You are on page 1of 12

Platon

^
yoksa öl ü ml ü ilkeyi tanrısal ilkeden farkl ı bir yere
koydular. Bu amaçla kafa ve göğü s arasında bir sını r
belirlediler. İkisini ayırt etmek için boynu koydular.
Öl ü ml ü ruh göğüs kısm ı nda kald ı, ruhun bir kısm ı
öz ü itibariyle daha iyiyken di ğer kısm ı da daha kö-
t ü yd ü. Bu nedenle göğüs boşlu ğu denilen kısm ı ka-
70 d ı nlar ve erkekler nasıl ayrılıyorsa aynı şekilde ay ır-
d ılar ve araya da deriyi yerleştirdiler. Derinin işlevi
bir bölme olu şturmaktı. Ruhtaki cesur, savaşa istekli,
zafer peşinden koşan kısm ı kafaya yakı n bir yere
koydular. Bu kısı m deri ve boyun arasmdayd ı. Da-
marların birleştikleri ve her yerde kuvvetli olarak
dolaşan kamn da kayna ğı olan kalp nöbet tutulan bir
noktada yer alır. Çü nk ü amacı i çeriden ya da d ışarı-
dan kaynaklanan bir köt ü l ü kle karşılaşı ld ığı zaman
akılla beraber kızarsa, duyu organlar ının aklın iste-
ğiyle korkutulması, t ü m damarlardan ince geçitler-
den alınabilmesi, bu sayede her şeye tam anlamı yla
boyun eğ mesi ve en asil kısm ın hepsine birden emir
verebilmesiydi. Öte yandan tanrılar kalbin bü y ü k bir
tehlikeyle karşılaştı klarında hızla çarpt ığın ı ve bu za-
rar g örm üş kısı mların ateşten kaynakland ığım fark
ettikleri zaman ona yard ı mcı olmak istediler. Bu ne-
denle de kalbin ü zerine ciğer dokusunu koydular.
Ciğer ilk zamanlarda yumu şak ve kansızd ı. Yine ha-
vayla emilen şeyleri içine alabilmesi için adeta bir
sü nger gibi üst ü delik delikti. Böylece kalbi soğ utur
ve ona s ü k ûnet sa ğlayabilirdi. Bu nedenle tanrılar
nefes borusunun kanlarını ciğerlerden geçirdiler ve
ciğeri de kalbin etraf ı na adeta bir yast ık gibi yerleş-
tirdiler. Kızgınlık kalbin son noktası na geldiğ inde,
kalbin kendisine karşı duramayan bir nesneye çarpı p
soğ uması nın nedeni de budur. Bu sayede kalp daha
az yorulur ve kı zgı nlı kla beraber akla daha uygun bir
88
ft>» Timaios

hal al ı r. Bir de ruhta yemek, içmek ya da beden istek-


lerine uygun bir k ısı m daha vard ı r. Tanr ı lar bunu
göbek ve deri arasında bir yerlere koydular. Burada
bedenin beslenmesi için bir sofra vard ı r. İşte ruhun
bu böl ü m ü n ü buraya adeta öl ü ml ü soyunun tü ken-
mesi istenmediği için beslenmesi gereken bir vah şi
hayvam ba ğlar gibi ba ğlad ı lar. Tanrılar bu kısm ın
her zaman kafasını karnını doyurmaya vermesini,
ba şka bir karmaşa yaratmaması nı, bedenin iyiliği
i çin karar veren daha iyi kısm ın kafasını kar ış t ı rma -
masını istediler. Hem bu kısım ak ıldan yoksundur,
akl ı biraz anlar gibi olsa da neden-sonu ç ili ş kisi kura - 71
mayacak durumdad ı r, bu nedenle daha çok g ü nd ü z
rü yalara kendini kapt ı raca ğı nı bildikleri i çin bir çö-
zü m yolu olarak karaciğeri olu şturdular ve şu an ol-
du ğ u yere koydular. Akıldan çıkan d üşü nceler adeta
ışınlar alan ve gözle gör ü lebilir gör ü nt ü ler olu şturan
bir aynaya çarpar gibi karaciğerin ü zerine çarpması
amacıyla karaciğer parlak, kaygan ve aynı anda hem
acı hem de tatlı olacak şekilde yaratı ld ı. Bir şeylere
iştah duyan ruh, ak ı l taraf ından bu şekilde korkutu -
lur. Karaciğerin acı olmasından yararlanarak kor-
kunç rü yalar gö rmesi, tü m karaciğerin b ü y ü k bir be-
ceriyle acımsı bir tada sahip olması sağ lanır, aynı
zamanda karaci ğerde safraya benzer bir renk ortaya
çı karı r, bü t ü n karaciğere yay ılarak onu k üçü lt ü r ve
en sonunda da kaygan olmayan buru şuk bir hale ge-
tirir. Bazen ise tam aksine lobu bü ker ya da k üçü lt ü r,
d ü z durumdaki karaciğer kanallarının şeklini değiş-
tirir, giriş çı kışlar ı engeller ve bu sayede çeşitli a ğ r ıla -
ra ve bulant ılara neden olur. Bazen akıldan gelen ha-
fif ve hoş bir soluk sayesinde karaci ğer ü zerinde
diğerlerinden farklı imgeler ortaya çı kar, acı lı k orta-
dan kalkar çü nk ü böyle bir soluk kendisinden farklı
89
Platon

olan şeyleri yerinden hareket ettirmez, onlarla aynı


yerde duramaz. Karaciğerin tatlı olan kısmmdan ya-
rarlanarak parlak ve kaygan olan kısımları toparlar
ve özgü rleştirir. Bu sayede ruhun karaciğerin etraf ı-
na gelen kısm ı nı eğlenceli ve mutlu yapar. Geceleri
rahatlaması nı sa ğlar, uyudu ğu zaman geleceği göre-
bilme yetisini güçlendirir çü nk ü d üşü nmeye ve plan-
lamaya kar ışmamaktad ır. Tanrılar bu şekilde hareket
ederek öl ü ml ü tü r ü elden geldiğince iyi yapabilmek
ad ı na verilen emirlere uygun davranarak ruhumu -
zun köt ü yanları m da d ü zelttiler. Gerçeği görebilme-
si adma ona geleceği görme yetisini de verdiler. Tan-
rıda var olan geleceği görme yeteneğinin insanlarda
akıldan yana en zayıf kısı mda var oldu ğ unu görebil-
mek için şu örneğe bakmam ız yeterli olacaktı r. Ger-
çekten de her anlamda aklı başında bir insanın gele-
ceği görme gü c ü n ün y ü ksek olması beklenemez.
Bunun için ya akim g ü c ün ü sınırlayan uyku duru -
munda olmak ya da hastalık ya da başka bir nedenle
akı l sa ğl ığı m kaybetmek gerekir. R ü ya görü rken ya
72 da uyanı kken geleceği görme becerisiyle söylenen
çeşitli sözleri d üşü nmek, onlar hakkında d üşü nmek
ya da gör ü len r ü yaları akıl yoluyla denetimden ge-
çirmek, bu t ü r şeylerin daha sonra yaşanacak olayla-
ra iyi ya da kö t ü etki edeceğini ya da kime ne haber
getirdiğini kavramak gibi şeyler insanlara d üşen bir
şeydir. Öte yandan insanın kendinde olmad ığı za -
man söylediği şeyler hakkında bir fikir sahibi olması
zordur. Bu nedenle insamn kendisini tammasmın sa-
dece bilge insanlara ait bir özellik oldu ğunu söyleyen
atasöz ü doğ rudur. Bu y ü zden de tanrılardan duydu -
ğu sözlerle ilgili kararlar vermeleri için bir k â hinler
soyu ortaya çı karılmıştır. Bu insanlara da kâ hinler
ad ı verilmektedir. Bu kimseler karmaşık gör ü nen
90
Timaios

sözlerin yorumlayıcılarıd ır, fakat kendilerine kâ hin


dememek gerekir. Çü nk ü onlar kâ hinler değil kahin-
liğin yorumlay ıcılarıd ır. Evet, daha önce anlattığı mız
nedenlerden dolay ı karaciğer bu şekilde yapılm ış ve
söylediğimiz noktaya konulmu ştur. Nedeni ise akim
söz ün ü dinlemesi, her tü rlü iyi isteğin kayna ğı olan
akim emirlerini isteyerek yerine getirmezse akılla
birlikte ona boyun eğdirilmesiydi. Karaciğer canlı bir
bedende kehanetin belirtilerini açıkça gösterir. Be-
den cansızsa körleşir, kehanet de karanlık oldu ğ u
için gerçeklerden uzaklaşı r. Öte yandan hemen yan
tarafta bulunan ba ğır kısmının görevi karaciğeri te-
mizlemek, saydam bırakmaktır. Bu nedenle de bir
aynayı silmek için yam ba şmda tutulan sünger gibi,
bu kısı m da aynı şekilde hemen yanı başmda durur.
Öte yandan dalaktaki gözenekli yapı bedende hasta-
lı klar ortaya çıkar ve bu hastalıklar karaciğer çevresi-
ne çeşitli pislikler bı rakırsa onlar ı temizleme görevini
üstlenir. Çü nkü dalaktaki gözenekli yapı aslmda
içinden kanın çekildiği bir yapıdan olu şmu ştur. İşte
bu nedenle pisliklerle dolu olan kısı m şişer ve zehir-
lenir, beden temizlendiği zaman ise şişkinlik giderilir
ve eski haline d öner. Öte yandan ruhtaki öl ü ml ü ve
tanrısal yönlerin diğer ilkelerin hangileriyle ve hangi
gerekçelerle ayrı ayrı birleş tirildikleri noktasmda ye-
terince a çı klama yaptık mı emin değilim. Bu soruya
olumlu yanıt vermek istiyorsak tanrının sözlerimizi
onaylaması gerekir. Fakat bizler yine de şu an bulun-
du ğ umuz nokta itibariyle, ayrınt ılı bir a çıklama yap-
tığım ızı farz ederek soruya olumlu yanıt verelim ve
diğer bir konuya geçelim. Yani bedenin geri kalan
kısı mlar ının ne şekilde yaratıld ıklar ını incelemeye
devam edelim. Bu konuda şöyle bir açıklama yap-
mak doğru olacaktır. Bizleri yaratanlar t ü r ü m üz ü n
91
Platon

yeme içme konusunda çok hassas olaca ğını ve ihtiya -


c ı m ız olandan daha fazlası n ı yemek isteyeceğimizi
biliyorlard ı. Geleceğ i gören tanrılar öl ü ml ü soyunun
73 hemen hastalanı p ölmesini istemiyordulard ı, bu ne-
denle gereğinden fazla yediğimiz şeyleri depolamak
için karnı yaratt ılar. Yediklerimiz ba ğı rsaklardan he-
men geçiyordu . Bedenimizin farklı kısı mlar ının baş-
ka yemekler istemesi ve bu y ü zden insanlar ın felse-
feyle ve sanatla ilgilenmelerinin ve tanr ısal kısma
boyun eğ melerinin önü ne geçebilmek amacı yla ba-
ğı rsakları üst üste yerleştirdiler. Sırada kemikler, et
ve diğer tözden yapılmış şeylerin durumlar ını ince-
lemek var. Bu şeylerin hepsi kemik iliğ inden doğ-
mu ştur. Ruh tene ba ğlı oldu ğu için yaşamdaki ba ğ lar
da kemik iliğinde birleştirildi ve öl ü ml ü soyu buraya
yerleşti. Öte yandan kemik iliği ise farklı tözlerden
olu şmaktad ır. Tanrı ilk önce ateş, hava, su ve topra ğı
yaratmak için uygun olan en g ü zel üçgenleri ald ı.
Bunlar ı kendi öz t ü rlerinden ay ırd ı ve hepsinden
aynı miktarda alarak bir kar ışı m yarattı, bu kar ışı m-
dan da kemik iliği ortaya çıktı. Bu sayede t ü m öl ü m-
l ü lerin evrensel t özleri olu şmu ştu . Ard ından çeşitli
ruhlar alı p oraya ba ğladı. Bu sı rada kemik iliği b ü t ü-
nü n ü her t ü r ü n alması gereken parça kadar böl ü me
ayı rd ı. Bir başka bölü m ise adeta verimli bir arazi gi-
biydi. Bu kısı mda tanrısal öz yer alacaktı. Bu böl ü m
yuvarlak oldu , kemik iliğinin bu kısmma canl ılar
tam anlamı yla yaratıld ıklar ı zaman onu içine alacak
kabın kafa olması için kafa içi ad ını verdi. Yuvarlak
ve uzun parçalardan olu şan diğer kısımlar ise ruhun
öl ü ml ü kısm ı m kapsayacaktı, bunların hepsine bir-
den kemik iliği denildi. Adeta demir atan gemiler
gibi t ü m ruhlarm ba ğlarım ortaya att ı ve sonra da
hepsini birden kemikle kaplad ığı kemik iliğinin çev-
92
rb» Timaios

resinde bedenimiz ortaya çı kar ı ld ı. Kemiklerin yara-


t ılmasına gelince, öncelikle temiz ve akışkan bir top-
rak ald ı, bunu bir kalburdan geçirerek suyla
kar ış tı rd ı, ard ından kemik ili ğiyle ıslatı p ateşin üzeri-
ne koydu . Sonra da sı rayla önce suya, tekrar ateşe ve
tekrar suya soktu . Bu işlemi birkaç defa tekrarlad ı ve
bu sayede daha dayanı kl ı bir hal kazanmasını sağla-
d ı. Aynı şeyi kullanarak beynin etraf ına kemikten
yapılm ış bir kap geçirdi. Bunu da daha önceden bı-
raktığı dar delikten yaptı. Ard ından boyun ve sı rt
arasında kemik iliğinin yakınlarına omurlar ı koydu , 74
bu sayede beden bir eksen gibi dimdik durabilecekti.
Bunu koruyabilmek adına da oynak eklemler için
kullanılan kapları kapattı. Oynak eklemleri olu ştura-
bilmek için diğer tözden yararland ı. Tabii ki sinirler
ve et de yapıld ı. Çü nkü kemikli öz yapısından öt ü r ü
çok sert ve kuruydu , yine ısınd ığı ya da soğ udu ğ u
zaman içindeki özü n zarar görebileceğini d üşü n ü-
yordu . Tü m bunları uzama ve kısama kabiliyetleri
olan sinirlerle eksenlerin çevresine yerleştirdi ve be-
dene eğilme yeteneğini kazand ı rd ı. Et ise bedeni sı-
cak ve soğuktan koruyabileceği gibi aynı zamanda
kendisine çarpan şeyleri de yumu şataca ğından adeta
bir yastık gibiydi. Öte yandan bedende sıcak bir nem
olması, yazın terlediği zaman ta şmasını ve bedenin
serinlemesini, kışın da içerideki ateş sayesinde soğu -
ğa karşı korunmasını sa ğlayacaktı. Tanrı bize bu şek-
li verirken aynı zamanda su , ateş ve topraktan olu şan
karışımda eksik olan tuzlu mayayı da ekledi. Bu sa-
yede yumu şak ve içinde sıvı bulunan et ortaya çı ka-
rıld ı. Kirişler ise kemik ve mayasız etin karışı mdan
olu şuyordu . Daha kaliteli bir sonuca ulaşmak için
ikisi birbirine karışt ırıld ı ve yeni karışı ma sarı renk
verildi. Bu nedenle de kirişler etlerden daha kuvvetli
93

L
Platon

ve sı kı, kemiklerden daha yumu şak ve güçsü zd ü r.


Kemik ve kemik özlerini sarabilmek için de kirişler
ve etler kullanıld ı. Kemikler kirişlerle birbirlerine
bağlandı ve etlerle kapland ı. Kemiklerin içinde ruh
ne kadar fazlaysa o kemik o kadar ince, ne kadar azsa
o kadar kalın etle sarıld ı. Yine aklın fazla et konulma -
sına gerek yoktur dediği bazı noktalarda beden ra -
hatça hareket edebilsin, hareket zorlu ğu çekerek
a ğı rlaşmasın diye bu eklemlere fazla et koymad ı. Öte
yandan böyle yapılmasının bir başka nedeni de üst
üste gelecek gereğinden fazla etin bedende bü y ü k
a ğı rl ı k yapmasının yanı sı ra duyguları körelterek ak-
im fazla çalışmaması na neden olma ihtimali de olabi-
lirdi. Şöyle söyleyelim: Kalça, uyluk, bacak, kol, ön
75 kol kemikleri ya da eklemsiz olan diğer t ü m kemik-
ler ve kemik iliklerinde fazla ruh yoktur ve bu kısım-
lar ak ı lsız olduklarından fazlasıyla etle doldurul-
mu şlard ı r. Dil gibi kendi başına bir duyu orgam
olmak amacı yla yaratılm ış olanlar d ışında içinde ruh
bulunan diğer kemikler çok daha ince bir ete sahip-
tirler. Zaten zorunlu olarak ortaya çıkan ve tesad üfi
bir şekilde var olan tözler kemiklerde kaim et tabaka-
larının olmasını istemezler, aynı şekilde bu etler kuv-
vetli bir duyarlıl ığı olmasını da tercih etmezler. Eğer
söylediğimizin d ışmda bir durum olsayd ı ve bu özel-
likler bir arada olabilseydi, o zaman diğer kısımlar-
dan daha çok kafanm yapısı daha farklı olurdu . Bu
durumda insan kafasmda et ve kas çok olacak, böyle
bir kafa şimdi kulland ığımız kafadan çok daha bü-
y ü k olacaktı. Aynı şekilde bug ü nk ü kafam ızdan
daha zayıf olurken, acıları da daha az hissedecekti.
Tabii ki bizleri olu şturanlar şu soruyu kendilerine
sordular. Acaba daha uzun boylu fakat daha köt ü bir
yaşam ı olan bir insan mı isterlerdi yoksa daha k ısa
94
Timaios

ama daha iyi bir yaşama sahip olanı mı? En sonunda


kısa ama iyi bir yaşam ın uzun ama köt ü bir yaşama
nazaran herkes için her a çıdan daha iyi oldu ğuna ka-
rar verdiler. Bu nedenle de kafa kısm ında eklem ol-
mad ığı için et ya da kiriş değil incecik bir kemik taba-
kası yerleştirmeyi tercih ettiler. İşte bu nedenle
insanlarm bedeninde var olan kafa, bedenin diğer
kısımlar ına göre çok daha akıllı ve duygulu ama çok
daha zayıft ı r. Tanr ı benzeri bir d üşü nceden hareketle
kafanın hemen alt kısm ına boynun yakınlarına karşı-
lıklı kirişler yerleştirdi. Bu sayede u ç kısımları y ü zü n
alt kısm ına bağlayabilecekti. Diğerlerini ise eklemleri
yanlar ı ndakiler ile ba ğlamak için da ğı ttı. Sı rada a ğız
var: Yaratıcılar ı m ız zorunluluk ve iyilikten öt ü r ü ağ-
zımıza diş, dil ve dudaklar koydular. Yiyeceklerin
girdiği yer zorunluluktan yine sözlerin çıkış noktası
da aym zorunluluktan ö t ü r ü bu şekilde oldu . Bedeni-
miz için a ğızdan giren şeylere, aklımı z için de du -
daklardan çı kan şeye ihtiyacımız vard ı r. Hem de bu
dudaklar ımızdan çı kan sözler d ü nyadaki kaynakla-
r ın en g üzeli ve iyisidir. Öte yandan kemikler içinde-
ki kafa kısm ı sıcak ve soğ uk mevsimlerden etkilenip
duygusuzlaşmaya ve akılsızlaştı rılmaya neden ola-
bilecek bir etle de sarılamı yordu . Etin tözü kuruma-
d ığı için kendi etraf ında kendi bü y ü kl üğü nü geçen
ve kendisinden ba ğı msız bir tabaka ortaya çıktı. Bu
tabakaya deri ad ını veriyoruz. Beyindeki ıslaklıktan
dolayı deri genişledi ve t ü m kafayı kapsar hale geldi.
Kafadaki kemiklerin birleştikleri noktalardan sızan
ıslaklıklar deriyi nemli tutuyordu ve onu d üğü m ya-
parak kafanın ü zerinde kapatı yordu . Ruhtaki hare-
ketler ve yiyecekler her t ü rl ü şekle d ön üşebilen kafa
kemiklerinin birleşme yerlerinin ortaya çıkmasını
sa ğlam ıştır. İ ki neden kendi aralarında ciddi bir m ü-
95
Platon -
Çs»

cadeleye girdikleri zaman kafa kemiklerinde birleş-


me yeri fazlalaşır, m ü cadele zayıflad ığı zaman ke-
miklerin say ısı da d üşer. Tanrı deriyi kafanın her
yanından ateşlerle yakarak böld ü, sonra deri delindi
ve sonra deriyi delip aradaki tü m nemi sızd ı rınca saf
sıcaklık d ışar ı aktı. Derinin kendisini de olu şturan
76 organ sayesinde olu şan şey hareketle beraber yukarı
çı ktı ve adeta bir iğne gibi ince teller halinde d ışarıya
çı kıntı yapt ı. Ancak hareketin a ğı rl ığı nedeniyle etra-
f ındaki havan ın baskısı yla tekrar derinin altına gir-
mek zorunda kald ı. Derinin içinde yer alan sa çların
ortaya çı kış sü reçleri bu şekildedir. Sa çlar ve deri
ayn ı özdendir, tel şeklindedir. Ancak sa çlar deriden
ayr ıl ı p soğ udukları ve bu sayede daha yoğ unla ştı k-
ları zaman, soğ uma etkisiyle ortaya çı kan sı kışma
sert ve yoğ un olur. Tanrı söylediğimiz özellikler sa-
yesinde saçlar ı mızı kapattı. Hem beynimizi korumak
için et yerine saçların kullanı lması daha iyiydi. Bu
nedenle duyumlarım ız zarar göremezdi, aynı za-
manda saçlar bize bir rahatsızlık da vermezdi. Kışın
başı mızı korur, yazın ise bir gölge gibidir. Öte yan-
dan parmaklarım ı zda kiriş, deri ve kemiklerin birleş-
me noktalarmda töz ü n birleşimi her şeyi kapsayan
sert bir deri konumundad ı r. Daha önceden bahsetti-
ğimiz nedenler bu derinin olu şma nedeniydi. Ancak
daha sonradan yaşayacak canlı lar için tamamland ı
ve esas özelliği de bu oldu . Bizleri yaratanlar erkek-
lerden sonra kad ınların ve diğer t ü m hayvanlar ı n
doğaca ğı m biliyorlard ı. Hayvanların çeşitli neden-
lerden dolay ı pençelere gereksinim duyacaklarının
da farkındayd ılar. Bu nedenle insanlara doğ umları
sı rasında tı rnak verildi. Böylece çeşitli organların
u çları nda deriyle sa çlar ve t ı rnaklar olu şturuldu .
Öl ü ml ü lerin organları bir bü t ü n halinde ortaya çıka-
96
r&> Timaios

r ıld ı ktan sonra art ı k canl ılar ateş ve hava içinde ya şa - 77


yacaklard ı. Ateş ve hava insanları eritecekleri sırada
tanr ılar bir çöz ü m buldu . İnsan özü ne benzeyen bir
öz ü farklı şekiller ve duyularla karıştırı p ayrı bir tü r
elde ettiler. Evet, bunlar g ün ü m ü zde tarım yapılır-
ken evcilleş tirilmiş ve yakınımız olan a ğaçlar, bitki-
ler ve tohumlard ı r. Önceleri yabani tü rlerden daha
eski olan ba şka bir şey yoktu . Yaşayan her şeye doğal
olarak canl ı ad ı m vermekteyiz, şu an söz ettiğimiz
tü r ise yani deri ve göbek arasında yer alan t ü r üçü n-
c ü t ü rden bir ruhtur. Bu ruh, sam, akıl ve zek â yla iliş-
T 1

kili değildir. Sadece gü zel ve gü zel olmayan duyum-


lara ya da isteklere sahiptir. Bitkiler edilgendir, kendi
içlerinde, kendi etrafları nda d önerler, d ışarıdaki ha-
reketler, d ışarıdaki hareketlerden etkilenip kendi ha-
reketlerinden yararlanma ya da bunu kavrama gibi I
durumlar söz konusu değildir. Yani bir hayvan gibi
yaşarlar ancak toprağa ba ğı mlı olmalarından öt ü rü
hareketsiz ve kökleşmiş durumdad ı rlar. Bu da kendi
hareketlerini imkâ nsız kılar. Yaratıcıları m ız bu t ü r-
den şeyleri beslenmemiz için ortaya çı kard ılar. Be-
denlerimizde bahçelerde görebileceğimiz t ü rden su
yollan açtılar ve adeta bir nehrin akışı gibi onların
sularla sulanması nı sa ğlad ı lar. Öncelikle derinin ve
etin birleştiği noktada iki gizli yani iki arka kanal or-
taya çı kard ı lar. Bunun nedeni bedenin sa ğ ve sol ol-
mak ü zere iki taraf ı olması yd ı. Ard ı ndan omurga
boyunca aşa ğı ya doğ ru indiler, ama çları doğuran
omuriliğ in çok g üç l ü olması yd ı. Bunu sa ğlayabil-
mek için yukar ıdan a şa ğı ya doğ ru tek bir yoldan
giderek diğer kısı mları aşarak ve her yere aynı şe-
kilde yay ılması n ı sağlayarak yolu arada saklad ılar.
Sonra kafan ın etraf ı ndaki damarları böld ü ler, bir-
birlerine sard ı lar ve kar ışı k bir hale getirdiler. Karı-
97

L
Platon «y

şı k diye nitelendirilmelerinin nedeni birbirlerine zı t


yönlerden geç meleriydi. En sonunda deriyle birlik-
te kafaya ba ğlamak için sa ğ taraftan geleni sola, sol-
dan geleni sağa doğ ru kavisli bir şekilde çevirdiler.
Çü nk ü kafanı n etraf ı nda yukarı kadar çı kan kirişler
yoktu . Hem de sa ğ veya sol taraftan gelen duyum-
lar da bedenin tamam ı taraf ından algılanabiliyordu .
Tanrılar ın bir sonraki işleri sulama konusuydu .
78 Bunu anlayabilmemiz için öncelikle bahsetmemiz
gereken başka bir şey var. K üçü k öğelerden olu şan
şeyler her zaman bü y ü k öğelerden olu şan şeylerin
yerini tutamazlar. Ateş en küçü k öğelere sahip olan
şeydir. Ateşe bu sayede su , hava ve onlar ı olu şturan
öğelerin arasından geçebilir. İçimizde var olan boş-
luk için de aynı durum geçerlidir . Besin maddeleri
d üşt üğü zaman orada kalabilirler fakat hava ve ateş
gibi çok k üçü k öğelere sahip olan şeyler orada kala-
mazlar. Tanr ı da sulamayı damarlar ın içine kadar
göt ü rmek istiyordu , bu nedenle kar ın kısm ımızı kul-
land ı. Hava ve ateşten olu şan bir kafes ortaya çı kar-
d ı. Bu kafeste kiriş yoktu ama iki dişli çatal bi çiminde
olan bir ç ubuk yer ald ı. Ç ubuktan başlay ı p kafes bo-
yunca devam edecek şekilde u çtaki kısı mlara kadar
ulaşan daire şeklinde k üçü k çubukcuklar ekledi. Ka-
fesin iç kısımlar ı ateştendi, çubuklar ve onlar ı kapa-
tan kısımlar da yine ateşten olu şuyordu . Daha sonra
t ü m bunlar ı canlı nın içine koydu . Öncelikle ç ubuk-
cukların oldu ğ u kısım en üstte yer ald ı, iki ç ubuk ol-
du ğu için biri nefes borusu yoluyla ciğere, diğeri ne-
fes borusuna paralel olarak karın kısm ına kadar indi.
Daha sonra ilk ç ubuk iki kısma ayrıld ı ve iki kısım da
burun deliklerinden geçti. Bu sayede a ğızdan geçen
çubuk çalışmad ığı zaman burundan geçen kullanıla-
bilecekti ve böylece damarlar kanla dolacakt ı. Tanrı
98
Timaios

kafes kabı n ı n diğer kısımlar ı n ı bedenimizin boşlu ğu -


nun etraf ına koydu . Bu sayede kafes bazen havadan
yapılm ış ç ubuklardan yavaşça geçebilecek, bazen ise
çubuklar aracılığıyla d ışar ı ya akabilecekti. Bedende
bulunan çok sayıda gözenek ise nefesin girip çı kma-
sını sa ğlayacaktı. İçte havaya sarılı olan ateş bu şekil-
de bedene girip çıkar ve canl ının yaşam ı devam ettiği
sü rece de bu durum geçerli olmaya devam eder. Bu
duruma nefes alıp verme ad ını veriyoruz. Bu şekilde
bedenimiz sulanır ve serinletilir, bedenimizde var
olan ateş girip çı kan nefesi takip eder ve bu hareket-
ler içinde karından geçerek oradaki besinleri eritir,
k üçü k par çalara böler ve içinden geçtiği çubuklarla
onları da yanma göt ü r ü r ve adeta bir pmardan f ışk ı- 79
rır gibi bunları aşa ğıya indirerek bedene yay ılmasın ı
sa ğlar. Sı rada nefes alı p vermenin şimdiki hale nasıl
d ön üşt üğü n ü incelemek var. Şöyle anlatayı m: Hare-
ket eden bir cismin girebileceği bir boşluk yoktur ve
içimizdeki hava da d ışarı çı karılamaz. Havanı n bir
boşlu ğa girmediği ve etraf ındaki havayı da ittiği her-
kesçe bilinen bir şeydir. Hareket ettirilen hava başka
bir havayı da hareket ettirir ve bu şekilde nefes çı kt ı-
ğı yere daire şeklinde geri d öner ve tekrar içeri girer.
Bu durum sü rekli olarak tekrarlanır ve asla buna ara
verilmez. Zaten doğ ada da herhangi bir boşluk yok-
tur. Göğü s ve ciğer kısımlar ı havay ı dışarı çıkara-
mazlar. Bedenin çevresindeki havayla, havanın çev-
resine doğ ru gönderildiğ i gözenekli yapı arasında
gidip gelir. Bu hava bedenden çı ktığı anda burun
deliklerimizden bedene dahil olan havay ı daire şek-
linde iter. Peki, t ü m bunlar neden oluyor ? Her canl ı-
da kan ve damarların oldu ğ u kısı mlar adeta içlerinde
bir ateş varm ışçasma en sıcak yerlerdir. Daha önce-
den merkezde olan kısı m ateşten, diğer kısımlar ise
99

You might also like