÜTÜNLEŞTİRİCİ DENGE"de çalışamaz duruma gelir.
Dokumacılık alanında iç tecimin 17 60-1770 yılları arasında
durgunluğa girmesi ve dokuma işleyiminin gerilemeye başlaması,
Avrupa dokumalarının Osmanlı ülkelerine girişiyle eş dönemli
olduğu bilinmektedir. Özellikle 16. yüzyılda gelişmeye başlayan
İtalya ipekli dokumacılığı işlenmemiş ipek sıkıntısı çekince, bunu
Anadolu'dan sağlama yolarım arar. Bu durumda tecimsel etkinlik iç
kentlerden kıyı kentlere kayar ve yabancı tecimenlerin ya da onların
içerideki işbirlikçilerinin (azınlıkların) gücünün artması, çoğuncası
Müslüman olan yerli tecimen kesimine büyük bir yıkım olur.
Dolayısıyla, Müslümanların tecimsel etkinliklerden
arındırılmalarının İslam öğretisi ile ilgili olmayıp, dünya
ekonomisinin gelişme ile değişen yapılardan kaynaklandığı da
görülmektedir.
Bu durumda "DÜNYA İMPARATORLUGU" artık geçerli bir
çözümleme birimi olma niteliğini yitirmekte, onun yerine pazar
düzeneğinin bütünleştirdiği "DÜNYA ANAMALCI DÜZENİ"
geçerli bir inceleme birimi olarak çıkmaktadır. Buna göre, Osmanlı
devletinin 19. yüzyıla uzanan oluşumu, Dünya düzeninin
yönlendirilmesiyle "İÇERİLME" ya da "ÇEVRELEŞMENİN"
öyküsüdür. Ancak, 18. ve 19. yüzyıllarda Osmanlı işleyimciliğine
ilişkin araştırmalar, çöküşün süreç içerisinde yaygınlaştığını ve eski
yapıların, yeni pazar koşullarının doğurduğu duruma karşı bir direniş

gösterdiğini de ortaya koymaktadır.

Gelişen anamalcı Avrupa işleyimciliği karşısında, Türkiye' de


geçerli olan eski üretim biçimlerinin sürdürülebilmesi için ancak tek
bir yol alır. "SAL TIK BİR YALNIZCILIK", dış ülkelerde
alışverişi öyle ki, siyasal ve tüm öteki ilişkileri bir kesmek. Böyle bir

yalnızlık 19. yüzyılda (BU YÜZYILDA DA OLDUGU GİBİ)


olanaklı değildir. Bir ada olan Japonya bile yalnızlık siyasasını

yokumsarken, Osmanlı İmparatorluğunun konumu ve siyasal

52
durumunda bulunan bir ülkenin bunu uygulamasına olanak yoktu. Bu
nedenle anamalcı düzenin ortaya çıkışıyla, Osmanlı işleyimciliğinin
çöküşü "TARİHSEL BİR ZORUNLULUK" durumuna girmiş
bulunmaktadır.

19. yüzyıl, Avrupa'nın tecimsel anamalcılıktan, işleyim


anamalcılığına geçtiği dönemdir. Özellikle İngiltere 'nin başını
çektiği bu yeni düşün ve aşama, dünyanın dört bir yanında hammadde
ve "PAZAR" aramaktadır. Gerçekten de 18. yüzyıl sonlarına değin
Osmanlı imparatorluğunda iç pazar gereksiniminin ötesinde yabancı
ülkelere satış yapabilecek bir işleyimcilik bulunmaktaydı. Osmanlı
imparatorluğu, dış teciminde ilk sırayı alan Fransa'ya 1788 yılında
2.300.000 "LİVRE" değerinde pamuklu bez satmıştır, buna karşılık
Fransa'dan pamuklu alımı yok denecek denli azdır. Aynı yıl da
Osmanlı imparatorluğu pamuklu dokuması yanında çeşitli Avrupa
ülkelerine 250.000 kg. pamuk ipliği satmıştır. Buna karşın Osmanlı
imparatorluğu bundan böyle eski gücünde değildir. Gelişen Avrupa

işleyimciliği sonucu, dış pazarlarını yitirdiği gibi, dışarıdan işlenmiş


ürün almaktadır. Osmanlı devleti İngiltere'de gelişen "İŞLEYİM
DEVRİMİ" karşısında 19. yüzyılda giderek Avrupa ile "ÇEVRE
OLARAK" bütünleşme aşamasına girmektedir. Dünya'nın dört bir
yanında hammadde ve pazar arayan Avrupa, 19. yüzyılın ilk

dönemlerinde çok sıkı bir "KORUYUCULUK" uygulayarak yeni


kurulan işleyimlerini dış ürünlerin yarışından korumak amacıyla
gümrük duvarlarını çekerlerken, Osmanlılar kendi özbenliklerine
yabancılaşmanın doruğuna varmışlar ve "ERKİN TECİM"in en
bağlı uygulayımcıları olmuşlardır. İngiltere' nin Osmanlı devletine
yaptığı dışsatım 1830 yılında (l.205.942 Sterlin) 1827 (535.452

Sterlin) yılındakinin %252'sine ulaşmış, bu sayı 1835 yılında


(l.575.936) %294 olmuştur, bir başka deyişle aradan daha on yıl
geçmeden İngiltere'nin Osmanlı İmparatorluğuna sattığı ürün
tutarında yaklaşık üç katı bir artış görülmüştür. 1838'e gelindiğinde
bu artış (l.999.539) %373'e ulaşır. Sonunda Osmanlı ekonomisi
53
anamalcı dünya ekonomisinin tam bir ·'UYDU"su durumuna gelir.
Avrupa pazarlarında Osmanlı tarım üıiinlerine karşı artan aranını
(talep) ve bundan kaynaklanan eder artışları Osmanlı tecimsel
anaparasını bu pazarlara çekerek, onun devlet denetiminin dışına
kaçabilmesine neden olur. Tecimsel anaparanın giderek, Avrupa
pazarının ekonomik işbölümü ile bütünleşmesi sonucu iç tecim ve iç

pazar dış tecime göre geriler.


Osmanlıların bir hammadde satıcısı ve işleyim ürünleri alıcısı
olmasını yönlendirme çabaları da bulunmaktadır. İngiliz çıkarlarının
İstanbul' daki koruyucusu Churchill adlı birisi, koruyuculuk ve
erkincilik ilkelerini karşılaştırıyor, Osmanlı devletinin ekonomik
kalkınmasına uygun olarak ileri sürdüğü erkinciliğin
"ERDEM"lerini anlatıyordu. Churchill'e göre; Osmanlı
İmparatorluğu yaygın ve bitek toprakları iyeliğinde bulunduran bir
tarım ülkesi idi. Bu topraklar gerektiği biçimde işlenirse Osmanlı
devleti güçlü bir tahıl satıcısı olabilirdi. İşleyimcilik ise şu anda
bulunmayan, belirli bir düzeyde uygulayımsal bilgi, anapara, pazar ve
altyapı kurumlarını gerektirdiğinden, bu yola gidilmeyerek işleyim
ürünlerini, tahıl ürünleri karşılığı dışarıdan almalıydı. Kısacası,
imparatorluğun içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik durum ile

devlet adamlarına yapılan esinlemeler "ERKİNCİLİGİN"


onaylanması yolundaydı, ve de öyle olacaktır. Gerçekten de il.
Mahmut 'un "DEVLETÇİLİGİ" yanında "ERKİNCİLİÖİN"de
benimsenmesi yoğun bir İngiliz etkisiyle başlar. Bu
"ERKİNCİLİK" düşününü getiren ve daha sonra dolaylı olarak
Osmanlı yazarlarının "ERKİNCİLİK" düşününe yol açan bir başka
İngiliz olan David Urquhart, bir ekonomi düşünürü ya da yazarı
değildir. Aslında Türkiye ve Osmanlı imparatorluğunun iyiliği, ya da

kalkınmasıyla ilgili bir kişi de değildir. Urquhart bundan böyle


İngiliz çıkarları için yararlı bir alan olmaktan çıkan Rusya'nın yerine,
Osmanlı devletini koymak çabasındadır. 1838 oluşumu yaklaşırken

54
İngiltere, Osmanlı devleti üzerindeki "SÖMÜRÜ" ortamının
düzenlemelerini bitirmek üzeredir. Urquhart eski Osmanlı ekonomi
ve parasal uygulamalarının, özellikle tecim tekellerini (yed-i vahit)
ve iç gümrükleri kaldırmayı, buna karşılık dış tecimin
"AYRICALIKLAR" (kapitülasyon) düzeninde olduğu gibi
"ERKİN" bırakılmasını, gümrüklerin eskiden olduğu gibi küçük
tutulmasını, Osmanlı devletini diriltecek koşullar olarak öngörür.
Osmanlı ülkeleri "ERKİNCİLİK" (laissezfaire) düzeni için· ülküsel
bir alan olduktan sonra İngiltere 'ye düşen, Osmanlı devletine, Rusya
ve M. Ali Paşa'ya karşı arka çıkmaktır. İngiltere'nin yakındığı bir
başka konu da, büyük tutkuları olan "TOPRAK"tır. Toprağın
Osmanlı uyruğundan başkasının da iyeliğine geçmesini önleyen

yasaları kaldırmak ve bu kaynağa da el atmak amacındadırlar. (8


Haziran 1867 yılgününde bunu da başaracaklardır).
Batının isteklerine bir süre direnen Osmanlı devleti bir yanda
Mehmet Ali Paşa ile uğraşırken bir de İngilizleri gücendirmemek
için Reşit Paşa'nın Balta Limanındaki yalısında 1838 antlaşmasını
onaylamak zorunda kalır. Urquhart'ın "ERKİNCİLİÖİNİN"
(LİBERALCİLİÖİN) koşulları altında, Mustafa Reşit Paşa
"DEVLETÇİLİÖİ"; kalkındırma gücünden yoksun, yıkımlı bir
tüketim yönetimsel oluşum (bürokrasi) devletçiliği olarak kalır. Bu
"ERKİMCİLİK-DEVLETÇİLİK" karışımı içinde ekonomik düşün
de "KALKINMA" ya da "GELİŞME" konuları anlamlarını
yitirirler, tartışma konusu olmaktan çıkarlar. Bu yüzden ekonomi
konuları üzerinde yazan Osmanlı yazarlarında büyük bir yer tutan,
işleyimcilik ülküsü, ulusal ekonomi çerçevesi içinde ekonomik bir
kurama sokulmadan; tarihsel gelişimin o dönemdeki koşulları içinde .
kavranmadan, salt Avrupa'dan bilimler alma, us gücünü aydınlatma,
işgücüne önem verme özlem ve öğütleri biçiminde bir düşüncülük ve
ilericilik olarak kalır.
19. yüzyılın ikinci yarısı ortalarına gelinceye değin, Türkiye

55
ekonomisinin özellikle tarım, işleyimcilik, dış tecim, borçlar,
ödemeler, açıklar, dengelem gibi sorunları ekonomik yapıtların
dışında kalır.

Ülkedeki batılılaşma eğilimlerine de uygun düşen ve onun


ekonomik alandaki sonucu olan bu tecimsel antlaşmayla, Osmanlı
ülkesi kendisini bölüşmek üzere uyanık bir biçimde bekleyen batı
anamalcılığının acımasız duygularına bırakılır.

Urquhart'ın dediği gibi, "İngiliz işleyimcileri, kara derililerin,


sarı derililerin ve Müslümanların sırtından yaşamak zorundadırlar."

Gerçekte bu durum, durmadan genişleyen anamalcı bir dünya


ekonomisinin, dünya ölçeğinde gerçekleşen içsel gelişimin sonucu
olarak görünmekte, bu dünya ekonomisi Osmanlı imparatorluğu gibi
bir bölgeyi içine almak üzere yaygınlaştırıldığında, onun üretim
düzenini, devlet yapısını ve toplumsal yaşantısını örgütleyen
kuralları, bir başka deyişle "DÜŞÜNGÜSÜNÜ" (ideolojisini)
yineden biçimlendirmektedir. Osmanlı toplumu, ya da Osmanlı
tarımı kendisini yenilediğinde bu, daha çağdaş olma yolunda bir adım
değil, ancak bölgeye yükletilen kesin "ÇEVRESEL İŞLEV"
(Hammadde üreticisi-iyi bir alıcı) ile daha çok "BÜTÜNLEŞME."
doğrultusunda bir adım olur.

1838 antlaşması ile tekel uygulaması kaldırılır, bu uygulama


devletin, ekonomik etkinlikte üstlendiği gelir sağlayan, tekelci
nitelikte denetim yetkinliklerini de içermekteydi. Bu yetkinlikler,
tüm yerli tekelci uygulama, yabancı "TECİMENLER" için yok
sayılır. Osmanlı iç teciminde yerli ürününün bir 'kentten ötekine

geçmesi %12-%50 arasında vergiye bağlıyken, antlaşma uyarınca,


yabancılar Türkiye'ye getirdikleri ürünlere yalnızca %3 gümrük
vergisi öderler. Ayrıca yabancı tecimenler salt, dışarıdan getirdikleri
ürünleri değil, yerli ürünleri de bir kentten başka bir kente, üstüne
üstlük koşulsuz olarak satabilirlerdi. Sanılır ki, böyle bir
"ERKİNCİLİK" dünyada ilk kez uygulanıyordu. İngiliz Dışişleri

56
Bakanı Palmerston'un "CAPO d'OPERA" (başyapıt "as good as we
have any right to desire and surpases everything that W as to be ho ped
for") diye esenlediği bu ayrıcalıkların uygulanışı
"ERKİNCİLİÖİN" ilk yaratıcısı, işleyim devrimi ilk kez
gerçekleştiren İngiltere' de bile böyle değildi. Gerçekten de
İngiltere'de dışalım sınırlamaları yasası (CORN LA W) çoğunlukla
otlak durumundaki büyük toprak üstencisi soylulara (aristokrat)
karşı, dışarıdan ucuz tahıl ürünleri getirerek emeği düşürmek isteyen
tekelcilerini zorlaması ve ekonomist D. Ricardo'nun sözcülüğü ile
ancak, 1846 yılında yürürlükten kaldırılabilmişti. Görüldüğü gibi,
1838 antlaşması ise bundan tam sekiz yıl önce uygulamaya
konulmuştu.

Kendi gümrüklerini dışarıya karşı sıkı bir biçimde koruyan


İngiltere 'nin, gümrükleri açmayı çağın bir gereği olarak Osmanlı
devletine benimsetmesi Osmanlı ekonomik düşün aymazlığının 19.
yüzyıla taşan bir başka görüntüsüdür. Dış korumayla gelen batı
anamalcı düzen, gözünü diktiği Osmanlı ülkesinde tüm
düzenlemelerini bitirmek üzeredir.
1839 "DÜZENLEMELER BUYRUGU" (Tanzimat Fermanı)
dünya ekonomisi içinde Osmanlı devletinin bundan böyle "ÇEVRE"
olan konumunu yasallaştırır. Bu bağlamda, sözü edilen buyruk,
devletin bundan böyle bağımlı olduğu bir düzende artıdan kendine
düşen yapı güvence altına almaya girişebileceği yasal bir

"ÇERÇEVE" sağlıyordu. 1839'da İngiltere'nin Türkiye büyükelçisi


Lord Stratfort Canning'in etkisi altında "TANZİMAT" oluşumunu
başlatan M. Reşit Paşa, Osmanlı imparatorluğunun sömürgecilerin

"SAGMAL İNEGİ" durumuna gelmesi için tüm koşulları


"BİLEMEDEN DE OLSA" yerine getirir.

19. yüzyılın ortalarına doğru


artan bunalımın gerçek nedenleri
araştırılmaz, bunlar; para düzeninin bozukluğu, dengelem
denetiminin olmayışı, yönetim örgütünün kağşaması ve dünya

57
ekonomisinin Osmanlı devletini "ÇEVRE" durumuna getirişine
bağlanabilir. Bu durumun ekonomik bakımdan sonucu olarak Türk
parası yabancı paralara karşı sürekli bir biçimde değer yitirir ve kamu

varsıllığı azalır. ENGELHARD'a göre; devletin gerilemesi gerçekte

kamu varsıllığındaki bu yürekler acısı azalmaya bağlanmalıdır.


Ayrıcalıklar sözleşmeleriyle içsel gelişim özgürlüğü sınırlanmış

olan Türkiye, yerli işleyimden yoksun olunca tüm işleyim ürünlerini


dışarıdan almak zorunda "BIRAKTIRILIR". Buna karşılık olarak da,

ederi değerini sürekli bir biçimde yitirmekte olan bir parayla


saptanmış tarım ürünlerini satar. Ülkenin kaynakları da buna
bağıntılı olarak azalır.

Osmanlı
devletinin 1853-1856 "KIRIM SAVAŞI"nda İngiltere
ve Fransa'nın yanında
yer alması yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu,
"SÜREKLİ DIŞ BORÇLANMA" dönemidir.
Savaşın gerektirdiği olağanüstügiderler devletin parasal
kaynaklarını tüketir. Aslında bu tükeniş
çok önceden başlamıştır.
Parasal bunalımlar karşısında Osmanlı hükümeti sürekli olarak dış
borçlanma doğrultusunda yönlendirilir. Yarım yüzyıl önce Osmanlı
devletine borç para vermekten kaçınan İngiltere'nin Osmanlı
büyükelçisi S. st. Canning, 1850 yılgününde Sultan Mecit'e
"yapılması gereken düzeltim etkinliklerine ilişkin" sunduğu
yazanakta, batıdan borç alınmasının gerekliliğini önermekteydi.
Altmış yıl önce çalmadığı kapı kalmamasına karşın, "TEK BİR
AKÇA" bile borç bulamayan Osmanlı devleti şimdi yabancı
devletlerce borçlanmaya özendirilmektedir. Borçlanmaya elverişli
durum, 12 Mart 1854 yılgünlü antlaşmayla kaçınılmaz bir duruma
gelir. Bu yılgününde İngiltere ve Fransa ile yapılan bağlaşmanın bir
tanımlığı "Osmanlı imparatorluğundaki Hıristiyan uyrukların
yükümlü tutulduğu "HARAÇ"ın kaldırılışı" ile ilgilidir. Bu koşul,
Osmanlı imparatorluğu hazinesinde yeri doldurulması gereken
40.000.000 kuruşluk bir açığa neden olur. Bunun yanı sıra, Osmanlı
yönetimsel oluşumunun (bürokrasisinin) bir kesimi kişisel nedenler
yüzünden olduğu gibi, yüksek siyasal düşüncelerle de borçlanmaktan
58
yanadır. Rusya gibi bir yağı karşısında batıyla ilişkilerin
sıklaştırılması gereğinive Avrupa yazgısını Türkiye'nin yazgısıyla
düğümlemek için Avrupa'nın borç para vermesinin kaçınılmaz
olduğunu düşünmekteydiler. Böyle düşünenlerin erkinciliğe yatkın
kişiler olduğu kolayca anlaşılır. Batı erkinciliğinin ürünlerinden
birisi de, halkın "DEVLET V ARSILLIÖINI YEMEK" dediği yolla
anapara birikimi yapan bir "BÜROKRASİ ANAMALCILIÖI"
olmuştur. "TANZİMAT DÖNEMİ" ileri gelenlerinin kendi
varsıllaşmalarını, Osmanlı toplumunun da kalkınmakta olduğuna
delil saymaları kuşkusuz bundan dolayıdır.
Türkiye'nin parasal tutsaklığı Kırım savaşıyla başlar Türkiye'nin
utkusuyla sonuçlanan bu savaşın onun parasal tutsaklığına yol açması
üstüne üstlük siyasal gücünü ve etkinliğini de kesin bir yıkıma
uğratmış olması oldukça ilgili çekicidir. Osmanlı devleti ilk kez
Kırım savaşında bir dış borçlanma sözleşmesini gerçekleştirir.
Şurasını da açıkça belirtmek gerekir ki, devlet Avrupa'ya bağımlı
duruma gelmekle kendisini ne tür yıkımların beklediğini
ölçümlememiş değildir. Ancak, Kırım savaşının ortaya çıkardığı
gerekimler borçlanmayı kaçınılmaz bir duruma getirir.
Geçmişi incelediğimizde Türkiye'nin parasal ve siyasal
yalıtımlığına son vermesi ve borçlanma sözleşmesini paraya olan
gereksiniminin son aşamasına varıncaya değin geciktirmesinin iyi
olmadığı kanısındayız. Durum Osmanlı imparatorluğunun
Avrupalılaşma doğrultusunda izlemiş olduğu siyasanın ayırıcı
niteliğinide çok iyi göstermektedir. Bu siyasanın özelliği şu: Son
aşamaya değin (borç almamakta) direnmek ve ardından Avrupa
yöntemlerini uygulayabilecek en elverişli koşullan kaçırmak. Oysa
ki, parasal alanda tümüyle ters bir biçimde davranılmış, Avrupa'nın
parasal yöntemleri gelişi güzel uygulanmış, ülkenin borçlara
dayanma gücü kesinlikle gözönüne alınmamıştır.
Türkiye 'nin yaptığı
borçlanma sözleşmeleri öteki devletin
sözleşmelerinden daha yeğin koşullar içerir. Türk hükümeti bir kez
borçlanma yoluna girince önceleri borçlanmamakta gösterdiği
aşırılığı, "SAKINMADAN BORÇLANMAK" biçiminde yineden

59
gösterir. Durum, para verenlerin ileri süreceği tüm koşulları
onaylamaya değin varır.
Borçların dengelem (bütçe) üzerinde bir ağırlık yaptığı ve borç
üremlerinin ancak yineden borçlanmalarla ödenebileceği gerçeği
kesinlikle gözönüne alınmaz. Türkiye'nin Avrupa bankalarına
ödediği ürem oranı %15-20'den aşağı değildir. Böyle bir siyasa'nın
sonunda "PARASAL BATKI" (iflas) kaçınılmazdır.
Türkiye ilk dış borçlanmasını bağlaşığı İngiltere ile yaparak 4
Ağustos 1854'te 3.000.000 sterling alır. Bunu savaşın
sürdürülmesinde kullanmak üzere 27 Haziran 1855 yılgünlü
5.000.000 sterling tutarındaki sözleşme onu da, "kağıt para"nın
dolanımdan kaldırılması (aşağı çağırılması: PİRENNE) amacıyla
alınan 5.000.000 sterling tutarındaki antlaşma izler. 1854'ten 1874
yılgününe değin alınan borç 5.298.000 frank, ele geçen para ise ancak
3.013.000 franktır. 1874-1875 dengdeminde 25.000.000 Osmanlı
lirası gelir gösterilir, ancak olmayan sanal bir gelirdir bu. Gerçekte
gelir 17 .000.000 liradır. Bundan devletin dış borçları için de
13.000.000 lira ayırmak gerekir, dolayısıyla hükümete yönetim ve
öteki kamusal giderler için 4.000.000 lira kalır. Bu denli bir parayla
ne ordu beslemek, ne devlet yönetmek olanaklı olduğundan hükümet
aynı yıl borçlarını ödemeyi durdurur. Ayrıca, demiryolu yapan
kuruluşların yıllar geriye giden alacakları da ödenemez olur. Üstüne
üstlük bu yıl ülkedeki koşullar da çok kötü gitmektedir. Birçok
yörelerde öngörülen ürün elde edilemez, hükümet açlığı gidermek
için bu yörelere yiyecek dağıtmak zorunda kalır, sel yıkımları önceki
yıllara oranla daha yeğin olur, ülkenin birçok yöresinde sayrılıklar
başgösterir. Bunun sonucu olarak ondalık (öşür) ve öteki vergiler
zorla alınır, hükümet ölçümlediği tutarda vergi toplayamaz. Bosna
ve Hersek' te başlayan ayaklanmalar Avrupa yakasının öteki
kentlerine de sıçradığında hükümet parasal özveriler gerektiren
önlemler almak zorunda kalır. Dış borçlar 280.000.000 giderler ise
12.000.000 sterlinge ulaşır. Bunları ödemek için gereken gelirleri
1874-1875 dengeleminde 22.000.000 kuruş olarak öngörülen gelirler
arasından karşılamak gerekmekteydi. Ayrıca, 16.000.000 kuruşa yakın

60
"dalgalı borçlar" (dette flottant) vardır. Bu koşullar sonucu
Osmanlı devleti ödemeleri durdurduğunda tüm Avrupa ayağa kalkar.
Para dünyasıyla ilişki kurulacağı bir süreçte geçirilen bu deneyimi
sürekli gözönünde tutmak gerekir. "BORSA İŞLEMLERİ" ve
"BANKA YÖNTEMİ" Türkiye'yi parasal bir batkıdan başka çıkışı
olmayan bir yola sürükleyecek güçtedir, öyle ki, "PALDIR
KÜLDÜR" ve sorumlu kişilerin "RUHU BİLE DUYMADAN"
girişilen bir yola.

Türkiye borçları oluntusunun il~ dönemi burada sona erer. İkinci


dönem 20 Aralık 1881 (28 Muharrem 1299) yılgünlü
"MUHARREM KARARNAMESİ"yle başlar.
Sözü edilen belgeyle borçlarını ödemeyeceğini duyurmak zorunda
kalan Osmanlı devleti bunlara karşılık vergi gelirlerinden bir
bölümünü alacaklı devletlerin denetimine bırakır. Aynı yıl ödeme
süresi uzatılan (konsolide) dış borçları yönetmek üzere "Düyun-u
Umumiye" yönetimi adı altında uluslararası bir kurul oluşturulur.
Salt batı "ANAMALCILIK"ının ileri bir "KARAKOLU"
olmakla kalmayarak "SÖMÜRGECİLİK" aracılığı işlevini de
birlikte üstlenen ve "MALİYE BAKANLIGI" konumuna gelen bu
kuruluş, Osmanlı devletinin en verimli vergi kaynaklarını (tuz,
tütün, v.b.g.) alacaklılar adına denetim altına almakla, devletin
parasal bağımsızlığına da son vermiş olur.
Parasal bağımsızlığını yitiren Osmanlı devleti, büyük devletlerin
çıkar çatışmalarından dolayı siyasal bağımsızlığını "SEVR"e değin
taşıyabilecektir.

Oğuz CEYLAN
Sivas, 1994

61
YA VINLA YANIN Y ARARLANDIGI
KAYNAKLAR

ABDİ TARİHİ: 1730 Patrona İhtilali Hakkında Bir Eser (Yay. F. Reşit
Unat), Ankara 1943 (TTKY)
ADIV AR, Adnan : Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1970
AHMET A. Ayıntabi : Terceme-i Burhan-ı Kaatı', C. l, İstanbul 1287
(1272 s.)
AKAGÜNDÜZ, Ahmet : Osmanlı Kanunnameleri 1- ve Hukuki
Tahlilleri- İstanbul 1990
AKBAL- Fazıla : 1831 Tarihinde Osmanlı İmparatorluğunda İdari
Taksimat ve Nüfus, Belleten XV/60 (1951 ), s. 617-628
AKDAÖ, Mustafa : Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluş ve İnkişaf
Devrinde Türkiye'nin İktisadi Vaziyeti, Belleten XIV /55
(1950), s. 319-411
.................. : Türkiye'nin İktisadi Vazıyeti, Belleten XIII/51 (1949), s. 497-
571
.................. : Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi 1 (1243- 1453), İstanbul
1974; il (1453-1559), Ankara 1979 (2. Baskı)
.................. : XVII. Yüzyılda Genel Hatlarıyla Türkiye Tarihi, T AD iV /6-7
(1966) s. 201-247
.:: ............... : Osmanlı Müesseseleri Hakkında Notlar, DTCFD XII ( 1955), s.
27-51.
.................. : Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası -Celali İsyanları-,
Ankara 1975
.................. : Celali İsyanlarında Büyük Kaçgunluk (1603- 1606) 1, TAD 11/2-3
(1964), s. 1-49.
AKSOY, Ö. Asım: Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Deyimler 2, Ankara
1984.

63
AKTEPE, Münir : XVIII. Asrın İlk Yarısında İstanbul'un Nüfus
Meselelerine Dair Bazı Vesikalar, İÜEFTD Jx/13 (Eylül
1958), s. 1-30.
.................. : Patrona İsyanı (1730), İstanbul 1958 (İÜEFY)
ALBA YRAK, Sadık : Budin Kanunnamesi ve Osmanlı Toprak Meseleleri,
İstanbul 1973, (1001 Temel Eser)

ALİ ŞİR NEY Aİ : Muhakemat-ül Lügateyn (Yay. i. R. Işıtman) Ankara


1941
ALTINA Y, A. Refik : Osmanlı Devrinde Türkiye Madenleri (976- 1201 ),
İstanbul 1931

.................. :Osmanlı Devrinde Zorbalar, İstanbul 1932


.................. :Cinci Hocanın İdamı, Tarih-Edebiyat Mecmuası (Ekim 1979) s.
43-47
.................. : Hoca Nüfuzu, İstanbul 1933
................... :Lale Devri (Haz. Ali Diriöz), Ankara 1973
.................. :Eski İstanbul (1553-1839), İstanbul 1931
.................. : Onuncu Asrı Hicri'de İstanbul Hayatı (Haz. A. Uysal), Ankara
1987
.................. : Hicri Onikinci Asırda İstanbul Hayatı (! 100-1200), İstanbul
1930
.................. :Kadınlar Saltanatı 1 (699-1049), İstanbul 1332. il. (1049-1094),
İstanbul 1923 (156+128;180+304 s.)

............,. ..... : Hicri Onüçüncü Asırda İstanbul (1200- 1250), İstanbul 1932
.................. : Onaltıncı Asırda İstanbul Hayatı (1553-1591), İstanbul 1935 (2.
Baskı)

ARSEL, S. Maksudi: Türk Tarihi ve Hukuk, İstanbul 1947 (İÜY n. 336)


ARTUK, İbrahim: 1. Murad'ın Sikkelerine Genel Bir Bakış (1359-1389),
Belleten XLVl/184 (1982), s. 361-391.
.................. : Makrizi, Belleten XVIl/67 (1953), s. 367-391
.................. : Fatih Mehmet Namına Kesilmiş Bir Sikke, İstanbul Arkeoloji
Müzeleri Yıllığın. 7 (İstanbul 1956), s. 38-40

64
.... ., Cevriye : İstanbul Arkeoloji Müzeleri teşhirdeki İslami Sikkeler
Katoloğu, C. 1, İstanbul 1971 :c.
2, İstanbul 1974
AŞIKPAŞAOGLU (D. Ahmet) : Aşıkpaşaoğlu Tarihi (Düz. N. Atsız
Çiftçioğlu), İstanbul 1970

ATEŞ, İbrahim : Osmanlılar Zamanında Mekke ve Medine'ye Gönderilen


Para ve Hediyeler, VD XIII, s. 113-170
ATEŞ, Süleyman: Kur'an, Ankara 1983
AYDOSLU, Sait: Merkantilizm III, Ülkü VHl/48 (Şubat 1937), s. 464-471
AYKUT, Nezihi : Osmanlı İmparatoluğunda Sikke Tecdidleri, İÜEFfED
XIII (1983), s. 253-283.
A YN-İ ALİ: Kanunname-i Ali Osman (Çev. Hadiye Tuncer), Ankara
1962 (TBY)
BABAN, Şükrü : Tanzimat ve Para, Tanzimat 1 (İstanbul 1940), s. 223-
262
.................. : Paranın Mahiyeti, Ankara 1940.
BABİNGER, Franz: Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri (Çev. C. Üçok),
Ankara 1982.
BALTACI, Cahit: XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri -Teşkilat­
Tarih-, İstanbul 1976.
BARKAN, Ö. Lütfi: "Avarız", İA il, s. 13-19
.................. : "Çiftlik", İA III, s. 396
Feodal Düzen ve Osmanlı Tımarı, TİTS Metinler/Tartışmalar,
8-10 Haziran 1973, Ankara 1975, s. 1-32.
.................. : H. 933-934 (M. 1527-1528) Mali Yılına Ait Bir Bütçe Örneği ve
Ekleri (un exemle de budget concernant l'annee
financiere 1527-1528 İÜİFM 15/1-4 Oct. 1953-Juil. l 954,
pp. 251-329.
H. 954-955 (m. 1547-1548) Mali Yılına Ait Bir Osmanlı
Bütçesi (un budget Ottoman concernant l'annee
financiere 1547-1548) İÜİFM 19/1-4, Oct. 1957-Juil.
1958,pp.219-276.

65
.................. : H. 974-975 (m. 1567-1568) Yılına Ait Bir Osmanlı Bütçesi (un
budget Ottoman concernand l'annee financiere 1567-
1568) İÜİFM 19/1-4, Oct. 1957-Juil. 1958, pp. 277-322.
Malikane Divani Sistemi, THİTM (1932-1939) il, s. 119-187;
TTÜA Belgeler 4, s. 151-208 .
.................. : XVI. Yüzyılın İkinci Yansında Türkiye'de Fiyat Hareketleri,
Belleten 136 (1970) s. 557-607 .
................... : 894 (1488-1489) Yılı Cizyesinin Telhisine Ait Muhasebe
Bilançoları, TTKBD l/l (Ocak 1964), s. 1-117

.................. : Tereke Defterleri, TTKBD III/5-6 (1968), s. 454


.................. : Türkiye'de Toprak Meseleleri, Toplu Eserler 1, TTÜA/Belgeler
4-5-6, Kasım 1980
.................. : Türkiye'de Servaj Var mıydı?, Belleten XX/78 (1956 dan ayrı
basım), s. 237-346. TTÜA/Belgeler 3, s. 717-424.

.................. Ayverdi, E. Hakkı: İstanbul Vakıflar Tahrir Defteri 953 (1546),


İstanbul 1970

BARTHOLD, W. : isıam Medeniyeti Tarihi (Çev. F. Köprülü)", Ankara


1973 (DİBY)
Orta Asya Tarihi Hakkında Dersler (Yay. K. Y. Kopraman-
Afşar i. Aka) Ankara 1975

BASCH, E. Bitinya Tetkikleri (Çev. Sabahat Altan), Belleten X/37


(1946), s. 29-53
BAŞTAV, Şerif: 16. Asırda yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı Tarihi
-Giriş ve Metin- (1373-1512), Ankara 1973 (AÜDTCFY
n. 237)
BAUDİN, Louis: Para (Çev. Emin Özbek), İstanbul 1947

BAYKAL, Bekir Sıtkı: Osmanlı İmparatorluğunda XVII ve XVIII.


Yüzyıllar Boyunca Para Düzeni İle İlgili Belgeler, TTBD
IV/7-8 (1967), s. 49-78
.................. :Ayanlık Müessesesinin Düzeni Hakkında Belgeler, TTBD 11/2
(1964) s. 221-225

66
.................. : Ill. Selim Devrinde İmdad-ı Sefer İçin Para Basılmak Üzere
Saraydan Verilen Altın ve Gümüş Avani Hakkında.
TVD XIII (1941), s. 203-211
BAYKAL, İsmail Hakkı: Enderun Mektebi Tarihi 1, İstanbul 1953
(İstanbul Fatih Neşr. n. 20)

BA YSUN, Cavid: "Ebussuud Efendi", İA iV, s. 92 -98


BA YUR, Hikmet : Hindistan Tarihi il (Gürkanlı Devletinin Büyüklük
Devri 1526-1737) Ankara 1947 (TTKY)
HERKES, Niyazi: 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz?, İstanbul 1965 (2. Baskı)
.................. :Türkiye' de Çağdaşlaşma, İstanbul 1978
.................. : Türkiye'de Ekonomik Düşünün Evrimi, Felsefe ve Toplum
Bilim Yazıları (İstanbul 1985), s. 145-165
.................. :Türkiye İktisat Tarihi 1, il, İstanbul 1975
BESCHERELLE, AİNE : Nouveau Dictionnaire National ou Dictionnaire
Universel De la Langue Française, Tome Deuxieme D-H,
Paris 1887 (s. 1069-1922)
BEYDİLLİ, Kemal: Büyük Friedrich ve Osmanlılar, İstanbul 1985

BİLSEL, Cemil: Devletler Hukuku-Giriş-, İstanbul 1940

BİRKEN, Andreas: Die Provinzon des Osmanischen Reiches, Wiesbaden


1976 (322 s.)
BLAİSDEL, Donald C.: Osmanlı İmparatorluğunda Avrupa Mali
Denetimi "Düyun-u Umumiye" (Çev. A. İhsan Dalgıç),
İstanbul 1979

BORAN, Behice: Metot Açısından Feodalite ve Mülkiyet 1-II, Yön Dergisi,


sayı 50-51

BULUT, Rukiye: 18. Yüzyılda İstanbul Nüfusunun Artmaması İçin Alınan


Tedbirler, BTTD 3 (Aı:alık 1967), s. 30-33
BURİAN, Orhan: Kraliçe Elizabeth'den Üçüncü Sultan Murat'a Gelen
Hediyenin Hikayesi, DTCFD IX/l-2 (1951), s. 19-41.
BÜNGÜL, N. Rüştü: Eski Eserler Ansiklopedisi, İstanbul 1939
CEM, İsmail: Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi, İstanbul 1970

67
CEVDET, Ahmet Paşa: Tarih-i Cevdet, 1-II Dersaadet 1309 (371+391 s.);
IIl-IV, Ay. Yıl, (377+365 s.); V-VI, Ay. Yıl (370+412 s.);
VII-VIII, Ay. Yıl (367+362 s.); IX-X, Ay. Yıl (320+278 s.);
Xl-XII, Ay. Yıl (275+286 s.)
.................. : Tarih-i Cevdet (Çev. D. Günay, M. Çevik) 12 C. (1972-1976)
CEZAR, Mustafa: Osmanlı Tarihinde Leventler, İstanbul 1965 ..
CEZAR, Yavuz: Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi
(XVIII. Yüzyıldan Tanzimat'a Mali Tarih), İstanbul
1986.
Osmanlı Mali Tarihinde Esham Uygulamasının İlk
Dönemlerine İlişki Bazı Önemli ve Örnek Belgeler,
Toplum-Bilim XII (İstanbul 1980), s. 126-143
-~· . Osmanlı Maliyesinde XVII. Yüzyılın İkinci Yarısındaki
···}'···············
"İmdadiye" Uygulamaları, İÜSBFD Yıl 2, Sayı 2 (1984) s.
69-102.
.................. :Zahire Nezareti ve 1795 (1210) Tarihli Nizamnamesi, Toplum-
Bilim VI-VII (1978); s. 111-l 16.
CHRİSTOF, B.N. : Osmanlı İmparatorluğunda Cizye (Baş Vergisi) (Çev.
Şinasi Altındağ) Belleten VIII/32 (1944), s. 599-652
CİN, Halil: Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Ankara
1978
.................. : Miri Arazi ve Bu Arazinin Özel Mülkiyete Dönüşümü, Konya
1986
ÇADIRCI, Musa : Tanzimatın İlanı Sıralarında Türkiye'de Yönetim
(1826-1839), Belleten LI (1987), s. 1215-1240
ÇAGAT AY, Neşet: Osmanlı İmparatorluğunda Maden İktisadi yatı
Hakkında Vesikalar TVD l l/lO (1942), s. 275-283.

Osm~nlı İmparatorluğunda Reayadan Alınan Vergi ve


R~simler, DTCFD V (1947), s. 483-51 l.

.................. : Osmanlı İmparatorluğunda Riba-Faiz Konusu, Para Vakıfları


ve Bankacılık, Makaleler/İncelemeler (Konya 1983), s.
145-172 (SÜY n.2)
ÇELEBİZADE İBRAHİM: Tarih-i Çelebizade, İstanbul H. 1153 ( 157 ypr.)

68
ÇEŞMİZADE M. REŞİD: Çeşmizade Tarihi (Haz. Bekir Küıukuğlu;,
İstanbul 1959

ÇİVİ, Halil : Türkiye' de Bankacılık (Teori-Uygulama ve Sonuçları),


Ankara 1985 (CÜY n. 1)
DANİŞMEND, İ. Hakkı: Osmanlı Devlet Erkanı, İstanbul 1971
.................. : Osmanli Tarihi Kronolojisi, C. 1, İstanbul 1947; C. 2, İstanbul
1948 C. 3, İstanbul 1961 (2; Baskı); C.4, İstanbul 1963 (2.
Baskı)

DERNSCHWAM, Hans: İstanbul ve Anadolu'ya Seyahat Günlüğü (Çev.


Yaşar Önen), Ankara 1987 (KVTBY)

DEVELİOGLU, FERİT: Osmanlıcı-Türkçe Lugat, İstanbul 1986


DİVİTÇİOGLU, Sencer: ATÜT ve Osmanlı Toplumu, İstanbul 1964

................... : Asya Tipi Üretim Tarzı ve Az Gelişmiş Ülkeler, İstanbul 1965


DOGRUL, Ö. Rıza: Tanrı Buyruğu, İstanbul 1947. (Tercüme ve Tefsir)
DOWNEY, Fairfax: Kanuni Sultan Süleyman (Çev. Behiç Koryürek),
İstanbul 1975

DUKAS: Bizans Tarihi (Çev. VL. Mirmiroğlu), İstanbul 1956


DÜZDAG, Ertuğrul M. : Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fetvaları, İstanbul
1972
: E.J.BRILL LTD. Antıquanan Booksellers, Cataloqı,ıe n.
545, Leiden November 1985
ELDEM, Vedat : Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları Hakkında
Bir Tetkik, Ankara 1970
ELİK, Arif: Farsça-Türkçe Lugat, İstanbul 1968
ENGELHART, E (douard): Tanzimat Türkiye'si (Çev. Ayda Düz),
İstanbul 1976 (MY)

ENGİNÜN, İnci: Özi Kalesinin Düşüşüyle İlgili Bir Şiir, İÜEFTED 31


(1978). s. 269-274
ERCAN, Yavuz: Devşirme Sorunu Devşirmenin Anadolu ve
Balkanlardaki Türkleşme ve İslamiyete Etkisi, Belleten
L/198 (1987), s. 679-722

69
Osmanlı İmparatorluğunda Gayri Müslümlerin Ödedikleri
Vergiler ve Bu Vergilerin Sosyal Sonuçları, Belleten
LV/213 (1991), s. 372-391
ERDOST, M.İ.: Osmanlı İmparatorluğunda Mülkiyet İlişkileri, Ankara
1984
EREMY A, Çelebi: XVII. . Asırda İstanbul Tarihi (Çev. Hrand D.
Andreasyan) İstanbu 1952
ERGENÇ, Özer: XVIII. Yüzyılda Osmanlı Sanayii ve Ticaret Hayatına
İlişkin Bazı Belgeler, Belleten Lil/203 (1988), s. 501-533

ERİM, Nihat : Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri l, Ankara


1953 (AÜHFY)
ERİNÇ, Orhan: 250 Yıl Önce İstanbul' da Gecekondu, Kaçak İnşaat, Sahil
Yağması Sorunları ve Çareleri, BTTD x (1968), s. 54-58.
ERKİNS, Ziya: Topkapı Sarayı, İstanbul 1969

ERNEST, L-ALFRED, R.: Histoire Generale, Paris 1896 (12 C.)


EROL, Mine : Osmanlı İmparatorluğunda Kağıt Para (Kaime), Ankara
1970
ESAD EFENDİ: Osmanlılarda Töre ve Törenler -Teşrifat-ı Kadime- (Sad.
Yavuz Ercan), İstanbul 1979
ESİN, Emel: Başlangıçtan Selçuklulara Kadar Hakan Şehri, TAD VI/10-
1l (1948) s. 135- 145
ESKİN .. Şekip : Posta, Telgraf ve Telefon Tarihi, Ankara 1942
FEKETE, L (ajos): Türk Vergi Tahrirleri (Çev. Sadrettin Karatay),
Belleten XI/42 (1947), s. 299-328.
FIRATLI, Nezihi: Bitinya Araştırmalarına Bir Kaç İlave, Belleten
XVII/65 (1953), s. 15-25
FURON, Raymond: İran (Çev. G.K. Söylemezoğlu, Yay. İbrahim Hilmi),
Ankara 1943
GALLAND, Antoine : İstanbul'a Ait Günlük Hatıralar 1 (1672), (Yay.
Charles Schefer, çev. N. Sırrı Örik), Ankara 1949
(TTKY)

70
GENÇ; Mehmet: Osmanlı Maliyesinde Malikane Sistemi, TİTS
Metinler{fartışmalar 8-10 Haziran 1973 (Ankara 1975),
s. 231-291
GODELİER- Maurice: Asya Tipi Üretim Tarzı Kavramı ve Marksist
Şemalara Göre Toplumların Evrimi (Türkçesi Attila
Tokatlı), İstanbul 1974

GÖKBİLGİN, M. Tayyib: Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyet Tarihine


Genel Bakış, İstanbul 1977 (İÜEFY n. 2272)
15 ve 16. Asırlarda Edirne ve Paşa Livası (Vakıflar-Mülkler­
Mukataalar), İstanbul 1952 (İÜEFY n. 508)
15 ve 16. Asırlarda Eyalet-i Rum, VD VI (1965), s. 51-61
.................. :Rüstem Paşa Hakkındaki İthamlar, İÜEFTED. VIIl/l-2 (1955),
s. 9-50
.................. : Osmanlı Paleografya ve Diplomatik İlmi, İstanbul 1979
(İÜEFY)

GÖKBİLGİN, Özalp: 1532-1572 Yılları Arasında Kırım Hanlığının Siyasi


Durumu, Ankara 1973
GÖLPINARLI, Abdülbaki: 100 Soruda Türkiye'de Mezhepler ve
Tarikatlar, İstanbul 1968.
GÖYÜNÇ, Nejat: XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, İstanbul 1969 (İÜEFY
n. 1458)
GRENARD, Fernand: Asya'nın Üstünlüğü ve Düşkünlüğü (Çev. Hamdi
Varoğlµ), İstanbul 1941.

GRİSWOLD, J. W.: The Greate Anatolien Rebellion 1000-1020 (l 591-


1611), Bedin 1983 (XXIV+333 s.)
GÜÇER, Lütfi: XVI ve XVII. Asırda Osmanlı İmparatorluğunda Hububat
Meselesi ve Hububattan Alınan Vergiler, İstanbul 1964
.................. : XVIII. Yüzyıl Ortalarında İstanbul'un İaşesi İçin Lüzumlu
HÜbubatın Temini Meselesi, İÜİFD XI/14 (Ekim 1949-
Temmuz 1950), s. 397-416.
HAMİT-MUHSİN: Türkiye Tarihi, İstanbul 1930

71
HAMMER, Joseph ,· 3üyük Osmanlı Tarihi (Haz. Mümin Çevik-Erol
Kılıç) İsl"nbul 1990

HANÇERLİOÖLU, Orhan: Ekonomi Sözlüğü, İstan?ul 1977 (3. Baskı)


.................. : Başlangıçtan Bugüne Kadar Özgürlük Düşüncesi, İstanbul 1975
(Varlık Yayınları)

.................. : Handbook of chemistry and physic, ed. 1974-1975


HASAN ALİ:. Türk Dilinin Bölümleri -Edebi Lehçeler- Ülkü (Mayıs
1933), s. 307-312.
HAYDAR ÇELEBİ: Haydar Çelebi Ruznamesi (Haz. Yavuz Senemoğlu)
1001 Temel Eser n. 73·
HEPER, Metin: Bürokratik Yönetim Geleneği, Ankara 1971 (ODTÜY)
HEYD, W.: Yakın Doğu Ticaret Tarihi (Çev. E. Z. Karal), Ankara.1975
HİLA V, Selahattin: Asya Tipi Üretim Biçimi, Eylem 13, Mart 1965

HOCA SADETTİN: Tac-üt Tevarih III (Yay. İsmet Parmaksızoğlu),


İstanbul 1978. Ayrıca 1-2 Cilt İstanbul H. 1279 (582+619 s.)

HÜSEYİN KADRİ: Büyük Türk Lügatı I-II. İstanbul 1928.

IŞIKSAL, Cavide: Türkiye'de İlk Bankacılık Hareketi ve Osmanlı


Bankasının Kurulması, BTTD X (Temmuz 1968), s. 72-
74.
IŞIKSAL, Turgut: Kanuni Devrinin Son Yıllarında Osmanlı
İmparatorluğunun Para Durumu, BTTD XV (Aralık
1968), s. 66-68.
İBN-İ HALDUN: Mukaddime I (Çev. Z. Kadiri Ugan), İstanbul 1954.

İBN-İ KEMAL: Tevarih-i Ali Osman (Yay. Şerafettin Turan) 1. Defter,


Ankara 1970
İNALCIK, Halil: Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluş ve İnkişaf Devrindt:
Türkiye'nin İktisadi Vaziyeti Üzerine Bir Tetkik
Münasebetiyle, Belleten XV/59 (1950), s. 629-685
.................. : Bursa Şer'iye Sicillerinde Fatih Sultan Mehmet'in Fermanları,
Belleten XI/44 (1947), s. 693-706
.................. : Hicri 835 Tarihli Suret-i Defter-i Sancak-·i Arvanid, Ankara
195?

72
.................. : Adaletnameler, TIK Belgeler, 11/3-4 (1965), s. 49-165
.................. ANHEGGER, Robert: Kanunname-i Ber Muceb-i Örf-i Osmani
(il. Mehmet ve il. Bayezid Devirlerine Ait Yasakname ve
Kanunnameler), Ankara 1954 (TTKY)
.................. :Osmanlılarda Raiyet Rüsumu, Belleten XXIII/92 (1959), s. 575-
610
.................. : Tanzimatın Uygulaması ve Sosyal Tepkileri, Belleten
XXVll/l 12 (1964), s. 623-690
.................. : Tanzimat, TAD iV (1940-1941), s. 237-260
.................. : 15. Asır Türkiye İktisadi ve İçtimai Tarihi Kaynakları, İFM XV
(1955), s. 51-75
.................. : "Reisülküttap", İA IX, s. 672-683
İNAN, Huricihan: Osmanlı Tarihi ve Dünya Sistemi Bir Değerlendirme,
Toplum-Bilim XXIII (Güz 1983), s. 9-39
İNCİCYAN, P.G. : XVIII. Asırda İstanbul (Çev. H. Andreasyan), İstanbul
1956
İPEKTEN, H. -ÖZERGİN, M. : Sultan III. Ahmet Devri Tarih
Manzumeleri, İÜEFTD lX/13 (Eylül 1958), s. 133-150 ve
X/14, s. 124-146
İSFENDİY AROÖLU, Fethi: Galatasaray Tarihi, İstanbul 1954

İZZİ SÜLEYMAN: Tarih-i İzzi, İstanbul H. I 199 (288 ypr.)

JACOP, Xavier: İncil Nedir? Tarihi Gerçekler, Ankara 1985


JAHN, Kari: İran'da Kağıt Para (Çev. M. Altay Köymen), Belleten VI/23-
24 (1942) s. 269-309
KAHYA, Esin: Türkiye'de İlk Demiryolları, Belleten LII/202 (1988), s.
209-218.
KARAL, E. Ziya: OTN Nizam-ı Cedid ve Tanzimat Devirleri (1789-
1856) Ankara 1970 (TIKY 3. Baskı)
.................. : OTNI İslahat Fermanı Devri (1856-1861 ), Ankara 1976
(TTKY 2. Baskı)
Osmanlı İmparatorluğunda İlk Nüfus Sayımı 1831, Ankara
1943

73
.................. : Selim III Devrinde Osmanlı Bahriyesi, TVD 1/3 (1942), s. 203-
211
.................. : Selim III. Hatt-ı Hümayunları "Nizam-ı Cedid" (1789-1807),
Ankara 1988 (TTKY 2. Baskı)
.................. : Tanzimat Devri Vesikaları "Rüşvetin Kaldırılması İçin Yapılan
Teşebbüsler," TVD 1/1 (1941 ), s. 45-65

KARAMURSAL, Ziya: Osmanlı Mali Tarihi Hakkında Tetkikler, Ankara


1940
KAŞGARLI MAHMUT: Divan-ı Lügat-it Türk 1 (Çev. Besim Atalay),
Ankara 1 939; il Ankara 1940; III Ankara 1941
KATİP ÇELEBİ: Bozuklukların Düzeltilmesinde Tutulacak Yollar
"Düstut'l Amel-i Islahi'l Halel" (Haz. Ali Can), Ankara .
1982
.................. : Seçmeler (Haz. O. Ş. Gökyay) İstanbul 1968
.................. :Takvim-üt Tevarih, İstanbul H. 1279 (237 s.)
KAYNAR, Reşat: Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, Ankara 1985 (TTKY)
KAZGAN, Gülten: İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi,
İstanbul 1984 (3. Baskı)

KOCAER, Remzi: Osmanlı Altınları (Gold Coins of the Ottomans


Empire), İstanbul 1967
KOCASEKBANBAŞI: Kocasekbanbaşı Risalesi (Haz. Abdullah Uçman),
İstanbul 1972

KOÇİ BEY: Risale-i Koçi Bey (Haz. Zuhuri Danışman), İstanbul 1972

.................. : Koçi Bey Risalesi, İstanbul H. 1284 (70 s.)


KONGAR, Emre: İmparatorluktan Günümü.ze Türkiye'nin Toplumsal
Yapısı, İstanbul 1978 (2. Baskı)

KONYALI, İ. Hakkı : İstanbul Sarayları, İstanbul 1943


KÖPRÜLÜ, Fuat: Bizans'ın Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında Bazı
Mülahazala THİTM 1 (İstanbul 1931 ), s. 164-312
.................. :Osmanlı Devletinin Kuruluşu, Ankara 1972 (2. Baskı)

.................. :Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, İstanbul 1934

74
KÖPRÜLÜ, Fuat. O: Raşid Tarihinin Kaynaklarından Biri: Silahdarın
Nusretnamesi, Belleten Xl/43 (1947), s. 473-490
KÖYMEN, M. Altay: Alparslan ve Zamanı il, Ankara 1983 (AÜDTCFY
n. 342)
KUNT, İ. Metin: Sancaktan Eyalete, 1550-1650 Arasında Osmanlı
Ümerası ve İl İdaresi, İstanbul 1978

KURAT, A. Nimet: Türk-İngiliz Münasebetlerinin Başlangıç ve Gelişimi


(1537-1610), Ankara, 1953 .
.................. : Yarhğ ve Bitikler, İstanbul 1940.
KURAY, Gül bende: Türkiye'de Bir Machıavelli: Koçi Bey, Belleten
Lil/205 (Aralık 1988), s. 1655-1662
KURDAKUL, Necdet: Osmanlı Devletinde Ticaret Antlaşmaları ve
Kapitülasyonlar, İstanbul 1981
KÜÇÜKÖMER, İdris: Düzenin Yabancılaşması, İstanbul 1989 (2. Baskı)
KÜTÜKOÖLU, Mübahat S.: 1624 Sikke Tashihinin Ardından Hazırlayan
Narh Defterleri, İÜEFT XXXIV (1984), s. 123-182 (Prof.
Dr. M. C. Şehabeddin Tekindağ Hatıra Sayısı)
1009 (1600) Tarihli Narh Defterine Göre İstanbul' da Çeşitli
Eşya ve Hizmet Fiyatları, İÜEFTD IX (1978), s. 1-85

.................. : XVII. Yüzyılda İngiliz ve Fransız Korsanlık Hareketlerinin


Akdeniz Ticareti Üzerindeki Etkileri, BTTD XII (Eylül
1968), s. 57-71
.................. :Osmanlı-İngiliz İktisadi Münasebetleri 1 (1580-1838), Ankara
1974
Osmanlılardan Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri,
İstanbul 1983

LEVEND, A. Sırrı: : Ali Şir Nevai 1 (Hayatı, Sanatı ve Kişiliği), Ankara


1965; 11 Ankara 1968 (TT~Y)

LÜTFİ PAŞA: Asafname (Haz. Ahmet Uğur), Ankara 1982 (1000 Temel
Eser n. 87)

.................. : Asafname, İstanbul H. 1326 (26 s.)

75
MAKRİZİ, Ahmet: Eski ve İsHimi Paralar (Çev. İ. H. Konyalı), İstanbul
1946
................... : Makrizi (Yay. İ. Artuk), Belleten XVII (1953), s. 367-391
MANTRAN, Robert: 17. Yüzyılın İkinci Yansında İstanbul 1 (Çev. M. Ali
Kılıçbay-Enver Özcan), Ankara 1986

.................. : Mathia İncili, İstanbul 1984


MEHMET HALİFE: Tarih-i Gılmani (Haz. Ömer Karayumak), 1001
Temel Eser n. 74
MERİÇ, Ümid: Cevdet Paşa'nın Cemiyet ve Devlet Görüşü, İstanbul 1979
(2. Baskı)

MUMCU, Ahmet: Divan-ı Hümayun, Ankara 1985 (2. Baskı)

.................. : Osmanlı Devletinde Rüşvet (Özellikle Adli Rüşvet), İstanbul


1985 (2. Baskı)
MUSTAFA NURİ PAŞA: Netayic-ül Vukuat "Kurumları ve Örgütleriyle
Osmanlı Tarihi" (Sadeleştiren, Notlar ve Açıklamaları
Ekleyen Neşet Çağatay), C. 1-11 Ankara 1979; III-IV
Ankara 1980
MUSTAFA YEV, EM.E-SÇERBİNİN V .G. : Rusça-Türkçe Sözlük,
Moskova 1972
MUTAFÇİEVA, V.P.: XVIII. Yüzyılın Son On Yılında Ayanlık Müessesesi
(Tere. B. Kodaman) İÜEFTD XXXI (1977), s. 163-182
MUTLUÇAG, Hayri: Düyun-u Umumiye ve Reji Soygunu, BTTD 2 (1967),
s. 33-39
MÜNECCİM BAŞI (Ahmet Dede): "Sehaif-ül Ahbar fi ve Kayi-ül asar
(Çev. İsmail Erünsül) 1000 Temel Eser n. 37
NADİR, Ayşegül: Osmanlı Padişah Fermanlan, Londra 1986

NAİMA (Mustafa Efendi): Tarih-i Naima, 1 İstanbul H.1281 (462 s.); 11


İstanbul H. 1283 (451 s.); lII Ay.Yıl (460 s.); iV Ay.Yıl
(465 s.); V Ay.Yıl (452 s.); Vl Ay.Yıl (441 s.); Ayrıca

Zuhuri Danışman Çevrisi, İstanbul, C.l 1967; C.2 1968;


C.3 1968; C.4-5-6 1969

:,-,
NEBİOGLU, Osman: Bir İmparatorluğun Çöküşü ve Kapitülasyonlar,
Ankara 1986 (TİBY n. 276)
NECATİGİL, Behçet: Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, Ankara 1970
(Varlık Yayınları)

NEŞRİ MEHMET: Kitab-ı Cihannüma, Neşri Tarihi (Haz. F. R. Unat-


M.A. Köymen), Ankara 1949 (TTKY)
NİZAMÜLMÜLK: Siyasetname (Çev. M. Altay Köymen), İstanbul 1990
(1000 Temel Eser n. 189)
ONGUN, Zarif: Tuğ ve Sancak TVD 1/4 (1941),.s. 245-255
ORHONLU, Cengiz: Osmanlı Tarihine Ait Belgeler, "Telhisler" (1597-
1607), İstanbul 1970 (İÜEFY n. 1511)
ORUÇ BEG : Oruç Beğ Tarihi, (Haz. Atsız) İstanbul 1972 (1001 Temel
Eser)
ÖLÇER, Cüneyt : Ufak Değerli Osmanlı Kağıt Paraları, Tarih ve Toplum
(Eylül 1985), s. 46-57
.................. :'Son Altı Osmanlı Padişahı Zamanında İstanbul'da Basılan
Gümüş Paralar, İstanbul 1966

.................. : Sultan il. Mehmet Zamanında Darp Edilen Osmanlı Madeni


Paraları, İstanbul 1970

ÖNSOY, Rıfat: Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii ve Sanayileşme


Politikası, Ankara 1988

ÖZKA YA, Yücel: XVIII. Yüzyılda Osmanlı Kurumları ve Osmanlı


Toplum Yaşantısı, Ankara 1985 (KvTBY n. 600)
.................. : XVIII. Yüzyılda Çıkarılan Adaletnamelere Göre Türkiye'nin İç
Durumu, Belleten XXXVIIl/151 (1974), s. 445-491
.................. : xvııı. Yüzyılın İlk Yarısında
Yerli Ailelerin Ayanlıkları Ele
Geçirişleri ve Büyük Hanedanlıkların Kuruluşu, Belleten
168 (1978), s. 667-675
.................. :Osmanlı İmparatorluğunda Ayanlık, Ankara 1977 (Doç. Tezi,
AÜDTCFY N. 273)
.................. : Osmanlı İmparatorluğunda XVIIl. Yüzyılda Göç Sorunu, TAD
(1982) "100. Yıl Sayısı'', s. 171-203 (Yay. n. 324)

77
PAKALIN, M. Zeki: Maliye Teşkilatı Tarihi 1 (1442-1930), Ankara 1977
............. ;.... :Osmanlı Tarih Deyimler ve Terimleri Sözlüğü, 1, il, ili, İstanbul
1946-1954
.................. : Tanzimatın Maliye Nazırları il. (?)
PAMUK, Şevket: Osmanlı Ekonomisi ve Dünya Kapitalizmi (1820-1913),
Ankara 1984
.................. : Osmanlı Zenaatlerinin Yıkılması "Pamuklu Tekstil Örneği"
(1820-1913), Toplum-Bilim 23 (1983), s. 75-99
.................. : 100 Soruda Osmanlı-Türkiye İktisat Tarihi (1500- 1914),
İstanbul 1988
PARVUS EFENDİ: Osmanlı İmparatorluğunun Mali Tutsaklığı (Haz.
Muzaffer Sencer), İstanbul 1977
PEÇEYİ, İBRAHİM: Peçevi Tarihi I (Yay. B. Jıtkı Baykal), Ankara 1981;
II Ankara 1982 (1000 Temel Eser)
PELİN, Fazıl: Osmanlı Borçlarının Taksimi, HI. Tarih Kongresi Ankara
15-20 Kasım 1943, Sunulan Tebliğler, Ankara 1948, s.
339-359
PERE, Nuri: Osmanlılarda Madeni Paralar, İstanbul 1968
PİRENNE, Henri: Ortaçağ Avrupa'sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi (Çev.
Uygur Kocabaşoğlu), İstanbul 1983
RAŞİD, MEHMET: Tarih-i Raşid, 1 İstanbul H. 1153 (277 ypr.); II, II1
Ay.Yıl (192+113-158 ypr.)
REŞAD, N, A. SUHA, N. ATAÇ-İ.H. DANİŞMEND: Fransızca-Türkçe
Resimli Büyük Dil Kılavuzu, 1-II-III, İstanbul 1948
: Resimli Haritalı Mufassıl Osmanlı Tarihi il, İstanbul 1958
REYHANLI, Tülay: İngHiz Gezginlerine Göre XVI. Yüzyılda İstanbul'da
Hayat (1582-1599), Ankara 1983 (KVTBY n. 554)
RIFAT, Osman: Edirne Sarayı (Yay. Süheyl Ünver), Ankara 1957
RODİNSON, Maxime: İsliimiyet ve Kapitalizm (Çev. Orhan Suda),
İstanbul 1969
SAHİLLİOÔLU, Halil : Derviş Mehmet Paşa'nın Kişiliği ve Ekonomik
Anlayışı (Naima'dan aynen) Toplum ve Bilim il (1977),
s. 171-178

78
.................. : Fatih'in Son Yıllarında Bakır Para, BTTD VI (Mart 1968), s.
72-75
.................. : Kuruluşundan XVII. Asrın Sonlarına Kadar Osmanlı Para
Tarihi Üzerine Bir Deneme, İstanbul 1985
.................. : XVII. Asrın İlk Yarısında İstanbul'da Tedavüldeki Sikkelerin
Raici, TTK Belgeler 1/2 (Temmuz 1964), s. 227-233
XVIII. Yüzyıl Ortalarında Sanayii Bölgelerimiz ve Ticari
İmkanları, BTTDXI (Ağustos 1968), s. 61-66

Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1525 Yılı Sonunda


İstanbul'da Fiyatlar, BTTD 1 (Ekim 1967), s. 36-40

.................. :Osmanlı Tarihinde Dünya Para ve Maden Hareketlerinin Yeri


(1300-1750), ODTÜGD Özel Sayı 3 (1978), s. 36-37,
Tablo 6-7
.................. :Sıvış Yılı Buhranları, İÜEFM XXVII (1963), s. 75-81
SAMİ, ŞAKİR, SUPHİ: Tarih-i Sami, İstanbul H. 1198 (238 s.)
SANDER, Oral: Ankanın Yükselişi ve Düşüşüşü - Osmanlı Diplomasi
Tarihi Üzerine Bir Deneme- Ankara 1987 (AÜSBFY
n.563)
SARAÇ, Tahsin: Fransızca-Türkçe Büyük Sözlük, Ankara 1976 (TDKY)
SARÇ, Ö. Celal: Tanzimat ve Sanayiimiz, Tanzimat 1 (İstanbul 1940), s.
423-440
SARI MEHMET PAŞA

Defterdar: Devlet Adamlarına Öğütler "Te'lif-i Muhammed Paşa Eldefteri


Nesayıh'ül-vüzera v'el ümera veya Kitab-ı Güldeste
Nizam-ı Devlete Müteallik Risale" (Der. ve Çev. Hüseyin
Ragıp Uğural), Ankara 1969

.................. : Zübde-i Vekaiyiit "Olayların Özü" (Sad. Abdulkadir Özcan), lI


(1684-1689) İstanbul 1977, III (1689-1694) İstanbul 1979
(1001 Temel Esern. l 15-139)
SA YAR, A. Güner: Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması (Klasik
Dönemden il. Abdülhamit'e), İstanbul 1986
SERTOGLU, Murat: Resimli Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul 1958

79.
SEVGEN, Necibe: Nasıl Sömürüldük? Sarraflar, BTTD XIV (Kasım 1968),
s. 65-68; XV (Aralık 1968), s. 59-65; XVI (Ocak 1969), s.
54-56; XVII (Şubat 1969), s. 62-64; XVIII (Mart 1969), s.
76-78; XIX (Nisan 1969), s. 66-67
SEVİM, Ali-YÜCEL, Yaşar: Türkiye Tarihi 1-Il-III-IV, Ankara 1990
(TTKY)
SHAW, J. Stanford
SHA W, EZEL KURAL: Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye 1
(Çev. Mehmet Harmancı), İstanbul 1982; il İstanbul 1983
SİLAHTAR MEHMET AÖA: Nusretname (Sad. İsmet Parmaksızoğlu),
C.I, F.l İstanbul 1962; C.1, F.2, İstanbul 1963; C. 1, F.3,
İstanbul 1964; C.2, F. l, İstanbul 1966; C.2, F.2, İstanbul
1969
SOLAKZADE MEHMET EFENDİ: Solakzade Tarihi, İstanbul H. 1297
(773 s.)
.................. : Solakzade Tarihi II (Haz. Vahit Çabuk), Ankara 1989 (KBY n.
1089)
STRE.CK.M : "Karun", İA VI, s. 364-370
SÜLEYMAN, Sudi: Defter-i Muktesid I, Dersaadet 1307 (2. Baskı 142 s.)
SÜMER, Faruk: Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu
Türklerinin Rolü, Ankara 1972
.................. : Oğuzlar, Ankara 1972
ŞAKİR, Ziya: Osmanlı İmparatorluğunda Maktül Vezirler, İstanbul 1944
ŞEMDANİZADE Süleyman: Müri't-Tevarih (Yay. Münir Aktepe) 1,
İstanbul 1976 (İÜEFY n. 2799)
ŞENSÖZEN, Vasfi: Osmanlıoğullarının Varlıkları ve II. Abdülhamid'in
Emliiki, Ankara 1982 (TTKY)
SUYLA, R. Şükrü: Tanzimat Devrinde İstikrazlar, Tanzimat 1 (İstanbul
1940), s. 263-288
TABAKOÖLU, Ahmet: Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi,
İstanbul 1985
TAÇALAN, Nurdoğan: Ege'de Kurtuluş Savaşı Başlarken, İstanbul 1981
(Hürriyet Yayının. 265)

80
TANERİ, Aydın: Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluş Döneminde Vezir-i
Azamlık (1299-1453), Ankara 1974 (AÜDTCFY n.248)

.................. : Osmanlı Kara ve Deniz Kuvvetleri (Kuruluş Devri), Ankara


1981
.................. : Selçuklu Ordusu, TAD IV/6-7 (1967), s. 142-162
TANSEL, Selahattin: Osmanlı Kaynaklarına Göre Fatih Sultan
Mehmet'in Siyasi ve Askeri Faaliyetleri, Ankara 1985
TENGİRŞENK, Y. Kemal: Tanzimat Devrinde Osmanlı Devletinin Harici
Siyaseti, Tanzimat 1 (İstanbul 1940), s. 289-320.
TİMUR, Taner: Kuruluş ve Yükseliş Döneminde Osmanlı Toplum Düzeni,
Ankara 1979 (2. Baskı)

TOGAN, Z. Velidi: Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1970 (2. Baskı)
.................. :Tarihte Usill, İstanbul 1969 (2. Baskı)
.................. : "Ebulgazi Bahadır Han", İA iV, s. 79-83
TUG, Salih: İslam Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, AÜİFY (1963), s. 85-
89
TUÖİ HÜSEYİN (Yeniçeri Solak): İbretnüma "il. Osman'ın Şehadati
Yakasından Bahseder" (Tan. Mithat Sertoğlu), Belleten
Xl/43 (1947), s. 489-514
TURAN, Şerafettin: "Rüstem Paşa", İA IX, s. 800-802
TUKİN, Cemal: Girit İsyanları, Belleten IX/34 (1945), s. 1163-306
TUNCER, Baran: Ekonomik Gelişme ve Nüfus, Ankara 1976 (HÜY)
TUNCER, Hadiye: Osmanlı İmparatorluğunda Arazi Kanunları (E
Yazmasından Çeviri), Ankara 1963

TÜRKAY, Cevdet: OSmanlı İmparatorluğunda Yasaklar (Ev Göçü


Yasağı), BTTD LXIV (1973)- s. 16-22

: Türkiye'de Meskun Yerler Kılavuzu, Ankara 1946-1950


: Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri "Osmanlı-Avusturya
Harbi" (1593-1606), C.3, Ankara 1985 (GKBY)
UGUR, Ahmet: Yavuz Sultan Selim, Kayseri 1989
ULUÇA Y, M. Çağatay: Osmanlı Saraylarında Harem Hayatının İçyüzü,
İstanbul 199

81
.................. : XVII. Asırda Saruhan'da Eşkiyahk ve Halk Hareketleri,
İstanbul 1944

.................. : 18 ve 19. Yüzyıllarda Saruhan'da Eşkiyalık ve Halk Hareketleri,


İstanbul 1955

.................. :Sürgünler, Belleten XV/39 (1951), s. 506-592


UNAT, F. Reşit: Kem;ınkeş Mustafa Paşa Layihası, TVD 1/6 (1942), s. 443 -
480
................... : Hicri Tarihleri Miladi Tarihlere Çevirme Kılavuzu, Ankara
1959
.................. : Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri (Yay. B.S. Baykal)
Ankara 1968
UZUNÇARŞILI, i. Hakkı:"Akçe", İA 1, s. 232
.................. : "Alaeddin Paşa", İA 1, s. 282-285
.................. :Buyruldu, Belleten V/19 (1941), s. 289-318
.................. : "Defterdar", İA III, s. 506-508
.................. : Gazi Orhan Beğin Hükümdar Olduğu Tarih ve İlk Sikkesi,
Belleten IX/34 (1945), s. 207-211
.................. : "Mangır", İA VII s. 282-283
.................. : Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara 1984 (TTKY 2. Baskı)

................... :OT l, Ankara 1972 (3. Baskı); il, 1975 (3,Baskı); IIl/I, 1973 (2.
Baskı); IIl/11, 1982 (3. Baskı); iV/1, 1978 (2. Baskı); iV/il,
1983 (2. Baskı)
Osmanlı Devletinde İlmiye Teşkilatı, Ankara 1984 (TTKY 2.
baskı)

.................. :Osmanlı Devlet Teşkilatında Kapıkulu Ocakları I, Ankara 1943


.................. : Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara 1945 (TTKY)
.................. : Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara 1984
(TTKY 2. Baskı)
Ondokuzuncu Asır Başlarına Kadar Türk-İngiliz
Münasebetlerine Dair Vesikalar, Belleten XIIl/51 (1949),
s. 573-650

82
.................. : Osmanlılarda İlk Vezirlere Dair Mutalea, Belleten IIl/9 (1939),
s. 99-106
ÜÇOK, Bahriye: İslam Tarihi "Emeviler ve Abbasiler", Ankara 1979
ÜÇOK, Coşkun: Osmanlı Devleti Teşkilatında Tımarlar, AÜHFM 2/1, s.
73-95; 1/4, s. 525-551
.................. :Türk Hukuk Tarihi Dersleri, Ankara 1966
ÜNVER, Süheyl: Türkiye' de Nevruz ve Nevruziye,VD xın, s.221-237
ÜLGENER, Sabri: Darlık Buhranları ve İsliim İktisat Siyaseti, Ankara
1984
ÜREKLİ, Muzaffer: Kırım Hanlığının Kuruluşu ve Osmanlı Himayesinde
Yükselişi (1441-1569), Ankara 1986
ÜSTÜN, Cevat: 1683 Viyana Seferi, Ankara 1941 (TTKY)
VASIF AHMET: Tarih-i Vasıfl-11, İstanbul H. 1219 (328+315 s.)
WİTTEK, Paul: Batı Dillerinde Osmanlı Tarihleri 1 "Osmanlı
İmparatorluğunun Kuruluşu" (Çev. Güzin Yalter),
İstanbul 1971
WALLERSTEİN, İ.
H. Decdeli- R. Kasaba: Osmanlı İmparatorluğunun Dünya Ekonomisi İle
Bütünleşmesi Süreci, (Çev. Ali Salman), Toplum-Bilim
23 (1983), s. 41-54
YAL TKA YA, Şerafettin: Tanzimattan Evvel ve Sonra Medreseler,
Tanzimat 1 (İstanbul l 940) s. 463-467
.................. : Biruni'nin Bir Kitabı, Ülkü (Eylül 1936), VIIl/43, s. 42-46.
YENAL, Oktay: Türkiye'de Kağıt Para, BTTD 32 (Mayıs 1970), s. 26-30
YENİA Y, İ. Hakkı : Yeni Osmanlı Borçları Tarihi, İstanbul 1961 (İÜİFY n.
1074)
YERASİMOS, Stephanos: Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye "Bizans'tan
1971 'e" (Çev. Babür Kuzucu), İstanbul 1980
YÜCEL, Yaşar: Muhteşem Türk Kanuni İle 46 Yıl, Ankara 1987 (TTKY)
XVII-XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı İdari Yapısında Taşra
Ümerasının Yerine Dair Düşünceler, Belleten XLI
(1977), s. 495-506

83
Osmanlı İmparatorluğunda Desontralizasyona (adem-i
merkeziyet) Dair Genel Gözlemler, Belleten
XXXVIIl/152 (1974), s. 657-708
YÜCEKÖK, Ahmet: 100 Soruda Türkiye'de Din ve Siyaset, Ankara 1983
YURDAYDIN, Hüseyin G.: Kemalpaşazade'nin "'Tevarih-i Ali Osmanisi"
VD 3 (1956), s. 95-115
ZAMBAUR, EV: "Kırat", İA VI, s. 715 .
.................. :"Kuruş", İA VI, s. 1025-1026

EKLENTİ

AHMET LÜTFİ EFENDİ: Tarih-i Lütfi (Yay. M. Aktepe), C. IX, Ankara


1988
ENVER, Z. Karal: Ragıp Efendi'nin Layihası TVD (1941-1942), 1/5, s.
355-368
İMAM-1 GAZALİ : Devlet Başkanlarına "Nasihat-ili Müh1k" (Çev.
Osman Şekerci), İstanbul l 969
NAİMA: Tarih-i Naima, C. 2, İstanbul, "Taş Basma"(710+XXXI s.)

ORTAYLI, İlber: 1727 Osmanlı-Avusturya Seyr-ü Sefain Sözleşmesi,


AÜSBFD XXVIIl/3-4 (1973), s. 97-109
SUNGU, İhsan: Mahmut 11.nin İzzet Molla ve Asakir-i Mansure Hakkında
Bir Hattı, TVD (1941), 1/3, s. 162-184
UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı: Kapıkulu Ocakları II, Ankara 1944 (TTKY)

FERİDUN BEY: Münşeat-ı Selatin, C.l, İstanbul 1275 (626 s. 625


yazışma); C.2, İstanbul 1275 (600 s. 574 yazışma)

MEHMET PAŞA (Nişancı): Tarih-i Nişancı, İstanbul 1279 (2+348 s.) (yay.
A. Vefik Paşa)
AŞIKPAŞAZADE: Tevarih-i Ali Osman, İstanbul, 1332 (317 s.)
AHMET REFİK: Köprülüler, İstanbul 1331(143 s.)
WITTEK, Paul: Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğuşu, (Çev. Fatmagül

84
Berktay), Ankara 1985
Türkçe-Rusça Sözlük (48.000 kelime) SSCB İlimler
Akademisi Şarkiyat Enstitüsü, Moskova 1977
İSMAİL GALİB: Takvim-i Meskukat-ı Osmaniye, İstanbul
1307(Xl+503+XXII s.)
ATALAY, Besim: Divan-ı Lügat-İt-Türk Dizini "endeks", Ankara 1948
HASAN FERİD: Nakd ve İ'tibar-i Mali, İstanbul 1330 (Rumi)-! 333
(Arabi), (368 s.)
KARAÇELEBİZADE ABDÜLAZİZ: Ravzat-ül-Ebrar, 1248 (Bulak
basımı) (637)
İSMAİL ASIM KÜÇÜKÇELEBİZADE: Tarih-i Raşid Zeyli, İstanbul 1282
(625 s.)
MUSTAFA NURİ (Defter-i Hakani Nazırı): Netayic-ül Vukuat, 1-2-3 C.
İstanbul 1294 (182+127+134 s.)

: Monnaies Principales Mesures Non Metriques usitees dans 1'Empire


Ottoman Constantinople 1908 (Enclos St. - Benott) (56
s.)

AK TEPE, Münir: 1720-1724 Osmanlı İran Münasebetleri ve Silahşör


Kemani Mustafa Ağa'nın Revan Fetih-Namesi, İstanbul
1970 (İÜEFY n. 1585)
AHMET ASIM: Tarih-i Asım, C. 1,2 İstanbul (384+260 s.)
ULUÇA Y, Çağatay: Fatma Sultan 'ın Düğünü, İstanbul Enstitüsü
Mecmuası, iV, İstanbul 1958

REŞAT EKREM: Osmanlı Muahedeleri ve Kapütülasyonlar 1300-1920 ve


· Lozan Muahedesi 24 Temmuz 1923, İstanbul 1934
SAHAK EFENDİ: Tedbir-i Menzil, İstanbul 1268 (142 s.)
MAHMUD RAİF EFENDİ: Yeni Nizamların Cedveli (İstanbul 1798),
(çev. ve yay. Arslan Terzioğlu-Hüsrev Hatemi), İstanbul
1988
TARLAN, Selim: Tarihte Bankacılık, Ankara 1986
SİLAHTAR MEHMET AGA (Fındıklılı) : Silahdar Tarihi, İstanbul 1928
C.l (763 s.), C.2 (805 s.)

85
ASIM, NİYAZİ: Resume du Rapporte Du Directeur De La Monnaie
Nationale, Stamboul 1925
HENRİ GOELZER: Le Latin en Poche Dıctıonnaire, Latin-Français,
Gamier/Paris 1967
OSMAN NURİ: Mecelle-i Umur-u Belediye, C.l, İstanbul 1922 (1338 H.)
(1776 s.)
FERAİZİ'ZADE SEYİD MAHMUT: Gülşen-i Mearif, C. 1, İstanbul 1252
(847 s.)
UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı: Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, İstanbul
1941 (TTKY)
İPŞİRLİ, Mehmet: Mustafa Selaniki And Hıs Hıstory, İÜEFfED IX(l978),
s. 417-472
ERHAT Azra: Mitoloji Sözlüğü, İst. 1978 (2. Basım)

KISALTMALAR

ATÜT (B) Asya Tipi Üretim Tarzı (Biçimi)


AÜDTCFTAE Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Tarih Araştırmalar Enstitüsü
AÜDTCFD Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Dergisi
AÜHFM Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası
AÜİFY Ankara Üniversitesi hahiyat Fakültesi Yayıni
AÜSBFY Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayını

Ay. Aynı

BİUM Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü

Bkz. Bakın.ız

BTTD BelgelerleTürk Tarih Dergisi

86
C,c. Cilt
CÜY Cumhuriyet Üniversitesi Yayını
Çev. Çeviren
DİBY Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını
DTCFTEY Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Enstitüsü
Yayını

Düz. Düzenleyen
GKBY Genel Kurmay Başkanlığı Yayını

Haz. Hazırlayan

HÜY Hacettepe Üniversitesi Yayını


İA İslam Ansiklopedisi

İÜEFTED İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih


Enstitüsü Dergisi
İÜEFY İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını

İÜİFM İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası

İÜSBFP İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi


Dergisi
Karş. Karşılaştırınız

KvTBY Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını

MBTKY Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu Yayını

ME Milli Eğitim Basımevi

MY Milliyet Yayını
N,n. Numara
ODTÜY Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yayını
OT Osmanlı Tarihi (İ. Hakkı-E. Ziya Karal)'

pp. Sayfa
Sad. Sadeleştiren

SÜY Selçuk Üniversitesi Yayını


S, s. Sayfa

87
TAD Tarih Araştırmaları Dergisi
Tan. Tanıtan

TBY Tannı Bakanlığı Yayını

TDKY Türk Dil Kurumu Yayını

TEM Tarih-Edebiyat Mecmuası

Tere. Tercüme Eden


THİTM Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası
TİBY Türkiye İş Bankası Yayını
TİTTS Türkiye İktisat Tarihi Semineri
TTKBY Türk Tarih Kurumu Belgeler Dergisi
TTKY Türk Tarih Kurumu Yayını

TTÜAB Türk Tarihi Üzerine Araştırmalar /Belgeler


TTVD Türk Tarih Vesikalar Dergisi
VD Vakıflar Dergisi
VY Varlık Yayınları

y.a.g.y. Yukarıda Adı Geçen Yapıt

Yal. Yalınlaştıran

Ypr. Yaprak (Varak)

EK

TB Taş Basma
M. Belin

Kaynak Yazarlara Göre

Türkiye'nin
..
Ekonomik Tarihi
Uzerine Denemeler

Paris, 1865
ÖNSÖZ

Bir ülkenin ekonomik oluşumu, o ülke "halk"ının örgensel


varlığının, kuruluşlarının işleyiş biçimi ve niteliklerinden dolayı da,
o "halk"ın eğilimleri ile gelenek ve göreneklerinin dışa yansımasıdır.

Bu nedenle, Türkiye'nin varlığı ilgi çekici birçok konuya yol'


göstermesi ve derinliğine inceleme yapılabilmesi için engin bir alan
açmaktadır. Belirli bir ekonomik erinç ve üstün bir siyasal konuma
erişmiş olan devletlerin yıkıntısı üzerinde kurulmuş olan Osmanlı
devleti, kendisinden önceki uygarlıklardan yararlanmış, onlardan
aldığıekonomik, siyasal ve yönetimsel kuruluşlardan çoğuncasını
kendi özel eğilimlerine uydurmuş ve ancak öyle benimsemiştir. Bu
~edenle Osmanlıekonomik oluşumu, önceki uygarlıklarla
uzlaştınlan bir "ÖZÜMLEME" çalışması üzerine dayanmaktadır. Bu
çalışma, bir yandan ülkenin yönetim ve siyasal kuruluşlarında ortaya
çıkan değişimlerin nedenlerini göstererek ülke ile ilgili önemli
bilgiler vermekte, öte yandan bir başka dönem için Asya'nın ekonomik
siyasası üzerine en az o denli önemli veriler ortaya koyarak iki katlı

yarar sağlamaktadır. Çoğunluğu bu ikili düşünme yöntemine yabancı

kalmış olan olayyazarların yapıtlarında bu konulara ilişkin sağlıklı


bilgi edinebilmek aşağı-yukarı olanaksızdır. Bu olayyazarların

sürekli bir biçimde "kalem"letiriden kaçıp yapıtlarının değişik

yerlerine serpiştirilmiş bulunan bilgi kırıntılarını araştırmak ve


birleştirmektedir
ki, Osmanlı ekonomik oluşumu üzerine bir deneme
yapma olanağı· bulunabilir. İşte, olayyazarların yapıtlarını gözden
geçirirken bu ilkenin izlenilmesini görev edindim. Başarımdan dolayı
övünmüyorum, tüm üstünlüğü kaynaklardan oJduğu gibi

91
alıntılanmaktan oluşan bu denemelerim okurlarımın ilgisini
çekebilirse, ancak böylece çalışmanın ürününü gereğinden de çok almış
olacağım.

BİRİNCİ BÖLÜM OSMANLI PARALARI

İKİNCİ BÖLÜM DEVLET GELİR-GİDERLERİNİN YÖNETİMİ

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SA YMA~LIK YÖNTEMİ

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM GELİR-GİDER ÇİZELGELERİ

BEŞİNCİ BÖLÜM BAŞLICA DOKUZ EVREYİ İÇEREN


TARİHSEL VE EKONOMİK ÖZET

YIL 1865
M. BELİN

92
. . . .. ..
BiRiNCi BOLUM

OSMANLI PARALARI

Madensel para, İslamiyet'in doğuşundan bu yana doğunun


Müslüman ülkelerinde "nakd", "iıakd-i cins"ı, "nukud", "nukud-u
ecnas"2 "ecnas-ı nukud" ve "meskiik~t"3 (argent comptant)4 adları
altında ortaya çıkmış ve kullanılmıştır. Gerçekten de paraların adları
özellikle doğuda kesin ve belirli bir değer taşımazdı. Bu paralar
durağan bir değeri koruyamaz ve bundan dolayı dönemin siyasal ya da
tecimsel bir etkisi altında değişik ülkelerde değişik sürüm değerleri
ile geçerliliğini sürdürürdü. Arap imparatorluğunun yayılması
sonucu "dinar"5 ile uzunca bir süre aynı adın tanımladığı ağırlığa

Vasıf, C. l, S. 77 Mirkondi, Histoire Seldschuk, s. 23 yay. Vullers


2 Chrestomaties Oriantiales, Vie de Djenghiz Khan, s. 50 ve sonrası.
3 Raşid, C. 2, s. 43 "Tarif François-Turc des Dounes, 1862, s. 97.
4 İleride değinileceği gibi, hükümet kasalarınca alınan ve verilen kağıt
paralar da "nakdiye" diye adlandırılırdı.
5 Roma'lılar döneminde kullanılan temel dolanım aracı "denaryüs"tü.
Gümüş para İncil'in Grekçe çevirisinde "zinariu" diye geçmektedir.
Bkz. S. Mathieu İncili, Bölüm, 20. Söz, 2 "İşçilerle gündeliği bir
dinara anlaşıp" (0.C.) Bkz. Matta İncili, İst. 1984. s. 67. "Bağda
çalışmaya gelenler bana vergi parası bir dinarı göstersinler. (0.C.)
Bkz. Xavier Jacob, İncil Nedir? Ank. s. 21 ve bölüm 22, s. 19; San
Marco İncili, B. 15, s.5; Luc İncili, B. 10, s. 35 ve S. Jean İncili, B.2, s.
5. Genellikle madensel para anlamında kullanılan (S. Marc, B. 12,
s.15 ve S. Luc, B.20, s.24) bu para ülkelere göre giderek, "denaro",
"denier" ve sınırlı olarak da, "thaler", "talera" ve "dollar" gibi adlar
almıştır. Dinar söcüğü, Arapçaya Latinceden geçmiştir. Araplar
bunu "deniinir" biçiminde çoğullandırdılar. (Dinar, para durumuna
getirilmiş altına denir. Arapçada da aynı anlamında kullanılır.

93
karşılık olan "dirhem" 1 (altın ve gümüş para) birbiri ardından İslam
toplumuna katılan uluslarca da benimsendiği gibi, bu paralar
varlıklarını Osmanlı dönemine değin de geleneksel bir biçimde
sürdürmüşlerdir.

Osmanlılar, "dinar" ve "dirhem"in Selçuklulardaki tiplerini örnek


alarak, İslamların yaşadıkları yörelerde geçici de olsa dolanımını
sürdürdüler. "Dinar" ve "dirhem" giderek edimsel bir biçimde ortadan
kalkmış, bundan böyle geçmiş bir dönemin anısı olarak ancak
dillerdeki varlığı kalmış ve bu adlar salt Asya'nın kimi yörelerinde
parasal işlemlerde ya da, değişik madenlerden yapılmış paralarda
kullanılmıştı. ·
Sultan Gazan2 döneminde İran'da, "dinar" adı ile "üç miskal"3

(0.C.) Bkz. Burhan-ı kaat'ı, 1287 C. 1, s. 305-306.) Araplar


İstamiyetten önce de Roma altın parasını tanımış ve kullanmışlardır.
" .... ve öylesi varki ona bir DİNAR bıraksan, yakasına sarılmadıkça
onu sana geri ödemez." (0.C.) Bkz. Ö. Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu,
İst. 1947, s. 125 (Ali İmran suresi (3), Ayet 75) Osmanlılar
döneminde bastırılan altın paralara dinar denilmemiş, bunun yerini
altın sözcüğü almıştır. Osmanlılar dirhem sözcüğünü de bırakmışlar
ve onun yerine akça ya da gümüş para terimlerini kullanmışlardır.
(0.C.) Bkz. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri
Sözlüğü, İst. 1946 C. l, s. 452. .
Samuel Bernard, Description de l'Egypt, C. 16, s. 78. Dirhem, 1696-
1697 yılından sonra olayyazarlarca ağırlık ölçüsü anlamıyla
kullanılmıştır. Dirhem: Metro!. Poids usite en Turquie, dans les
Principates Danubiennes, en Egypt et en Perse, el qui varie de 3 gr. 10
a 3 gr. 25, Sauf en Persa, ou il equi vaut a 9 gr. 298. (0.C.) Bkz.
Bescherelle, Nouveau Dictionnaire National ou Dictionnair\
Universel De la Langue Française, Tome Deuxieme D-H, Paris 1887,
s. 1233.
2 D. Ohsson, Histoire des Mongols, C. 4, s. 464.
3 Fraehnii, Recensio Nummurom Muhammederonum, s. 469-500;
Chardin, Yoyages, Amst.. 171 1, s. 277 Yaşadığımız dönemde i ran
dinarı Fransızların 6 santimine (6/1000 Frank) eşdeğer olan
"şahi"nin (bakır para) elli parçasına eşdeğerdir. Nicolas, Dioloques,

94
ağırlığında gümüş bir para kullanılmakta idi. Safevi ve Zendler
döneminde, "sad dinar" ve "se sad dinar" (üçyüz dinar) adlarıyla sanal
ya da varolan bir tür gümüş para ufaklıkları benimsenmiş olup, "se
sad dinar" bir "riyal"in(ecu) dörtte ikisine eşdeğerdi.
Parayı tanımladığı anlamında ise "dirhem" adı, türlü Asya
beylerinin 1 ve Buhara Çağatay kaanlarının bakır paralarında
okunmaktadır.2 "DİREM", Ali Şiir döneminde İran'da genellikle
madensel paraları simgelerdi. 3
Mısır'ınekonomik oluntusuyla uğraşmak çalışmamızın ilgi alanı
dışındaise de, tümleyici bilgiler sunmak yönünden kimi açıklamaları
uygun gördük. Macrizi'ye göre,4 Selahattin eşit oranda gümüş ve bakır

Persians-François, s. 260 Miskal, 4.618 gr. gümüş demektir. 3 miskal


ise 13.854 gr. gelir. (0.C) Bkz. Z.V. Togan, Umumi Türk Tarihine
Giriş, ist. ı 970, C. ı, s. 304.
1 Fraehnii, Opuscularum Postumarum Pars Prima. Yay. Dom, s. 92
2 Fraehnii, Recensio ...... , s. 422, 423 ve 445.
3 Mahbub-ül-kulı1b, B.2, Ayrım 2. Bu yapıtın yazarı Belin, Ali Şir
Nevai'nin bir yaşamöyküsünü yayınlamıştı. (Notice biographique et
litteraire sur Mir Ali Chir Nevai, Journal Asiatique, 5. seri, C. XVII.
Şubat-Mart, 1861, s. 145-256 ve Nisan-Mayıs 1861, s. 286-357) Belin
ayrıca, Ali Şir Nevai'nin "Mahbub-ül-Kulı1b" adlı yapıtını da ele
almış ve bunun 58 sayfalık bir özetini Fransızca'ya çevirmişti.
(Moralister Orientaux, Caractere, Maximes et Pensees de Mir Ali
Chi.r Nevai, Journal Asiatique, 6. seri, C. YIL Haziran 1866, s. 523-
552 ve C.VII. Ağustos, Eylül, 1861, s. 126-154) (0.C) Bkz. A. Sırrı
Levend, Ali Şir Nevai, Ank. 1968, C. IV, s. 219-276. Ayrıca F.
Köprülü, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, İst. 1934, s.
294 ve W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, (çev. F. Köprülü) Ank.
1973, s. 228. Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü,
Varlık yayınları, Kasım 1970, s. 37.

"Hamına! nefis raht (at takımı) ile ger (eyer) ursa kadem (ayak)
Yok nef anga (ona) gayr-ı müzd (parasız) bir iki DİREM" (0.C) Bkz.
A. Sırrı Levend, a.g.y. s. 267, dize 6.
4 Silvester de Sacy, Traite des Monnaies, akt. S. Bernard, s. 292. Al-
95
içeren yeni "dirhem"ler bastırıp kullanarak, ağırlık ve anlığı yüksek
olan siyah "dirhem"leri dolanımdan kaldırdığı gibi, Melik Kamil'del
"varak" (ouarag)2 adı ile dolanıma sürülen tüm "dirhem"leri ortadan
kaldırarak, yerlerine ağırlık ve arılık olarak eskilerine çok yakın olan
başka "dirhem"leri bastırmıştır. Bununla birlikte, Mısır'da 1404
yılgününden başlayarak gelişen yıkıcı olaylar3, bu ülkede "dinar" ve

Makrizi (l 364- 1442) bir Arap yazarıdır. 1364 yılında Kahire'de


doğmuş, 9 Şubat 1442 Perşembe günü ölmüştür. Çalışmalarının temel
odağını yerbilim eğilimli yöresel Mısır tarihi oluşturur. Ölçüler ve
para sorunları ile de uğraştı. "Nubaat-al-ukül-fi umur al-nukut,
Kahire 1298" adlı yapıtı, S. de Sacy eliyle "Traite des monnaie
musulmans, 1797" adı altında Fransızcaya çevrildi. Bu yapıtın notlar
ve düzeltim ekleriyle bir yayınını da, İbrahim Artuk yapmıştır. (0.C)
Bkz. Makrizi, Belleten, C. XVII, s. 367-391.
1237 yılgününde Şam'da ölmüştür.
2 Kamusa göre, "varak", damgalanmış para anlamındadır. "derahim-i
miidrube". Belin, Fetva, Journ Asiatique, Kasım-Aralık, 1851, s. 514
te diyor ki; "İmam Malik'e göre baş vergisi, gümüş parası olanlar için
40 "dirhem", altın parası olanlar için ise, 4 dinardı, birincilere, "ehl-
ül varak", ikincilere de "ehl-ül zeheb" (altını olanlar) denilirdi.
3 Mısır'ın ekonomik erinçi 14. yüzyıl sonlarında yıkıma yüz tutmuştu.
Gerçekten bu bunalım salt Mısır'ı değil, tüm Avrupa'yı da sarsmıştı.
Gelişen ekonomik durum ve bunun sonucu büyüyen gereksinimleri,
bunun aracı olan altın ve gümüş para karşılayamadığından, büyük
bir para darlığı başlamıştı. Avrupa'lı yöneticiler, 14. yüzyılda
gümüş'ün ülke dışına çıkarılmasını yasaklamaya çalışıyor ve para
içerisindeki gümüş oranını düşürerek duruma çözüm yolları
arıyorlardı. (0.C) Bkz. H. Pirenne, Ortaçağ Avrupa'sının Ekonomik
ve Sosyal Tarihi (çev. Uygur Kocabaşoğlu), İst. 1983, s. 94. Aynı para
darlığı Mısır'da da kendisini duyurmuştu. Altın ve gümüş madenlerin
tükenmesi karşısında sultan, 1436 yılgününde gümüş nesne
kullanımını yasaklamış ve ülke dışına gümüş çıkarılmasına karşı
yeğin önlemler almıştı. (0.C) Bkz. H. İnalcık, Türkiye'ni'n İktisadi
Vaziyeti, Belleten, C. XV, sayı 59, s. 653-654. Yazar Makrizi'nin
gözlemlerinden, 1388-1407 yılgünleri arasında büyük ve sürekli bir
ekonomik bunalımın ülkeyi oldukça sarstığını anlıyoruz. (0.C) Bkz.
96
"dirhem"lerin azalmasına ve giderek dolanımdan çekilivermesine
neden olmuştur. Barkuk döneminde! "füls" adıyla basılan bakır
paralar (le monnaie de cuivre) çekici bir edinim alanı sunduğundan, o
dönemlerde oldukça azalan "dirhem"ler dışında bu tür bakır
paralardan Kahire ve İskenderiye'de bol sayıda basılmış ve dolanıma
çıkarılmıştı.

"Füls"ün ufaklıkları da basılmış ve "füls" Barkuk Oğlu Ferec2


döneminde gerçek değeri altında3 yapay bir sürüm değeri edinerek
ülkenin sürekli kullanılagelen bir parası konumunu almıştır. Şeyh
Melik Müeyyed, (1412-1421 O.C) kendi adından çağrışımla
"müeyyedi" ya da "meyidi"4 adıyla, paraya karşılık5 yarım

W. Bartholt, İsliim Medeniyeti Tarihi, s. 228.


Memluklu sultanlığının kurlıcusudur, 1382 yılgününde başa geçmiştir.
"Barkuk, 1382-1389" Ayrıntılı bilgi için bkz. i.C. Artuk, İstanbul
Arkeoloji Müzeleri Teşhirdeki İsliimi Sikkeler Kataloğu, C. 1, s. 265-
266.
2 Görevden alınışı 1405, ölümü, 7 Mayıs 1412
3 Karş. Yıl, 1688, 1691, 1789, 1824 ve izleyen yıllar. "Fels" Mısır'da
basılmış bakır bir paradır. Arapça bir sözcüktür, çoğulu "fü](ls"tur.
Latince "folis"ten gelmektedir. "40 nummia"lık Bizans parasının
adıdır, ağırlığı, ilk.dönemlerde yaklaşık 30 gr. idi. Ancak, kısa sürede
azaldı. Arapların Suriye'yi ele geçirdikleri dönemlerde (634-644) 6
gr. a ulaşıyordu. "Fels" araplar yönünden saltık değer taşıyan bir
para olarak değil, ancak ufaklık olarak benimsenmiştir. "Fels"
basımı egemenlik göstergelerinden sayılmadığı için, kent ve yöresel
yöneticiler bu paranın basımında tümden erkin bırakılmışlardı.
Bakır paralar "füls" adını ilk kez Barkuk döneminde basılan
mangırlara bu adın verilmesiyle almıştır. (0.C) Bkz. Z. Pakalın,
Deyimler, C. 1, s. 636. Bakır ve tunç paralar eskiden de ufaklık olarak
dolanımda kullanılırdı. Kaşgarlı Mahmut "Divan-i IGgat-it-Türk"
adlı yapıtında bakır sözcüğünü açıklarken: "Bakır Çin'in parasıdır,
Çin'liler alış verişlerini bununla yaparlardı." der. Makrizi, Eski ve
İsliimi Paralar, (çev. İ. Hakkı Konyalı), İst. 1946, s. 8. (0.C)
4 S. Bernard, s. 296.
5 S. Bernard, s. 284-293.
97
"dirhem"ler (msf}ıdda) bastırmıştır. Ancak, "füls" sözcüğü Mısır'da
genel olarak paraların adlandırılmasındaki ayrıcalıklı konumu
sürdürmüştü. 1
Uzun bir süreden bu yana yalnızca ad olarak var olan Arap
yöntemini bırakarak, Moğol ve Selçuklu geleneklerini sürdüren
Osmanlılar, paralarını "ak"2 ve "km/"3 (blance et rouge) bir başka

Mirkond, s. 171 de "fels" sözcüğünü aynı anlamında kullanıyor.


"Felsi güliima verdi."
2 "Ak" ya da, "akı" (la couleur blanche) Tacülmeani, Mirza Abdullah
Türkistani, Jardin des racines Turki, Beyazın eş anlamlısıdır. Beyaz
akçayı tanımlar. Vasıf, C. 2, s.143. "Beyaz sikke"; Cevdet, C.5, s. 225.
"beyaz akça" (0.C) Bkz. Vasıf, C. 2, s. 143.
3 Quatremere, "Vie de Schok rokh, Journ Asiatique, Ekim 1836, s.
347'de okunuyor: "Onlar külli miktarda (bol sayıda) "tenge" "sürh
sefid" (kırmızı ve beyaz tenge) getirdiler." -11 s. apporterent une
grande quantite the monnaie rounge et blanche) Hist. Seld. s. 169'da
okunuyor, "Sarayın ileri gelenlerinden birisi ile görüşerek ona 10.000
kızıl altın dinar sundu." (iL eut une entreune avec l'un des
principaux pensonnages de la l'on, et lui offrit 10.000 dinars d'or
rouge) Az ileride şu bilgiye rastlıyoruz. "O, yaşadığı sürece on kırmızı
altın dinarı bir arada görememişti." (Celui-ci gui de savie, n'avait vu
dix dinars rouges) Abulgazi, Histoire Geneloqique des Tatars, s. 73'te
okunuyor; "Cengiz Kaan Semerkant'ı ele geçirdikten sonra, halkına
200.000 kızıl vergi saldı." (Djenghiz khan apres etre empare de
Samargand, taxe !es habitants an contribution de 200.000 (ec'us)
rouges.) "İkiyüzbin kızıl rayitçilik aldılar." Abul Gazi Bahadır Han
(1603-1663) Özbek sultanlarından birisi ve aynı anda yazardır. İki
yapıtı vardır, "Secere-i Teriikim", öteki ise 1663'ten sonrasını oğlu
Enaşe'nin tümlediği "Secere-i Türk"tür. Bu ikinci yapıt,
Avrupa'lılarca Türk-Moğol Tarihi ile ilgili ilk kaynaktır. Yaptt, 1721
yılında Almancaya çevrilmiş, Dr. Bentiek'in eklentileriyle La

Haye'de 1726 yılında iki cilt olarak ve "Histoire geneologique des


Tartares Traudit de manuscrit tartare d' Abulgazi Bagadır Chan"
adı altında yayınlanmıştı. (0.C) Bkz. İ.A.C.4, s.79-83. Değişik
yapıtların özellikle Sadettin'in aktardığına göre, (C.2, s. 153-321)

98
deyişle, altın ve gümüş olmak üzere iki ulamda sınırlandırdılar.

Selçuklu paralari dışında 1 ilk dönemlerde dolanımda bulunan


paraların çoğuncası dışarıdan, özellikle Hindistan, Irak, Batı ve
Avrupa ülkelerinden 2 gelmekte idi. Bunun sonucu, birbirine koşut iki
para yöntemi oluştu. Bunlardan "akça" ya da "Osmani" temeline
dayanan birincisini "GELENEKSEL" (ulusal), kuruş (ecu d'argent
etranger) temeline dayanan ikincisini de "YABANCI" ya da
"TECİMSEL" yöntem olarak adlandıracağız. Bu bağlam, ikincisinin
giderek birincisini soğurmasıyla (absorve) sonuçlanmıştır.

Ayrım 1.
GELENEKSEL (ulusal) YÖNTEM

Bu yönteme ilişkin paralardan çoğuncasının adları Moğol dilinden


alınmış olup, birim olarak "akça", ufaklık olarak "mangır" ve büyük
para olarak da "altın" benimsenmiştir.

altın ve gümüş paralar "sürhü sefid" diye adlandırılıyormuş. s. 338'de

diyor ki, "Selim, Halep'i aldıktan sonra devlet kasasına on kat


100.000 kırmızı dinar bıraktı. "(qu'apres la prise d'Alep par Selim on
versa au tresor dix fois 100.000 dinars (rouges). Shah roukh (şah ruk)
1405-1445. Timur'un oğludur, babası öldüğünde Horosan yöneticisi
idi. Dönemi karışıklıklar içine geçmişti. Kendisi bilim düşkünü idi.
Herat'ta bir "kütüphane" kurarak bilim adamlarını toplamış ve bu
doğrultuda bilimsel yayınlar başlatmıştı. (0.C.) Bkz. Raymond

Furon, İran, (Çev. Galib Kemali Söylemezoğlu, Yay. İbrahim Hilmi)


Ank, 1943, s.128. Ayrıntılı bilgi için bkz. İsmail Aka, Timur ve
Devleti, Ankara 1991.
1 Hacı Kalfa, Takvim-ül Tevarih, s. 91.
2 Cevdet, C.5, s.301 Ayrıca bkz. İ. Galip, Takvim-i Meskukat-ı
Osmaniye, İst. 1307, s. 5 (O.C)
99
BİRİM: Akça!, İran Moğollannda2 akça adıyla kullanılan bu
dolanım aracı, "dirhem"den daha az ağırlıkta, ufak bir gümüş paradır.3
İlk Osmanlı akçaları 1328 yılgününde 4 basılmış ancak, /. Bayezid

"Beyaz para" (monnaie blanche) Akça, beyaz para demektir.


Cevdet, C.?, s.225. Bu sözcük (monnaie blanche) aynı anda,
"bianchi" (eski Yunan parası) ile, günümüzde 6 blancs ya da 6 liards
(bakır para, mangır, 0.C) değerinde olan beyaz frankın (bianchi
blancs) karşılığı olarak da kullanılmaktadır. Ayrıca bkz. İ.Galib,
Meskukat, s. 5; H.Ferid, Nakd, s, 163 (O.C)
2 Gazan Han döneminde ayakbastı parası (un droit de peage)
olarak 1/2 akça alındığı bilinmektedir. (Hist. Mong. C.4, s. 473)
Tacülmeani, akçayı "tinge" olarak açıklıyor. Orhan Bey döneminde
biçim olarak tam bir İlhanlı parası olan 6 kıratlık gümüş akça
(kırat=O, 192 gr. 6 kırat=l.1152 gr. N. Aykut, s. 262) 1.152 gr.
ağırlığında idi. Bu ise, Gazan Kaan'ın 1.152 gr.lık "dank"ının aynıdır.
(0.C.) Bkz. Z. Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, C. l, s.
211. Türkçe "maliyeci" anlamında "ağıcı" deyimi gibi, gümüş para
anlamındaki "akça" deyimi de Selçuklularca kullanılmıştır. Orta
Asya'dan birlikteliklerinde getirdikleri kaynakların kesinkes
açıkladığı gibi, bu akça sözcüğünün bir Bizans etkisi olarak Yunanca
"asper" sözcüğünün Türkçe çevirisi olarak algılamak büyük bir
yanılgıdır. (0.C) Bkz. Togan, a.g.y. s. 211.
3 Dirhem (drame) 57 buğday 9670, ya da onluk yöntemle 3 gr. 78 mg.
9040a eşdeğerdir. (S. Bernard, a.g.y, s. 100). Ayrıca bkz. H.
Sahillioğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1525 Yılı Sonunda
İstanbul'da Fiyatlar, BTTD 1 (1967), s. 36-40 (O.C)
4 Koca Tarihi, C. 1, s. 39. M. Cayol, o güzel dermesinden ayırmış
olduğu akça örneklerini bana göstermek yüceliğinde bulunmuştur.
Bkz. Defter-i Meskukat-ı Osmaniye. M. Pascal Bilezikçi'nin İstanbul
Bilimler Akademisindeki 1864 yılgünlü Paralar Dermesi Kataloğu, s.
12, sıra 4. Orhan Bey döneminde basılan akçalar 5,75 kırat
ağırlığında idi. Bir başka deyişle, 100 dirhem gümüşten 270 parça
kesilmişti. Gerek Orhan ve gerekse /. Murat dönemlerinde 6 kıratlık
(100 dirhem gümüşten 260 akça) akçalara da rastlanmaktadır.
(0.C) Bkz. M. Akdağ, Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, İst.
100
dönemine rastlayan 1389'da Üzerlerine yılgün (tarih) konulmuştur.
Bu paralara, Osmanlı devletinin kurucusunun anısına "akça-ı Osmani"
(aqtche ottomans) ya da yalın bir biçimde "Osmani" (Ottomans) adı
verilmiştir ki, bu yeni paranın salt ulusal ve özel bir biçimde
adlandırılması aynı anda Osmanlı egemenliğinin kesin kuruluşuna da
tanıklık ediyordu. 1 I. Selim döneminin sonuna değin genellikle
"Osmani" deyimi kullanılmıştı.2 Ancak, özellikle din ve eğitim
kurumları görevlilerine vakıflardan özgülenen ödeneklerin
belirtilmesinde "akça" sözcüğünün kullanılması, "akça"ya bir
üstünlük sağlamışsa da K. Sultan Süleyman döneminden başlayarak
olayyazarlarca kimi seyrek durumlar dışında "Osmani" deyiminin
kullanılması yeğ tutulmuştur. Özünlü maden değeri dönemlere göre
değişen "akça-ı Osmani" ya da "akça", yazarların çoğuncasına göre
"dinsel dirhemin"3 dörtte birine, kimilerine göre de üçte birine

1974, C. 1, s. 508. Belin, paralar üzerine ilk kez yılgün konulması


olgusunu Yıldırım Bayezid'e dayandırıyorsa da, Orhan Gazi'nin ilk
parasında kesildiği yılgün bulunmaktadır. Ayrıca, 1. Murat'ın 1389
yılgünlü bir parasında da yıl ve salt bu paraya özgü olmak üzere

basım ayı da gösterilmiştir. Paranın bir yüzünde "Ramazan 790"


(Eylül 1389) yazısı bulunmaktadır. (0.C) Bkz. İ. Galib, Meskukat,
s. 17.
Sadettin, Tac-ül-Tevarih te, salt "Osmani" sözcüğünü kullanıyor.
(C. 1 ve C. 2 değişik sayfalar) ancak Sadettin bu yapıtında
"Osmani"yi para olarak değilde, görkem ve onur verici bir anlamda
algılıyor. Osmanlı hükümeti de bu sözcüğü, "orduy-u Osmani",
"sancak-ı Osmani", "hudud-u Osmani", "arazi-i Osmani", "örf-i
Osmani" v.b.g. beylik deyimlerde kullanmıştır.
2 Selim, Bediüzzaman Mirza'ya gündelik 1.000 Osmani geçim ödeneği
özgülemişti. (Sadettin, C. 2, s. 283 " ... bin osmani vazife tayin
buyurub ... " (0.C) Bkz. Tac-üt Tevarih (1279) C. 2, s. 283.
3 "Bir akça-ı Osmani ki rubu (1/4) dirhemi şeridir." Tac-üt Tevarih, C.
1, s. 421; Nuhbetüt-Tevarih, s. 264. "Nuhbet-üt-Tevarih ve'l-ahbiir"
Mehmet B. Mehmet'in bir yapıtıdır. Birinci bölümün iki ayrımı
vardır, Mehmet birincisini 26 Kasım 1620 yılgününde Sultan il.

Osman'a, genişletilmiş olan ikincisini de Sultan iV. Murat'a


sunmuştur. Basım, Nuhbet-ül-Tevarih ve'! ahbiir, İstanbul Amire, 5

101
eşdeğerdi. 1 Olayyazarlar akçanın aynı anda bileşiklerinin de

Recep 1276 (28 Ocak 1860) 2yp+245+75s (soykütükleri ve


soylar)+25s (Mısır yöneticileri çizelgesi) bu yapıt Paris milli
kütüphanesinde supp-turc, 98'de bulunmaktadır. (0.C) Bkz. F.
Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, (çev. C. Üçok,) Ank.
1982, s. 202 ve 450; Spandugino, Costume de Turchi, s. 74;
Leunclavii, Annales Oıtomanidarum, s. 116; Hammer, C. 1, s. 128 ve
384'te diyor ki, "Dirhem yaklaşık olarak bir franka eş değerdir." C. 3,
s. 435'te de, "Bir dirhem dört akça ve bir dinar da üç dirhemdir."
diyor. Karş. yıl, 1715-1716. Ağırlık ölçüsü olarak dirhem, "dinsel" ve
"geleneksel" (şer-i ve örf-i) diye iki tülüdür. Dinsel direm 14,
geleneksel dirhem de 16 kırattır. (1 kırat=0.192 gr. olduğuna göre
dinsel dirhem=2.688 gr. geleneksel dirhem ise, 3.072 gr. demektir ki.
bu ağırlık Tebriz dirheminin ağırlığıdır. Paralar bu Tebriz ölçütü
üzerinden kesilmiştir.) Bir dirhem, 16 kırat ve 4 buğdaydır, onluk
yönteme göre (aşari) bir kırat 20 santigram, 4 buğday ve bir dirhem
ise 3.207 gramdır. Eski ağırlık ölçüsünde bir dirhem 4 "denk" olarak
alınmıştır. Dirhem=4 denk, denk=4 kırat, dirhem= l 6 kırat (0.C)
Bkz. N. Rüştü Bingül, Eski Eserler Ansiklopedisi, İst. 1939, s. 14.
Geleneksel yöntem buğday temeline dayanır. Buna göre, bir kırat 4
buğdaydır. (0.C) Bkz. Makrizi, s. 34. İ. Galip, Meskukat, s. 8, n. 1.
Dinsel yöntemde 3 arpa bir kırat olarak alınmıştır. (0.C) Bkz. İsliim
Ansiklopedisi "KIRAT" tanımlığı, C. 6, s. 715, (E. V. Zambaur)
Osmanlı imparatorluğunda II. Mustafa döneminde ( l 695- 1703)
benimsenmiş olan rumi yöntemde de, 16 kırat=! dirhem=3,207 gr.
etmektedir. (0.C) Bkz. i. Hakkı OT, 1, s. 548 n. l ve 2.
Cevdet, C.5, ve s. 225. Ancak, Orhan Bey'in tek akçalıklarından
başka "ikilik" ve "beşlik" akçaları ile F. Sultan Mehmet'in, 1470-
1471 yılgününde İstanbul ve Novaber'da (Yugoslavya'da gümüş
yatakları ile ünlü bir kent. Bkz. Auhegger-İnalcık, Kanunname-i
Sultani, Ank. 1956 s. 5) basımevlerinde bastırdığı "Muhammed
Hani" (Kanunname-i, s. 23) denilen "onluk" akçaları da
bulunmaktaydı. (0.C) Bkz. N. Aykut, Sikke Tecditleri, İst. 1987, s.
258-259. Novoberda için ayrıca bkz. i. Galip, Meskukat, s.. "" ... cedit
akça ve onluk osmani zuhur eyledi .. " (0.C) Bkz. Karaçelebizade,
1248, s. 539.
102
basılmasına yönelik bir uygulamadan açıkça söz etmiyorlar. Ancak
Naima 1618-1619 yılgününde yeni basılan paralara değinirken "onluk
Osmani"nin (Osmani de dix) dolanıma çıkarıldığını söylüyor. Eski
akçanın dirhemin dörtte birine eşit olmasına karşın, onluk akça tam
bir dirhem gelmekte idi. ı Osmani deyiminin Osmanlı altınının adı
olarak yineden kullanıldığına ileride değinilecektir. Akçanın giderek
sürekli bir biçimde bozulması ve değer yitirmesiyle akça adı bundan
böyle niteliğini tam tamına belirtmek için yetersiz kalmış ve aşağıda
yazılan adlar onun yerini almıştır. "kalbu-züyuf akça" (aqtche faux,
altere)2; "kızıl akça" (aqtch6 rouge); "kızıl-kırpık akça" (aqtche

Marsigli, Etat Militaire de l'Empire Ottoman s. 45'te okunuyor;


"onluk, on akçalık, beşlikte, beş akçalık bir paradır." L.F. de Marsigli,
Stato militare deli' imperio Ottomanno .. l'etat militaire de l'empire
ottoman, ses progres et sa decadence, the Hague/Amsterdam 1732.
Bu yapıt Osmanlı ordusunun örgütsel yapısıyla ilgili olarak Fransızca
ve İtalyanca yazılmış ayrıntılı bir çalışmanın ürünüdür. İki bölümden
oluşan bu çalışmanın birinci bölümünde, özellikle Türkiye'nin
yönetim birimlerine (eyalet) ilişkin sayısal çizelgeler genel bir
biçimde tanımlanmaktadır. İkinci bölüm de ise, savaş eylemceleri,
özel savaşlarla ilgi! i ayrıntılı bilgiler, korunganlar, savaş
düzenlemeleri, ordunun giysileri, savaş araç ve gereçleri ile para
konuları ayrıntılı bir biçimde işlenmektedir. Bu konularda bilgiler
sunan ilk Avrupa yapıtıdır. Yazar (1658-1730) çoğunlukla, doğalcı
(naturalist) olarak tanınır. İlk ve son yapıtları yazarın sürekli değişen
konumunda paralı bir savaşçı olarak sık sık karşı karşıya geldiği Türk
Ordusuyla ilgilidir. El boyası ile çizilen iki katlı yeryüzü taslağı
Osmanlı imparatorluğunun o dönemdeki siyasal görünüşünü
betimlemektedir. (0.C) Bkz. E.J. Erili ltd. Leıden, Antıq uarıan
Booksellers (catalugue no 545) November 1985, Leiden. s. 124. Bir
İtalyan subayı olan Marsigli Osmanlı belgelerini 1686 yılgününde
Budin'in geri alınışı sırasında ele geçirmişti. (0.C) Bkz. Fekete, Türk
Vergi Tahrirleri (çev. Sadrettin Karatay), Belleten, C. XI, sayı 42,
Ank. 1947, (299-328) s. 302; Hammer, C. 6, s. 464.
2 Naima, C. 2, S. 556. "elleri altında kalb ve züyuf akça tedarik ... "
(O.C) Bkz. Naima, C.2, s.556 (TB)
103
tresrouge)l; "beyaz akça11111" (aspres blanches ou monnaie blanche)2
karşıtı olan "/elsi ahmer" (fulous rounge)3; "çil akça" (aspres
brillantes)4 ve son olarak da "sağ akça" (aspres de bon aloi)5. Az
sonra sürüm değerindeki çalkantıları görülecek olan "akça", son
gümrük eder tanıtmalığma (tarif des douanes) değin konumunu
sürdürmüşse de sözü edilen tanıtmalıkta onun yerini beylik olarak
kuruşun yüzde birlik ufaklığı "santim" almıştır. Vakıf saymanlık
yöntemi dışında, akça· sözcüğünün kullanılması bundan böyle6
"beşyüz kese akça"? (cing cents piastres); "guzeşte ve mesar(f akçası
ile" (interest et frais) gibi deyimlerle sınırlı kalmıştı.

UF AKLIK, MANGIR: Akçanın birincil dilimde ufaklığı


pulun (ileride söz edilecektir) aynı olan "mangır", bir bakır paradır.
(jeton monnaie de cuivre) Olayyazarlar içerisinde salt Raşid
mangırdan söz etmektedir.8 Moğol dilinde "meungoun" (argent)9
adıyla anılan bu paranın adlandırma biçimi paraların başlangıçtaki

y.a.g.y. C.2, s. 290, 549. "kızıl kırpık akça" (0.C) Bkz. Naima, C. 2, s.
290 (TB)
2 Raşid, C. 2, s. 28; Cevdet, C. 2, s. 159.
3 Vasıf, C. 2, s. 143.
4 Naima, C. 2, s. 480-512; Raşid, C. 1, s. 269. Tchil (çil); parlak, beyaz
demektir. (0.C) Bkz. H. Kazım Kadri, Büyük Türk Lugatı, İst. 1928,
c. 1, s. 478.
5 Cevdet, C. 3, s. 295." ... "çürük"i sağ yerine sarf etmekle ... " (0.C) Bkz.
Sami, 54/A.
6 Cevdet, C. 4, s. 372
7 Vasıf, C. 2, s. 143. Arapça da "telat ekias fadda" (trois bourses
argent-üç kese gümüş) deyimiyle benzerlik göstermektedir. (İbn-i
Zeynel) "dörtyüz kese akça" (0.C) Bkz. Vasıf, C. 2, s. 143.
8 Raşid, C. !, s. 146, 149, 170" ""halis nihasdan sekizyüz menkır"
(0.C) Bkz. Raşid.
9 Mongolisch-Deutsch-Russiches Wörterbuch, Yon Schmidt,
Petersbourg 1835, S. 221 d'Ohsson, Hist. des Mongols, C. 2, s. 335 te:
"Mangou" gümüş (argent) anlamına gelir" diyor.
104
adlarının, dönemin geregıne göre bağlı oldukları değişikliklerden
yeni bir örnek sunar. Öteki paralar gibi mangır da belirli bir dönemde
"kızıl" ve "ak" (rouge et blanc) olarak ikiye ayrılmıştı.
"Nasihatname"nin yazarı, bakır paraya "kıpkızıl mangır" diyor.1
Osmanlı devletinin kuruluşundan bu yana basılan bakır paralarda
sultan adı bulunmuyordu. Para uzmanları bakır paralara sultan adının
ilk kez yazılması olgusunu /. Osman'a dayandırıyorlarsa da, bakır
paralar üzerinde rastlanan ilk ad, Orhan Oğlu Mıırat'ın adıdır.2

Karş. Yıl, 1640. Bakır acun yaratıldığından bu yana tek bir ulusca
bile para olarak algılanmamıştır. Bakırlar ancak, 1428 yılından bu
yana Mısır'da gelişen bir çok sıkıntılı ve bunalımlı olaylardan sonra
para adını almıştır. Salt bir gümüş para ya da gümüşün ufaklığı ile
alınamayacak denli, ederleri düşük olan kimi nesnelerle değiştirilmek
üzere altın ve gümüşten başka şeylerin kullanıldığı da bilinen bir
olgudur, ancak, bunlara kesinlikle para adı verilmemiş, bunlar altın
ve gümüşün yerini tutmamışlardır. Ederleri çok düşük, sıradan şeyleri
alabilmek için ötedenberi kullanılan dolaşım araçları çok çeşitlidir.
Eski ve yeni dönemlerde Mısır, Şam, İran, Arap Irak'ı ve Rum
devletleri sultanları tüm görkem ve büyüklüklerine, tüm
varsıllıklarına karşın sıradan şeyleri değiştirmek üzere bakır para
kullanır, bakırdan "füls" denilen ufak paralar keserlerdi. Kafasında
azıcık bilgi ve anlak taşıyanlar çok iyi görürler ki, bu bakırın sürümü
yüzünden ülke yıkıma uğramış ve Mısır'lıların yiyecek ve içeceği
ellerinden kaçmıştır. Bakıra para demek, gerçeklere ters bakmak
demektir. Gümüş, acunda sürekli yasal ve geçerli bir paradır, bakır
ise "şey" bile denilmesi doğru olmayan bir "şey"dir. (0 denli
değersizdir.) (0.C) Bkz. Makrizi, s. 62.
2 M. Cayol, Para Dermesi. Elde bulunan ilk Osmanlı bakır parası 1.
Murat dönemine ilişkin olup, bu paralardan birisi "Ramazan 790"
(Eylül 1388) yılgününü taşımaktadır. Bakırdan kesilen paralara
Farsça'da "mangır" karşılığı "pişiz" ve Arapçada da "füls" (çoğulu
fülus) denilmektedir. Türkçede bunun ayrıca "mangur", "markur" ve
"mankır" gibi söyleniş biçimleri de vardır. Mangıra, "sikke-i
nuhfisiye" (bakır para) denildiği gibi, kızıllığından dolayı "kızıl
mangır" adı da verilmiştir. Elde bulunan ilk Osmanlı bakır parası 1.
Murat dönemine ilişkin olup, bunlardan birisinin yılgünü olan
105
Mangırın surum değeri, alaşımının doğasından kaynaklanan
nedenlerden dolayı çok değişkenlik göstennektedir. Leunclavius'un l
aktardığına göre, Spandugino döneminde 8 mangır, bir akçaya ve 4 akça
da bir dirheme eşdeğermiş. Vigenere döneminde2 bir akça, 16 mangır
ve Marsigli3 döneminde de 4 mangır, ve 3 akça da bir para değerinde
imiş.

Raşid diyor ki, savaş gereksinimleri karşısında sıkıntıya düşen

1388'den başlayarak aşağı yukarı il. Murat döneminin ortalarına


değin bakır mangırların 10-12 parçası bir akça olarak saptanmıştı.
Bu yılgünden, 1688 yılına değin basılan mangırlar ise genellikle ya
bir, ya da iki dirhem olarak kesilmişti. Ağırlıkları bir dirhem olanlar
tam mangır, 1/2 dirhem olanlar "buçuk mangır" ve l/4 dirhem
olanlara da "cırık mangır" (djiryle, ufak bakır para. Bkz. H. Kadri, C.
2, s. 298) denilmekteydi. il. Murat döneminde (!421-1451) 6 mangır,
bir akça idi, bunun "cırık mangır" olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı
devletinde tuğralı ilk mangır kestiren, Yıldırım Bayezid'in oğlu, Emir
Süleyman Çelebi'dir. Y. Sultan Selim'in Mısır üzerine yürüşüyü
sırasında, Arap ülkelerinde olduğu gibi, "füls" adı ile margırlar

bastırılmıştı. K. Sultan Süleyman ve il. Selim dönemlerinde de "füls"


kesilmişti. (0.C) Bkz. İA, "MANGIR" tanımlığı, C. 7, s. 283, 284, (İ.
Hakkı.) 1477 yılında bir dirhem bakırdan bir mangır kesilerek sekizi
bir akça değerinde alınıyordu. (0.C) Bkz. M. Akdağ, Türkiye'nin
İktisadi Vaziyeti, Belleten, C. 13, sayı 51, s. 527.
Leunclavius, s. 116. Jean Leunclavius 1533 yılında "Ambelbeuren"de
doğmuştur. Birçok yapıt üretmiş ve çeviri yapmıştır, birçok dil
bilmektedir. Bir süre İstanbul'a gelmiş ve burada kaldığı süre
içerisinde Türkçeyi de öğrenerek kendisinden önce tek bir yabancının
elde edemediği Osmanlı tarihine ilişkin değerli bilgiler toplamıştır.
1583'te Viyana'da ölmüştür. (0.C)
2 Histoire de decadence de l'empire grec, çev. Chalcondyle, yay.
d'Embry, Paris, 1632, s. 45.
3 Marsigli, s. 330. İngiliz gezgin, F. Moryson'un aktardığına göre, 1596-
1597 yılgününde 16 mangır, bir gümüş akça değerinde imiş. (0.C)
Bkz. T. Reyhanlı, İngiliz Gezginlerine Göre XYI. Yüzyılda
İstanbul'da Hayat, (1582- 1599) Ank. 1983, s. 113.

106
hükümet, önceleri de buna koşut durumlarda uygulanan çözüm yoluna
başvurarak, 1688 yıl gününde bakır para bastırmış ve dolanıma
sürmüştü. Bir okka (1282 gr.) arı bakırdan, 800 mangır kesilmişti ki,
buna göre iki mangır bir akça değerinde idi. 1 Mangır bunu izleyen
yıllar bir akça sınırına dayanmış, 1690 yılgününde de aynı değerini
korumuştu. 2 Olayyazarların mangıra ilişkin verileri bu bilgilerle
sınırlı kalmaktadır. Doğu bilimci M. Danı, Orta Asya paraları
içerisinde "manguyr"den ve birlikteliğinde sekizde birine eşdeğer olan
"puclıta" adında bir ufaklığından sözediyor. (puchta, quarum octo
conficiunt manguri)3 Sekizde birlik bu bağıntının, beş paranın kuruşa

Raşid, C. 1, s. 146. Karş. Hammer, · C. 12, S. 262 ve Marsden,


Numismata Orientalia, Londres, 1823, C. 1, S. 374, 404, 406.
Temmuz 1688 yılgününde Frenk Mustafa Ağa'nın önerisiyle
Tavşantaşı'nda açılan para basımevinde bir okka arı bakırdan 800
mangır kesilmişti. Tuğralı olan bu mangırların çapı, 19 mm. idi.
(0.C) Bkz. İA. C. 7, S. 283. (İ. Hakkı)
2 Raşid C. 1, s. 140, 170. "mankırın birer akçaya raic olduğu ... " (0.C)
Bkz. Raşid, C. 1, s. 170/A
3 Fraehnii, Opuscul, post. pars. prim. s. 389, 390. Bilindiği gibi
Avrupa'lı tecimenler Doğu Akdeniz'de iyi bir edinim kaynağı olan

para kaçakçılığı yapmakta idiler. Bu kaçakçılığın ürün alış­


verişinden çok getirdiği de doğrudur. Tüm bunlar savaştan doğan
sıkıntılara eklenince hükümet, mangırı akça ile eşdeğer bir duruma
getirmiş, bu tutum mangırın birdenbire gözden düşmesine ve öyle ki,
10 mangırın bir akçaya bile geçmez duruma gelmesine neden
olmuştu. Sonunda Kasım 1691 yılgününde mangır dolanımdan
kaldırılmış, öteki paraların değerleri de yeniden saptanmıştı. (0.C)
Bkz. R. Mantran, 17. yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, (çev. M. Ali
Kılıçbay-Enver Özcan), Ank. 1986, C. 1, s. 238. Önce mangır
sonradan da "füls" adını alan ve genelde "pul" denilen bu paralar
yineden devlet kasasına alınmadıklarına göre, tam sürümü olan para
gibi algılanamazlar, bunlar ancak kamunun kendi aralarında
özellikle de, satıcılar ile aralarında geçen bir akçadan küçük alış­
verişlerde kullanılıyorlardı. Bu durumda, bu bakır ufaklıkların
bugünkü saymanlıkta gördüğümüz pullara benzer bir vergi alma
aracı sayılmaları gerekir, böyle bir pulun bakır ağırlığı, karşılığı olan

107
olan oranını ve mangırı akçaya olan bağıntısını ansıtmakta olduğu
çarpıcı bir biçimde gözlemlenmektedir.

BÜYÜK PARA (MULTIPLE): ALTIN. Moğolla­


rın dillerindeki "altan" 1, temelde "külçe altını" (l'or en lingots)2
belirttiği gibi, aynı sözcük aynca İran Moğollarında da3 özellikle
altın parayı tanımlamaktadır. Bu sözcük geleneksel olarak
Osmanlılara da geçmiş ve aynı anlamında benimsenmiştir. Asıl
Osmanlı altını, bir dönemlerdeki "halifelerin" "dinar"ı ve
Memlüklerin altın parası gibi, Venedik altınının (ducat)4 arılık ve
ağırlığında olmak üzere, il. Mehmet döneminde İstanbul'un
alınışından sonra 1478 yılgününde basılmıştır. Aşağıda görüleceği
gibi o döneme değin yabancı altını özellikle de Venedik altını,
Türkiye'de arı değerini koruyarak kullanıldığı gibi, Osmanlı altınının
basılmasından sonra da üzerine bir dördül içerisinde "sahh" (contrôle)

ederi kesinlikle karşılamadığı için değeri tümden saymaca (itibari)


idi. (0.C) Bkz. M. Akdağ, Türkiye'nin ... , s. 528.
Mongolisch-Deutsch-Russiches Wörterbuch, s. 13; M. Stan, Jülien,
Notices tirees des geographies et des annales chioises, Journal
asiatique, Kasım-Aralık, 1846, s. 409, 412. Altın sözcüğü Moğol
dilinden geçmiştir. Moğolcadaki "altyan" sözcüğü gerçekte, külçe
durumundaki altını tanımladığı gibi, giderek altın para yerine de
kullanılmış, Osmanlılarda da bu anlamını sürdürmüştür. (0.C) Bkz.
Z. Pakalın, Deyimler, C. l, s. 452.
2 Tac ül-meani, altın ve
gümüşü "tıHi" ve "nukre" biçiminde
açıklamaktadır. (Karş. Vie de Djenghiz-khan, s. 99 ve 100;
Tavernier, Voyages, C. 2, s. 12) Ali Şir Nevai, "Ferhad-ı Şirin" adlı
yapıtında bu sözcüğü Türkçe "iaramağ" biçiminde kullanıyor.
Apuşka bu sözcüğün akçanın son türü olduğunu bildiriyor. Kaşgarlı
Mahmut, Türklerin gümüş paraya "yarmak" dediklerini söyler. (0.C)
Bkz. Makrizi, s.8, n. 1. Yarmak: Para, Divan-ı Lugat-İt-Türk, s. 751.
Dizin (0.C)
3 Bkz. Belin, Notice sur Ali Chir, s. 295
4 Sam Bernard, s. 318; Tarbe, Manuel des poids et mesures, s. 326;
Cevdet, C. 3, s. 67.
108
sözcüğü yazılarak aynı işlevini sürdürmüştür. Bununla birlikte,
Osmanlı altını ya da "sultani" altın (imperial) dönemin siyasal,
tecimsel ya da savaş gücü görkeminin yönlendirmesiyle değişik
biçimlerde adlandırılmıştır. 1 Şöyle ki, Venedik Cumhuriyetinin
siyasal ve tecimsel üstünlüğünün göstergesi olarak başlıca "flori" 2 ,

Karaçelebizade, s. 77; Vigenere ve Chardin, "sultanin"; Sansovino,


"sultane"; Spandugino, "sultanini"; d'Alger, "sekuin" (Marcel,
Tableau general des monnaies, Paris 1844, s. 13) diye adlandırıyorlar.
İlk Osmanlı altınının basılması yılgünü "Kanunname-i Sultani"de H:
883=M. 1478-1479; Halil Sahillioğlunda (Kuruluştan XVII. Asrın
Sonlarına Kadar Osmanlı Para Tarihi Üzerinde Bir Deneme, Ist.
1985, s. 108) 21 Eylül 1479 olarak gösterilmişse de, doğrusu H.
882=M, 1477-1478 yılgünüdür. (0.C) Bkz. İbrahim Artuk, Fatih
Mehmet Namına Kesilmiş Bir Sikke, ist. Arkeoloji Müzleri Yıllığı,
nr. 7, İst. 1956, s. 38-40; Remzi Kocaer, Osmanlı Altınları, (Gold
Coins of the Ottoman Empire) İst. 1967, s. 57; Nuri Pere,
Osmanlılarda Maden Paralar (Coins of the Ottoman Empire) İst.
1968, s. 90; İbrahim Artuk-Cevriye Artuk, İstanbul Arkeoloji
Müzeleri Teşhirdeki İsJami Sikkeler Kataloğu, C. 2, lst. 1974, s. 471
(0.C) Bkz. N. Aykut, s. 257 n.2. İ. Galib, Meskukat, s. 504'te, "H.
883" diyor. (0.C)
2 "Florin", "florina", Sadettin, C.l ve C.2 değişik sayfalar. Bayezid
döneminde iki görkemli geminin yapım giderleri "florin" üzerinden
düzenlenmişti. (y.a.g.y, C.2, s. 89) Sultan Korkut Mısır'a sığındığında

Mısır sultanından ayda 3.000 "flori" ödenek alıyordu. (y.a.g.y, s. 132)


Y. Sultan Selim İran dönüşünde Kürt beylerine 1.000 er "flori"
vermişti. (y.a.g.y, s. 307) (Karş. Naima, C. 1, s. 357; C.2, s. 298;
Fezleke; Koçi Bey, Bölüm 3; Cevdet, C.3, s. 67; C.5, s. 226) "Vie de
Djenghiz, s. 105'te okunuyor; "... pür flori ve cevahiri nefise behankak
firistad" (il envoya au couvent un plateau rempli de ducats et de
pierreries-flori ve değerli taşlarla dolu olarak manastıra gönderildi."
Saint Louis anası adına altın para bastırmıştı. Kimi para uzmanları,
Charles le Bel (Nour Mauel de numismatique) dönemine değin
paralarla ilgili buyruklarda adı geçen altın florinin bu altın olduğunu
ileri sürmektedirler. Fransızca'da tüm altın paralara florin adı
verilmişti. Bu paraların üzerinde bir zambak çiçeği (fleur de lis)

109
"sikke-i flori"ı ve "sikke-i efrenciye-i flori" 2 diye adlandırılan altın,
1. Selim'in İran'daki ilaçımlanndan sonra "şahi"3 ve Mısır
Memlükleri soyunun düşüşü üzerine de "aşrafi" ya da "eşrefi"
sözcükleriyle adlandırılmıştır. Başka ülkelerde olduğu gibi, Mısır
Memlüklülerinde de altınlara bir tür soydan gelme adlar verilmesi
geleneği vardı. Örneğin; Selim'in orduları önünde yenik düşmüş olan
ve başa geçtiğinde Melik-ül-Aşraf sanını alan yiğit sultan da
(Tumambay) bastırmış olduğu Mısır altınlarına, Corolus, Edouars,
Gulliames, Louis'ler ve günümüz Napolyonlar altınlarında olduğu

görüntüsü bulunmaktaydı. 1543 yılgününde Türk donanması


Toulon'da bulunduğu süre içerisinde yapılan giderlerin parasal
işlemleri "florin" ve "gros" üzerinden düzenlenmişti. (Negociations
de la France dans le Levand, C. 1, S. 572 ve izleyen sayfalar) il.
Frederik 1231 yılında Sicilya'da çok beğenilen bir altın olan
"AUGUSTALE"yi bastırdı. Bunlar ortaçağ altın paralarının en
üstün nitelikli olanlarıydı. Ancak, Güney İtalya sınırları ötesine
geçememişti. 1252 yılında Floransa'da üzerlerinde kentin belirtkesi
olan zambak görüntüsü basılı olduğundan dolayı böyle adlandırılan
"flori"nlerin çıkarılmasıyla Avrupa'da altın paraların yayılmasının
yolu açıldı. Bunu bir süre sonra Cenova izledi ve 1284'te Venedik
kendi "dükası" ya da "zechin"iyle "florin"in bir eşini dolanıma
çıkardı. Bu altın 3,5 gr. ağırlığında idi. IX. Louis, 1266 yılında
Alpler'in kuzeyinde dolanıma girecek ilk altın parayı bastırıyordu.
(0.C) Bkz. Pirenne, s. 96.
"Sikke-i flori"; Tarihi Nişancıbaşı, s. 157. "... her yıl bin sikke-i flori
tasdik ederdi ... (0.C) Bkz. Mehmet Paşa, Tarih-i Nişancı, 1279, s.
157; ve Raşid, değişik sayfalar
2 Tac-üt-Tevarih, C.2, s. 322. "ikibin sikke-i efrenciye flori" (0.C) Bkz.
T. Tevarin (1279) C. 2, s. 322
3 Nuhbe, s. 423; Cevdet, C. 5, s. 293; "şahi" Safevi, Zend ve Kaçarlar
döneminde İran'da gümüş parayı belirtirdi. (Recensio, s. 464, 497 ve
izleyen sayfalar) "Şahi", Kafkasya'nın Rusya'ya bağlı yörelerinde bir
bakır paranın adıdır. (Recensio, s. 510) Günümüz İran'ında bakır
paraya "şahi" denilmektedir. (Nicolas, s. 260)
110
gibi soyunun belirtisi olarak "eşrefi" ya da "aşrafi" 1 adını vermişti. Y.
Sultan Selim Mısır dönüşü birlikteliğinde bol sayıda altın ve gümüş
para getirmiş, Osmanlı ve yabancı altınları da bundan böyle
dolanımda "eşrefi"2 ya da "şerifi"3 adlarıyla anılmıştır. 1696-1697
yıl gününde basılan alaşımı arı "tuğralı" Osmanlı altınlarına,
"İstanbul altını" ya da "zer İstanbul" denildiği gibi bunlara aynı anda
"cedit şerifi" (nouveauxs cherifis)4 adı da verilmiş ve Mısır altınları

Gümüş paralara İran'da Safeviler döneminde "Abbasi", Afşarlar


döneminde "nadiri" denilmekteydi, v .b.g.
2 Raşid, C.l, s. 226. Venedik altını (duca) dışındaki yabancı altınlar,
"esreshils" (Sansovino, C.2); "seraphs" (Vigenere, s. 330); "scherifs"
(Tavernier, C. 6, s. 41) "şerifs" (Marsigli, s. 45) biçiminde
adlandırıldı. "Eşrefi adı batılı yazarlarca "şerifi" durumuna
getirilmiştir. Bu altınlara "sultani" adı da verilmekteydi. Kimi
gezginlerin yapıtlarında rastlanan "sultani" adlandırması buradan
gelmektedir. (0.C) Bkz. Mantran, s. 224. "Eşrefi" ve "sultani"
altınlarının Mısır altınlarından Türk altınları arasına katılmış

oldukları ölçümlenebilir. Kimi belgelerde "eşrefi" sözcüğüne


"mağrib" sözcüğü ekleniyordu ki, bu Kuzey Afrika'dan gelen paranın
açıklaması olsa gerek ve öyle sanılıyor ki, gene Mısır yolu ile olmalı.
Bu altın adlarının Türkiye'ye Y. Sultan Selim döneminde girdiği ileri
sürülüyor ki, (İ. Galip, s. 53, 54 ve 80, 81) kesinlikle doğru değildir.
Şöyle ki, bu altın paralar F. Sultan Mehmet döneminde de
Türkiye'de kullanılıyordu. (0.C) Bkz. M. Akdağ, Türkiye'nin ... , C.2,
s. 247, n. 3)
3 Raşid C. 1, s. 169." .. ve şerifi altın ikiyüz yetmiş akçaya ... " (0.C)
Bkz. Raşid, c.l, s. 169/B
4 Raşid, C. l, s. 226; Chardin, Voyages, C. 4, s. 279 da okunuyor; İran' da
Şahın başa geçişinde ve "Nevruz"da (21 Mart) yeni gün, CeHili

takviminin başlangıcı. (0.C) Bkz. A. Süheyl Ünver, Türkiye'de


Nevruz ve Nevruziye, Vakıflar Dergisi, C. 11, s. 221-237) basılan ve
para gibi dolanıma sürülmeyen altın paralar "tıla" ve "şerafi" diye
adlandırılmaktaydı. Fraehnii, Recensio, s. 468, 470 ve 480'de
"cherrafi" diyor ve ekliyor; "eşrefi" (ecus d'or) Safeviler döneminde
basılmıştır." İzzi, s. 90'da diyor ki; Osmanlı elçisi Nadir Şah'tan
111
böylece Türkiye'de adlarını korumayı sürdürmüşlerdi.

Raşid'e göre, gerek bunlar ve gerekse sonradan basılan altınların


basım ereği doğrudan Mısır altınlarının adlarının
ortadan
kaldırılmasına yönelikti. Ancak, ilginçtir ki, yeni "tuğralı" altınlar
Mısır'a gönderildiklerinde eski adları ile anılmalarına karşın,
başkentte yine "eşrefi" adını korumuşlardı. Bu yeni altınlar kuşkusuz
ki alaşımlarındaki arılıktan dolayı Mısır'da "zer-i mahbub"ı (bel or)
ya da yalın bir biçimde "mahbub"2 adını almışlardır. Bu tür
adlandırmaya ne, beylik eder tanıtmalıklarında rastlanmakta ve ne de,
başkentte dolanıma sunulduğu 1735 yılgününe değin olayyazarlar
bundan sözetmektedirler. 1696 yılı altınları "zer-i mahbub"un
taşıdığı tüm nitelikleri taşımaktadır. Şöyle ki, bu altınların bir
yüzünde "sultan el berreyn .. " öteki yüzünde de sultanın adını içeren
"tuğra" ve onun altında, başa geçiş yılgünü ile basım yeri olan
İstanbul (Constantinople)3 yazılıdır.
Bu altınların basılmasından önce ve sonra, yerli paraların
arılıklarının bozulması sonucu altın paralar ve belki de, Venedik
altınları yalnızca "sikke"4 (monnaie par excellence); "sikke-i hasene"5

sungu olarak "şerifi" denilen 2.000 altın ile birlikte "nadiri" denilen
3.000 gümüş para (ecus d'argent) almıştı. "Cedit şerif'; Mısır'da
basılan "eşrefi"lerin aralık ve ağırlık düşüklüğünü gidermek ve bu
bağlamda İstanbul ve Mısır basımı "eşrefi"lerin aralarındaki ayrımı
kaldırmak amacıyla basılan yeni altınlara verilen addır. (0.C) Bkz.

R. Kocaer, s. 13
"Zer" (altın), "sim"in (gümüş) karşıtı olup, İran ülkesinde tüm altın
para türünü belirtirdi. (Chardin, C. 4, s. 279)
2 "Mahboub"; tam anlamıyla güzel, sevimli (beau, joli) Bkz. Tychen,
introduction in rem nummariam, s. 221; S. Bemard, s. 281; Marcel,
Tableau gen. s. 22 "Mahboub; güzel, iyi, sevimli demektir." (0.C)
Bkz. H. Kadri, C. 2, s. 493
3 S. Bernard, s. 338, 343. (M. Cayol'un paralarla ilgili çalışmalarından
yararlanılmıştır.)
4 Raşid, C. 2, s. 142
5 Naima, C. 2, s. 413; Raşid, C. 1, s. 25, 102, 273 ve C. 2, s. 58. "Hasene"
Arapçada, Türkçedeki "sağ"ın karşılığı olarak kullanılmıştır.
112
(bonne monnaie) sözcükleriyle adlandırılmış ve anlığı bozulmuş
olanlara da bunlara karşıt olarak "çürük" ve "züyuf" denilmiştir ki,
aynı durum 1715 yılgününde tipin değiştirilmesiyle birlikte yeni
altın paraların basılmasını da gerektirmiştir. "Tuğralı" ve "zincirli"
altın (au toughra et a cordon) denilen bu yeni altın paralar,
olayyazarlara göre, ağırlık ve arılık olarak Venedik altınından üstün
ve bunların 100 parçası, 110 dirhem ağırlığında imiş. Bu durumda teki
bir dirhem, bir kırat, iki buğday ve buğdayın yüzde kırkı ağırlığında
demektir. Bu altınların kendine özgü ayırdedici niteliği olarak iki
yüzünde imler şöyle ki, bir yüzünde "tuğra" öteki yüzünde ise
basıldığı yer ve yılgün bulunmaktadır.! Bu altınlara beylik olarak
"sikke-i cedit zer İstanbul"2 ya da yalın bir biçimde "cedit İstanbul
alt1111" (nouvel ecu d'or de Constantinople) adı verilmişti. Örnek
olarak alınmış olan zincirli altın, Venedik tipini anıştıracak biçimde
ve olası ki, Mısır'a girişinden sonra değişime uğrayarak bu ülkede
Arap dili karşılığı "funduk" ve "funduki" deyimleriyle
adlandırılmıştır. Giderek İstanbul'daki, özellikle 1716 altınları ve

(Arılığı tam 0.C) Raşid, C. 1, s. 236; Çelebizade s. 78: Sami, s. 54.


Negociationsta adları geçen "zecca", "zecchino" "sequin" deyimleri
sikkeden alınmıştır. Arap dilinde, para üzerine vurulan damga
demektir, sultanlık türesine özgüdür. "Sikke-i padişahi ile meskuk"
Raşid, C. 1, s. 228. S. Bernard, s. 281, 290. Bu sözcük Osmanlılarda iki
anlamda kullanılmıştır. Biri Fransızca'da "coin" anlamına gelen
damga ki, bu anlamda kullanıldığında örneğin; "sikke-i padişahi ile
meskuk" denirdi. Öteki anlamda ise doğrudan para (nakid) idi ki, bu
durumda "sikke-i hasene"; sikke-i efrenciye" gibi kullanılırdı. Sikke
önceleri yalnızca. işliklerde kesilmiş parayı "monnaie frappee ii"
belirtirdi. (Dorn, s. 109, l 10 ve 120) Bu durumda şöyle
adlandırılmaktadır. "gümüş ve altın meskukat" (monnaies de bon
aloi d'or et d'argent); "meskukat-ı ecnebiye" (monnaies etrangeres)
"meskukat-ı mağşuşe" (mauvaise monnaies). Gümrük Eder
Tanıtmalığı

S. Bernard, s. 338
2 Raşid,
C.2, s. 142; Sami, s. 70. l. Mahmut döneminde basılan "cedit
İstanbul altını"19 mm. çapında ve 3,458 gr. ağırlığında idi. (0.C)
Bkz. R. Kocaer, s. 125
113
daha sonra basılan aynı tip altınlar için de aynı deyimler
kullanılmıştır. 1
1732-1733 yılgününde Sadrazam Ali Paşa, eskilerinden daha küçük
çapta ve bir dirhemin dörtte üçü ağırlığında "tuğra"lı altınlar
bastırmıştı. Bununla birlikte, eski arılıklarındaki bu altınlar beylik
olarak yine eskisi gibi "zer-i nıahbub" 2 adını taşıdıkları gibi "cedit zer
mahbub" (nouveau zer mahboub)\ "zer nıeskıık"4 (or monnaye); ve
"İstanbul nıahbub alt1111" (mahboub de Constantinople)5
deyimleriyle de adlandırılmışlardır. Sami, bu arı altınları "dinar"6;
"zer-i nıahbub-i halis ül ayar", ya da yalın bir biçimde "zer halis ül
ayar" ( or de titre pur) 7; Vasıf da ay gibi parlak olduklarından "zer-i
kamer tab" (or resplendissant comme la lune)8 diye adlandırıyorlar.
Bu altınlar il. Mahmut döneminde önemli bir değer düşürümüne
uğrayarak yineden "İstanbul altım" adını almıştı.9
Yüzlük altın 1O adıyla basılan yüz kuruşluk, Türk lirasından
ileride sözedilecektir. Bu ayrıma son vermeden önce şunu da

Para basımevi yöneticisi M. Mihran Düz'den iletişim kurarak elde


ettiğim bilgi.
2 Sami, C. 1, s. 25, 70; İzzi, s. 51; Vasıf, C. 1, s. 105; S. Bernard, s. 338;
Cevdet, C.5, s. 304'te diyor ki, ··zer mahbub" ve "funduk" altınları
arılık ve ağırlık olarak eşdeğer oldukları gibi aynı saymaca
(nominale) değeri taşıyorlardı. Giderek "funduk"lardan daha küçük
değerde "zer mahbub"lar basılmıştı.
3 Karş. Yıl 1764, 1765
4 İzzi, s.108; Vasıf, C. l, s. 216; Mirkond, Hist. Seldschuk, s. 171 'de "zer-
i meskuk" altın paraları belirtmektedir. Para durumuna getirilmemiş
altına da, "zer-na-meskuk" denilirdi.
5 Cevdet, C. 5, s. 289; Karş. Yıl 1732-1733
6 Sami, C. 1, s. 56, 65 Raşid, C. 1, s. 226, ve Çelebizade, s. 5'te aynı
sözcüğü (dinar) "tuğra"lı altınlar için kullanmaktadırlar. "derahim
ve denanir ile" (0.C) Bkz. Çelebizade, s. 5/B
7 Sami, C. 1, s. 49, 65
8 Vasıf, C. 2, s. 137
9 "Para Basımevi Beylik Eder Tanıtmalığı"
10 Karş. Bölüm. 5, ayrım. 9, parag. 3
114
sözedilecektir. Bu aynına son vermeden önce şunu da ekleyelim ki, on
yıl öncesine değin Güney Rusya'da "altı kapik" (de six copeks)
değerindeki bakır paralara da altın (altyn) adı verilirdi. ı

Ayrım2.
YABANCI YA DA TECİMSEL YÖNTEM

Kuruş temeline dayanan, salt adı yabancı kökenden alınan bu


yöntem "beyaz" ve "kızıl" (blance et rouge)2 olmak üzere ikiye
ayrılmakta, önceleri de değinildiği gibi ufaklığı olarak da akça
kullanılmaktaydı. Kuruşun değer karşılığını saptamak için gerekli
olan birimlerin niceliği, temelde akçanın arılığı ya da, değiş-tokuş
çalkantılarına göre değişikliğe uğramakta idi. Eflak Beyi Mirça'ya
gönderilen buyruktaki terimlerden çıkarılan sonuca göre kuruş /.
Bayezid döneminden bu yana Osmanlı ülkesinde sürüm değeri edinmiş
ve bir bakıma devletin yasal bir parası konumunu almıştı. Buyruğun
aşağıda gösterilen içeriği de bunu doğrulamaktadır. "Bey, devlet
kasamıza yılda üçbin kızıl kuruş, bizim paramızla beşyüz kuruş
ödeyecektir. Ocak 1393" (Le prince versem chaque annee, dans notre
tresor imperial, trois mille qyzyl-ghourouch de Valachie, soit cinq
cents ghourouch de notre monnaie Rebi-ewel 795)3 Cevdet ekliyor:

Bu bilgiler Rusya 'nın İstanbul Elçiliği Birinci Çevirmeni M.


Bogowslawski'den alınmıştır.
2 "Ecus d'or d'argent" (gümüş ve altın para) karş. Hammer, C. 11, s.
190; Cevdet, C. 3, s. 295; C. 5, s. 225
3 Cevdet, C.3, s. 295. "Guruş" belirtmeye ve ayırt edilmeye gerek
duyulmadığı durumda, İspanya, Peru ve Meksika'nın "riyal'' denilen
parasıdır. Belgeler bu paradan "kamil" ya da "tam guruş" diye söz
eder. "Ebedi" denen öteki kuruş ise, Hollanda parasıdır, üzerinde
Hollanda'nın aslanlı belirtkesi bulunduğundan bu ad ile anılır.
"Aslanlı guruş" denilen bu paraya güney kentlerinde "ebu kelb"
(köpekli kuruş) adı verilirdi. (0.C) Bkz. H. Sahillioğlu, XVII. Asrın
İlk Yarısında İstanbul'da Tedavüldeki Sikkelerin Raici, T.T. Belgeler
115
"Burada sözü edilen kuruş, "esedi" ya da "aslani"dir." Avrupa'da aslan
belirtkeli anlamında kullanılan "ekü", Avrupa dışında doğuda ikincil
bir anlamda ve "ekü kuruş" olarak adlandırılmaktadır. Saint Louis
Mısır'dan dönüşünde Fransız parasını tümden değiştirip yeni baştan
düzenledi. Şöyle ki, Fransız parası "sou"nun arılığını yükselterek onu
gerçek bir para durumuna getirdi. O döneme değin bu para üstün
nitelikli bir değer taşımıyordu. O günden sonra bu gümüş para "gros
tournois" (turonus grossus) ve "deni er" 1 (petit tournois) diye
adlandırılmıştır. Bu yeni tip,2 kısa bir sürede tüm Fransa'ya ve

Dergisi, C. 1, sayı 2, s. 232


Bkz. Cevdet, C. 3, s. 418'deki "dinar" sözcüğü ile ilgili nota. "Dinar",
Arapçada altın para demektir. (0.C) Bkz. F. Develioğlu, Osmanlıca­
Türkçe Lügat, Ank. 1986, s. 222. Dinar: MetroL Monnaie de Perse de
la valeur de 13 a 14 francs. Tu en retirerais encore lex dix mille
dinars qu'elle t'a coutes (Merimee) (0.C) Bkz. Bescherelle, s. 1225
2 Karş. Encyclopedie Roret, Nouveau Manuel Complet de
numismatique, et, !es Dictionnaiıes de 1'Encyclopedie, de Trevoux et
de Bescherelle, "gros" sözcüğü. 12. yüzyılın sonundan başlayarak
dolanımdaki paranın düzensizliği öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, bir
düzeltim kesinlikle zorunlu olmuştu. Bu konudaki ilk girişimin, çoğun
en büyük tecimsel odağı olan Venedikten gelmiş olması önemlidir.
1192 yılında doge Henry Dandolo bu ülkede tümüyle yeni bir paranın
iki gram gümüşten azıcık daha ağır ve 12 eski dinar değerindeki
"gross" ya da "mataban"ın basılmasını sağladı. Bu "gross" bir
Fransız "sou "suna eşitti. Özgün olarak düşüncel bir para
niteliğindeki "sou" bundan böyle, gerçek bir para oluyordu.
Şarlman'ın uygulaması bırakılmadı ve yeni buluş madensel

paralarda eski yöntemin ölçüsünü korudu. Yeniliğin getirdiği_ tek şey,


dinarın yeni dinarla ya da, eski ''sou"ya tümüyle eşit olan kendisinin
oniki katı değerindeki (grossus adı buradan gelir) bir para ile
değiştirmek için dinarın sürekli değer yitirmesinden yararlanmak
oldu. "Sou" şimdi bir görüntü olmaktan çıkıyor ve dolanımdaki
paranın ayrılmaz bir parçası oluyordu. Başka bir deyişle, yeni
uygulama eskisine, onun maden değerine oniki kat eklemek dışında
bağlı kalıyordu. lX. Louis, l 266 yılında "gros tournois" u (grosus
denarius turonensis) buldu. Bir süre sonra buna, "gros tournois"ten
116
Avrupa'nın öteki ülkelerine yayıldığı gibi, Filistin'deki haçlılarca da
örnek alındı. 14. yüzyıldan başlayarak, "grossus Argentinensis" (gros
de Strasbourg);. "grossi Delphinales" (gros du Dauphine)I, giderek de
Prag, Polonya, Bohemya, Macar "gros"lan birbiri ardından ortaya
çıkmışlardır. Bu parayı benimseyen ulusların dillerinden geçerken
köksel biçimini tümüyle korumuş olan "grossus", İtalya'da "grosso"2;
Almanya'da "groschen"; Macaristan'da "garach"; Sılavya'da "grosz";
Türkiye'de "guruş"; Mısır'da ise "gyrch" (kırş) ya da "yrch" (yırş)3
adlarını almıştır. Bununla birlikte Osmanlı kuruşu ile, Alman-Slav
"grossus"unun arasındaki görünüş ve biçim benzeşimine, Bayezid'in
sözü geçen buyrukta kuruş sözcüğüne verdiği ayrıcalığa ve de /.
Murat'ın son savaşlardaki başarılarına karşm, kuruşun Bosna ve
Sırbistan'da benimsenmesi kısa sürede sağlanamamıştır. Bayezid'in
değinilen buyruğunda kullandığı deyim ile de yabancı gümüş paraya
beylik ve yasal bir konum verilmişti. Ayrıca ayrıcalıklar
sözleşmelerinin ( capitıılations) değişik tanımlıklarında, yabancı

dörtte bir denli daha değerli olan ''gros parisis" katıldı. Almanya'da
"groschen" olarak bilinen "gros tournois" 1276'dan başlayarak
Moselle koyağında görüldü. 13. yüzyılın sonundan az önce Köln'e
ulaştı ve oradan Kuzey Felemenk'e olduğu gibi, Ren'in ötesinde tüm
Alman topraklarına yayıldı. (0.C) Bkz. Pirenne, s. 94, 95
Manuel de Numismatique, s. 92, 233, 281. Bu para, aynı dönemde
"şövalye" yazımının, "Gotik" sanatının ve inceliğin, Fransa'dan
.yayılması gibi en kısa sürede tüm Avrupa'ya yayıldı. Bu yayılmada,
bu paraya uluslararası bir para konumunu edindiren "Champagne
panayır"ları kuşkusuz önemli bir etken oldu. Bu paralar Flander'de,
Brabant'ta, Liege'de ve Lorraine'de basıldılar. Bu "gros"ların ortaya
çıkışıyla para oluntusunda yeni bir evre başladı. Bu, parayı tecimin
isterlerine uydurma girişimiydi ve kısa sürede altın paralara
dönülmüş olması, artan gereksinimleri açısından tecime yeterli bir
değişim aracı sağlama zorululuğunun bir başka delili idi. (0.C) Bkz.
Pirenne, s. 95
2 Kimi İtalyan deyeleklerinde, özellikle Kuzey İtalya'da "s", "ş" (eh)
gibi söylenir. "questo-quechto" ve "carissimo-carichehimo" gibi.
3 ''Yırş" kuruşun çoğuludur. Parabasımevi Beylik Eder Tanıtmalığı.
117
paraların Türkiye'de kesinlikle gümrük vergisine bağlı tutulmayacağı
açık bir biçimde öngörülerek, yabancı paraların alım-satımı güven
altına alınmıştı. 3. tanımlık şöyle diyor; "Osmanlı devlet kasası
görevlileri (caissiers du tresor) ve para basımevi yöneticileri (zarb
emini) Fransız tecimenlerinin ve tecimsel kuruluşlarının Fransa'dan
getirdikleri kuruşları (gros) akçaya dönüştürmek (couper) l için
kesinlikle baskıda bulunmayacaklar ve önceleri de olduğu gibi bu
paralar gümrük vergisine bağlı tutulmayacaktır."2 54. tanımlık:
"Fransız tecimenleri ya da Fransız bayrağı koruması altında olanların
(sous banniere) Osmanlı ülkelerine getirdikleri ya da Osmanlı
ülkelerinden götürdükleri altın ve gümüş paralardan ne vergi, ne de
gümrük alınacak ve Fransızlar ellerindeki paraları, Osmanlı paraları
ile değiştirmeye zorlanmayacaklardır." Önceleri de değinildiği gibi,
kuruş yöntemi de "beyaz" ve "kızıl"a (ecus d'argent et d'or)
ayrılmıştı. Ancak, kuruş sözcüğü yalın olarak kullanıldığında
genellikle gümüş parayı belirtirdi.
GÜMÜŞ PARA: BİRİM: KURUŞ (le grosus):
Doğuda ilkin Türkiye'de yeğ tutulan ve yasal bir nitelik alan aslanlı

Bkz. Bölüm 5, yıl, 1696-1697 "kat" sözcüğü para basmak


(monnayerie) ya da il. Henri dönemine değin '·frank"ın basımında
geçerli .yöntem olan çekiçlemek (marteau) deyimini
anımsatmaktadır. (S. Bernard, Manuel de Numismatique, s. 314) Bu
sözcük köken olarak Rusça'daki "ruble" sözcüğü ile aynı anlamdadır.
"Rubit" kesmek, doğramak, "rubleniy" doğranmış; "rubka" kesme,
doğrama (0.C) Bkz. Rusça-Türkçe Sözlük (4770 kelime) (Haz.
E.M.E. Mustafayev ve V.G. Şçerbinin), Sovestkaya Ensiklopediya
Yayınevi, Moskova 1972, s. 798.
2 Bkz. Yukarıda "flori" sözcüğüne ilişkin
not. 28 Mayıs 1740 yılgünlü
ayrıcalıklar sözleşmesinnin bu tanımlığının bir eşine, K. Sultan
Sülyeman ile Fransız elçisi Jan de la Foret arasında yapılan ilk
sözleşme de rastlamaktayız. (Negociations, C. 1, s. 285). Aynı
tanımlık 20 Mayıs 1604 yılgününde 1. Ahmet ve IV. Hanry arasında
(Kont de Breves aracılığıyla) yapılan antlaşmada da bulunmaktadır.
Tanımlık 10 (T2) "sözü edilen paralardan vergi alınmayacaktır."
(0.C.) Bkz. R. Ekrem, s. 422

118
paranın, Hollanda 1 ya da Felemenk kentlerinden yayıldığı
anlaşılmaktadır. Bu paraya "esedi" ya da "esedi kuruş"2
(Loewenriksdaler) Türkçe karşılığı olarak da "arslani kuruş" adı
verilmiştir. /. Bayezid'in buyruğunda da öngörüldüğü gibi uzun bir
süre kimi yörelerde kuruş sözcüğü ile belirtilen ve kullanılan gümüş
paranın adı salt "ekü"ye özgü kalmıştı. Ancak, Osmanlılar Doğu
Avrupa'daki yayılmaları ve ilaçımları sırasında "Alman-Slav"
·:grossus"unu tanımış ve bu parayı kuruş sözcüğü ile
adlandırmışlardır. Bununla birlikte, çapının küçülmesiyle, Osmanlı
parasının anlığının değilse bile gerçek değerinin bozulması (ki, bu
oluntu Osmanlı devletinin kuruluşu ile aşağı yukarı eş sürelidir)
üzerine iç ve dış tecimsel etkinliklerin sağlıklı bir biçimde.
yürütülebilmesi için değiş-tokuş değerini saptamaya temel olacak
yabancı bir paranın araştırılmasını doğal olarak zorunlu kılmıştı.
"Esedi"nin3 (ecu au lion) bu işlevi yerine getirdiği sanılmaktadır.
Giderek gelişen olaylar temel birimi değiştirmiş ve Almanya
"ekü"sünün Osmanlı para4 tipi ve örneğini oluşturmasını
gerektirmişti. "Esedi" 8,5 dirhem5 olarak basılmıştı. Almanya kuruşu
ise, 9 dirhemdi.6 Naima, kuruşun 1637 yılgününde de aynı arılık ve
ağırlıkta olduğunu aktarıyor.7 Bununla birlikte, "esedi" ya da

1 Marsigli, s. 45
2 Naima, C.2, s. 549; Raşid, C.l, s. 91; Raşid'in C.l s. 228'de sözünü
ettiği "eski kuruş" kuşkusuz ki bu "esedi"dir. Bkz. Ravzat-ül-Ebrar,
C.2, s. 35; Çelebizade, s. 78
3 L'Annuaire du Bureau des Longitades, 1842, s. 88'de Belçika'nın
"aslanlı gümüş parası"ndan (Lion d'argent Belgique) söz
edilmektedir.
4 Osmanlı Yıllıkları, s.116 (Annales Sultane Ottoman)
5 Çelebizade, s. 78 "Sekiz buçuk dirhem gelen atik esedi kuruş" (0.C)
Bkz. Çelebizade, s. 78/.....
6 y.a.g.y. s. 78
7 Naima, C. 1, s.379. "Her kuruş ki dokuz dirhemi şeri halistir." (chaque
ghourouch est au titre de 9 drames legales d'argent pur)
Nasihatname 'ye göre; (M. Behrnauer'in notu) "kuruş, 1640
yılgününde 9,5 dirhemdi." Bir kuruş, dokuz buçuk dirhemdir, bu

119
"arslani" belirli bir süre yerine getirdiği "birim" işlevinden bir süre
sonra soyutlanmışsa da, kullanım alanında adını saymaca
(nominelemet) bir biçimde sürdürmüştür. 1 Şöyle ki, 1847 yılında
Kahire'de açık artırma ile yapılan satışlarda "arslani kuruş" deyiminin
kullanıldığını yazar kendi gözlemlerine dayanarak aktarmaktadır.

Olayyazarlar, Almanya "ekü"sünü değişik biçimlerde


adlandırıyorlar, önce yalın olarak "kuruş"2, 1643 yılgününden

yarım dirhemin, kuruşun alaşımını bozmaya yönelik olduğu


sanılmaktadır. Naima'ya göre (C.2, s. 549); 1654 yılında kuruş=80;
esedi= 70 akça idi. " ... zahir halde kuruş seksen akçaya ve esedi yetmiş
akçaya rayic olub" (0.C) Bkz. Naima, C.2, s.549 (TB)
Chardin, Voyages, C. l •. s.8. Hollandalılar kendi gümüş paraları
üzerinden çok büyük edinimler sağladıklarından, Türkiye bu
paralarla dolmuştu. Bu paraların alaşımı arı olmadığı gibi, önemli
bir tutarı da "düzmece" para idi. "Ekli" ve "yarım ekü"lük bu
paralara Türkler "arslani", Araplar da "ebu kelb" adını vermişlerdi.
1675-1676 yılgünlü bir vakıf belgesinde "esedi kuruş3 temel koşul
olarak anılmaktadır. (Journ. as. Kasım-Aralık, 1853, s. 383, 413)
Antonio Serra'ya göre; 1613'e doğru Venedik doğuya (levant) yılda 5
milyon para gönderiyor, Osmanlı sultanı dışarıdan getirilen yabancı
paralardan vergi almayarak para alış-verişini özendiriyordu.
Özellikle 16. yüzyıl sonlarında Fransız tecimenleri, İspanya' dan
Sevilla'ya Meksika gümüş kuruşlarını getiriyor ve bunları yüksek
ederlerle Türkiye'ye satıyorlardı. Böylece 16. yüzyıl sonlarından
başlayarak, bundan böyle riyal, esedi (arslanlı ya da ebu kelb), kuruş,
"zolota" gibi türlü türlü yabancı paralar Türkiye'ye gelecek ve bunun
sonucu olarak da Osmanlı para yöntemi büyük değişikliklere
uğrayacaktır. (0.C) Bkz. H. inalcık, Türkiye'nin İktisadi Vaziyeti, s.
658.
2 HacıKalfa, Fezleke'de (ms. de M. Cayol) Macaristan'ın yıllık vergi
yükümlüğünü (kharad) 100.000 kuruş olarak gösteriyor. (Ravzat-ül-
Ebrar, C. 1, s. 1 17; Tarih-i Kemal paşazade, s. 183) Zıtvatorok
antlaşmasının 1O. tanımlığında, Avusturya imparatorunun Osmanlı
sultanına 100.000 kuruş vereceği yazılıdır. (Naima, c. 1, s. 136;
Hammer, C.8, s. 108 'de 100.000 eküden sözediyor. Raşid, C. 1, s. 73 'te
120
başlayarak ve ondan önceki olayların oluşturduğu etkilerin uzantısı
olarak, bu yılgününden önce de "riyal" ve "riyal 1 kuruş" (ecureal,
souverain) son olarak da, alaşımındaki arılıktan dolayı "kara2 kuruş"
(ecu noir). Bu kara kuruş Avrupa'nın damgalı kara parası3 değil, tam
karşıtı alaşımı arı olan kırmızı noktasız "ekü"süne eşdeğer idi.
Alaşımındaki arılıktan dolayı bir başka dönemde "dirhem-i sevda"
(dirhems noirs)4 diye adlandırılan bu paraya anlığının tam
olduğunun belirtilmesi için "arılığı doğrudur" karşılığı "vôfi"5
(complet juste) sözcüğünü içeren bir belirtke konulmuştu. Orta
Macaristan Kralı (roi des Kruczes) Emeriç Tekeli, Osmanlı
hükümetine yıllık 40.000 kara kuruş (ecus d'Allemagne)6 vergi
(haraç) vermekle yükümlendirilmişti.
Olayyazarlar Osmanlı kuruşunun ilk kez basıldığı yılgünü açık ve
kesin bir biçimde anmıyorlarsa da, Raşid 1696 yılı olaylarını
aktarırken yabancı kuruşların değerinin düştüğünden ve sultan
"tuğra"lı7 (monogramme) basıldığından söz ederek bizleri az çok

Lemberg (İlbo) kenti 80.000 kuruş ödemekle yükümlü idi, diyor.


Ancak başvurduğumuz kaynaklar bu paradan 200.000 kara kuruş
olarak sözediyor. (0.C) Bkz. R. Ekrem Koçu, Osmanlı Muahedeleri,
İst. 1934, s.194; M.N. Paşa, N. Vukuat (sad. N. Çağatay), C.1-2, Ank.
1979, s. 435. " ... Lakin İlbo şehrinden ötürü hemen bu defa rikab-ı
hümayuna seksenbin kuruş pişkeş virmeği deruhte itmeleriyle ... "
(0.C) Bkz. Raşid, C. l, s. 73/A.
Naima, C.2, s. 30, 290; Ravzat-ül, Ebrar, C.2, s.35; Raşid, C.!, s. 40-91
2 Mısır'da Avusturya "talaris"i "riyal ebu kuş" (talari a l'aigle);
İspanya ''coranatus, couronne"si ise "rial ebu medfa ve rial ebu tak"
(ecu aux canons ou a la fenetre) diye adlandırılıyordu. İspanyol
kronu "engurisi" olarak Türkiye'de de kullanılmaktaydı ve, 12 "şahi"
değerinde idi.(0.C) Bkz. T. Reyhanlı, s. 113
3 Manuel des poids et mesures, s. 303
4 Makrizi. Akt. Silvestre de Sacy, Description de l 'Egypte, C. 16, s. 285
5 "Ağırlığı tam" (de bon poids) Karş. Sauley, Journ. Asiatique, Mayıs
1839, s. 422. "Vafi"; "sahh" ile eş anlamlıdır.
6 Raşid, C.I, s. 98; Hammer, C. 12, s. 62 ve 168; Çelebizade, s. 78
7 Raşid, C. 1, s. 228. " .. sikke-i padişahi ile meskuk olan zolota" (0.C)
121
aydınlatmaktadır. Cevdet ise, il. Süleyman dönemine rastlayan 1687
yılgününde 6 dirhem ağırlığında kuruşlar basıldığını aktarmakla bu
parasal oluşumu onaylamaktadır.1 II. Süleyman'ın kuruşu, Türkiye'de
basılan ilk kuruş mudur? ve o döneme değin tüm ülkede kullanılıp
olayyazarların söz ettikleri kuruş yabancı ülkelerden alınan ve
üzerlerine "doğrudur" anlamında "sahh"(contrôle) sözcüğü basmakla
yetinilip, dolanımına izin verilen bildiğimiz para mıdır?2 Ya da
Raşid, il. Süleyman'ın kuruşundan söz etmediği gibi ondan önceki
yazarlar da kendi dönemlerinden önceki para birimi ve ufaklıklarının
basımını sessizlikle mi geçiştirdiler? Naima, 1628 yılı olaylarını
anlatırken arılığı bozulmuş kuruşlardan söz ediyorsa da ancak, bu
paranın yerli mi, yabancı mı olduğuna değinmiyor. Aynı yazar
Sadrazam Tarhuncu'nun değirmenler üzerine bir "riyal" ve konutlar
üzerine de iki kuruş vergi saldığını ekliyor. Ancak, bu salma yerli

Bkz. Raşid, C. 1, s. 228/B


Cevdet, C. 5, s. 303. "İkinci Süleyman zamanında altı dirhem
vezninde (ağırlığında) olarak kuruş kesilib" Marsden, C. I, s. 403 'te
bu paranın tanımını şöyle yapıyor "Gümüş gibi gözüken ancak,
büyük oranda kalay ve çinko karışımından olup, paralar dermesinde
ilk örnek olarak yerini almıştır. Kuruş ya da 40 paralık olup, paraya
karşılık değeri 7 1/3 buğdaydır." (This is the first specimen thet
presents it self in the collection of the large coinage which affects to
bi silver, but is adulterated with a large proportion of tin or zinc .... its
denomination is the ghrosch or piaster of 40 parahs at tihe rate of 7
1/3 grains to the paralı) İlk Osmanlı kuruşu 1687-1688 yılgününde 11.
Süleyman döneminde basılmıştır. Bu para, 6 dirhem ağırlığında olup
içerisindeki değerli maden oranı 883/1000 idi, ve 160 akça
değerindeydi. (0.C) Bkz. Mantran, s. 230. Hollanda zolotası örnek
alınarak ilk kez il. Süleyman döneminde (1687-1691) basılan ilk
Türk kuruşlarının alaşımında %40 bakır ve %60 gümüş
bulunmaktaydı, ağırlğı ise 6,25 dirhem idi. (0.C) Bkz. N. Aykut, s.
257. 18. yüzyıl başlarında basılan Osmanlı zolotalarının karşılığı 90
akça olarak saptanmıştı, bir başka deyişle Osmanlı kuruşunun dörtte
üçü ya da 30 para. "Otuzluk" adı da buradan gelmektedir. (0.C) Bkz.
Mantran, s. 235.
2 Bkz. Yıl 1696-1724, 1725
122
kuruşun varlığı için yeterli bir kanıt sayılmamakta, bu iki sözcük
(riyal ve kuruş) yetkin bir biçimde bir ve aynı parayı şöyle ki,
Almanya eküsünü belirtmektedir. 1
1725 yılgünlü beylik para basımevi eder tanıtmalığında değişik
gümüş paraların ve bu bağlamda "solya-rial-kuruş" ile "polya
kuruş"unda adları geçmektedir. Bu paralardan birincisi ile ilgili alıntı
kuruşun Türkiye'ye girişi konusunda yukarıda yapılan açıklamayı
doğrulamaktadır. Gerçekten de Saint Louis'in bastırdığı bu paranın
anlığı kısa bir süre sonra bozulduğundan, arılığını yitiren "gros"un
tecimsel değeri de doğal olarak düşmüştü. VII. Charles paranın
düzeltimi çabasına başlamış ancak, bu çaba XI. Louis döneminde
sonuçlandırılmıştı ki, beyaz üzerine güneş görüntüsü çizilerek elde
edilen bu "ekü"lerin alaşımlanndaki anlık bir atasözünün içeriğini
oluşturmuştu. Burada sözü edilen bu kuruşlardır. 'Önceleri "gros"ta
olduğu gibi güneşli ektiler de (ecus au soleil) asıl adları ile şöyle ki,
"ekil" ile "solya" biçimindeki özgün adları birleşerek "solya kuruş"
adı altında Türkiye'ye geçmiştir. "Solya kuruş" beylik eder
tanıtmalıklarında da yer almış ve batı tecimsel üstünlüğünün
doğudaki yeni bir evresinin göstergesi olarak kendisine dolanım

Belin, Naima'dan alıntı yaparak 1628 yılgününde basılan Osmanlı


kuruşlarından ve 1652'de basılan ötekilerinden söz ediyorsa da
ancak, bunları yabancı kruşların Osmanlı benzetmeleri olarak
algılamak gerekir. (0.C) Bkz. Mantran, s. 230, not 36.22 Temmuz
1721 yıl günlü eder tanıtmalığında "polya kuruş" (8,5 dirhem) 173
akça, "solya kuruş" (8,5 dirhem) ise 186 akça olarak
gösterilmektedir. Kasım 1725 yılgünüde bir değişiklik olmamış, 24
Mart 1731 yılgününde ise aynı ağırlık ve değerini korumuştur. (0.C)
Bkz. B. Sıtkı Baykal, Para Düzeni İle İlgili Belgeler, Belgeler dergisi,
Ank. 1969, sayı. 7-8, s. 61, 62, 63 ve 65. Son dönemlerde dolanımda
bu adla görülen başkaca paralara da rastlanılmıştır. Fransız Kralı XI.
Louis'in üzerinde güneş görüntüsü bulunan ""riyal"lerinin asıl
adlarıyla "solya riyal kuruş" ya da yalın bir biçimde "solya kuruş"
diye adlandırıldığı ve kullanıldığı gibi, Güney İtalya ülkelerinden olup
Osmanlı egemenliğine giren "pulya"nın "riyal"leri de adlarına kuruş
sözcüğü eklenmesiyle ''polya kuruş" diye dolanıma çıkmıştır. (0.C)
Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C.2, s. 326, 327.
123
alanında oldukça önemli bir yer bulmuştur.

/. François'in 1540 yılında 1 Türkiye'ye gönderdiği Rincon'un


görevine ilişkin parasal işlemler, güneşli ekü (escus au soleil)
üzerinde yapıldığı gibi, Osmanlı donanmasının Tolun'da barınması
için gereken önlemlere ilişkin sunularda bulunmak üzere kral ile
görüşen görevliye (sieur de La Garde) bu kentin yönetim kurulunca
verilen ödenek de güneşli ekü üzerinden düzenlenmişti. 2 "Polya
kuruş" ise adını, Türklerin sürekli olarak akınlarına uğrayan
"Calabre" ve "Pouille" "düka"lıklarından alan bir Güney İtalya parası
idi.3

AL TIN PARA (ECU D' OR): Yabancı altın parası


türü gözönüne alınarak, "kızıl kuruş" (gyzyl-ghourouch) deyimiyle
tanımlanırdı. Yukarıda Eflak Beyi'nin Bayezid'e 3.000 "kızıl kuruş"

Negociations, C. l, s.485. K. Sultan Süleyman 1541 yılında


Macaristan üzerine yürüdüğü sırada "Polin" ya da "Poulin" adlı bir
Fransız elçisi Budin'de sultanla görüşmeye alındı. Baron de La
Garda sanını taşıyan bu elçi görüşmeler sırasında Almanya'ya karşı
Fransa'ya yardım yapılmasını istemiş, Osmanlı devleti de Barbaros
komutasında bir donanmayı Nice'nin ele geçirilmesi ile
görevlendirmişti. Barbaros Toulon'da kışlamakta iken, Fransız Kralı
1. François ayda 50.000 düka altın ödemeyi yükümlenmişti. Ancak,
bu paranın ödenmesi oldukça düzensiz bir biçimde yürütüldüğünden
Barbaros'un kızgınlığına neden olmuş, dönüş süresi geldiğinde de 1.
François savaş giderleri olarak 80.000 düka vermişti. (Barbaros 1544
Nisanında Toulon'dan ayrılmıştı.) O.CJ Bkz. Resimli Haritalı
Mufassıl Osmanlı Tarihi, İst. 1958, C.2, s. 957, 958.
2 Negociations, C. l, s.572; C.4, s.72
3 Bu sözcük Osmanlı olayyazarlarının yapıtlarında "taşra" (province)
karşılığı olarak kullanılmaktadır. Kemalpaşazade, s. 125; Tac-üt-
Tevarih, C.2, s.25,29; Gülşen-i Mearif, C. 1, s.463; Negociations
içerisinde de "Pullye" (C.2, s.147) ve "Pullia" (C. 2, s. 767, 777)
biçiminde geçmektedir. Bkz. Tac-üt Tevarih (1279), s.25; Bkz.
Gülşen-i Mearif 1252, C. l, s.463.

124
vergi vermesi onanmıştı ki, altı kızıl kuruş, bir "esedi" 1 kuruşa
eşdeğerdi. Bununla birlikte, Venedik "düka"sı özellikle "flouri"2;
"Venedik altını",3 frengi altını"4, "sikke-i efrenciy~,,5, "sikke-i
efrenciye-i flori"6 ve son olarak da "yaldız altım" terimleriyle
adlandırılmıştı. 7 -

Bkz. Ayrım 2; Cevdet, C. 3, s. 295. 1. Sultan Mehnıet'in kardeşini


İstanbul'da alıkoyması için İmparator Manue/'e vermiş olduğu
paranın tutarı 300.000 akça, Bizans yazarlarına göre de 30.000 düka
idi. 1421 yıl gününde bir düka=lO akça varsayılıyordu. (Hammer, C.2,
s. 475) Gibbons bu 300.000 akçadan, 2.500 sterling altını olarak söz
ediyor. Şöyle ki, onun alıntı yaptığı dönemde (Leunclavius, 1533-
1593 0.C) 60 akça eden düka altınının bir süre sonra 54 akçaya
düştüğünü söyler. Bu son edere göre 300.000 akça, 6.000 düka ya da
3.000 sterling edecektir. Ancak, bu dönemden bir buçuk yüzyıl önce
akçanın çok yüksek bir değeri vardı, bir düka almak için 10 akça
yeterli idi. Osmanlı olayyazarları da Bizans yazarlarının 3.000.000
akça dedikleri vergiyi 30.000 düka, bir başka deyişle 15.000 sterling
altınına çıkardılar. Öyle ise o dönemde bir akça bir dükanın onda
birine eşdeğer olup bugün dolanımda bulunan kuruştan daha da çok
değeri vardı. Bundan şöyle bir sonuç çıkarılabilir. Osmanlı parası
1421 'den 1821 'e değin, dörtyüz yıl içerisinde yüzde biri derecesine
inmiştir. Bugün bir akça, dükanın yüzyirmide birine eşdeğer olabilir.
(0.C) Bkz. Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, İst. 1990, C. 1, s. 590.
2 Bkz. Yukarıda altın ayrımı.
3 Raşid, C. 2, s. 142. "zuhur-u sikke-i cedid zer İstanbul" (0.C) Bkz.
Raşid, C.2, s. 142/B
4 y.a.g.y, s. 133; Sansavino'da "frengi-flori"
5 Kemal paşazade, s. 134.
6 Tac-üt-Tevarih, C. 2, s. 322, "İkibin sikke-i efrenciye-i flori .. " (0.C)
Bkz. T.Tevarih 1279, C.2, s.322.
7 Raşid,C.l, s. 169; Cevdet, C.3, s.67, 295; C.5, s. 226, 289, 304. Ahmet
Vefik Efendi'ye göre, "yaldız" Çağatay dilinde parlamak (briller)
anlamına gelen "yalamak" eylemliğinden türemekte imiş. Apuşka bu
sözcüğü anmıyor ancak, "yalarnz"un "mücella" (poli), "yıldıramak"

125
Macar ya da Almanya "düka"sına "Macar altını" ve aynı anlamda
"Macar flori"si 1 de denilmiştir.2 "Macar flori"si deyimi, Venedik
"düka"sından3 daha düşük olan Macar ya da Avusturya "düka"sına da
örnekseme yoluyla yaygınlaştırılmıştı. Sultan Süleyman döneminde
Macar altını 504, Venedik altını da 60 akça değerinde idi. Demek

sözcüğünün de "şimşek gibi parlamak" anlamına geldiğini aktarıyor.


"Mücella" sözcüğü ileride "fındık" altınlarının niteliğini belirtmek
için de kullanılacaktır. (Yıl 1715-1716) Apuşka'nın yazarı Vambery,
"yıldıramak"ı Macar dilindeki "villogas" sözüğü ile açıklıyor ki, bu
sözcük Çağatayca olan "yalavuz" ile büyük bir sescil ilişki
göstermektedir. Bu açıklamalardan çıkan sonuca göre, "yaldız",
"yıldız" ya da "yulduz" yine "Mines de l'Orient"te yazıldığı gibi

"yuldus" ve son olarak da "yıldırım" bir ve aynı sözcüğün kökeninden


türemekte imiş. Uygulamada "yaldız" kullanılmaktadır, "ve bir kıyye
simi masnfıdan yaldız çıkacağını bir hoşça ayarında dikkat ve
ihtimamdan sonra arz" (Raşid, C. 2, s. 190) "Le sultan, voulant
remettre a ne uf les housses de sa sellerie, demanda combien une oque
d'argent travaille (vaiselle d'argent) donnerait exactement de ialdiz
a un assez bon titre"
1 Kanunname-i M. Cayol
2 Cevdet, C. 5, s. 226 ve "Para Basımevi Beylik Eder Tanıtmalığı"

(Tarif officiel de l'Hotel des monnaies)


3 Para Basımevi Eder Tanıtmalığına göre; Venedik altınının ağırlığı
bir dirhem, bir kırat, bir buğday; mecidiye kuruş üzerinden değeri de
51 kuruş 1.9 para, Macar altınının ağırlığı ise, bir dirhem, bir kırat,
bir buğday ve değeri de 50 mecidiye kuruş 27 para imiş. Venedik
altını=ducato (0.C) Bkz. H. Kadri, C. 2, s. 794.
4 "Bir flori deyu Sultan Süleyman Han zamanında 50 akça verirlerdi."
(On payait, sous sultan Saleiman (le Grand), un flouri, soit 50
aqtche) M. Cayol'un Kanunnamesi, Peçevi ve İstavli Beligrad.
Kanunnamenin az ilerisinde "Temaşvar Eyaleti" konusunda: "Bir
Macar florisi ki, yüz penz olarak elli akça eder." diye geçmektedir.
(Un madjar flouri, a IOO penz !'un, ce qui fait 50 aqtche) 40 akça, bir
Türk kuruşu, 50 akça da bir Macar "flori"si tutardı.t O.C) Bkz.
Fekete, s. 312.
126
oluyor ki, Macar altını o dönemin kuruşuna eşdeğer idi. 1

GÜMÜŞ PARANIN BİRİNCİ BASAMAK-


TAKİ UFAKLIGI; AKÇA: Kuruş ile akça arasında daha
önceleri var olan değiş-tokuş bağıntısını bilmek oldukça güçtür. Bu
bağlamla ilgili olarak olayyazarların açıklamaları şöyledir.

Leanclavius, Spandugino döneminde (16. yüzyıl başlarında)


Alman "taleri"sinin (kuşkusuz kara kuruş) 36 akça (aspres), ağırlık
ve arılık bakımından Venedik "sekin"ine eşit olan "sultani altın"ın
da 54 akçaya ( 1,5 Alman tal eri sine) eşdeğer olduğunu ve uzun bir
süre, Alman kara kuruşunun 40, sultani ya da "düka"nın ise, 60 2
akçaya karşılık olduğunu aktarıyor.
Solakzade, bunu doğrulayarak, 1. Selim 'in başa geçişine değin

Hammer, C. 5, s. 106; C. 7, s. 411 'de, Süleyman'ın Sadrazamı İbrahim


Paşa, Macaristan yönetiminin kendisine bırakılmasını isteyen
Zapolya ile görüşürken Syrmie'nin (Belgrat'ın batısında Slovanya'ya
bağlı "sirem"- "Sirnıiye Adası" O.C Bkz. i. Hakkı,OT. 3/1. s. 332)
kuşatma giderlerinin ayda 28 yük akça, bir başka deyişle (bir düka=50
akça üzerinden O.C) 56.000 dükaya ulaşacağını ölçümlüyordu. 1560
yılgününde yapılan yazışmalarda, İran'a gönderilen Osmanlı elçisine,
1.000 Macar dükasına eşdeğerde 50 yük akça verildiği ve bir dükanın,
50 akça değerinde olduğu aktarılmaktadır. (Negociations, C. 2, s.
634) (50 sommes d'aspres, qui vallent mil ducatz) "Bir yük=I00.000
akça olduğuna göre, 50 yük akçanın 100.000 Macar dükasına eşdeğer
olması gerekiyor. (0.C)

"Birer kuruş ki elli akçadır." (Le ghourouch, soit 50 aqtche) M.


Cayol, Segedin ve Solnik Eyaletleri Kanunnamesi.
2 Osmanlı Yıllıkları (Annales Ottoman) s. 116. Karş. Hammer, C. 8,
413. 1596-1597 yılında Yenedik altın sekini (zecchi-ne) Kudüs'te 135
akça, İstanbul'da ise 125 akça idi. (0.C) Bkz. T. Reyhanlı, s. 113.
"Sultani altunu elli dört akça kıymetinde" (0.C) Bkz. İ. Galip,
Meskukat, s. 70
127
(1512) kuruşun 40, altının ise 60 akça 1 olduğunu yazıyor.
Peçevi de2, aynı tutan şöyle ki, 40 akçanın bir kuruş olduğunu
söylüyor.
1537 yılgününde "gümüş ekti" 50 akçaya yükseldi.3
Busbek ve Venedik elçilerine (bailes) göre, "ekti" 1555'ten 1568
yılgününe değin, 50 akça değerinde imiş.4
Karaçelebizade ise5, 50 akçaya değin yükselen kuruş ile, 70 akçaya
ulaşan altının,1581 yılgününde 40 ve 60 akçaya indiğini aktarıyor.
1585 yılgününde ise, kuruş yineden 50 akçaya yükselmişti.6
Ekünün beylik ederi, bir başka deyişle akçaya olan eşdeğeri uzunca
bir süre yaklaşık 40 akça olarak saptanmıştı. Para değerinin
bozulmasıyla sonuçlanan az ya da çok önemli sapınçlardan sonra 1600
yılgününde bu eder iki katına şöyle ki, 80 ~çaya7 ulaştı ve böylece

"Çünkü o tarihte altın altmış akçaya ve kuruş kırka geçerdi" Akt.


Hammer, C. 7, s. 410 "atiyye ve terakkilerde .. altun altmış akçaya"
(0.C) Bkz. İ. Galip, Meskukat, s. 81.
2 M.Cayol
3 50 akça üzerinden 400 ekü=20.000 akça" (Vingt mille aspres, valant
cinquante aspres pour escu qui est quatre centz escuz) Negociations,
c. 1, s. 350
4 "50 akça" (aspri L.) Akt. Hammer, C.7, s.411, 412. "coronatum
constitunut" (koron=50 Akça 0.C)
5 Belin çevirisi
6 "25 yük akça=50.000 ekli" (XXV sommes d'aspres, revenant a L mille
escus) Negociations, C. 4, s. 323. Burada konu olan kuruşun yükselişi
değil, temel birim olan akçanın değer yitirimi olgusudur. Bu durum
kuşkusuz ki, 1584 paranın değer düşürümü uygulamasından
kaynaklanmaktadır.(0.C)
7 Naima, C. 1, s.74; Rycaut, C. 2, s. 15'te diyor ki, "80 akça bir beyaz ekli
değerindedir." (80 aspres font un ecu blanc) Karş. Tavernier, C. 6, s.
44. Sürekli savaşlar nedeniyle gelirlerin giderleri karşılayamaması
sonucu, 1584 yılgününde akçanın gümüş değeri düşürülmüştü. 1599
128
Eyubi Efendi'nin "kuruş-u kebir-i miri"si (le grand ecu d'Etat) ile
Marsden'in ikiliği (double ecu) oluştu.! Sözü edilen bu eder (80 akça)
sonraları, 1690 yılgününden başlayarak devlet kasalarınca ilk pay
tutarının üç katı, bir başka deyişle 120 akça olarak saptanmış, 1725
yılgünlü eder tanıtmalığında gösterilen bu tutar, kuruşun değer
karşılığı olarak son dönemlere değin yeğ tutulan ya da geçerli olan
konumunu sürdürebilmiştir. 2

GÜMÜŞ PARANIN İKİNCİ BASAMAKTAK~


UFAKLIGI; PARA: Akçanın sürekli bir biçimde bozulması
ve gümüş ekünün değerine karşılık olan akça tutarının (quantum)
giderek artması, yeni bir ufaklığın dolanıma çıkarılması
zorunluluğunu da birlikteliğinde getirdi. Bu ufaklık, akçanın yerine
geÇerek ve onun belirli bir niceliğini (quotito) taşıyarak, para3 adı
altında ve para durumuna getirilen tüm şeyleri göstermeye yeterli bir
terim biçimini aldı.4 Clayyazarlar paradan çok sık sözetmekle

yılında İstanbul'da bulunan Humphrey Canishy, paranın değerinin


savaşlar nedeniyle artırılan vergilerden dolayı düşürüldüğünü ve
geçerli olan paranın kaldırılarak, çoğunluğu gümüşle karışık prinçten
olan yeni paraların basıldığını söyler. Yeni paralar o denli ince ve
yeğnikti ki, suyun yüzünde durabilmekteydi. Edıvard Wehhe, 1583
yılında İstanbul'da, bir pennylik ekmeğin bir altın krona (100 akça
O.C.) satıldığını aktarıyor. (0.C) Bkz. T. Reyhanlı, s. 13.
1 Bkz. 1696- 1697 yılı olayları
2 Raşid, C. 3, s. 42; Çelebizade, s. 78. Bu, önceden şövalye d'Arvieux'un
saptadığı değeri göstermektedir. (Memoires, C.4, s.371 )
3 Farsçada "parça" (morceau, fragment, partie d'un tout) anlamına
gelen bu sözcük, kuruşun kırkta biridir. Ebulgazi bu sözcüğü savaşçı
bir birlik anlamında kullanıyor. "Moğolların bir paresini esir" (lls
firent prisonniers un parti de Mongols) Bkz. s. 63, 64, 71, 78
4 "Eksik para" (monnaie rognee, defectueuse); "Eski para" (ancienne,
vieille monnaie) Naima, C.l, s. 351
129
birlikte, bunun yılgünü ve basım yeri bağlamında sessiz kalıyorlar. 1
Naima, para ve kuruş ile, bozulmuş ufaklıklarından söz ettiği
gibi,2 Raşid de, parasal bir önlem olmak üzere bir kuruşun (esedi)3
kaynağına göre 120 para olarak saptandığını, geçici bir süre 4 akçaya
çıktığını,4 bu değerini bir süre koruduğunu, savaş sonunda 3 akçaya
indiğini,5 yerli ve yabancı "zolota"lar ile kuruş arasında 4 para baş
( agio) ayrımı olduğunu, 6 anlığının bozulduğundan dolayı önceleri
Mısır'da akçada da olduğu gibi, "sağ" ve "çürük"7 para olarak
ayrıldığını, kısacası anlığı tam (de bon aloi) 40 paranın, bir kuruş8
olarak onaylanmasına değin de bu paranın sürekli bir biçimde
basıldığını aktarıyor.9 Yine bir dönemler akçada olduğu gibi, yeni

1631 yılından 1634 yılına değin İstanbul'da kalan Tavernier


aktarıyor. "Paraci dört akçaya eşdeğer bir para olup, Kahire'de
basılmıştır." Chardin ekliyor (ed. d'Amsterdam, 1721. C.l, s.13)
"Yalnızca Mısır'da para ya da "pare" adı ile gümüş bir dolanım aracı
basılmışsa da, az sayıda olduğundan dolanıma sunulmamış gibidir."
2 Naima, C.2, s. 549. Yıl, 1655-1656. "kem ayar kuruş ve züyuf akça"
(0.C) Bkz. Naima, C. 2, s. 549 (TB)
3 Raşid, C. l, s. 91 yıl 1680; Cevdet, C. 5. s. 226'da yılgün belirtmeksizin
diyor ki; "iç karışıklıklar döneminde "para" adında üç akçaya eşdeğer
bir dolanım aracı basımına başlanıldı, bir kuruş 40 para değerinde
idi."
4 Raşid, C. 1, s. 169, yıl 1690- 1691; Tavernier, C. 6, s. 45.
5 Raşid, C. 1, s. 220, yıl 1695-1696. " .. ve hem sülüsü tarafı miriye .. "
(0.C) Bkz. Raşid, C. 1, s.220/A.
6 Raşid, C. 1, s. 228, yıl 1696-1697. ".. dörder para baş ile .. " (0.C) Bkz.
Raşid, C. l , s. 228/B
7 Raşid,C. 1, s. 236; Çelebizade, s. 78; Sami, s. 54. ".. onbir sağ akça .. "
(0.C) Bkz. Raşid, C.l, s. 236/B
8 Raşid,C. 2, s. 33 yıl 1704 ve s.42; yıl 1715; C. 3, s. 66; Sami, s.54, yıl
1732, 1733
9 Çelebizade, s. 78, yıl 1725; Sami, s. 70, yıl 1735. Osmanlılar 1676
yılına doğru "para" adını alan dolanım aracını basmaya başladıkları

130
basılan paraya da "çil para" 1 adı verilmişti. Bu açıklamalardan
çıkarılan sonuca göre, olayyazarlarca paranın varlığının ortaya çıktığı
(constatee) yılgün aşağı yukarı 1655-1660 olarak gözükmektedir.
Bundan önce değilse bile, 1680'li yıllarda gümüş paranın ufaklığı
olarak akçanın yerini alan "para", önceleri devlet eliyle "esedi"ye
oranlanmaktayken, sonralan Osmanlı kuruşuna olan bağıntısı
onanarak, üçle bölümlenen ve 120 akçadan oluşan, anlığı tam 40
para=bir Osmanlı kuruşu olarak alınmıştır.
Marsden,2 kendi gümüş paralar dermesinde (collection) 1603
yılına değin uzanan dolanım araçlarının genellikle "para" denilen ufak
oylumdaki paralardan oluştuğunu ancak, bu dönemde para yöntemine
daha uygun bir ufaklığın eskisinin yerine geçtiğini ve ikincil
ufaklıkları ile birlikte daha büyük oylumda gümüş paraların
basıldığını aktarıyor. Aynı yazar bu açıklamasını doğrulayarak bu
paraları şöyle ayrımlıyor; "beşlik", "onluk"3 ya da "dörtte
birlik"(rub'iyye), "onbeşlik", "yirmilik", "otuzluk" ya da "zolota",
"altmışlık"4 ve "yüzlük" paralar. (5, 10, 20, 30 ve IOO'lük paralar)5

anda onun kuruşa olan değişim değeri eşitliği (parite) 1/40 olmuştur.
Paranın kuruşa göre değerini 1/40, bir başka deyişle 3 akça olarak
saptanması onun akçanın 15 ve 16. yüzyıllardaki ana değerinde
tutulduğunu ve aynı anda akçanın yürürlükte olan işlemlerdeki
işlevini kuruşla birlikte üstlendiğini göstermektedir. (0.C) Bkz.
Mantran, s. 237. Para 3 akça ise sağ, 4 akça ise çürük. (0.C) Bkz. A.
Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, İst.
1965, s. 285.
Raşid, C. 3, s. 66. ".. iki tarafa çil paralar.." (0.C) Bkz. Raşid, C.3, s.

66/A
2 Marsden, s.396
3 Karş.Akça ayrımı ve ayrıca 1618 yılı olaylan
4 Tychsen, s. 22'de; Bu paranın (altmışlığın) "esedi"ye (loewen-thaler)
eşdeğer olduğunu gösteıiyor.
5 Marsden, s. 405, 411 (lif. Ahnıet'ten sonra) ve s. 426. Bu paraların
adlarıMarsigli'de (s. 45) "beşlik", "onluk" ve zolota olarak ancak
paranın değil de akçanın bileşikleri imiş gibi gösteriliyor. Aynı

131
"Onbeşlik" ve "otuzluk"ların dışındakiler kuruşun ufaklıkları olarak
yakın dönemlere değin kullanılmışlardır. Paranın bileşikleri
(katları) arasında yabancı kaynaklı "zolota" 1 belirli bir süre oldukça
önemli bir yer edinmiştir ki, hükümet de, aynı tür paralar bastırmış ve
bu da "zolota kuruş" adını almıştır. 2 Raşid diyor ki, "ancak yabancı
zolotalar ile Osmanlı zolotalan arasında dört para baş (agio) ayrılığı
olduğundan bu para 1696-1697 yılgününde sürümden kaldırılmış,
"cedid zolota" adı verilen yeni ve "tuğra"lı3 paralar onun yerini
almıştır. "Yazarımız burada yeni paranın ağırlığından söz etmiyorsa
da, sonraları 60/ 100 gümüş içerdiğini bildiriyor. 4 Bir süre sonra
( 1718-1719) aynı arılıkta5 yeni bir zolota dolanıma çıkarılmış ve
onun sürüm değeri de 90 akça olarak saptanmıştır. Yürürlükteki para
eder tanıtmalığına göre, bu 120 akça olarak alınan yeni kuruşun dörtte
üçüne bir başka deyişle 30 paraya eşdeğerdi. Aynı eder tanıtmalığı
zolotanın ağırlığını 8 dirhem, bir "danek" olarak gösteriyor.

Gümüş kuruşun "sümün" (le huitieme) adıyla bir başka ufaklığı da

bileşikleri Tychsen'de aktarıyor. (s.222)


Slavca "zolota", Rusça "zoloto". Zalatna, Transilvanya'nın bir kenti
olup yakınlarında altın yatakları bulunduğundan dolayı bu adı
almıştır. (Affinitas Lingue Hungar, s. 245, 317) "Florin zlote" bir
Polonya parası idi. (Annuaire du Bureau des Longitudes); Tarbe,
Poids et Mesures, s. 327.
2 Raşid, C. 2, s. 47. "beher onaltı kuruş bir zoltaya" (0.C) Bkz. Raşid,
c. 2, s. 47/B
3 Raşid, C. 1, s. 228
4 "Onaltı adedi tamam yüz dirhem gelmekte kat'edildikte ondan
altmışdirhem simli halis zuhur idüp" Raşid, C. 3, s. 42 (Raşid, C.3, s.
42/B 0.C)
5 "Zoltai cedide öteden beri kat'olunageldiği üzere yine altmış
ayarında kat'olunub" Raşid, C.3, s.42; Çelebizade, s. 78, Marsden, s.
373. Çelebizade diyor ki, "zoloto 30 paraya bir başka deyişle kuruşun
3/4'üne eşdeğerdir. Karş. yukarıda Sami, M. Cayol'un elyazması.
1846-1847 yıllığında (salname) "yüzlük", "ikilik", "altmışlık",
"zolota" ve "kuruş" adındaki paraların, dirhemi bir kuruş 13 paraya
eşdeğer bir özünlü değer taşıyan madenden yapıldığı belfrtiliyor.

132
basılmıştır ki, olayyazarlar bundan yalnız bir kez söz ediyorlar.
Raşid 1 1683 yılı olaylarını aktarırken "Avusturya ve Styrie
yörelerine yapılan akınlardan ele geçirilen doyumluklar o denli çok
idi ki" diyerek, ordu konaklama yerinde bir koyunun bir "sümün"e, bir
okka (1283 gr.) etin de 3 paraya satıldığından söz ediyor. Tavernier
"riyal"in "sünıün"e2 (temin) ayrıldığını ve bunun da Fransa'nın 5 sous
(su) değerindeki parasına benzediğini ve Türklerin de "sümün"ü
"riyal"in3 sekizde birine eşdeğer olarak aldıklarını bildiriyor.
Kuruşun bu ufaklığı Cezayir'de "temin hucu" adı altında ortaya
çıkmıştır.4 "Sümün" beş paraya kcırşıhk olmak üzere kuruşun yeni bir
ufaklığını simgeliyordu. "Beşlik para"nın önceleri bu adla
adlandırıldığı sanılmakta ancak, bu sözcüğün varlığını uzun süre
koruyamadığı da bilinmektedir. Bununla birlikte sekizde birlik bu
ikinci ufaklık, bakır beş paralık olarak yakın dönemlere değin
kullanılmıştır ki, ileride değinileceği gibi bu beşliğe Mısır'da
"hamse-fidda" adı verilmişti.

GÜMÜŞ PARANIN UFAKLIGININ


UF AKLIGI; PUL: Türkiye' de ve bugün İran'da kullanılan
"para" ile Mısır'da kullanılan "fels"5 nasıl ki, akçanın ufaklıkları

Raşid, C. 1, s. t04: " ... ve koyun bir sümüne ve sığır otuz akçaya
fürfıht..."(0.C) Bkz. Raşid, C.I, s. 104/B.
2 Tomin; İspanyolcadaki 50 "castillans"lık arı altının sekizde biri
ağırlığına verilen addır. (Poids et Mesures, s. 319)
3 Tavernier, s. 45; Chardin, C. 1, s. 11 'de bu paraya "timmins" adını
veriyor. Marsigli ekliyor; Fransızlar "timin" denilen paradan bol
sayıda aldılarsa da ancak bu paralar düzmece olduğundan kısa bir
süre de dolanımdan kaldırıldı. Hammer'e göre (C. 11, s.366),
sümünler, 8 "aspre" (akça) değerinde olan paralardı.
4 Marcel, Tableau General des Monnaies Ayanı Cours en Algerie, s. 8,
12 ve 13
5 Burhan-ı Kaat'ı diyor ki, "pul arapçadaki fülusun aynıdır." "Arabide
fülüs dinür ve kıntara (bir sığır derisi altuna <lirler C. 2, s. 309)

133
olarak alınmışsa, kökeni Moğolcadan gelen "pul "un da akçanın
ufaklığı olarak 1 "mangır"ın yerine geçtiği görülmekte ve önceki
paralar adlarının taşıdığı aynı koşulları taşımaktadır. l'Histoirc
Genealogique des Tatars adlı yapıtın yazan "pul" sözcüğünü altının eş
anlamlısı olarak kullanıyor. 2 Moğol dilindeki bileşik sözcüklerden
bir çoğunun içerdiği anlama göre, kimi dönemde ve belli yörelerde
"pul"un altın (or) anlamında kullanıldığı da anlaşılmaktadır. Pulun
aynı yörelerde daha sonralan genel olarak paraları, özellikle de bakır
parayı simgelediği görülmektedir. 3 Fraehnii'nin tanımladığına göre,
bakırdan yapılmış olan paraların üzerinde "Bulgar pulıı"4 (poul de
Boulghar), "yengi pııl" (nouveau poul)5 ve bileşikleri üzerinde de,
"onaltı pııl dangi" ya da "onaltı dang" (tinga de seize pouls ou tinga de
seize) sözcükleri okunmakta ve birincisinde 1321 yılgünü,
ötekilerinde de basıldıkları yere ilişkin olarak "saray" sözcüğü
bulunmakta imiş. 6 Mir Ali Şir yapıtlarından birisinde "te ng e"
sözcüğünü puldan önce anmakta ve böylece pula tengenin bir ufaklığı
konumunu vermektedir.7 Ebulgazi'de babasının gönenç ve parasal

manasındadır." (0.C) Bkz. B. Kaat'ı, C. l, s. 392


"üç pul bir akçadır."
2 "Altununu vilayetinin halkığa satıp pulını yimek ve içmek ve
giymekge harç kılatur" Abulgazi, Metin, s. 80 ileride görüleceği üzere
(Bölüm 4) Aynı-i Ali'de gelir-gider çizelgesinde "zer-pul" (obole
d'or) deyimini kullanarak, pul sözcüğünü altınla belirtiyor.
3 Dorn, a.g.y. s. 133 Bakır para kimi yazarlarca "kara pul" olarak
gösterilmektedir. Ali Şir'in "Mahbub ül Kulub" adlı yapıtında da
aynı anlamda kullanılmıştır. "el tarafından mali alem bu kara pul
deym kim" (arılığı düşük bu kara puldan, daha çok kamusal varsıllık
beklenemez.) "11s ne font pas plus de cas de la fortune pupligue que
d'un simple para-poul"
4 Yıl 1333, Recensio, s. 217
5 Recensio, s. 403
6 Fraehnii, s. 209, 219, 404, 405, 649; Dom, s. 297, 322
7 "ve tenge ve pul vesair meskukatını nime kayıtıp bi ayar yesar
134
bolluk döneminde "pul püçük" (poul poudjik) adı verilen bir
"tinge"nin, yarım miskal gümüş değerinde olduğunu ve bir eşek yükü
buğdayın bir miskal gümüş paraya satıldığını aktarıyor. l Pul sözcüğü
yazım dilinde kullanılmakla birlikte 2 , olayyazarlar bunu beylik ve
parasal bir terim olarak anmamakta ve bu sözcük para eder
tanıtmalıklarında da bulunmamaktadır. Bununla birlikte pul,
Türkiye'de3 bambaşka bir anlamda kullanılmakta örneğin; posta
pulları ile betikleri mühürlemekte kullanılan "hamur"da aynı adla
anılmaktadır. 4

irdiler" (tenge, pul ve öteki paralardan yarım değerlerinde basıldı ve


bundan böyle olağan arılıkları kalmadı.) (Külliyatı Nevai, manuscrit
de la Biblioth, İmp. 11, 798) Pul sözcüğü ne Schmidt, ne de Apuşka
da geçmektedir. Sadettin, C. 2, ve s. 423'te okunuyor; "Tinııır bir gün
yunağa gitmiş, birlikteliğinde bulunan Mevlana Ahnıedi'den
kendisine ve orada bulunan ileri gelenlerine gümüş olarak bir değer
biçmesini istemiş, Mevlana Ahmedi Timur'a 80 akça değer biçmiş,
Timur bunun çok az olduğunu, salt çıplak bedenini örten havlunun
bu değerde olduğunu söylemiş Ahmedi'de "çok doğrudur, ben de
gerçekte bu değeri havluya biçmiştim, sana gelince bir pul bile
etmezsin" karşılığını vermiş. "Les tinqıie, !es poul et autres monnaies
furent frappes ademi-titre, et n'etaient plus de bon aloi".
Metin, s. 153 "ol vakitte pul püçük yarım miskal gümüş ve bir tenge
yerine buyurur irdü."
2 "Akçam pulum yoktur" (je n'ai pas un sou vaillant) Peçevi,
sadrazamlık orunu için Sinan Paşa ile yarışan Lafa Paşa'nın böyle
dediğini aktarıyor. Sadrazamlık yarışında, Sinan Paşa yandaşlarının
ilgililere bir kaç kese Venedik altını dağıtması üzerine Lala Paşa,
"Benim akçam pulum yoktur, kimini savaşa, kimini de yardımda
kullandım, sadrazamlığa istekli ele değilim" diyerek doygunluğa
vurmuştu. (0.C) Bkz. Peçevi, (Haz. B. Sıtkı Baykal), Ank. 1982, C. 2,
s. 60
3 Tercüman-ı Ahval, 13 Ocak 1863
4 Makrizi, (akt.Description de L'Egypte, C. 16, s. 303, 304, 319)
Fatimiler döneminde armağan olarak dağıtılmak üzere "harııha"
135
Yukarıda sözü edilen "dang"a gelince, d'Ohsson'un 1 "dank";
Kondemir'in2 "tenkçe" biçiminde yazdıkları bu sözcüğün kökeni
Moğolcadır. Arapçadaki "daneg" ve Farsçadaki "dung"a3 tümüyle
yabancı olmayan bu sözcük "sikke"nin4 eş anlamlısıdır. Burhan-ı
Kaat'ıya göre, "tenge", genel anlamda akça ve pulun5 (para olarak)
belirli niceliğini gösterir bir paradır. Doğunun öteki paralarının
belirtileri gibi "tingue" de kırmızı ve beyaza (d'or et d'argent)6
ayrılmakta ve İran Moğollarında yaygın bir biçimde
kullanılmaktaydı. Kondemir, "tenge"nin bir miskal ağırlığında ve·

adıyla çok ufak oylumda altın paralar basıldığını aktarıyor. Sam


Bernard ekliyor: "Bu ufacık paralar altın paraya oranla" "nıedins ",
gümüş paraya oranla da "para" adıyla anılırdı." Kuruşun ikide bir
olması gereken ağırlığı, üçte bir arı gümüşe düşürüldüğünde değeri 40

ve 20 para oluyordu. Bu paraya Mısu'da "medin" deniliyordu. (0.C)


Bkz. İ.A.C.6, s. 1025, 1026. "medin lafzı Sultan Mustafa Han-ı salis
asrından itibaren Mısır' da para manasına istimal olunmakta idi."
(0.C) Bkz. İ. Galip, Meskukat, s. 132.
1 Reşidüddin'e göre. (Hist. des Mongols, C. 4, s. 388, 395)
2 Vie de Schah-rokh, "tenkçe"nin akça ile olan ad andırışımından söz
ediyor.
3 Chardin'e göre (C. l, s. 273); "dung", 12 buğday ağırlığında bir
paradır.
4 "Tenga": Madensel para, akça, sikke. (Eine Münze, ein Geldstück)
Mongolisch-Deutsch-Russis ches Wörterbuch, s. 239 b.
5 "'renke ıstılahı umum üzere akçadan ve puldan miktarı muayyen
kesilen kıtadır" Türkçedeki "tinge", "tenge"den alınmıştır. (0.C)
Bkz. Burhan-ı Kaat'ı, C. 1, s. 61
6 Yie de Schah-rokh adlı yapıtta okunuyor; "tenge sürh-ü sefid bisyar
der avardend" (On apporta une grande quantite de tingue blancs et
rouges- Kırmızı ve beyaz tengelerden bol sayıda getirdiler." İbn-i
Batuta'da okunuyor (yay. MM. Defremery et Sanguinetti, C. 1, s. 293;
C. 3, s. 426): "Tenga, 1342-1343 yılında Delhi'de Mağrib'in iki buçuk
dinar değerinde ve ağırlığında bir altın parası (dahab) idi.
Raşidüddin, s. 338de; Abaka Kaan döneminde "dank" adı verilen bir
altının dolanımından söz ediyor.

136
"altı dinar kapiği" 1 değerinde olduğunu aktarıyor. Timurlular
döneminde Semerkant, Buhara, Şahruhiye, Termet v.b.g: yörelerde
"1angui", "nim dangui"2 (tingue, demi-tingue), "dangui ordou" (tingue
frappe dans la residence souveraine) adları ile bakır paralar basılmıştı.
Ali Şir'in3 Mevlana Kabuli'ye söylediği şu sözde kullandığı "nim",
kuşkusuz "yarım tenk"tir. "Bu gece göçecek olsam, kefenim için bir
nimim bile yoktur." (Je n'ai pas un nim, c'est-a-dire un demi-tingue (un
sou vaillant) pour me faire ensevelir cette nuit, quand je vais quitter
ce monde)
Ebu/gazi, 1602-1622 yılları arasında egemenlik sürmüş olan
babası Arap Mehmet Han döneminde Tataristan'da bir miskal ve
yarım miskal4 ağırlığında gümüş "tingue"lerden bol sayıda
çıkarıldığını aktarıyor. Adı geçen yapıtın Fransız çevirmeni,
"tenge"nin, "ekü"nün l/4'üne eşdeğer olduğunu ekliyor. Mouraview,
ise "Voyage en Turcomanie" adlı yapıtında: "Tenge ufak bir gümüş
paradır ki, ikisi bir frank 40 santime eşdeğerdir." diyor.

"Keupek", "tingue" ve "poul" diye adlandırılan bu para, aşağıdaki


biçimlerde ve birbirinin ufaklığı olarak Rusya'da da kullanılmakta
idi.
Kuruş: İki kopek (dinar keupeü) "kopek"; "kapik"; ya da
"kopeyka"(O.C) Bkz. Türkçe-Rusça Sözlük, Mosk. 1977, S. 510.
Kopek: İki "tinga" ya da deniouchka (deniyuşka)
Tinga: İki pul ya da polouchka (puluşka)5

"meblağı sad hezar tenkçe yek miskaliki her tenkçe ezan deran o an
beçeç dinar kapiği cari bud." (Kandemir bir tengenin bin miskal
ağırlığında ve altı dinar kapi,ği değerinde olduğunu aktarıyor. O.C)
2 Recensio, S. 430-435.
3 Belin, Notice sur ce Litterateur, s. 226. Kabuli örtülü adıyla şiirler
yazan Nevai'nin dayısı Mir Sait 1461 yılında ölmüştür. (0.C) Bkz.
Ali Şir Nevai, Muhakemat-ül Lügateyn (çev.İ. R. Işıtman), Ank.
1941, s. 274.
4 Hist. des Tatars, s. 153. Bu ağırlık yukarıda Kondemir'in gösterdiği
ağırlığa uymaktadır.
5 "Tinge" ile pul arasındaki bölüm ilişkisine yukarıda değinilmişti. Bu
137
Ayrım 3.
AGIRLIK ÖLÇÜLERİ; ALTIN ve GÜMÜŞÜN
TÜRLERİ ve DEGERLERİ; ARILIK; AGIRLIK;
OLAYYAZARLARA n BEYLİK EDER
TANITMALIKLARINA GÖRE PARALARIN
ÖZÜNLÜ (intrinseque) ve SAYMACA
(nominale) DEGERLERİ

Türkiye'de ağırlık ölçüsü birimi "okka"dır.

Okka 400 dirhem;


Bir dirhem 16 "kırat"tan oluşur;

Kırat 4 buğdaydır;
Bir buğday 8 parçaya ve böylece "kırat"ta 32 ye bölünürdü.!
Altın tozu, inci, gülyağı (l'essence de rose) altın ve gümüş vazo ve
takımlar gibi değerli şeylerin ağırlık ölçüsü "miskal"2 olup, (poids

bilgiler Rusya'nın İstanbul Elçiliği İkinci Çevirmeni M.


Timofeew'den alınmıştır. Karş. Numismatique Moderne, s. 340'taki
alıntı. Eski Türklerde para (sikke) anlamını açıklayan sözcük
"yarmak"tır. (Vambery, die Primitives Cultures, s. 108) bunun
dışında akça, tenge sözcükleri de para anlamında kullanılmıştır.
Ruslar bugün para anlamında kullandıkları "dengi" sözcüğünü,
Türkçe "tenge"den almışlardır. Bu sözcüğün Türkçeden alınmış
olduğu Rus sözcükbilim sözlüklerinin tümünde belirtilmektedir.
(0.C) Bkz. S. Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, İst. 1947. s. 25.
Para Basımevi Eder Tanıtmalığı. Aynı tanıtmalık, gümüş paralar
ayarının (anlığının) "miliem"e bölünüşünde "miliem"i "kırat"
sözcüğüyle tanımlıyor. "miliem hesabile kıratlar"
2 "Kamus"un belirttiğine göre, eski miskal bir dirhem 3/7 ağırlığında
olup, 4 gr. 398 mg. a eşdeğerdir. (S. Bernard, s. l OO'deki çizelge ve s.
138
d'essai ou medical) bir buçuk dirheme ya da 4 gr. 618 mg. 3560'a
eşdeğerdi.

Önceleri "dinar" ve "dirheme" 1 karşılık bir ağırlık ölçütü olan

387) Aynı yazar, s. 75'te şöyle diyor. "Dirhem 6 "daneg"e bölünür ki,
bu ağırlık Abdülmelik İhn-i Mermn eliyle düzenlenmiştir. Aslında
bu ağırlık Mısır'da kullanılmıyorsa da dirhem, dilimlerine ayrıca bir
ad verilmeksizin üçe ve altıya bölünürdü." Abdülmelik'ten önce halk
vergilerini iki türlü, şöyle ki, bir dilimini büyük para, bir dilimini de
küçük para ile verirdi. Abdülmelik halkının da onayını alarak bir
"ı·a~fiye dirhem"i ve ayrıca bir de "kiiçiik dirhem" olarak bunları
ayrı ayrı tarttı. "Vakfiye" sekiz "denk", küçük dirhem ise dört "denk"

geldi, bunları birleştirerek ortalamasını buldu, tutarı olan l 2'yi ikiye


bölerek altışar denklik iki tür para oluşturdu. Aynı anda "miskal"i de
gözönüne aldı, şöyle ki, öteden bu yana bir parçası altı "denk" gelen
on dirhemin ağırlığı yedi "miskal" idi. Abdülmelik, bu uygulamaları
onayladıktan sonra bir daha değiştirilmemesini öngördü.
Abdülmelik'in bu uygulamasının üç türlü iyiliği olmuştu. Birincisi,
yedi "miskal", 10 gümüş para ağırlığına eşit olmuştu, bir başka
deyişle, 10 parça gümüş paranın ağırlığı 7 "miskal" geliyordu. İkincisi,
küçük ve büyük gümüş paraların ortalarını bularak, genellikle
dirhemleri altı "denk" yapmıştı. Üçüncüsü, bu uygulama biçimi
Hazreti Peygamberin "zekat"ın ödenmesi konusunda koyduğu kurala
da uygun düşüyordu. Şöyle ki, bu durumda· "zekat", ne eksik alınarak
devlet kasasına dokunca veriliyor; he de gereğinden çok alınarak
halk kıyınca uğratılıyordu. (0.C) Bkz. Makrizi, s. 38, 39.
Bu ağırlık,geleneksel bir biçimde Moğol ve Osmanlılarca ela
sürdürülmüştür. Yukarıda cleğinilcliği gibi, Konclemir ve Abulgazi ele
bir ve yarım miskal ağırlığındaki "tingue" (monnaie d'argent) adı
verilen gümüş paradan söz ediyorlar. /. Malı11111t, ili. Osman ve /.
Ahdiilhamit v.b.g. kimi Osmanlı sultanları da bir buçuk dirhem ya da
miskal ağırlığında "::er-i nıalıhııh" ve "fındık" tiplerinde altın paralar
bastırmışlardır. Bkz. S. Bernard, s. 319; Marsden, not, 463, 481, 493.
Gümüş paralardan l O parçası 7 altın miskali ağırlığında yapılmıştır.
Şöyle ki, altın gümüşten ağırdır. Altının yoğunluğu gümüşün yaklaşık
iki katıdır. Arı altının erime derecesi 1035, yoğun] uğu l 2,32'dir.
139
"miskal", kırat (grains) ya da "harııba" (keçiboynuzu çekirdeği) adıyla
24 parçaya bölünürdü ki, bir kırat bir keçiboynuzu çekirdeğinin
ağırlığına eşdeğer varsayılıyordu. 1
Osmanlı devletinin ilk dönemlerinde, bir dirhem gümüş 3-4 akça
değerinde idi.
1584 yılgününde, 10-12
1640- 1641 yılgününde 10-12
1654-1655 yılgününde 10 akçaya indi.
1718 20-21 akçaya çıktıktan sonra 22 akçada durdu.
1635 (1733 0.C) yılgününde para basımevi, dolanımdan kaldırılan

Gümüşün erime derecesi 1040, yoğunluğu 10,53, platinin ise, 1775,


21 ,5'dir. (altının yoğunluğu 19,3, erime derecesi 1064. (s. 93),
gümüşün yoğunluğu 10,5, erime derecesi 961.93 (s. 134), platinin
yoğunluğu 21 ,4, erime derecesi 1772 (s. 118) (0.C Bkz. Handbook of

Chemistry and Physıcs, ed. 1974-1975) Altının gümüşten daha


değerli olmasının nedenlerinden birisi şudur. Altının taşıma giderleri
kendi değerinin ancak % l-5i denlidir. Eski çağlarda altın gümüşten
10-15 kat, son dönemlerde 30-40 kat daha ederlidir. Aynı türden bir
"habbe" buğday) altınla, bir "habbe" gümüş tartılacak olsa, altının
gümüşten 3 l/7 ağır geldiği görülür. Bundan dolayıdır ki, 1O parça
gümüş para, 7 "miskal" ağırlığında yapılmıştır. Şöyle ki, bir dirhemin
3 l/7'si kendisine eklenirse bir miskale ulaşılır, "miskal"den de 3 1/60
düşürül tirse bir dirhem kalır. Bir miskal, 14,205 dirheme
eşdeğerdir.(0.C) Bkz. Makrizi, s. 40.

S. Bernard, s. 303, "Kırat" dört keçiboynuzu ağırlığında olup. altın ve


gümüş gibi değerli nesnelerin ölçü birimidir. "Miskal", salt bu tür
değerli paralarla ilgili işlemlerde "dirhem" için temel alınarak
kullanılmıştır. Bu bir Tehri: uygulamasıdır. Akçanın (dirhem) 24'e
(4 akçadan 96'ya) bölünmesi ve bu küçük parçalara "mangır"
denilmesi de yine İlhanlı uygulamasıdır. Miskal, 4, 548 gr. "dirhem"
ise 3.072 gr. dır. (0.C) Bkz. Z. Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine
Giriş, C. l. s. 340 ve s. 489 not. 120. Bir "dirhem"; 50 arpa ile bir
arpanın beşte ikisinin ağırlığına eşittir. (0.C) Bkz. Makrizi, s. 39.

140
paraların dirhemini 13.5 akçadan aldı.

1788-1789 para basımevi arı gümüşün bir dirhemine, 10 paraya


karşılık olmak üzere 30 akça ve yine basımevinin damgasını taşıyan
altın vazo v.b.g. şeylerin bir "miskal"ine karşılık da 6 kuruş, 30 para
ödüyordu.
Osmanlı parasının "para" örneği (type) yukarıda söz edildiği gibi
yüz parçası 110 "dirhem" ağırlığında olan Venedik "ducat"ı idi. Raşid,
bu ilk ağırlık örneğini (prototype de poids) tuğralı Osmanlı
altınlarının basılmasından önce olmak üzere gösteriyor. Bu örnek,
1715 ve 1725 yılgünlerinde basılan altınlarda da görülmekle birlikte
oldukça kırpılmış ve aşınmış olan Venedik altınları giderek bu
ağırlığını sürdürememiş ve para· basımevi 1 bir dükayı, bir dirhem bir
kırat ve bir çekirdeğe daha doğrusu, bir çekirdek ve bir çekirdeğin
%12'sine karşılık olmak üzere 100 parçasını 108 dirheme indirmişti.
Aşağıdaki çizelgeler olayyazarların verileriyle, para basımevi beylik
eder tanıtmalığına göre, altın ve gümüş paraların Osmanlı altınına
(yüzlük mecidiye) olan bağıntılarını belirtmekle birlikte, onların
sanal ve özünlü değerlerini, ağırlık ve arılıklarını da sergilemektedir.

Tarif Officiel. Bu ayrımı bitirmede "rıtl" ya da, "ratl" sorununa da


değinmek gerekir. "Rıtl"ın temeli dirhemdir ve "rıtl" 480 dirhem
gelmektedir. Dirhemin temeli arpadır, bir "dirhem" 60 arpa
ağırlığındadır. İlk bulunan ağırlık "miskal"dir, bir altın, bir "miskal"
üzerineden ve bir "dirhem"de bir miskal varsayılmıştır. Ancak aynı
oylumdaki bir miskal altın, aynı oylumdaki bir "dirhem" gümüşten
3/10 denli daha ağırdır. Bundan dolayı da, 1O dirhem 7 "miskal"e
eşdeğer olmaktadır. Oysa ki, Araplar "rıtl"ı yaparlarken "dirhem"i
temel almışlardır. Bu durumda, "dirhemi oluşturan arpa sayısı ile
"miskal "in arpa sayısı arasında 3/7 ve 3/1 O oranında bir başkalık
olması zorunludur. "Miskal"in bir arpa parçası 100 hardal parçasının
onda üç eksiğine eşit olması gerekir. Bundan dolayı, yüzün onda üçü
olan 30'u çıkararak bir dirhemin bir "habbe"sini 70 hardal çekirdeği
saymamız ve bu sayım üzerine de "rıtl"ı, "müdd" ve "sağ"ı

düzenlememiz gerekir. Sonuç şudur; 1 miskal=60 habbeX 100


hardal=6000 hardal çekirdeği. (0.C) Bkz. Makrizi, s. 41. not. 2
141
AL TIN PARALAR

YIL ADLANDIRMA ARILIK AGIRLIK SAYMACA ÖZÜNLÜ BİR DÜŞÜNCELER

DEGERİ DEGERİ PARÇA-


Para Basıınevince Olayyazarlarca 24
-i;' SININ
Kıra ıı al
"O (Tek bir DİRHE-
>Ol;
::ı parçasının) MİN
... p:ı
EDERİ
E :§"' E ,.,,_ """""''E
<U :.a :r...
<U <U ::;;; ·- :::ı ~
r: "? ~
<U
-€ e ;Q ~
;::::~
:; o..a
::2 N
~ :::ı o ::2 (])

SULTAN SULEYMAN il.


"' Ü"

1691 rrip: "Yaldız altını "Venedik 40


Dükası" yüz parçası 110 dirhem
1 l 2ıoo 400 Akça 300Akça
uğırlığında
" " " " " "
"Şerifi altın" yüz parçası 110 dirhem,, 1 1 ?~- 360 Akça 270Akça Kuruş kural dışı
" " " 100 " " ıolarak 120 akçaya
SULTAN MUSTAFA il. çıkmıştır
"Tuğralı altın" (zer-i İstanbul) yüz
1692 parçası 11O dirhem
" " " " J 1 2~- 300 Akça 270Akça " " "Zer-i mahbub"
100 tipi

SULTAN AHMET III.


24 l 1 2~- 3 kuruş ya da " Fındık tipi
1716 "Cedid-zer İstanbul" yüz parçası, " " " 100 360akça " "
110 dirhem

"Ayar" kıratı

2 Bir kırat, 32ye bölünmüştür


3 "Ağırlık" kıratı

4 "Grains": "dirhem"in ikincil ufaklığıdır. Türkçe'de buğday ya da çekirdek denir. "İki dirhem bir çekirdek" (Bir
altın lira iki dirhem bir çekirdek ağırlığmda idi (O.C.) Bkz. Ö. A. Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü,
Deyimler 2. Ank. 1984, s. 738.
AL TIN PARALAR

YIL ADLANDIRMA ARILIK AGIRLIK SAYMACA ÖZÜNLÜ BİR DÜŞÜN-


CELER
DEGERİ DEGERİ PARÇA-
Para Basımevince Olayyazarlarca 24 -,., SININ
Kıı·
"""
at ta (Tek bir DİRHE-
>00
::ı
;ı:ı
parçasının) MİN
~
EDERİ
::;;" .-'<
E
e :ıı ~
::;; E
'§ ]" ~
.E
tr.ı"
~ ~
::2 N
2 ~ ~"
"' ~ ı::ı ::2 "
u- ::;:~ o...

SULTAN AHMET ili.


1724 !Aynı 24 " " " 1 1 12-~? 400Akça " " "
100
" " " " Beylik olarak
1726 Yaldız altını 23 16 " " " " 375 Akça 120 akçaya
r,ıkarılan kuruş
1726 "Cedid İstanbul" " " " " " 1400 Akça " " "
" "

SULTAN MAHMUT 1.
8
1730 "Yazılı altını" 100 parçası, 1 1 51 19 47 30
23 26 993 50 32
108 dirhem "
"Atik fındık altını" "İstanbul cedid 23 1173.
8 970 50 1 1 8 Yıl gününe
·ılımı" l400akça 50 5 46 20
lcıeğin
basılanlara
"has" denilir;
bu yılgünden
sonra arılığı
kıüşmüştür
SULTAN MUSTAFA IIL 21 24 906 75 " 13
1758 Sultan Mustafa altını 8 " 36 " 43 20 Öncekinin
aynı

ağırlığında
olup arılığı
kıüşüktür
ALTIN PARALAR

YIL ADLANDIRMA ARILIK AGIRLIK SAYMACA ÖZÜNLÜ BİR DÜŞÜN-CELER

DEGERİ DEGERİ PARÇA-


Para Basınıevince Olay yazarlarca 24 -,.., SININ
Kır atta .,,,"
>bJJ (Tek bir DİRHE-
::ı

;ı:ı parçasının) MİN


... EDERİ
"2"
;;;... E E ""-8 :a
~
::8 " "2
~ -€" e ~
·-

~~ ~
rJ',,,
Q d

"'""' ~ ::ı es :>2 a.


1764 Sultan Mustafa altını Cedid zer-i
nahbub " " " " " " " 330 Akça ya " " " " Birinci Mahmut altı-
da 110 para nının aynı saymaca
ldeğerinde
SULTAN MAHMUT il.
1808 "İstanbul altını" 19 6 " 28 20 38 17 "Zer-i mahbub" tipi;
800 " " il 28
bir dirheminin 3/4
ağırlığında
1815 "Atik runıi ·altını"

1820 "Mahmudiye has" denildiği gibi " 68 3 45 35 Yeni bir tip; ne "zer-i
23 26 956 25 1 7 7
"yirmi beşlik'' de denilir mahbub" ne de fındık.
Egemenliğinin 9.
yılından 13. yılına
değin basılmıştır.
Ağırlığı 1,5 dirhem ya
da "miskal"
" 28 20 38 17 "İstanbul altını"nın
19 6 800 " " il 28
1821 "Cedid rumi altını" (yarım aynı ağırlık ve
mahmudiye) sert ağırlığında.
Egemenliğinin 14.
"Aıik adli altını" (has da denilir) 28 " 19 26 39 37 yılından 15,5 yılına
. 19 29 830 " " 7
yunıu~:ık fteğin basılmıştır.
AL TIN PARALAR

YIL ADLANDIRMA ARILIK AGIRLIK SAYMACA ÖZÜNLÜ BİR DÜŞÜNCELER

DEGERİ DEGERİ PARÇA


Para Olayyazarlarca 24 -SININ
Basnneviııce Kır a ıı a -,.., (Tek bir DİRHE-
"
'O
lCIJ parçasının) MİN
~
fl" EDERİ
"
~ :a
"v E
;;; ""'-E ·-
~
:ry.
:::ı
C':I
s a
e :o" ""'
,;:: "
.c ~
:!2 ~~ o...
~ "' ~ :::ı 5 ::2
"'' v"'
1824 Egemenliğinin 19.
"Cedid adli altını" 17 30 748 " " 7 28 " 17 27 35 35 yılından 20. yılına
1826 değin basılmıştır.
Öncekinin aynı
ağırlığında olup,
arılığı düşüktür.
1826
"Hayriye altını" (Gazi de denilir) 20 30 873 " " 8 28 " 23 10 41 37
1832

916 2 4 " " " " Arılık sının aşağı


SULTAN ABDÜLMECİT " " 500 7gr. 216mil. 100 iki
1844 "Yüzük altını" iki yukarı
Bunun 250, 500, 50 ve 25 kuruşluk
olmak üzere bileşikleri ve
ufaklıkları da vardır.
GÜMÜŞ PARALAR

YIL ADLANDIRMA ARILIK AGIRLIK SA YMACAI OZÜNLÜ 1 Mecidiye Bir DÜŞÜNCELER

DEGERİ DEGERİ kuruşa parçanın


Para
l3asımevince Olayyazarlarca göre dirheminin

DEGERİ 1 EDERİ
....
::§"'
E
~
E
.ecs ~ ::;;; e {l ""
....:::ı ...."'
~

-~ ~
,,,,,.
~
~ :g cs ~
<'I
:::ı
~
"'
ı:ı..
::>::..: ı:ı..
"'
Tip: Alman "talarisi" 833 8 11 22 1 23

SULTAN MURAT IV.


1636 I Kuruş 9 arı
gümüş

1637 I Aynı Aynı 9

16401 Aynı 9 8

1655 I Aynı %50gümüş,


%50 bakır
SULTAN SÜLEYMAN il.
1688 I Kuruş 6

SULTAN AHMET III.


1705 1 İstanbul parası 68/100 Bu paranın arılığı
önceleri 70 idi
1705 1 Zolota 16 1 parı;ası 60/100
100 dirhem
GÜMÜŞ PARALAR
YIL ADLANDIRMA ARILIK AGIRLJK SAYMACA ÖZÜNLÜ Mecidiye Bir DÜŞÜNCELER

DEGERİ DEGERİ kuruşa parçanın

Para
Basımcvince Olayyazarlarca göre dirheminin

DEGERİ EDERİ

I" ~ 8
;::; E :§
-E
i:S
" :;ı .e
i:S e "
'O ""
2 e ~
·-
~ 5 8
"'::ı"" ~
::E ~ :2 "' ~" "'
o... :;.:::.:: o...
"'
SULTAN ABDÜLHAMİT!. " " " " " " 80Akça 64/80 " " " "
l788 Ceclid ikilik "

SULTAN SELİM III.


1793 "Atik yüzlük" " 465 " 10 " " 100 Para " 14 20 1 18

"Atik ikilik" " 465 " 8 " " 80 Para " il 24 1 18

"Atik tek kuruş" " 465 " 4 " " 40 Para " 5 32 1 18

SULTAN MAHMUT il.


"Atik cihadiye" ya ela "cihacliye " 730 " 8 " " 5 Kuruş " 18 8 2 il Dolanımın eski
1810
sikkesi" beşliği

220
1829
13e~lik " den " " " " 5 Kuruş yada 131/200 " " " " Halk arasında yeni·
1832 beşlik denilir.
225'e 200 Para
değin Yükseltim oranı
69/200
1832
IX37 Beşlik (noktalı) " 170 " " " " Aynı 103/200 " " " " Yükseltim oranı
den 97/200
175'e
değin
GÜMÜŞ PARALAR

YIL ADLANDIRMA ARILIK AGIRLIK SA YMACAI ÖZÜNLÜ 1 Mecidiye Bir DÜŞÜNCELER

DEGERİ DEGERi kuruşa parçanın


Para
Basınıevince Olayyazarlarca göre dirheminin

DEGERİ 1 EDERİ
...
E E "' E
~ :.a , .,.
~ ~
:E
::;;;
~
-E""
i:5 ~
:2
.g
"'
""'
2
:.:::ı
~
c..."'
·-
~
:::;~
::ı
s c...a~

"'
435 6 Kuruş ya
18331 Altılık den da 240 Para 206,5/240 Yükseltim oranı
1837
440'a 33,5/240
değin

SULTAN ABDÜLMECİT
,r
1841 1 "Kaime" (papier monnaie)

1844 I Yirmilik (20 kuruşluk) ve 830 7 8 20 Kuruş 20 Arılık sınırı 3 aşağı 3


bağıntılı bir biçimde 1O, 5, 2, 1 e yukarı
1/2 (yirmi para) kuruşlukları

I
1863 "Kainıe"nin dolanımdan
kaldırılması

1864 1 Bakır 40 paralık ve bağıntılı bir 6 10 20 1863-1864 yıllığında


biçimde 20, 10 ve 5 paralık 21 grj386'yal gösterilen ağırlık
ufaklıkları; birim: 1 paradır. eşde~rdir
. . . .. ..
iKiNCi BOLUM

. .
PARASAL iŞLERiN VE
DEVLET KASASININ (HAZİNE)
YÖNETİMİ

Ayrım 1: YÖNETİM GÖREVLİLERİ

Müslüman ülkelerde kamu varsıllığının 1 gözetilmesinden ve


korunmasından, ilke olarak sultan sorumlu ise de, parasal işlerin
yönetimi, gelir ve giderlerin düzenlenmesi edimsel olarak (de facto)
yalın bir biçimde "defterdar" adı verilen bir görev linin
yükümlülüğüne bırakılmıştı. (le conservateur du grand-livre des
recettes et des depenses de l'empire) 2 Avrupa'da kullanılan çağcıl
karşılığı olan "maliye nazırı" (ministre des finances) deyimi ise daha
sonraki dönemlerde benimsenmiştir.
"Divan-ı ahkfim-ı maliye"3 ve "defterdar kapusıı" denilen bu

Bkz. Belin, Etude sur la propriete, not 5 (Journal asiatique, Ekim-


Kasım 1861)
2 Osmanlı ülkesindeki yurtlukların denetimi ve bunlara ilişkin
belgeliklerin korunmasını üstlenen görevliye de "defterhmıe-i hakani
emini" (conservateur du domaine imperial) denilirdi. Leunclavius, s.
226 (Bu dönemdeki Tapu Genel Müdürü O.C)
3 Ayn-i Ali, Gelir-Gider Çizelgesi (budget), Motuz, defterdarlık
149
yönetim, önceleri de olduğu gibi bugün de sarayın birinci kapısından
(bab-ı hümayun) geçerken sağ yanda ve "dergah-ı nıualla"l denilen
sultanlık sarayının dışında bulunmakta idi.

GÖREVLİLER
1- Baş yönetici konumunda olan, "baş defterdar"ki,2 "taşra
defterdarı"3, "defterdar-ı evvel"4, ve "defterdar-ı şıkk-ı evve/"5 de
denilirdi.
2- İki genel müdür6 (deux sous-secretaires d'Etat ou directeurs
generaux) ya da, Avrupa'daki karşılığı olarak "genel direktör".

işlerinin 17. yüzyıl ortalarına değin


devlet kurulunda görüldüğünü,
defterdarlık kurulunun 1654 yılından
sonra bağımsızlığına kavuşarak
"defterdar kapısı"nın oluştuğunu ileri sürmektedir. (0.C) Bkz. A.
Mumcu, Divan Hümayun, Ank. 1985, s. 69.
Bkz. D'Ohsson, C. 7, s. 3; Hammer, Atlas. "Defter tutucu" demek
olan (Hammer, C. 2, s. 225) defterdar sanının ilk kullanıldığına
ilişkin olarak Osmanlı kaynaklarında bir belgeye
rastlanmamaktadır. Bu deyimin f. Murat'ın çağdaşı olan Germiyan
Sultanı Süleyman Bey döneminde kullanıldığını görüyoruz. Bu sanın
yine f. Mıırat'ın son günlerinde kullanılmış olduğu ileri sürülebilir.
Tevarih-i Ali Osman adlı yapıtta, devlet hazinesinin kuruluşu ve
defter tutmak uygulamalarını da öteki öneriler gibi Çandarlı Kara
Halil'in salık verdiğini okumaktayız. (0.C) Bkz. Z. Pakalın,
Deyimler. C. 1, s. 411-418. Genellikle İlhanlı kökenli olarak algılanan
defterdarlıkla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. İ. Hakkı, Osmanlı Devleti
Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ank. 1984, s. 325-361.
2 Relazione Venete, C. 1, s. 427; Naima, C. 1, s. 377, C. 2, s. 485
3 Naima, C. 2, s. 314
4 Peçevi, Yıl 1520
5 Raşid, C. 1, s. 86. "Azl-i defterdar-ı şıkk-ı evvel el Hacı Mehmet
Efendi" (0.C) Bkz. Raşid, C. 1, s. 86/B
6 Anadolu ve Rumeli yöresinin parasal işlemlerini yürüten örgütlerin
en üst yöneticileri. (Leanclavius)
150
Bunlardan "defterdar-ı şıkk-ı
sani", "orta defterdarı" ve de "asitane
defterdarı" adını taşıyanı, Avrupa yakasında kalan yörelerin parasal
işlemlerini yürütmekle görevli idi ve sultan savaşa gittiğinde
başkentte kalırdı. l "Defterdar-ı salis" ya da "şıkk-ı salis defterdarı"2
adını alan ötekisi de Anadolu'da kalan yörelerin parasal işlemlerini
yürütürdü.
3- Yazmanlar, (chefs de bureau) Vigenere döneminde3 40;
Sansovino döneminde4 15 ve Ayn-i Ali döneminde de5 20 yazman
görev yapıyormuş.
4- İki kasadarla (caissiers principaux)6 birlikte yardımcı görevli
olarak altı "sarraf'? bulunurdu.

YETKİLER
Gelirlerin toplanması, giderlerin doğrudan8 ya da, özgüleme
(assignations)9 yoluyla ödenmesi ve işlemlerin tutulması gibi

Ordu savaşa gittiğinde sultan da birlikte bulunursa, onun yokluğunda


işleriyürütmek üzere Rumeli defterdarının İstanbul'da bırakılması
gelenekselleşmişti. Böyle durumlarda saray hazinesi de güvenlik
açısından Yedikule'ye taşınırdı. Vigenere, s. 328
2 Vasıf, C. 1, s. 33, 57. "Tevcihat-ı menasıb-ı hacegüyan"(Şıkkı salis)
(0.C) Bkz. Vasıf, C. !, s.33
3 Vigenere, s. 400
4 Sansovino, s. l 2
5 Bkz. Devlet Giderleri Çizelgesi.
6 Bugün de yürürlükte olduğu üzere ( 1865 0.C) devlet kasalarında
görevlendirilenlere "veznedar" denildiği gibi, salt devlet hazinesini
koruyan görevliye de "haznedar" adı verilirdi.
7 Sarraflar, {Changeurs) burada sayıcı anlamındadır ki, bunlar
paraları kısa bir sürede sayabilmek ve onların arı olup olmadıklarını
anlayabilmek gibi özel yetiler taşımaktadırlar.
8 "Nakid" (Nagycl)
9 Havale, Raşid, C. l, s. 236, 273 ve değişik sayfalar. Mirkont diyor ki,
151
parasal etkinlikler (le mouvement des fonds), defterdarın görev ve
yetkilerini oluşturmakta idi.
1572 yılgününde İstanbul'da bulunan Venedik elçisi (baile)
Garzoni'nin 1 yazdığına göre, bu dönemde defterdarlık, devletin gelir-
gider çizelgesini düzenli bir biçimde tutmakta ve parasal yıl sonunda
bunun bir değerlendirmesini (bilan) düzenlemekte imiş. Garzoni'nin
aşağı yukarı çağdaşı olan Vigenere de,2 defterdarlıktaki işlemlerin
düzenli ve ayrıntılı bir biçimde yürütüldüğünü aktararak bunu
doğrulamaktadır. "L'ordre qui se tient es finances du Turc semble fort
bien estably et dispose en beaucoup de choses, mais principalement de
ce qu'en une si grosse masse d'empire il y a un si pelit nombre
d'officiers, ce qui espargne autant de gages, de larrecins et mangeries
du paure peuple"
1679-1680 yılgününde İstanbul'da bulunan Marsigli ekliyor.3
"Türkiye'de gerek işlemler, gerekse düzenlemelere ilişkin olsun
parasal işlerin yönetimi için uygulanan yöntem o denli düzenlidir ki.
Hristiyan bir devlet kendi hükümet işyerlerinde göze çarpması olası
olmayan bir çok yolsuzluğun ortadan kaldırılmasını sağlayabilecek

(Hist. Seldschuk, s. 163) "Melikşalı'ın baş danışmanı Ni::anı-iil-Miilk,


ülkesinin büyüklüğünü gelecek kuşaklara tanıtmak amacıyla Oxus
ı rma.~ ı ( Och us=Okhos= W aksch u= W akhschab=Amou-Daria O.C)
kayıkçılarının aylıklarını bir buyrultu ile (berat-ı zişan) Antalya
sandığına havalelerle ödemiş ve sonradan da bu havalelerin yineden
satın alınarak aylıkların doğrudan ödenmesini buyurmuştu. (Bkz.
Hisdes Mongols, C. 4. s. 421) Hükümet, önemli bir öncelikle bir
ödeme yapması gerektiğinde. hazinede birikmiş para bulamaz ise,
taşra hazinesinden birisine tez elden bir görevli (nıiihaşir) uçurarak o
hazineye bağlı gelirlerin yükümlülerinden ödeme dilimlerine
sayılmak üzere para toplardı ki, parayı alan görevliye "havale" adı

verilirdi. (0.C) Bkz. M. Akdağ. Türkiye'nin İktisadi, C. 2, s. 342. 343.


Relazione Veneıe. C. 1, s. 427
2 Vigenere, s. 401
3 Marsigli, C. 1, s. 19
152
engin bilgilere bu yönetimi inceleyerek ulaşabilir."

Son olarak d'Ohsson da, 1 kendi döneminde defterdarlığın başlıca


birimlerinden birisinin altı ay ya da yıl sonunda parasal bir durum
özeti ( hülasa-i icmal) düzenlemekle yükümlü olduğunu aktarıyor.
Bununla birlikte olayyazarlar gelir-gider çizelgesinin ön
çalışmalarına ve uygulama alanına konulmasından önce, sultana
sunularak onun onayının alındığı bağlamında tümüyle sessiz
kalmaktadırlar.

Ayrım 2.
KAMUSAL İŞLERİ YÜRÜTMEK VE
PARALARI TOPLAMAKLA GÖREVLİ
DEVLET KURULU (Divan)

Kamusal işlerin yürütülmesi doğrudan doğruya sultanın


gözetiminde yapılmakta ve "erbab-ı divan" (cour d'Etat) adı verilen ve
önemli konularda öneri ve görüşlerini aktarmakla yükümlü olan
üyelerden oluşan bu kurul, süregelen yönetim çalışmalarını
aksatmaksızın sultanın başkanlığında ve sarayda toplanmakta idi.
Vigenere, kurulun parasal işlere yönelik etkinliklerine ilişkin olarak
şu bilgileri veriyor. "Divan ya da açık yargılama kurulu(5) cumartesi,
pazar, pazartesi ve salı günleri olmak üzere yedi günde dört kez
toplanmakta ve oturumlar, çevresi ikiyüz adım genişliğinde, türlü
mermer kolonlara dayanmış bir geçitle çevrilmiş olan, sarayın dördül
biçimindeki yöresinde yapılmakta idi. Bu yörenin dışında, birbirinden
kısa aralıklarla ve üçgen oluşturacak bir biçimde oturmuş olan üç
defterdar ile devlet kasasına giren ve çıkan paraların tutarını bilmek
amacıyla bunların yazımını üstlenen başkan ve yazmanlar ayrı bir

d'Ohsson, Tableau gen. de l'emp. Ottoman, C. 7, s. 264


153
sırada, onların yanında da paraları saymak ve tartmak ve de
arılıklarını incelemekle görevli veznedar yardımcıları (sarraflar)
otururlardı. İncelenmesi gereken paraların alaşımını saptamak ve
gerektiğinde onları yok etmek için kurulda, sürekli olarak yanan
büyük bir demir soba ile, tutuşturulmuş kömürle dolu bir mangal ve
karıştırma köseği bulunurdu. Paralar tartılarak alınır, yirmi sultani
ya da dükaya eşdeğer olan bin akça sayılarak tartı aracının bir gözüne
konulur, öteki gözüne de ona eşdeğer tutarda akça konularak bu
bağlamda sayma işlemi sürdürülürdü. Bu işlem o denli sağlıklı
olurdu ki, yirmi bin akçada dört dirhem bile eksik çıkmazdı ...
Sultani ya da "seraphs" denilen altınların sayımına gelince, alaşımı
arı olan gümüş akçalar gibi salt arı altınlar sayılırdı. Ayrıca mangır
.denilen ve onaltı parçası bir akçaya eşdeğer olan bakır paralar da
ellibin akçayı içeren torbalara konulurdu. (Bir kese=800.000 mangır
0.C) Sultaniler torbalara biner biner konulur! ve bu torbalar o işyeri
yöneticisinin damgasını taşırdı. Bu torbalar en kısa sürede sarayın
eklentilerinden olan ve dinlenme salonuna çok yakın bir yerde
bulunan hazineye (chasna) aktarılırdı. "2
Devlet kurulunun yedi günde dört gün olan oturum geleneği,3
sonraki yıllarda iki güne indirilmişti. Ancak, Sultan II. Mustafa 1694
yılgününde eski geleneği sürdürerek, sultanlık danışmanları (vizirs),
Anadolu ve Rumeli baş yargıçları ile öteki devlet ileri gelenlerinin
(erkan) kamusal işleri yürütmek üzere eskiden olduğu gibi yedi günün
dört gününde ve sabahlan toplanmalarını öngören bir buyruk
yayınlamıştı. 4

1 "Sultani" 50 akça sayılırdı.


2 Vigenere, S. 330; karş. Tavernier, C. 3, s. 24
3 "Kanun" çoğu kez "adet"in eş anlamlısı olarak kullanılmıştır. (Vasıf,
C. 1, s. 45)
4 Raşid, C. 1, s. 203. Belin, devlet kurulu oturumlarının iki günden dört
güne çıkarılması olgusunu il. Mustafa dönemine dayandırıyorsa da
bu uygulamaya il. Ahmet' in son dönemlerinde, 1694 yılgününde
başlanılmıştır. (0.C) Bkz. A. Mumcu, Divan, s. 137; Raşid diyor ki,

154
DEVLET KASASI-SULTAN KASASI;
SULTAN ÖDENEGİ (LİSTE CİVİLLE)
Devlet kasası yönetimi ya da yalın bir biçimde "hazine"; 1 "hazine-i
amire";2 "hazine-i sultani";3 "hazine-i padişahi"4 ve de "hazine-i
şahane"5 diye adlandırılan bu yönetim kimi yönden defterdarlıktan
ayrı idi ve, 1- "miri"; 2- "enderun"; 3- "harem-i hümayun hazinesi"6
olmak üzere üç bölüme ayrılmaktaydı.
1- Mir-i hazinesi; (caisse de l'Etat) eş anlamlısı olarak "hazine-i
birıın" ve "taşra hazinesi"de7 (tresor de l'exterieur) denilen bu hazine

(C. 2, s. 288) "divan başkentte yedi günde iki gün toplanmakta iken
bundan böyle yedi günde dört gün toplanmak" (0.C) Bkz. İ. Hakkı,
Merkez, s. 5. "Fimabaad bir haftada dört gün" (0.C) Bkz. Raşid, C. 1,
s. 203/B
Bu sözcük (hazine) devletin tüm varsıllığının konulduğu yeri
tanımladığı gibi, orduya gönderilen gümüş paralarla, Mısır ve

taşradan başkente gönderilen vergileri de belirtmekteydi. Ayrıca


sultan ve devlete özgü kasa da bu sözcükle tanımlanır. İkincil
yönetim birimlerindekilere yanlış olarak hazine denilirse de doğrusu
"vezne", yöneticileri ise "ve::nedar" adım taşırlardı.
2 "Hazine-i amire"; "devlet hazinesi"; "kamu hazinesi" (Tresor de
l"Etat, tresor public) "Amire" sözcüğü özellikle kamu kuruluşlarını
belirtir. "tersane-i amire"; "tophane-i amire" gibi. Yeniçeri ocağına
da "ocak-ı amire" (odjaq imperial) denilirdi. Vasıf, C. 1, s. 83; C.2, s.
21
3 Ravzat-ül-Ebrar; Naima, C. 2, s. 591
4 Naima, C. 2, s. 210. Bkz. Naima, C. 2, s. 210 (TB)
5 Vasıf, C. l, s. 22 .. mevacib-i hazine-i şahaneden ifraz olub."(0.C)
Bkz. Vasıf, C. l, s. 22
6 Cevdet, C. 4, s. 372; Sultan Selinı'in l 794 yılgünlü buyruğu ve Cevdet,
c. 5, s. 276
7 Suphi, s. 32, 43; Eyubi Efendi. "Birun", bir konakta erkeklere
özgülenen bölüm (selamlık) demektir. Karşıtı "enderun"dur.
155
doğrudan baş defterdarlığa ( directement clu ministre des finances)
bağlı idi. Toplanan gelirler bu hazinede alıkonulur ve kamusal
görevlerin yürütülmesi için gerekli olan paralar ela yine bu hazineden
alınırdı. 1
2- Enderun hazinesi; "hazine-i amire-i enderıın";2 "iç hazine" ve
"hazine-i hassa" (tresor de l'interieur ou de reserve)3 diye acllanclırılan
bu hazine "hazinedarbaşı" denilen ve sonraları "hazine kethudası"
sanını alan sarayın yüksek bir görevlisinin gözetimine bırakılmıştı.
Bu görevli yıl sonunda, ilgililerin düzenlediği4 gelir-gider çizelgesi
sonucunda elde edilen gelir artanını "hazine-i birun"clan alarak bu
hazineye aktarırdı. Garzoni'ye5 göre, ayrıca ele geçirilen ülkelerde
bulunan paralarla, zoralımlardan alınan paralar v. b.g. ve Vene elik
elçisi Lorenzo Bernardo'nun aktardığına göre,6 ele geçirilen fındık

(kadınlara özgülenen yer) "harem dairesi" (le gynecee) Bkz. Hist.


Seld. s. 165
Relazione Venete, C. l, s. 427; C. 2, s. 345 ve izleyen sayfa; Tavernier,
s. 117, 131; Rycaut, C.l, s. 83; Naima, C.2, s. 258, 265. Bu hazine
(mali) "bab-ı hümayun kapısı" altında bulunan yeraltı dolaplarına
konulmuştu.
2 Enderun (interieur), sarayda sultanın kişisel yaşantısına özgülenen
yöreyi tanımlar. Raşid, C.l, s. 5; Suphi, s. 32; Vasıf, s. 79. Vasıf, C. 1, s.
96'da diyor ki, "Sadrazam Ragıp Mehmet Paşa, imparatorluk
mührünü geri vermesi için enderuna çağrıldı." Koca Ragıp Mehmet
Paşa 29 Şubat 1757 yılgününde sadrazamlığa getirilmiş, ancak Sultan
Osman onu yiyiciliğinden kuşkulanarak saraya çağırmış ve mührü
geri almıştı. (0.C) Bkz. İ. Hakkı, OT. 4/2, s. 390 Cevdet, C. 3, s.
21 O'da diyor ki, "sultanlara bağlılık andının yapıldığı yer
(reconnaissance officielle du souverain) burada "aka.~alar" ya da
"enderun" kapısıdır.
3 Ravzat-ül-Ebrar, s. 60; Nuhbe, C. 2, s. 473; Naima, C. 2, s. 264; Üss-i
Zafer, s. 238
4 d'Ohsson, C. 7, s. 260
5 Venedik elçisi, yıl 1592, (Relazione Venete, C. 1, s. 427)
6 Lorenzo Bernardo, yıl 1592 (a.g.y. C.2, s. 347)
156
altınları da (sequins) bu hazinede (de reserve) alıkonulurdu.
Karaçelebizade'ye göre, enderundaki yer Sultan Süleyman döneminde
toplanan varsıllığı içerisine alabilecek yeterlilikte olmadığından,
Rüstem Paşa Yedikııle sarayını hazinenin bir eklentisi olarak
kullanmıştı. 1 Eldeki para dış tüketime yetmediği durumlarda sultan,
sadrazamın önerisiyle gerekli paranın enderundan çıkarılmasını
öngören bir buyruk yayınlar ve ilgili görevli de (hazinedarbaşı)
istenilen parayı külçe ya da doğrudan (en lingots ou en numeraire)
olarak defterdara verirdi. 2
Bununla birlikte "enderun"hazinesinin yönetimi
"hazinedarbaşı "nın yükümlülüğünde ise de, hazineyi ancak
"defterdar" ve "nişancı" ile birlikte açabilirdi. Bu üç kişiden birisi,
öteki ikisi olmadan sözü edilen hazineyi kesinlikle açamazdı. 3
Sultanlığın iyeliğinde
bulunan değerli taşlarla, nesnelerin
konduğu yerde enderunun eklentilerinden sayılırdı. 4 Sadrazamlık
orunu boş olduğu dönemlerde "sadrazamlık mührü"de (hatenı-i
siileymani) buraya konulurdu.5 "Has ahır hazinesi" de (hazine-i raht)6
enderun hazinesine bağlı idi. Daha önceden kaldırılmış olan değerli
nesnelerin, yeniden yerlerine konmasından sonra iV. Mehnıet'in 1680
yılgünlü buyruğu doğrultusunda enderunun değişik bölümlerinde
bulunan bu tür şeylerin ayrıntılı ve düzenli bir dizelgesi yapılmıştı.
(O.C. Bkz. Hammer, C.6, s. 335)
3- "Harem-i hümayun hazinesi" (caisse particuliere du prince) "cep

Karaçelebizade, C. 2, s. 53; Naima, C. 1, s. 38; Relazione Yenete, C.l,


s. 295
2 Raşid, C. 1, s. 32 "... imdat kerden padişahı gayret penah-ı berny-ı
sefer-i ez hazinc-i enderun .. " (0.C) Bkz. Raşid, C. 1, s. 32/B
3 Sansovino, s. 3; Vigcnerc, s. 331
4 d'Ohsson, C. 7, s. 39; Tavernier, s. 1l9 ve sonrası; Vigenere, s. 330
5 Naima, C. l. s. l Ol
6 Raşid, C.1, s. 143: C. 2, s. 37, "hazine-i raht" (0.C) Bkz. Raşid, C.2, s.
37/B
157
harçlığı" 1 adı verilen paralardan oluşan bu hazine, Vasıfın tanıklığına
göre;2 "hazret-i şehriyari katibi" (chef de la comptabilite de la
maison imperiale) sanını taşıyan yüksek bir görevli eliyle yönetilen
özel bir kuruluş idi.
Eyubi Efendi, 1660-1661 yılı devlet giderleri başında ancak, gelir-
gider çizelgesine katılmamak üzere sultan ödeneğini (dotation
annuelle du sultan) yıllık 600.000 altın olarak göstermektedir. Bu
para Mısır'dan gönderilen yıllık verginin tutan olsa gerek. Şöyle ki,
Sultan /. Ahmet 1606 yılgününde topladığı bir devlet kurulunda, bu
parayı kişisel geliri sayarak ordunun gereksinimleri için vermekten
kaçınmıştı. 3
Raşid'e göre, Mısır'ın yıllık getirisi, 1703-1708 ve 1711 yıllarında
"hazine-i şehriyari" ya da"hazine-i endenm"a4, Vasıfa göre de "hazine-
; hünıayıın"a özgülenmişti. Bu üç deyim, bir ve aynı kasayı
göstermektedir. 5
Naima diyor ki, "önceleri 600 kese (300.000 kuruş) tutarında
iken 1652 yılgününde 300 keseye indirilen "nıal-i kıışııfiye" de6 cep

Olayyazarlar, sultanların kimi kişilere verdikleri bağışlar için de aynı


deyimi kullanıyorlar. Sami, s. 66; İzzi, s. 19; Vasıf, C.2, s. 98, 170, 122;
Cevdet, C. 1, s. 142'de "harçlık"ı giderin (mesarif) eş anlamlısı olarak
kullanıyor.
2 Vasıf, C. 1, s. 74. Tam anlamıyla; "cep harç1ı,~ı" (argenı de poche)
3 Naima, C. 1. s. 133; Peçevi, "cep lıarçlığımı:dır." Bkz. Hammer, C.4, s.
401 (0.C.)
4 Raşid, C. 2, s.31, 64. Aynı olayyazar s. 54'te "endenın" sözcüğünü
"harem" yerinde kullanıyor. İki sözcük arasında bir değer biçmek güç
ise de, bizim eğilimimiz ikinci sözcükten yanadır. Tavernier, C.6,
s.132 ele eliyor ki, Mısır'ın 12.000.000 livrese ulaşan vergisinden
5.000.000'u büyük senyörün hazinesine (dans le tresor clu Gramı
Seigneur) özgülenmişti.
5 Vasıf. C. 1. s. 274. "Kahire'den beher sene vün}cl idegelen hazinenin ...
hazine-i hümayuna teslim ... " (0.C) Bkz. Vasıf, C. 1. s. 274
6 Naima. C. 2, s. 347. Görev izin belgesi almak için "kaşif"lerin Mısır

158
harçlı,~ına özgülenmişti." Öte yandan, d'Ohsson da, Mısır vergisinden
300.000 kuruşun sultan ödeneğine özgülendiğini aktarmaktadır. l
Sultanlara özgülenen gelir kaynakları arasında Kesendire
(Cassandre) voyvodalığından alınan yıllık 600.000 akça da
bulunmaktaydı. 2
Vigenere'ye göre,3 yıllık 40.000 venedik altınına (ducat) ulaşan
İstanbul ve taşra "has"larının gelirleri 4 tümüyle sultanın günlük
yemek giderlerine özgülenmiş olup, kesinlikle bunun dışında
kullanılamazdı.

Sansovino'nun tanıklığına göre,5 sultan ödeneği (le sepplicagiasi)


(l'argent de poche du Grand Seigneur) kural gereğince kapıkulu
savaşçılarının aylıklarının ödenmesinden sonra saplanırmış. Bu özel
biçimde özgülenen bir anapara olup, gerekli ödenek belirli aralıklarla
buradan alınırmış. Olayyazarlar bunu doğrulayan bir olgudan söz
etmiyorlar.
Sultanın asıl özel hazinesi 3 Eylül 1855 yılgünlü yasa uyarınca
kurulmuş ve yıllık 120.000.000 kuruş olarak saptanmıştır. Bununla
birlikte sözü edilen ödeneğe özgülenen gelirlerin niteliği değişmişse
de, kuruluşun eski adı olduğu gibi kalmış ve Ahdülaziz'in bir çok

yöneticilerine verdikleri "mühür" parası (cai::e) demektir. Hammer,


C.8,s. 151. Karş. Esteve, Descr. de l'Egypte C.12, s. 55, 77. Kuşufiye,
vergi toplama işini üstlenenlerin (kaşif) Mısır yöneticisine verdikleri,
20.000 ile 40.000 altın arasında değişen bir para idi. (0.C) Bkz.
Hammer, C.4, s. 436
d'Ohssorı, C.7, s. 147, 241. "Kuşufiye tutarının aynısıdır."
2 Nasihatname, Yay. Vienne; Tac-üt-Tevarih'de okunduğuna göre;
Fil ipe yöresinin prinç ürününden de, 1. Murat adına yıllık 40 yük
akça (40X 100.000 osmani) pay özgüleniyordu.
3 Vigenere, s. 328.
4 1 clüka=50 akça üzerinden=2.000.000 akça
5 Sansovino, s. 12; "ceplik akçası" karş. Bölüm 5, yıl 1788-1789, Sultan
1. Abdülhamit'in buyruğu
159
durumlarda savaşçılara dağıttığı sevinmelikler bu hazineden
alınmıştı. ( ceh-i hiimay1111larından) 1

ORDU HAZİNESİ
Savaşta ordunun hazine işlemlerini yöneten kişi "ordu"2 ya da,
"sefer defterdarı" (payeur general de l'armee) sanını taşırdı. 3
Hazineye, "orduy-u hümayun hazinesi"4, "ordu hazinesi"5 ve "hazine
sandıkları"6 gibi adlar verilirdi. Hazine develerin sırtında taşınır,
"deveci"7 (chameliers) denilen birliklerin güdümünde ve "ulufeci yani
yemini yesar"ın gözetimi altında bulunurdu.

12 ve 21 Aralık 1862 yılgünlü "Ceride-i Havadis"


2 "Ortou" Moğol dilinde, sultanın sürekli olarak oturduğu saray
anlamına gelir. "la residence du souverain, son palais" Çağataycada
ordunun konuşlandığı ye.r demektir. Bkz. H.K. Kadri, C. l, s. 362;
Göktürk ve Uygur kaynaklarında da "orduğ" biçiminde geçmektedir
ve "kaan kenti" anlamına gelmektedir. (0.C.) Bkz. Emel Esin,
Başlangıçtan Selçuklulara Kadar Hakan Şehri, Tarih Araştırma
Dergisi, Ank. 1968, C. 6, sayı, 1O-1 1, s. 135
3 Naima, C. 1, s. 123; Çelebizade, s. 128
4 Sami, s. 141.
5 Vasıf, C.2, s.98, 108.
6 Naima. C. l, s. 238.
7 Bkz. Hammer, C.7, s. 320 ve Yigenere'nin Osmanlı ordusunun savaş
ve yürüyüşte konuşlandırılmasını gösteren çizelge.
160
.. .. .. .. ..
UÇUNCU BOLUM

Ayrım 1.
SAYMANLIK YÖNTEMİ

Devlet kasasının topladığı ya da dağıttığı paralar "yük" ve "akça"


giderek de "kese akça", "yarım kese" ve ufaklıkları olarak
ayrımlanmıştır.

Arap dilindeki karşılığı "hamt"I olan ve köken olarak gümüş


toplamını (sunma argenti)2 belirten yük, (charge), hayvan yükü
özellikle de deve yükü akça demektir. İbn-i Zeynel "haml"ı
Mısır'dan gönderilen ilk verginin tutarı (quotite) olarak
aktarmaktadır. Yük o dönemde 100.000 akça3 idi, bugün ise 100.000
kuruştur.

Keseye Arap dilinde "surre"4 denilmektedir. Birçok yazarların

İbn-i Zeynel. Belin Ayn-i Ali Efendi'nin yapıtına eklediği not. Yük,
100.000 akça yerine kullanılır bir terimdir. 500 kuruş yerine de kese
kullanılırdı. Milyon, milyar terimleri Avrupalılarla sıkı ilişkiler
içerisine girildikten sonra kullanılmaya başlanmıştır. Eskiden bir
milyon yerine, lO yük denilirdi. (0.C) Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C.3,
s.639. "Hami" Arap dilindeki "yük" anlamına gelir. (0.C) Bkz. H.
Kadri, C.2, s. 568.
2 Bkz. Hammer, C.5, s.290, 433, 490; "La somme des negociations, C.2,
s.634"
3 Tac-üt-Tevarih, C. 2, s. 209.
4 "Surre"; kutsal yerlere (Mekke-Medine) gönderilen yıllık ödeneğe de
denilirdi. Raşid, C.2, s.44. "surre" sözcüğünün aslı "surra" olup, kese
161
yapıtlarında altın ve gümüş keselerden söz ediliyorsa da ancak,
içerdikleri para tutarı kesin olarak saptanamıyor. Vigenere diyor ki, 1
"sultan altınlarının bini bir torbadır." Pfagetta, 2 bir kesenin 621
sultani, (Valendo il sultanino quanto il ducato zecchino veneziano,
cibe 41 maedini, e il maedino il grosso cioe soldi 4; la borsa vale
sultanini); 621 Selaniki de3 l 10 kese 4 altından ve bunların bir
kesesinin 10.000 "ducato" içerdiğinden söz ediyor. Tavernier ise,5
Sultan IV. Murat'ın ölümünden sonra başa geçen İbrahim'in, devlet
kasasında 15.000 altın düka ya da, 30.000 ekü içeren 4.000 kese
bulduğunu yazıyor. Öte yandan İzzi,6 /. Sultan Mahmut'un Kırım
Hanına düka dolu iki kese armağan ettiğini aktararak, sonradan da7
sadrazamın aynı hanı ağırladığında ona, bin "zer-i mahbub" içeren bir
kese verdiğini ve birlikteliğindeki ileri gelenlere de ayrıca keselerle
altınlar (zer-sıırrelery) dağıttığını ekliyor. Vigenere'nin aktardığına
yakın olan bu sav ile "Negociations" adlı yapıtın değişik sayfalarında
rastladığımız bilgilerden, bir kesenin 1000 düka olduğu sonucu
çıkarılmaktadır.

Gümüş kese, "kese-i rumi"8 (bourse de Constantinople); "kese-i

anlamına gelmektedir. (0.C) Bkz. İ. Ateş, Osmanlılar Zamanında


Mekke ve Medine'ye Gönderilen Para ve Hediyeler, Vakıflar Dergisi,
l 3 (1 13- l 70) s. 116
sayı
1 Vigenere, s. 330
2 Akt. Hammer, C.6, s.512
3 Akı. Hammer, C.7, s.17
4 Yigenere ve İzzi yapıtlarında bu 110 keseyi yanlış bir biçimde 1100
kese olarak göstennektedirler.
5 Tavernier, C.6, s. 134
6 İzzi, s. 97. Osmanlı devletinin başa geçen Kırım hanlarına 1.000.000
akça vermesi bir gelenekti.(0.C) Bkz. Hammer, C.8, s. 110
7 İzzi. s.98, !08. Karş. Bölüm 5, yıl 1746 notu ve yıl 1770. Negociations
de la France dans de Levanı, değişik sayfalar, özellikle C.4, s. 43
8 Raşid, C. l, s.229; İzzi, C. l, s.52. İbn-i Zeynel, Türkleri "Rumi"
sözcüğüyle (çoğulu aronaum) ülkelerini ele, '"Bilacl-ı Rum" olarak
162
divani" 1 (boursse du divan) ve "kese-i mısri" (bourse egyptienne)2
olarak ayrılmaktadır. "Kese-i rumi" ya da "divani"nin içerdiği tutar
dönemlere ve kuruşun sürüm değerine göre değişkenlik
göstermektedir. 1537 yılgününde 20.000 akça ya da, 4003 eküye
karşılıktı. 1660 yılında ise 40.000 akça bir başka deyişle 500 kuruştu,
kuruş da 80 akçaya karşılıktı. 1720 yılgününde ise, 50.000 akça ve onun
eşdeğeri olan 416 2/3 kuruşa, bir kuruş da 120 akçaya karşılıktı.

Bugün ise, bir kese 500 kuruş (piastres) bir kuruş da 40 paraya
eşdeğerdir.

Ayn-i Ali döneminde (1609) saymanlık işlemleri "akça yükü"


artanıda "akça" üzerinden düzenlenmişti.
1652 yılgününde, genel işlemlerin kuruş üzerinden düzenlendiği
ancak, saymanlıkta akça uygulamasının sürdürüldüğü görülmektedir.
1660 yılında Eyubi Efendi'nin gelir-gider çizelgesinin genel

tanımlıyor. Çelebizade'de (s.l 19) "Bilad-ı Rum" "Diyar-ı Rum"


deyimlerini kullanıyor. İstanbul imparatorluğunun ve Küçük
Asya'nın karşıtı olarak kullanıtan "Diyar-ı Arap" deyimi de

Arabistan ülkeleri, halifelerin imparatorluğu ve daha sonraki Mısır


sultanlığı için kullanılmaktaydı. Sadettin, s. 46, 47, 371 ve başka
sayfalar. Ayrıntılı bilgi için bkz. Tayyib Gök bilgin, 15 ve 16.
Asırlarda Eyalet-i Rum, Vakıflar dergisi, sayı 6. İst. 1965, s. 51-61
Raşid, C.3 ve 45, 77, 108; İzzi, s.44, 251. "dörtbinüçyüzonaltı kese-i
divani" (0.C) Bkz. İzzi s. 251/B
2 Raşid, C.l, s.228; İzzi, s.52. d'Ohsson'a göre (C.7, s.264) "kese-i rumi"
500, "kese-i dirnni" 416 2/3 ve "Mısır kesesi" de 620 kuruş idi. Samuel
Bernard, Descript. de l'Egypte, C.16, s.313'te diyor ki, "Mısır kesesi"
25.000 medin ya da, İstanbul parası "kese-i rumi" ile 20.000 medine
eşdeğerdi. (Medin=40 para=bir kuruş, Mısır kesesi 625, kese-i rumi
500 kuruş. O.C) Bkz. İ.A, C.6. s.1025 (E.V. Zambaur)
3 Osmanlı sultanı (Le Grand Seigneur) Fransız Donanması Komutanı
baron de Saint-Blancard'a bir Mısır kesesi içerisinde 20.000 akça
göndermişti ki, 50 akça=bir ekti olduğuna göre bu para 400 eküye
eşdeğerdi. (Negociations de la France dans le Levanı, C. l s. 350)

163
işlemleri, kese=40.000 akça, yarım kese=20.000 akça ve artanları da
akça üzerinden düzenlenmişti. 1
Damat İbrahim Paşa'nın sadrazamlığa atanmasını kutlamak üzere
gelen Alman elçisinin karşılanması ile ilgili olarak Raşid eliyle
verilen bilgilerden çıkarılan sonuca göre, 1718 ve onu izleyen yıllarda
parasal işlemler kuruş ve akça üzerinden düzenlenmekteymiş. 2
Bu denemelerin yazıldığı dönemde gelir-gider çizelgesi bir
kese=500 kuruş (piastres) ve artanı da yine kuruş üzerinden
düzenlenmişti. 3

1673 yılgününde İstanbul'da M.de Nointel ile yinelenen ayrıcalıklar


sözleşmesinde (capitulations) birim olarak akça öngörülmüştü.
Tanımlık 52 "4.000 akçayı aşan anlaşmaz! ıklar ancak dev Jet
kurulunda çözümlenebilecektir." (0.C) Bkz. R. Ekrem s. 434. Aynı
koşul, 1740 yılgünlü sözleşmede de 69. tanımlık olarak yinelenmişti.
Ancak, değişen ekonomik ve parasal koşullarla birlikte birim olan
akçanın yerini kuruşun aldığı görülmektedir. (Bkz. Bianchi, Nouveau
guide de la conversation, Paris, 1852) 1740 sözleşmesinin 72.
tanımlığı da bu 69. tanımlığın yalın bir ansıtmasından öte bir şey
değildir. "Fransız buyruğunda olanlara verecekli bulunanların
yargılama sonucu kesinleşen vereceklerinden "ihzariye rüsüm-u
adiye" ve yargılama giderleri olarak 100 kuruşta, iki kuruş alınacak,
bundan çoğu istenmeyecektir." (0.C) Bkz. R. Ekrem, s. 435.
İhzariyeler hazinenin gelir kaynaklarından birisi olarak devletin
vergi kaynağı türüne girmektedir. Şöyle ki, "mukataa"larda
görüldüğü gibi "ihzariye"lerinde "has" olarak kişilere özgülendiğine
rastlanmaktadır. Çoğunlukla altı bölük savaşçılarına
veriliyordu.(0.C) Bkz. M. Akdağ, Türkiye'nin İktisadi, C.2, s. 102.
2 Raşid, C.3, s.41, 50, 77. 1740 yılgünlü sözleşmenin 72. tanımlığında
"kuruş" sözcüğünün anılması, kuruşun akçanın yerine ülkenin yasal
para birimi konumuna geldiğini göstermektedir.
3 Sadra:anı Fuat Paşa'nın, ülkenin parasal durumuna ilişkin olarak
sunduğu Şubat 1862 yılgünlü yazanağı.
164
Ayrım 2.
ÖDEMELERİN ÖZEL KOŞULLARI

Kapıkulu savaşçıları ve devlet görevlilerinin aylıkları, 1 ya da


görevlilerin gündelikleri tüzüğe uygun bir biçimde üç aylık
dilimlerle özellikle de, "mukarrer" (le fixe ), ya da "mevacib"2
(l'obligatoire) adları ile ödenirdi. Yönetim yılı dört dilime (kıst)
bölünmüş ve bu dilimler, üç ayların ilk abece imleri ancak "ramazan"
ve "şevval"in son imleri alınarak özel bir biçimde adlandırılmıştır.
Şöyle ki, birinci dilime "masar",3 ikinci dilime "recec",4 üçüncü

"Ulfıfe" ve "adet" çoğulu "ulufat-ı avilid" İzzi, s. 200. "Adet", kütüğe


yazılı savaşçılara üç ayda bir verilen ekmek, et v.b.g. ödencelerdir.
"Avaid", ayrıca gelirler (rentrees, revenus) anlamını da
içermektedir. "Mahsı11" (mahcoul) ile yakın anlamlıdır. İzzi, s. 241
"Mukarrer": Yeniçeri odalarına aylıkların ödenmesi sırasında
"terakki" denilen akça verilmesi yasa gereği idi. Bu ek artış üç türlü
olurdu. Bunlardan birisi "mukarrer" olup üç ayda bir aylık çıktıkça
tüm ocağa, aralarında dağıtılmak üzere verilen üçyüz akçadır. Bu
paradan odaların sayılarıyla bağıntılı olmak üzere birer, ikişer, üçer,
beşer akça verilirdi. Bu akçalar odalardaki savaşçıların
gündeliklerine buçuk (yarımşar akça) verilerek dağıtılırdı. (0.C)
Bkz. İ. Hakkı Kapıkulu Ocakları, C.1, s. 285, 388, 389, 425, 426, 445,
449,453, 454,455
2 "Mevacib": Bugün İran'da devlet görevlilerine verilen aylık için de
kullanılmaktadır.
Dialogues persans-français, s. 107
3 Naima, C. 1, s. 410. Muharrem (mim), safer (sad), rebiulevvel (re
elif)="masar" (0.C) Bkz. M. Sertoğlu, Resimli Osmanlı Tarihi
Ansiklopedisi, İst. 1958, s. 143.
4 Naima, C. I, s. 407. Rebiülahır (re), cumadelfila (cim elif),
cemadelilhire (cim)=recec.a.g.y. s. 143.
165
dilime "re şen", 1 dördüncüye de, "le::e::"2 adları verilmişti. Birinci
ve ikinci dilim birleştirilerek "kısteyn"3 (le double trimestre) adı
altında "şaban ayı" başlarında birlikte ödenmekte ve böylece bir yıl
içerisinde gerçekte üç ödeme dilimi bulunmakta idi.
Gerek, sultanlık gelirlerine (has), gerek Eyubi Efendi'nin gelir-
gider çizelgesinde belirli olan tutarı aşan ve yedi yıllık4 süre
içerisinde derece aşaması yapamayıp, tüzüğüne uygun tüm yan
ödemelerden yararlanamamış olan kapıkulu savaşçılarına yapılan
ödemeler, "ağır ulufe" ya da "ağır esame" diye adlandırılırdı.5

Ayn-i Ali'nin sözü edilen baskısının önsözünde (s.87) üç aylık


giderler üzerinden inceleme yapılmakta, bu üç ay kimi kez 88.5, kimi
kez 89 ve kimi kez de 90 gün olarak alınmaktadır. Recep (be), şaban
(şun), ramazan (nun)='"reşen" (0.C) y.a.g.y., s. 143
2 Ayn-i Ali; Hacı Kalfa, Fezleke, yıl 1690-1691. Şevval (lam), zilkade
(zel elif), zilhicce (zel) (0.C) a.g.y. s.143
3 Bu ödeme biçimi önceleri de uygulanmış (Raşid, C.I, s.30, s.265 ve
değişik sayfalar), ancak "kısteyn" deyimi ilk kez Raşid eliyle 1707-
1708 olaylarının aktarılması sırasında kullanılmıştır. (C.2, s. 57) Bu
sözcüğü daha sonraları Vasıf, Suphi ve İzzi de kullanmışlardır. " ...
mah-ı mezkurun onyedinci salı günü tertib-i divan ve alelumun
kapıkullarının iki kıst mevacibleri. ... " (0.C) Bkz. Vasıf, C. I, s.15
4 "Kapu" ve "çıkma". Bkz. Koçi Bey, s. 7. 1607-1608 yılgünündeki
aşama yükseltimi, özellikle "büyük çıkma" (grande promotion) diye
adlandırılmaktadır. (Naima, C. I, s. 138 ve 166)
5 Yaya savaşçılara (fantassins), ilk dönemlerde gündelik olarak birer
akça verilirdi. (Sadettin, C.I, s.39) Yerlerini dolduranlar da en az bu
denli alırdı. Bu ödemenin en yüksek tutarı, sultanların .başa
geçişlerinde ya da, olağan dışı durumlarda yapılan ek ödemeler
dışında (Rycaut, C.2, s.37) 7-8 akça olurdu. (Cevdet, C.4, s.389, C.5,
s.225) "Terakki" (haute paye) denilen bu aylık artışının yayalar için
gündelik iki ve atlılar için de iki akçadan daha çok olduğunu
Hammer söylüyor. (Hammer, C.6. s. 299, 302) ili. Mehmet'in başa
geçişinde yedili, sekizli, onlu. onbirli, onikişerli, onüçerli denilen
yeniçerilere gündelik yedi, sekiz, on, onbir, oniki ve onüç akça aylık
166
Sarayda bulunanların ödenekleri ile, kimi saray "hizmetli"leri ve
din görevlilerine verilen aylığa "vazife" l denilir ve bu ödeme aydan
aya yapılırdı. 2
Raşid'e göre; donanma savaşçılarının aylıkları üç ayda bir,
subaylarının ki ise yıllık olarak ödenirmiş. 3

Ayrım 3.
AYLIKLARIN ÖDENMESİ

Kapıkulları ya da başkentin yöresel savaşçılarının (milices de la


capitale)4 üç ve altı aylıkları (masar ve recec) sarayın "divan-ı atik"

artışı verilmişti. Raşid, C.2, s. 179'da diyor ki "Sipahi ve silahtarların


yasa gereğince 99 akça olan aylıkları, arkadaşlarının ölümleri
üzerine onlardan kalan paralardan da yararlanmakla, l 20 akçadan,
150 akçaya değin ulaşan "aijır ulıife"ye dönüşürdü." Saray ağalarının
görev dışı yaptıkları etkinlikler de benzeşim olarak "ağır hizmet"
olarak adlandırılırdı. (Naima, C. l, s.314) Savaşçılar gibi siviller de
yaptıkları görevlerin ödülü olarak "terakki" alırlardı. (Raşid, C.2,
s. 1 10) "Ağır mukataa" için bkz. Yıl 1715 ve sonraki yıllar.
Mirkond, Hist. Seld. s.122'de bu sözcüğü bir dervişe verilen emeklilik
ödeneği olarak tanımlıyor. Bkz. Belin, Vaqoufs, Journal Asiatique,
Kasım-Aralık 1857, s. 407. Va::ife: Aylık demektir. Bu deyim, devlet
yönetiminde doğrudan görev almamalarına karşın din adamları,
vakıf yöneticileri v.b.g.lere görev gözetmeksizin verilen aylıklar için
kullanılırdı. Kuşkusuz ki, vazife alanları görevli saymaya olanak
yoktur. (0.C) Bkz. M. Akdağ, Türkiye'nin, C.2, s. 129
2 Cevdet, C.5, s.399. Ayn-i Ali, aylık olarak ödeme yapılan bu kişileri
"miişahere-lıfirfin" diye tanımlıyor. '·Müşahare"; Arapça aylık,

aylıkla tutmak; "haran" ise farsça olup yiyiciler anlamındadır.(0.C)


Bkz. Z.Pakahn, Deyimler, C.2, s.635
3 Raşid, C. 1, s.229
4 "Mülazim-i dergah-ı ali yeniçeriyan-ı yesar ocakları" Vasıf, C. l s. 15,
167
(ancience salle) denilen salonunda "divan-ı humayun-u sultani"del
ödenirdi. (Palais imperial)2 Ödeme işlemi "kubbealtı"nda3 (sous la
coupole) sadrazamın4, onun yokluğunda ise yerine bakan görevlinin
(kaymakam-ı rikab-ı hiimayıın)5 gözetiminde yapılırdı.
Birincil olarak tüm savaşçı birlikler aylık ödenmesi gereken
savaşçıların durumunu içeren bir "durum bildirim çizelgesi"
düzenlerler6 ve ödemelere genellikle salı günü toplanan 7 "ulfife
divanı"8 ya da "büyük divan"9 denilen devlet kurulunda başlanılırdı.

22, 89,114. Karşıtı "yerli kulu"dur (janissaires des places de


l'interieur) Raşid, s. 275; İzzi, s. 70.
1 "Saray-ı hümayun" Raşid, C.2, s.93
2 Raşid, C.2, s.30, 53
3 "Kubbe altında" Vasıf, C.!, s. 15, 89. "Kubbe altında" (0.C) Bkz.
Vasıf, C. 1, s.18
4 "Sadrazam-ı sahih devlet hazretleri" Raşid, C. l, s. 269, 270.
5 Sadrazamın yanında bulunan ve "kethüda-i sadr-i ali" denilen
görevliden ayrıdır. Sadrazamın "vekil"idir ve, "kaymakam" diye
adlandırılır. Raşid, C.2, s.141, 167; C.3, s.4; Suphi, s.121. Sadrazam
ordu ile birlikte ya da Edirne'de bulunduğu süre içerisinde
"kaymakam-ı asitane" sanıyla, boşalan görevi doldurur, sadrazamlık
orunu boş olduğu sürelerde de bu görevi geçici olarak üstlenirdi.
Raşid, C.2, s. 101, 115
6 Raşid, C.2, s.53; C.3, s.50
7 Raşid, C.J, s.28; Çelebizade, s.48, 75, 85, 124, 135; Suphi, s. 13, 39, 71,
175, 197; Vasıf, s. 15, 52, 69
8 Raşid, C. l, s. 28; C.2, s.44, 81
9 Raşid, C.3, s. 50. Yeniçeri ağası ve öteki ocak komutanları salı günü
ödenecek olan aylıkların gerektirdiği durum bildirimini pazar günü
belirlenen sürede getirerek birlikte sadrazam katına çıkarlardı. El-
etek öpüldükten sonra ilgili görevli (reisülküttap) durum bildirim
çizelgelerini alarak dışarı çıkardı. Bu işlem dağıtımın ilk aşaması idi.
(0.C) Ayrıntılı bilgi için bkz. Esad Efendi, Osmanlılarda Töre ve
Törenler. (Yay. Yavuz Ercan), İst. 1979 s. 74-82
168
"Hazine-i amire" yöneticileri (ağaları) 1 gerekli olan para torbalarını
duruma göre iç ya da dış hazineden çıkararak, hazinenin önünde
kurulan özel yerlerine (sayeban )2 taşırlardı. Daha sonra "baş
çavuş"un çağrısı üzerine "yeniçeri kethudası" ve ocak subayları
ilerler, verilen durum bildirim çizelgesi gereğince öngörülen paraları
alırlardı. Bir yandan yeniçeri yazmanı (comptable des janissaires) öte
yandan "ruznameci" (comptable du tresor) bu dağıtımı ayrı ayrı
yazarlardı. 3 Denetmen olarak görevlendirilen üst yöneticiler
dağıtımın düzenini sağlamakla yükümlü idiler. 1750-17 51
yılgününde yeniçerilerin yanan odalarının yineden yapılması için iç
hazineden verilen 689,5 kesenin dağıtımı sırasında "baş sayman'·,
"çavuş başı", "teşrifati" 4 ve olayyazar denetmen olarak
görevlendirilmişlerdi. 5 Böylece savaşçılar adına (emaneten)6
subaylara verilen 7 para torbaları, ocakların adamları eliyle alınarak
"aM kapısı"na8 götürülür, ve bu dağıtım yönetmelik gereğince aylık
alma belgeleri (esami)9 üzerinden aşağıda gösterildiği gibi yapılırdı.

Raşid, C.2, s.60. "Hazine-i amire" (0.C) Bkz. Suphi, s. 32/B


2 "Sayehan": Barış ve savaş dönemlerinde savaşçıların aylık ya da
sevinmeliklerine özgülenen para torbalarının konulduğu küçük
çadırlara denir. Bkz. yıl 1620-1621; Naima, C. 1, s. 196, 198, 359;
Vasıf, C.2, s.33; Hammer, C.11, s.41 1
3 Eyubi Efendi.
4 "Teşrifatçı" (maitre des ceremonies) yerine. "Mevkııj(ıti" deyimi de
aynı biçimde kullanılmaktadır. Suphi, s. 196; İzzi, s. 70. "Teşrifati"
(0.C) Bkz. İzzi, s. 70/B
5 İzzi, s.252, 253. "Sergi nezareti" sonraları devlet yükümlülüğü
içerisine alınmış olup, geleneksel "şevval" dağıtımı arasında
bulunurdu.
6 "Eyadii emanetkarane teslim" Vasıf, C. 1, s. 52, 284; C.2, s. 150
7 "Kabza memur olanlara" (almakla görevli olanlara) Vasıf, C. 1, s.
15,40,89, 114.
8 Suphi, s.252
9 Raşid, C.2, s.130, 188. Bkz. Yıl 1620-1621
169
Şöyle ki, salı oturumunun ertesi günü olan çarşamba günü yıllanmış
yeniçerilere (atik esameli) ödemeleri yapılır, perşembe günü ise "ağa
kapısı"nda dağıtım düzeni alınır (sergi kurulur) ve orada da
savaşçıların kimlik saptaması yapıldıktan sonra ocak komutanının
· gözetiminde "eşkinci" ve "karakullukçu"larla birlikte subaylarının
da aylıkları dağıtılırdı. l
Yabancı ülkelerin ya da yıllık vergiye 2 bağlanan beyliklerin
elçilerinin karşılanması için, genellikle aylıkların dağıtıldığı gün yeğ
tutulurdu. "Divanhane"ye getirilen elçi "ku b bea l tı" n da
"nişancı"ların yanında yer· alır, dağıtım yapıldıktan sonra saray
mutfağında anıklanan yemekler sunulurdu: Daha sonra sadrazam öteki
danışmanlarla (vizirs) sultan katına (arz odası)3 gider ve elçi de bir
kaftan (robe d'honneur) giyerek4 onların arkasından "güven betiğini"
(lettres de creance) ya da orunlandırdığı ülkeden gönderilen vergiyi
sunmak üzere içeri almırdı.5

Üss-i Zafer, s.31. Esad Efendi'nin bir yapıtıdır. il. Mahmut


döneminde "eşkinci" örgütü ve yeniçeriliğin kaldırılışı il(i ilgilidir. İki
kez basılmış olup Fransızca, Rumca ve bir bölümü de Rusçaya
çevrilmiştir. (0.Ç) Bkz. Esad Efendi, s. 18
2 "1640 yılında
birinci üç aylığın verildiği gün, dört elçi sultan katına
alındılar."
Naima, C.I, s.410. Bu elçiler Rusya'dan iki, Venedik elçisi
Pietro Foskarini, Fransız elçisi M.d.Lahey, İngiliz elçisi Sakvil idi.
Rus elçisi Sultan İbrahim 'in başa geçiŞini kutlamak, öteki elçiler ise
ayrıcalıklar sözleşmelerini yinelemek amacındaydılar. (0.C) Bkz.
Hammer, C.5, s. 3 16.
3 Raşid, C. l, s.63, 96; C.2, s.30, 44, 80
4 Raşid, C.l, s. 35, 96; C.2, s.44; Çelebizade, s. 124; İzzi, C.l, s.41; C.2.
s.161, 180 Bkz. Suphi, S.191 'de Nadir Şah'ın elçisinin karşılanışı
töreni.
5 "Ulilfe divanı" dışındakigerek bir elçinin karşılanması, gerekse
sadrazamlık verilmesi dolayısıyla yapılan
görkemli divanlar "galebe
dirnm" diye adlandırılırdı. Suphi, s.38, 44: Karş. Negociations de la
France dans le Levand, ~· 1, s.349; C.4, s.472. Ayrıntılı bilgi için bkz.
A. Mumcu, Divan, s.79 (0.C)
170
"Sipah"larla öteki atlı bölükleri de aylıklarını yeniçerilerin bağlı
olduğu yöntemle alırlardı. Devlet kurulu toplantısından sonra 1
"bab-ı ali" ya da "paşa kapısı"na (la sublime portre) giden sadrazam,
"sipah" ve "silahtarlar"ın ödemelerini burada birer birer ve kendi
gözetiminde yaptırırdı.
Üç günden, yedi güne değin geçen süre içerisinde yapılan bu ikinci
ödemeye "sergi" 2 denildiği gibi, "devr" ve "devr maslahatı"da

Raşid, C.2, s.130, 188; Vasıf, C. l, s.52, 69, 220, 273; Cevdet, C.2, s.307;
Üss-i Zafer. s. 249. Peçevi anlatıyor. "1604 yılgününde ordunun
Belgrat'a dönüşünde savaşçılara iki dilim aylık ödeme yapılması
gerekiyordu. Ancak yasa, dağıtım sırasında altı ocak subayı ile
yazmanlar ve bir denetmen bulunması zorunluluğunu öngörüyordu.
Sürekli olarak denetmen (mülazim) ara,nıyordu. Ben de ''sıımri ve
piyade mıı/.:aheleleri" işyerlerinde görevliydim, defterdar beni içeri
Çağırarak ordu komutanına şöyle tanıttı. Ödemelerin yapılması için
onsekiz kişiye, daha doğrusu beni aldatacak onsckiz uğruya (hırsıza)
gereksinim vardır, oysa ki, bu görevliye hazinenin tümü bile yetmez.
İşte iki yerde "mııkaheleci" görevlerini üstlenen İbrahim Efendi.
Onun ödemeleri tek başına yapacağına yürekten inanıyorum. Tek
başıma bu dağıtımı başaramam diye karşı çıktımsa da sonunda
defterdarın dediği gibi ödemeleri tek başıma yaptım ki, görülmüş şey
değildi. "Peçevi'nin Belgrat'ta 3.000 savaşçıya dağıttığı para 150.000
yük akça idi. (0.C) Bkz. Peçevi, C.2, s.296.
2 Raşid, C.3, s.50,68; Suphi, s.50; Cevdet, C. 1, s.179. Sergi: Aylıkların
ödenmesine özgülenmiş olan para torbalarının üzerine serildiği
''kilimi" tanımlamaktadır. Raşid, C. l, s.138 'de diyor ki, "bu defa
kadime-i kaide (alışılmış kural) üzere vezir-i azam sarayında sergi
döşenüb sipah taifesine verilmiş." (Selon 1'ancien usage, on etendit le
sergui au pacha-qapouçou, et 1'on paya I'uloufe aux si pah) bir başka
sayfada, "ve mahiyetlerinin (buyruğundakilerin) beher ay sergi ferş
ile (döşenmesiyle) verilib" Oes appointements seront payes chaque
mois, ıı bureau ouvet) Karş. Üss-i Zafer s.31. Sergü sözcüğü, sonraları
başka yerlerde de kullanılmıştır. Örneğin; ramazan ayında kimi
camilerin avlularında kurulan panayırlara sergi denildiği gibi ( 17
Şu1i'at I 863 günlü gazete) Londra'da açılan ''Uluslararası Sanayi

171
denilir!, ve bu dağıtım da bir denetmenin (inspecteur) gözetiminde
yapılırdı.

"Sergi" ya da "devr" sona erer ermez sadrazam, samur kürk


(teşrifat) ve değerli taşlarla bezenmiş bir "hançer" (poignard) ve
kutlamayı içereren bir buyrukla sultanın övgü ve beğenisini alırdı.
Hammer' e göre bu tür bir övgü ve beğeniyi ilk kez alan sadrazam,
Köprülü Mehmet Paşa olmuştu. Bu gelenek bir süre askıya alınmışsa
da Mayıs 1720 yılgününde sultanın gözdesi olan Damat İbrahim
Paşa'ya uygulanarak yineden başlatılmış ve 1785 yılgününe değin
arasız sürdürülmüştü. 2 Bu yılgünde, sadrazam "devr" işlemini
yürütürken görevden alındığından "teşrifat" ve buyruk yeni
sadrazam gelinceye değin "kaymakam" olan kaptan paşaya
verilmişti. 3

Sergisi" ve 1863 yılgününde açılan son "Osmanlı Uluslararası


Panayın"da "Sergi-i Umumi Osmaııi" adını almıştı. Mısır'da devlet
görevlilerinin aylıklarını ödeme buyruğuna da sergi denilirdi. 22
Aralık 1881 yılgününde, serginin kuruluş ve çalışma ilkelerini
saptayan 61 tanımlık "Sergii Umum-i Osman-i Nizamnamesi" için
bkz. R. Önsoy, Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii ve Sanayileşme
Politikası, Ank. 1988, s. 71-95 (0.C) "sergi küşadı" (0.C) Bkz. O.
Nuri, Mecelle, s.738.
Devr maslahatı" (roulement, rotation) Vasıf, C.I, s.22, 27, 40, 69, 80,
114, 155, 182; Cevdet, C.2 s.238. "Devr-i muhasebe"; kapıkulu
ocaklarının aylıkları verildikten sonra işlemin kapanması, ödemenin
son bulması demektir. Bundan dolayı, sadrazam kürk ve "hançer"le
ödüllendirilirdi. Osmanlı yıllıklarında "devr vaki oldu", "sadrazama
hatt-ı hümayun kürk ve hançer geldi." denen şey budur. (0.C) Bkz. i.
Hakkı, Merkez, s. 379; N. Vukuat, C. 3-4, s.119.
2 Raşid, C. 1, s.50, 68; Çelebizade, s.75, 85, 135; Suphi, s. 140, 144; Vasıf
s.15, 39, 155. Cevdet, C.I, s.255
3 Cevdet, C.2, s.309, 31 O. Sözü edilen sadrazam Halil Hamit Paşa idi.
Yenilik yanlısı olan Hamit Paşa, 31 Mart 1785 yılgününde 1.
Abdülhamit'i devirip yerine Selim'i sultan yapacağı savı ile
suçlanarak görevden alınmış yerine Rusya'ya karşı Özi'yi savunan ve
172
Sınır boylarındaki savaşçıların aylıklarını ulaştırmakla
"cebecibaşı" yükümlü idi. ı
'·Sergi divanı" savaşta gelenek uyarınca sadrazamın otağında
oluşturulur,2 ve sonra sergi açılır, ordunun konuşlandığı tüm
yerlerde ödemelerin bitimine değin bu işlem sürdürülürdü. 3 1772
yılgününde sultan, Şummu'da
bulunan ordunun aylıklarından bir
dilimini (kısf) ödendiğini duyunca, bir görevli aracılığıyla ordu
komutanına geleneksel "teşrifat" ile bir buyruk göndermişti. 4

okuma yazması bile olmayan Şahin Ali Paşa atanmıştı. (1785 Nisan
sonu) (0.C) Bkz. i. Hakkı, OT, 4/2, s.434, 436
Raşid, C.2, s.186. "Cebecibaşı"ların böyle bir görevi olduğuna
rastlamadık.(0.C) Bkz. C.2, s. 186.
2 Olayyazarlar bu sözcüğü (otağ) sultanlar (Sadettin, C.2, s. 148, 358,
373, 376), sadrazamlara ya da yabancı konuklara (muçafirs)
özgülenen çadırlar için kullanmışlardır. Raşid, C. 1, s.250'de diyor ki,
"Sultan Viyana'ya gönderilen elçisine sayebanıyla birlikte tam
donanımlı bir otağ bağışladı." Otağların türleri için bkz. Cevdet, C. 1,
s. 142
3 Raşid, C. l, s. 191; Suphi, s. l 40
4 Vasıf, C.2, s.21 l
173
.. ..
DORDUNCU BOLUM

Ayrım 1.
ÖZEL GELİR-GİDER ÇİZELGELERİ

Say diyor ki; 1 "gelir ve giderler tüm dönemlerde sürekli bir


biçimde ve ayrıntılı olarak saptanmaktaydı."

"Cours d'Economie Politique." J. Baptise Say (1767-1832):


Ekonomik erkinliği savunan "Fransız Klasik Okul" üyelerindendir.
Bu okulun ayırıcı niteliği, bireysel çıkarların toplumsal çıkar
sağladığına inanmaktır.(0.C) Bkz. O. Hançerlioğlu, Ekonomi
Sözlüğü, İst. 1977, s.126, 138 Bugün çoğunlukla "Say yasası"
(Mahreçler Kanunu) olarak tanımlanan kuramıyla tanınır. Başlıca
yapıtı, "Traite d'Economie Politique" olup, 1803 yılında
yayınlanmıştır. Koyu bir devletçilik karşıtı, aşırı bir erkincilik yanlısı
idi. Devletin paraya karışmasının gereksizliğini ve yararsızlığını şu
sözleriyle anlatmaktadır; "paranın tutarı değişimlerin sayı ve
önemini belirlemez, ancak değişimlerin (değiş-tokuş) sayı ve
önemidir ki, gereksinim duyulan para tutarını belirler." Say'a göre,
üretimin tümü tüketimin tümüne eşittir, öyle ise, ekonomik
çöküntüyü gerektirecek bir üretim artışı (surproduction) söz konusu
olamaz. Olsa olsa bir ürünün satışında gevşeklik (üretim çokluğu)
olabilir ki, bu da piyasanın saltık erkinliği durumunda dengesini
bulur. Say'ın getirdiği bir başka yeni düşün de, Adam Smith'in
birbirine karıştırdığı, anamal geliri üremle, girişimcinin geliri getiriyi
birbirinden kesin bir biçimde ayırmasıdır. (Duran anamal-döner
anamal) (0.C) Bkz. O. Hançerlioğlu, Özgilrlük Düşüncesi, İst. 1970,
s.195; G. Kazgan, İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, İst.
1984, s.62- 102.
175
Türkiye' de "ekonomik düşünün evrimi" doğrultusundaki
araştırma ve incelemeler Tanzimat döneminde başlar. İngiliz Mr.
Churchill'in çıkardığı "Ceride-i Havadis" gazetesinde o dönemde
İstanbul' da ekonomi ve tecimsel işlerden iyi anlayan Ermeni
yazarları çalıştırılıyordu. Gazetede "koruma" (himaye) ile
"erkincilik" liberalizm (serbesti) uygulamaları karşılaştırılıyor,
Türkiye'nin kalkınmasında en elverişli tutum olarak ikinci yolun
(erkinciliğin) erdemleri anlatılıyordu. Şimdilik bilebildiğimize göre
yapıt olarak çıkan ilk ekonomi yazısı da bu gazetece çıkarılmıştı.
Ekonomi terimi olarak ilk kullanılan, eski İslfim ve Osmanlı "ahlak"
yapıtlarında yer alan "tedbir-i menzil" terimi olmuştur. Bu başlık
altında çıkan yapıtın yazarının bildirilmemesine karşın, bu kişinin
daha sonra "İlın-i Tedbir-i Menzil" adlı yapıtın yazarı Ermeni Sahak
1
Efendi olması olasıdır. Bu yazar ikinci yapıtında daha önceden bir
yapıt yazdığını ancak bunu yeterli bulmadığını ve şimdi daha iyisini
yazdığını söylemektedir. Sözü edilen bu yapıtlar ve bu dönemde
yayınlanan aynı konuya ilişkin öteki yayınlar, J.B. Say'dan kalma
"ekonomi politik dersleri" örneğini getirmektedirler. Bu dönemdeki
bu tür ekonomik yapıtlar seslendiği toplumun tarihinden ve ekonomi
kuramının kendi evriminden tümüyle soyut bir biçim almışlardır.
1851 yılında yayınlanan "Tedbir-i Menzil" adlı bu yapıt bir önsöz,
30 bölümden (bend) oluşmak üzere 142 sayfadır. (0.C) Bkz. N.
Berkes Türkiye' de Ekonomik Düşünün Evrimi, Felsefe ve
Toplumbilim Yazıları, İst. 1985 (145-168) s. 153-154; "Tedbir-i
Menzil", İst. 1268. (s. 69, n.6 ya ek) Birçok yönlerden çevresindeki
ülkelerin geleneksel kuruluşlarından yararlanan Türkiye 'nin,
kendisinden önce ve çok iyi bir biçimde örgütlenmiş hükümetlerden
daha önceki yönetim ilkelerini de almış olduğunda kuşku yoktur:
Bununla birlikte imparatorluğun ilk dönemlerine ilişkin olarak ancak
birbirinden soyutlanmış rakamlara bağlı kalmaktayız. İlk kez olarak
1609 yılgününde düzenleyicisi Ayn-i Ali'ninl üstlendiği yüksek

Ayn-i Ali 'nin içeriği aşağıda yazılı olan bu yapıtının özgün metni
Anadolu'da (Asie Mineure) geçici bir yüksek görevde bulunan
176
görevden dolayı beylik bir içerik taşıyan ve salt başkent giderlerine
özgü bir giderler çizelgesi yayınlanmıştır ki, bunun İslam
kamuoyunun ilgi ve eğiliminden kaynaklandığı sanılmaktadır. Ayn-i
Ali "Defter-i Hakani Eminliği" (directeur general du domaine et du
contrôle), "Katib-i Divan-ı Hümayun" (grand chancelier), bugünkü
"Beylikçi" ve son olarak da "Süvari Mukabelesi" (bureau du
contrôle de la cavalerie) yöneticiliği görevlerini arasız bir biçimde
sürdürmüştür. Bu son görevi sırasında Sadrazam Murat Paşa'nın
buyrultu su doğrultusunda "Süvari Mukabelesi", "Piyade
Mukabelesi" ve "Küçük Ruznamçe" işyerlerindeki belgelere
dayanarak bu çizelgeyi düzenlemiştir. Gelir-gider çizelgesinin
(budget)l ancak giderler bölümünü düzenlemiş olan Ayn-i Ali'nin bu
çalışmasını, Eyubi Efendi'nin 1660-1661 yılına özgü olarak
düzenlediği gelir-gider çizelgesinin yardımıyla bu yapıtın yazarı
tamamlamıştır. 2

Ahmet Vefik Efendi'nin titiz çalışmaları sonucu Şubat 1864


yılgününde İstanbul'da küçük bir dergide 140 sayfa olarak
yayınlanmıştır. 1- "Kavanin-i Ali Osman der Hülasa-i Mezamimi
Defter-i Divan"; Ayn-i Ali'nin tımarlar üzerine yaptığı çalışmadır.
2- "Risale-i Vazife Haran-ı Meratib-i Bendegan-i Ali Osman"; gelir
gider çizelgesi ile ilgili çalışmasıdır ki, içeriği aşağıda sunulacaktır. 3-
"Düstur-ül Amel" Hacı Kalfa'nın aynı yapıtıyla ilgili çalışmadır.
Belin, kendisinin elde ettiği bir "kopya"sı ile M. Cayol 'un dermesinde
bulunan öteki dört kopyanın yardımıyla bunların karşılaştırmasını
yaparak aslına oldukça yakın bir çeviriyi başardığını söylüyor.
Başvurunuz, Ahmet Vefik Efendi'nin yayınladığı yapıt, s. 113'deki
not.
Bütçe sözcüğü o dönemde "nıumzene-i maliye" (bilan financier)
deyimiyle açıklanıyordu. (Tercüman-ı Ahval, 15 Kasım 1863)
Sadrazamın gelir-gider çizelgesine eklediği yazanakta da '"bütçe"
biçiminde yazılmıştır. (Tercüman-ı Ahval, 19 Kasım 1863)
2 Eyubi Efendi, "Kanunname-i Hümayun"; M. Cayol'un dermesindeki
"kopya"nın ilk sayfasında Eyubi Efendi yazıyorsa da doğruluğunu
savunamayacağım. Marsigli'de yapıtında "Kanunname"yi anmakta

177
İmparatorluğun vurucu gücünü oluşturan kara ve deniz ordusu
"tımarlı" ya da, "aylık"çı olmak üzere iki dilime ayrılmış ve salt bu
ikinci dilim doğunun eski geleneği uyarınca bölümlenmiş olarak
aşağıda sunulan gelir-gider çizelgesinde gösterilmiştir. Bu çizelgede
kamusal görevlere değinilmemiş ancak, salt sultanlık ve ordu ile ya
da özel durumlardan söz edilmiştir. Böylece Mısır ve Selçuklu
sultanlarının 1 "memlük"lerine eş olarak "kul "2 sözcüğü ile
belirtilen düzenli kara ya da deniz ordusu şöyle ayrımlanmıştı. 1-
"Kapı halkı"3 ve "kapı kulları" (la maison militaire du sultan; et

ve ondan bir kaynak olarak yararlanmaktadır. (Etat Militaire ... , La


Haye, 1732) Ancak, 1609 yılgününden önce de bu tür gelir-gider .
çizelgelerinin yayınlandığı bilinmektedir. (0.C) Bkz. Ö. L. Barkan,
1547-1548 Mali Yılına Ait Bir Osmanlı Bütçesi, İktisat Fakültesi
Mecmuası, XIX/1-4 Ekim 1957, Temmuz 1958, s. 219-276; Ö. L.
Barkan, 1567- 1568 Mali Yılına Ait Bir Osmanlı Bütçesi, a.g.m,
XIX/1-4, s. 277-332; Ö.L. Barkan, 1527-1528 Mali Yılına Ait Bir
Bütçe Örneği ve Ekleri, a.g.m., XV/l-4, s.251-327.
Hist. Seld. s.66, 68.
2 Kim ki, sarayda bir görev üstlenir ve kim ki, sultana saltık bir
biçimde bağlanır ve kim ki, bundan dolayı aylık alırdı ona sultanın
kulları denilirdi. Rycaut, C.2, s. 17 "Memlükler" Mısır sultanlarının
kullarıdır. Selçuklu sultanlarının kulu savaşçılarına ise "gulanı"
denilmektedir. Bunlara "müfred" ya da "mülazınıan-ı yatak" da
deniliyordu. (0.C) Bkz. A. Taneri, Selçuklu Ordusu, TAD 4/6-7, s.
142.
3 Sami, s.54. Kapı değişik anlamlarda kullanılmaktadır. 1- Yönetim
üssü olarak "vezir" ya da "paşa kapısı", bugün de aynı biçimde
adlandırılmaktadır. 2- Yüksek bir görevli ya da bir paşanın buyruğu
altındaki savaşçılar. "Benim kapı halkrnı tamamdı." (ma maison
militaire est au complet) Raşid, C.2, s.109; Nişancı Paşa, "mükemmel
kapı halkı ile" (N. Pacha avec toute sa maison militaire); Çelebizade,
s. 17, "defterdarın kapı halkı bin beşyüz kişiye ulaşıyordu" (L qapou-
khalgy du defterdar s'elevait a 1.5000 hommes) Sami, s. 49; İzzi, s. 41.
Aşağıdaki alıntıda da kuşkusuz aynı anlamdadır. "ve kalb-i sipah-i
aramgah-ı şah-ı din penah olub yeniçeri ve azab ve kapı halkı tertib-i

178
surtout les milices soldees de la capitale) 2- "Yerli kulu" (milice
locale) 1 ya da, "yerli ulufeli neferfü"2 3- Son olarak da, .. serhaddat
ne/eratı" (garnisons des places frontieres)

Kul sözcüğü genellikle yaya savaşçılara, 3 başkentteki yeniçerilere


verilirdi. (nıülazinı-i dergah-ı ali)
Aylık alan atlı savaşçılar da altı bölüğe (!es six beuluks)
ayrılıyordu. Şöyle ki; 1- İmparatorluk sancağının sağ yanını savunan
sipahlarla, sol yanını savunan ve imparatorluk "harem"
görevlilerinin oğufüırı arasından ad çekmeyle oluşturulan ve bir tür
soylular bölüğü olan silahtarları içeren "süvari ocakları" 2- Hazine
ve devlet görevlilerini korumakla yükümlü olan "ulufeci yani yemini
yesar" ile kendilerine en çekinceli görevler verilen ve savaşlarda

mutat üzere kuddam-ı asker kıyam ettiler." (La sultan se tenant au


centre des sipah, !es ienitcheri, les azeb et les qapou-khalgy se
placerent, dans l'ordre usite, ala tete de l'armee-yeniçeri, azap ve
kapı halkı ileri gelenleri alışılmış düzen gereğince, sipahilerin
ortasında oturan dinin koruyucusu yüce sultan önünde ayakta

durdular.) Sadettin, C. I, s. 106; Nuhbe, s. 340; Nişancıbaşı, s.275,


Yeniçerileri kapı kulundan ayırıyorlar. Osmanlı yazarlarının
yapıtlarında 16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılın ilk yansı olayları
anlatılırken genellikle "kapı halkı" ya da "kapılı levend" sorununa

büyük bir açıklılık getirmedikleri gözlemlenmektedir. Gerçekten de,


bu sorunda Osmanlı olayyazarlarını olağan karşılamak gerekir. Şöyle
ki, değindiğimiz dönem, imparatorluğun iç işlerinin en karışık olduğu
"Celali" dönemine rastlamaktadır. Bu dönem kapı halkından olan
kişilerin yasa dışı duruma geldiği, böylece başıboş kapılı ve "miri
levent" !erin birbirine karıştığı bir dönemdir. (0.C) Bkz. M. Cezar,
Osman! ı Tarihinde Leventler, İst. 1965, s. 271, 272. " ... nice bin
yeniçeri ve kapı halkı intihab olunub ... " (0.C) Bkz. Nişancıbaşı 1279,
s.275.
1 Raşid, C.1, s. 273; İzzi, s.70
2 Raşid, C.2, s.33. "Ulufeli neferat" (0.C) Bkz. Raşid, C.2, s.33/B
3 Naima, C. I, s. 293
179
göğüs göğüse vuruşan 1 ve yabancılardan oluşturulan "gureba-i yemin-
i yesar" adıyla anılan dört bölük. 2
Geçici bir süre için orduya alınan yayalara, "nıirili asker" 3 ve aynı
koşullar altında toplanan atlı savaşçılara da "miri süvarileri" 4 adı
verilirdi.

Kanunname-i Eyubi Efendi. Bkz. Vigenere'nin yürüyüş durumundaki


Osmanlıordusunun birliklerinin düzenini gösteren tablo. (s. 64 O.C)
2 "Bölükat-ı erbaa" Raşid, C.2, s.111; Cevdet, C.2, s. 145; C. 5, s. 74 yıl
1779 ve 1791. Altı birlikten oluşan. kapıkulu atlılarına "altı bölük
yoldaşları" denildiği gibi, birinci birliğin adından dolayı çoğu kez de
tümüne birden "sipah" adı da verilirdi. Bu altı birlik, ··sipah",
"silahtar", sağ ve sol ulufeciler (orta bölük), sağ ve sol "garib"ler
(aşağı bölükler) idi. Bu son dört bölüğe yalın bir biçimde "bölükat-ı
erbaa" adı da verilmişti. Bu altı birlikten en seçkin ve saygını olan
"sipahi birliği" olup, ilk dönemlerde devlet ileri gelenlerinin ve
komutanların çocukları arasından oluşturulurdu. "Sipahi birliği" 300
bölüğe ayrılmış olup, 17. yüzyılın ilk yarısında bölüklerde yirmi-otuz
kişi ile bir de "bölükbaşı" bulunurdu. Silahtar birliği ise, Edirne,
Galatasaray ve İbrahim Paşa saraylarından çıkanlarla (iç oğlanları)
"veledeş" denilen suvari çocuklarından oluşurdu. 120 bölükten
oluşan sağ ve 100 bölükten oluşan sol ulufeciler, savaşta hazineyi

beklemekle yükümlü idiler. Sağ ve sol garibler de (guraba-i yemin ve


guraba-i yesar) savaş anında geceleri otağı ve ağırlıkları korudukları
gibi, başat görevleri de sancağın korunması idi. Bunların savaşlarda
ordu konaklama yerine odun taşımak gibi görevleri de varmış. (Üss-i
Zafer, s. 237) (0.C) Bkz. i. Hakkı, Kapukulu Ocakları il, s. 146-152.
3 Vasıf, C.2, s. 138. " .. meskurede mirulu askere sarf olunan nükud .. "
(0.C) Bkz. Vasıf, C. 1, s. 138.
4 Cevdet, C.I, s. 141.
180
AYNİ ALİ'NİN 1609 YILGÜNÜNE ÖZGÜ GİDERLER
ÇİZELGESİ

BİRİNCİ BÖLÜM GÖREVLİ ÜÇ AYLIK YILLIK


AYRIM L- "Ye~içeriler";
Görevliler; üç aylık ve geleneksel
"bağış"Iar. Akça Akça

Subaylar, "solaklar" "zağarcılar",


v.b.g. içerisinde olmak üzere "dergah-
ı iili yeniçerileri" (üç aylık, 88,5 gün
üzerinden. 1 37.627 25.167.759

1655 kişiden oluşan savaşçı


çocuklarının, 1- Günlük geçim
ödeneği olarak aldıkları birer ekmek
(fodla), ,2- Un akçası (indemnite de
farine) adı ile 15 akçadan oluşan üçer
aylık ödence 24.825
25.192.584 100.770.336

Dördüncü dilim aylıkla (lezez)


birlikte verilmek üzere "sadak
akçası" (indemnite de carquois) adı
ile tüm savaşçılara verilen 30'ar 1.128.810
akçalık yıllık ödence
101.899.146

Acemi oğlanlar "novices" ou "june


gardes," İstanbul ve Edirne' deki
acemi oğlanlar, saray bahçelerinin
bostancıları. (üç ay 90 gün üzerinden) 9.406 2.206.820

Dergah-ı ali: (Büyük kapı) Osmanlı sarayı <tfllamında kullanılır bir


terimdir. (0.C) Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C.l, s. 426. "Sadak
akçası" için bkz. Yıl 1596 (0.C)

181
"Yeni Cami"in (Sultan Ahmet
Camii) yapımı sırasında 2.732
görevliye ödül olarak "papuç akçası"
(indemnite de chaussure) adı ile
verilen, ve 15'er akçadan oluşan üç
aylık ödence 1 40.980
2.247.800 8.991.200

Dördüncü üç aylıklarlabirlikte, bu
bölüğün savaşçılarına özgülenen 30
akçalık
ödence. 282.180
TOPLAM 47.033 9.273.380

Ayrım 2.- Cebeci2; Topçu, top


arabacıları.
Saray Cebecileri: 5.730 2.311.753 9.247.012
"Keman-baha" adı ile özgülenmiş
olup, dördüncü üç aylık ile birlikte ve
30'ar akça olarak ödenen yıllık
ödence 171.900
Topçular ocağı 1.552 988.323 3.953.292
Top arabacıları ocağı 684 493.520 1.974.080
TOPLAM 7.966 15.346.284

Sözü edilen caminin yapımına 7 Kasım 1609 yıl gününde başlanılmış,


Sultan /il. Ahmet terleyinceye değin temel kazmıştı. Caminin açılış
töreni 9 Haziran 1617 yılgününde yapılmıştı. (0.C) Bkz. İ. Hakkı,
OT, 3/2, s. 554
2 "Cebe" : Anlam olarak Farsça "zırh" sözcüğünün aynısıdır. "zırhlı
fırkateyn". "Cebelli": "Tımar" üstencilerinin donatarak savaşa
göndermekle yükümlü olduğu savaşçı anlamındadır. Bkz. Belin,
Etude sur la prop. n. 302. "Tımar" ve "zeamet" üstencilerinin savaş
başladığında kendilerinden başka götürmeye zorun! u oldukları
savaşçılara verilen addı. "Müsellah" savaşçı demektir. Bunlar .. zırh"
giydikleri için bu adı almışliırdı. (0.C) Bkz. Z. Pakalın, Deyimler,
C.l, s. 264-265.
182
AYRIM 3. - Altı bölük
savaşçıları
"Sipahtarlar" 7.805 14.567.011
"Silahtarlar" 7.683 11.965.819
"Sağ ulufeciler" 2.055 2.386.225
"Sol ulufeciler" 1.423 1.125.189
"Sağ garipler" 928 1.152.447
"Sol garipler" 975 1.520.430
20.869 32.717.121 130.868.484

Birinci Bölüm Genel Toplamı: 75.868 257.387.294 j

İKİNCİ BÖLÜM
Tersane görevlileri (personel de
L' amiraute)
Deniz savaşçıları (soldats de
marine)2 Tersane görevlileri ve
çalışanları, gemi kaptanları (rüesa) 3 2.364 1.943.746 7.774.984L

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Sultanın hizmetçileri, orduda
sultanın arkası sıra gidenler

Cayol'un iki tıpkıbasımında bu tutar 257.136.260 olarak


geçmektedir. "Keman beha": Yeniçeri ocağı savaşçıları ve
subaylarıyla acemi oğlanlarına, bostancılara, cebecilere yılda bir kez
yay bedeli olarak verilen paranın adıdır. Bu para "silah"ın
bulunuşundan önce yay yaptırmak için verildiğinden bu adı almıştı.
Tutarı 30 akça olan bu ödence "/eze::" dilimi aylıklarla birlikte
verilirdi. (0.C) Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C.2, s.239.
2 Kadırgaların savaşçılarına "azep" adı verilirdi. (soldats ordinaires
des galleres, qu'on nomme azappes) Negociat, ... , C.2, s. 772
3 "Baş kaptan": Hyer le cappitaine de la mer fit assembler en 1'arsenal
tous !es rayz. Negociat.. ... , C.3, s. 757
4 Cayol'un el yazmasında verilen bu tutar, tıpkıbasımda 7.779.668
olarak gösterilmektedir.
183
AYRIM 1. - AHIR
GÖREVLİLERİ (service des
ecuries)
"saraçlar"; "şagirt/er" (pages) ve
büyük -küçük ahırların öteki
görevlileri (üç aylık 89 gün
üzerinden) 4.332 2.101.299 8.405.196
AYRIM 2.- Oda hizmeti
sarayın üçüncü kapısı kapıcıları (üç
ay, 88,5 gün üzerinden) 1.925 1.502.818
Sarayın birci kapısı kapıcıları
(üç ay 88,5 gün üzerinden) 417 141.866
1.644.684 6.578.736
AYRIM 3.- Mutfak görevlileri
(service de la bouche)
Mutfak ve kilerler (üç ay; 88,5 gün
üzerinden) 1.129 823.802 3.295.208
AYRIM 4.- Giysi (Confection)
Giysi ve kaftan odası (robes
d'honneur) 1
(üç ay; 88,5 gün üzerinden) 319 268.155 1.072.620
Çeşitli yapım işçileri (aynı biçimde) 947 722.558 2.890.232
AYRIM 5.- Ordu konaklama,
devlet hazinesi ve öteki
hizmetliler.
Çadır ve çadır gereçleri yapanlar (du
dressement des tentes) (üç ay; 88,5 835 485.643 1.942.572
gün üzerinden)
Aynı biçimde "mehteran-ı alem"2 228 183.549 734.196

Tüm doğu devletlerinde olduğu gibi Osmanlı sultanları saraylarında


da, yıllık aşama ve görev dağıtımında (şevval tevcihatı), dinsel ve
iyilik sever kuruluşların açılış törenlerinde, ordunun savaş alanlarına
doğru yürümeye başladığında, yabancı elçilerin sultan katına
alındıklarında v .b.g. durumlarda kaftanlar giydirilmesi geleneği
bulunmakta idi. Bkz. Vasıf, s. 110, 215; Suphi, s. 206; İzzi, s. 131;
Naima, C. 1, s. 184, 263, 396.
2 Sultanın "askeri mızıka"sı olup, "mir-i alem" (grand gonfalonnier

de l'empire) adı verilen saray baş sancaklarının buyruğu altında idi.


184
Aydan aya aylık alan dış hazine
görevlileri (ay, 30 gün üzerinden) 19 22.260 267. 120
Aynı biçimde saray mimarları 44 14.970 179.640
Aynı biçimde saray "ezan"
okuyucuları 15 5.940 71.280
Aynı biçimde saray "divan sakaları"
(3 ay 88,5 gün üzerinden) 36 29.647 118.588
Aynı biçimde saray uşakları (şatırlar)
(ay 30 gün üzerinden) 57 9.960 119.520
AYRIM 6.- Sağlık ve bu
doğrultudaki görevliler
Saray doktorları (ay 30 gün
üzerinden) 21 26.790 321.480
"Astrolog"lar ve yardımcıları (aynı
biçimde) 5 720 8.640
Yahudi doktorlar (aynı biçimde) 41 19.260 231.120
Boğdan ve Eflak voyvodalığının
"kapı kahya"ları (aynı biçimde) 13 17.700 212.400
AYRIM 7.- Avcı kuşlarını
yetiştiren görevliler 1
Çakırcılar (emerillonniers) (üç ay;
88,5 gün üzerinden) 271 147.795 591. 180
Doğancılar (Fauconniers) (üç ay;
88,5 gün üzerinden) 275 119.032 476.128

Vigenere, s. 395. Leunclavius, bu birliği "çalıcı mehteran" olarak


tanımlıyor. (s. 226)

Bkz. Leunclavius, s.226; Hammer, C.3, s. 432. Çakırcı yeniçeri ocağı


örgütünde bir kesimin adı idi. Çakır, doğan türünden bir kuştur.
Çakırcı da avda doğanı elinde götürenler için kullanılır bir terimdir.
Osmanlı sultanları çok eski dönemlerden bu yana Türklerin savaş
öykünmesi uğraşılarından birisi olan avcılıkla oyalanmışlardır. /.
Murat'ın oğlu Yıldırım Baye::id'in görkemli bir av örgütü vardı. 17.
yüzyılda 271 çakırcı bulunmaktaydı. Çakırcıların da öteki avcı
kuruluşları gibi, taşrada görev yapan "tımarlı", "zeametli'', vergi ve
yükümlülüklerden bağışık olanları da bulunmaktaydı. (0.C) Bkz. Z.
Pakalın, Deyimler, C.I, s. 322.

185
Atmacacılar (gardiens des eperviers)
(aynı biçimde) 45 19.912 79.648
10.964 6.898.876 27.595.504
El yazmalarının çoğunluğunda
gösterilen rakama ulaşabilmek için
eklenen 25 1.242.5 4.970
Üçüııcii bölümün genel toplamı /0.989 6.900.118,5 27.600.4741

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Sultana doğrudan bağlı olan etkin ya
da emekli ağalar2
AYRIM 1.- "Rikab-ı hümayun
ağaları"3
Yeniçeri ağası (ay 30 gün üzerinden) 15.000 180.000
"Mir-i alem" (aylık)4 6.000 72.000

Cayol'da bulunan el yazmalardan ikisi, 276.000.474; bir üçüncüsü


27.600.474; tıpkıbasım ise 27.6!0.474 rakamını vermektedir. Burada
görevlilerle ilgili rakam eksikliği olası ki, doğrudan görmüş olduğum
tüm el yazılı "nüsha"larda sözü edilmeyen "doğancılar"dan ileri
gelmiş olsa gerek. Hammer, C.3, s. 432 de bu kesimi 30 kişiye çıkarıp
bunlardan 25'ini "şahinci" olarak gösteriyor.
2 Selçuklularda devlet ileri gelenleri "havass-ı nevabih bergah-ı melek
ictibah" deyimiyle tanımlanırlardı. Hist. Seld ... , s. 2!0; Bkz. Sadettin,
C. l, s. 176, 366 ve Hacı Kalfa, Takvim-üt Tevarih, s. 91.
3 Osmanlı devletinde devlet ileri gelenleri "Rikah-ı lıümayuıı" deyimi
ile tanımlanırdı. Karş. Hist. Seld ... , s. 70, 85. "Rikab-ı muadelet
meab", "Rikab-ı müstetabi padişahi" Suphi, s. 66, 21. Ya da yalın bir
biçimde "Rikab-ı şehriyari". "Rikab" sözcüğü sıradan bir tören
dolayısı ile yapılan beylik bir karşılamayı da içerir.
4 "Emir-i alem"; Leunclavius s. 223'te diyor ki, "emir-i alem"
imparatorluğun büyük sancaktarı olup, savaşta sultanın (Grand
Turc) bayrağını taşımak ve beylerbeyleri ile sancak beylerine
komutanlık göstergeleri olan sancağı vermek ve onların çadırları
önünde akşamları "nöbet" çalmak için ''askeri mızıka"yı da
göndemıekle yükümlü idi. Karş. Yigenere, s. 395 ve Hist. Seld ... ., s.
94. Ayrıntılı bilgi için Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C.1, s. 526 (0.C)
186
Büyük '"mağbeyinciler" günlük 150
akça, bunlar arasında eskiden ahır
baş yöneticiliği yapmış olan bir kişiye
de ayrı olarak günde 170 akça (aylık) 10 45.600 547.200
Büyük ahır yöneticisi;
"Çaşnigirbaşı" 1 günde 150 akça
(aylık) 3 13.500 162.000
Çakırcı başı (grand vene ur) günde 160
akça (aylık) 4.800 57.600
Altı bölük komutanları; günde 120
akça (aylık) 6 21.600 259.200
Çavuşbaşı (grand marechal du
palais); "baş mağbeyinci" yardımcısı,
günde 70 akça (aylık) 2 4.200 50.400
Cebecilerin genel komutanı, günde 60
akça (aylık) 1.800 21.600
Emekli üzengi ağaları (grands
ecuyers); günde 99 akça (aylık) 7 20.760 249.120
32 133.260 1.599. 120
AYRIM 2.- Sultanlık
danışmanları, din bilginleri ve
devlet ileri gelenlerinin
çocuklarına özgülenen aylıklar
Sultanlık danışmanları, mollalar,
beylerbeyleri, ileri gelenler,
defterdarlar ve ağaların çocukları, ay
30 gün üzerinden 35 53.280 639.360

"Çaşnigir": Sultanın (G.S) birincil sıradaki soylu hizmetlisi.


Negociations, C.4, s.56 Çaşnigirbaşı: "Sofra hizmetlerini" gören
çaşnigirlerin başına verilen addır. "Serzevvakin-i hassa"da denilirdi.
"Sofracıbaşı" anlamına gelmektedir. Eski Türk sultanlarında bu
görevi yerine getirenlere "emir-i çaşnigir" sanı verilirdi. Sultan
yemek yemeden önce yiyeceği yemekten tatmak "çaşnigirbaşı"nın
görevi idi. Bu da yemeğin tadına bakmaktan öte "ağı" katılıp
katılmadığını öğrenmek için yapılırdı. Bundan dolayı bu görevli
sarayın en güvenilir adamlarından birisi idi. Savaşta da sultanın
yanında bulunurdu. (0.C) Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C. l, s. 331.

187
El yazılı "nüsha"larda gösterilen
tutarlara ulaşmak için yapılan ekleme 24.220 290.640
77.500 930.000

AYRIM 3.- Emekli ağalar,


müteferrikalar ve öteki
görevliler. 1
Emekli ağalar, günde 1.258 akça (ay
30 gün üzerinden) 32 37.740 452.880
Sarayda değişik işlerde
görevlendirilen bölük ağaları, günde
246 akça (aylık) 5 7.380 88.560
Miiteferrikalar 2 , günde 17,585 akça
(aylık) 433 527.550 6.330.600
Aynı biçimde "çaşnigirler", günde
4.680 akça (aylık) l 17 140.400 1.684.800
Aynı biçimde "çavuşlar" (huissiers)
günde 8.802 akça (aylık) 324 264.060 3.168.720
977.130 1l.725.560

Savaşçıların emekli aylıklarında (tekaüt ulufesi) yapılan


yolsuzluklara ileride değinilecektir. Sultanlık danışmanlarından
birisi gerek kendi istemi gerekse bir yaptırım uygulanması sonucu
sultanın onayı ile emekli olursa, adı danışmanlar çizelgesinden
çıkarılır, "tuf:J" ve "alem"den yoksun bırakılır ve gelenek olduğu
üzere kendisine yıllık 6.000 kuruş ödenek özgülenirdi. İzzi, s.218, 246;
Vasıf, C.l, s.113. Hükümet Mayıs 1848 yılgününde emekli aylıkları
için 12 sayfalık bir yasa yayınlamıştı.
2 Fransa elçisi, ili. Heııri'ye gönderdiği bir yazıda; ili. Murat'ın
oğlunun sünnet düğününe kralı çağırmak için Müteferrika Ali
Ağa'nın elçi olarak gönderildiğini, adı geçenin taşıdığı görevin
"çavuş" ve "çaşnigir"den daha saygın olduğunu, müteferrikalık
görevinin sancak beyliği ve kent yöneticiliğinden sonra gelen ilk
görev olduğunu, üst olarak salt sultana bağlı olduğunu ve onunla
birlikte savaşa gittiğini aktarıyor. Negociations de la France dans le
Levanı, C.4, s. 64.

188
AYRIM 4.- Emekli ve etkin işyeri
yazmanları.
Devlet kurulu yazmanları, günde 471
akça. (ay 30 gün üzerinden) 24 14.130 169.560
Hazine yazmanları, günde 493 akça
(aylık) 16 14.790 177.480
"Şakirtler" (commis), günde 1.130
akça (aylık) 133 33.900 406.800
Saymanlık yazmanları, günde 253
akça (aylık) 20 7.590 91.080
Görevli olmamalarına karşın
devletten aylık (pensionnes) alanlar
(miişaher" lıara11), günde 592 akça
(aylık) 25 17.760 213.120
88.170 l.058.040

AYRIM 5.- Saray oğlanları,


onların subayları, saray
baltacıları.

Sarayın iç oğlanları ve subayları,


günde 7.086 akça (ay 30 gün
üzerinden) 709 212.580 2.550.960
Aynı biçimde baltacılar, günde 575
akça (aylık) 109 17.250 207.000
2.014
El yazmasındaki rakamı bulmak için
yapılan eksiltim 32
229.830 2.757.960
Dördiincii höliinıiin genel toplamı l.982 1505.890 18.07().6801

Cayol'daki üç el yazması ve tıpkıbasımda gösterilen tutar.


189
ÖZET GÖREVLİ ÜÇ AYLIK YILLIK
Akça Akça
BİRİNCİ BÖLÜM:
Düzenli kara ordusu 75.868 64.346.823,5 257 .387 .294
İKİNCİ BÖLÜM:
Düzenli deniz ordusu 2.364 1.943.746 7.774.984
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:
Savaş sırasında sultanla birlikte olan
görevliler 10.989 6.900. 118,5 27.600.474
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM:
Sultanın savaşçı birliğini oluşturan
sarayın üst subayları 1.982 4.517.670 18.070.680

TOPLAM: 91.203 77.708.358 310.833.432 1

EYUBİ EFENDİ'NİN 1660-1661 YILINA ÖZGÜ


GELİR-GİDER ÇİZELGESİ (BUDGET)
GELİRLER AKÇA
1- Baş saymanlık (bureau de la comptabilite generale)2 132.344.666
II- Baş vergisi saymanlığı: (du djizie) 3 111.723.469
III- Kutsal yerler saymanlığı: 4 8.730.303
iV- Kutsal yerler kesenek gelirleri:5 18.020.537

Bu tutar, Cayol'daki dört el yazmasında gösterilendir. Tıpkıbasımda


ise 310.827.412 olarak geçmektedir.
2 Bkz. D'Ohsson, Tabi. gen. de l'emp. ott. C.7, s.265
3 y.a.g.y. C.7, s.235, 267 ve ~elin, Etude .. ., n.89 ve 149. Karaçelebizade
(C.2, s. 35); Kıbrıs adasının 5.000 "riyal"e ulaşan '·cizye" gelirlerinin,
"yeniçerilerin" aylıklarına özgülendiğini aktarıyor.
4 D'Ohsson, C.7, s. 267.
5 a.g.y.s. 270. "İltizam" "mukataat" ile eş anlamlıdır. Kimi devlet
gelirlerinin öncelikli olarak verilen bir para karşılığı isteklilere
satılması anlamındadır. (Bkz. Yıl 1694) "Mukataacı·· (fcrmicr)

devlet gelirlerinin toplanmasını bu doğrultuda üstlenen kişidir ve


bunun için bir izin belgesi (berat) almak zorundadır. (Bkz. Yıl 1648)
Bir dönemler ya da yönetimde düzeltin11er yapılmasının düşünlilclüğü
190
V- Süreç içerisinde devlet yararına alıkonulmuş gelirler 1I0.309.764
(mevkufat) 1
VI- Öncelikli olarak kesime verilen devlet gelirleri
(mukataat-ı evvel)2 42.921.551
Yii- Maden gelirleri ile Eflak ve Boğdan'ın baş vergileri 3
66.224.920
Vlll- Kesime verilen Bursa gelirleri 4 12.173.279
IX- Süreç içerisinde kaldırılarak (mensuh) devlete geçen
"zeamet" ve "tımar" gel iri eri 5 17.784.508

bir süreçte devlet, vergi kaynaklarını yaşam boyu getiri (sehnı) üzeri
de kesime verir olmuş, bu tür "sehm"ler için bütçede bir de gelirler
bölümü oluşturmuştu. Bkz. Belin, Eıude .. n. 355 ve Fuat Paşa'nın
sunduğu bütçe, Bölüm 3.

"Kalem-i nıevkufat"ın eksiltili biçimidir. D'Ohsson'a göre; bu işyeri


"avarız" ve"niizııl-u bedel" v.b.g. vergileri toplardı. Sözü edilen
işyerinin, yetkileri değişik olmakla birlikte özellikle "Kanunname-i
Bosna"nın verdiği açıklamalara göre; tüm kentlerde "nıevkı<fatçı"
adı ile bulunan bir görevlisi, yazımı yapılmamış olan kişisel ya da
taşınamazlar vergilerini, "zeamet" üstencisinin ölümü üzerine
ardılının işe başlamasına değin geçen süre içerisinde aynı vergileri
toplamakla yükümlü idiler. "Mevkı(fati", "mevkufatçı"nın derilmişi
(contractee) Suphi, s. 214. Sözü edilen görevli bir "::eanıet" in
babadan oğula doğrudan geçmesine karışamazdı. Cevdet, C. l, s.187
l'Hist. Seld. s. 21 O'da okunuyor: "ora mevkuf darid ta ameden Melik
Arslan" (vous le retiendrez jusqu'a l'arrivee de Melik Arslan- Melik
Arslan'ın gelişine kadar onu alıkoyacaksınız) Bkz. Yıl 1782-1783
2 D'Ohsson, C.7, s. 270
3 D'Ohsson, s. 269. Karş. Rycaut, C.I, s. 138; Hammer, C.7, s. 40;
Tavernier, C.6, s. 131 ve Cevdet, C.3, s. 299. Sözü edilen eyaletler
kural dışı bir biçimde yönetilir ve ayrıca 10.000 kişilik bir atlı savaşçı
birliği göndermekle de yükümlendirilirlerdi. Relazione Venete, C.2, s.
244; Negociations de la France dans le Levanı, C.2, s. 796
4 Bkz. D'Ohsson. C.7.
5 Bu yön D'Ohsson'da oldukça eksiktir.
191
X- İstanbul kesenek gelirleri; gerek kentin yiyecek ve
gereçlerinin sağlanması, gerekse Edirne ve Selanik'te
bulunan kimi devlet gelirlerinin kesenek karşılıkları. l 27.014.780
XI- Avlonya (Arnal'utlıık 0.C) kesenek gelirleri2 10.375.890
Xll- Eğriho: kesenek gelirleri3 2.161.334
Xlll- Has gelirleri4 13.071.750
XIV- Kefe kesenek gelirleri5 6.818.599
XV- Anadolu saymanlığı gelirleri, değişik kesenek
gelirleri, Adalar Denizi savaşçılarına özgü ödemeler ve
emekli savaşçıların ödeneklerinden artan tutar. 6 100.150
XVI- Yeni salınan vergileri toplama saymanlığı gelirler 7
2.694.232
XVII- Kesime verilen hayvan vergisi gelirleri. 8 ı l.801.086
594.270.818
1.000 akçadan 14 akça olarak toplanan ödenek artığı 7.000.000
601.270.818
"Ruznamçe-i hümayun"9 kayıtları ile de saptandığı
üzere, alınan paranın değer eksilmesi 20.000.000
Gelirler toplamı 581.270.8 ı 8

1 D'Ohsson, C. 7, s. 270.
2 D'Ohsson, C. 7, s. 271.
3 D'Ohsson, C. 7, s. 271.
4 D'Ohsson, C. 7, s. 269.
5 D'Ohsson, C. 7, s. 271.
6 D'Ohsson,C.7, s. 265. Bkz. Yıl 1714
7 Buna D'Ohsson'da rastlanılmamaktadır. (Bkz. Marsigli, s. 54)
8 Bkz. D'Ohsson, C. 7, s. 272. Koyunlar üzerine salınan vergi.
(Relazione Venete, C. l, s. 425) Selçuklularla, Harzem sultanları
döneminde de aynı tür bir vergi alınırdı.
9 "Biiyiik rıız11anıçe" ya da "Mıılıasehe-i el'1'ef" de aynı işyeridir.

192
GİDERLER. Akça

BİRİNCİ BÖLÜM: Yaya saı·aşçıları kayıtlarını


tutan işyeri11i11 (mukahele-i piyade) giderleri;
"Dergah-ı ôl(yeııiçerileri"; İstanbul ve Edirne
acemioğlanları; eski saray saymanları;
saray aşçıları
ve helvacıları; bostancılar;
cebeciler; topçular; top
arabacıları; saray ahırları görevlileri; ordunun
konaklama yerlerindeki yiyecek gereksinimleri;
giyecekleri; sultana özgü kaftan ve giysiler; ordu
bando takımı; devlet kurulu sakaları (havlu ve leğen,
ibrik tutup hilal (kemik kürdan) verenlerdi. O.C.
Bkz. i. Hakkı, Merkez s. 26) Azak kurganı
koruyucuları; deniz gücü; sultanlık sarayı
acemioğlanları 202.769.048
İKİNCİ BÖLÜM: "Rııznanıçe-i küçük" 1
giderleriııiıı özeti.
İki başyargıç
(qazi-asker) ve musalla paşa (0.C.);
"rikah-ı hiinıayuıı ağaları; "müteferrikalar"; aylık
ödenek alanlar; "defterhane" yazmanları;
sofracıbaşılar (maitres d'hôtel); saray içi emekli
ağaları; türlü hizmet bölüklerinin ağaları; hazine
başyazmanı; saray çavuşları; sultanlık hazinesi
"şakirt"leri (commis); saray doktorları; saray
"peyk" !eri (hallebardiers); saray mimarları; av
kuşları yetiştiricileri; sağlık görevlileri, yahudi 17.307.020
doktorlar.2

Bkz. D'Ohsson, C.7, s. 268. Sözü edilen işyeri "mukataat",


"mevkufat" ve "cizye" gelirlerini kayıt etmekle yükümlü idi.
"Miiteferrika"lar, "çaşnigir"ler ve yazmanların aylıkları bu işyerince
ödenirdi. Koçibey'e göre; "müteferrikalar", "çaşnigirler", devlet
kurulu yazmanları, saray doktorları, dış hazine sorumlusu, saray
"peyk"leri (bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C.2, s. 774); mimarlar; hazine
başyazmanı; saray ezan okuyucuları; saray kuşçuları; yahudi
doktorlar; saray aday görevlileri, aylıklarını adı geçen işyerinden
193
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "Mukabele-i süvari" 1 işyeri
giderleri
Sipahlar, silahtarlar, sağ ve sol ulufeciler, sağ ve 82.832.436
sol ulufeciler, sağ ve sol garibler
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: Ay111 işyerinin öteki
giderlerinin özeti:
"Dergah-ı ali" ve "bab-ı hümayun" kapıcıları 5.785.064
BEŞİNCİ BÖLÜM: Başsaymanlı/j111 gider özeti;

AYRIM 1.- Kayıt


defterlerinde görüldüğü üzere,
yapıların onarımı ile, eski saray ve ''enderun-u
hümayun" hizmetlilerinin ödenekleri karşılığı olarak
1660 yılgününde "şehir emini" Mustafa Efendi'ye 27.632.674
verilen
Küreklerle, salınan vergiler dışında savaş gemisi 24.588.898
yapımı için "tersane" yöneticisine (emin) verilen 2

alırlardı. (0.C) Bkz. İ. Hakkı, Merkez, s. 339, n. 1


2 Karş. Belin, Etude sur la Propriete, n. 99. "Yeniçeri ağası"; bayraktar
(miri-i alem); kapıcıbaşı; saray ahırları görevlisi; çavuşbaşı;
çakırcıbaşı; "çaşnigirbaşı"; altı bölük komutanlarına; "üzengi
ağaları" ya da "rikab-ı hümayun" denilirdi. Bunlar sultanın atının
yanında yürümek ayrıcalığını taşıyorlardı. (O.C.) Bkz. A. Özcan,
Fatih'in Teşkilat Kanunnamesi, s. 31, n. l. "Müteferrika"lar devlet
görevlerinde bulunmazlar, salt sultanın buyruğunda kullanılırlardı.
Sultan savaşa giderse birlikte giderler, kenti dolaşmaya çıksa onun
önünde yürürlerdi. (0.C) Bkz. A. Özcan, s. 40. Ayrıntılı bilgi için
bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C.2, s.637-638.
l D'Ohsson, C.7, s. 266
2 "Tersane gereçleri olarak kimi kentlerden alınanların dışında"
Marsigli, C. l, s. 56 'da bulunan ve "tersane" için savaş salması yoluyla
gerçekleştirilen kaynakları gösteren çizelge. "Şehir emini": Şimdiki
belediye işleri ile uğraşan yönetimin başında bulunan kişi olmayıp,
sarayın giderlerine bakan görevli idi. Sarayda yapılan yapıların
gereçlerini sağlayan ve çalışanların paralarını vermekle yükümlü idi.
Ayrıcı sarayın iç ve dış görevlilerinin aylıklarını ela dağıtırdı. (0.C.)

194
Hazine yöneticisi Mustafa Ağa'nın defterinde
görüldüğü üzere Mısır "irsaliye"sindenl başka,
44.341.765
mutfak gereçleri için ilgili yöneticiye verilen
Savaş salması yoluyla elde edilenler dışında, saray
gereksinimleri için ahırlar yöneticisi Emin Efendi' ye
11.816.379
verilen
Savaş salması yoluyla elde edilenler dışında 4.100.000
İstanbul Ağası Ramazan 'a verilen2
Donanmanın "peksimet" gereksinimi ile 5.000.000
yükümlü olan görevlisi Hacı Osman'a verilen
Eski bakır gelirleri dışında Mustafa Ağa'ya 2.300.0DO
verilen
Gösterilen tutara ulaşabilmek için eklenen 1.501.000
121.280.716

Bkz. A. Özcan, s. 37, n. 2.


"Kileri hümayuna vaki olan zehair irsalatı" Vasıf, C.1, s. 173 (Envois
en nature (zakhair) faits au kilar) "office imperial". " .... ve kiler-i
amire zehairine senesi içinde mahalline irsal olunub irsaliyeden gayri
ez-mutad ferman-ı ali sadır olmadıkça bir akça sarf olunmamak ve
cizye-i şerieye bade! tahsil iktiza eden mal ve irsaliyeyi tamamen
mahallerine teslim olunup ... " (0.C.) Bkz. Vasıf, C.l, s. 173. Mirkont
aktarıyor; Kırkbin konuttan oluşan Belh yöresinde oturan
Türkmenler, Sultan Saııcar'ın mutfakları için yılda 24.000 koyun
göndermekle yükümlü idiler. Sancar bu koyunları "hansalar"lar
(officiers de bouche) aracılığı ile toplatırdı. (Hist. Seldsechuk. s. 183)
Abulgazi, (metin, s. l 17) gerek mutfaklara özel bir biçimde
gönderilen (saluri), gerekse başkaldıran Türk oymaklarının "han"ın
öldürülen hizmetçisinin "kaıı pahası" (du sang) olarak ödedikleri
vergilere ilişkin açıklamalarda bulunmaktadır. Bu vergiye
"irsaliye"nin aynı olarak denilmekte idi. Oğuzlar Selçuklu
sultanlarının mutfakları için yılda yirmidörtbin koyun vermekle
yükümlü idiler. Bu görevi "Hansalar"lar üstlenmekteydi. (0.C.) Bkz.
İ. Hakkı, Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, İst. 1941, s. 34
2 Marsigli, s. 59.
195
AYRIM 2.- Şanı yolu "kervan"ı ödeneği

"Yeniçeri" ve "bostancılar"a özgü giysilerin 9.300.0000


kumaşlarına özgülenen
Etmeydanında 1 sattıkları et için üstencilere;
günlük ekmek ödeneği olarak yeniçerilere, cebecilere 29.507.130
ve sınır boylarındaki topçulara verilen ödenek ve
sözü edilenler için ayrıca ekmek ödencesi
"Vazife" alanlar2 ve kimi cami ve mescitlerin 13.622.400
hizmetlilerine özgülenen
Sınır boylarındaki savaşçılarla, Edime 58.196.410
sarayındaki hizmetlilerin aylıkları için özgülenen

Donanmanın üst yönetim görevlilerine; Kırım


hanı ödeneğine, kalgay ve Nurettin sultan 3 ile kimi 16.341.000
Çerkezlere özgülenen
Tuzlalarla, pirinç alanları ve limanların bakımı
için özgülenen ödenek; Saray ve Etmeydanı
14.202.000
kasaplarına "celepkeşan" ın dokunca ödencesi olarak
verilen4
Sultanlık hazinesine özgü kürklerin satın 10.562.359
alınması ile, sultanın giysi odası için özgülenen

Yabancı elçilerin 5 günlük geçim ödenekleri için 1.000.000


özgülenen
163.630.077

Bkz. Üss-i Zafer, s. 97.


2 Bkz. Belin, Etude sur la Prop. n. 220.
3 Kırım hanının birincil ve ikincil ardılı.
4 Karaçelebizade, "celepkeşan"ı koyun toplayan görevliler anlamında
kullanmıştır. (C.2, s. 5) "celepkeşan-ı ağnam"; saray ve ordu için
kimi yörelerden İstanbul 'a hayvan getiren görevliler anlamındadır.
Bkz. Ami Boue, Turquie d'Europe, C.3, s. 245. "Cellab":
Makedmıya 'da sürekli olarak Arnavut dağlarından koyunlarının
yünlerini satmak için sürülerle birlikte inen çobanlara ve Mısır'da ise
Sudan içlerinden sürülerle getirdikleri tutsakları satanlara
denilmektedir.
5 Bkz. Yıl 1718-1719 ve 1793-1794
196
ÖZET VE DENGELEM (BALANCE)
GİDERLER: BİRİNCİ BÖLÜM 202.769.048 Akça
İKİNCİ BÖLÜM 17.307.020
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 82.832.436
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 5.785.064
BEŞİNCİ BÖLÜM AYRIM 1.- 121.280.716
BEŞİNCİ BÖLÜM AYRIM 2.- 163.630.077
TOPLAM GİDERLER 593.604.361
GELİRLER 581.270.818
GELİR-GİDER AÇIGI 12.333.543
Bir başka deyişle 308 kese ve 13.543 akça. (bir kese=40.000 akça O.C)

Ayrım 2.
GENEL SAYMANLIK.
Eyubi Efendi, verimli ve verimsiz yılların ortalaması
alınmak üzere devletin gelir ve giderlerinin yaklaşık
24.000 yük akçaya ulaştığını aktarmaktadır, şöyle ki;
Başkent için giren ve çıkan (yaklaşık) 600.000.000
Taşra saymanlıklarınca gelir ve gider olarak yazılan 1.800.000.000
(yaklaşık)

2.400.000.000

Bu açıklama iV. Mehmet'in defterdara gönderdiği 1653 yılgünlül


buyruğunun içeriği ile de doğrulanmaktadır. Ancak, ne Eyubi Efendi
ne de yapıtlarına başvurduğumuz öteki olayyazarlar taşranın gelir
giderlerine yönelik bir bilgi vermektedirler. Sanılır ki, bu
1.800.000.000 akça rakamı başkent bütçesinde yazılmamış olan devlet
gelirlerinin artanını göstermektedir. Şöyle ki;

Hacı Kalfa, Fezleke. (Bkz. Yıl 1652 O.C.)


197
Gelirler bölümünde ve eksikliği ödünlemek için sayımlanan ya da
yöresel gereksinimler için kentlerin kasalarında alıkonulan 1- Mısır
hazinesi 1 ki, tümüyle ya da yaklaşık olarak "cep harçlığı"na
özgülenmekte idi. 2- Döneme göre, Bağdat, Diyarbakır, Kandiye,
Bosna, Sırbistan ve öteki yörelerden gönderilen hazineler.2 3-
Transilvanya, Venedik, Raguza belirli bir süre için Macaristan'dan

Mısır Hazinesi; "Hazine-i mısnye" ve "İrsaliye hazinesi" (Vasıf, C.l,


s. 148; Cevdet, C.3, s. 67. İbn-i Zeynel'e göre; İstanbul'a yollanan ilk
Mısır vergisi 1525 yılgününde Mısır yöneticisi Süleyman Paşa 'nın
gönderdiği 6 yükten (hami) oluşmakta idi Bu vergi 1526 yılında 8
yüke ve ardılı Hüsrev Paşa döneminde (1535) 12 yüke (l.200.000
altın) ulaşmıştı. Ancak bu sonuncu tutar doğru ise, tümüyle bir
rastlantıdır. Ravzat-ül Ebrar'ın yazarı (C.l, s. 126) 500.000 altından
oluşan Mısır hazinesinin 1586- 1587 yılgününde 600.000 altına
ulaştığını aktarıyor. Kendisine sadrazamlık görevi verilen eski
yöneticinin 1603 yılında Mısır' dan iki yıllık olarak 1.200.000 altın
göndermiş olması verginin de aynı tutarda olduğunun göstergesidir.
Nuhbet-ül Tevarih, s. 473. Naima, C. 1, s. 1l l 'de tutar belirtmeksizin
sözü edilen yöneticinin Mısır'dan İstanbul'a iki yıllık vergi
gönderdiğini, Cevdet ise C.3, s. 67'de Mısır vergisinin yıllık 600.000
altından (flori) oluştuğunu aktarıyor. 1535 yılgününe değin Mısır
başkente yılda 12 yük altın gönderirdi. 1535 'te yönetici Hüsrev Paşa
bu tutarı 16 yüke çıkardı. K. Sultan Süleyman aradaki bu dört yükün
Mısır'lılardan bir biçimde toplanabilmiş olasılığını düşünerek paşayı
görevden almış ve bir açıklama da bulunması için İstanbul'a
çağırmıştı. Paşa, devlet kurulunda bu dört yükün gelir artanı
olduğunu kanıtlar ve kurtulur. Ancak, bu dört yük yine de hazineye
aktarılmaz İstanbul'un su yolları için kullanılır. (0.C.) Bkz. E. Z.
Kara!, Selim lll. 'ün Hatt-ı Hümayunları, "Nizam-ı Cedid" ( l 789-
1807), Ank. 1988, s. 108, 109.
2 D'Ohsson, C.7, s. 241. Naima, C.l, s. 140'da okunuyor: Suriye'deki
'"Celali" başkaldırısının önderi olup bu ülkede "yeniçeri" örgütüne eş
bir tür "milis" savaşçıları oluşturan Ca11polat, l 607 yılgününde
Halep'ten İstanbul'a gönderilen hazineye elkoymuştu.
198
alınan vergiler (harac-ı muvazzaf)!
Giderler bölümünde,· iç yöreler ve kimi sınır boylarındaki
savaşçıların aylıkları, sultan çocuklarının, yüksek görevlilerin, kent
yöneticileriyle öteki yöneticilerin kısacası "zeamet"e yetkin olan
atlıların ödeneklerine karşılık olan tutarın tümü. Bu giderlerin
çoğunluğu defterdarlığın sıradan "havale"leri ile ve "mal
sandıkları" aracılığı ile ödenirdi. Naima'da okunduğuna göre;2
sadrazam 1595 yılında aylıklarını ileri sürerek başkaldıran atlı
savaşçılara "Gence 'ye, Tebriz' e gidiniz aylıklarınız bu kentlerin
kasalarına gönderilmiştir" diye yanıt vermiş. "Allez a votre poste, a

Guendje et a Tauriz; c'est la qu'on vous payera; votre solde a ete


assignee sur le khazne (la caisse" de ces deux villes"
Venedik elçisi Navazzero'nun3 (doğruluğunu belgeleyememekle
birlikte) bütçe notlarında aşağıdaki açıklamalara rastlanılmaktadır.
Mısır
ve Arabistan'ın yıllık 1.800.000 düka ödemekte olduğu ve
bunun yarısının yöresel savaşçıların aylıklarına karşılık
alıkonulduğu.

Suriye'nin ödediği paranın da 600.000 düka olduğu ve bu paranın

300.000 dükasının aynı ödemeye karşılık alıkonulduğu.4

Tac-üt Tevarih, C.2, s. 238. Bir dilimi para, bir dilimi de ürün
üzerinden gönderilen bu vergi (envois, irçalie) Karaçelebizade'ye
göre (s. 110 ve 126) bir tür yiyecek payı (nevale) idi. Bu verginin
tutarı dönemlere göre değişmekte idi. (Karş. Rycaut, C. 1, s. 138.
Relaz. Venete, C.l, s. 37, 148, 425; C.2, s. 133; Neg, de la France ... ,
C.2, s. 545, 561, 565, 773 ve 778; Tavernier, C. 6, s. 131; Hammer,
C.6, s. 16, 149, 205, 328; C.7, s. 40, 259.
2 Naima, C.l, s.35.
3 Relazione Venete, C. 1, s. 37; Yıl 1553
4 Negociations'un aktardığına göre (C. 3, s. 82); 1569 yılında Osmanlı
sultanına (G.S.) Yemen 'den (Hiemen) 800.000, Suriye'den ise
1.000.000 düka gönderilmişti.
199
Mezopotamya'nın verdiği 200.000 dük.anın yarısı da aynı ödemeye
karşılık olarak sayılıyordu.

Birbirinden 53 yıl ara ile düzenlenmiş bulunan Ayn-i Ali ve Eyubi


Efendi bütçelerinden ikincisi, genel saymanlık yönünden birincisine
göre önemli bir ilerleme göstermektedir. Şöyle ki, temelleri Ayn-i
Ali bütçesi ile yaklaşık aynı olan ve bölümler olarak da aşağı-yukarı
aynı olan Eyubi Efendi bütçesine Ayn-i Ali bütçesinde bulunmayan
bir gelirler çizelgesinin eklenmiş olması, Osmanlı yönetimi yasaları
üzerine daha yaygın bir inceleme olanağı sunmaktadır.

Ayn-i Ali'nin giderler bütçesi 310.833.432 akça


Eyubi Efendi'nin aynı ilkeler doğrultusunda 308.693.568
düzenlenen ve dört birinci bölümden oluşan
bütçesindeki giderler
Aradaki başkalık 2.139.864

Ancak, Ayn-i Ali'nin bütçesinde tümden sessizlikle geçiştirilen


ve 284.910.793 akça gibi önemli bir tutara ulaşan bir beşinci bölümü,
Eyubi Efendi kendi çizelgesine ekliyor.
Oldukça önemsiz sayılabilecek kimi değişiklikler dışında,
bütçenin boyutları 111. Selim 'in köklü düzeltimlerine değin aşağı­
yukarı tümüyle korunmuş ve Avrupa saymanlık yöntemine
uyarlanarak köklü bir biçimde değiştirilmesi ise Sadrazam Fuat
Paşa'nın devletin parasal durumuna ilişkin yazanağına eklenen 1861-
1862 yılgünlü bütçenin yayınlanmasıyla olmuştur. Yeni bütçede eski
ayrımlama, ayrı ve özel "cetvel"lerle devletin genel bütçesinin
yerine geçmiş ve eski adları yerine, yeni bulunanlar dışında önceki
gelir kaynaklarının aşağı yukarı aynısını çağrıştıran daha çağcıl
terimler alınmıştır. Dolaylı ve dolaysız vergiler, genel yönetimler ve
devlet yurtlukları ya da sultanlığa özgü gelirler ile başvergisinden
alınmak üzere temelde beş bölüm altında düzenlenmiş olan gelirler
2.442.369 kese 169 kuruşa ulaşmakta idi.
İç ve dış borçlar, vakıf ve devlet işyerlerinden oluşmak üzere dört

200
bölüm altında düzenlenmiş olan giderler ise, 2.786.815 kese 44 kuruşa
varmakta idi. l

ALİ AGA'NIN BÜTÇESİ (Ek 4)


Bu denemelerin yazan (Belin); 1653-1654 yılgününe özgü olan ve
"Hazine-i Amirenin İrad-ı Masrafı" adı altında düzenlenen bir
bütçeyi de içeren "Ferudun Derlemesi"ni (Feridun münşeatı)
dönemin Dışişleri Bakanı Ali Paşa'nın büyük yardımlarıyla gözden
geçirdiğini ve, yılgünü olarak önemli olan bu çizelgenin Ayn-i Ali ile
Eyubi Efendi bütçeleri arasında bir yer alması gerektiğini, bu bütçenin
Sadrazam İbşir Paşa'nın önceli olan Derviş Paşa'nın doğruluk ve
sililiği ile tanınan (Hammer, C. 10, s. 364) eski yardımcısı Ali
Ağa'nın bir ürünü olduğunu, bununla birlikte öteki bütçeler gibi bu
bütçenin de rakamsal eksiklikleri bulunduğunu aktardıktan sonra, bu
bütçenin ötekilerinin aşağı-yukarı aynı olması nedeniyle ayrıntıya
girmeyi gereksiz saydığını ve sözü edilen bütçenin içeriğine göre
1653-1654 yılında hazinenin 2.000 kese akça açığı olduğunu ve bundan

Osmanlı saymanlığı yüzyıllar boyunca aynı anda gerek güneş ve


gerekse ay yılını birleştiren ikili bir parasal yıl kullanıyordu. Güneş
yılı (365 gün) hazineye gelir toplanmasına, ay yılı da (354 gün)
giderlere özellikle aylıkların dağıtılmasına uygun düşüyordu. Ancak,
bu iki yıl arasında 11 günlük bir ayrım bulunmakta idi. Osmanlı
döneminin gökbilimcileri olan "müneccimbaşı"lar gibi yöneticiler de
bu durumu biliyor ve bundan dolayı kimi aksamalar olduğundan
kaygı duyulduğunda "devletin günlük gelir-giderleri eşit olduğundan
bunun bir önemi yoktur." diyorlardı. Ancak, bu onbir gün 32 güneş
yılında bir ay yılı etmektedir. 32. bütçe için 33 "hicri ay"
bulunacaktır. 33. yıl için bir bütçe söz konusu olamayacağından doğal
olarak o yıl atlanacaktır. Kaynayan bu yıla '"SJVIŞ Y/Ll"
denilmektedir. Örneğin: 1545- 1548 Nevruzuna (Mart 9) ilişkin
bütçe=7 Muharrem 953-19 Muharrem 954
1546-1547 Nevruzuna ilişkin bütçe=26 Zilhicce 951-7 Muharrem
953. Görüldüğü gibi, Hicri 952 yılı kaynamaktadır. (0.C.) Bkz. H.
Sahillioğlu, Sıvış Yılı Buhranları, İFM .. C. 27, n. 1-2, s. 75-81.

201
dolayı görevlilerden büyük bir çoğunluğunun aylık ve ödeneklerini
tümüyle alamadıklarını, bu açık denli alacakları kaldığını, sözü edilen
açığın o dönemin sürüm değerine göre 80.000.000 akçaya ulaştığını da
vurgulamakla yetiniyor. l

MUKATAA (Ek 1)
Bu çalışmanın içeriğinden anlaşıldığıgibi, "mukataa" sözcüğünün
ansıttığı başat anlam, ister doğrudan, isterse yıllık üsterme yolu ile
toplansın, devlet gelirlerinin saptanan tutarının toplamıdır. Bu
sözcük süreç içerisinde olayyazarlarca; kimi dönemlerde "zeamet" ve
"tımar" türünden bir devlet götürüsünü, (Bkz. Yıl 1754, 1792; Bir
başka dönemde devlet eliyle verilen yaşam boyu gelir (malikane)
(bkz. Yıl. 1694, 1730, 1734 ); Bu sözcük ayrıca genellikle devlet
gelirleri yerinde de kullanılmıştır. (Bkz. Belin, Etude ... , n. 335. Yıl
1517, 1632, 1701, 1714, 1788) Kısa ya da uzun süreli olarak satışa
çıkarılan devlet gelirleri üstencilerine de "mukataacı" (götürüye-
kesime alan O.C. Bkz. M. Akdağ, C. 2, s. 337) adı verilirdi. Bu
sözcüğün anlamı Lütfi Paşa'nın "Asafname"sinde kuşku götürmez
bir biçimde tanımlanmıştır. "Mukataa": Devlet gelirlerinin türlü

İbşir Paşa sadrazam olunca, yarlıganmış Derviş Paşa'nın doğruluk ve


sililiği
ile ünlü olan yardımcısı Ali Ağa'yı baş deftardarlık görevine
atamıştı. (0.C.) Bkz. Hammer, C. 5, s. 559. Nişancı Feridun Bey
Sultan lll. Murat'a önemli bir çalışmasını sunmuştu. Bilgin bir kişi
olan Feridun bey, Osmanlı devletinin kuruluşundan bu yana devlet
belgeliğinde bulunan tüm -siyasal yazışmaları, Osmanlı ordularının
konuşlandıkları yerleri büyük bir çaba ve dirençle biraraya getirmiş
ve bunları onbir sultan dönemine özgü olacak bir biçimde aynı
sayıdaki bölümde biraya getirmişti. Bu çalışma, 1.800 parça
yazışmadan oluşmakta ve "Münşeat-ı Selatin" adı ile büyük boyda
3.000 kağıdı içine almaktadır. Feridun Bey bu derlemesini kendisine
en büyük desteği sağlayan Sokollu Mehmet Paşa aracılığıyla Sultan
Murat'a ulaştırmıştı. (0.C.) Bkz. Hammer, C.4, s. 64. Ayrıca bkz.
Feridun Bey, Münşeat-ı Selatin, C. 1, İstanbul 1275 (626 s. 625
yazışma); C. 2, İstanbul 1275 (600 s. 574 yazışma)

202
dilimlerinin toplanmasıdır. (perception des diverses branches du
revenu public) "iltizama" (üstenciye) vermekten emanete (devlet
eliyle) vermek evladır (yeğdir)". (II Vaut mieux donner les
mougatea en regie qu'en fernıage)l

Mukataa, sözcük anlamı ile "kesişmek" demektir. Terim olarak


devlet gelirlerinin belli bir para karşılığında geçici olarak verilmesi
anlamına gelir. "İkta" sözcüğü de aynı anlamdadır. Çoğulu,
"mukataat"tır. Osmanlılarda "mukataat"; "mukataat-ı miriye" ve
"malikane" olarak iki bölüm idi. Birincisi yıldan yıla, ikincisi yaşam
boyu koşulu ile kesime verilirdi. "Mir-i mukataa"lar türlü türlü idi.
Pirinç, balık, tuz, madenler v.b.g. Bu uygulama "tanzimat"Ja birlikte
yürürlükten kaldırıldı. (0.C.) Bkz. N. Vukuat, C. 1-2, s. 327-328. M.
Akdağ, aynı terimi şöyle tanımlamaktadır. "Devlet gelirlerinden
hükümetin kendisince doğrudan yapılaca)< giderler için özgülenen
vergi ya da öteki türden kaynaklara "mukataa" denilmektedir.
(0.C.) Bkz. M. Akdağ, Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, V. 2, s.
334. Ayrıca bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C. 2, s. 579; Tayyib Gökbilgin,
Edirne ve Paşa Livası, İst. 1952, s. 88 ve sonrası. "Emanet": Vergi
kaynakları (mukataa) devlet eliyle ve bir görevli gözetiminde
işletilirdi. Hazinenin görevlendirdiği bu kişiye "emin" denilirdi ki,

görevli buna karşılık devletten aylık, ya da "dirlik" alırdı. Elde edilen


gelirin az ya da çok olmasından sorumlu değildi. (0.C.) Bkz. A.
Tabakoğlu, Osmanlı Maliyesi, İst. 1985, s. 128.

203
. . .. ..
BEŞiNCi BOLUM

TARİHSEL VE EKONOMİK ÖZET

Ayrım 1. 1300-1595.
YÜKSELİŞ DÖNEMİ; AKÇANIN YOGUNLUK
VE OYLUMUNUN SÜREKLİ BİR BİÇİMDE
KÜÇÜLMESİ; BEYLİK TOPRAKLARIN
VAKFA DÖNÜŞÜMÜ; VERGİ
KAYNAKLARININ KESİME VERİLMESİ;
VAKIFLARIN GELİR ART ANINA
ELKONULMASI; PARANIN DEGİŞ-TOKUŞ
DEGERİNDEKİ ÇALKANTILAR;
BAŞKALDIRI; İÇ HAZİNENİN DIŞ
HAZİNEYE YARDIMI.

BİRİNCİ OSMAN DÖNEMİ (1299-1324)


Son Selçuklu Sultanı il. Alaaddin, 1289 yılında Bizans'tan alınan
Karacahisar'ı Osman Bey'e yurtluk olarak verdiği gibi, ayrıca
"emirlik" 1 göstergesi olarak sancak ya da "alem" (drapeau), "kös"

Bkz. Belin, Notice sur Mir Ali Chir Nevali, Journal Asiatique, Şubat­
Mart, 1861, s. 189. Fransızca metinde son Selçuklu Sultanı olarak il.
Alaaddin gösteriliyor ve 1289 yılında Osman Bey'e aynı sultan eliyle
205
(tambour), "nefir" 1 (trompette), "kemer" (ceinture ), "hançer"
(poignard) ve varsıl koşum takımlarıyla donatılmış bir de at
bağışlamıştı. Osman kendisine verilen egemenlik türesini
kullanmakta gecikmeyerek, adının yakarıda okunması ve tüzenin

"emirlik" göstergesinin verildiği aktarılıyor ise de, 1283-1298 yılları


arasında Selçuklu Sultanı, 1/. Gıyaseddin Mesud idi. 1283 de
Keyhüsrev III. 'ün Moğollarca öldürülmesinden sonra Gıyaseddin
Mesud il Selçuklu sultanlığına getirildi. (0.C.) Bkz. M. F. Köprülü,
Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Ankara 1972, s. 79. N. Vukuat
(sad. N. Çağatay), C. 1-2, s. 4 de Osman Bey'e "emirlik" sanını veren
sultanın II. Alaaddin olduğu ve Selçuklu Sultanı Alaaddin 'in
yolladığı Buyruk ile Osman Bey' in buna verdiği yanıtın Feridun Bey
"Münşeat"ında bulunduğu aktarılıyor. "Ancak i. Hakkı, OT, 1, s. 106.
n. 2'de "Münşeat"ın bu buyruğu nereden elde ettiğinin bilinemediği
ve III. Alaaddin Keykubat eliyle gönderildiğini yazıyor. Kaldı ki,
Ferudun Bey "Münşeat"ında ilk dönemlere ilişkin belgelerin tümüyle
düzmece olduğunu Mükrimin Halil kesin b!r biçimde ortaya
koymuştur. (0.C.) Bkz. F. Köprülü, y.a.g.y, s. 59, 1298 yılgününde
Osman Bey'e, Gıyaseddin Mesud eliyle gönderilen buyrukta ona "uç
beyi" olduğu bildirilmişti. Böyle bir buyruk yollanmış ise Osman Bey
"aşiret reisliği"nden, "Uç beyliğine"ne geçmiş demektir. (0.C.) Bkz.
i. Hakkı, OT, 1, s. 106. Osmanlı devletinin kuruluşu ile ilgili bilgilerin
bilimsel doğrular olmadığı, doğu geleneği gereği daha sonraları
düzenlendiği gözlemlenmektedir .(Süleyman Şah 'ın Osman Bey 'in
büyükbabası olması gibi) (0.C.) Bkz. F. Köprülü, y.a.g.y.; P. Wittek,
Osmanlı İmparatorluğu' nun Doğuşu, Ankara 1985.
"Borazan" (le clairon), çağırmak ya da, kişileri bir bayrak altında
toplamak çağrısı; "Ne fir-i anını" (la levee en masse), toplu olarak
orduya almak; (Ancak, burada sözü edilen, boynuzdan yapılan boru
anlamındaki "nefir"dir O.C.) "trombet" (trompette); topluluğun
geneline "eyer vur" (boute-selle) komutu uyarısıdır. Sözü edilen
görevli, Tursun Fakih idi. (0.C.) Bkz. A. Taneri, Osmanlı Kara ve
Deniz Kuvvetleri, Ankara 1981, s. 160. "Karacahisar'da bundan
esbak nasb-ı kadı ve hatip edüb ism-i samilerine hutbe okunduğu .. "
(0.C.) Bkz. Tac-üt Tevarih, s. 20, 1279.
206
uygulanması için Karacahisar'a bir "hatip" (khatip) ve bir de yargıç
(qadi) atadı.

Bununla birlikte, Alaaddin'in ölümünden sonra Anadolu 'nun


(l 'Asie Mineure) küçük beylerinden birçoğu Osman' ın
koruyuculuğuna sığınmışlardı ki, olayyazarların çoğuncası bu 1300
yılını Osmanlı egemenliğinin başlangıcı olarak algılamaktadırlar.
Ele geçirdiği toprakları 1302 yılgününde oğulları ve ileri gelen
adamları arasında üleştiren Osman 1 , Bursa' nın kuşatıldığı 131 7

Sadettin, C. 1, s. 21. Osman Bey ele geçirdiği toprakları Oğuz türesi


gereğince kardeşi, oğulları ve gönüldeşlerine "dirlik" olarak dağıttı.
Bu uygulamanın uzantısı olarak da, "Karaca hisar sancağını ki,
Sultanönü demekle meşhurdur oğlu Orhan Gazi'ye verdi, ve
Eskişehir'i Gündüz Alp'e ve İnegöl kalasını Aykut Alp'e ve Yarhisarı
Hasan Alp'e ve İnönü'yü Turgut Alp'e erzani etti." (O.C.) Bkz. Tac-
üt Tevarih 1279, C. 1, s. 21. Ayrıca Bkz. Aşıkpaşazade 1332, s. 20. M.
Akdağ, Sultan Osman'ın, III. Alaaddin bin Feramuz'un ardılı olduğu
yargısına kesinlikle katılmıyor ve Osman Bey'inde böyle bir savda
bulunmadığını belirterek Orhan Bey'in bile 1337 yılında sultan değil
"emir" sanını taşıdığını söylüyor ve Osman ve Orhan Bey'in ilk
dönemlerinde "hutbe" ve "para" son Selçuklu Sultanı Gıyaseddin
Mesud adına olagelmekte idi diyerek, Osmanlı devletinin ilk
sultanının Osman Bey değil, Orhan Bey olduğunu, ayrıca anlatılmak
istenilen olayların geçtiği döneme göre çok sonradan yazılmış
bulunan kaynakların Büyük Alaaddin dönemi olaylarıyla son
Alaaddin dönemi olaylarını birbirine karıştırmış olduğunu ileri
sürerek Mükrimin Halil Yınanç'ında (Düstürname-i Enveri, Medhal,
s. 7) aynı yargıya katıldığını ekliyor. (0.C.) Bkz. M. Akdağ, Türkiye
İktisadi, C. 1, S. 249-255) "Bitinya" (Bithynio), Küçük Asya'nın
kuzey-batı yöresidir. Başlıca kentleri, İzmit (Nikomedia), Bursa
(Prusa), İznik (Nika), Bolu (Bithnion) ile Kadıköy (Chalcectaire)
dür. Yöreye, ilk yerleşen topluluğun Trak boylarından "Bithyn"ilerin
olmasından dolayı bu ad verilmişti. (0.C.) Ayrıntılı bilgi için bkz. F.
Basch, Bitinya Tetkikleri (çev. Sabahat Altan), Belleten X/37
(1946), s. 29-53; W. Heyd, Yakın Doğu Ticaret Tarihi (çev. E. Z.
Kara!), Ank. 1975, s. 599; N. Fıratlı, Bitinya Araştırmalarına Birkaç
207
yılgününde Orhan'ın dokuz yıl sonra ele geçirdiği "Bitinya"
başkentinin yöresindeki köyleri de "tımar" olarak dağıttı.

ORHAN BEY DÖNEMİ OJ24-1362)


1327-1328.I Bu yeni dönemde Orhan, kardeşi A/aaddin'i2 devlet
işlerini yürütmesi için göreve çağırmış, o da para basımı, tekdüze
savaşçı giysisi ve yaya savaşçısı oluşumu gibi üç önemli konuda
düzenlemeler yapmak amacıyla önerilen bu danışmanlığı üstlenmişti.
Osman, son Selçuklu sultanına olan yükümlülüğüne bağlı kalarak, o
yaşadığı sürece kendi adına para bastırmamıştı. Ancak, Selçuklu
sultanlığı yıkılınca, Alaaddin altın para (dinar-ı zer) çıkarılmasını ve
adına basılan altın ve gümüş paraların (tıla-ü sim) dolanıma

İlave, Belleten XVII/65 (1953), s. 15-25.


Sultan Orhan'ın başa geçişi Fransızca metinde 1327-1328 olarak
gösteriliyorsa da doğrusu, 1324 yılgünü olmalıdır. (0.C.) Bkz. i.
Hakkı, Gazi Orhan Beyin Hükümdar Olduğu Tarih ve İlk Sikkesi,
Belleten, C.9, sayı 34, s. 207-211. (1324 Mart ayı); N. Vukuat, C. 1-2,
s. 319. Osman Bey 1320 yılında yönetimi oğlu Orhan 'a bırakmıştı.
(0.C) İbn-i Kemal, Tevarih-i Ali Osman, 1. Defter, (haz. Ş. Turan),
Ank. 1970, s. 26.
2 Sözü geçen Alaaddin, gerçekte Osman Gıizi'nin ilk danışmanı olan
Alaüddin Paşa'dır. Osmanlı yıllıkları benzeşim nedeniyle bu iki adı
karıştırmaktadırlar. (0.C.) Bkz. İ. Hakkı, OT, 1, s. 581. Orhan Bey
kardeşi Alaaddin'e önce beylik önerdi, bunu istemeyince baş
danışman olmasını istedi. "gel imdi bana vezir ol, anı dahi kabul
itmeyüb eytdi, Kite ovasında Foture (fodral) <lirler bir köy var anı
bana vir ol bana yeter" didi. "Orhan ol köyü ona virdi." (0.C.) Bkz.
Kitab-ı Cihannüma, (Haz. F. R. Unat, M. A. Köymen), C.I, s. 149.
"Ancak onu da istemedi, bunun üzerine Alaüddin Paşayı
sadrazamlığa atadı." (0.C.) Bkz. A. Taneri, Osmanlı
İmparatorluğunun Kuruluş Döneminde Vezir-i Azamlık (1299-
1453), Ank. 1974, s. 42 ve Aşıkpaşaoğlu, 1332, s. 37.
208
sürülmesini Sultan Orhan' a önerdi. 1
Yağı (düşman) üzerine saldırmak ya da, ülkeler açmakla yükümlü
olan Osmanlı ordusu temelde atlı (sipah) savaşçılardan oluşmakta
idi, bundan dolayı onlara "akıncı"2, sonraları da "çeteci" adı
verilmişti. Alaaddin bu savaşçıların tarımla uğraşan savaçılardan
ayırt edilebilmesi için tekdüze bir kılık uygulaması ile, gerek
başkentin korunması, gerekse korungan kentlere saldırılması için
varlığına gerek duyulan bir yaya birliğinin oluşumunu da önerdi. Bu
önerilerin uygulanmasına 1328 yılgününde başlanıldı.3 Bu
uygulamanın ilk uzantısı olarak, Sultan Orhan adına basılan altın ve
gümüş paralar (d'or et d'argent) dolanıma çıkarıldı.4

"Sinı-ü dinar" (pieces d'or et d'argent- gümüş ve altın) Çelebizade, s.


77.
2 Akından (incursion) türemiştir. Gülşen-i Mearif, C. I, s. 436. Akıncı
komutanı o akına katılmaz ve de gönderdiği birlik yüz ya da yüz
kişiden az olursa o akına "haramilik", yüz kişiden çok olursa ona da
"çete" adı verilirdi. (0.C.) Bkz. İ. Hakkı, OT, 1, 518.
3 Hacı Kalfa, Takvim-üt Tevarih, s. 91. "tayin-i kisve-i ceyş-i osmani
ve darb-ısikke .. " (0.C.) Bkz. Takvim-üt Tevarih, s. 91.
4 Sadettin, C. 1, s. 38 ve Nuhbe'nin bu bağlamda verdiği bilgiler aşağı
yukarı aynıdır. Bununla birlikte altın ve gümüş sözü edilen
yazarlarca tam anlamlarıyla algılanmamıştır. Şöyle ki, Cevdet, C. 5,
s. 72 M. Barbier de Meynard, Journ. asiat. Ağustos 1862, s. 183'teki
paraların özetlerinden çıkarılan sonuçlara göre Sultan Orhan
döneminde gümüş ve bakır paralar çıkarılmış ancak, altın para Fatih
Sultan Mehmet döneminde de İstanbul'un alınışından sonra
bastırılmıştır. Öte yandan Hacı Kalfa'da (s. ?l), 1328 yılgününde
Osmanlı paralarının (sikke-i osmani) o döneme değin kullanılan
Selçuklu parasının (derahim) yerine geçtiğini aktarmakla yetinerek, ·
altın paradan söz etmiyor. O dönemde basılan altınlar yukarıda altın
ayrımında değinildiği gibi (Bölüm 1, Ayrım 1) İran şahlarının başa
geçişlerinde basılıp da dolanıma sunulmayan altın türündendir. Bu
yerli altınların kuruluş yıllarında bulunmayışı, /. Bayezid döneminde,
kızıl kuruş (ecus d'or) denilen yabancı altınlara yasal bir kullanım

209
Yaya ordusunun oluşumuna gelince, Alaaddin Bilecik yargıcı ile
(Çandarlı Kara Halil O.C.) işbirliği yaparak bu göreve en uygun olan
Türk gençlerinin orduya alınması ve böylece toplanan savaşçılardan
"onbaşı", "yüzbaşı", ve "binbaşı" 1 adı verilen komutanların
yönetimi altında birlikler oluşturulması uygulamasını başlattı. Yaya
ya da, "piyade" (infanterie) adı verilen bu savaşçılar, savaş süresince
dinsel dirhemin dörtte birine eşdeğer olan (3,148:4 0.C.) bir akça
gündelik almakta idiler. Ancak, barış döneminde yurtlarına dönen bu
savaşçılar gündelik alamazlar, yineden tarımla uğraşırlar ve olağan
vergilerden (im pot ordinaire)2 bağışık tutulurlardı. Bununla birlikte,

konumu verilmesine neden olmuştur. Osmanlılarda ilk gümüş para


Orhan Bey döneminde kesilmiştir. Orhan Bey parası denilince,
Selçuklu Sultanı II. Mesud'un kestirdiği gümüş paraya (dirhem)
eşdeğer olan 12 kıratlık (2.4 gr.) bir dirhem ile onun yansı olan 6
kıratlık (yarımlık) akçanın iki ayrı ağırlıkta para olduklarını
anlamak gerekir. Orhan'ın ilk akçası yaklaşık 100 dirhem gümüşten
(arılık oranı %90) 260 parça olarak kesilmişti ki, bir teki, 6 kırat ( 1,3
gr.) geliyordu. (0.C.) Bkz. M. Akdağ, a.g.y. C. l, s. 504, 505; Tayyib
Gökbilgin, Osmanlı Müesseseleri Teşkilatı ve Medeniyet Tarihine
Genel Bakış, İst. 1977, s. 22
Sadettin, C.l, s. 40; Langles, İnstitats de Timour, s. 47. " .. bunlara
onbaşı ve yüzbaşı ve binbaşı tayin olunub .. " " .. her birisine günde bir
akça osmani ki rubu dirhem-i şeri vazife tayin olundu ... " (0.C.) Bkz.
Tac-üt Tevarih (1279), C. 1, s. 40.
2 "Tekalij~i şakka" (impots extraordinaires, oppressifs) gibi ezici,
bıktırıcı olağandışı verginin karşıtı olarak "tekalif-i divaniye" ya da
"öıfiye" (impositions normales) kurallara uygun, olağan vergidir.
Sadettin, C. 1, s. 40, 41. Osmanlı vergilerinin çoğuncası dinsel (şer'i)
vergilerdir. Ancak Kur' anın yakından incelenmesi durumunda
burada toprak ve devlet yönetimine ilişkin yargıların neredeyse yer
almadığı görülür. Bu durumda dinsel denilen vergiler Arap yayılması
sürecinde ele geçirilen ülkelerin eski yasalarının tıpa tıp alınmasıyla
oluşturulmuştur. (0.C.) Bkz. Salih Tuğ, İslam Vergi Hukukunun
Ortaya Çıkışı, A. Ü. İlahiyat Fak. Yay. 1963, s. 85-99. Ancak,
İsliimiyet giderek bir devlet öğretisi konumuna dönüşünce, öteki
210
kuruluş amaçlarının özüne uymayan davranışları ve önü alınması
istenilen kimi karışıklıkları körüklemeleri nedeniyle bu savaşçıların
yerine 1330 yılgünündel dışarıdan ve sonradan da "Hristiyan"
çocuklarından oluşan yeni bir ordu kurulmuştu. Bu orduya "yeniçeri"
(nouvelle troupe) adı verilmişti.2 Bunların en düşük gündelikleri,

konular gibi vergilerin kaynağı olarak da İslam dininin kendisi


görülmüştür. (0.C.) Metin Heper, Bürokratik Yönetim Geleneği,
ODTÜ. Yay. Ank. 1971, s. 34. Osmanlı devletinin ilk dönemlerinde
vergilerin dinsel mi? yoksa geleneksel mi? olduğu olgusu bir sorun
yaratmazken, 16. yüzyıl başlannda "sünni" öğretinin devlet görüşü
durumuna getirilmesinin sonucu, Osmanlı vergi düzeni de dinsel
kurallara bağlanmak istenmiştir. Bu çabaların başat uygulayıcısı,
Kanuni dönemi şeyhülisliimı Ebussuud Efendi olmuştur. (0.C.) Bkz.
M. Cavid Baysun, Ebussuud Efendi, İ.A., C.4, s. 95; M. Ertuğrul
Düzdağ, Şeyhülisliim Ebussuud Efendi, Fetvalar, İst. 1972, s.167-171.
Takvim-üt Tevarih, s. 91. "vaz'ı zümre-i yeniçeriyan" (0.C.) Bkz.
Takvim-üt Tevarih, s. 91.
2 "Devşirme yolu ile savaşçı toplama" Koçi Bey, s. 7; Relazione
Venete, C. 2, s. 142; Hammer, C. 9, s. 326; Raşid, C. 2, s. 22'de
okunuyor, "bin nefer devşirme gılmani cemine memur" (il fut charge
de lever mille jeunes hommes par le devchirme) yaya savaşçılardan
oluşan yeniçeri ordusunun kuruluş yılgünü şimdilik tartışılmakta olan
bir konudur. İdris-i Bitlisi (Heşt Behişt. yazma, vr. 92a) yeniçeri
ordusunun Sultan Orhan döneminde kurulduğunu yazıyor. Bkz. F.R.
Unat, Osmanlı Elçileri ve Sefaretnameleri, (yay. B. Sıtkı Baykal),
Ank. 1968, s. 59, not 1. Ancak, sözü edilen ordunun /. Murat
döneminde kurulmuş olduğunda kuşku yoktur. Bir kaynak
(Türkiye'nin Hal-i Hazın, th. T. Hornton, 1802 Paris) yeniçeri
ocağının 1362 yılgününde kurulduğunu aktarmaktadır. Bu sav başka
belgelerle de doğrulanmaktadır. "Kavanin-i Yeniçeriyan"
(Süleymaniye Esat Efendi kütüp. nr. 2068, vr. 3b ve 31 b) adlı yapıt
vuruşmalarda ele geçirilen tutsaklardan beşte birini doyumluk olarak
alan yönetimin bunları kısa bir süre eğittikten sonra, gereksinime
dayanarak iki akça gündelikle yeniçeri yaptığını ve ilk kez 1.000 kişi
alındığını ve bu uygulamanın Rumeli Komutanı Süleyman Paşa

211
övünç verici başarılar ek artışlar! (terakki) dışında yayalarınki gibi
bir akça olarak saptanmıştı. 2
Yeniçeri Ocağının kuruluşundan kısa bir süre sonra da, din
savaşçılarına (guerriers de la foi) yardımcı olmak üzere Türkler
arasından atlı birlikler oluşturuldu. "Müsellem" adı verilen bu
savaşçılar, "bölükbaşı" ve sancak beylerinin yönetimi altında idiler.

Nasıl ki, yayalar barış üzerine ata ocaklarına döndüklerinde


bundan böyle kesilen aylıklarına karşılık olarak vergiden bağışık
tutuluyorlarsa ve ayrıca üretim yapmak için toprak alıyorlarsa,
"müsellem"lere de aynı koşullar uygulanmakta idi.3

eliyle başlatıldığını yazmaktadır. Ancak deneyim sonucu bu


uygulamanın sakıncalı olduğu anlayışı ve tutsakların doğrudan
savaşçı yapılması uygulamasına son verilmişti. Sonraları 1. Murat
döneminde Gelibolu'da açılan "Acemioğlan" ocağında eğitimden
geçirdikten sonra, bunların yeniçeri ocağına aktarılması
öngörülmüştür. Tutsakların beşte birinin yönetim adına alınması
yasasının (penç-yek) çıkarılması 1360 yılgününden, bir başka deyişle
Edime' nin alınışından sonra, 1362 ya da 1363 yılgünündedir. (0.C.)
Bkz. İ. Hakkı, Kapıkulu Ocakları, C.l, s. 44-45; M. Akdağ, a.g.y., C. 1,
s. 416 Hammer, C. 1, s. 8'de bu yeni ocağın kuruluşuna ilişkin olarak
"Kabarık aylıklarıyla böbürlenen yayalara karşı eşsiz bir önlem
olacaktı." diyor (0.C.)

"Ziyade olmak üzere" kökeni "terakki"dir.


2 Başvurduğumuz kaynaklar bu gündeliği iki akça olarak
göstermektedir. (0.C.) Bkz. Neşri, Cihannüma, C. l, s. 54; İA, C. 13, s.
385-395; A. Taneri, Vezir-i Azamlık, s. 99.
3 Sadettin, C. 1, s. 41. Yeniçeri Ocağının kuruluş yılgünündeki
yanılgının uzantısı, "müsellem"lerin kuruluşuna da yansımaktadır.
"Müsellem" yeniçeri kurulmadan önce Osmanlı beyliğinde bulunan
sürekli atlı savaşçıya verilen addır. Yayalara ise "piyade" denilirdi.
Bunlar savaş döneminde . vuruşmaya gönderildikleri gibi, barış
dönemlerinde de tarımla uğraşırlar ve buna karşılık tüm vergilerden
bağışık tutulurlardı. Yeniçeri örgütü kurulduktan sonra ise geri
görevlerde "eyalet" savaşçısı olarak kullanılmışlardır. 1453
212
BİRİNCİ MURAT DÖNEMİ (1362-1389)
1362. Sultan Murat yargı yetkisini kullanmak ve ordunun tüm
yasal sorunlarını çözümlemek üzere "kadıaskerlik" (grand juge
d'armee) orununu kurdu. Gelenek uyarınca ordu komutanı

yılgününden önceki ordu ulusal yapılı bir kuruluştu. İstanbul 'un


alınmasından sonra girilen imparatorluk sürecinde tüm devlet
kuruluşlarında ulusallık yerine çok ulusluluk tutumu gelişmeye
başladı, bu tutumun kendisini en güçlü bir biçimde gösterdiği alan ise,
"eyalet askeri" ya da "kamu leşkeri" savaşçı olarak yine Türk
kalacak ancak, yönetim dokusu (beylerbeyi, sancak beyi v .b.g.) saray
içi okulundan (enderun) yetişme olarak Türk soyu dışından
seçilecekti. Yaya ve "müsellem"ler bundan böyle savaşçı
işlevlerinden soyutlanıp, yol açmak, köprü, yapı, kurgan yapmak gibi
geri işlerde kullanılacaklardı. (0.C) Bkz. M. Akdağ, Türkiye'nin
İktisadi ... C.2, s. 105, 106; Z. Pakalın, Deyimler, C.2, s. 627, 628.
Müsellemlerden beş kişi bir çiftlikte (seksener-yüzer dönüm toprak,
bkz. N. Vukuat, C.1-2, s. 160) Üretim yaparlardı. Beylik tanıtıma
göre çiftlik, toprakların verimine göre değişen eni-boyu kırk adım
olan dönüm ölçütüyle belirtiliyordu. (0.C.) Bkz. L. Güçer, XVI. ve
XVII. Asırda Osmanlı İmparatorluğunda Hububat Meselesi ve
Hububattan Alınan Vergiler, İst. 1964, s. 45; Ö.L. Barkan, Çiftlik, İ.
A., C.3, s. 392; ürününün ondalığı (öşrü) kendilerine bırakılmıştı.
Savaş döneminde birisi vuruşmaya gider ötekileri üretimi
sürdürürlerdi. Gidene "nöbetli" denilirdi. Bunlar oturdukları
yörelere göre iki bölümdüler, Kırklareli yöresinde oturanlara "kızılca
müsellem" denilirdi. Bunlar beşer kişilik 198 ocaktı, ötekiler, Çirmen
yöresinde otururlar ve 351 ocaktan oluşurlardı, bunların dışında
"çingene miisellenı"leri de vardı. (İstanbul ve Rumeli de oturanlar
bir sancak sayılıyordu.) Müsellem deyimi ayrıca "muaf' (bağışık)
anlamında ve bu sözcük ile birlikte "muaf ve müsellem" biçiminde
de kullanılmıştır. (O.C.) Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C.2, s. 627.
Müsellem, vergiden bağışlamışlar anlamındadır. (0.C.) Bkz.
Hammer, C. 1, s. 102. "ve vazifeleri bir akçadan ziyade olunmak
ferman olundu ... " (0.C.) Bkz. Tac-üt Tevarih 1279, C. 1, s. 41.
213
(beylerbeyi) sanını taşıması gereken oğlunun, bu sorumluluğun
gereklerini yerine getiremeyecek denli toy olmasından dolayı bu
göreve Lala Şahin 'i atadı.! Murat, vuruşmalarda ele geçirilen
doyumluklardan beşte birinin hazine yararına alınması kuralını da
getirmiş ve bu kurala uyularak, 125 akça değer biçilen tutsaklardan
kişi başına 25 akça alınmıştı. 2

Sadettin, C. l, s. 69. 1. Murat'ın devlet örgütünde yaptığı başat


düzenleme, o döneme değin en büyük yargı organı olan Bursa
yargıçlığını, ordu yargıçlığı ile birleştirerek baş yargıçlık (kazaskerlik)
orununu kurmuş olmasıdır. Sözcük anlamı "asker kadısı", "ordu
kadısı" demek olan "kazaskerliğin" l. Murat döneminde kurulduğu
konusunda Osmanlı olayyazarları birleşmekte iseler de, yılgününde
anlaşmazlığa düşmektedirler. Aşıkpaşazade (s. 52) ile Oruç bey (s.
20) de H. 76l=1359'da, Müneccimbaşı (C.3, s. 292); Solakzade (s.
28)'de ise 763=1361 'de kurulduğunu yazmaktadırlar. (0.C.) Bkz. Z.
Pakalın, Deyimler, C.2, s. 229-235. Bu göreve atanan ilk kişi Çandarlı
Kara Halil (Hayrettin Paşa) idi. Bkz. Hammer, C.l, s. 15. A. Mumcu,
Divan, s.46.
2 Sadettin, C.l, s. 75. Savaşlarda ele geçirilen doyumlukların beşte
birinin devlete bırakılması önerisini ilk kez ortaya atan Molla Kara
Rüstem'dir. Kara Rüstem, bir gün Çandarlı Halil Paşa'yı sultanın
önünde, hükümetin çıkarlarını korumamakla suçladı. Sultan Murat,
tutsaklara uygulanacak parasal bir önlemin sağlayacağı yararları
anladı ve Kur'anın buyruklarına uyularak tutsaklardan beşte birinin
hazine adına alıkonulmasını buyurdu. (0.C.) Bkz. Hammer, C. l, s.
16. Savaşlarda ele geçirilen doyumlukların beşte birinin devlete
bırakılması uygulaması "enfal süresi" nin(8) 41. ayetine
dayandırılmaktadır. " ... biliniz ki, savaşlarda ele geçirilen
doyumlukların beşte biri Allahın, Peygamberin, akrabaların,
öksüzlerin,· yetimler ve yolcularındır!" beşte dördü ise savaşa
katılanlar arasında üleştirilirdi. (0.C.) Bkz. Ö. Rıza Doğrul, Tanrı
Buyruğu, s. 302; Kur'an, Süleyman Ateş, Ank. 1983, s. 181 (enfal
suresi, 41. ayet) Kanun-u penc-yek (beşte bir) 1362-1363 yılgününde
tutsaklardan "hums" (beşte bir) alınarak uygulamaya başladı. (0.C.)
Bkz. A. Akagündüz, Kanunnameler 1, İst. 1990, s. 258. Ele geçirilen
214
1376-1377. Sultan Murat "sipahi o,~lanları" denilen yeni bir
savaşçı birliğinden başka, ordunun ulaşım işleri ile at ve katırlarının

bakımından sorumlu olmak üzere "voynuk" adı verilen bir bölük


daha oluşturdu.! Ayrıca, ölen dirlik üstencilerinin iyelikleri altında
bulunan varlıklarının kalıt düzenlemelerine yönelik birçok kural
getirdi.

doyumlukların beşte biri hazineye kalan pay da, yayalara ve atlı


savaşçılara üleştirilirdi. (0.C.) Bkz. Süleyman Sudi, Defter-i
Muktesid 1, 1307, s. 42 " ... her esire yüzyirmibeş osmani vaz idüb .... "
(0.C.) Bkz. Tac-üt Tevarih 1279, C. 1, s. 75.
Sadettin, C. l, s. 94. Osmanlı ülkesi genişledikçe "tımar" çoğalmış,
"tımar" çoğaldıkça da, atlı savaşçı sayısı artmışise de, bunlar
"tımar" içerisinde oturduklarından başkentte yeniçeri örgütü gibi
gündelik alan bir atlı birliğin oluşumunu gerektirmişti. l. Murat,
döneminde Rumeli ordu komutanı Timurtaş Paşa'nın çabasıyla
"Sipahi oğlanları" (ebnay-ı sipahiyan) örgütü kurulmuştu. Bunlar
devşirme çocuklarının seçilmişlerinden ve savaşlarda ele geçirilip,
sultanlık sarayında ve danışmanlar yanında eğitilmiş tutsaklardan
idiler. (0.C.) Bkz. N. Vukuat, C. 1-2, s. 19. Voynuk örgütü, bir başka
deyişle "has ahır" ve "çayır biçme" ocakları da Timurtaş Paşa'nın
girişimiyle kurulduğu gibi, ölen sipahilerin gelirlerinin (tımar) erkek
çocuklarına verilmesi yasası da bunun önerisiyle konulmuştur. (0.C.)
i. Hakkı, OT, 1, s. 575. Bu kurallar şöyle idi; 1- "sipahi", "silahtar" ve
"tımar" üstencileri öldüklerinde, oğulları yoksun bırakılmayıp yasa
gereği olarak onlara da "tımar" verilmesi. 2- Kuloğullarının da
"voynuk" olabilmesi. 3- Gelir getiren özelgeye yönelik
yargılamaların on yıl ve öteki yargılamaların on beş yıl süre
aşımından sonra düşmesi, ancak vakıf ve kalıta yönelik
yargılamalarda süre aşımına bakılmaması.(0.C.) Bkz. Z.
Karamursal, Osmanlı Mali Tarihi Hakkında Tetkikler, Ank. 1940, s.
2 .. Kara Ti"murtaş Paşa' nın yasal düzenlemeleri için bkz. A.
Akagündüz, C. 1, s. 258.
215
BİRİNCİ BAYEZİD DÖNEMİ (1389-1402)
13 8 9 · Bayezid 'in başa geçişinde orduya ilk kez bağış
dağıtıldığından söz eden olayyazar Sadettin, bu uygulamanın giderek

saltık ve kalıcı bir gelenek biçimine dönüştüğünü ekliyor. Bu


bağışlara din adamları da (ulema) eşit olarak ortak edilmişti. 1

İKİNCİ MURAT DÖNEMİ (1421-1451)


Geleneksel bağışlar il. Murat'ın gerek 1421 'de başa geçişinde,
gerekse bir ara çekildiği sultanlıktan yineden başa geçtiği 1445-14462

Sadettin, C. I, s. 125. Bu gelenek Selçuklularda da geçerli idi. Hist.


Seldsc. s. 66, 151; Hammer, C. 4, s. 272'de diyor ki, Marini Sanuto'ya
göre, Mısır memlüklüleri sultanların başa geçişlerinde öncelge
uyarınca bir armağan alıyorlaımış. Belin bu uygulamanın 1. Bayezid
döneminde başlatıldığını yazıyorsa da, bunu kurumlaştıran il.
Mehmet olmuştur. Sultan Mehmet, İstanbul kuşatmasına katılan
savaşçıları yüreklendirmek için onlara 1O kese akça dağıtmıştı. İşte,
"cülus bahşişi" adını alarak, sultanlar değiştikçe hazineler boşaltan,
savaşçıları yönetime karıştıran, sürekli başkaldırılara neden olan
yeniçerilere soylu önadları olan "çeri"yi unutturup "zorba" önadı
verdiren sorunları, bu 1O kese akça ile başlar. (0.C.) Z. Pakalın,
Deyimler, C. 1, s. 312-315; Ancak, Z. Pakalın s. 313'de bu !O kesenin
başa geçiş değil de savaş ödencesi olduğundan ve kimi olayyazarların
bu iki ödenceyi birbirine karıştırdıklarından söz ediyor. (0.C.)
" ... Ramazanın dördüncü günü .. bahşiş edüb .. Edirne'ye Azimet
ettüler" (0.C) Bkz. Tac-üt Tevarih, 1279, C.I, s. 125.
2 Sadettin'e göre (C.l, s. 387) Sultan Mehmet bu yılgünden başlayarak
kendi adına para bastırmıştır. "Muhammed han dahi yeni akçe
kestirüb" Belin, 1402-1421 arasındaki olaylara değinmemektedir.
Konunun bütünlüğü açısından aşağıdaki bilgileri gerekli gördük.
(0.C.) Bayezid'in 1402 yılında Tinıur'a yenilmesinden sonra
Osmanlı devleti bir kargaşa (fetret) dönemine girmiş, oğulları
arasındaki on yıllık çatışmayı 1. Mehmet'in 1412 yılında tek başına
başa geçmesi izlemişti. 1. Mehmet döneminde basılan paraların

216
yılındave ayrıca il. Mehmet'i, kendi ardılı olarak seçtiğini duyurduğu
törende de dağıtılmıştı.

İKİNCİ MEHMET DÖNEMİ (1451-1481)


il. Mehmet 5 Şubat 1451 yılgününde bu kez kesin olarak babasının
yerine başa geçti. Mehmet de, gelenek olduğu üzere yeni akça

ağırlığının
6-6,25 kırat olması bu dönemde para değerinin oldukça iyi
olduğunu gösteriyordu. Ancak bu ağırlık uzun sürmemiş, 1418'de
yineden 5,75, 5,50 ve 5,25 ağırlığına dönülmüştü. Bkz. H. Ferid, s.
167, 168. Mekke ve Medine'ye "surre" gönderilmesi de ilk kez bu
dönemde olmuştur. Bu ilk "surre"nin tutarı bilinmiyorsa da oğlu il.
Murat 35.000 altın yollamıştır. Bkz. Hammer, C. 1, s. 433; N. Vukuat,
C. 1-2, s. 33, s. 321 n. 19. Frasızca metinde H. 849=M.1445-1446
olarak gösteriliyor. Ancak il. Murat'ın ikinci kez başa geçişi bu
yılgünden önce olmalıdır, şöyle ki, 22 Ekim 1444 Yama savaşında

Osmanlı ordusunun başında il. Murat bulunuyordu. (0.C.) Bkz. N.


Vukuat, C. 1-2, s. 41; Tac-üt Tevarih, (Çev. i. Parmaksızoğlu), C. 2, s.
223. Halil, ülke yönetimini çok iyi bildiğinden ve il. Mehmet'in
başarılı olamayacağını anladığından, Murat'ı Edirne sarayına buyur
etti ve Murat sultan olarak alkışlandı. Mehmet ise Manisa
yöneticiliğine gönderildi. (0.C.) Bkz. Dukas, Bizans Tarihi, (Çev.
VL. Mirmiroğlu), ist. 1956, s. 135. Devlet yönetimindeki Türk ileri
gelenleri, Sekedin anlaşmasının bozulmasından sonra yeni sultanın
(il. Mehmet) kestirmiş olduğu arılığı düşük paradan dolayı satıcılar
-ve alıcılar arasındaki tartışmalardan yararlanmışlardı. Bu nedenle
Edirne'de ayaklanan ve Buçııktepe denilen yerde toplanan
yeniçeriler, gündeliklerinin yarım akça artırılmasına karşın 11.
Mehmet'i indirip, il. Murat'ı yineden başa geçirmişlerdi ki, bu olay
1444 yılına rastlamaktadır. (0.C.) Bkz. İ. Hakkı, OT 3/1, s. 507.
Aylıkların birikmesi ve geciken aylıkların arılığı bozulmuş akçalarla
ödenmesinden dolayı çıkan ilk başkaldırı olayı, işte bu Buçuktepe
olayıdır. (0.C.) Bkz. H. Sahillioğlu, Sıvış Yılı Buhranları, s. 89.
Yarımşar akça aylık artışı verildiğinden dolayı, savaşçıların
toplandıkları bu tepeye Buçuktepe adı verilmişti. (0.C.) Bkz.
Müneccimbaşı Ahmet Dede, (Çev. i. Erünsül), C. 1, s. 240.

217
bastırarak önceli dönemdekilerini dolanımdan kaldırdı. Çoğunlukla
yenilerinden daha iyi anlıkta olması nedeniyle, on akçasından on iki
akça üretilen 1 eski akçaların dolanımdan çekilmesinin hazine yararına
olması, sultanın on yılda bir kendi döneminde basılan paraları bile
yineletmeye yöneltti.2 Bu olgu para bilimince böyle saptanmıştır.

Para değerinin düşürülmesi olgusu yeni bulunan bir uygulama değildi.


Çok eskiden bu yana süregelen bir geleneğin yinelenmesi idi. Orta
çağlarda "derebeyler" "seminyonlar", "baronlar" sıkıntıya düştükçe
dolanımdaki paranın içinden az bir altın ve gümüş aşımlar ve yeni
paranın satın alma gücünün eski para gibi olmasını isterlerdi. Buna
çarpıcı bir ad da bulmuşlardı. "Para değerinin artırılması" (0.C.)
Bkz. Şükrü Baban, Paranın Mahiyeti, Ank. 1940, s. 7. 16. yüzyıl
boyunca para darlığı nedeniyle Avrupa ve Asya devletleri parasal bir
bunalıma sürüklenmiş ve artan giderleri karşılayabilmek için arılığı
düşük para basma yoluna gitmişlerdir. İngiltere gibi bu yola başvuran
devletler, başları sıkıştığında dolanımdaki paraları çekmişler, altın ve
gümüş oranlarını düşürerek yineden dolanıma sürmüşler ve saymaca
değer üzerinden dolanımdaki para tutarını daha da artırmışlardır.
Almanya'da Asconia'lı Bernard'ın 32 yıllık egemenliğinde yılda
ortalama üç kez paranın değeri düşürülmüştü. (0.C.) Bkz. H.
Pirenne, s. 92.
2 Osmanlı devletinde de bu uygulamaya sık sık başvurulmuştu.
Sultanlar başa geçtiklerinden sonra orduya bağışlar dağıtabilmek
için akçanın değerini düşürürler ve bu nedenle satıcılarla alıcılar
arasında sürekli tartışmalar çıkardı. Osmanlı devletinin
kuruluşundan başlayarak, yöneticiler ekonomik siyasalarını paranın
değer düşürümü olgusuna bağlamışlardı. Bu uygulama özellikle 16. ve
17. yüzyıllarda büyük çalkantılara neden olmuştu. (0.C.) Bkz. T.
Timur, Osmanlı Toplum Düzeni, Ank. 1979, s. 92. il. Mehmet
döneminde akçanın sürekli bir biçimde değer yitirdiği aşağıdaki
çizelgede gözlemlenebilir.
Yılgün 100 dirhem gümüşten en az en çok
1451 278 akça 457 akça
1461 337 akça 400 akça
1471 355 akça 400 akça
218
Spandugino, bu biçimde tek bir uygulamanın hazineye sağladığı
getiriyi 800.000 düka olarak ölçümlemektedir.1

1475-1476 355 akça 457 akça


1481-1482 355 akça 427 akça (0.C.) Bkz.
H. İnalcık, Türkiye'nin İktisadi Vaziyeti, s. 678. Ancak M. Akdağ bu
uygulamanın devlete yarar değil dokunca verdiğini ileri sürmektedir.
Şöyle ki, tutarları yasalarca akça olarak saptanan vergiler devletin
istediği anda küçükltüverdiği akça gibi değişivermiyor, olduğu gibi
kalıyordu. Akça'nın arılığı yarı yarıya düşürüldüğünde toplanan
vergilerden gelen akça tutarı da o oranda az olacaktı. Örneğin, il.
Mehmet döneminde iki koyundan alınan bir akça ile III. Murat
döneminde yine iki koyundan alınan bir akçayı karşılaştıralım. il.
Mehmet döneminde (1477) 100 dirhem gümüşten 280 akça, III.
Murat döneminde ise (1581) 950 akça kesildiğine göre bu dokunca
3,4 kata ulaşmakta idi. (0.C.) Bkz. M. Akdağ, Celali İsyanları Ank.
1975,s.40
Belin, M. Cayol'un para dermesinde bulunan ve 1/. Mehmet'in on
yılda bir (1451-1461-1471-1481) bastırmış olduğu akçaları kendisine
gösterdiğini bildiriyor. Fatih dönemini görmüş olan Spandouyn (Th.
Spandouyn Constacassin, Petit Traiete les l'Originie de Turqa Publie
et Anunale yay. Ch. Schefer, Paris, 1896, s. 57 O.C.) Yeni akça ile
eskisinin değiştirilmesinden söz ederken der ki, "des douze viels
aspres on leur donne dix nouvella" işte bu söz il. Mehmet'in neden
on yılda bir akçayı yinelettirdiğini açıklamaktadır. Yine Spandoyn'a
göre, sözü edilen 800.000 düka değiştirilen gümüşün 2/12'si
olduğundan, dolanımdaki akça tutarının 218.400.000 olduğu görülür.
Bu dönemde bir Venedik altını (düka) 45.5 akçadır. Fatih'in 1478
yılgününde bastırdığı sultani altını da aynı değerdedir, eşrefi altın ise
42,5 akçadır. il. Murat döneminde 1432'ye doğru gelir ve
"haraç" !arın yıllık toplamı 2.500.000 düka idi. (Broquiere, 182)
Arvanid Defteri'nde (1431 ), o dönemde bir düka 35 akça olduğuna
göre (Broquiere, s. 198'de Venedik altını=36 akça) bu tutar
87.500.000 akça eder. Yergilerin önemli bir bölümü belirli görevler
karşılığında bırakılmış olduğundan bu tutar devlet gelirinin ancak
bilinen bir dilimidir. Bu uygulamada para darlığının işlevi olsa gerek,
219
İKİNCİ BAYEZİD DÖNEMİ (1481-1512)
1481. Bayezid başkente girerken, yolu üzerinde sıra sıra dizilmiş
olan halk ellerinde tuttukları tepsiler içerisindeki altın ve gümüş
paraları onun bindiği atın ayaklarına doğru serpiyorlardı. 1 Bayezid,
Osmanlı yasası (Kanun-i Osmani) uyarınca atlı savaşçılara aylık artışı
verdiği gibi, babasının gömüt töreninden sonra da sultanlık giysisini
kuşanarak devlet ileri gelenlerine ve tüm orduya "bahşiş-i anım"
denilen sevinmelikler dağıttı. 2 Bayezid 'de gelenek olduğu üzere
kendi adına para bastırmışsa da, bu uygulama il. Mehmet döneminde
olduğu gibi belirli aralıklarla değil ancak bir keze özgü kalmıştı. 3

buna kaçak eski akçaları da eklemek gerekir. Devlet giderlerinin


çoğalması karşısında il. Mehmet bu uygulamayı dört kez
yinelediğinden ülkede genel bir sevimsizlik ortamı oluşturmuştu.
(0.C.) Bkz. H. İnalcık, a.g.y. s. 681 ve n. 27. H. İnalcık bu tür
uygulamaların zorunlu olarak bi~ ekonomik-parasal çöküntüye
aracılık ettiğini, yeri geldiğinde tam tersine ekonomik etkinlikleri

genişletebileceğini söyleyerek örneğin, dolanım aracına gereksinimin


artması ile sanal bir paranın bile iyi sonuçlar verebileceğini ileri
sürmekte ve İtalya' da bronz paraların ortaya çıkmasinın, ekonomik
yaşaqtının bir gelişme evresi olan 15. yüzyılda başladığını
eklemektedir. (0.C.) Bkz. H. İnalcık, a.g.y. s. 682. M. Akdağ bu
800.000 düka geliri çok abartılı bularak, "Bu durumda dolanımdan
çekilen paranın 160.000.000 akça olması gerekir ki, ekonomi
kurallarına göre bu olanaklı değildir." demektedir. (0.C.) Bkz. M.
Akdağ, Celali, s. 54.

il. Mehmet, 3 Mayıs 1481 yılgününde öldü, Amasya yöneticisi


Bayezid 12 Mayıs 1481 yılgününde başkente gelerek yönetimi ele aldı.
(Bkz. Hammer, C. 2, s. 204, O.C.)
2 Tac-üt Tevarih, C.2, s. 6,7,8. Kapıkulu savaşçılarına verilen başa
geçiş ödencesinin ikincisi bu ödemedir. Bu durum gelenekselleşerek
1774 yılına değin sürdürülmüştür. (0.C.) Bkz. Hammer, C. 2, s. 205.
3 il. Mehmet'in dört kez para bastırması ülkede kargaşa yarattığından,
yerine geçen oğlu il. Bayezid aynı tepkiden çekinerek ancak bir kez
220
1494'ten 1503 yılına değin geçen dokuz yıllık süre içerisinde
kıtlık ve "veba" Türkiye'yi kırıp geçirmişti.! Kıtlık o boyutlarda idi
ki, bir akça karşılığında ve de çok büyük sıkıntılarla ancak 50-60
dirhem (160-192 gr. O.C.) ağırlığında bir ekmek alınabiliyordu. Öte
yandan sultan, bu genel yıkımı yeğniltmek için o denli büyük
özverilerde bulundu ki, dağıttığı yardımlarla hazineyi neredeyse
bomboş bir duruma getirdi. 2

BİRİNCİ SELİM DÖNEMİ (1512-1520)


1511.3 Sultan Selim' de yasa uyarınca tüm savaşçılara (kapu halkı)
aylık artışıve "in' am-ı timm" denilen genel bağışlarda bulunduğu

para bastıracağı sözünü vermek zorunda kalmıştı. (0.C.) Bkz. H.


İnalcık, a.g.y. s. 692
Bu salgın İstanbul 'da onbinlerce kişinin ölümüne neden olmuş ve
Bayezid'de bu kentte oturamaz olmuştu. (0.C.) Bkz. Z. Karamursal,
s. 21
2 Tac-üt Tevarih, C. 2, s. 128, 2!0. il. Bayezid'in son dönemlerinde
devletin yıllık geliri 4,500.000 altına yükselmişti. (0.C.) Bkz. T.
Timur, s. 124
3 Doğrusu 1512 yılgünüdür. (0.C.) Bkz. Hammer, C.2, s. 387; i. Hakkı,
OT, 2, s. 245 (25 Nisan 1512) 23 Mayıs 1512 yıl gününde yeniçeriler
Selim 'i geleneksel başa geçiş ödencesini vermesi için zorladılar.
Selim kişi başına 3.000 akça (50 düka) dağıttı. (0.C.) Bkz. Hammer,
C.2, s. 400, 401; emeklilere ise bunun yarısı verildi, öteki savaşçılar ise
1.OOO'er akça aldılar, bu dağıtım 2.000.000 akçaya ulaşıyordu. (0.C.)
Bkz. Hammer, C. 2, s. 580, n. 5. Orduya kendisini sevdirmek ve
eliaçıklığını göstermek isteyen I. Selim, 2.000.000 "flori" armağan
ettiği gibi, ayrıca da yayaların gündeliklerini 2, atlılalırkini 4 akça
artırdı. (O.C.) Bkz. 16. Asırda Yazılmış Anonim Osmanlı Tarihi
-giıiş ve metin- (Haz. Şerif Baştav), Ank. 1973, s. 190. " ... Çünkü ol
tarihte altun altmış akçaya ve kuruş kırk akçaya ve arslanlı otuzbeş
akçaya geçer idi bu minval üzere üçerbin akça hesabı üzere cümle
neferata ellişer altun bahşiş verilüb ... " (0.C.) Bkz. Solakzade, 1297, s.
346. Karş. s. 29 "akça tanımlığı" (0.C)
221
gibi, din bilginleri, "seyit" ve "şeyh"lere de geleneksel armağanları
(bahşiş) dağıttı.

1514. Tüm saldırı araçlarını İran' a yönelten ve 2 Mayısta ordunun


başında (mevkib-i hümayun) Seyitgazi'ye gelen Selim, burada atlı
savaşçılara "bahşiş", yaya savaşçılara da aylık artışı sözü ile birlikte
l.OOO'er akça (Osmani) dağıtmış, bu dağıtım üç gün, üç gece
sürmüştü. ı 26 Haziran' da "sipahi"lerle Anadolu ve Rumeli dirlik
üstencilerine (zaim), dirlik gelirlerinin bin akçası karşılığı, elli
akçalık bir ek artış verilmiş, daha sonra Sivas Ovasında "sipahi"lerin
yoklamaları (recensement) yapılmış ve yazmanlar eliyle birer birer
sayılarak gerçek tutarın 140.000 kişiye ulaştığı görülmüştür. İran
ülkesinin bu denli büyük bir ordunun gereksinimlerini karşılamasının
olanaksız olduğunu gözönüne alan Selim, ancak en deneyimli
savaşçılarını alıp kalan savaşçılarını da Sivas ve Kayseri' de bırakarak
İran üzerine yürüdü. T ebriz kısa sürede ele geçirildi, Selim bu kentte
ülkesini Şah İsmail'in ele geçirdiği Timur soyundan Bediüzzaman
Mirza ile karşılaştı ve onu büyük bir saygıyla ağırlayarak, gündelik
1.000 akça geçim ödeneği (vazife) bağladı.2 Başkente geri dönüşünde

Tac-üt Tevarih, C.2, s. 204, 249. "Seyitgazi civarına hülul ettikçe


sipaha bahşiş-i anım ve her ferde bin osman (i) enam ile ... " (0.C.)
Bkz. Tac-üt Tevarih 1279, C. 1, s. 249.
2 Tac-iit Tevarih, C.2, s. 250, 283. Seyitgazi' den Konya 'ya gelen Selim
Filabad çayırında konaklamış ve "Hazreti Molla Hünkar Türbesi"ni
(M. Celaleddin Rumi) görmeye giderek, 100.000 akça dağıtmıştı.
(0.C.) Bkz. İ. Hakkı, OT, 2, s. 262; İ. Hakkı aynı sayfada tımar
üstencelerine binde, yüz akça ek artış verildiği aktarıyor. İki ordu 24
Ağustos 1514 yılgününde Çaldıran ovasında karşılaştı, Şah İsmail
büyük bir yenilgiye uğrayarak Tebriz yönünde geri çekildi, burada da
tutunamayıp "Derguzin"e kaçtı. Osmanlı ordusu Tebriz'e girdi,
Yavuz bu kentte sekiz, dokuz gün kaldı. (0.C.) Bkz. Hammer, C.2, s.
431, 432. Selim, Tebriz'de rastladığı Bediüzzaman Mirza'ya gündelik
1.000 akça geçim ödeneği bağladı. (Sadettin, C. 2, s. 283)
Müneccimbaşı da, C.2, s. 467'de 1.000 akça diyorsa da Hammer, C.2,

222
-ki, bunda savaşçıların diretmeleri de etkili olmuştu- Dulkadiriye'nin
ele geçirilmesinden sonra savaşçılara kişi başına 1.000 akça olmak
üzere genel bir dağıtımda daha bulundu.

1516. Arab İmparatorluğunu (Memaliki-arab) ele geçirmek


amacıyla saldırıya geçen Selim, Sultan Gavrı"nin yenilgisinden sonra
ezici bir üstünlükle girdiği Halep kentinin Hazinesinden 10 kez
100.000 kırmızı dinar (1.000.000) ile aynı tutarda an gümüş para
(dirhem-i meskuk-i halis) buldu. Ordu, kentte yapılan talandan başka
sevinmeliklerle (bahşiş-i amm) birlikte aylık artışı da aldı.1 Mısır'a
doğru yürüyüşünü sürdüren Selim, Şam'dan ayrılırken "sipahi"lere
200 yük akça (20.000.000) dağıttırdı.

1517 · Savaşın kimin utkusuyla sonuçlandığı bilinmektedir. Selim,


"saltanat-ı Arabı", "saltanat-ı Rum" ile birleştirdi. Hicaz
yöneticsinden (şerif) kutlama alır almaz, karşılığında ona tez elden

s. 432'de 5.000 akça olarak gösteriyor. (0.C.) Mirza Bediüzzaman


Herat ve Horasan yöresinin sultanı idi, ülkesini Şah İsmail'e kaptırıp
ona tutsak düşmüştü, Şah onun ata binmesine bile izin vermiyordu.
(0.C.) Bkz. A. Uğur, Yavuz SultanSelim, Kayseri, 1989, s. 80. Ancak
Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu
Türklerinin Rolü, Ank. 1976, s. 153'te, Horasan'daki Çağatay
devletine Özbeklerin son verdiğini ve başlarındaki Bediüzzaman
Mirza'nın bulunduğu kalabalık bir Çağatay topluluğunun Şah
İsmail 'e sığındığını aktarıyor. (0.C.) Ali Şir bunu doğrulayarak
"Bediüzzaman, Hüseyin Baykara'nın oğludur. Şeybani Mehmet Bey
ülkesini elinden alınca Şah İsmail'e yalvardı ve ona sığındı, Şah
İsmail yıllar sonra onun öcünü aldı ise. de, ülkesini ona geri vermedi."
diyor. (0.C.) Bkz. Muhakemat-ül Lügateyn, s. 253. " .. zeamet ve
tımarların bin osmanide elli osmani hesabı üzere ziyade edüp ihsan
ve terakki ile .. " (0.C.) Bkz. Solakzade, 1297, s. 361.
Tac-üt Tevarih, C. 2, s. 338-339. "On kere yüzbin dinar" (0.C.) Tac-
üt Tevarih, 1279, C. 2, s. 338
223
200.000 dinar (halis-ül ayar) gönderdi. 21 Haziran 15 l 7'de
İskenderiye'den Kahire'ye dönüşünde dirlik üstencilerinin
yoklamalarını yaptırıp, onlara ek artılar verdi. Bu bağışlardan
kapıkulları da yararlandı, atlı savaşçılar 2, yayalar ise bir akça
aldılar. 1
Mısır'a karşı açılan bu savaşa katılan "Sipahi"ler uzaklaştıkları
dirliklerinin gelirlerini toplayamadıklarından hazineden bağışlar
dışında öndelik (avans) olarak da yüklü bir para almışlardı. Bu
öndeliklerin geri alınıp hazineye aktarılması için Rumeli yöresindeki
yargıçlara, sözü edilen dirlik gelirlerinin "sübaşı"lar (sou-bil.chi)
aracılığıyla toplanarak en kısa sürede ordu konaklama yerine
gönderilmesini öngören buyruklar yollandığı gibi aynı anda,
İstanbul'u yöneten (kaymakam) Piri Paşa'ya da savaşçı aylıklarına
karşılık olmak üzere hazineden yeterli sayıda altın ve gümüş (sim ou
zer) çekerek, bu parayı sübaşılar eliyle toplanan paralarla birlikte
göndermesini öngören bir buyruk salındı. Buyruğun öngörüleri yerine
getirilerek 1.000 yüke (100.000.000 akça) ulaşan bu para Halep
kurganına gönderildi, ve "emanet" (depot) olarak üç ay süresince
orada tutuldu. Sonra da Selim'in kesin buyruğu ile ordu konaklama
yerine getirilen bu paradan öndelikler geri alınarak "defter-i hakani"
gereğince hazineye aktarıldı ve kalanı da ilgililere dağıtıldı. Selim
Suriye'den ayrılmadan önce yeryazımı ( cadastre) yaptırarak devlet
topraklarını "has"lara ayırmış, tımar olarak özgülenen toprakları da

Tac-üt Tevarih, C.2, s. 344, 374. Defter-i Hakani; dirliklerin parasal


işlemlerini yürüten işyeri. (0.C.) Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C. 1, s.
419. Selim, Sultan Gavri'nin çadırında iki yüz kantar (200x256.4
kgr. 0.C.) gümüş ile yüz kantar altından oluşan bir hazine bulmuştu.
(0.C.) Bkz. Z. Karamursal, s. 22; H. Çelebi Ruznamesi, (haz. Y.
Senemoğlu), Yavuz Sultan Selim'in Kahire'ye dönüşünü 12 Haziran
1517 olarak gösteriyor. (0.C.) (s. 110). "atlı kullarına ikişer akça ve
piyadesine bir akça terakki ihsan buyurdular..." (0.C.) Bkz. Tac-üt
Tevarih, 1279, C. 2, s. 374. " .. sipahi zaferpenahe vezayiflerinden
maada ikiyüz yük akça bahşiş-i am .. " (0.C.) Bkz. Tac-üt Tevarih,
1279, C.2, s. 334.
224
tüzeye uygun bir biçimde dağıtmıştı.
Aynca "mülk" ve "vakıf' gibi.
taşınamazlar denetlenmişti. l Selim birlikteliğinde bin deve yükünden

Tac-üt Tevarih, C.2, s. 378. Ayn-i Ali'nin Fransızcaya çevirisini


yaptığım "zeamet" ve "tımar"larla ilgili yapıtında (tıpkıbasım, s. 10)
· "has"lara özgülenen yönetim birimlerinin (eyalet), üçe ayrılarak,
birincilerinin "sultanlık hasları", ikincilerinin, "sultanlık
danışmanları ve devlet ileri gelenleri hasları", üçüncülerinin de,
"tımar" ve "zeamet" üstencilerine ayrıldığı belirtiliyor. Bu yönetim
birimleri ve bunların gelirleri aşağıdaki çizelgede gözlemlendiği gibi
idi. (0.C.)
Rumeli 11x100.000 akça
Karaman 11x100.000 akça
Anadolu lOx 100.000 akça
Şam 660.004 akça
Sivas IOx 100.000 akça
Erzurum 12xl00.000 akça
Diyarbakır l 2x 100.000 akça
Van l 1x100.032 akça
Budin 8xl80.000 akça
Halep 817.772 akça
Cezayir 885.000 akça
Maraş 628.450 akça
Bosna 650.000 akça
Temeşvar 806.790 akça
Kars 820.790 akça
Çıldır 9xl25.000 akça
Trabzon 734.850 akça
Rakka 681.056 akça
Musul 681.056 akça
Şehri zor 11xl00.000 akça
(0.C.) Bkz. Ayn-i Ali, Kanunname-i Osmani, (çev. Hadiye Tuncer),
Ank. 1962, s. 4.
225
aşağı olmamak üzere altın ve gümüş 1 doyumluk getirdiği gibi, savaş
sırasında kendisine sığınan Hayır Beye'de, yöresel giderleri
karşılamak üzere Mısır vergisini (irsaliye) yaşamboyu olarak
bırakmıştı. İlk Mısır vergisi (tribut annuel) başkente, Sultan
Süleyman döneminde gönderilmişti.2
Vasıf'a göre,3 Sultan Selim döneminde savaşçı aylıklarının
(mevacib) yıllık toplami yaklaşık olarak 12.000 keseye ulaşmakta idi.
Cevdet,4 Selim 'in ölümüne değin 3 akçanın bir dirhem gümüş

Hammer, C.4, s. 342.


2 İbn-i Zeynel, 800.000 düka olan Mısır vergisi Hüsrev Paşa'nın
yöneticiliği döneminde 1.200.000 altına çıkarılmışsa da aradaki
400.000 altın hazineye alınmamış, anıt ve kemerlerin yapımında
kullanılmıştı. (0.C.) Bkz. Hammer, C.3, s. 51 O. 1517 savaşının bir
sonucu da, Venedik'in Kıbrıs Adası için Memlüklere verdiği 8.000
dükanın bundan böyle Osmanlılarca alınması olmuştur. Mısır ve
Suriye'nin alınması Osmanlı hazinesini oldukça gönençli kılmıştı.
(0.C.) Bkz. İ. Hakkı, OT, 2, s. 292, 293
3 Vasıf, C. 1, s. 1O. Bir kese=500 üzerinden 6.000.000 akça eder.
"onikibin kiseye." (0.C.) Bkz. Vasıf, C. 1, s. 10.
4 Cevdet, C.5, s. 225. M. Akdağ, Sultan Selim döneminin parasal
durumuna değişik bir yorum getirerek şunları yazıyor. Y. Sultan
Selim dönemi, devlet gelirleri yönünden çok varsıl olarak
söylenegelmiştir. Sanılır ki, bu savaşçı sultan sakınımlı davranma
alışkanlığından dolayı iç hazineyi gerektiği denli doldurmuş olabilir.
Ancak, hükümet giderleri yönünden para bulunmasında uğranılan
zorluğun il. Bayezid dönemindeki denli olmasa bile tam
giderilmediğini varsaymak yerinde olacaktır. Özellikle Şah İsmail
üzerine yürümeden önce İran'a uyguladığı kuşatım (Abluka), onun
arkasından doğuya, sonra güneye açtığı uzun ve yüklü giderler
gerektiren savaşlar, devletin gücü üstünde giderleri gerektirmiş
olmalı ki, bunun sıkıntıları daha sonra oğlu 1. Süleyman döneminde
kendisini oldukça belli edecektir. (0.C.) Bkz. M. Akdağ, Türkiye'nin
... , C.2, s. 422 Hammer, Mısır'ın alınışından sonra hazinede
başgösteren parasal darlığa çözüm bulmak amacıyla dışalım
vergisinin %3'ten, %5'e çıkarıldığını aktarmakla bu yargıyı
226
ağırlığında ve 60 akçanın da kızıl kuruş (gyzyl-ghourouch) ya da
"flori'' denilen yaldız altınına (ialdiz-altoun) eşdeğer olduğunu
yazıyor.

BİRİNCİ SÜLEYMAN DÖNEMİ (1520-1566)


1520. I. Siileyman'da başa geçtiğinde öncelleri gibi geleneğe
uyarak alışılmış bağışları dağıtıp, kendi adına para bastırdı. 1
Osmanlıların "el Kanuni" (le legislateur) ve batılı ulusların
"Büyük" ve "Muhteşem" (le grand et le magnifique) sanını
verdikleri Sultan Süleyman döneminde, Osmanlı devleti ününün
doruğuna ulaşmış, yönetimsel ve yasal düzenlemelerden dolayıdır ki,
Sultan Süleyman da, "kanuni" sanını almıştır. Bununla birlikte Koçi
Bey, kendi düşüncesine katılan öteki yazarlarla birlikte, bu denli
gönenç düzeyine ulaşmasına karşın, Süleyman döneminde bile devlet
örgütünde gözle görülür bir kağşamanın varlığını vurgulamakta,
devlet topraklarının "vakfa" dönüşümü ve vergi kaynaklarının

doğrulamaktadır. (0.C.) Bkz. Hammer, C.2, s. 527.


Tarih-i Kemalpaşazade, Bulak basımı, s. 12. Süleyman ilk iş olarak
kapıkulu savaşçılarına başa geçiş ödencesi dağıttı. Bu dağıtım
yapılmazsa, savaşçıların en kısa sürede başkaldıracaklarını çok iyi
bilmekteydi, kendisi de belli bir yaşa değin onlar gibi eğitilmiş ve
aralarında bulunmuştu. Savaşçılar yeni sultandan oldukça yüklü
bağışlar istediler. Ancak Süleyman bu istekleri az çok değiştirerek
onayladı. Şöyle ki, savaşçıların istedikleri 5.000 akça başa geçiş
ödencesi yerine 3.000 akça verilecek, buna karşılık aylıkları
artırılacaktı. (0.C.) Bkz. F. Downey, Kanuni Sultan Süleyman, (Çev.
B. Koryürek), İst., 1975 s. 16. Süleyman döneminde Osmanlı
İmparatorluğu güçlü ve ekonomik yönden görkemli bir dönem
yaşıyordu, sultanın etkinliği saltıktı. Ekonomik açıdan sıkıntılı günler
şu anda ufukta görünmüyordu. Ancak, bozukluğun belirtileri kapıyı
çalmaya başlamamış da değildi. Şöyle ki, akçanın değeri sürekli bir
biçimde düşüyor, ordu ve sarayın giderlerinin artması, yeni vergilerin
salınması zorunluluğunu da birlikteliğinde getiriyordu. (0.C.) Bkz. Y.
Yücel, Muhteşem Türk Kanuni İle 46 Yıl, Ank. 1987, s. 5.
227
(mukataa) kesime (d'affermage) (iltizama) verilmesi uygulamasını
başlatmasından dolayı da özellikle Sadrazam Rüstem Paşa'yı
eleştirmektedir. 1

Koçi Bey; Cevdet, C.5, s. 205. "Dünyanın bozulmasına neden olan


oluşumlar onların döneminde ortaya çıkmıştı. Ancak, devlet en
güçlü dönemini yaşadığından bozukluk belirtileri su yüzüne
çıkmamış, birkaç yıldan bu yana görülür olmuştu. Eskiden sultanlar
sürekli olarak devlet kurulunun başında bulunur ve kamu yönetimini
doğrudan üstlenirdi. O denli perde arkasında değillerdi. Bu nedenle
gelişen olaylardan gerektiği biçimde bilgi edinirlerdi. Selim devlet
kuruluna başkanlık eder o, kullarını, kulları da onu bilirlerdi.
Güngörmüş, deneyimli, gönlü aydın dört danışmanı vardı, bunlar
nice nice kent yöneticilikleri, ordu komutanlıkları yapmış olup,
dünya işlerini gereği gibi bilirlerdi. Baş danışman (sadrazam)
bağımsız olup, yürütme işlerine başkaları karışamazdı, devlet gelir
kaynaklarından olan "has"lar ve "mukataa"lar... ve erdemce
güvenilir kişilere verilirdi, bunlar ne hazinenin parasını başkalarına
yedirirler ne de, başkasının parasını zorla hazineye alırlardı. Ancak,
Sultan Süleyman döneminde durum değişti, o, devlet kuruluna
başkanlık etmez oldu, beklenmedik bir biçimde İbrahim Paşa'yı
sadrazamlığa getirdi, eski kurallara uymadı, saygıdeğer kızı
Mihrimah Sultanı Rüstem Paşa'ya verip, onu sadrazam yaptı, ataları
döneminde ele geçirilen ülkelerden ona o denli çok köyleri "mülk"
olarak verdi ki, bunlar "Tevaif-i mülük"ten (küçük küçük devletler)
bir beye hazine olmaya yeterdi. Hazine adına özgülenen "has"lar
dinsel kurallara uyulmaksızın "vakıf'a dönüştürüldü. "Has" ve
"mukataalar" Rüstem Paşa eliyle kesime verildi. Erdemli kişiler bu
tür uygulamayı yokumsadıklarından, bu_ gelirler erdemsiz kişilerin
eline geçti. Sultan Süleyman ordunun gücünü hazinenin varsıllığını
görüp süs ve ününü artırdı, danışmanları da ona uyup (halk sultanın
dinindendir) süs ve ün ardında koşmaya başladı. Durum giderek o
aşamaya geldi ki, devlet görevlilerinin ve savaşçıların aldığı para
ancak ekmek almaya bile yetişmeyip zorunlu olarak, baskın, sağa
sola saldırı olayları başladı, bunun sonucu olarak da ülke örene
döndü." (0.C.) Bkz. Koçi Bey Risalesi, (Haz. Zuhuri Danışman), İst.
1972, s. 66, 67. Koçi Bey devlet gelirlerinin satışa çıkarılması
228
Ancak, bu tür uygulamalara neden olduğundan dolayı
kimilerince yeğin bir biçimde eleştirilen ve kınanan Rüstem Paşa'nın,
öte yandan Peçevi gibi coşkun savunucuları da bulunmaktadır. 1 Peçevi,
Rüstem Paşa'nın doğruluğu ve törelere olan bağlılığını övmekle
birlikte, onun varsıllığmın olası tutarına ilişkin değişik rakamlar

uygulamasını Rüstem Paşa'ya dayandırıyorsa da, bu uygulamanın II.


Mehmet döneminde de yürütüldüğü bilinmektedir. Paranın değer
düşürümünü yeterli bulmayan il. Mehmet, Sadrazam Rumi Mehmet
Paşa'nın öneriyisiyle, Bizans'tan kalan bir uygulama olan "iltizam"
yöntemini kullandı. Gümrük vergileri, maden ocakları, tuzlalar v.b.g.
varsıl gelir kaynakları kesime verilmişti. (0.C.) Bkz. T. Timur, s. 115;
Hammer, C.2, s. 93.
Bkz. Relazione Venete ve Negociations. Dirlik uygulaması 1.
Süleyman döneminde oluşumunun doruk noktasına ulaşmıştı, ancak,
dirlikler ilk kez Rüstem Paşa eliyle kesime (iltizama) verilmiş bu
oluşum Osmanlı toprak yönetiminin yıkımına ve birlikteliğinde
toprak-ordu dengesinin bozuluşunda da büyük etken olmuştu. Alman
yazar Leopolt von Ranke "16 ve 17. yüzyıllarda Osmanlılar ve
İspanya" adlı yapıtında, Osmanlı devletinin gücünü gösteren üç
öğeden birisinin "dirlik" uygulaması olduğunu yazmaktadır. Dirlik:
Vergi kaynaklarının beli i görev !er karşılığında bilinen kişilere
verilmesi uygulamasıdır. (0.C.) Bkz. Coşkun Üçok, Tımarlar,
AÜHFD. C.l, sayı 4, s. 529; C.2, sayı 1, s. 73, 95. Ayrıntılı bilgi için
bkz. F. Köprülü, Bizans'ın Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında
Bazı Mülahazalar, THİTM. İst. 1939, C. l, s. 171, 236, 237, 238. Dirlik
uygulamasındaki bu değişikliğin olumsuzluğu ilerideki yüzyıllara da
yansımış ve 1717 yılgününde ölen Defterdar Sarı Mehmet Paşa,
"Nasayil-ül-vüzera v'el ümera" adlı yapıtının son bölümüne, "der
beyan-ı keyfiyet-i ahval-i zeamet ve tımar" adını vererek tımar
örgütünün temel ilkelerini ve bozukluklarının nedenlerini anlatmış,
bununla da yetinmeyerek yapıtının ekini de bu konuya ayırmıştır.
(0.C) Bkz. C. Üçok, C.2, sayı 1, s. 78. Rüstem Paşa'nın yiyiciliğe
bulaştığı da bilinen bir olgudur. Bir yargıçtan, onu iyi bir göreve
atamak karşılığında 2.000 altın almıştı. (0.C.) Bkz. T. Gökbilgin,
Rüstem Paşa ve Hakkında İthamlar, İÜEF. Tarih dergisi, VIII, 1-2,
1955, s.19, 20; A. Mumcu, Rüşvet, isı., 1985, s. 87, 111, 132, 157.
229
vennektedir. l Bu dönemde, kuruş 40 akça değerinde idi.
1562-1563. Hacı Kalfa'ya göre2 bu yılgünde aylık alan

Rüstem Paşa'nın ölümünden sonra saptanan varsıllığı şöyle idi.


Güzel yazılı 8.000; değerli taşlarla bezenmiş 180 (Hammer, 130)
Kur'an; 5.000 değişik yapıt; 170 erkek köle; 2.900 at; 1.160 yük devesi;
80.000 tülbent (başörtüsü); 780.00 arı akça; 5.000 kaftan; 1.100 altın
üsküfe (bir dönemler kadınların başlarına giydikleri örtüye verilen
ad. 16 ve 17. yüzyıllarda Avrupa'da düşkünlük uyandıran, kıyısı
sırmalı ya da ipek örme kaytanlı başörtülerine "eskofyan" denilmişti.
O.C. Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C. 3, s. 561); 2.900 keçe yün; 2.000
zırh; 600 gümüş ile bezenmiş eyer; 130 gümüş üzengi; 860 altın kılıç
1500 gümüş kılıç; 1.500 altın tolga; 1000 altın topuz (soğancık); 33
değerli elmas ; 476 değirmen; yaklaşık 1.000 yük kuruş (2.000.000
düka O.C.) Ayrıntılı bilgi için bkz. Peçevi, C. l, s. 18; Hammer, C.3, s.
449. Rüstem Paşa'nın bunların dışında türlü halı, kilim ve ufak tefek
donatılan ve kapkacaklarının sayımı yapılmamıştı. (0.C.) Bkz.
Peçevi, s. 19. Rüstem Paşa ölümünden sonra 26.000.000 frank para
ile 12-15 milyon franklık taşınmaz bırakmıştı. (0.C.) Bkz. F.
Grenard, Asya'nın Üstünlüğü ve Düşkünlüğü, (Çev. H. Varoğlu), İst.
1941, s. 105. "Rüstem Paşa Vakfı" için bkz. M. Tayyib Gökbilgin, XV.
XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livası, Vakıflar, Mülkler, Mukataalar,
İEFY. 1952, no. 508 (0.C.) Hans Dernschwam, Rüstem Paşa için
"Bosna"lı bir domuz çobanı" demektedir. (0.C.) Bkz. İstanbul ve
Andolu'ya Seyahat Günlüğü, (çev. Y. Önen), Ank. 1982, s. 186.
2 Düstur-ül Amel, Bölüm 2. M. Cayol; Ayn-i Ali'nin tıpkıbasım, s. 131.
bu dönemde akça sürekli olarak değer yitirmektedir. Sultan
Süleyman'ın kestirdiği akça, öncelinin kestirdiği akçadan değişik
değildir. Ancak, Süleyman döneminin sonlarına doğru kesilen
akçalar yine 1520 yıl gününü taşısalar bile, ağırlıkları 100 dirhemden
535 ve 538 akça çıkacak biçimde düşürülmüştü. II. Selim ve ondan
sonraki dönemlerde akçanın daha çok küçültülmesi, kullanımını
olanaksız kıldığından, bakır karıştırılarak bozuk akça (ma,~şuş akça)
çıkarma yoluna sapıldığını ve böylece bu geleneksel para biriminin
değerlendirmelerde ana ölçü olma konumunu yitirmesine doğru
yaklaşılmış olunduğunu belirtmeliyiz. 100 Dirhem gümüşten 1450

230
savaşçıların sayısı 41.479 kişiye, aylıklarının yıllık tutarı da
122.300.000 akçaya ulaşmakta imiş. Adı geçen yazar ve Ali Efendi 'nin
bize aktardığına göre, başkentin bir sonraki yıl gelirleri, 183.088.000
akça, giderleri de 189.600.000 akçaya 1 ulaşmakta ve böylece, 6.569.000
akça açık bulunmakta idi. Olayyazarlann değindiği ilk dengelem
(bütçe) açığı budur. 2

yılgününde 280 akça kesilirken, 1530 da 450, 1545'te 430, 1555'te


yine 430 ve 1560'te 485 akça kesilmekte idi. (0.C.) Bkz. M. Akdağ,
Türkiye'nin .. , C.2, s. 241, 242. Aynı dönemde akçanın anlığının
bozulduğunu gösteren belgelere de çok sık rastlanılmaktadır. 5 Eylül
1565 yılgünlü ve Selanik yargıcına seslenen bir buyrukta
"yeniçerilerin gereksinimi için Selanik kentine "çuka" (yün kumaş)
için gönderilen Mahmut ve yazman Sinan'ın, "çuka"lara karşılık
yöreden topladıkları vergileri vermek istedikleri ancak, arılığı bozuk
gerekçesiyle satıcıların bu paraları almadıkları, arılığı tam akçalar
istedikleri ve bu duruma bir çözüm bulunması öngörülüyordu. (0.C.)
Bkz. T. Işıksal, Kanuni Döneminin Son Yıllarında Osmanlı
İmparatorluğunun Para Durumu, BTTD. Sayı 15, s. 67. Ayrıntılı bilgi
için bkz. Necibe Sevgen, Nasıl Sömürüldük? BTTD. Sayı 13, s. 46, 59
ve değişik sayılar, değişik sayfalar.
Ayn-i Ali'nin gelir-gider çizelgesi eki. M. Cezar, Leventler, s. 66'da
189.657.000; i. Hakkı, OT, 3/1, s. 125 'te 189.000.657 olarak
gösteriliyor. (0.C.)
2 Negociations, C.2, s. 724 'te geçen yazışmaların içeriğinden
anlaşıldığına göre, IX. Clıarles, 1563 yılgününde Sultan
Süleyman'dan borç para istediğinde "kişilere devlet kasasından borç
para verilmesinin, devletin yasa ve gelenekerine aykırı olduğu, üstüne
üstlük gönüldeşlik gereği ile yapılmış olsa bile ortada tutu (rehin)
bulunmaksızın borç vermenin akıl dışı olduğu" biçiminde yanıt almış
ve bu isteği geri çevirmişti. C.2, s. 753'te de şu bilgiye
rastlanmaktadır. "Bııdapeşte'deki savaşçılar kendilerine söz verilen
günde para dağıtılmaması üzerine başkaldırarak, sandık görevlisi,
denetmen ve öteki görevlilerden 800 kişiyi öldürmüşler, ordu
komutanı(beylerbeyi) ise yakasını güçlükle kurtarabilmişti. Böyle bir
olay 1529 yılgünündeki Viyana yürüyüşü sırasında da olmuş,
231
İKİNCİ SELİM DÖNEMİ (1566-1574)
1566. Bu dönemde basılan paraların, bir önceki dönemde basılan
paralara göre daha ufak oylumda olması, o dönemde ortaya çıkan
belirtilerin doğal bir sonucu idi. Hacı Kalfa ve Cidde Beyi Ali
Efendi'ye göre, aynı yılgünde kapıkulu savaşçılarının sayısı 48.316
kişiye, aylıklarının tutarı da 126.400.000 akçaya ulaşmakta idi. 1

ÜÇÜNCÜ MURAT DÖNEMİ (1574-1595)


1574. 1575. 21 Aralık 1574 yılgününde başa geçen HL Murat, üç
gün sonra hazineden 11 O kese2 altın çekerek savaşçılara başa geçiş

savaşçılar "bahşiş" için aracılığına başvurdukları İbrahim Paşa'yı bir


kiliseye kapatarak, ödenek sözü alıncaya değin bırakmamışlardı.
(0.C.) Bkz. İ. Hakkı, Kapıkulu Ocakları, l, s. 509.
Ayn-i Ali bu tutarı, 126.409.000 akça olarak gösteriyor. il. Selim
başa geçtiğinde atlı savaşçılara l.OOO'er (20 düka), yayalara da
2.000'er akça (40 düka) dağıttı. Bunların dışında aylık artışları da
verildi, şöyle ki; 12.300 kişi olarak sayılan yayalardan 3 'er akça
alanlar 5'erli, 5'erlisi 8'erli, 8'erlisi 9'arlı oldu. Atlı savaşçılar da (6
bölük) 5.885 kişi sayılarak "sipah" ve "silahtar"lar 5'er, sağ ve sol
"ulufeciler" 3'er, sağ ve sol "garibler" 4'er akça aylık artışı aldılar.
.(0.C.) Bkz. Hammer, C.3, s. 534. IJ. Selim başa geçiş ödencesinden
din bilginlerini de yararlandırmıştı. Hammer, il. Selim'in, ortada
zorlayıcı bir neden olmaksızın bu ödemeyi yapmasını, Şeyhülisllim
Efendi 'ye sevimli görünmek istemine dayandırıyor. (0.C.) Bkz.
Resimli Haritalı Mufassal Osmanlı Tarihi,· C.2, s. 1197. il. Selim
hazineyi açtırmak istemediğinden ödemeleri yapabilmek için ablası
Mihrimah Sultan'dan 50.000 altın borç para almıştı. (O.C.) Bkz.
Hammer, C. 3, s. 529.
2 Bu 11 O keseyi, 1.100 olarak algılamak gerekir ki, ancak böylece
yukarıda bir kese için belirtilen toplama ulaşılabilir. Hammer, C.4, s.
62'de, 10.000 altın içeren 110 keseden söz ediyor. Salt yaya savaşçılar
kişi başına 5'er altın, toplam 70.000 altın almışlardı. Bu durumda

232
ödencesi dağıttı.! Koçi Bey'e göre, aynı yılgünde savaşçı sayısı 36.153
kişiye indirilmişti. 2
Peçevi, 1580 yılgününde devlet yönetiminde yiyiciliğin ortaya
çıktığına ilgiyi çekerek, Sinan Paşa'nın sadrazamlığı bir kaç kese
"flori"nin etkisiyle elde ettiğini, Lala Paşa'nın yoksulluğundan
dolayı bu yarışta yenik düştüğünü ekliyor. 3

yaya savaşçıları sayısının 14.000 olması gerekiyor, ancak Koçi Bey'in


yapıtında bu sayı 13.599 olarak gösteriliyor. (0.C.) Bkz. Koçi Bey,
1284, s. 14. III. Murat başa geçiş ödencesi olarak 150.000'i iç
hazineden olmak üzere, savaşçılara 1.000.000, sadrazama 6.000,
sultanlık danışmanlarına 4.000, defterdarlara 500 Veııedik altını
dağıtacak denli eli açık davranmışsa da, iç hazinenin boşalıvermesi
karşısında şaşkınlığa düşerek tutumunu değiştirmiş, 1591 yılı
dengeleminde 67.000.000 olarak görülen açığı kapatmaya
yanaşmadıktan öte, üstüne üstlük dış hazinede bulduğu altınları da iç
hazineye taşıtmıştı. İç hazinenin gelir kaynakları arasında, Eflak' tan
15.000, Boğdan'dan 15.000, Raguza 'dan 12.500 ve Erde! Beyliğinden
alınan 5.000 Venedik altını da bulunmakta idi. Dış hazinenin
gelirleri arasında bulunan Avusturya'nın 20.000, Venedik'in 3.000
altın olarak verdiği para da (haraç) bile gözükalmıştı. (0.C.) Bkz. V.
Şensözen, Osmanoğullarının Varlıkları ve il. Abdülhamid'in
Emlaki, Ank. 1982, s. 18.
1 Selanik'i, akı. Hammer, C.7, s. 17 (Bizdeki çeviride, C. 4, s. 62)
2 Koçi Bey, Bölüm 3. (Bkz. 1284, s. 14, O.C.)
3 İngilizlerin güvenini elde eden Sinan Paşa, İstanbul'da İngiliz
ekonomik çıkarlarını koruyan ünlü "Levant Company" adlı
kuruluştan oldukça yüklü paralar almıştı. (0.C.) Bkz. A.N. Kurat,
Türk-İngiliz Münasebetlerinin Başlangıcı ve Gelişmesi, (1533-1610)
Ank. 1953, s. 56, 57. İran'daki başarısızlıklardan dolayı Malkara'ya
sürülen Sinan Paşa buradan kurtulmak için 100.000 altın ödemiş ve
üstüne üstlük Şam "beylerbeyliğini"de satın almıştı. (0.C.) Bkz. A.
Mumcu, Rüşvet, s. 153. l/l. Murat'ın yiyiciliğe bulaşmış ilk Osmanlı
sultanı olduğu ve Şemsi Paşa'nın Ill. Murat'a 40.000 altın verdiği
bilinmektedir. (0.C.) Bkz. Peçevi, C.2, s. 7, 8. Yiyicilik III. Murat
döneminden başlayarak çok yaygınlaşmış öyle ki, açık açık bilinir bir
233
1581. Bu yılgünde sürüm değerlerinin yükselmesinden dolayı
paraların saymaca değeri gözle görülür bir biçimde bozulmuştu. Bu
duruma çözüm bulabilmek için yineden para basıldı mı? 1
Olayyazarlar bundan söz etmiyorlar, ancak Karaçelebizade; 50 ve 70
akçaya yükselmiş olan "kuruş" ve "flori"nin 40 ve 60 akçaya inerek
olağan değerini bulduğunu yazmakla yetiniyor. 2

1582. Bununla birlikte bunalım atlatılamıyordu. Peçevi 'nin iki


yıl önce vurguladığı belirtiler giderek yaygınlaşıyor, kağşamanın

duruma gelmişti.
(0.C.) Bkz. M. Cezar, Leventler, s. 121. Görev
dağıtımında alınan paraların tutarının yükseltilmesi ve III. Murat
döneminde yiyiciliğe dönüşmesi hazinenin gelirlerini artırmak
çabasından kaynaklanmaktadır. (O.C.) Bkz. M. Akdağ, Celali, s. 55;
O. Burian, Kraliçe Elizabeth'den Üçüncü Sultan Murat'a Gelen
Hediyenin Hikayesi, DTCFD, C.9, sayı 1-2, Ank. 1951, s. 24, n. 25
Les Negociations, C.4, s. 40'ta okunuyor; Büyük Senyör'ün (G.S)
döneminde ülkede genel düzen ve güveni korumakla yükümlü kolluk
gücü (gendarmerie), para ve savaşçı bağlamındaki güçlüklerin
yanısıra iyi danışmanlarının bulunmaması da ülkeyi sürekli bir
biçimde kötüye götürüyordu. Bu nedenle İran'a karşı açılacak savaşta
Tatar Han'ının yardımını sağlayabilmek için ona, değerli taşlarla,
yüklü bir para göndermek zorunda kalmıştı. Osmanlı devletinde
kentsel ve kırsal güvenlikten "sübaşı"lar sorumlu olmakla birlikte
Belin burada "ge11dernıaire" sözcüğünü kullanmaktadır. İ. Haldun,
"jandarma" görevini anlatırken, bunların suçluları yakalayıp,
suçlarını söyletip kanıtladıktan sonra yargıç önüne çıkaran görevliler
olduğundan söz ediyor. (0.C.) Bkz. İ. Haldun, Mukaddime, 1, (çev. Z.
K. Ugan), İst. 1954, s. 678.
2 Karaçelebizade, C. 1, s. 124. Altın ve gümüş paraların aynı oranda
düşüşünü Hacı Kalfa'da aktarmaktadır. Takvim-ül Tevarih, s. 127.
Akçaların kıyılarını kırparak türe dışı bir biçimde gelir elde edilmesi
de akça değerinin düşmesinde büyük etken oluyordu. Bunun önüne
geçilebilmesi için sürekli buyruklar çıkarılmışsa da beklenen sonuç
alınamamıştı. (0.C.) Bkz. A. Refik, Onuncu Asr-ı Hicride İstanbul
Hayatı (haz. A. Uysal), Ank. 1987, s. 105- 106.

234
boyutları genişliyordu. Saygıdeğer
yazarlardan birisi olan Ali
Efendi; yasaların gereklerine uyulmasına
ve yönetim döngüsünün tüm
birimlerine bulaşan yiyiciliğe karşı olmak üzere, imparatorluğu
çöküntüye sürükleyen tarihsel nedenleri devlet ileri gelenlerine
ansıtmak için "füsul-ü hallu-akd" adlı yapıtını sunmakla,
yurtseverliliğini göstermiştir. 1
Öte yandan Peçevi, 1583 yılgününde Silistre'de yorgun bir
durumda bulunan ordunun uzun süredir aylık alamadığı gibi,
yiyecekten de yoksun olduğunu aktarıyor. (C.2, s. 73, O.C.)

1584. Para giderek daha bozuk bir duruma getirilmekte idi. Olağan
değeri 500 akça olan bir "okka" gümüş (1282 gr.) 1.000 akçaya, bir
dirhem gümüşte, 2 akçadan2 10- 12 akçaya3 yükselmişti.

Ali Efendi'nin yaşamöyküsü için bkz. Hammer C.7, s. 375 (Bizdeki


çev. C.4, s. 323-324.
2 Selaniki, akt. Hammer, C.7, s. 235, 410; dirhem değişik yazarlarca 3
ya da 4 akça olarak gösterildiğine göre bunu 2 yerine 3 ya da 4 akça
olarak algılamak gerekir.
3 Fransa'nın İstanbul'daki İşgüderi Bertlıier'in 6 Şubat 1586 yılgünlü
yazısında şöyle deniliyor; "sultanın eli sıkılığı o denli idi ki, fındık
altının yükseltilmesinden öte özel hazinesinden (tresor prive) tek bir
altına bile dokunmayıp tüm giderleri olağan gelirlerden karşılamak
isterdi ki, bu olanaksızdır. Negociations, C.4, s. 471. Braudel'e göre,
1584 yılgünlü para değerinin düşürümü olgusu 17. yüzyıl ortalarına
değin sürecek olan parasal bir bunalıma yol açmış, ekonomik ve
sosyal alanda yıkıcı etkiler yapmıştır. (0.C.) Bkz. H. İnalcık, a.g.y. s.
657, 1584 yılgünlü para ayarlaması (devolııtion) Osmanlı parasal
kurumunun dönüm noktası olmuştur. O döneme değin sınırlar
genişlemekte, devlet toplum ve ekonomiyi yakından
denetleyebilmekte, gelirler giderleri karşılamakta ve bu denge ile
parasal düzenlilik sağlanabilmekteydi. (0.C.) Bkz. Ş. Pamuk, 100
Soruda Osmanlı Türkiye İktisat Tarihi, İst. 1988, s. 125. Selaniki;
"100 dirhem gümüşten 500 akça kesilmesi sultani ık yasası iken, 100
dirhemden 2.000 bozuk akça basılmış olup, gümüşün dirhemi giderek
235
1587. Selaniki'ye göre; 1 beylik ederi 40 akça olan kuruş 50, altın
da 120 akçaya yükselmişti. Hacı Kalfa, ayrıntıya girmeksizin bu
yılgünde bir para ayarlamasının (une refornie de la monnaie)
yapıldığından söz ediyor.2

12 akçaya alınıp satılmaya başladı ve önceden 40 akça olan kuruşta


80 akçaya alınır verilir oldu." diyor. (0.C.) Bkz. A. Refik, a.g.y. s. 71,
n.3. Bu durum karşısında Osmanlı devleti kimi önlemler almış ve bu
doğrultuda gereğinden çok gümüş kullanımını yasaklamıştı. Yasak
buyruğu için bkz. y.a.g.y.s. 70, 71 'deki 8 nolu buyruk. (0.C.) Osmanlı
akçası bundan böyle eski değerine ulaşamadı. Bu oluşum hükümetin
salt savaşçılarını değil, kamuyu da (ııon-military) olumsuz yönde
etkilemişti. (0.C.) Bkz. W. Griswold, The Great Anatolien
Rebellion, Berlin 1983, s. 1 l; M. İpşirli, Mustafa Selaniki And Hıs
Hıstory, İÜEFfED, 9, s. 464.
Akt. Hammer, C.7, s. 413. Bir "okka" gümüşten 500 akça kesilmesi
gerekirken, 1.000 akça kesildi gümüşün dirl'lemi 22 akça yerine 10- 12
akçaya düştü. (0.C.) Bkz. Hammer, C.4, s. 192. Yüz dirhem gümüşten
beşyüz akça kesilmesi gerekirken şimdi (1587) sekizyüz akça
kesilmeye başladı. (0.C.) Bkz. N. Vukuat 1294, C. 1, s. 148. Böylece
bir akça 2, 2,5 kırat, bir dirhem gümüş ise 8- 1O akçaya geçerli oldu.
(0.C.) Bkz. İ. Galib, s. 150.
2 Takvim-ül Tevarih, s. 127 "Tashilı-i sikke". 16. yüzyılın ikinci
yarısında Avrupa'daki parasal dengeyi bozan Amerikan altın ve
gümüşünün, Osmanlı ülkesinde de etkisini göstermesi gecikmedi.
Yabancı paraların dolanımına izin verilmesi, akçanın bu paralar
karşısında değer yitirmesine neden oldu. 16. yüzyıki:.ı dış s~tımın dış
alımdan çok olması, yaldızlı, Macar altını, "esedi" ve "riyal kuruş"
gibi paraların bollaşması sonucunu da birlikteliğinde getirdi. Para
ayarlaması olgusunun bir başka nedeni de, ülkenin doğu yörelerinde
dolanıma sunulan, gümüş değeri akçanın 6,5 katı denli yüksek olan
"şahi"ye bu dönemde 7 akça saymaca değer biçilmesi nedeniyle, akça
ve gümüş bölgeleri arasında bir gümüş deviniminin başlamış
olmasıdır. Doğaldır ki, paradaki bu ayarlama geçim gereç ederlerinin
iki katına çıkmasına neden olmuştu. (0.C.) Bkz. M.S.Kütükoğlu,
1009- 1600 Tarihli Narh Defteri, İÜEF Tarih Enstitüsü Dergisi, İst.
236
1588-89. Nuhbe yazarı, para ayarlaması olgusundan söz etmeyerek
ancak birkaç yıldan bu yana kimi kişilerin akça ve "şahi"lerin

kıyılarını kırparak utanç verici bir işle uğraştıklarını, altın ve gümüş

değerinin
büyük ölçüde yükseldiğini, savaşçılara aylıklarının arılığı
bozuk paralarla 1 ödenmesi sonucu 2 Nisan 1589 yılgününde
"Beylerbeyi" (directeur de la monnaie) denilen bir başkaldırının

ortaya çıktığını aktarıyor.2 Bu başkaldırı, Siyavüş Paşa'nın görevden

1978, sayı 9, s. 6, 7. Ayrıca bkz. N. Vukuat 1294, C. l, s. 99 (0.C.)


"Kırpık ve kem ayar akça" (faulce monnoye) Negociations, C.4, s.
718. Pirenne, Avrupa'da para kırpma olgusunu ilkel para basma
yöntemlerine bağlıyor. "Bu yöntemler basımevinden çıkan madensel
paralarda aynı ağırlık ve arılığı sağlama bağlamında yetersiz kalıyor,
bu durumda kırpıcıları özendiriyor, diri diri kaynar suya atılmak
olasılığı bile bunları yollarından alıkoyamıyordu." (0.C.) Bkz.
Pirenne, s. 99.
2 Nuhbe, C.2, s. 423; Ravzat-ül Ebrar, C.1, s. 126; Tac-üt Tevarih, S.
127, 177. Bkz. Negociations, C.4, s. 717 ve izleyen sayfalar.
"Paskalya" (paues) gününe rastlayan 2 Nisan 1589 yılgünlü bir
olayda sultanın gözdesi olan beylerbeyinin tüm varsıllığına el
konuldu. Salt konutunda, 18.000.000 (XVIII. milescus) "ekül"
değerinde altın, gümüş, konut donanımı ve yiyecek bulundu. Sinan
Paşa ikinci kez sadrazamlığa atandı. Sadrazamın önerisi üzerine
sultan, savaşçılara sevimli görünmek için saray hazinesinden
5.000.000 ekü çıkartmıştı. Para basımevi yöneticisi, 1589 yılında
Defterdar Mehmet Efendi'ye; aylıkların, arılığı bozulmuş paralarla
ödenmesi karşılığı 200.000 akça önermiş, defterdarın bu öneriyi geri
çevirmesi üzerine Rumeli Beylerbeyi Mehmet Paşa işe karışarak bu
parayı almış, aylıklar da arılığı bozuk akçalarla ödenmişti. Bunun
sonucu, "Beylerbeyi Olayı" adı verilen başkaldırı ortaya çıkmış,
Mehmet Paşa ile Mehmet Efendi öldürülmüşlerdi. (0.C.) Bkz. A.
Mumcu, Rüşvet, s. 95, 96. Belin'in Mehmet Paşa' dan "directeur de la
monnaie" diye söz etmesinin nedeni, onun sultanın parasal işlerden
sorumlu danışmanı olmasından kaynaklansa gerek. (0.C.) "fesad-ı
237
alınması, sultanın gözdelerinden Mehmet Paşa ile birlikte
başdefterdarın ölümüyle sonuçlanmış ve Osmanlı yıllıklarını o denli
çok dolduran üzücü gösterilerden bir örnek oluşturmuştur.

Hacı Kalfal ve Ali Efendi'ye göre, bu yılgünde savaşçıların sayısı


64.425 kişiye, aylıkları da 178.200.000 akçaya ulaşıyonnuş.2

1590-1591. Bu yılgünde ilgiyi, kapıkulu savaşçılarının temel


tüzüğüne aykırı olarak ilk kez yapılan bir uygulama çekmektedir. III.
Murat ocak komutanı ve ileri gelenlerinin karşı çıkmasına

aldırmayarak yetersiz ve değimsiz kişileri özel bir buyrukla kütüğe

yazdırdı.3

sikke ve nazır-ı sikke ... maktubi beylerbeyi Mehmet Paşa ... " (0.c.)
Bkz. Takvim-üt Tevarih, s. 127. " ... tashih-i sikke .. " (0.C.) Bkz.
Karaçelebizade, 1248, s. 469. Ayrıca bkz. Solakzade 1297, s. 613
(0.C.)
1 Düstur-ül Amel, C.2, s. 131 (tıpkıbasım)
2 Ayn-i Ali bu rakamı 178.260.000 olarak aktarmaktadır.
(Tıpkıbasım, s. 105)
3 Koçi Bey, bölüm 8; Cevdet C.5, s. 196. Osmanlı kapıkulu ordusunun
bozuluşu 16. yüzyılın son yansı içinde başlamış ise de, devlet adamları
ve ocak yıllanmışları Kanuni döneminden kalmış olduklarından
bozukluk kendisini çok duyurmamış, bu dönemde İran ve Avusturya
savaşlarının çok uzun sürmesi ocağa dışarıdan savaşçı alınmasını
gerektirmişti. 16. yüzyılın sonlarına değin sıkıdüzen içerisinde olan
bu ocakların yerine bundan böyle yasa dışı ve düzensiz bir uygulama
başlatılmış, devşirme ocağı gereken ilgiyi görmediğinden bozulmaya
başlamış, savaşçıların çoğuncasını eğitimsiz ve deyimsiz yabancılar
oluşturmuştu. (0.C.) Bkz. İ. Hakkı, Kapıkulu Ocakları, 1, s. 476-505;
11, s. 267; Y. Ercan, Devşirme Sorunu, Belleten, C. 50, Sayı 196, s.
679-722. 1590 yılında da bir para ayarlaması yapılmıştı. Cafer Paşa o
günün koşulları altında zorunlu olarak yarı yarıya düşük "şahi"
kestirmiş, bu nedenle Tebriz ordusu "ödeneklerimizin yarısı havaya

238
1592. Venedik elçisi Lorenzo Bernardo'nun aktardığına göre, 1 bu
yılgünde giderler gelirleri yarım milyon düka aşıyor ve buna karşın
Sultan III. Murat bu açığı iç hazinenin yardımıyla kapatmak şöyle
dursun üstüne üstlük dış hazinede bulabildiği altınları da oraya
aktarıyormuş.

Hacı Kalfa ve Ali Efendi'ye göre, 1592 yılgününde başkentin


gelirleri 293.400.000 ve giderleri de 700.000 açıkla 363.400.000
akçaya ulaşmakta idi. 2

1593. Üçüncü kez sadrazamlığa getirilen Siyavüş Paşa dış


hazinenin durmak bilmeyen sıkıntıları karşısında savaşçıların
aylıklarını ödeyebilmek için iç hazinenin (tresor interieur) yardımını
istedi. Önceleri buna ilgisiz kalan ///. Murat, aylıkların alacağa
sayılarak değil de tümden ödenmesini isteyen savaşçıların
takındıkları tutum üzerine iç hazineden 100 yük verilmesini
onaylamak zoruda kalmış ve bu para dış hazinedeki paraya eklenerek

uçtu" diye yakınmış, Cafer Paşa ödenekleri beşer onar akça artırarak
ancak seslerini kesmişti. (0.C.) Bkz. Peçevi, C.2, s. 105. Belin,
kapıkulu ocağının bozuluşunu 1590-1591 yılına dayandırıyorsa da, bu
kağşamanın daha önceleri başladığı bilinmektedir. 18 Kasım 1584'te,

kapıkulu savaşçılarını tecimle uğraşmalarını yasaklayan bir buyruk


bu savı doğrulamaktadır. (0.C.) Bkz. A. Refik, a.g.y., s. 191, 192.
Koçi Bey'de 1584 diyor. (0.C.) Bkz. 1284, s. 31
1 Relazione Venete, C.2, s. 347.
2 Düstur-ül Amel, bölüm 3, tıpkıbasım, s. 134'te 3.604 yük olarak
gösteriliyor. (360.400.000 akça 0.C.) bu açığın 700.000 değil
70.000.000 akça olması gerekiyor. (0.C.) Bkz. N. Vukuat, C. 1-2 s.
162. Kuruş, 14 Aralik 1581'de40 akça iken 1591-1592 yılgününde 70
akçaya yükselmişti. (0.C.) Bkz. A. Refik, a.g.y., s. 105 n. 2. Altın ise,
birkaç yıl içerisinde 120 akçadan 220 akçaya yükselmişti. (0.C.) Bkz.
N. Vukuat 1294, C. 1, s. 99.
239
onların istekleri yerine getirilebilmişti. l Sivayüş Paşa bu dağıtımdan
iki gün sonra görevi, üçüncü kez sadrazamlığa getirilen, Sinan Paşa'ya
bıraktı. (28 Ocak 1593 O.C.)

BİRİNCİ SÜLEYMAN DÖNEMİNE EK


"ASAFNAME" (Ek 2)
1. Sultan Süleyman döneminde, 1537-15402 yılgünleri arasında

Naima, C. l, s. 22; Fezleke. Ali Efendi 'ye göre, toplanmamış gelirler


de içerisinde olmak üzere bu yılgünde gelir-gider açığı 998 yük ya da
99.800.000 akça imiş. i. Hakkı, OT, 3/1, s. 125'te; 500'ü kara, 500'ü de
deniz ordusuna olmak üzere 1.000 yük akça çıkarıldığını ayrıca III.
Murat'ın savaş durumundaki ordunun aylıklarına karşılık altmış kese
arı altın gönderdiğini de yazıyor. Hammer, C.4, s. 198'de; "27 Ocak
1593'te yaya savaşçıların aylıklarının tümünün atlı savaşçılarının ise
ancak bir dilimi verildiğinden bu durum karışıklığa neden oldu, atlı
savaşçılar Defterdar Emir Paşa'nın başım istediler, III. Murat olası
bir kargaşayı önlemek için iç hazineden 100 yük verdi." diyor. (0.C.)
" ... sipah zümresi divan-ı hümayuna ... edüp Emir defterdarın başını
isterler... " (0.C.) Bkz. Solakzade, 1297, s. 472.
2 Lütfi Paşa 'nın sadrazamlık dönemi, 1539-1541 yılgünleri
arasındadır. (0.C.) Bkz. Hammer, C.3, s. 324, n. 17 "13 Temmuz
1539"; Hammer, C.3, s. 637. "13 Temmuz 1539-9 Mayıs 1541"; İ.
Hakkı, OT, 2,s. 548, "1539-1541"; M. Sertoğlu, s. 274, "13 Temmuz
1539-Nisan 1541'', Babinger, s. 89 "Mayıs 1541 'de görevden alındı."
Asafname; (Guide des grand vizirs), "Sadrazamlara Öğütler." Dört
bölümden oluşan bu yapıtın birinci bölümü; sadrazamın davranışı ve
alışkanlıkları nasıl olmalıdır? Sultan ile ilişkilerini nasıl
yürütmelidir? Kamu ile ilişkileri nasıl olmalıdır? Bunları bildirir.
İkinci bölümü, savaş ile ilgili önlemleri açıklar. Üçüncü bölümü,
hazine ile ilgili önlemleri öngörür. Dördüncü bölüm, kamu ile ilgili
önlemleri ·önerir. Lütfi Paşa'nın yakınmaları oldukça
düşündürücüdür. Önerileri, vergilerin sağlıklı bir biçimde
toplanabilmesi için otuz yılda bir yazım (tahrir) yapılmasını (s. 27);
konut göçünün önlenmesi ve yurtlarım bırakıp İstanbul'a gelenlerin
240
sadrazamlık yapmış olan Lütfi Paşa (ki, Rüstem Paşa onun ikinci
ardılı olmuştu) kendi yapıtı olan "Asafname"sinin ikinci bölümünde
(üçüncü bölümü olmalı O.C. bkz. s. 25), sadrazamlığa atandığı
günlerde hazinenin yokluk içerisinde olduğunu, gelir-gider açığına
kendisinin çözüm bulduğunu, Süleyman'ın başa geçtiği dönemde gelir
ve giderin denk olduğunu, giderlerin yeterli olmadığı dönemlerde
dışarıda bulunan eski hazineye başvurulduğunu, bunun ise karışıklığa
neden olduğunu, gelirlerin saltık bir biçimde giderleri aşması
gerektiğini vurguluyor ve o dönemdeki aylık alan savaşçı sayısının
15.000'e ulaştığını ekliyor.

geldikleri yerlere gönderilmesini (s. 27); sultanların savaşa doğrudan


katılmaları durumunda geleneksel bağışların dağıtılması
gerej<tiğinden, böyle durumlarda giderlerin iki kat olmasının
gözönüne alınmasını (s. 23); İstanbul'un öneminin denizden
kaynaklandığı, denizden güven olmayınca gemi gelmeyeceği, gemi
gelmeyince de İstanbul'un bayındır olamayacağını (s. 23); yakınılan
yöneticilerin anında görevden alınmamaları, önce öğüt verme
yolunun denenmesi, yola gelmezse ancak o durumda gerekenin
yapılmasını (s. 20); ederlerin devlet eliyle saptanmasının (narh)
başat görevlerinden birisi olduğunu (s. 20); yiyicilikten kesin olarak
kaçınmak gerekliliğini (s. 17) (yiyiciliğin bu görkemli dönemde bile
varlığını sürdürdüğü görülmektedir.); devletin vergi gelirlerinin satışa
çıkarılması yerine devlet eliyle toplanmasının (emaneten) yeğ
tutulmasını (s. 26); gelir ve giderlerin yıl sonlarında denetlenmesi ve
ona göre davranılmasını (s. 26) öngörüyordu. Lütfi Paşa, üçüncü
bölümde savaşçı sayısının 15.000 olmasına değiniyor ve bu sayının
gereğinden çok olduğunu, bunlara aylık yetiştirebilmenin yiğitlik
olacağını vurguluyor. (s.25) (0.C) Bkz. Lütfi Paşa, Asafname, (haz.
A. Uğur), Ank. 1982 (1000 Temel Eser: 87); Ayrıca bkz. Asafname,
İstanbul 1326 (26 s.) Otuz yılda bir sayım yapılmasını ileride
Defterdar "Sarı" Mehmet Paşa'da önerecektir. (0.C.) Bkz. Nesayih-
ül vuzara, (der. ve çev. H. Ragıp Uğural, Ank. 1969, s. 96.
241
Ayrım 2. 1595-1645.

DIŞ HAZİNENİN YETERSİZ KALIŞI;


AKÇANIN DEGİŞ DOKUŞ DEGERİNİN
KURUŞA ORANLA İLK KEZ
YÜKSELTİLMESİ; GELİR-GİDER ÇİZELGESİ
(BUDGET); VAKIF GELİRLERİ ARTANINA
ELKONULMASI; YÖNETİMDE DÜZELTİM;
ÜLKEDE VE PARASAL İŞLERDE DÜZENİN
YİNEDEN SAGLANMASI; BAYRAM PAŞA
VE KARA MUSTAFA PAŞA'NIN
SADRAZAMLIK DÖNEMLERİ;
ZORALIMLAR; GELİR GİDER DENGESİ;
GELİR ÇOKLUGU.

ÜÇÜNCÜ MEHMET DÖNEMİ (1595-1603)


1595. Başa geçişinin üçüncü günü kendisine ilk muştuyu getiren
yüksek görevliyi (ağa) 20.000 altın ile ödüllendiren l III. Mehmet,
devlet ileri gelenleri (grands de l'Etat) ve savaşçılara geleneksel başa
geçiş ödencesini dağıttı. 2 Bu dağıtımdan salt yaya savaşçılara

Fezleke. İlk muştuyu getiren, Bostancıbaşı Ferhat Ağa idi. (0.C.)


Bkz. Peçevi, C.2, s. 151.
2 "Cülus iıı' amı"
ya da "halışiş-i cülus" Naima, C.2, s. 177. III. Mehmet
varsıl sandığı hazineden başa geçiş ödencesi olarak 1.300.000
Venedik altını dağıttı. Sadrazam'a 30.000, sultanlık danışmanlarına
(vizirs), yargıçlara 20.000, "defterdar"a da 10.000 altın vermiş,
acemioğlanları bile bu dağıtımdan yararlanmışlardı. (0.C.) Bkz. V.
Şensözen, s. 19. "Sekban" ve atlı savaşçılar yasa gereği olarak 140
akça, yaya savaşçılar üçer binden başka, 400 akça da "kul akçası"
(hilat baha) aldılar (O.C.). Bkz. Z. Pakalın, Maliye Teşkilatı, C. l, s.
242
(yeniçeri) düşen pay 660.000 altın idi. 1
III. Mehmet'in akçaları, oylum ve yoğunluk olarak o denli
küçülmüştür ki, bunlar /. Abdülhamit'in döneminde kesilen
"dirhem"lerin aynısıdır. 2

1595-1596. Hacı Kalfa'ya göre,3 sayıları 81.870 kişiye yükselen


savaşçıların aylıklarının bir yıllık tutarı, 251.000.000 akçaya
ulaşmakta imiş.

Eylül 1596. Eflak Beyi Michel'e karşı açılan savaşta ordu

210, 211. Yaya savaşçılar kişi başına 3.000 akça aldılar ki, bu
dönemde 25 dükaya eşdeğerdi. (0.C.) Bkz. Hammer, C.4, s. 319, n. 1
Fezleke; Nuhbe, s. 431; Naima, C.l, s. 34. Ayn-i Ali'nin giderler
çizelgesinde bu ödence, "bağış" (donatives) olarak gösteriliyor.
2 M. Cayol 'un Para Dermesi. Para, III. Mehmet döneminde o denli
bozuldu ki, düka=l30 ve kuruş=80 akça değerinde idi. Paranın bu
denli bozulmasına aylık artışlarının neden olduğu sanılarak bu
alandaki savurganlığa engel olunmak istenmiş ve "çavuş"ların
(devlet kurulundaki görevliler), gümüşten topuz, eyer ve başlık;
sırmalı kadifeden kayış kullanmalarının yasaklanmasını öngören
buyruklar yayınlanmıştı. Bir süre sonra düka 160, kuruş ise 110
akçaya yükseldi. Oysa ki, hükümet sandıkları dukayı 110 ve kuruşu ela
60 akça üzerinden alıyorlardı. Yemişçi Hasan Paşa yineden para
bastırdı ki, buna göre, duka 220 akçadan 120 akçaya, kuruş ise 80
akçaya ayarlandı. (0.C.) Bkz. Hammer, C.4, s. 363, 364.
3 Düstur-ti! Amel, Bölüm 2, s. 131'cle 2512 yük (251.200.000); Ayn-i
Ali Efencli'cle ise, 251.280.000 akça olarak gösteriliyor./. Süleyman
Zigetvar üzerine yürürken (1566) kapıkulu savaşçılarının sayısı
48.133 idi, bu sayı 1588-1589 yılında 64.425, 1595-1596'da ise
81.870'e ulaşmıştı, bu artışa ocağa giriş kurallarına uyulmaması
neden olmuştu. (0.C.) Bkz. Ö. L. Barkan, Türkiye'cle Toprak
Meseleleri, Toplu Eserler, 1980, C. 1, s. 860.
243
komutanlığını üstlenen /l/. Mehmet, yasa 1 gereği olarak savaşçılara
l.OOO'er akça sevinmelikler dağıttı ki, bu savaşçıların sayısı 30.000'e
ulaşmakta idi. 2
Hacı Kalfa, başkentin
bu dönemdeki gelir-gider bağlamına ilişkin
olarak şunları söylüyor: ancak 3.000 yük gelire karşılık 9.000 yük
akça (900.000.000) gider olup, aylıklar 6.000 yük açıkla ödenmekte
idi.3
Savaş etkinliklerinin neden olduğu bu bunalımlı duruma karşın,
ünlü Kanije4 (Kanisoha) kuşatmasından sonra ordu başarısının
karşılığı olarak Ekim 1600 yılgününde özel bağış ve aylık artışları ile
ödüllendirildi, artışlar kişi başına gündelik 2 akça idi. 5
Bununla birlikte, birkaç yıldan bu yana ülkenin parasal durumu
geriye gidiyor, iç hazine kamusal görevlerin gereksinimlerini
karşılamakta yetersiz kalıyordu. Alaşımı arı paralar az bulunuyor,
giderleri kısmayı düşünmek bir yana, üstüne üstlük savaşçı sayısının
artırılması ve sevinmeliklerin de sürekli yinelenmesi gibi nedenlerle
artırmak için ne gerekiyorsa yapılıyor, Osmanlı ordusunun

Macaristan' daki utkuları bile durumu daha da olumsuzlaştırmaktan


öte bir işe yaramıyordu. Paraların değişim değeri yükseliyor,
Kaymakam Yemişçi Hasan Paşa arılığı düşük akça bastırmaktan başka

l Naima, C.l, s. 42.


2 Naima, C. 1, s. 49. Rycaut, C.2, s. 39'da diyor ki; bu savaşa giriş
ödencesi ok ve yay alımına özgülenmişti ki, <buna "sadak akçası"
(sadaq aqthecy) denilirdi. Okların konulduğu yere "belig" ya da
"sadak" deniliyor ,\le 80-90 ok aldığı söyleniyor. (0.C.) Bkz. F.
Sümer, Oğuzlar, Ank. 1972, s. 406.
3 Dütur-ül Amel, bölüm 3.
4 Bkz. Hammer, C.7, s. 359 ve C. 8, s. 379. Kentin ele geçirilmesinden
önce sadrazamın Arşidük Mathias'a gönderdiği 10. Eylül 1600
yılgünlü betik; Hacı Kalfa, Takvim.., üt Tevarih, s. 129
5 Naima, C.l, s. 72.
244
çıkar bir yol bulamıyordu. Alışıla gelen bu düzenleme kuşkusuz

hazineye yarar sağlamakta ise de en önemli sonucu, 40 akça değerinde

olan kuruşun, 80 akça olarak onaylanması olmuştur. 1

1602. İbrahim Paşa'nın yerine sadrazamlığa atanan (Temmuz 1601


O.C.) Yemişçi Hasan Paşa, aynı anda Macaristan ordusu
komutanlığını da üstlendi. Hasan Paşa'da öncelinin yanılgısını
sürdürerek, Buda kentini~ yiyecek, araç ve gereçlerini karşıladıktan
sonra Belgrat' a çekildiği sırada, atlı savaşçılara 2, yayalara da birer
akçalık yeni bir aylık artışı verdi.2

Naima, C. l, s. 74; Cevdet, C.5, s. 225. Hacı Kalfa 1586 yılı


olaylarında olduğu gibi (Takvim-üt Tavarih, s. 129) burada da
"tashih-i sikke" deyimi ile bir para ayarlaması yapıldığını
aktarmakla yetiniyor. Cevdet, C.5, C.5, s. 302'de yazıyor; III. Mehmet
döneminde sultanın adı, gümüş paralara "tuğra" biçiminde
konulmaya başlandı. Bununla birlikte "tuğra"lı paralar, III.
Mehmet'in ardılları dönemlerinde türlü paralarda genel ve kesin bir
kural biçiminde uygulanmış ancak, il. Mustafa döneminde ve 1696
yılından başlayarak genelleşmişti. Altın birkaç yıl içerisinde 220
akçaya değin yükseldi, 14 Eylül 1600 yılgününde yeni paralar
dolanıma çıkarıldı, 100 dirhem gümüşten 950 akça kesilmesi, altının
120, kuruşun da 80 akça olması öngörüldü. (0.C.) Bkz. M. Kütükoğlu,
1009 (1600) Tarihli Narh Defteri, s. 8; (Naima 1281, C. 1, s. 250'den
alıntı. O.C.) ve Hammer, C.4, s. 333.
2 Budin önlerine gelen Osmanlı ordusunda o denli kıtlık vardı ki, bir
"kile" un 20-22, bir "kile" arpa 15 dukaya satılıyordu. Buna karşın
Osmanı ordusu yine de Budin 'den yiyecek aldı. Budin yöneticisi Ali
Paşa, kentin daha çok kıtlığa düşmemesi için sadrazamdan orduyu
alıp göstürmesini istedi, bu isteği benimsemeyen Hasan Paşa, 2 Kasım
1602' de 2.000 yeniçeri, cebeci, topçu ve bir gönüllü birliğini kentte
bırakarak Petervaradin üzerinden Belgrat'a doğru yola koyuldu.
(0.C.) Bkz. Hammer, C.4, s. 344.
245
BİRİNCİ AHMET DÖNEMİ (1603-1617)
1603. 12 Aralık 1603 yılgünündel başa geçen 1. Ahmet, para
olmadığından başa geçiş edencesinin (atiye-i cülus-u hümayunP
dağıtımını yeni sadrazam, Ali Paşa'mn Mısır'dan gönderdiği iki
yıllık "hazine"nin gelişine değin erteledi, bu verginin tutarı
1.200.000 altın idi. Ancak, sadrazam ağırlıklarından (bagages) önce
başkente geldiğinden, dağıtım iç hazineden çıkarılan 700.000 altın
aracılığıyla yapıldı. 3 Savaşçılara bağışlar (in' anı) dışında yasa gereği
olan aylık artışları da verildi.4 Estergon'un (Gran) 1605 yılgününde
ikinci kez ele geçirilişinden sonra, yaya savaşçılara bir ve atlı
savaşçılara da ikişer akça olmak üzere yeni bir aylık artışı verildi.5
Sultan Ahmet'in akça ve Arabistan "dirhem"leri, oylum ve
yoğunluk olarak önceli sultan dönemindekilerden daha küçük idi. 6
Şeyhiziide aktarıyor; 7 savaşa girildiğinde yasa gereği olarak atlı
savaşçılar arasından,8 yıllanmışlık durumlarına göre 300 kişi
"mü/azim" (suppleants) olarak ayrılırdı. 9 Yıl sonlarında bunlardan
birisi kasadarlık, ötekisi de saymanlık görevlerini yürütmek üzere

Fransızca yapıtta "8 Recep 1012" olarak geçiyorsa da, doğrusunun


"18 Recep 1012" olması gerekmektedir. Ancak böylece 1. Ahmet'in
başa geçiş yılgünü olarak 22 Aralık 1603'e ulaşılabilir. (0.C.) Bkz.
Hammer, C.4, s. 360; Peçevi, C.2, s. 274
2 "Atiye" genelde özdeksel (materiel), "ihsan" ise tinsel (moral)
armağanı göstermektedir. "he! ceza-el ihsan ila bil ihsan" (Le
bienfait ne trouve-t-il pas en lui-meme sa propre recompense"
(İyiliğin ödülü iyilikle midir?) Belin, Etude sur la propriete, n. 89.
3 Nuhbe, s. 473.
4 Naima, C. l, s. 111.
5 Naima, C.l, s. 125.
6 M. Cayol, Para Dermesi
7 Üss-i Zafer, s. 239.
8 Bkz. Hacı Kalfa, Fezleke, yıl 1629 ve Naima, yıl 1631
9 ''Surnumeraire" (kadro dışı görevli) Bkz. Yıl 1782-1783
246
ikişerli olarak ayrılır ve bunlara baş ve öteki vergileri (droits)
toplamlarına özgü bir defter (un registre) verilirdi. Bu kişiler
gözetimleri altında toplanan paraları hazineye yatırdıklarında, baş
vergisi yükümlülerinden kişi başına 10 akça tutarında bir aracılık
akçası ( gülamiye) alırlardı. Barış dönemlerinde "mü /azim"
yazılmazdı, ancak, hükümet bu vergi toplayıcıların yükümlülere
baskı yapmalarından dolayı 1603 yılgününde bu görevin bundan böyle
bu kişilere verilmemesini öngörmüş, bunun üzerine başkaldıran
"mülazim"ler hükümeti uzlaşmak zorunda bırakarak, kişi başına 10
akça olmak üzere ellerindeki "haraç" pusulalarının tutarı olan 15
altın aracılık akçalarını öncelikli olarak almışlardı.

1605 yılgününde onlar yine aynı koşullar altında kişi başına 13


altın aracılık akçalarını (gülamiye) aldılar. 1

Kendilerine bu vergileri toplama yetkisi verilmeyen atlı savaşçılar,


vergi toplayanlardan söz ederek "Onlar savaşa gitmiyor, para alıyor,
bizlerde savaşa gidiyor ve bu paradan yararlanamıyoruz. Bu türe dışı
bir uygulamadır. Bu nedenle ayrım yapılmaksızın tümümüze birden
IO'ar akça "gülamiye" verilmelidir." diyerek, "gülamiye"nin tüm atlı
savaşçılara verilmesine yönelik bir uygulamayı başlatmışlardı. (0.C.)
Bkz. M. Cezar, Leventler, s. 53. Bu vergiyi toplama izni alanlar kişi
başına 1O akça alırlar ve de kamuya sıkıntı vermezlerdi, savaşlar
nedeniyle baş vergisinin toplanması "muhassıl"lara bırakılmış ve bu
görev açık artırma ile satılmış olduğundan, baskı da birlikte
başlamıştı. Yavuz Ali Paşa'nın ilk uygulamalarından birisi, bundan
böyle başvergisi toplama defterlerinin satılması ve 10 akçadan çok
aracılık parasının alınmasının yasaklanması olmuştur. Ancak,
Rumeli ve Anadolu atlı savaşçılarının yıllanmışları, defterlerin salt
altı bölük atlılarına verilerek kendilerinin kıygın edildiklerini ileri
sürmüşlerdi, sonunda tüm atlı savaşçılara 15'er altın "gülamiye"
dağıtıldı. (0.C.) Bkz. Hamer, C.4, s. 371. Sultan Ahmet'in
"gülamiye"nin bölük halkına verilmesine ilişkin buyruğuna, Ali
Paşa'nın verdiği yanıt için bkz. C. Orhonlu, Telhisler, s. 87 (telhis
100) 1604 yılgününde hazinenin gönendirimi amacıyla, camilerin
onarımına özgülenmiş paralara -barış döneminde geri verilmek
üzere- elkonulduğu gibi, ayrım yapılmaksızın konut başına birer
247
1606-1611. Naima, 1 bu dönemde dış hazinenin içine düştüğü
bunalımlı durumdan söz ederken, savaşın sürdürülebilmesi için iç
hazineden ya da sultanlara özgülenen Mısır vergisinden yardımda
bulunulması gerektiğini ileri süren Sunullah Efendi ile, bu yardıma
yanaşmayan I. Ahmet'in, duruma çözüm bulmak için toplanan devlet
kurulunda tartıştıklarını aktarıyor. Sadrazam Derviş Paşa, almak
zorunda kaldığı parasal önlemlerin uygulanmasında başarılı
olamayınca kamuoyunun baskısı altında yerini Macaristan ordusu
komutanı olan ve Zıtvatorok antlaşmasını yapan Murat Paşa'ya
bıraktı. Kara"çelebizade ve Hacı Kalfa,2 yeni sadrazamın ülkede düzeni

·:zekino" (125 akça Reyhanlı, s. 113, 0.C.) vergi de salınmıştı. (0.C.)


Hammer, C.4, s. 381 n. 132. Sözü edilen başkaldırı için bkz. Peçevi,
C.2, s. 239-240 (0.C)
Naima, C.1, s. 133; Hammer. (Bizdeki çeviride, C.4, s. 400, 401 O.C.)
Tartışmaiçin ayrıca bkz. Peçevi, C.2, s. 307 (0.C.)
2 Fezleke, Mehmet Paşa'nın yerine geçen Derviş Paşa, öncelinin
50.000 altın ile 10.000.000 akçaya ulaşan varsılığı dışında (Peçevi,
C.2, s. 303'te 150.000 altını ve 100 yük kuruşu vardı, diyor.) Öteki
taşınamazlarının da zoralımını buyurmuştu. (0.C.) Bkz. Hammer,
C.4, s. 399. Derviş Paşa'nın tepkilere neden olan bir uygulaması da
"şahnişin" (odanın sokağa uzantısı) başına 1.000 akça vergi salması
idi. (O.C.) Bkz. Hammer, C.4, s. 403. Bu vergi ardılı Murat Paşa
döneminde uygulamadan kaldırılmıştı. 11 Kasım 1606 yılgünlü
Zıtvatorok antlaşmasıyla, Avusturya elinde kalan Macar toprakları
için K. Sultan Süleyman döneminden bu yana vermekte olduğu
30.000 dukayı kaldırarak bir keze özgü olmak üzere, 200.000 kara
kuruş vermekle yükümlendiriliyordu. (Kara kuruş=2/3 duka altını
O.C. Bkz. N. Vukuat, C.1-2, s. 202) R. Ekrem, s. 56) Bu antlaşma ile
Osmanlı devleri ekonomik çöküntüye koşut olarak siyasal alanda da
bir gerileme dönemine girmişti. Şöyle ki, şimdiye değin "Nemçe
Kralı" olarak adlandırılan Avusturya kralı, bundan böyle "Roma
çesan" diye anılacaktı. (0.C.) Bkz. Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi,
C.3, s. 166, 167. "Kuyucu" sanı ile ünlü olan Murat Paşa, Avrupa' da
geçim ederlerinin yükselmesi, bunun sonuçlarının Osmanlı ülkesine
248
yineden sağladığını, öncelinin yanılgılarına düşmeyerek devlete yeni
bir dirim getirdiğini söylüyorlar.

1609. Murat Paşa'nın sadrazamlığı döneminde Ayn-i Ali'ninl


gelir-gider çizelgesi yayınlandı. Bu çizelgeye göre aylık alanların
sayısı; 91.203 kişiye, aylıklarının yıllık tutarı da 310.833.432 akçaya
ulaşıyordu. 2

BİRİNCİ MUSTAFA DÖNEMİ (1617-1618)


1617 · Hammer, 22 Aralık 1617 yıl gününde başa geçen3 I.
Mustafa'nın dağıttığı başa geçiş ödencelerinin tutarının 300.000.000

yansıması, tımar yönetimindeki değişiklikler, yönetici kesimin


değimsiz ve beceriksizliği gibi nedenlerden ortaya çıkan (Griswold, s.
XIX) ve Anadoluyu büyük bir kargaşaya sürükleyen "Celali"
ayaklanmalarının bastırılmasında çok büyük çabalar göstermişti.
1595 yılında başlayıp, 1603 yılgününde yayılarak 1610 yılına değin
süren bu büyük Anadolu kargaşası, Türkiye'nin salt ekonomik ve
siyasal değil, sosyo-ekonomik tarihi bakımından da büyük bir
inceleme konusu oluşturur. Şöyle ki, 15 ve 16. yüzyıllardakine
benzemeyen 17 ve 18. yüzyıl Osmanlı sosyo-ekonomik yapısı
kaynağını bu kargaşa döneminden almıştır. (0.C.) Bkz. M. Akdağ,
Celali İsyanları, Ank. 1975; W. J. Griswold, The Great Anatolien ... ;
Hammer, C.4, s. 425 ve sonrası; Mustafa Nuri, Netayic-ül Vukuat,
İstanbul 1294, s. 16-22 (0.C.)
Bkz. Bölüm 4.
2 Hacı Kalfa, Düstur-ül Amel, C. 2, s. 132'de; aylık alanların sayısını
91.202, aylıklarının yıllık tutarını da 310.800.000 akça; Hazerfen 'in
verilerine dayanan Ahmet Vefik Efendi de bu rakamları 91.235 ve
310.833.000 akça olarak aktarıyor.
3 Fezleke. I. Mustafa'nın başa geçiş yılgünü Fransızca metinde, "23
zilhicce" olarak gösterilmiş ise de Hammer, C.4, s. 404'te ''23
zilkade=22 Ekim" olarak aktarıyor. (0.C.)
249
akça (3.000.000 duka) olarak aktarıyor. 1

İKİNCİ OSMAN DÖNEMİ (1618-1622)


1618. Mustafa'nın üç ay dört gün süren egemenlik döneminden
sonra, yerine /. Ahmet'in oğlu il. Osman getirildi. Yinelenen bağışlar
ve büyük boyutlara ulaşan ödenceler hazineye yeni sıkıntılar yükledi.
Bağışların tutan tüm dağıtımlarda 3.000 yük akçaya ulaşmakta idi,
aynca ordu komutanı da savaşçılar için iki kat bağış aldı. 2

Hammer, C.8, s. 239 (bizdeki çeviri C.4, s. 498). Bir duka 300 akçaya
karşılıktı.Bu durumda aylıkların tutarının 1.000.000 duka olması
gerekiyor. Bu dönemde duka 300 akçaya fırlamıştı. H. Sahillioğlu,
1617 yılında bir altının 130 akça olduğunu yazıyor. Yine aynı
çizelgeye göre, altın ancak 1624 yılgününde 310 akçaya yükselmişti.
Bu yıllar arasında altının değeri şöyle idi.
GALATA YENİKÖY
1618 120 Akça 120 Akça
1619 150 Akça 150 Akça
1620 150 Akça 170 Akça
1621 150 Akça 170 Akça
1621 III. 160 Akça 170 Akça
1621Vlll.IX 160 Akça 180 Akça
1621 X 160 Akça 200 Akça
1621 XI-XII 170 Akça 200 Akça
1622 170 Akça 200 Akça
1623 200 Akça 200 Akça
1623 VIII 220 Akça 250 Akça
1623 XII 270 Akça 270 Akça
1624 iV 310 Akça 310 Akça (0.C.)
Bkz. H. Sahillioğlu, Sikkelerin Raici, s. 233.
2 Fezleke; Naima, C. 1, s. 187; Gülşen-i Mearif; Hammer, C.8, s. 240,
251 'de hazinenin üç ay içerisinde 6.000.000 duka bağış dağıttığını
aktarıyor. Üç ay içerisinde 6.000.0000 altın dağıtılması hazineyi
250
il. Osman adına basılan akçalar, kağıt yaprağından daha ince idi)
Bu nedenle bir para ayarlaması gerekiyordu, 19 Aralık 1618
yılgününde yayınlanan bir buyruk bu ayarlamanın uygulanmasını
öngörüyordu.
Para basımevi yöneticiliğine atanan İkinci Defterdar Bekir Efendi
bu amaçla bol sayıda külçeler alarak bunlarla akça ve sultanın adını
ansıtan 10 akçalık "Osmani"ler bastırdı.2 Eski paralar dolanımdan
kaldırılmıştı, ancak yeni akçanın yeterli sayıda bulunmaması arılığı
tam olan eski akçaların da dolanımına izin verilmesini gerektirdi.
Yeni para kamuoyunda "Bekir Efendi Akçası" diye adlandırılmıştı.3

1621. Ordunun başında ilk kez olarak Lehistan'a karşı açılan


savaşta bulunan l/. Osman, 12 Temmuz 1621 yılgününde Isakçı'ya
geldi. Burada, Tuna'yı (Danube) geçmek için köprü kurulmasını
bekledi ve aynı ayın 25. günü de savaşa giriş ödencelerini dağıttı.
Sultan otağındaki omağa (trône) oturmuş, hazinenin karşısında
"sayeban"lar (tendelets) kurulmuştu, sultanlık danışmanları ve
öteki devlet ileri gelenleri sanlarına göre yerlerini almışlardı, yaya
savaşçıları oda oda geldiler ve defter gereğince l.OOO'er akçalarını
aldıktan sonra sultanın önünden geçerek gittiler. Bu dağıtım, yaya

kuruttu. (0.C.) Bkz. Hammer, C.4, s. 500.


1 M. Cayol, Para Dermesi.
2 "Cedit akça ve onluk Osmani kat'ı feıman olundu" Naima, C. l, s.
190. "Yine o yıl ilk kez olarak on akçalık para kesildi." (0.C.) Bkz. '
Hammer, C.4, s. 507.
3 Naima, C. 1, s. 190, 280. Onluk Osmaniler ilk basıldıklarında bir
dirhem ve 15 kıratlık ağırlığında idiler. (drehm: 3, 10; 3,25 gr.
arasında değişen bir ağırlık ölçüsü idi. "Poids usite en Turquie, .. en
Egypt et en perse ... varie de 3gr. 1Oa 3 gr. 25" (0.C.) Bkz. Be sehere ile,
s. 1233) "Sultan Osman döneminde Mehmet Paşa sadrazam iken
yeni para basımıyla Bekir Efendi görevlendirildi ve para ayarlaması
yapıldı." "Biri bir dirhem olmak üzere Osman'i kat' olındı." (0.C.)
Bkz. H. Sahillioğlu, Sikkelerin Raici, s. 230.
251
savaşçılar için dört ve atlı savaşçılar için de beş gün sürdü. 1 Yaya
savaşçıların yarısına yakınının savaş alanından kaçtıkları söylentileri
üzerine 24 Ağustos günü ad okunarak yoklama yapıldı (nominal)
savaşçılar sultanın önünden birer birer geçerek yarımşar kuruş
tutarındaki bağışlarını aldılar. 1 Eylül'de Moldavya voyvodasına
karşı açılan savaş sırasında da "sayeban"lar kurduran il. Osman,
kendisine bir yağı başı ya da bir tutsak getiren savaşçılara bağışlar
dağıttı. 2

BİRİNCİ MUSTAFA'NIN
YİNEDEN BAŞA GEÇMESİ (1622-1623)
1622. Kamuoyunda amaçlı olarak çıkarılan söylentilerle, Sultan
Osman'ın kapıkulu ocağını ortadan kaldıracağı duyumu yayılıyordu.
Onların başkaldırmaları için başka bir nedene de gerek yoktu ve,
aylıklarının anlığı düşük paralarla ödendiği, emeklilerin aylıklarının
verilmediği, hazineyi soyanların asılmaları gerektiğini ileri sürerek
defterdarın başını istediler. Onların bu isteklerini yokumsayan il.
Osman yerini kardeşi Mustafa'ya bırakmak zorunda kaldı. İkinci kez
başa geçen Mustafa, 22 Mayıs günü bekledikleri başa geçiş ödencesi ve

Naima, C. 1, s. 196. Sultan Osman, savaşa katılan sultanların


vermeleri gelenek olan 1.000'er akça·yerine, aylıkların gündelik birer
akça artırılmasını önerdiyse de, savaşçıların bu öneriyi
benimsemedikleri görüldü. (0.C.) Bkz. Hammer, C.4, s. 525.
2 Naima, C. l, s. 198. Bu bağışlar bir yağı başı için bir altın idi. Ancak,
savaşçılar bu parayı "Bir yağı başı için bir altın ne demektir? Kişinin
onu getirebilmesi için kendi başını ortaya koyması gerekir." diyerek
azımsadılar. (0.C.) Bkz. Hammer, C.4, s. 533. il. Osman Hotin savaşı
sırasında ordu konaklama yerinde bulunanlara 1.OOO'er akça
dağıtmış, birkaç gün sonra gelenler ise bu bağıştan
yararlanamamışlar aynı nedenle bu savaşçılar Osman'ın karşıtlarına
karşı duyarsız kalmışlardı. (0.c.) Bkz. P.Wittek, C.l, s. 207, n. 137
"Osman Han şehid ... " (0.C.) Bkz. Netayic-ül Vukuat, 1294, s. 45.
252
aylık artışlarını (terakki) 1 vererek, savaşçıların açgözlülüklerini
giderdi. Ayrıca, "haraç" çizelgelerini atlı savaşçılara bıraktı ki, onlar
da aracılık akçasını (gülamiye;2 ayırıp almak için bunları Sultan
Ahmet Camii3 avlusunda açık artırmaya koyarak sattılar.4 Öteki
bölükler de ufak para5 istemediklerinden, başa geçiş ödencelerini altın
olarak aldılar.
Bu denli sık yinelenen ödenceler hazineyi boşalttığından, yeni
kaynaklar bulmak gerekiyordu. Sadrazam Davut Paşa, "müftü" ve
"kazasker"ler Yeni Cami'de (mosquee de Sultan Ahmet) bir araya
gelerek durum değerlendirmesi yaptılar, uzun ve yeğin
tartışmalardan sonra; giderler çıkarıldıktan sonra arta kalan vakıf
gelirlerine el konulması uygun görüldü. Vakıf gelirlerine bu tür el

Ravzat-ül Ebrar, C. l, s. 155. Bu artışlar kimi bölüklerde, gündelik bir,


kimilerinde ise 5 akça idi ki, yıllık toplamı 600.000 akçaya ulaşıyordu.
(0.C.) Bkz. Hammer, C.4, s. 553, n. 2, "taraf-ı hazane-i eltaf-ı
ilahiden hilat-ı saltanat-ı Osmani mükerreren Sultan Mustafa'ya
erzani olucak terakki ve bahşiş ile her sınıf tekrar nüvaziş olub
hazane-i amire-i sultaniye desti garet girandahane-i dervişane
döndü ... " O.C. Bkz. Karaçelebizade, 1248, s. 549.
2 Bkz. Yıl 1603.
3 Karş. Koçi Bey, bölüm 9
4 Naima, C. l, s. 291 'de, açık artırrı:ıa ile yapılan satışlarda paranın
tümü öncelikli olarak (muaccele) alındığından, artırmayı üstlenen
kişilerin bu paranın -tümünü yükümlülerden toplayabilmek için-
tutarını buyruğa yazdırdıklarını aktarıyor. Bkz. Belin, Etude Sur la ... ,
n. 173 ve 204.
5 Naima, C.l, s. 210; Hacı Kalfa diyor ki (Düstur-ül Amel, C.2, s. 32;
C.3, s. 135); Murat'ın (iV. Murat) haşa geçişine değin kapıkulu
savaşçılarının sayısı 100.000 kişiye ulaşmakta idi. Yaya savaşçılar
ufak para istemediklerinden, ödencelerini birkaç gün sonra kişi
başına 25 altın olarak aldılar. Başa geçiş ödencelerini tutarı
1.500.000 altına ulaşıyordu~ (0.C.) Bkz. Hammer, C.4, s. 553. Bu
dönemde altın 170 akça değerinde idi. (0.C.) Bkz. H. Sahillioğlu,
Sikkelerin Raici, s. 230.
253
uzatılmasının anısı "ebcet" yöntemine göre, "yuharrib-ül evkaf' 1
sözcükleri ile saklı tutulmuştu.

DÖRDÜNCÜ MURAT DÖNEMİ (1623-1640)


1622. iV. Murat'ın başa geçtiği yılgünde parasal sıkıntı o denli
artmıştıki, gümüş ve altını (dirhem ve dinar) gereği gibi orunlayacak
(representation) paranın bulunmaması bunları boşuna kullanılır
sözcükler durumuna sokmuş, geleneksel ödencelerin2 dağıtılması
sorunu ise bir bilmece olmuştu. Hacı Kalfa; "Ancak buna neden
şaşmalıdır? Savaşçıların başkaldırılarını yatıştırmak için avuçlar

Naima, C. 1, s. 211 ve Fezleke. D'Ohsson (C.7, s. 260), yapıtını yazdığı


yılgünde (Paris 1791), O.C.) hükümetin vakıflara 1.500.000 borcu
olduğuna değiniyorsa da, bu borç 1622 yılgününde olduğu gibi
zoralım biçiminde değil, sonradan ödemek koşuluna bağlı idi. Bkz.
Belin, Etude Sur la ... , n. 174 ve sonrası. Bu iki sözcüğün rakamsal
karşılığı (ebcet sayımına göre) H: 1031 (1622) yılgünüdür. (0.C.)

Bkz. F. Develioğlu, Lügat, s. 234. Önce Sultan Mustafa'nın, üç ay


sonra (üç ay on gün İ. Hakkı, OT, 3/1, sz. 127 0.c.) il. Osman'In, dört
yıl sonra yineden Mustafa'nın başa geçmesiyle beş yıl içerisinde
dilimi 300.000 milyon akçaya, bir başka deyişle 4.000.000 "riyal"e
ulaşan başa geçiş ödencelerinin dört kez yinelenmesi üstüne üstlük,
Mustafa'nın anasının, kendi oğlunu başa geçirmek için iç hazineden
dağıttığı sevinmelikler, ayrıca da Mustafa'nın balıklara bile para
atacak denli delice davranışları saray hazinesini boşaltıvermişti.
(0.C.) Bkz. V. Şensözen, s. 49; P. Wittek, C.I, s. 207, n. 137.
2 Ravzat-ül Ebrar, C.l, s. 158. Fransızca metinde iV. Murat'ın başa
geçişi 1622 yılgünü olarak gösteriliyorsa da doğrusu 1623 yılgünüdür.
(0.C.) Bkz. N. Vukuat, C. 1-2, s. 223; İ. Hakkı, OT, 3/1, s. 149; Peçevi,
C.2, s. 373. "9 Eylül 1623" "Sultan Ahmet Han sal-i irtihalinden
beru üç cülils in 'amı ve hotin seferi tedarik-i mehami hususan
eyyam-ı hercümerc-i devlet mustafuyade istilay-ı talangiran olan
hazane-i şahane cib-i mütlüshane dönüb dirhem ve dinar ismi bi
müsemma ve atiyye-i cülus tedarik-i feth-i müşkül bir muaamma
idi ... " (0.C.) Bkz. Karaçelebizade, 1248, s. 556.
254
dolusu para alınarak
hazinede bir şey bırakmamıştı" diyor. Bu durum
karşısında savaşçılar,bir an için, alıştıkları aylık artışı ve ödencelerini
hazineye bırakmaya yanaşmışlarsa da, daha sonra bu soylu özverilerini
yokumsayarak alacaklarını zorla (üstüne üstlük altın olarak, Tuği, s.
514 O.C.) istemişler, saray "harem"inde bulunan altın vazolar paraya
dönüştürülerek ödemeler yapılabilmiş, kamusal dinginlik ancak
sağlanabilmişti. 1

1623-1624. Sadrazam Merre Hüseyin Paşa yerini koruyabilmek


karşılığı savaşçılara oldukça yüklü paralar dağıtmasına karşın,2
aylıkları kuruş 100 ve duka 150 akça üzerinden ödemek zorunda
kalmıştı. 3 Paraların değerinin bu yükselişi sadrazamı çok güç bir

Fezleke; Naima, C. l, s. 219; Ravzat-ül Ebrar' da okunduğuna göre, bu


altın ve gmüşün paraya dönüştürülmek için alınması hazineye
borçlanmak koşuluyla yapılmıştı. Hammer'e göre (C.9, s. 3) Murat'ın
başa geçişinden bir ay sonra dağıtılan 2.000.000 altın (duka) için
oldukça uygun bir durumda bulunan özel hazineye başvurulmuştu.
Aynca bkz. Karaçelebizacle, 1284, 556 (0.C.)
2 Naima, C. 1, s. 216. IV. Murat döneminin 1622 yılgününden
başlatılması yanılgısının uzantısıburaya da yansımış, 30 Eylül 1623
yılgününcle görevden alınan Merre Hüseyin, IV. Murat'ın ilk
sadrazamı olarak gösterilmiştir. Oysa ki, IV. Murat'ın başa geçişi 9
Eylül 1623 yılgünüdür ve ilk sadrazamı da Kemankeş Ali Paşa'dır.
Sözü edilen dönem Hüseyin Paşa'nın ikinci sadrazamlık dönemidir.
5 Şubat 1623 yılgününde geldiği bu görevde çok kısa bir süre kalmıştı.
"Merre Hüseyin'in sadrazamlığa karşılık savaşçılara yüzbin flori
dağıtması, dört ay yedi gün için imiş." (0.C.) Bkz. Tuği Hüseyin,
İbretnüma (tan. M. Sertoğlu), Belleten Xl/43 (1947), s. 512.
3 Hammer, C.8, s. 350, 359 ve 360. Merre Hüseyin, aylıkları kuruş 100,
altın da 150 akça üzerinden ödemek istemişse de, savaşçılar kuruşun
80, altının da 120 akça üzerinden sayılmasında diretmişler ve bu
istekleri onaylanmıştı. (0.C.) Bkz.Hammer, C.4, s. 576, n. 46.
Kaymakamlığa gözdikmekle suçlanarak Ağustos 1624 yılgününde
öldürülen Hüseyin Paşa'nın konutunda, 50.000 duka ile, değerli
255
durumda bırakmış, bu nedenle ortaya çıkan karışıklıklar ancak, geçici
çözüm yollarına başvurularak bastırılabilmişti. Ödenmesi gereken üç
aylıkların tümlenebilmesi için para basımevinden saraya taşınan
işliklerde, sofra takımları ile saray ahırındaki koşum takımlarının
altın ve gümüşünden para bastırıldı. Bununla birlikte, ana sultanın
koruyuculuğu bile sadrazamlıkta tutulmasına yeterli olamamış ve
Merre Hüseyin Paşa görevi Kemankeş Ali Paşa'ya bırakmak zorunda
kalmıştı. Kemankeş Ali Paşa, görev anlayışındaki katılıkla tanınmak
şöyle dursun üstüne üstlük, devlet görevlerini para karşılığı satmak
için kayınatası Bostanzade Mehmet Efendi'nin saygınlığından bile
yararlanmaktan çekinmemişti. 1 1625. Ali Paşa'nın yerine geçen Gürcü
Mehmet Paşa, değişik ve bu arada parasal alanda da düzeltim yapmak
çabasına girişti ise de, ancak, kendisine karşı düzenlenen oyunlar
(intrigues) altında ezilmekte gecikmedi. 2

taşlarla bezenmiş bir kılıç bulunmuştu. (0.C.) Bkz. Hammer, C.5,


s.32.
Ravzat-ül Ebrar, C.l, s. 158; Naima, C.l, s. 219. Kemankeş Ali Paşa,
Sultan Murat'ı başa geçirme eyleminden yüreklenerek yiyicilikle iş
görmeye başlamıştı. Bu konuda uyarıda bulunan Şeyhülislam
Zekeriyazade Yahya Efendi bu uyarısından dolayı görevden
alınmıştı. (0.C.) Bkz. A. Mumcu, Rüşvet, s. 155.
2 Naima, C.l, s. 261; Hacı Kalfa, Düstur-ili Amel bölüm 2'de, Gürcü
Mehmet Paşa'yı Türkiye'de yenilik ve düzeltimler yapan
sadrazamlar arasında anıyorlar. Fransızca metinde 1625 olarak
geçiyorsa da bu yılgünün 1624 olması gerekiyor. (0.C.) Kemankeş
Ali Paşa'nın yerine geçen sadrazam, Gürcü Mehmet Paşa değil,
Çerkez Mehmet Paşa 'dır. Gürcü Mehmet Paşa 3 Nisan 1624
yılgününde sadrazamlığa atanan Çerkez Mehmet Paşa'nın
İstanbul'da yerine bıraktığı yardımcısı (kaymakam) olup, parasal
işlerde düzenlemeler yapmış, altını 120, kuruşu da 80 akçaya
indirmiştir. (0.C.) Bkz. Hammer, C.5, s. 71, n. 179. Ö.L. Barkan, 27
Kasım 1624 yılgününde bir para ayarlamasının yapıldığından söz
ediyor ve şunları ekliyor. 1545-1659 yılgünleri arasında geçen 114
yıllık parasal bunalımlarla dolu bir evre içerisinde, paranın değer

256
Ordu komutanlığını da (serasker) üstlenmiş olan sadrazama aynı
yılgünde seslenen bir buyrukta, "mülazimet"e alınma koşulları
ansıtılarak, savaşçıların bundan böyle eskiden olduğu gibi, savaş
dönüşü "mülazim" yazılmakla yetinmedikleri, çoğunlukla ölen
savaşçıların görev belgelerini de ele geçirerek bu yolla ve türe dışı bir
biçimde kendi kendilerine "mukataacı" (concessionnaire),
"mütevelli" (administrateur de vaqoufs), "nazır" (inspecteur
desdits), "katip" ve "cabi" (comptable et collecteur du djizie)I gibi
görevleri üstlendikleri ekleniyordu. Buyruk ayrıca, devlet
gelirlerinin (mukataa) önceleri üç yıl için ve kesin bir güvenceye
bağlanarak "emanet" (regie) yolu ile yönetilmesine karşın, bugün
altı ayda bir görev (hizmet)2 karşılığı verildiğini, ve bu nedenle de

ayarlamaları nedeniyle akçanın, altına göre büyük değişikliklere


uğraması, belirli bir değer ölçüsünün bulunmayışı yüzünden,
karşılaştırılan rakamların aynı değeri taşımadığı gözlemlenmektedir.
Örneğin; Ebubekir Ağa 'nın, 15-24 Ağustos 1624 yılgünlü kalıt
dizelgesinde, bırakıtının değeri 2.136.740 akça olarak saptanmış
ancak, eski ederlere göre bulunan bu tutarın, yeni çıkarılan akça ile,
gerçek değerinin 498.999 akça olarak onaylanması gerekmiştir.
Saptanan saymaca düşüş %77 oranındadır. (0.C.) Bkz. Ö. L. Barkan,
Tereke Defterleri, s. 454. Ocak 1624 yılgünlü bir buyrukta, altının
120, kuruşun 80, esedi kuruşun 70, zolotanın 50 ve babkanın (?)
(Polonya'nın ufak bir gümüş parası, (0.C.) Bkz. H. Sahillioğlu, Raic,
s. 232) 6 ve Mısır parası ile Osmaninin 3 akça olduğu öngörülüyordu.
(0.C.) Bkz. B. S. Baykal, Para Düzeni, s. 54 XVll. yüzyılın ilk kırk
yılı içerisinde, 1600-1618-11624 ve 1640 yılgününde olmak üzere dört
kez para ayarlamasına başvurulmuştu. (0.C.) Bkz. M. Kütükoğlu,
1624 Sikke Tashihinin Ardından Hazırlanan Narh Defterleri,
İÜEFfD, XXXIV (1984), s. 123-182.
Bkz. Yıl 1603-1604.
2 "Hizmet" sözcüğü burada, sürekli bir görevi tanımlamaktan öte,
aşağıdaki beylik belgeden alınan tümcede de görüldüğü üzere, geçici
bir görev karşılığında verilen ödeneği göstermektedir. "harcı ilam ve
hizmeti mübaşiriyesiyle beraber meblağı mezhur tahsil" (N. devra
payer la somme de ... plus les frais de sentence et de mubachir, charge
de citer !es parties au tribunal et de les y faire comparaitre) Raşid,
257
yıllık gelir tutarının bilinemediğini, bu gelirlerin gereksiz bir
biçimde tüketildiğini, devlet kasasında önemli ölçüde açık
bulunduğunu şöyle ki, önceleri üç yıl l üzerinden satışa çıkarılan vakıf
gelirlerinin bugün bile elden ele yineden satıldığını, bundan dolayı
camilerin gelir kaynaklarının kuruduğunu öngörüyor ve bu konularda
sadrazamı uyarıyordu. Yolsuzlukların en kısa bir sürede önlenmesi
ise sadrazama gönderilen sultan buyruğundan; "mülazim" olarak
yazılan atlı savaşçı sayısının sınırlandırılması, şu anda bayrak altında
bulunup bu tür görevleri üstlenmiş olan savaşçıların sayısının
alışılageleni aşmaması ve kütük çizelgelerinin titiz bir biçimde
denetlenerek, boşalan görevlerin saptanması öngörülüyordu. Bu
buyruğun öngörülerinin savaş döneminde uygulanmasının
olanaksızlığı gözönüne alınarak, barış dönemine ertelenmesi uygun
görüldü.2 Ancak işin ilginç yanı, 1628 yılgününde Erzurum' da ortaya
çıkan bir başkaldırıyı (rebelle Abga) bastırmakla görevlendirilen
birliklerin geri dönüşlerinde, Tokat'la konakladıkları sırada sözü
edilen ayrıcalıklar yine "mülazim"lere verilmişti. 3

1628. Bu yılın ilkbaharı başlarında Hamedan üzerine yürüyen


sadrazam (ve de ordu komutanı) savaşçıların aylıklarını ödemek
üzere Üsküdar'da (Scutari) konakladı. Ancak, savaşçılar daha sonra
baş defterdar olan Bekir Paşa'nın 1618 yılgününde bastırdığı bu
paraları, arılığı bozuk gerekçesiyle almamış, ödemelerin arılığı tam
akça ve kuruş üzerinden yapılmasını istemişlerdi. Hüsrev Paşa,

C.l, s. 266'da bu görevliler için "ehl-i hizmet" deyimini kullanıyor.

Bu üç yıl, ekilmemiş toprakların yineden diriltilmesi için verilen


yasal süredir. Bkz. Belin, Etude Sur la .. ., n. 229. Ayrıntılı bilgi için
bkz. Hammer, C.5, s. 72, 304. 305 (0.C.) ··
2 Karş. Üss-i Zafer, s. 240.
3 Naima, C. 1, s. 268. 6 Nisan 1628 yılgününde Halil Paşa 'nın yerine
sadrazamlığa atanan Hüsrev Paşa, devletin başına büyük sorunlar
açan Abaza Mehmet Paşa'yı Erzıırum'da kırk gün kuşatarak
yakalamış ve İstanbul 'a getirmişti. "Rebelle Abga" tümcesindeki,
"abga"nın Abaza olduğu anlaşılıyor.(0.C.) Bkz. i. Hakkı, OT, 3/2, s.
383.
258
karşılıkolarak bu dikbaşlıları kütükten sildirmek istemişse de, bu
önlem uygulanamamıştı. 1

1630. Ba,~dat önlerinde etkinlik gösteren ordunun komutanlığına


atanan Süleyman Paşa, birlikteliğinde getirdiği hazineden, yaya
savaşçılara (fantassin) birikmiş olan iki dilim üçer aylıklarını, atlı
savaşçılara da onar kuruştan oluşan birer "gülamiye" dağıttı.2 Aynı
yılgünde gözdelerinden (favori) Göriceli Koçi Bey'in iV. Murat'a
sunduğu önemli bir yapıt, sultan üzerinde çok büyük bir etki yapmış
ve onun gelecekte uygulayacağı, siyasal ve yönetimsel
düzenlemelerden çoğuncasının esin kaynağını oluşturmuştur. 3 Koçi
Bey, yapıtını yazdığı yılgündeki aylıklı savaşçı sayısını 92.602 kişi
olarak aktarıyor.4

Naima, C.l, s. 277. Fransızca metinde 1628 olarak geçiyorsa.da, İ.


Hakkı, OT, 3/1, s. 168 ve Hammer, c.5, s. 104'te bu yılgünü 2 Mayıs
1629 olarak gösteriyorlar. (0.C.) Hüsrev Paşa, sözü edilen bu
karışıklığa önayak olan, Mütesellim Mehmet, Rum Mehmet ve
Dağ/aı· Delisi (Bkz. A. Refik, Osmanlı Devrinde Zorbalar, İst. 1932,
s. 12- 18) ile onlara yardım edenleri astırmak istedi, bunların adlarını
kütükten sildi. Ancak, bu zorbalar birbirleriyle büyük bir dayanışma
içerisinde olduklarından ele geçirilemediler, savaş da başlamak üzere
olduğundan bu tasarısını ertelediği gibi, üstüne üstlük sildiği adları
bile yerinde bıraktı. (0.C.) Bkz. Hammer, C.5, s. 104, 105.
2 N_aima, C. l, s. 293. Bu dağıtım 6 Eylül 1630 yılgünüde yapılmıştı.
(0.C.) Bkz. Hammer, C.5, s. 118.
3 Karş. Hammer, C.8, s. 236. Belin, ilgi çekici olan bu yapıtın bir
örneğini, yayınlanan aslından tamamlayıp Fransızcaya
çevirdiğinden ve, Journal asiatique'nin Eylül 1863 yılgünlü sayısının
231. sayfasında bu yapıta değinildiğinden ve Ahmet Vefik Paşa'nın
bu konudaki yardımlarından söz ediyor. Bkz. Bianchi, Journal
asiatique, Ağustos-Eylül 1863, s. 23 !.
4 Koçi Bey, bölüm 7. Yapıtı incelendiğinde Koçi Bey'in iyi bir öğrenim
gördüğü anlaşılıyor. Osmanlı devletinin en acımasız sultanlarından
birisi olarak tanınan IV. Murat'a bile sarayın ve devlet örgütünün
259
1631-1632. Yukarıda sözü edilen buyruğun öngördüğü
düzenlemeler etkisiz kalmıştı. Sadrazam Hüsrev Paşa, önceleri de
olduğu üzere baş vergisinin toplanmasını atlı savaşçılara bırakmış ve
ek olarak da "mülazim"lere verilen "hizmet"lere oldukça yüklü bir
"gülamiye" ayırmıştı. Ayrıca, ülkeye "çizme baha", "tavuk baha",
"arpa baha" v.b.g. adlar altında yeni vergiler salmıştı. 1
Atlı savaşçıların bıktırıcıisteklerine son vermek isteyen Sultan
Murat, 29 Mayıs. 1632 yılgününde tüm üyelerinin (cour pleniere)
anık bulunduğu bir "ayak divanı" topladı. Daha önceleri de söz
edildiği gibi, olağan uygulama, savaşa girildiğinde 300 atlı savaşçının
"mülazim" (suppleants) yazılmasından ve savaşın bitiminde de
bunların görevleri karşılığı "divan hizmetleri"yle (hidemat-ı
divaniye) ödüllendirilmelerinden öte bir şey değildi.

günden güne bozulduğunu, bu koşullar altında özenli bir biçimde


önlemler alınmazsa ülkenin yıkıma sürüklenebileceğini çekinmeden
söyleyebilmiş ender kişilerden birisidir. Koçi Bey, devletin çöküşünü
K. Sultan Süleyman dönemine değin geri götürerek, kapıkulu ocağını
da eleştirecek ve devlet örgütündeki kağşamaların ilk kez bu
dönemde başladığını ileri sürecek denli büyük bir yüreklilik
göstermiştir. (0.C.) Bkz. G. Kuray, Türkiye'de Bir Machıavelli, Koçi
Bey, Belleten, C. LII, sayı 205, s. 1655-1662. Aylıklı savaşçı sayısı
92.602 değil, 92.206 idi, (0.C.) Bkz. Koçi Bey, 1284, s. 30.
Savaş giderlerini karşılamak üzere salınan vergiler. (Frais d'entree
en campagne, de vivres et de fourrage) Kırım Hanına özgülenen
"çizme baha" 40.000 flori imiş. Naima, C. I, s. 349 Kırım Hanı 1593
yılgününde Ya111k (Raab 0.C.) kuşatmasından önce Osmanlı
ordusunun konaklama yerine geldiğinde kendisine, "teşrif-i kudf.im"
(bienvenue) adı altında 5.000 altın verilmişti. Hacı Kalfa, Fezleke.
Kırım Hanlarına savaş giderlerine karşılık olarak verilen "sekban
ücreti" için bkz. M. Cezar, Leventler, s. 23, n. l (0.C.) İran üzerine
yürürken, 5 Temmuz 1635 yılgününde Erzurum'da konaklayan iV.
Murat'a sadrazam eliyle "kııdum-u peşkeş" olarak 50 kese kuruş,
değerli taşlarla bezenmiş dört at takımı, 35 bohça kumaş (çuka) ve
iki "hançer" sunulmuştu. (0.C.) Bkz. Hammer, C.5, s. 200
260
"Mülazim"lerin sayısı birkaç yıldan bu yana giderek artmış ve
onbine ulaşmıştı. Yasa, barış döneminde "mülazim" yazılmasını
yasaklamışsa da, atlı savaşçıların çıkardıkları bir başkaldırı sonucu
binlercesi aynı göreve yazılmıştı. Bunlar bundan böyle "hidemat-ı
divaniye", "voyvodalık" ve "has"larla (domaines) yetinmeyip, vakıf
yöneticiliği (mütevelli), vergi toplayıcılığı (dibi ve katip),
imparatorluk vakıfları denetmenliği (nazır) v.b.g. l "hizmetleri"
ellerine geçirmişlerdi. Kurulan yasakları etkisiz kalınca, iV. Murat,
sultanlık danışmanları (vizirs), din bilginleri, devlet kurulu üyeleri,
yaya savaşçıları, subayları ve atlı savaşçıları, komutanlarını bir
toplantıya çağırdı. Kurulun 8 Haziran 1632 yılgünlü bildirisinde,
isli'im vakıflarını ve kamuoyunu savaşçıların baskılarından korumanın
ve bunları güvence altına almanın, sultanın din ve ülke adına başat
görevi olduğu öngörülüyordu.2 Törenlerle kutlanan bu düzenlemeler
sonucu, "ağır hizmet" ve "voyvoda" görevlerini iyeliklerinde
bulunduran tüm ocak komutanlarının (ağa) kayıtları ana kütükten
silindi.

1632. Bu düzenlemelerin uzantısı olarak, Anadolu ve Rumeli'deki


"tımar" ve "zeamet"lerin yoklaması yapıldı, atlı ve yaya
savaşçıların çoğuncası "tımar" almak için aylıklarını ( u l ılfe)
bıraktılar. 3 Ayrıca, birbirini izleyen birçok yönetimsel önlemler
alındı. Örneğin; "müteferrika" ve "çavuş"ların, adlarına ek olarak
belirgin bir fiziksel özelliklerinin de yazılarak, kütük kayıtlarının
yineden düzenlenmesi; "mukataa", "avarız" ve başvergilerinin4 açık
artırma ile satışa çıkarılması ve bu gelirlerin öncelikli (pi c h i 11)

Bkz. yıl 1603-1626. "mülazim" sayısı 10.000'e ulaşmıştı. (0.C.) Bkz.


İ. Hakkı, OT, 3/1, s. 187, n. !.
2 Fezleke; Naima, C.I, s. 314; Hammer, C. 9, s. 184, 188 (bizdei
çeviride C.5, s. 304, M.İ. 2) Sözü edilen toplantı, Sinan Paşa köşkünde
yapılmıştı. (0.C.) Bkz. i. Hakkı, y.a.g.y. s. 187.
3 Naima, C.l, s. 319.
4 Naima, a.g.y, s. 322.
261
olarak alınması gibi.

1635. Hammer'in Osmanlı Monteskiyo'su diye görkemli bir san


verdiği ünlü gözdesinin bilgece öğütlerinden esinlenen Sultan Murat.
kimi kez elisıkılığı ile suçlanmasına neden olan bir biriktirim
uygulamasını başlattı ise de, ordunun Erzurum ve Erivan üzerine
yaptığı saldırı sırasında birçok savaşçının savaş alanından kaçmasının
nedeninin, bağışların azlığına dayandırılması üzerine 4 Temmuz 1635
yılgününde geleneksel ödenceleri dağıtmak zorunda kaldı. Ancak,
arılığı tam akçalarla yapılmadığından ödemeler yarı yarıya eksik
olmuştu.! Naima diyor ki, Murat, Erivan kuşatması sırasında
giysisinin eteğini kuşağına sokmuş bir durumda savaşçıların ortasında
duruyor, altın ve gümüş keselerinin ağızlarını açtırıyordu. Savaşçıları
yüreklendirmek ve vuruşmaya özendirmek için bir yağı başı getirene
40 kuruş, atları kırıma uğrayana 50 flori, yaralılara 25 ve bunlardan
birisini taşıyıp getirene de lO'ar kuruş veriyordu. (Yağı toplarının
attığı gülleleri toplayanlara da birer altın veriliyordu. 0.C. Bkz.
Hammer, C.5, s. 203) Erivan kısa bir sürede ele geçirildi ve buradaki
hazine, kuşatma sırasında dağıtılan ödencelerle boşalan iç hazineye
aktarıldı.

Naima, Sultan Murat'ın yönetimdeki katılığını göstermek için,


savaştan dönen atlı savaşçılara ödenmesi gereken aylıklarını uzun bir
süre geciktiren ve onların alacaklarının karşılığını tecim ürenleriyle
vermek isteyen gümrük yöneticisinin acıklı sonundan söz ederek,
sultana yapılan gizli duyurum üzerine bu yöneticinin, açgözlülüğünü
başı ile ödediğini aktarıyor.

Naima, a.g.y., s. 351. Hammer, Koçi Bey'in yapıtı için;


"Monteskiyo'nun Roma devletinin çöküşünü anlatan ölümsüz
yapıtının yerini tutar." diyor. (0.C.) Bkz. Hammer, C.5, s. 283. Kişi
başına 1.000 akça (5 aaltın O.C.) verilmesi gerekirdi. Ancak
ödemeler saymaca değeri, gerçek değerinin yarısı denli olan bir para
ile yapılmıştı. (0.C.) Bkz. Hammer, C. 5, s. 199, 200.

262
1636. Aynı anda ordu komutanlığını da (serdar) üstlenmiş olan
Sadrazam Bayram Paşal, bu görevi nedeniyle 1637 yılında Amasya'ya
geçti. Naima, Bayram Paşa'nın bu kente bir su yolu yapımı için (kendi
cebinden O.C. Bkz. Hammer, C. 5, s. 228) kuruş, dokuz dirhem arı
gümüş üzerinden2 20.000 kuruş verdiğini ekliyor.
Hacı Kalfa'da, parasal işlerde düzeni sağladığından dolayı,
Bayram Paşa'yı Kara Mustafa Paşa'ya eşdeğer olarak anıyor. Ancak,
sadrazam eliyle önceleri yapılıp da bu dönemde kuruş ayarını
saptamaya yönelik önemli sayılabilecek bir düzenleme dışında,
başkaca bir ekonomik olgudan söz etmiyor. 3

1638. Tayyar Paşa, Ağustos ayında (17 Ağustos, Hammer, C.5, s.


239 0.C.) Bayram Paşa'nın yerine geçerek iki yüksek orunu birden
üstlendi ve, Bağdat üzerine yönelen savaşçılara (kul) kişi başına
l.OOO'er kuruş sevinmelik (in' anı) dağıttı. Aralık ayında yapılan bir
saldırı sırasında ölen Tayyar Paşa'nın yerine, Macar asıllı olan ve
sıradan bir "yeniçeri" iken, devletin en yüksek orununa değin çıkan
Kara Mustafa Paşa geçti.

"Vezir-i azam-ı serdar-ı ekrem" 11 Nisan 1663 yılgününde Almanya


ordusu komutanlığına atanan Köprülüoğlu Ahmet Paşa'da "serdar-ı
ekrem" sanını almıştı.
2 Naima, C.l, s. 379. "kuruş ki, her kuruş dokuz dirhemi şer'i simi
halistir." (ne uf dranıe legales d' argeııt pur) karş. Hammer, C.9, s. 307
(bizdeki çeviride, C.5, s. 228) Sözü edilen para 20.000 değil, 15.000
kuruştur. " ... Hl.kin ziyade harca muhtaç edüğin ilam ettiklerinde
Bayram Paşa Hazretleri ol saat tenbih eyledi, hazinelerinden onbeş
bin guruş nükut ifraz olunub ... " (0.C.) Bkz. Naima 1283, C. 2, s. 324.
3 Düstur-ül amel, bölüm 2. Önceleri 80 akça olan Osmanlı kuruşu,
1636-1637 yılında 90 akçaya yükselmişti. (0.C.) Bkz. Mantran, C.l,
s. 234, tablo 2. 1635 yılının altıncı ayında 240 akça olan altın, 1637
yılının altıncı ayında 250 akçaya yükselmişti. (0.C.) Bkz. H.
Sahillioğlu, Sikkelerin Raici, s. 233.

263
Aynı yıl içerisinde, saymanlığın yüksek bir görevlisi devletin
gelir ve giderlerini içeren bir çizelgeyi, yönetimin genel işleyişiyle
ilgili ayrıntılı bilgilerle birlikte sultana sundu. 1

SULTAN İBRAHİM DÖNEMİ (1640-1648)


İbrahim, başa geçer geçmez sultanlık danışmanları, yörelerin ileri
gelenleri (aians) ve devlet kurulu üyelerine "kaftan"lar, din
bilginlerine de bağışlar (atiie) dağıttı. Bunlar kişi başına 40'ar kuruş
aldılar ki, bu dönemde 5.000 akçaya eşdeğerdi. 2 Aynca savaşçılar,
bağışlarla birlikte aylık artışı da aldılar.

Naima, C. 1, s. 388. Bu J .OOO'er kuruş bize oldukça çok görünüyor.


Hammer'in, C.5, s. 242'de yazdığı gibi 1.000'er akça olması, akla ve
ekonomik verilere daha uygun geliyor. (0.C.) Vecihi, Mustafa
Paşa'nın Avlonya'lı olduğunu yazıyor. (s. 42) Hammer, Macar asıllı
diyorsa da belgelendirmiyor. (Ata Bey çev. C.10, s. 12) Hacı Kalfa
(C.2, s. 232) Arnavut idi diyor. (0.C.) Bkz. İ. Hakkı, OT, 3/2, s. 387 n.
3. Öyle sanılır ki, sözü edilen, "Nasihatname" denilen yapıttır,
kimliği bilinmeyen yüksek bir görevli bu bilgileri 1640 yılında Sultan
İbrahim'e sunmuştu. Yazar, vergi toplayıcılarının onurlu ve erdemli
müslümanlar o.iması gerektiğini, ancak böylece yiyiciliğe
bulaşılmadan işlerin yürüyebileceğini salık veriyor, ayrıca yıl
başlarında (muharrem) açık artırma ile satılan vergi çizelgelerinin
alımı için para önerildiğini, bu paranın ise halkın sırtından çıktığını
vurguluyordu. (0.C.) Bkz. A. Mumcu, Rüşvet, s. 96.
2 Naima, C. 1, s. 421. Kuruş= 125 akça. Yasal sınırını aşan kuruş, daha
da yükselmek eğiliminde idi. Bu dönemde akçanın bir değer
düşürümüne uğratıldığı anlaşılmaktadır. İlk değer düşürümü 1584
yılında yapılmış olup, bir ikincisi olası ki, 1640 yılına doğru
yapılmıştı. Ancak öyle görünmektedir ki, en kısa sürede akçanın
değerini yükseltmek girişiminde bulunulmuş ve akça 1660 yılgününe
değin kararlılığını az çok korumuştu. (0.C.) Bkz. Mantran, C. l, s.
239. Akça iV. ~1urat'tan önce 1 1/2 kırat, iV. Murat ve 1. İbrahim
döneminde 1 1/4 kırat, 1655 'tap başlayarak da bir kırat gümüş
içermektedir. (0.C.) Bkz. Mantran, s. 234, tablo 2.
264
1641. Parasal işlerde düzenleme yapmak isteyen sadrazam,
dolanımdaki paraların kaldırılarak yerlerine Sultan İbrahim adına
basılan yeni tip paraların kullanılmasını buyurdu. 1 125 akçaya
yükselen kuruş ile, 250 akçaya fırlayan altın bundan böyle doğal
değerlerini bularak, 80 ve 160 akçaya düşürülmüş, aylıklar da
(mevacib) Aralık ayında bu yeni para ile ödenmişti.2 Hacı Kalfa ve
Naima bu yeni kuruşların basımından söz etmiyorlar. Anılarını, sözü
edilen kuruşların dolanıma çıkarılmasından önce yazdığı sanılan
"Nasihatname"nin yazarı şöyle bir açıklamada bulunuyor. "Kuruş
dokuz buçuk dirhemdir. 3 (Le ghourouch est de neuf drames et demie)
Dirhemin on akçaya bölündüğü varsayılırsa,4 kuruştan 95 akça
üretilir, 12 akçaya bölünürse bu kez de akçalar çok ince olacaktır.
Varılacak sonuç ne olursa olsun, 125 akçanın sürüm değeri, bir kuruşa,
bir başka deyişle kızıl bir mangıra (manguyr rouge)5 eşdeğer
olacağından, devlet görevlileri aylıkları ile geçimlerini
sağlayamayacaklardır. Buna, bir çözüm bulunması gerekir."6
Hacı Kalfa'ya göre, 1641 yılı sonlarında aylıklı savaşçıların sayısı
59.257 kişiye, bunların aylıklarının yıllık tutarı da 263. 100.000
akçaya düşürülmüş, ancak bu durum çok uzun sürmemiş ve giderler
bundan önceki boyutlarına ulaşmıştır.7

Ravzat-ül Ebrar, C.l, s. 180; Takvim-üt Tevarih, s. 134 "tecdid-i


sikke" (0.C.) T. Tevarih, Bkz. s. 134. "sikke-i selatin piş-i endahte-i
cib-i abtal olub nam-ı namii şehriyari ile müzeyyen ceycl de cedit
akçe şehir ve bazarı mal-a mal eyledi..." O.C. Bkz. Karaçelebiz~de,
1248, s. 610.
2 Fezleke; Naima, C. 1, s. 422.
3 Bkz. Yıl 1636-1637
4 Bkz. Yıl 1618
5 "Hemen kıpkızıl menkıre benzer"
6 Nasihatname, Viyana'daki el yazması
7 Düstür-ül Amel, s. 132 ve 135, basılı metin. Koçi Bey, yapıtını yazdığı
1632 yılında aylıklı savaşçı sayısının 92.206 kişiye ulaştığını,
bu
duruma bir çözüm bulunması gerektiğini salık veriyordu. 1640
265
1643 yılı,Türkiye ekonomik oluşumunda önemli ve özel bir yer
tutmaktadır. Kara Mustafa Paşa'nın yönetimde uyguladığı
düzeltimler sonucu olarak salt gelir-gider dengelenmesi değil, belirli
bir gelir artanı da sağlanmıştı. 1 Bununla birlikte, Mustafa Paşa gerek
bencil öç alma duygularını boşaltmak, gerekse de gözdağı vermek için,
iV. Murat'ın gözdelerinden olan eski "silahtar"ı, ordunun
aylıklarına özgülenen2 ve yıllık tutarı 80.000 kuruşa ulaşan Kıbrıs
vergisini üç ya da dört yıllığını aşırmakla suçlayarak tutuklatmış ve
astırmış, varlığından ele geçirilen 5.000 kesesi de hazineye
aktarılmıştı. Bu, olayyazarlarca değinilen ilk zoralım örneğidir.
Naima ve Hacı Kalfa'dan ikisi de, Kara Mustafa Paşa ile ilgili olarak
görkemli övgülerde bulunuyorlar, anlatımında çağdaşı Hacı Kalfa'ya
göre daha açık bulunan Naima, sadrazamın, ülkenin çeşitli yörelerinde
ortaya çıkan başkaldırıların önüne geçtiğini, devlet hazinesine gönenç
getirmeye çalıştığını ekliyor,3 ve sözlerini şöyle sürdürüyor. "Ancak,
Kara Mustafa Paşa bu amacına ulaşmak için başvurduğu önlemlerle
kimi kızgınlıkları da üzerine çekmişti, o, kimi ödenekleri kıstığı,
kimilerini de kaldırdığı gibi, atlı savaşçı sayısını 12.000, yaya sayısını

yılında bu sayının 59.257'ye düşürülmüş olması, Koçi Bey'in önerdiği


önlemlerin alınmış olmasıyla açıklanabilir. (0.C.) Bkz. Ö. L.
Barkan, Toplu Eserler, C. 1, s. 860.
1 Hacı Kalfa, Fezleke ve Düstur-ili Amel, s. 120 (tıpkıbasım)
2 Naima, C. 2, s. 6. Osmanlılarda ilk zoralım olgusuna F. S. Mehmet
döneminde rastlıyoruz. Varlıklarına el konulan ilk devlet görevlileri,
Çandarlı Halil Paşa ile, Yakup ve Mehmet Paşalardır. Halil Paşa'nın
120.000 duka altınına el konulmuştu. (0.C.) Bkz. T. Timur, s. 108.
"Kıbrıs hazinesiki senede seksenbin kuruş ider. .. dahil hazine-i
amireye olmayub kul mevacibine veriliyordu üç dört sene miktar-ı
mal mezkuri .... " (0.C.) Bkz. Naima, C. 2, s. 6 (TB)
3 Naima, C. 2 s. 22

266
da 17.000'e indirmişti.ı Kim olursa olsun düzmece yolla "esami"2
elde edenleri kovuşturup gerekli yaptırımları uygulamış, genel sayım
yaptırmış, yiyecek ve yakacak ederlerini saptamış, "'tezkere" 3
kullanımını kaldırarak, hazine gelir ve giderlerinin öncelikli
(comptant) olarak toplanıp kullanılmasını sağlamış, savaşçı ve
görevlilerin aylıklarını süresi içerisinde ödemiş, "riyal"in değerini
80 akçaya düşürmüş, hazinenin yıllık giyim ödencesi (indemnite
d'habillement) olarak ödemede bulunduğu iç oğlanları (pages du
nouveau serail) aylıklarını divan giderleri4 arasında göstermiş, küçük

Karş. Fezleke ve Vecihi. Hacı Kalfa ekliyor (Düstur-ül Amel, b. 3);


"l 643 yılına doğru giderler 550.000.000 akçaya düşmüştür."
2 Esame, "esami"nin yanlış olarak yazılışıdır. (Cevdet, C.2, s. 58)
Üzerinde, iyeliğinde bulunulan kişinin adını ve biçimsel bir özelliğini
içeren bir olası bir yoklamada aylığa yetkin olduğunu gösteren bir
belgedir. (role ou bulletin) karş. Mem. du baron de Tott, C.2 s. 167.
Yoklama, "keşif' ve "tahkik" ile eşanlamlıdır. Orduda, doğrulama,
inceleme, gözden geçirme anlamındadır. ( Capitıılatioııs, art. 82) 27
Mayıs 17 40 yılgününde Fransa ile yapılan ıryrıcalıklar sözleşmesinin
82. tanımlığında şöyle geçmektedir. " .... İsa'nın gömülü olduğu yerin
kiliseleri yılda bir kez yoklama oluna ... " (0.C.) Bkz. N. Erim,
Devletlerarası Hukuk ve siyasi Tarih Metinleri, Ank. l 953, C. l, s.
113. Halk, baskı ve zorbalıklar nedeniyle şuraya buraya
dağıldığından, vergi toplayıcıları gelirlerin azalmaması için eski

sayım defterleri uyarınca işlem yapıyor, konutunda bulunmayanların


vergisini de öteki köylülerden alıyor, köylüde dayanma gücü
bırakmıyorlardı. Bu yüzden yineden sayım yapmak zorunluluğu
doğmuş, böylece yükümlüler gereğinden çok vergi vermekten
kurtulmuşlardı. (0.C.) Bkz. i. Hakkı, OT, 3/2, s. 390 n. 2
3 "Hazine bonosu" (Bon sur le tresor); belgit anlamındadır. Hazinenin,
üzerinde yazılı parayı bir alacaklıya ödemesi gerektiğini gösteren bir
belgedir. Kara Mustafa P.a§a "tezkere"leri kaldırarak, ödemelerin
doğrudan yapılmasını buyuımuştu. (O.C.) Bkz. i. Hakkı, y.a.g.y., s.
390.
4 Divan sözcüğüyle, sultanın özel hazinesinin anlatılmak istendiği
sanılıyor.

267
yaştaki çocukları da yükümlendirerek baş vergisi gelirlerini
artırmıştı." 1 Son olarak da, Rumeli yöresine "avarız"2 adı altında bir

Bu, yasa dışı


bir uygulama idi. Bkz. Etude sur la ... , n. 93. " ... yeni
sarayın içoğlanları
ulufesini divana raptidüb ve beher sene hazineden
kaftan bahası verilmek paşay-ı merhumun eseridir" (0.C.) Bkz.
Naima, C.2, s. 30 (TB)
2 Kadırgaların donanımı için (Pour l'armement des galeres).
Relazione Yenete, C.l, s. 421. Hammer, C.8, s. 47'de bu verginin en
ezici vergilerden olduğunu yazıyor. (Cet impot, nomme avarız, dit
Hammer, est un des plus vexatoires) Bu sözcüğün değişik bir anlamda
kullanıldığı da görülmektedir. Bkz. Yıl 1650 ve bu yapıtın sonundaki
ek. Eki buraya almayı uygun gördük. (0.C.) (ek 3) Lütfi Paşa' ya göre
avarız; son dönemlerde yükümlülerden dört ya da beş yılda alınan bir
vergiydi. Bu sözcük kuşkusuz ki olağandışı bir vergiyi (accident ce qui
n'est parti ordinaire ansıtmaktadır. Kişi başına 20 akça olarak
saptanan bu vergi, ordu için gerekli olan "peksimet"in alınmasına
özgülendiğinden, "peksimet-baha" (indemnite de biscuit) diye
adlandırılmıştı. Lütfi Paşa, yükümlülerin aşırı yükten korunması için,
bu verginin sürekli olarak salınmasını kınıyor, gerçekten de bu vergi
1. Selim döneminde bir kez salınmıştı. Asafname yazarı (Lütfi Paşa),
avarızın, kadırgalar yönetimi için alınan kişisel bir vergi olduğunu da
ekliyor. Kadırgalarda kürek çekmekle yükümlü olmak üzere dört
konut başına, ergin ve sağlıklı bir genç alınırdı, bunlara, denizde
geçirdikleri süre içerisinde gündelik olarak 10 akça ödenirdi. Bkz. Yıl
1632, 1642 ve Belin, Etude sur la ... , n. 334. Avarız ürün olarak ya da
doğrudan (nakid) alınırdı. "Hizmet" biçiminde alınan olağanüstü
vergi türleri de vardı, ancak bu zorunlu ''hizmet"in karşılığı ödenirdi.
(0.C.) Bkz. S. Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, (çev. B.
Kuzucu, İst. 1980, s. 133. 1539 yılında Ankara yargıcına gönderilen
bir yazıda, 1.500 "avarız hanesi"nden oluşan bu kentten 12 konuta
karşılık, bir kürekçi akçası olmak üzere, bunun parasal tutarı olan
2.500'er akçanın toplanması öngörülmüştü. (0.C.) Bkz. M. Akdağ,
Celali, s. 57. Devlet, vergi toplayıcılarının (nıiihaşir) salmaları altın,
arı kuruş, esedi kuruş, şahi ve zorunlu durumlarda da arı ve ağırlığı
tam akça olarak almaları konusunda kesin buyruklar veriyordu. Bu
paralar olağan değerlerinden 2 akça eksik olarak sayılacaklardı. Salt
268
tür deniz vergisi saldı ki, bu yükümlülük ayrım yapılmaksızın tüm
halka uygulanmıştı. Kara Mustafa Paşa bu tür değişik önlemlerle
sadrazamlığının ilk beş yılı içerisinde 6.000 keseden çok bir gelir
artanını hazineye aktarmayı başarmıştı. 1 Ancak, devlet hazinesi için
oldukça yararlı olan bu önlemler birçoklarının çıkarlarına
dokunduğundan, Kara Mustafa Paşa'nın ortadan kaldırılmasını
amaçlayan uzlaşmaz karşıtlar ortaya çıkardı. Bunlar, sultanın
gözdelerinden Cinci Hüseyin Efendi ile işbirliği yaparak, sultanın
kendisine olan güvenini sarsmayı başardılar. Sultan İbrahim'de kendi
düzensizlikleri içerisinde yuvarlanıp gittiğinden onu, karşıtlarının
çıkarları uğruna gözden çıkardı. Kara Mustafa Paşa öldürüldü ve tüm
varlığına elkonuldu. Konutunda bulunan 30.000 flori2 hazineye
aktarıldı. Naima, "ardılları bu sadrazamanın yönetimini örnek
almalıdır" diyor.3 Hacı Kalfa'da "Kara Mustafa Paşa son sadrazam
olmuştur" diye ekliyor.4

şahi, yarım akça eksiğine alınacaktı. Böylece örneğin, altın 120'ye


değil l 18'e, arı kuruş 78'e, esedi kuruş 68'e ve şahi 7 akça üzerinden
alınacaktı. Hazine yararına olan bu uygulamaya "tefavüt-i hasene"
denilmekte idi. (0.C.) Bkz. M. Akdağ, Celali, s. 56, 58. Avarız
Osmanlı imparatorluğu yapılarının evrimi bakımından kendine özgü
çok önemli iki özellik gösterir birincisi, doğrudan doğruya devlet
eliyle toplanır, ikincisi de, para dalgalanmalarına karşı yüzyıllar
boyunca değişmeden kalan öteki vergilerin tersine tutarı yasalarla
saptanmamış olan avarız, evrime uğrar. Böylece devlet doğrudan
aldığı vergilerle toprak üstencesinin (sipahi) parasal kaynaklarını
azaltır. (0.C.) Bkz. S. Yerasimos, s. 133. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ç.
Uluçay, 18 ve 19. Yüzyıllarda Saruhan'da Eşkiyalık ve Halk
Hareketleri, İst. 1955. s. 42-47; Z. Pakalın, Deyimler, C. 1, s. 112- 114.
Kuşkusuz ki, "yedek hazine" " ... altıbin kese akça arturub hazine-i
amireye teslim itmiştir. .. " (0.C.) Bkz. Naima, C.2, s. 30 (TB)
2 Naima, C.2, s. 30.
3 y.a.g.y., C.2, s. 30 "mesleğe sonra gelenlere düstur ve amil oldu"
(0.C.) Bkz. Naima, C.2, s. 30 (TB)
4 Fezleke, Hacı Kalfa 1657 yılgününde (6 Ekim 1657 O.C.)
269
öldüğünden, Köprülülerin görkemli dönemlerini görememişti.
Okçuluğundaki becerisinden dolayı "kemankeş" önadını alan (İ.
Hakla, OT, 3/2, s. 390) Mustafa Paşa, devletin parasal durumunu
içeren bir yazanağı da Sultan İbrahim'e sunmuştu. Bu yapıtta;
parasal konuda büyük çabalar göstermenin, sultanların en önemli
görevlerinden biri olduğu, paraların arılıklarının çok bozulduğu, bu
nedenle kamunun büyük sıkıntılara uğrayarak yoksullaştığı,
sultanların ününün paranın değeriyle ölçüldüğüne değinilerek, tek
çözüm yolunun para ayarlaması yapılması ve danışma kurulunun bu
konuda uyarılması gerekliliği öngörülüyordu. Hammer'in C.5, s.
340'ta "okur yazar değildi" dediği Mustafa Paşa'nın bu yazanağının
aslı İstanbul Nuriosmaniye kütüp. 4950 numarada kayıtlı bir dergiyi
oluşturan beş yapıttan birincisidir. 13,8X20 boyutunda ve 120
yapraktan (varak) oluşmaktadır. (0.C.) Bkz. F. R. Unat, Kemankeş
Kara Mustafa Paşa Layihası, Tarih Vesikaları, C.l, sayı 6, Nisan
1942, s. 443-480. Mehmet Halife de, Kara Mustafa Paşa'dan övgüyle
sözetmekte ve ülkenin tek bir yöresinde bile başkaldırı kalmadığını,
savaşçıların aylıklarının süresi içerisinde ve altın=80 kuruş üzerinden
aldıklarını aktarıyor. (0.C.) Bkz. Tarih 'i Gılmani, (haz. Ö.
Karayunak) s. 41, 42. Bahai Efendi "recep" ayında gerçekleşen ay
tutulması dolayısıyla Kara Mustafa Paşa'nın ölümü üzerine şu
dizeleri sıralamıştı: Mühr-i ikbiil-i vezir oldu giriftar-ı küsuf Yüzü ağ­
ola zuhur etti hele hükm-i husfim (0.C.) Bkz. Naima (çev.) İst. 1968,
C. 4, s. 1595. Bkz. Yıl 1653 (0.C.) Naima, Mustafa Paşa'nın okuma-
yazması olmadığını aktarıyor. " .. vezir-i mezbur akil ve .. olub ancak
noksanı okur ve yazar değil idi kendi dahi itiraf idib ben bu makama
layık değilim" demişti. (0.C.) Bkz. Naima, C.2, s. 30 (TB). Naima,
aynı yerde Mustafa Paşa'nın 5 yıl, 4 ay aynı görevde kaldığını da
aktarıyor. (0.C.)

270
Ayrım 3. 1645-1656.

HAZİNEDEKİ PARA SIKINTISI; GELİR­


GİDER AÇIGI; ZORALIMLAR; VERGİLERİN
ÖNCELİKLİ OLARAK TOPLANMASI;
KANDİYE ORDUSUNA ÖDENMESİ
GEREKEN AL Ti DİLİM ÜÇER AYLIKLAR;
TARHUNCU'NUN GELİR-GİDER
DÜZENLEMELERİ; ETKİSİZ KALIŞI;
VAKIFLARDAN YAPILAN BORÇLANMA;
PARALARIN DENETİM VE İNCELEMEDEN
GEÇİRİLEREK ALINMASI.

Hazeıfen'e göre;! 1645-1646 yılı içerisinde savaşçıların sayısı


59.257 kişiye, aylıklarının bir yıllık tutarı da 263. 100.000 akçaya
ulaşmakta idi.
1647. Son yönetimin getirdiği özdeksel ve tinsel sonuçlar yok
olup gitmektedir. Saray ve "harem"in savurganlıkları hazinede

Ahmet Vefik Efendi'nin el yazmasındaki not. Antoine Galland'ın


yıllığına göre, Hazerfen Hüseyin Efendi 1671- 1673 yılları arasında
İstanbul'da Fransız. elçisi olan Marguis de Nointel'e ünlü yapıtını
armağan ederek onunla tanışmış ve birçok kez elçilikte yemeğe
çağırılmış, Avrupalı bir çok gezginle söyleşide bulunmuş ve onlara
belgeliğini açmış olduğundan, batılı yapıtlarda,"çok iyi öğrenim
görmüş bir kişi" diye geçmiştir. En ünlü yapıtı; "Tenkıh-ül Tevarih-i

müluk" (Nuruosmaniye kütüp. 3264-3265), batı kaynaklarından


yararlanılarak yazılmış genel bir tarihtir, 1673 yılı olaylarıyla sona
erer. "Telhis-ül beyan fi kavanin'i Ali Osman" adlı ve devlet örgütü
ile ilgili yapıtı da çok ünlü olup Phis de la Croix eliyle Fransızcaya
çevrilmiştir. (0.C.) Bkz. A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, İst.
1970, s. 156, 157.
271
sıkıntılar yaratıyor, üç aylıkların ödenmesinde yeni güçlüklerle
karşılaşılıyor,salt kimi ayrıcalıklı kişiler alacaklarına sayılarak para
alabiliyor, devlet görevleri ancak saray kadınlarının önerileri ile
veriliyor, yargı ve orduya yönelik yüksek görevler, kamusal
gereksinimler ileri sürülerek daha çok para verenlere dağıtılıyordu.
Görev değişimi o denli sık oluyordu ki, çoğunlukla o görevi üstlenen
kişi daha verdiği parayı bile geri alamadan aynı görev bir başkasına
yineden satılıyordu. 1

1648. Yazar, yürek karartıcı bu görünüme ek olarak; Kandiye

Naima, C.2, s. 125. Sultan İbrahim 'in uçarı yaşamı, kadınlar ve onu
eğlendirenlerin düzenledikleri toplantılarla geçiyordu. Söyleşide
bulunanların en ünlüsü "Şekerpare" denilen Şahsuvar Usta adındaki
kadındı. İbrahim 1643 yılında bu kadına devlet hazinesinden bir
konut da aldırmıştı. Sultan İbrahim'in kadınlarla gereğinden çok
ilişkisi, onu tümüyle sinirli yaparak ölçüsüz ve acımasız bir duruma
getirmişti. (0.c.) Bkz. Hammer, C.5, s. 359-361. Anadolu Baş Yargıcı
Cinci Hoca, yargıçlıkları 3-4.000 kuruşa değin satmakta idi. Ünlü
Miis/ühiddiıı Şam yargıçlığının 19.000 kuruşa, Siyami Efeııdi'de
Selanik yargıçlığını 10.000 kuruşa almışlardı. (0.C.) Bkz. A. Refik,
Hoca Nüfuzu, İst. 1933, s.26, 27. Çoğu kez Cinci Hoca ile
Şeyhülisllimmbir yargıçlığı iki kişiye sattıkları da olurdu. (y.a.g.y., s.
26) Gelir kaynaklarını artırmak için, para vererek görev almış olan
yargıçların bir yıl bile sona ermeden görevden alındığı olurdu.
Kayseri Yargıcı İsmail, bu görev için 3.000 kuruş vermişsede, iki ay
sonra görevden alınmıştı. Başvurusu üzerine 1.000 kuruşu geri
verilmiş ancak İsmail, iki aylık görev için verdiği 3.000 kuruşun
getirisinin (800 kuruş) yeterli olacağını ileri sürmüş ve geri kalan
2.000 kuruşu da istemişti. Durum sadarazama duyurulmuş, Cinci
Hoca 2.000 kuruşu da vermek zorunda kalmıştı. (0.C.) Bkz.
Hammer, C. 5, s. 396. "beş altı hasekinin senevi haslarından yüzbin
kuruş hasıl olduğundan maada" ... "kul mevacibi verilmekte azim
usret çekülüb" .. "rüşvet ile mansıb alanlar verdiği akçayı hasıl
itmezden evvel mansıb bir ahıra bey olunurdu" (0.C.) Bkz. Naima,
C.2, s. 125. (TB)
272
önlerinde savaşan ordunun yiyeceğinin kalmadığını, alması gereken üç
dilim üçer aylıklarının ödenmediğini 1 kısacası, sarayın savurganlığına
son verilmesi ve yolsuzlukların düzeltilmesi adına Sultan İbrahim'i
alaşağı eden bir başkaldınnın ortaya çıktığını aktarıyor.2

DÖRDÜNCÜ MEHMET DÖNEMİ (1648-1687)


Bu sıkıntılı duruma karşın, savaşçılara geleneksel başıı geçiş
ödencelerinin en kısa sürede dağıtılması gerekiyordu. Hazinede para
olmadığından kişilerin özellikle de Sultan İbrahim'in gözdesi Cinci
Hoca' nın yasa dışı yollarla elde ettiği varsıllığına başvurmak
zorunluluğu gündeme geldi. Hazineye yardım yapması önerisini
yokumsayan Cinci Hüseyin tutuklanarak tüm varlığına el konuldu.
Bu yoldan hazineye, 3.000 kese para, 200 kese değerinde altın ve gümüş
girdi. 3 Karaçelebizade sözü edilen ödence için Ekim ayının ilk

Naima, C.2. s. 130. Ali Ağa aracılığıyla Kandiye ordusuna ancak, üç


aylıkbir ödenekle, bir yıllık kumaş (çuka) ve yetersiz de olsa savaş
araç ve gereçleriyle yiyecek gönderilebilmişti. (0.C.) Bkz. Hammer,
C.5, s.405.
2 Naima, C.2, s. 165.
3 y.a.g.y., s. 173-176. Geleneksel başa geçiş ödenceleri büyük tutarda
para gerektiriyordu. Hazine bunu karşılayabilecek bir durumda
değildi. Cinci Hoca'dan 200 kese akça istendi ise de alınamadı.
Tutuklanan Cinci Hoca'nın konutunda 200 kese akça ile, bohça
bohça armağanlar, altın dolu iki sandık, ellinin üzerinde samur kürk
bulundu ve bunlara elkonuldu. Kovuşturma sonucu, ayrıca 3.000
kesesinin daha olduğu anlaşıldı, kıyınçtan korkan Cinci Hoca 12
güğüm çil akça ile 70.000 kuruşu da sakladığı merdivenin altından
çıkardı. 200 keseyi vermekten sakınırken, tüm varsıllığını yitirdi.
Ödemeler bu paralarla yapıldı. Sakladığı çil akçalar "Cinci akçası"
diye elden ele geçerek ünlü oldu. (0.C.) Bkz. İ. Hakkı, OT, 3/1, s. 241;
Hammer, C.5, s. 437, 438. Ayrıca bkz . .A. R. Altınay, Cinci Hoca'nın
İdamı, Tarih ve Edebiyat Mecmuası (1979) s. 43-47. "Cinci Hüseyin
Efendi'den iki yüz kese akça imdat taleb olunmuş idi mezbur imtina
edüb virmedi" (0.C.) Bkz. Naima, C.2, s. 173 (TB) "halk mabeyinde
273
günlerinde iç hazineden (hazine-i amire-i enderun) 4.080 kese
alındığını aktarıyor. l
Naima, bu açıklamayı doğrulamamakla birlikte salt 50.000 yaya
savaşçının kişi başına 3.000 akça, ayrıca da 7 akça aylık artışı, atlı
savaşçıların kişi başına 1.000 akça ile 5 akça aylık artışı aldığını
aktarıyor.2
Hacı Kalfa'ya göre,3 bu dönemde gelirler 361.800.000, giderler
500.500.000 ve açık 138.700.000 akçaya ulaşıyormuş.
"Koca Vezir" sanını alan Sofu Mehmet Paşa yeni sultanın ilk
sadrazamı oldu. Saltık yetkilerle donatılan Mehmet Paşa, sarayın
"enderun" (du harem) bölümünün savurganlığı ile yönetimin (du
biroun)4 gereksiz tüketimlerini önlemek için büyük çabalar gösterdi,
gümrüklerle, tuzlaların ve sultanlığa özgülenmiş (tahsis edilmiş)
öteki gelirlerin (mukataa) izin belgelerinin (berat) denetimini

cari ve muteber olub Cinci paresi dimekle şöhret buldu" (0.C) Bkz.
Naima, C.2, s. 176 (TB) s. 143.
Ravzat-ül Ebrar, C. 2, s. 5. Karaçelebizade, iç ve dış hazineden
verilen paraları tek bir rakamla gösteriyor. Hammer, C.9, s. 191 'de
devlet hazinesinin 3.080, iç hazinenin de 1.000 kese verdiğini yazıyor.
Ödemelerde kişi başına düşen payın değişmezliği (fixe) ilgi çekicidir.
Şöyle ki, IV. Mehmet'in başa geçiş ödencesi ile ilgili olarak Eyubi
Efendi'nin düzenlediği çizelge ile, lll. Mehmet'in aynı dağıtımına
ilişkin olarak Ayn-i Ali Efendi'nin düzenlediği çizelge içerik olarak
birbirine uymaktadır. Kişi başına 3.000 akça verildiği gibi ayrıca
gündelik 5 akça da aylık artışı yapıldı. Ocakların 24 subayı da iç ve
dış hazineden ayrı ayrı l.OOO'er akça aldılar. (0.C.) Bkz. Hammer,
C.5, s. 439.
2 Naima, C.2, s. 177. "Ellibin yeniçeri bahşiş almış sipahiye biner akça
ile beşer akçe terakki ve yeniçeri üç bin akçe atiye ile ulufelerin
yediye tekmil vechi üzere terakkiler verildi." O.C. Bkz. Naima, c. 2, s.
177. (TB)
3 Düstur-ül Amel, bölüm 3
4 Naima, C.2, s. 179.
274
yaptırıp kimilerinin ödeneklerini kaldırdı, kimilerini de düşürdü,
"veledeş" 1 ile ilgili belgeleri kendi gözetiminde düzenlettiği gibi,
Kandiye ordusuna katılmak koşuluyla bin atlı savaşçının silinmiş
(çalık)2 olan gelirlerinin (titre de pension) geçerliliğini onayladı.
Sofu Mehmet Paşa'nın yönetimi ile ilgili olarak, çağdaşlarının
görüşleri birbirine uymamaktadır. Karaçelebizade ve Vecihi'nin
övgüde bulunmalarına karşılık, Hacı Kalfa karşıt bir duygu taşıyor. 3
Naima ise, çekimser kalarak yandaş ve karşıtlarının övgü ve yergileri
arasında gerçeği anlamanın kolay olmadığını söylemekle yetiniyor.4
Ne olursa olsun "Koca Vezir"de öncelinin yazgısını üleşmiş, 20.000
yüke ulaşan varsıllığı da hazineye aktarılmıştı.5

Savaşçıların oğulları olarak gösterdikleri genç kişilerin kütüklere


yazılması. (lnscription, sur !es rôles, de jeunes gens presentes par !es
miliciens comme etant Jeurs fils) "öte yandan altı bölük
savaşçılarının veledeşlerini ikişer tanıkla doğrulamak koşuluyla geri
verdiği gibi..." (0.C.) Bkz. Z. Pakalın, Maliye, C.l, s. 304.
2 Çalık (Tchalyq) çalmaktan türemiştir. Bir savaşçının ana kütükten
silinmiş, çıkarılmış, ordudan atılmış olması anlamındadır. Bkz.
Hammer, C.12, s. 375; Raşid, C.I, s. 19l'de diyor ki; "dairelerinde
mevcut olmayanların esamilerini mahlule çalmak daiyesinde" (Le
grand vizir avait voulu, a l'entree en campagne, rayer, comme
mahloul, les rôles des hommes non presents au corps) sadrazam
birliklerinde bulunmayan' savaşçıları kütükten sildirmek istiyordu. s.
200 de ise, "sahih ül esami" (kütükte adı olmak) "esame-i çalık"ın
(adının kütükten silinmesi) karşıtıdır" diyor.
3 Fezleke, Naima'dan alıntı. Mehmet Paşa tüm yokluklara karşın
Yanuk Ahmet Paşa aracılığıyla aylıklara karşılık olmak üzere
Kandiye ordusuna 2.000 kese kuruş göndermeyi başarmıştı. (0.C.)
Bkz. Gılmani, s. 57.
4 Naima, C.2, s. 210.
5 Naima, C.2, s. 207. Hammer, C.5, s. 460'ta. "Sofu'nun 15.000.000
akçalık bir varsıllığı nasıl elde ettiğii gözönüne alınırsa Hacı
Kalfa'nın görüşünün daha nesnel olduğu görülür." diyor. 20.000 yük
akça (yükü) (0.C.) Bkz. Naima, C.2, s. 207 (TB)
275
Ekim 1649. Atlı savaşçıların, aylıklarının ödenmesinde ortaya
çıkan gecikmeyi ileri sürerek başkaldırmaları üzerine, defterdara
gönderilen bir buyrukta; İstanbul ve yöresinde "avarız" vergisinin
süresinden önce toplanması ve tümünün savaşçıların aylıklarına
özgülenmesi öngörülüyordu. 1

1650. Murat Paşa'nın yerine sadrazam olan Melek Ahmet Paşa,


giderlerin gelirlerin yarısı denli çok olmasından dolayı "tımar"lara
gelirlerinin yarısı, bir başka deyişle 1.000 akçada 500 akça olmak
üzere "bedel-i tımar" adlı olağandışı bir vergi saldı. Bu vergiyi
toplamak üzere gönderilen görevliler onun yükümlülere daha sıkıcı
gelmesine yol açmaktan geri kalmadılar, bu vergi Girit'te (Crete)
halktan bile istenildi. 2 Aynı günlerde yargıçlara gönderilen buyrukta
da, bu verginin iki katının "ordu akçası" '(impôt de guerre)3 olarak

Naima, C. 2, s.234. Hacı Kalfa'ya göre, aynı yıl devletten aylık


alanların sayısı102.260 kişi idi ki, bu sayı 1640 yılında sayıdan 40.000
kişi daha çoktur. (0.C) Bkz. Mantran, s. 243. Yine bu dönemde
Belgrat 'ta gerçek değeri sanal değerinin ancak üçte biri oranında
olmak üzere arılığı düşük akçalar bastırıldı. Öyle ki bir macar altını
alabilmek için, 50 akça yerine 160 akça vermek gerekiyordu. Bu
düzenleme birçok karışıklıklara yol açmıştı. (0.C) Bkz. Hammer,
C.5, s. 485.
2 Naima, C.2, s.242. Naima bu olayı "zuhur-u bedel-i tımar" baŞiığı
altında aktarıyor ve ekliyor; "hazinenin masarıf-ı irade-i nısf-ı
mertebesi galib olmağla tedarik lazım gelüb memalik-i mahrusanın
umum erbab-ı tımarına binde beşyüz akçe bedel ferman olunub ... "
O.C. Bkz. Naima, C.2, s. 242 (TB)
3 a.g.y. s.248 İbrahim Efendi tutuklandıktan sonra bir yolunu bularak
kurtulmuş ve Defterdar Sarı Ali Efendi' nin görevden
bağışlanmasını istemesi üzerine bu göreve aday olmuştu. İbrahim
Efendi, Sarı Ali Efendi'nin bıraktığı 200 keselik borcun 30 kesesini
öncelikli, kalanını da defterdarlık görevi kendisine verildiğinde
ödemek koşulunun onaylanması üzerine 22 Şubat 1652 yılgününde
(İ. Hami, Kronoloji, C.3, s. 584, O.C) ikinci kez baş defterdar
276
alınması öngörülüyordu.
Hükümetin aylıkları ödeyebilmesinin olanaksızlığı karşısında
şeyhülislam, baş yargıçlar ve ocak subayları 13 Ağustos günü sarayda
N. Mehmet'in başkanlığında biraraya geldiler ve gerekli önlemleri
tartıştılar, tartışmalar Defterdar İbrahim Efendi'nin tutuklanması ve
parasal işlemlerin denetlenmesiyle sonuçlandı. Defterdar İbrahim
Efendi Yedikule'ye kapatıldı, soruşturmanın sonucu kolayca
ölçümlenebilir. (Naima, C.2, s.248 TB)
Sadrazam (Melek Ahmet Paşa) aynı yıl içerisinde, para darlığını
savuşturmak ve hazineye düzenli bir gelir kaynağı sağlamak amacıyla,
görev dağıtİmları karşılığı verilen sunguların (ricvet) 1 hazine adına

olmuştu. İbrahim Efendi içkiye olan aşırı düşkünlüğü nedeniyle


sakat ve sayrı idi. Naima onun böyle bir durumda sadrazama
gittiğini ve sadrazam Gürcü Mehmet Paşa'nın onu böyle bitkin bir
durumda görünce "bu düşkün herif 200 keseyi üstlenmek istedi,
verebilir mi acaba?" dediğini aktarıyor. Sadrazam işi, adamı değil
parayı düşünüyor, onun üstlendiği parayı vermeden ölmesi
olasılığından kaygı duyuyor, ne devlet adamı! Ne düşünce! Gerçekten
de Bekir Efendi çok yaşamadı ve göreve atanmasının 22. günü öldü.
(0.C) Bkz. Z. Pakalın, Maliye, C.1, s. 355.
"Rüşvet" (Bonne-main, present corrupteur). 4 Şubat 1855
yılgününde, çıkar karşlığı para yediren ya da yiyenlere, bunlara
aracılık edenlere uygulanacak yaptırımları saptayan bir yasa
çıkarılmıştı. Bu tür gelirlerle ilgili en eski örnek, F. Sultan
Mehmet'in son yıllarında Anadolu'da rastladığımız "yaya ve
müsellem rüşvet mukataası" dır. "Anadolu vilayeti irtişasını
mukataaya tutan ... " (0.C) Bkz. M. Akdağ, Türkiye'nin
İktisadi.., C.2, s. 297. Melek Ahmet Paşa 1650 yılında para
sıkıntısına çözüm olur amacıyla, görev satışlarından alınan

sunguların devlete gelir olarak aktarılmasını buyurmuştu. O döneme


değin suç sayılan "rüşvet" bundan böyle devlet işlerinin dayanağı
kılındı. (0.C) Bkz. Düstur-ül Amel, (çev. A. Can), s. 25. Bu
uygulama, paşanın iyigüdüsüne yorumlandı ise de, alınan paraların
ancak onda biri hazineye aktarılıyor kalanı görevliler arasında
277
alınmasını istemiş ve "Bahşişler Saymanlığı" (comptabilite des
bonnes-mains) adı ile bir saymanlık kurmuştu.

bölüşülüyordu. Bu durum devletin ne denli güçsüz olduğunu


göstermekteydi. Örgütlenme yoluna giren tı.im toplumlarda varlığını
sürekli bir biçimde sürdüren yiyicilik olgusu, en eski sosyal
sorunlardan birisidir. (0.C) Ayrıntılı bilgi için bkz.A. Mumcu,
Osmanlı Devletinde Rüşvet, Ank. 1985. Yiyicilik olgusu III.
Selim döneminden başlayarak çözüm isteyen bir sorun olarak
gündeme gelmişti. ///. Selim'in yiyiciliğin önlenmesine yönelik
olarak verdiği yeğin buyruklar bir sonuç vermemiş, konu il. Mahmut
ve "Tanzimat" dönemi yöneticilerine değin uzamıştı. 1840 yılında
yayınlanan bir yasada, yiyiciliğe karşı yeğin yaptırımlar konuldu.
1849 yılında devlet görevlilerinin Kur'an üzerine ant içmeleri
uygulaması başlatıldı. 1849 yılında ise alınması yasak olan ve
olmayan sungulara yönelik bir tüzük yayınlandı. Sorun 1854 yılında
köklü bir biçimde ele alındı ve dört ayrımdan oluşan otuz tanımlık
yeni bir tüzük düzenlendi ancak, bu da çözüm olmadı. Başta tüzüğü
onaylayanlar olmak üzere birçok devlet görevlisi bu kez de aracılar
kullanarak bu işi sürdürdüler. Murat Efendi (Murad Molla Tekkesi
postnişini), birgün camide konuşurken kendisini dinleyen devlet ileri
gelenleri önünde şunları söylemişti. "Bir, deli sapkın (gavur) vardır
bir de, sapkın deli vardır. Deli sapkın bizim bakkaldır, bir şeyin
bozulmuşunu verirse çağırır bir güzel azarlarını anında yola gelir.
Sapkın deli ise, bizim "evkaf nazırı"dır ki, cami kandillerinin yağ
parasından çalar!" (0.C) Bkz. Z. Karal, OT, 6, s. 274-278.
Ayrıca bkz. E. Z. Kara/, Tanzimat Devrinde Rüşvetin
Kaldırılması İçin Yapılan Teşebbüsler, TTVD 111 (1941),
s.45-65. Yiyiciliğin çok önceleri daha Orhan bey döneminde bile
varlığını sürdürdüğü görülmektedir. " ... Çok kişiler kadıya rişvet
verdiler beni yaya yazdur deyu" (0.C) Bkz. Aşıkpazade, 1332, s.
40.

278
Naima diyorki, 1 "yiyicilik suçlaması ile sultanlık
danışmanlarından (vizirs) birçoğu öldürüldüğü gibi, birçok devlet
görevlisi de yüz kızartıcı bir biçimde görevden alınarak kıyıma
uğratıldılar. Ancak, kıyımın o döneme değin düzenli bir gelir
kaynağına dönüştürüldüğü görülmemişti. Kuşkusuz ki, öngörülen bu
uygulama yönetimi töresel yola sokabilecek yararlı bir araç değildi.
Bu duruma giderek azalan gelirlerin ancak, bir göreve atanma karşılığı
verilen görev izin sungusu (caize )2 ile satıcılardan alınan vergilerle
sınırlı kaldığını da ekleyiniz." Haca Kalfa'ya göre3; yeni vergilerin
salınması ile -kuşkusuz Naima'nın sözünü ettiği vergiler de içinde
olmak üzere- yıllık gelirler 532.900.000. giderler de 154.300.000
açıkla 687.200.000 akçaya ulaşmaktaydı.

Naima, C. 2, 252. Naima bu olayı "garibe" başlığı altında aktarıyor


ve ekliyor; "bu esnalarda hazinede zaruret vardır deyu menasıptan
alınan rüşveti paşa kabul etmeyüb ruznameye irad ve masrafı kayd
olunmak bid'atı zuhur etti ... " (0.C.) Bkz. Naima, C.2. s. 252 (TB)
2 "Caize" çoğulu "Cevaiz" (droit de sceau) bu sözcük sonraları bir
göreve atanmak için İstanbul'daki "Rum Patrikliği"ne verilen
ödenek için de kullanılmıştır. Bkz. Tanzimattan bu yana çıkarılan
yasaların 1862 yılgününde 582 sayfa olarak yayınlanan derlemesi, s.
7. "Caize" devlet görevi üstlenen bir kişinin, kendisini bu göreve
atayan üst görevliye verdiği sungudur. Kent yöneticilerinden alınan
"caize", 18. yüzyılda 10.000 kuruştu. Defterdarla, yeniçeri ağasının
atanmalarından 20.000, gümrük yöneticisinin (emin) atanmasından

da 30.000 kuruş alınmakta idi. 1858 yılında sadrazamlara hazineden


aylık özgülenerek eski uygulama kaldırılmıştı. (0.C) Bkz. İ. Hakkı,
Merkez, s. 157, 164, 165, 202, 208. "Caize" salt sadrazamlara ve
yüksek görevlilere değil, sultanlara bile veriliyordu. Sultanların
aldıklarına "tuğ-u hümayun caizesi" denilirdi. Sultanlık
danışmanlığına atanan kişilerin, '"caize" olarak 22.500 kuruş
vermeleri yasa gereğiydi. (0.C) Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C.1,
s.255.
3 Dustür-ül Amel, bölüm 3. Bizdeki çeviride açığın 1.600 yük
(160.00.000) olduğu yazıyor. (0.C) Bkz. Düstur-üt Amel, s.30.
279
1651. Para sıkıntısı o denli artmıştı ki, "tersane" (l'amiraute) para
bulamadığından Çanakkale Boğazına askı olan Avrupa donanmasını
kovalamak için gemi çıkarma olanağı bulamıyordu. Hükümet sürekli
olarak yedek hazinenin yardımını istiyor ve, tüm sosyal kesimlerin
kızgınlığına yol açan yeni vergiler salıyordu. Ayrıca 1652-1653 yılı
gelirleri de süresinden önce toplanmış olduğundan, savaşçılara
ödenmesi gereken gecikmiş iki yıllık aylıkları 1 karşılamak için
gerekli önlemleri almak üzere· sadrazam başkanlığında bir devlet
kurulu toplandı. Toplantıda sultanlık danışmanlarının "has"
gelirlerinin (dotations des vizirs) kaldırılması önerildiyse de, kurul
üyeleri kendilerine göre doğru sayılabilecek yanıltıcı nedenlerle bu
öneriye karşı çıktılar.
Kurul, tüm sıkıntılara yol açanların saray ağaları olduğunu
saptayarak, bunalımın yine onlar eliyle düzeltilmesi gerektiği
sonucuna vardı2. Daha sonra Valide sultanın (sultane mere)

"iki sene tedahülü (gecikmesi) sebebiyle". Tedahül; başkasının


varlığına ve parasına bir süre el uzatılması demektir.
(I'emptietement d'une comptablilite sur une autre) Tercuman-ı
Ahval' in 15 Kasım 1863 yılgünlü sayısında okunuyor. "ashabı
maaşın (aylığa yetkin olanların) tedahülde bulunan beş
aylıklarından ikisi dün hazinei maliyeden ita (ödendi) ... " (Le
ministere de finances a paye, hier deux mois, sur cinq, d'arriere des
aux employes salaries) karş. Yıl 1718-1719
2 Karaçelebizade, Ravzat-ül Ebrar, C. 2, s. 14'te, ağaları, karşıt
devletlerin kaynaklarını kurutmak için dış satımın yasaklandığı bir
dönemde kişisel çıkarlar dürtüsüyle Venediklilere ürün satmak ve
böylece ülke çıkarlarını kendi çıkarlarına yeğ tutmakla suçlayarak
aynı yargıya katılmaktadır. Sultanlık danışmanlarının ileri
sürdükleri nedenler belki de yanıltıcı değildi. Şöle ki; toplantıda öneri
üzerine söz alan Gürcü Mehmet Paşa, Sadrazam Melek Ahmet
Paşa'ya seslenerek "siz, küçük bir görevi bile 50 keseye sattığınızda 20
keseyi kendinize ayırırsınız, "has"larınız kalsa da kalmasa da size
dokunmaz, ancak geçimleri salt "has"ları ile sınırlı olan 'bizlerin bu
gelirlerini cie elimizden alırsanız durumumuz nice olur, kurulda
danışman kalmaz." demişti. (0.C) Bkz. İ. Hakkı, OT, 311, s.249.
280
Yusuf Paşa'da şunları eklemişti. "Benim on yük akçalık "has"ım var,
bbu para sultana verilen sungulara ve bayram armağanlarına bile
yetişmez, "has"lar kaldırılınca sanının ki, bu tür sungular da birlikte
kaldırılacaktır." Söz sırası gelmesine karşın Kenan Paşa susuyordu,
sadrazam ona da düşüncesini sordu. Kenan Paşa "yeniçeri"
komutanlarının en yetkini olan Bektaş Ağa'ya dönüp, sağ elini
kaldırıp avucunu yumarak dedi ki, "Dünya tümüyle avucunuzdadır,
istediğinizi yapınız, savaşçıların aylıkları üçyüzbin kuruşla
kapanırken bu rakam sekizyüzbin kuruşa ulaşıyor, üçyüzbin dışındaki
para sizin yanınıza kalıyor, bu tür para alanların aylıkların
ödenmesinde yardımcı olmaları gerekmez mi? Yoksa, bizlerin
yirmişer, otuzar keselik "has"ların, gözdikmekle ne yararı olur.
"0.C) Bkz. Hammer, C.5, s. 484. Sultanlık danışmanlarının ve üst
yöneticilerin gelir kaynaklarını bilebilmek oldukça güç olmakla
birlikte, 16. yüzyılda gelirlerinin büyük bir diliminin "has"lardan
elde edildiği söylenebilir. Sadrazam Semiz Ali Paşa' 11111 22 Eylül
1560 yılında toplam 3.529.139 akçalık gelirinin 2.577.918 akçası,
1555-1556 yıllarında Erzurum yöneticiliğinde bulunan bir paşanın
(Ayaz Paşa? Bkz.Hammer, C. 3, s. 404 "Erzurum yöneticisi Ayaz
Paşa ... O.C) toplam 2. 189 .996 akçalık gelirinden, 2. 138. 183
akçasının "has"lardan geldiği anlaşılıyor. Bkz. M. Kunt, Sancaktan
Eyalete, İst. 1978, s. 85. Bu rakamların 17. yüzyıl için de bir örnek
oluşturabileceği kuşkusuzdur. (0.C) Gerek toprak düzeninin
bozulması, gerekse Amerikan altın ve gümüşünün Avrupa'ya
yığılması sonucu, Osmanlı ürünlerine aranını (talep) artmış, iç
p.azarda dondurulmuş eder üzerinden işlem gören işlenmiş ve
işlenmemiş ürünler, kaçakçılık yoluyla Avrupa'ya taşınmaya
başlamıştı. Akdeniz iskelelerinde bulunan devlet görevlileri bir
kuruşa aldıkları bir kile buğdayı yabancılara üç kuruşa satma yolunu
yeğlemişlerdi. (Kile=25kg) 0.C) Bkz. C. Orhonlu, Risale-i
Terceme, TTK. Belgeler Dergisi, sayı 1, s. 14, 17. Hububat
kaçakçılığı ile ilgili olarak ayrıca bkz. L. Giiçer, XVI. ve XVII.
Asırda Osmanlı İmparatorluğunda Hububat Meselesi, İst.
1964. Özellikle İstanbul'da sık sık görülen kıtlık ve ürün darlığının
nedenlerinden birisi de bu kaçakçılık olgusudur. (0.C) Ayrıntılı
bilgi için bkz. s. Ülgener, Darlık Buhranları ve İslam İktisat

281
engellemesine karşın, "duaguyan", "ulema", "şeyh", "seyit", "derviş'',
yetim ve dul kadınlar ile körler adına özgülenmiş olan 170 yük
ödenek, 1651 yılı giderleri arasından çıkarıldı, .bu durum bir buyruk
ile de onaylandı.1 Bu tür soygunlara (spoliations) karşın, ödemeler
daha düzenli bir biçime girmedi. Aylıklarını isteyen atlı savaşçılar
Haziran ayı içerisinde defterdarlık sarayını kuşattılar. Bununla
birlikte, atlı ve yaya savaşçılar arasında ortaya çıkan beklenmedik bir
uyuşmazlık bu başkaldırının kolayca bastırılmasını sağladı.
Defterdarlık orununa Emir Paşa getirildi. Emir Paşa hükümetine
binde 300 kese bir başka deyişle, ana parasının %60'ına yakın çıkar
sağlamak amacına yönelik bir uygulamayı başlattı. Bu uygulama,
Bosna ve Arnavutluk'ta (Albanie)2 arılığı düşük akça bastırmaktan ve
bunları "meyhane"lerden (tavernes) toplanılan arılığı düşük akça
paralarla birleştirerek dolanıma sürmekten ve ondan sonra 118
akça=bir altın karşılığından olmak üzere satıcıları 120.000 altın
vermeye zorlamaktan ve bunları da iki karakuruş (riyal) karşılığı
"yahudi"lerle -ister istemez- değiştirerek, savaşçı aylıkları için
gerekli olan 240.000 karakuruşu elde etmekten öte birşey değildi.
Defterdar işe koyuldu ancak, pazar halkı (esnaf) arılığı düşük 118
akçaya karşılık bir altın vermeye yanaşmadığından amacına ulaşamadı.

Siyaseti, Ank. 1984, s. 76-99.


Naima, C.2, s. 276. Valide Sultan'ın "siz otuzbin kişiyi ekmeksiz
bırakmak istiyorsunuz, bunların kargılanmaları kimin üzerinde
olacaktır." Biçiminde karşı çıkmasına karşın, hazineden verilen bu
tür ödeneklerin (pensions) bir yıllığına elkonulmuştu. Ancak bu
önlemde yeterli olmadı ve para ayarının düşürülmesi gibi yararsız bir
yola başvuruldu. (O.C) Bkz. Hammer, C.5, s. 485. "yüzyetmiş yük
akça senevi mal etmekle .. " (0.C) Bkz. Naima, C.2, s. 276 (TB)
2 Karş. Rycaut, C.J, s. 27, Bu yazara göre sözü edilen paralar 1/3
oranında gümüş ve 2/3 oranında kalay içeriyordu. % 300 kese
üzerinden bu çıkar% 60 değil% 33 olur. (0.C) Akça, IV. Murat'tan
önce 1 1/2 kırat, IV. Murat ve L İbrahim dönemlerinde l 1/4 kırat,
1655-1656 yılı başlarında da bir kırat gümüş içermekte idi. (0.C)
Bkz. Mantran, C.l, s. 234, tablo 2.
282
Bu durum "Pazar fitnesi" denilen büyük bir başkaldırıya neden oldu.
Bunun sonucu, Melek Ahmet Paşa görevden alındı ve yerine Siyavüş
Paşa getirildi. 1
Melek Ahmet Paşa'nın düşüşünden ongün sonra yaşlı Ana Sultan
Kösem'de, iV. Mehmet'in anasının (Hatice Turhan Sultan O.C.) yeni
parlayan gücünün etkisiyle öldürüldü ve yaptırmış olduğu "han"da
(bugünkü Valide Sultan Hanı O.C.) ele geçirilen 20 sandık "flori" ile
öteki varsıllığına el konuldu. 2 Önde gelen ağalardan olan Kethüda
Bey Bektaş, bu olayın sonucunda saygınlığını iyice yitirdi. Sadrazam,
Bektaş Ağa ile birlikte on yıldan bu yana kamusal varsıllığı savurgan
bir biçimde yok eden öteki ağaların da parasal işlemlerini
kovuşturarak, tümünün varlığına el koydu ve bu varsıllıkları "taşra
saymanlığı"na (ministre des finances) değil, iç hazineye (tresor de
reserve)3 aktardı. Öte yandan bu ağalar, tekellerine aldıkları "esami"
ve birçok aşırtılar dışında, üç aylıkların dağıtımında da ödemenin

Naima, C. 2, s. 290. Bu, Omanlı yıllıklarında sözü edilen ilk pazar


ayaklanlanmasıdır. (0.C) Bkz.Hammer, C.5, s.496. "onbinden
mütecaviz adam .. " (0.C) Ayrıntılı bilgi için bkz. Naima, C.2,
s.291, 292, 290.
2 Naima, C.2, s. 298. Kösem Sultan'ın ölümünden sonra sarayında
altınla dolu 10 sandık bulundu, ayrıca 50.000 kuruş değerinde 2.700
şal çıktı. (O.C) Bkz. Hammer, C.5, s. 505. Osmanlı sarayında
kadınların egemenliği dönemi Kösem Sultan ölünceye değin sürmüş,
ondan sonra hükümet üzerindeki kadın parmağı ve etkisi azalmıştı.
(0.C) Bkz. Ç. Uluçay, Osmanlı Saraylarında Harem
Hayatının İçyüzü, İst. 1959, s.104. Ayrıca bkz. A. Refik,
Kadınlar Saltanatı 1 (699-1049), İstanbul 1332, 11 (1049-
1094). İstanbul 1923. "Mercan çarşısında bina eylediği handa
yirmi sandık florisi bulundu ... atı dahi mir-i miriye aldılar." (0.C)
Bkz Naima, C.2, s. 298 (TB)
3 Naima, C.2, s.314 Bektaş Ağa sultanın bir buyruğu ile boğduruldu ve
varsıllığına elkonuldu Sarayında, kemer üzerinde bulunan bir
havuzun altında, altın dolu, ağzı kurşunlanmış bir, iki güğüm
bulundu. (0.C) Bkz. Hammer, C.5, s. 506.
283
toplamı üzerinden 50.000 kuruşu kendileri için alıkorlardı. Bu kez, üç
aylıklartümüyle ödendiği gibi, ağaların aralarında üleştikleri 50.000
kuruş da hazineye kaldı. 1 (... her ulufede elli bin kuruş hisseleşüb ..
O.C. Bkz. Naima, C.2, s. 314TB

30 Ekim 1651. Siyavüş Paşa'nın yerine sadrazamlığa Gürcü


Mehmet Paşa atandı Karaçelebizade'ye göre; yeni sadrazam hazinede
düzeltim yapmamıştır. Bu yazar üst yönetim görevlilerinin (üme' na)
yiyiciliğini önemi yadsınamayacak bir tutkuyla ve de kamu adına
kovuşturmuş, sonucu ilgililerin bilgilerine sunmuştur. Yazar diyor
ki, "savaşçı aylıklarının sürekli olarak artması o sınıra dayandı ki,
kimi gider dilimleri önceki tutarının iki, üç katına ulaştı, zor alımlar
bu açığı kapatmakta yeterli olamıyor, hazine savaşçılara gereken
ödemeleri yapamıyordu." Bu dönemde Kandiye ordusunun altı dilim
üçer aylık alacağı vardı.2 Bununla birlikte, Gürcü Mehmet Paşa'nın
sarayın isteklerine karşı koyabilecek bir etkinliği yoktu. Sadrazamlığı

Naima, C.2, s.319 . Varsıllıklarına elkonulanlar arasında Yeniçeri


Ağası Kara Çavuş'da bulunuyordu, ele geçirilen 700 kese akça
dışında, 1.000 keseden çoğu da talan edildi. 4.000.000 akçası da
sonradan bulundu. Aylıkların dağıtımı 17 Eylül 1651 yılgününde
yapılmıştı. Yeni düzenleme sonucu, subayların (ağaların) aşırdıkları
50.000 kuruş hazinede kalmış oldu. (0.C) Bkz. Hammer Bkz.
Hammer, C.5, s. 508. Ancak, yolsuzluklar bu kez el değiştirmiş,
"ocak ağaları"nın yeri bundan böyle "harem ağaları" ve saray
görevlileri almıştır. Bağımsız görev yapamayan Siyavüş Paşa üç ay
sonra görevden alınır. (0.C) Bkz N.Vukuat, C. 1-2, s, 256. Yeni
sadramazın buyrultusuyla birlikte baskılar başlar. Gürcü Mehmet
Paşa önceli olan Melek Ahmet Paşa'mn yardımcısı Gade'den 1.000

kese akça alır. Başını 120 kese karşılığı kurtarmış olan Deli Birader'e
50 kese karşılığı eski görevi olan "Çingene Voyvodalığı" verilir. En
saygın danışmanlarından olan Tarhuncu Ahmet Paşa'da, 100 kese
vermeye zorlanmak amacıyla Yedikule'ye kapatılır. (0.C) Bkz.
·Hammer, C.5, s.511.
2 Naima, C.2, s. 356.
284
dönemindeki· işlemlerden çıkarılan sonuca göre, günlük giderler
öncelinin dönemindekinden 300.000 akça daha çoktu. Gürcü Mehmet
Paşa bu görevde 233 gün kalmıştı. l

1652. Eski Mısır Yöneticisi Tarhuncu Ahmet Paşa, Haziran


ayında göreve çağrıldı. Yeni sadrazamın ilk uygulaması varsıl kişilere
yeni bir vergi salmak oldu. Bu doğrultuda "sekbanbaşından" 200.000
keseden çok para kopardı. 2 "Mutfak", "tersane", "tophane" ve öteki
yönetim görevlilerinin (intendants generaux) parasal işlemlerini
incelettirdi, aylık alan savaşçılarla görevlilerin kütük defterlerini
gözden geçirtti, giderleri kıstı, savurganlıkları önlemeye çalıştı ve
hazineyi gönendirmek için uğraştı. Eylül ayında Zurnazen Mustafa
Paşa'nın sunduğu bir tasarıda; gelirlerin yetersizliği ve yönetimdeki
kargaşanın nedenlerinin görüşülmesi doğrultusunda sultan
başkanlığında bir "danışma kurulu" toplanması öneriliyordu.
Toplanan bu kurulda; kent yöneticilerinin bundan böyle yönettikleri
kentin konum ve önemine gene önceden saptanan ödenekle yetinmeleri
ve gelir artanın "irasaliye" adı altında İstanbul' a gönderilmesi ve
kentlerinde Mısır gibi yıllık bir vergiyle yükümlendirilmesi, kent
yöneticilerinin, atandıklarında belirlenen "irsaliye" tutarını
üstlenmeleri öngörülüyordu. Ayrıca, "has", "zeamet" ve

a.g.y, s. 358. Okuma yazması bile olmayan (Hammer, C. 5, s. 520


0.C) Gürcü Mehmet Paşa, 94 yaşında (Vecihi'ye göre l 13) güçsüz ve
beceriksiz bir kişiydi. (0.C.) Bkz. Hammer, C. 5, s. 512 "selefi
zamanında olandan beher yevm üç yük akça (300.00 akça) ziyade
israfı mütebiyyin olmuş idi.." (O.C) Bkz. Naima , C.2, s. 358
(TB)
2 Naima, C.2. s. 358. 200.000 kese bize çok görünüyor. (0.C) İ.Hakkı
DT.311, s. 263'te "devlet kurulu üyelerinden ve sekban başından 200
keseden çok para alındı." Diyor. "ilk önce Sekbanbaşı Kasım
Ağa'dan başlayıp, 200 keseden çok akça elde etti." (0.C) Bkz.
Naima 1283, C. 5-6, s. 226. ".. İkiyüz keseden mütecaviz akçe
peydan eyledi. .. " (O.C) Bkz. Naima, C.2, s. 358 (T B)
285
"paşmak/ık" üstencilerinin, geçimleri için yeterli olandan çoğunu
tümüyle hükümete bırakmaları önerildi ve bu öneri onaylandı.
Sadrazam kendi gelirleri (has) üzerinden 20.000 kuruş bırakarak bu
uygulamaya öncülük etti. Bu düzenlemenin hükümete 700.000 kuruş
getiri sağlayacağı ölçümlenmişti. 1 Sadrazam aynı kurulda, içeriği
uzun tartışmalardan sonra onaylanan bir "defter" (budget) okudu2.

Naima, C.2, s. 359. Devlet kurulunun etkinliğini yitirmesine koşut


olarak sık sık toplanan önemli bir kurul da, "meşveret" denilen
danışma kurulu idi. Özellikle savaş dönemlerinde alınacak
önlemlerin yaygın bir düzeyde tartışıldıktan sonra uygulama alanına
konulması doğal bir gereksinim idi. Katip Çelebi, savaş
eyfemcesinden anlayan tüm yöneticilerin düşüncelerinin alınması ve
sonucun iyice ortaya çıkafülmesi için gereken tartışmaların sağlıklı
bir biçimde yapılması gerekliliğini ileri sürmektedir. (0.C) Bkz
Katip Çelebi, Seçmeler, (haz. O.Ş.) Gökyay), İst. 1968, s.80.
Bu gereksinim devletin öteki sorunlarında da kendisini duyurmaya
başlamış, işten anlayan kişilerin çağrılıdığı toplantılarla danışma
zorunluluğu giderilmeye çalışılmıştır? Osmanlı devletinde bu tür
uygulamalara oldukça sık r.astlanmaktadır. (0.C) Bkz.A. Mumcu,
Divan, s., 157-162. Kent yöneticilerinin, kentlerin gelirlerine göre
vergi ile yükümlendirilmeleri uygulamasını ilk kez K.S. Süleynıaıı'ın
sadrazamı Rüstem Paşa başlatmıştı. (0.C) Bkz.Nalmer, C.3, s. 511
2 Naima, C.2, s. 397. Maanzade dergisinde, Tarhuncu,'nun anısına
yayınlanan bu "bütçe" kuşkusuz Hammer, C.10, s. 450'de "Tarhuncu
Layihası" olarak adı geçen gelir-gider çizelgesidir. Burada gelirler
500.711.492 giderler 669.699.556, gelir-gider açıg; da 168.988.064
akça olarak gösterilmiştir. Aynı dergiye göre, savaşçı sayısı da
85.000'e ulaşmaktadır. (0.C) Bkz. Maııtraıı, s243 ıı.94. Tarhuncu
Ahmet Paşa sultana iki defter vermişti. Bunlardan birisi, dirliklerfo
sayısına ilişkindi. Buna göre, hazineye dirlik gelirlerinden 700.000
kuruş gelmekte idi. (0.C) Bkz. i. Hakkı, OT, 311, s. 264.
Tarhuncu Ahmet Paşa ödemelerin arılığı düşük akçalarla
ödenmesine neden olarak, savaşçı sayısının, çokluğunu
göstermektedir. "Giderlerin artması ve gelirlerin" azalması savaşçı
çokluğundandır." (0.C) Bkz. Gılmani, s. 91 "Riyali"" (kuruş) bu

286
Sonra da, değirmenler üzerine bir "riyal", konut başına bir ya da iki
kuruş, hayvan başına da (adet-i ağnam) öncelikli olarak toplanmak
koşuluyla yıllık bir vergi salınmasını önerdi. Ancak, ülkede büyük
tepkilere neden olduğundan dolayı bu vergi önlemleri uygulanamadı.
Yansız olarak tanınmayan Karaçelebizade, o dönemdeki durumu
şöyle anlatıyor. "Kandiye"nin acılarla dolu kuşatmasından bu yana,
hazine bir altın (dinar) ya da bir gümüş (dirhem) para görmemiş,
savaşçıların aylıkları ödenememiş, başkent tüm gereksinimlerinden,
Kandiye ordusu da, araç ve gereçten öyle ki, ekmekten bile yoksun."
Karaçelebizade, kendi karşıtını "müftülük" orununa atadığını
unutmayarak sadrazama karşı o günden, bugüne değin sürdürdüğü öç
alma tutkusuna bağlı kalmış ve durumu düzeltmek amacıyla alınan
iyigüdülü önlemleri, "Yasası, kuralı olmayan baskıcı önlemler"
olarak algılamış ve eleştirmiştir. l

1653. Bununla birlikte sadrazam aldığı önlemleri uygulamak için


yılmadan, vargücüyle çalıştı. Aralık ayında verdiği bir buyrultu ile,
Yedikule'de tutuklu bulunan bir üst görevlinin (emin) parasal

dönemde 80 akça değerinde idi. 100.000 kuruş toplanması


ölçümlenen değirmen vergisinin alınması uygulaması Üsküdar'da
başlarken tepkilere neden oldu, atlı savaşçıların "biz aylı]& bile
alamazken değirmenlerimizden akça almak da ne demektir" diye
yakınmaları üzerine bu vergi kaldırıldı. (0.C) Bkz. İ. Hakkı, OT,
311 s. 264. Değirmen (asiyab) vergi, su ve yel değirmenlerinden
alınan bir vergiydi ve ürün kaldırıldıktan sonra toplanırdı.
Değirmenler tüm yıl, yarım yıl dönen (yürüyen) olarak ikiye
ayrılırdı, yılda 30 ya da 60 akça alınırdı. 6 ay yürüyenlerden yarısı
alınırdı. Yerine göre paraya karşılık, ürün olarak alındığı da olurdu
(0.C) Bkz. C. Üçok, Tımatlar, AÜHFM, C. 2, Sl, s. 78.
Değirmen vergisi tüm yıl için 60, altı ay için de, 30 akça idi ve yasa
gereği toplanıyordu. (0.C) Bkz. H. Tuncer, Arazi Kanunları,
Ank. 1963, s. 25.
Ravzat-ül Ebrar, C. , s. 37.
287
işlemlerini incelettirdiği gibi, aynı ay içerisinde yılın son ödeme
dilimi olan üçer aylığın tümüyle ödenebilmesi için, hazinede bulunan
600 keseye, 150 kese daha ekletti.
Ulaşmış olduğu yargı, ılımlıve nesnel olduğu ölçüde benimsenen
Hacı Kalfa, ülkenin bu dönemde içine düştüğü acıklı durumu çarpıcı
bir biçimde anlatmaktadır. Yazar, bunalımın boyutlarını
gizlemeyerek "sayrının yarasını tanımak ve onun onulmaz duruma
gelmesini beklemeden sağaltılması amacıyla gereken önlemleri
almak üzere, sultan başkanlığında danışma kurulu toplanması için
yapılan çağrıyı "bir Tanrı esinlemesi" olarak algılıyordu. 1 Sözü
edilen kurul, 17 Şubat 1653 yılgününde2 "tersane"de toplandı.
Toplantıya sadrazamla birlikte, kaptan paşa, "müftü", "defterdar",
Anadolu ve Rumeli baş yargıçları (sadreyn) ve öteki devlet ileri
gelenleri (vücuh) katıldılar. Sultan oturumu şu dokunaklı sözlerle
açtı: "Babam ve ondan önceki sultanların dönemlerinde gelirler
giderleri karşılıyor, üstüne üstlük bir gelir artanı bile oluyordu,
benim giderlerim babamın giderlerinden daha az, gelirler yine aynı
olmakla birlikte şimdi akça bulunamamasındaki (tersane ve araç gereç
sağlanamamasındaki Naima 1283, C. 5, s. 281 0.C) beceriksizlik
nedendir? "Sadrazamın "sultanım yüce devletimizin giderleri sizin
döneminizde daha çoktur, onun için gelir yetişmez" karşılığını
vermesi üzerine, geçmiş yıllardan oluşan bir dönemin gelir ve
giderlerinin incelenmesi öngörüldü. Ertesi gün, defterdara gönderilen
bir buyrukta, üzüntü ve acı veren parasal sıkıntıya bir çözüm
bulunması isteniyordu. Bunun üzerine kurul üyelerini toplayan
defterdar onlara şu anlamda bir buyruk okudu. 3 "Osmanlı ülkesinin

Düstur-ül Amel, önsöz, s. 120. Ahmet Vefik Efendi baskısı.


2 Bu yılgün, Naima'nın basılı metninde yanlışlıkla Mart (rebiyülahır)
olarak gösterili:ııor. "rebiyülahır 19 Çarşamba günü" (0.C)
Bkz.Naima 1283. C.5, s. 281.
3 Fezleke'"de açıklandığına göre, Hacı Kalfa'da bu kurulda
bulunmuştu. Naima'da bunu doğruluyor.. (0.C) Bkz. Naima 1283,,
c. 5, s. 282.
288
yıllık geliri 24.000 yük olup, bunun 6.000 yükü başkente, kalanı da,
taşraya özgülenmiştir, bugün için giderler gelirlerden 1.200 yük 1
daha çok olduğundan ödemelerin bir yıl gecikmeyle yapılması
kaçınılmazdır. Kaldı ki, gelecek yılın vergis_i de öncelikli olarak
toplanmış ve kullanılmıştır. Bu nedenle biraraya gelerek ödemelerin
gecikmemesi için alınması gereken önlemleri tartışınız." Buyruğun
okunmasından sonra tartışmalar başladı. Çözüm olarak, Kara
Mustafa Paşa dönemindeki (1643) gelir ve giderlerin denk üstüne
üstlük gelir artanı olduğu ve bugünkü gelir-gider açığını kapatacak
bir kaynak bulabilmek için, o yıldan bu yıla değin tutulan gelir-gider
çizelgelerinin tüm bölümlerinin (kalem) incelenmesi öngörüldü.
Soruşturmanın bitiminde, gelir-gider açığının nedenlerini içeren
bilgilerle birlikte, 1643- 1653 yılları gelir-giderlerinin
karşılaştırılmasına yönelik bir çizelge sadrazama verilmiş, o da bunu
Sultan iV. M~hmet'e sunmuştur. Naima 2 ancak diye sürdürüyor;
"tüm bu çabalar sonuçsuz kaldı, kaygı veren duruma salt sözle çözüm
bulmak olanağı olmadığından, gözler yumuldu ve alışkı olduğu üzere
sessizliğe bürünüldü." Hacı Kalfa'da, aynı yılgınlığı paylaşarak,
duygu ve düşüncelerini şöyle açığa vuruyor; "vatan sevgisi yöneltisi
ile ülkeme ölümlü birinin bir çalışmasını sunmak istedim ve bu
amaçla "Düstur-üt Amel"imi yazdım.3 Uyarılarıma kesinlikle önem

Düstur-ül Amel, tıpkı basım, s. 135'te l.600 yük olarak gösteriliyor.


Oysa ki, gerek Fezleke, gerekse Naima'da 1.200 yük olarak geçiyor.
"Cümle memalik-i mahrusenün senevi iradı yiğirmidört bin yük akça
olup altı bin kadarı der-i devlette hakisi siiir memleketdedür; halii
iraddan masraf bin ikiyüz yük kadar ziyadedür." (O.C) Bkz. Naima
1283, C.5, s.282.
2 Naima, C. 2, s. 387.
3 Bozukluklarının Düzeltilmesinde Tutulacak Yollar. (Remedes il
appliquer au mal) Bu yapıt, Tasvir-i Efkar gazetesinde dizi olarak
yayınlandıktan sonra, Ayn-i .Ali'nin yapıtıyla birlikte aynı yayın
kuruluşunun basımevinde basılmıştır. W.F.A. Behrauer, bu ilginç
yapıtın Almancasını, "Zeitschrift der deutschen morgenliindischen
Gesellschaft, Leipzig, 1857 dergisinde yayınlamıştı. Bir önsöz, üç
289
verilmeyeceğini bildiğimden bu incelememi yayınlamadım,
Hüsamzade Efendi mütfü olunca bir eşini onun aracılığıyla sultana
ulaştırdım ve geleceği ile ilgilenmedim. Allah bağışlasın da başımıza
değimli ve yetenekli bir sultan getirsin."

Tarhuncu Ahmet Paşa, danışma kurulu toplantısından bir ay


sonra, 20 Mart 1653 yılgününde karşıtlarının çaba ve çevirdikleri
dolaplar sonucu boğularak öldürüldü, yerine Derviş Mehmet Paşa
getirildi. l Karaçelebizade'ye göre, 2 bu olaydan beş gün sonra ortaya

bölüm ve bir sonuç üzerine düzenlenen bu yapıtın önsözünde,


devletin durumu, birinci bölümde halkın durumu, ikinci bölümde
savaşçılar, üçüncü bölümde hazinenin durumu ve sonuçta ise,
bunalımın giderilmesi ve devlet düzeninin doğru yoldan çıkmasının
çözümlerine değinilmektedir. (0.C) Bkz. Katip Çelebi,
Bozuklukların Düzeltilmesinde Tutulacak Yollar (Diistiirii'l-
amel li-ıslahi'lhalel) (Çev. Ali Can), Ank. 1982. Yazmalar;
Berlin Devlet kütüp. nu. or. 2 O 337'nin içinde Leipzig, kat. 11-269 ve
GOR IX. 206 A Nu 81. Basmalar; İstanbul 1280. Çeviriler;
Almancaya W.F.A. Behrnauer ZDMG XI (1857) III.132 (0.C) Bkz.
Babinger, s. 221.
Naima, C. 2, s. 389. Tarhuncu ile Derviş Paşa arasında donanma
giderleri dolayısıyla tartışma olmuş, bu tartışma sultanın önünde de
yinelenmişti. Tarhuncu, hazine darlığı nedeniyle kaptan Paşa'ya
doğrudan 20 kese verip ayrıca 300 kese de "havale" özgülemişh.
Derviş Paşa ise, "havale" ile iş görülmeyeceğini ileri sürerek
doğrudan para (nakit) istemişti. Bunun üzerine Sultan Mehmet,
Tarhuncu 'yu azarlayınca Tarhuncu: "sultanım, benim amacım
devlet işlerine düzen vermek, gelir-giderleri en azından
denkleştirmek idi, bu tutumum nedeniyle çok karşıt edindim,
çalışmalarım beğenilmeyip, özürüm geçerli görülmüyor, ne

yapacağımı şaşırdım, sadrazamlığı kime verirsen ver beni nasıl olsa


öldürürsün, birgün önce öldür" diye kaptan paşanın o sırada
ödenmesine olanak olmayan önerisinden yakınmıştı. (0.C) Bkz.
Naima, 1283 C. s. 283. Naima 1283, C. 5 s. 284'te Tarhuncu'nun bir
özgeçmişini vermektedir.(0.C)
2 Ravzat-ül Ebrar, c. 2, s. 38. Tarhuncu Ahmet Paşa'nın uygulamaları

290
çıkan bir ay tutulması, sözüm ona gelecekte bir kurtuluş döneminin
açılacağını kamuoyuna duyurmakta (annonce) imiş. Adı geçen yazar
diyor ki; "bu gökbilimsel olgu bir başka yenilikçi olan Kara Mustafa
Paşa'nın düşüşü sırasında aklına gelen ve anlamı aşağıda yazılı olan
dizeleri anımsattı. 1
Dize. Ay tutulması sadrazamın aydınlık yükselişine bir örtü çekti,
Yüzü sarardı, uğursuz yargı sonucu az sonra bildirilecekti.
(L'eclipse jette un voile sur le soleil de la fortune du vizir,
son visage palit l'arret fatal va bientot etre prononce!)
Naima 'nın doğruluk ve törelere bağlılık yönünden övgüler
yağdırdığı bu mutsuz sadrazamın yiyicilik gibi yüz kızartıcı bir
eylemden uzak kişiliği, başkalarının da töre dışı davranışlarına karşı
oldukça acımasızdı. Onun tüm uğraşı, sarayın savurganlıklarına son
vermek ve aylıkların ödenmesinin sağlıklı bir biçimde yapılmasını
sağlayabilmek idi. Gerçekten de bu çabalarının sonucu, öncelleri olan

ve bunun sonucu olarak öldürülmesi akıllara eski bir oyunun


yinelenmesi gibi gelmektedir. İlgi çekici olan yön, parasal durumun
düzeltilmesi için sarayın savurganlıklarına son verilmesi gerektiğini
öngören bir sadrazamın, en kısa sürede ortadan kaldırılması
olgusudur. (0.C) Bkz. Z. Pakalın, Maliye, C.1, s. 304. Tarhuncu
kendisine Hacı Mustafa Efendi'yi de yardımcı olarak seçmişti.
Birlikte, temel tüketim ürünlerinin ederlerini saptadılar, ağırlık
ölçülerindeki yolsuzlukları önlediler. İstanbul büyük sıkıntı
içerisindeydi. Dışarıdan ürün gelmiyordu, ekmek ve et bulunamaz
olmuştu, devlet görevlileri tecimenlerle işbirliği yapıyor, para
karşılığında ürünleri el altından sattırıyorlardı. Ürün ve para ancak
işini becerebilenlerin elinde kalmıştı. Halk ise, aç ve yoksuldu. (0.)
Bkz. Z. Şakir, Osmanlı İmparatorluğunda Maktul Vezirler,
ist. 1944, s. 109
y. a.g.y, s. 184. Bu olay 10 Şubat 1645 yılgününde olmuştu. (Yılgününü
doğrulayınız) Bu yılgün Ocak 1644'tür. (0.C) Bkz. İ. Hakkı, OT,
311, s. 214; M. Sertoğlu, s. 275 "31 Ocak 1644" i. H. Danişment,
C.3, s. 392 "31Ocak1644" Bkz. Yıl 1643 (0.C)
291
Siyavüş ve Gürcü Paşa'lann yönetimleri dönemlerine göre, günlük
giderleri 1.5 yük kısmayı başarmıştı. 1
Tarhunrn'un ardılı (DervişMehmet Paşa), göreve başlayınca
zoralımlara başvurdu. 2 Ancak bu yolla ikinci dilim üç aylıkları
başabaş ödeyebildi. Varlıklarına elkonulanlar arasında ipe gideceği
günü bekleyen kıyıcı Boyacı Hüseyin ile, Sultan İbrahim'in boynuna
uğursuz sicimi geçirerek onu boğan ve sonradan Mısır yöneticiliğine
atanmış olan Hadım Abdurrahman Paşa da bulunmaktaydı. Hadım
Abdurahman Paşa'nın 50.000 altına (sikke-i hasene) ulaşan varsıllığı
ile, Circeli'li Ali Bey'in oldukça yüklü olan varlığı da hazineye
aktanldı.3

Naima, C. 2, s. 396. " .. Siyavüş Paşa ve Gürcü Paşa'nın zaman-ı


sadaretlerinde .. masraflar günde birbuçuk yük tenzil eylemişti."
(0.C) Bkz. Naima, C.2, s. 397 (TB)
2 y. a.g.y. s. 398. "vezir maktulün (Tarhuncu) kethüdası mümin ağayı
habsedüp akça talebi ile işkence ferman eyledi.. kırk kese akça
virdikten sonra yine taleb olunub cellat eline virildi." (0.C) Bkz.
Naima, C.2, s. 398 (TB). Tarhuncu Ahmet Paşa yiyiciliğe
bulaşmamış erdemli bir sadrazam idi. "biçare mümin ağa bizim
paşamız rüşvet almazdı alem bilürdü ağanın vaktinde .. " (0.C)
Bkz.Naima, C. 2, s. 398 (TB)
3 Naima, C. 2, s. 413, 475. Mısır yöneticisi Abdurahman Ağa,
Tarlıuncıı'nun ölümünü Konya'da duymuş ve sadrazamlık karşılığı,
saraydaki adamları aracılığıyla sultana 500, ana sultana da 1.000
kese göndermişse de durumdan kaygılanan Derviş Mehmet Paşa,
Abdurahman 'dan Mısır hazinesinin vermesi gereken 200 keseyi
istemişti. (0.C) Bkz.Hammer, C.5, s. 536. Mısır'ın en varsıl
kişilerinden olan Circeli Ali Bey kalıtçı bırakmadan ölmüştü.
Taşınmaz ve akarı dışında oldukça verimli 50'ye yakın köyü vardı, bu
köylerin yıllık getirisi 500 keseye ulaşıyordu .. Günlük 4.000 eşek
çalıştırırdı. Kızıldeniz kıyılarındaki zümrüt yataklarından 1.000 kese
gelirdi. (0.C) Bkz. Hammer, C. 5, s.547. Naima, 20 Mart 1653-29
Ekim 1654 yılgünleri arasında sadrazamlık görevini üstlenmiş olan
Derviş Mehmet Paşa'nın özgeçmişini de aktarmaktadır. Burada,

292
1654-1655. Karaçelebizade bu yılın olaylarını kaygı verici bir
yakınmayı dile getirerek anlatmaya başlıyor ve diyor ki; ·'hazinedeki
darlık şimdiye değin görülmemiş boyutlarda yasa dışı birçok verginin
alınmasına neden oldu. Öyle ki, defterdar kapısında vergi
kaynaklarının kesime verilmesi gibi, kamusal görevler de en çok
parayı verenlere satılıyor ve bu paralar utanmak ve sıkılmaksızın
defterlere (rııznamçe) gelir olarak yazılıyordu ... 1 " ••• Bu yolla görev
üstlenenler, açgözlülüklerinin yoksul halkın sırtından giderilmesine
hükümetçe izin verilmiş gibi davranıyorlar, bu durumda yargıçlar
yetersiz kalıyor, sorunu olanlar yakınmalarını İstanbul'a duyurmayı
başarabilirlerse ya tutuklanıyor ya da, dayak yiyorlardı, bundan
kurtulanlara ne mutlu! Defterdar Moralı akçanın baş ayırımından
(agio) elde edilen para ile atlı savaşçıların aylıklarını ödedi. Ancak bu
tür para ayarlamaları soruna çözüm getinnek değil, üstüne üstlük onu
daha da özendiren bir önlem idi. 1655 yılı başlarında aslı on olmasına

paşanın ilgi çekici ekonomik anlayışını bulabilmekteyiz. Derviş


Mehmet Paşa, siyasal erkin ekonomik erke dayanması ve, ekonomik
erkin de siyasal erke devinim özgürlüğü vermesini ve_ bunların
birbirini tamamlaması gerektiğini ileri sürmektedir. :•J anlayışta,
baskı ve yiyicilik yoluyla para sızdırarak kamuya yük olmadan
egemenlik sürme ve egemenliği varlıklı olma aracı olarak kullanma
eğilimi söz konusudur. Bir devlet adamının ekonomi ile uğraşmasının
yerinde olmadığını Derviş Paşa'da biliyordu. Naima'nın da
yorumladığı gibi, devletin ekonomik etkinliği ancak kamunun
geçiminde darlık yaratabilecek temel tüketim ürünleri üzerinde tekel
durumu yaratmakla sınırlı olmalıdır. (0.C) Bkz.H. Sahillioğlu,
Derviş Mehmet Paşa, Kişiliği ve Ekonomik Anlayışı
(Naima'dan aynen), Toplum ve Bilim, Sayı 2, s. 171-178.
Ayrıca bkz.M. Kunt, s. 107, 108 . " İkiyüz elli bin sikke-i hasene
altunu var imiş" (0.C) Bkz.Naima, C.2, s. 413 (TB).
Ravzat-ül Ebrar, C. 2, s. 45 ve 46. Devletin gelir ve giderlerinin aylık,
üç aylık ve yıllık gidişini izleme olanağı veren en önemli kaynak
"ruznamçe"lerle, bunların rakam ve dökümlerini· veren ··ecnas-ı
niikııd'" ve '"erkanı'" defterleridir. (0.C) Bkz.A. Tabakoğlu, s. 74.

293
karşın kırk, elliye ulaşan
düzmece "tezkere"lere (bons sur le tresor)
gelirler tükettirilmişti." İbşir Paşa' nın sadrazamlığa atandığı 29
Ekim 1654 yılgününde ülkenin durumu yazarımızın tanımladığı gibi
idi. Yeni sadrazam ocak komutanlarını Koııya'ya çağırdı. Onlara, atlı
savaşçıların "çalık"larının doğruluğunun onaylanacağını, "veledeş" 1
ve "gulamiye"nin sipahlara verileceğini ancak, "hizmet" ve
"mülazimet"in geri alınacağını söyleyerek "aylıklarınız bundan
böyle üç aya ve düzenli bir biçimde altın 120, kuruş 80 akça üzerinden
ve 10 parçası bir dirhem arılığı tam (çil) paralarla ödenecektir."2
dedi. Daha sonra yetkisini kullanarak Halep, Şam. Erzurum,
Diyarbakır, Karaman v.b.g. yörelerin vergi toplama görevlilerini
(receveurs generaux) toplayıp, başdefterdar Moralı'nın İstanbul'da
yaptığı 1655, 1656, 1657 yılları yıllık kesenek satışlarını (mukataa)
kaldırarak, öncelikli olarak alınan paraların ilgililere geri
verilmesini buyurdu. Anadolu'nun o yılki vergi kaynaklarını Kasım
ayından geçerli olmak koşuluyla varsıl ve ünlü kişilere sattı.
Sadrazamın öncelikli olarak alınan paraların ilgililere geri
verilmesini öngören buyruğu uygulanamadı, doğrusu uygulanması da
olanaksızdı. Bu uygulamadan dokunca görenlerin de katılmasıyla
durumdan yakınanların sayısı giderek arttı. 3
Eski sadrazam Derviş Mehmet Paşa öiünce, oldukça yüklü olan
varsıllığı hazineye aktarıldı. 4
Defterdar Şubat ayında savaşçı aylıklarını
ödemek istedi. Ancak,
arılığı düşük olduğundan savaşçılar bu parayı almadılar, onları
yatıştırmak için vakıflardan 100 kese borç alınması gerekti. İbşir
Paşa, para ayarını düzeltmek için verdiği sözü yerine getirememiş,

1 Bkz. Yıl 1791-1792 ve 1793-1794.


2 "Onu bir dirhem çil akça ile" Naima, C.2, s. 480 Bkz. Yıl 1640.
3 Naima, C. 2, s. 485.
4 Hammer, C. IO, s. 357'de diyor ki, "bu yoldan hazineye aktarılan
para 95.000 duka ve 800.000 kese kuruşa ulaşıyordu. Bu rakamın 800
kese akça olması gerekiyor. (0.C) Bkz. Hammer, C. 5, s. 554.
Aynca bkz. Naima, C.2, s. 502 (TB) (OC)
294
olağan değeri 80 akça olan kuruş, bileşimine gümüş denli de bakır
karıştırıldığından bu değerini yitirmişti. 1 Kısa bir süre sonra da
Moralı'nın varlığına elkonulclu.2 İbşir Paşa, gelecekteki ardılı olan
"'Baş Amiral" Murat Paşa'nın yönlendirdiği bir başkaldırı sonucu l l
Mayıs 1655 yılgününde öldürüldü. Yerine geçen Murat Paşa, büyük
yardımlarını gördüğü savaşçıları ödüllendirerek yaya ve atlı
ocaklarına yeniden 6-7.000 savaşçı alclı.3 Tarhuncıı'nun 25.590'a
düşürdüğü atlı savaşçı sayısı 50.000'e, 55.000'e indirdiği yaya savaşçı
sayısı ela 80.000'e çıkarıldı, öteki ocakların sayısı da bunlarla bağıntılı
olarak artırıldı. Murat Paşa kendisinin sorumlu olduğu bu, taşıması
çok zor olan yük karşısında saray ve savaşçıların bıktırıcı isteklerini
karşılayamamış, onları sevindirmenin olanaksızlığını iyice anlamış ve
öncellerinin mutsuz yazgısını üleşmek yerine görevden çekilmeyi
yeğlemişti. 4

1655-1656. Karaçelebizade "Allah beni bağışlasın! 5" diye

1 Hammer, C. 10, s. 365 (Bizdeki çeviri. C. 5, s. 559)


2 Naima, C. 2, s. 502. İbşir Paşa'nın buyruğu ile Yedikule'ye kapatılan
ve daha sonra da boğdurulan Moralı'nın el konulan parası dışında
ayrıca 50.000 altını da ortaya çıkarılmıştır. (0.C) Bkz. İ. Hakkı,
OT, 311, s. 278. Aylıkların ödenmesi için para istenmiş ancak,
Moralı yoksulluğunu ileri sürerek yardımdan kaçınmıştı. "Bire sefih

hain" (0.C) Bkz. Naima, C.2, s. 502 (TB)


3 Ravzat-ül Ebrar, C.2, s. 49, 50
4 Naima, C.2, s.533 1. İbrahim dönemini izleyen ilk sekiz yıl, kargaşa
dönemi olarak nitelendirilir. Yeni sultan yedi yaşındadır ve siyasal
yetke Ana Sultan Kösem eliyle kullanılmaktadır. Bu sekiz yıl
içerisinde 4'ü asılan, 8'i sürülen ve biri de kendi isteğiyle görevi
bırakan 13 sadrazam gelmiştir. Üstüne üstlük sadrazamlıkta en uzun
süre kalanı da ( 15 ay) en az akıllılarından biri olmayan ve görevi
kendiliğinden bırakan Murat Paşa'dır. (0.C) Bkz. Mantran, s.
242.
5 Ravzat-ül Ebrar, C. 2, s. 52, 53. Yukarıda Kara Mustafa Paşa için
295
başlıyor ve şöyle sesleniyor; "acaba gelirlerin sürekli olarak
azalması, giderlerin aşırı biçimde çoğalması "Allah öyle istediği için
midir?" "Halifeliğin kötü yazgısından mıdır?" durumu düzeltmek
için uğraş veren sadrazamlar amaçlarına ulaşamadan öldürülüyorlar.
Sultan İbrahim döneminde Kara Mustafa Paşa bu dönemde Koca
Mehmet Paşa parasal işlerde düzeni sağlamışlardı. Bu büyük
yöneticiler 1 zoralımlar, borçlanma ve "tezkere" kullanımına son
vermişlerdi. Yahudiler eliyle dolanıma sürülen "meyhaneci" ve
çıngene (bohemiens) paralarını arılığı tam paralarla
değiştirmişlerdi. 2 Sözün kısası, onlar hazineyi "borsa"cıların
bağımlılığından kurtarmışlar, değeri düşen bu paralara eski
değerlerini edindirmişler, hazine adına yitirildiği sanılan birçok
parayı kurtarmış, savurganlığa son vermişler ve devlete yeni bir
gönenç getirmişlerdi. Ancak, ardılları bu yolları izlemediler, yeniden
savurganlık yollarında dolaştılar, ülke çıkarlarını kişisel çıkarlarına
yeğ tuttular. İbşir Paşa'da parasal işlerde düzenleme yapmak istedi
ancak, Mehmet Paşa gibi o da bu girişimini başı ile ödedi. Ardılı
Murat Paşa ise bunların tam karşıtı bir görev anlayışı taşıyordu, bu
adam devleti uçurumun kıyısına yaklaştırmıştı, devlet görevlerini en
çok parayı verenlere satan 3 defterdar, bu paranın bir bölümünü
sadrazamla üleşiyor, kalan para ise kamusal gereksinimlere
yetmediğinden, "iç hazine"ye başvurmak zorunluluğu doğuyordu. Bu
durumda "karım haz inesi" bile başedemezdi.... Dev !eti ilk
dönemlerinde gelirlerin sınırlı olmasına karşın, sultan savaşçıların
aylıkları ile kamusal gereksinimleri ödemekte güçlük çekmezler,

yergilerde bulunan yazar burada övgüde bulunuyor. Aşın tutku ve


kızgınlığına yenik düşen yazarın yapıtının ikinci bölümünü ne gibi
esintiler altında yazdığı bellidir.
a.g.e.
2 Hacı Kalfa bu sadrazamın para ayarlamasından söz etmiyor.
3 Ravzat-ül Ebrar, C. 2, s. 53; Relazione Venete, C. 2, s. 345. "Karun":
Tevrat ve İncil'de anılan "korah"ın Kur'an'daki adı. Parayı ilk kez
bulduğu sanılan, varsıllığı ile ünlü kişi. (0.C) Bkz. M. Strec, İA VI,
sb 364-370.
296
üstüne üstlük iç hazinede yer kalmadığından dolayı gelir artanını
Yedikııle 'de özgülenen özel eklentilere aktarırlardı. Bugün, yeni
vergiler salındığı, devlet görevleri altı ayda bir yeniden satıldığına ve
üç ayda bir iç hazineden yüzlerce kese ödünç alındığına göre bunalım
neden giderilemiyor, din ve devlete yararlı bir görev yapılmıyordu?" 1
Murat'ın ardılı olan Süleyman Paşa'a bu acıklı durumu düzeltme
becerisini gösteremedi, bu yük onun omuzlarına ağır geliyordu. Öte
yandan, hazine bomboş olmakla birlikte paranın arılığı da giderek
bozuluyordu. Yukarda değinildiği gibi kuruş 80, esedi de 70 akça
değerinde idiyse de, dolanımdaki paraların kıyıları kırpılmış,
arılıkları o denli bozulmuştu ki bu paralar ancak tartı ve denetimden
geçirildikten sonra alınır olmuştu.2 Sultanlık parasının varlığından
söz edilmez duruma gelinmişti. Bununla birlikte Süleyman Paşa
aylıkları (mevacib) ödeyebilmek için zoralım ve borçlanma yolu ile
birkaç yüz kese toplamayı başardı ve hazinenin dibinde kalan arılığı
tam birkaç akçayı3, ayarı bozuk 4 paralarla değiştirerek ancak bir
ödeme dilimi (kıst) için gerekli olan parayı sağlayabildi. Bu
durumların üstesinden gelemeyeceği bir yıkım getireceğini düşünerek
görevden çekildi ve yerini 28 Şubat 1656 yılgününde Deli Hüseyin
Paşa'ya bıraktı. Naima diyor ki, "son sadrazamın ödediği aylıklar

1 Karş. Hammer, C. 11, s. 145; Tavernier, s. 129.


2 Naima, C. 2, s. 549 "Lakin maksus (kırpılmış) ve kem ayar (arılığı
bozuk) kuruş ve para ve züyuf akça sebebile". Bu paralar gümüşten
çok bakır içeriyordu. (0.C) Bkz. Hammer, C. 5, s. 569. Anlığı bozuk
bu paralar, para değeri üzerinden değil de, maden olarak okka ve
tartı ile alınıp verildiğinden ülkede ekonomik sıkıntı son sınırına
dayanmıştı. (0.C) Bkz: İ. Hakkı, DT/311. s. 288. Kuruşun 70-80
akça değeri var iken, 110 "meyhane" akçasına dönüştürülüp aylıklar
bu para ile ödendi. (0.C) Bkz. Gılınani, s. 85, Naima 1283, C. 6,
s. 138.
3 Naima, C. 2, s. 549 "der kise olan nükud halise" (içinde arılığı tam
para olan kese)
4 y.a.g.y., s. 549 '"çingene ve meyhaneci akçası ve kızıl akça"
297
arılığı yarı yarıya düşük paralardan oluşuyordu." l Subaylar bu arı
paraları kendilerine ayırarak arılığı bozuk paralarla değiştirmişler ve
savaşçılara dağıtmışlardı. 2 Ancak savaşçıların satın aldıkları şeylere
karşılık olarak verdikleri bu arılığı düşük paraları tecimenler
almayınca, ayrıca Kandiye ordusundan gelen aylak ve bakımsız birkaç
yüz "yeniçeri" de gecikmiş olan üç dilim üçer aylıklarının
ödenmesinde diretince, ortaya çıkan iki katlı kışkırtı bir başkaldırıya
dönüştü, ayaklananlar devlet gelirlerini aşırdıklarını ileri sürdükleri
kişilerin başlarını istediler, istekleri yerine getirilince de yatışıp
dağıldılar3

y.a.g.y., s. 552; Karaçelebizade, C. 2, s. 59


2 "Kalbü züyuf akça" (arılığı bozuk akça) " .. Süleyman Paşa'nın
verdiği mevacibin nısf-ı mikdarı züyuf ve kem ayar olub ... " (0.C)

Bkz. Naima, C. 2, s. 552 (TB) " .. cemaziyenevvelin ikinci günü


Süleyman Paşa azl ve mühr-ü hümayun kapıcılar kethüdası ile
Serdar Hüseyin Paşa'ya ihsan buyur... " (0.C) Bkz. Naima, C. 2, s.
552 (TB)
3 Naima, C. 2, s. 556. Sultan yakınlarının devlet gelirlerine elatmaları
da bu başkaldırının nedenlerindendi. (0.C) Bkz.N. Vukuat, C. 1-2,
s. 258. 4 Mart 1656 yılgününde ortaya çıkan bu başkaldırı "vaka-i
vakvakiye" adı ile anılan ünlü "çınar" olayıdır. (vakvak, doğu
söylencesinde ürünü insan olan bir ağaç imiş, öldürülenlerin çınar
ağacına asılması nedeniyle oi:ıu anıştırmak üzere bu olaya "vaka-i
vakvakiye" denilmişti. O.C. İ. Hakkı, OT, 3/1, s. 293, n) Bu olay
sırasında baş defterdar Karagöz Mehmet Paşa idi. 29 Şubat 1656
yılgününde bu göreve getirilen Mehmet Paşa, beş gün sonra
öldürülmüştü. (0.C) Bkz.N. Vukuat, C.1-2, s. 258. Ayrıntılı
bilgi için bkz. Eremya Çelebi, XVll. Asırda İstaııbııl, (Yay.H.
Andreasyon), İstanbul 1957 Başkaldırıcılar adına isteklerini
bildiren Mehter Hasan Ağa şu konularda yakınmıştı. Yönetimdeki
yolsuzluklar, devlet görevlerinin satışa çıkarılması aylıkların
ödenmesindeki gecikmeler, hadım ağalarının yönetimdeki
etkinlikleri ve para ayarının bozulması. (0.C) Bkz. Hammer, C. 5,
s. 70, 11. 79. Ötekilerinde olduğu gibi bu başkaldırıda ela para
ayarının bozulmasının etkisi olduğu kesinlikle yadsınamaz şöyle ki,

298
Deli Hiiseyin Paşa'mn yerine 5 Mart 1656 yılgününde Zurnazen
Mııstcıfa Paşa ve onun yerine de aynı ayın l 9'unda Siyavüş Paşa
sadrazam oldu. Yeni sadrazam Defterdar Mehmet Paşayı öldürterek
onun varsıllığına elkoydu. Defterdarın öldüğü gün Siyavüş Paşa'da
öldü ve yerine Boynuyaralı Mehmet Paşa geçti.
5 Eylül 1656 yılında durumu gözden geçirmek ve gerekli
önlemleri almak üzere Sultan IV. Melımet'in başkanlığında yeni bir
danışma kurulu toplandı. Kurulda, iç hazineden yeni bir yardım
yapılmasıyla birlikte, devlet ileri gelenlerinden ve varsıl kişilerden
gelirleriyle bağıntılı olmak üzere "imdadiye" adı altında olağandışı
bir vergi alınması önerildi. Ancak, bu uygulamadan çok az bir para
elde edilebileceği anlaşıldığından bu konu gündemden çıkarıldı,
giderlerin azaltılması için birçok kentin tek bir görevli ile
yönetilmesi de önerildi. Sultanın savaşın yeniden başlatılması
isteğine sadrazamın karşı çıkması, sultanın kızgınlığı ve kurulun
tartışmalara ara vermesiyle sonuçlandı. Birkaç gün sonraki oturumda
da savaş karşıtı tutumunu sürdüren Sadrazam Mehmet Paşa, savaşa
girilirse sultanın 20.000 keselik (20.000 kese akça Gılmani, s. 101
O.C) kişisel bir yardımda bulunması gerektiğini ileri

yeni basılan paralar bundan böyle saymaca değeri ile değil


ağırlıklarına göre alınır olmuştu. (0.C) Bkz.Hammer, C. 5, s. 569.
Belin, Zurnazen Mustafa Paşa'nın 16 gün sadrazamlık yaptığını
yazıyorsa da bu doğru değildir. (0.C) Bkz.M. Sertoğlıı, s.275
"Zurnazen Mustafa Paşa, 5 Mart 1656 dört saat sonra görevden
alındı."; İ.Hakkı, OT. 3/1, s. 339. "Mustafa Paşa bu sırada başlayan
çınar olayı yüzünden dört saat sonra görevden alındı."; Hammer, C.
5, s. 572. "Mustafa Paşa atanmasından dört saat sonra görevden
alınarak ... " Belin,, Deli Hüseyin Paşa'nın sadrazamlık görevine
getirildiğini yazıyorsa ela biz incelediğimiz kaynaklarda böyle bir
duruma rastlamadık. (0.C) "sadrazamlık mührü Girit'teki ordu
komutanına (Deli Hüseyin Paşa) gönderilmiş olmakla birlikte,
Sultan iV. Mehmet sadrazamlığı, son kargaşanın gizli kışkırtıcısı
olan Kaymakam Mustafa Paşa'ya vermişti." (0.C) Bkz. Hammer,
C.5, s.572.
299
sürmüştü.Kızgınlığı giderek artan IV. Mehmet, Boynuyaralı
Mehmet Paşa'yı görevden alarak, 15 Eylül 1656 yılgününde aynı
göreve Köprülü Mehmet Paşa'yı atadı.1

Takvim-üt Tevarih s. 136 O.C) Bu kurulda, hazine gelirlerine


özgülenmiş olan Manisa ve Aydrn kentleriyle, Anadolu ve Karaman
··eyalet"lerinin-İ::nıir, Sakı:, İstaııkiiy, v.b.g. önemli yerlerin
korunması koşuluyla tek bir yöneticiye verilmesi, bundan böyle
tersanede büyük gemi (kalyon) yapılmayıp yalnız kadırga yapılması,
iç hazineden para çıkarılması, varsıl kişilerden yardım (imcladiy)
alınması öngörülmüştü. (0.C) Bkz. Hammer, C. 5, s. 583. Bu
dönemde öyle bir çıkmaza girilmişti ki, zorbalardan bile yardım
umulur olmuştu. .. 17. yüzyıldaki Osmanlı zorbalarının en
ünlülerinden olan Deli İlahi' nin İstanbul'a gelişi büyük bir olay
olmuştu. Onu Anaclolu'clan tanıyanlar, '"ol zorba gelmiş" diye
tezelden birbirlerine duyurmuşlardı. Bir gün tümü birden Deli
İlahi'nin kapısına dayanmış ve "seninle dinsel (şer'i) sorunumuz
vardır." diye yakınmışlardı. Zavallı halk, dinsel olmadığına inandığı
bir sorun için ses çıkarmadığı gibi, acaba içlerinde dinsel sorunları
ayırtedebilecek olanlarda. var mı idi? Ülkede yozlaşma sürmekte,
görevler para ile satılmakta, umarsız halk anlamadığı, bilmediği
dilini bile kavrayamadığı kurallara gözü kapalı bağlanmakta, ancak
sıkıntı ve yokluğa uğradığı an bir kurtuluş, bir umut ışığı görmek
isterse ""dinsel sorunum vardır" diye başkaldırmak ister, kurtuluş ve
esenliği dinden umut ederdi·. Bilemezdi ki, ülkede dinsel kurallara
uyan yoktu, elin çıkar, türe çıkardı. Vergi kaynaklarını kesimlerine
alanlar milyonlarca halkı elin aracılığıyla alcla<ırlar, öldürürler,
asarlar, yakarlardı." (0.C) Bkz. A. Refik, Zorbalar, s. 25, 26
Ekonomik oluşumların özünde yatan ilişkileri sezemeyen
toplumlarda, yoksulluğun nedenlerinin dinsel kurallardan
uzaklaşıldığı biçiminde algılanması doğal bir olgudur (0.C) Bkz.A.
Yücekök, 100 Soruda Türkiye'cle Din ve Siyaset. Ank. 1983. 67 s.
"imdacliye" konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Y. Cezar, Osmanlı
Maliyesinde XVII. Yüzyılın İkinci Yarısındaki "İmdadiye"
Uygulamaları, İÜSBFD Yıl 2, sayı 2 (1984), s. 69-102.

300
Ayrım 4. 1656-1680.

İKİ KÖPRÜLÜNÜN GÖRKEMLİ YÖNETİMİ;


PARASAL İŞLERİN DÜZEL TİMİ;
HAZİNENİN GÖNENDİRİMİ

Özeti yukarıda okunan bunalımlı dönem, birinci Köprülü' nün


göreve başlamasıyla sona eriyor. Saltık ve bağımsız çalışmak koşulu
ile sadrazamlığı üstlenen Köprülü Mehmet Paşa, baskıya dayanan
uygulamalarıyla ülkede düzeni yeniden sağlamış, gelir-gider açığına
son vermiş, Osmanlı "sancak"ı altında başarılar elde etmiş,
imparatorluğa yeni bir görkem, yeni bir dirlik-düzenlik getirmişti

1657. Köprülü Mehmet Paşa'nın parasal düzenlemelerine karşın,


süresi gelen üç aylığın ödenebilmesi için 300 keseye gereksinim vardı.
Köprülü, aylıklarının arı paralarla ödenmemesi durumunda
savaşçıların onsuz olamayacakları (sine qua 11011) başkaldırıya
yelteneceklerini bildiğinden -ister istemez- iç hazineden son bir
borçlanma yapılmasını istedi, ancak böylece sözü edilen aylıklar
tümüyle ödenebildi. Sultan iV. Mehmet'de, beğenisinin göstergesi
olarak sadrazamı, bir buyrukla birlikte değerli taşlarla bezenmiş
"hançer" ve de samur bir "kaftan"la ödüllendirdi. l İç hazinenin bu

Hammer, C. 11, s. 27. K. Mehmet Paşa'nın ileri sürdüğü koşullar


şunlardı; sunduğu önerilerin tümü sarayda onaylanacak; devlet
görevlerine istediği kişileri atayabilecek; sultanlık danışmanları ile,
sarayın koruması altındaki yüksek görevliler kendi ile saygınlık
yarışına girişmeyecekler ve doğrudan kendi kişiliğine yönelik
suçlamalar savunması alınmadan değerlendirilmeyecekti. (0.C)
Bkz.Hammer, C. 5, s. 584-585. Savaşçıların aylıkları için iç
hazineden alınan 300 keseye (Naima, 1283, C.6, s. 272; Nb Vukuat,
C. 1-2, s,. 261 'de 3.000 kesecliyor 0.C) güvenceyi müftü (Bolulu
Must<!{a Efendi Naima, 1283. C.6, s. 271 O.C) ile baş yargıç
301
yardımı, Köprülü 'nün sadrazamlığı döneminde rastlanılan tek parasal
sıkıntıdır."Haraç" a bağlanmış olan ülkelere salınan olağanüstü
vergiler, kimi zoralımlardan elde edilen paralara eklenerek
Venediklilerle deniz savaşını sürdürmek, üstüne üstlük Asya' da savaş
eylemlerine girişebilmek için gerekli olan araç ve gereçler
karşılanmış oldu.

1660-1661. Köprülü Mehmet Paşa l Kasım 1661 yılgününde


ölünce, yerine sağlığında "kaymakam" olarak atadığı oğlu Fazıl
Ahmet Paşa geçti. Ayrıntıları yukarıda görülen Eyubi Efendi'nin
gelir-gider çizelgesinin düzenlendiği bu yılın giderleri 593.604.361,
gelirleri 581.270.818 ve gelir-gider açığı da 12.333.543 akçaya
ulaşıyordu ki, sarayın bu dönemdeki gösterişli yaşamı ve savaş
giderlerinin çok büyük boyutlara ulaştığı gözönüne alınırsa, gerçekte
bu açığın o denli önemli sayılmaması gerekir.

1663. Macaristan ordusu komutanlığını da üstlenen Fazıl Ahmet


Paşa, Buda (Ofen) üzerine yürüdüğü sırada Tuna'yı geçerken -/V.

(kazasker) üstlenmişti. Köprülü Mehmet Paşa "tımar"ların


düzeltimi için de çalıştı. Yolsuzluklara çözüm olmak üzere, gerek
Avrupa ve gerekse Asya topraklarındaki "tımar" ve "zeamet"
üstencilerinin izin belgelerinin (berat) yinelenmesi zorunluluğunu
getirdi. (0.C) Bkz. Hammer, C. 6, s. 62. Yine bu dönemde iç
çatışmalara neden olan Transilvanya'nın vergisi Ağustos 1658'de
15.000'den, 40.000 Venedik altınına çıkartıldı. (0.C) Bkz.Mantran,
s. 244. Mehmet Paşa bir görev üstlenmemelerine karşın gümrükten
aylık (vazife) alanların denetimini de yaptırdı, iki yerden aylık
alanların aylıklarından birisini kestirdi, boş olan görevlerin ancak iki
akçası ile atamalar yapıp, kalanını hazineye aktardı. Şeyh Salim' de
(Valide sultana çatmasıyla ünlenmiş ve kendisine günlük 1.000 akça
özgülenmişti.) bu uygulma içerisine alındı, İstanbul gümrüğünden
200 akça kendisine bırakıldı ve kalan 800 akça hazineye gelir olarak
aktarıldı. (0.C) Bkz.İ. Hakkı, OT, 311, s.373.

302
Murat döneminde olduğu gibi- kendisine bir tutsak ya da bir yağı başı
getirene 40'ar 50'şer kuruş dağıttı.1 Almanya ile barış yapılmasına
karşın, Kandiye 'nin anılmaya değer kuşatmasının uzaması dış
hazinenin tüm kaynaklarını kurutmuştu. Ordunun araç-gereç
gereksinimlerine çözüm bulmak isteyen Sultan IV. Mehmet,
derterdara 1.500 kese verilmesini öngören bir buyruğu iç hazine
görevlisine göndermiş, daha sonra da "sancak-ı şerıf'i sadrazama
vererek onun Girit ordusunun başında bulunmasını buyurmuştu. 2

1667 · Venedik -ne olursa olsun- elinden bırakmak istemediği


Kandiye'ye karşılık Şubat 1667 yılgününde o yıl için 24.000 "riyal-
kzıruş"3, bir sonraki yıl içinde 20.000 altın vermeyi önerdi, ancak

Raşid, C. l, s. 10. " ... dil getirenlere kırkar ve ellişer kuruş ve kelle
getirenlere yirmibeşer otuzar kuruş ihsan .. " (0.C) Bkz. Raşid, C. 1, s.
10/8 .. Toplam ödemeler 120 keseye ulaşmıştı. (0. C) Bkz. Gılmani,
s. 169.
2 Raşid, C. l, s. 32. 1O Ağustos 1664 yılgünlü Vasvar antlaşması on
tanımlık üzerinden düzenlenmişti. 7. Tanımlık; Avusturya'nın
Osmanlı devletine 200.000 "flori" (kara-kuruş) vermesini
öngörüyordu. Ayrıca Traıısilvanya Osmanlı devletine 40.000 dükalık
vergiyi göndermeyi de sürdürecekti. (0.C) Bkz. Hammer, C.6,
s.137, n. 124 " .. hatt-ı hümayın ile enderun hazinesinden binbeşyüz
kese ihsan ve hazine kethüdası Ali Ağa meblağ-ı merkumu çıkarub
defterdar Ahmet Paşaya teslim etmek üzere ferman alındı .. " (0.C)
Bkz. Raşid, C.1, s.32/B
3 Raşid, C. l, s. 40 " .. yirmidörtbin riyal kuruş mukaddema bu .. " (0.C)
Bkz. Raşid, C.1, s. 40/A Fazıl Ahmet Paşa dönemindeki bir başka
uygulama da, bir süredir yürürlükte bulunmayan içki ve şarap
yasağının yinelenmesi idi. (19 Temmuz 1670) Ancak, bu yasakla
birlikte içki ederleri düşmüş, bu durum içki tüketimini özendirmiş
üstüne üstlük hazinenin bu dilimden aldığı vergilerde büyük bir düşüş
görülmüştü. (0.C) Bkz. Hammer, C.6, s. 232-233. Fazıl Ahmet
Paşa'nın "şarap ve rakı yasağı" buyrultusu için bkz. Ç. Uluçay, 18.
ve 19. yüzyıllarda Sarulıan, s. 395, n. 746. Bu dönemde
303
Osmanlı hükümeti bu iki öneriyi de geri çevirdi. 1 Avrupalı
bağlaşıklarca çok sıkı bir biçimde savunulan Kandiye 27 Eylül 1669
yılgününde Osmanlıların eline geçti. Sarayın savurganlıkları ve türlü
savaş giderlerine karşın, parasal durum gönencini sürdürmüş savaşçı
aylıkları da 1680 yılgününe değin düzenli denilebilecek bir biçimde
ödenmiştir.

1680. Nisan ayı içerisinde ölen iç hazine eski sorumlusu Mermer


Mehmet Paşa'nın el konulan varsıllığı arasında, hazineden çıkarılmış
kimi değerli nesneler bulunmuştu. Bu durum hazine görevlilerinin
bağlılıklarına karşı bir kuşku duyulmasına neden oldu. iV. Mehmet.
iç hazinede (tresor interieur) bulunan paraların, taşların, altın ve
gümüş vazoların ve kumaşların ayrıntılı bir "varlık çizelgesi"nin
(inventaire) düzenlenmesini buyurdu. Defterdarla birlikte, baş
sayman (premier comptable), hazine denetleyicisi (controleur) ve
saymanlık yazmanlarından oluşan bir kurul üç ay süresince çalışarak
10 Nisan 1675'ten, 1680 yılgününe değin hazineye giren ve çıkan
nesnelerin ayrıntılı iki "varlık çizelgesi"ni düzenledi. Sözü edilen
çizelge, altına sultan eliyle "doğrudur" (sa/ıh) sözcüğü yazıldıktan
sonra hazinedeki özel yerine konuldu. 2

Fransızlarla süregelen ayrıcalıklar sözleşmesi de yinelenmişti. 5


Haziran 1673 yılgünlü olan ve 55 tanımlıktan oluşan bu sözleşmenin
45. tanımlığında, "% 5 olan gümrük vergisinin %3'e indirilmesi"
öngörülüyordu.(0.C) Bkz. R. Ekrem, S. 429.
Raşid, C.1, s. 57" ... devleti aliyeye senede yirmibin altun haraç
verelüm deyüb .. " (0.C) Bkz. Raşid, C.1, s.57/B
2 Belin burada bir alıntı vermiyor. Ancak konu Hammer, C.6, s. 335'te
Raşid, C. 1 s. 91 A/B de ayrıntılı bir biçimde işlenmektedir. Sözü
edilen görevliler Defterdar Hiisnıi Efendi, Baş Muhasebeci
"Mukabeleci" Ali Efendi ve Hazine Kethüdası Alımet Ağa idi.
(0.C) Bkz.Raşid,, C.1, s. 91 A/B. Bu düzenleme sırasında sadrazam,
30 Ekim 1676 yılgününde Fazıl Ahmet Paşa'nın yerine geçen
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa idi. Sultana sunulan bu çizelgeye göre,
304
1680 Mayısında iç hazinede değeri 214.077. 170 akçaya ulaşan
·'şerifi", "macari'', "frengi altın", "esedi kuruş", "mısır parası" ve
"cedid akça" bulunmaktaydı. (0.C) Bkz. A. Tabakoğlu, s. 38.
Savaşçıların aylıkları 1680'lere değin düzenli bir biçimde
ödenecektir. Bu dönemde ele geçirilen Girit Adasının yer yazımı
yapılarak vergi yükleri belirlenmiş, Polonya ile yapılan 18 Ekim 1672
yılgünlü Bucaş Antlaşması ile sözü edilen devletten 20.000 altın
(düka) yıllık ödenti ve birlikteliğinde Lenıherg kenti içinde 80.000
ekülük bir katkı elde edilmişti. (0.C) Bkz. Mmıtran, s. 245. Yine
bu dönemde yabancı tecimenler arılığı düşük paralar getirip iyi
alaşımlı paraları yurt dışına götürmektedirler. Bu durum Bursa, Bolu
w Kütahya 'da büyük karışıklıklara yol açar. Sözü edilen yörelerde
bundan böyle söz konusu olan, kapıkulu savaşçılarının değil, vergiyi
arılığı düşük paradan başka ödeme olanakları olmayan ancak,
hükümet görevlilerinin de bu paraları almamaları üzerine
başkaldıran kentlerin sıradan halkının ayaklanmasıdır. Kaııdiye'nin
kuşatılması imparatorluğun parasal kaynaklarını önemli ölçüde
tüketmiştir. Yeni savaşçılar, yeni birlikler, yeni tekneler donatmak,
gerekli araç ve gereci sağlamak gerekmektedir. Ancak akça bu para
çıkışlarına dayanamamıştır. Daha önceleri değer yitirmiş akça, bir
kez daha değer düşürümüne uğratılmıştır. Bir yaldız 170 erine 250
akça etmektedir. Kuruşun da yaldıza karşı değişim oranı 2.1 den, 2.5'e
düşmüştür. Bu dönem aynı anda yabancıların para üzerinde
giriştikleri vurgunculuğun (speculatioıı) en üst düzeye ulaştığı bir
dönemdir. Hükümet yabancı paraların ülkeye sokulmalarını
yasaklamayı denemiştir, bu boşuna bir çabadır şöyle ki, devletin
kendi parası bundan böyle güvenilirliğini yitirmiştir. Bu arada Ekim
1671 'de yapılan barış antlaşması Osmanlı devletinin Yenedikten bir
ödenti alabilme olanağını da ortadan kaldırmıştır. (0.C)
Bkz.Mantran, s. 245. Köprülülüler Dönemi için ayrıca bkz. A.
Refik, Köprülüler, İstanbul 1331 (0.C)

305
Ayrım 5. 1680-1714.

PARASAL SIKINTILARIN YENİDEN


BAŞGÖSTE_RMESİ; ZORALIMLAR; GÜCÜL
BORÇLANMA; HAZİNEDEKİ (HAS-AHIR)
AL TIN VE GÜMÜŞ VAZOLARIN PARAYA
DÖNÜŞTÜRÜLMESİ; MANGIR
ÇIKARILMASI; PARA DEGERİNİN DEVLET
ELİYLE SAPTANAN DEGERDEN DAHA
YÜKSEK SAYILMASI; YILLIK OLARAK
KESİME VERİLEN KİMİ VERGİ
KAYNAKLARININ BUNDAN BÖYLE YAŞAM
BOYU KOŞULUYLA KESİME VERİLMESİ;
EMEKLİLERİN BİRER AYLIKLARINA
ELKONULMASI; ALTIN VE GÜMÜŞ
PARALARIN TUGRALI OLARAK
BASILMASI; BARIŞ YAPILMASI ÜZERİNE
YÜKÜMLÜLERİN KİMİ VERGİLERDEN
BAGIŞIK TUTULMALARI; PARA AY ARININ
DÜŞÜRÜLMESİ.

1680. Bu yıl "kasadar"lara (caissiers publics) seslenen bir


buyrukta; "riyal" alınması gereken yerlerden gönderilen "esedi"nin 1
100 akça, "esedi" gönderilmesi gereken yerlerden gelen paraların da2

"Esedi"nin olağan değerinin 70 akça olduğuna 1655-1666 yılı


olaylarında değinilmişti.
2 Paradan, ilk kez burada söz ediliyor. Cevdet, C.5, s. 226'da yılgün
belirtmeksizin diyor ki; kargaşa döneminde (3. ayrımın içerdiği
dönem olsa gerek) 3 akça değerinde ve bir kuruş 40 para olmak üzere
alaşımı çok bozuk gümüşten, "para" adı ile bir dolanım aracı

306
bir esedi 120 akça üzerinden alınması öngörülüyordu.1 Böylece,
hükümet kasalarına alınacak paraların değerleri de saptanmış
oluyordu. Bu düzenleme parasal sıkıntıların yeniden başgösterdiğini,
para ayarının bozulduğunu, paraların baş ayırımından getiri
sağlandığını ortaya koyuyordu.

1684. Hazine bu yıl, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'dan sonra


sadrazam olan Kara Mustafa Paşa'nın elkonulan varsıllığı ile bolluk
buldu. Viyana kuşatmasını kaldırmak zorunda kalan Mustafa Paşa
kendi başını İstanbul' a götürmekle yükümlü olan görevliye
Belgrat'ta rastladı. (25 Aralık 1683) Mustafa Paşa'nın
öldürülmesinden sonra el konulan varsıllığından 491 kese akça ordu
gereksinimi için özgülendi.2
1684-1685 · Baş deftertar da (defterdar-ı sıkkı-ı evvel) bir süre
sonra sadrazamın yazgısını paylaştı. El konulan 300 kesesi dışında,
ertesi yıl sarayında çıkan bir yangın sırasında toprağa gömülü olarak

neden olmuştu. Çev. C.6, s.30 O.C)


"Esedi" kuşkusuz ki, yıllık vergiyle (haraç) yükümlendirilen bağlı
beyliklerin ödedikleri vergilerin para türü idi. Kimi yörelerde
vergilerin yabancı para üzerinden alındığı da bilinmektedir. Bkz. Yıl
1705.
2 Raşid, C.I, s. 109. Kapıcılarbaşı Alınıet A,ğa ile (Merzifonlu Gazaz
Ahmet, Z. Şakir, Maktül Vezirler, s. 123) Çavuşbaşı Mehmet
A,~a Belgrat'a gelerek ilgili buyruğu Mustafa Paşa'ya ilettiler.
Mustafa Paşa'nın el konulan parasından 315 kese savaş giderleri, 176
kese akça da savaşçıların" :::ahire-halıa"ları için özgülenmişti. (0.C)
Bkz.Raşi, C.I, s. 109/B. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Yiyana'yı
ikinci kez kuşatmış, ancak büyük bir yenilgi almıştı. Bunun üzerine
Avrupalı devletler birleşerek dört yandan Osmanlı topraklarına
saldırmış ve 16 yıl sürüp, 1699 yılında Karh~f(-a antlaşmasıyla
sonuçlanan savaşlar dönemi başlamıştı. (0.C) Bkz. ]. Stoye, İkici
Viyana kuşatması, (çev. S. Atalay), İstanbul. 1983. Ayrıca
bkz. Cevat Üstün, Viyana Seferi, Ank. 1941.
307
bulunan 400 kesesi de iç hazineye aktarıldı.
Hükümetin dörtlü bağlaşma devletlerine karşı batı sınırlarının
korunması amacıyla karada ve denizde almak zorunda kaldığı
önlemlerin uzantısı olarak, 60 yelkenliden oluşan bir deniz gücünün
donanımı için önceden 1.400 kese akça vermiş olan iç hazine, bunun
dışında Almanya sınırında görevli olan savaşçıların biriken
aylıklarına karşılık 600, yukarıda sözü edilen deniz gücünün savaş
gereksinimleri ile, Azak'taki savaşçıların aylıklarına karşılık olmak
üzere de ayrıca 1.467 kese akça daha vermek zorunda kalmıştı. 1

1685. Sadrazam Kara İbrahim Paşa, savaşın ilk günlerindeki


başarısızlıkların yüklediği sıkıntılara dayanamayarak yerine bir
başkasının atanmasını istedi. Babadağ ordusu komutanı olan Süleyman
Paşa Edirne'ye çağrıldı. 18 Aralık 1685 yılgününde savaşçılara
aylıklarını ödeyen Süleyman Paşa'ya ödül olarak sadrazamlık görevi
verildi. Süleyman Paşa göreve başlar başlamaz, Osmanlı bayrağı
altında başarılar elde edebilmek için, alışılagelen çözüm yoluna
başvurarak, öncelini sürgüne gönderdi ve 3.000 keseye ulaşan
varsıllığını iç hazineye aktardı. (Hammer, C.6, s. 428, n. 99'da 500.000
ekti diyor O.C) Kısa bir süre sonra Tökeli ile savaşan Macaristan
ordusu komutanlığını da üstlenen Süleyman Paşa, iç hazineden

Raşid, C.1, s. 118, 119. İbrahim Paşa görevden alındıktan sonra


Üskiidar'daki Bayram Paşa yalısında gözaltına alınmış, kısa bir süre
sonra hacca gitmek istemiş ve gerekli izin de verilmişti. Ancak
karşıtları "çok parası vardır, Anadolu'ya geçer geçmez Abaza Hasan
gibi başkaldırır, daha şimdiden kendisine paralı yardımcı topluyor"
diyerek, sultanı kışkırtmışlardı. Su itan M eh 111 et bir buyruk
göndererek İbrahim Paşa'dan savaş yardımı olmak üzere 500 kese
istemişti. İbrahim Paşa "haca için biriktirdiği 70.000 altından başka
bir param yoktur" diyerek gönderilen aracıyı kovmuş, bunun üzerine
3.500 kese parasına (Hammer, C.6, s. 428'de 3.000 akça el
konulduktan sonra Kıbrıs Adasına sürgün edilmişti. (O.C) Bkz. İ.
Hakkı, DT, 311, s. 469, n.i.

308
çıkarılan 2.000 kese akçanın yardımıyla gerekli düzenlemeleri yapmış
ve 19 Nisan 1686 yılgününde sancağı (sancak-ı şerif) alarak
Edirne' den yürüyüşe geçmiştir. l

1686-1687. Sadrazam Süleyman Paşa savaşa tutuştuktan kısa bir


süre sonra, savaşçı ve para yardımı istedi. Ancak, savaşın uzun sürmesi
bunun sonucu olarak da giderlerin çoğalmasından dolayı, hazinenin
tek bir alacağı ve ileride de para bulma olasılığı kalmadığından
ülkenin tüm yükümlülerinden gücül borçlanma (emprunt force)2
yoluna gidildi. İstanbul 1.500, Bursa 200, Mısır 350, Bağdat ve Basra
150'şer kese vermekle yükümlendirilmiş, kent yöneticileri ve devlet
ileri gelenlerinden, gelirleri ile bağıntılı olmak üzere bir "imdadiye"
istenmiş3 sultan kızlarının gelirlerinden (has) 100 yük alınmış, öte

Raşid, C.l, s. 123. "... mesarif-i süfera, için iki bin kese akça ihsan ... "
(0.C.) Bkz. Raşid, C.1, s. 123/A.
2 "Bir miktar akça istikraz olunmak üzere" (Bkz. Raşid, C.l, s.
125/A 0.C) "imdadiye" için konut başına üçer kişi istenmesi ve bir
sözde nedenle bunun akçaya dönüştürülüp yine konut başına üçeryüz
kuruş alınması gündeme getirilmiş ve bu olgu Eylül 1687 yılgünlü bir

buyrukla da onaylanmıştı. (0.C) Bkz. Silahdar fındıklı Mehmet


Ağa, Silahdar Tarihi, İst, 1928, C.2, s.375.
3 Bu tür bir tasarı 1655-1656 yılgününde de düşünülmüştü. iV.
Mehmet, başta "müftü" olmak üzere tüm din bilginlerinden
"imdadiye" adı altında bir savaş yardımı istemişti. Ancak, almasını
bilip de vermesini bilmeyen bu kesim anında gürültüye başladı.
Rumeli Baş Yargıcı Hamit Efendi 'yi yanlarına alarak
''kaymakam"ın yanına gittiler. Hamit Efendi, kendisiyle birlikte
tümünün çok yoksul olduklarını ileri sürerek yardıma karşı
olduklarını söyledi. Hamit Efendi sürgüne gönderildi ise de,
"imdadiye" uygulaması yürütülemedi. (0.C) Bkz. İ. Hakkı, OT,
311, s. 487. Yoksulluğundan yakınan Hamit Efendi sürgünden bir
gün sonra öldü. Sarayında bulunan 380 kesenin 50 kesesi çocuklarına
bırakılarak 330 kesesi hazineye aktarıldı. (0.C) Bkz. Hammer,
C.6,s. 437. Devlet, Bursa'dan 1.500 kese toplayabileceğini
309
yandan, batı sınırındaki ordunun aylıklarına karşılık olarak iç
hazineden de 500 kese verilmişti.! İç hazine bundan böyle
boşluklarını eskiden olduğu gibi gelir artanı ile değil, ancak
zoralımlarla dolduruyordu. Bu doğrultuda, Baş Yargıç (kazasker)
Hamit Efendi'nin, tersane ve gümrük yöneticilerinin (emi) ve
sultanın önceleri güvenini ve beğenisini elde etmiş olan Kızlar Ağası
Yusuf Af?a'nın varsıllığına el konulmuştu.2 Bununla birlikte, bu tür
gerçeğe, usa, yol ve yönteme uymayan uygulamalar, ne yağıyı geri
püskürtüyor ve ne de, bir başarı getiriyordu. Kısa bir süre sonra
orduda çıkan bir ayaklanma sonucu savaşçılar kendi komutanlarının
başını istemişlerdi. Kırkbir yıllık egemenliği süresince yıkımın
sınırına yaklaşan impatorluğun Köprülülerin güçlü ve etkin
önlemleri ile göz kamaştırıcı görkem ve ününe kavuştuğunu
görebilen IV. Mehmet, 1687 yılgününde çıkan bir başkaldırı sonucu
sultanlığı bırakmak zorunda kalmış, Ayasofya'da (Sainte-Sophie)
toplanan din bilginleri de (utemas) suskunluklarıyla bu olguyu

ölçümlemişse de bu varsıl kentin ancak 200 kese verebileceği


anlaşılmıştı.
Devlet gelirlerinin l/9'una varan parasal gücü bulunan
Bursa'dan 200 keseden çok para alınamamasının nedeni, eldeki
paraların "tefecelik"e yatırılmış olması idi. (0.C) B kz.H.
Sahillioğlu, XVIII. Yüzyıl Ortalarında Sanayi Bölgeleri,
BTTD. Sayı 11, s. 61.
Raşid, C.l, s. 125. Süleyman Paşa (18 Aralık 1685-18 Eylül 1687)
süresi gelen üç aylıkları ödeyebilmek için dolanımdaki paraları, yüz
"ons"una (28, 349 gr. 0.C) kırk "ons" bakır karıştırılan bir
alaşımdan oluşan gümüş paralarla değiştirmiş, sultan da, savaş
gereksinimleri için özel hazinesinden 2.000 kese vermişti. (0.C) "yüz
yiik akça" (O.C) Bkz. Raşid,C .1, s. 125.
2 Raşid, C.l, s. 132, 133. Başı istenen ordu komutanı Sadrazam Sarı
Süleyman Paşa idi. Süleyman Paşa, Belgrat'ta savaşçıların
yoklamalarını yaptırmak istemiş, devlet için gerekli ve yararlı olan
bu önlem savaşçıların başkaldırmaları için yeterli bir neden olmuştu.
(0.C) Bkz. Hammer, C.6, s. 437. Ayrıntılı bilgi için bkz.
Silahdar, C.2, s. 295-298 (0.C)
310
onaylamışlardı.

İKİNCİ SÜLEYMAN DÖNEMİ (1687-1691)


1687 · Hazinenin durumu, IV. Murat'ın başa geçtiği dönemde
olduğu gibi bu kez de alışılmış başa geçiş ödencelerini değil vermek,
düşünmeye bile olanak vermiyordu. Bu nedenle salt 2.300 keseye
ulaşan gecikmiş üç dilim üçer aylıkların ödemesi ile yetinilmek
istenildi. Ancak, sadrazam sarayında geleneksel "sergi" 1 açılması
üzerine başkaldırıp Atmeydanı'nda toplanan atlı savaşçılar, başa geçiş
ödenceleri verilmezse aylıklarını da almayacaklarını bildirdiler.
Hükümet, ocak komutanlarından durumun savaşçılara açık ve
inandırıcı bir biçimde anlatılmasını istedi. Buna karşılık komutanlar,
vergi kaynaklarının kendilerine verilmesi, "gulamiye"lerin altı
savaşçılara bırakılması ve devlet görevlerine adlarını verecekleri
kişilerin getirilmesi koşulu ile buna uyacaklarını ileri sürdüler. Bu
isteklerinden birçoğunun yerine getirilmesine karşın onlar kentin
varsıl kişilerinden "haraç" olarak zorla para aldıkları gibi savaşçılara
da 4.557 kese akça ödence dağıttırdılar ki, bu paranın 1.256 kesesi iç
hazineden, 3.301 kesesi de Mısır vergisi (irsaliye) ile Mısır, Bağdat,
Basra, Erzurum kent yönetcilerinin atanmaları kaşılığı öncelikli
olarak verdikleri paralardan ve kimi "paşa"ların (Raşid paşa
sözcüğünü anmıyor O.C) derece aşamalarına (tuğu-diplomes de
pachas)2 karşılık olarak verdikleri sungulardan (caize) karşılanmıştı.

"Kaidei kadem üzere veziriazam sarayında sergi döşenüb" Raşid,


C.1, s. 138.
2 Raşid, C. l, s. 138, 139. Bu dağıtımda 70.394 yaya savaşçısı
3.977;12.153 cebeci 2 42; 5.084 topçu 102; 676 top arabacısı 13; atlı
savaşçılar da (Raşid bımların sayısını vermiyor) 295 kese akça
ödence almışlardı. (Toplam 4.629 kese akça oluyor, rakamların
birisinde basım yanlışı olsa gerek.) (Ü.C) Bkz. Raşid, C.I, s. 139/A.
Görev aşaması olarak kendisine "tuğ" verilen kişi, tuğlarının sayısı
ve görevinin gelirine göre "tuğ caizesi" adı altında hazineye bir para
verirdi. (0.C) Bkz. Z. Pakalın - Deyimler, C.3, s.524.
311
Savaşçıların doyurulması olanaksız sonu gelmeyen istekleri,
batıda uğranılan yenilgiler, toplu olarak orduya almalar (Levees en
masse)l gibi nedenler tüm gelir kaynaklarını kurutmuştu. Bunun
üzerine il. Süleyman'ın yayınladığı bir buyrukta; imparatorluk "Has-
ahır hazinesi"nde gereğinden çok bulunan eyer takımları, halı ve
gümüş vazoların bir varlık çizelgesinin düzenlenerek, altın ve
gümüşlerden para bastırılması, öteki nesnelerin de paraya
dönüştürülmesi öngörülüyordu ki, bu uygulamadan 554 kese akça elde
edilmişti.2
Hükümet bir süre sonra, buna koşut durumlarda önceki
sultanların· da uyguladığı çözüm yoluna başvurarak bakır para
basılmasını öngördü. Bir okka (1283 gr. O.C) arı bakırdan 800 mangır
kesilecek ve bir mangır 2 akça değerinde olacaktı. Tavşanbaşı'nda
(Taouchan-Bachi) özel bir para basım işliği açılarak yeni araç ve
gereçler aracılığıyla bu tür paralardan bol sayıda basıldı. 3 Daha

"Nefir-i anını" bkz. Yıl· 1289. Ancak sözü edilen 1289 yılgünündeki

"nefir"dir ve, borozan (trampotte) alamını taşımaktadır. (0.C)


2 Raşid, C.l, s. 143. Cevdet, C.5, s. 303'te; Süleyman döneminde 6
dirhem ağırlığında kuruş· kesildiğini yazıyor. Parasal durum tam bir

çıkmaza girdiğinden gereken düzenlemelerin en kısa sürede


yapılması kaçınılmazdı. Vergilerin üçte birinin altın, üçte ikisinin de
gümüş ve bakır para ile ödenmesini öngören buyruk bir sonuç
veımemişti. Kuruş 120, "şerif altın" 270, yaldız altın ise 400 akçaya
ulaşmıştı. (0.C) Bkz. Hammer, C.6, s.499. Raşid bu olayı "ihrac-ı
avani zer ve sim ez hazine-i has ahur" başlığı altında veriyor ve
ekliyor, '·beşyüzelli dört kese akçaya bağlı oldu ... " (0.C) Bkz. Raşid,
C.l, s. 143/A.
3 Raşid, C.l, s.146, 147. Doğrusu "Tavşantaşı"dır. (0.C) Bkz. İ.
Hakkı, OT, 311, s.488; Hammer, C.6. s. 470. 1687 yılında
hazinenin açığını kapatmak gerekiyordu. İçki vergilerinden oldukça
yüklü gelirler elde edilirken, içki yasağının anlamsızlığı görüldü.
Ancak bu kez tütün vergisi de gündeme alındı. Bu yılgünü gelinceye
değin tütünden tek bir akça bile vergi alındığı görülmemişti. Bu
dönemde "Yenice" tününün "kıyye"sinden (okka) 10; Kırca Ali'nin
312
önceleri Vani Efendi eliyle tüm akıl ve bilim verilerine aykırı bir
biçimde, salt dinsel yönlendirmeler sonucu olarak yasaklanan
"şarap" ve "ispirtolu içkiler"e konulan "inıdadiye" (subside de
guerre) vergisi yeniden salındı, ayrıca tütün de ilk kez vergilendirildi.
Bu vergilerin toplanması o yıl için kesime verilmeyip, gümrük
yöneticisinin gözetimine bırakıldı.

1688. Bu yılın başlarında yayınlanan bir buyrukta; mangırın


akçaya eşdeğer olduğu öngörülüyorl az sonra yayınlanan bir başka
buyrukta da; mangır basılmak üzere Bosnasaray'da bir para basım
işliği açılması isteniliyordu. Burada basılan paralar imparatorluğun o
yöresindeki "levent"lerin aylıklarına özgülenmişti. 2

"kıyye"sinden 8 akça gümrük vergisi alınması öngörüldü. (0.C)


Bkz.A. Refik, Eski İstanbul, s 35. Bu dönemde sadrazam,
Tekirdağlı Bekri Mustafa Paşa idi. (2 Mayıs 1688-1 O Kasım 1689)
(0.C) Bkz. Zubde 11. s. 15
Raşid, C. l, s. 149, 153. Mangırın sürüm değerinin artmasından
yararlanılarak bunu bir gelir kaynağına dönüştürmek amacıyla
yayınlanan buyrukta, mangırın bir akçaya alınıp satılması
öngörülüyordu. Ancak, Buyruk yayınlanır yayınlanmaz mangır
gözden düştü, değerini tümden yitirdi. 10 mangırı bile bir akçadan
alan olmadı ve 1691 yılında dolanımdan kaldırıldı. (0.C) Bkz. İ.
Hakkı, OT, 311, s. 483. Bir süre sonra daha iyi bir geleceği olan
yeni mangırlar bastırılmıştı, bundan böyle bakır para basımı
durmamıştır. Öyle ki, vergilerini akça, kuruş ya da altın olarak
ödeyemeyen yoksulların, bu ödemeleri bakır mangırla
yapabilmelerine izin verilmişti. (0. C) Bkz. Mantran, s. 238. il.
Sii/eynıan'ın başa geçişinden sonra kuruş, altın para ve "para"
basmak üzere bir para basımevi açılmasından yararlanılarak para
darlığına, para şişkinliği (iııflare) yoluyla kaynak çözüm aranmıştı.
(0.C) Bkz.A. Tabakoğ/11,. s. 279, s. 280.
2 "Levent"lerin oluşumu için bkz. Cevdet, C.5, s.1 1O. Ayrıca bkz. 1\1.
Cezar, Leventler, İst. 1965 Silahdar, C.2, s. 303 ve sonrası (0.C)
.Sarı Mehmet Paşa, Zııbde-i Vekaiyat "Olaylarrn Özii" (sad.

313
1689-1690. Yılı, Edirne'ye girdiği 10 Kasım 1689 yılgününde
sadrazamlığı doğrudan üstlenen Köprülüoğlu Mustafa Paşa'nın
başvurduğu birçok zoralımlarla ilgiyi çekmektedir. Bununla birlikte
Mustafa Paşa ülkeye sevimli görünebilmek için yükümlülere çok
ezici ve bıktırıcı gelen (şakka) 1 "iştira"; "sürsat"2; "nefir-i anım'';

A. Özcan) 11 (1684-1689), İst. 1977.


"Şakk" (difficilis, molestus). Olağandışı bir vergi türü idi. Vie de
Genis-khan s. 167'de okunuyor. "Sad teklif şakk her ber leşkeriyan
mikonem" (J'impose a mes soldats mille peniblescorvees)
"savaşçılarıma binlerce sıkıntı veriyorum." Cevdet, C. 1, s. IOO'de
"tekiilif-i sakka"yı, "enva-i mezalim" (türlü sıkıntılar) olarak
açıklıyor. Bu deyime Sadettin'de de rastlamaktayız. (C.2, s. 475) "bu
va'zı nefsime şak geldi." (Cela ma etet penible)" bu sözü bana çok
sıkıcı geldi."
2 "Sürsat": besinler (Comestibles) üzerinden doğrudan alınan bir vergi
idi. Raşid, C. 1, s. 192. Savaşa giden ordunun gerek ülke içerisindeki
yürüyüşü sırasında gerekse savaş bölgesinde salt, "nüzul" ve "sürsat"
yükümlülerinin sa.ğladığı ürünlerle beslenmesi olanaksızdı. Ordunun
beslenme işlerinde ortaya çıkan eksikliklerin giderilebilmesi için,
parası hazineden, taşra hazinesinden ya da ordu hazinesinden
karşılanılarak gerekli ürün satın alınıyordu. Devletin parasal
kaynakları ile savaş gereksinimleri için yapılan bu alımlara "iştira",
bu yolla sağlanan ürüne de "iştira ürünü "denilmekte idi. "Nüzul",
yükümlülerden alınan un ve arpa vergisi karşılığı kullanılır bir
terimdir. Ürün ya da para olarak alınırdı buna, "nüzul bedeli"
denilirdi. "Sürsat" saltık değil, karşılığında "bedel"in bulunduğu bir
yükümlülüktür. Yükümlünün belirli bir kamusal görev için devletin
saptadığı eder üzerinden belli tutarda ürünü vermesi zorunluluğunu
içerir. "Nüzul"ün salt un ve arpadan oluşmasına karşılık, "sürsat"
yükümlülüğü un, ekmek, arpa, koyun, yağ, bal, odun ve saman olarak
alınmakta idi. Devletin saptadığı ederlerin dönemlere göre değiştiği
gözlemlenmektedir. Şöyle ki:

314
"hedel-i nüzul" ile şarap ve ispirtolu içkiler üzerine salınan yeni
vergileri kaldırmıştı. Aynca tüm yörelere, yasaların gereklerine
uyulması ve yolsuzlukların önlenmesini öngören buyrultular
(adaletııaıne) 1 yolladı. İlkbaharda savaşa yeniden başlanacağından

Ürün türü Birim Yıllar

1637 1659
Arpa 1Kıyye (1283gr) 12 Akça 12 Akça
Un " 20 " 30 "
Yağ " 12 " 12 "
Bal " 10 " 8 "

(0.C) Bkz. L. Güçer, XVI. ve XVII. Asırlarda Osmanlı


İmparatorluğunda Hububat Meselesi ve Hububatlardan
Alınan Vergiler, s. 69-145. " ... Sürsat sefer oldukda reaya üzerine
salınır. .. , mademki ;;efer olmıya reayaya sürsat emr olmaz, kanun
değildir. (0.C) Bkz. Koçi Bey, s. 125.

"Adaletname" (Edit souverain, proclamation royale): Yüce buyruk,


sultanlık yönergesi. Tüze sultanlığın yüklemidir. Sami, s. 66 "huzur-u
hümayun-adalet nümun"; s. 70 "dergah-ı muadelet destgah"; s. 74
"hatt-ı hümayun-adalet nümun". "Adaletname"ler, sultanlık

danışmanlarına, ordu komutanlarına, kent yönetcilerine, yargıçlara,


"emir"lere, beylere, vergi toplayıcılarına, dirlik üstencileıine, "has"
ve vakıf yöneticilerine, yörelerin önde gelen kişilerine (notables)
seslenirdi. "adaletname"nin metni için bkz. İzz, s. 260. Aşağı yukarı
tüm 18. yüzyıl boyunca yazılan "adaletname"lerde ortak erek,
olağandışı vergiler ve yolsuzluklar gibi nedenlerle yerlerini yurtlarını
bırakarak başka yörelerde sığınak arayanların konut göçünün
önlenmesi olmu~ıur. (0.C) Bkz. Y. Özkaya, XVIII. yüzyılda
Çıkarıl!!n Adaletnameler, Belleten, sayı 151, s. 445-491; H.
İnalçık, Adaletnameler, TTBD. C. 2, sayı 3-4, s. 53; III.
Mehmet'in adaletnamesinin tam metni için bkz. M.Ç. Uluçay, 18
ve 19. yiizıyllarda Saruhan ..., s. 163-164, s. belge 1.
315
Rumeli ve Anadolu'ya sürücüleri ve yine bu doğrultuda, Kürt ve
Türkmenlerden para (bahşiş) karşılığı savaşçı toplamak üzere de
görevliler (mübaşir) gönderdi. Ancak, Mustafa Paşa bir yandan ezici
türden vergileri kaldırarak vergi yükünü yeğniltmiş idiyse de, öte
yandan öncelinin eski görevlilerini tutuklatıp gözaltına almış,
kimilerinin varlığına el koymuş, kimilerini de kurtulmalık (rançon)
alarak özgür bırakmış son olarak da, adaşı olan öncelinin 700 keseye
ulaşan varsıllığına el koymuştu. Birkaç gün sonra eski kaymakam için
de aynı yaptırım uygulandı ve bu yoldan iç hazineye 200 kese gelir
sağlandı. Daha sonra bir yoklama yaptıran Mustafa Paşa, gerçek dışı
yazıldığı anlaşılan 20.000'in üzerinde adlan defterlerden sildirdi.
Defterdar İsmail Paşa'da, mutfak ve imparatorluk ahırlarında
yoklama yaptırarak karşılığı olmayan ödenekleri kaldırtmış ve bu
yoldan 500 keselik bir birikim sağlamıştı. Aynca, aylık ödenekleri
"mehterhane", mutfak hizmeti ya da belediye kesenek gelirleri
üzerinden olan görevleri yoklatıp aylığa yetkin olmayanları da ortaya
çıkarttı ve yıllanmış görevlilerin yüksek olan ödeneklerini (forte
paye) düşürterek2, bu yoldan devlet gelirlerini 10.000 kese artırmayı

Süriicii (Agents recruteurs): Türkçedeki "celep keşan"la anlam


yakınlığı taşımaktadır. "Devşirme" (seçip toplama) yöntemiyle
alınan Hıristiyan çocuklarını başkente getirmekle görevli olanlar için
kullanılan bir deyimdir. Sürü adı veilen ve yüzer, yüzellişer, ikiyüzer
ve daha çok kişiden oluşan bu birliklerde sürücüler dışında
koruyucular da bulunmakta idi. (0.C) Bkz. Z. Pakalın, Deyimler,
C.3, s.300. Sözü edilen kaymakam, Çelebi Mehmet idi. 200 kesesi
dışında, satılan varlığından elde edilen 200 keseye de el konulmuştu.
Önceki sadrazam Mustafa Paşa'nın da, Edirne'de bulunan 400 kese
parası dışında satılan varlığından elde edilen 700 kese akçası da
hazineye aktarılmıştı. (0.C) Bk. Zubde 111, s. 18. Sırplara karşı
yapılan bir saldırıda değimsizliğin örneğini vermiş olan ordu
komutanı Mehmet Paşa'nın 500 kese ödemekle yükümlendirilmesi de
zoralımlara bir başka örnektir. (0.C) Bkz. Hammer, C.6, s.498.
2 Raşid, C. 1, s. 158, 163. ''Ulufeleri ağır olanları
tenzil ile'· Mustafa
Paşa döneminde savaşçı sayısı ve aylıkları büyük bo~utlara
316
başardı.

1690. Bu tür yönetimsel çabalara ve batıda elde edilen başarılara


karşın, hazinede gönenç sağlanamamış hükümet kamuoyunun vatan
sevgisine güvenerek savaş giderlerine katkı sağlayan "imdadiye"de
(subside) olduğu gibi, devlet kasalarınca alınan paraların en yüksek
sürüm değeri üzerinden ödenmesini öngören bir buyrultu
yayınlamıştı.Buna göre;
...-~~~~~~~~~~~~~-r-~~~~

120 akçaya alınan kuruş 160


270 akçaya alınan şerifi altın 360
300 akçaya alman yaldız 400 akça, para 4 akça 1 mangır ise bir akça
üzerinden işlem görecekti. 2

ulaştığından ödemelerde sıkıntılar çekiliyordu. Ayrıca, "sepet


ardından gelme" (savaşçılıkla ilgisi olmamasına karşın bir yolunu
bularak ocağa girenler) denilen ve 50, 60, 100 akçaya değin gündelik
alanlar vardı. Sayıları 30.000'i bulan bunların ordudan atılması ile
I00.000 kuruş gibi önemli bir birikim sağlanmış oldu. (0.C) Bkz. İ.
Hakkı, Kapukulu Ocakları, C.l, s. 490. "Sepet tımarı" için
bkz.Nesayilı-ül vüzera. 146 (0.C)
Raşid, C. l, s. 169 (s. 169/B 0.C)
2 y.a.g.y. s. 170. Aynı uygulamaya önceleri de başvurulmuş olmalı ki,
Fransızların bu düzenlemeden etkilenmemesi için 1673 yılgününde

yinelenen aynca/ık/ar sözleşmesinin 37. tanımlığına şöyle bir ekleme


yapıl ıştı. "Onlar gümrük vergisini mal sandıklarınca belirlenen

sürüm değerinden ne aşağı, ne yukarı olmak üzere Osmanlı ülkesinde


geçerli olan (cari olan ııiikıld) üzerinden ödeyeceklerdir" ( 11 s
acquitteront les droits de clouane en monnaie metallique courante
(cljari-olan-nuqoud) de notre empire, au taux ou le tresor la reçoit
lui-meınc, ni audessus, ni au-clessous) Bu parasal uygulama, 28
Haziran 1691 yılgününde başlatılmıştı. (0.C) Bkz. Zııbde llls, s.
73 bu düzenlemenin //. Alımet döneminde olduğu görülmektedir.
(0.C) 16 Eylül 1689 yılgünlü bir buyrukta, şerifi altının 270, esedi
kuruşun 120, yeni paranın 3, mangırın ise bir akça olduğu
öngörülüyordu. (0.C) Bkz.B. S. Baykal, Para Düzeni, s. 60. Yine
317
Öte yandan, yıllık 4.000 kese akçaya ulaşan ve geliri türlü
vakıflara verilen 1 "kefere"2, "yahudi" ve "kıptiyan" baş vergileri de
sadrazamın buyrultusu ile bundan böyle hazineye özgülendi.

bu dönemde, satıcının gümrüğe kilo başına 12 akça olarak ödediği


tütün vergisi de 55 akçaya çıkarılmıştı. (0.C) Bkz.Hammer, C.6, s.
499.
Raşid, C. l, s. 169 "evkaftan bazılarına hasıl (gelir) kaydolunub". Baş
vergisi saymanlığında yer alan ''Hıristiyan" ve "Yahudi" baş
vergileriyle, maden saymanlığında yeralan Eflak, Boğdan, Dubrovnik
ve "kıptiyan" baş vergiieri yaklaşık olarak toplam baş vergisi
gelirlerini vermektedir. Bunların yıllar içindeki tutarı ve devlet
gelirleri içerisindeki oranları şöyle idi.
Yıllar Tutarı Oranı %
1691-1692 233.258.191 23.7
1698-1699 533.270.820 42.5
1702-1703 546.452.360 48.2
1710-1711 587.460.250 47.5
1748 634.573.440 38.4
(O.CJ Bkz. A. Tabakoğlu, s. 146. Baş vergisi 1- baş üzere (alel rüus);
2- ederi önceden biçilmiş (maktu) götürü yoluyla toplanırdı.
Yükümlünün sosyal konumuna göre alınması dinsel kural gereği idi.
Şöyle ki, varsıllardan 48, orta varsıllardan 24 ve yoksullardan da 12
dirhem alınırdı. Yükümlülere kolaylık olsun diye aylara bölünerek 12
dilim üzerinden alınırdı. Baş vergisi döneme ve koşullara bağıntılı
olarak değişmeyen bir vergi türü idi. (0.C) Bkz. S. Sudi, Kitab-ı
Muktesid, C. 1, s. 53 ve sonrası. Baş vergisinin parasal ve sosyal
sonuçları üzerindeki çalışmalar son dönemlere değin çoğunlukla
dinsel yazıtların belirli bölümlerinin yorum ve özetine bağlı kalmış.
dolayısıyla kaynağını dinden aldığı için değişmeyen yöntem ve
ölçülerle toplanan bir vergi anlayışına saplanıp kalmıştır. (0.C) Bkz.
Ö. L. Barkan, 894 (1488-1499) yılı cizyesi11i11 ... , s. 39.
2 '"Kefere" sözcüğü,Müslüman olmayanlar arasında Hıristiyanları.
··Kıptiyan" ve "Yahudi" sözcükleri de öteki Müslüman olmayanları
belirtirdi.
318
Vakıflardan geri alınanbu vergiler güvenilir görevliler aracılığıyla
toplanacaktı. Ayrıca, bu verginin üç kesim üzerinden alınmasını
öngören bir buyruk da yayınlandı.
1. Kesimden 4
2. Kesimden 2
3. Kesimden 1 şerifi altın ve vergi toplayıcılarının "aracılık
akçası" (commission) olarak da, 1. Kesimden 10, 2.'den 8 ve 3.'den 4
para ayrıca alınacaktı.

İKİNCİ AHMET DÖNEMİ (1691-1695)


Olayyazar, 23 Haziran 1691 yılgününde başa geçen il. Ahmet'in
geleneksel başa geçiş ödencelerini dağıtıp dağıtmadığı bağlamında
sessiz kalarak, saray ve orduda kimi görev aşama yükseltimlerinin
(promotions) yapıldığını aktarmakla yetiniyor. 1

1691-1692. Uzun bir süre savaşçıların üçer aylıklarından söz


etmeyen Raşid, yalnızca /l. Ahmet'in başa geçişini kutlamak üzere
İstanbul'a gönderilen İran elçisinin karşılanma törenleri ile ilgili
olarak 26 Şubat 1692 yılgününde bir devlet kurulunun toplandığını,
alışılmışın dışında ocak subaylarının da bu törenlere katıldığını,
elçinin ülkeden ayrılırken esenlik dilemek üzere sultan katına
alındığını ve kendisine dönüş giderleri karşılığı olarak 25.000 kuruş
ödenek verildiğini aktarmakla yetiniyor. 2

Raşid, C.I, s. 172. Hazinedeki para darlığı nedeniyle başa geçiş


ödenceleri dağıtılmamıştı. (0.C) Bkz. i. Hakkı, OT, 3/l, s. 533
''Cizye"ye "halk" arasında" haraç" denilirdi. (0.C) Bkz. Y. Ercan,
Osmanlı İ mpatorlıığımda Gayri M iislimlerin Ödedikleri
Vergiler ... , Belleten LV/213 (1991) s. 372-391.
2 Raşid, C. 1, s. 178, 180. Bu olaylar sırasında sadrazam, Arabacı Ali
Paşa idi. (31Ağustos1691-27 Mart 1692) (0.C) Bkz. M. Sertoğlıı,
s. 275. Sözü edilen elçiye gözalıcı samur bir kaftan giydirildi, ayrıca
değerli koşum takımları ile donatılmış 'bir at ve 5.000 kuruş ile

319
1693. Sadrazam, Macaristan'daki yenilgi üzerine ordu ile birlikte
Edirne'ye geri döndü. Burada sultan başkanlığında toplanan devlet
kurulunda, gelir kaynaklarının yetersizliğine çözüm olarak "sürsat"
vergisinin tüm ülkede yeniden toplanması öngörüldü. Ancak, bu vergi
ürün değil, üretimin tutarı ile bağıntılı bir biçimde para olarak
alınacak ve çıkar düşkünü "miibayaacılar" 1 eliyle değil, kamuoyunun
güvenini edinmiş kişilerce toplanacaktı2.

1694-1695. Raguza, yıllık vergi (haraç) olarak 12.500 altın


ödüyordu. Ancak, savaşın uzaması adı geçen cumhuriyeti de etkilemiş
ve bu yükümlülüğü yerine getirebilme olanağını bırakmamıştı. Bu
nedenle bir elçi göndererek, 12.500 altın yerine 85 kese akça verip,
k.ılanının bağışlanmasını istediler. Osmanlı hükümeti de onların bu
istemini uygun gördü ve onayladı. 3

birlikteliğindekilere de 20.000 kuruş verilmişti. (0.C) Bkz.


Hammer, C.6, s. 510. Raşid, C. 1, s. 180/B.

Bkz. Yıl 1788-1789. Sözü edilen toplantı sırasında sadrazam Bozoklu


Mustafa Paşa idi. (27 Mart 1693 - 13 Mart 1694) (0.C) Bkz.
Hammer, C.6, s. 521. "Sürsat" vergisinin tüm ülkeye salınması
Kasım 1693 yılgünkü toplantıda öngörülmüştü. (0.C) Bkz. Zubde,
s. 174.
2 Raşid, C. 1, s. 192. Vergi toplayıcıları yöre halkı seçecekti. (0.C.) Bkz.
Zubde, s. 174.
3 y. a.g.y. s. 198. Raguza Cumhuriyeti, Adriyatik denizinin Dalmaçya
kıyılarmda, yarımada üzerinde bulunan ve halkı tecimle uğraşan bir
ülke idi. Raguza ya da Dııhroveııedik Cumhuriyeti, 1365 yılgününde
Osmanlı devletiyle tecim ve savunmaya yönelik bir antlaşma
yapmıştı. 1385 yılgünlü bir başka sözleşmede de, Raguza'nın Türk
karasularında tecim ayrıcalığına karşılık Osmanlılara yılda 500
Venedik altını ödemesi öngörülmüştü. Ancak, Vanıa savaşına
(1444) Osmanlı devletinin karşıtlarına yardım ettiğinden dolayı bu
vergi 1.000 altına çıkarılmıştı. 28 Şubat 1478 yılgünlü bir buyruk,
Raguza tecimenlerinden gümrük vergisi alınmamasını, buna karşılık
Raguza'dan yılda 12.500 altın alınmasını öngörüyordu. (0.C) Bkz. i.
320
Venediğin Sakız Adasını ele geçirdiği duyumu üzerine, tüm
yörelere 10 kuruş! "bahşiş" ve 7 akça gündelik verilmek koşuluyla
savaşçı toplanmasını öngören buyruklar gönderildi. Ayrıca, savaşın
bitiminde subaylarına 40, bayraktarlarına (enseignes) 20 ve
savaşçılarına da 7'şer akça emekli aylığı bağlanacağı sözü verilerek
"yeniçeri ortaları" ve "turnacılar" arasından 150'şer kişilik birçok
gönüllü (serdengeçti)2 birlikleri oluşturuldu. Sonunda, adları
defterlere yazılmış olup birkaç alay oluşturan düzenli ve düzensiz
tüm savaşçılar yürüyüşe geçirilmiş geride tek bir kişi bile
bırakılmamıştı. 3 Hazinenin yokluk içerisinde bulunmasına karşın
yine de Aralık 1694 yılgününde Belgrat'tan Sofya'ya dönen orduya iki
dilimlik (kıst) üçer aylıkları ödenmişti. Bununla birilkte baş
defterdar yeni kaynaklar bulmak için çaba gösteriyordu. Bu amaçla
Aralık 1694 yılgününde "mukataa" ve "malikane" yönetimini köklü
bir biçimde değiştiren bir tasarı sundu. Tasarının içeriği söyle idi.
"Halep, Şanı, Diyarbakır, Mardin, Adana, Malatya, Antep, Tokat ve
yörelerindeki, kent yöneticileri ile vergi toplayıcılarının (voyvoda)

1 Cevdet'e göre (C.5, s. 303); il. Ahmet döneminde basılan kuruşlar /J.
Süleyman döneminde basılan kuruşların aynısı idi. 1694-1695 Temmuz
ayında ek bir baş vergisi toplanması girişimi, halkın kızgınlığına ve Sakız
Adasının Venedik'in eline geçmesinin kolaylaşmasına neden olmuştu.
(0.C) Bkz.A .Tabakoğlu, s. 142.
2 Ne olursa olsun tüm görevleri yapmaya ve görev uğruna canını vermeye
gönüllü kişi. (Homme de bonne volonte, qui fait le sacrifice de sa tete, pret iı
donner dans tout coup de main que ce soit) Raşid, C.l, s. 202'de okunuyor.
"Yağının Demirkapı'larına (Orsova kasabasının kuzeyinde 130 km.
uzunluğunda yarma bir koyak O.C) saldıracakları duyumu gelince, bu geçitin
savunulması görevi "serdengeçti" adı ile 6 akça gündelik, 4 akça da aylık
artışı ki, günde 10 akça verilmek üzere 500 "sipah" ve "silahtar"a bırakıldı.
(0.C) Bkz. Raşid, C.l, s.202/A.
3 Raşid, C.l, s. 200. Sadrazam, Sofya'ya vardığında aylıkları ödemek üzere
hazineyi birlikteliğinde getiren Kapucu Ahmet'i buyur etti. Savaşın başında
savaşçı kütüklerinin titiz bir biçimde incelenmesi sonucu bu dağıtımdan
40.000 akça birikim sağlanmıştı. (0.C) Bkz. Hammer, C.6, s. 518.

321
kesimleri altında bulunan 1 vergi kaynaklarından çoğuncasının
gelirleri yıllık üsterme yolu ile yöre ileri gelenleri ve "kapı halkı" na
satılmış olup 2 , yeni alıcı (possession) "bir ya da iki yıl ancak
yararlanabileceğim" diyerek yükümlüye baskıda bulunmakta,
"tefeci" lerden iki kat üremle aldığı parayı ürünün tümü ile bile
. ödeyemeyen yükümlü de, yoksul bir durumda yerini yurdunu bırakıp
sağa sola dağılmakta ve bu yüzden devlet hazinesi yıkıma
uğramaktadır .... Bundan böyle ve bugünden sonra, Mısır ve Kahire
vergi kaynaklarında olduğu gibi bu yörelerin gelirleri de
"kalemiye"lerini ve önceliğini (muaccele) vermek, kalanını da üç
dilimde ödemek ve de bir başkasına satmamak üzere yaşam boyu
koşuluyla kesime verilecektir.3 Bu düzenlemenin gözetim ve

1 "Tahtı ilizamlarına dahil olan miri mukataalar" unutulmamalı ki,


kentlerin yönetimi konumlarına göre para ile elde edilirdi. Bkz. Yıl 1687.
2 "Kapu ricali" (!es principaux fonctionnaires de la Porte) Cevdet, C.4, s.
399. Ürenıcilik İslfim dininde yasaktı. Ancak devlet, ekonomik koşulların
yönlendirmesiyle % 15'1ik ürem sınırına izin veren bir buyruk yayınlamak
zorunda kalmıştı. (0.C) Bkz.M. Rodinson, İslamiyet ve kapitalizm,
(çev. O. Suda), İst. 1969, s. 195.
3 "ve hayatta oldukça malikaneye mutasarrıf (üstenci) olmak." Bu
uygulamanın başlatılmasındaki başat amaç kuşkusuz ki, bir savaş sırasında
hazineye tez elden büyük paralar çekerek gelir-gider açığını kapatmaktı.
(0.C) Bkz. Y. Cezar Maliye, s.33. Gerçek amacı alabildiğince yüksek gelir
elde etmek olan üstenciler, vergi kaynaklarının kuruması ile
ilgilenmediklerinden kesime vermek uygulaması ekonomiye yıkıcı bir etken
olmaya başlamıştı. Gelecek yılların parasal kaynaklarını yıpranmaktan
korumak ve kamuyonun güvenliğini sağlamak için kimi devlet gelirleri
ya~am boyu koşulu ile kesime verilmeye başlanmıştı. İlk kez 1695 yılında
yürürlüğe konulan bu uygulama, parasal zorunlulukların doğurduğu bir
sürecin XVII. Yüzyılın sonlarında ulaştığı aşamada doğal sayılabilecek bir
uzantısı olmuştur. (0.C) Bkz. Y. Yücel, Osmanlı İmparatorluğunda
Desontralizasyon'a (adem-i merkeziyet) Dair Genel Gözlemler,
Belleten, C.152, s.657-708. Vergi kaynaklarının yaşam boyu koşulu ile
kesime verilmesinin ilk yılı olan l695'te devlete öncelikli para olarak
20.000.000 akça geçmişti. Bu tutar aynı yılın tüm gelirlerinin %2. 1'ini

322
denetiminden sorumlu olan ve "müftü", Anadolu ve Rumeli baş
yargıçları (sadreyn) ile "nakib-ül eşraf'tan oluşan kurul, kim olursa
olsun sadrazamlardan birisi bu düzeni bozmaya kalkışırsa sultan
katına çıkıp durumu bildirecekler, üstenci gelirini kendi isteği ile
bırakırsa (feragat-vente) 1 durum belgelendirilecek (hüccet), belge
ilgililerce onaylanacak ve sözü edilen gelirin bundan böyle "boş"
olduğu tutanağa geçirildikten sonra, yeni bir izin belgesi (ber'at) ile
bir başkasına satılabilecek, ölen üstencinin oğlu yapılacak açık
artırmada ötekilerinin verdiği önceliği verebilirse sıralamada yeğ
tutulacaktır.2 Baş Defterdar Halil Efendi'nin devlet kurulunda uygun
görülerek sultan buyruğu ile de onaylanan bu tasarısı gereğince, kent
yöneticileri, "muhassıl" ve "voyvoda"lar kesimleri altında bulunan
vergi kaynaklarını yaşam boyu koşulu ile satabileceklerdi. Satış
işlemi sadrazamlık ve defterdarlık saraylarında tüm gün üzerinden
yapılacaktı. 3

oluşturuyordu. (0.C) Bkz. A. Tabakoğlu, s. 131.


1 "Kasr-ı yed" (par le fait de l'abandon du premier); "ferağ" ile eş
anlamlıdır. Edinimini kendi onayıyla bırakmak anlamındadır. Bu, iki türlü
olabilir. Ya bir taşınmazın iyeliğini bırakmak, ya da kalıtım yoluyla gelen bir
görevi bırakmak. Karş. Cevdet, C.1, s. 234. Selim Giray'ın Kırım
Hanlığını oğlu Devlet Giray' a bırakması gibi. (Raşid, C. I, s. 249) Cevdet, C.5,

s. 226'da yazıyor. "Kasr-ı yed-mahlOl-namevcud" (11 n'y a ni cession, ni


deshCrence). "Malikane" uygulaması, hazineye bağlı vergi kaynaklarının
(mukataa) yaşam boyu koşuluyla özel kişilere satılması ilkesini
getirmektedir. Bu geliri satın alan üstenciler hazineye önce "muaccele"
(peşin) denilen yüklü bir para ödüyorlar ve yıldan yıla da "mal" denilen bir
tutarı vergi olarak yatırıyorlardı. Bunlara karşılık gelir, yaşadığı sürece
kendilerinin oluyordu. Devlet ancak üstencinin ölümü üzerine o geliri
yeniden ele geçirebilecek ve isterse bir başkasına yineden satabilecekti. (0.C)
Bkz. Y. Cezar, Maliye, s. 33.
2Bkz. Belin, Etude sur la... , tanımlık 54.
3 Raşid, C.l, s. 203. Bu tasarının yayınlandığı dönemde sadrazam, Elmas
Mehmet Paşa idi. Hammer bu sadrazamın iki önemli uygulaması oldu diyor.
1. Devlet kurulu çalışmalarını iki günden dört güne çıkardı (Raşid, C. I, s.
203/B) 2. Vergi kaynaklarını yaşam boyu koşuluyla kesime verdi. (0.C) Bkz.

323
İKİNCİ MUSTAFA DÖNEMİ (1695-1703)

Hazine, il. Mustafa'nın başa geçtiği 7 Şubat 1695 yılgününde


geleneksel ödenceleri karşılayabilecek bir durumda değildi. Bu
nedenle aşağıdaki çözüm yoluna başvurularak, ilgililer sultanların
başa geçişlerinde vakıf gelirlerinden aylık alanların (duagiiyan),
kurganlardaki savaşçıların, emeklilerin, devlet gelirlerinden ya da
sultanlık izni (ber'at) uyarınca "vazife" 1 (pension) alanların izin
belgeleri yinelenirken birer aylıklarına elkonulmasının yasa gereği
olduğu ansıtılmış, ancak bu kez savaşın başlamasına kısa bir süre
kaldığından izin belgelerinin yenilenmesinin ertelendiği, emekli ve
"duacı"ların dışında öteki görevlilerin birer aylıkları toplamı olan
71 yük 3.540 akçanın vakıf yöneticileriyle, kurgan kasadarları eliyle
toplanarak en kısa sürede İstanbul' a gönderilmesi öngörülmüştü.
Bununla birlikte, başa geçiş ödencelerinin alışılageldiği gibi
dağıtılmasına olanak yoktu. Bu nedenle, bilinen yolla (divan) tüm
ocaklara ancak belirli tutarlarda ve toplu bir ödeme yapılması uygun
görüldü. "cülüs in' am"ı adıyla yaya savaşçılara 250, cebecilere 15,
topçulara 5, atlı savaşçılara da ocak başına 15'er kese ödence dağıtıldı.2
Hammer, C.6, s. 531. Bu tasarı il. Ahmet dönemi olayları içerisinde
aktarılmışsa da, uygulamanın il. Mustafa döneminde başlatıldığı
bilinmektedir. (0.C) Bkz. B. Christoft, Osmanlı İmpatorluğunda Cizye, (çev.
Ş. Altındağ), Belleten, C.8, sayı 32, s.626; İ. Hakkı, Merkez Teşkilatı, s. 378
(30 Ocak 1695); M. Genç, Osmanlı Mal(vesinde Malikane Sistemi, Ank.
1975, s. 234, 236, 237; Y. Özkaya, XVlll. yüzyılda Osmanlı Kurumları l'e
Osmanlı Toplum Yaşantısı, Aıık. 1985, s. 92-117.

1 Bkz. 1863-1864 Gelir-gider çizelgesi ve eki.


2 Raşid, C.l, s. 209. Be/grat 'ı savunmakla görevlendirilen 1.500 "yeniçeri"
başa geçiş ödencelerini tümüyle almadan görev yapamayacaklarını
bildirdiler. Onlara da iki kuruşuyla "çuka" almak üzere 6'şar kuruş verildi.
(O.C) Bkz. Hanımer, C.6, s.536. Bu sırada Sadrazam Ali Paşa 'nın (sürmeli)
hazineye 313.000 kuruş borcu olduğu anlaşıldı. Ayrıca Anadolu'da parasal
durumu iyi olanların kiminden de para almış idi. Bunun toplamı da 87.750

324
1696. 3 Nisan 1695 yılgününde II. Mustqfa'nın Almanya ordusu
komutanlığını doğrudan üstlenmeye anıklandığı sırada yayınlanan bir
buyrukta, büyük boyutlara ulaşan savaş giderlerine katkı amacıyla
bundan önceki dönemlerde tüm emeklilerin ve vakıflardan ödenek
alanların (duagüyan) para 4 akça olmak üzere aylıklarının üçte birinin
alıkonulduğu ansıtılarak, şimdilik ödeneklerin tam olarak verileceği,
ancak savaş dönüşünde para 3 akça l üzerinden aylıklarının üçte birinin
hazineye alınacağı öngörülüyordu. (12 akça ödeneği olana 4 para
yerine 9 akçaya karşılık 3 para verilmesi gibi 0.C) Bu beklentilerin
kısa sürede gerçekleşmesi olasılığı bulunmadığından, tüm yörelere
gönderilen buyruklarda, 1696 yılı "sürsat" vergisinin süresinden

kuruşa ulaşıyordu. Varlığına el konuldu ve bunların satışından elde edilen


4.059 kuruş vereceklerini karşılamaya
yetmedi, eliaçıklığı, savurganlığından
kaynaklanıyordu. (0.C) Bkz.Hanznıer, C.6, s. 536. " .. Mecmui yetmişbir yük
otuzbeşin dörtyüz akça itmekle .. " (0.C) Bk::.. Raşid, C.I, s. 209/A
l Raşid, C. l, s. 220. "Sürsat bedeli", dönem dönem toplanan bir vergiydi.
Özellikle 1683 yıl gününde başlayan büyük savaşların sıkıntı !ar içerisinde
1693- l 694'te "sürsat"ın tüm bölgelerden ve elde edilen ürünün tutarıyla
bağıntılı bir biçimde doğrudan para olarak toplanması öngörülmüştü. 1695-
1696 yılgününde yörelerin ileri gelenlerine "sürsat bedel"lerini en kısa
sürede toplamaları buyruğu verilmişti. Bunun için yayınlanan buyrukta,
savaş giderlerinin büyüklüğü ve beklemezliği vurgulanarak, "sürsat
bedeli"nin (toplama ayı olan) "Muharrem" ayı beklenmeksizin yöre ileri
gelenlerinden öncelikli olarak alınması ve süresi geldiğinde de bunun
yükümlülerden toplanması öngörülüyordu. (0.C) Bkz. A. Tahako/flıı, s. 160.
Kimi vergilerin süresinden çok önce toplandığına da tamk olmaktayız.
Örneğin, baş vergisinin "Muharrem" ayında toplanması yasa gereği
idi.Ancak, hazinenin gecikemez gereksinimlerinden kaynaklanan
zorunluluklar doğrultusunda süresinden çok önce toplandığı
gözlemlenmektedir.
1696 Baş vergisi süresinden 3 ay önce 15 Mayıs 1695 yılında
1697 Baş vergisi süresinden 4 ay önce 4 Nisan 1696 yılında
1705 Baş vergisi süresinden 5 ay önce 29 Kasım 1704 yılında
1717 Baş vergisi süresinden 6 ay önce il Eylül 17l6yılında
toplanmıştı (O.C) Bkz. A. Tabakoğlu, s. 147.

325
önce toplanması öngörülüyordu. ("sülüsü tarafı miriye" O.C)
Bkz.Raşid, C. 1, s. 220.)
1696-1697 · Tütün üretimi ve satışı üzerine salınan vergilerin
tutarı 78 yük 44.000 akçaya ulaşmakta, böylece bu bölümden
(branche) toplam olarak 12.944.000 akça gelir elde edilmekte idi. ı
Öte yandan, İstanbul ve Kahire "eşrefi" altınları arasında ağırlık ve
arılık olarak büyük bir durum ayrılığı (ecort) bulunduğundan,
tecimenler İstanbul altınlarını toplayıp Mısır ve başka yörelere
taşımakta böylece İstanbul altınları giderek ortadan çekilivermekte
bunların yerini ağırlık 2 ve arılığı daha düşük olan Mısır altınları
almakta idi. 3 Hükümet, İstanbul altınlarının dışarıya kaçrılmasını
önlemek amacıyla, eskisinin ağırlık ve arılığında ve de sultan tuğralı
olmak üzere yeni altın para (nouveaux altoun) basılmasını öngören
bir buyrultu yayınlandı. Hükümet kasalarınca da onaylandığı üzere bu

1 Raşid, C. 1, s. 225. Bu dönemde tütün içenlerin sayısı giderek


çoğaldığından, verginin artırılması gereği öngörüldü. Selanik yöresinde
yetişen Yenice tütüne 60; Kırca Ali tütüne 40; daha aşağı nitelikteki tütüne
de 20 akça ödenecekti. Ayrıca tütün üreticileri toprağın bir ölçeği (4 okka)
için bir altın verecekti. İki vergi birden hazineye 12.844.000 akçalık bir gelir
sağlıyordu. (0.C) Bkz. Hammer, C.6, s.556 " ... mecmui senevi yüz yirmi
dokuz yük kırk dört bin akçaya baliğ ve vasıl oldu ... " (0.C) Bkz. Raşid, C.l, s.
225/A.
2 "dirhem ve ayarda tefavütü küllisi olmakla" Raşid, C.l, s. 226. Raşid,
Dirhem sözcüğünü burada ağırlık ölçüsü anlamıyla kullanmaktadır.
3 "ol makule vezin ve ayarı tam ve halis olan is"tanbul altını günden güne
kıllet" Raşid, C. 1, s.226. Greslıam Yasası: "Kötü para iyi parayı kovar" (Bad
money drives out good) (0.C) Bkz. O. Hançerlioğlu, Ekonomi Sözliiğii,
s. 89. Bu ilginç olgusu çok önceleri gözlemlemiş olan Aristoplıanes (!es
Crenasilles) onu şaka yollu olarak aynı kentte yaşayan arkadaşlarına
uyarlamıştı. "Soylu, alçakgönüllü, temiz, musiki ve güreş eğitimlerinde
uzman yurttaşlar aşağılanıyor; alçak soysuz, yabancı tutsak, tek bir işe
yaramayan kişiler, yeni gelenler ise, övüle övüle bitirilemiyorlar. Bu yasa
eskiden olduğu üzere bizim için de geçerlidir." (0.C) Bkz. Baııdin, Para,
(Çev. E. Özbek), İst. 1947, s.29.

326
altınlar 300 akça olarak dolanıma çıkarılmıştı. 1 Bu düzenlemenin
dinsel yasalara uygunluğunu onaylayan (hüccet) bir sultanlık
buyruğu da yayınlandı. Buyruk; tuğralı olarak basılan bu yeni
altınların dolanıma yeterli sayıda çıkarılmasına değin, Mısır, eski
İstanbul, Tunus ve Cezayir altınları ile, vergi toplayıcılarının (ehl-i
hizmet) taşradan topladıkları ve tecimenler arasında elden elde
dolaşan arılığı bozuk altınların para basım evine getirilmesini ve 11 O
dirhemi karşılığında, tuğralı 100 altın kesilerek2 bunun da 300 akça
üzerinden3 dolanıma çıkarılmasını öngörüyordu.
1696 yılında basılan altınlar bundan önceki altınlar arasında özel
bir yer alabilecek örgensel değişiklik içeriyordu. Eski İstanbul
"eşrefi"leri gibi bu kez basılanların da ağırlık ve anlığının doğru
olup olmadığını araştırmaya gerek bile yoktur. Olsa olsa, bunların
çok yeni olmaları kuşku uyandırabilirse de, o döneme değin salt
gümüş paralarda kullanılmış olan tuğranın Türkiye'de basılan altın
paralara da4 uygulanması bile yeni altınların katışıksız ve arı
olduğunu doğrulayacak özel bir im sağlamakta idi. Raşid, sultan
tuğralı yeni altınları "dinar-ı cedit" diye adlandırıyor.5

1 Karş. Yıl 1690-1691


2 Bkz. Bölüm 1, Aynın 2'deki not.
3 Raşid, C. l, s. 226. " .. yüzon dirhem al tun yüz adet al tun itibariyle raic ve ..
darphane-i amireye getürülüp kal' olunduktan sonra tuğray-ı şerifiyle
sikkelenüb üç yüz akçaya raic olmak üzere .. " (0.C) Bkz. Raşid, C.1, s.
226/A
4 Cevdet, C.5, s. 303.
5 Raşid, C. l, s. 226. Devlet kurulunda (divan-ı hümayun) düzenlenen
belgelerde en göze çarpan öge olan tuğra, Osmanlı sultanlarının yazılı imi,
bir tür "imza"sıdır. Farsça karşılığı "nişan" Arapça'sı "tevkii"dir. Divan-ı
Lugat-İt Türk'ün yazarı Kaşgarlı Mahmut tuğra sözcüğünü şöyle tanımlıyor.
"Kaan'ın damgası, buyrultusu, Oğuzca, bunu Türkler bilmez, ben de aslını
bilmiyorum." Mahmut için Türk kendi ulusu olan doğu Türkleriydi. Oğuzca
ise batı Türklerinin diliydi. Batı Türkçesinde sözcüğün sonundaki "ğ" kural
olarak düştüğünden Osmanlıca'daki biçimi "tuğra"dır. Aslı Oğuzca
"tuğrağ" olup anlamı, sultanın basılmış damgası demektir. (0.C Bkz. İ.
Hakkı, Tuğra ve Pençeler İle Ferman ve Buyruklara Dair, Belleten,

327
İstanbul'da olduğu gibi, İzmir ve Edirne'de açılan para basım
işliklerinde de bu yeni tip altınlardan basıldı. Bundan sonra
yayınlanan bir buyruk; bugüne değin eski "eşrefi" (anciens echrefi)
üzerinden toplanan baş vergisinin bundan böyle "tuğralı yeni eşrefi
altın" olarak toplanmasını öngörüyordu. Bununla birlikte bu
düzenleme kimi yönlerden hazinenin yararına oldu. Şöyle ki; salt baş
vergileri iki katına ulaştığı gibi, uzun yıllardan bu yana süre gelen bir
yolsuzluğu da ortaya çıkardı. O yıl yeni altınlara dönüştürülmek
üzere para basımevine gönderilen Mısır hazinesinin (irsaliye) 78 rumi
kese açıkla 200 kese olduğu görülmüş ve Mısır yöneticisine yapılan
başvuru sonucu, bu açığın Yusuf A,~a'nın Kahire para basımevini
yönettiği günden bu yana süregeldiği ortaya çıkmış, para basımevi
yöneticisi Osmanlı altınlarının arılığını bozmakla suçlanarak asılmış
ve tüm varsıllığına el konulmuştur. l

sayı 7-8, s. 101 ve sonrası; Divan-ı Lugat-it Tiirk, (Çev. B. Atalay),


C.1, s. 462; Osmanlı Padişah Fermanları, (yay. Ayşegül Nadir),
Londra 1986, s. 10. il. Ahmet döneminde basılan ve % 5 gr. daha yeğnik
olan altınlarınyerine geçen bu altınların IV. Mehmet döneminde de basılmış
olması olasıdır. Gerçekten de "şerifi"nin değeri "Venedik sekini" ile
karşılaştırılırsa (sekin, değerini tüm 17. yüzyıl boyunca korumuştu) 1640

yılında 1.05; 1664'te 1.0625; 1669'da 1.11 !; 1676'da l.l 13 ve 1690'cla


yineden 1. 111 "şerifi" ettiğini ve//. Mustafa'nın 1700 yılgününden kısa bir
süre önce bastırdığı yeni altınlar ile bu para arasındaki değişim kurunun
l.05'e geldiği anlaşılır. (0.C) Bkz. Mantran, s. 226.
l Raşid, C. l, s. 229. Paı'aların anlığının bozulması olgusu Mısır' da yıllardan
bu yana gözlemlenmektedir. Hammer, C.6, s. 213'te (bizdeki çeviri C.3, s.
485 O.C) Ali Paşa'nın 1566 yılgününde Halep'ten Kahire'ye para basıcıları
getirterek, gerçek değerinden % 30 eksik olan gümüş paralar bastırdığını
aktarıyor. Cevdet ise, para ayarının ilk kez Mısır' da bozulduğunu ve giderek
İstanbul'a yayıldığını Tatarcık Ahdııllalı Efendi' den alıntı olarak aktarıyor.
"Mısır"da valilik etmiş olan ve Türklerce sofi telkih olunan Ali Paşa'nın
tahsil-i emval-i devlet vazifesiyle Halep'ten Mısır'a götürmüş olduğu
adamlar mücerret celb-i menfaat maksadiyle nakıs-ti! vezn ve kem ayar
gümüş meskukat kat'ı ve darbına teşebbüs ederek ... kıymet-i hakikiyeleri
kıymet-i mevzunlarınclan yüzde otuz derecede noksan gümüş sikkeler

328
Rusya 26 Temmuz 1687 yılgününde Azak Kurganını ele geçirdi.
Önümüzdeki yıl içerisinde Almanya'ya karşı bir savaş açılmasının
kaçınılmaz olması, ülkeyi para ve savaşçı yönünden büyük özverilere
katlanmak zorunda bırakıyordu. İstanbul'da olduğu gibi, Mısır'daki
ağalarında üçer aylıklarının hazineye bırak 1 lmaları öngörüldü. Bu
yoldan ancak 44.5 kese getiri elde edilmişti. Kırkdört buçuk kese-i
mısri hasıl ve taraf-ı miriye vasıl.. 0.C. Bkz. Raşid, C.l, s. 228-.)
Aynı yıl içerisinde parasal duruma çözüm bulmak amacıyla,
yabancı kuruşları dolanımdan kaldırarak, tuğralı gümüş paraların
dolanıma çıkarılmasına yönelik bir uygulama başlatıldı. Raşid diyor
ki, gerçekten de yabancı damgalı "zolota" 1 ve "esedi", Osmanlı
zolotalarına karşı 4 paralık bir baş (agio) üstünlüğü taşıyor ve bu
nedenle kamuoyunda daha yeğ tutuluyordu. Bu durum sultan tuğralı
zolotaların giderek dolanımdan kalkacağı sonucunu da birlikteliğinde
getireceğinden yayınlanan bir buyrukta, "eski zolota" ve eski
kuruşların yerine en kısa sürede tuğralı "zolota" ve kuruş basılması
öngörülüyordu. Buyruk uyarınca Edirne, İstanbul. İzmir ve Erzurum
para basım işliklerinde eritilen "eski zolota" ve kuruşlardan tuğralı
yeni "zotolta" kuruşların kesimine başlanıldı. 2
13 Nisan 1697 yılgününde eski bir gelenek uyarınca sarayın "iki
kapısı"3 arasında yapılacak olan "tu,~ dikme" (queues de cheval)
çıkarmışlardır." (0.C) Bkz.İ. Galib, Meskııkat, s. 115.
1 Olayyazarlar '"zolota"dan ilk kez burada söz ediyorlar. Azak'ın Rusların
eline geçmesinden sonra Osmanlı hükümeti çok sayıda savaş gemisi
yapılmasında önemli gelişmeler gösterdi. Bu doğrultuda sultan iç hazineden

Akdeniz donanma gereksinimleri ve savaşçıların aylıkları için 1.170,


Karadeniz donanması için 593 ve Tuııa donanması için de 713 kese vermişti.
(0.C) Bkz. Hammer, C.6, s. 558.
2 Raşid, C.l, s. 228. Marsden, s. 407'de kendisinde bu dönemde basılmış
tuğralı bir ikiliğin bulunduğunu, paranın bir yüzünde Belçika arslanı ile
birlikte ARG. PRO BELG. Öteki yüzünde de tuğı:anın altında .... NS, D ....
TUR. sözcüklerinin bulunduğunu yazıyor. Karş. 1724.
3 '"Kapı arasmda" Tu,~; at kılından süpürge biçiminde yapılmış olup, ucuna
altın yaldızlı top geçirilerek bir sırığa asılmış olan belirtidir. İlk dönemlerde
"kotas" elenilen ve birçok Asya uluslarınca kutsal sayılan '·yak" adlı Tibet

329
töreninde anık bulunmak üzere sultanlık danışmanları ile din
bilginleri saraya çağrıldılar. Bu tören Almanya'ya karşı başlatılacak
savaşın ilk göstergesi idi. Kısa bir süre önce de, Anadolu'da bir olayı
soruşturmakla görevlendirilmiş olan bostancıbaşı geçtiği yerlerdeki
yükümlülere karşı sürdürdüğü onur kırıcı davranışlarının karşılığı
olarak 30 kese ödemekle yükümlendirilmişti. 1
1697-1698. Buna koşut nedenlerle suçlanan Diyarbakır yöneticisi
de ancak tüm varsıllığını vererek canını kurtarabilmişti. El konulan
174 kese akçası hazineye aktarıldı. Aynı yıl içerisinde başka
zoralımlara da başvurulmuştu. 2
Yasaklanmasına karşın kahve tüketimi Türkiye' de kısa bir sürede
yaygınlaşmıştı. Bir yıllık tüketimin, 4.000 keseyi aştığını

öküzünün kıllarından yapılırken, Türkler bunu at kılına çevirmişlerdi.


Savaşa başlanılmadan bir buçuk, iki ay önce sultan tuğlarından ikisinin orta
kapı önüne dikilmesi yasa gereği idi. (0.C) Bkz. İ. Hakkı, Saray
Teşkilatı, s. 261-269. Ayrıca bkz. Z. Ongun, Tuğ ve Sancak Tarih
Vesikaları C. 1, sayı 5, s. 345-355.
1 Raşid, C. 1, s. 230. Anadolu'nun sağ kolunda kır uğrularını (eşkiya)
denetlemekle görevlendirilen Mustafa Ağa, uğradığı köy ve kasabalarda
denetim gibi sözde nedenlerle halktan bol sayıda akça ve ürün almıştı. (0.C)
Bkz. Raşid, C.1, s. 230/A.
2 Raşid, C. 1, s. 236. Sözü edilen Diyarbakır yöneticisi 4 Eylül 1702- 24 Ocak
1703 yılgünleri arasında sadrazamlık görevini üstlenecek olan Daltaban
Mustafa Paşa idi. Yükümlülerin yakınmaları üzerine Bosna sınırındaki
"Puçite/" kurganına sürgün edildikten sonra tüm varsıllığına el konulmuştu.
(0.C) Bkz. Raşid, C. 1, s. 236/A. Başka zoralımlara örnek olarak; 1683-1699
savaşı döneminde Özi ordu komutanı olan İbşir Paşa'nın verilen buyruklara
gereken titizliği göstermediği nedeniyle suçlanarak tüm varsıllığına
elkonulmasını, Karaman yöneticisi Çerkez İbrahim Paşa'nın gereğinden çok
vergi toplayarak yükümlülere baskıda bulunduğundan tüm varsıllığının
hazineye aktarılmasını, Zeııta savaşında ölen Baltacıoğlu Mahmut Paşa 'nın
375 kesesi ile, Diyarbakır Yöneticisi İbrahim Paşa 'nın 22 keseye ulaşan
varsıllığına el konulmasını gösterebiliriz. (0.C) Raşid, C. l, s. 236/A;
Nusretname, C. 1, F.1, s. 260; N. Vukuat, C. 3-4, s. 128 Hammer, C.
6, s.557-568.

330
olayyazarımız aktarıyor. //. Süleyman bu yasağı sürdürmek amacıyla
(caydırıcı işlevi olsun diye O. C) İstanbul gümrüğüne gelen kahvenin
bir okkası karşılığı Müslümanlardan 8 sağ para (bonne-monnaie),
Müslüman olmayanlardan 10 sağ para ve Edirne'de de ayrım
yapılmaksızın 6 sağ para olmak üzere "bid'at" (innovation) olarak
nitelendirilen yeni bir vergi salmıştı. //. Mustafa'da özellikle
gümrükte yeni bir işyeri açarak, kahvenin okkasına gümrük vergisi
dışında "bid'at' ı kahve" adı altında 5 paradan oluşan yeni bir vergi
daha saldı.
Karada ve denizde birçok başarı elde edilmişse de ancak, yoğun
savaş giderlerinin parasal kaynakları kurutmasından ve Almanya ile
Venedik'e karşı başlatılan savaşın sürdürülebilmesi için özgülenen
ödeneğin, öngörülen gelirleri aşmasından dolayı devlet
görevlilerinden gelirleri ile bağıntılı olmak üzere "kişisel" bir vergi
alınması öngörüldü. İstanbul kaymakamı, cebecibaşı, İstanbul
defterdar yardımcısı, para basımevi yöneticisi, tersane sorumlusu,
İstanbul ağası, Mısır kapı kahyası ve Belediye ağasından toplam 42
kese; vakıf gelirleri artanından 137 kese; Mısır yöneticiliğine karşılık
sadrazama sunulan (caize) 50 kese ile sultanlık danışmanlarına
verilen (avaid) 1 60 kese2, öngörülen gelirleri oluşturmuştu.
Savaşın 29 Şubat 1699 yılgününde dört Hıristiyan (infideles)3
1 "İ\.det"in (contume, usage) çoğuludur. Bkz. İzzi, s. 52.
2 Raşid, C.l, s.237. Parasal sıkıntılar giderek artıyordu. Bu nedenle kahve
üzerine yeni bir vergi salındı. O döneme değin Yemen 'den Cidde'ye 40.000
çuval kahve gönderiliyordu. Bunun 15.000 torbası Arabistan ve Mısır'da,
kalanı da ülkenin öteki yörelerinde tüketiliyordu. (0.C) Bkz. Hanımer,
C.6, s. 569. Kahve ve "kahvehaneler" için bkz.A. Refik, Eski İstanbul, s. 28-
30 "Kaymakam"dan yirmi kese, "cebecibaşı"ndan beş kese,
"bostancıbaşı"ndan üç kese, "defterdar vekili", "darphane nazırı" ve
"tersane emini"nden beşer kese ve "mirahur sani ağa"dan üç kese, "İstanbul
ağası"ndan iki kese, "Mısır kapı kethüdası"ndan üç kese ve "ihtisab
ağası"ndan bir kese akça .. " (0.C) Bkz. Raşid, C. 1, s. 237/A (Toplamın
42 değil 52 kese olması gerekiyor. 0.C)
3 Bu devletler Avusturya, Polonya, Venedik ve Rusya idi. Raşid salt ilk üç
devlet ile yapılan antlaşmaların metnini yazıyor. Karlofça antlaşmasının

331
devletle yapılan Karlofça (Carlowicz) antlaşmasıyla sonuçlanması
üzerine il. Mustafa, savaş vergilerinin toplanmamışı olan 3.085 kese
akçayı yükümlülere bağışladığı gibi, sultanlık danışmanlarının da
bundan böyle "devr". "hilat", "zahire baha" v.b.g. (indemnite de
tournee, de vivres et autres) olağan dışı vergi istemelerini yasaklamış
ve buna karşılık Rumeli, Anadolu, Karaman. Sivas yöneticilerine 25'er
yük akça gelir has 1 özgülenmişti. Ayrıca yine bir buyrukla; savaş
alanı içerisinde bulunduklarından dolayı uzun süren savaşlar
nedeniyle türlü sıkıntı ve yıkımlara uğrayarak kıygın bir duruma
düşen Belgrat ve Temeşvar yükümlülerinin 1700 yılı baş vergilerini
de (djizie) bağışlamıştı. 2
yılgünü Fransızca metinde 24 Recep 111 O (29 Fevrier 1699) olarak
aktarılıyor. Ancak, 24 Recep 1110 yılgününün karşılığı 26 Ocak 1699'dur.
Başvurduğumuz kaynaklar da bunu doğrulamaktadır. (0.C) Bkz. E.
Lavisse- A. Ramboud, Histoire Generale, Paris 1896, c. 6, s. 847; R.
Ekrem, s. 79; N. Erim, s. 27. 20 tanımlık üzerine Avusturya, 16 tanımlık
üzerine Venedik ve 11 tanımlık üzerine Polonya ile yapılan bu antlaşmaların
tam metinleri için bkz. Nusretame, C.1, F.3, s. 355-377 (0.C). 1699
barışı, Osmanlı imparatorluğunun bir dönüm noktasıdır. Bundan böyle
sürekli olarak saldıran Avrupa, savunan ise Osmanlı devleti olacaktır.
Hammer, bu yenilgiden sonra Osmanlı devletinin sürekli olarak batıya
yaklaşma eğilimi içerisine girdiğini ileri sürmektedir. (0.C) Bkz. Hammer,
C.6, s. 596. 1630 ile 1700 yılları arasında Osmanlı devletinin yaptığı
savaşlar ve ülkede aynı dönem içerisinde gelişen karışıklık ve başkaldırı
görüntüleri devletin barış ve dinginliğe edimsel olarak, 1630-1631, 1639-
1642, 1643- 1645, 1669-1672, 1679-1682 'ye değin olan dönemlerde
kavuştuğunu ortaya koymaktadır. Bu, yetmiş yılda on iki yıl etmektedir.
Bunalımın yoğunlaştığı dönemler olan 1648-1651, 1655-1659, 1668-1689
evreleri Osmanlı parasındaki değer düşümünün çabuklaşmasıyla
çakışmaktadır. Demek ki, devletin siyasal durumuyla, ekonomik durumu
arasında bir ilgi aramak çekici bir yaklaşım olmaktadır. (0.C)

Bkz.Mantran, s. 251.
1 Raşid, C. l, s. 248 (Raşid, C.1, s.249/A O. C)
2 y. a.g.y.s. 250. Bu dönemde sadrazam, Amcaoğlu Hüseyin Paşa idi. ( 18
Eylül 1697-4 Eylül 1702) (0.C) Bkz.M. Sertoğlu, s. 275. Avrupa
yakasındaki Hıristiyan uyruğun ödenmemiş 365 kese savaş vergisi de

332
Tek başına bu barış olayının bile hazineye beklenmedik bir gönenç
getirdiği gözlemlenmektedir. Kırım hanlığından çekildiğini bildiren
Selim Giray'a yıllık 8 yükten (akça Raşid, Cl, s. 249/B O.C) oluşan
bir gelir (has) özgülendiği gibi, devlet yanan "yeniçeri" odalarının
onarım giderlerine de katkıda bulunmuştur. l Yabancı elçiler birbiri
ardından İstanbul'a gelmekte idiler. Günlük geçim ödeneği olarak
Polonya elçisine 50 kuruş, barış görüşmeleri için 1700 yılgününde
gelen Rus ilçesine 100, birinci yazmana 60 zolota, Venedik'in
olağanüstü elçisine2 120 zolota ile birlikte ayrıca Galata da bir konut
özgüleniyor, 7 Şubat 1700 yılgününde gelen Avusturya elçisine ise
150 kuruş günlük ödenekle, ayrıntıları Raşid yıllığında yazılmış olan
bol sayıda günlük geçim gereçleri veriliyordu.
1701. 4 Aralık'ta kutsal yerler ödeneği (surre) Edirne'den yola
bağışlanmıştı. (0.C) Bkz. Hammer, C.7, s. 46 (Kese, bu dönemde 40.000
akaça idi. 0.C)
1 Raşid, C. 1, s. 249. 78 oda yeniden yapılmış ve 50 oda da onarılmıştı.
Bunların önceden ölçümlenen gider bedeli olan 212 kese akçadan lOO kesesi
sadrazam ve devlet ileri gelenlerinden, 40 kesesi "yeniçeri" ocak
subaylarından, 72 kesesi de hazineden karşılanmıştı.(0.C) Bkz. Hammer,
C.7, s. 49.
2 Elçi (Ellsi), Schmidtt, Wörterbuch. Moğollar döneminde savaş gibi
olağandışı olayları duyuran özel görevliye, ya da olağandışı bir görevle
gönderilen kişileri tanımlardı. Mirkhond et d'Ohsson, Hist. des Mong. IV,
değişik sayfalar ve Hist. Seldschuk, s. 91. Osmanlı törendüzen sözlüğünde ise
ülkede oturmayan olağandışı delegeler "elçi" cleniliyorclu. Bunlara "balios"
da denilirdi. "Asitanei saadette balyos namında bir elçi mukim olmak deebi
kadir olmağla' (Ll etait cl'usage ancien qu'un iltchi, elit biilios, residat a
Constantinople) "başkentte balyos denilen bir elçi bulunması eski bir gelenek
olmakla". Olayyazar, "balyos" sözcüğü ile Fransız ve İngilizlerin yerleşik
elçilerini anlatmak istiyor. Bkz. Suphi s. 184; Vasıf, C. l, s. 251 ele yerleşik
elçiyi "ikamet elçisi" olarak tanımlıyor. Olayyazara göre, bu yılgününde
Fransız elçisinin konutu Galata'cla imiş. (C.l, s. 251-261) Raşid, bu günlük
geçim gereçlerini şöyle aktarıyor; 40 tavuk, 3 Mısır tavuğu, 1O kaz, 30
güvercin, 150 kıyye (okka) un, 10 kıyye meyve, 30 kıyye sebze, 3 baş öküz, l
baş buzağı, 1O baş koyun, 50 kile (İstanbul kilesi yaklaşık 45 kg. Ö.
Gökbilgin, Kırım Hanlığının Siyasi Durumu, Aıık. 1973, s. 4, ıı.19)
sığır, 10 kantar saman, 3 araba ot, 30 çeki odun, 110 kıyye kömür, 1 kıyye
baharat. (0.C) Bkz. Raşid, C.1, s. 252/A.

333
çıkıyor, "surre emini" (defositaire de la subvention) yol giderleri
karşılığı, 5.000 kuruş alıyor.
Frabzon "eyaleti" içerisindeki Gümüşhane ocaklarından çıkarılan
gümüş para basımevine bakır ise Tophane'ye 2 özgülenmiş olduğundan,
bu ocakların işletilmesi, satışı ülke dışına ya da tecimenlere yasak
olmak koşuluyla "emanet" (regie) yönetimine dönüştürüldü.
Yazarımız, önceleri "reisülküttap" olup uluslararası
ilişkilerdeki becerisi ve ayrıca yazarlığı ile ünlü olan Rami Paşa'nın3

1 Raşid, C. l, s. 259. "taraf-ı miriden harcırah için beşbin kuruş attiye" (0.C)
Bkz. Raşid, , C.1, s. 25918
2 y.a.g.y., s. 260. "Büyük Topçu Ocağı" (La grande maitrise de l'artillerie)
1701 yılına değin yıllık üsterme yoluyla kesime verilen Gümüşhane gümüş ve
bakır ocaklarının gelirleri, devletin daha sıkı denetimi altına alınmak
amacıyla hükümet yönetimine (emanet) bırakılmıştı. Gümüş, para
basımevine, bakır da Tophane gereksinimlerine özgülenmişti. (0.C) Bkz.
Matran, s. 238. Ancak, bu uygulamanın uzun sürmediği de
gözlemlenmektedir. Şöyle ki, "Gümüşhane maden gelirleri yıllık ... akçaya
satılır bir devlet geliridir. Bu yönden elde edilen gümüş ve bakırın
tecimenlere satılmayıp doğrudan devlet adına işletilmek üzere para
basımevine gönderilmesi koşuluyla üstermesi eski Tersane Emini Yusuf
Efendi'nin kardeşi Süleyman Ağa'ya verilmişse de bu uygulamadan
beklenilen yarar elde edilemediğinden yeniden yıllık üsterme uygulamasına
geçildi. (0.C) Bkz. İ. Hakkı, Merkez Teşkilatı, s. 385. Ayrıntılı bilgi için
bkz. A. Vefik, Osmanlı Devrinde Türkiye Madenleri, İst. 1931, s.
36; N. Çağatay, Osmanlı İmpatorluğunda Maden İktisadiyatı
Hakkında Vesikalar, TTVD. C.2, sayı 10, Ank. 1942, s. 275-283.
3 y.a.g.y. s. 272. Karş. Hammer, C.8, (Bizdeki çevri, C.7, s.62)
Dürri Mehmet Efendi Bağdat'a defterdar olarak gönderildi. Ayrıca güvenliği
sağlamak amacıyla 400'er savaşçıdan oluşan iki birlik görevlendirildi. Bu
birlikteki savaşçılar gündelik olarak 100 akça, birlik komutanları da 200
akça alacaklardı. Hükümet sözü edilen birliklerin aylıklarına karşılık olmak
üzere de 4.000 kuruş özgülemişti (0.C) Bkz. Raşid, C.1, s. 263/A Raşid 'in
çarpıcı bir olay yansıtmadığı dönemin sadrazamı Daltaban Mustqfa Paşa idi.
Mustafa Paşa, kadınların giyimlerine yönelik bir tüzük yayınladığı gibi ayrıca
parasal önlemler de almıştı. Sarayda görev yapan "çavuş"ların sayısı giderek
t .OO'e değin yükselmişti.Ancak, etkin görev yapan 50 kişiydi. Alınan
önlemler sonucu yetkin olmayanların adları kayıtlardan silindi. (0.C) Bkz.

334
sadrazamlığa atandığı 24 Ocak 1703 yılı sonlarına değin çalışmamızı
ilgilendirecek çarpıcı bir olgudan sözetmiyor. Ancak türlü
zoralımlarla, kentteki kargaşayı yatıştırması için Ba,~dat yöneticisine
gönderilen yardımı anlatmakla yetiniyor. Rami Paşa göreve
başlayınca, kaptan paşa ve tersane yöneticisinin yardımları ile, bu
yönetimin gelir gider bölümlerini titiz bir biçiminde inceleyerek,
kimi birikimler sağladığı gibi, defterdarın saymanlık defterlerini
getirerek giderleri azaltmayı, ve o döneme değin defterdarın kendisine
ayırdıgı kimi özel çıkarları da hazineye aktarmayı başarmıştı. 1
17 3. Rami Paşa yerli işleyimciliğin geliştirilmesi ve ülkenin bu
yönden yabancı bağımlılığından kurtarılması amacıyla yünlü ve
ipekli kumaş yapımını özendirici önlemler aldı. 2
Ancak, bu amacını başarılı bir sonuca ulaştıramadı. Kimilerinin

Hammer, C.7, s. 56, 57.


1 Raşid, C. !, s.274. Sadrazam Eyüplü Rahmi Mehmet Paşa öncelinin önceli
olan Amcaoğlu Hüseyin Paşa gibi, yönetimde kalıcı düzenlemeler yapılması
gerektiği düşüncesindeydi. Özellikle sınır boylarında komutanların
yetkilerinin artırılmasını istiyordu. Bu doğrultuda, gönüllü birlikler
oluşturulması için 350 kese para yollamıştı. Aynca 1683-1699 savaşla
nedeniyle boşalan Banat ve Temeşvar yörelerinin kişi sayısını artırmak için
büyük çabalar gösterdi. Uygulamanın başlatıldığı yıl, 8.000'den çok kişinin
bu yörelere yerleşmesi onu çok mutlu etqıişti. Bosııa'daki savaşçıların
aylıklarının tutarı olan 4.000.000 akçanın, bu yörenin saraya özgülenen
gelirleri üzerinden ödenmesini öngören bir buyrultu yayınlayarak hazineyi
de büyük bir yükten kurtarmıştı. (0.C) Bkz. Hammer, C.7, s.65-66.
2 y. a.g.y, s. 275. Rami Paşa, Daltaban Mustafa Paşa'nın yerine sadrazam
olmuştu. (24 Ocak 1703-19 Ağustos 1703) Mehmet Paşa daha önceleri ülke
içerisinde işlenip de türlü nedenlerle bırakılan (bkz. Ö. Saraç, Tanzimat,
s. 432) İpekli kumaş dokumacılığının yeniden başlatılmasını istemiş ve bu
amaçla Selaııik'te pamuk üreten Yahudilerle, kumaş dokuyan Bursalı
uzmanları Edinıe'ye çağırarak onlara şöyle seslenmişti; "Yabancı ülkeler,
yün ve ipekli kumaşın işlenmemiş ürününü Tür)<iye'den almalarına karşın
bizde niçin işlenip dokunmaz, bu utanç verici bir durumdur, ne gerekiyorsa
sizlere yardımcı olalım, dış ülkelerden kumaş almayalım, buna bir çözüm
bulunuz, bilesiniz ki, uzmanlarınıza büyük saygı gösterilir ve onlar el üstünde
tutulur." Rami Paşa, onlardan da yardımcı olacakları sözünü almıştı. (0.C)
Bkz. Hammer, C.7, s. 68

335
beş, kimilerinin ise onar dilimden oluşan ödenmemiş üçer aylıklannı
almaksızın Gürcistan (Georgie) üzerine yürümeyeceklerini bildiren
cebecilerin kısa sürede bastırılan başkaldırıları, aynı gerekçelerle daha
büyük bir ayaklanmanın başlangıcı olmuş ve durum il. Mııstafa'ya
işten el çektirilmesiyle sonuçlanmıştır. 1

ÜÇÜNCÜ AHMET DÖNEMİ (1703-1730)

Sadrazamın (Kavanoz Ahmet Paşa O.C) yönlendirdiği ordu


kaçaklarının da katıldığı başkaldırıcıların 23 Ağustos 1703
yılgününde başa geçirdikleri III. Ahmet, bağlılık töreninden
(hommage) sonra savaşçıların istekleri doğrultusunda en kısa sürede
İstanbul' a döneceğinin göstergesi olarak sarayının önüne tuğlar
diktirdi. Bununla birlikte savaşçılar, birikmiş aylıkları ile başa geçiş
ödencelerinin verilmemesi durumunda sultanın az ötedeki otağına
gitmesine izin vermediler. Bunun üzerine III. Ahmet savaşçılara
şöyle seslendi; "sizin olan hazinemde tek bir akça bile bulunmadığı
bilinmektedir, bana güveniniz ve birkaç gün bekleyiniz, Allah'ın
yadımıy la gereken para bulunur ve istekleriniz yerine getirilir."
Devlet gelirlerinin (mukataa) kesime verilmesi süresi gelmediğinden,
defterdar 3.688 kese tutarındaki başa geçiş ödenceleri ile, 250 kese
tutarındaki gecikmiş aylıkları nereden karşılayabileceğini
bilemiyordu. Tüm bunlara karşın, onun becerisine, iç hazineden
çıkarılan 1.000 kesenin de eklenmesiyle bu sıkıtının üstesinden
gelinmiş, ayrıca 1.000 keseyi aşkın bir para da sınır boylarındaki
savaşçılara, başa geçiş ödencesi olarak ve de özgüleme (havale)

1 Raşid, C. J, s. 275; C.2, s. 3. Ti. Mustafa'nın baştan indirilmesiyle sonuçlanan


bu başkaldırı; 22 Ağustos 1703 yılgünlü "Edirne Olayı "dır. O. Fuat Köprülü,
Raşid'in Fındıklılı Mehmet Ağa'nın yapıtı olan "Nusretname"yi
öykündüğünü ortaya koyuyor, ayrıca 1703 yılı ve Edirne olayını anlatırken
"Nusretname"yi olduğu gibi aldığını, üstüne üstlük kimi yanlışlıklar yaptığını
da ileri sürüyor. (0.C) Bkz. O.F. Köprülü, Raşid Tarihinin
Kaynaklarından Biri, Belleten, C.11, saygı 43, Ank. 1947, s. 473-
514.

336
yoluyla gönderilmiştir. 1 Sıra, bostancıların sekiz dilimden oluşan
üçer aylıklarının ödenmesine gelmişti. Onlara da, "havale" yoluyla
320 kese verildi, verilen "havale"lerin toplanmasının gecikmesi
üzerine başkaldıran bostancılar, aylıklarının en kısa sürede ve
doğrudan ödenmesini istemişler, bu istekleri yerine getirilmiş ancak,
aynı anda bu dik kafalılardan 773 kişi eşi görülmedik bir biçimde
ordudan atılmış ve yerleri de "dev ş i rnı e" (levee) yoluyla
doldurulmuştu. 2 Bu başkaldırı, bir başka önlemin alınmasını da
birlikteliğinde getirdi. Alışılageldiği üzere, bir süredir aylıklar salt
yaya savaşçılara doğrudan, öteki savaşçılara da bir dilimi doğrudan,
kalanı da taşranın olası gelirleri üzerinden (havale) ödenmekte idi.
Ancak, Edirne'deki olaylardan sonra yayınlanan bir buyrukta; tüm
savaşçıların aylıklarının bundan böyle ocak ileri gelenlerlerince3

Raşid,C.2, s. 18, 19. III. Ahmet'in başa geçişi dolayısıyla yayınlanan


yazıda; başa geçiş ödencelerinin karşılanabilmesi için dirlik
üstencileri ile vakıflardan ödenek (vazife) alanlardan "cülus bahşişi"
isteneceği, ayrıca devlet gelirlerini yaşam boyu koşuluyla üstlenmiş
olanların sözleşmelerinin öncelikli olarak verdikleri paranın %20'si
karşılığında yenileneceği öngörülüyordu. 1703 yıında bu tür
gelirlerden toplanan para 126.000.000 akçaya ulaşıyordu. (0.C)
Bkz. A. Tabakoğlu, s. 132. Bu önemde parasal kaynaklar
Sadrazam Kavanoz Ahmet Paşa'nın yiyiciliği yüzünden tükenmişti,
devlet görevleri para ile satılıyordu. Ahmet Paşa kendisine yardımcı
olarak bir "eşek"(!) seçmişti, ve bu adamın okuma yazması bile
yoktu. (Eşek Efendi, Berlin küt. El yazması, nu. 75. f. 283) Kendisine
iş yaptırmak isteyenlere "paradan ne haber?" demekten öte birşey
söylediği de yoktu. (0.C) Bkz. Haınıner, C.7, s. 93, 94.
2 Raşid, C.2, s.22; Bkz. Koçi, Bey Böl. 3, s. 7 Hammer'e göre (C.9,
s.326) Hıristiyan çocuklarından "devşirme" yoluyla savaşçı
toplanması uygulaması 1638 yılından bu yana askıya alınmıştı. 1.000
Hıristiyan çocuğun en kısa sürede toplanması için bir yükümlü
görevlendirildi. Bu oluşum yarım yüzyıldan bu yana bırakılmış bir
uygulamanın yeniden yaşatılmasında Osmanlı devletinin son girişimi
olmuştu. (O.C) Bkz. Hanınıer, C.7, s. 90.
3 Cevdet, C. 1, s.179 "Ocak ricali"
337
düzenlenecek aylık özet çizelgelerine uygun bir biçimde ve doğrudan
ödenmesi öngörülüyordu. Defterdar, buyruğun öngördüğü doğrultuda
gereken önlemleri almış ve tüm sıkıntılara karşın aylıkların tutarı
olan 2.600 keseyi toplamayı başaımıştı. 1
Bir süre sonra, değişik işyerlerinin denetimleri yapılmış ve bu
arada saray mutfağını dört yıl boyunca yönetmiş olan eski defterdar
Muhsinoğlu Mehmet Efendi'nin 870 kese (Hammer, C.7, s. 93'te 867)
aşırdığı ortaya çıkmış ve bu para adı geçen görevlinden alınarak
hazineye aktarılmıştı.
1704. Büyük çapta basılan önceki paralar gibi İstanbul'da 70, ve
Kahire' de de 60 arılığında paralar kesilmiş2, bu durumdan yararlanan
vurguncular da Mısır' daki paraları Türkiye"ye getirtip İstanbul
paraları ile değiştirmeye başlam!şlardı. Bu çekinceyi (danger)
savuşturabilmek için yayınlanan buyrukta; ellerinde arılığı
bozulmuş3 para bulunanların, bu paraları para basımevine getirmeleri
durumunda bunların 70 ayar üzerinden alınacağı ve 10.5 ayarı bozuk
paraya karşılık4, 10 dirhem yeni para verileceği, ayrıca arılığı düşük
paraların dolanımdan kaldırılmasından sonra 68 ayarında yeni paralar
basılacağı öngörülüyordu. 5 Bu tür paralardan Rumeli geçesinde de
bulunduğundan hükümet, vergi toplanmasındaki gecikmeleri ve
alışverişlerdeki durgunluğu önlemek için yörenin ilgili görevlilerine
yeni basılan bu paradan bol sayıda göndererek, 11O dirhem eski

Raşid, C.2, s.25, " .. mevacih için iki bin altı yüz kese akçanın .. " (0.C)
Bkz. Raşid, C.2, s. 25/A.
2 "% 70 arı gümüş. %30 karışık." ".. ayarda on dirhem tefavütü
olmağla .. " (0.C) Bkz. , Raşid, C.2, s. 33/A.
3 "züyuf ve maksGs (kırpılmış) para" (Bkz. Raşid, C.2, s.33/A 0.C)
4 " yetmiş dirhemi ayarınca vezn ve tadil ve her onbuçuk dirhem züyuf
ondirhem ceyid ve cedid paraya tebdil." (Bkz. Raşid, C.2, s.33/B
0.C)
5 "altmışsekiz ayarı kat olunmak üzere" Raşid, C.2, s.33/A-B 'de bu
olayı, ·'ııizam-ı ahval-i sikke" başlığı altında aktarıyor.(0.C)
338
paralara karşılık), 100 dirhem yeni para verilmesini buyurdu. Hacı
Kalfa'nın ardılı olan olayyazar ikinci kez para basılması olgusunu
"tashih-i sikke" (reforme de la monnaie)2 deyimiyle tanımlıyor.
Aynı yıl içerisinde tüm kent yöneticilerine ve yargıçlara
gönderilen buyrultularda (adaletname), topluma karşı eşit bir
biçimde davranılmasının, yükümlülerin yolsuzluklardan
korunmasının gerekliliği vurgulanıyordu. Olayyazar ekliyor; halkına
karşı doğru ve tüzeli davranan sultanın hazinesi dolu, ülkesi de
mutluluk ve gönenç içerisinde olur. 3
1705. Kara Mehmet Paşa Mısır yöneticiliği döneminde
göndermediği 600 kese tutarındaki yıllık vergiden dolayı

Raşid, C.2, s. 33. Kırpılmış ve arılığı düşük paraların dolanımı


önlemek için Edirme'ye yeni paralardan 15 kese gönderilmişti. (0.C)
Bkz. Y. Özkaya, XVIII. Yüzyılda, s. 277. Bu yeni paralar
dolanıma 5 Temmuz 1704 yılgününde çıkarılmıştı. İlgili buyruğun
tam metni için bkz. B. S. Baykal, Para Düzeni, s. 60-61. "Yüzon
dirheme yüz dirhem cedid para verilmek üzere" (0.C.) Bkz. Raşid,
C.2, s. 33/B.
2 Takvim-üt Tevarih, s. 145. Kırpık ve arılığı düşük paralarla ilgili
olarak bkz.N. Sevgen, Nasıl Sömürüldük, TTBD. Sayı 17, s. 62-66;
sayı l 8, s. 76-78 ve değişik sayı ve sayfalar.
3 Raşid, C.2 s. 36. Biline ki, uyruğunun erinç ve mutluluğu sultanın
kişiliği,
gövdesi, biçimi ve giysisinin düzgünlüğü, yaraşırlılığı, yüzünün
güleryüzlülüğü, yazısının güzelliği, bellek ve anlayışı ile kalıcı değildir.

Devletin yararı, uyruğunu koruması ve ona iyi davranması ile


olanaklıdır. Uyruğuna baskıcı bir biçimde davranma çoğunlukla
devletin düzenini bozar. (0.C) Bkz.İ. Haldun, Mukaddime, I,
s.503-504 (bölüm 24) ve aynca, s.XXII.
Defterdar San Mehmet Paşa 1703 yılgününcle /il. Ahnıet'e sunduğu
"Nasa'ih al-vuzara vü al-umara" adlı yapıtının ikinci bölümünü
yiyiciliğe ayırmıştı. Devlet görevlerinin para karşılığı verilmesinin,
kamusal varlığın talan edilmesine izin vermek elemek olacağını ileri
sürerek, "para yedirenler, yedirdiği parayı yükümlünün sırtından
çıkarır" elemekte idi. (0.C) Bkz. Nasa'ilı al-vuzariı, s. 54-62.

339
sorgulanmak üzere 1706 Ocak ayı başlarında İstanbul' a çağırılarak
"kapıarasmda" gözaltına alındı. Ancak, 100 kese dışında ödeme gücü
olmadığı anlaşılınca, kalan 500 keseyi, gelirinden yılda lOO'er kese
ödemek koşuluyla Sayda kent yöneticiliğine atandı. l
Taşradakimadensel para geçmiş dönemlerde olduğu denli bol
değildi.
Toprak vergisi Basra'da, 40 akça ve 16 zolota kuruşa karşılık
olmak üzere "abbasi" ve "tuman" olarak ahnıyordu.2

1706- 171 O. (0.C). Mutfak yöneticisinin aşırtısına yukarıda


değinilmişti. "Saray ahırı" ve "eski saray" tüketimlerine yönelik
önlemlerin uygulanması ile bu soruna bir çözüm getirilebileceği
ö~görülmüştü. Baş saymanlıkta bulunan sultan damgalı olan
çizelgede, saray mutfağı için alınması gereken yiyeceklerin türünün
tutarları belirtilmiş ancak ederleri doğrultusunda bir sınırlama
getirilmemişti. Oysa ki, sarayın yiyeceklerini karşılamak
yükümlülüğünü üstlenenler, kendi düzenledikleri çizelgelerde

Raşid, C.2, s. 44. Mehmet Paşa'dan alınan 100 kese, onun


Beşiktaş 'taki yalısının satışından elde edilmişti.(0.C) Bkz. Raşid,
C.2, s. 44/B. Salt 500 kese alacağını kurtarabilmek içi, üstüne üstlük
devlet parasını aşıran bir kişinin kent yöneticiliği ile ödüllendirilmesi!
Osmanlı yönetiminin bu yüzyılda içine düştüğü açmazı
göstermektedir. Bu tür çarpıcı atamaların örneklerine oldukça sık
rastlamaktayız. Celali önderlerinden ünlü Karaya:ıcı'nın önce
Amasya, sonra da Çorıım; Deli Hasan' ın da Bosna yöneticiliğine
atanması v.b.g. (0.C) Bkz. M. Akdağ, Celali, s. 387.
2 Raşid, C.2, s. 47'de okunuyor. "Her kırk akçaya bir Abbasi ve beher
onaltı kuruş zolotaya bir tuman" Abbasi, Büyük Şah Abbas ve onun
ardılı olan il. Abbas'ın gümüş parası idi. Tavernier, C.3, s. 19; C.4, s.
3, 5 ve Fraehnii, Recensio Num Muhammed, s. 461. Abbasi,
Tavernier döneminde Fransa'nın 18 sous, 6 denierine (Fransız
mangırı O.C.) eşdeğerdi. Chardin'e göre (C.4, s. 273); Abbasr, 18
sous; 50 abbasi de bir tumana eşdeğerdi. (1 tuman = 800 sous: 1
tuman=l6 kuruş. (0.C) Bkz. Harızmer, C.7, s. 113.)
340
yiyecek ederlerini diledikleri gibi gösterdiklerinden, işlemler sonucu
hazine gereksiz bir yük altına giriyordu. Yeni düzenleme ile, yiyecek
ederlerini iki çizelgede de bundan böyle devletin saptadığı en yüksek
eder (maximum cote officielle) üzerinden gösterilerek, çizelgeler
arasında bir uyum sağlanması öngörülüyordu. Ayrıca üstencilerin
yararına olmak üzere, satın alınacak yiyeceklerin toplam ederi
üzerinden dokunca ödencesi ve kimi sıradan giderler karşılığı olarak
1/10 oranında indirim yapılması da uygun görüldü. ("onu on bir
hisabı üzere" 0.C. Bkz.Raşid, C.2, s. 50/A)

Kimi ödemeler "hazine tezkireleri"ince 1 (bons du tresor)


"havale"2 (assignation de payement) edilmekte idi. Defterdarın
düzenlediği ödeme buyrukları, sadrazamın onayından geçtikten sonra
defterlere geçirildi. Ancak, taşrada ödenmesi gereken paralar için bu
ödeme buyruğunun veriliş biçimine bir değişiklik getirildi. Şöyle ki,
bu günden sonra üzerinde ödeme yapılacak yerin adını ve sadrazamın
"olur" onayını taşıyan bu ödeme buyruklarının birer eşi (copie) özel
bir deftere yazılacak ve defterdar eliyle ödeme buyruğu verilen
"tezkere"ler defterlerle karşılaştırıldıktan sonra yeniden
sadrazamın olur ve onayına (sahh ve pençe) sunulacaktı. 3

Bkz. Yıl 1643.


2 İleride görüleceği üzere "hazine tahvili" de üzerinde yazılı tutarı
belirli bir süre içerisinde alacaklıya ödenmesini içermekteydi. Bkz.
Yıl 1855-1856.
3 Raşid, C.2, s. 50. "Defterdar olanlar buyurduklarından sonra vezir-i
azam hazretleri ol tezkire üzerine pençe ve sahh çeküb ruznamçe
hümayunda irad-ı musarraf her veche üzee zapt ve takrir olunur idi."
(0.C) Bkz. Raşid, C. 2, s.50/B.

341
Ayrım 6. 1714-1730.

DAMAT ALİ PAŞA; ANADOLU


SAYMANLIGINDAKİ BİRİMLERDEN
BİRİSİNİN KALDIRILMASI VE
GÖREVLERİNİN ÖTEKİ BİRİMLER
ARASINDA BÖLÜŞTÜRÜLMESİ; DEVLET
GELİRLERİNİN YAŞAM BOYU KOŞULUYLA
KESİME VERİLMESİ UYGULAMASINA
GETİRİLEN SINIRLI DEGİŞİKLİK;
SULTANLIK VAKIFLARI YÖNETİMİNDE
YAPILAN YENİ DÜZENLEMELER;
"BODRUM" VE "İFRAZ"
HAZİNELERİNDEKİ GÜMÜŞLERİN PARAYA
DÖNÜŞTÜRÜLMESİ; PARALARIN TUGRALI
VE KORDONLU OLARAK YİNELENMESİ;
ÇİL AKÇALARIN VURGUNCULUK
(SPECULATİON) SONUCU DOLANIMDAN
KALKMASI OLASILIGINA KARŞI ALINAN
ÖNLEMLER; GECİKMİŞ AYLIKLARIN
ÖDENMESİ; GİDERLERİN KISILMASI
SONUCU ELDE EDİLEN GELİR ART ANI;
HAZİNEDEKİ GÖNENÇ; KAMUSAL
ETKİNLİKLER; AKÇANIN DEGİŞ-TOKUŞ
DEGERİNİN KURUŞA BAGINTILI OLARAK
İKİNCİ KEZ YÜKSELTİLMESİ.

Osmanlı yıllıkları XII. Charles'in Rus çarına yenilerek


Türkiye 'ye sığınması ve Osmanlı devletinin Prut antlaşması ile

342
sonuçlanan -ki, bu antlaşma uygulanamamış, onun yerine geçerli
olmak üzere 1714 yılgününde Edirne antlaşması yapılmıştı.- on yıllık
süre içerisinde, bir başka deyişle, Damat Ali Paşa'nın sadrazamlık
dönemine değin ülkenin ekonomik yönetimini ilgilendiren önemli bir
olgudan sözetmiyorlar. Bu süre içerisinde, defterdarların sık sık
değişmesine karşın, aylıklar düzenli denilebilecek bir biçimde
ödenmiş, koyun-keçi (adet-i ağnam) vergisinin toplanmasında
uygulanan yaşamboyu koşulunun, üstencilerin hazineye ödedikleri
öncelikli parayı tümüyle toplayıncaya değin bu ayrıcalıktan
yararlanmak üzere 1 , yeniden yıllık üs terme yöntemine

Raşid, C.2, s. 102. Edirne antlaşması 24 Haziran 1713 yılgününde


yapılmıştı. (0.C) Bkz. N. Erim, s. 55. 11 Tanımlıktan oluşan bu
antlaşmanın tam metni için bkz. Nusretname, C.2, F.2, i. 299-
304 (0.C). XII. Charles (1682-1718) Türkiye'de kaldığı süre
içerisinde 2.500.000 "taler" (75 akça değerinde Alman gümüş parası.
0.C) Bkz.T. Reylıanlı, s. 13) borçlanmıştı. Türkler bu alacağı
uzun bir süre istediler. Bu konuda 31 Ocak 1738 yılgününde İsveç
delegeleri ile yapılan anlaşma büyük boyutlardaki yiyiciliği ortaya
çıkardı. İsveçliler, Osmanlı devlet adamlarına para yedirerek bu
borçlarını önemli oranda indirdiler. Borcun tümüyle ödenmesine
değin yiyicilik sürüp gitti. Bu yüklü alacağın, salt iki gemi ve birkaç
savaş araç ve gerecine indirilmesinin ilginç öyküsü için bkz. A.
Mumcu, Rüşvet, s. 160. (0.C) Devlet gelirlerinin yaşamboyu
koşuluyla kesime verilmesindeki temel amaç, yükümlüleri ve vergi
gelirlerini korumaktı. Ancak, bu yeterli olamadı, şöyle ki, kimi kez
üstenci parasal ve siyasal gücü aynı anda kişiliğinde
birleştiremiyordu. Öte yandan, koşulların değişmesine karşın
üstencinin vermiş olduğu öncelikli paranın (piclıin) tutarı
değişimiyordu. 1596'dakoyun başına bir akça, 100 koyunda 20 akça
olan ağıl vergisi 1750'de de aynıdır. (0.C) Bkz. M. Akdağ,
Tiirkiye'nin İktisadi Vaziyeti, s. 560. Bu dönemde on beş
defterdar değişmişti. Ayrıntılı bilgi için bkz. i. Hami. Osmanlı Tarihi
Kronolojisi, C.4, s. 601-604. (0. C) " .. ref-i malikane-i ağnam beher
sene her kazanın adeti ağnam mukataası murad olunan kimesnelere
deruhde olunmak üzre malikanelikten ref ve terkin ve henüz
343
dönüştürülmesi dışında ilgi çekici bir gelişme olmamıştır.

Damat Ali Paşa sadrazam olduktan sonra, Anadolu saymanlığı


kayıtlarında görülen ve büyük boyutlara ulaşan düzensizliklerin
soruşturulmasını buyurdu. Bu doğrultuda oluşturulan özel bir
yarkurul altı aylık çalışmaları sonucu birtakım yolsuzlukları ortaya
çıkardı. Şöyle ki, kimilerinin tek bir belgeye dayanmaksızın gündelik
(ulufe) ve "vazife" aldıkları, sultanlık buyruğu ile kaldırılmış olan
ödeneklerin, boş (mahlul) imiş gibi gösterilerek yeniden bir başkasına
verildiği ve bu gibi uygulamalar sonucu kayıt defterlerinin alt üst
edildiği görülmüş ve bu tür düzmece belgelerle 17 .508 akça gündelik
alan 2.400 kişiden, gerçekten aylık almaya yetkin oldukları anlaşılan
365 kişi dışındaki ödenekler kaldırılmış, baş yöneticisi ile
"kesedar" ı 1 sürgüne gönderilen bu işyerinin görevleri saymanlıktaki
öteki birimler (qalems)2 arasında bölüştürülmüştü.
Sadrazam Ali Paşa "müteferrika". "çavuş" ve "katip"ler

faizinden mukaddema pişini istifa itmeyende istifa edince deruhde


olunmak tasvip ve tayin olundu." (0.C) Bkz. Raşid, C.2, s.102/B.
''Kesedar" (Celui qui delivre les diplômes). Yardımcı, yamak yerine
kullanılır bir deyimdir. Beylik yazışmaları bir kese içerisinde getirip
götürdüğü için bu ad veilmiştir. (0.C) Bkz. i. Hakkı, Merkez,
s.245. Saymanlığın denetimiyle Esseyit Mehmet Efendi ve "küçük
ruznameci" Hacı Mehmet Halife görevlendirilmişti. Daha önceleri
2374 savaşçıya 160.503 akça gündelik verilmiş iken, yeni düzenleme
sonucu, 2.400 kişiye 17 .508 akça verilmişti. Raşid, "3 85 kişinin
durumuna acınıldığı" için görevde bırakıldı diyor. (0.C) Bkz.
Raşid, C.2, s. 107/B. Sözü edilen birim, 100-200.000 akçalık küçük
bir gelir girdisine karşılık, ülkenin Anadolu ve Suriye yöresinde kalan
kurganlarındaki savaşçıların, emeklilerin ve "duacı"ların parasal
işlemlerini yürütürdü. 1715 yılında köklü bir düzeltim görmüş, aylık
ve "vazife" alanlar yineden gözden geçirilmiş, boşalan görevler
kayıtlardan düşülmüştü. (O.C) Bkz.A. Tabakoğlu, s. 100

2 Raşid, C.2, s. 107.


344
arasından oluşturulan "gedikli zaim" l kesimini de yeniden
düzenlemek gereğini duydu. Bu kesimdekiler kendilerine verilen
görev izin belgeleri uyarınca, buyrultularını yerine getirmek üzere
savaş ve barışta sadrazamın yanından ayrılmamakla yükümlü idiler.
Ancak, bunların yirmide biri bile sadrazam olmaksızın savaşa
gitmemek koşuluna titizlikle bağlı kalıyor, buna karşın İstanbul'daki
görevlerini bile yerine getirmiyorlardı. Öyle ki, taşrada yapılması
gereken en küçük bir görev için aradığı "gedikli"yi bulamayan
sadrazam yardımcısı, bunları para karşılığında satıcılar arasından
toplamak zorunda kalıyordu. Sonunda, gerçek görev yapan on iki kişi
dışındakiler sadrazam sarayındaki "çavuş" ve "müteferrika"lar ile
birlikte savaş eğitimi yapmakla yükümlendirildiler. 2
Ali Paşa, Mora üzerine saldırmakla görevlendirilen ordudaki
"silah" ve "sipahtar"ların kayıt defterlerini de gözden geçirtti. Bu
tür denetimler savaşa çıkıldığında belirli bir yörede yapılırdı. Ancak,
atlı savaşçıların komutanı olan ve bu görevi daha önceleri de bir kaç
kez üstlenmiş olan Kara Osman, savaşçılarını çok iyi tanıdığını ileri
sürdüğünden, alışılagelen yoklama bir süredir yapılamamıştı. Bundan
çıkarılan sonuca göre, aylık dağıtımlarında (sergi) 20-30 keseyi
önceden ayırıp alan Kara Osman, bunları cepleri aylık alma belgesi
dolu olan ocak ileri gelenleriyle bölüşüyordu. Kara Osman'ın
dağıtımlardan birinde onların paylarını da kendisine ayırmaya
kalkışması yakınmalara neden olmuş ve bunun üzerine Ali Paşa gerek
ocaklı ve gerekse devlet ileri gelenlerinin buyruğunda olsun aylık
almaya yetkin olanların bundan böyle doğrudan görünmelerinin
zorunlu olduğunu öngören bir buyrultu yayınlamıştı3 Damat Ali

Bkz. Belin, Sur la Probriete, n. 378 ve sonrası. Raşid, C.2, s. l 08/A da,
"gedikli zaim uygulaması devletin ünündendir" diyor. (0.C).
2 Raşid,
C.2, s. 108. Raşid, C.2, s. 108/A da "gedikli zaim" görevinin
babadan oğula geçebildiğini aktarıyor. (0.C)
3 Raşid, C.2 s. 11 1. Bu tür yoklamalar bir köprü üzerinden geçerken
yapılırdı.Kara Osman Ağa dağıtımlarda 20-30 keseyi kaldırıp,
birkaç keseyi kendisine ayırıyordu. Ocaklıların yakınmaları üzerine
345
Paşa ayrıca, kendisine "boş" olan bir görevi bildirene de aylık artışı
sözü verdi. Yapılan ayıklama (ist(fe) yoklamasından- birçok boş
görevler ortaya çıkarıldı. Aylık almaya yetkin olanların kendilerini
doğrudan göstermek zorunluluğu getirildiğinden, taşıyıcısı eliyle
sunulmayan tüm "esami"ler "boş" ya da ordu kaçağı (refractaire)
sayılarak, "bozma" 1 uygulaması tümüyle kaldırıldı ve ad yazım
defterlerinin yeniden düzenlenmesine başlanıldı. 2
Savaşçılara 25 Ekim 1715 yılgününde üçer aylıkları dağıtıldı.
Ancak, doğrudan kendisini gösteren savaşçılara ödeme yapılacağına
yönelik kesin buyruk verilmişti. Ocak subayları bu uygulamayı
etkisiz kılmak istemişlerse de girişimleri yeğin bir karşılık verilerek
sonuçsuz bırakılmıştı. 3
Yukarıda sözü edilen, devlet gelirlerinin kesime verilmesi
uygulamasında ortaya çıkan yolsuzluklar da Ali Paşa'mn ilgisini

sadrazam bu olaya el koydu. (0.C) Bkz.Raşid, C.2, s.111/B.


'Toplu olarak ayırma" (Prelevement en bloc.) Raşid C.2, s. 125'te
diyor ki, barış döneminde yapılan üçer aylık ödemelerde uzak
yörelerdeki savaşçıların aylıklarını almak üzere başkente gelmeleri
güç ve ayrıca da parasal bir yüke neden olduğundan, bunlar, aylık
alma belgelerini belirli bir para karşılığında ocak subaylarına
bırakırlardı. Ocak subayları bu uygulamayı iyi bir getiri kaynağı
olarak gördüklerinden nicelerinin aylık alma belgelerini "bozma"ya
başladılar. Serginin açıldığı gün para ile tuttukları kişileri "esami"
üstencisi gibi göstermekte idiler. Bu yolsuzluk öyle bir duruma geldi
ki, aylık alan kişinin, kendi aylığının alıcısı mı? Yoksa, "bozma"
alıcısı mı? olduğunu anlamaya olanak bulunmadığından, "boş" olan
görevler yine bilinemeden kaldı. (C.2, s.125/A O.C)
2 Raşid, C.2, s. 125. "İstife yoklaması"; üstencisi eliyle bir nedenden
dolayı (ölüm v.b.g.) bırakılan bir görevin anlaşılabilmesi için yapılan
yoklamadır. (0.C) Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C.2, s.97.
3 Raşid, C.2, s. 130. " ... bir ferdi ahırın ulufesini almağ içtin sergiye
çıkacak olursa esamisi terkin ve cezası tertib olunur deyu muhkem
tembiye ve terhib olundu." (0.C) Bkz. Raşid, C.2, s.130/A.

346
çekmişti. Rumeli defterdarı eliyle düzenlenen ve sadrazamın onayına
sunulan tasarıda, devlet gelirlerinin yaşam boyu koşuluyla kesime
verilmesi (malikane) uygulamasına sınırlı bir değişiklik getirilmesi
öngörülüyordu.l "Sultan Mustafa döneminde salt, Halep, Şam,
Diyarbakır ve bunlara bağlı yörelerdeki devlet gelirleri yaşam boyu
koşuluyla kesime verilmekteydi. Ancak, bu uygulamanın giderek
yaygınlaştırıldığı, devlet görevlileri bir yana üstüne üstlük "hamal'',
"kayıkçı", "esnaf"a varıncaya değin elinde parası olanların bu
gelirleri yaşam boyu üstlendikleri ve de, bir başkasına sattıkları
böylece devlet vergi kaynaklarının beş on varsıl kişinin üzerinde
kaldığı, (beş on kadar zimal adamlar O.C bkz. Raşid, C.2, s.138/B)
bunun sonucu olarak da geçimlerini salt bu gelirlerle sürdüren devlet
görevlilerinin yoksul bir duruma düştükleri gözlemlenmektedir.
Ancak, önemli olan olgu bu gelirlerin sürekli bir biçimde el
değiştirmesidir. Böylece bu tür gelirlerden salt ilk üstenciler değil,
bunları ele geçirenlerin tümü yararlanma yoluna gittiklerinden (hem
verdiği akçayı çıkarıp hem kazanmak sevdasıyla O.C. Bkz. Raşid, C.2,
s.138/B) Yükümlüler de (reaya) yoksul bir duruma düşmüşlerdir.
Başvuru ve yakınmalar üzerine "bu malikane serbest üzere
yönetilir. "2 Diyerek, kent yöneticileri ve yargıçların işe karışmasını

Bkz. Yıl 1695. Bu konuya il. Ahmet döneminde de


değinilmişti.Ancak olayların akışından gözlemlendiğine göre, sözü
edilen tasarı il. Ahmet döneminde düzenlenmiş ancak,
uygulanmasını öngören buyruk il. Mustafa döneminde yayınlanmıştı.

2 Bu sözcük (possessoire); iyeliğinde bulundurmak anlamındır. Devlet


"serbet tımar" yoluyla kesime verdiği gelirlere kesinlikle karışamaz,
sözleşmeyle tanınandan daha çok gelir olup olmadığını araştırıp
denetleyemezdi. Bu nedenle bu üstencilerin dışarıdan adam
getirtmek ve yeni köyler kurmak bağlamında yetki ve çıkarları
bulunmaktaydı. Bu tür bir sözleşmeyle gelir elde edenler "gerdek",
"cinayet" gibi tutarları önceden saptanamayan ve "bad-ı heva"
denilen vergileri toplamak yetkisini de taşıyorlardı. (0.C) Bkz.H.
Cin, Osmanlı Toplum Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması,
Ank. 1978, s. 72. "Niyabet" (suç işleyenlerden alınan vergi)
347
da engellemektedirler. Kaldı ki, bu uygulama kent yöneticilerinin
gelirlerinin de azalmasına neden olduğundan bunun acısını çıkarmak
için bir yandan da onlar yükümlülere baskı yapmaktadırlar.
(Bağırların kebap etmeğin O.C. Bkz. Raşid, C.2, s.138/B) Bu
gerekçelerle yayınlanan buyrukta, Şam, Halep, Diyarbakır ve bunlara
bağlı yörelerdeki devlet gelirleri dışında kalan gelirlerin, bundan
böyle yaşam boyu koşuluyla kesime verilmemesi öngörülüyordu.
Ancak, bu tür gelirleri daha önceden üstlenmiş olanların kıygınlığını
önlemek için onlara, verdikleri parayı toplayabilmek doğrultusunda
üç yıllık ek bir süre tanınacaktı. 1
1715-1716 · Sultanlık vakıfları yönetimi doğrudan
sultana bağlı olduğundan2 111. Ahmet, eski Edirne
Yargıcı Sunullah Efendi'yi, sayışman/ık işlerini de
yürütmek üzere vakıflar denetmenliğine atadı. Sonra da
o güne değin kutsal yerler saymanlığına (muhasebe - i
hare ın ey n) bağlı olan sultanlık vakıflarını İs tan bu 1,
Bursa, Edirne ve öteki yörelerdeki sultanlık vakıfları
ile birlikte sözü edilen saymanlıktan ayırarak "küçük
evkaf kalemi" ne bağladı ve bu birime de "evkaf
sayınanlığı"3 adını verdi. Ve gelir artanının "hareıneyn
kasasında" alıkonulmasını, onarım için bile olsa tek bir

yazısının görüldüğü
yerde o gelirin "serbest" olmadığını
anlamaktayız.(0.C) Bkz. Fekete, s.315. Ayrıntılı bilgi için bkz.
C. Üçok, Osmanlı Devlet Teşkilatında Tımarlar, AÜHFD,
C.1, Sayı 4-5. s. 525-551 ve C.2, s. 73-95. Ö. Barkan,
Malikane-divani sistemi, THİTM, İst. 1932-1939, s.120.
Raşid, C.2, s. 138. Bkz.Yıl 1715.
2 Bkz., Belin Memoire sur la biens ... , Joum. Asiat, Kasım-Aralık 1853,
s.391 ve sonrası.
3 Bkz. y.a.g.y.s. 386 ve sonrası. Sultanlık vakıfları "darüssaade"
ağalarının gözetiminde idi. Sözü edilen denetim aynı ayın 16. günü
yapılmış, sözü edilen birimin başına da Hasan Efendi getirilmişti.
(0.C) Bkz. Raşid, C.2, s.139/B

348
akça çıkarılmamasını, böylece giderlerin kısılmasını
öngören bir buyruk yayınlandı.1
Mora'da elde edilen başarılara ve savaşçı aylıklarının düzenli bir
biçimde ödemesine karşın, 1696 yılgünlü paralar bunalımı ancak bir
süre için durdurabilmiş, başkent basımevinde kesilen2 paralar bile ilk
değerlerine oranla kimi değişimlere (alteration) uğramıştı.

Raşid, III. Ahmet'in bir ülke için gerçekten yüz karası olan bu
durumu düzeltmek amacına yönelik bir buyruk yayınladığını
aktarıyor. 3 27 Nisan 1716 yılgününde yayınlanan bu buyrukta; l 696
yılında basılan altınların arılık ve ağırlığında ve de Venedik
altınlarından daha üstün nitelikli,4 100 parçası 110 dirhem
ağırlığında, 5 kıyısı zincirli, Rumi bezekli, 6 ortası ayna gibi parlak7,
bir yüzünde tuğra öteki yüzünde "İstanbul basım" yazılı ve 3 kuruş8

Rayid, C.2, s. 139.


2 "Tam anlamıyla kesmek (coupes) Bkz. yıl 1696
3 y.a.g.y. s.142.
4 "Tamamü vezni ayarına binaen (dolayı) beynennas (kamu arasında)
muteber ve makbul (aranır ve iyi) olunan Venedik altınından tamül
vezn (daha ağır) ve halisülayar (daha arı) olub" Venedik altının
ağırlığı 23, 5 kırat olarak. Cevdet, C.5, s.226 (1309 basım C.6, s.210
O.C) 1725 yılı olaylarında değinileceği üzere yeni altının 24
ayarında olması gerekiyor.

5 "Yüzü, yüz on dirhem gelmek üzere" Raşid, C.2, s.142. Bunların

ağırlığı 1 dirhem, 1 kıı:at, 2 buğday ve 40/100 buğday idi.


6 .. Kenarı zincirli ve dairesinin etrafı rumi nakışlı" y.a.g.y. s. 14~
(s.142/B O.C)
7 ··ortası ayna gibi musaykal ve mücella (parlak) karş.yıl 1696 ve B.l,
Altın Ayrımı.

8 ".üç kuruşaraic olmak üzere altın ve para kat'olunmak üzere" Raşid


yıllığın el yazmasını bulamadığından basılı metindeki açıklamaların
ne denli gerçek olduğunu araştıı:amadım. 1690-1691 yılgünündeki
şerifi altının saymaca değerini gösteren bu bağıntı (3 kuruş) birinci

349
değerinde olmak üzere yeni altınlar basılması
öngörülüyordu. 1696
yılında basılan tuğralı altınlardan ayırtedebilmek için sözü edilen bu
3'er kuruş değerindeki sikke-i cedit zer İstanbul" ya da daha yalın bir
biçimde "cedit İstanbul" adı verilmişti. (nouvelle monnaie d'or de
Constantinople, nouveaux constantinoples) 1

171 7 · Almanya ile yineden başlayan savaşta umulan sonuç


alınamadı. Yeni kaynaklar bulmak gerekiyordu. III. Ahmet, önceleri
de çoğu kez yapıldığı gibi iç hazineye başvurmakla birlikte, bu yılın
başlarında İstanbul Kaymakamına gönderdiği bir buyrukta;
Yenisaray'ın "bodrum hazinesi"nden 615 okka 172 dirhem ve "(fraz
hazinesinden" de (gardemeuble) 205 okka 427 dirhem ağırlığındaki
kullanılmayan gümüş nesnelerin, Silahtar İbrahim A,~a aracılığıyla
yerlerinden alınarak para basımevine gönderilmesi isteniyordu. 2
Devlet ileri gelenleriyle Kamu görevlilerinin gelirleriyle
bağıntılı olmak üzere, savaş giderlerine katkıda bulunmaları gibi
önlemlere de başvuruldu. Bununla birlikte, Osmanlı ordusu Belgrat
önlerinde büyük bir yenilgiye uğradı ve bu kent Türkiye 'nin
yönetiminden çıktı. Barış döneminin iyice yaklaştığını gören ve

bölümün "Akça" tanımlığında yer alan dinardaki dirhemin


bağıntısını gösteriyor. Ill. Ahmet döneminde basılan altınlara
"fındık" adı verilmişti. Cevdet, ikisi, üçü, dördü, beşi, yedisi ve onu bir
arada fındık altınları olduğunu yazıyorsa da doğruluğunu
araştıramadım. Cedit eşrefi altınların 2,3,4,5,7,10 katı olan altınlar
ela basıldı. (0.C) Bkz. R. Kocaer, s. 118.
Bkz. Yıl 1696.
2 Raşid. C.2. s. 190. Raşid, "Saray-ı cedit"ten alınan gümüşü 615 kıyye
172 dirhem, "ifraz hazinesi"nden alınanı ise 205.5 kıyye 427 dirhem
olarak gösteriyor ve İstanbul kaymakamının Benli Mustafa Paşa
olduğunu ekliyor (0.C) Bkz. Raşid, C.2, s. 190/B. "İfraz hazinesi";
kullanılmayan değerli nesnelerin korunduğu yer idi. İkinci derecede
değerli olanların korunduğu yere de ''bodrum hazinesi"
denilmekteydi. Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C.2, s. 37.

350
sultanın saltık güvenini elde etmiş olan İbrahim Paşa, kendisine uzun
bir süredir önerilen sadrazamlık görevini 9 Mayıs 1718 yılgününde
üstlendi. 21 Temmuz 1718 yılgününde de Osmanlı devleti ile
Avusturya ve Venedik devletleri arasında Pasarofça (PassaroWicz)
anlaşması yapılarak bu savaşa son verildi.

1718-1719. Damat İbrahim Paşa'nın göreve başlamasından sonra


hazinenin durumunda belirgin bir düzelme görülmüştü. Sadrazamlığı
üstlendiği Mayıs 1718 yılgününden, Kasım ayına değin savaşçıların
aylıkları düzenli bir biçimde ödenmiş, olanaksız gözükmesine karşın
savaşçı sayısı azaltılarak salt bu düzenlemede 1500 keselik bir ödeme
artanı elde edilmişti. Belgrat önlerindeki ve denizlerdeki yenilgiler
üzerine ordu ve donanmanın yineden ' savaş konumuna
getirilebilmesini gerektiren kaçınılmaz giderlere karşılık,
sadrazamın yerinde aldığı önlemler sonucu yalnızca 5.000 kese yeterli
olmuştu. Oysa ki, önceki dönemde üstüne üstlük savaş araç ve
gereçlerinin anık (hazır) olmasına karşın, Mora savaşı için 23.000,
öteki savaşlar için ise 24-25.000 kese gerekmişti.! Sadrazam ayrıca,
sınır boylarındaki savaşçıların gecikmiş olan aylıklarını da ödediği
gibi öte yandan, Niş ve Vidin surlarını onartmış ve ilk temel taşının
Şubat ayı içerisinde sultan eliyle ve de görkemli bir törenle atıldığı
"saray kitaplığını" yaptırtmış kısacası, birçok kamusal giderleri
karşılamıştı. Yeni sadrazam dev Jet gelirlerinin toplanması

Raşid, C.3, s. 19. Emekli ve sınır boylarındaki savaşçıların boşalan


görevlerinden günlük olarak 268.346; atlı savaşçıların
emeklilerinden 14.23 cebeci, topçu ve top arabacılarından 62.387,
"rikah-ı lıiimay1111" ağaları ile "enderun" emeli ağalarından.
"miiteferrika" ve çavu,Şbaşılarından 1929, gümrüklerden '· wı:if('"
alanlardan 10.450 akça olmak üzere yıllık 10 yük 53.675 kuruş 12
akça ya da '·divani kese" üzerinde 28 kese 341 kuruş 92 akça
biriktirim yapıldığı görüldü. Böylece salt aylıklarda yapılan
düzenlemelerle hazineye büyük bir gelir sağlanmış oluyordu. (0.C)
Bkz.M. Aktepe, Patrona İsyanı (1730), İst. 1958, s. 6.
351
konusunda da duyarlılık
gösterdi, bu uygulamanın uzantısı olarak
Sakız Adası'nın yeryazımı (cadastre) yineden düzenlendi. Bu ada o
güne değin hükümet üyelerine 100 ile 200 kese arasında sungular
göndererek, karşılığında "gümrük", "damga", "ayakbastı" (peage)
v.b.g. sultanlık türesine özgü vergilerden bağışık tutulmuştu.'
Bu dönemde İstanbul hükümeti ile ilgili devletler birbirlerine
karşılıklı olarak elçiler gönderdiler. Osmanlı elçileri İran ve
Avusturya 'ya gittikleri gibi, Rusya ve Avusturya elçileri de
İstanbul' a geldiler. Avusturya elçisine sınırdan İstanbul' a gelinceye
değin 39.596 kuruş geçim ödeneği özgülenmişti. Bu para elçilik
kurulunun geçtiği yörelerdeki yükümlülerin vergilerine karşılık
sayılmak üzere toplanmıştı.2 Elçiye aynca başkente geldiği günden
başlayarak geleneksel günlük geçim ödeneği de bağlandı. Ancak,
Elçinin bu ödeneği ürün, ya da doğrudan para olarak almak gibi bir
yeğleme olanağı bulunduğundan bu geçim gereçlerine karşılık
"mutfak emini", "kasap başı", "arpa emini" ve "İstanbul ağası"
eliyle günde toplam 20.345 akça, iç hazineden de aynca 150 kuruş
verilmekte idi. Elçilik konutu için satın alınan döşeme takımlarına
763, konutun oranını için 70, elçilik kurul üyelerinin oturmaları için
Galata Dörtyol girişinde tutulan 22 konutun bedeli olarak günde
1.542 ve son olarak, "sucu", "meşaleci" ve "mehter" giderleri için
özgülenen 540 akça ve yerleşme giderleri tutan olan 1.463 kuruş
olmak üzere gündelik 40.4273. akça da yine bu kurul için ödemişti.

Raşid,C.3, s. 30 ve 43. Niş surlarının onarımı için 780, Vidin için ise
2.600 kese kullanılmıştı. (0.C) Bkz. Hammer, C.7, s.252. Ayrıca
Yediku/e'den, Eğrikapı'ya değin saray surları da tümüyle onartılmış
ve bu onarım için 227.784 kuruş gerekmişti. (0.C) Bkz. A. Refik,
İstanbul Hayatı, s.94 Sakız Adası devlet ileri gelenlerine 100 ile
152'şer kese akça vermekteydi. Yazım işi ile "Arpa Ruznamecisi"
Mehmet Efendi görevlendirilmişti. (0.C) Bkz. Raşid, C.3, s. 36/A.
2 "Tekaliflerine (vergi yükümlülüklerine) takas olmak üzere (sayılmak
üzere) Berlin, Etude sur la .., n.345.
3 Raşid, C.3, s.41.

352
Elçilik kuruluna, Türkiye'de kaldığı süre içerisinde ödenen paranın
tutarı 185.520 kuruşa ulaşıyordu.!
Gümüşün devlet eliyle saptanan· ederini belirli bir düzeyde
tutabilmek ve paraların ülke dışına çıkarılmasını önlemek amacıyla
alınan önlemlerden yukarıda söz edilmişti. Ancak, bu önlemler
yetersiz kalmış ve paraların değerlerinde yeni çalkantılar kendini
göstenneye başlamıştı. Bir dirhem gümüşün alış ederi önce 21, sonra
da 20 akça olarak saptanmış ise de tecimsel alanda 22 akçaya2 alınıp
satıldığından dolayı, sarraf ve para dökümcülerden (fondeurs) başka,
para basımevine gümüş getiren olmuyordu.3 Bu nedenle bir süredir ne
zolota, ne para ve ne de çil akça basılabilmişti. Öte yan.dan İranlı
tecimenler de getiri dürtüsüyle dolanımda bulunan yeni zolotaları
toplayıp ülkelerine götürmekte ve orada "abbasi"lerle değiştirmekte
idiler.4 Çil akçalar giderek azalmış ve zolotalar birer para (akça 0.C)

a.g.y. s. 50. Raşid, C.3, s.50/A da elçilik kurulunun Türkiye'de 280


gün kaldığını aktarıyor ve günlük geçim gereçleri olarak; 20 kıyye
(1283 gr.x20) balık, 240 istiridye, IO kıyye sirke, 2 kıyye zeytinyağı,
150 yumurta, 15 kıyye süt, 5 kıyye kahve, 15 kıyye tereyağı, 5 kıyye
şeker, 20 dirhem karanfil, 20 dirhem karabiber (fülfül), 3 dirhem.
zencefil, l miskal amber, 1 kıyye kaymak, 1O kıyye yoğurt; 7 kıyye
peynir, 15 kıyye bal, 2 denk (eşek yükü) kar, l torba buz, 9 kıyye
sebze, 7.5 kıyye sarmısak, 7.5 kile (İst. kilesi yaklaşık 22.28 kgr.
Fekete, s. 312) soğan, 10 kile pirinç, 1O kile mercimek, l 00 limon, 30
çeki (30x250 kgr) odun, 50 kile arpa, 10 kantar (10x56,4 kgr) saman,
3 kıyye ot, 15 kıyye iyi un, 10 baş koyun, 3 baş buzağı, 3 baş sığır, 150
çift ekmek, 3 mısır tavuğu, 40 tavuk, 30 güvercin ve 10 kaz
özgülendiğini de ekliyor. (0.C)

2 "Bundan akdem (önce) simihalisin (arı gümüşün) beher dirhemi


yirmibirer akçaya alınıb satılamak üzere nizam verilmişken
(düzenleme yapılmışken) bundan böyle yirmişer akçaya alınmak
üzere ferman olunub lakin beynennas (kamuoyunda ) yirmi ikişere
alınıb satılub".

3 Bkz. Aynı yıl.

4 Bkz. 1705 yılı notu. Alınan tüm önlemlere karşı, paranın dışarıya

353
baş ile 1 onu geçmeye başlamıştı. Ancak, aradaki bu değer başkalığı
yasal değildi. Bu duruma bir çözüm bulabilmek amacıyla pazar ileri
gelenlerinin de katıldığı bir yarkurul toplandı. Kurulda, 88 akça
değerinde olan eski zolotalar tartıldı 16 parçasının 100 dirhem
gelmesi gerekirken 98 dirhem geldiği görüldü. 2 Üzerine . 2 dirhem
eklendi. 16 eski zolota ile 16 yeni zolota karıştırıldı ve ikisinin de 60
dirhem gümüş içerdiği gözlemlendi3 ve iki zolota arasında başkalık
olmadığı ortaya çıktı. Ancak sözüm ona eski zolotaların gümüş
oranının daha yüksek olduğu sanılmakta ve bundan kaynaklanan
yanılgı sonucu adı geçen para daha çok aranmaktadır. Bu yanılgının
ortaya çıkarılması ve bundan doğan alışveriş kargaşasına bir son
verilmesi gerektiği öngörüldü. Sonunda, 60 dirhem ağırlığında4 ve 90 ·
akça değerinde zolota kesilmesi ve gümü~ün dirheminin 20 akçaya
alınıp satılması doğrultUsunda yeni bir düzenlemeye gidildi. Ancak,
gümüşün kamuoyunda 22 akçadan alınıp satıldığı gözönüne alınarak
sarraf ve öteki ilgililerin aydan aya verdikleri 55.000 dirhem dışında,
gümüşün dirheminin 22 akçaya alınıp satılması uygun görüldü ve
ellerinde gümüşü bulunanların bunları zolota basılmak üzere paıra

kaçırılmasına engel olunamıyordu. Yahudiler, İran tecimenleri,


Filipe Hıristiyanları Hindistan ve İran'a bol sayıda altın ve gümüş
kaçırıyorlardı. (0.C) Bkz.Y. Özkaya, XVIII. Yiizyılda, s.279.

"birer akça baş ile geçmeye başlayıp" (Bkz. Raşid, C.3, s.42/B
0.C)
2 "onaltı adedi götürülüb veznetttirildiklerinde tamamı yüz dirhem
iktiza ederken (gelmesi gerekirken)" (Bkz. Raşid, C.3, s.42/B
O.C)
3 "her birinden altmış dirhem simihalis zuhu edib (bulunup)" bir
başka deyişle % 60 gümüş, % 40 karışık. (Bkz. Raşid, C.3, s.42/B
O.C)
4 "Öteden beri kaı'olunageldiği üzere yine altmış ayarında kat'olunub
her bir danesi doksanar akçaya raic ve vücuh ile münasıb (uygun)"
Bkz. Raşid, C.3, s. 42/B 0.C)
354
basımevine getirmelerini özendirici önlemler alındı. 1 Bu durum
doğrultusunda, zolota ve arı gümüşün değerine eklenilen ikişer
akçadan dolayı 8 dirhem l "danek" (l/6 dirhem) ağırlığında ve 90
akça değerinde "cedit zolota" basımına başlanıldı .ve bu düzenleme
bir buyruk ile de onaylandı.2 .
Hazinenin durumunun iyileşmesine karşın çil akçaların
dolanımdan kalkması salt vurgunculuktan (speculation)
kaynaklanmaktaydı. Şöyle ki, 25 Mayıs 1719 günü toplanan devlet
kurulunda savaşçıların aylıkları ödendiği gibi, son yıkımların
onarılması ve barış antlaşmasından sonra İstanbul'a gelen yabancı
elçilerin ağırlanmasının neden olduğu yüklü giderlere karşın, il.
Mustafa döneminde verilemeyen iki dilimlik (kıst) üçer aylıklar da
dağıtıldı.3 Serginin sona erdiği gün Sultan lif. Ahmet. eski bir
gelenek uyarınca sadrazamı, samur bir kürk, değerli taşlarla bezenmiş
bir "hançer" ve beğenisini içeren bir buyrukla ödüllendirildi.4

1720. III. Ahmet'in dört oğlunun sünnet (hitan) ve bir kızının da


Musul kent yöneticisi ile evlenme törenleri (sur-i hümayun) yapıldı.
15 Eylül 1720 yılgününde başlayan bu görkemli şenlikler onbeş gün

"firmabaid (bundan böyle) mübayaa olunacak (satın alınacak)


simihalisin beher dirhemi yirmiikişer akçaya alınıb satılmak üzere
nizam ... " Gümüşün dirheminin 22 akçadan 20 akçaya düşürülmesi,
akça değerinin yükselmesi anlamına gelmektedir. (0.C) Bkz.M.
Aktepe, Patrona, s. 19.
2 Raşid, C.3, s. 42. Raşid dirhemin ufaklığını "danek" bir İran ağırlığı
olan "danek" sözcüğüne yaklaşmışsa da kanımızca bunun yerine
Arapça'da dirhemin altıda biri anlamına gelen ''danık" sözcüğünü
kullanması gerekirdi. S. Bernard, a.g.y. C. 16, s. 75; Kamus, C.3 s. 114.
3 "Tedahül eden (geciken) iki kısı" bkz. yıl 1650-1651.
4 Raşid,C.3, s.50. Bu tür bir ödüllendirmenin Köprülüler döneminden
bu yana uygulanmadığını gözlemlemekteyiz.
355
sürdü ve savaşçılara bol bol sevinmelikler dağıtılmasıyla sona erdi. 1
Sultan oğulları ile birlikte bulunan öteki çocukların (5.000 çocuk
Hammer, C. 7, s. 269 0.C) sünnetlerinden sonra yapılan ''nah!
alayı"nda (cortege des palmes) "silah" ve "çukadar"lar yolun sağ ve
sol geçesinde toplanan kalabalığa bu mutlu olayın anısı olarak bol
sayıda çil akçalar (aspres brillantes) dağıttılar. 2
Sadrazam İbrahim Paşa, savaş döneminde gereğinden çok artmış
olan "beylerbeyi"lerinin (mir-i miran) sayısını da belirli bir düzeye
indirdi. Bu kişilerden çoğuncası, yokluk içerisinde olduklarından
devletten bir görev alabilmek için sürekli olarak hükümet üyelerinin
saraylarına doluşuyordu. İbrahim Paşa bunların kimilerine birer
görev verdiği gibi, kimilerini de emekli aylığı bağlayarak yurtlarına
geri göndermiş ve bundan böyle çağrılmadıkları sürece İstanbul'a
gelmemeleri doğrultusunda kesin uyarılarda bulunmuştu.3
İbrahim Paşa Almanya'nın kuşattığı Temeşvar'a yardım amacıyla

y.a.g.y. s. 63. Raşid'in yıllığında dokuz sayfa ayırdığı bu şenlikler için


bkz. Hammer, C.7, s. 268-277 (0. C) Şenliğin onbeşinci ve son
günü sarayda görev yapan çavuşbaşlarına IO'ar kuruş "katip",
"mumcu", "kapıcı ve "odabaşı"ya birer düka, saray ağasına 3 zolota,
aşçıya 2 zolota ve düşük derecelerdeki görevlilere de birer zolota
verilmiştir. (0.C) Bkz. Hammer, C.7, s. 275.

2 y.a.g.y.s. 66. Vefik Paşa "nahl"ın anlamını şöyle sıralıyor; "fidan",


"hurma ağacı", "balmumundan yapılmış ağaç", ''meyve", "şüküfe
"(çiçek). "Nah!"; düğün şenlikleri için yapılan ve yapanın parasal
gücü ile sosyal konumunu sergileyen bir tür süstür. Çoğu kez "servi
ağacı" biçiminde yapılan "nahl"ler için bkz. İ. Hakkı Konyalı,
İstanbul Sarayları, İst. 1942, s. 137-144 (O.C) Sözü edilen
olay içiıı bkz. Ç. Uluçay, Fatma Sultan 'ın Düğünü, İstanbul
Mecmuası, iV, İst. 1958, s. 138-152.
3 Raşid, C.3, s. 69. Raşid
bu "mir-i miran"lar için "yollu" ve "yolsuz"
önadlarını kullanıyor ve bunların yoksulluktan kurtarılmalarının
devletin bir onur sorunu olduğunu aktarıyor (0.C) Bkz. Raşid, C.3,
s.69/A.
356
1716 yılgününde oluşturulan "serdengeçti birliği"ni de yineden
düzenlemek gereğini duydu. "Serdeııgeçti"ler yaptıkları özel görev
karşılığında aylık alırlar, savaş sona erdiğinde de "Saint Demetrius"a
değin başka işlerde görevlendirilirlerdi. Bu kez kişi başına 25 'er kuruş
"bahşiş" ve buna ek olarak 15'şer akça da aylık artışı verilerek 1.000
serdengeçti yazıldı. Ancak, sadrazam bu aylık artışını 10 akçaya
indirdi. 1
Yerel yöneticilere, yörelerindeki tüze dışı davranışlarından
sorumlu tutulacakları bir kez daha ansıtıldı. 2
Damat İbrahim Paşa aynca, yükümlülerin vatandaşlık (raiyyet)
vergisinden kurtulmak amacıyla başkente göç etmelerini
yasaklayarak, öncelinin yayınladığı buyrultuyu da yineledi.3

y.a.g.y. s. 69. Raşid, Almanya yerine sürekli olarak Nemçe


(Avusturya) sözcüğünü kullanıyor ve Defterdar Hacı Mehmet
Paşa'nın 1.000 kişilik bir serdengeçti birliğini Temeşvar'a
gönderdiğini "tashih-i esami-i serdendengeçtiyan" başlığı altında
aktarıyor. (0.C) Bkz.Raşid, C.3, s. 69/B. "Saint Demetrius" Yunan
erenlerinden olup, ekin biçme ve ürün kaldırma tanrıçasıdır, adına
Ekim ayı içerisinde kutlamalar düzenleniyormuş. (0.C) Bkz. Azra
Erhat, Mitoloji Sözüliiğü, İst. 1978, s.92-93.
2 y.a.g.y. s. 70.
3 y.a.gy. s. 78 Başkentte oturanlar vatandaşlık vergisinden bağışık
idiler. Üstüne üstlük dışarıya göç edenlerin vergi yükümlülüğü de,
yerleşik kalanların sırtına yüklettiriliyordu. (0. C) Bkz.M.Aktepe,
Patrona, s. 8. Daha önceleri de Damat Ali Paşa özellikle İstanbul,
Bursa ve Edime gibi büyük ve kalabalık kentlere göç eden Hıristiyan
kökenli uyrukların geri gönderilmesini buyurmuştu. Yinelenen
buyrultunun yaptırımı on yıldan bu yana oturanları da içeriyordu.
On yıldan bu yana İstanbul'da oturanlara ya. yurtlarına dönmeleri
(nakl-i vatan) ya da, vergi yükümlülüklerini üstlenmeleri
doğrultusunda iki seçenek sunulmuştu. (0. C) Bkz. Raşicl, C.3,
s.78/B. Uygulamadan beklenilen amaç, hazinenin vergi gelirlerini
artırmaktı. Damat İbrahim Paşa'nın sözli edilen Eylül 1721 yılgünlü
buyrultusunun tam metni için bkz. M. Aktepe, XVIII. Asrın İlk
357
Baş Defterdar Hacı İbrahim Efendi'nin, kayıt defterlerinden
çıkarılan özete dayanarak düzenlediği "durum bildisini"ne göre,
İbrahim Paşa'nın becerikli yönetimi sonucu 10 Mayıs 1718'den Ekim
1721 yılgünü sonuna değin geçen süre içerisinde aşağıda iki bölümde
gösterilen gelir ·artanı elde edilmişti.

Gelir artanı 1.140.027 kuruş olup, divani kese: 50.000 akça


üzerinde tutarı 2.736 kuruş (kese 0.C) 27.5
Savaşçı belgelerinin yineden
düzenlenmesi sonucu elde edilen·
ödeme artanı 2.939 kuruş (kese 0.C) 254.5
Toplam 1 ·5.675 kese 282 kuıı.ı.~

Olağan olmayan bu gönenç karşısında, sadrazamın iç ve dış


hazineye yığmış olduğu altın ve gümüşleri görmek kıvancı ile 4 Ocak
1723 yılgününde iç hazineye giren III. Ahmet, beğenisinin göstergesi
olarak sadrazamı samur bir kürk, baş defterdar ve "baş ruznameci''.yi
de birer kaftanla ödüllendidi.2
Aynı süre içerisinde hükümet, donanmayı büyüterek üç ambarlı

Yarısmda İstanbııl'un Nüfus Meselerine Dair Bazı Vesika/m·,


İÜEFTD IX/13 (Eyliil 1958), s.4-5.
Raşid, C.3, s.77, Raşid, C.3, s. 77/B'de biriktirim yapılan alanları
ayrıntılı bir biçimde aktarıyor ve 1. bölümden elde edilen gelir
artanının 1.140.027.5 kuruş olduğunu ekliyor. (0.C)

2 Çelebizade, s. 5, İbrahim Paşa samur bir kürk, Baş Defterdar Hacı


İbrahim Efendi ile "Baş Ruzııameci" Osman Efendi'de bii·ef
kaftanla ödüllendirilmişlcrdi. HL Ahmet o günkü devlet kurulu
toplantısından sonra. İbrahim Paşa'nın çabalarıyla gönendirilen
hazineyi görmeye gitti. ''bir kaÇ yılda ol kadar nükud hayal edüb
hazine-i hüsrevaneye gitti" "enderunun temaşasına meyi ve rağbet''
(0.Cj Bkz. Çelebizade, s. 518, s. 6/A.

358
· birçok gemiyi denize indiriyor, Süveyş Körfezinde küçük bir deniz
gücü oluşturuyor, Azak kurgamnın onarımını yapıyor, başkent
yöresinde bügetler (rezervoirs 4'eau) kuruyor, Yenicami bir
"imparatorluk kitaplığı" açıyor, paralı bir yangın söndürme birliğini
(tulumbacı) günlük yaşama geçiriyor ve başkent surlarının düzeltimi
ile uğraşıyordu. Türkiye, sınır komşularından özellikle de birlikte
İran'a saldırdığı ve gelecekte bu ülkenin bölüşülmesi için antlaşma
yapacağı Rusya'dan kaygı duymuyor, ordularının başarıdan başarıya
koştuğunu ve İran'ın önemli kentlerinin birer birer kendi yönetimine
katıldığını görüyordu. Tebriz'de bir para basım işliği açılarak gerek
bu kente, gerekse Erivan ve T(flis'te ele geçirilen altın ve
gümüşlerden sultaı:ı damgalı paralar bastırıldı. 1
ı 718-1719 yılı olaylarında değinildiği üzere İranlılar
"abbasi"lerle2 değiştirmek için Türkiye'den ülkelerine bol sayıda
arılığı tam akçalar (ecus blancs) getirmişlerdi. Şimdi de, İran'da
kurulan para basım işlikleri İran "abbasi"lerini topluyordu. İran
·damgalı "abbasi"lerden arılığı tam olanların üzerlerine Osmanlı
damgası vurularak 16 para3 karşılığında dolanıma çıkarıldı. Arılığı
düşük olan "abbasi"lere gelince, bunlara damga vurulmayıp ancak

Çelebiz.ade s. 13, 77 ve 83. Sözü edilen İran'ın bölüşülmesi antlaşması


23 Haziran 1724 yılgününü taşımaktadır. Bu antlaşma ile Şirvan'da
Simani bölgesi (Lezgiler'in başkenti) ile Aras · ve Kure sularının
birleştiği yerden başlayıp Erdebil ve Hamedan'ı içine alan topraklar
Osmanlı devletine bırakılacaktı. (0.bC) Bkz. Y. B. Bayur,
Hitıdistan Tarihi il. (1526-1737) A11k. 1947, s. 383. Ayrıca
bkz. M. Aktepe, 1720-1724 Osmanlı İran Münasebetleri ve
Silalışör Kemani Mustafa Ağa'nm Revan Fetilı-Namesi, İst.
1970, s. 29-32 (O.C)
2 İranlılar Rus çarlarından çok önce külçe durumuna getirilen altınları
potalarda eriterek bugün "tuman" adı verilen kendi altın paralarını
basmışlardı. (Journal of diplomat'es three years residence in P.ersia,
Eastwick, Revue des Deux-Mondes, 15 Mayıs 1864, s. 289)
3 •·Acem .sikkesi ile meskuk olan abbasinin tamül veziri olanlarının
izaleyi nukuş için üzerelerine sikkeyi hümayun darbolunub pnaltı
paraya" Bkz. yıl 1696. (Bkz. Küçükçelebizade, s. 330. O.C). · ·
359
yalnızca eritilir ve 7 "danek" 1 ağırlığında, 16 para değerinde tüm ya
da 8 ve 4 paralık olmak üzere yarım ve dörtte birlik "sultani"ler
kesilirdi. Aynı işliklerde "zincirekli" (a petit i::ordon)2 adı verilen
yeni altınlar da basıldı ki, bunlar 24 "kırat"3 arı altı olup, 100 parçası
l 10 dirhem ağırlığında ve bir altın da 400 akça değeıinde idi.4 Bununla
birlikte bu altın paralar başkenttekilere uymadığından sadrazam,
biçim birliğini sağlamak amacıyla Tebriz ordu komutanı ile Erivan
ve Tifli s kent yöneticilerine bunların İstanbul' da basılan
örneklerinden gönderdi. 5
· Kasım 1725. Öte yandan, paraların değiş-tokuş değerini (change)
belirli bir düzeyde tutmak için bilirkişilerden oluşan bir kurulun
düzenlediği beylik eder tanıtmalığının Anadolu ve Rumeli yöresinde
uygulanması ve bu yeni düzenlemeye titizlikle uyulmasını öngören
bir buyrultu yayınlandı.6
Sözü edilen tanıtmalığa göre paraların ederleri aşağıda görüldüğü
gibi saptanmıştı:

"Vezni tamam yedi danek olan onaltı paraya raic olmak üzere
sultani kat' .. Burada İran para basım işliklerinden söz edildiğinden,
"danek" Tebriz ağırlığı olarak "miskal"in altıda biridir ve 8
buğdaydan oluşmaktadır. Bkz. Burhanı Kaat'ı, C.2, s. 216)
Chardin, C.4, s. 275'e "dunk"un karşılığını 8 buğday olarak aktarıyor.
2 Bkz. Yıl 1716.
3 "Her birisi yirmidört kırat halis altın olub"
4 "Her yüz adedi yüzon dirhem gelmek ve her bir danesi dörtyüz
akçaya raic olmak üzere" Bkz. Yıl 1716 ve 1726.
5 Çelebizade, s. 83. İbrahim Paşa bu altınların zincirlerinin düzgün
olmadığını gördüğünden Tebriz Ordu Komutanı Abdullah Paşa ile
Revan ve Titlis kent yöneticileri olan Recep Paşa ile İshak Paşa'lara
İstanbul'daki örneklerinden göndermişti. (0.C) Bkz. Çelebizade, s.
78/A, "Tebriz seraskeri Vezir Abdullah Paşa tarafından arz ve ilam
olunmağla belde-i merkumede darphane bina ve sultani altın kat' .. "
(0.C) Bkz. Kiiçiikçelebizade, s.307.
6 Karş. Yıl 1696.

360
Yeni İstanbul altını (tuğralı, aralık ve ağırlığı tam) 400akçal
Zincirli Mısır (altoun cordonne du Caire) 330akça
Mısır tuğralı (altoun au toughra du Caire) 315 akça
Yeni kuruş (nouvel ecu d'argent) 120 akça
Yeni kuruşun 1/2 ufaklığı 60, 1/4 ufaklığı 30akça
Cedit zolota (nouveau zolota) 90akça2
Sağ para (para de bon aloi) 40'ı bir kuruş
Yeni akça (nouvelle aspre) 120'si bir kuruş3
Yaldız altını (ducat venitien) 375 akça 4
Macar altını (ducat hongrois) 360akça5
Eski esedi kuruş (ecu ancien) 8.5 144akça
Solya ıiyal kuruş 8 dirhem 1 danek ya da 1/6 dirhem6 186 akça
Kara kuruş (ecu d' Allemagne) 9 dirhem 181 akça
Atik zolota (ancien zolota) 88 akça?
Polya kuruş 8 dirhem 1 danek ya da 1/6 dirhem 173 akça8
Büyük lipor 2 dirhem 24akça
Küçük lipor 1 dirhem 10akça9

1690- 1691 yılı beylik eder tanıtmalığındaki yaldız altının ederi.


2 Bir başka deyişle kuruşun dörtte üçü. Karş. Yıl 1719 ve Bölüm
"para tanımlığı"
3 Olayyazarlar, paranın kuruşa olan bağıntısından ilk kez burada söz
ediyorlar. Bkz. Cevdet, C.5, s.226.
4 Bkz. Yıl 1716.
5 Sözü edilen beylik eder tanıtmalığına göre Macar, 1 dirhem, 1 kırat,
1 buğday ağırlığında ve yüzlük mecidiyeye oranla 50 kuruş 27 para
değerindedir.
6 Karş. Bölüm 1 Ayrım 2. Yeni zolota ile aynı ağırlıkta.

7 Yabancı damgalı. Krş. Yıl 1718-1719


8 Solya kuruş ile aynı ağırlıkta ancak, arılığı ondan düşük. Karş.
Bölüm] '"gümüş para".
9 Çelebizade, s. 78 (78/A O.C) Para ederleri 22 Temmuz 1721 ve 24
Mart 1731 yılgünlerinde de yineden saptanmıştı. Yeni İstanbul
172l'de 390, 173l'de 400 akça olarak 1721'de 375 akça olan yaldız
altını 173 l'de 385 akça, 1721 'de 360 akça olan Macar altını 173 1'de

361
·Sadrazam, kamu arasında aşırı süsün artmasından kaynaklanan
gereksiz tüketimi önlemek amacıyla önceleri de yayınlanan
"savurganlığı önleme yasası"nı (lois somptuaires) ansı tarak;
kadınların yol ve alış-veriş yerlerinde yakışıksız giysilerle, açılıp
saçılarak dolaşmalarının kınanmasını öngören bir buyrultu
yayınlandı. 1
Eylül 1727 yılgünlü İran barışının yol açtığı soluklanmanın
sonucu olarak yaklaşık beş yıldan bu yana salınan vergilerin
yeğnileştirilmeleri doğrultusunda elverişli bir ortam bulan İbrahim
Paşa, Kasım ayı içerisinde ilgililere gönderdiği buyrultularda, savaş
vergisinin (decime de guerre) kaldırılarak öteki vergilerin de barış
dönemindeki düzeyine indirilmesini istiyordu)
Bununla birlikte özyapısındaki gönül yüceliği ve elaçıklığı ile
Harun Reşid'in ünlü baş danışmanma3 benzetilen İbrahim Paşa'nın,

380 akça ol<Jrak saptanmıştı. 1721 'de ve 1731 'de 137 akça olarak
gösterilen 7 dirhem 2.5 ıratlık "to.kat" 1725 tanıtmalığında yer
almamıştır. Yine 1725 tanıtmalığında 173 akça ve 8 dirhem bir
danek olarak yer alan polya kuruş 1721 tanıımıılığında 8.5 dirhem,
1731 ıanıtmalığında ise 8.5 dirhem 1 dıınek ve 186 akça olarak yer
almıştır.. (0.C) Bkz. B. S. Baykal, Para Düzeni, s. 62 ve 64.
Küçükçelebizade, bu olayı "terıib-i nizarrİ-ı sikke-i hümayun" başlığı
alımda veriyor ve solya polya kuruşun sekizbuçuk dirhem bir danek
olduğunu aktarıyor, yaldız ahını için de, "kefere sikkesi ile madrub"
deyimini kullanıyor. (0.C) Bkz. Küçükçelebizade, s. 310.
Çelebizade, s. 95 İstanbul, Edime, İşkodra, Galata, Eyüp yargıçlıkları
ile yeniçeri ağası ve bostancıbaşıya seslenen buyrultuda; Sa.dahad'a
gelen kadınların üçten çok yemeni (tülbent) kullanmamaları, açık
seçik gezmemeleri, kakum kürk giymemeleri, alış-veriş yerlerine
çıkanların ise yakalı giysiler giymeleri öngörülüyordu. (0.C) Bkz.
Çelebizade, s. 95/A.
2 Çelebizade, s. 134. Bunlar .. tekalifi şakka" türünden olan savaş
vergileri (inıdad-ı seferiye) idi. "Yüklimlüler güçsüz düştüğünden,
yoksullaştığından güvenliklerini sağlamak amacıyla .. :· (0.C) Bkz.
Çelebizade, s. 134/A.
3 Çelebizade. s. 92. Bilindiği gibi basımcılık ilk kez İbrahim Paşa
döneminde Türkiye'ye girmişti. Bunun~a ilg.ili buyruğun yılgünü .4
362
yönetim işlerindeki düzenliliği ve devlet parasının kullanılmasındaki
sürekli denetimlerin getirdiği gönence karşın, din bilginlerine karşı ·
aldığı kimi önlemle kuşkusuz onun düşüşünün önemli nedenlerinden
birisi olmuştur.
İran'daki ordunun savaşa başlamak üzere olduğu duyumunun
alındığı bir sırada ortaya çıkan başkaldırı sonuc~ eski koruyucu
(efendisi) ///. Ahmet'in bir buyruğu ile tutuklanan lbrahim Paşa 30
Eylül 1730 gününde öldürüldü. Aynı başkaldırı, III. Ahmct'in yerini
il. Mustafa 'ya bırakması sonucunu da .birlikteliğinde getirdi.!

Temmuz 1727'dir. Buyruğun tam metni için bkz.İ. Hakkı, OT, 411,
s. 160 tı.2 (0.C) İlk basılan yapıt, öğrenciye çok gerekli olup da
alınmasında sıkıntı çekilen ve 1728 yılgününde basılan .. V 01ık11lu
Liigatı" adlı iki. ciltlik bir sözlüktü. Bir cilti, 35 kuruşa satılmışıır ki,
Cevdet döneminde 400 kuruş etmektedir. (0.C> Bkz. Cevdet, C.l,
s.111. Hamnıer, C.7, s. 537-550 arasında 1728 yılından 1830 yılına
eleğin basılan yapıtlara ilişkin olarak çok ayrıntılı bir bilgi veriyor.
(0.C) 1786 yılgününde başa geçen Harun Reşit, (ki, 1.
Ahdiilmelik 'ten bu yana ülkenin parasal işlemlerinin yürütülmesini
ilk kez bir danışınanıııa bırakan sultandır. O.C. Bkz. Cevdet, C.l,
s. 341) Yalıya Biıı Halit Bermı'ki 'yi saltık yetkilerle baş danışman
olarak atamıştı. Yahya, iki oğlu Fa:ıl ve Cl!f'er ile birlikte Abbasi
ülkesini 17 yıl süreyle yönetmiş ve sonunda Harun Reşit'in bir
buyruğu üzerine öldürülmüşlerdi. (0.C) Bkz. B. Üçok, İslai11
Tarilıi, Emeviler-Abbasiler, A11k. 1978, s. 103-104. Osmanlı
devleti aynı yıl
Avusturya ile, Avı,ısturya ıedm gemilerinin Ce::ayir.
T11ııııs ve Trahlmgarh limanlarıııa sığıııabilmelerini ve Akdeniz'de
dilediği gibi dola~abilmclerini öngören bir örneği Viııaya National
Bibliotck el yazmaları bölliıniinde bulunan bir sözleşme (ahidnaıtıe)
yapmıştı. Konu ile ilgili derlemelerde (Gabriel Noradunghian,
Arisıarchi, Muahedat Mecmuası. Testa'nın anılaşmalar derlemeleri
· gibiJ yer almayan Mart 1727 günlü. 13 tanımlıktan oluşıııı bu
sözleşmenin ıam metni için bkz. İlber Ortaylı. Os111a11lı­
A v11st11rya Seyr-ii Sefaiıı Sözleşmesi, AÜSBFJ) XXVlll/3-4
(1973)-, s.97-109 (0.C)
Damat İbrahim Paşa 1728 yılgüniinde kaza yargıçlıklarıııın
öncelgeye giire iki yıl sureyle verilerek gerek görülmedikçe görevden
363
alınmamaları ve bekleme (mülazemel) süreleri aynı olanların sınav
yapılarak atanmaları doğrultusunda bir buyruk yayınlamıştı. (0.C)
Bkz.İ. Hakkı, İlmiye, s. 253. Ancak, süresi sonunda görevlerin
bırakılması da kırgınlıklara yol açıyor, sıralamadaki tıkanıklıklar bu
kesimi oldukça tedirgin ediyordu. 5 Mayıs 17 18 'de müftülüğe
getirilen Abdullah Efendi'nin bu görevde yaklaşık 13 yıl kalması
geride kalanları umutsuzluğa düşürüyordu. (0.C) Bkz. M. Aktepe,
Patrona, s. 118-119. Belin, İbrahim Paşa dönemini varsıllık ve
gönenç dolu bir devre olarak değerlendiriyorsa da belgeler bu yargıyı
doğrulamamaktadır. Şöyle ki, vergi gelirlerinin artması, üretim artışı
ya da kamunun gönecinden değil, zor ve baskıdan
kaynaklanmaktaydı. Raşid, kimi belgelerle bunu kanıtlayarak,
yükümlülerin yer ve yurtlarını bırakarak başkente göç edecek bir
duruma geldiklerini ve üstüne üstlük kent yöneticilerinin de
yükümlülere baskılarda bulunduklarını yazmaktadır. (Bağırların
kebap etmeye başladılar, C.2, s. 138/A) Bu dönemde bir yandan
olağan vergilerle gelirlerin artırılması uğraşı verilirken öte yandan,
kimi yörelere de yeni vergiler salınıyordu. (Sakı::, Mora gibi) Bu tür
uygulamalar yoksulluğu daha da çok artırmştı. Patrona Halil'in 1.
Malınıııt'tan ilk iş olarak geçen dönemde salınan vergilerin
kaldırılmasını istemesi, 1730 başkaldırısında vergi sorununun "başat
sorun" olduğunu göstermektedir. Patrona Halil ayrıca, devlet
gelirlerinin yaşam boyu koşuluyla kesime verilmesi uygulamasının da
yükümlüleri ezdiğini ileri sürmüş ve bu uygulamada ortadan
kaldırılmıştı. (Damat Ali Paşa döneminde bu uygulamaya bir
sınırlama getirilmiş ise de, Damat İbrahim Paşa döneminde yineden
yaygınlaştırlmıştı.) Sultan Mahmut'un ilk günlerinde hükümeti
denetimleri altına alan başkaldırıcılar bile öyle aııiaşılıyor ki, vergi
ve para işlerini ilk sırada tutmuşlardır. (0. C) Bkz.M. Aktepe,
Patrona, s. 8, ve 18; Hammer C.7, s. 378. Başkanın yükümlüye
gereğinden çok vergi yüklemesi, duvarın temelinde bulunan "harç"
ve taşı çıkarıp bunlarsız duvarı yükseltmeye çalışmak girişimi gibidir.
(0.C) Bkz. İ. Gazali, Devlet Başkanlarrna, "Nasilıat-iil
Miilılk" (çeı·. O. Şekerci), lst. 1969, s. 77. Siit veren
hayva11da11 gereği11de11 çok siit al11111wk iste11ilirse siit yerine
sarı bir kanla karşılaşılır. (O.C) Bk::.. İ. Gazali, y.a.g.y. s. 76.

364
Ayrım 7. 1730-1768.

DEVLET GELİRLERİNİN YAŞAM BOYU


KOŞULUYLA KESİME VERİLMESİ
UYGULAMASININ KALDIRILMASI;
HAZİNEDEN, SAV AŞÇI AYLIKLARI VE
SAVAŞ GİDERLERİNE KARŞILIK OLMAK
ÜZERE OLDUKÇA YÜKLÜ TUTARDA PARA
ÇEKİLMESİ; TUGRALI PARALARIN
DOLANIMA SUNULMASI; ORDU ALANINDA
İLK KEZ ÖRGENSEL BİR DÜZEL TİMİN
GERÇEKLEŞTİRİLMESİ; ALTIN PARA
EDERLERİNİN YİNEDEN SAPTANMASI;
KİMİ YÖNETİM BİRİMİ GELİRLERİNİN
YAŞAM BOYU KOŞULUYLA KESİME
VERİLMESİ; BİRBİRİNİ İZLEYEN
ZORALIMLAR; HAZİNENİN GÖNDERİMİ;
PARASAL İŞLERİN YOLUNA GİRMESİ.

BİRİNCİ MAHMUT DÖNEMİ (1730-1754)


1730. 2 Ekim salı gecesi Mahmut'u yanına getirten lll. Ahmet,
onu alnından öptükten sonra ve oğullarına da onun elinin öpülmesi
çağrısını yaptıktan sonra sultanlığı bıraktığını açıkladı. Aynı gece
saraya çağrılan devlet ileri gelenleri "hırka-ı şerif'te yakanda
bulunduktan sonra devletin başına geçen l. Sultan Mahmut'a bağlılık
antlarını (hommage) sundular. 1

Sami, s. 9. 2 Ekim Salı değil pazartesi gününe rastlamaktadır. (0.C)


365
Yeni yönetimin ilk uygulaması, yarlıganmış İbrahim Paşa'nın
kurumsallaştırdığı devlet gelirlerinin yaşam boyu koşuluyla kesime
verilmesi yöntemini kaldırarak, kamu üzerinde on yıldan bu yana
süregelen ezici ve yıkıcı yükümlülüklere son verilmiş olmasıdır! (el
la suppression de toutes les charges vexatoires qui pesaient depuis dix
ans sur le people) İstanbul 'un gelecekteki yargıcının katı tutumu

Bkz.İ. Hakkı, O.T, 411, s.210; i. H. Danişmend, C.4, s.20 "pazar-


pazartesi gecesi saat 9.20"; Ahdi, s. 42 "2 Ekim 1730 pazartesi
(isneyn) günü". Hırkai-ı şerif: Mısır'ın alınışından sonra kutsal yerler
yöneticisi Eb-ül Berekat'ın oğlu Ehu Temi aracılığıyla İstanbul'a
gönderdiği Hz.Muhammed'in "hırka"sının bulunduğu oda. (0.C)
Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C.1, s. 809.
Bu uygulamanın tümden ortadan kaldırıldığı söylenemez. Şöyle ki,
Sami 1738- 1739 yılı olaylarını aktarırken (s. 144/A 0.C) birkaç
yıldan bu yana uygulana geldiği gibi bu yıl içerisinde de kamusal
giderlere katkı ereğiyle devlet gelirlerini yaşam boyu koşulu ile
kesimlerine alanlardan "cebeli" (requisition militaire) adlı bir savaş
vergisinin doğrudan alındığını yazıyor. Bkz. Belin, Etude sur la
Prop .. ., n. 307 ve sonrası. Sultanların başa geçişlerinde bu
üstencilerden, öncelikli olarak verdikleri paranın % 25'ine ulaşan
"ciilııs ı•ergisi" ile savaş yıllarında da, % 1O-15 tutarında değişen
"Cehe/ii hede/iyesi" alınırdı. Öncelikli olarak alınan paranın yıllık
ortalaması xvııı. yüzyıl boyunca sürekli bir yükselme
göstermektedir. (0.C) Bkz. Y. Cezar, Maliye, s. 75. Gelirlerin
yaşam bou koşuluyla kesime verilmesi uygulamasının sakıncalı
yanları da vardı. Şöyle ki, üstencinin ortalama yaşam süresi
konusunda yapılan ölçümlemelerde yanılgıya düşülmüştü. Üstencinin
ölümünün titiz bir biçimde izlenememesi ve ölüm öncesi kişiden
kişiye yapılan danışıklı satışlar bu yanılgının önemini daha da
artırıyordu. Kaldı ki, ''malikane" olarak satılabilecek gelirlerin de
kuşkusuz belli bir sınırı vardı, yıllar ilerleyip uygulama kendini
yenileme yollarından yoksun kalınca (tıkanıklık) uygulamanın, öteki
devlet gelirlerine de yaygınlaştırılmasından başka çözüm kalmıyordu,
sınırların ötesinde ise yeni bir gizilgüç olarak "tımar" alanları
bulunmakta idi. (0.C) Bkz. Y. Cezar, Maliye, s. 34.
366
. sonucu; sadrazamın öldürülmesi bile başkaldmcıların aşırı
kızgınlığını yatıştıramamış, İbrahim Paşa'nın Avrupa geçesinde
Ka,~ıthane deresi ağızında 1 yaptırmış ~lduğu ve içerisinde sulta.nına
birçok kez "sohbet-i helva"2 denilen görkemli kış geceleri yaşatmış
olan "sadabad" konağının yöresindeki 120'den çok yalı da yakılıp
yıkılmıştı.

Geleneksel başa geçiş ödenceleri dağıtılmışsa da, olayyazar bunun


pay tutarından söz etmeyerek yalnızca bu paranın iç hazineden3
karşılandığını aktarmakla yetiniyor ve birbiri~i izleyen başkaldırılar
sonucu bozulan kayıt çizelgeleri üzerinden 17 Ekim salı günü
savaşçıların ikişer dilimden oluşan üçer aylıklarının da aynı hazineden
ödendiğini ekliyor.4

Sami, s. 38. Patrona başkaldırısı sırasında İstanbul yargıcı Zülali


Hasan Efendi idi. Ancak, ayaklanmanın başlamasından önce bu
görevden alınmış ve yerine olayyazar Raşid Efendi getirilmişti. (0.C)
Bkz. M. Vukuat, C.3-4, s.322. n.11.
2 "Tatlı söyleşi" (douces conversations). İbrahim Paşa bu söyleşilere
kimi kez III. Ahmet'i de çağırırdı. Bu çağrı çoğunlukla; "Senindir
hane yoktur minnetin / şevketlü hünkarım gel ikbal-i şevketle"
biçiminde koşuk türünde olur, sultandan da ''beni sen eyledin davet/
ne mümkün eylemek ben red" gibi yine koşuk yanıtlar alınırdı. (0.C)
Bkz.Hamit ve Muhsin, Tiirkiye Tarihi, İst. 1930, s.287.
Doğrusu, sözü edilen yalılar yalnızca yıkılmış, /. Mahmut, dışarıya
karşı gülünç oluruz diyerek yıkılmasını, ancak yakılmamasını
öngören bir buyruk yayınlamıştı. (0.C) Bkz. i. Hakkı, OT, 4/1, s. 213.
Ayrıca Bkz. Küçükçelebizade, s. 527 "Helva Sohbeti" (0.C).
3 Sami, s. 12.
4 Sami, S. 13. Sultan Mahmut'un başa geçışının uçuncü gunu
geleneksel ödenceler, araba başına 50 kese yüklenmiş olarak 150
araba ile Etpazarı alanına getirilmiş, 7.500 keseden oluşan bu ödence
40.000 yaya, 18.000 topçu ve 22.000 tüfekli savaşçı arasında
bölüştürülmüş, savaşçılar kişi başına 25'er kuruş ve de birer akça
aylık artışı almış, öteki ocaklara da l.OOO'er akça ile 5'er akça da
aylık artışı verilmişti. 17 Ekim 1730 glinü ise gerek eski savaşçı ve

367
1734. (1731 olmalı O.C) Bu tür ödenceler daha şimdiden yönetim
işlerliğinde yıkıcıetkiler oluşturmaya başlamış, parasız kalan Erivan
ordu komutanına, ancak durumunu tüm ayrıntılarıyla gözler önüne
serdikten sonradır ki, sultan eliyle 30.000 "zer-i mahbub"
gönderilebilmişti. 1 Doğrusu, iç ve dış hazine başkaldırı sırasında baş
deftardarın uyanık davranması sonucu talan edilmekten kurtulmuştu.
Sözü edilen hazineler bugünlerde türlü paralarla dolup taşıyordu. 2
Ayrıca mutsuz İbrahim Paşa'nın varsıllığı da bu yığına
karıştırılmıştı. Alışkı olduğu üzere, kendisi ve yakınlarının
taşınabilir-taşınamaz tüm varlığına elkonulmuş ve bunlar sadrazam
yardımcısı (kahya) ile defterdarın gözetiminde satılmıştı. Sözü
edilen kişilerin Sami'ye verdikleri "durum bildirimi"nin içeriğinden
anlaşıldığına göre, 29.529 kese 340 kuruşa ulaşan bu paranın 27.005
kese 968 kuruşu iç hazineye, 2.522 kese 565 kuruşu da dış hazineye
aktarılmıştı. 3

emeklilere, gerekse ocaklara yeni alınanlara ikişer dilimden oluşan


üçer aylıkları da iç hazineden ödenmişti. (0.C) Bkz. Abdi Tarihi
(yay. F.R. Unat), Ank. 1943, s. 47-51; Hammer, C.7, s. 380.
Sami, s. 25. "arılığı ve ağırlığı tam altın" (bel or) bu tür adlandırma
biçimine olayyazarların yapıtlarında ilk kez rastlanılmaktadır.
Yüzelli kese olmak üzre otuzbin zer-i mahbub ihsan-ı hümayun
buyurulub ... " (0.C) Bkz.Sami, s. 25/A.
2 Sami, s. 32. Sözü edilen baş defterdar, İzzet Ali Bey idi. (0.C) Bkz.
Sami , s. 32/A ve 43/A
3 "Ya da lıa:::ine-i hirıııı" bu tutarda 93 kuruşluk bir eksiklik
görülmektedir. İbrahim Paşa'dan 2.004 kese 61 kuruş, yakınları olan
(güveyileri) Kaptan Mustafa Paşa 'dan 365 kese 374 kuruş, Mehmet
Kethiida'dan 23.309 kese 336.5 kuruş, yine İbrahim Paşa'nın satılan
varlığından l.323 kese 192.5 kuruş, taşra hazinesine aktarılan 1.509
kese 285.5 kuruş ile Mart 1731 ayı sonuna değin satılan varlığından
da 1.017 kese 280 kuruş olmak üzere toplam üzere toplam 29.529
kese 340 kuruş ele geçirilmişti. (0.C) Bkz. Sami, s. 43/A. Toplamın
29.530 kese 29.5 kuruş olması gerekiyor. (0.C)

368
1732-1733. Tebriz Ordusu Komutanı Hekimoğlu Ali Paşa, Osman
Paşa'nın yerine sadrazam atanmak üzere Mart 1732 yılgününde
İstanbul'a çağırıldı. Kısa bir süre önce Tahmasb Kulu Han'ın
(geleceğin Nadir Şahı-Nezir Kulu O.C. Bkz. Y. Bayur, s.385) yoğun
saldırısı ve Ba,~dat önlerine değin gelmek başarısını göstermesi,
Türkiye 'yi güçlü ordular düzenlemeye ve bu doğrultuda büyük
parasal özverilere katlanmaya yöneltmişti. Şöyle ki, hükümet, tüm
ülkeye toplu olarak savaşa alma buyrultuları yolladığı gibi, kimi
yörelerin gelirlerini de savaşçı toplanmasındaki güçlükleri
yeğnileştirmek amacıyla kent yöneticilerine bıraktı. 1 Bu gibi
durumlarda yiyecek ve araç-gereç için orduya gerekli olan para,
devletin kesime verdiği gelirler2 üzerinden ve dolaylı yolla (havale)
özgülenmekle birlikte, iç hazineden çıkarılan 10.000 keseden (rumi)
çok bir para da ordu konaklama yerine aynca gönderildi. 3 Yeni

"Mal-ı miri" (mal: üstencinin öncelikli olarak verdiği para dışında,


ödemekle yükümlü olduğu paranın yıllık dilimleri anlamına
gelmektedir. O. C. Bkz.Y. Cezar, Maliye, s. 33) "mal-ı miri ve
kalemiyeleri mesarifi seferiye için kendiye in'aııı edildi." Bkz. Yıl
1742. Kalem iye, iş yeri giderlerine karşılık olarak alınan dolaylı vergi
idi. (taxe p~ur frais de bureau) Sami, s.49-50 <Sami, s.50/A 0.C)
Hekimoğlu Ali Paşa 13 Mart 1732 yılgünlü bir buyrukla İstanbul'a
çağrılmış, 1O Mayıs 1732 yılgününde de sadrazamlığı üstlenmişti.
Atama buyruğunun tam metni için bkz. İ. Hakkı, OT, 412, s. 328,
n.l.
2 Sami, s. 53. "bervech-i havale mukataat-ı
miriyeden tertip ve ihsan
(aşrılarak bağışlandı.) "diğer savaş giderleri için iştira emvali
mukataattan havale yoluyla" (O.C) Bkz. Sami, s. 49/B.
3 Sami, s.49-50. Sami iç hazineden verilen paranın tutarını şöyle
aktarıyor; 1. 150 kese (rumi) "zer-i mahbub"; 4833 kese 95 kuruş ve
son olarak da, 4.700 kese (rumi) 212.5 kuruş toplam 10.683 kese 302
kuruş. Van, Revan, Gence ve Tijlis kurganlarına yiyecek alınması ve
yerli savaşçıların aylıkları v.b.g. giderler için 4.700 kese (rumi) 212.5
kuruş; ordu komutanına 1. 150 kese rumi) '·:::er-i nıalıhııh" ve
ayrıntıları Sami yıllığında yazılı olan savaş giderleri karşılığı olarak

369
ordunun komutanlığına o sırada MrtSul kent yöneticisi olan Eski
Sadrazam ümran Paşa getirildi.
Altın paraların alaşımlarındaki bozulmayıdurdurabilmek
amacıyla alınan önlemleri paralar üzerine de uygulamak gerekiyordu.
O dönemlerde te-mef dolanım aracı- olan- "para'1arm çoğuncasını.n ya ·
alaşımları düşürülmüş ya da, kıyıları kırpılıp kesilmişti ki, bu paralar
bundan böyle tecimsel yaşamda alaşımlarının iyi ya da kötü olmasına
bakılmaksızın geçerliliğini sürdürmekte idi. 1 Böylece, olağandışı
olması gereken durum, genel bir kural biçimine dönüşmüştü. Para
·. üzerinden vurgunculuk yapanlar 50-60'mı 2 bir kuruşa topladıkları
alaşımı bozuk bu para~arı dolanıma sürmekle kendilerine· yeni bir
getiri kaynağı bulmuşlardı. Ancak, bugünlerde yayınlanan bir buyruk,
bu tür paraları sürümden kaldırarak onların çıkar oyunlarını bozdu ve
bu uygulama doğrultusunda İstanbul ve Yöresinde 32 "Sarraf';
işyerlerini kapatmak zorunda bıraktırıldı. Hükümet aynı anda
"gedikli zainı" ler3 aracılığıyla dolanıma bol sayıda yeni kuruşlarla,
arılık ve ağırlığı tam olan "yarımlık" (msfiye) ve ."dörtte birlik"ler
( rubi yye )4 ile tuğralı ve düz paralar sürdü. Dirhem' i 13 ,5 akça

4.833 kese 90 kuruş, toplam l 0.683 kese 302.5 kuruş venilmişti. (0.C)
.Bkz.Sami, S. ~9/B."Topa.1 O~vman Paşa o sırada Mu.mi değil, Erzurum
kent yöneticisi idi. 0.C) Bkz. i. Hakkı, OT, 412, s.314 ve 411,
s.224 .
. "Çürüğü sağ yerine sarfetmeye meliif (alışılmış)" (Sami, s.54/A
O.C)
2 Sami, s. 54. 1725 yılgünlü beylik eder tanıtmalığında kuruşun olağan
değeri 40 para olarak gösterilmektedir. Kuruş: 41 sağ para. (0. C)
Bkz. Y. Özkaya, XVIII. yüzyılda, s. 281. Sami, s. 54/A da, 50-
60'ını değil yalnızca "50'sini bir kuruşa" diyor (0.C) ·
3 Bkz. Yit 1714.
4 "'Yarımlık ve dörtte birlik altın". Sultani adı verilen 'Cezayir
"sequini" ile "mahbub" ya da "zer-i mahbub" denilen Kahire
altınlarının da "yar~rnlık" ve "dörtte birlik" ufaklıkları bulunmakta
idi. Bkz. Marcel, Tableau gen. des monnaies de I' Algerie, s. 15 ve
370
karşılığı dolanımdan çekilen eski paralar para basımevine gönderildi.!
Olayyazar, yineden basılan bu yeni tip paraya ilişkin olarak ilgi çekici
bir ayrıntıya girmiyor. Oysa ki, paraya verilen bu yeni tip,2 tuğralı
altınların düzeltiminin son biçimini alması yönünde çarpıcı olduğu
gibi, Hekimoğlu Ali Paşa'nın3 sadrazamlığı döneminde basılıp da, ilk
biçiminden daha ufak olmasına karşın, arılığını koruduğunun
göstergesi olarak "zer-i mahhub halis-iil ayar dinar" ve "zer-i halis-
ül ayar" diye adlandırılan ve dirhemin 3/4 'ü ağırlığında olan bu yeni
tip, asıl "zer-i mahbub"un daha yerinde bir deyimle, "İstanbul
altını"nın yılgününü taşımaktadır. 4

1733-1734. Yeni altınlarla (zer-i mahbub) birlikte "fmdık"


altınlarıve 1696-1716 altınları tipinde eski "zer-i mahbub"lar da
(ancien zer-mahboub) basılmıştı. Cevdet, yeni basılan altınların 3'

sonrası. /. Malım/ti döneminde basılan altınlar 19 mm. kalınlığına,


23 kırai arılığında ve 3.458 gr. ağırlığında idi. {Cedit İstanbu.1 altını)
(0.C) Bkz.R. Kocaer, s. 125. 1. Mahmut döneminde "Mahmudiye"
denilen altınlar basıldı ise de, altın paralarda temel ''fındık" ve
İstanbul altını idi. (0.C) Bkz. N. Vukuat, C.3-4, s.. 142.

Sami, s. 54. "eski paramn her dirhemi onüçer buçuk akçaya tebdil."
2 Karş. Yıl 1680 notu. M. Cayot, ikinci kez basılan bu paraların
özelHkle Ali Paşa 'nın adıyla ünl.endiğini aktarıyor. 1618 yılında
basılan akçalara da "Bekir F.feııdi akçası" denildiği gibi.

3 Ali Paşa'nın sadrazamlık dönemi 12 Mart 1732-14 Temmuz 1735


yılgünleri arasındadır. Hammer, C. 13 'deki çizelgeler. (Bizdeki
çeviride C.7, s.418) Ali Paşa, sadrazamlık görevini üç kez üstlenmiŞti ..
Burada sözü edilen birinci dönemidir. 18. yiizyılda gelmiş olan
sadraz~mlar içerisinde gerek devlet yönetimi . gerekse kent
yöneticilikleri ve savaş alanlarındaki başarılarıyla tanınan şiir ve
bilim alanında ünlü olan Ali Paşa'nın özgeçmişi için bkz. İ. Hakkı,
OT, 412, s. 325. (0.C)
4 Sami, s. 49, 65 "sene-i ... binyüzelli kese rumi zer-i mahbub halis-iil
ayar" (0.C) Bkz. Sami, s. 49(A.
371
kuruş 30 para 1 değerinde olduğunu aktarıyor.

1734-1735. Bu yıl içerisinde le Conıte de Bonneval' in kumbaracı


(bonıbardiers) oca,~1111 kurmasıyla ordu alanında ilk kez örgensel bir
düzeltim gerçekleştirildi. Subayları dışında lOO'er kişilik üç odadan
(conıpagnies) oluşan bu ocaktaki savaşçılara gündelik olarak 18'er
akça veriliyordu. Bu paranın 4 akçası, devlet eliyle verilen yatak
takımları ile savaş araçları ve beylik giysilerin yenilenme ve onarım
giderleri karşılığında kesilmekte idi. Ayrıca, üstencisi eliyle devlete
bırakılan (kasriyed)2 gelirlerin (mukata-malikane) yineden kesime
verilmesinden elde edilen paralardan oluşturulan özel bir
"anapara"nın ocağın üç ayda bir aldığı aylıklara karşılık olmak üzere
hazinede alıkonulması uygun görüldü. Bu kuruluşun parasal
işlemlerini yürütmek üzere baş saymanlıktan bir de yazman (katip)
görev len dirildi. 3

Cevdet, C.5 s. 304. 30 parayı 30 akça olarak algılıyorum. Ancak,


böylece "fındık" ya da "yeni İstanbul altını"' için aşağıda gösterilen
400 akçaya oldukça yaklaşılmaktadır. (3 kuruş=360 akça+30 akça=
390 akça O.C)
2 Bkz. Yıl 1695.
3 Sami, s. 59. Alaybaşı 360 akça gündelik almakta idi. 25 subay dışında
300 savaşçının üç aylıkları 15.930 kuruş, alaybaşınınki ise 1.062
kuruşa ulaşıyordu. Bosna, Niş, \lidiıı, A:ak, Hotiıı v.b.g. kurganlara

'"kumbaracıbaşı"ları gerektiğinde bu ocağın deneyimlilerinden


gönderilecek, ayrıca ölen savaşçının oğlu eğitildikten sonra babasının
yerini alabilecekti. Sami, aylıklarından kesilen 4 ·er akçanın oda
sandıklarında alıkonulduğunu aktarıyor ve bu ocağın doğrudan
sadrazama bağlı olduğunu da ekliyor. (0.C) Bkz. Sami, s. 58/B ve
s. 59/A. Asıl aldı Claude Alexandre Comte de Boneval olan bu kişi
bir Fransız soylusuydu. Kral XIV. Lui'nin gözünden düşürülerek
ordudan atılan Boneval, 1706 yılgününde Fransa• dan kaçarak
Avusturya'ya sığınmış bir süre Avusturya ordusunda çalıştıktan
sonra 54 yaşında Türkiye'ye gelerek İslam dinini seçmiş ve Ahmet
372
1735-1736 Olayyazar önceki yönetim döneminde kimi paralara
biçilen ederlerin çok düşük olduğunun ileri sürüldüğünü, bununla
ilgili olarak hükümete birçok yakınma ve başvurularda
bulunulduğunu söyleyerek, gerçek ederleri altında yapılan bu
saptamanın alış-verişlerde tıkanıklıklara neden olduğunu ve bu
ederlerin söz konusu paraların, gerçek ederlerine uygun düzeye
yükseltilmesi doğrultusunda bir düzenlemenin kaçınılmaz olduğunu
da birlikteliğinde ekliyor. Uzman kişilerden oluşan bir yarkurul,
"zer-i nıahbııb" denilen altının özünlü değerine, basım giderlerinin
de eklenerek 110 paraya 1 ve bu altın ile aynı anlıkta olan ye~i
İstanbul altının da (zincirli altın ya da fındık) gerçek ederlerine
yükseltilmesinin2 hazine ve kamu yararına olacağı gör_üşünde birleşti.

adını almıştır.
Ahmet Paşa'nın çabalarıyla 1734 yılgününde yeni bir
öğretimbirimi olan "lıendeselıane" açıldı. Ancak, bu yenilikler uzun
sürmedi, yeniliklere karşı olan kapıkulu savaşçılarının baskısı sonucu
okul kapatıldı. (0.C) Bkz.0. Sander, Anka'n111 Yükselişi ve
Düşüşü, Ank. 1987, s.92. Ahmet Paşa Avrupa ordularını yenilgiye

uğratabilmek için onun geliştirdiği eğitim yöntemlerinin öğrenilmesi


ve yeni savaş araç ve gereçlerinin kullanılması gerekliliğini
savunuyordu. Ancak böylece değimli bir komutan bu savaşçılarla
dünyayı bir baştan bir başa geçebilirdi. (0. C) Bkz. N. Berkes
Türkiye'de Çağdaşlaşma, İst. 1978, s.66-68.
"Zer-i mahbub tabir olunan altının kıymeti zehbiyesine (özünlü
ederine) masarifi heyeti hasılası (tüm basım giderleri) inzimamı ile
(eklenmesiyle) tamam yüzon paraya revacı (sürümü) haddi itidale
akreb (olağan sınırına çok yakın)" (Bkz. Sami, s. 70/B O.C)
2 "Ve altunu mezkure ile (sözü edilen altın ile) yani zer-i mahbub ile
cedit İstanbul altının ayarları müsavi (eşit) ve yeksan (bir)
olduğundan ikisinin dahi kıymeti merkumelerinin (üzerinde yazılı
değerlerinin) tahammülleri mertebesine (geçebilirlikleri sınırına)
iblağı (tamamlanması) hem miriye (devlete) hem de ibadullaha
(kamuya) nafi (yararlı)" bu altının "er-i mahbub" ile yeni İstanbul
altını arasındaki bağıntıyı ortaya koyması bakımından önemi vardır.

373
Bu görüşler
bir buyruk ile de onaylandı ve bu paraların ederleri
aşağıda görüldüğü gibi saptandı:

Cedit İstanbul altını (jiııdı/.:) ......................................... 400 akça,


Zer-i mahbub 1 ................................................................. 330 akça.
Bundan böyle, hükümet kasalarınca da aynı eder üzerinden alınacaktı.
Mısır zincirli altın (önceleri de olduğu gibi) ............... 110 para 2
Mısır tuğralı altın .............................................................. 105 para
Zolota .................................................................................... 30 para

Kuruş...................................................................................... 40 para
(kırk para: bir kuruş)3

Bkz. 1. Bölüm, altın ayrımı (Bkz. Sami, s. 7018 O.C)


"Zer-i mahbub" ya da daha yerinde bir deyişle '·cedit zer-i mahbub"
adı verilen İstanbul altını beylik eder tanıtmalıklarında ilk kez yer
almaktadır. Bu altının Mısır zincirli altını ile aynı ederde olması da
ilgi çekicidir. (110 para: 300 akça 0.C) Devlet eliyle saptanan bu
eder 1764 yılında da aynıdır. Bkz.Cevdet, C.5, s.304. 1 Şubat 1771
yılgününde "İstanbul zer-i mahbubu 3 kuruş, fındık altını ise 4 kuruş
değerinde idi. "Mısır :er-i nıalıbub" ve zincirilisi 110 para, "fındık"
ise 155 paraya geçmekte idi. (0.C) Bkz. B.S. Baykal, Para
Düzeni, s. 76.
2 Bir başka deyişle 2 kuruş 30 para. Bir para 3 akça olduğuna göre
"yeni zer-i mahbub"un ederi ile aynı ve 330 akça demektir. "Mısır
zincirli altunu yüzonar paraya" (0.C) Bkz. Sami, s. 70/B.
3 Sami, s. 70 "tayin-i revacı zer-i mahbub ve İstanbul 'u cedid". 22
Temmuz 1721 yılgününde 88 akça olan "zolota", sözü edilen
tanıtmalıkta 30 para (90 akça) olarak gösterilmektedir. (O.C) Bkz.
B.S. Baykal, Para Düzeni, s. 61-62. 1735 yılı Aralığı sonunda
yayınlanan bir buyrukta, İstanbul altınlarının çok bozulmuş
olduğundan söz edilmekte idi. (0.C) Bkz.Y. Özkaya, XVIll.
Yiizyılda, s, 283. 1 Para=3 akça (0.C) Bkz.İ. Galib, s. 302.

374
1736-1738 Sami, bu süre içerisinde Rusya'nın Osmanlı
topraklarına saldırması, Osmanlıların da savaşla karşılık vermesi gibi
olaylara karşın çalışmamızı ilgilendiren konudan söz etmiyor.

1739-1740. Buyılgünde Türkiye, Bender, Kefe ve Vidiıı'de olmak


üzere üç ordusunu savaş konumuna getirmişti. Vidin ordusu
komutanına, sınırları savunmak ve Bosna ordusunun gereksinimlerini
karşılamak üzere iç hazineden 259.585 kuruş gönderildiği sırada
"konakçıbaşı"nın (l'intendant general des logements)I 136.278
kuruşluk (rüşveti) aşırtısını ortaya çıkaran bir soruşturma
sürdürülüyordu ki, sözü edilen yüksek görevli sonunda bu parayı
devlete geri ödemek zorunda bıraktırıldı. Üç yıl boyunca süren savaş
Fransa'nın aracılığıyla sonuçlandı. Avusturya ile yapılan barış2 Eylül

"Emiıı-i ııiizul"Suphi, s. 147. Bkz. Cevdet, C.5, s. 233 (Çev. C.4, s.309
O.C), Hammer, C.6, s. 37. Nüzul: Küçük ya da büyük olsun savaşan
birliklerin konaklama giderleri için konaklama ödencesi adı verilen
bir vergiyi toplamakla yükümlü olan özel görevliyi tanımlamaktadır.
(Bunlar "avarız" ya da "nüzul" adı altında topladıkları vergilerle bu
işlevlerini sürdürlerdi. O.C. Bkz. Z. Pakahn, Deyimler, C.2,
s.710.) Vie de Djenghiz khan, s. 12'de okunuyor. "Nüzul ve ulufe
talebiydend" (ils rechamerent l'indeminitede logement et la solde)
"konaklama ödencesi ve aylık isteyenlere" s. 130'da okunuyor.
"Nüzul ve buğu firistim" (Nous envoyons l'indemnite de logement et
l'impot) "Konaklama ödenceleri ile vergileri göndeririz." Esteve,
Descript. de l'Egypte, C.12, s. 62'de sözü edilen "hagqul-biiata" da
aynı tür bir vergi idi. Burada sözü edilen konakçıbaşı Halil Efendi
idi. Mevkufati Mehmet Efendi'nin yürüttüğü soruşturma sonucu,
sadrazamın adamı olan Halil Efendi bağışlanmış, üstüne üstlük baş
saymanlık görevine atanmıştı. (Sözü edilen paraya karşılık Halil
Efendi'den ancak 8.000 kuruş alınabilmişti) (0.C) Bkz. Suphi, s.
149/A-B
2 Suphi, s. 149. Almanya İmparatoru, "Roma impataroru" ve "Nemçe
çasarı" sanları ile anılırdı. Suphi, s.164, 184, 188 ve 237; İzzi, s. 115.
Bkz. Negociations, C.2, s. 585 ve değişik sayfalar. Sadettin, .C.2, s.
375
17391, Rusya ile yapılan da ayrı Aralık 1739 yılgününü
taşımaktadır. 2

1740 Savaşın uzun sürmesi, kırsal alanlardan çok sayıda


yükümlünün (reaya) İstanbul'a göç etmelerine bunun sonucu, günlük
geçim gereçleri ederlerinin yükselmesine ve tarımcılığın
gerilemesinden dolayı da üstüne üstlük devlet gelirlerinin düşmesine
neden olmuştu. Yayınlanan bir buyrukta, başkent ve yöresinde
Boğaziçi 'nden Kavaklar'a değin uzanan Karadeniz kıyısında sayım
yapılması ve altı aydan bu yana yörelerde oturmayan tüm
yükümlülerin yurtlarına geri gönderilmeleri öngörülüyordu. 3

87'de Almanya uluslar topluluğuna "çasar vilayeti" diyor.


Suphi, s.166.
2 y.a.g.y. s. 168. Avusturya ile yapılan Belgrat antlaşması, 18 Eylül
1739 (N. Erim, s. 83); Rusya ile yapılan antlaşma da 12 Aralık 1739
yılgünlüdür. (0.C) Bkz. Hakkı, OT, 411, s. 294. Sözü edilen savaş
nedeniyle 1738 yılında ek bir parasal kaynak sağlamak amacıyla;
devlet gelirlerini yaşam boyu koşuluyla kesimlerine alanlardan,
verdikleri öncelikli paranın 1.000 kuruşundan 150 kuruş savaş
ödentisi (cebeli bede/iyesi) alınmakta olduğu yatlara da yansımıştır.
Bu para sürekli olarak alındığına göre öncelikli olarak alınan paraya
%15 oranında bir eklenti yapıldığı anlamı çıkmaktadır. (0.C) Bkz.
Şemdanizade, (yay. M.Aktepe), C. 1, s.87.
3 Suphi, s. 177. Bkz. Belin, Etude sur la Prop ... , n. 326, 327 ve değişik
sayfalar. 1736- 1739 Osmanlı-Rus ve Avusturya savaşları nedeniyle
tarım ürünlerinin yoğun bir biçimde tüketilmesi, üretimin
gerilemesine koşut olarak kışların da çok yeğin geçmesi sonucu, 1740
yıl gününde İstanbul'da özellikle arpa, buğday, yağ, bal ve et gibi
temel tüketim ürünlerinin az bulunması satıcıları başkaldırıya
yöneltmiş, bunlara katılan aylaklar ise kentte yeni bir ayaklanma
başlatmışlardı. J. Mah11111t 6 Haziran 1740 yılgünlü bu olaydan sonra
ayaklanmaya katılmış olsun ya da olmasın yurtlarını bırakıp
İstanbul 'a doluşan kişilerin en kısa surede geldikleri yerlere
376
Olayyazarların sessiz kalmasına kar~ın, hazinenin çıkarını
korumak amacıyla bu ya da bundan önceki yıllarda yabancı paraların
dolanımının yasaklandığı sanılıyor. Şöyle ki, Fransız elçisi, M.de
Villeııeuve 1740 yılgünlü ayrıcalıklar sözleşmesinin (capitulations)
yinelenmesinde; "Fransızlar, kendi paralarını sultan tuğralı paralarla
değiştirmeye zorlanmayacaklardır." biçiminde özel bir tanımlık
eklettirmişti. (art. LXIV) (qu'on ne contraindrait pas les Français a
convertir leurs monnaies en monnaies au coin du sultan) 1

gönderilmelerini öngören bir buyruk yayınlamıştı. (0.C) Bkz.M.


Aktepe, Niifus Meseleleri, s. 1-30. Vatandaşlık vergisinden kurtulmak
için başkente göç edenlerin, gerek başkentin ürün tüketimini
artırdıklarından gerekse, başkaldırıcılarla işbirliği yaptıklarından
dolayı yayınlanan buyrukta İstanbul, Üskiidar, Galata, Tophane,
Boğa::lıisar 'dan Kavaklar'a varıncaya değin tüm işyerleri, "han" ve

hamamların yöresel dinsel görevliler (imam) aracılığı ile


denetlenmesi ve on yıldan bu yana gelip yerleşenlerin geri
gönderilmeleri öngörülüyordu. Bu doğrultuda Yeniçeri Ağası Hasan
Paşa'mn gözetiminde birkaç konut basılıp bu tür kişiler yakalanarak
kayıklarla Üsküdar'a çıkarılmış ve oradan yurtlarına geri
gönderilmişlerdi. Bu uygulama giderek tüm İstanbul'u içerisine
alacak bir biçimde yaygınlaştırılmıştı. "Öteki mahaller dahi teftiş
olunub nizam ve tesviye-i umurlarına ... " (0.C) Bkz. Suplıi, s.
177/B. Aralık 1734 yılgünlii bir göç yasağı metni içiıı bkz. C.
Türkay, Osmanlı İmparatorluğunda Yasaklar, BTT. Ocak
1973, sayı 64, s. 19 (0.C) . R. Bulut, 18. Yüzyılda ... , BTTD 3
(1967), s. 30-33.
28 Mayıs 1740 yılgünlü sözleşmenin 64. tanım lığı şöyle idi: Fransız
tecimenler ile Fransız bayrağı korumasında olanların Osmanlı
ülkesine getirdikleri altın ve gümüşten gümrük vergisi alınmayacak
ve bunlar ellerindeki paraları Osmanlı paraları ile değiştirmeye
zorlanmayacaklardır. (0. C) Bkz. R. E. Koçu, s.434. Aynı
tanımlığa 25 Şubat 1595 yılgünlü, ili. Mehmet ile kont de Breves
arasında yinelenen antlaşmada da 4. tanımlık olarak rastlamaktayız.
(0. C) Bkz. R. E. Koçu, s. 418.

377
1741. Aralık ayı içerisinde (Şevval 13 Suphi, s. 206/A. 0.C)
devlet görevlilerinin geleneksel aşama yükseltimi (promotions)
töreni yapılmış 1
Yine gelenek olduğu üzere görev alanlara Sadrazam eliyle
kaftanlar giydirilmiş, birkaç yıldan bu yana görev alamayıp da açıkta
kalan eski görevlilere de bir keseden 15 keseye değin sevinmelikler
(gratifications) dağıtılmıştı. 2

1742 Türkiye ile İran arasında önceleri yapılmış olan barış


antlaşmasının soncu olan özel koşullar, Ekim 1736 yılgünlü sultan
betiğinde üç tanımlık altında yineden önerilmiş ve bu betikte Nadir,
"şah" ve "han"3 sanlarıyla anılmıştı. Bununla birlikte Nadir Şah'ın
Ba,~dat kent yöneticisine gönderdiği bir son uyarıda (ultimatum);
Osmanlı hükümetinin beşinci "sünni" inancı (caferilik) 4
onaylamaması ve bu öğreti yanlılarına "kabe" avlusunda özel bir

"'Teşrifat-ı tevdlıat" bkz. İzzi, s. 70; Suphi, s.214.


2 Suphi, s. 206. Vasıf, s. 159'da Mayıs 1758 (Şevval 1172) yılgünlü
görev dağıtım töreni ile ilgili olarak ayrıntılı bilgi vermektedir.
Suplıi, s. 206/A ve B'de, görev alanları ve yeni görev yerlerini
ayrıntılı bir biçimde aktarıyor ve görev almayanlara "bir kiseden
onbeş kiseye dek surre lira" verildiğini de ekliyor. (0.C).

3 Suphi, s. 90 ve sonrası. İzzi. s. 44. Sözü edilen önceki antlaşma iV.


Murat döneminde yapılan 17 Mayıs 1639 yılgünlü Kasr-ı Şirin
antlaşması idi. (0. C) Bkz. Hammer, C.5, s. 262.
4 "Tasdik-i me:lıep" ya da "'tayin-i rükun" Suphi, s. 216. Bu
önerilerden ikisi sözü edilen dinsel önerilerdi ki bunlar Türkiye ile
İran arasında uzun süren siyasal tartışmalara neden olmuştu.
Erzurum'a gönderilen dinsel buyruklarda (fetva); Caferilerin
görüldükleri yerlerde öldürülmeleri öngörülüyordu. "Öldüren gazi,
ölen şehit" (0.C> Bkz. İzzi, s. 19/A Caferi inancı için bkz. A.
Gölpınarlı, Türkiye'de Mezlıepler ve Tarikatlar, İst. 1969,
s.40-41 (0.C)
378
yakarı köşesi ayrılmaması durumunda savaşa yineden başlanacağı
öngörülüyordu. Aldığı bu son uyarının içeriğini benimsemeyen
Osmanlı hükümeti, doğu sınırlarının savunulması için toplanması
öngörülen "Levent"lerin aylıklarına karşılık olmak üzere Erzurum
ordu komutanına sultan hazinesinden (hazine-i şehriyari) 500.000
kuruş gönderdiği gibi, Diyarbakır ordu komutanına ayrıca para
yollamış ve son olarak; kendisinden yararlanılmak umuduyla İran
yönetiminde egemenlik savında bulunan Sefi Mirza'ya da 50.000
kuruş vermişti.1 Nadir Şah kısa bir süre sonra Kars ve Musııl
kuşatmalarını kaldırmak zorunda kaldı. Öte yandan Osmanlı
hükümeti; Hindistan'da yürüteceği bir oyalama eylemcesine
güvenerek, İran topraklarına yürüyecek olan 12.000 "levent"ten
oluşan atlı savaşçıların aylıklarına karşılık olmak üzere iç hazineden
l.700 kese özgülenmişti. Ayrıca Nadir Şah 'la gizli ilişkilerinden
kuşku duyulan Ba,~dat kent yöneticisine2 bağlılığının berkitilmesi

Suphi, s. 230-232. "Mir-i Ahır Sani" Salih Ağa aracılığıyla Erzurum


ordusu gereksinimleri için 50.000 kuruş gönderilmişti. (Fransızca
metinde yanlış olarak 500.000 kuruş olarak geçmektedir.) (0.C)
Bkz. Sııphi, s. 230/A. Aynca Diyarbakır kent yöneticisi Çeteci
Ahdullalı Paşa'ya da, Ali Paşa komutasında çok iyi donatılmış ve
deneyimli savaşçılardan oluşan birlikler yollanmıştı. (0.C) Bkz.
İzzi, s. 19/A; Sııphi, s. 233/A.
2 İzzi, s. 19 Savaşçı derlemesi için Abdullah Paşa aracılığıyla da Musul
yöneticisi Hiiseyiu Paşa 'ya ayrıca para gönderildi. (0. C) Bkz. İzzi, s.
19/B İzzi, bu paranın tutarından söz etmiyor. Ordu komutanlığına
atanan Yeğen Mehmet Paşa, Öncü birliklerin komutanı olan
Abdullah Paşa'yı Ardelan Hanı Alımetle işbirliği yaparak İran
kentlerini vurmakla görevlendirdi ve bu eylem için kendisine 1.700
kese para verdi. (0.C) Bkz.Hammer, C.8, s.61. "Sekban akçası"
burada yanlış bir biçimde kullanılmıştır. Şöyle ki, (.. sekban akçası")
başıboş leventlerin, "Celali"lerin, kır uğrularının önderleri,
buyruklarıııdaki adamları beslemek için yükümlülere "sekban
akçası" adı altında bir vergi salmışlardı. (Naima, C.2, s. 57; Ç.
lJluçay, Saruhan'da Eşkiyalık. s.226) "Sekban akçası"ndan başka bir
379
için "cep harçlı,~ı" (argent de poche) adı altında 50.000 kuruş
gönderdiği gibi, kısa bir süre sonra da, 20.000 tatar savaşçısıyla
Osmanlı ordusuna katılması öngörülen Kırım hanına da "sekban
akçası" (frais d'entree en campagne) adı altında savaşa giriş ödencesi
ile buyruğu altındaki soylulara da 40 kaftan yollandı. Buna karşın,
İstanbul yakınlarındaki Sultaniye denilen yöreye "Nuretttin sultan''
komutasında ancak 10.000 tatar savaşçısı geldi. Tatar beyleri yineden
para v.b.g. varsıl armağanlar aldıktan sonra Kars üzerine yürüdüler. 1
Savaşta yengi ve yenilgiler birbirine karıştı. Bununla birlikte bu savaş
Nadir yönünden siyasal olmaktan öte, dinsel yönlendirmeler sonucu
başlatılmıştı. Onun Eylül ayında (1745 0.C) sadrazama gönderdiği ve
devlet kurulunda okunan bir yazısında; Olağanüstü yetkilerle
donatılmış bir elçiyi yola çıkardığı, Osmanlı devletinin
benimsemediği iki dinsel öneriyi geri aldığı, buna karşılık Van ve
Diyarbakır'a ek olarak Irak. Ba,~dat, Basra ve Meşhed' in kendisine
bırakılmasıyla yetinileceği öngörülüyordu. Özellikle, "İmam
Hanefi"nin gömüt yapısının bulunduğu Ba,~dat'ın İran'a bırakılması
söz konusu bile olmazdı. Bu nedenle Osmanlı Hükümeti Nadir'in
tüm önerilerini geri çevirdi ve savaş düzenlemelerine başlanarak
yineden savaşçı toplama çağırısı yapıldı, bu doğrultuda Kırım hanına
da savaş giderlerini karşılamak üzere 40.000 kuruş "sekban akçası"
(ücreti 0.C) ile 40 kaftan daha gönderildi.2

de "sekban ücreti" vardır ki, bunun "sekban" ve "levent"lerle ilgisi


yoktur. ··sekhan ücreti", savaş dönemlerinde Kırım Hanlarına
gönderilen (Raşid, C.2, s. 523) yardım (iane) türünden ve belirli
tutardaki (40.000 düka) paranın adıdır. (0. C) Bkz.M. Cezar,
Leventler, s. 45.
İzzi, s. 26. "Nurettin" Kırım yönetim örgütünde "han"dan sonra başa
geçme sıralamasında "ikinci" anlamına gelen bir sandır. Burada
sözü edilen "Nurettin", Kasım Giray Bey idi. (0.C) Bkz.İzzi, s.
26/A.
2 İzzi, s. 35. Sözü edilen elçi Fetih Ali Bey idi. 8 Ocak 1746 yılgününde
İstanbul'a gelerek Rafıp Paşa sarayında konuk edilmişti. Sunduğu
380
Bu yıllar içerisinde önceleri "eyalet" olarak dolaylı yolla
yönetilen Kıbrıs Adası (yıl 1718) "mııhassıl/ık" (percepteurs) 1
üzere sadrazamlık gelirlerine dönüştürüldü. Ancak, vergi
toplayıcılar ülkenin yıkımına, yükümlülerin ezilmelerine neden
olduklarından yineden eski uygulamaya dönüldü. Şöyle ki, Kıbrıs
adasının, sadrazamlık gelirleri (has) ulamın dan çıkarılarak,
yönetimin saptanan öncelikli parayı (mııaccele)2 ve yıllık dilimlerini
(mal) hazineye göndermek gibi geleneksel koşulları üstlenmek üzere
"muhassıl" diye nitelendirilen bir yöneticiye bırakılmasını öngören
bir buyruk yayınlandı. Yönetici bu buyruk doğrultusunda, Kıbrıs
Adası'nın onarım ve bakımını da üstlenecek, devletin kesime verdiği
gelirlerle (zeamet tımar), "tımarlı" ve aylıkçı yöresel savaşçıları
yineden düzenleyerek kısacası, kamusal işleri eski konumuna

önerilerden birincisi dinsel ikincisi ise sınırlarla ilgili idi. Yine burada
sözü elen Kırım Hanı da Selim Giray idi ve 10.000 Tatar savaşçısıyla
savaşa katılması isteniyordu. (0. C) Bkz. İzzi, s. 35/A .

.. Muhassıllık vechile sadaret hanlığına tebdil". Muhassıl, çağımızda


kullanılan "talısildar" (garçon de recettes) sözcüğü ile eş anlamlıdır.
Baş saymanlığın bir görevlisi olup (Mal-meınıırıı), devlet gelirlerini
toplayan kişi demektir. ··Has"a gelince, burada sözü edilen Kıbrıs
Adası olup bu ada, örneğin; gümrük gelirleri. kesenek bedelleri v.b.g.
doğrudan devlet gelirlerini hükümet adına toplamak üzere

sadrazamlığa özgülenmişti. Bkz. Cevdet, C.2, s.356 ve yıl 1785-1786.


Sadrazamların toplam gelirlerini bilebilmek oldukça güç olmakla
birlikte, gelirlerinin büyük bir dilimini "hasların" oluşturduğunu
söyleyebiliriz. Sadrazam Semiz Ali Paşa'nın 22 Eylül 1560
yılgününde 3.529. l 39 akçaya ulaşan gelirlerinin 2.577 .918 akçasının,
1555- l 556 yıllarında Erzurum yöneticisi bulunan Ayas Paşa'nın
Toplam 2. l 89.996 akçalık gelirinin 2. l 38. l 83 akçasının "has"lardan
elde edildiği anlaşılıyor. (0. C) Bkz.M.Kımt, Saııcaktaıı Eyalee,
s. 85.
2 .. Mutat üzere (alışılageldiği üzere) muaccele ve malı dahi muhassıllık
tarikiyle irsal" (Bkz. İzzi, s. 40/B 0.C)

381
getirecekti. l Sultanın saray ahır işleri (Le premier ecuyer) 20 Ocak
1746 yılgünlü. bir buyrukla, bu adanın yönetimini "eyalet" üzere ve
:,ıaşamboyu koşuluyla üstlendi. Yeni yöneticinin atandığı günden,
yılbaşına değin (24 Ocak 1746 O.C) ancak birkaç gün kaldığından,
adadaki vergi toplayicıya toplanılmasına başlanılmış bulunan 1746
yılı konaklama ve baş vergilerini, işlemleri istenildiği anda
denetlenmek üzere kendisi adına, öteki gelirleri de adaya gelinceye
değin yeni yönetici adına almasını öngören bir buyruk gönderildi. Öte
yandan, ada yönetiminde yapılan değişiklik nedeniyle defterdar da;
öncelikli olarak alınan para ve devlet gelirlerine yönelik tüm
işlemlere bakmak ve önceleri sadrazamlığa özgülenmiş olan
gelirlerin kimi devlet gelirleriyle ve de, kaldırılan gelirlerle
bağıntılı bir biçimde değiştirilmesiyle görevlendirildi. ·

Kihrıs Adası sadrazamlığa işyeri giderleri ödentisi (kalemiyle)


dışında 122.000 kuruş gelir sağlıyordu. Sonuç olarak, Kilis, İzaz ve
Rişvan gelirleri üzerinden bu tutarda para özgülenmesi için ilgililere
gereken buyruklar gönderildi. 2 ·
Nadir Şah'ın sözü edilen elçisi Fetih Ali Bey büyük bir törenle
sultan katına alındıktan sonra, İran şahına verilecek yanıtı görüşmek
üzere bir danışma kurulu toplandı. Ancak.. Nadir'in yılmadan,

İzzi, s. 40. '· l 130 eyaletlikten ref ve tenzil... hazine-i amire ye tahvil..
·• (0.C) Bkz. izzi, s. 40/B. ·
2 İzzi. s. 41. Bu alıntının gerek salt "eyalet"in gerekse "mali/.:liııe" diye·
tanımlanan "eyalct"in özelliğini ve devlet adına toplanan vergilerin
türiinü belirtmesi yönünden ilgi çekici olduğu gözükmektedir. İzzi. s.
158 "bcrvechi eyalet mutasıırrıfı olan nıuhassılı sabık" (L'ancien
mouhassyl. qui etaıit gourvcrııeur de la province sous la forme
d'eialet) Kıbrıs Adası 1748 yılında yineden sadrazamlık gelirleri
içerisinde alııımış ve siıdrazam adinıı bir ··mütesellim"· eliyle
yönetilmiştir. İzzi. s. 158. Yükifmlülerin aşırı bir biçimde ezilmeleri
ve bunun sonucu olarak da yalvarıp yakıııınaları üzerine yineden
sadrazamlık gelirlerine dönüştürüldü. Burada sözü edilen görevli .
Hacı Elmhef.:ir Pcişa idi. (0. C) Bkz.İ::::.i, s. 158/B

382
usanmadan savunduğu dinsel önerileri geri alması nasıl kendi siyasa
ve ereğine uygun geliyor idiyse, Türkiye· de sakınım önlemlerini elden
bırakmamakla birlikte barış beklentisini gizlemiyordu. Karşilıklı
olarak gösterilen bu eğilim üzerinedir ki, İran şahına iietilmesi
düşünülen barışa temel olmak üzere iV. Murat döneminde yapılan
antlaşmada saptanan sınırı önermekle görevli bir elçinin
gönderilmesi uygun görüldü. 1 Bu önerilerin sunulmasından sonra ·
savaş düzenlemelerine bir süre ara verildi. Yola çıkmasını .ertelemesi
istenilen kırım Hanına sultanın beğenisinin göstergesi olarak 5.000
"zer-i mahbub" ve kalgay sultan için. de 2.000 "zer-i meskuk" 2
gönderildi. Hükümet, Mehmet Ragıp Paşa'nın önerisi üzerine, Mısır'ı

1. İzzi, s. 45 ve sonrası. Barış görüşmeleri 4 Eylül 1746 yılgününde


sonuçlandı ve bir süre sonra da İstanbul'da onaylandı. i_zzi, s. 90.
Nazif Efendi 13 Haziran 1746 yılgününçle Nadir'in Ka::ı·in ile
Talıra11 arasındaki konaklama yerine ulaştı. (0.C) Bkz. F.R. U11at,
Osma1ılı Sefirleri, s. 85.
·2 "Zer-i mahbub" ile eş anlamlıdır. Kalgay (Moğalca: Kalgan=Bab-ı
Ali O.C. Bkz. Ö. Gökbilgİll, .J532-1572 Yılları Arasmda
Ku:ım Haıılığınm Siyasi Dur~mu, A11k. 1972. s. 6,.11.6.) Kırım
devlet .örgütünde, baştaki kişiden sonra "han"hğa gelecek kişi için
.kullanılır bir deyimdir. Kırııri kaynaklarına göre, kalgay adını ilk kez
Mengli Giray kullanmışlıF. Bir savaşa ka~ılması doğrultusunda
buyruk alan Mengli Giray'a "yerine kimi bırakacağı" sorulunca, o da
kıpçak Türkçesiyle "oğlum Mehmet Giray kalgay" diye karşılık
vermiştir. Buradaki ·kalgay Türkiye Türkçesinde "kalacak"
demektir. Kalgay sözcüğüne kimi kaynaklarda "'kalga" ve tümüyle
ters olan "kakılgay" biçiminqe de rastlamaktayız. Bu konuda bir
çalışma yapmış olan J. Matuz, (Qalga, Turcio il. Paris 1870, s._ 105)
Bu sözcüğün Moğalcadaki ''kahılga"dan gelebileceği olasılığını. ileri
sürmektedir. Moğalcada kullanılan "kahılga", kurgan kapısı ya da
"geçit" anlamına gelir ki, ·ikisi arasında anlam birliği olduğu
. söylenemez. (0. Cl Bkz.M. Urekli, Kırım Ha11lığı, Ank. 1989,
s. 71. Kalgaylık (kağılgay) akçası 450.f!OO düka idi. (0. Cl Bkz. C.
Orlı01ıl11, Tellıisler, s.96.
383
200 Mısır kesesi 1 karşılığı, üç yıl süreyle savaşçı göndermekten
bağışık tuttu ki, bu para ile başka yörelerden aynı sayıda savaşçı
derlenebilirdi.
Otuz yıl
süresince saray ve hükümet üzerinde saltık bir saygınlık
edinmiş olan kızlar ağası Beşir A,~a, 3 Haziran 1746 yılgününde
ölünce hazineye bol sayıda altın ve gümüş bıraktı2, aynı yıl içerisinde
kimi yönetim birimleri gelirleri bir buyrukla yaşam boyu koşuluyla
kesime verildi. (Malikane olarak özgülendi O.C). Şöyle ki, Adana ve
Trablusşanı3, daha sonra, Ağustos ayının ilk gününden geçerli olmak
üzere (Ramazan gurresinde İzzi, s. 65/A 0.C) ve 100.000 kuruş
öncelikli para karşılığı Aydın; 4 l Ağustos 1747'den başlamak üzere
ve 120.000 kuruş karşılığı Rakka kenti (Urfa); Aynı yılın Ocak

"Bedel-i af' İzzi, s. 52. (Mısır kesesi:600 kuruş üzerinden 120.000


kuruş O. C) Ragıp Paşa, bu sırada Mısır yöneticisi bulunuyordu.
(Nisan 1744) ve bu görevde üç yıl süresince kalmıştı. Ragıp Paşa,
Mısır'ın vermekle yükümlü olduğu 3.000 atlı savaşçının giderlerinin
Osmanlı hükümetince üstlenilmesini istedi. Bu istek onaylandı. 1.000
savaşçı için yıllık 200 keseye gereksinim vardı, bu tutar 3.000 savaşçı
için 620, üç yıl için verilecek para da 2.160 keseye ulaşıyordu. Ragıp
Paşa, Mısır'daki karışıklıkları ileri sürerek yalnızca 200 kese para
göndermekle yetindi. (0. C) Bkz. İzzi, s. 51/B, 52/A; Hammer,
C.8, s. 65.
2 Hammer, C. 15. s. 105. İzzi, olayın geçtiği 59. sayfada bu ünlü kişiden
söz etmiyor. "Vefatı Elhac Beşir Ağa Darüssaade Şerife" başlığı
dışında başka bir ayrıntıya girmiyor. (0.C) Bkz. İzzi, s. 59/A 1 .
Malınııır'un yirmi yıl süresince danışmanlığını yapan ve onun sırdaşı
olan Beşir ayda 1.000 altın verildiği Defterdar Atıf' Efeııdi'ııiıı
de_f;eri11de kayıtlı imiş. (0.C.i Bk:. Z. Karanıursal, s. 59. Hanımer,
C.8, s. 69'da Beşir Efendi' den "30 kuruşa satın alınan bu Habeş
tutsak" diye söz ediyor. (0.C)
3 İzzi, s.65.
4 İzzi, s. 68.
384
ayından geçerli olmak üzere ve 50.000 kuruş karşılığı Kıbrıs Ada'sı, 1
ve son olarak da "Mora muhassıllığı"2 gelirleri bu uygulama
içerisine alınmıştı.
İran ile yapılan barış antlaşmasının yol açtığı soluklanmayı, Selim
Giray'ın3 Almanya' dan İstanbul' a dönüşünde onuruna düzenlenen
görkemli şölenlerle, Livorna' daki tutsakların özgür bırakılmaları
için Avusturya ile yapılan görüşmeler (ki, bağışlanan bu tutsaklar
Almanya büyükelçisi aracılığıyla ve de törenlerle uğurlanmışlardı)
ve Osmanlı soyundan iki kızın (princesses) düğün şenlikleri (sur-i
hümayun) izledi. 4
Görünüşteki bu gönence karşın, Bağdat'ta bulunan kapıkulu

İzzi, s. 69. İzzi bu gelirleri üstlenen kişileri ayrıcalıktaki amacı


anıştırmak üzere "muhassıl" sözcüğü ile tanımlayarak,
"muaccele"nin önceden saptandığı, değişmezliğini (muaccele-i
muayyen) ve gelirleri bu yollu özgülendirilen yönetim birimlerine de
"muhassıllık" adı verildiğini ekliyor. (s.187) Para darlığı çekildiği
dönemlerde, kesime verilen devlet gelirlerinin birkaç yıllığı birden
satışa çıkarılır ve karşılığı öncelikli para (peşin) olarak alınırdı.
"Muaccele", öncelikle devletin gecikmesi olanaksız, kaçınılmaz
gereksinimlerini karşılamaya yönelikti. (0. C) Bkz. A. Tabakoğlu,
s. 133.
2 İzzi, s. 144.
3 Selim Giray, 18 Mayıs 1748 yılgününde öldü. Ardılı olan Kalgay
Sultan Giray'a, değerli taşlarla bezenmiş iki sorguç, samur bir kaftan
değerli taşlarla donatılmış bir ok sadağı, bir kılıç (kabzası şimşirden
O.C. İzzi, s. 167/B) 1.000 altın (4.000 altın-atiye-i hümayun O.C.,
İzzi, s. 167/B) çok sayıda at ve ayrıca gelenek üzere 1.000.000 akça
yıllı ödenek özgülenmişti. "On kere yüzbin akça" (O. C) Bkz. İzzi,
s. 168/A.
4 İzzi, s. 152. 105 kişiden oluşan bu tutsaklara ayrıca 4'er altın ödenek
verilmişti. Bunları İstanbul'a taşıyan geminin kaptanı ile öteki
görevlileri de kaftanlarla ödüllendirilmişlerdi. (0. C) Bkz. İzzi, s.
144/A
385
yayaları ile öteki savaşçıların 1 aylıkları, iki yıldan bu yana
ödenememişti. Başkaldıran bu savaşçılar, başkentten istediği buyruğu
orada beklemesi için kent yöneticisini Dicle'nin (Tigre) öte geçesine
çekilmek zorunda bıraktılar. Başkentten gelen yanıtta, 17 46 yılı
aylıklarının ödenmesi için iç hazineden 150.000 kuruşun doğrudan.
50.000 kuruşun da eski yönetici Ahmet Paşa'nın kalıtı üzerinde ve
dolaylı yolla (havale) ayrıca gönderildiği bildiriliyordu. Kendi isteği
ile Ba,~dat yöneticiliğinden ayrılan Ahmet Paşa'ya "arpalık" olarak
İçel Sancağı verildi. 2 ·

İzzi 'ye göre (s. 187), Bağclat'taki savaşçılar; "dergalı-ı fi yeniçerileri",


yöresel savaşçılar (milices locales), yamaklar, v.b.g. savaşçılardan
oluşmakta idi.

2 İzzi, s. 158, 202. Aynı yazar s. 179'cla eliyor ki; "arpalık üzere
Karahisar-ı sahib sancağı yöneticiliğine atanmış bulunan".
Arpalığın kaynağı doğrudan doğruya ülkenin "feodal"
yapılanmasıdır. Arpalık sonraları bir görev karşılığı da verilir
olmuştur. "Böylece İnehalıtı (Lepan kurganın yöneticisi
(mutasarrıf) olan paşa, gerektiğinde bu kurganın savunulmasını da

üstlenmek koşuluyla ve ele "arpalık" üzere bu göreve atanmıştı." İzzi,


s. 184. Belin, Osmanlı toplum yapısını "feodalite" olarak tanımlıyor.
Ancak, "feodalizmin" evrensel konumuna yaklaşım "ortodoks-
marksist" bir bakıştır. Bu bakışa göre, toplumlar kendi gelişim
döngüsünün elverdiği ölçüde önceden belirlenmiş ve "feodalizm-
kapitalizm-sosyalizm" çizgisini izleyen bir tarihsel sıralama üzerinde
ilerlerler. Değişik bölgelerin özgül gelişme yollarını tek bir biçimde
"feodalizm" kavramına oturtmaya çalışan bu yaklaşım
çağdaşlaşmacıların düştüğü "tuzak"a bir başka deyişle "tarih dışı"
olmak "tuzak"ına düşmektedir. (0.C) Bkz.H. İnan, s. 18. Osmanlı
toplum yapısını bir Üretim biçimi ve devlet tipi olarak açıklayabilme
çabaları oldukça yenidir. Bununla birlikte bu çabaların ürünü olarak
son yıllarda birçok yapıt yayınlanmıştır. "Feodalite"den değişik
diyenler: Ö.L.Barkan, Osmanlı İmparatorluğunda Çiftçi Sınıflarının
Hukuki Statüsü, Ülkü, sayı 53, s. 334, ayrıca Türkiye Tarihi Üzerine
Araştırmalar/ Belgeler 6, Türkiye'de Toprak Meseleleri-3; Omanlı
İmparatorluğunda Çiftçi Sınıflarının Hukuki Statüsü, s. 725-788. F.

386
Başkaldırıcıların önerisi ile yöneticiliğe getirilen ardılı da, görevi
eski yönetici yarlıganmış Ahmet Paşa'nın yardımcısı Süleyman
Paşa'ya bırakmakta gecikmedi. Süleyman Paşa, Ahmet Paşa'nın
hükümete vereceği olan 1.800 kese (akça, İzzi, s. 168 0.C) ile İran
elçilerinin Bağdat'ta kaldıkları süre içerisinde satıcılara ödenmeyen
günlük geçim gereçleri (ration) giderlerinin tutarı olan 48.130
kuruşu ödemeyi üstlenmek karşılığı, Bağdat yöneticiliğine atanmasını
istedi. Alacaklılar da bu isteğin yanında olduklarından, üstüne üstlük
vereceklerin ödenmesi için başka gelirler de olmadığından, Osmanlı
hükümeti Süleyman Paşa'yı Bağdat yöneticiliğine atamak zorunda
kaldı.!

Köprülü, Bizans'ın Osmanlı Müesseselerine Tesiri, THİTM, 1, s. 284;


H. İnalcık, Otıoman Medhods of Conquest Studia İslamic, s. 103-122;
The Nature of Traditinonal Society (Political Modernization in
Japon and Turkey, Princetion University press 1964, s.44
'"Feodalite"yi savunanlar: H.A.R. Gibb-Harold Bowen, lslamic
Society and the West, 1. Oxford Univ. Press 1950, s. 46-47; İ. Hüsrev,
Türkiye'de Köy İktisadiyatı, Kadro Mecmuası Neşriyatı 1 İstanbul
1934, s. 153-167, B. Boran, Metot Açısından Feodalite ve Mülkiyet
l. Yön, sayı 50 (28 Kasım 1962.) ATÜT diyenler: N. Berkes,
Azgelişmişliğin Tarihsel Nedenleri ve Doğu Toplumlarının Yapıları
ve Bu yapıların Bozuluşu, Yön, sayı 186 (21 Ekim 1966); S.
Divitçioğlu, Asya Tipi Üretim Tarzı ve Azgelişmiş Ülkeler, Elif
Yayınları, İstanbul l 965; Asya Tipi Üretim Tarzı ve Osmalı
Toplumu, İÜİFY, İstanbul 1967. "Pre Kapitalist" nitelemesi; D.
Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, Ankara 1968, s. 11-26.

İzzi, s. 168. Ünlü Ahmet Paşa'nın ölümü üzerine Bağdat


yöneticiliğine Kasım 1747 yılgününde Hacı Ahmet Paşa atanmıştı.
Ancak, ünlü Ahmet Paşanın yetiştirmelerinin kışkırtmasıyla Nisan
1748 yılgününde bu görevi bırakmış ve görev Kesriyeli Hacı Ahmet
Paşa'ya verilmişti. Şahla Hacı Ahmet Paşa'da İçel sancağına
gönderilmişti. Aralık 1748 yılgününde aynı göreve Tiryaki Mehmet
Paşa atanmış ise de, Ahmet Paşa'nın yetiştirmelerinden olup Bağdat
yöneticiliğini ele geçirmek isteyen Süleyman Paşa'nın diretisiyle

387
Orduyu izlemiş olan kimi aç ve aylak kişiler Temmuz ayı
içerisinde ayaklanarak işyerlerine saldırmış ve buraları talan
etmişlerse de, alınan yerinde önlemler sonucu bu başkaldırılar
bastırılmış ve katılanlar en kısa sürede başkentten çıkarılmışlardı. Bu
başarıdan dolayı da Sultan Mahmut, sadrazam, "yeniçeri ağası" ve bu
olayın bastırılmasında yararlılık gösteren savaşçıları bol bağışlarla
ödüllendirmişti. Ayrıca talana uğrayan satıcılara dokunca ödentisi
verilerek, bundan böyle yabancıların başkentte oturmalarının yasak
olduğunu yineleyen yeğin buyrultular verilmişti. 1
Bir yandan İran büyükelçisi sultanın ödülleriyle yüklü olarak
İstanbul'dan ayrılıyor, öte yandan yeni elçilik kurulu da başkente
doğru yola çıkıyordu. İran' ın tutumu Osmanlı hükümetini,
uyuşmazlıkların çözümünü ertelemeye yönelttiğinden, Bağdat
yöneticisine, gelmekte olan elçilik kurulunun orada alıkonulmasını
öngören bir buyrukla birlikte, elçilik kurulunun günlük geçim
ödenekleri karşılığı iç hazineden 3.000 "zer-i meskuk" gönderildi.2
Mart 1749 yılgününde bir yıkıntının temellerinden Abbasiler
döneminden kaldığı sanılan türlü biçimlerde 3.354 altın (pieces d'or)
içeren iki çömlek çıkarıldı. 4.970 "dirhem" ağırlığında ve o
dönemdeki değeri 4.523 altın olan bu buluntulara, başkentten

karşılamış ve sonunda Osmanlı hükümeti Süleyman Paşa'yı Bağdat


yöneticisi yapmak zorunda kalmıştı. (O. C) Bkz. i. Hakkı, OT, 412,
s. 358 ve 366.
İzzi, s. 169, 170. 20 Memmuz 1748 yılgünündeki bu başkaldırıyı
bastırmakla görevli olan savaşçılar kişi başına 1.500 kuruş, talana
uğrayan satıcılara 2.500'er kuruş almışlardı. (0.C) Bkz. Hammer,
C.8, s. 106.
2 İzzi, s. 185. İran'daki karışıklıkların barışı çekinceye düşürdüğü ileri
sürülerek, Mustafa Han başkanlığındaki İran elçilik kurulunun
İstanbul'a gelmesine izin verilmemişti. Günlük geçim ödeneği olarak
Mustafa Han'a 2.000, birlikteliğindeki Mehdi Han'a da 1.000 "zer-i
meskuk" özgülenmişti. (0.C) Bkz. İzzi, s. 185/B.
388
gönderilen bir buyrukla elkonuldu. 1
1750 yılında ölen Maraş kent yöneticisinin kalıtına olduğu gibi2,
Aralık 1750 yılgününde de, Rakka (Urfa) kentinin gelirlerini yaşam
boyu koşuluyla kesimine almış olan Pir Mustafa Paşa'nın 1.000
keseye ulaşan varsıllığına elkonuldu. Bu zoralım, Mustafa Paşa'nın
kesimi altında bulunan devlet gelirlerinden, hükümete olan borcuna
karşılık sayılmıştı. 3
Öte yandan 23 Kasım 1751 yılgününde ölen Cidde yöneticisi
Osman Paşa'nın kalıtını kilit altına alan Mekke şerifi, bu yılın
gelirleriyle 1751 yılı sonuna değin iki kutsal kentin ödenekleri
( surre) ve savaşçıların aylıkları ile öteki giderleri karşılamayı
üstlenen Osman Paşa'nın yardımcısının kent yöneticiliğine atanması
önerdi. Öneri, hükümetçe de onaylandı ve borçlar tümüyle ödendikten
sonra, kilit altına alınan kalıttan kalanının hazineye gönderilmesini
öngören buyrukla birlikte özel bir görevli (commissaire)
gönderildi. 4
Afyon (Karahisar-ı Sahib) yöneticisi Köse Ali Paşa'nın Aralık
17 51 yılgününde ölmesi üzerine, hazineye olan vereceğine karşılık

İzzi, s .. 199. Bu altınlar Mehmet Paşa'nın Musul yöneticiliği


döneminde Musul kurganı ile Kızılcami arasında bulunmuştu.
"Oraya varub iki ıbrıktaki altunları ... " (0.C) Bkz. İzzi, s. 199/A.
2 İzzi, s. 225.
3 İzzi, s. 240 " .. ve bin keseden mütecaviz nukut ve eşyasını isal ve
teslim eyledi. (0. C) Bkz. İzzi, s. 240/B.
4 İzzi, s. 241. Ciddi yöneticiliğine atanan Kahya Mustafa Paşa ( 13
Ocak 1751, Hammer, C.8, s. 146), ölen yöneticinin üzerinde kalan ve
savaşçıların beş dilimden oluşan üç aylıklarının toplamı olan 61.081

kuruş ile yargıçların bir yıllık aylık tutarları olan 165.334 kuruş da

yükümlenmişti. (0. C) Bkz. İzzi, s. 241/A. Burada sözü edilen


Mekke şerifi, Mesud hin Said idi. (0.C) Bkz.İ. Hakkı, Mekke-i
Mükerreme Emirleri, Aıık. 1984, s. 104-105.
389
tüm varsıllığına el konuldu. 1
26 Temmuzda çıkan bir yangında ·'yeniçeri" odaları yanıp kül
oldu.2 Sultan Mahmut, iç hazineden 689 kese (rumi) alınarak bunların
yineden yapılmasını buyurdu. Sözü edilen para Yenisaray'daki '·divan-
ı atik"te baş defterdar, "çavuşbaşı", "teşrıfati" ve olayyazar
Süleyman İzzi ile öteki görevliler gözetiminde sayılarak, aylıkların
ödenmesindeki uygulama doğrultusunda ilgililere özgülcndi. Odalar
kütüklerdeki sıralamalarına göre birer birer gelerek 40'ar kese
akçalarım aldılar. Bu paralar, gereksinim ölçüsünde çekilerek odaların
yineden yapımında kullanılmak üzere Süleyıııaniye ha:incsine
aktarıldı.

1753-1754. Bu yıllar içeriside savaşçıların aylıkların düzenli bir


biçimde ödendi. Sultan Mahmut, Köprülü ve Damat İhralıim Paşa
dönemlerinde olduğu gibi, saray ileri gelenlerinden birisini buyruk
(hat) ve "teşrifati"3 verilmek üzere sadrazamı kutlamaya yolladı.

İzzi, s. 241 (arka sayfa) "Köse Ali Paşa '11111 madut olan şiratı
mehasisinden efzunu nükud mevcude ve emvali eşyayı mazbutası
berayı edayı duyun tarafı miriden zapt olunmak üzre ba fermanı
ali ... " (0.C) Bkz. İzzi, s.241/B
2 İzzi, s. 253. Dağıtım yangının yedinci günü yapılmıştı. (3 Ağustos
1751 ). "Hazine-i amire kahyası" (sonraları ''hazinedar-ı şehri yari"
adını almıştı. s. 2=78) Halil Bey ortalara kütüklerdeki sıralamaları
doğrultusunda 40'ar kese akça dağıttı. Yangından dokunca gören
odalara 566.5 kuruş ek artış veril eliği gibi. 41 ortaya 2.50Cl' er kuruş,
121 sekban odaları için ele 2.000 kuruş olmak üzere tolam 344.500
kuruş verilmişti. (Bir kese 500 kuruş üzerinden: 689 kese)
"altıyüzseksenclokuz kise beyaz akça" burada sözli edilen defterdar,
Mııstafiı _Efc'lllfi, çavuşbaşı ise, Hacı Mehmet Ağa idi. (0. C) Bkz.
İzzi, s. 253/A.
3 "Ya rikabdar ağa (grand ecuyer) ya da hazine ketlıudası ağa (grancl
tresorier)" Vasıf, C. I. s. 15, 22. Teşr!f<ıt-ı 111üliik/i11e": bir görevliyi
ödüllendirmek için sultan eiiyle gönderilen kaftan ve armağanlar
390
Sultan Mahmut'un öldüğü 13 Aralık 1754 yılgününe değin aylıklar
aynı düzenlilik içerisinde ödendi.

ÜÇÜNCÜ OSMAN DÖNEMİ (1754-1757)


1754. Yeni sultan, öncelinin sadrazamından görevi sürdünnesini
istedi. Daha sonra da, göreceli parasal gönençten dolayı, sultanların
göreve başladıklarında "dirlik" ve "vazife" alanların. vermeleri
gelenek olan başa geçiş ödentisini (rüsum-ıı cul(isiye) bağışladığını
bir buyrukla duyurdu.1 25 Aralıkta devlet kurulundan geçirilen
2.394 kese (divani) aylıkların ödenmesindeki uygulama
doğrultusunda ilgililere dağıtıldı. 2 Bu dağıtımdan emekliler de
yararlanmışlardı. Bir süre sonra, devlet gelirlerini kötü yönetmekle
ünlü olan ve yerine getirilmesi olanaksız sözler vererek bu orunu
üstlenmiş olan Defterdar Halimi Efendi 21 Kasım 1755 yılgününde
görevinden alınarak sürgüne yollanmış, açık atırma ile satılan
varlığından elde edilen paranın bir bölümü de vereceklerine sayılmak
üzere satıcılara gönderilmişti. 3

yerine kullanılan bir deyimdir. (0.C) Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C.3,


s. 478. Burada ödüllendirilen sadrazam, Bahir Mustafa Paşa idi.
(0.C) Bkz. İ. Hakkı, OT, 412, s. 373.
Xll. Louis'te başa geçtiğinde "taç giyme sııııgusu" (Le present de
couronnement) denilen aynı tür ödentiyi bağışladığını bir buyrukla
duyurmuştu. d' Anquetil, Hist. de France, C.Xl; s. 128.
Olayyazarların bundan önceki dönemlerde bu tür bir ödentiden söz
ettiklerine rastlamadım. Bu tür sunguyu kent yöneticileriyle, yabancı
elçiler de verirlerdi. (0.C) Bkz. Z. Karamursal, s. 60.
2 Vasıf, C.i, s. 44, 45. Vasıf, C. 1, s. 44'te başa geçiş ödencelerinin
tutarını 1.197.000 kuruş olarak aktarıyor ki, "divani kese" 500 kuruş
üzerinden bunun tutarı 2.394 kese etmektedir. (0.C)
3 Vasıf, c.I, s. 73. Varlığına el konulan Halimi Efendi, Üskiidar' a
oradan da Limııi Adası'na sürgün edilmiş, yerine Ahmet Efendi
getirilmişti. (0.C) Bkz. Vasıf, C.1, s. 73. Halimi Efendi, para
yiyiciliği ileri sürülerek 25 Ekim 1755 yılgününe Sadrazam Bıyıklı

391
Aynı yıl, Mısır' dan gelen hazine yaklaşık 2.000 kese idi ki, bu para
Cevdet Efendi'nin yapıtını yazdığı dönemin (XIX yüzyıl O.C)
sürüm değerine göre, 20.000 kese ya da, 10.000.000 kuruş imiş. 1
Sokaklarda yüzleri açık olarak gezen kadınların gereksiz
tüketimlerini yasaklayan yeni bir savurganlı,~ı önleme yasası dışında,
III. Osman'ın öldüğü 29 Ekim 1757 yılgününe değin Türkiye'nin
ekonomik oluşumunda ilgi çekici bir olguya rastlanılmamaktadır.
Hazine, kamusal giderleri düzenli denebilecek bir biçimde
karşılamaktaydı. 2

ÜÇÜNCÜ MUSTAFA DÖNEMİ (1757-1774)


Ekim 1757 · 111. Mustafa da önceli olan Sultan Osman gibi, başa
geçiş ödentisini bağışlamış ayrıca, sultanların başa geçişlerinde
yinelenmesi gereken görev izin belgelerinden (ber' at) alınacak parayı
da yarıya indirmişti. 3 Başa geçişinden on iki gün sonra da etkin ve
emekli (oturak) savaşçılara başa geçiş ödenceleri dağıttı.4

Ali Paşa'nın buyrultusu üzerine öldürülmüştü. (O?C) Bkz.A.


Mumcu, Rüşvet, s. 240.
Cevdet, C.3, s. 67. Baş saymanlıkta bulunan ayrıntılı çizelgeye göre.
2 Vasıf, s. 91. Bu buyrultu ile kadınların sokağa çıkma günleri
sınırlandırılıyor, sultanıngezi günü olan perşembe, cuma ve pazar
günleri sokağa çıkmaları yasaklanıyordu. "nisvanı taifesi seyr-i
mahallerinde ve tavr-ı ziynet-i ber müzeyyed ile ... " (0.C) Bkz.
Vasıf, C.2 s. 91. Sultan, yarım yüzyıl boyunca içinde yaşadığı
yalnızlığın acısını kadınlardan çıkarmak istiyor gibi idi. (0.C) Bkz.
Hammer, C.8, s. 175. Sözü edilen buyruk geçerliliğini sürdüremedi.
Buyrukların çoğuncasının ancak öğleden, saat bire değin süreceği
doğrultusunda bir özdeyiş de bulunmaktadır. "Öğleden ikindiye"
(0.C) Bkz. Hammer, C.8, s. 175.
3 Vasıf, C.l, s. 97. " ... cülüs müheyminet-i menus zımmında zikr
olunan rüsum af olunduğundan gayri tecdid-i berattan dahi nısf hare
alınmak emr-ü ferman ... " (0.C) Bkz. Vasıf, C.1, s. 97.

4 "Askeri taifesinin eşkence (etkin) ve mütekaidine (emeklisine)"


392
Kutsal yerler vakfı (vaqouf-haremein) yönetiminin "darüssaade"
ağalarının yetki alanı içerisinde olduğuna 1716 yılı olaylarında
değinilmişti. Ancak, sözü edilen yönetimin varlığı ile yokluğu belli
değildi. Vakıf gelirleri bilinemiyor, birkaç kişi buraları talan
edebiliyordu. (Birkaç şahıs beyninde han-ı nüema gibi gariit ve yağma
olub O. C. Vasıf, C. 1, s. 102) vergi toplayıcıları yükümlüleri eziyor,
sıkıp suyunu çıkarıyor, yoksulluk içerisinde bırakıyordu. ("reayayı
müzdarib-ül hfü eylediklerinden gayri" O.C. Vasıf, s. 102) Öte
yandan, kesime verilen bu tür gelirlerin sayışmanlık kayıtları öteki
devlet gelirleri (mukataat) gibi başkentteki işyerinde (aklanı)
bulunmadığından (" ... ve mukataat-ı mezkure mir-i mukataalar gibi
emval ve fayizati aklamda müfid olmayub .. " O.C. Vasıf, s. 102) Salt
kutsal yerler saymanlığındaki eski kayıtlar üzerinde bulunan gelirler
bilinebiliyor, bu gelirlerdeki artışlar kesinkes ortaya
çıkarılamıyordu. ("fayiz ve neması meçhul ve mevhum" O.C Vasıf, s.
102) Bu durum titiz bir düzeltimi gerektirdiğinden, sözü edilen
vakfın önceki yıllarındaki gelirlerinin tutarını, birkaç yıldan bu yana
elde edilen gelir artanını, bu paraların nerelerde kullanıldığını ve de,
kasada ne denli para kaldığını soruşturması için bir kurul
oluşturuldu. Kurul, birkaç günlük araştırmadan sonra, kasada 50.000
kuruş kaldığını bildirmekle yetinerek öteki soruların karşılılığını
bulamadığını bildirdi. Konunun önemini yeterince açığa çıkarmak
üzere, sadrazam Mehmet Paşa'nın önerisiyle bir buyruk
yayınlandı. 1Buyruk, kutsal yerler vakfı gelirlerinin bundan böyle

Vasıf, bu tür ödencenin emeklilere ilk kez verildiğini yazıyorsa da


("mütekaidine cümle idhal değilken" O.C. Bkz. Vasıf, C. l, s. 98)
Raşid, II. Süleylan döneminde de (1687-1691) aynı tür ödencenin
verildiğinden söz ediyor. (0.C) Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C. l, s. 311.

Ayaklanmaların başat nedenlerinden olan bu ödence bu


dönemmden sonra kaldırılmıştı. III. Mustafa başa geçiş ödencesi
dağıtmış ancak, aylık artışı vermemişti. (0.C) Bkz. Hammer, C.8, s.
282.
Vasıf, C. l, s. 102 (0.C) "Darüssaade" yönetimi 1582 yılında
kurulmuş olup, önceleri kapıağasının gözetiminde olan kutsal yerler
vakfı ile vakıflar saymanlığı ve vakıf denetmenliği de bu birimin
içerisine alınmıştı. (0.C) Bkz. A. Özcan, Fatih'in teşkilat
393
''dariissaade ağaları"nın gözetiminden alınarak, kamusal gelir-
giderleri yönetmekte saltık bir yetkinliği bulunan defterdar
aracılığıyla kesime verilmesini, satış tutarlarının iç hazineye
aktarılmasını, vakıfların onarımına yönelik zorunlu giderlerle,
iş yerinde (ak lam) kayıtlı olan ödenekler (ra::.(fe) için gerekli olan
para tutarını gösteren belgenin (sıırer)l yeri geldiğinde iç hazineden
çıkarılarak vakıf yöneticiliği (mütevelli)2 aracılığıyla ödenmesi,

Kanunnamesi, s. 34. Burada sözü edilen gelir artanı 50.000 kuruş


değil, 51 .000 kuruş idi. "Ellibirbin kuruş eler kise olduğunu bundan
başka malumatları olmadığını beyan ve tetlıim eylediler." (0.C) Bkz.
Vasıf, C. I, s. 103. Burada sözü edilen sadrazam ünlü Mehmet Ragıb
Paşa'clır. (Koca Ragıb Paşa) Bilim ve yazım alanındaki üstünlüğü ile
Osmanlı sadrazamları arasında en ön sırada yer alan Ragıb Paşa,
bilgin ve "şair"Jerin en büyük koruyucusu olmuş, onları sürekli bir
biçimde yönlendirmiştir. Vasıf, Ragıb Paşa'clan "saclr-ül vüzera"
(vezirlerin başı) diye söz etmektedir. (0.C) Bkz. Vasıf, C. 1, s. 223.
Buna karşın Koca Ragıb Paşa'nın savaş yani ısı olmadığı ela
bilinmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. İ.Hakkı, OT, 4/2, s. 385-397;
Hammer, C.8, 337-341; N. Vukuat, C.3-4, s. 55, 56, 112, 140; N.
Vukuat, 1294 C. 3, s.48.
Suret: Ödeme buyruğu (Ordonnance ou titre payement) Vasıf, s.
l 77'cle okunuyor; "Nişanci, (tevgqy) baş saymanlığın 6.000 kuruş
tutarındaki "suret"inden yararlanmaktaydı. (L'ex tevqyy, etant en
clisponibilite, reçut clu bach-mouhacebe un souret portant qu'il lui
serait paye une somme de .6.000 ghourouch par mois) "Tevkii
Mustafa Paşa bila mansıp kalub tarafı miriclen beher mah altıbin
kuruş verilmek babında baş muhasebeden sureti ita olundu." (0.C)
Bkz. Vasıf, C.I, s. 177. Suret: Hazineden ödenecek paranın
tutarını içeren ve hazinece alacaklıya verilen belge anlamına
gelmektedir. Hazineden alacaklı olanlara iki tür ödeme yapılırdı. 1-
Alacaklı, bir kişi ve tez elden ödeme yapmak zorunluluğu var ise,
"suret", 2- Yok, alacaklı birden çok kişi ise ve ödeme dağınık bir
biçimde yapılacaksa, bunlara "sergi" verilirdi. (0.C) Bkz. Z.
Pakalrn, Deyimler, C.3, s. 276.
2 Bkz. Belin, Memoire sur Jes vaqoufs. Bu gelirler, 1757-1758 yılında ·
394
vakıflar gelir artanının kutsal yerlerin onarım ve bakımında
kullanılmak üzere hazinede alıkonulmasını, ayrıca açığa alınan
"katip", "baltacı" (taberdar) ve "ağa kapıcıları"nın (çuhadar) kesimleri
altında bulunan gelirlerin geri alınmasını ve en çok parayı veren
isteklilere satılmasını, vakıf yöneticisi ile onun görevlilerine
"nazır" ve "kfttip"liklcri karşılığı olarak yeterli bir aylığın da gelir
artanı üzerinden verilmesini öngörüyordu. 1
Bu düzenlemelerin uygulamaya konulmasından kısa bir süre sonra,
zorunlu giderlerin kısılmasından dolayı 1.000 keselik bir gelir artanı
elde edildi. Bu para, aylık ödeme kurulunun (du divan de l'uloufö)
toplandığı gün "divan-ı atik"e ve orada sayıldıktan sonra da, dış
hazine sorumlusunun (employes du tresor exterieur) gözetiminde iç
hazineye (tresor interieur) aktarıldı ki, bu taşıma sırasında sadrazam,
kaptan Paşa Anadolu ve Rumeli baş yargıçları (sadreyn) ve defterdar
efendi de orada anık bulunuyordu. İşlem sona erdiğinde iç hazineye
gelen sultan, beğenisinin göstergesi olarak sadrazamı "kapaniçe", ve
öteki görevlileri de "kafıan"larla ödüllendirdi. 2 Bu izleyen 1758
yılında, sürgünden dönen ve üçüncü kez defıarlığa atanan Halimi
Efendi'nin kişisel çabalarıyla kutsal yerler gelirlerinin kesime

yeni bir düzenleme ve değerlendirmeye bağlı tutularak, yönetimi


"darüssaade ağaları"nın elinden alınmış, kesime verilmesi yetkisi
defterdarlara bırakılmıştı. Böylece kutsal yerler vakıf gelirleri de
yaşam boyu uygulaması içerisine alınmış olmaktaydı. 1759-1760
.yılına özgü işlemlerden çıkarılan sonuca göre; kutsal yerler
gelirlerinden elde edilen para 1.552.643,5 kuruşa ulaşıyordu. Aynı
yıla özgü giderler ise şunlar idi; l- Vakıf koşulu gereğince yapılan
olağan ödemeler: 689.991, 5 kuruş, 2- Camii onarımı v.b.g. ödemeler:
91.149.5 kuruş, 3- İç hazineye aktarılan: 745.016 kuruş, 4- Para
basımevine bırakılan: 9.091,5 kuruş. Toplam giderler: 1.535.248,5
kuruş gelir artanı: 1.395 kuruş. (0.C) Bkz. Y. Ce::.cır, Maliye, s.
100
Vasıf, C. ı. s. 103. (Vasıf, C.1, s. 102-103 O.C)
2 Vasıf, C.I. s. 109. ''biıı kise fazla ... " (0.C) Bkz. Vasıf, C.l, s.
109.
395
verilmesinden, türlü giderler dışında 2.000 keselik 1 bir gelir artanı
elde edildi. Aynı yıl içerisinde, o güne değin yaşam boyu koşulu ile
kesime verilen tütün gelirleri, üstencilerin verdikleri öncelikli
paralar (muaccele)2 geri verilmek üzere "emanet" yönetimine
dönüştürüldü. Bununla birlikte, Halimi Efendi buyruğu altında
çalışan görevlilerin yiyiciliğine göz yummasının, ayrıca kendi
açgözlülüğünün gelirlerin artmasına engel olduğunun anlaşılması
üzerine, yaratılışından kaynaklanan bu içgüdüsel eğilimlerinin
karşılığını başı ile ödemiş, varlığından bir bölümüne elkonulmuş,
kalanı ise, alacaklıları adına satışa çıkarılmış, yiyicilikte kendisine
katılan öteki görevlilere de aynı yaptırımlar uygulanmıştır. 3 Halimi
Efendi'nin ardılı olan Rami Paşa Oğlu Mustafa Bey de kendisinden
beklenilen başarıyı gösteremediğinden 1761 yılgününde görevden
alınmış, yerine "Reisülküttap"4 Abdi Efendi getirilmiş, ancak, Abdi
Efendi'de bu orunu kısa bir süre sonra para basımevi yöneticisi olan
Rakım Mehmet Efendi'ye bırakmıştı.5
Sultan Mustafa döneminde para basımevi yöneticileri de sık sık

Vasıf,C.l, s. 147. Halimi Efendi samur bir kürk ile ödüllendirilmişti.


(0.C) Vasıf, C.1, s. 147. Vasıf, aynı sayfada, Danimarka Elçisinin
ülkesine döndüğü, "cemaziyelevvelin 16. günü" (Aralık 1758)
savaşçılara birer dilimden oluşan üçer aylıklarının ödendiğini,
"ihrac-ı mevacih" başlığı altından aktarıyor. (0.C)

2 Vasıf, C.l, s. 156. Karş. Yıl 1715


3 Vasıf, C.l, s. 170. Vasıf, bu sayfada, Halimi Efendi'nin
yolsuzluklarını anlatıyor, ancak parasal bir konuya değinmiyor.
(0.C)
4 Vasıf, C. l, s. 195.
5 Vasıf, C. 1, s. 226. Devletin olayyazarlarına göre, Mehmet Emin
Efendi, uygulamaları ile geleceğe yön veren bir yönetici idi. "eşer
min-el kamer ve tedbir-i emza min-el kader" (0.C) Bkz. Vasıf,
C.1, s. 108. Mehmet Efendi'nin yerine de de Avni Efendi
getirilmişti ki, bu atama kutsuz çarşambaya rastlıyordu. Çarşamba
günleri kutsuz sayılırdı. Ayın son çarşambası ise en kutsuz gündü.
(0.C) Bkz.Hammer, C.8, s. 350.
396
değiştirildi. Olayyazar, yeni bir para basımı olgusundan söz etmiyor. 1
Ancak "sarraf" ve "borsacı"ların başkentte basılan altınların
kıyılarını kırpmaları sonucu para değerinin düştüğünü, geçim gereç
ederlerinin yükseldiğini, bu nedenle Ağustos 1762 yılgününde bir
buyruk yayınladığını ve buyruğun, tüm ülkede gözden düşen
altınların para basımevine götürülerek ağırlıklıklarına göre
karşılığını almasını, ya da "sarraf'lar aracılığıyla değiştirilmesini
öngördüğünü aktarmakla yetiniyor.2

1764. Para basımevi yöneticisinin verdiği bir alındı belgesinin


içeriğinden,"yeni zer-nıahbııb"un (nouveau zer-mahboub) ederinin

Hammer, C. 16 . 26'da, bu dönemde, bir önceki dönemde basılan


"zolota"lardan daha düşük değerde bir "zolota" basıldığından söz
ediyor. Bu tür para basılması çoğunlukla sultan eşlerinden birisinin
"gebe" olduğunun anlaşılması üzerine yapılırdı. III. Ahmet'in
başlattığı bu gelenek, daha sonra bırakılmıştı. III. Mustafa'nın
bastırdığı "zolota"ların değeri, ///. Ahmet'in çıkarttığı "zolota"lara
göre birkaç para daha düşüktü. (0. C) Bkz. Hammer, C.8, s. 295
2 Vasıf, s. 228. Buyruğun öngörüsüne uymayanlara yeğin bir biçimde
karşılık verilecekti. "bu tenbihe uymayanları cezalandırmak" (0.C)
Bkz. Vasıf, C.1, s. 227-228. Vasıf, s. 228'de, paraların arılıkları ile
oynayan bu kişiler için "sevdagiran" deyimini kullanıyor. (0.C)
Buyrukta ayrıca, verilecek altının karşılığının akça olarak alınması
da öngörülüyordu. "Darphaneye getirip vereni miktar akça olmak ... "
(0.C) Eylül 1763 yılgünlü bir buyrukta da, yaldız, macar fındık, zer-i
mahbub ve İstanbul zincirlisi altınlarının bir kırat eksiğinin 25 akça
düşüğü ile alınması öngörülüyor ve altınların şu ölçülerle alınması
isteniliyordu.
kırat buğday

Fındık 17.5 0.5


İstanbul altın-zincirli 17.5 0.5
Zer-i mahbub 13 1
Mısır zincirlisi 17.5 20.5
Mısır tuğralı 17 1
Yaldız altın 17.5 0.5
Macar altın 17.5 0.5
(O.C) B.S. Baykal, Para düzeni, s.71.

397
Temmuz ayı içerisinde l 10 para 1 olduğu anlaşılmaktadır.

Ayrım 8. 1768-1808.

HAZİNEDEKİ PARA DARLIGI; ALTIN PARA


EDERLERİNİN YÜKSELMESİ; SONUÇ
VERMEYEN DIŞ BORÇLANMA
GİRİŞİMLERİ İÇİN YİNELENEN ÖNERİLER;
DEVLET GELİRLERİNİN YAŞAM BOYU
GETİRİYE (SEHİMS) DÖNÜŞTÜRÜLMESİ;
ALTIN PARA EDERLERİNİN YİNEDEN
SAPTANMASI; PARALARIN GERÇEK
EDERLERİNİN SAYMACA BİR BİÇİMDE
YÜKSELTİLMESİ; GÜCÜL BİR BİÇİMDE
ALINAN VERGİLER; ALTIN VE GÜMÜŞ
TAKIMLARIN PARA BASIMEVİNE
GÖNDERİLMESİ; ÖRGENSEL DÜZELTİM.

1768 yılına değin parasal işlerin düzenli bir biçimde


yürütülmesine engel olacak bir dış olaya rastanılmadığı gibi,

50.000 "zer-i mahbub": 137.500 kuruş ya da, 275 kese. Bu durumda


"zer-i mahbub"un 110 para olduğu anlaşılıyor. Cevdet, C.5, s. 304.
Karş. Yıl 1735-1736 (2.75 kuruş x 40= 110 para O. C.) Yeni fındık
altını da 3 kuruş 35 para değerinde idi. (0.C) Bkz. Cevdet, 1309,
C.6, s. 21. " .. Mustafa salis devrin eski usül meskukat devam etmiş
ise de kuruş ve zolotaların vezinine güya bir tedbir-i mail olarak bir
rub derecesinde tenzil ve ayarları telkıs. edilerek yetmiş seneden beri
husule gelen intizam ihlal edilmiştir ayrıca altmışlık namı ile iki
zolotalık yani altmış paralık sikke dahi basılmıştı bu devrin akçaları
bir kırat vezninde idi..." (0.C) Bkz. H. Ferid, s. 185.
398
yıllıklar da bu dönem içerisinde üzerinde durulması gereken önemli
bir yönetimsel oluşumdan söz etmiyorlar. Ancak, Türkiye' nin
ekonomik oluşumunun bu evresinin görkemli bir bolluk gösterdiği
dönemi de burada sonra eriyor. Aynı yıllarda kuzeyde ortaya çıkan
belirtiler, Osmanlı hükümetinin tüm ilgisini bu yöre üzerinde
yoğunlaştırmasına neden oldu. Sultan III. Mustafa başkanlığında
toplanan bir danışma kurulunda, Rusya' nın yürürlükteki
antlaşmalara aykırı olarak Lehistan' ın (Pologne) içişlerine
karışmasından dolayı, savaş düzenlemelerine başlanılmasının
gerekliliği öngörülüyordu. Sadrazam, 22 Mart 1769 yılgününde
İstanbul'dan ayrıldı ve Jsakçı'da konakladı. 1 Savaş başladığında
yiyecek, araç-gereç ve kaçınılmaz giderler ordu kasasını boşaltmış ve,
Sultan Mustafa özel hazinesinden 3.500 keseyi ordu konaklama yerine
göndermek zorunda kalmıştı. 2 Hotin önlerinde elde edilen önemsiz

Vasıf, C.I, s. 316 ve sonrası. Cevdet'e göre (C.5, s. 226); 1768-1769


yılında kuruş 5 frank değerinde idi. 1775 yılında ise kuruş 3 frank idi.
(Kuruşun değerinin yükseldiği görülmektedir. O.C. Bkz. Cevdet,
çev. C.6, s.30) Savaşa neden olan olay, Rusya'nın ölen Lehistan
Kralı lif. Ogiist'ün yerine, Çariçe //. Katerina'nın gözdelerinden
Staııis/as Poııyatovski'yi gücü! bir biçimde kral seçtirmeleri ve buna
karşı direnen Leh vatanseverlerini Bar kasabasında dağıtarak,
kaçanları kovalamak amacıyla Osmanlı sınırlarından içeri girmeleri
idi. (0.C) Bkz. Hammer C. 8, s. 40 ve sonrası. Burada sözü edilen
Sadrazam, Yağlıkçızade Mehmet Emin Paşa idi. Ancak, sürekli
yenilgiler üzerine 13 Temmuz 1769 yılgününde kendi isteği ile
görevden alınmış ve yerine Mo/davaııcı Ali Paşa atanmıştı. (0.C)
Bkz. N. Vukuat, C.3-4, s. 59 ve 326.
2 Vasıf, C.2, s. 34. Aynı günlerde Yeniçeri Ağası Kör Hüseyin Ağa,
Sultan Mustafa'ya, yolsuzluklara çok üzüldüğünü ve bunu
önleyeceğini söylediğinde III. Mustafa Ağa'ya "ne elemek istiyorsun?"
diye sormuş, Hüseyin Ağa'da "sultanım, İstanbul 'daki savaşçılar
aylık dağıtımlarında yalnızca 750.000 alırlar, geri kalanı ise din
adamları, devlet ileri gelenleri ve saray ağalarına gider anlaşılan siz
bu durumları bilmiyorsunuz düzeltmek için yeğin bir buyruğunuz
399
birkaç başarı dışında,
1769 yılı sürekli yenilgilerle geçti. Yılgınlık ve
kargaşa o düzeye geldi ki, yeniçeri ağası aylıkların bulunduğu
torbaları taşıtabilmek için bile yeterli sayıda savaşçı bulamıyordu.
Sözü edilen ağa, İbrail'e yardım olarak 1.000 kişi gönderilmesini
öngören bir buyruk almasına karşın, ancak 300 kişi bulabilmiş, kalan
700 kişiyi ise Babadağ yerlilerinden derleyebilmişti. l

1769-1770. Ordu hazinesine, sultan hazinesinden (hazine-i


hümayun) 4.000 keselik bir yardımda daha bulunuldu. Kara orduları
gibi, kıyıları koruyamayan donanma da Çeşme'de büyük bir yenilgiye
uğradı.2 Kartal ovasındaki büyük yenilgiden sonra, Tatar hanı
İsmailiye kurganının savunulmasını üstlenmek istedi ise de, ancak
Kili gibi burası da çok geçmeden Rusların eline düştü. Bunun üzerine
İsmailiye komutanı Mustafa Paşa, bu kurganın savunulması karşılığı
gönderilen 150 keseyi ordu hazinesine geri vermek zorunda kaldı. 3

yeterli olur." demişti. (0.C) Bkz. İ. Hakkı, Kapıkıılu /. s. 498.


"Üçbinbeşyüze karib meblağ kapucubaşı Abdullah Ağa
mübaşeretiyle ... " (0.C) Bkz. Vasıf, C.2, s. 34. Rus savaşı nedeniyle
Davutpaşa 'dan yola çıkan atlı savaşçıların sayısı 4.000 iken,
odabaşları 14.000 kişi üzerinden günlük geçim ödeneği almışlardı.
(0.C) Bkz. İ. Hakkı, y.a.g.y. s. 499.
Vasıf,
C.2, s. 67. Sözü edilen ağa, Süleyman Paşa idi. "bin nefer imdat
ferman olundukta ... (0. C) Bkz. Vasıf, C.2, s. 67.
2 Vasıf, C.2, s. 82. Çeşme yenilgisi 5 Temmuz 1770 yılgünlüdür. (0.C)
Bkz.N. Vukuat, C.3-4, s. 62. Ayrıntılı bilgi için bkz. Hammer, C.8,
s. 446-448.
3 Vasıf, C.2, s. 98, 106. "mefhumu üzere cümlesine onbirbin kuruş
bahşişi ita ve .. " (0.C) Bkz. Vasıf, C.2, s. 107. Sözü edilen
sadrazam, İvazzade Halil Paşa idi. Vasıf sadrazamın ödüllendirilmesi
doğrultusunda şu özdeyişi anımsatıyor.

''beda bi-deva-i müsri fi-şifa

derahim beyaz lil-1-curuh-i merahim" (tez olamanın bir yolu, kızıl


yaralar üzerine konan beyaz (gümüş) paralardır. (O.c'ı Bkz. Vasıf,
400
Kartal yenilgisinden sonra, ordunun tinsel gücünü artırmak amacıyla
Isakçı'ya gelen sadrazam, burada yaralıları yoklayarak onlara 11.000
kuruş dağıtmış, ayrıca savaşçıları direnişe özendirmek için İbrail 'i
başarılı bir biçimde savunmuş olan Elhac Abdürrezzak Efendi'ye,
1.000 altın verdiği gibi, adı geçen kurganın yeni komutanını 5.000
kuruş (harçlık) ve buradaki görevli subayı da 2.000 kuruş ile
ödüllendirmişti. Sadrazam, başkentten yineden savaşçı ve para
yardımı istedi. Bu doğrultuda 1.000 kese akça daha aldı. Ancak,
Kerman, Bender ve İbrail'i birbiri ardından Rusların eline
geçmesinden sonra sardrazam yerini Isakçı'da bulunan Da,~ıstanlı Ali
Paşa'ya bırakarak kışı geçirmek üzere Babadağı'na gitti. (22 Kasım
1770 O.C. Bkz. Hammer, C.8, s. 457) Giderken de yeni komutana
100.000 kuruş bıraktı. Sadrazamın görevden alınması gecikmedi.
Yazgısı tersine dönmüş, kişisel giderleri için hazineden 6-7 .000 kese
borçlanmak durumunda kalmıştı. Savaşçı aylıklarına karşılık olarak
hazineden çekilen 2.400 kese ordu komutanının Pazarcık'ta kışladığı
sanılarak oraya yollanmışsa da, durum anlaşılınca bu paradan 400
kesesi ayrılarak Özi'ye, kalanı da Babadağı'na gönderilmişti. Ancak,
subaylar bu parayı diledikleri gibi bölüşerek büyük bir dilimini
kendileri için alıkoydular. Kısa bir süre sonra da, subaylar arasında
bölüştürülmek üzere 1.000 "zer-i kamertab" (pieces d'or) daha
gönderildi. 1 Bununla birlikte, altın para (Zer-meskuk) tümüyle
dolanımdan çekilivermişti. Bu tür parası olanlar bunları büyük bir
özenle saklıyor, alış-verişlerde çil akçalar (argent blanc) kullanıyor

C.2, s. 107. Ayrıca, İsmaili'ye kurganını savunmak isteyen Tatar


Hanına da, 50 kantar peksimet ve 10.000 kuruş gönderilmişti. (0.C)
Bkz. Vasıf, C.2, s. 98.
Vasıf,C.2, s. 128, 137. Vasıf, C.2, s. 137'de savaşçıların birer dilimden
oluşan üçer aylıklarının ödenmesine yönelik bir buyruk
yayınlandığından söz ediyor. (0.C) Yeni sadrazam Silahtar Mehmet
Paşa Kırım Hanı ile yaptığı ilk savaş toplantısında, kış mevsimini
Pazarcık yerine Babadağ'da _geçirmek konusunda anlaşmışlardı. (24
Aralık 1770) Yanılgının buradan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
(0.C) Bkz. Hammer, C.8, s.468

401
ve altın
para ortaya çıktığı anda baş ayrımı üzerinden değiştiriliyordu.
Doğru düşünen kimi görevliler, altının. sürüm değerinin çıkması
elverir en son sınırına yükseltilmesi durumunda 1 para üzerinden
vurgunculuk yapanların taşıdıkları altınları ellerinden çıkarmak
zorunda kalacaklarını ve bundan da, gerek hazinenin gerekse kamunun
yararlanacağını ileri sürüyorlardı. Sonuçta, o döneme değin 11 O para
değerinde olan "zer-i mahbub" bundan böyle 120 paraya2 , 155 para
olan fındık altını da 160 paraya yükseltildi.3
Öte yandan hükümet, ordu sandıklarında altın bulunduğunu
varsayarak değişim ayrımı üzerinden getiri sağlayacağını ummuştu.
Ancak, "veznedarbaşı" (caissier) başkentten gönderilen özel
görevlilerden daha önce davrandığından, gelen ilgililer sandıkta çok
az sayıda altın bulmuşlar ve üstüne üstlük sultan, ordunun
gereksinimleri için 400 kese daha göndermek zorunda kalmıştı. (2
Şubat 1771 O.C. Hammer, C.8, s.470)4
Sadrazam Halil Paşa, İsmailiye'nin yılmaz savunucusu
Abdürrezzak Efendi'yi, ordunun acıklı durumu ile sürekli
yenilgilerin nedenlerinin özellikle talan ve canlarından başka bir şey
düşünmeyen ve de aylaklardan oluşan öyle ki, orduda bulunmalarının
bile kutsuz bir etki yaptığına inanılan "mirilu asker"lerin
varlığından kaynaklandığını, Sultan lif. Mııstafa'ya sözlü olarak

"altunun ecnasına
tahammülü kadar terakki vazolunsa" Paraların
değerini yükseltmek amacıyla l 736 yılgününde de aynı yola
başvurulmuştu. (O.C) Bkz. Vasıf, C.2, s. 143.

2 Karş, yıl l 735- l 736 notu. Eski der 2 kuruş 30 para, yeni eder 3 kuruş.
l Şubatl 77 l yılgünlü bu buyruğun tam metni için bkz. B. S. Baykal,
Para Düzeni, s. 76-77 (0.C)
3 Eski ederi 3 kuruş 35 para, yeni ederi 4 kuruş. "Yüzon para zer-i
mahbub yüzyirmi paraya, yüzellibeşe cari olan fındık yüzalmış
paraya ... " (O.C) Bkz. Vasıf, C.2, s. 143.
4 Vasıf, C.2, s. 143. "veznedarbaşının melateni ile ... " (0.C.) Bkz.
Vasıf, C.2, s. 143.
402
iletmesi için İstanbul'a gönderdi. Abdürrezzak Efendi'nin sadrazama
getirdiği buyrukta; ordunun yineden yapılanması ve düzenli ordular
toplanması öngörülüyordu. Ancak, ne İstanbul ne de .orduda "mirilıı"
yazılmasının istenmemesine karşın, kamuoyu uygulamanın
sürdürülmesi eğiliminde idi. (Osmanlı vatandaşları bundan böyle
savaşçı olmak istemiyordu. O.C. Hammer,. C.8, s. 470) "Sipah" ve
"silahtar" ocakları için alınması gereken 2.000 savaşçıya özgü belge
(riius), ilgilere dağıtılmışsa da, bunun ancak 200'ü verilebilmiş kalan
800'ü geçersiz sayılarak yok edilmişti. l Savaş eylemcelerine bir süre
sonra yineden başlanacağından, ordunun gereksinimleri, ve de 5 Nisan
1771 yılgününde öd;-nmesi gereken iki dilimlik üçer aylıklarına
karşılık olmak üzere 2.400 kese akça daha gönderildi.2

1771. Sadrazam, Rus ordusunu karşılamak üzere I sakçı 'ya taşındı.


Burada, başkentten beklediği paraya karşılık 500 kuruş ile birlikte,
"teşr!fat"la yüklü olarak gelen sultanın gönderdiği "kapıcılarbaşı
kahyası"nı buyur etti.3 Bununla birlikte, parasal durumun üzüntü

Vasıf, C.2, s.147. "Mirülu": Uzayan savaşlarda ve savaşçı sayısının


yeterli olmadığı dönemlerde, aylıkla toplanan savaşçılar için
kullanılan bir deyimdir. Bunlar, değimsiz ve düzensiz olduklarından,

bir yarar sağlamıyorlardı. Burada sözü edilen "mirülu asker"


kuşkusuz ki, "kapılı" ya da "nıir-i levendler"di. Levendlerin ortadan
kaldırılmasında etkin olan nedenlerden birisi de, Osmanlı devletinin

1768-1774 savaşında acı bir yenilgiye uğramış olh1asıdır. Bu


yenilginin sorumluluğu "levend"lere dayandırılmış ve 1775
yılgününde kesin bir biçimde ortadan kaldırılmışlardır. (Ayrıntılı
bilgi için bkz. Cevdet 1309, C.2, s. 40 O. C) "Rüus'': Atama
belgesi yerine kullanılır bir deyimdir. ''Ancak ikiyüz adem kabul
rüus ile izhar" (0.C) Bkz. Vasıf, C.2, s. 147.
2 Vasıf, C.2. s.150. ''zilhice altıncı gün ikibindörtyüz kise akça vasıl"
(Belin, 17 zilhicce diyor.) (0.C) Bkz Vasıf, C.2, s. 150.
3 Vasıf, C.2, s.153. ''kapıcılar kethudası Salih A,~a ile beş yüz kise ve
teşrifati hümayun ma-askeri cihandariye tekarüb eylediği ... " (0.C)
403
verici olması ve kaçınılmaz savaş
giderlerinin karşılanabilmesi
zorunluluğu ordu ile birlikte bulunan Defterdar İsmet Ali
Efendi'nin usa vurma yetisini karmakarışık etmiş, bilinci kendisine
büyük yanılgılar yaptırabilecek ve de, işyeri görevlilerince bile
yakışıksız bir biçimde uyarılmasını gerektirecek denli sarsılmış idi.
Onulmaz duruma gelen sayrılığı, yerine bir başkasının atanmasını
gerektirmiş, ardılı Elhac İsmail Efendi'de bu sıkıntıya
katlanamayarak 24 Şubat 1772 yılgününde ölmüştü. 1
Rumeli geçesinde savaşın başlaması kimi başarıları da
birlikteliğinde getirdi ise de, bunun yarattığı olumlu etki Kırım'ın
Ruslar'ın eline geçmesi ile umutsuzluğa dönüştü. Bu olaydan büyük
üzüntü duyan Osmanlılar, Özi ve Kılburıın kurganlarının kendilerini
başarılı bir biçimde savunmaları ve Rusların bu kuşatmaları
kaldırmak zorunda bırakılmalarıyla avundular. Özi komutanı 3.000,
Kılburun komutanı da 1.000 altın ile ödüllendirildi. Öte yandan
Temmuz ayı içerisinde Rusların Yergöğü (Giurgiu-Ruslar Şurşa
diyordu, O.C. Bkz. Hammer, C.8, s. 471) önlerinde yenilgiye
uğratılmasından dolayı, "serdengeçti ağaları" birer kaftan, birer
tozluk ve yarımşar kese ile ödüllendirildikleri gibi komutaları
altındaki savaşçılara da, 40'ar kuruş aylık artışı verildi. Bu birliğin
komutanı da samur bir kürk, 3.000 altın ve savaşçılarına dağıtılmak
üzere 1.000 gümüş ve de 4.000 tüy çelenk2 gönderildi. Sınırlı başarılar

Bkz. Vasıf, C.2, s.153.


Vasıf, C.2, s. 154.
2 Vasıf, C.2, s. 173. Vasıf, C.2, s.170'de, Özi komutanı Ali Paşa'ya
3.000, Kıl burun komutanı Abdullah Paşa·' ya da 1.000 altın
gönderildiğini aktarıyor."... üç bin altun cep harçlığı Kılburun
Muhafızı Abdullah Paşa dahi bu atıfet-i dilnevayın hisseyab ve bin
altun irsaliyle" (0.C) Çelenk: Türkiye'de '"madalyon"un kaynağı.
Savaşlarda yararlılık gösterenlere, yara alanlara eskiden andaç
olarak "madalya" karşılığı verilen, değerli taşlarla bezenmiş, sorguç
kavuk ya da öteki başlıklara takılan süs anlamındadır. (0.C) Bkz. Z.
Pakalın, Deyimler, C.1, s. 34, Tozluk: Ayakkabıların üstü ile

404
bir .Yana, tüm gereksinimlerinden yoksun olan ordu bundan böyle,
değil Babadağı'nda Edirne ya da başkentte kışlamak istiyor, Ordu
kaçakları gün geçtikçe artıyordu. Sadrazam, ordunun acıklı ve
umutsuz durumunu tüm ayrıntılarıyla anlatmak üzere yazıcısı
Abürrezzak Efendi'yi başkente gönderdi. Sultan III. Mustafa orduya
750 keselik yeni bir yardımda daha bulundu. 1
Abdürrezzak Efendi'nin İstanbul'a gelmesinden kısa bir süre
sonra Sadrazam Mehmet Paşa görevden alınarak, yerine yineden
Muhsinzade Mehmet Paşa getirildi. Yeni sadrazam konaklama yeri
olarak Şumnu'yu seçti.2
Aralık 1771 yılgününde, savaşçı aylıkları için özgülenen paradan
ancak bir dilimlik üçer aylıklar ödenmiş. Kalan para ise savaş

bacakların alt bölümünü toz ve çamurdan korumak için kumaş ya da


derinden yapılan çorap konçu biçimindeki giyim gerecidir. Tozluk,
ayak ve baldırların sıcaklığını da sağlardı. (0.C) Bkz. Pakalın,
a.g.y.C.3, s. 52.
Vasıf, C.2, s. 175. Vasıf, aynısayfada "cemaziyelevvelin 24. salı
günü" savaşçılara birer dilimden oluşan üçer aylıklarının
ödendiğinden de söz ediyor. (0.C) Abdürrezzak Efendi durumu tüm
ayrıntılarıyla anlatmıştı. Aynı akşam III. Mustafa, Abdürrezzak
Efendi'yi yanına çağırtarak ona şöyle seslendi;" ... efendi, bu sabah
olacağını söylediğin şeyler oldu. O soysuzlar İstanbul'a doğru
kaçıyorlar. Şimdi, işi düzeltmek için sana göre ne yapılması
gerektiğini de şöyle." (0.C) Bkz. Hammer, C. 8, s. 479. Vasıf,
aynı sayfada "ordu hazinesinde dahi akçe kalmayub ... "; " .. iki aya
kalmadan firar. .. "; "eylül evailine dek orduda kimse kalmayub"; " ...
zahire kalmadı ... " gibi tümcelerle bu kötü durumu çarpıcı bir biçimde
yansıtıyor ve s. 176'da ise "def-i müzayaka (darlık) iradesiyle
yediyüzelli kise irsal olundu." diye ekliyor. (0.C)
2 Vasıf, C.2, s.189. Vasıf, C.2, s.186'da; Mehmet Paşa'nın görevden
alınması üzerine kendi görüşlerini belirterek, eski dönemlerden
ansıtmalar yapıyor ve yeteneğini kanıtlamı~ olan bir komutanın
sıradan bir vuruşmada yenilgiye uğramış olmasını, görevden alınması
için yeterli bir neden olarak saymadığını vurguluyor. (0.C)
405
giderlerine ayrılmıştı. 1 Kışlık konaklama yerinin düzenlenmesinden
kısa bir süre önce de orduya, yakında başlayacak olan savaşın
giderlerini karşılamak üzere sultan hazinesinden (ha:::ine-i hümayun)
1.300 kese altın gönderildi.2 Yıl sonunda en önemli olayı, yetenek ve
anlağı ile gerek devlet işlerinde, gerekse Rusya ile öngörülen ateşkes
antlaşması görüşmelerindeki tutarlı davranışları ile saygın bir yer
edinmiş olan Abdürrezzak Efeııdi'nin "reisülküttap"lık gibi seçkin
bir göreve atanmış olmasıdır.3 Hükümet, savaş giderlerinin yükünü
yeğniletebilmek için bu ateşkes süresinden yararlandı. Abdürrrezzak
Efendi' de yapılması öngörülen düzenlemelerle görevlendirildi.
Gerçekten de, savaş eylemcesinin uzantısı olarak devletin aylıklı
görevlilerinin sayısı iki katına yükselmişti. Bunların çoğuncası
görevlerini yapacakları yerde, aylık alma belgelerini alıkoyarak
ocaklarına geri dönmüşler, ötekiler de düşük bir aylıkla devlet ileri
gelenlerinin buyruğuna kapılanmışlardı. Öyle ki, yirmide bi~ kişi
bulunmamakta ve tüm boşalan görevler devlete bir yarar getirmeden
elden ele geçmekteydi. Abdürrezzak Efendi'nin soruşturmayı
başlattığı gün, "sipah" ve "silahtar" ocakları 7.000'er akçalık öteki
ocaklar da bununla bağıntılı bir biçimde, boşalan görevleri geri
verdiler.4 Bununla birlikte, barış görüşmeleri beklentiler

Vasıf, C.2, s. 194. Üçer aylıkların bir dilimi 1.160 keseye (rumi)
ulaşıyordu. Vasıf, C.2, s.211 " ... Askerinin binyüzaltmış kise-i
rumiden ibaret olan bir kıst mevacibleri ... " O.C)
2 Vasıf, C.2, s.198. İç hazineden çıkarılan 1.300 kese altın, Vidin
ordusu komutanı Ahmet Paşa'ya, kapıcıbaşı Nıılı Bey aracılığıyla
gönderilmişti. "sefere sarf olunmak için altın olarak binüçyüz kise
hazine-i hümayundan ... " (0.C) Vasıf, C.2, s.198.
3 "Dışişleri Bakanlığı" (Ministre des affaires etrangeres) Suphi, s.
186'da bu orunu üstlenen görevliyi, "Hamil-i esrar-ı saltanat" diye
tanımlıyor. (depostraire de secrets de l'Etat) Avusturya'nın aracılığı
ile, 30 Mayıs 1772 yılgününde 10 tanımlıktan oluşan bir ateşkes
antlaşması yapılmıştı. (O.C) Bkz. Hammer, C.8, s. 486

4 Vasıf, C.2, s.236. " ... sipah ve silahtar ocaklarından yedişerbin akça
406
doğrultusunda sonuçlanmadı. Sultan 111. Mustafa barış için son bir
girişimde bulunulmasını istedi ancak, olumsuz sonucu bir bildiri ile
kamuoyuna da duyurdu. Savaş yineden başladı. Kısa bir süre sonra
sultanın bundan böyle geçtiği sanılan sayrılığı, son yenilgilerin
verdiği kaygıların da etkisiyle yineden ortaya çıktı ve 22 Ocak 1774
yılgününde onun ölümüyle sonuçlandı. 1

BİRİNCİ ABDÜLHAMİT DÖNEMİ


(1774-1789)
Olayyazar, geleneksel başa geçiş ödencelerinden söz etmiyor,
yalnızca 16 Mart 1774 yılgününde iki dilimden oluşan birikmiş üçer
aylıkların ödendiğini aktarmakla yetiniyor.2 Hükümet, bu dönemde
tüm gelir kaynaklarını savaşı sürdürebilmek için gerekli olan
düzenlemelere özgülemek zorunda idi. Ancak, yineden başlayan
görüşmeler olumlu bir sonuca ulaşmış ve 11-23 Temmuz 1774
yılgününde Kaynarca barış antlaşması yapılarak: savaşa son verilmişti.
Savaşa neden olan Lehistan'dan söz etmeyen bu antlaşmada da; önceki
antlaşmaların yürürlükten kaldırıldığı, Tatarlar ile Basarabya ve

mahlfil verilüb sair ocaklardan dahi ... " (0. C) Bkz. Vasıf, C. 2, s.
236.
Vasıf, C.2, s.278. Kaynarca antlaşması 21 Temmuz 1774 yılgününde
yapılmıştı. (0.C) Bkz. E. Lavisse, A. Ramboud, Hıstoire Generale,
Paris 1896, s. 511. Antlaşmanın tam metni için bkz. N. Vukuat, C. 3-
4, s. 73-89.
2 Vasıf, C.2, s.286. "Muharremin üçüncü günü sınıf-ı askeriyenin iki
kıst mel'acihleri11i .. . " (0.C) Bkz. Vasıf, C.2, s. 286. Başa geçiş
ödencelerinin dağıtılmamasına neden olarak, savaş dolayısıyla
hazinenin boşalmış olduğu ileri sürülüyordu ki, kısa bir süre önce ölen
devlet ileri gelenlerinin kalıtına elkonulmasına karşın, bu gerekçe
çok yerinde idi. Mısır'dan Ebuzeheb'in kalıtı olarak 4.000 kese
gönderilmiş ayrıca baş yargıç Moldava11cı Paşa 'da 1.500 kese
bırakmıştı. (0.C) Bkz. Hanınıer, C.8, s.524-525.

407
Kııba'mn bağımsızlığı, Gürcistan (Georgie) ve Mingreli'nin asıl
beylerine geri verilmesi, sonuna eklenen bir tanımlık ile de,
Osmanlıların üç dilimde ödemek koşuluyla 15.000 kese akça savaş
ödentisi vermesi öngörülüyordu. 1
Barış antlaşmasının yapıldığı günlerde, Ebüzzeheb'in, babası Ali
Bey'i öldürerek Mısır yöneticiliğini üstlenmesi ile, Osmanlı devleti
bu yöredeki egemenliğini yineden ele geçirdi. Ebüzzeheb'in ilk işi,
birkaç yıldan bu yana gönderilmeyen Mısır hazinesini İstanbul 'a
göndermek olmuştu. 2

1775. Hükümet bu yılgününde, devlet görevlilerinin sayısının


azaltılması ve arpalık uygulamasının düzeltimiyle uğraştı.
Gerçekten, arpalıklar da öteki devlet gelirleri gibi (mııkataat-ı miri)
kesime verilmekte idi. Ancak, sıradan çıkarlardan dolayı beceriksiz
yargıç vekilleri (substituts des qadis) görevlendiren arpalık kapı
kahyalarından beş altısı sürgüne gönderildi ve şeyhülislam da, arpalık
üstencilerinin bundan böyle daha değimli ve becerikli yardımcılara
verilmesi ve bu konuda gereğinin yapılması doğrultusunda uyarıldı. 3

Cevdet, C. 1, s.55 ve sonrası. Küçük Kaynarca antlaşması yeni parasal


yükümlülükleri de birlikteliğinde getirmişti. 15.000 kesenin
(7.500.000 kuruş) üç dilimde ödenmesi gerekiyordu. (4.500.000 ruble)
(La Turquie paierait une indemnite de querre, de 4 millions et demi
de roubles en frais termes) (O.C) Bkz.E. Lavisse, Hist. Gene. S.
512. Bu para Osmanlı bütçe gelirlerinin yaklaşık yarısına ulaşıyordu.
(1761 yılı gelirleri 14.500.000 kuruş idi.) Bir başka parasal yük de,
Eflak ve Bağdan vergilerinin kısılması idi. (0.C) Bkz. Y. Cezar,
Maliye, s. 77.
2 Cevdet, C. 1, s. 94 (Bkz. s. 236 n. 2 0.C)
3 Cevdet, C.l, s: 99. Bu dönemde arpalıklar da öteki devlet gelirleri gibi
kesime veriliyordu. Ancak, açgözlü ve değimsiz "naih"ler
görevlendirildiğinden arpa kapı halkından beş kişi Akdeniz
adalarına sürüldüler. (0.C) Bkz. Cevdet, Çev. C.2, s. 20. Bundan
böyle sürgüne gönderilmekle yetinilmeyeceği ve daha yeğin
408
Savaşın doğal bir uzantısı olarak, 1. Abdülhamit'in ilk
dönemlerinde ortaya çıkan karışıklıkların bastırılması ile de
uğraşıldı ki, bu başkaldırıların sultanın yetkesinden öte kamuoyuna
benimsettirilen barış koşullarına karşı bir kınama niteliğinde olması
olasılığı akla daha yatkın gelmektedir. 1

1776. Bununla birlikte, Osmanlı devletinin tüm ilgisi İranlıların


Basra üzerine yürüyüşüne yöneldi. Şeyhülislam'ın dinsel buyruğu
(fetva) ile İran Şahı Kerim Han'a karşı savaş açıldı ve savaşçı, araç
gereç ile para gibi ne gerekiyorsa bunları göndermek için tüm
önlemler alındı.2 Bu önlemler doğrultusunda, Bağdat kent
yöneticisine 500 kese altın gönderildiği gibi, ayrıca bu kenti savunan
birliklerin gecikmiş aylıkları da parasal olanaklar elverdiği ölçüde

yaptırımlar uygulanacağı duyuruldu. (0.C) Bkz. y.a.g.y. s. 109.


Cevdet'e göre (C.5, s.226) 1775 yılında yaldız altını 3 kuruş 105 akça,
macar altını 3 kuruş 50 akça, kuruş ise 3 frank değerinde idi. Kırım 'ın
elden çıkması, ilk kez bir Müslüman ülkenin elden çıkması biçiminde
algılandığından, İslam kamuoyu bu durumu içine sindirememişti.
(0.C)
2 Cevdet, C. l, s. 131. Alınan önlemler şöyle idi: Günlük gereçleri için
Birecik'ten 30.000. Samsad'dan 40.000, Mardin ve Nusaybin
yöresinden 25.000, Rakka (Urfa) ve Malatya'dan 55'er bin,
Halep'ten 60.000 ve Musul'dan 294.000 kile buğday ve arpa aşrılıp bu
yiyeceğin yemin yerlerine ulaştırılabilmesi için, kerestesi Halep ve
Maraş yöresinden özgülenmek üzere Birecek'e 150 kayık yapımı,
ayrıca Bağdat'a 150 Halep kubbeli çadırı, 150 "çergi" (derme çatma
çadır O.C) Mustafa Paşa'nın kalıtı üzerinden bir oba, 4 yatak çadırı,
bir hazine '"çergi"si, bir şemsiye ile yeni yazılan savaşçıların
3.000'inin aylık ve sevinmelikleri karşılığı olmak üzere 500 kese
altın. Ayrıca, Bağdat'ı savunan savaşçıların gecikmiş aylıkları da
parasal olanaklar ölçüsünde bir düzene konuldu. (O.C) Bkz.
Cevdet, Cev. C.2, s. 83.
409
ödendi. 1
Süse karşı artan genel eğilimi önlemek amacıyla,
önceleri de
yayınlanan "savıırganlı,~ı önleme yasası" ytrıeden ansıtılarak, ülke
içerisindeki değişik ulusların değişik tür giysilerle dolaşmalarını
öngören bir buyruk yayınlandı. 2 Uğraş alanını baş saymanlığın iç
düzenlemesi üzerinde yoğunlaştıran sadrazam, 10 Mayıs 1776
yılgününde saat 2.00'de (ezani saat) kendisini tanıtmadan sözü edilen
birime gelerek odaları dolaşmış ve "belgelik" (nıevkııfat)
görevlisinden başka tek bir kişi bulamamıştı. Bu denetimden sonra
yayınlanan buyrultu da, görevlilerin bundan böyle saat l.OO'den
(8.02) 10.30'a değin (17.32 O.C) görevleri başında bulunmaları ve
bu düzenlemenin uygulanmasında yetersizlik gösteren yöneticilerin
görevden alınarak, sürgüne gönderilecekleri öngörülüyordu. 3

1 Cevdet, C.l, s.142. (Cevdet, 1309 Basım, s. 84-88 O.C)


2 Cevdet, C. 1, s.135.
3 Bu buyruk, gerçerliliğini ancak bir ay sürdürebilmiş, daha sonra aynı
durum yineden başlamış, bunun sonucu yeğin yaptırımlar
uygulanacağını öngören bir buyrultu yayınlanmıştı. Cevdet, C. 1,
s.207. (Cevdet, çev.C.2, s.72 O.C.) Karş. s. 225 (0.C) "Alaturka"
ve "Alafi'anga" saatlerin birbirine çevrilmesine ilişkin olarak bkz.
Monnaies principales Mesures Non Metriıques usitees dans
l'Empire Ottoman, Constantinople 1908 (Enclos St. -Benott).
Ces deux regles peuvent s 'exprimer par deux formules. Designons par
T 1'heure Turque, par F 1'heure Franque et par C. 1'heure du Coucher
du soleil. La regle du N 67 donne: F= T +C et celle du N 68 donne:
T=F-C
Le Tableau ci-dessous donne pour le 1 er et le 15 de chaque mois
1'heure du coucher du soleil (C).
Janv.Fevr. MarsApr. Mai Juin Juil AoutSpt. Oct. Nov. Dec.
Oca. Şub. Mar. Nis. May. Haz. Tem.Ağu. Ey. Eki. kas. Ara.
4,47 5, 17 5,55 6,30 7.02 7,30 7,41 7,22 6,40 5,48 5,03 4,37
15 5 5,30 6,12 6,46 7,16 7,39 7,35 7,04 6,45 5,25 4,47 4.38
(0.C) Bkz. y.a.g. y. s. 52.

410
Osmanlı hükümetinin, Kaynarca antlaşmasımn (du dernier traite)
yorumu üzerinde ortaya çıkan gerginliğin bir savaşa dönüşmesi
olasılığına karşı korungan üstlerin onarımı ve deniz gücünün yineden
donanımı gibi önlemler alması, bol sayıda para gerektirdiğinden
savaşçıların Eylül ayı sonunda ödenmesi gereken aylıklarında 400
keselik bir açık ortaya çıkmıştı. Defterdar bir süre beklenilmesini
istemişse de, savaşçıların yapılarından kaynaklanan başkaldırı
alışkanlığı gereği ödemeler iki gün içerisinde yapılmıştı. 1
"Zeamet" ve "tımar"ların
düzeltimi sorunu da, sadrazamın
tasarımlarından olduğu için Ekim ayının ilk günlerinde devlet ileri
gelenlerinden oluşan bir kurulda bu konuya yönelik bir tüzük
düzenlenmiş, tüzüğün içeriği Sultan Abdiilhamit'in onayına da
sunulmuştu. 2
Kırını'dan gelen tedirgin edici duyumlar üzerine, 23 Kasım günü
toplanan devlet kurulunda, yürürlükteki sonuncu antlaşmaya aykırı
düşmemek ve Rusya'ya karşı kışkırtıcı olmamak koşuluyla, İsmailiye
yöresinde "Kırım Ordusu"3 adı altında bir ordu kurulması uygun
görüldü ve bu düzenleme 3 Şubat 1778 yılgünlü bir yazı ile elçilik

Cevdet, C.I, s.179. Bu doğrultuda, Bender, Akkerman, Vidin


surlarının onarımı yapılmıştı. (0.C) Bkz. Cevdet, çev. C.2, s. 113.
2 Sözü edilen tüzüğüntam metni için bkz. Cevdet, C. I, s.185 ve sonrası
(Cevdet, 1309, C.2, s. 344 p.C) Osmanlı yönetim örgütünde, atlı
savaşçı yetiştirmeyi yükümlenmiş olan "zeamet" ve "tımar"'
üstencilerinin görevlendirilmesi "alay beyleri"nin sorumluluğunda
idi. Bunlar ilk dönemlerde sancaklarda oturur ve görevi doğrudan
üstlenirlerdi. Ancak, sonraları bu temel ilkeye uyulmadığından tüm
düzenleri bozulmuş, işlevini sürdüren "zeamet" ve "tımarlı"lar da
savaşlar nedeniyle şurada burada dolaşır olmuş, yersiz yurtsuz
kalmışlardı. Canikli Ali Paşa, 1776 yılında yazdığı kısa yapıtında
(risale) bu durumu çarpıcı bir biçimde yansıtmaktadır. "Canikli Ali
Paşa'nın tahriri mufassal takririn suretidir." (0.C) Bkz. Cevdet,
1309, C.2, s. 344.
3 Cevdet, C. I, s. 192.
411
kuruluna da bildirildi. 1 Karadeniz'e yapılan bir gösteriden sonra,
Kaynarca antlaşmasını açıklığa kavuşturmak için Fransa'nın aracılığı
ile, 18 Ocak 1779 yılgününde "Aynalıkkavak Belgiti" karşılıklı
olarak alınıp verildi ve gerginliğin sıcak bir savaşa dönüşmesi önledi.
Ülkeyi kuşatan bunalımın boyutlarının bilincinde olan Sultan
Abdülhamit, tasarımlarını anlayabilecek ve bunları uygulayabilecek
yetenekte bir sadrazam aramış saltık yetkilerle donattığı bu yüce
oruna Silahtar Seyit Mehmet Paşa'yı atamıştır ki, bu yetkiler sözde

Sözü edilen yazının tam metni için bkz. Cevdet, C. 1, s.194. Rusların
Kırım 'a ordu göndererek Şahin Giray 'ı gücü! bir biçimde başa
geçirmeleri yürürlükteki antlaşmalara uygun düşmüyordu. Kırım ve
Kabartay yöresindeki Tatarlar Şahin Giray'ın beyliğini
yokumsayınca, Ruslar onların üzerine saldırdı, bu direniş büyük

savaşları da birlikteliğinde getirdi. Tatarlar İstanbul'dan yardım


istmek zorunda kaldılar. Sözü edilen kurulun toplanma nedeni bu idi.
(0.C) Bkz. Cevdet, çev. C.2, s.115. Kurulda, Rusların bu
eyleminin antlaşmalara aykırı olduğu, Kırım halkına yardım
etmenin kutsal bir zorunluluk olduğu belirtilerek; Osmanlı
donanmasından beş "kalyon"un Kırım kıyılarına gönderilmesi, 7-
8.000 savaşçının en kısa sürede derlenerek o yöreye yollanması,
barışın bozulmamasına özen gösterilerek seçkin 45.000 savaşçıdan
oluşan bir ordunun, İsmailiye kasabası yöresinde toplanmasının
gerekliliği öngörüldü. Burada sözü edilen gösteri, kış ortasında

Karadeniz'e gemi. çıkarmak uygulamasının alışılmış bir eylem


olmamasına karşın, işin önemi gözönüne alınarak Kırım'a beş gemi
gönderilmesi olgusudur. (0.C) Bkz. Cevdet, çev. C.2, s. 116
Aynalıkavak belgiti büyük ölçüde Abdürrezzak Bahir Efendi 'nin
önderliği ile gerçekleşmiş ve barış yanlılarının bir başarısı olarak

yorumlanmıştı. (0.C) Bkz. K. Beydilli, Biiyiik Friedriclı ve


Osmanlılar, İst. 1985, s. 109. Aynalıkavak belgiti, Kaynarca
antlaşmasının onaylanmış tanımlıklarından kimilerinin yineden
ayıklanmasını öngörmekte olup, gerçekte Kırım 'ın özerki iğini ve
Şahin Giray'ın beyliğini onaylıyordu. 9 tanımlıktan oluşan bu
belgitin tam metni için bkz. Cevdet, 1309, C.2, s. 329 (0.C)
412
kalmayıp, kesinlikle uygulanacaktı. 1 Ancak, Mehmet Paşa sultanın
beklentilerini yerine getirebilecek yeterli süreyi bulamadı. 27
Ağustos 1779 yılgününde bu göreve gelen Mehmet Paşa Kaynarca
antlaşmasının yeterince açık olmayan kimi tanımlıklarını
düzelttikten sonra 20 Şubat 1781 yılgününde öldü. 2
Osmanlı hükümeti, bir sonraki yıl İspanya ile "İspanya devleti

Cevdet, C.l, s.250. Seyit Mehmet Paşa'nın önceli olan ve yeniçeri


ağası iken 1778 yılında sadrazamlığa atanan Kalafat Mehmet
Paşa'nın görevden alınmasından sonra varlığına elkonulduğu sırada
gündelik 12.700 akçaya ulaşan aylık alma belgeleri (esame senetleri)
bulunmuş, "hazinedar"ının yanında da günlük 9.000 akça getiren
aynı tür belgeler çıkmıştı. (0.C) Bkz. i. Hakı, Kapıkulu 1, s. 498.
2 Antlaşmanın tam metni için bkz. Cevdet, 1309 C.2, s. 85.
Kaynarca antlaşmasının 11. tanımlığı gereğince, Rusların
Karadeniz'den Akdeniz'e, Akdeniz'den Karadeniz'e gelip gitmeleri,
yasak olsun olmasın türlü ürünleri getirip götürmeleri öngörülmüş
olduğundan, Rusların Karadeniz kıyısındaki tahıl ürünlerini dışarıya
götürüp İstanbul'un günlük geçim gereçleri gereksinimini
daraltacakları gözönüne alınarak buna bir çözüm getirilmesi önerisi
sadrazama yansıtılmıştı. Seyit Mehmet Paşa, bu konu üzerinde
önemle durdu ve Fransız elçisinin aracııığıyla yapılan antlaşmada
Rusların ancak kendi tahıl ürünlerini dışrıya satmaları bağlamında
görüş öirliğine varıldı. Dört tanım~ık üzerine yapılan bu

düzenlemede: 1

1- Rusların antlaşmaya dayanak İstanbul a gelen ürünlerin yönünü


değiştiremeyecekleri,

2- Rusların Osmanlı ülkesine getirece \eri ürünleri ancak Rus


ülkesinin ürettiği ürünler olması ve Kara eniz'de ürün taşımacılığı
bağlamında tekel kurulamayacağı,

3- Karadeniz'den Akdeniz'e gelip geçtik\ rinde taşıdıkları ürünlerin


Osmanlı hükümeti el iy\e denetlenebileceği, savaş araç ve
gereçlerinin geçirilemeyeceği, öngörülüyordu. (0.C) Bkz. Cevdet,
1309, C.2, s.134.
413
uyruğundakilerden, geçerli olandan (moıınaie coıırante)l başka para
istenilmemesini" öngören bir sözleşme yaptı.

Aralık 1782. Sultanın beklentilerini yerine getiremeyen


sadrazamlar sık sık değiştirilmekte idiler. Bu orun, 31 Aralık 1782
yılgününde daha önceleri üstlendiği yüksek görevler de çok başarılı
olan Halil Hamit Paşa'ya verildi. Hamit Paşa da öncelleri gibi saltık
yetkilerle donatılmıştı. /. Abdülhamit sadrazamlığa atanma
buyruğunda Halil Paşa'ya açık seçik şu öğütlerde bulunuyordu:
"Göreyim seni, verdiğim saltık yetkileri yerinde kullanarak yüce
devletimizin yönetim işlerini bir düzene koy, ocak subayları ile
devlet ileri gelenlerinin tümünü deneyim ve değimlerini gözönüne
alarak görevlendir, gelir ve giderlerin düzenlenmesi, hazinenin
gönendirimi için alınması gereken önlemlere büyük özen göster.
Sınırları savunan ordunun araç-gereç v.b.g. gereksinimlerinin sürekli
olarak yerine getirilebilmesi için uğraş ver. İncitici ve aşağılaycı
davranışlardan kaçın, yasası, kuralı olmayan uygulamalara son
verilmesi için çaba göster. Bu ve öteki dünyada sevgide üstün ve saygın
olasın!" 2
Halil Hamit Paşa ilk iş olarak tüm özenini, ordunun
düzenlenmesine özellikle de, "tophane oca,~ı"na yardımcı olmak
üzere "sürat topçuları" adı ile anılan yeni bir ocağın oluşum ve
örgütlenmesine ayırdı. /. Abdülhamit'in de onayladığı ve dört
tanımlıktan oluşan özel bir tüzük ile ocağın savaşçı sayısı 2.000 kişi

"Cari olan sikke'' Cevdet, C. 1. s. 333. Karş. yıl 1690- 1740. 21


tanımlıktan oluşan bu sözleşmenin 20. tanımlığı şöyle idi: "İspanya
devletinin koruyuculuğu altında bulunanlara, tecimsel etkinliklerde
öteki gönüldeş devletlere davranıldığı gibi davranılacak, geçerli olan
para dışında bir para vermeye (alcl itlak cari olan sikkeden gayri
sikke teklifi ile) zorlanmayacak, getirdikleri paradan olağandışı bir
vergi istenmeyecektir.'' (0.CJ Bkz. Cel'det, 1309, C.2, s. 118 ve
338.
2 Cevdet, C.2, s.47. Halil Paş'nın sadrazamlığa atanma buyruğunun
tam metni için bkz. Cel'([et, 1309, C.2, s. 234. Ek 20 (0.C)

414
olarak saptandı. İlk önce alınan 250 kişi, daha sonra alınacak olan
1.750 savaşçının eğitmeni olarak görev yapacak ve gündelik 20 akça
ödenek alacaklardı. Yeni alınanlara ise başlangıçta 15' er akça, üç ay
sonra da 5 akçalık bir artış ile 20'şer akça verilecekti. 1 Ocağın
sayrılıklı ya da emekli olanları, künumlarıyla bağıntılı bir biçimde
Tophane oca,~mın boşalan görevlerinden (mahloul) birer ödenek
alacaklar ve onların aylık alma belgeleri (eçame), ocağın denetmen
(inspecteıır) ve ağasının önerisi üzerine ilgililere verilecekti. Ölen ya
da ocağı bırakıp giden savaşçıların aylık alma belgeleri de aynı
biçimde yapılacak bir öneri ile ödeneği olmayan ve görev sırasını
bekleyenlere (nıülazinı)2 verilecekti. Aylık almaya yetkin olan
savaşçılar (eshab-ı esami) aylıklarını, kimliklerini belgeleyerek değil,
denetimlerinde doğrudan bulunduğu "ağa sergisi"nde alacaklardı.
Dört dilimden (kıst) oluşan bu aylıkların toplam tutarı 77.437,5
kuruşa ulaşıyordu. Bu para, "cebeci", ''topçu", "top arabacıları",
"sipah" ve "silahtar"ların boşalan ödeneklerinden (vacances)
karşılanacak, bunlar yeterli olmaz ise, sadrazam yardımcısı,
"defterdar", "reisülküttap" ve "çavuş başı" için özgülenen
(mevqo11f) gelirlerinden tamamlanacak, artanı kalırsa, gerektiğinde

Bkz. Memoires du baron de Tott, C.2, s. 171 ve sonrası. /il.


Mustafa 'nın buyruğu ile 1769 yılında İstanbul 'a çağrılan de Tott,
topçu ocağının düzeltimi ile ilgilenmişti. "Memoires sur les Turcs et
les Tatara" adi ı ve üç böl timden oluşan anıları 1784' te
Anısterdanı'da basılmıştı. (0.C) Bkz. N. Berkez, Çağdaşlaşma, s.
79. Sözü edilen ocak.III. Mustafa döneminde Fransız Obert adlı bir
topçu çavuşunun gözetiminde ve 250 kişiden oluşmak üzere Ocak
l 774 yılgününde kurulmuş ancak, 1. Abdülhamit döneminde
kaldırmıştı. Eğitmen olarak alınan 250 kişi işte bu kaldırılan
ocaktaki görev yapan savaşçılar idi. (0.C) Bkz. İ. Hakkı, OT, 411
s. 481 Cevdet, bu olayı 1309 basım, C.2, s. 357' de '.'sliratçi
neferadının şurut-u nizamı" a başlığı altında aktarıyor. (0.C)

2 Bkz. Yıl 1625-1626 ve 1603.

415
ocağın gereksinimlerini karşılamak üzere hazinede alıkonulacaktı. l
Ordunun düzenlenmesine yönelik tüzüğün yayınlanmasından
sonra 17 Mayıs 1783 yılgününde, önceleri de yayınlanan
"savurganlığı önleme yasası" bir buyrukla yineden ansıtıldı.2
Kırım 'da gelişen olayların bir savaşa neden olması olasılığı,
devlet gelirlerinin toplanması konusunda hükümetin özenli bir
biçimde çalışmasını gerektirdiğinden, gerek devlet ve gerekse kutsal

Cevdet, C.2, s. 58 ve sonrası. Aynı yıl içerisinde başkentteki kapukulu


savaşçılarının da yozlaştığı, çizelgelerdeki sayılarının tersine, gerçek
savaşçıların giderek azaldığı düşünülürse, devlet, parasal sorunları
çözeyim derken gün geçtikçe bir de savaşçı sorunu ile karşı karşıya
kalıyordu. Devletin türlü sorunları üzerine kafa yoran Osmanlı
devlet adamı ve aydınlarının dönüp dolaşıp savaşçı sorunu üzerinde
durmalarının nedeni böylece daha iyi anlaşılıyor. Aslında, "savaşçı"
ve "parasal" sorun arasındaki ilişkiyi Osmanlı aydınları ve
yöneticileri bilmiyor değillerdi. Ancak, sorunu oraya koyuş biçimleri
onları daha ilk başta durağan bir konumda kalmaya zorluyordu.
Burada İbıı-i Halduıı'dan kaynaklanarak aşağı yukarı tüm Osmanlı
yıllıklarına da geçen ve Osmanlı'nın bir devlet olarak "işleyiş

mantığı"nı açıklayan ünlü tekerlemeyi anımsamamak elde değil.


"Yüce saltanatın görkem ve gücü savaşçı, savaşçıların varlığı da
hazine iledir." Sorunun bu biçimde ortaya konuşuyla doğal olarak
belli bir denge açıklanmış olunuyordu. Bu denge dışsal (exogene) bir
değişkenin etkisiyle bozulduğunda, ise- ki, böyle olması kaçınılmazdı­
dengeyi oluşturan iki değişkenden biri ile oynayarak yeni dengeler
sağlamaya çalışıyorlardı. Ancak ne var ki, temelinde böyle bir
mantığın yattığı türlü siyasalar, söz konusu ··kısır döngii" çemberini

kırmaya olanak vermiyordu. (0.C) Bkz. Y. Cezar, Maliye, s.72,


il. 96.

2 Cevdet, C.2, s. 60. Bkz. Yıl 1776. Buyruğun içeriği incelendiğinde,


tüm önlemlerin özellikle Hindistan ve öteki ülkelerden kumaş
alınmasından, bir başka deyişle ekonomik kaygılardan kaynaklandığı
gözlemlenmektedir. (0.C) Bkz. Cevdet, çev. C.2, s. 326.
416
yerlerin 1781 yılı gecikmiş (arrieres) "cizye", "avarız" 1 v.b.g.
vergilerinin en kısa sürede toplanmasını öngören bir buyruk
yayınlandı. Öte yandan Rusya'da iki devlet arasındaki sınırların
yineden gözden geçirilmesini öngören bir belgitin (senet) verilmesi
konusunda oldukça diretiyordu. Rusya'nın bu isteminin boşa
çıkarılması için gereken önlemleri görüşmek üzere şeyhülislam
efendi başkanlığında bir danışma kurulu toplandı. Sorun, savaşçı
yönünden ele alındığında, orduda büyük bir düzensizliğin olduğu
ortaya çıktı. Şöyle ki, yaklaşık 40.000 kişiye ulaşması gereken
savaşçılardan ancak üçte birinin ocaklarda, kalanının ise devlet ileri
gelenlerinin kapılarında görevli oldukları ve bunların aynı anda
gündelik ve emekli aylıklarından da yararlandıkları, gündelikleri 7-8
akça 2 olmak üzere ancak 5.000 savaşçının görev başında bulundukları
görüldü. Sonunda, bu denli güçsüz bir ordu ile karşı koymanın bir düş
olduğu gözönüne alınarak, bu tür yolsuzlukların en kısa sürede
önlenmesine yönelik çalışmalar yapılması öngörüldü. 3 Donanmanın
durumuna gelince, bu konuda düşüncesine başvurulan "tersane
emini"de durumun, kara ordusunun durumundan daha iyi olmadığını,
donanmanın denize açılabilmesi için 12-15.000 kese akça ile 36.000
savaşçıya gereksinim olduğunu söyledi. Tüm bunlardan aşırı bir
biçimde etkilenerek acısını saklamaya gerek görmeyen sultan, "devlet

Cevdet, C.2, s. 73.


2 Cevdet, C.4, s. 399'da "ağır esami"yi iyeliklerinde bulunduranların
tümüyle emeklilerden oluştuğunu, görevde bulunanların sayısının ise
çok az olduğunu da ekliyor.
3 Cevdet, C.2, s. 178 ve sonrası. Halil Hamit Paşa bu durumu önlemek
için, aylık almaya yetkin olanların kimlikleriyle, nerede görev
yaptıklarını araştırmaya başlamıştı. (0.C) Bkz. Cevdet, C.3, 1309
s. 21-83, 84. Ancak, iyice kağşamış olan ocağın bu tür buyrultularla
düzelmeyeceği bundan önceki deneyimlerden anlaşılmıştı. Ocakta
40.000 emekli vardı, buna karşılık etkin bir biçimde savaşa
katılacakların sayısı 5- 10.000 denli idi. Şöyle ki, aylık alma belgelerin
çoğunluğu elden ele geçiyordu. (0.C) Bkz y. a.g.y., ss. 83, 84.

417
ileri gelenlerinin yağı denli devletin kötülüğünü istediklerini" içeren
bir buyruk yayınlayarak sadrazamı, çağın gereklerine göre davranmaya
çağırmıştı. (que les grands da l 'empire ne voulaient pas plus de bien au
pays que ses propres ennemis).
18 Aralık 1783 yılgününde toplanan bir devlet kurulunda
(medjlici-oumoumi), ülkenin savaşçı ve para yönünden sıkıntıda
olduğu gözönüne alınarak, Rusya'nın istediği belgitin 1 verilmesi
oybirliği ile onaylandı. Bu sorunun çözüme ulaştırılmasından sonra
sadrazam, aylık alma belgelerinin düzeltimi ile uğraştı. "Yeniçeri",
"topçu" ve "cebeci" ocakları üzerinde yapılan denetimler sonucu
3.800 keseye ulaşan bir gider artanı elde edildi. Sadrazam ayrıca
yeniçeri ağalarının bu göreve atanmaları karşılığı sadrazamlığa
vermeleri gelenekselleşen birkaç yüz keseyi de bağışlayarak bu
uygulamaya öncülük ettiği gibi, yeniçeri ağası da, sınır
komutanlıkları ve öteki yörelerden çıkar sağlamaması bağlamında
uyarıldı. Ancak, bu uyarı bir sonµç vermedi. Şöyle ki, sözü edilen
yeniçeri ağası, isteklilere ancak sınır boylarındaki boş görevleri
önermiş, başkenttekileri ise alıkoymuştu. Ayrıca sınır
komutanlıklarına atanmak karşılığı önceleri 3 kese sungu (caize)
verilmesi gerekirken şimdi 10 kese alınmaya başlanılmış böylece,
yoksulluğa bağımlı bir duruma getirilen bu komutanlar da verdikleri
parayı tez elden çıkarabilmek için yükümlüleri ezmek zorunda
bırakılmışlardı. Bu yolsuzluk yeniçeri ağasının Temmuz 1783
yılgününde görevden alınması sonucunu da birlikteliğinde getirdi. 2

Cevdet, C.2, s. 188, 219 (Cevdet, 1309, C.3, s. 37 O.C) İngiltere ve


Fransa'nın· Amerika'da savaşmaları üzerine, Osmanlı ·devletine
baskısını artıran Rusya, Kırım ve Koba11'da elde ettiklerinin
onaylanmasını ve bu doğrultuda bir belgit verilmesini istiyordu. Buna
göre; Kırım, Toman ve Koban Rusların elinde kalacak, Koban
ırmağı iki devlet arasında sınır olacak buna karşılık Ruslar- Soğucak
kurganı ve o yöreyi Osmanlı '!ara bırakacak ve tüm önerilerin
onaylandığını öngören bir belgit verilecekti. Ayrıca bkz. Cevdet,
Çev. C.3, s.14, 15 (0.C)
2 Cevdet, C.2, s. 239. Yeniçeri Ağası Mahmut görevden alınmış, yerine
"kul kethüdası" Yahya Efendi getirilmişti. (0.C) Bkz. İ. Hakkı,
418
Halil Hamit Paşa'nın sadrazamlığı döneminde, Rusya ile yapılan
tecimsel antlaşma doğrultusunda Avusturya ile de görüşmeler
başlatılmış ve iki devletin tecimsel etkinliklerine yönelik bir belgit
ile birlikte, Bosna'dan birtakım toprak verilmesi savını içeren bir yazı
da gönderilmişti. ı
Hazinenin durumu, hükümeti sürekli olarak kaygılandırıyordu.
İki yıldan bu yana, kara ve deniz ordularının araç-gereç gereksinimleri
için sanal gelirler üzerinden (sur des rentrees fictives) büyük
tutarlarda ödemeler yapılmıştı. Öte yandan, gelir kaynakları tümüyle
kuruyan para basımevinin açıktan tükettiği 1.300 kese de günün
çözümlenmesi gereken başat sorunu olmuştu. Bu doğrultuda toplanan
danışma kurulundaki görüşmeler, "Bir dış borçlanma" (d'emprunt a
l 'exterieur) sözcüğünün kullanılmış olması nedeniyle ilgi
çekmektedir. Baş sayman, (muhasebe-i evvel) gönüldeş bir devletten,
örneğin Fas (Maroc),2 dış borçlanma olgusuna sıcak yaklaşan "defter

Kapukulu, 1, s. 495.
Cevdet, C.2, s. 265. Avusturya elçisinin Osmanlı hükümetine verdiği
önergenin içeriğinde, denizlerden, ırmaklardan ve Prut ırmağından
yararlanılmak öngörülüyordu. Ancak, ırmaklar sözcüğü konulduğu
anlamıyla tümünü içerisine aldığından, "Prut ırmağı" sözcüğü
sözleşmeden çıkarılarak, 8 tanımlıktan oluşan bir belgit verildi. Bu
sözleşmenin tam metni için bkz. Cevdet, Çev. C.3, s. 534-538.

2 Cevdet, C.2, s. 297. "Kethüda Bey"in sarayında toplanan danışma


kurulunda defterdar efendi, "Çavuşbaşı Ağa", Süleyman Fel'zi
Efendi (reissülküttap), Defter Emini Hasan Efendi, Hacı Selim Ağa
bir araya geldiler, önce parasal sıkıntı konusu gündeme getirildi.
Hasan Efendi, defterdara seslenerek: "gelirlerimiz ne denlidir?" diye
sordu. Defterdar'da yanıt olarak; "Diyahakır yöresinin toplanmamış
vergilerinin kimisi toplanmakta, kimisi de "havale" olunmaktadır.
Ancak, buradan toplanacak paranın tutarı çok az olduğu için
beklenen katkıyı sağlayamaz" dedi. Hasan Efendi, sorusunu
yineleyerek: "Halep gümrüğünün vergisi çok olduğuna göre, burasının
gelirleri isteklilere "esham" üzere satılsa öncelikli olarak alınacak
paralardan oldukça yüklü tutarda gelir elde edilir" diye karşılık vereli.
Söz alan Hacı Salim Ağa'da; "söylenenin tersine Halep gümrük
419
emini" de, dilim dilim ödenmek üzere Hollanda, Fransa ya da
İspanya' dan 5-10.000 kese akça borç alınabileceğini önerdiler.
Kurulun bir başka üyesi de, hükümet ileri gelenlerinden (ridjal de
la Porte) bir "iç borçlanma" ya da, Ayd111 eyaletinin sadrazamlığa
özgülenen kimi gelirlerinin "esham üzere" yaşam boyu koşuluyla
satılması sonucu, öncelikli olarak alınacak paralardan (muaccele-i
mukaddere) birkaç bin kese elde edilebileceğini ayrıca, bundan böyle
birbiri ardından boşalacak (m ah l o u l) gelirlerden
yararlanılabileceğini önerdi. 1 Danışma kurulu, daha elverişli

gelirlerinin az olduğuna, üstencilerin sık sık batkıya uğramaları en


büyük kanıttır" diyerek, baş vergilerinin bin altın l 1O para yerine
120 para üzerinden alınması durumunda oldukça yüklü tutarda para
elde edilebileceğini ileri sürdü. Çavuşbaşı Ağa, bu uygulamanın
yükümlülere baskı anlamına geleceğini söyleyerek sözlerine, bu
önerinin yerinde bir öneri olmadığını ve Af({ Efendi 'nin defterdarlığı
döneminde olduğu gibi o yılın, "cizye bolıçaları"nın birer ikişer ay
önce açılması durumunda altı yedi yılda bir başkaca bir yıllık cizye
alınabileceğini ekledi. Defterdar Efendi yineden söz alarak, bu
söylenenlerin uygulansa bile uzun süreli çıkarlar ancak, devletin
beklentisinin ise paranın en kısa sürede sağlanması olduğunu dile
getirdi. Sonunda, tüm kurul üyelerinin bu konuda çözüm üretmeleri
öngörülürek gündemdeki başka konulara geçildi. (0.C) B kz.
Cevdet, çe.C.3, s. 143-144. Bu toplantıda borç düşüncesinin
gündeme gelmesi ne deneli ilginç ise, Süleyman Fevzi Efendi'nin
borç istenecek ülke olarak Fas üzerinde durması da o denli ilginçtir.
Gerçekler Fas'ın gelişigüzel önerilmediğini, Fevzi Efendi'nin Fas'la
ilişkiler konusunda yeni bilgiler taşıdığı ve dolayısıyla bu ülkeden
beklentileri olduğunu ortaya koymaktadır. (0.C) Bkz. Y. Cezar,
Maliye, s. 90.
"Rentes viageres" (yaşamboyu gelir) Bu durumda "esham", devlet
borçlarının kaynağı değil midir? Maliye Bakanı 'nın 1862- 1863 yılı
genel bütçesine eklenen yazanağında "ölünceye değin gelir"
biçiminde gösteriliyor ki, yukarıdaki deyimin tam karşılığını
vermektedir. "Esham'', "sehm" ya da, "sehim" sözcüğünün
çoğuludur. Sözcük anlamı, ''üleş'', '·pay", "hisse" demektir.

420
olduğunu göz önüne alarak bu son öneriyi benimsedi ve öneri bir
buyrukla da onaylandı. 1 Bununla birlikte hüküm et, Aydm Sancağı' nda

Uygulamanın temelinde "mukataa" adı verilen vergi kaynaklarının


bulunması, bu konuda daha özgün ve doyurucu bir tanımlama
yapmayı gerektirmektedir. İlk dönemlerdeki uygulmaya bakıldığında
şöyle bir tanımlama yapılabilir; bir vergi kaynağının yıllık getirisinin
"pay"lara ayrılarak isteklilere yaşam boyu koşulu ile satılması
olgusuna "esham ihracı" denilmekte ve, "malikane" uygulamasının
bir uzantısı olduğu gözlemlenmektedir. Ancak, "Malikane"
uygulamasında gelirin tümü yaşam boyu koşulu ile satılırken,

"esham" uygulamasında salt yıllık getirinin satışı söz konusudur.


Örneğin; "A" gelirinin yıllık tutarı 2.500 kuruş, yıllık zorunlu
giderleri ise diyelim ki 2.000 kuruş olsun. Bu durumda bu vergi
kaynağının yıllık getirisi 500 kuruş olur. "Esham" çıkarılması söz
konusu değilse, hazinenin bu kaynaktan elde edeceği gelir 500
kuruştur. Şimdi bu gelirin getirisi üzerinden "esham" çıkarılmak
istenilirse, bu gelir belli sayıda ve eşit bir biçimde paylara ayrılır.
Varsayalım ki, 10 paya ayrıldı, bu payların değeri 300 kuruş öncelikli
para karşılığında satılırsa ve tüm paylar aynı anda elden çıkarılırsa,
hazineye bir ve aynı anda 3.000 kuruş girecektir. Alıcılar ise yılda bir
kaç dilimde olmak üzere yıllık getirinin karşılığı olan 50 kuruşlarını
alacaklar ve altı yıl sonunda ödedikleri parayı sönümlendirerek,
bundan böyle yaşam boyu ek bir gelire kavuşmuş olacaklardır.
Ölümleri durumunda ise pay devlete geri dönecek ve gerekirse
başkasına yineden satılabilecekti. (0.C) Ayrıntılı bilgi için bkz. Y.
Cezar, Osmanlı Mali Tarihinde Esham Uyıılmasanının İlk
Dönemlerine İlişkin Bazı Önemli ve Örnek Belgeler, Toplum
ve Bilim Dergisi, Mart 1981, sayı 12, s. 124-127.
Başvurduğumuz kaynaklarda, Aydın gelirlerinin sadrazamlığa değil,
kent yöneticilerine özgülendiği görülmektedir. (0.C) Bkz. İ. Hakkı,
OT, 411 s. 438.
Cevdet, C.2, s. 300. Araştırmalara göre, "esham" ilk kez "İstanbul
Tütün (duhan) Gümrüğü"ne uygulanmıştı. Sözü edilen gümrük
önceleri yaşam boyu koşuluyla satılıyordu. Ancak, gümrük
gelirlerinin giderek arttığı gözönüne alınıp, 1758-1759 yılında
üstencilerin öncelikli olarak verdikleri paralar geri ödenerek, bundan
421
ortaya çıkan kargaşadan dolayı bu sancağın (devletin doğrudan
topladığı vergiler dışındaki) gelirlerini, sadrazamlığa özgülenmiş

böyle devlet eliyle işletilmesi benimsenmişti. Bu değişiklik


yapıldığında tütün gümrüğünün yıllık getirisi 700 keseyi (350.000
kuruş) bulmakta iken, devletin işletmesi sonucu 2.000 keseye
( 1.000.000 kuruş) ulaşmıştı. 1775'i izleyen yıllarda "esham"
uygulaması giderek öteki devlet gelirlerini de içerisine almaya
başladı. Kuruluşundan daha on yıl geçmeden, "Galata Voyvodalığı",
"Nezaret-i Midillıı" gibi Kimi yöre gelirleri bu uygulama içerisine
alınmıştı. Bu arada devlet gelirlerinin yanı sıra, kimi "evkaf"
gelirleri üzerine de "esham" çıkarılmaya başlanılmıştı. Kutsal yerler
vakıf gelirleri içerisinde olan ve Üskiidar'da bulunan "Atik Valide
Sultan Vakfı"na bağlı "Yeniil Mukataatı" buna bir örnektir Yeniil
gelirlerinin 1779 yılgününde zorunlu giderleri düşüldükten sonra,
yılda 32.000 kuruş getirisi olduğu görülmüş ve bu getiri 16 "sehim"e
ayrılarak satıldığında toplam 168.000 kuruş elde edilmişti. Satıştan
elde edilen gelirin doğal olarak, kutsal yerler hazinesine aktarılması
gerekirken, savaş durumu ve parasal sıkıntılar nedeniyle bu paranın
bir keze özgü olmak üzere hazinede alıkonulması ve aylıkların
ödenmesinde kullanılması uygun görülmüştü. (0.C) Bkz. Y. Cezar,
Esham, s. 128, belge 1, Y. Cezar, Maliye, s. 82, 83.
"İstanbul
Tütün Gümrüğü Gelirleri Eshamı"
f'Ylllar'___ getirisi "sehim"
l-------
ı 1775
(kuruş)
·--i!--4""'0"""0-.00"""'0---+--~-·
602.500
ı--'""""=--~---·--6""'3""'1,-.2""5""0,_---1--.,,,.,,..__-----ı

656.250
';:';00~-----

(0.C) Bkz. Y. Ceza, Maliye, s. 83.

422
bulunan Kıbrıs ve İzmir gelirleri ile değiştirdi. Kıbrıs gelirleri 127,5
İzmir gelirleri ise 53,5 "pay"a (sehim) ayrılarak açık artırma ile
satıldı, bu satıştan elde edilen 4.706 kese akça, gerektiğinde
donanmanın giderlerinde kullanılmak üzere para basımevine
aktarıldı. 1
1785. Sadrazam Halil Hamit Paşa, 31 Mart 1785 yılgününde
aylıkların ödenmesi işlemi (devr) sırasında görevden alındı ve, yerine
Özi Komutanı Şahin Paşa getirildi. Yeni sadrazamın başkente gelişine
değin de, Kaptan Paşa Gazi Hasan "kaymakam" olarak atandı. Halil
Paşa'nın sadrazamlıktan alınmasına yönelik buyuğun içeriğinden
anlaşıldığına göre paşanın düşüşüne, düzeltimler bağlamındaki kesin
tutumu neden olmuştu. Halil Paşa, sınır boylarındaki savaşçıların
kayıtlarını gözden geçirerek gerçekleştirdiği gider artanı ile
yetinmeyip, başkenttekilere de dokunmak istemişti. Ancak, hükümet
bu uygulamayı sonuca ulaştırabilecek güçte değildi. Karşıtlarının
kışkırtmaları ile Sultan /. Abdülhamit onu tek başına bıraktı.
Karşıtları, Paşanın düşüşü ile de yetinmeyerek, önce varsıllığına
elkonulması sonra da öldürülmesini öngören buyruğu almayı da
başardılar. Doğrusu, Halil Paşa ülkeye çok sayıda araç-gereç ve
yiyecek sağlamıştı. Onun ardıllarından olan Yusuf Paşa iki yıl sonra
savaşa girerken; "savaşa giren ben değilim Halil Paşa' dır" diyerek bir
gerçeği vurguluyordu. (Ce n'est pas moi, mais Khalil-Pacha qui entre
en campagne) Halil Paşa, Hindistan' dan alınan kumaş karşılığı bol
sayıda altının bu ülkeye aktığını görerek, daha önceleri de Rami
Paşa'nın Avrupa'ya karşı başlattığı gibi ülkeyi bu bağımlılıktan
kurtarmak amacıyla, Bengal, Surat ve Bender-Abbas'tan kumaş
uzmanları getirtmek üzere gereken girişimlerde bulunmuştu.2

Cevdet, C.2, s. 331.


2 Cevdet, C.2, s. 316. Bkz. Yıl 1703. Aylık artışlarının ödenebilmesi
için 400 kese akçaya daha gereksinim vardı. Bu paranın kaldırılması
ya da en azından azaltılması düşünüldü. Bu durum savaşçılar
arasında karışıklıklara neden olduğundan, yeniçeri ağası ile
Defterdar Ahmet Nazif Efendi olup biteni tez elden saraya
423
1785-1786. Birkaç yıldan bu yana, Karaman eyaletine bağlı
Beyşehir ile N(~de ve Bozkır yörelerinde kimi maden yatakları
bulunmuştu. Devlet ileri gelenlerinden birçoğu bu yatakları işletmek
istediklerinden, onların adına olmak üzere birer "maden emini"
görevlendirilmişti. Ancak yükümlülerin yöreye yeni gelen yönetici
ile yargıç ve "ayan"ın "kuduniiye" (taxe d'arrivee) adı altında
kendilerine yükledikleri ezici ve yasa dışı vergilerden (tekalif-i
şakka) yakınmaları ve üstüne üstlük bu işletmelerin tarım
etkinliklerine de dokunca verdiğini ileri sürmeleri üzerine, uygulama
bundan böyle askıya alındı. 1

bildirdiler. Bu durumda sinirlenen sultan onu sadrazamlıktan aldı.


(0.C) Bkz. Cevdet, çev. C.32, s. 187. Halil Hamit Paşa'nın
düşüşünde kuşkusuz ki en önemli etken savaşçılar üzerinde uyguladığı
düzeltim girişimleri olmuştur. Hamit Paşa tüm ocakları denetleyip
aylığa yetkin olmayanların adlarını sildirmek istem, iş, değimli ve
işbilir savaşçılar yetiştirilmesi doğrultusunda bir buyrultu da
yayınlamıştı. Ancak, savaşçı aylıklarını yiyim yeri yapmış olan
ocaklılar tedirgin olmuş ve paşa karşıtı girişimlerini
yoğunlaştırmışlardı. Hindistan'a, ürünlerine olan beğeni nedeniyle
hazineler taşınıyordu. Buna karşılık Hintililerin Osmanlı ürünleri_ne
gereksinimleri yoktu. Karşılıklı ürün alış-verişi olmayınca Osmanlı
devleti parasal sıkıntıya düşmekte idi. Paşa bundan dolayı Osmanlı
topraklarında dokunup işlenen "akşime"nin (kumaş) üretiminin
sürdürülmesi için Hidistan'dan uzmanlar getirtmek gibi girişimlerde
bulunmuştu. Bu uygulama gerçekleşse idi; para altın olarak dış
ülkelere akmayacak, ülke içerisinde dolanımını sürdürüp büyük
çıkarlar sağlayacaktı. (0.C) Bkz. Cevdet, çev. C3, s. 195-196.
Halil Hamit Paşa 'nın 600 keseye yaklaşan parasına elkonulmuştu.
Varlığının tümünün 30.000 kese akçaya ulaştığı söylenir. (0.C) Bkz.
Cevdet, y.a.g.y, s. 190-191. Halil Hamit Paşa'nın görevden
alınışına yönelik buyruğun tam metni için bkz. Cevdet, 1309, C.3,
s. 386.
Cevdet, C.2, s. 335. Ancak, sözü edilen nedenle köyler yükümlüleri
424
Hazinenin durumunda beklenilen yönde bir değişiklik olmamıştı.
İkişer dilimden oluşan aylıkların (kısteyn) ödenmesi süresi
yaklaşıyordu. Gereken parayı nereden bulabileceğini bilemeyen
defterdar, 9 Mayıs 1786 yılgününde yerini Hasan Efendi'ye bırakmak
zorunda kaldı. 1 Üçüncü kez aynı göreve atanan Hasan Efendi, parasal
işleri düzeltmek için sürekli olarak "esham"2 çıkarmaktan öte bir şey

tarım yapamaz duruma geldikleri gibi, üstüne üstlük bir de ezici ve


yasa dışı vergilerle yümkümlendirildiler. Başkaldırı doğrultusunda
eylemler başlayınca bu uygulama durduruldu. Bu köyler de önceki
konumlarına dönüp güven ve erinçliklerine kavuştular. "Kudumiye";
uzak yoldan gelen bir görevliye o yöre yükümlülerinin sunduğu
armağanları tanımlayan bir deyimdir. 17. yüyıldan başlayarak bir
kente atanan yöneticiye, yükümlülerin yasa dışı ve gücü) bir biçimde
verdikleri vergilerdir. Yeni gelen yöneticinin aldığı "iyi ki geldin"(!)
vergisinin tutarı 250 kese akça idi. Bunu ileri süren yargıç ve
"ayan"lar da kendileri için "kudumiye"nin bir katını
eklediklerinden, yükümlüler yöneticilerin değişmesi durumunda 500
kese vermek zorunda bırakılıyorlardı. Bu vergi bir çok kez
yasaklanmış ise de, ancak il. Mahmut döneminde kaldırılabilmişti.
(0.C) Bkz. Cevdet, çev. C.3, s. 358. 1785 yılında "Bereketlü
madenleri"nin (NiğCle'de) kaldırılması ve böylece yükümlülerin
bıktırıcı ve yasa dışı vergilerden kurtarılmasını öngören buyrultu
uyarınca, ilgililere yüce buyruklar gönderilerek yükümlülerin durumu
düzeltildi. (0.C) Bkz. Y. Özkaya, XVIII. Yiizyılda s .. 313.
Madenlerle ilgili olarak bkz.İ. Hakkı, OT/, 4/1, s. 577-579
Cevdet, 1309, C.3, s. 238-269 (0.C) Bu dönemde giderlerin büyük
boyutlara ulaşması, ödenmesi gereken üçer aylıklarda eksikliğe neden
olmuştu. "kısteyn mevacibleıinde noksan görünmekle". Bu duruma
çözüm bulamayan Defterdar Reşit Siileyman Efendi görevi, aylıkları
tamamlamayı yükümlenen Hasan Efendi 'ye bırakmak zorunda
kalmıştı. (0.C) Bkz. Cevdet, çev. C.3, s. 380.
2 Cevdet, bir yıl önce çıkarılan "sehim"den söz etmiyor. Peyki Hl/san
Efendi defterdarlık görevinde üç kez bulunmuştu. 1- 1776- 1778; 2-
1781-1782; 3-9 Mayıs 1786-4 Aralık 1786 (6 ay 26 gün) (0.C) Bkz.
İ.H. Danişment, C.4, s. 616-618. Hasan Efendi daha önceki
425
yapmamıştı. Bununla birlikte yeni defterdarın alacak kalıntılarını
(arrieres) toplayabilmek için 1- Gümrük gelirlerini kimi koşullarla
"muhasıllıktan ayırarak "esham" üzere isteklilerine satmak ve 2-
"Muhassıllık"a bağlı olan devlet gelirlerinin "irsaliye" olarak
kayıtlara geçirilmeleri gibi önlemler alarak birçok gelir sağladığını
da burada vurgulamak yerinde olur.!

defterdarlığında çıkardığı "esham" ile o dönemdeki parasal sıkıntıyı


atlatabilmişti. Ancak, boşalan "sehim"ler giderek azalmaya başladı.
Sonraları "esham" isteklisi kalmayınca, Hasan Efendi 'nin bu
defterdarlığı döneminde boşalan "sehim"lerin bundan böyle satışa
çıkarılmaması ve bu uygulamanın giderek kaldırılması uygun
görüldü. 18. Yüzyıl sonlarındaki büyük parasal bunalım, o dönemde
devlet gelirlerinin birkaç yıllığına kesime verilmesi yerine, yaşam
boyu yararlanma koşulu ile isteklilere satılması sürecini nasıl
başlatmış ve böylece "malikône sistemi" gibi ilginç bir uygulama
başlatılmış ise, 1768-1774 savaşının getirdiği parasal sıkıntılar da, bu
uygulamanın doğal bir uzantısı olarak "esham sistemi"nin
doğmasına yol açmıştır. Uygulama "esham"ın kişiler arasında elden
ele satılmasına da izin vermektedir. Bu izin, yaşam boyu koşuluyla
satılan "esham"ın kişilerin ortalama yaşam sürelerine bağlı olarak
belli bir süre sonunda yineden devlete dönmesini geciktirici ve üstüne
üstlük engelleyici bir olgudur. Böylece hazine, kişiler arasında sürekli
bir biçimde el değiştiren ve geri gelmeyen "sehim"lerin yineden
satışı olanağından yoksun kalacaktır. Devlet buradan doğacak gelir
yitimini karşılamak için, kişiler arası "esham" alım-satımını vergiye
bağlı kılmıştır. Şöyle ki, bu satışlardan" kasr-ı yed resmi" adı altında
bir vergi alınırdı. Devletin "esham"dan topladığı gelir salt
"muaccele" ve "kasr-ı yed resmi" ile de sınırlı kalmamıştı.
Malikanelerde olduğu gibi, savaş dönemlerinde "esham"
üstencilerinden "cebeli bedeliyesi" alınma yoluna da gidilmiştir.
Ayrıca "esham" alınır-satılır ve kural gereğince satış işlemlerinde bir
yıllık getirisi "satış harcı" olarak alınırdı. (0.C) Bkz. Y. Cezar,
Maliye, s. 80-81
Cevdet, C.2, s. 356-357. İrsaliye: Devlet gelirleri ve başkente
gönderilen öteki paralar için kullanılır bir deyimdir. Arapça,
göndermek anlamına gelmektedir. Taşradan başkente gönderilen
426
1787-1788. Gerginliğinin giderilebilmesi için başvurulan tüm
çabalar sonuç vermeyince Rusya'ya karşı savaş açıldı. Sadrazam Yusuf
Paşa, ordu komutanlığını da üstlendi. Aynı günlerde, Avusturya'nın
da barış koşullarını bozarak topraklarına saldınnası üzerine durumu
Avrupalı bağlaşıklarının bilgilerine sunan Osmanlı hükümeti, güçlü
iki devlete karşı savaşmak üzere gereken önlemleri almaya başladı.
Osmanlılar savaşın ilk günlerinde kimi başarılar elde ettilerse de,
durum giderek tersine döndü. Hotin, Yas ve Özi Rusların eline geçti.
Paraların devletçe saptanan ederleri de gözle görülür bir biçimde
düşmüştü. Yaldız altını, savaşın ilk günlerinde 5 kuruşa yükselmişti.
(Kuruşun değerinin düştüğünü gösterir 0.C) Yeni düzenleme ile para
ederleri aşağıda gösterildiği gibi saptandı.
Yaldız altını: 5 Kuruş 10 para!
Macar ve Fındık altını: 5 Kuruş2
İstanbul Mahbub3: 3.5 Kuruş
"Riyal": lOOpara

paraların bir dilimi devlet, bir dilimi de sultan adına idi. Örneğin;
Yemen Beylerbeyinin yıllık olarak gönderdiği 100.000 florin
hükümete, Mısır"dan gönderilen ise "cep harçlığı" olarak sultanlara
özgülenmekte idi. (0.C) Bkz. Z. Pakalm, Deyimler, C.2, s.82.
Cevdet, C.5, s. 289. Cevdet, C.5, s.226'da; 1785-1786 yılından önce
yaldız altınınn 23.5, s. 303 'te ise 23 kırat ayarında ve 5,5 kuruş
değerinde, Macar altınının da 23 kırat 1 buğday ayarında ve 5 kuruş
1O para değerinde olduğunu aktan yor.
2 Aydın dönemde fındık altını, Venedik altınlarından daha üstün
değildi. Kaş. Yıl 1716-1725.
3 Cevdet, C.5, s. 304 'te ":::er-i mahbub" un aynısı olduğunu 'aktarıyor.
1690 yılındaki fındık ve Maciı.r altınları gibi, "zer-i mahbub"lar da
3.5 kuruş değerinde idi. Karş. yıl 1735. ''Seferde ise mirimiranlar
mütesellim bulundurmakla onlar dahi irtikap ve irtişa ile sık sık az!
ve nasb olunur idi." (0.C) Bkz. Cevdet, 1309, C.4, s.150. (Maliye
ahvali). Rusya'nın kışkırtması ile korsanlığa başlayan Lambros
Katina.ı· adındaki denizci, Miirted adasını ele geçirerek gelip-giden
Osmanlı gemilerine el koyuyor ve İstanbul' a ürün gelmesini
engelliyordu. (0.C) Bkz. N. Vukuat, C.3-4 s. 199. İstanbul "Zer-i
mahbub"un yarımlığı 70, dörtte birliği 50 para; Mısır "zer-i mahbub"
3 kuruş, yarımlığı 60 para . (0.C) Bkz. Cevdet 1309, C.4, s. 93.
427
1788-1789. Yukarıda sözü edilen başarısızlıklara ayrıca
savaşçıların sadrazamın otağı önüne değin gelerek, aylıklarının bir an
önce verilmesinde diretmeleri ve ödeme yapılmaması durumunda
savaş alanını bırakıp gidecekleri doğrultusundaki eylemleri eklendi.
Geçim gereç ederleri de yükselmişti. Kişiler, birbirlerini
dolandırmaktan, yasa dışı yollardan varsıl olmaktan başka bir şey
düşünmez olmuşlardı. (fiyatlar artıp herkes birbirini aldatmakta
O.C. Bkz. Cevdet, 1309, C.4, s. 150) Savaş nedeniyle orduya
katılan sultanlık danışmanları ve "beylerbeyleri"nin yerlerine
bıraktıkları yardımcıları da, uyguladıkları türlü baskılarla ülkeyi
örene çevirdiklerinden sık sık görevden alınmakta, yerlerine yeni
yardımcılar atanmakta idi. Öte yandan, deniz ulaşımı da kapalı
olduğundan kıtlık başkentte de kendisini göstermeye başlamış, yeni
yıkımların ortaya çıkmasından kaygı duyulmuştu. Avusturya ve
Rusya'ya karşı sürdürülen bu ikili savaşım, sonunda hazinenin tüm
kaynaklarını tüketmişti. Bunun üzerine buyruklar gönderilerek
Cezayir ve Tunus ocaklarından 2.000'er Bursalı tecimenlerden de
1.500 kese borç para istenildi. Böyle olmakla birlikte, Bursalı
tecimenlerin 1 parasal olanaklarının yeterli olmadığı anlaşılınca, bu

Cevdet, C.4, s. 118. Şurası da unutulmamalı ki, 1787 savaşı


başladığında devlet para basımevinden 30.000 keseyi savaş giderleri
için özgülenmişti. Kısa bir süre sonra 30.000 kese daha bulundu. Bu
para, Cezayirli Hasan Paşa'nın Mısır'dan getirdiği ve savaş yardımı
olarak verdiği 20.000 kese ile, Halep yöresi devlet gelirlerinin yaşam
boyu koşuluyla kesime verilmesinden elde edilen paralardan
oluşuyordu. (0.C) Bkz. N. Vukuat, C.3-4, s. 302. Oysa ki,
Osmanlı devletlinin giderleri gelirlerini aşmakta, böylece güçlü iki
devlete birden savaş açmaktan dolayı bir yıl içerisinde parasal sıkıntı
son sınırına gelmekte, bu durum da devlet adamlarını şaşkına
çevirmekteydi. Toplanan danışma kurulunda yeterli bir çözüm
bulunamamıştı, Bursa'nın, varsıl tecimenlerinden yardım istenmişti.
Ancak Bursa'da varsıl birkaç kişi olduğu anlaşılmış, onların da Şam,
Halep ve Ba{;dat tecimenleri gibi ürün alıp satmakla iş görmeyip,
428
kez de vakıflara 1 başvurmak isteyen Osmanlı hükümeti buradan da
beklenilen amacı sağlayamacağını düşünerek, devletin kesime verdiği
gelirler üzerinden "cebefi"2 vergisi alınmasından başka çıkar yol
bulamadı. Durum böyle iken, Sultan !. Abdülhamit, kaçınılmaz savaş
gereksinimlerinden dolayı sıkıntıya düşerek tez elden 3-4.000 kese
gönderilmesini isteyen sadrazama, ülkenin içerisinde bulunduğu
yokluğu içten bir biçimde yansıtan şu yanıtı vermiştir. "Benim
sadrazam ve ordu komutanım (seraskerim), parasal sıkıntınız bizim
yönümüzden de bilinmektedir, tez elden 3-4.000 akça yardım
istemişsiniz, Allah bilir ki olsa kendi ödeneğimden (propre
dotation) bile gönderirdim. 3 Böyle günlerde para esirgenir mi? Ancak
hazinenin durumu ortada, bu akça sorunu sürekli olarak beni
kaygılandırıyor ve gece gündüz uykularımı kaçırıyor. Yeni yılın
"cebeli"si4 açılsa belki savaş giderlerine katkısı olurdu. "Cizye"

paralarını üreme yatırdıkları ve ellerinden alınacak paralarının


kalmadığı görülmüştü. Buna karşınBursa varsıllarından yine de
400.000 kuruş yarım toplanabilmişti. (0.C) Bkz. Cevdet, çev. C.4,
s. 208.
Bkz. Yıl 1622-1655.
2 Cevdet, C.4, s. 119.1650 yılında "tımar" gelirlerine, 1738 yılında da
"malikane" ve "mukataa" gelirlerine "hedel-i tımar" denilen aynı
tür bir vergi salınmıştı. Bkz. Yıl 1730.
3 "Mevcut olsa ilmüllah kendi harçlığımı dahi gönderir idüm"
(Cevdet- 1309, C.4, s. 156. O.C)
4 Karş. Yıl 1603, 1622, 1687. Yörelerin "cizye defterleri" defterdarlıkta
düzenlenir ve "bohça"lara konularak damgalandıktan sonra "cizye"
toplayıcına verilir, gerekli yerlere gönderilirdi. Yılbaşı (muharrem)
geldiğinde damgalar yargıçların gözetiminde açılır ve bir iki ay
içerisinde yükümlülere dağıtılırdı. "Muharrem" ayı gelmeden "cizye
bohçaları" açılamaz ve Müslüman olmayan yükümlülerden belli
süreler dışında "cizye" istenmezdi. "Cizye" paralarından elde edilen
gelirlerin çoğunluğu, sınırdaki savaşçıların aylıkları için özgülenir.
(0.C) Bkz. N. Vııkııat, C.3-4, s.133.

429
hııyrultuları ne durumdadır, diye hükümetten sordum, konu
toplantıda görüşülmüş, "cizye buyrultuları ordu eliyle verildi mi
bilgimiz yoktur." diye karşılık verdiler. Bilindiği gibi savaş giderleri
bu tür gelirlerden karşılanmaktadır. Dilerim gelecek yılın '"cizye
buyrultuları bu yöreye gelir de belki az da olsa akça sağlanabilir.
Kaldı ki, "cebeli" de ne tutarda olursa olsun gereksinimleri
yeğniltmek için yararlı olsun. Giderler, gerek başkent ve gerekse
taşrada doğrudan paraya (nakit) dayanıyor. Bunca devlet varlığına ne
oluyor? Defterdar Efendi 'ye söyleyiniz ve onu da bu konuda
düşünmeye yönlendiriniz. Allah Yüce devletimize yardım eyleye,
Allah için siz de çözümler üretip çaba gösteresiniz. 1
Parasal bunalıma çözüm yolları aramak ve gerekli önlemleri
görüşmek üzere birçok kurul toplandı ise de, beklenilen sonuç
alınamadı. Bu kez de, devlet görevlilerinden bir yardım (iane)
alınması önerildi. Ancak, bunun da yeterli olamayacağı anlaşıldı.
Sadrazam yardımcısının (kahya) sarayında yapılan özel bir toplantıda,
dış borçlanma tasarısı yineden gündeme getirildi. Bununla birlikte
güvence istenileceği bilindiğinden bu doğrultuda buğday, arpa, pamuk,
ipek ve yapağı gibi toprak ürünlerinin karşılık gösterilerek gerek
anaparanın, gerekse borcun üreminin ödenmesi bağlamında tartışıldı. 2
Bir başka oturumda, dışarıdan borç para alınmasının geçmişte bir
örneği olmadığı ansıtıldı ve şeyhülisliimın onayının alınmasına gerek
duyularak, ancak bundan sonra H o/landa ile borç görüşmelerine
başlanılmasının daha yerinde olacağı uygun görüldü. 3 Ancak, Ocak ayı

Cevdet, C.4, s. 119-120 (Cevdet, 1309, C.4, s. 156 O.C)


2 "gerek resulmal (anapara) gerek faizi" Cevdet, C.4, s. 120. (çev. C.4,
s. 210-211 O.C) Yapılan bir dizi toplantıda parasal soruna çözüm
yollan bulunamadı. Sıkıntı o boyutlara ulaştı ki, kurul üyelerinin kişi
başına 15-20'şer bin kuruş yardım yapmaları önerildi. O dönemin
20.000 kuruşu bu döneme göre (XTX. yüzyıl O.C) 200.000 kuruştur ki,
bu. yoldan toplanacak para da sorunların çözümünde yeterli
olamayacaktı. (0.C) Bkz. Cevdet 1309, C.4, s. 156.
3 Cevdet, C.4, s. 121 (çev. C.4, s. 211-212 0.C) O dönemlerde
430
içerisinde toplanan bir başka devlet kurulunda; savaşa ilkbaharda
yineden başlanılacağından, en kısa sürede 15.000 keseye gereksinim
olduğu oysa ki, borçlanma görüşmelerinin uzun sürebileceği,
durumun ise buna kesinlikle dayancı olmadığı gözönüne alınarak sözü
edilen borçlanma tasarısı gündemden çıkarıldı ve sonunda,
alışılageldiği üzere paraların anlığının düşürülererek (tezyif)
saymaca değerinin yükseltilmesi gibi yüzeysel bir önleme
başvuruldu. Öte yandan para sıkıntısı nedeniyle altın ve gümüş
takımları kullanımı da yasaklandı. 1 Bu yasak doğrultusunda "damga"

Avrupalı ülkeler parasal sıkıntısını öğrenip


de Osmanlı devletinin
güçsüz olduğunu anlamasınlar diye, ne denli sıkıntıya düşülürse
düşülsün durumun bu devletlerden saklanılmasının gerekliliği
düşüncesi egemendi. Sadrazam yardımcısı Mustafa Paşa, ŞeyhülisHim
Mehmet Kamil Efendi'ye başvurarak, dış borçlanma konusunda
dinsel onay ister. Mehmet Efendi'de, "ülke içerisinde akça
bulabilmenin olanağı yok, bu durumda dışarıdan borç almak
zorundasınız, başkalarından akça istenilmesi gerçekte utanç sayılır
ise de, buna karşın yine de borç para almak gerekmektedir." diyerek
bu öneriyi onaylar. (0.C) Bkz. Cevdet, çev. C.4, s. 212. 1789 yılı
başlarında Hollanda'ya başvurularak, 15.000 kese (7.500.000 kuruş)
borç istenildi. "Felemenk'ten onbeşbin kese akça istikraz olunmak
lakırdıları meydana çıkmış ise de ... " (0.C) Bkz. Cevdet, 1309, C.4,

s.295. Durum adı geçen ülkenin elçisine de iletildi. Ancak, bugüne


değin Avrupalı devletlerle bu tür bir ilişkiye girilmediği, iki ülkenin
birbirinden çok uzakta bulunduğu, dolanımdaki paraları arasında
var olan değiş-tokuş ayrımının güçlüklere neden olacağı, bu durum
düzenlense bile ürünlerin çoğunun satış yolu ile "ayan"ların elinde
toplanmasından dolayı borca karşılık kötü ürünlerin verilmesinin
uyuşmazlıklara neden olabileceği gözönüne alınarak, Hollanda'nın
yanıtını beklemeye gerek bile görülmeden sözü edilen tasarı
gündemden çıkarıldı. (0.C) Bkz.N. Vukuat, C.3-4, s. 302.
Cevdet, C.4, s. 122 (Cevdet, 1309 C.4, s. 154 0.C) Öyle sanılıyor ki,
altın ve gümüş yasağı İsHimda çok eski bir geleneğe dayanıyordu.
Narşahi'ye göre; 8. yüzyıl sonlarına doğru Buharalılar, dolanımdan
kaldırılan gümüş paraları yerine yeni paralar bastırmak isteyen kent

431
yöneticisinden bunun yöresel gereksinimlere özgü ve kentten dışarıya
çıkarılmayacak bir biçimde olmasını istemişlerdi. Biruni, XI. yüzyılda
altın ve gümüşü saklayarak dolanımda alıkoymanın topluma karşı
büyük bir suç olduğunu yazıyordu. (Al-Camahir fi'I Cevahir akt. Z.V.
Togan, Tarihte Metot, s. 161) Allah, altın ve gümüşün gömü olarak
tutulmasını sevimsiz bulmuş bundan dolayı da, alıkoyanları acı
çektirmekle uyarmıştır. (Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda
sarfetmeyenlere can yakıcı azabı müjdele. Bkz Kur'an-ı kerim, cüz
!O, sure 9, Tevbe 0.C) Aslında bu tür bir gömü yapmak ölmüş çocuğu
döl yatağına geri koymak gibi olağan dışı bir iştir. Altın ve gümüş
ocaklarından çıkarıldıktan sonra biçilmiş ekin ve kesilmiş havyan
gibidir ki, onları yemekten öte bir yol yoktur. (0.C) Bkz. Z. V.
Togan, Tarihte Usul, İst. 1969, s. 15. İran'da kağıt para,
çıkarılması özellikle gümüş bunalımı ile ilgili olmalıdır. (0.C) Bkz.
K. Jahn, İran' da Kağıt Para, (Çev. M. A.Köymen), Belleten, C.6, sayı
23-24, s. 269-309. Salt F.S. Mehmet değil, Çelebi Mehmet ve il.
Murat'ta yeni akça çıkarmış bulunduklarına göre Osmanlılarda eski
akça ve gümüş yasağının 15. yüz-yılda başlarından bu yana
uygulandığını söyleyebiliriz. Eski Osmanlı yapıtlarında eski akça
yasağının başlatılması olgusu Karamanlı Rüstenı'e ve Çandarlı
Halil'e dayandırılmaktadır. Gümüşün, kıtlığı nedeniyle dışa satılması
yasağı ortaçağ A vrupasında da vardı. Fransız Kralları 14. yüzyılda
para darlığı yüzünden, gümüşün dışarı satılmasını yasaklamaya
çalışıyorlardı. (0.C) Bkz.H. İnalçık, Türkiye'nin İktisadi
Vaziyeti, Belleten, sayı 58, s. 653, n. 1021. Altın ve gümüş
darlığı 16. yüzyıldan başlayarak kendisini yeğin bir biçimde
duyurmuştu. Bunun sonucu, kuyumcu, yaldızcı v.b.g.lerin
kullanabilecekleri gümüş, 200 dirhem olarak sınırlandırılmıştı.
(Altın için böyle bir sınırlandırmanın olup olmadığı bilinemiyor.)

(0.C) Bkz. M. Akdağ, Türkiye'nin İktisadi Vaziyeti, s. 513


"Altın ve gümüşü gömenler dilencilerle sultanlardır." (0.C) Bkz. Ş.
Yaltkaya, Biruni'nin Bir Kitabı, Ülkü (Eylül 1936), VIIl/43,
s. 42-46 .... sim ve zer istimali men edilerek bunların hükümetçe
beher dirhem-i halisine on para olarak vaz edilen fiyat mukabilinde
darphane-i amirece mübayaası gibi garib bir tedbir taht-ı kararı
alınmıştır. (0.C) Bkz.H. Ferid, s, 185.

432
ile savaş araç-gereçleri dışındaki altın ve gümüşlerin para basımevine
götürülerek karşılığında gümüşün bir dirhemi için l O para, altının bir
"miskal"i için ise, 6 kuruş 30 para 1 alınmasını öngören bir buyruk
yayınlandı. Ayrıca yayınlanan bir buyrukta da, elde edilen altın ve
gümüşten eski paralara oranla beşte biri karışık bir başka deyişle,
yaklaşık 64 paradan oluşan özünlü değeri 16 para2 artırılmak üzere

"Simi Halisin dirhemi onar para ve altunun miskali altışar kuruş


otuzar para olmak üzere" (Bkz. Cevdet, 1309, C.4, s. 158-159
O.C) Ayrıca bkz. H. Ferid, s. 185 (0.C)
2 "Zikrolunan (sözü edilen) cedit ikiliklerin takriben (yaklaşık olarak)
altmışdört para kadar maliyetleri olub on bu kadar parası üzerindeki
sikkenin itibari (saymaca) demek olarak" N. Vukuat'ın yazarı, geçim
ederlerinin yükselmesi olgusunu salt para anlığının düşürülmesine
bağlamayarak şunları ekliyor; ancak, ederlerin yükselmesi salt
paranın bozulmasından olmayıp yapay artışlar da ortaya çıktı. Şöyle

ki, iki yıldan bu yana para ayarının aynı olmasına karşın, ederlerde
bir kat artış görüldü. (0.C) Bkz. Ş. Baban, Tanzimat, 1, s. 243.
Savaş yıllarında akça sorununu tartışanlar, para basımevine değerli
maden çekebilmenin yolları, paranın sürüm değeri ve alaşımının
bozulması bağlamı üzerinde duruyorlardı. Beklenilen erek, paranın
ayarı ile oynayarak devlet hazinesine gelir sağlamaktır. Bir çözüm
yolu olarak, içerisinde değerli maden bulunmayan para basımını
önerenler bile olmuştu. (Bakır para, O.C. Bkz. Cevdet, çev. C.4, s.
213) Ancak, özellikle "dış tecimi" tıkanıklığa uğratır kaygısıyla bu
öneri beğeni görmedi. Kaldı ki, sınırdaki ordu da İstanbul'clan
gönderilen paraların altın olmasında diretiyordu. (0.C) Bkz. Y.
Cezar, Maliye, s. 138-139. Yasa gücüyle para ayarının
düşürülmesinin sonuçta ''enflasyonist" etki yaparak genel eder
düzeyinde yükselmelere neden olacağı kesin bir olgu idi. Devlet
paranın ayarını düşürmekle, ilk elde vereceği aylıkları da o oranda
azaltmış oluyordu. Ancak, paranın bu tür bir biçimde bozulmasının
sonuçları iki yanlı kesen bir bıçak gibidir. Gerçekten ele ayari düşük
paralar dolanıma sürüldükten sonra "duzmece" para basımı oluntusu
artmış, bu işle uğraşanlar devletinkinden daha yüksek ayarda paralar
basarak devlet gelirini engellemiş ve bu durumdan kendileri
433
saymaca değeri 80 para olan "yeni ikilikler" (djedid-ikilik)
bastırılması öngörülüyordu. Ülkede gücül biçimde bu tür bir
borçlanmaya gidilmesi, paranın değişim değerinin düştüğü oranda
geçim gereç ederlerinin yükselmesini bir başka deyişle, eski dolanım
aracı ile 100 para değerinde olan bir ürünün 3 kuruşa (120 para O. C)
çıkmasını ve sonuç olarak, hükümetin ödediği aylıkların gerçekte
beşte bir oranında azalması gerekliliğini de birlikteliğinde
getirmişti. 1
Öte yandan, Osmanlı devletinin içerisinde bulunduğu siyasal
sıkıntıların boyutları, parasal sıkıntılardan daha az değildi. İsveç, çok
önceleri 20.000 kese olarak saptanan para yardımının en kısa sürede
yapılması, ya da en azından ödeme koşullarım düzenleyen bir belgitin
verilmesi bağlamında diretiyor, ancak Osmanlı hükümeti yerine
getiremeyeceğini bildiğinden, İsveç'e karşı bu tür. bir yükümlülük
altına girmekten sürekli olarak kaçınıyordu. Sorun görülüşüp
tartışılıyorsa da görüşmeler, ülkenin acıklı durumunu, ordunun tüm
araç-gereçten yoksun ve "mübayaacılar"a (intendants militaires)2

yararlanmaya çalışmışlardır. (0.C) Bkz. Y. Cezar, Maliye s. 140,


Ayrıca bkz. Cevdet 1309, C.4, s. 159; H. Ferid, s. 185; İ.
Galib, s. 346.
Cevdet, C.4, s. 123. "Cedit ikilik"ler dokuz dirhem idi. Ancak.
içerdikleri gümüş bakımından gerçek değerleri altmışdört para
tutmaktaydı. Bu düzenleme ile ne tutarda "cedit ikilik" basıldığını
bilemiyoruz, dolayısıyla devletin toplam getirisini ölçümlemeye
şimdilik olanak yoktur. (0.C) Bkz. Y. Cezar, Maliye, s. 139-140.
'"madrub tuğralı kuruşluk sikkelerde basılmış ise de bunlar elli
ayarında ve vezinleri 9 1/4 dirhem olmakta eski kuruşlardan pek
noksan olub ancak altmışiki para kıymet-i hakikiyeleri olduğu halde
seksen para kıymet-i ile ihraç olunmuştur." (0.C) Bkz. H. Ferid, s.
185.
2 "'Mübayaacılık": Başkentteki ordunun yiyecek v.b.g.
gereksinimlerinin tek elden üstlenilmesi görevi. Bu uygulama 111.
Selim döneminde kaldırılmıştı. (Cevdet, C.5, s. 315) Türkiye'de
1843 'ten 1846 yılına değin eski paraları devlet adına satın almakla
434
ödenmek üzere 500 kuruştan çok parası olmayan hazinenin bomboş
olduğunu ortaya koymaktan öte bir sonuç vermiyordu. Bununla
birlikte, ilkbaharda savaşı yineden başlatabilmek için 6.000 keseye
gereksinim olmasına karşın, bu parayı bulabilme becerisini
gösteremeyen Türkiye, boşu boşuna borç sözleşmeleri ardında
koşuyor, aynca kutsal yerler ödeneğinin (surre) gönderilmesi süresi
de yaklaşıyor ancak gerekli olan para bir türlü bulunamıyordu.1 Bu
nedenle "'surre"nin yollanması da; varsıl kişilerin varlıklarına el
koymak yerine bir süredir onlara beylik yapılar yaptırtmak ve
kurganları onartmak biçiminde yürütülen "karşılıksız emek

yükümlendirilen görevlilere de "mübayaacı" adı verilmişti. Bkz. Yıl


1718-1719 ... Mübayaacılık"ın oluşumu çok önceleri Çi11'den gelen
ipekleri Bizans İmparatoru adına işletmek üzere satın alan görevliyi
(agents speciaux) ansıtmıyor mu? Bkz.M. Reiiıaud, Relations
Politiques et commerciales de l 'Empire Romain avec 1'Asie
orientale, s. 267. il/. Selim döneminde ve 1795 yılgününde tüzüğü
yayınlanan "zahire hazinesi"nin görevi, Osmanlı ülkesindeki tahıl
üretim ve tecimi ile kent geçimini temel kurumlarıyla bağdaştırmak
ve ulaştırmak bağlamında toplanıyordu. (0.C) Ayrıntılı bilgi için
bkz. Y. Cezar, Zahire Hazinesi ve 1795 Tarihli
Nizamnamesi, Toplum ve Bilim Dergisi, İst. 1978, sayı 6-7, s.
111-116.
Cevdet, C.4, s. 202 ve sonrası (Cevdet, 1309, C.4, s. 158-159 O.C)
Mekke'ye ilk kez "surre" gönderilmesi Nil Memlukleri Sultanı
Bayhars döneminde olmuştu. İlk dönemlerde, özel bir örtü taşıyan,
çok iyi donatılmış bir deve gönderilmesi kural edinilmişti. Yüklenen
şeye "yük" anlamında "nıahmel" denilirdi. Memluklerin ikinci, yasa
koyucu sultanı olan Kalavun, "alay" ve "cirit" oyunları ekleterek
"mahmel"in gönderilmesine yeni bir görkem getirmişti. Gönderilen
armağanlar buğday ve altından oluşuyor, Buğday yörenin
yoksullarına, altın ise "şeyh"lere dağıtılıyordu. Osmanlı sultanları da,
!. Mehmet döneminden başlayarak Mekke'ye ··surre" adı altında
armağanlar gönderdiler. Bayezid'in "surre"si 14.000 düka, Se!im'in
gönderdiği ödenek de 200.000 altına ulaşıyordu. (0.C) B kz.
Hammer, C.2, s. 519-520.
435
yükümlülüğü" uygulaması (angarya) içerisinde alındı. Bu yılın
"surre"sini yükümlenen kişinin parasal gücünün yeterli olmadığı
anlaşılınca, aynı yükümlülük önceleri de orduda bu tür görevleri
üstlenmiş olan yarlıganmış Esma Sultan'ın yardımcısına önerilmiş o
da, ordudan ayrılmayı yeğleyerek "surre emaneti"ni almıştı. 1

Cevdet, C.4, s. 206. Osmanlı toplumunda dirlik üstencisinin (sipahi),


dirliği üzerinde yaşayan yükümlüleri (raiyet) "angarya"ya koşması
kesinlikle yasaklanmıştı. Sipahilere armağanlar vermek gibi bir
yükümlülük yoktu. Yükümlülerin dirlik üstencilerinin işleri için
"angarya"ya koşulması /. Sultan Mehmet döneminde yılda ancak
yedi gün olarak sınırlandırılmıştı. Bu da, yükümlü'nün vermek
zorunda olduğu vergi (öşür) karşılığındaki ürünün samanlığa
taşınmasından dolayı idi. Ancak, yükümlünün bu yedi günlük
sürenin üç gününü para ile satın almak gibi bir yetkisi de vardı.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde "angarya" süresinin yılda yedi
günden, üç güne indirildiği bilinmektedir. Ayrıca, "Kaıııınname-i
Divrik"te okunduğu gibi; ''dirlik üstencileri akçaları ile rençber tutup
biçtireler raiyeti incitmeyeler." Yine aynı yasa da, dirlik
üstencilerinin yükümlülerden yağ, odun, kömür, arpa, ot, yem ve
yemek gibi armağanlık şeyler almaları yasaklanmıştı. (0.C) Bkz. Ö.
L. Barkan, Osmanlı İmpatorluğunda Çiftçi Sınıfının Hukuki
Statüsü, Ülkü, sayı 53, s. 118. Osmanlı düzeninin yerini oldukça
ilerlemiş bir "serf", "senyör" ilişkilerinin aldığı Rumeli'de "yedi
kulluk" adı ile kurumsallaştırılan ve giderek parasal ödeme biçimine
dönüştürülen bir dizi salma ve "angarya" vardır.

Üç gün kişisel çalışına ya da karşılığında 3 akça


Orak (bir araba ot) ya da karşılığında 7 akça
Döğen (yarım araba saman) ya da karşılığında 7 akça
Kağnı (bir araba odun) ya da karşılığında 3 akça
Boyunduruk (araba özgüleme) ya ela karşılığında 2 akça
''Bu yedi kulluktan dolayı akça alınırsa 22 akça alına" (0.C) Bkz. S.
Y erasimos, Az Gelişmişlik Sürecine Türkiye, ( çev. B.
Kuzucu), İst. 1980, s. 126. Ayrmtılı bilgi için bkz. H. İnalcık,
436
Kendisi "yiyip bitiren" bunca üzüntü ve acılardan tükenen,
yorgun-bitkin düşen ayrıca, sağlığı da kaygı verici boyutlarda bozulan
!. Abdülhamit, törenle uğurladığı "Mekke kervanı"nın gidişinden bir
gün sonra, 7 Nisan 1789'da öldü. 1

ÜÇÜNCÜ SELİM DÖNEMİ (1789-1808)


Selim'in başa geçtiği 7 Nisan 1789 yılgününde hazinenin durumu,
başa geçiş ödencelerini değil dağıtmak, düşünmeye bile olanak
vermiyordu. Üç aylıklar da ödenememişti. Savaşçıları yatıştırabilmek
için yapılan tek ödeme 10 Mayıs2 günü ancak bir dilimden oluşan
(kıst üçer aylıkların verilmesi oldu. Selim'in babası 111. Mustafa'nın
-tüm engellemelere karşın- kesin bir tutumla yürüttüğü düzeltim
çabaları başarıyla sonuçlanmamıştı: III. Selim, düzeltim yapılması
gerekliliğine neden olan yakınmalara yanıt olarak yazdığı buyrukta
kaymakama şöyle sesleniyordu; "devletimizin gelir-gider durumu ve
bu bağlamda artan düşkünlüğü tüm kamuoyunca bilinmektedir. Bana,
şimdilik salt kuru ekmek yemekle yetininiz deseniz, bu uyarıyı
. yerinde bulurum. Yeri geldiğinde birisinden yakınacak olsam "babası
da öyle idi" diye ortalığı karıştırırlar, siz söyleyin Allah aşkına,
devlet elden gidiyor, gerekli önlemler alınmazsa iş işten geçer, ben
bildiklerimi büyük bir içtenlikle söyledim, siz de bu devletten pay
almaktasınız."3 III. Selim, ne olursa olsun aylıkları boşalan
gelirlerden karşılanmak üzere, topçu ocaklarının ortalarına ek olarak
onar savaşçı yazılmasını buyurmuş, ancak kaymakamın "esami

Osmanlılarda Raiyet Rüsumu, Belleten, C.23, s. 575-610.


Cevdet, C.4, s. 207. "Surre"yi üstlenen görevli Çelebi Efendi idi (0.C)
Bkz. Cevdet, 1309, C.4,. s. 234. Özi'nin düşüşü Sultan
Abdülhamit'in sağlığını çok etkilediği gibi, tüm ülkeyi de derinden
yaralamıştı. Özi'nin düşüşüne ilişkin 23 dizelik (6 dizesi eksik) bir şiir
için bkz.İ. Enginün, Özi, İEFD. 1978, s. 269-274 (0.C)
2 Cevdet, C.4, s. 246-247 (Cevdet 1309, C.4, s. 268 O.C)
3 y. a.g.y. s. 265 karş. yıl 1652 (Cevdet. çev. C.4, s. 377-378 O.C)
437
defterleri"ni önüne koyarak, boşalan görev olmadığını ve bu tür bir
uygulama için yirmi-otuz yıl beklenilmesi gerektiğini söylemesi
üzerine büyük bir tepki göstererek; "Allah Allah, bu ne durumdur
gerçekler bizlerden sürekli olarak gizleniyor, "tuaş" için yanıma
gelen "berber"lerden ikisi "topçu esame"lerinin olduğundan söz
ettiler. Savaşçı denilse "ne yapalım gidecek savaşçımız yok", savaşçı
yazılsın denilse; "hazinede para yoktur'', buna bir çözüm denilse;
"şimdi sırası değildir ocaklara sataşılmaz" denilir. Biz demeyiz ki,
"esami" belgeleri yetkin olanların ellerinden alınsın, ancak
boşaldıkça yeterli ve değimli olanlara verilsin. Bu sözlerim
gerçekleri ve doğruları yansıtmıyorsa boyun eğilmesin, Allah
doğruyu görüp de yardımcı olmayanı yok etsin. İşte böyle böyle
devlet elden gidiyor." (V oila, voila comment perissent les empires ! )
diyerek bu konudaki düşüncelerini dile getirmişti. Bununla birlikte,
devlet örgütünde düşünülen düzeltimin bir süreç işi olduğunu ve bu
durumda ordunun ileri yürüyüşüne olanak bulunmadığını gören
Selim. ancak ülke sınırlarının korunması ile yetinmek zorunda kaldı. 1
Bundan başka ülke, salt savaşın sürüp gitmesinden değil, savaş
vergilerinin "ayan", yargıç ve onların kendi yerlerine gönderdikleri
görevliler (11aib) eliyle iki ya da üç kat toplanmasından dolayı da
yoksul ve bitkin bir duruma düşmüştü. Buna ek olarak, bir kente yeni
atanan yönetici, karşılığında devletin öngördüğü sungu (caize)
dışında, sadrazam ve öteki ilgililere de armağanlar veriyor ve kentin
konumuna göre para basımevine de ayrıca belirli bir para ödenmek

y.a.g.y. s. 266. ili. Selim'de öncelleri gibi, para değerini düşürme,


varsılların varlıklarına el koyma ve vergileri artırma gibi geleneksel
yollara başvurmuştu. En önemli ekonomik başarısı, tahıl, kahve ve
yiyeceklerin kentlere sürekli olarak ulaştırılmasını sağlamak ve
böylece artan ·'nüfus" ve dokuncalı para bolluğunun (eııflasyon)
olumsuz sonuçlarını bir ölçüde önleyebilmiş olmasıdır. (0.C) Bkz. S.
Slıaw, Osma11lı İmparatorluğu ve Modenı Türkiye, (Çev. M.
Harmancı), İst. 1982, s. :J58. lif. Selim'ill buyrukları için bkz.
E. Z. Kara/, Selim lll.'ii11 Hatt-ı Hümayunları, Ank. 1988
(0.C)
438
yükümlülüğünü üstleniyordu. Öte yandan, kent yöneticileri
Anadolu'dan-Rumeli'ye karşılıklı olarak (vice versa) yılda iki-üç kez
görev yeri değiştirdiklerinden oldukça büyük tutarlarda yol
giderlerinde bulunuyolar ve bu nedenle sözü edilen görevlilerin tüm
çalışmalarının temel ereği, yaptıkları giderleri en kısa sürede elde
edebilmeye yönelik oluyordu. Yargıçlık (ve naiblik) orunu
yolsuzluk, yiyicilik ve bilgisizlikle kirletilmişti. Aynca, "tımar",
"zeamet" ve "mukataa" üstencileri ile vakıf yöneticileri de aşırı borç
içerisinde olduklarından buraların gelirlerini "dolgun bedeller, 1

"sarraflara dolgun bedelleri ile ilzam edüb" Kent yöneticileri


görevlendirildikleri kentlerde uzun süre bırakılmaz, sık sık yer
değiştirirlerdi. Bir kente bir yılda iki ya da üç yönetici atandığı
olurdu. Ancak, bunların bir kentten bir başka kente gitmeleri kolay
bir iş değildi. Şöyle ki, buyrukları altında bulunanlar ve "kapı
halkı"da kendileriyle birlikte gider-gelirlerdi. Bu ise çok para
gerektiriyordu. Doğal olarak bu para da yükümlülerin sırtından
çıkarılıyordu. (0.C) Bkz. E. Z. Karal, Selim Ill. Hatt-ı ..., s. 110
Kent yöneticilerinin olağandışı vergi toplamalarının başat nedeni
atamaları karşılığında verdikleri sunguların parasını yükümlülerden
çıkartmak idi. (0.C) Bkz. Y. Özkaya, XVIII. Yiizyılda, s. 186-
187. Osmanlı imparatorluğunun geleneksel düzeninde önemli
değişim ve dönüşümlerin görüldüğü 18. yüzyılda, yönetim dokusuna
giren ve türlü ekonomik, sosyal işlevler üstlenen "ayan" ve "eşraf'ın
soy kökenleri, güçlerinin dayanakları, toplumsal yaşamda
üstlendikleri görevler ayrıntılı bir biçimde incelenmiş ve bu konuda
sayısız belgesel bilgi derlenmiştir. (0.C) Bkz. Y. Özkaya, XVlll.
Yiizyılm İlk Yarısında Yerli Ailelerin Ayanlık/arı Ele
Geçirişleri Ve Biiyiik Hanedanlıkların Kıırıılıışıı, Ank. 1978,
Belleten, sayı 168, s. 667-675; Ç. Ulııçay, 18 ve 19.
Yüzyıllarda Sarulıanda Eşkiyalık ve Halk Hareketleri, İst.
1955; M.Akdağ, Osmanlı Tarihinde Ayanlık Düzeni Devri,
Tarilı Araştırmaları Dergisi XII (1970-1974) s. 51 ve sonrası;

Ö. Ergenç, Osmanlı Klasik Dönemindeki Eşraf ve Ayan


Üzerine Bazı Bilgiler, Osmanlı Araştırmaları 111. İst. 1982, s.
105-118; V. P. Mııtafçieva, XVIII. yiizyılm son on yılında
439
karşılığında "sarraf'lara, onlar da verdikleri paranın bir-iki katı ile
üçüncü kişilere satmakta idiler. Güvenilir destekçileri olduklarını
ileri süren bu "sarraf"lar üçüncü alıcılara yaptırımsız kalacakları
güvencesini veriyor, üstüne üstlük açgözlülüklerinin doyumu
konusundaki çabalarına ödül olmak üzere, gelecek yıl için daha bol
gelirli satışlar sözü veriyorlardı. Şöyle ki, yirmi yıl 500 kuruşa
satılan bir gelir kaynağı (mukataa), giderek 25.000 kuruşa değin
yükselmişti. 1 Baş vergisi beşikteki çocuklardan bile alınır olmuştu. 2
Aynca vergi toplayıcıları da yükümlülere türlü baskılarda bulunur
ve onlardan yasa dışı olarak para keserlerdi. /Il. Selim bu doğrultuda
kaymakama gönderdiği buyrukta ona şöyle sesleniyordu: "hükümet
görevlilerinin yapmadıkları gücül davranış kalmadı, yarın yüce Allah
öteki dünyada bu durumu sorarsa ne demeli? Seni uyardığım
yolsuzluklar doğrultusunda "şeyhülislam efendi"miz ve öteki
ilgililerle birer birer görüşüp gerekli çözüm yollarını bulup bana
sunasın. Ben, doğru sözden kesinlikle incinmem, devletin iyiliği için
doğru olan ne ise tüm gerçekleri ile bana bildiresin." Çok yeğin bir
dille yazılmış olup, özet olarak buraya aktarılan buyruğun
öngördüğü konulan görüşmek üzere birçok kurul toplandı ise de,
kesin bir sonuç alınamadı. Sonunda, III. Selim başkanlığında 17 Mayıs
1789 yılgününde Erivan köşkünde bir genel kurul toplandı. Daha
sonra şeyhülislamın sarayında birbirini izleyen görüşmelerde; 111.
Selim'in usunda saydamlaşan düzeltimin bir tür öncül düzenlemeleri
niteliğinde olan kimi önlemler alındı. 3

ayanlık, (çev. B. Kodaman) İÜEFTD. XXXI (1977) s. 163-


182. Y. Özkaya, Osmanlı İmparatorluğunda Ayanlık,
Ankara 1977. M.Çadırcı, Tanzimatııı İlanı Sıralarıııda
Tiirkiye'de Yönetim (1826-1839). Belleten Ll, s. 1215-1240.
Cevdet, C.4, s., 269.
2 Bkz. Belin, Etude sur la propriete, n. 93 (Cevdet, çev. C.4, s. 383 O.C.)
Cizye, din görevlileri ve ergenlik çağına gelmemiş erkek çocuklardan
alınmazdı. (0.C.) Bkz. N. Vukuat, C. 3-4, s. 132-133.

3 Cevdet, C.4, s. 271. ili. Selim 'in kaymakama yolladığı bu buyruğun

440
Hollanda ile önceleri sonuçlandırılamayan 15.000 keselik
borçlanma sözleşmesi yineden gündeme getirildiği gibi, ayrıca
İspanya'dan da borç istenilmesi düşünüldü. Ancak gerek bunlardan,
gerekse Fas, Cezayir ve Tunus ocaklarına yapılan başvurulardan
olumlu bir yanıt alınamadı. Cevdet; "tüm yörelerden akça yerine
özür ve üzüntü yanıtları alındı" diyor. l (De quelque cote qu' on se
tournat, dit l 'historiographe, on recevait de belles reponses, mais
point d'argent). Tüm bu umutsuz çabalara ayrıca, İsveç'in parasal
yardım yapılması doğrultusundaki isteklerinin de eklenmesi üzerine2

tam metnı ıçın bkz. E. Z. Kara!, III. Selim'in Hatt-ı .. ., s. 112-


113. "Şeyhülislam" başkanlığında yapılan bir dizi toplantı sonucu
alınan önlemler şunlar idi. Kent yöneticileri sık sık görevden
alınmayacak, kazaların "ayan"ları eskiden olduğu gibi, yine yöre
halkınca seçilecek, bu seçime yöresel yöneticiler kesinlikle
karışmayacaklar, yargıçlar bundan böyle geçerli özürleri olmadığı

sürece görev yerlerine gitmemezlik etmeyecekler, yargıçlar


arpalıklarına gönderecekleri "naib"lerin erdemli kişiler olmalarına

özen göstereceklerdir. (0.C) Bkz. Cevdet, po9, C.4, s. 289


"huzur-u hümayunda meşvered". Yargıç ve "naib" !erin para
toplama konusundaki en önemli yolları "devre çıkmaktı". "Devre
çıkmak", yargıç ve "naib"in yargı alanı içerisindeki yönetim
birimlerini dolaşması idi. "Devre", ancak bir buyruk. ya da
yakınıcıların isteği üzerine (keşif) çıkılması gerekirdi. Ancak, yargıç
ve "naib"ler bu kurala aldırış etmezler, canlan istediklerinde
"devre" çıkarlar ve türlü yolsuzluklar yaparlardı. Öyle ki, yükümlüler
çoğu kez yargıçlara "harami" ön adını bile takarlardı. (0.C) Bkz.
A.Mumcu, Rüşvet, s. 125-155.
Cevdet, C.4, s. 278. (Cevdet, 1309, C.4, s. 289-295 0.C)
2 Cevdet, C.4, s. 288 (Cevdet, 1309, C.4, s. 303 O.C) III. Selim başa
geçtiği sırada Osmanlı devleti savaş durumunda idi. 11 Temmuz
1789 yılgünlü Beykoz sözleşmesi gereği savaş yardımı olmak üzere
İsveç'e 8.000 kesenin en kısa sürede ödenmesi zorunluluğu vardı.
Parasal sıkıntı nedeniyle gümüş paraların ayarının düşürülmesi
uygulamasına başvuruldu. (0.C) Bkz. Ş. Baban, Tanzimat ve

441
hükümet, bundan önceki çözüm yoluna başvurarak altın ve gümüş
takımlardan para basılmasını ve para ayarının düşürülmesini öngören
bir buyrultu yayınladı. fil. Selim, sarayda gereğinden çok bulunan
altın ve gümüşü para basımevine göndererek bu uygulamaya öncülük
etti. Sultanın kızları ile devlet ileri gelenleri ve kent yöneticileri de
bu örnek davranışa katılmış, şeyhülislam da savaş araç-gereçleri ve
damgalar dışındaki altın ve gümüş ile işlemeli at örtüleri, eyer v.b.g.
şeylerin kullanımı yasaklanmıştı. Bunun sonucu tüm yörelerden
gelen altın ve gümüş nesnenin paraya dönüştürülmesiyle 1789
Ekim'inde hazineye göreceli bir bolluk getirilmişti.
Rusya ile sürdürülen savaş 1788 yılı sonlarında yineden
başlatılmış, III. Selim 'in tüm etkin çabalarına karşın sürekli olarak
yenilgiler alan Osmanlı orduları ayrıca Şumnu 'da kaldığı süre
içerisinde de çok büyük yıkımlara uğramıştı. 1

1789-1790. Donanmanın ilkbaharda denize açılması gerekiyor


ancak, yeterli sayıda savaçı bulunamıyordu. Bunun üzerine Mayıs
ayının ilk günlerinde yayınlanan bir buyrukta; "enderun" ve
"birun "2 ileri gelenlerin konumlan ile bağıntılı bir biçimde sekiz-on

Para, s 244. Sözü edilen şeyhülislam, Hamitzade Mustafa Efendi idi.


(17 Ekim 1789-13 Mart 1791) (0.C) Bkz. İ. H. Danişmend,
Devlet Erkanı, s. 147.
Cevdet, C.4, s. 320'de bu acı yenilgiyi aktarırken savaşçılardan ilk kez
olarak "başı bozuk (troupes irregulieres) diye söz ediyor. (Cevdet,
çev. C.4, s. 184 O.C)
2 "Enderun" ve "birun ricali" (tous !es fonctionnaires) üss-i zafer, s.
75. III. Selim döneminde saraydan çıkarılan altın ve gümüş için bkz.
B.S. Baykal, 111. Selim Devrinde İnıdad-ı Seferiye İçin Para·
Basılmak Üzere Saraya Verilen Alt111 ve Gümüş Avani
Hakkında, Tarilı Vesikaları Dergisi, sayı 13 (1941), s. 203-
211.

442
savaşçıyı donatarak kaptan paşaya göndermeleri öngörülüyordu.!
Bunlar içerisinden yalnızca din adamları yoksulluklarını ileri sürerek
buyruğun gereğini yerine getirmekten kaçındılar ki, aynı kişiler daha
önceleri de (Sultan Abdülhamit döneminde) gereğinden çok olan
altın ve gümüşün para basımevine gönderilerek gümüşün dirhemi için
10 para (altının miskali için de 6 kuruş 30 para) alınmasını öngören
buyruğa karşı çıktıkları gibi, geçen yıl da aynı doğrultuda
davranmışlardı. Din bilginleri bu tür yardımlardan kaçındıkları gibi,
üstüne üstlük yer yer hükümeti küçük düşürücü ve aşağılayıcı
konuşmalar yaparak kamuoyunu kışkırtmaktan ve hükümete karşı
yönlendirmekten de geri kalmıyorlardı. 2 Din adamlarının bu tür

Cevdet, C.4, s.369.


2 Osmanlı devlet örgütü dinsel kurallar doğrultusunda biçimlenmişti.
Din ve devlet birbirinden ayrılması olanaksız iki kavram
idi.Kamuoyunun dilindeki en büyük yakarı "Alah din ve devletimize
yokluk vermesin" yakarısı idi. Devletin varlığı din için gerekli
sayılırdı. Dini kendi dışında bırakabilecek bir devletin anlamı

olamazdı. Ülkenin İsliim kamuoyu, devletsiz yaşanılabileceğine


ancak dinsiz yaşanılmayacağına inanıyordu. Yaşamak ya da yaşam,
salt öteki dünya ile açıklanabilirdi.
Din ve Dünya işlerini bu denli birleştiren bir devlette, tüm tinsel
gücün salt din gücü olacağı doğaldır. Din gücünün gerçek ve tinsel güç
olması ise, onu koruyacak ve denetleyecek kesimin yapısıyla ilgilidir.
Osmanlı devletinde bu işlevi üstlenen kesim" bilginler sınıfı" (ulema)
idi. İmpatorluğun kuruluş ve yükseliş dönemlerine İsliim
erdemlerinin gerçek örneklerini sunan bu kesim sonraları kağşamış,
yozlaşmıştı. Selim 1/1. 'ün başa geçtiği sıralarda "yeniçeri" ocağında
ortaya çıkan kargaşa sözü edilen kesimde de başlamıştı. "İlmiye"nin
öğretim kurumlarını oluşturan "medrese"lerinde sıkı düzen
kalmamıştı. Bu okullarda verilen bilgiler, Dünya ile bağını kesmiş
soyut ve boş inanlarla dolu bir konum almıştı. Bu kesimin yargıçlık,
"müftü"lük, "İmam"lık gibi dilimlerinin görevlerini belirten ve
sınırlarını çizen yasalar bir yana bırakılarak, bilimdışı gelenekler
ortaya çıkmıştı. Bilginlerden kimileri görev bölgelerine gidecekleri
443
davranışlarından oldukça etkilenen ve direnci kırılan Ill. Selim, bu
doğrulta kaymakama gönderdiği buyrukta öfkesine yenik düşerek
şöyle sesleniyordu: "'başa geçtiğim sırada para basımevinde anapara
akçası (capital) olarak 2.000 kese; "enderun" ve "harem-i hümayun"
hazinesinde 150 kese dışında para bulunmadığı gibi, devlet
hazinesinde de tek bir akça bile olmadığı biliniyordu. Buna karşın
Rusya ve Avusturya gibi güçlü iki devlete karşı açılan savaş bol
sayıda akça gerektirdiğinden bu duruma bir çözüm yolu bulabilmek
amacıyla bir dizi görüşmeler yapıldı. Sonunda, altın ve güm üş
kullanımının yasaklanması ve bunların para basımevine gönderilmesi
oybirliği ile uygun görüldü. Ayrıca şeyhülislam efendimiz de bu
sonucu dinsel yönden onayladı. Ancak, Allah'ın yasakladığı şeyi ben
de yasakladığım için, din adamları ve devlet ileri gelenlerinden
kendisini bilmeyen, din ve devlet yararının ne olduğunu
algılayamayan kimi kişilerin saraylarında "sultan bizi karaçanaklı
etti" diyerek, ağızlarına gelen türlü yalanlarla devlet düzenini
bozucu sözler söylediklerini işitiyorum. Bu iki devlete karşı savaşı
ben başlatmadım. Devleti bu çıkmaza ben sürüklemedim. Başa
geçtiğimde devletin parasının olmadığı biliniyordu, Yine kendi oyları

yerde yaşlılıklarını ileri sürerek İstanbul' da kalmak ve yerlerine


"vekil" (naih) göndermek iznini almışlardı. Bu uygulama giderek
yargıçlıkların para ve adam kayırma yolu ile elde edilme sürecini

başlattı. Bununla da kalmadı. Dinsel görevler ederi önceden


saptanmış olarak artırma yöntemi ile satılır oldu. Para, yücelme ve
ün, din bilginlerinin tapındığı kavramlar durumuna geldi. En küçük
bir çaba göstermeyen, açgözlü ve kişisel çıkarlarını devlet
çıkarlarından önde tutan, görevini yükümlüleri soymak biçiminde
algılayan bu kesim, dini kullanarak istediği gibi yorumlamakta tek
bir sakınca görmedi. IH. Selim döneminde bilginlerin düşkünlüğünü
ve tinsel yoksulluğunu gözler önüne sermek için Ana Sultanın
yardımcısı Yusuf A,~a'nın, Sadullah A,~a adlı bir kişiye belirli bir
para karşılığında ve Galata yargıcının önünde yaşamından yedi yılını
satmış olduğunu aktarmak yeterli olur kanısındayız. (0.C) Bkz. E.
Z. Kara!, Selim III. iin Hatt-ı .., s. 123-124.
444
ile altın ve gumuş yasağını uyguladım. Ancak, 2.000 kese bile
toplanamadı. Başa geçtiğim günden, Ağustos ayına değin savaş
giderleri için tüketilen akçanın tutarını çıkarttırdım. Salt para
basımevinden 25.000 kese üzerinde akça verilmiş. Bu para beni gizli
gizli çekiştirenlerin gümüşünden değil, Allahın yardımındandır. Bu
günlerde hazine bomboş iken, güçlü iki devlet islfim ülkelerine
saldırırken ve de, bu saldırının durdurulabilmesi için tüm ülke büyük
bir özveriyle varını yoğunu ortaya koyarken üstüne üstlük bu önlem
dinsel yönden de onaylanmışken din adamları şimdiye değin hazineye
kaç kuruş verdiler? Tümünün geçimi bu devletin varlığına bağlı değil
midir? Allah korusun bir yıkım gelirse durumlar nice olur,
düşünülmüyor mu? Onların yapacakları yardımdan geçtim, devlet ve
dine dokunca verici sözler söylemeseler olmaz mı? Bu buyruğumu
iyice okuyup ilgililere sunasın. "Kazasker" v.b.g. ilgililere
göstermesi için şeyhülisliim efendimize de gönderiniz. İkiniz birlik
olarak bu tür yakışıksız sözler söyleyenleri araştırıp kimler
olduğunu ortaya çıkarınız. Bundan böyle devletin dirlik ve
düzenliğine karşı söz işitirsem örnek bir biçimde yaptırım
uygulayacağım da tüm ülkeye duyurulsun." 1
Sultan l//. Selim, ordunun parasal gereksinimlerini
karşılayabilmek için yoğun bir uğraş veriyor,2 ancak beklenilen başarı

Cevdet, C.4, s. 372 (çev. C.5, s. 48-49 O.C) 2 Kasım 1789 yılgünlü
gümüş yasağının tam metni için bkz.İ. Hakkı, OT, 411 s. 601
(0.C) Altın ve gümüş takımların dinsel yönden yasaklanması
üzerine yapılan duyuru sonucunda Mudanya. Gemlik, Milwliç ve
Kirnıastı yörelerinden toplanan 120 okka (120xl282 gr) gümüş, para
basımevi adına satın alınmıştı. (0.C) Bla. İ. Hakkı, y.a.g. y., s.
602. lll. Selim döneminde; İstanbul '·zer-i mahbub" 5 kuruş,
yarımlığı 100 para; İstanbul fındık 7 kuruş, dörtte birliği 70 para;
Mısır "zer-i mahbub" 4 kuruş; Mısır fındık 6 kuruş idi (0.C) Bkz.
İ.C. Artuk, Katalog, C.2, s. 673, n.3.
2 Cevdet, C.4, s.392.

445
elde edilemiyor ve Maçin 'in 1 düşüşüne değin geçen günler ona yeni
yıkım duyumlarını da birlikteliğinde getiriyordu. Neden sonra
Almanya ile 4 Ağustos 1791 yılgününde2 Ziştovi (Sistov) barış
antlaşması yapılarak savaşa son verildi. Rusya ile yapılacak barışın
temel koşullarını içeren belgit de bu ayın onuncu Kalas'ta (Galatı)
karşılıklı olarak alınıp verildi. 3

1791-1792. Savaşın son günlerinde atlı savaşçıların (süvari


ocakları) yinelenen başkaldırıları, sayılarının belgelerde 12.000
görünmesine karşın savaşçı kimliklerinin çoğuncasının "katip" ve
"çavuş"ların eline geçmesi sonucu gerçekte ancak 2.000 kişinin
bulunması gibi düzensizliklerin varlığı, tüzüğün isterlerinin yerine
getirilmemesi, yiyiciliğin (urunç kural tanımaması, sınırların
korunmasına özgülenmiş olan paraların beşte dördünün başkentte
talan edilerek ancak beşte birinin sınır boylarında, savaşçı adını alan
ancak kesinlikle savaşmayıp varsıl olmayı başat erek edinen kişilerin
eline geçmesi kısacası, bu ve buna bağlı koşullar; ordunun en kısa
sürede ve köklü bir biçimde yineden yapılanması zorunluluğunu
ortaya koyuyordu. Benzer kağşama yüksek yargı görevlileri arasında
da görüldüğünden aynı önlemlerin onlara da uygulanması
gerekiyordu. 4

y.a.g.y. s.471.
2 y.a.g.y. C.5, s. 387'de bu antlaşmanın tam metni bulunmaktadır.
(Cevdet, 1309, C.5, s.315-324 O.C)
3 Cevdet, C.4, s.511. Rusya ile yapılan barış antlaşması, 13 tanımlık ve
bir önsözden oluşan 1O Ocak 1792 yılgünlü Yaş Amlaşmasıdır.
Antlaşmanın 7. tanımlığı şöyle idi: "Rus tecim gemileri Tunus ve
Cezayir korsanlarına karşı korunacak, bir dokunca ortaya çıkarsa bu
ocaklara ödettirilecek, onlar yerine getirmez ise Osmanlı hazinesi
sorumlu tutulacaktı. (0.C) Bkz. E.Z. Karal, OT, 5, s. 20.
4 Cevdet, C.5, s. 74 ve sonrası (Cevdet, 1309, C.5, s.225)
Yaşamlarını yitiren savaşçıların aylık alma belgeleri kütüklerden

446
Bununla birlikte savaşın bir süre için kesintiye uğraması kamusal
yükümlülükleri yeğniltmiş ve hazinenin ve günlük ve olası
gereksinimleri için yeni kaynaklar bulunabilmesi olanağını da
birlikteliğinde getirmişti. Yeni önlemler doğrultusunda, şarap ve
ispirtolu içkiler üzerine III. Murat döneminde salınan vergiler
(zecriye) yineden uygulama alanına konuldu. 1 Öte yandan, savaş
süresince oldukça yükselmiş bulunan günlük geçim gereçleri ederleri
sonradan doğal sınırına düşmemişti. Bu nedenle; eder artışlarını
önlemek için değerinin beşte biri çoğu ile para basılması, kentte sayım
yapılarak, dengenin kurulmasına engel oldukları gerekçesiyle ve
önceleri de olduğu gibi taşradan gelenlerin, yurtlarına geri
gönderilmeleri gibi yüzeysel önlemlere de başvuruldu. 2

düşülmediği için bunların binlercesi başkalarının eline geçmekte idi.


Bu kişiler
belge üstencisi yaşıyormuş gibi aylık almakta idiler. (0.C)
Bkz. S. Shaw C.2, s.25. 1805 yılında orduyu güçlendirmek için
İstanbul 'da derlenen onbir oda savaşçı için odabaşılar 3.000 kişi
üzerinden günlük geçim ödeneği almışlar ancak, Kiiçiikçekmece
Köprüsünden geçerken yapılan yoklamada bunların sayısının 1.600
olduğu görülmüştü. (0.C) Bkz. i. Hakkı, Kapıkıılıı 1, s. 499.
Ayrıntılı bilgi için bkz. Cevdet, 1309, C. 5, s. 225 ""süvari
ocaklarının harekat-ı isyaniyeleri ve vukuat-ı saire" (o.C)

Cevdet, C.4, s.92. Rusya ile Ağustos


1791 yılgününcle sekiz aylık bir
ateşkes antlaşması yapılmış ve savaşa
bir süre ara verilmişti. (0.C)
Bkz. İ. Hakkı, OT, 411, s. 590. Dönem dönem yasaklanan şarap
(hamr), p.arasal sıkıntıların yönlendirmesi ile gelirlerine olan
gereksinimden dolayı yeri geldiğinde erkin bırakılıyordu. (0.C) Bkz.
A. Tabakoğlıı, s. 274.
2 Cevdet, C.4, s. 108 (çev. C.5, s. 356-357 0.C) İstanbul, özellikle
yiyecek tükemi yönünden ülkede ilk sırayı almaktaydı. Bu büyük
kentin yiyecek gereksinimlerinin sağlanması daha önceki yüzyıllarda
ela büyük sorunlar yaratmıştı. 18. yüzyılda taşradan sürekli göçler
nedeniyle, İstanbul'un tüketim yoğunluğu en büyük boyutlarına
ulaşmıştı. Bundan dolayı hükümet sık sık taşradan gelenleri geri
göndermek gibi yüzeysel önlemlere başvurmak zorunda kalıyordu.
447
Savaşın kaygı ve sıkıntılarından
kurtulan lif. Selim, tüm çabasını
düşüncelerinin değişmez ereğini içeren ülke için düzeltime ayırmış ve
bu doğrultuda sıra ile deniz ve kara ordularının yineden yapılanması,
bilginler kesiminin sorunları, köklü ve önemli düzenlemelerinin
başat konusunu oluşturmuştur.

Türkiye'nin savaş gücü başlıca iki dilimden oluşmakta idi.


1- Kara ordusu, 40-50.000 kişiye ulaşan bu ordu "kapıkulu" ya da
"kapı halkı"ı denilen savaşılarla, sayıları 200.00'e ulaşan "sipahi" ya
da "tımarlılar" (cavalerie feudataire des elalets) denilen "eyalet
savaşçıları"ndan oluşuyordu.

2- Deniz ordusu ki, bunlara "tersane halkı" ya da "azap" adı


veriliyordu. Bunlar donanmanın aylık alan savaşçıları olup, sayıları
2.500 kişiye ulaşıyordu. "Tımarlı" deniz savaşçıları da yaklaşık
10.000 kişi idi.
Kapı kulları,
yayalarla (yeniçeri), atlı savaşçılardan (altı bölük)
oluşuyordu. Yaya savaşçıları ergen olup, sakatlık ya da sayrılıkları
durumunda emekli olurlar ve ancak o süre içerisinde evlenebilirlerdi.
Barış döneminde yedi yılda bir "kapı" düzenlenir bir başka deyişle,
savaşçıların sayım işlemi yapılarak boş olan görevler
"acemioğlanlar" ocağından doldurulurdu. "Cebeci" ve "topçu"lara

III. Selim döneminde İstanbul'un "nüfus"u 800.000 ile 1.000.000 kişi


arasında değişmekte idi. Göçlerin önü bir türlü alınamadığından,
kentin doyurulması da büyük sorunlar yaratmaktaydı. 111. Selim'de
öteki Osmanlı sultanları gibi sürekli buyruklar yayınlayarak göçü
önlemek istedi. Bu buyruklarda; İstanbul'a gelip yerleşmek
isteyenlerin yakalanmaları, yurtlarına geri gönderilmeleri ve altı
ayda bir bu konuda denetim yapılması öngörülüyordu. (0.C) Bkz.
Cevdet, çev. C.5, s. 356-357. Ayrıca bkz. E.Z. Karal, Selim lif.
ün Hatt-ı ... , s. 96; S. Yarasimos, s. 241; Y. Özkaya, Osmanlı
İmparatorluğunda XVIII. Yüzyılda Göç Sorunu, DTCF.
Tarih Araştırmaları Dergisi, 100. Yıl sayısı, s. 171-203.
Bkz. Bölüm 4.
448
da aynı yöntem uygulanırdı. "Acemioğlanlar" küçük yaşta
"devşirme" yolu ile toplanan çocuklar olup, onlara Türk dilinin ve
İslam dininin ilke ve kuralları öğretilir, bir süre kışlalarda eğitim
yaptıktan sonra içlerinde değimlik gösterenler saray içi okuluna

(enderun) alınır, ötekiler de ocaklara yerleştirilirlerdi. 1 "Devşirme"


yöntemi salt Boşnak, Bulgar ve Ermenilere uygulanırdı.2
Yeniçerilerin çocukları da "acemioğlanları" kışlasına alınarak öteki
"devşirme"lerle birlikte eğitim ve öğretimden geçirilerek aynı yolu
izlerlerdi. 3
Altı
bölük ocağında da bunun gibi yedi yılda bir kapı düzenlenir ve
ne denli eksik çıkarsa "enderun-u hümayun"un eski ağaları ile yaya
ocaklarından yiğitliklerini kanıtlamış olanlar arasından
doldurulurdu. 4
Ordunun "eyalet savaşçıları"5 (eyaletlü asakir)6 denilen <kesimi
"zeamet" ve "tımar" denilen, sultan izni ile verilen ve de babadan
oğula geçebilen toprakların üstencilerinden oluşan aşağı yukarı
ülkenin bir tür soylular kesimi idi. Bunlar sancak beyinin ve
beylerbeyinin bayrağı altında toplanırlardı. Savaşlarda yüreklilik
gösterenlere 10 akça bir akça oranın da aylık artışı (terakki) verilirdi.
Görev aşamaları, asıl ilkelerin korunması ile yükümlü olan
sancakbeyinin önerisi üzerine yürütülür, boşalan görevler ise

"Sairiocaklara tahsis olunub"


2 Bkz. Yıl 1703
3 Bkz. Yıl 1655
4 Cevdet, C.5, s. 189 ve sonrası
5 y.a.g.y. s. 276
6 y.a.g.y. s. 277

449
beylerbeyinin önerisi (tezkere) 1 ve hüküm etin izin belgesi ile ancak
savaşlarda yararlılık gösterenlere verilirdi. Dirlik, arpalık ve

"paşmak/ık" olarak verilmezdi. 2


"Yürükan" ve Rumeli "müsellemleri" de kendi bölgelerindeki
savaşçıları aynı biçimde derlemek ve savaşa anıklamakla yükümlü
idiler. Anadolu ya da karşı yörede vuruşmalar olursa "Anadolu
piyadegan"ı ordunun "angarya" (corvee) işleri ile görevlendirilirdi.

Ayrıca komşu ülkelere saldırılar düzenlemekle görevli akıncılar ve

gönüllüler de bulunmakta idi. Sözü edilen görev daha sonraları


Tatarlara verilmişti. 3 Sınır boylarındaki korungan yörelerin
savunulması da yerli savaşçılardan oluşan düzenli birliklerle
sağlanırdı.4 Temeli bu denli güçlü olan bu kuruluş giderek kağşamış
ve salt varlığı dillerde kalmıştı. Bir derinti görünümündeki değimsiz
kişilerden oluşan bu ordunun çağdaş ordulara karşı koyamayacağı
gözönüne alınarak5, Selim'in babası Mustafa'nın usunda tasarlanmış
bulunan yeni düzenin (nizam-ı cedit) uygulama alanına konulmasına
gerek görülmüştü.
"Tımarlı" donanma, kaptan paşanın "eyalet"i içerisindeki

Cevdet, C.5, s. 215 (Bkz. Belin, Etude sur la propirete n. 295 ve


sonrası)

2 y.a.g.y. s. 292. Arpalığın tanımı 1746 yılı olaylarında yapılmıştı.


"Paşmaklık" ise. sultanın gözdeleri olan kadınlara (haseki kadın)
20.000 akçadan az olmamak üzere onun gelirleri (has) üzerinden
özgülenen ödeneklerden (meach) oluşmaktadır.
3 Cevdet, C.5, s. 205. "yürükan" için bkz. S. Çetiııtürk, Osmanlı
İmparatorlıığ1111da Yürük Sınıfı, DTCFD, C.2, sayı 1;
.. mlisellem"ler için bkz. Z. Pakalm, Deyimler, C.2, s. 628 ve N.
Vukuat, C.1-2 s. 160.
4 y.a.g.y., s. 199. "Yerli muvazzaf (sürekli) ve mustafaz (seçkin) asker"
5 .. Bu makule derinti asker ile asakiri muntazaına (düzenli savaşçılar)
karşısında bir işe yaramayacağından" Cevdet, C.5, s. 199-21 O.

450
sancaklardan oluşuyordu. 1 Bunun sınırları içerisinde daha sonralan
yeni sancaklar da eklenmiş ve Anadolu yöresindeki "yaya" ve
"müsellem" ocakları da "derya kalemi"ne (bureau des fiefs
maritimes) bağlanmıştı. Osmanlı donanması, devlet gemileri dışında
kırk elli denli de yelkenli olmak üzere birçok (qol, qol) "filo"lardan
oluşuyordu.

Selim bu düzeni, tümüyle değiştirerek donanmadaki gemilerin


ayrımlanmasını,görevlilerin derece aşamalarını, kuruşun değer yitimi
gözönüne alınarak yıllıklann 2 artırılmasını deniz araç-gereçlerinin

Sözü edilen kaptan paşa eyaleti şu sancaklardan oluşuyordu.

"zeamet" "tımar"

Vaşa:~~.!;1,l;,ıip~o~lı:'l)_ _J.._~-­
L!!.~riboz (Negrepont)
!Jnebahtı (Lepante)
idilli (Metelin)
(Zula)

~!!!E_a __"--~----,,~--
'ifCoL'!!,.-J!_i_.~~~-'-·~-~---~~
Karlı-ili

Rodos

ile yıllıklı (saliyaneli) Misistre, Chio (sakız), Naxie (nakşa) ve


Mehdie. (0.C) Bkz. Kanıınmame-i Ali Osman, Ayn-i Ali,
(çev. H. Tuncer), Ank. 1962, s. 19 (0.C) Bu sancakların
yöneticileri (Mutasarrıf) "derya beyi" sanını taşır ve savaşlara birer,
ikişer gemi ile katılırlardı. Cevdet, C.5, s. 111 ve Ayn-i Ali Efendi, A.
Vefik Efendi Basımı. Ayrıca bkz.N. Vııkııat, C.1-2, s. 140 (0.C)
Osmanlı imparatorluğu eyaletlerine ilişkin ayrıntılı bilgi için
bkz.Andreas Birken, Die Provinzon des Osmanisclıen
Reiclıes, Wiesbaden 1976.
2 "Saliyane", Cevdet, C.5, s. 169, 225. Yıllık denilen "eyalet"ler ve
451
yönetimini ve giriş koşullarını düzenleyen yeni bir yasa çıkarmıştı.!

sancaklarda öteki yönetim birimleri gibi "has", "zeamet" ve


"tımar"Jara ayrılıp tüm gelirleri devlet hazinesine aktarılırdı. Bu
gelirlerden beylerbeyi ve sancakbeylerine "saliyane" denilen yıllık,
yerli kulu denilen savaşçılara da belirli bir aylık verilirdi. (0.C)
Ayrıntılı bilgi için bkz. N. Vukuat, C.1-2, s. 144.

Cevdet, C.5, s.169. Bkz. Osmanlı İmparatorluğunda denizcilikle ilgili


uygulayımbilim terimleri. Cevdet, C.5, s. 134 ve sonrası. (Cevdet,
1309, C.5, s. 286 O.C) III. Selim donanmayı karmakarışık bir
durumda bulmuştu. Gemi yapım işyerlerinin çoğuncası çalışmıyordu.
Gemi yapım oranı da bunun bağıntılı bir biçimde oldukça düşmüştü.
Deniz savaşçıları, tarlalarından gücü! bir biçimde koparılan köylüler
ile sokaklardan toplanan aylak ve dilencilerden oluşuyordu.
Komutanlar savaşçıların aylıklarını aşırabilmek için bu yollu
uygulamayı kişisel çıkarlarına uygun bulmuşlardı. Kısacası; Osmanlı
denizciliğinde düzensizlik, bilgisizlik, ilgisizlik. büyük boyutlara
ulaşmıştı. Ill. Selim donanmanın yineden yapılanması görevini
küçük Hüseyin Paşa'ya verdi. Kaptanlar sınavdan geçirildi, savaşçı
yazımına özen gösterildi, Fransa ve İsveçten uzmanlar getirtildi,
çalışamaz durumdaki 15 gemi yapım işyeri etkin bir konuma
getirildi. (0.C) Bkz.E. Z. Karal, OT, 5. s. 66-67. III. Selim
döneminde yapılan bu düzenlemeler sonucu, donanmanın
önemsenecek bir güç olduğu yabancıların açıklamalarıyla da
kanıtlanmaktadır. Osmanlı ülkesinde bir inceleme gezisi yapan
General Sebastiaııi, Napolyon Boııhart'a sunduğu yazanakta bu
doğrultuda şunları yazmıştı. "Osmanlılarda deniz gücü 27 büyük
savaş gemisi, 3'ü üç ambarlı olmak üzere 20 denli yelkenli savaş
gemisinden (fregat) oluşmaktadır. Bu donanma Avrupa'da
bulunanların en görkemlisidir. Bu donanmayı yapanlar Le Brun ve
Benois'dir. Bununla birlikte açıkça söylemek gerekirse, bu görkemli
donanmayı yönetecek düzeyde yetkin ve uzman subaylar
yetiştirilememiştir." III. Selim Sebastiani'nin değindiği eksikliği
görmüş ve bu nedenledir ki, Sütlüce'deki deniz okuluna büyük önem
vermiştir. (0.C) Bkz. E. Z. Karal, Selim Ill. Hatt-ı ..., s. 70-71.
Ayrıntılı bilgi için bkz. III. Selim Devrinde Osmanlı Balıriyesi,

452
Osmanlı imparatorluğunda bilginler kesimi, öğretmenlikle
birlikte tüzenin uygulanması görevini de üstlenmişti. Bu kesimin
düzeltimi sorunu da Il/. Selim'in ilgisini çekmişti. 22 Haziran 1792
yılgününde sınav (rüus) yapılarak, başarılı olanlara öğretmenlik
belgesi (diplômes de professorat) verildi. Öğretmenliğin "eyalet
yargıçlığı"na ve onun sonucu olarak da "kazasker"liğe yolu olduğu
gibi öğretmenliğe de okulu (medrese) bitirmekle (mülazemet)
gelinirdi. "Mülazemet"e ise okulda öğrenci (danişment) olarak uzun
bir yetişme döneminden geçtikten sonra ulaşılırdı. "Danişment"
olmayı isteyenler "hariç" basamağının öğretmenlerinden ders
aldıktan sonra 1 ikinci ve üçüncü öğretmene gönderilir ve

Tarih Vesikaları,C.l, sayı 3, s. 203-211. Ayrıca bkz. A. Asım,


Tarilı-i Asım, C.1, s.51-55. "Zikr-i nizamat-ı tarsane-i amire ve
kapudan ve nasb-ı Hüseyin paşa"
"Mahruk olub" (yanmış olup) "medrese" öğrencilerine "suhte"
denilmekte idi. "Suhte" yanmış, tutuşmuş, yakılmış anlamına
gelmektedir. Olası ki, Allaha ve bilime kendisini adamış ve bu
uğurda yanıp tutuşan demektir. (0.C) Bkz.A. Elik, Farsça-Türkçe
Lügat, s. 244. "RüOs" sınavı için bkz. Cevdet, 1309, C. 5, s. 291
"Zilkadenin onüçüncü günü ruus imtihanı olunub telhiste vaki..."
(0.C) K. Sultan Süleyman dönemine değin "medrese"yi bitirenler
öğretmenlik ya da yargıçlıklara bir sıra gözetilmeksizin atanır ve bu
yüzden arada tüze dışı uygulamalara uğrayanlar da bulunurdu. Ünlü
Ehussuııt Efendi, "şeyhülisliimlığı" sırasında yeni bir uygulama
getirdi. Buna göre; "medrese"yi bitirenler bitiriş sırasına göre bir
kütüğe (rn:::namçei hiinıayuıı) yazılıyor ve "mülazım" adını almış
oluyorlardı. Bir öğretmenlik ya da yargıçlık yeri boşalınca atamalar
bu kütükteki sıralamaya göre yapılıyordu. (0.C) Bkz. M. Sertoğlıı,
s. 218-219 "Medrese"lerde basamak basamak eğitimin toplam
süresi 15-20 yıl arasında sürebilirdi ve devletin bir görevine aday
olabilmek için öğremenlik yapma zorunluluğu, yönetime katılma
sürecini uzatıyordu. Ayrıca bunların göreve atanmaları öncelge
uyarınca yapılmaktaydı. Sürenin uzun olmasının çok sayıda adayın
işi sonuna dek götürmesini engellediği ve bunların eğitimlerini
bitirmeden kavrama yeteneklerine göre belirlenen ikincil derecedeki
453
"danişment" olarak "hariç", "dahil" ve "sahn" öğretimlerini
gördükten sonra kütüklere yazılarak görev için sıraya girerlerdi.
İçlerinde bilgileriyle yaşıtları arasında en seçkini (nıümtaz-ül akran)
ve ardından gidebilecek kişi (kıdvet-iil-ülenıail mehakkıkin) 1
konumunda olanlar önce "hariç" basamağında okullardan birisini
sonra da öncelge uyarınca "dahi/" ve "sahn" basamaklarının
öğretmenliği ile görevlendirilirlerdi. Bu denli yükselme başarısını
gösteremeyenler ise yargıç olarak atanırlardı. Eskiden tüm seçkin
bilgiler "sahn-ı seman" (Fatih camiinin eklentilerinden olan sekiz
medrese) "medresesi"nin öğrencileri olup, bunların "muid"
(repetiteurs) denilen en eskileri "tetimnıe medresesi"ne (charire
complementaire)2 katılır ve orada saltık bir yetke ile öğretmenlik
yapalardı. Ancak, o döneme değin saygınlığını sürdürmüş olan bu
seçkin kesimin titizlikle korunan düzen ve kuralları 1592
yılgününden3 sonra ve giderek artan biriçimde bozulmaya, kağşamaya

görevlerle yetindikleri anlaşılmaktadır. Buna karşılık, terim


yerindeyse ancak bir "seçkin kesim" en yüksek yargısal ve dinsel
orunlara ulaşabilmekteydi. M.d'Ohsson, yönetime girebilmek için
kırk yıllık bir sürenin gerektiğini aktarmaktadır. (0.C) Bkz.
Mantran, s. 134. Ayrıntılı bilgi için bkz. 1. Hakkı, Osmanlı
Devletinin İlmiye Teşkilatı, Ank. 1984 (TTK 2. Baskı);
Cevdet, çev. C.1, s. 154-166 (O.C)
Bkz. Belin, "icaze" (diplbme de licence pour le professorat) Journ. as.
Mayıs-Haziran 1855, s. 548. "İcazet"in sözcük anlamı izin demektir.
Eskiden "medrese" öğrenimini bitirenlere bugünkü "diploma aldı"'
yerine "icazet aldı" denilir, "icazet" alan kişiye de "mücaz" adı
verilirdi. (O.C) Bkz. Z. Pakalın, Deyimler, C.2, s. 19.
2 Cevdet, C.5, s. 172 ve sonrası. Karş. Hammer, C.6, s. 244. (Hammer,
çev. C.3, s. 508-510 0.C) "Shan medresesi"nde odası (kürsü)
olanlar, yapıt üretebilecek denli ilerlemiş bulunurlardı. Bunların
eskileri "müid" (doçent) olurlar ve öğrencilere ders verirlerdi. (0.C)
Bkz. Ş. Yaltkaya, Tanzimat 1, s. 463.
3 Karş Koçi Bey, bölüm 5. (1284 basım, s. 20-26 O.C) 1631 yılında
IV. Murat'a sunduğu ve devlet örgütündeki bozukluklarla bunların
454
başlamıştı. Yönetimsel alanda köklü düzeltimleri düşünmeyen
Osmanlı hükümeti, düzeltimi süreç içerisinde sağlamak amacıyla
ancak, okullara giriş koşullarını, derece aşamalarını ve aylıkların yine
de düzenlenmesini öngören yetersiz kimi önlemler almakla yetindi. 1

önlenmesi için gereken öğütleri içeren yapıtında Koçi Bey, bilginler


kesiminin erdemlerini övdükten sonra ( ... malumu humayun olaki
şeri şerifin bekası ol cihetten ecdadı azamları zamanında ülema ve
erbanına olan hürmet ve izzet bir dev !ette olmamıştır. ... 1284, s. 20)
Şunları ekliyor; "Sonunda 1594 yılgününden başlayarak bu düzen
bozuldu. Önceleri Şeyhülisliim Sunullah Efendi birkaç kez yersiz
olarak görevden alındı. Başyargıçlar da sık görevden alındıklarından
yerlerine gelenler devlet büyüklerine "dalkavukluk" yapmak zorunda
bırakıldılar. "Yüksek öğretim devlet eğitiminin en önemli bir
aşaması olduğundan, yazarlar yeni düzeltim yolları önermek yerine
eğitimin geleneksel kurallarına sıkı sıkıya dönmek tezi üzerinde
duruyorlardı. Bilimsel görüş gelişmediğinden bu kuruluşun bozuluş
nedenlerini ari;\yıp, saptamak eğilimi yoktu. Bozulmaların , salt
kurallara uyulmamasından ileri gelen bir şey olmadığını
görmemeleri yüzünden eskiye dönme görüşünden öteye yeni bir şey
söyleyemiyorlardı. Yabancı ülkelerdeki gelişmeler de incelenmediği
için gelenek dışında bir yeni etken bulunabileceği düşünülemezdi. Bir
düzen kendi içine sımsıkı kapanınca bilinenlerin ötesi görülse bile
benimsenmez. (0.C) Bkz.N. Herkes, Felsefe ve Toplumbilinı
Yazılan, s. 110.

Cevdet, C.5; s. 179. "Rumeli kazaskeri Tatarcık Ahdullalı Şf'endi'nin


layihasına göre". Tatarcık Abdullah Efendi, 9 bölümden oluşan
tasarının 11. bölümünü "ülema" kesiminin düzel timine yönelik
önerilere ayırmıştı. Abdullah Efendi'ye göre, bu kesimdeki kağşama
18. yüzyıldan çok önceleri başlamıştı. Sultanlık danışmanları, devlet
ileri gelenlerinin kimileri oğullarını ve çoğunlukla da işe
yaramayanlarını bu kesime soktular. Böylece bu kesim bilgisizlerden
oluşan bir topluluk durumuna geldi. Sınavsız görev almak yolu açıldı.
Abdullah Efendi'nin l//. Selim'e sunduğu yazanakta; bu kesime
yönelik görevlerin para karşılığı satılmaması, görevlerin değimli ve
erdemli kişilere verilmesi, sınav uygulamasına yineden başlanılması,
455
1792- 1793. Yeni düzenlemelerin gerektirdiği giderleri karşılamak
üzere bir buyruk yayınladı. 1 Buyruk, boşalan devlet gelirlerinin

'·hariç" aşamasındaki öğrencilerin yüzelli ya da en azından


yüzseksen kişiye indirilerek görevi olmayan "Havadan sudan"
''medrese" ve öğretmenlerinin defterlerden silinmesi, yargıçlar
içerisinde becereksiz olanların görevlerinin ellerinden alınması
öngörülüyordu (0.C) Bkz. Cevdet, 1309, C.5, s. 27-54. III. Selim
döneminde gerek öğretim ve gerekse yargısal durumu düzeltmek
girişiminde bulunan ŞeyhülisHim Hamidizade ve Ömer Hulusi
Efendilerin bu çabaları, çıkarları bozulan kişilerce sonuçsuz
bırakılmıştı. (O.C) Bkz. Ş. Yaltkaya Tanzimat, s. 465. Kaldı ki,
III. Selim'in düzeltim girişimleri de bu kesim arasında büyük bir
direnişle karşılaşıyordu. Çoğunluğu kişisel çıkarlardan başka bir şey
düşünmeyen "iilenıa" sultana yardımcı olmayı düşünmediği gibi,
üstüne üstlük onu baştan indirmek için bozguncu ve yıkıcı güçlerle
işbirliği yapmaktan da çekinmiyordu. Selim bu kişilerin dinsel
törenlerde açık gönül ve iyi güdü ile çalıştıklarına da inanmazdı.
Şöyle ki, 1787 savaşının uzaması üzerine camilerde başarı için
okutulan "ayet-el kiirsi" (okuyanları, kötülüklerden koruyacağına
ilişkin (0.C) Bkz. Bakara suresi 225. Ayet) yakarısının altı ay daha
okutulması ve bundan dolayı ilgililere para verilmesi için
kendisinden izin istenince, izin belgesinin yanına şunları yazdığını
görüyoruz. "Bilmem gönül aklığı ile mi okunmuyor ki, bir sonucu
alınamıyor. İyi şimdi yine altı ay okutulsun, akçası da para
basımevinden karşılansın. Para ile yapılan yakarı ancak bu denli
olur." (0.C) Bkz. E. Z. Karal Selim ili. Hatt-ı ... , s. 125-131.
Nizam ittihaz olunduğu" (Bkz. Cevdet, 1309, C.6, s.60 O.C) lif.
Selim 1793 yılında devlet gelirlerinin düzenlenmesi için yeni
önlemler alınmasını istedi. Devlet ve kutsal yerler gelirlerinin
boşalanlarından 1O keseden çok getirisi olanlara el konuldu ve
kesenek yöntemi ile satılması uygun görüldü. Saptanan öncelikli para
ile bu uygulamadan az da olsa bir gelir elde edebileceği düşünülmüştü.
Geliri 1O keseden az olan "nıukataa"ların boşalması durumunda da
bunların isteklilere satılması öngörüldü. (0.C) Bkz.Y. Özkaya,
XVIII. Yiizyılda ... , s. 117
456
bundan böyle yineden satılmayıp doğrudan para basımevi eliyle
kesime verilmesini buyuruyor ve buna titizlikle uyulmasını
öngörüyordu. Ancak, yüksek görevlilerden büyük çoğunluğunun bu
tür gelirlerden başka bir gelirleri olmadığından onları geçim
kaynaklarından yoksun bırakacak bu uygulama genel biçimde
benimsenmedi ve salt on keseden çok olan boş gelirlerin para
basımevince satışa çıkarılması ile yetinildi. Bununla birlikte, 1793
yılında dirliklerin yineden düzenlenmesi, deniz subaylarının
çoğaltılması, aylıklarının yükseltilmesi, aralarında 'asar-ı nusret"
(le Victorieux") 1 adı verilen sultanlık gemisinin de bulunduğu türlü
savaş gemilerinin yapılması, "kumbaracı", "la,~ımcı" ocaklarının
yineden örgütlenmesi, düzenli bir yaya ordusunun oluşturulması2
gibi yeni düzenlemeler birbiri ardından uygulama alanına konuldu.
Tüm bu düzenlemeler için gerekli. olan giderlerin tutarı yaklaşık
olarak yılda 20.000 kese olarak ölçümlenmişti. Sıradan bir bütçenin
üstesinden gelemeyeceği bu zorunlu giderleri karşılayabilmek üzere
"irad-ı cedit" adı verilen yeni bir kaynak oluşturuldu.

Cevdet, C.5, s. 279.


2 Bkz. 7 Haziran 1796 yılgünlü yasa. Cevdet, C.5, s.449 ve sonrası.
Kumbaracı ve lağımcı ocakları ile ilgili olarak Yusuf Paşa ve Şerif
Efendi kimi önerilerde bulundular. Yusuf Paşa'nın tasarısında
"kumbaracı" ve "lağımcı" olarak "zeamet" ve "Tımar" üstlenen
savaşçıların sınava bağlı tutulmaları bu "fen"ni bilmeyenlerin
"tımar" ve ''zeamet"lerinin ellerinden alınması, ayrıca bu gelirler

boşaldıkça bundan böyle eski üstencilerin çocuklarına verilmeyip


devlet eliyle işletilmesi öngörülüyordu. Şerif Efendi ise; "kumbaracı"
ve "lağımcı" ocaklarının topçu ocağına katılmasını, bunlara
"sadabat"ta eğitim yaptırılmasını, değimi ilik gösterenlere 99 akça
verilmesini, boşalan gelirlerden ellişer kişiden oluşan yüz oda için
beş bin "kumbaracı" alınmasını, beş yüz "lağımcı "'nın yeterli
olacağını daha çoğuna izin verilmemesi gerektiğini öneriyordu.
(0.C) Bkz. Cevdet, 1309, C.6, s. 53. Cevdet, 1309 C.60' ela
okunuyor: "İradı cedit defterdarlı.~ı ve talimli asker nezareti ihdas
olunduğu" "varidatı cedit" (0.C)

457
Bu hazinenin özeksel bir biçimde yönetimi, "defterdar-ı şıkkı
sani" ve "irad-ı cedit" defterdarlığı birleştirilerek "talimli asker
nazırı " (de nazir de l'infanterie reguliere) 1 sanı altında 24 Şubat
yılgününde devlet ileri gelenlerinden birisinin yükümlülüğüne
bırakıldı. Bu yönetime özgülenmiş gelirler şunlardan oluşuyordu:

1- Bu düzenin kuruluşundan önce "tersane" giderlerine özgülenen


"derya zeamet" ve "tımarları" gelirleri;
2- Doğrudan devlet eliyle yönetilmekte olan ipek vergileri ile
öteki gelirlerin 1793 'te ve boşalan "sehm"lerinde bu düzen
yılgününden başlamak üzere gelirleri;

3- Yeni düzen gereğince getirisi 10 kesenin üzerindeki devlet ve


kutsal yerler gelirleri ve "sehm"leri ile "kumbaracı tımarları";2
4- Bu hazinenin kuruluşundan başlayarak "alkollu içkiler" vergi
gelirleri;
5- Son olarak ürün toplama döneminden önce üstencisinin çocuk
bırakmadan ölmesi sonucu boşalan "zeamet" ve "tımar" gelirlerinin
sözü edilen hazine eliyle yönetilmesi ve gelecek Mart ayından
başlayarak bunlara devletçe el konulması. 3

"Talimli Asker Nezareti". Bu denli önemli kaynakların yönetimi


kolay bir iş değildi. Hazinenin eğitimli savaşçılarına olan bağıntısı
gözönünde bulundurularak iki görevin aynı kişide birleştirilmesi
uygulamasına gidildi. Eğitimli savaşçılarla uğraşacak yönetici
"Talimli Asker Nazırı" sanını alacak, aynı anda "irad-ı cedit
lıazinesi"nin başında bulunduğundan "irad-ı cedit defterdarı" sanını
da taşıyacaktı. Üstüne üstlük "şıkk-ı sani defterdarlığı"nı da aynı kişi
üstlenecekti. (0.C) Bkz.E. Z. Karat, Selim Ill. Hatt-ı ... , s. 188
2 Bkz. Yıl 1972. 10 keseden az olan devlet gelirlerinin sekiz yıl süreyle
"irad-ı cedit hazinesi" adına satılmasından, yılda 4 yük 72.000 kuruş
getiri elde edilecekti. (0.C.) Bkz. Cevdet, çev. C.6, s. 372.
3 Cevdet, C.5, s. 277. (Karş. Eyubi Efendi Bütçesi b.4) Tütünden alınan
vergi % 6'ya çıkarıldı. Rakının "okka"sına (l 282gr.) 3; Şarabın
okkasına 4; Tütüne bir ve kahveye de 8 para vergi
458
"İrad-ı cedit hazinesi"ne aktarılan bu paranın sayışmanlık
işlemleri "kapı arası"nda düzenlenerek sultanın onayına sunulur ve
giderler çıkarıldıktan sonra kalan artanı para basım evindeki özel
eklentiye aktarılırdı. Devlet hazinesi yardım için yeterli olmaz ise,
tüketim yeri, türü ve tutarı belirtilmek üzere bir sultan buyruğu ile
"irad-i cedit hazinesi"ne başvurulurdu. 1 Aynı ayın 15. günü
"topçular ocağı" ve Nisan ayı başlarında da "arabacılar ocağı" bu
saymanlıkla birleştirildi. 2 .
Öte yandan, paralardaki bozukluğun devletin saygınlığına kaygı
verici boyutlarda gölge düşürdüğünü gören III. Selim, yaptığı
düzenlemeleri bu konu üzerinde de yoğunlaştırdı. Bu doğrultuda
"şeyhülisliim" başkanlığında birçok kurul toplandı. Ancak, siyasal ve
toplumsal değişimleri algılamayan tutucu kimi kişiler sultanın
yakınlarını etkilemek başarısını gösterdiklerinden dolayı bundan

salındı.Hayvanlardan baş üzere bir para alındı. Mora'da çıkarılan


üzümün (istafilya) "kıyye"si de 2 para vergiye bağlandı.
Yılbaşlarında yinelenmesi gereken görev izin belgeleri üzerinden de
küçük bir vergi alındı. (0.C) Bkz. E.Z.Karal, Selim ili. Hatt-ı ... ,
s. 87. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mahmud Raif Efendi, yeni
Nizamların Cedvili (çev. ve yay. A. Terzioğlu-H.Hatemi, ist.
1988, s. 1-34 O.C). Ill. Selim'in on keseden çok getirisi olan devlet
gelirlerini (mukataa) "irad-ı cedit hazinesi" için alıkoymasının
nedeni. İsmail kurganındaki "tımar"lıların bir yolunu bularak
kaçmaları olmuştur. (0.C) Bkz. Asım, C.1, s.35-36.

Cevdet, C. 5, s. 268, 276.


2 Cevdet, C.5 s. 277, 442. "İrad-ı cedit hazinesi"nin 1797 yılı gelirleri
60.000 keseye ulaşmakta idi. 1803 yılı Ocak ayı gelir-gider çizelgesine
göre:
Gelirler 460.345 kese 86 akça
Giderler 387.984 kese
Gelir artanı 72.361 kese 86 akça idi.(0.C) Bkz. E. Z.Karal,
Selim III. Hatt-ı., s. 92-93. Sözü edilen hazine 15.000 kuruşluk bir
anapara ile kurulmuştu. (0.C) Bkz. Z. Karamursal s. 76.
459
böyle salt ikiliklerin bastırılmasının sürdürülmesi ile değil üstüne
üstlük aynı türde "yüzlük" adı altında yeni bir paranın da basılması
ile durum geçiştirildi. 1

1793. Bu döneme değin, ordunun ürün ve araç- gereç alımı


"mübayaacı"ların tekelinde bulunuyordu. Eylül ayında bu tekel
kaldırılarak "Zahire Nezareti" (ministere des subsistances) adı
altında özel bir yönetim oluşturuldu. Sözü edilen kuruluş, ürünleri
taşradan getirtip "tersane ambarı"nda toplayacak ve tecimenler
ürünü ellerinden çıkarttıktan sonra kıtlık başlayınca emekçilere
dağıtıp parasını alacak ancak, aynı anda ürün satıcılarının çıkarlarını
korumakla da yükümlü olacaktı. Bu kuruluşun yönetimi ek bir görev
olarak "defterdar-ı şıkk-ı sani"ye bağlandı. 2 Aynı günlerde "resm-i
yapa,~ı" (droit sur !es laines) adı ile yün vergisi olarak koyun başına
bir paradan oluşan bir vergi salınmış ve "irad-ı cedit defterdarlığı"
görevlileri de bu vergilerin toplanması ile yükümlendirilmişlerdi. 3

"Nihayet ikiliklerin ibkasına (sürdürülmesine) ve mecidi yiizliik


kat'ına karar" Cevdet, C.5, s. 291.

2 Cevdet, C.5, s. 315. "Zahire Nezareti" için 5.000 kese özgülenmişti ve


bu para başka giderler için kullanılmayacaktı. İstanbul 'un tüketimi
için ölçümlenen 36 yük ürünün 20 yükü devlet, kalan 16 yükü de
tecimenler eliyle getirilecekti. Böylece tecimenler de korunmuş
olacaktı. Sözü edilen kuruluşun başına 1.500 kuruş aylıkla baş
sayman Ratıp Ebubekir Efendi getirildi. (0.C) Bkz. Cevdet, çev. C.6,
s. 134-135. Ayrıntılı bilgi için bkz.Y. Cezar, Zalıire Nezareti ve
1795 (1210) Tarihli Nizam-namesi, Toplum Bilim Dergisi,
sayı 6-7 (1978) s. 111-116. Asım, "Zaire Nezareti" için özgülenen
paradan şöyle sözediyor. " .. hazinci-i hümayundan yirmibeşbin kese
akça ita ve zahire-i meskureyi iştira ve ... içtin ricali devlet-i .. biri
hububat nazırı tayin ve şıkk-ı salis payesiyle .. " (0.C) Bkz.Asım,
C.1, s. 61.
3 Bunlara "ıımmal" (vergi toplayıcıları) denilmekteydi. Mirkont, Vie
de Dijenguiz, s. 157 ve 160'da bu sözcük. sultanın görevlileri
460
Yabancı elçilerin Osmanlı ülkesinde bulundukları süre içerisinde
almış oldukları günlük geçim ödeneği de, biriktirim amacıyla aynı
yılgününde uygulamadan kaldırıldı. 1
Olayyazarların birbirini izleyen açıklamaları burada sona
ermektedir. Bu tür doğrudan kaynaklardan yoksun kalındığı için
bundan böyle, genel ya da beylik belgelere dayanılarak bu yapıtın
bitirilmesine çalışılacaktır.

Burada algılanan anlam ise tümüyle başkadır. "Amil" ler, para (mal)
toplarlar ve sultanın hazinesine gönderirlerdi. (0.C) Bkz.
Nizamülmülk, Siyasetname, (çev. M.A.Köylen), İst. 1990, s.
127.
Cevdet C.5, s. 349 (kar. Belin, Etude sur la... , n. 259 ve Rycaut, C. l,
s.190) Elçilere bu tür günlük geçim ödeneği verimesi uygulaması,
kaynağını "malikane"lere dayandırmak üzere Fransa'da da geçerli
idi. Guizot, Essais sur l 'Hist. de France, s. 84. "Elçiyan-ı miiluku
etraf' bu deyim geniş anlamı ile yabancı kralların gönderdikleri
elçiler yanında "haraç"a bağlı beyliklerin elçilerini de içermektedir.
Naima, C.2, s. 386; İzzi, s. 66. Krş. b. 4, Bütçe; yıl 1718 ve 1793.
Negociation, C.2, s.684; C.3, s.568; C.4, s.98, 755'te okunduğuna göre
bu ödeneğin kaynağı kuşkusuz yabancı elçiler eliyle karşılıklı olarak
verilen armağanların bir ödünlemesi olarak algılanmaktadır.
"Süfera tayinatının tadili ve ecnebi tercümanlar hakkında usul"
(0.C) Bkz. Cevdet, 1309, C.6, s.128. Belin, Cevdet tarihinin
1884'te yayınlanan son iki cildinden yararlanamamıştı. (0.C) iV.
Mustafa 'nın kısa süren egemenliği döneminde (1807- 1808) bastırdığı
paralar da o oranda azdır. Basılan fındık ve "zer mahbub"ların tipi
öncekiler gibi olup, ancak ağırlıkları daha eksik ve arılıkları da
birbirlerinden aşağıdır. Bu dönem Mısır'da basılan "zer-i
mahbub"ların arılığı oldukça düşüktür. Gümüş paraların türleri,
arılıkları değiştirilmeyip il/. Selim döneminde olduğu gibi
bırakılmıştı. O.C) Bkz. İ.C. Artuk, Katalog, C.2, s.676.

461
Ayrım 9. 1808-1865.

KAPIKULU OCAGININ ORTADAN


KALDIRILMASI; SAYMACA DEGERLİ
PARALAR; YENİ DÜZENLEMELER
(TANZİMAT); KAGIT PARA (KAİME);
ONLUK YÖNTEMDE ALTIN VE GÜMÜŞ
PARA BASILMASI; DIŞ BORÇLANMA;l856
BUYRUGU (ISLAHAT FERMANI); KAGIT
PARALARIN DOLANIMDAN
KALDIRILMASI; DEVLET BÜTÇESİNİN
YAYINLANMASI; DENGE; GELİR ARTANI.

İKİNCİ MAHMUT DÖNEMİ (1808-1839)


Sultan Mahmut, kardeşi Mustafa'nın bir yıl süren egemenliğinden
sonra, 28 Temmuz 1808 yılgününde başa geçti. Kendisinden önce
başlatılan düzeltim çabalarını sürdürmek istedi ise de, savaşçıların
başkaldırıları buna engel oldu. "Yeniçeri"ler, "nizam-ı cedit"
(nouvelles troupes) savaşçılarının konuşlandırıldıkları yerleri yakıp
yıktılar ve sonra da sultanın ayağına değin gelerek ona bağlılık
antlarını sundular. Sultan Selim'in özelliklerine, soğukkanlılık ile
duygu ve düşüncelerini saklama yetisini de eklemiş bulunan Mahmut,
öç alma duygusunu gizleyerek onların isteklerine uyar gibi
gözükmüş, yumuşak davranmış ve geri dönülmesi kesinlikle söz
konusu olmayacak tasarılarını uygulamayı daha uygun bir süreye
ertelemişti. Gerçekten de 15 Haziran 1826 1 yılgünlü bir buyrukta

Buyruğun tam metni için bkz. Zafer, çev. M.Gaussin de Percaval, s.


111. 16 Haziran 1826 yıl günlü buyruk, tüm eski savaşçı birliklerinin
ortadan kaldırılarak onun yerine geçecek olan ordunun temellerini
atıyordu. (0.C) Bkz. S. Shaw, C.2, s.50. Buyruğun tam metni için
ayrıca bkz. i. Hakkı, Kapukulu 1, s. s. 666-672. (0.C) Sokaklardaki
462
"yeniçeri ocağı"nın ad ve edimsel olarak ortadan kaldırıldığı
öngörülüyordu. Bundan böyle, Osmanlı ordusuna olası ki, düzenli
ordularını "yeniçeri"lere karşı elde ettiği utkunun anısını
çağrıştıracak bir biçimde "Muallem Asakir-i Mansure-i
Muhammediye"2 adı verilmişti. "Yeniçerilerden sonra uzun bir
süredir yalnızca ad olarak var olan "altı bölük" ocağı da ortadan
kaldırıldı.3 Sultan Mahmut, bu sarsıntılardan sonra Avrupa ile olan
ilişkilerini bir düzene koymaya çalıştı. İngiltere ve Rusya ile
görüşmeler başlatıldı. İngiltere ile 5 Ocak 1809 yıl gününde barış
antlaşması yapıldı. Ancak, Rusya ile yapılan görüşmeler olumlu bir
sonuca ulaşmayınca savaşın sürdürülmesi doğrultusunda gereken
önlemlere başvuruldu.
Hazinedeki para darlığını ve savaşın ortaya çıkardığı
gereksinimleri karşılayabilmek için 1810 yılında ağırlık bakımından
eski "ikilik"lere eşit olmak üzere "200 para"lık "beşlik"ler

"yeniçeri" adının kaldırılıp yerine "Asakir-i Mansure-i


Muhammediye" yazılması uygun görüldü. (0.C) Bkz. Cevdet, çev.
C.12, s. 222. Osmanlı olayyazarlarının ''ekonomik tarih" ve
"ekonomik bilimi"nin kavram yapısından duyumsuz kişiler olmaları
yüzünden "yeniçeri"liğin kaldırılması olayı bize bir dönüm noktası
olarak belletilmiştir. Gerçekte ise, bu olayın dönüşümse! ya da
devrimsel bir niteliği bulunmamaktadır. "Yeniçerilik", sömürülen
yoksul köylerin ve kuruluşları (lonca) çöken kent "csnaf"ının
kendilerini korumak için "devlet malını yeme" yarışına katılmak
amacıyla giriştikleri bir savaşın ürünü olan bir örgüt durumuna
gelmişti. Bu olay devrimsel bir olay olmaktan çok, 19. yüzyılın birinci
yarısı ortalarında "ana sorun"un eski Osmanlı baskıcılığını
(despotizm) yaşatmak sorunu olduğu düşüncesinin o gün bile
sürdüğünü gösteren siyasal bir olaydır. (0.C) Bkz. N.Berkes,
Toplumbilim Yazıları,s. 150-151.
y.a.g.y. s. 108.
2 y.a.g.y.s. 115 "Düzenli İmparatorluk Ordusu" (armee regulierie)
3 y.a.g.y.s. 249.
463
basıldı. 1Ancak, bunların özünlü değeri "mecidiye"ye oranla 18 kuruş
8 paradan oluşmasına karşın, dolanıma 26.5 kuruş üzerinden
sunulmuştu.2 Bu "beşlik"lere basımını gerektiren güdülerden dolayı
"cihadiye" (monnaie de guerre obsidonale) adı verilmişti. 1810
yılından 1828 yılına değin gelişen olaylar, parasal durumu değil
düzeltmek üstüne üstlük daha da yeğinleştirmişti. Sultan Mahmut
başka bir çözüm yolu bulamamış ve tümü ile gerçek değer taşıyan
ufaklıkları daha geniş çapta bir değişikliğe (tağşiş) uğratarak ülkeyi
yeni bir vergi ile yükümlendirmişti. Yeni "beşlik"lerin, "yüzlük'',
"yirmilik" ve "onluk"tan oluşan bileşikleri de dolanıma sunuldu.

Fraehnii, bu parayı betimlediği gibi (Recensio, s. 523); Marsden'de,


C.l, s.27, n. 51 O'da bir görüntüsünü yayınlamıştır. Alış-verişlerde bu
"beşlik"lere "eski beşlik" (vieux bechlik) denilmekte idi. Böyle bir
parasal uygulama dışardan ödeme zorunluluğu ile birleşince, salt
"sarrqf"ların işine yarayan ekonomik bir kargaşa doğurdu. Küçüklü
büyüklü tüm tecimenler Osmanlı parasını yabancı paralara çevirmek
ya da yurt dışına ödeme yapmak durumunda kaldıklarında, bu
paraların değerleriyle istedikleri gibi oynayan "sarraf'ların ağına
düşüyorlardı. (0.C) Bkz. Yerasimos, s356.
2 "Aksamı". Üstüne üstlük, özünlü değerleri üzerinde dolanıma
sunulan bu paraların alımgücü kısa bir süre sonra düştüğüne göre bu
durum ülkeye benimseıtirilmiş gerçek bir vergi niteliğindeydi. (0.C)
Bkz. Yerasimos, s. 356. Osmanlı devletinin gerilemesini
durduımak için en çok didinen sultanlardan birisi olan Mahmut'un
yer yer çelişkili davranışlarını da görmekteyiz. 1828-1829 Osmanlı­
Rus savaşı öncesi toplanan devlet kurulunda ordunun yeterince
donatılmadığını, Rus Ordusunun daha üstün olduğunu ileri sürenlere
karşı "aradaki yetersizliğin Allah'ın gücüne güvenilerek
kapatılabileceğini" söylemesi üzefine savaş karşıtı İzzet Molla da "bu
devlet dinsel devlet midir, yoksa akıl devleti midir?" diye başlayan ve
"yerine göre din, yerine göre akıl devleti olmak bir çelişki değil
midir?" diye sürgelen ünlü yanıtını vermişti. (0.C) Bkz. İhsan
Sungu, Mahmut ll.'nin İzzet Molla ve Asakir,i Mansııre-i
Muhammediye hakkında, bir Hattı, TV (1941) 113, s. 162-
183 (170)
464
Yenilerinden daha büyük çapta olan eski "beşlik"lerin bezem
yönünden tek ayrı yanı, tuğranın ve yazının dolayında bir "zincir"
bulunması idi. Yenilerinin üzerinde "kordon" ya da "zincir" yerine,
alt yanı şeritli bir düğüm ile bağlı iki ayça (hiliil) ve dış yanlarında da
yuvarlak yapraklı bir süs bulunmakta idi. Yazar bu "beşlik"lerin en
eskisinin 1829-1830 bir başka deyişle Sultan Mahmut'un başa
geçişinin 22. yılına rastladığını, gerek bunları, gerekse 1830-1831-
1832-1833 yıllarında basılan eski "beşlik"leri de gördüğünü
aktarıyor. Sözü edilen bu "beşlik"lerin arılıkları (bileşikleri de
içinde olmak üzere), 0.220'den 0.225 "milyem" arasında
olup,l 15.000.000 kuruşluğu dolanıma sunulmuştu. Bunların
ufaklıkları ile de 1 bağıntılı olmak üzere gerçek değerleri aşağıda
gösterildiği gibi idi.

130 Paralık gümüşün dolanıma çıkarılan tutarı 74.750.000 kuruş


1 Paralık bakırın dolanıma çıkarılan tutarı 575.000 kuruş
131 Paralık "beşlik"lerin özgünlü değeri 75.325.000 kuruş
69 Paradan oluşan şişirme değer tutarı 39.675.000 kuruş
200 Para üzerinden saymaca değeri tutarı 115.000.000 kuruş

1832-1833. Türk-Mısır anlaşmazlığı dönemine rastalayan bu


yıllarda arılığı, öncekilerden daha düşük ve kuşkusuz saymaca değeri
daha yüksek olmak üzere üçüncü bir "beşlik" de çıkarıldı. Bu
"beşlik"lerin önceki "beşlik"lerden bezem olarak ayrılan yanı, iki
ayçayı bağlayan şerit düğümün altına bir nokta (poirit) konulmuş
olmasıdır. "Noktalı" denilen bu beşliklerin arılığı, O. 170 'ten O. 175
"milyem"e değin olup (binde bu denlisi arı gümüş demektir),
dolanıma sunulan "beşlik"lerin tutarı da 245.000.000 kuruştu.
Bunların ufaklıkları ile bağıntılı olmak üzere gerçek değerleri şöyle
idi.

Şöyle ki, 2.5 kuruşluk


(yüz paralık) iki parça; ya da birer kuruşluk
(40'ar paralık)5 parça; ya da 2'şer paralık 1O parça; ya da onar
paralık 20 parça.
465
101 Paralık gümüşün dolanıma çıkarılan tutan :123.725.000 kuruş
2 Paralık bakırın dolanıma çıkarılan tutan 2.450.000 kuruş
103 Paralık beşliğin gerçek değeri
"beşlik"lerin özgünlli değeri : 126.175.000 kuruş
97 Paradan oluşan değer tutan : 118.825.000 kuruş
200 Para üzerinden saymaca değeri tutan : 245.000.000 kuruş
Adı geçen "noktalı beşlik"ler, Sultan Mahmut'un egemenliğinin
26.28. ve 30. yıllarında (1833-1835-1837) dolanıma sunulmuştur.1
Paraların alaşımının bozulması olgusu bir yana bırakılırsa sözü
edilen "beş/ik"lerin çıkarılması başka bir yönden önem taşımaktadır.
Şöyle ki, böylece "onluk" (decimal) yöntemin Osmanlı paralarına
uygulanmasında da önemli bir adım atılmış ve giderek bağıntılı
ufaklıkları ile birlikte "mecidi 100 kuruş"a eşdeğer altın lira

Dolanıma çıkarılan "beşlik"lerde 130 paralık gümüş ve bir paralık


bakır bulunmakta idi. Bunlara 69 para saymaca değer eklenmişti. Bu
durumda 39.675.000 kuruşluk bir çıkar elde edilmişti. (0.C) Bkz.
Z.Karamursal, s. 78. il. Mahmut'un parasal yönden tuttuğu yol
(sürekli para ayarlamaları) Fatih Sultan Mehmet 'in 15. yüzyıldaki
parasal uygulamalarını ansıtmaktadır. 1829 ( 1828-1829 Osmanh-
Rus savaşının sonu ve Edirne antlaşması) yılgününde, özünlü değeri,
dolanımda işlem gören değerinin altında yeni bir "beşlik" dolanıma
sunulur. Bu para 69/200'lük bir değer şişirmesiyle 115.000.000 kuruşa
yükselir. 1823 _yılında 15.25 kuruş olan "düka", 1832 yılı Şubat'ında
335 kuruşa ulaşır, "beşlik"lerin dolanıma sunulması yüzünden kuruşa
duyulan güvenin yok olması bu birimin" kur değeri"ni on yıldan kısa
bir süre içerisinde büyük boyutlarda düşürür. Üstüne üstlük sözü
edilen "beşlik"lerin sürekli bir biçimde dolanıma sunulması
uygulaması sürdürülür. Şöyle ki, devlet. hazinesi için tek çıkış yolu da
budur. 1833 yılında üçüncü kez 245.000.000 tutarında yeni
"beşlik"ler ortaya çıkar. Bu uygulama dolanımdaki parada
97/200'lük bir değer şişirmesini de birlikteliğinde getirir. (0.C) Bkz.
Yerasimos, s. 355.
466
basılması, kesin bir biçimde uygulama alanına konulmuştur.
II. Mahmut döneminde ayrıca, "altılık" adıile 240 para ya da 6
kuruş değerinde "beşlik"ten daha az bozulmuş ve belki de "zolota"
yönetiminden alınmış ve "zolota"ların sekiz katına eşdeğer bir para
da dolanıma çıkarılmıştı. "A/tı/ık"ların "üçlük" (piece de 3
piastres) ve "altmışlık" (piece d'une piastre et denie) olmak üzere
ufaklıkları da dolanıma sunulmuştu. Marsden, bu "altılık"ları "ikili
zolta" (double zolota)l diye adlandırıyor. "Altılık"lar, Sultan
Mahmut'un egemenliğinin 26. yılından, 32. yılına değin (1833-1839)
çıkarılmıştı. Bu "altılık"lar ufaklıkları da içerisinde olmak üzere
0.435 ile 0.440 "milyem" arılığında olup (binde bu denlisi arı gümüş
demektir O.C), Toplam 137.775.369 kuruşluğu sunulmuştu. Sözü
edilen "altılık"ların ufaklıkları ile bağıntılı olarak özünlü değerleri
aşağıda gösterildiği gibi idi.

205 1/2 paralık gümüşün dolanıma çıkarılan tutar; 117.970.160 kuruş


1 Paralık bakırın dolanıma çıkarılan tutarı; 574.064 kuruş
206 1/2 Paralık özünlü değeri; 118.544.224 kuruş
33 1/2 Paradan oluşan şişirme değer tutarı; 19.231.145 kuruş
240 Para üzerinden saymaca değer tutan; 137.775.369 kuruş

Marsden, s. 1833 ile 1839 yılgünleri arasında ilk "altılık"lar basılır.


Bu paraların 137.775.369 kuruşluk bölümü dolanıma sunulur. Bu
birimin dolanımdaki paraya yansıttığı değer şişirmesi 33,5/240
oranındadır. (0.C) Bkz. Yerasimos, s. 355. ''Altılık'', Osmanlı
ülkesinde 1833 yılgününde dolanıma sunulan bir paradır.
"Beşlik"lerden daha az bozuk olan bu dolanım aracı 240 para, bir
başka deyişle 6 kuruş değerinde idi, eski "zolota"ların (kuruşun
dörtte üçü) sekiz katına eşitti. Ufaklıkları ise "iiçliik" ve
"altmışlık"tan oluşmaktaydı. Ağırlığı "beşlik"lerden aşağı
olmamakla birlikte, arılığı "beşlik"lerin iki katı idi. (0.430'dan
0.440'a değin 0.C) Bkz. İ. A, c.ı, s. 389. Il.Mahmut döneminde
basılan altın paralar ve bunların ederleri için bkz. İ.C. Artuk,
Katalog, C.Z, s. 693-696 (O.C)
467
SULTAN ABDÜLMECİT DÖNEMİ
(1839-1861)
1839. 1 Temmuz 1839 yılgününde babasının yerine başa geçen
Abdülmecit, kısa bir süre sonra da "tanzimat-ı hayriye" (heureuses
reformes) denilen ünlü örgensel düzeltimleri kamuoyuna açıkladı. Bu
yeni düzenlemeler kişilerle ilgili yeni bir siyasal konum ortaya
getirmekle birlikte, bir dizi yasal düzenlemelerle ülkenin ekonomik
yapısında birçok biçimsel değişiklikleri gerçekleştirmiştir. 1

"Ahkam-ı adliye" kuruluşunda ve daha sonraları yeni düzenlemeleri


hazırlayan kurulda oluşturulan ikincil dizi yasalar 1862 yılgününde
İstanbul 'da yayınlanan "düstur"da bir araya getirilmiştir. Belgelerin
incelenmesi üzerine ortaya çıkan sonuç bize ekonomik düzeltimle
siyasal kurumların düzeltimi arasında bir bağıntı yokmuş gibi
"tanzimat"ın birinciyi gözardı ettiğini göstermektedir. (0.C) Bkz.
Engelhard, Tanzimat, (çev. A.Düz), 1976, s. 202. (Milliyet yayınları)
"Tanzimat Fermanı"nın tam metni için bkz. E.Z.Karal, OT, 5, s.
255. 1839 buyruğu ile türlü konularda yapılan ilerleme ve atılımlara
koşut olarak, 29 Nisan 1840 yılgününde çıkarılan yeni bir buyrukta
da, para düzeltimi öngörülmüş ve bu işi anıştırmak üzere bir
"madalya" bastırılmıştı. Para düzeltimine yönelik buyruğun tam
metni için bkz. C. Ölçer, s. 12-13 ve 14. Yeni düzenlemelerin
kamuoyuna duyurulması ile, Osmanlı devletinin Dünya ekonomisi
içerisinde bundan böyle "çevre olma" konumu da yasallaştırılmış
oluyordu. (0.C) Bkz. H. İnalcık, Tanzimatın Uygulaması ve Sosyal
Tepkiler, Belleten, C. 28, s. 112, s. 623-690. Bu bağlamda "hatt-ı
hümayun" devletin bundan böyle bağımlı olduğu bir düzende artıdan
kendisine düşen payı güvence altına alacağı yasal bir çerçeve
sağlıyordu. (0.C) Bkz. Wallerstein, s. 41-45. Sözü edilen buyruk,
İmparatorluğun geri kalan yaşantısında varlığını sürdürecek bir
çelişkiye başlar" ... Allah'a güvenerek ve Peygamberin ruhunun
yardımcısı olacağına inanarak, bundan böyle ulu devletimizin ve
ülkemizin iyi yönetimi konusunda yeni yasaların çıkarılması ve
kurumlaştırılması gerekli ve önemli görülerek ... " (0.C) Bkz.E.Z.
Kara\, O.T, s 255.
Wallerstein, İ. H. Decdeli-R. Kasaba, Osmanlı İmparatorluğunun
Dünya Ekonomisi ile Bütünleşme Süreci, (çev. A. Salman) Toplum-
Bilim 23 (1983).
468
1839-1840. Bununla birlikte, önceki dönemden süre gelen parasal
sıkıntılar, üstüne üstlük yapılması gereken yeni düzenlemelerin
gerektirdiği parasal kaynaklara çözüm yolları bulabilmek amacıyla
"kağıt para" çıkarılması konusu gündeme getirildi. Gerçekten de tüm
doğu ülkeleri ve yüzyılımızın Avrupa devletleri bu uygulamanın
türlü örneklerini sunmaktadırlar. 1

Bkz. D'Ohsson, Histoire des Mongols, C. 2, s. 428, 529, 641; C. 4, s.


101. Ancak, "beter"inde "beter"i vardı ve bu en "beter" durum para
düzel.timinin yapıldığı 1839 yılgününde "kaime" adıyla ortaya çıktı.
Gerek zorunlu dolanım değeri taşıdığı, gerekse 8 yıllık süre sonunda
% 8 getiri ile geri ödenme güvencesi bulunduğuna göre sözü edilen
"kaime", "kağıt para" ile "hazine bonosu" arası bir şeydi. Şurası da
belli ki, devlet kasasında bu "kaime"lerin altın olarak bir karşılığı
(reserve) yoktu. "Kağıt para"lar ilk kez, 32.000 kese olarak dolanım·a
sunulmuştu. Bunların en büyükleri 500 kuruş olup, ufaklıkları 20 ve
10 kuruşa değin düşebiliyordu. Üstü el yazısı ile doldurulan bu paralar
tüm ülkede dolanıma sunulmuştu. (0.C) Bkz. Yerasimos, s. 356.
Abdülmecit'in başa geçişinin ikinci yılında ilk kez olarak "kaime-i
mutebere-i nakdiye adı altında bir "kağı_t para" dolanıma
çıkarılmıştı. Münif Efendi yazanağına göre bunun tutarı 32.000 kese
idi."Kupon"lar en çok 500 kuruşluk olup, ufaklıkları ise 20 ve 10
kuruşa değin düşebiliyordu. El yazısıyla düzenlendiğinden
benzetilmeleri çok kolay idi. Üstüne üstlük sıra numaraları
bulunmadığından, ne tutarda çıkarıldığını bilmek ve denetlemek
olanağı da yoktu. % 8'lik bir getirisi ve 8 yıl sonra karşılıklarının
ödenmesi koşulu da bulunmaktaydı. Bu denli para basmak olanağı
ortaya çıkınca, bu yağlı düzey üzerinde kaymamak çok güç idi. Şöyle
ki, hükümet ilk "kaime"lerin dolanıma sunulmasından kısa bir süre
sonra ve de aynı yıl içersinde 80.00 keselik yeni bir "kaime" daha
çıkardı. Bu ikinci "kaime" de eski biçim ve konum korunarak, salt
taşınmasında kolaylık olmak üzere boyutları oldukça küçültüldü.
Bunlar 10, 100 ve 250 kuruşluk olmak üzere üç türlü idi, ve
öykünülmesini önlemek için üstlerine tuğra basıldığı gibi altlarına
damga vurulmuştu. (0.C) Bkz. Ş. Baban, Tanzimat s. 246.
469
"Kaime-il mutebere-i nakdiye"2 deyimi ile adlandırılan bu "kağıt
para"nın (papier-monnaie) dolanıma çıkarılan tutarı Münif
Efendi'nin3 yazanağına göre 32.000 keseden oluşuyormuş. Sekiz yıl
sonunda geri verilmek üzere yıllık % 8 getirisi olan bu "kağıt
paraların en büyüğü 500 kuruşluk idi. El yazısı ile düzenlenen ve
"sergi" biçiminde olan bu kağıt paralar İstanbul ve taşrada
geçerliliğini sürdürmekte idi. Ancak bu paraların çok kısa sürede
düzmeceleri ortaya çıktığından hükümet Ocak 1840 yılgününde
dolanıma basma 'kaime" sunarak eskilerinin dolanımdan kaldırılması
uygulamasını başlattı. Bu ikinci kağıt para basımındaki başat neden,
bundan böyle benzerlerinin yapılmasını önlemeye yönelikti. Daha
sonra dolanıma sunulan "kağıt para"ların tutarı düşürüldü, getirisi

"Tahrirat" (note ecrite), ile eş anlamlıdır. Suphi (s. 25, 48, 55), ve
İzzi (s. 73), Bu sözcüğü aynı anlamıyla kullanıyorlar. " ... getirdiği
tahrirat ve takrir.." (0.C) Bkz. İzzi, s. 73/A.
2 Çoğulu: "Kavaim-i nakdiye" ve "evrak-ı nakid" Çok az bir "kağıt"
ve "mürekkep" kullanmakla oldukça büyük paralar elde edilmesi
hazinece çok kolay bir gelir kaynağı sanılarak, getirili ya da getirisiz
"kaime"lerin çıkarılması ve dolanıma sunulmasına büyük çabalar
gösterildiği kesin bir olgudur. Dolmabahçe sarayının yapımı ile ilgili
olarak anlatılan öykü birçok yazarca yinelenmektedir ki, o dönemin
anlayışını yansıtması bakımından buraya eklemeyi uygun gördük.
Sultan Aziz yapımı sürdürülen sarayı gezerken, hazine sorumlusuna
bu yapının kaça çıktığını sorduğunda aldığı yanıt 3.500 kuruş olur.
Oysa ki, bu tutar gerçekte hazinenin para basmak için kullandığı
tutardır. Sarayın gerçek yapım giderlerinin 3.500.000 lira
(70.000.000 frank) olduğu bilinmektedir. (2.800.000 sterlin 0.C. Bkz.
Blaisdel, Düyunuumumiye, s. 34) (0.C) Bkz. Ş. Baban Tanzimat, s.
247; Parvus, s. 30. İstanbullu bir "sarraf' bu konuda: "Büyük bir
imapatorluk maliyesinin, elli sarayı varken, elli daha yapmak isteyen
bir delinin çılgın istekleriyle çökertilmesi canavarlıktır." demişti.
(0.C) Bkz. Blaisdel, s. 34.
3 Hükümetin baş çevirmeni olup, "Mecmua-i Fünun"un başlıca
yazarlarından idi. Bkz. Journal Constantinople, 22 Ekim 1862
470
% 6 'ya indirildi ayrıca da getirili ve getirisiz olmak üzere 1O ve 20
kuruşluk ufaklıkların kullanımı salt başkente özgü olmak üzere
sınırlandırıldı. 1

1844. "Kağıt para"ların bu tür düzeltimini, madensel paraların


düzeltimi izledi. 1 Şubat 1844 yılgününden başlayarak İstanbul para
basımevinde, "yüzlük" ya da "yüzlük mecidiye"2 (ecu ou livre d'or)

Bkz. Bölüm 5, Ayrım 3 Aynca bkz. Oktay Yenal, Türkiye'de Kağıt


Para, BTTD 32, Mayıs 1970, s. 26-30. Bilindiği gibi Osmanlı
İmparatorluğunda "kağıt para" (kaime) ilk kez, Abdülmecit
döneminde "kaime-i mutebere-i nakdiye" adı ile başa geçişinin
ikinci yılında (1840) Temmuz ayı içerisinde çıkarılmıştı. Bu
dönemde, Maliye Bakanı Hacı Saip Paşa idi. (0.C7 Bkz. H. Ferid, s.
210-212.
Blaisdel, Donald C., Osmanlı İmparatorluğunda Avrupa Mali
Denetimi "Düyunuumumiye" (çev. A. İ. Dalgıç), İst. 1979
Parvus Efendi, Osmanlı İmparatorluğunun Mali Tutsaklığı (haz.
M.Sencer), İst. 1977
2 Bkz. Tarif des douanes, s. 96. 110 mecidiye kuruş, bir İngiliz lirasına
eşdeğerdi. Sultan Abdülmecit'in adına basıldığı için "mecidiye"
denilen 100 kuruşluk paranın içinde 6.614 gr. altın ve 602 mgr. bakır
bulunmaktaydı. Bu da, yaklaşık olarak iki düka altını demektir. Öyle
ise; bundan böyle 992 mgr. gümüş ve 205 mgr. bakır olarak saptanan
gümüş kuruş için yeni bir "devalüasyon" söz konusuydu. Şöyle ki,
Osmanlı para birimi altınla oranlandığında 400 yıl içerisinde ilk
değerinin l/150'sine düşmüş oluyordu. 1450 yılında 40 akça olan
düka altını bu para birimi bugün de var olsaydı. 6.000 akça edecekt.i.
(0.C) Bkz. Yerasimos,s. 356-357. 1844 yılında para ayarlaması
yapılmıştır. Paranın değeri ondalık yönteme dönüştürülmüş ve yeni
paralar basılarak eskilerinin dolanımdan kaldırılmasına
başlanılmıştır. O yılgünde, altının gümüşe oranı 15. 1 olduğundan
gümüş paraların değeri bu bağıntı üzerinden saptanmıştır. Basılan
yeni altın paranın yabancı paralara göre değeri şöyle idi.( 1 altın lira
100 gümüşe eşit varsayılıyordu.)

471
adı verilen ve 100 "mecidiye" kuruşluk altın, birim olmak üzere
aşağıda gösterilen ağırlık ve anlıkta altın, gümüş ve bakır paralar
basıldı. 1 Şubat 1844'den 31 Temmuz 1856 yılgününe değin
İstanbul' da basılan paraların ağırlığı, arılığı, özünlü değer (Valeur
intrinseque) ve dolanıma sunulan tutarı:
Altın paralar: 500, 250, 100, 50 ve 25 kuıuşluk

Dolanıma sunulan tutarı : 1.202.397.600 kuruş

Arılığı : 0.916 1/2 "milyem"l (binde bu


denlisi arı altın olup yapımlarına 2 milyem denli az ya da çok
olmasına yasal izin var demektir.)

Ağırlığı : 100 kuruşluklar: 2 dihem, 4 kırat. Bu ağırlık Fransa'nın


7 gr. 216 mgr.lık altınına eşdeğerdir.

100 Kuruşluğun özünlü değeri :


Arı altın 2 Dirhem 1 kırat= 6 gr. 614 mgr.
Bakır 3 kırat= 602 mgr
2 Dirhem 4 kırat= 7 gr. 216 mgr.

Yabancı paraların

1 Osmanlı Lirası
r~~,~--,,-,;;_,;~~==co...,c--,,;;;;;;;,;.,;;;;=.=~"""

4,39
5,42
113, 37
9,14
22,75
11,70

"Zer-i halis olub" (d'or pur) ([863-1864 Yıllığı) "Bir lira-i osmani=5
mecidiye=lOO kuruş." (0.C) Bkz. H. Ferid, s.211 Osmanlı
İmparatorluğunun İktisadi Şartları Hakkında bir Tetkik, Ank. 1970,
(0.C) Bkz. V. Eldem, s. 225.

472
Gümüş paralar: 20, 10, 5, 2 ve 1 kuruşluk ile yarım kuruşluk

Dolanıma sunulan tutan : 414.571.775 kuruş

Anlığı 0.830 "milyem" (0,170 bakır O.C) Bkz.


N. Asım, Resume, İst. 1925, s.4
Ağırlığı 20 kuruşluk= 7 dirhem 8 kırat= 24 gr. 55 mgr.
20 kuruşluğun özünlü değeri:

An gümüş 6 dirhem 3 1/2 kırat 16/32=19 gr. 945 mgr


Bakır 1 dirhem 4 1/2 kırat 16/32= 4 gr. 110 mgr
7 dirhem 8 kırat = 24 gr. 055 mgr.
"Mecidiye kuruş": 6 Osmanlı kıratı= 1 gr. 202 mgr. Ağırlığında
idi. (Kırat= 200, 3 mgr. O.C.) 1

A.g. yıllık, s. 152. İlk "mecidiye" (20 kuruşluk) 22 Nisan 1844, yarım
"mecidiye" (10 kuruşluk) 11 Mayıs 1844, çeyrek "mecidiye" de (5
kuruşluk) 19 Mayıs 1844 yıl gününde dolanıma sunulmuştu. Adı geçen
paralar da yukarıdaki yılgünler, tuğranın altına konulan yıl yazısının
üzerindeki 6 yılgünü ile belirtilmiştir. (1839+6-1=1844) Osmanlı
devletinde sultanların başa geçişlerinden kısa bir süre sonra para
bastırmaları geleneği olduğundan ve paranın yıl yazılı bölümüne de
zorunlu olarak 1 rakamı koymak gerektiğinden, Sultan 20 gün bile
başta kalsa paralara göre bir yıl sultanlık yapmış gibi gözükmektedir.
(0.C) Bkz.H. Ferid, s. 223. 1 Gümüş "mecidiye" 7,5 dirhem ve 0.830
ayarında olduğundan 5 "mecidiye"nin içermiş olduğu arı gümüş:
0.830x7.5x5=31.125 dirhem olup, yayınlanan tanıtmalık uyarınca bir
tek arı gümüş dirhemi 3 kuruş, 5 paradan: 97.5 kuruş;· 2.5 kuruş basım
giderinin eklenmesi ile, 5 "mecidiye"ye 100 kuruş, 1 "mecidiye"ye de
20 kuruş değer konulmuştur. 6 birimden oluşan gümüş paraların
değerleri, ağırlıkları ve çapları şöyle idi.
Değer Ağırlık Gram Çap.
(kuruş) (dirhem-ku-at) (mm)
"Mecidiye" 20 7 8 24,055 37
1/2 mecidiye 10 3 12 2,023 27,25
l/4 mecidiye 5 14 6,013 24
473
Bakır paralar:40, 20, 10, 5 paralık 1 ve 1 paralık
Dolanıma sunulan tutarı 17.253.000 kuruş
Arılığı: Eski 40 ve 20 paralıklar % 95 bakır,% 3 kalay ve% 2
oranında çinko ya da kurşun
20 paralığın ağırlığı: 5 dirhem= 16 gr. 36 mgr. sonrakiler ise: 3
dirhem 5 kırat 10/32=10 gr. 693 mgr.2
Yukarıda görüldüğü gibi hükümet, "kağıt para"Iarın varlığındaki
sakınca ve çekinceleri gizlemeyerek bunları birçok kez dolanımdan
kaldırma girişiminde bulunmuştur. Bu doğrultuda, devlet
görevlilerinde ve Osmanlı uyruğunda olanlardan "yardım" (iane) adı
altında bir tür vergi toplayarak önceleri basılan getirili "kağıt

İkilik mecidiye 2 12 2, 405 18.75


Kuruş mecidiye 6 1,202 15
20 para mecidiye 1/2 3 0,606 13.75
Bu paraların tümünün kıyılan tırtıllı idi. (0.C) Bkz. C. Ölçer, Son
Altı Osmanlı Padişahı Zamanında İstanbul'da Basılan Gümüş
Paralar, İst. 1966, s.18.
"kuruşun sekizde biri (sümün)" ·
2 a.g. yıllık. Hükümet daha olumsuz durumların önüne geçmek üzere
ve bir keze özgü olmak koşuluyla, yükümlülerden "iane-i umumiye"
adıyla 300.00 kese akça toplamıştı. (0.C) Bkz. Ş. Baban, Tanzimat, s.
247. "Kağıt para"nın dıştaki olumsuz etkisi içteki etkisinden daha az
değildi, İngiliz ve Fransız liralarında ve Londra-Paris "poliçe"lerinde
büyük değişiklikler gösteriyor. Hükümet bunun önüne geçmek ve
İngiliz lirasının değişim değerini aynı düzeyde tutabilmek üzere
Galata'nın iki ünlü "sarraf'ı Leon ve Baltacı ile bir antlaşma
yapmıştı. Bu antlaşma gereğince; hükümeı sözü edilen kişilere yılda
2.000.000 kuruşluk bir yardımda bulunacak, bu kuruluş da, İngiliz
lirasını sürekli olarak 110 kuruşta tutma yükümlülüğünü üstlenecekti.
(0.C) Bkz. Ş. Baban, Tanzimat, s. 248. Sözü edilen 'Doğu Savaşı"
1853-1856 Kırım savaşıdır. Ayrıntılı bilgi için bkz.E.Z.Karal, OT, 5,
s. 218 ve sonrası (0.C)

474
para"lan dolanımdan çekmeye başlamıştı. 1851 yılında başlatılan bu
uygulama "Doğu Savaşı" nedeniyle ileri bir süreye ertelendiği gibi
hükümet, üstüne üstlük ordunun elinde bulundurduğu yörelerde
geçerli olmak üzere "ordu kaime" adı ile yineden 10 ve 20 kuruşluk
"kağıt para"lar çıkarmak zorunda kalmıştı. Sözü edilen bu
"kaime"lerin tutan 171.250 keseye ulaşıyordu.
Sonunda Türkiye, dış borçlanma konusunda daha önceki
dönemlerde karşılaştığı güçlüklerin 1 üstesinden gelerek, 24 Ağustos

Bkz. Yıl 1784 ve sonraki yıllar. Sürekli savaşlara, vergi yönteminin


yetersiz ve kokuşmuş olmasına karşın Osmanlı devleti 19. yüzyılın
ortalarına değin devlete gelir sağlamak amacıyla dış ülkelerden
borçlanma yoluna gitmemişti. Bunalımın gerçek nedenleri
araştırılmadı. Bunlar; para yönetimin bozukluğu, gelir-gider
denetiminin yokluğu ve yönetim örgütünün kağşamasına
bağlanabilir. Bu durumun ekonomik yönden sonucu olarak, Türk
parası yabancı paralara karşı sürekli olarak değer yitirdi ve kamusal
varsıllık giderek azaldı. Ayrıcalıklar sözleşmeleriyle devinim
özgürlüğü sınırlanmış olan Türkiye, yerli işleyimcilikten yoksun
kalınca buna dayalı ürünleri dışardan almak zorunda bıraktırıldı,
karşılık olarak da, ederi değerini sürekli olarak yitiren bir parayla
belirlenmiş olan tarım ürünlerini gösteriyor, ülkenin kaynakları da
aynı oranda azalıyordu. (0.C) Bkz. Blaisdel, s. 31. 1854 yıl başlarında
parasal durum en kötü noktasındaydı. Dolanıma sunulması
sürdürülen "kağıt para"lar, "beşlik" ve "altılık"lar "sarraf'ların
vurgunculuğu nedeniyle bir kat daha artan karışıklık yaratıyordu.
Sultanlık hazinesinin savaş giderlerini karşılayabileceği çok su
götürürdü. Bir borçlanmaya çok elverişli olan bu durum, Avrupa'nın
yürüttüğü siyasa ile de bütünleşti. 12 Mart 1854 yılgününde İngiltere­
Fransa ve Türkiye arasında yapılan savaş uyuşmasının bir tanımlığı
da, Osmanlı imparatorluğunda "haraç"ın kaldırılmasına yönelikti.
Bu önlem, Avrupa kamuoyunda Türkiye yararına bir havanın
yaratılması ve böylece hükümetlerinin Osmanlı İmparatorluğuna
yardım etmelerinin kolaylaştırılması doğrultusunda gerekli
görülmüştü. Ancak sözü edilen uygulama Osmanlı hazinesinde yeri
doldurulması gereken 40.000.000 kuruşluk bir açığa da neden

475
1854 yılgününde Londra"'dan 3.000.000 İngiliz lirası (livres
sterling) almayı başardı. Fransız ve İngiliz hükemetleri ödemelerin
güvencesini üstlendiklerinden dolayı, alınacak paraların nerelerde
kullanılacağını denetlemekle yükümlü olmak üzere bir karma
yarkurul oluşturuldu. Bu kurulda Fransa adına bir "maliye genel
denetmeni" ile İngiltere adına da bir delege bulunacaktı. 1 Bu iki
önemli olay, önemce onlardan aşağı olmayan bir üçüncüsünü de
birlikteliğinde getirdi. O da, yönetimsel düzenlemelerdi. Gerçekten
de Eylül 1855 yılgününde yayınlanan bir parasal yasa içerdiği 13
tanımlık ile devlet bütçesinin önceden ve yıllık olarak
düzenlenmesini, gelir ve giderlerin dilimlere ayrılmasını, sultana
özgü bir hazinenin (liste civile)2 kurulmasını v.b.g. şeyleri

olmuştu. Bu yönde, Londra'da Deııt-Palnıer ve Ort. ve Paris 'te


Goldschmid ve Ort. ile Osmanlı hükümeti arasında 3.000.000 İngiliz
liralık bir borçlanma sözleşmesi yapıldı. (0.C) Bkz. S. Yerasimos, s.
369-370, 33 yılda ödenmek koşuluyla yapılan ilk borçlanmadan
Osmanlı devletinin eline geçen para 2.286.285 İngiliz lirası idi.
Alınan borca karşılık olarak da 300.000 Türk lirasından oluşan Mısır
gelirleri gösterilmişti. (0.C) Bkz. i. Yeniay, Yeni Osmanlı Borçları
Tarihi, İst. 1964, s 20-21.
"Doğu Ordusu Hazine-i Maliye Genel Denetmeni, M.de. Codrozy ile
Osmanlı Bankası Müdürü M. Falconnet.
2 Sözü edilen yasanın tam metni için bkz. "Düstur", s. 260 ve sonrası.
Fransızca çevirisi için Journal de Constantinople, 27 Eylül 1855.
Birinci borçlanma savaş giderleri için özgülenmişti. 700.000 İngiliz
lirası % 80'lik satış ederi ve türlü aracı payları dolayısıyla
alıkonulmuştu. 200.000 İngiliz lirası eski borçların ödenmesinde
kullanılmış, 20.000 lirasıyla da boğazda bir yalı satın alınmıştı.
Kısacası savaş giderlerine ayrılan tutar 2.061.000 İngiliz lirasıydı ve
bunun 175.000 lirası yabancı ülkelerden alınan savaş araç-
gereçlerine gitmişti. Durum böyle iken, 27 Mayıs 1853'ten, 27 Eylül
1855 'e değin toplam savaş giderleri l 1.200.00 İngiliz lirasına
ulaşmıştı. 1853 'ten 1855 yılına değin bütçe açığı ise 5.800.000 İngiliz
lirasına yükselmişti ve 1855-1856 yılı bütçesinde de bu açığın

476
öngörüyordu. Aynı yıl içerisinde İngiltere ile 5.000.000 İngiliz
lirasından oluşan ikinci bir borç sözleşmesi daha yapıldı.

1856. Bu yıl içerisinde "18 Şubat Buyuğu" yayınlandı ki, içeriği bu


buyruğa Türkiye ekonomik oluşumunda önemli bir yer vermektedir. 1

2.850.000 İngiliz lirasına ulaşacağı ölçümleniyordu. Durum böyle


olunca da, ikinci bir borçlanmaya başvurmak gerekiyordu. (0.C)
Bkz. Yerasimos, s. 370-371. Çok çabuk öğrenilen ve alışılan şeyler
vardır, borçlanmak da bunlar arasındadır. Osmanlı devleti
borçlanmaya başlar başlamaz bu alanda çok kısa sürede oldukça ileri
gitmiştir. Bu görüşü ileri süren yazara katılmamak elde değil. (0.C)
Bkz.Ş. Suvla, Tanzimat, s. 270. 1854 yıl günündeki ilk borçlanmaya
karşılık Mısır vergisi, 1855'teki ikinci borçlanmaya karşılık olarak da
Suriye ve İzmir gümrük gelirleri gösterilmişti. 27 Haziran 1855
yılgününde beş tanımlık üzerinden yapılan ikinci borçlanma
sözleşmesinin tam metni için bkz. İ. H.Yeniay, s. 22-23-24.

Mısır vergisi 1.800.000 Frank.


İzmir gümrük gelirleri 2.500.000 Frank.
Suriye gümrük gelirleri 2.000.000 Frank.
Toplam 6.300.000 Frank.
(0.C) Bkz. Yeniay. s. 22.

Bkz. Belin, Etude sur la propriete, b.1 O, 18 Şubat buyruğunda


öngörülen ekonomik düzenlemelerle ilgili olarak bir kaç örnek
verelim. (0.C) " .... taşınmazların kullanımı ve gelir ürünleri
konusundaki yasalar ülkenin tüm uyrukları için eşit olduğundan, ulu
devletimin yasaları ve belediye tüzüklerine bağlı olmak ve bunlardan
örnek almak ve asıl yerli halkın ödedikleri yükümlülükleri yerine
getirmek üzere yüce saltanat katımla, yabancı devletler arasında
yapılacak düzenlemelerden sonra yabancılara da taşınmazların
kullanımı izninin bağışlanması ... " "yüce saltanatımın yıldan yıla
gelir gider çizelgesinin düzenlenmesi ve belirlenmesi doğrultusunda
özel bir tüzük anıklanmış olduğundan, bu tüzüğün öngörülerinin
yürütülmesine ve buna özen gösterilmesine .. " (0.C) Bkz. Yerasimos,
s.374.
477
1857. Eylül ayında hükümet 150.000 kese tutarında % 8 getirili ve
üç yılda ödenmek üzere "esham-ı mümtaze" 1 adı verilen "bono"lar
çıkardı ise de, dağıtım yapılamadığından bu süre daha sonraya
ertelendi. Aynı yıl içerisinde "hazine tahvili" (bons du tresor)
denilen ve 1-13 Mart 1861 2 yılgünleri arasında ödenmek üzere %6
getirili başka "bono"lar da çıkartıldı. Bundan böyle; "devlet
borçlan" dönemi kesi_n bir biçimde başlamış oluyordu.

Eylül 1858. "kağıt para"yı dolanımdan kaldırmak için Londra'dan


5.000.000 İngiliz lirası tutarında üçüncü bir borçlanma daha yapıldı.
Ancak istenilen sonuca ulaşılamadı. Şöyle ki, o dönemde dolanımda
bulunan 1.238.000 kese "kaime"den, 1.088.000 kesesi çekilebilmiş
geriye 150.000 kese kalmıştı. Bunları da dolanımdan kaldırabilmek
için özelge (mülk) üzerine "iane" adı ile vergi salındı ise de, bu

Daha sonraları "tahvilat-ı mümtaze" denilen "hazine bonoları" için


de aynı deyim (consolidation de sehims, ödeme süresi belli olmayan
ve salt getirisi ödenen "devlet tahvili" bu "tahvil"de ana paranın
ödeneceği süre belirtilmemiştir. 0.C. Bkz. Hançerlioğlu, Ekonomi
Sözlüğü, s. 129) kullanılmıştır.

2 15 Şubat1861 yılgünlü hükümet bildirisinde "tahvilat-ı mümtaze"


adı verilen "bono"ların 24 yılda ödeneceği öngörülüyordu. Dış
ülkelerden yapılan borçlanma, Osmanlı devletinin bütçe açığını
kapatmaya yetmiyordu. Bundan dolayı hükümet aynı yıl içinde bir
dizi "tahvil" basarak iç borçlanma yoluna gitti. "Esham-ı cedide"
adlı % 6 getirili ve % 2 ödeme (itfa) bedelli "bono"lar, "tahvilat-ı
mümtaze" adlı 10 süreli, % 6 getirili "hazine bonoları" ve özellikle
de % 6 getirili ve değişik süreli "sergi" adı verilen "bono"lar aynı yıl
içerisinde ortaya çıktı (0.C) Bkz. Yerasimos, s. 371-372; Ş. Şuvla,
Tanzimat s. 270. "Dolanıma sunulan bu tür "bono"ların tutarı
5.000.000'u aşrnış bulunuyordu. Hazinenin yıllık borç yükünün
yeğinleştiğini ve para dolanımının kargaşa içerisinde bulunduğunu
gören Abdülmecit, tüketimlerin kısılmasını, ve düzenli bir bütçe
yayınlanarak uygulama alanına konulması için özel bir kurul
oluşturulmasını buyurmuştu. (0.C) Bkz. Ş. Şuvla, Tanzimat, s. 270.

478
uygulamadan ancak 90.000 kese toplanabildi. 60.000 keseye daha
gereksinim vardı. İşte bu denli az bir paradan dolayı "kağıt para"ların
dola~ımdan tümüyle kaldırılması sorunu başarıya ulaşamadı.*

* Borçlanılan tutar satış ederi Ele geçen


1858 3.300.000 Osmanlı lirası %85
1859 2.200.000 Osmanlı lirası %62,5 4.056.250
Kırım savaşı sonunda "kaime"lerin değerden düşmesi nedeniyle
ortadan kaldırılması doğrultusunda yapılan b\J borçlanmaya, Dent,
Palmers et Cie. aracılık etmiş ve karşılığında İstanbul gümrük
gelirleri gösterilmişti. (0.C) Bk. Ş. Suvla, Tanzimat, s. 272. Ancak,
bu gelirlerin yabancı delegelerden oluşan bir kurulun denetimi
altında olması gibi onur kırıcı bir koşul da sözleşmeye kolmuştu.
Bunun sonucu olarak gerek 1858, gerekse 1862 yılında yapılan
borçlanmalara karşılık gösterilen gelirlerin toplanması ve altı ayda
bir borç verenlere ödenmesi için, üyeleri Osmanlı devleti ve borç
veren devletlerin delegelerinden oluşan bir kurul atanmıştı. Devlet
borçlarının temeli olan bu kurul, ilk parasal denetimdir. Osmanlı
devleti bu denetimin kaldırılması için yoğun bir uğraş vermişse de,
ancak yüzeysel değişiklikleri gerçekleştirmeyi başarabilmişti.
Çıkarılan "bono''ların tümünü borçlanmayı yapan kuruluş satın
almıştı. Bu borçlanma "kaime"lerin değerini korumak ve bunlardan
bir bölümünü ortadan kaldırmak için yapılmışsa da, bu amaca
tümüyle ulaşılamamıştı. Bor~ alınan paranın 750.000 lirası basım
(emisyon) ve 360.000 lirası aracı giderleridir, 65.000 lirası ilk ödeme
dilimi olarak alıkonulduktan ve 164.542 lirası da saraya verildikten
sonra ancak kalanı "kaime"nin dolanımdan kaldırılmasına ve kimi
"sarraf'lara olan borçların bitirilmesine özgülenmişi. (0.C) Bkz. Z.
Karamursal,s. 93. "kaime"nin kaldırılması için yükümlülerden
toplanacak "iane"nin eşit bir biçimde olması gerekiyordu. Tüm
yükümlülerin "iane" vermesi, tek bir kişinin bile bu yükümlülük
dışında bırakılmamasına özen gösterildi. Özelgeleri üzerinden
yardım alınacak olan yükümlüler üç dilime ayrıldı; 1- Kendi
özelgelerinde oturanlar; 2- "Kira"ya verilen ev, işyeri, "'mağaza" ve
buna benzer özelgeleri iyeliklerinde bulunduranlar; 3- Kendi
iyeliklerinde olan özelgelerde ya da para karşılığı tuttukları
479
Eylül 1859. Saray borçlarının ödenip bitirilmesini olanaklı kılmak
için, kamuoyunda "consolide" adı ile benimsenen ve 24 yılda geri
ödenmek üzere % 6 getirili "esham-ı cedit" (nouveaux sehims)
çıkarıldı. Bu "bono"lar; tüm üç yılda ve bir yılda üçte biri dağıtılmak
üzere 1.000.000 kese olarak dolanıma sunulmuştu. Aynı yıl içerisinde
% 6 getirili olmak üzere ve beşinci yılda (1865) başlayarak, beş yılda
dilim dilim ödenmek ve sultan hazinesi "sergi"lerinin güvencesi
altında bulunmak üzere "on yıllık sergi" adı altında daha başka
"tahvil"ler de dolanıma çıkarıldı.
Hükümet, devletin giderek artan parasal yükümlülüklerine
kaynak bulabilmek amacıyla Ekiın ayında özel bir kurul topladı.
Fransız, İngiliz ve Avusturya kuruluşlarından yüksek görevlilerin
çağrıldığı bu kurul 1 Eylül 1855 yılgünlü yasanın öngördüğü

işyerlerinde sanat ve tecimle uğraşanlar. Bunlardan birinci dilime


girenler % 5 ikinci ve üçüncü dilime girenler ise % 1O ödeyeceklerdi.
(0.C) Bkz. Yerasimos, s. 400; Ayrıntılı bilgi için bkz. M. Erol,
Osmanlı İmpartorluğunda Kağıt Para (Kaime), Ank. 1970, s.7.

Bu kurulun üyeleri: "Maliye genel denetmeni" ve o dönem de


Osmanlı Bankası Genel Müdürü olan MM. le marquis de Ploeuc,
Avusturya imparatorluk soylular kurulu üyelerinden, Lackenbacher
ve o dönem de Osmanlı bankası müdürü olan M. Falconnet idi. 1859
yılında sultan, parasal durumun incelenmesini buyurdu. Bunun
üzerine İngiliz ve Fransız hükümetlerine başvurularak birer uzman
göndermeleri istendi. İngiliz hükümeti Osmanlı Bankası Müdürü M.
Falconnet'i, Fransa hükümeti de Marguis de Ploeuc'u görevlendirdi.
M. Lackenbacher ve dört Osmanlı görevlisiyle birlikte bu uzmanlar
"Maliye Bakanlığı"nın bir danışma kurulu konumundaydılar. Ancak,
bu kurul, durumun düzeltilmesinde yeteri derecede etkin olamadı.
Kuşkusuz ki, yabancı uzmanlar yetenekli ve çözüm getirmeye
istekliydiler. Bununla birlikte Osmanlı hükümeti onların
uğraşlarından yararlanmak için gerekli çabayı göstermedi. Direnci
tükenen yabancı danışmanlar, 5 Ekim'de hükümetlerine birer bildiri
gönderdiler. Bu bildirilerde; Türkiye'nin durumun düzelmesi
doğrultusunda gereken yardımı göstermediği, düzeltimlerin

480
tasarıları uygulamak için bakanlık düzeyinde saltık yetkilerle
donatılmıştı. Bu nedenle sözü edilen kurul "Hazine Meclis-i Alisi"
(Conseil superieur des Tresors) adını almış, eski bir sadrazam da bu
kurulun başkanlığına getirilmişti.
1860. "Kaime"nin dolanımdan kaldırılması amacına yönelik
olmak üzere 29 Ekim 1860 yılgününde Paris'te ilk tutarı 400.000.000
frank olan ancak, daha sonra 2.037.000 İngiliz lirasına indirilen
dördüncü bir borç sözleşmesi yapıldı ise de, beklenilen sonuca
ulaşılamadı. "Kaime"lerin ortadan kaldırılmaları doğrultusunda
karamsarlığa ve umutsuzluğa kapılan hükümet bu girişimleri bundan
böyle askıya aldığı gibi üstüne üstlük 18 yıl içerisinde ortadan
kalkması Öf!görülerek "kaime"nin Cidde ve Yemen yöreleri dışında
tüm ülkede geçici olarak dolanımına izin verecek bir tasarıyı da
incelemeye aldı. l

uygulanması yolunda düzenli ve sürekli adımlar atmadığı ve 1856


buyruğunun içerdiği amaçların gerçekleştirilmesini olanaklı kılacak
çabalar göstennediği vurgulanıyordu. (0.C) Bkz. Blaisdell, s. 34.
1 Mart 1860 yılgününden başlayarak 33 yıl içerisinde ödenmesi
gereken bu borçlanmaya karşılık olarak İstanbul gelirleri
gösterilmişti. Bu gelirlerin borç alınan ülkelerinin üyelerinden oluşan
bir kurulun denetimi altında toplanması öngörülmüştü. Bu koşul,
devletin parasal bağımsızlığa aykırı olmak üzere yabancı devletlerin
ileride sürekli bir biçimde Osmanlı devletinin iç işlerine karışmasına
neden olacaktı. (0.C) Bkz.İ. H. Yeniay, s. 31-32. İngiltere hükümeti
sözü edilen 29 Ekim 1860 yılgünlü borç sözleşmesi için o denli yeğin
koşullar ileri sürdü ki, Osmanlı hükümeti bunları incelemeye bile
gerek görmedi. Bu koşullar şunlardı: I~ Yabancıların taşınamaz satın
almaları; 2- Bu taşınamazlan tutu göstererek "b~no"
çıkarabilmeleri; 3- Vakıf uygulamasının kaldırılması; 4- Osmanlı
maliyesinin uluslararası bir kurulun denetimine bırakılması (0.C)
Bkz. İ.H. Yeniay, s. 33. 14 Nisan 1861 yılgünlü hükümet
buyrultusunda öngörüldüğü üzere 11 tanımlıktan oluşan bu parasal
tasarının uygulanmasına en kısa sürede başlanıldı. Bu doğrultuda
tüm önlemleri almak ve denetlemekle yükümlü olmak üzere ·
481
SULTAN ABDÜLAZİZ DÖNEMİ
(1861-1876)
Bununla birlikte para basımevi işlikleri devlet giderlerini
karşılayabilmek için sözü edilen uygulamanın başlayacağı 1-13 Mart
1862 yılgününe değin "kaime" basımını sürdürüyor ve ayda 60.000
keselik 10, 20, 50 ve 100 kuruşluk "kaime"ler İstanbul'da dolanıma
sunuluyordu. Ancak, bu durum "kaime"lerin büyük boyutlarda
düşmesine neden oldu. 100 kuruşluk "mecidiye" altınının değeri
giderek "kaime" üzerinden 250, 4 Aralık 1861 Perşembe günü de 350
kuruşa yükseldi. Hükümet, bu çekinceli durum karşısında "kağıt
para" ların ülke genelinde yaygınlaştırılması tasarısını geri almış ve
bunları ne denli özveri gerektiriyorsa gerektirsin tümü ile ortadan
kaldırmayı amaçlamıştı.

1862. Bu doğrultuda sultan eliyle sadrazama gönderilen buyruk


da; devlet paralarının nasıl kullanılıp, nerelerde tüketildiğini vergi

"görevden alınamaz" (inamovible) bir kurul oluşturudu ve arı altın


ve gümüş paralar karşılık olmak üzere getirisiz 150.000.000 kuruşluk
"kaime" 1862 Mart ayı sonuna değin yaklaşık bir yıl süreyle tüm
ülkeye dağıtıldı ki, bu süre içerisinde taşıyıcılar bunları ellerinde
tutma ya da dolanıma sürme bağlamında erkin bırakıldılar. Bu
borçlanmadan toplanıp kurulun kasasına yatırılan ve 20 Mayıs 1862
yılgününde sadrazama sunulan paranın tutarı 126.184.790 kuruşa
ulaşmakta idi. (Yaklaşık 26.555.129 frank). 11 tanımlıktan oluşan ve
Abdülmecit'in ölümü üzerine Abdülaziz döneminde uygulama
alanına konulan tüzüğün 1. tanımlığı; 2,5 milyon keselik getirisiz
"kaime" daha çıkarılmasını öngörüyordu. "Tanımlık Memalik-i
devlet-i aliyye'nin her tarafından nakid hükmünde tedavül eylemek
ve gümrüklerden maada bilcümle hazain ve mal sandıklama dahi
bili\ tekellüf olunmak üzere iki milyon beş yüz bin keselik kavaim-i
nakdiyye çıkarılacaktı" (Taşcısade Te1ifik Paşa 'nm Maliye Bakanlığı
döneminde Mart 1861 'de 2.500.000 keselik "kaime" çıkarılmıştı.
(0.C) Sözü edilen tüzüğün tam metni için bkz. M. Erol, s. 8-12.
482
yükümlülerinin gözleri önüne sermek amacıyla, bir gelir-gider
çizgelgesinin yayınlanması öngörülüyordu. (afın de mettre sous les
yeux du contribuable l' emploi des deniers publics) *
Sadrazam öngörülen gelir-gider çizgelgesini yayınlayarak,
buyruğun gereğini yerine getirdi. 1 Kısa bir süre sonra da, "dalgalı"
(kararsız) borçların
düzenli borçlara dönüştürülmesi ve "kaime"nin
dolanımdan kaldırılabilmesi için Londra'dan 8.000.000 İngiliz

* Elde olan "kalıp"larla 100, 50 ve 20 kuruşluk "kaime"ler dolanıma


çıkarıldı. Çok sayıda "kaime"nin dolanıma çıkarılması bunların
değerden düşmesine neden oldu. Bu durum kamuoyunda sevimsizlik
yarattı. 6 Aralık 1861 yılgününde bir altın 300, 350 kuruşa değin
alınır verilir olduğundan satıcılara bir güvensizlik geldi ve birçok
işyeri kapandı. Olayyazar Lütfi, yapıtında "mazarat-ı kavaim-i
nakdiyye" başlığı altında olayı şöyle anlatıyor. O dönemler de
dolanım aracı bulunan "kaime"nin değerinin düşmesinden dolayı,
lOO'lük altın "kaime" ile 180'e yükseldiğinden günlük geçim gereç
ederleri aynı boyutlarda yükseldi. "Hububat"ın "kıyye"si (1283 gr.)
65 kuruşu aşarak 100, "francala"nın 140 paraya satıldığı görüldü.
Giderek altın daha da yükseldi. Etin "kıyye"si 30 kuruşa fırladı.
1OO'lük altının ederi 400 kuruşa değin yükselince yiyecek ve içecek
ederlerinin de ona bağlı olarak artması çok doğaldı. Şöyle ki, iki ile
ikinin dört ettiği kesin bir gerçekti. (0.C) Bkz. M.Erol, s. 12;
Ş.Baban,Tanzimat, s. 254. Ahmet Lütfi Efendi Tarihi (Yay.
M. Aktepe) C. X, Ankara 1988 (TTKY), s. 45 "Mazarat-ı
Kavaim-i Nakdiye" 1861 Yılında Tecimsel İşlemleri kolaylaştırmak
için (muamelat-! nası teshil için) 10.000 kesel iği beşer ve 5.000
keseliği onar paralık olmak üzere 15.000 keselik bakır para
.-basılmıştı. (0. C) Bkz. Ahmed Lütfi, s. 28.

Yayınlanan bütçe, 1860-1861 yılgününün bütçesidir. 1861 bütçe


gereksinimlerini belirten yazanak da bu bütçenin ekindedir. Bu
rakamlar gelir olarak 3.307.368 kese ve gider olarak da 3.110.813
kese idi. 1862 bütçesi ile ilgili olarak "Maliye Bakanlığı"nın yazanağı
1861 bütçe gelirlerini 3.322.042 kese olarak gösteriyordu. Burada
sözü edilen sadrazam, Keçeci::ade Fuat Paşa idi. (0.C) Bkz. M.
Erol, s. 12.
483
lirasından oluşan beşinci bir borçlanma daha yapıldı. Gerek yabancı,
gerekse yerli girişimcilerden gelen başvuru üzerine hükümet,
dördüncü kezi "aziziye" adı verilen ve hazine "bono"su çıkarıyor ve
böylece "esham-ı adiye" ya da "sehim"lerden oluşmak üzere, yaşam
boyu koşulu ile2 yeni bir gelir kaynağı oluşturuyordu.
Tasarlandığı denli becerikli bir biçimde uygulanan bu önlemler
doğrultusunda "kaime"lerin dolanımdan kaldırılması işlemine 13

"Tertib-i rabi'' (dördüncü kez "kaime" çıkarılması)

2 "Maliye Bakanı"nm sözü edilen yazanağında (s.2), bu sözcüğe


verilen anlam budur. Öyle sanılıyor ki, sözcüğün asıl anlamına göre
bu gelir, yaşam boyu koşulu ile olan gelirlerden değildir. İyeliğinde
bulunduranlar bu "sehim"in ölüm yatağında bile satışı bir başkasına
aktarılmasını yapabilirlerdi. Oysa ki, yaşam boyu koşulu ile olan
gelir, üstencisinin ölümünden sonra doğrudan doğruya devlete
kalırdı. 1862 ve 1863 bütçelerinin üçüncü ayrımının ikinci
tanımlığında yazılı olan "sehim", "mukataa", "zeamet" ve
"tımar"dan ödenmemiş para da, kuşkusuz aynı konumdadır. Karş.
Dördüncü ayrım, Eyübi Efendi Bütçesi ve Belin, Etude sur la ... n. 353
ve sonrası. Hükümetin 8 Ocak 1864 yılgününde yayınladığı buyrultu
uyarınca, o dönemde var olan "sehim", "mukataa", "zeamet" ve
"tımar" ile "vazije"lerin, "maliye"ce yoklamaları yapılmış ve
üstencisi eliyle öngörülen işlemleri süresi içerisinde yerine
getirilmeyen "sehim"ler boşalmış sayılarak hükümete aktarılmıştır.
Bkz. Tercüman-ı Ahval, 8 Ocak 1864. Dolanımdaki "kaime"
tutarının 11.000.000 lira olduğu ölçümleniyordu. Bunların tümünün
"madensel para" ile değiştirilmesi -büyük bi borçlanmayı
gerektirdiğinden- olanaksız idi. Böylece, "kaime"lerin %40'ının
"madensel para" ile satın alınması, kalanının da "esham-ı cedide"
adı verilen uzun süreli düzenli bir borç belgesi olan "tahvil"lerle
değiştirilmesi doğrultusunda bir tasarı gündeme getirildi. (0.C) Bkz.
Yeniay, s. 36. 121 sayfadan oluşan bu bütçeye ek olarak sunulan
Maliye Bakanının yazanağında, gelir-gider çizelgesinin tanımı şöyle
yapılmaktadır. "Yönetimin temel ilkesi, yıldan yıla zorunlu
giderlerin tutarını, ölçümlenen gelirlere göre ortaya koymaktadır."
(0.C) Bkz.Z. Pakalın, Maliye Nazırlan 11, s. 60.

484
Temmuz 1862 yılgününde başlanılmış ve 12 Eylül 1862 yılgününde
son verilmiştir. "Mecidi" altını da 12 Eylül'de 160, ertesi günü de
doğal ederi, 100 kuruşa inmiştir. Dolanımdan çekilen "kaime"nin
tutarı 998.800.720 kuruşa bir başka deyişle 1.997.601 kese 220 kuruşa
ulaşmış! ve taşıyıcılarına.saymaca değerinin% 40'ı doğrudan (madeni
para ile) ve % 60'ı da devlet güvenceli (consolides) "esham-1 cedit"
verilmek üzere başabaş ödenmişti. 2

Yukarıda yazılı
olan tutar 2.000.000 kesedir. Bkz. "Maliye
Bakanı"nın adı geçen yazanağı ve, Journal de Co{lstantinople, 22
Ekim-29 Kasım 1862. Genel yakınmalar üzerine Şanı'da görevli
bulunan Fuat Paşa İstanbul'a geldi. ( 1862) Bu sırada dolanımda
bulunan "kaime" tutarı 11.000.000'du. 1862 yılında sadrazam olan
Keçeçizade Fuat Paşa, ne denli emek karşlığı olursa olsun
"kaime"nin dolanımdan kaldırılmasını tasarlamıştı. Bu doğrultuda
Avrupa'dan % 32 eksiğine ve yıllık % 6 getirili olmak koşuluyla
8.000.000 İngiliz lirası borç alındı. Bu sırada "Maliye Bakanı", Mecit
Efendi idi ve onun döneminde "kaime"nin toplattırılmasına
başlanılmıştı. Ancak "Maliye Bakanlığı" dönemi çok kısa
sürdüğünden bu uygulama kendisinden sonraki ''Maliye Bakanı",
Nevres Paşa döneminde sonuçlandırıldı. (0.C) Bkz.M. Erol, s. 12.
"Kaime"'nin dolanımdan kaldırılmasına yönelik tüzüğün tam metni
için bkz. M. Erol, s. 12-13 (0.C) "Kaime"nin dolanımdan
kaldırılması için "Tebdil-i Kavaim İdaresi" adı altında bir kurul
oluşturuldu. Ayasofya yöresinde, "darülfünun"da Temmuz ayı
başında bir pazar günü çalışmalarına başlayan bu kurul, 49 gün
görev yaptıktan sonra, Ağustos sonunda bir cuma günü kapatıldı. Bu
kurula gelen "kaime"lerin % 40'ı doğrudan (madeni), %60'ı da
"tahvil" olarak ödendi. Sözü edilen kuruluşta yedi kasa vardı ve bir
kasada iki görevli çalışırdı. Görevlilerden biri "tahvil" ötekisi de
parayı verirdi. Bu kurulun başkanı da, "Meclis-i Vala" (Bugünkü
yargıtay ve danışıay, Bkz. E. Kara/, OT, 6, s. 120. O.C)
üyelerinden Ethem Paşa idi. (O.C) Bkz Ahmet Lütfi, s. 74
2 Bir başka dönemde buna koşut durumlarda hükümet, saymaca
değerinin başlangıçta% 70'i ve sonraları da% 60'ı gerçek ve,% 40'ı
da şişinne değeri olmak üzere yeni bir 'esham" düzenlemişti. Bkz.

485
1862-1863 Sultan Abd ii la z iz parasal işlerin düzeltimi
doğrultusunda bütçenin gelir-gider eşitliğini sağlamak için 22 Şubat
1863 yılgününde bir buyruk yayınlayarak hükümete, devlet parasının
tüketilmesinde ölçülü olunmasını ve bu konuda çok titiz
davranılmasını öngören uyarılarda bulundu. Uygulamaya örnek
olmak üzere de, özel hazinesinden (liste civile) ek ödeneğini hazineye
bıraktığı gibi, sultan kızlarının gelirlerinin azaltılmasını, görev
karşılığı olmayan tüm aylıklarla, yararsız görevlerin kaldırılmasını
buyurdu.' Sonunda "dalgalı borçlar"ın (dette flottante) kalanının

Yıl 1704, 1718-1719. "Kağıt para", akılcı bir biçimde kullanılsaydı


ülkeye yararlı olabilirdi. Şöyle ki, Türk maliyesini en yansız gözle
izleyenlerden A.du. velay, "kaime" işlemleri üzerine yapmış olduğu
bir çözümlemede şu sonuçlara varmıştır. 1- Hazine görevlilerinin
yükümlünün vermiş olduğu "kaime"leri almakta çekingenlik
göstermeleri, 2- Bu nedenle "kaime"lerin İstanbul 'a akması, 3-
"kaime"lerin madensel paralara karşı güvensizlik yaratması. Devlet
vergi toplarken "kaime" alımında güvenli bir biçimde davransa ve
dolanıma birer kuruşluk "kai.me"ler çıkarmış olsaydı bu türlü
karışıklıklara neden olmazdı. Örneğin, İtalya aynı dönemde çıkardığı
':kağıt" paralardan büyük bir ekonomik etkinlik sağlamıştı. (0.C)
Bkz. Parvus, s. 32, n.
O döneme değin sultan hazinesi ayda 15.000 kese (7.500.000 kuruş)
ödenek almakta, beklenmedik giderler (depenses imprevues) için de
5.000 kese özgülenmekte idi. İşte sözü edilen bu 5.000 keseyi
Abdülaziz hazineye bırakmıştı. Lord Hobart ve M. F?rster (bkz.
Debats du 5 Haziran 1863) eliyle yazılıp da Türkiye'nin parasal
durumunu incelemek üzere 1861 Mayısında İstanbul'a gönderilen
yazanakta, sultanın başa geçtiği sırada 12.000.000 İngiliz lirasından
oluşan devlet gelirleri, 1861-1862-1863 yıllarında 15.000.000 İngiliz
lirası olarak ölçümlenmişti. 23 Mayıs günü İstanbul'a iki İngiliz
delegesi gelmekteydi. Lord Hobart ve M. Forster. Bunların ikisi de
İngiltere "Ticaret Bakanlığı" yetkililerindendi ve İstanbul 'la
Londra'daki temcimsel kuruluşlar arasında kalan çekişmeli işleri
düzene sokmak için görevlendirilmişlerdi. Aşağı yukarı onlarla aynı
anda Banque de France'nin müdür yardımcısı Baron Doyen 'de
İstanbul'a gelmekteydi ve saray o yıl için bir bütçe yayınlayacaktı. Bu
486
ödenmesi için Nisan 1863 yılgününde Paris'te 8.000.000 İngiliz
liralık altıncı bir borç sözleşmesi daha yapıldı. Sözü edilen paranın
6.000.000 lirası "dalgalı borçlar" için özgülenmiş kalani da, arılığı
bozulmuş paraların dolanımdan kaldırılması için kullanılmıştır. 1

1863-1864. Sadrazam Fuat Paşa sonuncu bütçe döneminin, bir


başka deyişle 1862-1863 yılı genel bütçesini 6 Kasım 1863 yılgününde
Sultan Abdülaziz'e sundu. "Maliye Bakanı"nın bir yazanağını da
içeren bütçe aşağıdaki sonuçları gösteriyordu.*

bütçe, 1860-1861 yılı gelirlerini 1.200.000.000 kuruş ve bir sonraki


"mali" yılın gelirlerini ise 1.221.000.000 kuruş olarak, aynı yıllar için
giderleri de, sırayla 1.311.000.000 kuruş ve 1.393.000.000 kuruş
olarak saptıyordu. M. Forster ve Hobbart yaptıkları birçok
incelemeden sonra verdikleri yazanakta, parasal durumda büyük
boyutta bir düzelmenin olabileceğini belirtiyorlardı. Gerçekten de,
Osmanlı İmparatorluğunun iç yönetimine karışmaksızın yabancı
yatırımları, özellikle de boçları düzene koyacak Avrupa anamalcı
çevrelerinin denetimi altında bir "parasal" koruyucu! uk
örgütlenmesini bulup gerçekleştirmek gerekiyordu. Bu işlev ise, daha
önce kurulmuş ol_an "Osmanlı Bankası"nın bir "devlet bankası"na
dönüşmesiyle ortaya çıkacak olan "Bank-ı Osmanii Şahane"ye
düşecekti. (0.C) Bkz. Yerasimos, s. 412-413.

Bkz. Journal de Constantinople, Fransızca çevirisi.


* İngiltere ile yapılan 16 Ağustos 1838 yılgünlü tecimsel antlaşma öteki
ülkelerle yapılacak sözleşmeler için de bir örnek oluşturmaktadır.
Sözü edilen antlaşmanın 13. tanımlığı; özünde aynı ilkeleri taşımak
üzere, bu antlaşmanın benzerinin isteyen öteki ülkelerle de
yapılmasını öngörüyordu. (0.C) Bkz. Y. K. Teııgirşek, TaAzimat
s. 292. Bu antlaşma ilk kez İngiltere ile yapılmış ve onu sırası ile;
Fransa (25 Kasım 1838); Löbek Brem, Hamburg ve Hans kentleri
( 18 Mayıs 1839); Sardenya (2 Eylül 1839); İsveç ve Norveç (31 Ocak
1840); Felemenk (14 Mart 1840); Belçika (2 Mayıs 1840); Pursuya
-sekiz Alman devleti adına- (22 Ekim 1840); Danimarka (l Mayıs
1841) ve Toskana (17 Haziran 1841) ile yapılan antlaşmalar
izlemişti. (0.C) Bkz. Teııgirşek, Tanzimat s.289. Siyasal ve
ekonomik koşullar Osmanlı sarayına yeni bir tecimsel antlaşma
onaylatmak yönünden uygun gözükmekteydi. Bu işi imparatorluk
487
Gelirler 3.010.529 k~se 335 kuruş

Giderler 2.969.004 kese 492 kuruş


Gelir artanı 41.524 kese 343 kuruş
Bu "tarihsel" açıklamaları, Türkiye ile Fransa arasında Şubat 1838
yılgününde yapılan antlaşmayı yürürlükten kaldıran ve onun yerine
geçerli olmak üzere 29 Nisan 1861 yılgününde yapılan tecimsel
sözleşmelerden söz ederek bitirmek istiyorum. Önceki antlaşma
özellikle "tekel" lerin kaldırılması yönünden büyük bir önem
taşıyordu.

Şubat 1838 antlaşmasında dış alım ürünleri için % 5'lik vergi


öngörülmesine karşılık, dış satım ürünlerinin % 12' lik bir vergi
alınması yerlilerden çok yabancıların çıkarlarını koruyordu. Özü
olarak daha erkinci (liberal) bir anlayışla düzenlenen bu yeni
sözleşme de ise, dış satıma ayrılan yerli ürünlerin gümrük
vergilerinin indirilmesi ilke olarak benimsenmiş ve olası bir
karışıklığı önlemek için bunlar da şimdilik ötekiler gibi %8 'lik
tekdüze bir vergiye bağlanmıştı. Ancak, sözü edilen bu %8'lik
gümrük vergisi Türkiye'den yapılacak dış alımlar için geçici olacak
şöyle ki, bu vergi ilgili işyerinin (bureau) giderlerine karşılık olarak
saptanan % l 'lik düzeye ininceye değin yılda sekizde bir oranında
düşürülecekti. Bu tür antlaşmalar öteki ülkelerle de yapıldı. İngiltere
. ile yapılan antlaşma, Fransa ile yapılanın aynı ötekiler ise daha
sonraki yılgünleri taşımaktaydı. 1

üzerinde en çok sözü geçer ülke olan Fransa üstlendi ve antlaşma 29


Nisan 1861 yılgününde yapıldı. (0.C) Bkz. Yerasimos, s. 411. Tümü
14 tanımlıktan oluşan 1838 antlaşmasının "tekel"lerle ilgili tanımlığı
şöyle idi: "... yüce saltanat katı, gerek tarım ürünleri gerekse öteki
ürünler üzerindeki "tekel"leri, ayrıca rastgele bir ürünün satın
alınması ya da, satın alındığında bir yerden bir yere taşınması için
yerel yöneticilerden alınması gereken izni kaldırmayı yükümlenir.
(0.C) Bkz. Yerasimos, s. 313 ve Tengirşek, Tanzimat, s. 290)
Avusturya "konsolos"u Odesa'ya gönderdiği bir yazıda; "şimdi bir
Belçikalı tecimen Türkiye'ye satılan ürünler için % 5 ödemektedir.
Oysa ki, bir Türk tecimeni dış satım öyle ki, ülke içerisinde bir
488
Kısacası,"ekonomik düşün yaşamı"na dışarıdan sunulan ve "Do,~u
Savaşı"ndan bu yana kendisini açık bir biçimde gösteren düşünce
akımları Şubat 1856 buyruğuna yansımış ve sözü edilen buyrukta,
tarım ve tecimin gelişmesi doğrultusunda banka ve öteki kuruluşların
oluşturulması öngörülmüştü.*

bölgeden ötkesine yaptığı taşıma üzerinden bile % 12 vergi öder."


diye yazar. (0.C) Bkz. Yerasimos, s. 315. Ponsonby (İngiltere'nin
İstanbul büyük elçisi) İngiliz Dışişleri Bakanı Palmerstoıı'a
gönderdiği yazıda; "daha çoğunu istemek kesinlikle yerinde
olmayacak denli eksiksiz ve önceden umut ettiklerimizin çok
üstünde" diyordu. (as good as we have any right to desire and
surpasses everything that was to be hoped for) (0.C) Bkz.
Yerasimos, s. 313. 1838 antlaşması, dış alım vergilerini düşürürken
dış satım vergilerini % 12 olarak korumuştu. Dış ürünleri üzerinde
uygulanan bu vergilendirme düzeni hazineye yararlı olmakla
birlikte, ne "hammadde" üreticilerinin ne de Osmanlı ülkesinden
aldığı sattığından çok olan ülkelerin işine geliyordu. Fransa 'nın
durumu da "tam tamına" böyleydi. Yeni tecimsel antlaşmayla ise
Fransa'nın istediği oluyor, yeni vergilendirme düzeni bu ülkenin
çıkarlarına uygun düşüyordu. Doğaldır ki, öteki ülkelerde gümrük
vergilerindeki bu indirimden yararlanmıyor değillerdi. (0.C) Bkz.
Yerasimos, s. 410. Antlaşma dış alım vergisini % 3'ten % 8'e
çıkarıyordu. Önemli bir konu da "transit" vergilerinin
azaltılmasıydı. 8. tanımlık: Karada konaklamadan geçişler için de
kolaylıklar sağlama isteğinde olan Osmanlı hükümeti bir başka
ülkeye gönderilmek üzere Osmanlı ülkesinden geçmesi gereken
ürünlerden, bugüne değin alınmakta olan % 3 'lük vergiyi yine
bugünden başlayarak %2'ye ve sekiz yıl sonra da % 1'lik değişmez bir
vergiye indirmeyi yükümlenir. (0.C) Bkz. Yerasimos s. 412.
* 1856 buyruğunun (İslahat Fermanı) ekonomik yapılanmaya yönelik
öngörülerinden birkaç örnek vermeyi uygun gördük. (0.C) " ... yüce
saltanatımın her yıl için gelir-gider çizelgesinin düzenlenmesi ve
belirlenmesine ilişkin sonradan özel bir tüzük yapılmış olduğundan
bunun öngörülerinin yürütülmesine büyük özen gösİerilmesi";
"Osmanlı uyruğunda olanlardan "sınıf' ve "inanç 1' ayrımı
gözetmeksizin vergi alınacaktır. Bu vergilerin alınmasında yapılan
yolsuzlukların ortadan kaldırılması için gerekli önlemler en kısa
sürede araştırılacaktır, vergilerin dolaysız alınması uygulaması
489
"Ödünç verme" kuruluşlarından olmak üzere "Bank-ı Osmani"
daha geniş temeller üzerinde "Bank-ı Osmanii Şahane"ye dönüşüyor,
gemi yapım ve onarım havuzlarının oluşumu gibi öteki kuruşlar da
işletmeye açılıyordu.*

giderek kesenek uygulamasının yerine geçecektir."; "Devletin parasal


işlerinde saygınlık sağlanacak, banka v.b.g. kuruluşlarla ülkenin
varsıl kaynaklan değerlendirilecektir." Bkz. E. Z. Karal, OT, 6, s.
4. "Ulu devletimin para yönteminin düzeltilmesiyle parasal işlerine
önem verecek banka gibi şeyler yapılıp, Osmanlı devletinin varsıl
kaynaklarını değerlendirmek doğrultusunda gereken "anapara"nın
belirlenmesi ve sultanlık ülkesi ürünlerinin taşınması için gereken yol
ve kanalların açılmasıyla, tarım ve tecim işlerinin kolayca yerine
getirilmesine engel olan nedenlerin ortadan kaldırılarak (bu
alanlara) gerçek bir düzelmenin işlerliği ve bunun için Avrupa'nın
kültür ve biliminden ve de birikmiş parasından yararlanılmaya
bakılması yollarının yansız bir biçimde incelenmesiyle ... " (0.C) Bkz.
Y erasimos, s. 374.
* 1847 yılına gelinceye değin ülkemizde "banka" adı altında çalışma
gösteren bir işletmeye rastlanılmamaktadır. (0.C) Bkz. H. Çivi,
Türkiye'de Bankacılık, Ans. 1985, s.95. Ülkemizde bankacılık
Galata "sarraf'ların çalışmasıyla başlar. Bankalar kuruluncaya
değin imparatorluğun tüm banka ve borç verme işlemleri bunların
elinde toplanmıştı. Hazine "bono"larını kırma, altın ve gümüş
paranın bir arada dolanımından kaynaklanan "baş" (agio)
ayrımından yararlanmak, devlet görevlilerinin aylıklarını kırmak,
kesenek yolu ile vergi toplamak yaptıkları belli başlı işlerdendi.
Ancak, bunların arasında adları para yıllığına geçen ünlü "para
babaları" (banker) eksik değildi. (A. Baltazzi, Chirstaki Zagraphos,
.!. Camonda, G. Zarifi gibi) Devlete borç para verecek denli varsıl
olan bu "banker"ler sağladıkları olanaklarla tecimsel alanda da
önemli işlevler üstlenmişlerdi. 1847 yılında Galatalı iki "banker"le
antlaşmaya varılmış ve böylece aynı yıl içerisinde "İstanbul
Bankası" kurulmuştu. Bu bankayı kurmakla güdülen temel erek,
paranın değiş-tokuş (kambiyo) değeri korumak ve "kaime"nin değer
yitirmesini önlemekti. Bununla birlikte sözü edilen kuruluşun işlevi
ancak beş yıl sürmüş ve beklenen getiriyi elde edemediğinden 1852
yılında kendi kendisini dağıtmıştı. 1856 yılında gelecekteki "Osmanlı
Bankası"mn temellerini oluşturmak olan "Ottoman Bank" 500.000

490
Bu doğrultuda "telgraf hatları" dışında, ulaşımın güvenlik ve
erinçliği için gerekli olan "Osmanlı fenerleri", "Beyrut-Şam Araba
İşletmesi", Aydın ve Köstence demiryolları gibi kuruluşlarını da
birbiri ardından ortaya çıktığı görüldü.*

İngiliz lirası anapara ile kurulmuştu. 1860 yılında ise 320.000 İngiliz
liralık "İttihad-ı Mali Bankası" kurulmuş ancak bir etkinlik
göstermeden dağılmıştı. Sonunda (1862) Ali ve Fuat Paşa'ların
çabaları ile ve en çok sınırlı olanaklarla "Ottoman Bank" yerine
güçlü bir parasal kurumun ilk adımları atılmış, 4 Şubat 1863
yılgününde "Bank-ı Osmanii Şahane" ortaya çıkmıştı. (0.C) Bkz.
V. Eldem, s. 229-230-231. Banka gösterildiğinde karşılığı
taşıyıcısına altın olarak ödenmek üzere "kağıt para" çıkarma
ayrıcalığını bu yetki salt kendisine özgü olmak üzere elde ediliyordu.
Osmanlı hükümeti 30 yıl olarak saptanan bu ayrıcalık süresince
"kağıt para" çıkarmamayı ve bu tür ayrıcalıklardan yararlanacak bir
başka bankayı kurmamayı da yükümleniyordu. Kuruluş anaparası
67.500.00 frank olarak saptanan bu banka, İstanbul'da bir genel
müdür, bir ya da iki müdür ve üç üyeli bir yürütme kurulunca
yönetilecekti. Biri Fransızlardan ötekisi İngilizlerden oluşan onar
kişilik iki yönetim kurulunun merkezleri Londra ve Paris 'te
bulunacaktı. Ayrıca alınan öngörüleri yürütmekle görevli, dördü
İngilizlerden, dördü de Fransızlardan oluşan bir alt kurul
bulunmaktaydı. (0.C) Bkz. Yerasimos, s. 418-419. Ayrıntılı bilgi
için bkz. C. Işıksal, Osmanlı Bankasının Kuruluşu, TTBD.
Sayı 10, sayı 10, s. 72-79. Osmanlılarda ilk banka 1847 yılında
"Bank-ı Dersaadet" (bank de Constantinople) adıyla kurulmuştu.
(0.C) Bkz. S. Tarlan, Tarihte Bankacılık, Ank. 1986, s.62.
* Ülkemizde ilk "telgraf hattı" 1854 yılında Kırım savaşı sıralarında
İstanbul ile Edirne arasında çekilmiş ve Ruscuk yolu ile Avusturya
iletişim örgüsüne bağlanmıştır. "Telgraf' örgüsü giderek ülkenin tüm
yörelerine ulaşacak bir biçimde yaygınlaştırılmış şöyle ki, genel
savaştan önce 50.000 km:li!t, "hat"lar çekilmişti. (O.C) Bkz. V.
Eldem, s. 173. Kırım' savaşından sonra, Osmanlı ülkesinde
demiryolu yapımına başlanıldığında, devrim yapan bu işletmecilik
uygar dünyada oldukça ilerlemiş, İngiltere'de 16 bin, Almanya'da 11
bin, Fransa'da 9 bin, A.B. !Devletlerinde ise 49 bin km.lik demiryolu
geçeği döşenmiş bulunuyordu. Verimli bir yatırım alanı konumuna
gelen demiryolu işletmeciliği, yabancı anaparayı ülkemizde de iş
491
yararına oldukça uygun koşullar içeren bu sözleşmede belirli bir
güvence aranmadığı gibi, işletmenin 99 yıl sonunda karşılıksız olarak
devlete bırakılması da öngörülmüştü. (0.C) Bkz.V. Eldem, s. 156.
Anadolu'daki ilk demiryolu geçeği, İzmir-Aydın geçeğidir. 1856
yılında yapımına başlanılmış, 1866 yılında işletmeye açılmış olan bu
geçeğin yapımını İngilizler üslenmişti. (0.C) Ayrıntılı bilgi için bkz.
E Kahya, Türkiye'de İlk Demiryolları, Belleten, L 11, sayı
202, Ank. 1988, s. 209-218. Yerasimos (Du Velay, A.dan aktarma
yaparak) yabancı kuruluşların Türkiye' de demiryolu yapımını
üstlenmelerini, Türkiye'yi parasal bağımlılığa tutsak kılmak
biçiminde algılıyor ve şunları ekliyor: Kısacası, Osmanlı İmpatorluğu
bu işin sonunda 1274 km.lik yeni demiryolu geçeğini elinde
bulundursa bile, eskiden olduğu gibi yine Avrupa'dan kopuk durumda
kalıyor ve üstüne üstlük eline 250.000.000 franktan daha az
geçmesine karşın dış borçlarını 800.000.000 frank artıran bir borcu
karşılayabilmek için bütçesi yılda 28.000.000 frank gibi yeğin bir
yükün altına girmiş oluyordu. Sonunda demiryolu ağının değerini
ölçümlemek üzere Osmanlı hükümetince oluşturulan bir kurul, eksik
bırakılan bölümün bitirilebilmesi için kilometre başına ortalama
27.000 franklık bir para özgülenmesinin gerekli olduğunu
açıklayacatır. Sözün kısası, Baron Hirsch'in (ilk demiryolu yapım
ayrıcalığını üstlenen Avusturyalı banker) başarısının Türkiye 'yle
çevrilen işlerin bir "başeseri" olduğu su götürmezdi. (0.C) Bkz.
Yerasimos, s. 433. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ş. Eskin, Posta,
Telgraf ve Telefon Tarihi, Ankara 1942.
492
KISACA

Selçuklu devletinin kalıntıları üzerine kurulan Osmanlı devleti,


öncüllerinin kuruluşlarını aşağı-yukarı olduğu gibi değiştirmeksizin
korudu. Nasıl ki, Selçuklular da kendilerinden önce kurulan
devletlerin geleneklerini öylece sürdürmüşlerse. Ülkenin bu
doğrultuda incelenen tarihinin, Osmanlı devletinin doğal gelişiminin
birbirini izleyen dönüşümlerini göstererek, Asya'nın kendisine özgü
ekonomik oluşumu doğrultusunda önemli bilgiler sunduğuna giriş
bölümünde değinilmişti. Konu, önceki açıklamalardan yeterince
anlaşılmış olmakla birlikte içeriğinin çok daha iyi kavranılabilmesi
için bu çalışmanın başlıca sınırlarının toplanılması ile yetinilecektir.
Bilinmektedir ki, gelenek ve göreneklerin etkilerini saltık bir
biçimde sürdiirdüğü doğuda, değişim ve dönüşümler sanıldığı denli
kolay gerçekleşmez, çağın değişimlerine karşın aynı olaylar sürekli
olarak yinelenir durur ve ortaya çıkabilecek bir değişim ancak, yavaş
yavaş ve de değiştirilmek istenilen şeyin biçim ya da dış görüntüsü
elverilen ölçüde korunarak gerçekleştirilirdi.
Selçuklu paralarının biçim ve örneği bozulmadı. Ancak, öyle
ölçümleniyor ki, tecimsel gereksinimlerin yönlendirdiği bir
zorunluluğun gereği olarak ikili bir para yöntemi ortaya çıktı.
Geleneksel akça ve yabancı (tecimsel) kuruş. Frank'ların gümüş
parasının Osmanlı ülkesinde kullanılmasına yasal olarak izin verildi.
Nasıl ki, önceleri de Bizans paraları üzerine birer damga vurularak ilk
halifeler kullanılmış ise (Makrizi, s. 260 0.C) Sözü edilen gümüş
para da Osmanlı parası örneği olarak benimsendi.
Osmanlı altını olarak da, Memlüklerin altını örnek alındı ve bu
örnek yüzyıllar boyunca sürdürüldü. Halifeler ve Memlükler
dönemlerinde "ikta" diye adlandırılan uygulamada olduğu gibi, vergi
kaynakları belirli kişilere belirli görev (savaşçı yetiştirmek)
karşılığı bırakılırdı. Bu gelirlere "zeamet" ve "tımar" adı verilirdi.

493
Osmanlı uyruğuna giren uluslar Arap sultanları döneminde
olduğu gibi "haraç" vermekle yükümlendirilmişti.
Devleti kuran ve ilaçan ulus ise, "savaşçı" ve "tarımla
uğraşanlar"olmak üzere iki kesime ayrılmıştı.
Devlet gelirlerinin yönetimi İslii.miyetten bu yana doğuda
genellikle kullanılan bir deyim olan "maliye"ye (minstree des
finances) bağlı idi.
Çağın ve özel koşulların gerektirdiği değişiklikler dışında, Eyubi
Efendi'nin gelirler çizelgesi, aşağı-yukarı önceki Asya devletlerinin
parasal uygulamalarına benzemekteydi. Kamusal gelirler, gelirlerin
toplandığı "devlet hazinesi"; giderler çıkarıldıktan sonra kalan
paraların aktarıldığı "yedek hazine" ve de sultanın özel hazinesi (cep
idaresi) olmak üzere üç hazinede toplanırdı.
Giderler, Selçuklular döneminde olduğu gibi ya doğrudan ya da
"havale" yolu ile ödenirdi.
"Mevacib" adı verilen aylıklar üç ayda bir dağıtılırdı.
Osmanlı sultanları da başa geçtiklerinde Selçuklu sultanları gibi,
savaşçılara başa geçiş ödencesi (Bahşiş-i, cülus) vermek geleneği
sürdürdüler.
Yine Selçuklu sultanlarından örneksenen 'Osmanlı sultanları,
savaş alanlarındaki olağanüstü görevlerin gerektirdiği "ödemeler"
dışında, savaşçıları bol bol bağışlarla ödüllendirirlerdi. Ancak, bu
sevinmelikler giderek büyük boyutlara ulaşmış ve çoğu kez de
savaşçıların başkaldırılarını önlemeye yönelik olduğundan, devlet
hazinesinin yükünü artırmış ve bu tür uygulama beklenilen etkiyi
gösteremediği gibi üstüne üstlük yönetimin saygınlığını daha çok
yitirmesine ve parasal güçlükler nedeniyle yoksulluğu da
birlikteliğinde getirmişti. Gerek iç savurganlık, gerekse sonucu
sürekli bir biçimde başarılı olmayan arasız savaş giderleri devlet
hazinesini çoğunlukla bomboş bir durumda bırakmış, elverilen ölçüde
"yedek hazine"ye, bu kaynak da kuruyunca "zoralım"; "vakıf
gelirleri"nden borçlanma, ya da vergi kaynaklarının satışa

494
çıkarılması, paranın ayarı ile oynamak, yeni vergiler salmak gibi
uygulamalara başvurulmuştu.

"Zoralım", öncelikli başvurulan bir önlem idi. (Zoralım, ilk kez


1534 yılgünde Defterdar İskender Çelebi'nin varlığına el konularak
başlatılmıştı. 1653 yılgününde Sadrazam Kara Mustafa Paşa'nın, iV.
Murat'ın gözdelerinden olan eski "silahtar"ını öldürterek 5.000
keseye ulaşan varlığını devlet hazinesine aktarması ikinci zoralım
uygulaması olarak sıralanabilir. Bu uygulama il. Mahmut döneminde
(1836) bir Yahudi parababası ile bir hükümet üyesinin varlığının
alınması ile sona ermiştir. O.C) Bkz. Z. Karamursal, s. 85, n.1)

Sonunda, parasal durumun kamuoyunun denetimine sunulması


gerekliliği üzerine 1609 yılında Ayn-i Ali Efendi'nin salt giderleri
içeren çizelgesi ile, ondan elli yıl sonra (1660-1661) Eyübi Efendi' nin
gelir-gider çizgelgesi yayınlanmıştı.
1617 yılından başlayarak sık sık değişen sultanların dağıttıkları
başa geçiş ödenceleri hazineyi büyük sıkıntılarla başbaşa bırakmıştı.
Şöyle ki, sözü edilen ödenceler devletin yaklaşık bir yıllık gelirlerine
ulaşıyordu. Bu ödenceleri dağıtabilmek için iV. Murat döneminde
sarayda bulunan altın ve gümüşün paraya dönüştürüldüğü bilinen bir
olgudur.
Görevli olduklarısüre içerisinde ülkedeki bunalıma, 1636
yılgününden 1730 yılgününe değin son vermiş olan üstün yetenekli
ve oldukça becerikli, Bayram Paşa, Kara Mustafa Paşa, Tarhuncu
Ahmet Paşa, ünlü Köprülüler, Damat Ali Paşa ve Damat İbrahim
Paşa dönemlerinde ülkeye gönenç getirici birçok önlem alınmıştı.

Bununla birlikte, arasız yinelenen ve etkin bir biçimde sürdürülen


çabalara kaşın, Osmanlı orduları sürekli yenilgilere uğramış, devlet
hazinesinin boşlukları doldurulmamış, yedek hazine de ona yardımcı
olamamıştı. Bunun sonucu olarak ilk kez bir "dış borçlanma" konusu
gündeme getirilmiş (1783) ancak, bundan da beklenilen sonuç
alınamamıştı. Bu kezde, devlet vergi kaynaklarının yaşam boyu
koşuluyla satışa çıkarılması denenmiş, böylece "Devlet Borçları"
(dette pupliques) süreci başlamıştı. (1785) Süreç içerisinde gücül bir

495
biçimde alınan vergiler kaldırılmış, gerçek değeri üzerinde saymaca
değerli paralar dolanıma sunulmuştu. (1788) Başvurulan kaynakların
kuruması üzerine hükümet, kuruluşlarda köktenci düzeltimler
yapılması gereğini anlamış ( 1789), bu düşünce yeni ve eski düzen
yanlıları arasında yeğin çekişmelere yol açmıştı. Ancak, düzeltim
yanlıları üstün gelmiş ve bunun sonucu olarak da, eski savaşçı
birlikleri ortadan kaldırılarak yerlerine çağdaş yöntemlerle eğitim
yapan düzenli ordular kurulmuş, bu oluşumun doğal bir uzantısı
olarak "Gülhane Hattı-ı Şerifi" ya da, yalın bir biçimde "Tanzimat"
denilen yeni düzenlemeler uygulama alanına konulmuştu. Bundan
böyle özel varsıllıklar güvence altına alınmış, zoralım uygulaması
kaldırılmış tüm bunlara karşın parasal bunalım giderilmediği gibi iç
ve dış olayların yönlendirmesiyle üstüne üstlük daha da çoğalmıştı.
İlhanlı Moğollarında olduğu gibi dolanıma "kağıt para" çıkarılması
zorunluluğu gündeme getirilmiş ve bu tür paralar kısa sürede oldukça
çoğaltılmıştı. Doğu savaşı sırasında ilk kez bir "dış borçlanma"
gerçekleştirilmiş, dalgalı borçların (dette flottente) ödenmesi ve de
"kağıt para"ların dolanımdan kaldırılmasına yönelik olmak üzere
borçlanmalar birbirini izlemişti. Sonunda istenilen amaca ulaşılmış,
ayrıca gelir-gider çizelgesi düzenlenerek uygulama alanına
konulmuştu. Madensel paralar salt bir dolanım .aracı olarak yineden
ortaya çıkmıştı. Bununla birlikte, alınan tüm sakınım önlemleri
saymaca değerli paraların dolanımdan kaldırılması için yeterli
olamamıştı.

Yerli sanat ve tecimsel etkinliklerin geliştirilmesi


doğrultusunda yabancı ülkelerle "erkin ilkeler"e (liberale) dayalı
antlaşmalar yapılmış, büyük verenek (credit) v.b.g. kuruluşları
birbiri ardından ortaya çıkmaya başlamıştı. Doğunun tecim ve tarımı
için yeni bir dönem başlıyor gibi idi.
Bu denemelerimde bana büyük yardımları dokunan arkadaşım,
"Paris Doğu Bilimleri Okulu Türk Dili Uzmanı Sayın M. Barbier'de

496
Meynor'a saygılarımı iletmeyi başat bir görev olarak algılıyorum. 1

BELİN

Belin, Osmanlı devletinin 19. yüzyılda içerisine düştüğü ekonomik


açmazı görmeyerek, "doğu için yeni bir dönem başlıyor gibi idi"
derken, yüzeysel kimi gelişim ve dönüşümleri anlatmak istiyor olsa
gerek. Oysa ki, devletin 18. ve 19. yüzyılda içerisine düştüğü "kısır
döngü" ve bunun sonucu olarak "Düyunuumiye" yönetiminin
kuruluşu Osmanlı İmparatorluğunun parasal bağımlılığını da
birlikteliğinde getirmiş ve siyasal parçalanmasının oluşumunu
çabuklaştırmıştı. (0.C) Yusuf Akçura'nın yönettiği Türk Yurdu
Dergisinde Parvus Efendi (Latince, küçük boylu, az önemli, küçük
anlamındadır. O.C) Bkz. Henri Goelzer, Le Latin en Poche
Dictionnarie, Latin-Français, Garnier/Paris, 1967, s. 464) takma adı
ile yazılar yazan Alexander İsrael Helphand (1867-1927) Türkiye
için şu tezleri ileri sürüyordu: 1- Türkiye'nin geriliğinin asıl nedeni,
Avrupa anaparasının sömürü alanı durumuna gelmesidir. 2- Bu
böyle oldukça, Türkiye'nin kalkınması için bir dayanak bulunamaz.
Türk köylüsü ve "esnaf"ının ekonomisi bu koşullar altında
kalkınamaz. 3. Böyle bir kalkınma dış yardım ve anapara akımıyla
da olamaz. Çünkü, kalkınma olanaksızlığı geçmişte böyle bir yola
başvurmanın sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Dışarıdan yardım
sağlama ancak, öncekilerden daha yeğin koşullarda olabilir. Bu
koşullar ise çöküntüyü daha da "hızlandıracaktır." 4- Türk aydınları
halktan kopmuş olduklarından toplumlarının büyük çoğunluğu olan
köylü halkın yoksulluğunu bilmiyorlar. Avrupadan alınacak
yardımlarla Türk toplumunun batı uygarlığına katılabileceğini
sanıyorlar. Türk toplumu batı uygarlığının dışındadır. Batı ile onun
arasındaki ilişki, salt sömürenle-sömürülen ilişkisidir. Türkiye, bir
Avrupa sömürgesi olma yolundadır. (0.C)
Ancak Parvus Türkiye için kurtuluş yolunu da göstermektedir.
"Türkiye için bir kurtuluş yolu varsa o da demokrasidir. Bu yolu size
gösterecek, yine Avrupa'dır. Ancak, diplomatlar, bankerler ve
fabrikacılar Avrupası değil, kendi ihtikarcı ve desbotlarıyla
mücadele etmekte olan demokrat Avrupadır." (0.C) Bkz. Parvus, s.
246.

497
YAZARIN BAŞVURDUGU KAYNAKLAR

L'Abuska. Csagatajtörük Szöqyütemeny, Pest, 1862, de Vambery.


Ami Boue. Turquie d'Europe.
Annal. Ottom.
L'Annuarie du Bureau des Longitudes, annee 1842.
Asafname, Lutfi Paşa.
Ayni Ali, Ahmet Vefik Paşanın tab'ı.
Bürhanıkati.

Bütçe, "Fuat Paşanın".

Les Capitulations de 1740.


iCatologue de la Collection Numismatique. "M. Pascal Bilzikçi'nin".
Chardin, Voyages, ed. d'Amsterdam.
Chevalier d 'Arvieux, Memeires.
Chrestomathies Orientales.
Collection de M. Cayol.
Çelebizade.
Ceridei Havadi~, değişik sayılar.
Darphanei Amjirenin değişik yıllarına özgü beylik tanıtmalıklar.
Debat, gazetesinin değişik sayıları.
Defteri meskuİatı Osmaniye.
Dialogues Persans-Français.
Dictionnaires 4e l 'Encyclopedie de Trevoux et de Bescherelle.
D'Ohsson. His~. des Mongols.
Düstur.
Düsturül'ameıJ Hacıhalife, "Hacıkalfa".
1

Ebülgazi.
1

Em pire Romaih et 1'Asie Centrale.


1

Encyclopedie ~obet, Nouveau Manuel Complet de Numismatique.


1

Esteve, Descr. ~e l'Egypte.


Etat Militare, ~tc. la Haye.
Fraehnii, Opu$cularum Postamorum Pars Prima, ed Darn.
1

Fraehnii, Rectjnsio Nummarum Muhammedanorum.


Ferhadü-Şirin r'Ali Şir'in".

499
Fezleke, Hacıkalfa.
Guizat, Essais sur l'Hist. de France.
Gülşenimaarif.
Gümrük tanıtmalığı.

Hacıkalfa, Takvimüttevarih.
Hammer, Hist. de l 'Emp. Ottom.
Çeşitli dönemlere özgü buyruklar.

Hezarifen, Ahmet Vefik Paşa'nın notları.

Hist. de la Decandence de 1'Em pire Grec, par Charcondyle.


Hist. de France d'Anquetil.
Hist. Genealogique des Tatares d 'Abulgazi.
Hist. Selschuk.
İbni- Batouta, ed. de M.M. Defremery et Sanguinetti.
İbnizeynel.
İntitus de Timour, ed.Langles.
İzzi.
Joum. as.
Journal de Constantinople, değişik sayılar.
Journal ofa diplomat's three years residens in Persia, par Eastwich, revue
des Deus Mondes, 15 mai 1864.
Kamus.
Değişik yasalar.

"Kanunnamei Bosna".
"Kanunnamei Eyyubi Efendi".
"Kanunmei Humayun".
Karaçelebizade.
Koca Tarihi.
Koçiçelebi.
"Külliyatı Nevai".

Leunclavii, Annales Ottomanidarum.


Leunclavius.
Lorenzo Bernardo.
Maanzade dergisi.
Macrizi, Descript. de.l 'Egypte.
Mahbubülklup, Ali Şir.

500
Mannuel ele Numismatique.
Marcel Tableau General eles Monnaies.
Marcel, cf, tabi. Gen. eles Monnaies ele I' Algerie.
Marselen, Numismata Orientalia.
Marsigli.
Mem. elu Baron ele Tott.
Memorie sur !es Biens ele Mainmorte (Jour. aisaı. n()vem.-elecem. 1853)
Mirhoneli, Histor. Selelschuk.
Mon Etuele sur la Propriete. No. 5 (Jour. asia. oct.-nov. 1861)
Mongolisch-Deutsch-Rüssisches Wörterbuch, von Schmitt.
Mon Memire sur !es Vaqoufs, Jour. asia. nov. decem. 1853.
Naima.
Nasihatname.
Negociations de la France dans le Levanı.
Nicolas, Dialogues Persans-Francais.
Nişancı Paşa.

Notices tirees des Geographies et des Annales Chinoises, par M.Stan. Julien,
journales asiatique, nov.-decembre 1846.
Nuhbetüttevarih.
Peçevi.
Raşit.
Raşidüddin, Mogol tarihi.

Ravzatül 'ebrar.
Rencensio.
Relazzioni Venete.
Relations Politiques et Commerciales de 1'Empire Romain avec l' Asie
Orientale.
Rycaut.
Sadettin.
Yıllıklar değişik yıllara özgü.

Sami.
Samuel Bernard, cf, Descript. de 1'Egypte.
Sansovino.
Say, Cours Economique Politique.
Salcy, cf,journal as. mai 1873.

501
Schmidtt, Vörterbuch.
Silvestre de Sacy, Traite des Monnais, cite par Sam. Bernard.
Slovare'rossiiska Tatariski.
La Somme des Negociations.
Spandugino, Costumi dei Turchi.
Subhi.
D'Ohsson, Tabi. Gen. de l'Emp. Ottoman.
Tacülmaani, ou jardin des Racines 1/2 turques, par Mirza Abdoullah
Turquistani.
Tacüttevarih.
Tarbe; Manuel des Poids et Mesuers.
Takvimüttevarih.
Tarif, Francais-Turc de Douanes.
Tarihi Cevdet.
Tarihi Kemal Paşazade.
Tarihi Vasıf.
Tatarcık Abdullah Efendi "liiyıhası."
Tavarnier.
Tercümanı Ahval, değişik sayılan.

Tychsen İntroductiv in rem Nummariam.


Üssüzafer.
Vakıfnameler, çeşitli.

Vecihi.
La Vie de Djenghiz-Khan, Mirhond.
La Vie de Schah-Roh, par et. Quatremer.
Vigenere.
Zeitschrieft der Deuschen Morgenlaudischen Gesellshafht, Leipzig, 1857.
Zeamet ve Tımar, Ayni Alizade.

502

You might also like