You are on page 1of 26

TEVFİK FİKRET .

HAYATI-
SANATI-

ESERLERİ
Ali Eren Kıraç
9/A 693
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ……………………………………………………………………………….. 2

GİRİŞ………………………………………………………………………………….

I. TEVFİK FİKRET’İN HAYATI…………………………………………………...

II. TEVFİK FİKRET’İN SANATI...............................................................................

III-TEVFİK FİKRET’İN ESERLERİ............................................................................ 21

SONUÇ................................................................................................................................ 23

KAYNAKÇA……………………………………………………………………………... 30
ÖNSÖZ

Modernleşme dönemi Türk edebiyatının en önemli ayaklarından biri olan Servet’i Fünun
ve onun öncü temsilcisi olan Tevfik Fikret’i konu alan bu çalışma ölümünün 108. Yılına
gireceğimiz şu günlerde tarafımca bir nevi anma olarak değerlendirilerek daha değerli hale
gelmektedir. Bu ödev çalışmamda, ilk olarak birçok araştırmacının hem fikir olduğu devrin
aydınları üzerinde dönemin etkisi nedeniyle tarihsel döneme kısa bir bakış atmanın yararlı
olduğunu düşünerek tarihsel dönem araştırması yaptım. Daha sonra, konuyla ilgili önde
kaynakları tarayıp Fikret’in hayatı- sanatı- eserleri hakkında bu çalışmayı ortaya çıkardım.
Bunları yaparken, Fikret’in dil ve edebiyat yazılarından da eş zamanlı olarak faydalandım.
Tevfik Fikret’in hareketli, değişken ve çok yönlü bir yaşama sahip olması nedeniyle Fikret’i
araştırmanın ayrıca zevk verdiğini belirtmek gerekir. Özellikle Türk demokrasi tarihi
bakımından da önemli bir dönem olan Meşrutiyet seneleriyle birlikte değerlendirmek
çalışmanın kapsamını daha genişletmiştir.
Ölümünün 108. Yılındayken hala kendisinden bahsettirecek güçte eserler bırakan Fikret,
daha uzun seneler boyunca Türk edebiyatında zirvedekiler noktasında duracağa benziyor.
GİRİŞ
19. Yüzyıl, Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu siyasal ve ekonomik açıdan çembere
aldığı bir yüzyıla karşılık gelmektedir. Osmanlı Devleti dağılma döneminin içindedir ve her
geçen gün bu çember daralmaktadır. ‘’Osmanlı devleti bu döneme girdiğinde artık yarı
sömürge bir ülkeydi.’’ (Ortaylı 2008: 22) Kuşkusuz bu durumdaki en önemli etken mali
konulardaki iflasın ve ilmi takipteki çağın gerisinde kalmasının oranı büyüktür. Azınlıklar
ülke içerisinde bağımsızlık hareketlerini başlatmışlardı. Milliyetçi hareketlerin hızla etkisini
göstermesi, Osmanlı’nın da girdiği savaşlarda peş peşe başarısızlıklarıyla Sırp, Yunan ve
Bulgarlar bağımsızlıklarını elde etti. Avrupa’da küçümseyici bir tabir olarak kullanılan ‘’hasta
adam’’ yakıştırması almıştır. Siyasi cephede bunlar yaşanırken ekonomik yönden de ülkedeki
çöküş halkın belini büküyordu. Devletin bir anlamda iflası sonrası Avrupalı alacaklılar
Duyun-ı Umumiye kurarak borçları tahsil etme yoluna gittiler. Maliyenin iflasından sonra
ülkenin doğal zenginliklerinin tekelci imtiyazlar halinde yabancılara verilme süreci hızlandı.
(Ortaylı 2008: 24)

Takvimler 1878 yılını gösterdiğinde ise, 2.Abdülhamit Meclis-i Mebusan’ı kapatmıştır. Buna
ek olarak, ülkede çok sıkı bir rejim kurmuş, bundan en önemli payı da basın kuruluşları
almıştır. Bu durum ise, birçok aydının Avrupa’ya kaçmasına neden olmuştur. Bu aydınların
amacı 2.Abdülhamit tarafından engellenen Meşrutiyet rejiminin ülkede tekrar hakim
kılınmasıydı. Siyasi tarihimizde Jön Türkler olarak da adlandırılan bu grup, yurtdışında
olmasına rağmen yurtiçiyle de temaslarını koparmadı, iletişim akışını farklı yollarla sağladı.
1896-1907 yıllarında kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, Osmanlı İttihat ve Terakki
Cemiyeti (Jön Türkler) gibi kuruluşlar, Abdülhamit’i düşürmeyi ve yönetimi ele geçirmeyi
amaçlamıştı. Bu durum, 2.Abdülhamid’in bu kişilere karşı çok daha sert yaptırımlar uygulama
eğilimini artırmıştır. İçteki olaylardan çekinen ve önlem alma taraftarı olan Abdülhamit,
hafiye teşkilatını kurmuş, en küçük toplantıları bile kontrol altına almış jurnalciliği meşru
kılmıştır. Böyle bir ortamda dönemin sanatçıları da sancılıdır.

‘’Modern Türk edebiyatı bir medeniyet kriziyle başlar.’’ Diyen Tanpınar, Tanzimat’tan
itibaren Yeni Türk edebiyatının bir medeniyet değişmesinin sonucu olarak doğduğunu
vurgular.

Gerçekten de bu yaklaşımın doğruluk payı vardır. Çağın gerisinde kalmış bir devletle o
devlet bünyesinde yaşayan Batı’yı ve ilimi takip eden aydın kesim arasında bir çatışma baş
gösterince bir medeniyet krizi oluşmuştur. Servet-i Fünun da Türk edebiyatının modernleşme
sürecinin önemli bir ayağı olmasıyla bu kapsama girmektedir. ‘’Servet-i Fünun, dünya
görüşü, sanat anlayışı ve üslubu ile bir takım hazırlıkların sonucudur. Bu hazırlığı iki kaynağa
bağlayabiliriz: a) Tanzimat’ın etkileri, b)Batı etkileri’’ görüşü Tanpınar’ın bahsettiği
medeniyet krizinin bir başka yorumudur.

Yaşamın bir tezahürü olan edebiyatta sosyal ve siyasi yapıların etkilerini görmemeyi
beklemek elbette mümkün değildir. Edebiyat çevrelerindeki bu derin etkinin bir nedeni de
1896 yılına kadar Abdülhamit’in totaliter rejimi artarak ilerlemiş olmasıdır. Sanatçılar siyasi
erkin getirdiği zorunluluktan dolayı otosansür yoluna başvurur hale gelmişlerdir.

‘’Servet-i Fünun edebiyatının kurulup geliştiği dönem, 2. Abdülhamit istibdat devrinin en


yoğun şekilde hissedildiği dönemdir.’’3 Yurtdışındaki Jön Türk’lerden etkilenen, aynı
zamanda aydın kimlikleriyle hürriyetçilik düşüncesini barındıran bu kişiler ülke vaziyetinden
bunalıyorlardı. Jurnalcilikten dolayı eleştiri yapamayan, görüşlerini tartışamayan kişiler, bu
görüşlerini içlerinde yaşar olmuş, karamsar ve bunalımlı olarak nitelendirilebilecek bir
topluluk olmuştur. Ercilasun bu dönemin sosyal ve siyasi yorumunu tabloyu çizdikten sonra
şöyle okur:

‘’Bütün bu sebeplerle sosyal bir edebiyat, önce dolaylı olarak başlayan tedbirlerle
yasaklanmış oluyordu. Edebiyat ve fikir adamları İstanbul’dan uzakta ve dağınık halde
idiler, dolayısıyla söz söyleyecek bir durumda değildiler. Önceden çıkmakta olan gazete
ve dergiler, edebiyat dışı meselelere yönelmişlerdi. Fenni konulara ağırlık veriliyordu. Bu
arada sonradan edebi hayatımızda büyük tesirler gösterecek yeni bir sahaya yönelmişlerdi:
Tercüme… Gerek ilmi, gerekse fenni diyebileceğimiz hafif mevzular, romanlar, hikayeler
tercüme edilmekte ve bunlar yayın organlarına girmekteydiler.’’ (Ercilasun 1997: 296)

Edebiyat böylesine tekilci, adeta suya sabuna dokunmayan diye tabir edilen dar bir alanda
kısmi çeşitlilik sürdürmeye çalışırken 1891 yılında Servet-i Fünun dergisi çıkmaya
başladığında yayın hayatının görüntü bundan ibarettir. Ahmet İhsan tarafından çıkarılan bu
dergi, daha sonraları Recaizade Ekrem’in yeni bir edebiyat için düşündüğü şeylere kaynaklık
edecek bir yapıya bürünecekti. Recaizade, derginin başyazarlığına Fikret’i getirdi ve topluluk
böylece oluşmuş oldu. ‘’Servet-i Fünun etrafındaki edebiyat sanatını önemseyen, benzer
görüşlere sahip gençlerin toplanması, dönem yazarlarının hatıralarından da anlaşıldığı gibi
tesadüfler sonucu olmuştur. Onları birleştiren Recaizade Ekrem’dir.’’

Dergi etrafında şiirde: Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Süleyman Paşazade, Hüseyin Suat,
Mehmet Sami, Ali Ekrem, Celal Sahir; roman ve hikayede: Halit Ziya, Mehmet Rauf,
Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet; tenkitte ise Ahmet Şuayb gibi yenilikçi yazarların
toplanmasıyla bir edebiyat topluluğu ve dönemi başlamış oluyordu. Bu isimler, Batı tarzı
edebiyata son derece vakıf, yabancı dil bilen ve yabancı dilde yazılan eserleri takip edebilme
imkânında olan kişilerdi.

Sanatçıların baskı dönemlerinde böyle eğilimler göstermesi akla yakınken bunun nedenini
sadece siyasi toplumsal etkenlerle de açıklamak yanılgı oluşturabilir. Servet-i Fünun nesli,
sanatçı hassasiyetine sahip ve Batı’yı çok iyi bir şekilde takip eden bir nesildi. Bu nedenle
dönemde takip ettikleri edebiyatçılardan da etkilenme taşımaları kaçınılmazdır.

Bir dergi etrafında toplanan bu topluluk, sanatta yenilik ve mükemmellik idealleri kadar başka
ortak noktalara da sahipti:
‘’Servet-i Fünuncular sık sık dergide veya bir arkadaşlarının evinde toplanıyorlardı. Sanat
ve edebiyat sohbetlerinin yapıldığı bu toplantılar, saray tarafından yakından takip
ediliyordu. Servet-i Fünuncuların ortak bir tarafları da Abdülhamit düşmanlığı idi. İçinde
bulundukları şartlardan memnun olmayan Servet-i Fünuncular, bir sanatkar hassasiyetiyle
önce Yeni Zelanda’ya kaçmayı düşünmüşler, sonra Hüseyin Siret’in Manisa’daki
çiftliğine gitmeyi hayal etmişlerdi. Bunlar gerçekleşmedi, fakat onların eserlerine
aksetti.’’ (Ercilasun 1997: 304)

Bu sanat topluluğundaki ortaklıklar sanat yönünden Kaplan’a göre ikiye ayrılmaktadır:

‘’Servet-i Fünun şair ve muharrirlerinde müşterek bir hassasiyet ve tabiat görüşü vardır.
Bu müşterek hassasiyet içinde bulundukları içtimai atmosfer ve okudukları kitaplarla
yakın bir münasebet arz eder. Bu hassasiyet kendisini umumi olarak iki tem altında
gösterir: 1-Realiteden nefret; 2-Hulyadan hoşlanmak.’’ (Kaplan 1947: 42)

Bu isimler, kendi inandıkları sanatı Türk edebiyatında tatbik etmeye çalışırken dönemde çok
ağır eleştirilere maruz kalmışlar, neredeyse hakarete varır sözlerle baş etmek durumunda
olmuşlardur. Dönem içerisinde itibarsızlaştırılmaya çalışılmış, eski edebiyatçıların küçümser
tavırlarını görmüş ve anlaşılmazlıkla(dekadanlık) suçlanmıştır. Dıştan gelen bütün saldırılar
karşısında tek bir vücut olan Servet-i Fünuncular, savaş bitip kendilerini ispat ettiklerinde ise
aralarındaki meseleler ve sorunlar su yüzüne çıkmış, kopma evresine geçmişlerdir. Bir
‘’mutlakiyet edebiyatı’’ olan Servet-i Fünun topluluğu, takım olarak altı sene çalışabilmiştir.
Hüseyin Cahit Yalçın’ın 1901 yılında yayımladığı ‘’Edebiyat ve Hukuk’’ makalesiyle de
dergi Fransız İhtilali’nin tarihi andığı ve ima ettiği gerekçesiyle resmen kapatılmıştır.
I-TEVFİK FİKRET’İN HAYATI

A-Çocukluğu
Asıl adı Mehmet Tevfik olan Fikret, 24 Aralık 1867’de Kadırga Bostınali mahallesindeki
bir evde doğdu. Çankırı’nın Çerkes kazası ahalisinden Ahmet Ağa’nın oğlu olan babası
Hüseyin Efendi, aynı yıl belediyeye meclis üyeliğiyle Defter-i Hakani tevkiiliğine getirilmişti
fakat daha sonra jurnal edilecek, mutasaraffıkla Hama’ya sürülecek, İstanbul’a dönemeden
Nablus, Akka, Urfa, Halep mutasarrıflıklarında bulunacak, Halep’te oturamayıp Antep’i
isteyecek ve orada ölecektir. Sakızlı bir Rum ailesinden gelme annesi Hatice Refia Hanım da
gittiği Hicaz’da kolera salgınında ölünce on iki yaşında öksüz kalan Fikret’e büyük yengesi
bakacaktır.

Fikret’in çocukluğu üzerine bilgilerimiz, ölümünden sonra onunla ilgili anılarını aktaranların
tanıklığına dayanmaktadır.

Kaplan, çocuk yaştayken Fikret’in mizaç ve karakterini ifşa eden bazı tezahürler olduğunu
söyleyerek bunları üçe ayırır ‘’A- Aşırı Duyarlılık, B-İçine kapanma, C-şekil cehdi”

Çocukluğunda yaramaz ve haşarı olduğunu İsmail Hikmet Ertaylan’a kendi anlatmıştır. Bir
ara askerliğe heves etmiş alınan paşa giysisiyle elinde kılıç evdeki bütün minder ve kanepeleri
paralamış, ancak temizlik sırasında örtüler kaldırılınca ortaya çıkan bu facia askerlikten
caymasına neden olmuştur. Kaplan, bu anının gizlice odaya kapanıp kendi başına hülyalarını
gerçekleştirme arzusu olması bakımından dikkat çekici bulur. İlerde ‘’aşiyan’’ düşüncesine de
kaynaklık edeceğini ifade eder.

Fikret, öğrenim hayatına Aksaray’daki Valide Rüştiyesi’nde başlar. Ama okul binası 93
Harbi göçmenlerinin yerleştirilmesi için boşaltılınca Galatasaray Sultanisi’ne verilir. Dönemin
en önemli eğitim kurumlarından biri olan Galatasaray Sultanisi, öğretmen kadrosunda birçok
tanınmış ismi bulundurmaktaydı.

B- Galatasaray Dönemi ve İlk Gençlik Yılları

Fikret çalışkan bir öğrenciydi. Sultanide, Recaizade Ekrem ve Muallim Naci gibi birbirine
zıt iki karakter ve düşünüşte üstadlardan edebiyat okumuştur. (Kabaklı 2002: 202)

Fikret, edebiyat zevkini Galatasaray’da tadar özellikle başarılı olduğu dersler kitabet ve
yazıdır. Tanpınar 18 Ancak buna ek olarak onda şiirden önce resim merakı baş göstermiştir.
Galatasaray’dayken Fikret Şeker Ahmet Paşa’dan ve bazı Fransız resim hocalarından ders
görmüş ve onların takdirlerini kazanmıştır.(Kaplan 2011: 66) bütün bunları Fikret’in şekil
cehdine bağlayan Kaplan,

Galatasaray yıllarının etkisine en çarpıcı örnek:

‘’Recaizade Ekrem, edebiyat hocamız olmuştu bizdeki memnuniyete nihayet yoktu.


Ekrem saçın sakalını tarayışı, yürüyüşü, oturuşu, kalkışı, selam verişiyle canlı bir edebiyat
muallimi idi. Sözlerinden, derslerinden bir tanesini kaçırdığımı bilmem. Temiz, pürüzsüz
sözlerle dersi güzel anlatır, açık misallerle zihnimize yerleştirmeye çalışırdı. Sınıflarımız
canlı ve neşeli idi. Naci Efendiler, Feyzi Efendiler, Ekrem’i çekemediler, çekemezlerdi;
düşünüş başka, hayatı görüş-anlayış başka idi. Mektepte Feyzi Efendi taraftarı olanlar,
edebiyat dersler, hakkında yalan yanlış lakırdı taşırlar, bu lakırdılar Muallim Naci’ye ve
onun düşüncesini yayan gazetelere kadar akseder, güya Ekrem’le alay için makaleler,
fıkralar yazarlardı. Ekrem bunlara cevap bile vermezdi. Onu sinirlendiren, ne yazanlar ne
de yazılanlardı; belki sözlerini değiştirip konuşanlardı. Bir dersinde hepimizi ince ince
fakat acı acı iğreneledi. Bir daha kendini görmedik. Yerine Naci Efendi tayin edildi.

Hiç unutmam, ilk derse geldiği gündü. Boyunbağı bir tarafa gitmiş, ceket yerine giydiği
sof birkaç renk olmuş, sakalı bıyığına karışmış, geniş bir gülümseme ile kağıdan girince
soğuk duş yapmıştık. Derslerimiz eski canlılığını kaybetti, sınıf bir ölü halini aldı.

Naci efendi, derslerini uzun kağıtlara yazar, sınıfta bize yazdırır, matbaada mürettiplere
dizdirirdi. Edebiyat dersleri imla ve ezber dersi olmuştu. Bazan fazla neşelenir, başını
kaşır, bir beyit söyler hoş düştü diye kendini beğenirdi.’’ (Özkırımlı 1978: 19)

Hem yeni edebiyatın savunucusu ve lideri Ekrem, hem de eski edebiyatın lideri Muallim
Naci’nin derslerine girmiş olması onu her bakımdan karşılaştırma yapmak ve Recaizade’den
yana taraf almak konumuna getirmiştir.

Küçüklüğünden, daha Aksaray’daki evlerinde oluşturduğu bir anlamda ‘’Aşiyan’’ algısı


Sultani’de de etkisini gösterir. Fikret, yalnız kalacağı, kendinini dinleyeceği köşeler bulur ve
buralarda zaman geçirmekten zevk alır. Bunun yanı sıra yalnızlık duygusundan zevk almasına
rağmen arkadaşları arasında düşüncelerine itibar edilen bir lider, öğretmenleri arasında ise
başarılarıyla öne çıkan bir öğrenci konumundan da geri düşmemektedir. Galatasaray
Sultanisi’ne kısa bir mezuniyet vedasında da birincilikle mezun olması bunu kanıtlar
niteliktedir.
Galatasaray SK 1908-1909 - Tevfik Fikret - Vikipedi-
Tevfik Fikret, Galatasaray Futbol Takımında, 1910
yılı şampiyonluk şildi ile - orta sıranın ortasında

C – Olgunluk Dönemi ve Vefatı

‘’Galatasaray Sultanisi’ni bitirdikten sonra memuriyet hayatına atılan Fikret çeşitli


kurumlarda çalışır. Devlet hizmetindeki sürenin en büyük kısmı öğretmenliklerle geçer.
Bunlar arasında en mühimleri Galatasaray Sultanisi müdürlüğü, Darülmuallimin ve
Darülfünun Türk edebiyatı öğretmenlikleri ve Robert Kolej Türkçe öğretmenliğidir.’’

Öğretmenlik görevlerinden önce mezun olduğu yıl, ‘’Galatasaray tahsili o zamanlar hemen
hemen Darülfünun’dan da üstün tutulduğu için yüksek tahsil yapmaya lüzum görmiyerek
Hariciye İstişare Odası katipliğiyle memurluk hayatına başladı.’’12 Hariciye Nezareti İstişare
Odasında katip olarak göreve başlayan Fikret’in, kısa zamanda burada ruhu bunalmıştır.
Bunda temel etkenin ilgi ve alakalarına uygun bir yer olmaması kadar dairede herhangi bir iş
yükünün olmadığını, memurların iş yapmadığın düşünmesidir. Bütün bu neticeler sonucunda
Fikret istifa etmiştir. Buradan Sadaret Mektubi Kalemi Mühimme Odası’na geçer ancak
buradan da ayrılır. İstişare Odasında tekrar çalışmaya başlar. 1890 yılında Gedikbaşı’ndaki
Ticaret Mekteb’i Ali’sinde Türkçe, Fransızca ve hat dersleri vermeye başladı.

Aynı yıl dayısının kızı Nazıma


Hanım ile evlendi. Bu evlilikten
Haluk adında bir çocuk dünyaya
geldi. Fikret, evine ve çocuğuna
bağlı bir hayat sürdürdü.
7 Şubat 1896 yılında Servet’i Fünun dergisinin yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. 1901
yılında derginin kapanmasıyla birlikte çizimini kendisinin yaptığı Bebek sırtlarındaki Aşiyan
adını verdiği evine inzivaya çekildi. Yalnızca Robert Kolej’de ders vermeye devam etmiştir.

Meşrutiyetin ilanından on beş gün önce yazdığı Millet Şarkısı’nda:

Dünyada şereftir yaşatan milleti, ferdi;


Silkin şu mezellet tozu uçsun üzerinden.

Mısralarıyla davet ettiği ihtilal, şairi sevincinden deliye döndürdü. Dargın olduğu
arkadaşlarıyla barıştı. Sis’in zeyli Rücu u yazarak şevk ve heyacanını gösterdi. Fakat bu
sarhoşluğu uzun sürmeyecektir.

‘’Onun da bir softalığı vardı: hayatında kıl kadar şaşmadığı dürüstlüğe herkesin kendisi
kadar uymasını isterdi. Beşeri zaaflara müsamahası yoktu. Meşrutiyetten sonra iktidarı ele
alanlar arasında bir parsa toplama yarışiyle karşılaşınca birden bire irkildi. Asırlarca
sürmüş kötülüklerin bir hamlede dağılamayacağını, uzun ve sabırlı mücadele gerektiğini
hesaba katmayarak, Galatasaray Lisesi müdürlüğünde uğradığı hayal kırılışından sonra
yeniden köşesine çekildi.’’ (Nayır 1952: 11)

‘’Daha evvel söyliyeyim ki Fikret benim için bir şairden ziyade bir kahramandır.’’ diyen
Tanpınar, bunun nedenini ise para ve hırs yüzünden herkesin her türlü riyakarlığı yaptığı bir
dönemde Fikret’in hayatı boyunca elindeki tek kozu olacak istifayı ve devamında olanları
şöyle yorumlar:

‘’Hiçbir iş görülmediğini anladığı için terkettiği bir memuriyetin biriken maaşlarını bir
gün kendisine götürdüler. Çalışmadığım halde para alamam diyen iade eder…Fikret bütün
hayatında bu jestin adamı olarak kalmış ve kendi kendisini tekzip etmemiştir. (Tanpınar
1944:5)

18-19 Ağustos 1915’de şeker hastalığından hayata veda eder. Önce


Eyüp’teki aile mezarlığına
gömülür. Daha sonra
Aşiyan’a nakledilir.
(1961)
II-TEVFİK FİKRET’İN SANATI

Fikret, şiire Galatasaray Sultanisi’nde iken 15 ila 16 yaşlarında başlar. Bu hususta ilk
hocası Muallim Feyzi olmuştur. 1880-1890 yılına kadar yazdığı bütün şiirler, taklit ve
nazirelerden ibarettir. Kaplan Fikret’in bu dönemdeki şiirlerini yazılış tesiri bakımından üç
kategoriye ayırarak inceler: A- tamamen divan edebiyatı tesiri altında; B- Bir nevi
neoklasisizm yapmak isteyen Muallim Naci ve Feyzi tesirleri altında; C- Yeni şiir
mümessilleri olan Hamit ve Recaizade’nin tesirleri altında.

Kaplan’a benzer bir ayrımı Hikmet de yapmıştır: ‘’ Fikret’in edebi hayatını üç ayrı devre
olarak gözlemleriz; 1-Nazirecilik devresi; 2- Sanatkarlık Devresi; 3- Mefkurecilik Devresi’’
‘Fikret, bir devrin manevi tarihine kendi karakterinin mührünü basabilmek için en müsait
şartları bulmuştur. Doğrusunu söylemek gerekirse, Fikret hiç de şair doğmuş bir adam
değildir.’’ diyen Tanpınar, orta çapta bir küçük burjuva şairi iken cemiyet için zamanla bir
nevi ahlak ve medeniyet havarisi olduğunu düşünür. Ancak, bunu söylemekle Fikret’i
küçültmediğini aksine; irade ve anlayışının zaferini kaydetmiş olduğunu vurgular.

Fikret, Servet-i Fünun dergisine girmeden önce dönemin hakim yapısı ve Sultani’deki
edebiyat hocalarından da etkilenmesiyle genellikle eski tarz şiirler kaleme almıştır.

Hayal-i zülf-i piç-a-piç ile hatır perişandır.

Firak-ı yar ile bi-çare gönlüm zar ü giryandır.

Yukarıdaki beyitte görüldüğü şekil ve mazmunlar bakımından klasik edebiyatın unsurlarını


taşıyan beyit, aşıkane bir üslupla kaleme alınmıştır.

Diğer bir gazeli:

Takviyet vermekle adem rişte-i tedbirine

Düşmemek kabil mi dehrin ukde-i tezvirine.

Sende ey şuh-ı peri-peyker o cadu gamzeler

Çekmedil dil mi bıraktı şişe-i teshirine.

İlk gazelde muhteva tamamen aşıkaneyken, ikinci gazelde hikemi-aşıkane bir seyir almıştır.
Ancak şairin eski Türk şiirinin zevkinden kurtulup Batı şiirine yönelmesi, Recaizade Mahmut
Ekrem’in Galatasaray’a edebiyat öğretmeni olması ile belirir.20 Her bakımdan karşılaştırma
yapan Fikret, Recaizade’nin giyim kuşamından,
oturup kalkmasına ve tabi ki dünya görüşüne
kadar derin bir hayranlık duyar. Muallim Naci
bu noktadan sonra karşılaştırmanın
kaybedenidir. Fikret’in 1886’dan sonra Muallim
Naci ve Muallim Feyzi etkisinden sıyrılmaya
başladığını söyleyebiliriz. Fikret, bu süreçten
sonra Recaizade’nin de şiirlerine nazire
yazmaktan geri kalmaz. ‘’Recaizade Ekremin bariz tesirini taşıyan bu gençlik şiirlerinde
Fikret henüz bocalama ve emekleme devresindedir’’ Fakat ‘’Dönemin bir başka yıldızı daha
vardır. Abdülhak Hamit. Recaizade’nin şiirine nazire yazmaktan geri kalmayan Fikret, bu kez
de Hamit’i izleyecektir.’’ Fikret’in bu devrede Hamid tesiri altında yazdığı şiirlere örnek
olmak üzere iki manzume vardır: Bunlardan biri ‘’Mesudiyet-i Aşk’’, ötekisi ‘’Selim-i Evvel
Lisanından’’ adlı manzumelerdir.22 Fikret’in bu dönemde, tam bir arayış döneminde
olduğunu bahsedebiliriz. Ekrem ve Hamid tesiri 1894’e kadar süregelmiştir. Bu tarihten sonra
Fikret kendi üslubunu bulabilmek için, ardı ardına hamleler yapar. Nayır, bu arayış devri için
dikkat çekici bir yorum yapar:
‘’Yirmi ile yirmi sekiz yaş arası bir şair için şahsiyetini meydana koyan en parlak devir
olmak gerekir. Halbuki Fikret’te böyle olmadı. 1888le 1896 arasında yazdığı şiirleri kitabında
eski şeyler adı altında en sona atılmış buluyoruz.’’ (Nayır 1952: 13)

İnci Enginün’ün sınıflandırması Servet-i Fünun estetiğini gösterdiğini söylediği Fikret’in,


Rübab-ı Şikeste’de yer alan şiirleri konu seçimi ve işleyişinde bir anahtar işlevi görür.

Enginün’ün sınıflandırması:

1. Kendisinden bahseden (Sahaif-i Hayatım, Tefelsüf) ve sanat anlayışını ortaya koyduğu


şiirler; (Resim Yaparken, Peri-i Şiirime, Kendi Kendime, La Danse Serpentine, Heykel
Giryan);

2.Merhamet Şiirleri (Balıkçılar);


3. Kötümser şiirler (Ukde-i Hayat, Gayya-yı Vücut);

4. Hayal-hakikat ( Süha ve Pervin, Hayalime, Ne İsterim, Ömr-i Muhayyel);

5. Tabiat: (Mai Deniz, Beyaz Yelken, Aşiyane-i Lal, Seza);

6. Mevsimler (Aveng-i Şühur);

7. Portreler (Aveng-i Tesavir)

Fikret’in şiirlerinde yoğun bir karamsarlık teması işlenir. Bunu karakterine bağlayanlar
olduğu kadar dönemin şartlarına bağlayan yaklaşımlar da olmuştur. ‘’Araştırmacılar, Tevfik
Fikret’in karakterinin de şiirlerinin içieriğini tayin ettiği görüşünü ileri sürer. Fikret’in
kötümserliği gitgide artmış ve sonunda lanatlemeye dönmüştür. Ercilasun da benzer bir
kanaattedir. Bu durumu:‘’Mizacındaki kötümserlik şiirleri vasıtasıyla cemiyete sirayet etmiş
ve nesiller üzerinde menfi tesirler yaratmıştır.’’ diye açıklar.

Halit Ziya, Kırk Yıl adlı anı kitabında aynı edebi güruhun içinde bulunduğu için bu konuya
değinir: ‘’Hülyaya düşkünlüğünün esir olmak’’la Fikret’in karamsarlığını açıklar. Nayır da bu
konuya farklı bir açıdan değinir. Fikret şiirinde genellikle bedbin olduğunu doğrular ancak, bu
bedbinliği onun şahsı ve ailevi hayatıyle ilgili görenlerin yanıldığını ifade eder:

‘’Memleketin talihsizliği ona şahsi üzüntülerinden daha çok tesir ediyor. Karşılaştıkları
cahilliklerin, bayağılıkların çirkefli havasını teneffüs etmemek için zaman zaman etrafına
küserek evine kapanıyor, burada dertleriyle baş başa yaşıyordu. Fikret’in bedbinliği şahsi
sebeplerden ileri gelseydi meşrutiyetin ilanı üzerine birden bire bütün ümitleri, hatta ümit
edemedikleri gerçekleşmiş gibi coşkunca bir sevince kapılmaz, nikbinlikle dolu Rücu’u
yazmazdı’’ (Nayır 1952 :16)

‘’Fikret’in karamsarlığını salt kişiliğine bağlamak yanlıştır. Unutulmamalıdır ki baskı


dönemlerinin edebiyatında görülen en belirgin tem gerçeklerden kaçıştır.’’25 Der ancak iki
yönlü bir etkiden bahseder. Tanpınar bunun yanı sıra edebiyatımızda bir karşılaştırma da
yaparak aynı dönemdeki diğer şairlerden kişiliği itibariyle bir ayrıma tabi tutar.

‘’Fikret ilk şiirlerinden itibaren -bilsin, bilmesin- bir ıztırabın, bütün bir zümreye şamil bir
ruh haletinin bir bıkkınlığın en sadık aynalarından biri olmuştur. Hiçbir şairimizde onun
kadar muhitiyle tam bir intibak yoktur.’’ (Tanpınar 1944: 10)
Bütün bu görüşler sonrasında Fikret’in şiirlerinden bu konuda ipucu aradığımı zaman Şir-i
Perişan şiirine bakmamız faydalı olacaktır. Şir-i perişanda acı ve keder dolu, geçmişle gelecek
arasında bocalayan, çelişkiler içindeki bir kişiliğin portresini çizdikten sonra,

Şu tasvir ettiğim hilkat benim mantuk-ı halimdir

Bu bir şir-i perişandır ki manası mealimdir.

Diyerek şiirleriyle hayatı ve kişiliği arasında özdeşliği açıklar.

Hayal ve hakikat çatışmasının en belirgin şekilde işlendiği şiir ise süha ve Pervin’dir. Bu
şiirde bir bakıma düşünce ve duygularıyla fikreti buluruz. Hayali simgeleyen sühanın tam
karşıtı pervindir. Enginün bu şiiri Fikret’in değil Servet-i Fünun’un da hayal ve hakikat
arasında ezilişi olarak yorumlar.

Tabiat da Fikret’in şiirlerinde önemli bir yer tutmaktadır. Mekteb-i Sultani’deyken Şeker
Ahmet Paşa’dan resim dersi alan Fikret, o dönemde çok yyaygın olan resim altına şiir yazma
modasını benimsemiş, bu yolla otuzdan fazla yapıt oluşturmuştur. Ancak bu resimlerin hepsi
kendisinin değildir. Arada başkalarının da resimleri bulunmaktadır. 1893-96 yılları arasında
Batı edebiyatından yaptığı okumalarla resim, müzik ve şiir ilişkisini irdelemeye başlar.

‘’Dünyayı tablolar halinde görmeye başlar bunda, kendisinin ressamlık yönünün de


bulunmasının büyük parçası vardır. Şair, kartpostal –şiir anlayışını, tablo-şiir biçimine
dönüştürür. Dergilerde yayınlanan fotoğraf veya tabloların altına şiir yazma geleneğini
sürdürür.’’ (Tuncer 1995: 25)

Fikret, şiirin konusunu genişletir. Tabiat manzaralarının dışında, sosyal hayatın görüntülerini
şiire sokar. Şiirimize resmi getirir. Resimden şiir çıkarır. Şairane tablolara bakarak şiir yazma
devrini açar.

Tanpınar bir anlamda Fikret’teki tabiatı, Fikret’in mizacından kaynaklı aşiyan düşüncesine
dayandırır. Fikret’in tabiatı onun yaşamın zorluklarından ve çirkinliklerinden korunacağı bir
limandır.

‘’Fikret, tabiatı dolduran ruhlardan değildir. Onun tabiat manzumelerinde hiçbir


panteizmden eser yoktur. Tabiat ona sadece; insanlardan uzak, basit, riyasız ve endişesiz
bir hayatın, bir sükünet hayatının dekorunu verir. ‘’( Tanpınar 1944: 12)
Tevfik Fikret, şiirlerini etrafında toplayacak büyük temler ararken özellikle Fransız
edebiyatından yararlanmıştır. Bu noktada iki önemli kişiyi anmamız gerekir. Bunlardan ilki,
Alfred de Musset’tir. Musset’i okuyan Fikret, bir çok etken belki de mizac itibariyle kendine
daha yakın başka şairler bulması onun Musset üzerinde fazla durmasına mani olmuştur. Fakat
‘’Ona asıl tesir eden, şahsiyetini değilse de bile bir manada tarzını bulmasına yardım eden şair
Coppee olmuştur.

Bu zavallı insanlar hakkında yazdığı eserlere Balıkçılar ve Hasta Çocuk, Nesrin


manzumelerini örnek verebiliriz. Dönem içerisinde bu manzumeler tepkiyle karşılandı. Sahip
olduğu yenilikler belli çevrelerce eleştirilmesine ve benimsenmemesine neden oldu Balıkçılar
nesrin tepkiyle karşılandı. Bu dönemin oğlu Haluk’un olduğu döneme denk gelmesi de önemli
bir ayrıntı olarak görebiliriz. Kaplan, Hasta Çocuk manzumesinin Ruşen Eşref’in aktarımına
göre Haluk’un bir hastalığından ilham alınarak yazıldığı görüşüne katılmaz. Manzumeye dair
bulguların bunu yansıtmadığını söyler. (Haluk’un daha bir yaşında olması, Hasta Çocuk’un
annesinin dul olması vb…)

Yine Haluk ona artık baba olması nedeniyle kimsesiz, yoksul çocukları düşündürür. Haluk’un
sevinci karşısında babasız umutsuz çocukların bayram nağmelerini matem sabahına benzetir
ve şöyle seslenir oğluna:
Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir;

Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin;

Biraz güzellensin

Şu ru-yı zerd-i safelet…. Evet meserettir

Çocukların payı; lakin senin sevincinle

Sevinmiyordu yetim, ağlıyor… Haluk, dinle! (Haluk’un Bayramı)

Oğlunun geleceği ve süreceği hayat Fikret’te endişe yaratmaktadır. Unutulmaması gereken


şudur: içinde yaşadığı dönem boğar Fikret’i tutunabileceği bir nokta yoktur. Vahşi bir hiçlik
döner çevresinde. Beyni de birlikte döner, iradesi sanki bir sarhoş gibi umut alanında ayağı
sürçerek bir kez düşer. Yalnızdır. ‘’Mezar yalnızlığına benzeyen bir gurbettir yalnızlığı.
Ve o gurbette sığınacağı tek kucak inanmaktır. Ama neye? Her taraf her şey karanlıktır. Ama
1897’de yazdığı inanmak ihtiyacı adlı şiirde inanması gereken şeyin adını koyamamıştır’’
(Özkırımlı 1978: 44)
Yarın şiirinde bütün bireysel zevklerden duygulardan vazgeçtiğini çocuğunun geleceği için
çalışması gerektiğini anlatır.

Benim olanca huzurum, sürurum işte feda

Çocukça, nazlı, küçük bir dakika şevkın için;

Büyür gözümde seninle hakikat-i ferda

Bugün çalışmalıyım ben yarınki zevkin için. (Yarın 1897)

Böylece ilk kez daha sonra şiirinin ana temlerinden olacak ferda sözcüğüyle karşılaşırız.
‘’Bu yıllarda şair, bir saatin sarkacı gibi, biri ötekinin karşıtı iki düşünce arasında gelir gider.
Hem derin bir kötümserliğe kapılmıştır.hem umutlu ve iyimserdir’’ (Özkırımlı 1978: 43)

1896’da Servet-i Fünun’un başına geldikten sonra yayımladığı Hasta Çocuk manzumesi ile
yakaladığı başarıyı bundan sonra başta Seza olmak üzere yayınladığı her eserinde bir üst
noktaya taşıyarak devam etti.

O, döneminde farklı olarak şiiri bir nevi hasbihal, veya bir nevi hitabe haline getirmişti. Onun
manzumelerinde nesir, konuşma dilinin bütün özellik ve unsurlarına hakimdir.

‘’Bu manzumelerde Fikret’in yaptığı şey, konuşma lisanına yakın ve hayatın her şekline
her manzarasına kolaylıkla intibak eder bir şiir lisanı bulmak olmuştur. Bunun için sade,
mümkün mertebe açık bir lisan kulllanmakla kalmamış, aruz mısraın öteden beri devam
eden vahdetini manzumeyi mısralardan vücuda gelmiş bir kül halinden alalade cümlelerde
yapılmış bir yazı, Halit Ziya Bey’in dediği gibi, bir nevi (nesri manzum) haline
getirmiştir.’’ (Tanpınar 1944: 6)

Fikret’in üslubuna değinecek olursak, Fikret’e göre, şiirin dili incelmeli, daha derin, daha
tabii, daha hassas, daha münevver, daha esiri olmalıdır. Bu anlayış onu, sanatçının söyleyiş
serbestine sahip olması gerektiği görüşüne götürür. Dilde tasfiyeye karşıdır. Dilimize
yerleşmiş olan Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerin kaldırılarak yerlerine Türkçelerini
koymaya çalışmanın dile yarar sağlamayacağı ve bunun çok uzun müddetler alacağı
düşüncesindedir.

Bu anlamda Fikret için dilde tutuculuğun taraftarı olmadığını söyleyebiliriz. Ona göre zaten
dil, esas değil, vasıtadır. Fikret’in üslubu ile ilgili Tanpınar da şu tespiti yapmıştır:
‘’Burada Fikret’in sanatı üzerinde biraz konuşmak lazım gelir. Fikret’te talim-i
edebiyattan edebiyat öğretmeninin verdiği bazı hususiyetler vardır. Bunlardan birincisi
lisanındaki müsavatsızlığıdır. O, üslubu adi ile üslubu aliye adeta inanır gibiydi. Bazı
manzumelerinde çok sade bir dil kullandığı halde bazılarında da inadına ağdalıdır. Bu
belki de Muallim Naci ile Recaizade Ekrem arasında zevkinin zaman zaman gidip
gelişinden ileri gelir. Fikret’in çok titiz bir sanat anlayışı vardı.’’ (Tanpınar 1944:9)

Fikret, divan edebiyatının gazeline karşılık sone’yi benimser. Müstezat üzerinde denemeler
yaparak müstezatın sert kalıplarını kırmış, artık Servet-i Fünuncuların ortak kullandığı,
değişik örneklerini vermek için adeta yarıştıkları bir form oluşturmuştur. Ölçü üzerinde ne
derece titiz çalışma yaptığının göstergesi serbest müstezatın yaratıcısı olmasıyla kolaylıkla
açıklanabilir.

‘’Bu müstezat gerçekten ‘serbest’ idi. Şairler istedikleri ölçüleri kullanıyor. Dizeleri
diledikleri boyda kuruyor, uzunlu kısalı, içlerinden geldiği gibi sıralıyor, uyak düzeninde
hiçbir sınır tanımıyor, ayrıca anlamı da beyitlere bağlı kalmadan şiire gönüllerince
yayılıyorlardı.’’ (Fuat 1995: 98)

Uyak ve vezin dışında şiirde musikiyi sağlayan diğer unsurlara da önem verdi. Harflerin
sessel uyumundan, aliterasyon ve asonanslardan mümkün mertebe yararlanmıştır. Uyağı ise
anlamı sağlayan bir unsur olarak görmüş, kulak için formunu öne çıkarmıştır. Fikret biçimsel
ögeleri anlama yönelik kullanma başarısını hem aruz hem de diğer şiirsel detaylarda böylece
göstermiştir.

Fikret’in sanat yaşamındaki dönüşümlerden bahsetmemiz gerekecekse, bunların sosyal


yaşamdaki değişimlerle bağlantılı olduğunu söyleyebiliri. Fikret’in ilk şiirleri Abdülhami’e
karşı muhalif bir tutum takınmazken, devrin siyasi şartları gereği muhalif bir duruş aldığı
dönem de olmuştur.(1899 Şerayin, 1902 Sis) Bunun dışında, Servet-i Fünun döneminde
(1896-1901) sanatı sadece kendi için yapma gibi son derece estetik bir yaklaşımını Fransız
kaynaklı Romantizmle besler ve devrin siyasi durumu nedeniyle ferdiyetçi bir rol alır. Ancak
meşrutiyetin ilanında yazdığı şiirler siyasi ve toplumsal konuları ne derece yakından takip
ettiğini, bütün bu gelişmelerin kendisini ne kadar heyecanlandırabileceğini de göstermiş olur.

Rübab-ı Şikeste’den sonra Servet-i Fünun’da yayımladığı Son Nağme şiiriyle bir dönemi
kapatır Fikret. Bundan sonra Sis gelecek, yeni bir dönem başlayacaktır. Artık topluma
adanmıştır şiiri benimser. Fikret, İdealizm, Batı seviyesine ulaşma, hürriyet yurtseverlik gibi
konuları işler. Gençliğe çok önemli bir rol biçer ve umutludur. 2. Meşrutiyet’ten sonra yazdığı
şiirleriyle gençliğe yol gösterir. Ancak son yıllarında tekrar karamsarlığa kapılır. (1912, 1915)
hiddet ve ızdırap dolu şiirler yazarak sanat hayatını noktalar.

Sanat hayatı boyunca eleştiri okları hep üzerine çevrilmiş biri olarak birçok kişiyle tartışma
yaşamıştır. Bunlardan en ünlüleri Mehmet Akif Ersoy ile arasında geçen tartışmadır. Mehmet
Akif peygambere sövdüğü gerekçesiyle Fikret’e tepki gösterir. Onu ‘’Zangoçluk’’ ile suçlar.
Fikret, Tarih-i Kadime Zeyl şiiriyle Akif’i Molla Sırat adıyla karşısına alır. Fikret, bu şiiriyle
sadece İslamı değil semai ve beşeri bütün dinleri reddeder.

Fikret’e yapılan eleştirileri kitaplaştırmış bir eser olan Tevfik Fikreti Beş Cepheden Kırk
Muharririn Tenkitleri, hemen hemen herkesin Fikret hakkında olumsuz bir düşüncelerin bir
derlemesidir.

‘’Sanatkar Fikret edebiyatımız tarihinde her zaman yaşayacak Fakat şair Fikret şimdiden
unutuldu.’’

‘’Fikret vatanperver biri değildir”

‘’Fikret’in yeni nesilin temsilcisi dediği oğlu papaz olmuştur.’’

‘’Fikret ermeni bombacısını alkışlamıştır.’’

‘’Fikret’in şiirleri zevksizdir.’’

Gibi çok çeşitli yönlerden eleştiriler bulunmaktadır.

Bütün Cepheleriyle Tevfik Fikret: Hayatı- Hatıraları-Şiirleri Kitabı ise, tam tersine Fikret’le
ilgili en güzel yazıların derlendiği bir kitaptır. Fikret’e dönem içerisinde bazı eleştiriler ve
münakaşa yaşadığı kişiler olduğunu belirterek bunlar hem sanatıyla ilgili hem de politik
konularda aldığı pozisyondan ileri gelmektediğini söyler ve birçok aydının Fikret hakkındaki
yazısına yer verir.

Görüldüğü gibi Fikret’ten nefret eden de seven de olmuş ancak ona karşı kimse kayıtsız
kalmamıştır. Bu konuyla ilgili İsmail Hikmet’in verdiği şu anekdot çarpıcıdır.

‘’Efendim, efendim, anlamadım, ne dediniz? Fikret büyük bir şair değil miydi!..

Milyonla barındırdığın ecsad arasından

Kaç nasiye vardır çıkacak pak ü dirahşan?


‘’O karanlıklar içinde bir nur gören ve halkı o nura doğru götürmeye çalışan Fikret bu feryadı
koparırken sizler nerelerdeydiniz? Niçin içinizden kimse onun gibi feryat etmedi. Ben
Fikret’e yetişemedim, onun sohbetinden istifade edemedim. Kendimi bedbaht sayarım. Fakat
onun bütün eserlerini okudum, birçoğu ezberimdedir. O, hem büyük bir şair, hem de büyük
indandır.

Efendiler! Zaten parmakla gösterilecek kadar az olan büyük adamlarımızı küçültmeye


kalkışmayalım.’’

Tevfik Fikret’in Türk Şiirine Katkıları

Tevfik Fikret, Tanzimat döneminden bu yana yani 1860 yılından bu yana edebî alanda oluşan
çağdaşlaşmayı yakalayabilmiştir. Türk edebiyatının batılılaşma çabalarında en büyük katkıyı
belki de Tevfik Fikret sağlamıştır. Genel açıdan baktığımızda Servet-i Fünun, edebiyatımızın
çağdaşlaşma aşamasıdır ve Tevfik Fikret de bu çağdaşlaşma / batılılaşma serüvenine en çok
ve en doğru şekilde katkı sağlayan şairimizdir.

Edebiyatımızda kimi şairlerin fikirleri önemli şairlikleri kötü idi – Şinasi gibi – kimilerin de
hem şairlik yeteneği hem de önemli fikirleri vardı – Namık Kemal – gibi . Tevfik Fikret de
edebiyatımızın hem yetenekli hem de düşünen adamlarındandır. Recaizade Mahmut Ekrem ve
Abdülhak Hamit Tarhan’dan aldığı ilham ve kendi şairlik yeteneği ile Türk edebiyatına adını
yazdıran Tevfik Fikret, her ne kadar bir süre üstatların etkisinde kalsa da kendi çizgisini
sonunda bulmuştur.

1880 sonrasında Türk şiirinde Tevfik Fikret tarzı gelmiştir. Tevfik Fikret, edebiyatımızda şu
yenilikleri yapmıştır:

 Tanzimat döneminde bile tam olarak bırakılmayan beyit anlayışını Tevfik Fikret
yıkmıştır.
 Fransız edebiyatından alınan Sone nazım biçimini Türk şiir okuyucusuna sevdirmiştir.
 Divan edebiyatındaki Müstezat nazım biçimini çağdaşlaştırarak geliştirmiştir.
 Uyak düzenine büyük ölçüde özgürlük getirmiş, şiirde uyağı olabildiğinde kırmıştır.
 Aruz kalıplarını müzik bakımından değerlendiren ilk şairdir.
 Konuşma dilinin akıcılığını şiirlerinde yakalamıştır. Kendi dönemine kadar bunu
başaran bir şair olmamıştır. Özellikle manzum hikayelerindeki akıcı dil onun şiirlerini
mükemmele yakın hale getirmiştir.
Tevfik Fikret’in tek hatası Osmanlı Türkçesini harika bulması bu Türkçe dil dönemine
Arapça ve Farsça dil etkilerini tesir etmekten kaçınmamasıdır. Bu bakımdan da şiir dili bazen
ağırlaşmaktadır. Maalesef kendi döneminde anlaşılma oranı ortalama olsa da bu nesil Tevfik
Fikret’in şiirlerini anlayamamaktadır.

III-TEVFİK FİKRET’İN ESERLERİ

1. Rübab-ı Şikeste

Fikret’in 1895-1900 yılları arasındaki şiirlerini kapsayan verimlilik çağındaki şiirlerini


topladığı kitabıdır. Oğlu Haluk’un sanatı üzerindeki etkisinin büyük olduğunu bildiğimiz
fikret’in bu eserinin daha sonraki baskılarına ilave edilen şiirlerinden bir kısmı: ‘’Haluk İçin’’,
‘’Haluk’un Sesi’’, ‘’Haluk’un Bayramı’’, ‘’Haluk’a’’ ‘’Yine Haluk’’ gibi başlıklar taşır.
Bunlar bütün bir bölüm halinde Haluk’un Defteri adını
almıştır ve ikinci kitabına da zaten doğrudan doğruya
‘’Haluk’un Defteri’’adını verir. 1910 tarihli üçüncü basımına
Sis, Bir Lahza-i Teahhur gibi şiirlerini eklemiştir. Rübab-ı
Şikeste’de yer alan şiirler Servet-i Fünun şiir anlayışına örnek
şiirlerdir. ‘’Sanat için Sanat’’ görüşüyle yazılmış bu şiirler
Fikret’in en bilinen şiirleri olma özelliğini taşır. Fikret’in
mizacından da gelen hüzün ve karamsarlık teması neredeyse
bütün şiirlerine sinmiş görünmektedir.

Evlendiler, seviştiler amma muvakkaten;

Sevda sükuta başladı beş haftada geçmeden

Evlendiler, niçin?...bunu bir kız nasıl bilir? (Tecdid-i İzdivac)

Yukarıda gördüğümüz şiirin bir parçası neredeyse Rübab’ın bütün karamsarlığına tek örnek
olmaya yetiyor. Evlenmek gibi iki ruhun bir araya geleceğinin düşünüldüğü mutlu olay

Fikret’in zihninde bambaşka soruları beraberinde getirmiştir. Burada duygusal anlamda da


mutlu olmayan, yalnız olan bir adamı bütün ayrıntısıyla görebiliriz.
Fikret’in bu bireysel açmazlarını ve üzüntülerinin yerini Rübab-ı Şikeste’nin ilerleyen
kısımlarında başkalarının duygusal çöküntüleri yer alır. Başkalarının karamsarlığını
yansıtmada Coppee etkisinin olduğu daha önceden belirtilmişti.

Üçüncü baskıyla birlikte yayınlanan siyasi konulu şiirler ise İstibdat döneminde yazılmış
ancak dönem gereği yayınlanamamış şiirlerdir. Bütün bu şiirlerde riyakarlık, bozuk düzen,
adaletsizlik çok vurucu bir şekilde işlenir. Yine Rübab’ın daha sonraki baskılarına ilave edilen
Rücu şiiri ise Sis’ten ve Sis’in düşündürdüklerinden bir caymadır. Bunda en önemli etken
Cumhuriyet’in getirdiği iyimser rüzgardır.

2. Haluk’un Defteri

Oğlu Haluk’u gelecek genç, yeni nesiller için bir simge gören
Fikret, oğlu üzerinden idealizmini yansıtan birçok şiir yazmıştır.
Bu şiirler kiminde iyimser bir rüzgar (Ferda) kiminde ise oğlu
üzerinden diğer çocukların hazinli durumunu sorgulayan bir araç
olmuştur (Haluk’un Bayramı)

Fikret, Meşrutiyetten 1911’e kadar yazdığı şiirlerini bu kitapta


toplamıştır. 1911’den ölümüne kadar olanlar ise Son Şiirleri
olarak basılmıştır. Haluk’un Defteri şiir kitabında Fikret, gençlere yol göstermeyi gaye
edinmiştir. Amaç bunca idealizm barındırınca devrimci ve nutuk söyleminin yer aldığı bir
kitap özelliği taşımıştır. Şairin aslında oğluna seslenerek yazdığı şiirler gençliğe yöneliş ve
onlara bir seslenmedir.

‘’Bu eserde mazi ati zıtlığı önemli bir rol tutmaktadır. Mazi sanki bütün kötülüklerin, gerilik
ve tembelliklerin sebep ve kaynağıdır. ‘’(Kabalcı 2002: 210) Fikret bir anlamda maziyş böyle
yorumladığı için gençlere geçmişle ilgili değerleri de vermeye lüzum görmemiştir. Batı
medeniyetine ulaşılmasını sağlayacak, bireyi yükseltecek geleceğe dair değerler işlenmiştir.

3. Şermin

Fikret’in yaşamının son yıllarında edindiği idealist felsefenin bir


tezahürü olarak yazdığı çocuk şiirleri kitabıdır. Kitap, sade bir
Türkçe ve hece ölçüsüyle yazılmıştır.
Fikret’in bu manzumeleri eğitimci dostu Sati Bey’in ricasıyla yazmış olduğu bilinmektedir.
Kitabın yazılmasındaki amaç birlikte bir yuva açarak kitabın değerlerine göre çocuklar
yetiştirmekti. Bilindiği gibi bahsi geçilen yuva Fikret açısından hiçbir zaman açılmamıştır.
Şermin kitabında Fikret’in çocuk ruhundan çok iyi anladığı, yıllardır süre gelen hem yönetici
hem de eğitmen kadrolarında bulunması nedeniyle eğitimci yönünü ortaya çıkardığı eserdir.
Fikret’e göre çocuklara ahlak, idealizm, aşılanması gerekmektedir. Materyalist bir algıyla
yazdığı yönünde eleştiriler kitap için gündemde olmuştur.

Fikret’in bu eserleri dışında;

Rübâbın Cevâbı (1911), Hasta Çocuk, Sis, Millet Şarkısı, Doksan


Beşe Doğru, Hân-ı Yağmâ, Balıkçılar, Halûk'un Çocukluğu,
Rübâb-ı Cevâb, Bir İçim Su, Verin Zavallılara, Ferda, Yeşil Yurt,
İnanmak İhtiyacı gibi eserleri de vardır.

Tevfik Fikret’in Şiir Dünyasına ve Eserlerine İlişkin Önemli Hususlar

 Hasta Çocuk adlı manzum öyküsü kulağa göre kafiye tartışmalarının yaşandığı
dönemde kaleme alınmıştır ve Servet-i Fünûn kuşağının kafiye tercihinin ne olduğu
yönündeki ilk önemli örnekti.
 Hasta Çocuk şiirinde bahsedilen çocuk, oğlu Halûk’tur.
 Servet-i Fünûn dergisi 256. sayıdan itibaren edebiyat ürünlerine yer vermeye
başlamıştır, Hasta Çocuk ise 257. sayıda çıkmıştır. Yani bu şiir hem edebi hareketin
hem de Fikret’in dergide yayımlanan İlk şiiri oluyordu.
 1896- 1901 yılları arasında yayımlanan şiirler Rübâb-ı Şikeste adlı eserinde bir araya
getirilmiştir. Bu eserin ilk baskısı 1899’da yapılmıştır. İlk baskı acemice ve eksik
olduğu için eser ikinci kez genişletilmiş olarak basılmıştır.
 Hemşirem İçin, Uzletgeh-i Mader-i Ziyaret, Halûk’un Bayramı, Halûk İçin, Yine
Halûk, Halûk’un Sesi, Yarın; aile temasını işlediği şiirlerdir.
 Hasta Çocuk, Balıkçılar, Nesrin, Ramazan Sadakası adlı eserleri günlük hayatı
yansıtmaktadır.
 Tevfik Fikret’in aşk şiiri oldukça azdır. En meşhur aşk şiiri olarak “Tesadüf” kabul
edilir genellikle.
 Tabiat şiirlerinde ressamlığının etkisi hissedilmektedir.
 Yapma Çiçek Yapan Kıza, Resmini Yaparken, Aveng-i Şuhûr, Bir Yaz Levhası,
Yağmur önemli tabiat şiirleridir. Tevfik Fikret’in en meşhur tabiat şiiri: Yağmur’dur.
 Aveng-i Şuhûr önemli bir eserdir. Bu eser aslında bir seri olarak kaleme alınmıştır.
Yılın her bir ayı için şiirler yazmıştır. Bu şiirler dergide yayımlanırken aynı zamanda
şiirin yanına o ayı temsilen bir resim de konulmuştur. Aveng-i Şuhûr serisi, eski
edebiyat geleneğindeki melhame ile ilişkilendirilebilir. Aveng-i Şuhûr serisi François
Coppee’nin “Aylar” adlı şiirinden etkilenilerek kaleme alınmıştır.
 Aveng-i Tesâvîr portre şiir türünün yeni Türk edebiyatındaki ilk başarılı örneğidir. Bu
şiirlerde Tevfik Fikret’in önemli olarak gördüğü 12 edebiyatçı ele alınmıştır. Fuzûlî,
Cenap, Nedim, Hamit, Üstad Ekrem, Rıza Tevfik, İsmail Safa, Ahmet Mithat ele
alınan sanatçılardan bazılarıdır. Ahmet Mithat bu şiirlerde “Timsâl-i Cehalet” başlığı
altında ele alınmıştır.
 Tefekkür, Gayya-ı Vücud Ukde-i Hayat, Per-de-i Teselli Fikret’in önemli felsefi
şiirleridir.
 Tevfik Fikret ‘in “Tevhid” adlı eseri Şinasi’nin akılcı yaklaşımına uygun dinî bir
şiirdir. Eserin adının Tevhid olması eski edebiyat geleneğini akla getirmemelidir.
 Tevfik Fikret şiire eski gelenekle başlamıştır bu dönemde kaleme aldığı şiirlerinde
“Nazmî” mahlasını kullanmıştır.

SONUÇ

Fikret, Türk şiirine öne önemli yenilikler getirmiş bir şairdir. O, nazma Türkçeyi egemen
kılmak, manzumeyi nesir gibi, tabii bir hale getirmek ve karşılıklı konuşmalara canlılık
kazandırmak için vezin kadar kafiyeye de önem vermiştir. Şiirin konu evrenini genişletmiş
özellikle resmi şiirin içine katmıştır. Ayrıca Prometeus eserinde Türk şiirinde Yunan
mitolojisine yer vererek önemli bir merhale kazandırmıştır. Gerek fikri açıdan gerekse sanatçı
yönüyle dikkat çeken bir şair olmuştur. Sanat hayatındaki dönüşümlerde kendi mizaç
özelliklerinin yanı sıra toplumsal etkiler de
kaynaklık etmiştir. Hayatının bir
döneminde sanat sanat içindir anlayışını hakim kılmışken hayatının sonlarına doğru bu
anlayışın yerini toplumsal öz sağlayarak dönüşüm göstermiştir. Tanzimat dönemindeki aydın
edebiyatçıların her türde eser vermesinin tersine Servet-i Fünun’daki tekçiliği Fikret
muhafaza etmiş, nazım alanında gelişim göstermiştir.

Yarattığı konu zenginliği ile Türk şiirinin ufkunu açan, boyutlarını genişleten ve yeni bir şekil
ve söyleyiş kurgusu oluşturmaya özen gösteren çabalarıyla kendinden sonra gelen kuşaklara
başta Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’e şiir sanatı bakımından, Cumhuriyet kuşağına ise fikri
yönden büyük ölçüde örneklik etmiş bir sanatçıdır.

Tevfik Fikret’in tek ün yapan özelliği şairliği değildir; ayrıca o dürüstlüğüyle, temiz ahlakı ile,
sağlam ve sarsılmaz karakteri ile de meşhurdur. Yurtsever olmasının yanında insana olan
tutumu ve savaşa olan tutumu ile de göz doldurmuş; bugün dahi kendisinden övgü ile söz
edilmesine neden olmuştur.

KAYNAKÇA

Akyüz, Kenan, ( 1947), Tevfik Fikret, Ankara: Sakarya Basımevi.

Fuat, Memet, (1995), Tevfik Fikret, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Hikmet, İsmail, (1932), Tevfik Fikret, İstanbul: Kanaat Kütüphanesi.

Kaplan, Kenan, (1946), Tevfik Fikret ve Şiiri, İstanbul Türkiye Yayınevi.


Tanpınar, Ahmet Hamdi, (1944), Tevfik Fikret: Hayatı, Şahsiyeti, Şiir ve Eserlerinden
Parçalar, İstanbul:

Ortaylı, İlber, (2008), İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Timaş Yayınları

Özkırımlı, Atilla, (1978), Tevfik Fikret, İstanbul: Cem Yayınevi.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Tevfik_Fikret
http://www.edebiyatogretmeni.org/tevfik-fikret/

https://www.turkedebiyati.org/tevfik-fikret/

https://islamansiklopedisi.org.tr/tevfik-fikret

https://www.makaleler.com/tevfik-fikretin-hayati-ve-edebi-kisiligi

https://dergipark.org.tr/tr/pub/diledeara/issue/65468/914989

https://www.sonersadikoglu.com/tevfik-fikret.html

https://tdk.gov.tr/wp-content/uploads/2012/07/414-418.pdf

You might also like