Professional Documents
Culture Documents
KAHRAMANMARAŞ HALK
KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER
AHMET PIRNAZ
KAHRAMANMARAŞ
OCAK-2019
T.C.
KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI
KAHRAMANMARAŞ HALK
KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER
AHMET PIRNAZ
KAHRAMANMARAŞ
OCAK-2019
I
KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI
ÖZET
Ahmet PIRNAZ
II
DEPARTMENT OF TURKISH LANGUAGE AND LITARETURE
INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES
KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM UNIVERSITY
ABSTRACT
MA THESIS
FORMULAIC EXPRESSIONS IN
KAHRAMANMARAS FOLK CULTURE
Ahmet PIRNAZ
Formulaic expressions are one of the groups of folk culture artifacts. These
words enriching Turkish language with nice expressions are used during
communication by people. However, it has been seen that formulaic expressions
began to fall into disue gradually at this stage. Formulaic expressions are
vocabulary sets which reflect culture of a society from past to present, are used in
certain circumstances to Express people’s relations with each other, are at the
back of people’s minol with experiences. In this study, it is formed a theoretical
framework about the concept of formulaic expression and types of formulaic
expression. Then, formulaic expressions of Kahramanmaraş compiled from
written and oral sources are seperated into ten groups as idiom, proverb, curse,
prayer, swearword, oath, religious statement, adressing, astonishment statement
and salutation words, and all of these expressions are analysed.
III
ÖN SÖZ
Bir kültür ürününün halk kültürü (folklor) dairesine girebilmesi için bazı
vasıfları taşıması gerekmektedir. Bu vasıfların en önde gelenleri geleneksellik ve sözlü
aktarım özelliğidir. Diğer taraftan halk kültürü malzemesi, edebiyat ürünleri ve edebiyat
dışı ürünler olmak üzere iki ana grup teşkil eder. Halk edebiyatının belli başlı eser
tipleri ise anlatmalar, şiirler ve kalıp sözler olarak üç grup oluşturur.
Biz de halk kültürü ve edebiyatı için taşıdığı önem sebebiyle kalıp sözleri
çalışmayı tercih ettik. Bunu da bir yöre (Kahramanmaraş) özelinde çalışmış olduk.
Kalıp sözler, insan ilişkilerinin vesikaları olan sözlü kültür belgeleridir. Değişen
hayat şartları, bütün kültür ürünleri için söz konusu olduğu gibi bu sözlerde de etkisini
göstermektedir. İletişim teknolojileri ekseninde gerçekleşen bu değişimin kimi olumlu
yönleri bulunmakla beraber bütün gelenekli kültür ürünlerinde olduğu gibi kalıp sözler
açısından da çeşitli olumsuzluklar taşıdığı malumdur.
Biz, çalışmamızda öncelikle konunun teorik safhasını oluşturmak için yazılı
kaynaklardan kalıp söz kavramı ve türlerini araştırdık. Meselenin bazı farlılıklar taşıyan
halk kültürü araştırmacısı perspektifi ile dilci perspektifi olarak iki düzlemde
değerlendirildiğini gördük. Bizim çalışmamız, tabii olarak birinci perspektif
doğrultusunda gerçekleşmiştir. Bu itibarla kalıp sözleri belirleyip sınıflandırırken
dilcilerin çalışmalarından da faydalanmakla beraber yaklaşım farklılığından dolayı
dilcilerin tasnif ve tanımlarına bütünüyle bağlı kalmadık.
Kalıp sözlerin Kahramanmaraş coğrafyasındaki durumunu tez, makale-bildiri,
kitap hüviyetindeki çalışmalarla elektronik ortamdan (WEB siteleri) metin ve sözlük
taraması yaparak tespit ettik. Ayrıca eserlerden tarama yaparak fişlediğimiz anlamı
bilinmeyen kalıp sözleri anlamlandırmak ve derleme yapmak için Kahramanmaraş’ın
ilçelerini, köylerini ve kasabalarını dolaşarak kaynak kişilere ulaştık. Kaynak kişilerden
kalıp söz derledik. Bu bağlamda Kahramanmaraş’ın Çağlayancerit, Andırın, Elbistan,
Nurhak, Türkoğlu, Onikişubat ve Dulkadiroğlu ilçelerindeki Kurtlar, Muratlı, Kerimli,
Kızıltaş, Kayabaşı, Bertiz-Boylu, Bertiz-Beşenli, Dereboğazı, Suluyayla, Çukurhisar,
Fatmalı, Yenicekale, Reyhanlı (Kızılağaç), Topçalı, Gölpınar, Kızıldamlar, Tekerek,
Yusuflar, Önsen ve Beyazıtlı köy/mahallelerinde çalışmalar yaptık. Çalışmamızda
toplam 189 yazılı, 80 sözlü kaynaktan yararlandık.
Çalışmamız dört bölümden müteşekkildir. Giriş niteliğindeki birinci bölümde
kalıp söz kavramından, bir kültür unsuru olarak kalıp sözlerden, kalıp sözlerin
özelliklerinden, türlerinden ve tasniflerinden bahsettik. Kalıp sözleri hacim ve
kullanımlarını dikkate alarak deyim, atasözü, beddua/kargış, dua/alkış, sövgü-küfür-
hakaret sözü, yemin, dini söz, hitap sözü, şaşkınlık sözü ve selam sözü olmak üzere on
gruba ayırarak inceledik. Bu sözlerden deyim, atasözü ve bedduaları işlev, yapı,
yaygınlık-kullanım durumu, oluşum, anlatım, anlam ve tema-konularına göre
değerlendirdik. Ancak nesnel bir çerçeveye oturtmak mümkün olmadığından tema-konu
incelemesi yapmayıp daha önce yapılmış çalışmalardan bahsettik. Duaları işlev, yapı,
yaygınlık-kullanım durumu, anlatım ve anlam; sövgü-küfür-hakaret sözlerini işlev, yapı
ve oluşum; yemin, dini söz, hitap sözü, şaşkınlık sözü ve selam sözlerini ise işlev ve
yapı açısından değerlendirdik.
İkinci bölümde konu ile ilgili daha önce yapılmış çalışmalar hakkında bilgi
verdik. Bu çalışmaların bazıları tez, bazıları kitap, bazıları ise makale niteliğindedir.
Üçüncü bölümde tarama ve derleme yaparak tespit ettiğimiz Kahramanmaraş
yöresinde kullanılan kalıp sözleri listeleyip inceledik. Tezimizin asıl konusunu teşkil
eden bu bölümde yörenin kalıp sözlerini derli toplu bir hale getirmeye çalışarak bir nevi
envanter çalışması yaptık.
Sonuç-Değerlendirme başlıklı dördüncü bölümde ise kalıp sözlerin bir kritiğini
yaptık, ulaştığımız sonuçları maddeler halinde sıraladık.
Çalışmanın sonuna kalıp sözlerde geçen anlamının bilinmeyeceğini
düşündüğümüz kelimeler için küçük bir sözlük ilave ettik. Yararlandığımız kaynaklara
“Kaynak Kişiler Listesi” ve “Kaynakça”da, çalışmamızla ilgili bazı görsellere de
“Ekler” bölümünde yer verdik.
IV
Tespit ettiğimiz kalıp sözlerin yanına paragraf içinde kaynak gösterme
yöntemine bağlı kalarak yazarın soyadını, eserin basım yılını ve kalıp sözün geçtiği
sayfa sayısını yazdık. Aynı söz için birden çok kaynaktan yararlanılmışsa bu kaynakları
da sözün yanına alfabetik sıra gözeterek vermeye çalıştık. Aynı yazarın farklı eserleri
söz konusu olduğunda basım yılı önce olanları daha öne koyduk. Basım yılı belli
olmayan eserleri kaynak gösterirken soru işareti (?) ile belirttik. Sayfa sayısı birbirinin
devamı olan ciltlere ayrılmış çalışmalarda basım yılı aynı olanlar için basım yılının
yanına ayrıca “a, b, c” gibi belirtkeler koymadık, zira alıntı yapılan kaynağın sayfa
numarası çalışmanın kaçıncı cilt olduğu hakkında bilge vermektedir. Bazı eserlerde bir
sözü birden fazla tespit ettik ve bunlar için ayrı ayrı kaynak gösterdik.
Kaynak kişilerden derlediğimiz sınırlı sayıdaki sözler için kaynak kişinin adını
ve soyadını verdik. Kaynakçada ise kaynak kişinin adı-soyadını, yaşını, eğitim
durumunu, mesleğini ve ikamet yerini belirttik. Kaynak kişilerle ilgili derlemenin
yapıldığı tarihi kayıt altına aldık. Karışıklık olmasın diye bazı kaynak kişilerin
isimleriyle birlikte lakaplarını da kaynakça bölümünde belirttik.
Kalıp sözleri alıntılarken ya yalnızca sözü aldık ya da söz ve açıklamayı birlikte
aldık. Yöre kültürü içinde yetişmiş ve birçok sözün aşinası bir kimse olarak kimi
sözlerde bazı ilave, çıkarma ve düzeltmeler yaptık. Birden fazla versiyonu bulunan
sözleri tek maddede göstermeye çalıştık. Anlamı aynı ve benzer olan sözleri “Bkz”
yönlendirmesiyle ifade ettik. Sözlerin bir başka kaynakta tamamlanan kısımlarını köşeli
parantez içinde belirttik. Kalıp sözlerin içinde geçen bazı kelime veya kelime
gruplarındaki değişik kullanımları ise eğik çizgi işaretiyle belirttik.
Taradığımız eserlerde deyim-atasözü gibi açıklamaya ihtiyaç duyulan bazı
sözlerin açıklaması verilmiş, bazılarının ise verilmemiş idi. Açıklaması verilmeyen
sözlerin anlamları büyük ölçüde kaynak kişilere başvurularak tamamlamdı. Sınırlı
sayıda (15-20 kadar) sözün anlamını ise bütün çabalarımıza rağmen tespit edemedik.
Diğer taraftan aynı sözün farklı açıklamalarıyla da karşılaştık. Bunları da
vermeye çalıştık. Hikâyesini tespit edebildiğimiz kalıp sözlerin hikâyelerini de sözlerin
yanına yazdık. Deyimleri daha iyi açıklayabilmek için eserlerden örnek cümleler aldık.
Ahlâka uygun olmayan kelimeleri, baş harflerini yazıp kök halindeki harf sayısı
kadar nokta (.) koyarak belirttik. Kelimeye gelen ekleri ise noktalı kısımdan sonra
belirttik. “G..te durmayan o…uk” örneğinde olduğu gibi.
Bazı kalıp sözler, tasnif itibarıyla birden çok grup altında değerlendirilebilir. Biz
ağır bastığını düşündüğümüz tasnif altında değerlendirme yaptık.
Tezimizde yerel ağız özelliklerine ve tarama yaptığımız eserlere elimizden
geldiğince dokunmamaya çalıştık. Ancak konuşma diline göre yazıldığında ortaya
çıkacak anlaşılmazlıkların önüne geçmek için bazı sözlerde düzenlemeler yaptık. Ağız
özelliğinden ötürü yazı diline aktarılan ve anlaşılması güç olan bazı kelimelerin
parantez içinde genel dildeki anlamını veya yazımını verdik.
Fonetik olarak umumiyetle standart Türkçede “p, k ve t” ile başlayan kelimeler,
yörede “b, g ve d” ağırlıklı telaffuz edilir. Bu bağlamda örnek verecek olursak Maraşlı,
“kalabalık” değil “galabalık”; “tırnak” değil “dırnak” şeklinde konuşur. Dolayısıyla bu
şekilde kullanımları biz de çalışmamıza olduğu gibi ekledik. İlk hecedeki dar ünlüleri
söyleyemez Maraşlı, “gider” yerine “geder” der. Maraş insanı, genellikle ikinci
hecedeki ünlüyü uzatarak söyler, ancak biz uzun ünlüleri belirtmek için ayrıca sembol
kullanmadık. “Geliyorum” kelimesi şehrimizde “geliim” şeklinde fakat “i” harfi
uzatılarak söylenir. Bunu belirtmek için de uzun ünlüleri iki kez yazdık. Bununla
birlikte Maraş içinde bile ilçeler arası ağız farklılıkları vardır.
Taradığımız kaynaklardan birçoğunun yerel kaynaklar olmasından dolayı bazı
yazarlar, almış olduğu bilgiler için kaynak göstermemiş. Dolayısıyla farklı kitaplardan
aldığımız bazı kalıp sözlerin aslında tek bir kaynaktan dağılmış olabileceği de göz
önünde bulundurulmalıdır. Biz yine de elimize geçen tüm kaynakları taradık. Her biri
için ayrı ayrı kaynak gösterdik.
Çalışmamızın amacı, kalıp sözleri mahalli ölçekte derlemek ve yöre insanının
kültürel boyutta belirli durumlarda kullandığı sözler üzerinde açıklama yapmaktır. Bu
amaçla 2016 yılında başladığımız çalışmamıza gereken özeni göstermeye çalıştık.
V
Öncelikle halk kültürüne ilgi duymamı sağlayan ve “kahvehaneler benim
laboratuarımdır” sözü aklımdan hiç çıkmayan hocam Prof. Dr. Dilaver DÜZGÜN’e;
dokümanları ile bizzat kendilerinden faydalandığım Arif BİLGİN, Hacı Ali
ÖZTURAN, Celil ÇINKIR, Dr. Öğr. Üyesi Ahmet YENİKALE ve Dr. Öğr. Üyesi
Metin DEMİRCİ’ye; diğer taraftan “Allah oğlum, okuyup da üniversitelere profesör
olasın” duasıyla çalışma azmimi artıran anneme; kendisinden birçok kalıp söz
derlediğim kayınvalideme; kalıp sözlerin kayıt altına alınmasında şahsıma yardım eden
sevgili eşime ve isimlerini burada tek tek anmam mümkün olmayan kaynak kişilere; tez
savunmasında eleştiri ve önerilerinden istifade ettiğim jüri üyelerim Dr. Öğr. Üyesi
Yılmaz IRMAK ve Doç. Dr. Yakup POYRAZ’a ve çalışmanın asıl müsebbibi olup
arşivi, kütüphanesi ve birikimini esirgemeyen, çalışmanın her aşamasında destek
gördüğüm danışman hocam Dr. Öğr. Üyesi İbrahim ERŞAHİN’e en kalbi şükranlarımı
ifade etmek istiyorum.
Çalışmanın bilim dünyasına, Kahramanmaraş halk kültürüne katkı sağlaması
temennisiyle muhtemel yanlışları düzeltmek ve eksikleri tamamlamak için başta bilim
insanları ve yöre kültürünü iyi bilenlerden katkı beklediğimi de belirtmek isterim.
Ahmet PIRNAZ
Kahramanmaraş, 2019
VI
İÇİNDEKİLER
ÖZET ................................................................................................................... II
ABSTRACT ........................................................................................................ III
ÖN SÖZ .............................................................................................................. IV
İÇİNDEKİLER ..................................................................................................VII
KISALTMALAR LİSTESİ.................................................................................. X
GRAFİK LİSTESİ .............................................................................................. XI
1. GİRİŞ: KALIP SÖZLER .................................................................................. 1
1.1. Kalıp Söz Kavramı ..................................................................................... 1
1.1.1. Terim.................................................................................................... 1
1.1.2. Tanım ................................................................................................... 1
1.1.3. Bir Kültür Unsuru/Formu Olarak Kalıp Sözler ................................... 2
1.1.4. Özellikler ............................................................................................. 3
1.1.5. Tasnif ................................................................................................... 4
1.1.5.1. İşlev ............................................................................................... 5
1.1.5.2. Yapı ............................................................................................... 8
1.1.5.3. Yaygınlık-Kullanım Durumu ........................................................ 9
1.1.5.4. Oluşum ........................................................................................ 10
1.1.5.5. Anlatım........................................................................................ 10
1.1.5.6. Anlam .......................................................................................... 11
1.1.5.7. Tema-Konu ................................................................................. 12
1.2. Kalıp Söz Türleri ...................................................................................... 12
1.2.1. Deyim ................................................................................................ 13
1.2.1.1. Terim ........................................................................................... 13
1.2.1.2. Tanım .......................................................................................... 13
1.2.1.3. Özellikler ..................................................................................... 14
1.2.1.4. Tasnif .......................................................................................... 16
1.2.2. Atasözü .............................................................................................. 20
1.2.2.1. Terim ........................................................................................... 20
1.2.2.2. Tanım .......................................................................................... 20
1.2.2.3. Özellikler ..................................................................................... 21
1.2.2.4. Tasnif .......................................................................................... 23
1.2.3. Beddua/Kargış ................................................................................... 30
1.2.3.1. Terim ........................................................................................... 31
1.2.3.2. Tanım .......................................................................................... 31
1.2.3.3. Özellikler ..................................................................................... 32
1.2.3.4. Tasnif .......................................................................................... 33
1.2.4. Dua/Alkış ........................................................................................... 39
1.2.4.1. Terim ........................................................................................... 40
1.2.4.2. Tanım .......................................................................................... 40
1.2.4.3. Özellikler ..................................................................................... 41
1.2.4.4. Tasnif .......................................................................................... 41
1.2.5. Sövgü-Küfür-Hakaret Sözü ............................................................... 47
1.2.5.1. Tasnif .......................................................................................... 47
1.2.6. Yemin ................................................................................................ 48
1.2.6.1. Tasnif .......................................................................................... 49
1.2.7. Dini Söz ............................................................................................. 50
1.2.7.1. Tasnif .......................................................................................... 50
VII
1.2.8. Hitap Sözü ......................................................................................... 51
1.2.8.1. Tasnif .......................................................................................... 51
1.2.9. Şaşkınlık Sözü ................................................................................... 51
1.2.9.1. Tasnif .......................................................................................... 51
1.2.10. Selam ............................................................................................... 52
1.2.10.1. Tasnif ........................................................................................ 53
2. KONU İLE İLGİLİ ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR .............................................. 54
2.1. Makaleler-Bildiriler .................................................................................. 54
2.2. Tezler ........................................................................................................ 54
2.3. Kitaplar ..................................................................................................... 55
3. KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER.............. 57
3.1. Deyim ....................................................................................................... 58
3.1.1. İnceleme/Tasnif ................................................................................. 58
3.1.1.1. İşlev ............................................................................................. 58
3.1.1.2. Yapı ............................................................................................. 59
3.1.1.3. Yaygınlık-Kullanım Durumu ...................................................... 59
3.1.1.4. Oluşum ........................................................................................ 59
3.1.1.5. Anlatım........................................................................................ 60
3.1.1.6. Anlam .......................................................................................... 60
3.1.2. Liste ................................................................................................... 60
3.2. Atasözü ................................................................................................... 244
3.2.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 244
3.2.1.1. İşlev ........................................................................................... 244
3.2.1.2. Yapı ........................................................................................... 245
3.2.1.3. Yaygınlık-Kullanım Durumu .................................................... 246
3.2.1.4. Oluşum ...................................................................................... 246
3.2.1.5. Anlatım...................................................................................... 247
3.2.1.6. Anlam ........................................................................................ 247
3.2.2. Liste ................................................................................................. 247
3.3. Beddua/Kargış ........................................................................................ 364
3.3.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 364
3.3.1.1. İşlev ........................................................................................... 364
3.3.1.2. Yapı ........................................................................................... 365
3.3.1.3. Yaygınlık-Kullanım Durumu .................................................... 365
3.3.1.4. Oluşum ...................................................................................... 365
3.3.1.5. Anlatım...................................................................................... 366
3.3.1.6. Anlam ........................................................................................ 366
3.3.2. Liste ................................................................................................. 366
3.4. Dua/Alkış................................................................................................ 390
3.4.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 391
3.4.1.1. İşlev ........................................................................................... 391
3.4.1.2. Yapı ........................................................................................... 391
3.4.1.3. Yaygınlık-Kullanım Durumu .................................................... 391
3.4.1.4. Anlatım...................................................................................... 392
3.4.1.5. Anlam ........................................................................................ 392
3.4.2. Liste ................................................................................................. 392
3.5. Sövgü-Küfür-Hakaret Sözü .................................................................... 407
3.5.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 407
3.5.1.1. İşlev ........................................................................................... 407
VIII
3.5.1.2. Yapı ........................................................................................... 407
3.5.1.3. Oluşum ...................................................................................... 407
3.5.2. Liste ................................................................................................. 407
3.6. Yemin ..................................................................................................... 410
3.6.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 410
3.6.1.1. İşlev ........................................................................................... 410
3.6.1.2. Yapı ........................................................................................... 410
3.6.2. Liste ................................................................................................. 411
3.7. Dini Söz .................................................................................................. 413
3.7.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 413
3.7.1.1. İşlev ........................................................................................... 413
3.7.1.2. Yapı ........................................................................................... 413
3.7.2. Liste ................................................................................................. 413
3.8. Hitap Sözü .............................................................................................. 415
3.8.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 415
3.8.1.1. İşlev ........................................................................................... 415
3.8.1.2. Yapı ........................................................................................... 415
3.8.2. Liste ................................................................................................. 415
3.9. Şaşkınlık Sözü ........................................................................................ 416
3.9.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 416
3.9.1.1. İşlev ........................................................................................... 416
3.9.1.2. Yapı ........................................................................................... 416
3.9.2. Liste ................................................................................................. 416
3.10. Selam .................................................................................................... 417
3.10.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................. 417
3.10.1.1. İşlev ......................................................................................... 417
3.10.1.2. Yapı ......................................................................................... 417
3.10.2. Liste ............................................................................................... 417
4. SONUÇ-DEĞERLENDİRME ...................................................................... 418
SÖZLÜK ........................................................................................................... 423
KAYNAK KİŞİLER LİSTESİ.......................................................................... 426
KAYNAKÇA .................................................................................................... 428
ÖZ GEÇMİŞ
EKLER
IX
KISALTMALAR LİSTESİ
X
GRAFİK LİSTESİ
XI
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Kalıp sözler ile ilgili açıklamalar yapmadan evvel şunun bilinmesi gerekir ki bu
çalışmanın ekseni, dilbilim değil halk kültürü/bilimidir. Dolayısıyla dilbilimcilerin
verilerinden faydalansak da birtakım farklılıklar arz ettiğinden onların perspektiflerini
bütünüyle kullanmayacağız.
1.1.1. Terim
Kalıplaşmış sözler de denilen kalıp sözler, Türkçenin söz varlığı içerisinde yer
alan dil birlikleridir. Dolayısıyla kalıp söz teriminden önce “söz” ve “söz varlığı”
kavramları üzerinde durmak yerinde olacaktır.
Söz:
1. Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırdı, kelam, laf,
kavil. 2. Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime,
sözcük. 3. Bir konuyu yazılı veya sözlü olarak açıklamaya yarayan kelime
dizisi. 4. Kesinlik kazanamayan haber, söylenti (TS, 2005: 1803).
Söz varlığı:
“Bir dildeki sözlerin bütünü, söz hazinesi, söz dağarcığı, sözcük hazinesi,
vokabüler, kelime hazinesi.” (TS, 2005: 1807).
Bir dilin söz varlığının önemli bir bölümünü de kalıp sözler oluşturmaktadır. Bu
hususta Doğan Aksan, şunu der:
“Bir dilin söz varlığı denince yalnızca o dilin sözcüklerini değil, deyimlerin,
kalıp sözlerin, kalıplaşmış sözlerin, atasözlerinin, terimlerin ve çeşitli anlatım
kalıplarının oluşturduğu bütünü anlıyoruz.” (Aksan, 2004: 7).
Bazı araştırmacılar kalıp sözler için farklı ifadeler de kullanmışlardır. Tespit
edebildiğimiz kadarıyla bunlar: “ilişki sözleri” (Aksan, 2004); “kültür birimler” (Kula,
1996) ve “iletişimsel sözler”dir (Toklu, 2003). Bu sözlere “bağlamsal sözler” ya da
“karşılama sözleri” denebileceğini söyleyenler de vardır (Çotuksöken, 2002).
Aksan (2004) ve Karaağaç (2018), “kalıplaşmış söz” teriminden de söz eder.
Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda sözün, bir dildeki bütün sözlüksel ögeler,
kalıp sözün ise toplumun bireyleri arasındaki ilişkileri ifade etmede âdet olan söz ögesi
olduğunu görüyoruz. Bu ögelerden Türkçede benzer durumlarda söylenen anlatım
araçları için ise kalıp sözler terimi kullanılmıştır.
1.1.2. Tanım
1
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
2
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Bir yaşam biçimi olarak kültür, toplumla ilgili bilgilerin saklandığı bir depo
gibi düşünülebilir. Bu bilgiler, çoğunlukla kalıp sözlerin de içinde yer aldığı
kalıplaşmış dil birimleri ile dile getirilmiş görünür. Bu nedenle, kalıp sözler
aracılığıyla toplum hakkında bilgi edinmek mümkün olur. Söz gelimi, Nazar
değmesin toplumda nazara inanıldığı, Ellerinizden öperim saygının bir
ifadesi olarak el öpüldüğü, İyi saatte olsunlar cinlerin varlığının kabul
edildiği, Tahtaya vuralım batıl inançların olduğu, X belediyesinin bana
verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum resmi nikahın
belediye görevlileri tarafından kıyıldığı gibi kültüre ait özelliklerin kalıp
sözlerle ifade edildiği örnekler olarak gösterilebilir. Dolayısıyla Türk
kültürünün kendisinin özelliklerini kalıp sözlerle açığa çıkardığı ve bu
sözler sayesinde kültür hakkında pek çok bilgiye ulaşılabileceği söylenebilir
(Gökdayı, 2015: 124).
Kalıp sözler, hemen her kültürde olduğu gibi Türk kültüründe de önemli bir yere
sahiptir. Öyle ki ilk Türklerden beri toplum hafızasında nesilden nesile aktarılmış,
böylelikle kültür taşıyıcılığı işlevini de yerine getirmiştir. İlk yazılı kaynaklarımız olan
Göktürk Abideleri’nde bu söz birliklerinden sav (sab) örneklerini görmekteyiz. Yine
bunlara ilk Türk dilleri sözlüğü olan Divanü Lügati’t-Türk’te de rastlamaktayız.
Kalıp sözlerin toplum kültürüyle yakın bir ilişkisi söz konusudur. Oldukça
zengin bir sözlü kültüre sahip olan Türkler, belirli durumlarda belirli ifadelere
başvurmuştur.
İslam kültür medeniyeti dairesine girdikten sonra bu sözlerin dini-İslami
ifadelerle daha zenginleştirildiğini görüyoruz. Söz gelimi, bunlardan biri olan, “bildiği
areytellezi olmamak” ifadesinde, Maun Suresi’ndeki bir kavram deyim oluşturmuş ve
deyime “eski alışkanlıklarına göre davranmayı bırakmak” anlamı katmıştır. Yine “dinde
yayan, imanda piyade olmak” deyiminde din ve iman kavramlarıyla deyime “inanç
yönünden zayıf olmak” anlamı katılmıştır.
Kalıp sözler arasında, “Türk insanının inceliğini, duygusallığını, toplum
ilişkilerindeki dikkatli tutumunu yansıtan ve başka dillerde rastlanmayan sözler” vardır
Bu bağlamda “sizden iyi olmasın”, “üstünüze sağlık”, “ayıptır söylemesi” örneklerini
verebiliriz (Aksan, 2006: 202).
Hatta bu sözlerle ilgili olarak “Türk kültürünün insan ilişkilerinde saygıyı,
nezaketi, duygusallığı ve yakınlığı önemseyen tavrını gösterdiği söylenebilir” olduğu
düşünülür. Öyle ki, “Türk kültüründe kişinin kendisinden çok muhatabının,
karşısındakinin öne çıktığı, onun istekleri, duygu ve düşüncelerine daha önem verildiği
söylenebilir.” (Gökdayı, 2015: 121).
Diğer taraftan “bir duadan ilişki sözüne dönüşen ve toplum içinde, belli
durumlarda söylenmesi gereken pek çok söz bulunmaktadır.” Söz gelimi, ölen bir kimse
için “Allah taksiratını affetsin” deriz. Ya da yolcu uğurlarken “Allah selamet versin”
deriz (Aksan, 2006: 203).
1.1.4. Özellikler
3
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.1.5. Tasnif
Türkiye’de üzerinde çok fazla çalışılmamış dil birimleri olan kalıp sözlerle ilgili
derli toplu ilk çalışmayı yapan araştırmacı, Hürriyet Gökdayı’dır. Gökdayı, 2008 yılında
“Türkçede Kalıp Sözler” adlı makaleyi yazmıştır. 2011 yılında ise aynı adla kitap
çıkarmıştır. Bu alanda 2007 yılında Çiğdem Erol, “Türkiye Türkçesinde Kalıp Sözler
Üzerine Bir İnceleme” adlı yüksek lisans tezi hazırlamıştır. Yine Serdar Bulut, 2012
yılında “Anadolu Ağızlarında Kalıp Sözler ve Kullanım Özellikleri” adlı yüksek lisans
tezi hazırlamıştır.
Bu araştırmacılardan biri olan Çiğdem Erol, çalışmasında kalıp sözleri
anlamlarına ve yapılarına göre olmak üzere iki grupta tasnif eder.
Bir diğer sınıflandırma Hürriyet Gökdayı’ya aittir. Gökdayı (2008), Türkçede
Kalıp Sözler adlı makalesinde kalıp sözleri anlamlarına göre on yedi grupta
incelemiştir. Gökdayı, 2015 yılında yayımladığı Türkçede Kalıp Sözler adlı kitabında
ise konuya daha ayrıntılı olarak yaklaşmakta ve kalıp sözleri yapı, anlam, işlev ve
bağlamına göre olmak üzere dört açıdan sınıflandırmaktadır.
Kalıp sözlerin sınıflandırılması konusunda bir başka çalışma da Serdar Bulut’a
aittir. Bulut (2012), Anadolu Ağızlarında Kalıp Sözler ve Kullanım Özellikleri adlı
tezinde kalıp sözleri daha ziyade anlam-işlev bakımından yirmi bir gruba ayırarak
incelemiştir.
Söz konusu araştırmacılara ait sınıflandırmalarda kalıp sözler, temelde anlam-
işlev ve yapı olmak üzere iki grup oluşturmaktadır. Biz ise bunlara ek olarak kalıp
sözlerin “yaygınlık-kullanım durumu, oluşum, anlatım, anlam ve tema-konu”
4
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.1.5.1. İşlev
5
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.1.5.2. Yapı
9
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.1.5.4. Oluşum
Kalıp sözleri oluşum ortamı bakımından da iki gruba ayırabiliriz. Bunlardan biri
genel halk ortamı, ikincisi de argodur.
1. Genel Halk Ortamında Konuşulan Kalıp Sözler
Bu gruptaki kalıp sözler, argo nitelikte olmayan halkın konuştuğu kalıp
sözlerdir.
Kan ağlamak.
Kılıç kınını kesmez.
Eline ayağına düşmek.
2. Özel Ortamlarda Oluşan (Argo) Kalıp Sözler
Bazı kalıp ifadeler, oluşum bakımından argo özellik göstermektedir. Bu sözler,
daha çok belli bir grubun anlaşma aracı şeklindedir. Örneğin, “cirlavuk şirketi” ifadesi
“dolandırmak için bir araya gelmiş ekip” anlamında argo bir kalıp sözdür. Yine “boyalı
maymun” sözü, “fazla süslü kadın” tipini tarif eden argo kalıp sözdür.
Çıkış yerleri itibarıyla argo olan sözlerin bir kısmı yalnızca kaynağı olan grupla
sınırlı kalırken bazıları da genel dile geçmiştir. Örneğin:
Maytaba almak.
Zokayı yutmak.
1.1.5.5. Anlatım
Ellerin kapısı,
demirden yapısı.
Ne benden sana bazlama
Ne senden bana gözleme.
1.1.5.6. Anlam
11
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.1.5.7. Tema-Konu
Kalıp sözleri tasnif ederken dilbilimciler gibi yöntem izlemek, halk kültürüne ait
kalıp sözleri belli bir alana hapsedebilir yahut kalıp sözlerin bazılarını sınıflandırma dışı
bırakabilir düşüncesiyle ve bütüne ulaşabilmek için -daha önceki çalışmalardan da
yararlanarak- bir tasnif denemesi yaptık ve kalıp sözleri on grupta inceledik. Bu on
grubu da hacimli olandan hacimsiz olana doğru şöyle sıraladık:
1. Deyim
2. Atasözü
3. Beddua/Kargış
4. Dua/Alkış
5. Sövgü-Küfür-Hakaret Sözü
6. Yemin
7. Dini Söz
12
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
8. Hitap Sözü
9. Şaşkınlık Sözü
10. Selam
Buradaki kalıp söz türlerinin her birini ayrı ayrı değerlendireceğiz. Deyimleri,
atasözlerini ve bedduaları işlev, yapı, yaygınlık-kullanım durumu, oluşum, anlatım ve
anlamlarına göre alt başlıklara ayırarak inceleyeceğiz. Duaları işlev, yapı, yaygınlık-
kullanım durumu, anlatım ve anlam; sövgü-küfür-hakaret sözlerini işlev, yapı ve
oluşum; yeminleri, dini sözleri, hitap sözlerini, şaşkınlık sözleri ile selam sözlerini ise
işlev ve yapı açısından değerlendireceğiz. Bununla beraber kalıp sözleri tema-konu
bakımından incelemeyeceğiz, sadece daha önce yapılmış çalışmalardan bahsedeceğiz.
1.2.1. Deyim
Kalıp sözler arasında en fazla hacme sahip kalıp söz grubu deyimlerdir.
Milletimiz, yüzyıllardan beri bazı durumları izah eden ve zamanla aynı durumlar için
tekrarlanan sözler söylemiştir. İşte bu sözlerden birini de deyimler oluşturmaktadır.
1.2.1.1. Terim
1.2.1.2. Tanım
13
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
-Belli bir kavramı, belli bir duygu ya da durumu dile getirmek için birden çok
sözcüğün bir arada, seyrek olarak da tek bir sözcüğün yan anlamında kullanılmasıyla
oluşan sözdür (Aksan, 1982: 37).
-Anlatım gücünü artırmak için, az çok mantık dışına kayan bazı sözcükleri
değişmediği halde bazıları değişip çekimlere giren kalıplardır (Hatipoğlu, 1982: 194).
-Çekici bir anlatım özelliği taşıyan, genellikle gerçek anlamından ayrı bir anlamı
bulunan kalıplaşmış kelime öbeği (Topaloğlu, 1989: 55).
-Gerçek anlamından farklı bir anlam taşıyan ve çekici bir anlatım özelliğine
sahip olan kelime öbeği (Korkmaz, 1992: 43).
-Anlatım gücünü artırmak için, az çok mantık dışına kayan kimi sözcüklerdir
(Bozkurt, 1995: 170).
-Anlatıma akıcılık, çekicilik katan çoğunun gerçek anlamından ayrı bir anlamı
bulunan genellikle de birden çok sözcüklü dil ögesi, kalıplaşmış sözcük topluluğu
(Püsküllüoğlu, 1995: 7).
-Bir kavramı, bir düşünceyi, bir olayı az sözle belirtmek ve daha etkili kılmak
için başvurulan anlatım yollarından biridir (Özdemir, 1997: 5).
-Genellikle gerçek anlamının dışında kullanılan, anlatımı daha güzel ve etkili
yapan, toplum tarafından ortak olarak benimsenen kalıplaşmış söz (Hengirmen, 1999:
116).
-Deyimler, anlatım gücünü arttırmak için kullanılan genellikle gerçek
anlamlarının dışına kayarak mantık dışı hayaller, düşünceler taşıyan kalıplaşmış
sözlerdir (Demir, 2004: 612).
-Deyimler (tabirler), asıl anlamlarından uzaklaşarak yeni kavramlar meydana
getiren kalıplaşmış sözlerdir. İki veya daha çok kelimeden kurulu bir çeşit dil ifadesi
olan bu sözler, duygu ve düşüncelerimizi, dikkati çekecek biçimde anlatan isim, sıfat,
zarf, basit ve birleşik fiil görünüşlü gramer unsurlarıdır (Elçin, 2004: 642).
-Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, ilgi çekici bir anlam taşıyan
kalıplaşmış söz öbeği, tabir (TS, 2005: 517).
-Bir dilin sözvarlığının en önemli ögeleri arasında yer alan deyimler, o dili
konuşan toplumun maddi ve manevi kültürünü, algılama, anlatım ve imgelem gücünü,
nükte eğilimini bütünüyle ortaya koyan sözlerdir (Aksan, 2006: 96).
-Toplumun yaşayışından, inançlarından, gelenek göreneklerinden çıkan her türlü
bilgiyi, düşünceyi yansıtan deyimler, genellikle gerçek anlamlarının dışında kullanılan,
birden çok kelimeden kurulmuş kalıp sözlerdir (Erol, 2007: 8).
-Bir tür sözlüksel birim oluşturan anlambirim toplaşması; genellikle öz
anlamından az çok ayrı bir anlam içeren kalıplaşmış söz (Vardar, 2007: 71).
-Kendisini oluşturan kelimelerden farklı bir anlam taşıyan, en az iki kelimeyle
kurulmuş, çok defa kendi başlarına bir cümle yapısı göstermeyen klişe söz grubu
(Erşahin, 2011b: 108).
-Yapıca tek tek anlamları olan sözlerden oluşmalarına rağmen, anlamlı parçalara
ayrılamayan ve bir bütün olarak işlev gören sözlük birimlerdir (Karaağaç, 2011: 35).
-Bir durumu, olayı, düşünceyi özetleyen, en az bir kelimeden oluşan ve
genellikle gerçek anlamının dışında ayrı bir anlama sahip olan, özel anlamları belirli bir
kurala bağlanamayan kalıplaşmış söz (Kaya, 2014: 255).
-Belirli bir kültürde yaygın bir şekilde bilinip kullanılan ve anlamı kendisini
oluşturan birimlerin gerçek anlamlarından çıkarılamayacak öbek veya cümleler olarak
tanımlanabilir (Gökdayı, 2015: 39).
Yukarıda verilen tanımların da yardımıyla şöyle bir tanım yapabiliriz: Deyimler,
bir toplumun kültüründen kaynaklanan, umumiyetle ilk anlamının dışında sanatlı bir
anlatımla kullanılan ve en az iki kelimeden oluşan kalıplaşmış sözlerdir.”
1.2.1.3. Özellikler
Dinini yıkmak.
Ekmeğine yağ sürmek.
10. Deyimler kısa, pratik ve özlü ifade belirtir:
Ağa günü.
Tırık çalısı.
1.2.1.4. Tasnif
1.2.1.4.(1). İşlev
Deyimlerin işlevi, fotoğrafı çekilen bir durumu kısa ve özlü bir şekilde ifade
etmektir. “Deyimler, işlevsel olarak kısa ve özlü anlatım araçları olduklarından az
sayıda sözcükle kapsamlı bir anlam içeriğini iletmeyi sağlarlar.”, “Yine deyimler,
kavramları ilgi çekici bir biçimde özel bir kalıp içinde belirtme işlevini yerine getirir.”,
“Deyimler, olabildiğince az sayıda sözcükle kapsamlı anlam içeriğini iletmeyi sağlar.
İletişim sırasında anlamı ve bu süreci daha ilgi çekici hale getirmeye yardım eder.”
(Gökdayı, 2015: 43-44).
Deyimler, “Küçük hacimleriyle ancak birçok cümleyle karşılanacak bir anlamı
bir çırpıda, veciz bir biçimde anlatırlar.” (Erşahin, 2011b: 108).
Deyimlerin işlevini şöyle sıralayabiliriz:
1. Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme
Anlaşıldı pederin bayraktar olduğu.
Eğri düzü beğenmez, o da bizi beğenmez.
2. Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme
Kürt buldu tanışı kaldı.
Hacdan gelen benim, anlatan sensin.
3. Eğitim ve Kültürü Genç Kuşaklara Aktarma
Kazın ayağı öyle değil.
Kazan kazana kara demiş, tavanın da gülmekten aklı gitmiş.
4. Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma
O…mayın, s..mayın; köyde kâhya var.
Üstüne atmak. (Bir suçu)
5. Protesto
Talihim olsaydı anamdan kız doğardım.
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
6. Dini İnançları Yansıtma
İyi saatte olsunlar.
İmana gelmek.
7. Ahlâki Değer Bildirme
Güttüğüm domuzu bana öğretme.
Evvel âr idi, şimdi kâr oldu.
8. Durum Bildirme
Boşa davul dövmek.
Def yarıldı, maymun yoruldu.
9. Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Ne hana minnet ne hancıya.
Saldım çayıra, Mevla’m kayıra.
10. İletişime Yardım Etme
Deli bir değil ki bağlayasın; ölü bir değil ki ağlayasın.
Gün ola, harman ola.
11. Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme
Ayaklı kütüphane.
Canciğer kuzu sarması.
16
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.1.4.(2). Yapı
Deyimler en az iki, en çok yedi sekiz kelime ile kurulur. Çok uzun deyimler
çok defa deyimlikten çıkmış, bozulmuştur. Bir tek kelime ise deyim olamaz
eğer bir kelimenin anlamı gerçek anlamından kaymışsa, o kelime mecaz
anlamında kullanılıyor veya kelimenin anlamı çoğaltılıyor demektir. Çünkü
bir kelimenin pek çok gerçek veya mecaz anlamı olabilir. Deyimde ise bir
tek kelimenin anlamı dışında kullanılması aranmaz, en az iki kelimenin
birlikte kullanılmalarından doğan ortak anlam, gerçek anlam dışında hatta
mantık dışındadır. Yoksa bir tek kelimenin mantık dışında kullanılması,
çekici bir özellik yaratamaz, belki de anlamın kaybolmasına sebep olur ve
tek kelime olduğu için de mantık dışına kayma söz konusu olamaz
(Hatiboğlu, 1964; 222).
İkileme, bir sözcüğün -eş, yakın, zıt, olumlu olumsuz- tekrar etmesiyle oluşan
kalıplaşmış söz dizimi unsurudur. Dilimiz, ifade edim aracı olarak ikilemelerin çok
fazla kullanıldığı bir dildir.
İkilemelerin tamamı deyim değildir. Bu hususta, “Biz sözcüğün yenilenmesiyle
oluşan ikilemeleri deyim saymıyoruz.” şeklindeki açıklamasıyla Aksoy, deyimleşme
sürecindeki ikilemelerin sınırını çizmiştir (Aksoy, 2017: 507). Örnek vererek
açıklayacak olursak “sulu, yumuşak” manasına gelen “bıllık bıllık” ikilemesi bir deyim
değildir, ancak “çirkin, biçimsiz” anlamına gelen “eciş bücüş” ikilemesi aynı zamanda
deyim işlevini üstlenmiştir.
Vecihe Hatiboğlu, deyimlerde tekrarın iki şekilde olduğunu ifade eder:
a) Deyimlerde ikilemeler: ev bark, konu komşu, çer çöp...
b) Deyimlerde ikizlemeler: yan yan bak-, körü körüne bağlan-... (Hatiboğlu,
1964: 226-227)
Deyimler, isim tamlaması şeklinde olabilir: Baş yoldaşı, gönül belası.
Fiilimsi grubu şeklinde olabilir: Çakar almaz, şaka maka derken.
Sıfat tamlaması şeklinde olabilir: Dar vakit, dil damak.
Unvan grubu şeklinde olabilir: Tırabzan babası, koç yiğit.
Edat grubu şeklinde olabilir: Süt dökmüş kedi gibi, kazık yutmuş gibi.
İsnat grubu şeklinde olabilir: Sütü bozuk, baldırı çıplak.
Fiil grubu şeklinde olabilir: Dili uzun olmak, Dili varmamak.
2. Cümle Biçiminde Olan Deyimler
Deyimlerin sınırlı bir grubu tümce biçiminde olur:
Âdet yerini bulsun.
Armut piş, ağzıma düş.
Eksiltili cümle şeklinde olan deyimler vardır:
Akşam ahıra, sabah çayıra
Eski hamam eski tas
İki yargılı deyimler vardır:
El yahşi biz yaman, el buğday biz saman.
Hana vardık, yağmur dindi.
Başı değişken olan deyimler vardır:
Bazı deyimler işlevsel olarak başı değişken olma özelliği göstermektedir. Bu
deyimleri ayrı ayrı madde başı olarak göstermektense değişken olan kelimeler yerine üç
nokta (...) koyma yoluna gittik. Böylece aynı anlam ve yapıyı işaret eden deyimleri tek
maddede topladık.
... mı, gönül eğliyor.
... göre hava hoş olmak.
1.2.1.4.(4). Oluşum
Deyimleri oluşum itibarıyla ortam ve hikâye bakımından inceleyebiliriz.
18
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.1.4.(5). Anlatım
1. Mensur Deyimler
On parmağından emmek.
Tezkere bırakmak.
2. Manzum Deyimler
Deyimlerin bir kısmı ölçülü-uyaklı ve manzumdur:
Dili yağlı,
Eli bağlı.
Ne dağda bağım var,
Ne tilkiyle dâvam.
19
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.1.4.(6). Anlam
1.2.1.4.(7). Tema-Konu
1.2.2. Atasözü
İnsan, tarih boyunca ait olduğu toplumun bir bireyi olarak çevresiyle etkileşim
içerisinde olmuştur. Bu etkileşimin ürünü olarak ise bazı örnek davranışlar ortaya
çıkmıştır. Davranışların kalıba dökülmesiyle de özlü sözler meydana gelmiştir.
Atasözleri de bu sözlerden biridir.
1.2.2.1. Terim
Özlü, öğüt veren sözlere yaklaşık bir asırdır tekil haliyle atasözü, çoğul olarak da
atasözleri denilmektedir. Daha önceki yüzyıllarda farklı adlandırmalar yapılmıştır.
Divanü Lügati’t-Türk’te atasözleri terimini karşılamak üzere Arapça mesel,
Türkçe sav (sab) sözcükleri kullanılmıştır. “Sav terimi, sonradan İslamlığın etkisiyle
yerini mesel terimine bırakmıştır.” (TDEA, 1977: 214). Klasik edebiyatta ve Osmanlı
Türkçesinde “mesel” kelimesi kullanıldığı gibi “darbımesel” kelimesi de kullanılmıştır.
Darbımesel, “mesel getirmek, duruma uyan yaygın bir söz ya da atasözü söylemek”
demektir. “Meselin çoğulu emsal, darbımeselin çoğulu durub-i emsaldir. Bu sözler
yerini yetmiş seksen yıldan beri Türkçelerine bırakmaya başlamıştır. Bugün tekil olarak
atalar sözü ve atasözü, çoğul olarak da atasözleri diyoruz.” (Aksoy, 2018: 14).
“Türk atasözleri, eskilik bakımından dünyanın en eski sözleri arasındadır. İlk
metinlerimiz olan Göktürk kitabelerinde birkaç tane, Divanü Lügati’t-Türk’te 290 kadar
atasözü/sav mevcuttur.” (Kaya, 2014: 122).
1.2.2.2. Tanım
1.2.2.3. Özellikler
Burada da deyimlerde olduğu gibi önce Ömer Asım Aksoy’un atasözleri
hakkındaki görüşlerini belirteceğiz, ardından kendi belirlediğimiz özellikleri
sıralayacağız.
21
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
22
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.2.4. Tasnif
1.2.2.4.(1). İşlev
1.2.2.4.(2). Yapı
1. Genel/Ulusal Atasözleri
Atasözlerinin büyük bir kısmı konuşulduğu dilin bütün bölgelerinde vardır:
El elin eşeğini türkü çağıra çağıra arar.
Terazi var tartı var, her şeyin bir vakti var.
Eşek hoşaftan ne anlar?
2. Mahalli/Yöresel Atasözleri
Bu tip atasözleri, yöresel nitelik kazanmış atasözleridir. Çevrenin özelliklerine
göre zamanla halkın ağzına sakız yaptığı bu sözler, atasözü mahiyeti kazanmıştır.
Vecihe Hatiboğlu, atasözlerinde mahallilikle ilgili şunları söylemektedir:
Atasözlerinin çoğu, halkın malı olduğu için, bölge ağızlarında bol bol
kullanılır. Bölge ağızlarındaki atasözleri, sözlük ve söz dizimi bakımından
dili canlı bir şekilde günümüze ulaştıran belgelerdir. Bir atasözü pek çok
bölgede ortak olarak kullanıldığı gibi sırf bir bölgeye ait özellik de
taşıyabilir (Hatiboğlu, 1964: 239).
1.2.2.4.(4). Oluşum
1.2.2.4.(5). Anlatım
1. Mensur Atasözleri
Normal cümle şeklinde olan atasözleridir:
El el için ağlamış da gözünden bir damla yaş akmamış.
Eli olmayanın dili olmaz.
2. Manzum Atasözleri
Bir kısım atasözü ölçülü-uyaklıdır. Doğan Aksan, ölçülü-kafiyeli anlatımı olan
atasözlerine “şiir ögelerinden yararlanan atasözleri” demektedir (Aksan, 2004: 187).
Aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez.
Aç ne yemez, tok ne demez.
Bazı atasözlerinde aliterasyon göze çarpar:
Kel kızın kekili küllükte gezer. (“k, l” sesleri.)
Terazi var tartı var, her şeyin bir vakti var. (“t, r” sesleri.)
Şiir içerisinde kullanılan atasözleri vardır:
“Halk verimlerine çokluk, küçümser gözle bakan divan şairleri bile bazı beyitleri
arasına atasözleri katmaktan zevk almışlardır.” (Kabaklı, 1989: 77).
26
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Olumsuz atasözleri ile ilgili olarak Eflatun Cem Güney ise şu değerlendirmeyi
yapmaktadır:
“Atasözlerimiz arasında dilimizden düşürmeyeceklerimiz olduğu gibi, ağza
alınmayacak gibi görünenler de var: Bunların bir takımı, ilk bakışta kötülüğü aşılar gibi
görünseler de aslında öyle davrananları yermek, yere vurmak için söylenmiştir. Bir
takımı da gerçeğe uymayan çürük çarık sözlerdir.” (Güney, 1971: 177).
Örf ve âdetlerimize ters gibi görünen olumsuz atasözlerinden bazıları şunlardır:
Paran varsa aklın var.
Köprüyü geçene kadar ayıya dayı denir.
Büyük balık küçük balığı yutar.
“Az veren candan, çok veren maldan” atasözü olduğu gibi “Az veren maldan,
çok veren candan verir” şekliyle kullanılan atasözü de vardır. Yine “Hatır için b..
yenmez” atasözünün tam tersi olarak “Hatır için çiğ tavuk yenir” atasözü de vardır.
Konuyla ilgili olarak Ahmet Kabaklı ise şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Bazı atasözleri, birbirine zıt görünen fakat aynı derecede doğru hikmetleri,
durumları ifade ederler. Ancak bunların kullanılış yerlerinin farklı olduğu
unutulmamalıdır.” (Kabaklı, 1989: 76).
Türk Ansiklopedisi atasözü maddesinde konuyla ilgili şöyle bir değerlendirme
yapılmaktadır:
“Atasözleri içinde farklı zihniyetleri, farklı sosyal şartları ifade edenlerin
bulunması, zamanla bunlardan yenilerinin çıktığını ve eskilerle birlikte yaşadığını
gösterir.” (TA, 1964: 87).
Aydın Oy ise şunları ifade eder:
“Karşıt kavramlı atasözlerinden birinin gerçeği bildirdiği, diğerinin de şaka veya
iğneleme yoluyla söylenmiş olduğu da unutulmamalıdır.” (Oy, 1972: 80).
Atasözleri arasında birbirine karşıt olan atasözlerinden bahseden Mustafa Nihat
Özön ise şunu belirtmektedir:
“Aynı şeyin iyiliğini söyleyen sözler bulunduğu gibi fenalığını söyleyenler de
vardır. Bu hal, hayat olaylarını geniş olarak kavramaktan ileri gelmektedir. Çünkü
hayatta her zaman iyilik veya kötülük görülür. Onun için böyle olaylar karşısında her
ikisini de açıklayan sözler vardır.” (Özön, 1956: III).
1.2.2.4.(7). Tema-Konu
28
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
ç) Ödünç (veresiye)
d) Tutum (Tasarruf)
17. İnsan-İnsanlık, adam-adamlık
18. İş
19. İyi-iyilik
20. Sabır
21. Yiğit
22. Zenginlik-fakirlik
Aydın Oy (1972), “Tarih Boyunca Türk Atasözleri” kitabında atasözlerini ele
alınan konu ve tema bakımından çeşitli bölümler halinde incelemiştir. Bu bölümleri
şöyle sıralayabiliriz:
1. Toplum hayatı
2. Türklük
3. Sosyal yaşantı ve sosyal değerler
4. Din
5. Tasavvuf
6. Sağlık ve ölüm
7. Ekonomi
8. Doğa ve evren
9. Hayvanlar
10. At
11. Tarım ve hayvancılık
12. İklim ve halk takvimi
Tema-konu ile alakalı bir başka çalışma ise Hasan Çekli ve Mehmet Dobada’ya
ait “Ataların Dilinden” adlı kitaptır. Bu eserde atasözleri; terbiye, ahlak, namus, huy,
utanma, nefis-benlik, insan ve adamlık, soy, akran, haddini bilmek, asillik, ağırlık,
doğruluk, düşünce, nefse hakimiyet, dil, sır saklamak, sabır ve tahammül, cesaret,
kuvvet, tedbir, ihtisas, tecrübe, ehliyet, yiğitlik, mertlik, muhit, arkadaş, komşu, dost,
tanışma, ziraat, para, kadın, koca, evlat, sıhhat, sağlık, gençlik, çalışma ve cemiyet gibi
konulara ayrılmıştır (Çekli ve Dobada, 1945).
Bir diğer çalışma olan “Sınıflandırılmış Türk Atasözleri” kitabında ise Metin
Yurtbaşı, atasözlerini konularına göre 172 gruba ayırmıştır. Yurtbaşı’nın tasnifi şu
başlıklardan ibarettir:
Acelecilik, acı çekme, açgözlülük, açlık, adalet, akıllılık, akılsızlık, akraba,
alçakgönüllülük, aldatma, alın yazısı, alışkanlık, Allah, ana-baba, arkadaş, aşağılama,
aşk, atasözü, ayartma, azim, azla yetinme, bağışlama, bağlılık, barış, başarı, başlangıç,
beceri, beklenti, bela, bencillik, benzerlik, bilgi, bilgisizlik, boyun eğme, bozma,
büyüklük, cimrilik, cömertlik, çalışkanlık, çare, çekememezlik, çocuk, dayanıklık,
dedikodu, değer, değişim, deneme, deneyim, din, dost, dünya, dürüstlük, düşman,
düşünce, eğitim, eleştiri, erken davranma, erteleme, eşitlik, ev, evlilik, farklılık, felaket,
fırsat, geç kalma, gerçek, gezi, giyim-kuşam, gizlilik, gönül, görgü, görünüş, görüş,
gurur, güç, güçsüzlük, güven, güvenlik, güzellik, haber, harcama, hayat, hırs, hizmetçi,
huy, içki, iftira, ikiyüzlülük, iklim, isteme, iş, iyilik, iyimserlik, kadın, kararlılık, kavga,
kazanç, keder, kendini beğenme, komşu, konuşma, korku, kötülük, kumar, kurnazlık,
kusur, layık olma, merak, meslekler, minnettarlık, misafir, mutluluk, nankörlük, nefret,
oburluk, olasılık, öç, ödeme, ödünç alma, ödünç verme, öfke, öğüt, ölçülülük, ölüm,
örnek, özgürlük, özveri, pişmanlık, sabır, sağlık, sahip olma, seçim, senlibenlilik,
sevecenlik, sıkıntı, son, sorumluluk, söz verme, suç, suskunluk, şeref, şeytan, talih,
tarım, tedbir, tehlike, tembellik, temizlik, terbiye, ticaret, tutku, tutumluluk, ufak şeyler,
umut, utanç, uyku, uyum, ün, üzüntü, vicdan, yalnızlık, yardım, yaş, yazı, yeme, yetki,
yokluk, yoksulluk, yüreklilik, zaman, zenginlik, zulüm (Yurtbaşı, 1994).
1.2.3. Beddua/Kargış
Güçsüz insanlar, gücünün yetmediği yerlerde kötülük yapanlara kendi başlarına
gelen şeyin daha kötüsünün gelmesini isterler. Ellerinden bir şey gelmeyen durumlarda
belki de yüreğindeki acıyı hafifletmek için dil yoluyla kötü söz telkin etmeyi seçerler.
30
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Kargışlarda dilin tabii akışı içinde oluşmuş kalıplar söz konusudur. Bu kalıplar
bazen derin bir düşüncenin, eski ve yeni inanç sisteminin izlerini taşır. (TDEA, 1982:
196).
Dinimizde beddua okumak hoş karşılanmaz. Fakat Kuran-ı Kerim’de bazı
surelerde beddua edilmektedir. “Ebu Leheb’in iki eli kurusun.” (Yazır, 2006: 446).
İslam Peygamberi de beddua ile ilgili bir hadisinde şöyle demiştir: “Mazlumun
bedduasını almaktan kork, zira Allah’la bu beddua arasında perde mevcut değildir.”
(Hadisler, 23.12.2018, sufizmveinsan.com).
Toplumumuzda beddua edilen kişinin iflah olmayacağı inancı hakimdir.
Özellikle ana-babaların evlatlarına söylediği kargışların muhakkak gerçekleşeceğine
inanılır.
Edebiyatımızda beddualar genellikle dualarla birlikte ele alınmıştır. Çünkü her
ikisinin de özellikleri, ifade ettikleri anlam dışında hemen hemen aynıdır.
Dua ve beddualarda karşıdaki kişiye hitap edildiği için derlediğimiz dua ve
beddualarda 2. tekil şahsı örnek alarak düzenleme yaptık ama kullanıma göre 3. tekil
şahsa göre de edilen dua/beddualar vardır.
Özellikle ağıtlardan derlediğimiz bedduaları belirli cümle yapısına dönüştürmek
için düzenlemeler yaptık.
1.2.3.1. Terim
Beddua terimi, Arapça dua kelimesinin önüne Farsça “kötü” anlamına gelen
“bed” kelimesinin gelmesiyle oluşmuştur. Bedduaya karşılık olarak aynı zamanda
“kargış, ilenç, lanet, kötü dua” terimleri de kullanılır.
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat’te beddua, “inkisar, ilenç” olarak
açıklanmıştır (Devellioğlu, 2010: 86).
Beddualara halk dilinde “kargış”, beddua eden kişiye ise “kargışçı” denir (Bulut,
2012: 30).
Kargış teriminin anlamı ise şöyledir:
“1. Beddua, ilenç, lanet. 2. Kargış etmek, vermek, kargımak, kargışlamak.”
(BLSA, 1986: 6425).
“Beddua, ilenç, lanetleme, küfretme.” (TDEA, 1982: 196).
1.2.3.2. Tanım
-Kötülüğe maruz kalıp acı çeken insanın, teskin olmak amacıyla Allah’tan
kötülük yapan kişinin cezasını görmesi dileğini içeren kalıplaşmış sözdür. (KA, 2017b:
132)
Kendi tanımımız ise şöyledir:
Beddualar, kişinin aciz kaldığı durumlarda söylediği lanet, intikam ve intizar
içerikli kalıp sözlerdir.
1.2.3.3. Özellikler
32
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.3.4. Tasnif
1.2.3.4.(1). İşlev
35
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.3.4.(2). Yapı
Bedduaları, yapısal olarak tek kelimeden oluşan, sözcük öbeği biçiminde olan ve
cümle biçiminde olan beddualar olarak inceleyebiliriz.
1. Tek Kelimeden Oluşan Beddualar
Tek kelimeden oluşan beddualar genellikle “esice” ekiyle oluşur:
Büyümeyesice, geberesice, türemiyesice.
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Beddualar
İsim tamlaması şeklinde beddua vardır: Öllüyün körü
İkileme şeklinde olan beddua vardır: Dert dert
3. Cümle Biçiminde Olan Beddualar
Beddualar genellikle cümle biçimindedir:
Adın bebeklere vurula.
Ağlamaktan gülmeye zaman bulamayasın.
Bazı beddualar devrik yapıdadır. Bu durum genellikle ağıtlarda karşımıza
çıkmaktadır.
Şeytan görsün yüzünü.
Kör ola kambur felek.
Bazı beddualar eksiltili yapıdadır:
Köküne kibrit suyu
Burnunun b..una bereket
Cümle içerisinde ikilemelerle oluşmuş beddualar vardır:
Sürüm sürüm sürünesice.
Ulum ulum ulasın.
Bazı beddualar iki yargılıdır:
Evine ateş düşe, yeşil yeşil dumanın tüte.
Ölücüklerin gelsin de diriciklerin gelmesin inşallah.
1. Genel/Ulusal Beddualar
Beddualar, umumiyetle genel dilde olan ve tüm bölgelerde söylenen kalıp
sözlerdir. Aşağıda verilen beddualar, yurdun her yerinde bilinen ve söylenen sözlerdir.
Ayağı kırılasıca.
Allah’tan bulasın.
2. Mahalli/Yöresel Beddualar
Yöresel beddualar, umumiyetle genel dilde konuşulan beddualara yerel ağızlarda
konuşulan kelimelerin eklenmesiyle oluşur. Bununla beraber sadece konuşulduğu
bölgeye has olan beddualar da vardır:
Mürt olasıca. (Balıkesir)
Çotu çıkasıca. (Antalya)
1.2.3.4.(4). Oluşum
36
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.3.4.(5). Anlatım
1. Mensur Beddualar
Bedduaların ekserisi mensur biçimindedir:
Ağzından burnundan kan gelsin.
Ev bark sahibi olmayasın.
2. Manzum Beddualar
Ölçülü- kafiyeli beddualar bulunmaktadır:
Yazın ayran, kışın yorgan bulamayasın.
Kara yer yerin olsun, cehennem dibin olsun.
Kimi çocuk oyunlarında veya tekerlemelerinde beddualara rastlanır:
Arkam kala, önüm kala, bana bakan öksüz kala.
Antep’in üstü kala, oynamayanı Allah ala.
1. Vurgusuz Beddualar
Herhangi bir vurguyla söylenmemiş beddualardır:
Umduğunu bulamayasın.
Nefesin kısıla.
2. Vurgulu Beddualar
Beddualar, kendine has anlatımıyla kültürümüzde vücut bulmuştur. Söylenilen
bedduanın tutacağı korkusu hep göz önünde bulundurulmuş ve insan sürekli tedirgin
olmuştur.
Bedduanın etkisi bazen daha da artırılmış, işin içine bir de tasdik manasında
vurgu girmiştir. Bedduaların birçoğunun başına “Allah” lafzı eklenmiş, böylece anlatım
ve gerçekleşmesi istenilen kötü son daha ilahi bir boyut kazanmıştır. Söz gelimi, anne
kızına o kadar kızmıştır ki evlenmemesi için şu bedduayı daha da içten ve ilahi vurguyla
söylemiştir:
Allah abdalın kestiğinden mahrum gidesin!
Söylenilen bedduaların bazısında ise “e mi” vurgusu göze çarpmaktadır.
Karşıdakinin perişan olmasını tez elden isteyen kişi, biraz da söylediği bedduanın
gerçekleşme olasılığını artırmak için şöyle beddua eder:
Dilini eşek arısı soka e mi!
İlahi boyut kazandırılan bazı beddualar ise “inşallah” vurgusuyla söylenir.
Böylece kişi, kendi söylediği bedduanın gerçekleşmesini şu şekilde ister:
Ocağın başına yıkılır inşallah!
Bir diğer vurgu ise “hay” ifadesiyle yapılır. Bedduaların başına getirilerek
anlamı daha da dikkat çekici hale getirir:
Hay Allah belanı versin!
Ağıtlardan derlediğimiz bazı bedduaların başında “ilaha, ilaham” vurguları göze
çarpmaktadır:
İlaham kolları kırılsın!
İlaha gözlerin kör ola!
Kargışçı bazı bedduaları soru şeklinde ifade ederek söylediği bedduanın
gerçekleşmesini temenni eder:
Öldüğünü görür müyüm ola?
37
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.3.4.(6). Anlam
1.2.3.4.(7). Tema-Konu
Bedduaların içeriği ile ilgili araştırma yapan Doğan Kaya, “halkın nelere, hangi
nesne ve kavramlara beddua ettiği” konusunda Türk Halk Edebiyatı Kavramları ve
Terimleri Sözlüğü’nde şu tespitlerde bulunur:
1. İnsan için söylenen beddualar
a) İnsan bedeni (el, kol, karın, göz, ağız, diş, ayak, ciğer...) ve hastalıkla ilgili
beddualar.
b) Akraba ve tanıdıklar ile ilgili beddualar.
c) Eşya, mal, mülk (ev, bağ, bahçe…) için söylenen beddualar.
d) Hayatla ilgili (mutluluk, murat, nasipsizlik, namus, çile, yeme-içme,
yoksulluk, zulüm…) beddualar.
e) Evlilik ve zürriyetle ilgili (evlatsızlık, kısırlık) beddualar.
f) Kaza, bela, felaket ile ilgili beddualar.
g) Ölümle ilgili (ecel, kefen, cenaze, teneşir) beddualar.
h) Ahiret ve inançla ilgili (cennet, cehennem, günah, şeytan, zebani, kabir…)
beddualar.
ı) Ad-san ile ilgili beddualar.
i) Geleneklerle ilgili beddualar.
2. Beldeler için söylenen beddualar.
3. Yapılar için söylenen beddualar.
4. Hayvanlara söylenen beddualar.
5. Tabiat parçaları (ağaç, dağ, ırmak…) için söylenen beddualar.
6. Feleğe söylenen beddualar.
7. Gurbete söylenen beddualar (Kaya, 2014: 162-164).
38
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.4. Dua/Alkış
(Elini kaldır, dua et, kasiden sona erdi. Şimdi dua etmek senin için hem sevaplı
hem mühimdir.)
İslam dininde dua etmek, Kuran-ı Kerim’de ilgili ayetlerle ve Hz. Muhammed’in
(S.A.V.) hadisleriyle teşvik edilmiştir.
Bakara Suresi, 186. Ayette şöyle denilmektedir:
“Şayet kullarım, sana Ben’den sordularsa gerçekten Ben çok yakınımdır. Bana
dua edince duacının duasını kabul ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar
ve bana hakkıyla iman etsinler ki doğru yola gidebilsinler.” (Yazır, 2006: 28).
Furkan Suresi 177. Ayette ise:
“De ki: ‘Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz
gerçekten yalanladınız; artık bunun azabı da kaçınılmaz olacaktır.’” denilerek duanın
ehemmiyetine ve önemine ilahi vurgu yapılmaktadır (Yazır, 2006: 264).
İslam kültür dairesinde eserler veren sanatçılar eserlerine genellikle dua
mahiyetindeki sözlerle başlarlar:
(Evvela Allah’ın adını analım, söyleyelim. Herhangi bir işe başlamadan evvel
her kulun Allah’ın adını anması vaciptir.)
Süleyman ÇELEBİ-Mevlid
39
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.4.1. Terim
Alkış ve kargışlarla ilgili başvuru kitabı olan “Türk Dilek Sözlerinden Alkışlar
ve Kargışlar” kitabında L. Sami Akalın, “alkış ve dua” ile alakalı terimlerden bahseder
(Akalın, 1990: 19-24).
Alkış, “Dua, medih, övgü.” (TDEA, 1977: 118); “‘Dua ve sena’ anlamında
Türkçe bir kelime.” (TA, 1966a: 109).
Arapça bir kelime olan dua, sözlükte, “1. Allah’a yalvarma, niyaz. 2. Birini
çağırma, bir yere gönderme” anlamlarına gelmektedir (Devellioğlu, 2010: 215).
Bir konuda Allah’a sunulacak talep ve dilekleri ifade eden “dua” kelimesi
“çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” manasındaki “da’vet” ve “da’vâ”
kelimeleri gibi mastardır ve “küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve
niyaz” anlamında bir isimdir (Cilacı, 1992: 529).
Dualar, Dede Korkut Kitabı’nda “yöm vermek” sözü ile başlar. Dede Korkut,
“yöm vireyim hanım” sözüyle dua eder:
“Yöm vireyim hanum: Karlu kara tağlarun yıkılmasun, kölgelüçe kaba ağacun
kesilmesün, kamın akan görklü suyun kurımasun […]” (Ergin, 2009: 115).
Dualar, önceleri “alkış” olarak da adlandırılmıştır. Dualara, “Eski Türkçemizde
‘alkış: öğme’ denilirdi.” (Elçin, 2004: 662).
Dinimizde Allah’a niyazda bulunmak için dua ederiz. Dini boyutta yapılan
dualar bir tarafa bırakılacak olursa biz, halk arasında iyi dilek ve temenniler için
söylenen sözler üzerinde duracağız.
Bazı dualar, halk hurafelerinden ve eski Türk inançlarından teşekkül etmiştir.
Halk kültüründe koca karı tedavilerine “urasa”, urasalarda Türkçe olarak okunan
temenni ve duaların ismine “sanaka” denir (Yalman, 1977: 490). Sanakalar da halk
kültüründe söylenilen dualar olduğu için bu türden sözleri de çalışmamıza ekledik.
1.2.4.2. Tanım
-İbadet veya yakarma amacıyla okunan, dini içerikli cümle, metin (Erşahin,
2011b: 118).
-Bir toplumun maddi-manevi kültürünü, değer yargılarını, inançlarını yansıtan,
kısa ve derin anlamlı kalıplaşmış sözlerdir (Bulut, 2012: 18).
-İyiliği istemek amacıyla bir şeyin olmasını veya olmamasını dileyerek Tanrı’ya
yalvarıp yakarma (Ersoylu, 2012: 9).
40
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.4.3. Özellikler
1.2.4.4. Tasnif
41
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.4.4.(1). İşlev
1.2.4.4.(2). Yapı
1. Genel/Ulusal Dualar
Dualar da tıpkı beddualar gibi umumiyetle genel dilde olan ve tüm bölgelerde
söylenen kalıp sözlerdir. Aşağıda verilen dualar, yurdun tüm bölgelerinde bilinen ve
söylenen sözlerdir.
Allah anasına babasına bağışlasın.
Allah tuttuğunu altın etsin.
2. Mahalli/Yöresel Dualar
Belli bir bölgeye özgü dualar vardır:
Allah gün baylığı versin. (Gaziantep)
Üzerinizden ırak. (Eskişehir)
45
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.4.4.(4). Anlatım
1. Mensur Dualar
Allah yavuz gözden saklasın.
Allah insanın aklını alacağına canını alsın.
2. Manzum Dualar
Bazı dualar ölçülü, kafiyeli bir yapı arz eder:
1. Vurgusuz Dualar
Vurgu ifadesi olmayan dualardır.
Su verenlerin çok olsun.
Ömrüne bereket.
2. Vurgulu Dualar
Dua, kişiyi Allah’a yaklaştıran, ruhunu teskin eden bir ritüeldir. Kişi, duasının
hemen gerçekleşmesini temenni eder ve bazı vurgulu söyleyişlere başvurur. Böylece
duasının tez zamanda gerçekleşeceğine inanır.
“Allah kavramı, İslamlığı benimseyen Türk toplumunun sözvarlığında önemli
bir yer tutmakta, vedalaşmada kullanılan Allahaısmarladık’tan başlayarak ilişki
sözlerinde de ağırlık taşımaktadır.” (Aksan, 2006: 203).
Allah, başlara vermeye!
Allah beterinden esirgesin!
Bazı dualarda “inşallah” vurgusu dikkat çekmektedir. Bu şekilde bir dua ile
söylenilen duanın etkisi daha da artırılmıştır.
Allah yazdıysa olur inşallah!
Damatlığını da görürüz inşallah!
Bir diğer vurgulu dua şekli ise “Yüce Hak ve Yüce Mevla” ile başlayan
dualardır:
Yüce Hak rahmet eylesin!
Yüce Mevla’m senden razı olsun!
“Ya Rabbi” vurgusuyla söylenen dualar da vardır:
Ya Rabbi, merhametsize merhamet ver!
Ya Rabbi, imansıza iman ver!
1.2.4.4.(5). Anlam
1.2.4.4.(6). Tema-Konu
Dualar, her konuda söylenebilir. Ancak duaları da diğer kalıp sözler gibi tema-
konu açısından değerlendirmeyeceğiz.
Küfür-hakaret sözleri, bir kişiyi kötülemek, aşağılamak, bir kişiye kızmak için
söylenen sözlerdir. Bu sözler bazen karşıdaki kişiyle dalga geçmek için de söylenir.
Küfür-hakaret sözleri, genellikle hayvanlar üzerinden benzetme yoluyla söylenir.
Bilhassa “it” kelimesi bu sözlerde çokça kullanılır.
1.2.5.1. Tasnif
1.2.5.1.(1). İşlev
1.2.5.1.(2). Yapı
Sövgü sözlerini yapı bakımından tek kelimeden oluşan, sözcük öbeği şeklinde
olan ve cümle şeklinde olan sözler olmak üzere üç grupta inceleyebiliriz.
1. Tek Kelimeden Oluşan Sövgü-Küfür-Hakaret Sözleri
Başsız.
Edepsiz.
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Sövgü-Küfür-Hakaret Sözleri
Sıfat tamlaması şeklinde olan sövgüler: Aşağılık herif, geri kafalı
İsim tamlaması şeklinde olan sövgüler: Dümbüğün oğlu, deyyusun dölü
Fiilimsi grubu şeklinde olan sövgüler: Eşeğin doğurduğu, sinine s..tığım
3. Cümle Biçiminde Olan Sövgü-Küfür-Hakaret Sözleri
47
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.5.1.(3). Oluşum
1.2.6. Yemin
1. Ant, ahit, kasem. 2. Bir işi yapmayı veya yapmamayı Allah’ın zatı,
isimlerinden ve sıfatlarından birisi ile güçlendirerek Allah adına söz verme.
3. Türk toplumunda, “Yemin ederim, üzerime yemin olsun, kasem ederim.”
gibi sözler de birer yemin sayılır. Allah’tan başkasının üzerine ve Allah’tan
başkasının asıyla yemin edilmez (DTS, 2009: 390).
48
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Kişi, yemin sözlerinin inandırıcılığını artırmak için kendi kendine beddua eder.
Amacı karşıdaki insanı yaptığı eyleme inandırmaktır. “Öleyim ki” yemini söyleyen
insan bir bakıma kendine beddua etmektedir.
1.2.6.1. Tasnif
Yemin sözlerinin tasnifiyle ilgili daha önce yapılmış iki çalışmaya bakmak
faydalı olacaktır.
Çiğdem Erol (2007), yeminleri 7 gruba ayırmıştır:
1. Değer Verilen Bir Şey Üzerine Yeminler
2. Ölmek Üzerine Yeminler
3. Anne-Baba ve Çocuklar Üzerine Yeminler
4. Göz ve Görmek Üzerine Yeminler
5. Belaya Uğramak ile İlgili Yeminler
6. Dinden Çıkma, Haram veya Günah ile İlgili Yeminler
7. Şahit Gösterme Yoluyla Yeminler
Serdar Bulut ise (2012), yemin sözlerini 15 gruba ayırmıştır:
1. Esprili Yeminler
2. Değer Verilen Şeyler Üzerine Yeminler
3. Ölmek Üzerine Yeminler
4. Anne, Baba ve Çocuklar Üzerine Yeminler
5. Göz ve Görmek Üzerine Yeminler
6. Belaya Uğramak Üzerine Yeminler
7. Şahit Gösterme Yoluyla Yeminler
8. Dinden Çıkma, Haram ve Günah İle İlgili Yeminler
9. Yiyecek, İçecek (Nimet) Üzerine Yeminler
10. Kişinin Kendi Bedeninin Sakat Olması Üzerine Ettiği Yeminler
11. Karşıdakinin Günahını Kendi Üzerine Almakla İlgili Yeminler
12. Namus ve Şeref Üzerine Edilen Yeminler
13. Rezil Rüsva Olmak, Utanıp, Küçük Düşmek Üzerine Söylenen Yeminler
14. Tövbe Etmek Üzere Söylenen Yeminler
15. Günlük Hayatta En Çok Kullanılan Yeminler
Biz ise yemin sözlerini işlev ve yapı bakımından inceleyeceğiz.
1.2.6.1.(1). İşlev
6. Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme
Dinime, imanıma, nikahıma.
Kıldığın tuttuğun gavurun olsun.
1.2.6.1.(2). Yapı
1.2.7.1. Tasnif
1.2.7.1.(1). İşlev
1.2.7.1.(2). Yapı
Dini sözleri yapı itibarıyla tek kelimeden oluşan, sözcük öbeği biçiminde olan ve
cümle biçiminde olan dini sözler olmak üzere üç grupta inceleyebiliriz:
1. Tek Kelimeden Oluşan Dini Sözler
Mübarek
Allahalla
50
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
İnşallah
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Dini Sözler
Mevla’nın aşkına
Allah’ın evi
3. Cümle Biçiminde Olan Dini Sözler
Kul dediğin Allah’ı bilecek, Allah’ı tanıyacak.
Namaz yok, abdest yok.
1.2.8.1. Tasnif
1.2.8.1.(1). İşlev
1.2.8.1.(2). Yapı
Hitap sözlerini yapısal olarak tek kelime ve kelime grubu şeklinde olanlar olmak
üzere iki şekilde inceleyeceğiz.
1. Tek Kelimeden Oluşan Hitap Sözleri
Efendi
Emmi
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Hitap Sözleri
İki gözüm
Nazlı yarim
Şaşılan, hayret edilen durumlarda söylenen kalıp sözlerdir. Kişi, beklemediği bir
olaydan, duymak istemediği bir sözden sonra şaşkınlığını belirli sözlerle ifade eder.
Bir de ne göreyim!
Hadi canım sende!
Yok artık!
1.2.9.1. Tasnif
51
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.9.1.(1). İşlev
1.2.9.1.(2). Yapı
1.2.10. Selam
52
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
1.2.10.1. Tasnif
1.2.10.1.(1). İşlev
1.2.10.1.(2). Yapı
53
KONU İLE İLGİLİ ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR Ahmet PIRNAZ
Kalıp sözler, Türkçede üzerinde çok fazla çalışma yapılmamış söz varlıklarıdır.
Bilhassa halk kültürü bağlamında yapılan araştırma sayısı yok denecek kadar azdır.
Kalıp sözlerle ilgili yapılan çalışmaların çoğunluğunu gramatikal incelemeler
oluşturmaktadır.
Kalıp sözler ile ilgili daha önceki çalışmaları ve Kahramanmaraş eksenli
çalışmaları makale-bildiri, tez ve kitaplar olmak üzere üç grupta inceledik.
2.1. Makaleler-Bildiriler
2.2. Tezler
ayrılarak hangi hallerde hangi sözlerin söylendiği tespit edilmiştir. Çalışmanın sonuç
kısmında ulaşılan veriler belirtilmiştir.
Darıcı, 2012, “Türkiye Türkçesinin Söz Varlığında Yer Alan Kalıplaşmış
Sözlerin Politik Söylemdeki Yeri” adlı yüksek lisans tezinde Recep Tayyip Erdoğan,
Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçtaroğlu’nun 2011 yılına ait haberlere yansımış söylemleri
incelenmiştir. Liderlerin söylemlerinden deyim, atasözü ve kalıp söz içeren söylemlere
yer verilmiştir.
Ekem, 2015, “Mahalli Alkışlar ve Kargışlar” adlı lisans tezinde Mersin,
Osmaniye, Malatya, Yozgat, Muş, Van ve Kahramanmaraş illerinde sözlü kültür
ortamında söylenen alkış ve kargışlar, kaynak kişilerden derlenmiştir.
Deniz, 2015, “Mahalli Kalıp Sözler Üzerine Bir Çalışma” adlı lisans tezinde
Adana, Adıyaman, Aksaray, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Gaziantep, Hatay,
Kahramanmaraş, Kocaeli, Konya, Malatya, Mardin, Muş, Osmaniye, Şanlıurfa ve
Yozgat illerinde sözlü kaynaklardan atasözleri, deyimler, dualar ve beddualar
derlenmiştir.
Hunç, 2017, “Yörelerin Atasözleri ve Deyimleri Üzerine Bir Çalışma” adlı
lisans tezinde tamamı internet üzerinden olmak üzere 81 ile ait atasözleri ve deyimler
bir araya getirilmiştir.
Tohumcu, 2018, “Kök Türk Yazıtlarındaki Kalıp Sözler” adlı yüksek lisans
çalışmasında Bilge Kağan, Köl Tigin ve Tonyukuk yazıtlarında yer alan kalıp söz ve
kalıp söz niteliği taşıyan sözler tespit edilmiş, bu sözlerin sonraki dönem eserlerinde ve
günümüzde hangi alanlarda, nasıl kullanıldığının incelenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca
kalıp sözlerin sonraki dönem eserlerinden olan Kutadgu Bilig, Divanü Lügati’t-Türk,
Atabetü’l-Hakayık, Türk destanları ve Anadolu ağızlarında bulunan örnekleri verilerek
ele alınmış, alanda oluşan bu boşluğu doldurmak amaçlanmış ve kalıp sözlerin
ortaklıkları çeşitli örneklerle gözler önüne serilmiştir.
2.3. Kitaplar
56
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
57
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
3.1. Deyim
3.1.1. İnceleme/Tasnif
3.1.1.1. İşlev
3.1.1.2. Yapı
Sözcük grubu halinde olan deyimler yapısal olarak umumiyetle ikileme, sıfat
tamlaması, isim tamlaması ve edat tamlaması biçimindedir. İkileme biçiminde olan
deyimlerde genellikle ikilemeyi oluşturan sözcüklerden ya biri ya da her ikisi herhangi
bir anlamı olmayan sözcüklerdir. Bununla beraber ikilemeli deyimlerin kimisi yansıma
sözcüklerden oluşmuştur.
Cümle biçiminde olan deyimlerin ekseriyeti ise iki kelimeden oluşmaktadır.
1. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Deyimler
Deyimler ikilemelerle kurulabilir: Aymaç uymaç, döllü döşlü
İsim tamlaması şeklinde olabilir: Allah adamı, abdal çadırı
Fiilimsi grubu şeklinde olabilir: Bakar kör, arlanmaz utanmaz
Sıfat tamlaması şeklinde olabilir: Abalı firenk, acı bayram
Unvan grubu şeklinde olabilir: Düttürü Leyla, buz baba
Edat grubu şeklinde olabilir: Gavur ölüsü gibi, gözüne bit düşmüş gibi
İsnat grubu şeklinde olabilir: Başı gara, başı sınık
Fiil grubu şeklinde olabilir: Ebcede çıkmak, ecrini çekmek
2. Cümle Biçiminde Olan Deyimler
Eksiltili cümle şeklinde olan deyimler vardır:
Adı evli, başı çorlu
Anası ayran, babası çökelek
İki yargılı deyimler vardır:
Horuz öldü, dava bitti.
Aç gezmek, beylerle gezmek.
Başı değişken olan deyimler vardır:
… sözü, itin o…uğu.
… hatırı kırılacağına Hırlak’ın gatırı gırılmak.
1. Genel/Ulusal Deyimler
Hayra yormak.
Kolu kanadı kırılmak.
2. Mahalli/Yöresel Deyimler
Ahır Dağı gibi malı olmak.
Arasa’dan yemek, bezirgandan giymek.
Çarşıbaşı’nda bir yalan söyleyip hökümetin önünde kendi de inanmak.
3.1.1.4. Oluşum
3.1.1.4.(1). Ortam Bakımından
3.1.1.5. Anlatım
1. Mensur Deyimler
Duvarların dili olsa da söylese.
Ceviz çuvalı gibi şakırdamak.
2. Manzum Deyimler
Ali Fakı’ya yazdırdık, daha beter azdırdık.
3.1.1.6. Anlam
3.1.2. Liste
… değil: Alacakmış gibi konuşuyor, ama almaz. Örnek: Aldığından değil ileri
geri konuşuyor. (Özturan, 2014: 35)
… göre hava hoş olmak: Bir işin neticesine razı olmak. Örnek: Tamam, dediğin
gibi olsun. Bana göre hava hoş. (Çınkır, 2016: 158)
60
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
61
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Acem gılıcı gibi iki tarafa da çalmak: İki taraflı iş yapmak. Hem birinden yana
hem de ona karşı olabilmek. Aralarında sorun bulunan iki yanı da idare etmek. İki yanlı
davranmak. (Şen, 2006: 98)
Acı acına: Aç haliyle. (Özturan, 2014: 26)
Acı bayram: Öncesinde acı yaşanmış ilk bayram. (Özturan, 2014: 26)
Acı geyrek: Hazmedememek, hazımsızlık. (KA, 2018: 103)
Acı görmek: Evlat ölümüne benzer olay yaşamak. (Özturan, 2014: 26)
Acı haber: Ölüm ve benzeri için verilen haber. (Özturan, 2014: 26)
Acı hısım/horanta olacağına datlı gomşu olmak: Kız verip araları bozuk
olacağına iyi birer komşu olmak istemek. (Çınkır, 2016: 16; Özturan, 2014: 26)
Acı tiyek: 1. Sıkıntılara, darbelere dirençli insan. 2. Üstüne alınmayan insan.
(Özturan, 2014: 26; Şen, 2006: 99)
Acı zulüm bir ekmek yemek: Güçlük içerisinde bir hayat sürerek geçimini
sağlamak. (Özturan, 2014: 26)
Acı zulüm geçinmek: Zar zor geçinmek. (Adem Pırnaz)
Acıkırım diye s..amamak: Çok cimri olmak. (Özturan, 2014: 232)
Acından fenikmek: Çok acıkmak, açlıktan dermansızlaşmak, yemeklere
saldıracak hale gelmek. (Özalp, 2008: 182)
Acından gebermek: Çok acıkıp halden düşmek. (Özturan, 2014: 26)
Acından köpük gusmak: Aşırı derecede acıkmak. (Özalp, 2008: 182)
Acısına oturmak: Birinin acısını, öldüğünü görmek. (Özturan, 2014: 27)
Acısını çıkarmak: Acıya karşılık acı yaşatmak. Verdiği acının karşılığını
yaşatmak. (Özturan, 2014: 27)
Acizlik gomayıp vermek: Yaramazlık yapmak; birini rahatsız, huzursuz etmek,
hırpalamak, taciz etmek. (Özalp, 2008: 182)
Aç dıravacıli çalmak: Hakkı olmayan bir şeyi haksız yere elde etmeye çalışmak,
hak iddia etmek, dava çalmak. (Özalp, 2008: 182)
Aç garnına b.. yemek: Çok yanlış iş tutmak. (Özturan, 2014: 27)
Aç gezip dok salınmak/sallanmak: Fakirken aç ve muhtaç olduğu halde
çevresine öyle değilmiş gibi bir hava vermek. Başkalarına eksik yanını, düşkün yanını
göstermemek. Örnek: Adamcağız aç gezip dok salındı, ama hem şükretmesini bildi hem
de başını hiç eğmedi. (Bilgin, 2006: 17; Şirikçi, 2007: 88)
Aç gezmek, beylerle gezmek: Para sıkıntısı çekmek, ama zenginlerle gezmek.
Zenginmiş gibi davranmak. (Özturan, 2014: 27)
Aç ölüp ihtişamsız galmamak: Açlıktan ölecek kadar fakir olduğu halde
yüksekten uçmak, havasından geçilmemek, müsrif davranmak. (Özalp, 2008: 182)
Aç yanını sürümek: Perişan bir hayat sürmek; yarı aç yarı çıplak, perişan
vaziyette sürünmek. (Özalp, 2008: 182)
Açalavaç gezmek: Karnı aç olarak yemeden içmeden gezmek. (Özturan, 2014:
27)
Açığı çok olmak: Eksiği, ayıbı, kötü işi çok olmak. (Özturan, 2014: 27)
Açığını aramak: Ayıbını, kötü yanını aramak. (Özturan, 2014: 27)
Açık cılbak: Açık saçık giyinmiş, üstü başı eskiyip yırtılmış, etleri görünen, yarı
giyinik, vücudunun bir kısmı açık, bir kısmı kapalı olma durumu. (Özalp, 2008: 182)
Açık g.. mü var?: Dikkat çekecek bir şey mi var? Ne bakıyorsun? (Özturan,
2014: 27)
Açım vermek: Rahat açılmak, yufka gibi ince açılmak. (KA, 2018: 103)
Açlığını körlemek: Açlığını bastıracak kadar bir şeyler yemek. (Özturan, 2014:
27)
Açlıktan başı dönmek: Açlığın ortaya çıkardığı kazıntı ile başı dönmek.
(Özturan, 2014: 27)
Açlıktan gözünün önü gararmak: Aşırı açlıktan görme duyusu zayıflamak.
(Özalp, 2008: 182; Özturan, 2014: 27)
Açlıktan ölmek: Zarar görecek şekilde fazla aç kalmak. (Özturan, 2014: 27)
Açsam avucumda, yumsam yumruğumda: (Kimsesiz güvey için) İpleri elinde
olmak. (Özturan, 2014: 27)
Ad goymak: İsim vermek. (ATKVE, 2011: 209)
62
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ad vurmak: 1. İsim koymak. 2. Bir şeyle itham etmek. (Çınkır, 2016: 19;
Çivioğlu, 1999: 97; Özturan, 2014: 27; Uzun vd., 2012c: 268)
Adam akıllı: 1. Aklı başında. 2. Tam anlamıyla. (Erşahin, 2011a: 69; Özturan,
2014: 27)
Adam etmek: Eğitmek, kişilik sahibi yapmak. (Özturan, 2014: 27)
Adam gıtlığı: Adam azlığı. (Özturan, 2014: 27)
Adam gibi adam: Kaliteli insan. (Özturan, 2014: 27)
Adam gibi çalışmak: Hakkını vererek çalışmak. (Özturan, 2014: 28)
Adam içine çıkacak durumu galmamak: Ayıbı, suçu çoğalmak. İnsanlardan
utandığından onların arasına karışamaz olmak. (Özturan, 2014: 28)
Adam olmak: Kişilik, kimlik kazanmak. (Bilgin, 2007b: 239; Göçer, 2010: 128;
Özturan, 2014: 28)
Adam olması için daha gırk fırın ekmek yemesi lazım olmak: Adam olması için
çok yıllar lazım olmak. (Özturan, 2014: 28)
Adam olmaya niyeti olmamak: İnsan olmaya, karakter kazanmaya niyeti
olmamak. Serseriliğe devam etmek. (Özturan, 2014: 28)
Adam sandık eşşeği, altına attık/serdik döşşeği: Görünüşüne aldanıp ikramda
bulunduk, ama ikramı hak edecek bir adam değilmiş. (Arslan, 2011: 345; Dalkıran,
2005: 47; Kuyumcu, 1995: 77; Özturan, 2014: 28; Şen, 2006: 99)
Adam sarrafı: İnsanların iyisini, kötüsünü çabuk tanıyıp seçebilen kimse.
(Özturan, 2014: 28)
Adam sınıfına girmemek: Toplumun kabul ettiği adamlar gibi olamamak.
(Özturan, 2014: 28)
Adam söyletmesini sevmek: Yapacağını yapmayıp karşıdakini söyletmek,
sinirlendirmek. (Özturan, 2014: 28)
Adam Tokat’tan geliyor, yalan mı söylüyor?: Hikâyesi: 1920’li yıllarda köyden
şehre gidip gelmek, bilhassa ulaşım yönünden çok zordur. Bu zoru aşan köyün
Memedelâ’sı (Mehmet Ali) Tokat’a gidip dönmeyi başarır. Köy girişinde bostan
çapalamakta olan komşu kadın ve kızlarına geleneğimiz gereği “kolay gelsin” diye
seslenir. “Sağ olun” diyen grup, az mola verip etrafına toplanır. “Şehirde ne var, ne
yok?” diye sorarlar. Ağzı laf yapan Memedelâ: “Sormayın sormayın, Tokat’ta Vali
bugün bir genelge, bir emir yayınladı. O emir de bugün belediye tellalı tarafından ilan
edildi. Bizzat dinledim. Belki buradakilerin hoşuna gitmeyen de olacak, ama söylemek
zorundayım. Çünkü duyan duymayana haber versin, diye tellal efendi iyice perçinledi.
İlan şöyle: ‘Bundan böyle, genç kızlar yaşlı erkeklerle, yaşlı kadınlar da delikanlı
erkeklerle evlendirilecektir. Duyan duymayan haber versiiiin!’ şeklindeydi. Bu işe ben
de şaştım, ama emir emirdir. Ululemre itaat etmek de hepimizin boynunun borcu.” Bir
sessizlik. Az sonra kızlardan biri, ağzıyla “cııırt” der. Bunun üzerine yaşlı dul kadın,
“Cırtına vırt! Adam Tokat’tan geliyor, yalan mı söylüyor?” cevabını verir. Bu esprili
durum yayıldıkça yayılır ve zamanı geldiğinde söylenir. (Göçer, 2004: 78)
Adam var, adamcık var: İnsanın iyisi de var, iyiymiş gibi görünmeye çalışanı da.
(Özturan, 2014: 28)
Adam yerine goymamak: Kendini çok beğenip başkasını küçük görmek.
(Özturan, 2014: 28)
Adama benzemek: Kılığı-kıyafeti düzelmek, insan olduğu belli olmak. (Özturan,
2014: 28)
Adama benzer yanı olmamak: İnsanı insan yapan özellikleri olmamak. (Özturan,
2014: 28)
Adama çökmek: Birinin üstüne çullanmak, saldırmak, dövmek. (Özalp, 2008:
182; Özturan, 2014: 28)
Adama dönmek: Görünüş olarak normal insanlar gibi olmak. (Özturan, 2014:
28)
Adama ne derler?: Yakışıksız şey yaparsan adamı kınarlar. (Özturan, 2014: 28)
Adamakla pilav bişse, deniz gadar yağı benden: Bir şeyi çok istemekle elde
edilse bütün masrafları benden. (Şen, 2006: 98)
Adamdan azma: (Hayvanlar için) İnsan gibi akıllıca iş yapan hayvan. (Özturan,
2014: 28)
63
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
64
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Aferine sıçramak: Bir aferin almak için canla başla çalışmak. (Özturan, 2014:
19)
Afrasından tafrasından geçilmemek: Çok havalı olmak. (Özturan, 2014: 30)
Agap dönmek: Aynı yerde debelenip durmak, olduğu yerde dönüp durmak.
(Çınkır, 2016: 21)
Agdarıp döndermek: Aynı sözü tekrar etmek. Bir fikri sürekli düşünerek çözüm
aramak. Özalp, 2008: 183; Özturan, 2014: 31)
Agla takla etmek/olmak: Bir şeyi altüst etmek, döndürmek, sağa sola, altını
üstüne çevirmek. (Özalp, 2008: 183)
Agup’un gazı gibi lüp lüp yutmak: Bir şeyi hızlı hızlı yemek. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Ağ daşı ağnatır, gara daşı gaynatır: Aşırı geveze. (Özturan, 2014: 19)
Ağ günlü olmak: İyi bahtlı olmak. (Okumuş, 2006: 165)
Ağ sayıya gara yamalık: İyinin-güzelin, iyiliğin-güzelliğin üzerine yapılan,
onlara tamamen aykırı kötü ve çirkin şeyler. (Özalp, 2008: 181)
Ağa günü: İnsanın cömertçe para harcadığı gün, iyi günü. (Özturan, 2014: 19)
Ağa kesesinden harcamak: Başkasının kesesinden, kazancından harcamak.
(Özturan, 2014: 19)
Ağaçtan/cansız at: Tabut. Örnek: Hey gidi Şerif Hoca hey, “Bunca adamın
cenaze namazı gıldırma değil, beni de bir gün cansız ata bindirirler.” derdi. (Bilgin,
2006: 54; Çınkır, 2016: 22)
Ağalığı ariye vermek: Varlıklı olmak, ama para harcamasını bilmemek. Para
harcayamamak, cimri davranmak. (Özturan, 2014: 19; Adem Pırnaz)
Ağaya minder atmak: Birine şanına layık ikramda bulunmak. (Özturan, 2014:
21)
Ağım ağım ağlamak: Acındırarak ağlamak. (Özturan, 2014: 19)
Ağıp gitmek: Sağa sola bakmadan, kimseye aldırmadan kendi bildiğine gitmek.
(Özalp, 2008: 181)
Ağır akıllı: Ölçülü hareket eden, akıllı davranan insan. (Özturan, 2014: 20)
Ağır aksak: Düşe kalka, yarım yamalak, kör topal, şöyle böyle, orta halli.
(Özalp, 2008: 189; Özturan, 2014: 20)
Ağır basmak: Baskın gelmek. (Özturan, 2014: 19)
Ağır harman: Ağır hareket eden, havalı. (Özturan, 2014: 20)
Ağır söz: Küfürlü, hakaret dolu, izzetinefsi kırıcı söz. (Özturan, 2014: 20)
Ağır terzi: Çok kaliteli iş çıkaran kadın terzi. (Özturan, 2014: 20)
Ağır uslu: Akıllı, aklı başında. Davranışları yerli yerinde. Cıvık ve sulu olmayan
kimse. (Özalp, 2008: 189)
Ağır yemek: Misafir için hazırlanan, yağlı, emek isteyen yemek. (Özturan, 2014:
20)
Ağırdan almak: Yavaştan almak, acele etmemek. (Özturan, 2014: 20)
Ağırına gitmek: Zoruna gitmek, gücüne gitmek, onuruna dokunmak. (Çınkır,
2016: 9; Mercimek, ?: 124; Özturan, 2014: 20)
Ağırlığınca altın etmek: Çok kıymetli ve değerli olmak. (Okumuş, 2006: 165;
Özturan, 2014: 20)
Ağırlık çökmek: Ağırlık basmak, sıkıntı duymak. Sıkıntılı bir duruma girmek.
Manevi bir ağırlık hissetmek. (Özalp, 2008: 190)
Ağıt yakmak/çalmak/söylemek: Acıyı ifade eden bir şey söylemek, düzmek.
Örnek: Geçmişine bakıp ağıt yakıyor. (Bilgin, 2007c: 161; Erşahin, 2011a: 69; Gökçe,
2014: 116; Gözükara-Özalp, 2011a: 7; Özturan, 2014: 20; Sarıyıldız, 2012: 404)
Ağız açmak: Sabredip söylemediği lafları söylemeye başlamak. (Özalp, 2008:
195; Özturan, 2014: 21)
Ağız açtırmak: Yedinci gününde ölünün ruhu için yemek vermek. (Özalp, 2008:
195)
Ağız açtırmamak: Birine baskı yapıp konuşmasına izin vermemek. (Özalp, 2008:
195)
Ağız ağız değil ki evliya g..ü: (Faruk Zülkadiroğlu)
65
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ağız ağza vermek: İki insan birbirine çok yakın durarak gizlice konuşmak.
(Özalp, 2008: 195; Özturan, 2014: 21)
Ağız aramak: Birinin bir konudaki görüşünü öğrenmek için ağzını yoklamak.
(Özalp, 2008: 195)
Ağız birliği etmek: Önceden söz birliği ederek aynı ifadede birleşmek. (Özalp,
2008: 195; Özturan, 2014: 21)
Ağız burun fındık: Ağzı, burnu küçük ve düzgün. (Özturan, 2014: 21)
Ağız dadı/dadıyla: İyi hal, huzur, iyi geçim, birlik, dirlik. (Özalp, 2008: 195;
Özturan, 2014: 21)
Ağız dağıtmak: Küfretmek, ağza geleni söylemek, ağız bozmak. (DS, 2009: 96)
Ağız dalaşına gitmek: Laf yarıştırmak, çekişmek. (Elife Akkurt)
Ağız değiştirmek: Daha önce söylenilenleri değiştirip başka şeyler söylemek.
İfade değiştirmek. (Özalp, 2008: 195; Özturan, 2014: 21)
Ağız dolusu gonuşmak: Haklı olduğuna güvenerek sert bir şekilde, çok fazla
konuşmak. (Özturan, 2014: 21)
Ağız dolusu küfretmek: Kaba bir şekilde fazlasıyla küfretmek. (Özturan, 2014:
21)
Ağız gavgası: Sözle atışarak dövüşmek. (Özturan, 2014: 21)
Ağız uçurmak: Sövüp saymak, hakaret etmek, tehdit etmek. (Özalp, 2008: 196)
Ağız vermek: Konuşanı dinlemeye başlamak. Örnek: Ne ağzınızı verip her lafı
dinliyorsunuz ki işinize bakın. (Bilgin, 2006: 21)
Ağız yaşartacak gadar: Bir şeyin yeterinden az olması. (Özturan, 2014: 21)
Ağlama dutmak: Ağlama duygusuna düşüp ağlamak. (Özturan, 2014: 19)
Ağlamsak etmek: Ağlayacak hale getirmek. (Özalp, 2008: 185)
Ağlayası gelmek: Görülen acıklı bir olaydan, şahit olunan zulümden, hakaretten
dolayı ağlama isteği duymak, ağlayacak hale gelmek. (Özalp, 2008: 185; Özturan, 2014:
19)
Ağlayıp da ala gözden olmak/olmamak: Ağlamaya tenezzül etmemek. (Özturan,
2014: 19)
Ağlayıp sıkramak/sıtnamak: Şikayet ederek ağlamak, söylenerek ağlamak.
Ağlayıp sızlamak (Gökçe, 2014: 189; Gültekin, 2004: 911)
Ağrı gelmek: Ağrı ortaya çıkmak. (Özturan, 2014: 20)
Ağrımaz başını ağrıya sokmamak: İşi yerinde, kafası rahat olmak. Kendini
sıkıntıya sokacak işe bulaşmamak. (Özturan, 2014: 20)
Ağrısız başa keten sarmak: Başına dert açmak. (Çınkır, 2016: 28)
Ağrıyıp incinmemek: (Komşuluk, ortaklık, evlilikte) Karşı tarafça zora
sokulmamak, sıkıntıya düşürülmemek, incitilmemek, haksızlığa uğratılmamak. (Özalp,
2008: 190)
Ağsak it ağnağı: İnsanların rastgele girip çıktıkları yer. (Çınkır, 2016: 28)
Ağu gibi: Çok tuzlu, çorak, zehir gibi. (Özalp, 2008: 181)
Ağza alınmadık laf etmek: Ağır ifadelerle hakaret etmek, küfretmek. (Özturan,
2014: 21)
Ağza göre gonuşmak: Karşıdaki muhataba ters düşmeyecek şekilde konuşmak.
(Özturan, 2014: 21)
Ağzı açık galmak: Hayret içinde kalmak. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı ağzına gelmek: İki şey birbirine denk gelmek. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı aşşağı, başı yukarı: Birbirinden bağımsız, biçimsiz. (Şen, 2006: 99)
Ağzı aykırı gitmek: Yorgunluktan, hastalıktan kendini bilmez/bilemez hale
gelmek, uyuyakalmak. Yorgunluk, hayret, bayılma veya hastalıktan ağzı açık kalmak.
(Özalp, 2008: 196)
Ağzı ayran görmemiş olmak: Şımarık olmak. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı ayrık ayran delisi olmak: Aptal aptal, amaçsızca gezmek. (Arslan, 2011:
352; Çınkır, 2016: 29; Özturan, 2014: 21; Şen, 2006: 97)
Ağzı ayrılmak: Hayrete düşmek. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı barabar sövmek: Ağız/ağzının dolusunca küfretmek, sövmek. Sözünü hiç
çekinmeden, esirgemeden söylemek, hakaret etmek. (Özalp, 2008: 196)
66
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ağzı bir batman havaya galkmak: Bir sebeple havalı konuşmaya başlamak.
Konuşması kabalaşmak. İnsanları küçük görmeye başlamak. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı bir olmak: Aynı şeyi konuşmak. Ağız birliği etmek. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı bozuk: Çirkin konuşmak, küfürlü konuşmak. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı cıvık: Boşboğaz, geveze, sır tutmaz. Örnek: Ağzı cıvık olanın nişanlısı ele
gider. (DS, 2009: 116; Kozan, 2007: 215; Özturan, 2014: 21)
Ağzı çelikli: Çok konuşan, ani cevap veren. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı çimiş çimiş etmek: Bir şey yerken ağzı açık kalmak, ses çıkarmak ve
durmadan hareket etmek. (Özalp, 2008: 196)
Ağzı çirkef olmak: Konuşması küfür dolu olmak. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı dili bağlanmak: Konuşamaz olmak. Olacağa engel olamamak. (Özturan,
2014: 21)
Ağzı dişleri sızlamak: Bir iş veya bir kötülük yapmak, intikam almak için
şiddetli istek duymak. (Özalp, 2008: 196)
Ağzı dualı: Konuşması kibar. Ağzından sürekli dua çıkmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı g.. olmak: Çok söylemek, ama dikkate alınmamak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı Gaf Dağı’nda olmak: Ağzı yükseklerde olmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı gapalı olmak: 1. Yeni gelen gelin daha çok kayınbabasına hitaben, bahşiş
(konuşmalık) alıncaya kadar konuşmamak, gelinlik yapmak. 2. Az konuşmak. 3. Sır
saklayabilmek. 4. Oruç olmak. Örnek: Off, her yumuşunuza ben mi gideceğim? Gelin
hanım da ağzı gapalı deyi keyif sürsün. İyi bulduk vallaha yitirmezsek. (Bilgin, 2006:
21; Özalp, 2008: 196; Özturan, 2014: 22)
Ağzı gara olmak: Kötü sözlü olmak, ağzından kötü söz çıkmak. (KA, 2018: 103;
Kaya-Kozan, 2003: 17; Özturan, 2014: 22)
Ağzı gavlak: Sır tutmayan. Örnek: Sakın ola ona sırrını demeyesin. Ağzı
gavlağın biri o. (Çınkır, 2016: 29)
Ağzı gözü bir yana gitmek: Yüz felci geçirmek. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı gulaklarına varmak: Çok sevinmek. (Özturan, 2009b: 307)
Ağzı güzel: Kibar, terbiyeli konuşan. (DS, 2009: 118)
Ağzı hamam kilidi olmak: Çok az konuşmak, kimseye sır vermemek. (Özturan,
2014: 22)
Ağzı havada olmak: Yüksekten konuşmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı hayra açmak: Kötü, zarar verici, felaket bildirici sözleri bırakıp hayırlı,
faydalı, güzel şeyler söylemek. Örnek: Aman gızım ağzını hayra aç! (Özalp, 2008: 196)
Ağzı hiç içli köfte görmemiş olmak: Dengesiz, çok yavan, sıkıcı konuşmak.
Konuşması zor dinlenmek, konuşmalarında meymenet olmamak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı kelam etmemek: Güzel konuşmamak, az konuşmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı kilitli: Sır saklayan, here heçe konuşmayan. (Çınkır, 2016: 29; Kaya-
Kozan, 2003: 17)
Ağzı laf yapmak: Güzel konuşmak, derdini rahatlıkla anlatmak. (Göçer, 2004:
19; Özturan, 2014: 22)
Ağzı març març/mırç mırç etmek: Yemek yerken ağızdan març març diye ses
çıkmak. (Özalp, 2008: 196)
Ağzı pek/berk: Söylememesi gerekenleri boşboğazlık edip ağzından kaçırmayan,
sır tutan. (Bilgin, 2006: 22; Çınkır, 2016: 10; DS, 2009: 120)
Ağzı pis: Küfürlü konuşan. (Ahmet Pırnaz)
Ağzı sağır: Şartları yerine geldiğinde söylenmesi tembih edilen sözü bile
muhatabına bir türlü söylemeyen insan. Örnek: Git heri, ağzından bir kelime alana
kadar imanımız gevriyor vallahi. Sana da ağzı sağır diyen halt etmiş, ağzı kör
demelilerdi, ağzı yok demelilerdi. (Bilgin, 2006: 22)
Ağzı selli, g..ü yelli olmak: Boş iş yapmak. (Karalar, 1998: 42)
Ağzı sırnaplı: Sır saklayan: (Şirikçi, 2006: 177)
Ağzı söze yakışmak: Toplum içinde güzel konuşmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı süt kokmak: Daha yaşı küçük, toy, acemi olmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı Şar Dağı’nı değnemek: Ağzı havalı olmak. (Özalp, 2008: 196)
Ağzı şipilemek: Ağız çabuk çabuk hareket etmek ve şip şip şeklinde ses
çıkarmak. (Özalp, 2008: 196)
67
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ağzı şor kokmak: Gevezelik etmek, çok konuşmak istemek. (Karalar, 1998: 42)
Ağzı uçuklamak: Korkudan ve şaşkınlıktan dudakları kurumak, uçuklamak.
(Özturan, 2014: 22)
Ağzı üstü yatmak: Yüzükoyun yatmak. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı var, dili yok: Söz düşmeden konuşmayan, her şeye itiraz etmeyen, sessiz.
(Özturan, 2014: 22)
Ağzı yalavıç: Ağzında bakla ıslanmayan, geveze. Söz taşıyan. (Özalp, 2008:
196)
Ağzı yanmak: Tuttuğu bir işten beklemediği zararı görmek. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı yelli olmak: Ağzı havalı, palavracı, küfürbaz olmak. Önüne gelene hakaret
etmek. (Özalp, 2008: 196)
Ağzı yukarıda: Havalı. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı yüce: Büyük adam gibi davranmak, havalı konuşmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzıcığını yummak: Konuşmamak. (Sultan Kamalak)
Ağzımla isteyim de neremle yiyeyim?: Asıl olan istemeden vermek. İsteyince
verdiğini nasıl rahatça yiyeyim. (Özturan, 2014: 22)
Ağzına b..lu papuçla çarpmak: Birini azarlayarak haddini bildirmek. Utanılacak
bir şeylerini söyleyerek utandırmak. (Özalp, 2008: 196)
Ağzına b..u goymak: Karşıdakini zor durumda bırakacak hamleyi yapmak.
(Ahmet Yenikale)
Ağzına bir parmak bal çalmak: Kazanabilmek için iyilik yapmak. (Özturan,
2014: 23)
Ağzına bir şey goymamak: Yememek, içmemek, zayıflamak. (Özturan, 2014:
23)
Ağzına çemkirmek: Küçükler, büyüklerine karşı gelmek. (Arslan, 2011: 352)
Ağzına çöp/ip ölçermek: Ağzını yoklamak, sınamak. Ağzından laf almaya
çalışmak. Örnek: Ağzına çöp ölçerdim, bülbül gibi öttü. Eteğindeki tüm taşları döktü.
(Çınkır, 2016: 29; Çınkır, 2016: 30)
Ağzına daş almak: Hiç konuşmamak. (Özturan, 2014: 23)
Ağzına değmedik fincan, g..üne değmedik minder galmadı: Kız beğenmek
amacıyla çok gezmek, ama sonuç alamamak. (Alparslan-Özturan, 2010: 77; Özturan,
2014: 23)
Ağzına dürülüp gelmek: Rahat konuşmak. Konuşma yeteneği çok iyi olmak.
(Özturan, 2014: 23)
Ağzına gamalak şaptasıyla b.. yetişmez olmak: Ağzı çok yücelmek,
konuşulacağı kalmamak. (Özturan, 2014: 23)
Ağzına geleni gonuşmak/saymak: Kalp kırar mı, kırmaz mı hesap etmemek,
ağzına geleni hesapsız şekilde konuşmak. (Erşahin, 2011a: 69; Özturan, 2014: 23)
Ağzına havurtlu deve sığmamak: Kendini çok beğenmiş olmak. (Arslan, 2011:
353)
Ağzına mühür vurmak: Bir kişinin çok ve gereksiz konuşmasını önlemek. (A.
Kurt, 2017: 4)
Ağzına öykünmek: Bir kimsenin söylediklerini taklit etmek. Örnek: Manyak
mısın sen, ne ağzıma öykenip duruyon iki saattir öyle? (Arslan, 2011: 352; Çınkır,
2016: 30; Kapanoğlu, 2009: 99; Özalp, 2008: 196; Özturan, 2014: 23)
Ağzına s..mak: Çok zarar vermek. (Özturan, 2014: 23)
Ağzına sakız olmak: Gittiği her yerde aynı şeyi konuşmak. (Özturan, 2014: 23)
Ağzına söz vermek: Konuşması için ipuçları vermek. (Özturan, 2014: 23)
Ağzına tükürmek: Hakaret etmek. İcap eden hakareti yapmak. (Özturan, 2014:
23)
Ağzına vuruşun otuz iki dişini dökesin: Kötü konuşanlara verilmek istenen tepki.
Örnek: Ağzına vuruşun otuz iki dişini dökesin ki konuşamaz olsun. (Özturan, 2014: 23)
Ağzında çoğalmak: Yemeği yiyememek. (Adem Pırnaz)
Ağzında dili dönmez olmak: Çok konuşmaktan ağzı kurumak. Dili
kuruduğundan dolayı dönmez olmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzında dili olmamak: Çok konuşmamak. (Özturan, 2014: 23)
Ağzında dişi olmamak: Çok yaşlı olmak. (Özturan, 2014: 23)
68
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
69
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Aharat gibi akıtmak: Bol vermek, almak, getirmek. (Özturan, 2014: 30)
Ahbap-çavuş ilişkisi: Karşılıklı çıkarları koruyarak arkadaşlık kurmak.
(Okutucu, 2000: 88)
Ahı [yerde] galmamak: Zulüm gören mazlumun bedduası hedefini bulmak.
Zalim, zulmünün karşılığını görmek. (Özalp, 2008: 183; Özturan, 2014: 30)
Ahı dutmak: Bedduası yerine gelmek. (Özalp, 2008: 183; Özturan, 2014: 30)
Ahı gidip vahı galmak: Hastalık veya yaşlılıkla gücünü kuvvetini kaybedip işe
yaramaz hale gelmiş olmak. (Özalp, 2008: 183; Özturan, 2009a: 208)
Ahını almak: 1. Birinin bedduasını almak. 2. Öcünü, intikamını almak. (Özalp,
2008: 183)
Ahır Dağı gibi malı olmak: Çok zengin, varlıklı olmak. (Erşahin, 2011a: 69)
Ahır Dağı’na dolu yağıyor, Maraş'a deli yağıyor: Maraş'ta deli, ipe sapa gelmez
insan çok. (Özturan, 2014: 31)
Ahır Dağı’na gar yağdı, bizim eve deli yağdı: Ailesinden şikayetçi olmak.
(Horasan, 1992: 207; Şen, 2006: 98)
Ahır Dağı’nın başında bir b.. yiyip Aksu’yla Ceyhan’ın garıştığı yere ağzını
yumaya gitmek: Yok yere kendi başını derde sokmak. (Özturan, 2009b: 72)
Ahkam kesmek: Bilgiçlik taslamak. (Kuyumcu, 1995: 143)
Ahmak buyduran: Yavaş yavaş üşüten, hissettirmeden donduran, güneşe
güvenip dışarı tedbirsiz çıkarak üşüten hava. (Özalp, 2008: 184)
Ahrete azzık göndermek: Öteki dünyaya hayır hasenat biriktirmek. (Fatih
Ceyhan)
Ahretini yıkmak: Yalan gibi bir şey söyleyip hesabı zor bir şey yapmak.
(Özturan, 2014: 31)
Ahrette b… çıkmazsa şimdilik iyi: Konuşmalarına, görünüşüne bakılırsa iyi.
Ancak gizlediği kötü şeyler varsa ancak ahrette ortaya çıkacaktır. (Özturan, 2014: 31)
Akçasız dellal: Bir söz veya haberi gittiği her yerde diline pelesenk edip anlatan
kimse. Örnek: Şadiye duyduysa yeter, belediye hoparlosuna vermeye gerek yok.
Akçasız dellaldir o. (Çınkır, 2016: 37; Özturan, 2014: 31)
Akıl aldırmak: Uymak, kabul etmek, kanmak. Başkalarının sözlerine uymak,
gösterdiği yoldan gitmek. Ona göre iş yapmak. (Özalp, 2008: 183)
Akıl fukarası: Aklı kıt, az akıllı, divane, akılsız, aklı olmayan. (Özalp, 2008:
183; Özturan, 2014: 30)
Akıl garıştırmak: İnsanların aklını karıştıracak şekilde konuşmak. (Özturan,
2014: 30)
Akıl hocası: Akıl veren, bilgi öğreten, bir fikre çeken kimse. (Özturan, 2014: 30)
Akıl kârı olmamak: Yapılan iş, akıl sahibine ters gelmek. (Özturan, 2014: 30)
Akıl netsin?: Yapılması gereken işler o kadar yorucu ki akıl çaresiz kalıyor.
(Özturan, 2014: 30)
Akıl sır ermemek: Tuttuğu işi, çıkardığı fitneyi akıl çözememek. (Özturan, 2014:
30)
Akıl şinanay olmak: Hiç akıl olmamak. (Özalp, 2008: 183; Özturan, 2014: 30)
Akıl var, yatım var: Akıl var, aklın yattığı iş var. Bu iş mantıksız. (Özturan,
2014: 30)
Akıl vereceğine para vermek: Akıl kendisinde de olmak, ancak paraya ihtiyacı
olmak. (Özturan, 2014: 31)
Akıl yetirmek: Akıl vermek. Örnek: Aleme akıl yetirir. (Uzun vd., 2012c: 260)
Akıldan eser olmamak: Tuttuğu işte mantık olmamak. Akıllıca iş yapmamak.
(Özturan, 2014: 31)
Akıldan firik: Deli. (Çınkır, 2016: 37)
Akıldan yoksun olmak: Aklı olmamak. Akıllıca işler yapmamak. (Özturan,
2014: 31)
Akıllı uslu: Aklı başında, terbiyeli, uyumlu. (Özalp, 2008: 183)
Akıllılık etmek: Tutarlı, isabetli iş yapmak. (Özturan, 2014: 31)
Akıntıya kürek çekmek: Doğru-yanlış düşünmeden, gösterilen yoldan gitmek.
Günün modasına uymak. Yanlış da olsa kabul görmüş fikre kapılmak. (Özalp, 2008:
183; Özturan, 2014: 31)
71
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
72
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Aklına düşeni/eseni gonuşmak: Konuşurken sözün ucu nereye varır diye hesap
yapmadan konuşmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklına düşmek: Hatırlamak. (Özturan, 2014: 33)
Aklına esmek: Aniden aklına bir şey gelmek. (Özturan, 2014: 33)
Aklına gelen başına gelmek: Aklındaki korku gerçekleşmek, başına gelmek.
(Özturan, 2014: 32)
Aklına goymak: Bir şeyi aklında sabit hale getirmek. (Özturan, 2014: 33)
Aklına güvenilmemek: Aklı sağlıklı hükmetmemek. Aklıyla hınzırlık yapmak,
güvenilmez olmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklına muheyt olmak: Aklına sahip olmak. Aklını korumak. (Şen, 2006: 97)
Aklına sormak: Aklına danışmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklına şaşiim (şaşayım): Akıllıca davranış sergilemeyene söylenir. (Özturan,
2014: 33)
Aklına turp suyu sıkmak: Aklı bir işe yaramaz olmak. (Okumuş, 2006: 165)
Aklına turşu gurmak: Aklı zayıf olmak. (Okumuş, 2006: 165)
Aklına uymak: Birinin düşüncesine uymak. (Okumuş, 2006: 165)
Aklında var olmak: Aklında eksiklikler olmak. Deli olmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklından çıkmak: Unutmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklından olmak: Sevincinden aklı zarar görmek. (Özturan, 2014: 33)
Aklından şüphe etmek: Yapılan işi akıl kârı bulmamak. (Özturan, 2014: 33)
Aklını [başına] deşirmek/toplamak: Aklını başına toplamak, mantıklı düşünmek.
(Özturan, 2014: 32; Temiz, 2005: 100; Uzun vd., 2012a: 142; Uzun vd., 2012b: 66;
Uzun vd., 2012b: 89; Uzun vd., 2012c: 78)
Aklını aldırmak: Aklını kaybetmek. (Çınkır, 2016: 39)
Aklını bozmak: Aklını zora sokup kullanım dışı hale getirmek. Düşüncelerinden
vazgeçmek. (Özturan, 2014: 32; Özturan, 2014: 33)
Aklını cibdirmek: Aklını yitirmek, delirmek. (Özalp, 2008: 183)
Aklını çelmek: Kandırmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklını fıddırmak: Delirmek, aklını oynatmak, kaçırmak. Deli gibi davranmak.
(Özalp, 2008: 183)
Aklını g..üne goymak: Aklını çalışamaz hale getirmek. (Özturan, 2014: 33)
Aklını gözüne getirmek: Nasıl düşüneceğine hükmedip ona göre hareket etmek.
Aklını gördüğüne göre hükmeder hale getirmek. (Özturan, 2014: 33)
Aklını gullanmak: Yapması gerekeni yapmak. İş nasıl olur, ona göre aklını
kullanmak. (Özturan, 2014: 32)
Aklını kimsenin aklı tutmamak: Başkasının aklıyla kıyaslanamayacak kadar
akıllı olmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklını ölçmek: Aklını değerlendirmek, sınamak. Örnek: Veli emmi, “Ben aklımı
ölçtüm ve çok zeki olduğum kanaatine vardım.” dedi. (Çınkır, 2016: 40; Özturan, 2014:
33)
Aklını peynir ekmekle yemek: Aklını harcamak. (Erşahin, 2011a: 69; Özturan,
2014: 33; Körük, 2005: 33)
Aklını yitirmek: Delirmek. (Özturan, 2014: 33)
Aklını yoklamak: Hatırlamaya çalışmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklının dibi/dibini göstermek/görünmek: Çok akıllı olmadığını, aklının ne kadar
olduğunu gösterecek şeyler yapmak. Cahilce davranmak. (Deniz, 2015: 59; Okumuş,
2006: 165; Özturan, 2014: 33)
Aklının dibini ölçmek: Aklının ne kadar olduğunu test etmek. (Özturan, 2014:
33)
Aklının gününü görmek: Aklı sayesinde toplumda iyi bir yer edinmek. (Özturan,
2014: 33)
Aklının öte yanını göstermek: Cahil olduğunu belli etmek. (Adem Pırnaz)
Aklının vardığı yere başkasının ayağı varmamak: Çok zeki olmak. (Ahmet
Pırnaz)
Aklının yetmediği bir şey olmamak: Her şeye her işe aklı yeter olmak. (Özturan,
2014: 33)
73
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
74
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
76
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
77
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Alnını gurşuna vermek: Gerçekleşmesi istenilen bir işin, bir şeyin yapılmasını
sağlamak için her fedakarlığa katlanmak. Gelecek her kötülüğü -dövülmek, en kötü
hakaretlere uğramak, bütün varlığını, hatta hayatını kaybetmek- göze almak. (Özalp,
2008: 189)
Alnını güne vermek: Hiçbir gölgelik ve siper olmadan güneşe karşı durmak,
oturmak. Koruyucu tedbir almadan yüzü güneşe dönük oturmak. (Özalp, 2008: 189)
Alnının çatından gonuşmak: Karşıdakinin hak ettiği sözleri hiç esirgemeden ve
çekinmeden onun yüzüne karşı söylemek. Örnek: Şu Atıf nasıl bir döl yavrum? Gurşun
sıkmış gibi adamın alnının çatından konuşuyor. (Bilgin, 2006: 26; Özturan, 2014: 39)
Alo da paşo: O işin hiç aslı yok. Böyle şeye inanma. (Özturan, 2014: 39)
Alöccek gibi: Alöccek gibi karışık renkli, alöcceğe benzeyen. (Özalp, 2008: 187)
Alt başı/yanı şu: Altı üstü ne? Edeceği şu kadar. Ne var ki, bundan ne çıkar.
(Özalp, 2008: 185; Özturan, 2014: 39)
Alt tarafı bağlar gazeli: Kendini sattığına, kendini çok yukarılarda gösterdiğine
bakma, hiç aslı yok. (Özturan, 2014: 39; Şen, 2006: 98)
Alt yanını bozdurmak: Kadın olmak. Kız olmaktan çıkmak. (Özturan, 2014: 40)
Alt yanını çalıştırmak: Kötü kadın olmak, fahişe olmak. (Özturan, 2014: 40)
Altı aya bir gış getirmek: Kötü ihtimalleri hesap etmek. (Çınkır, 2016: 54)
Altı bir don yuduk, gene adımız kirli parsak: Ne kadar adımızı temize çıkarmaya
çalışsak da adımız konduğu gibi. (Özturan, 2014: 40)
Altı daş, üstü değnek olmak: Yeri rahat olmamak. (Özturan, 2014: 40)
Altı geleceğine beş gelsin, sile geleceğine boş gelsin: Onun kahrını çekeceğime
kıt kanaat geçinmeye razıyım. (Çınkır, 2016: 53; Özturan, 2014: 40)
Altı üstü ne?: Hepsi ne? Ne kadar ki? (Özalp, 2008: 187)
Altı yok, üstü yok: Aslı esası olmayan söz. (Özturan, 2014: 40)
Altıda alacağı, yedide vereceği olmamak: Hiç kimseye borcu, kimseden de
alacağı olmamak. (Çınkır, 2016: 54; Özturan, 2014: 40)
Altın bulsa bölüşmemek: Yoldaşlığı kötü olmak. Onunla iş yapmak istememek.
(Özturan, 2014: 40)
Altın tasta yunmayan g..üm, yun g..üm, yun g..üm: Eskiden bu imkanlarım
yoktu. Şimdi varken iyi kullanmalıyım. (Özturan, 2014: 40)
Altın topağı: Çok kıymetli çocuk. (Özturan, 2014: 40)
Altın ufağı [gibi] olmak: Ufak tefek, ama güzel ve kibar olmak. Ufak tefek
olmakla beraber çok değerli, doğru, dürüst, becerikli, elinden her iş gelmek. Kıymetli
olmak. (Özalp, 2008: 187; Özturan, 2014: 65)
Altına döşşek atmak: Birini ağırlamak, misafir etmek. (Özturan, 2014: 40)
Altına gaçırmak: İradeli iradesiz altına ıslatmak. (Özturan, 2014: 40)
Altına s..ırmak: Birini korkutmak, kaçırmak. (Özturan, 2014: 40)
Altına sıkışmak: Tuvalete ihtiyacı hasıl olmak. (Özturan, 2014: 40)
Altında galmamak: Yapana karşılıkta bulunmak. (Özturan, 2014: 40)
Altından almak: Yatalak hastanın altından pis almak. (Özalp, 2008: 187;
Özturan, 2014: 40)
Altından Çapanoğlu çıkmak: İşin altından kötü bir şeyler çıkmak. (Özturan,
2014: 40)
Altından galkılmaz olmak: İş, borç vs. fazla birikmiş olmak. Bitirilecek gibi
olmamak. (Özturan, 2014: 40)
Altından su çıkmak: Yerinde duramamak, oturmamak. (Özturan, 2014: 41)
Altını çalmak: Süpürmek, temizlemek. (DS, 2009: 232; Özalp, 2008: 187)
Altını deşmek: İşini bozmak. (Özturan, 2014: 40)
Altını ıslatmak: İdrarını kaçırmak. (Özturan, 2014: 40)
Altını üstüne getirmek: Ortalığı darmadağın etmek. (Özturan, 2014: 40)
Altının yemeğini, üstünün yorganını yağlı yapmak: Yapılan işi özenerek
yapmak. (Hürü Korkmaz)
Altmış altıya bağlamak: Garantiye almak. (Özturan, 2014: 41)
Altmış gapıya yetmiş değnek çalmak: 1. Bir iş bitirmek, bir ihtiyaç gidermek
için kapı kapı dolaşmak. 2. Amaçsız çok gezip dolaşmak. (Özalp, 2008: 183)
Altmış üçe bağlamak: Yaş sınırına bağlamak. (Özturan, 2014: 41)
78
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Altta galanın canı çıkmak: Zayıf olanın canı çıkmaya mahkum olmak. (Özturan,
2014: 40)
Alttan almak: Aşağıdan almak, gücendirmemeye çalışmak, dikkatli davranmak.
(Özalp, 2008: 185)
Alttan üstten gitmek: Yediklerini alttan üstten çıkarmak. (Özturan, 2014: 40)
Aman Allah’ınan tay öğretmek: 1. Zorla, yalvara yalvara gönül etmek. 2. Acemi,
tembel birine yalvar yakar iş öğretmek. (Özalp, 2008: 187)
Aman demek: Yalvarmak, aman dilemek. (Özalp, 2008: 187)
Aman herif göziin biri de kör mü ne?: Hikâyesi: Kızı gelin etmişler, ama kız
kocasına dikkat etmemiş. Halbuki adamın gözlerinde arıza varmış. Koca eve gelirken
her gün bir çıkınla geliyor, kadın da elinden çıkını alıyormuş. Günün birinde adam eve
çıkınsız gelince kadın, “Aman herif gözünün biri de kör mü ne?” demiş. (Özturan,
2009a: 248)
Aman tohul etmek: Aman dilemek, yardım istemek, yalvarıp yakarmak. (Özalp,
2008: 187)
Aman vermemek: Yol, fırsat vermemek. İnsaf etmemek, affetmemek. (Özturan,
2014: 41)
Amanı bilin mi?: Yalvarmaktan anlar mısın? Sana yalvarıyorum işte. (Çınkır,
2016: 56; Özalp, 2008: 187; Özturan, 2014: 41)
Amel olmak: 1. İshal olmak. 2. Birinin başına bela, yük olmak. (Özalp, 2008:
187)
Ameli bozuk olmak: Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirmemek.
(Özturan, 2014: 41)
Aminci gibi başında dikilmek: Rahatsız, taciz edecek şekilde bir kimsenin
başında dikilip durmak. (Özalp, 2008: 187)
Amma etmek/olmak: “İyi etmek, oh olsun” manasında kullanılır. (Bilgin, 2006:
27; Çınkır, 2016: 57; Özalp, 2008: 187; Özalp, 2008: 188; Özturan, 2014: 41)
Amma maham ha: Amma tuhaf ha. Alışılmamış söz ve hareketlerle bu
hareketleri yapan kimseler için söylenir. (Özalp, 2008: 187)
Amma sündürdün ha: Lafı çok uzattın. (Özturan, 2014: 41)
Ana avrat düz gitmek: Ağzına geleni söylemek. (Ahmet Yenikale)
Ana haldan galmak: Çok yorulmak, gücü tükenmek. (Özturan, 2014: 41)
Ana yana olmak: Bir olay karşısında şaşırmak. (Özturan, 2014: 52)
Anaç akıllı: Anası gibi, anasına benzeyen. Akıl ve davranışça anasına çeken.
(Özalp, 2008: 188)
Anadan doğma: Doğduğundan beri aynı. (Özturan, 2014: 41)
Anadan duzsuz: Hiç tuzu yok. (Özalp, 2008: 188)
Anadan önce ahıra girmek: Hürmetsizlik etmek. (Karalar, 1998: 44)
Analar gundağa sarmamış olmak: Çok geveze, çetin ceviz olmak. (Özturan,
2014: 41; Şen, 2006: 99)
Analı babalı: Anası babası sağ olan, hayatta bulunan. Onlarla birlikte yaşayan.
(Özalp, 2008: 188; Özturan, 2014: 41)
Analı gızlı: Çevreli. (Özturan, 2014: 41)
Analık çocuğu: Üvey ana çocuğu. Üvey ana çocuğu gibi muamele gören kimse.
(Özalp, 2008: 188)
Analık lokması: Pinti davranış, zorsunarak verilen şey. (Çınkır, 2016: 58)
Analık olsa çocuğun g..ünü yakmak: Zalim kadınların üvey anne olması halinde
ne kadar kötü olabileceğini ifade eder. Bir şey verirken kısan kimselere de denir.
(Özalp, 2008: 188)
Anam at: Soylu bir ailedenim. (Özturan, 2014: 41)
Anam avrat: Dik baş olmamak. Kişizade, uysal, engin olmak. (Özturan, 2014:
41)
Anam bacım olsun: İyi, temiz, ahlaklı, namuslu kadınlara karşı beslenen
duyguyu anlatır ve takdir babında söylenir. (Özalp, 2008: 188; Özturan, 2014: 41)
Anam bana gız diyor, ama benim umudum az: Bu iş olur diyorlar, ama benim
umudum az. (Çınkır, 2016: 58; Özturan, 2014: 41)
79
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
81
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ark altından bostan bağışlamak: Çok değerli bir şey bağışlıyor gibi yapmak.
Kendini çekiye çekmek. (Özturan, 2014: 45; Adem Pırnaz)
Arka çıkmak: Birini himaye etmek, korumak, desteklemek. (Kaya-Kozan, 2003:
22; Özturan, 2014: 44; Uzun vd., 2012b: 16)
Arka galası olmak: Birine sahip çıkmak, koruyup kollamak. Arkası, sahibi
koruyucusu olmak. İyilikte, kötülükte yanında olmak. Yardımcı olmak. (Özalp, 2008:
189)
Arkadaşlığı samana gazzık çakmaya benzemek: Arkadaşlığına güven olmamak.
(Özturan, 2014: 231)
Arkamızdan sövmezler ya: Şu işi yaparsak arkamızdan ne diye yaptın diye
sövmezler ya. Bu yaptığımız iyi bir iş. Belki para kazanmayız ama kimse arkamızdan
sövmez. (Özturan, 2014: 44)
Arkası gitmeye başlamak: İshal olmak. (Erşahin, 2011a: 69)
Arkası olmak: Birine sahip çıkmak, onu desteklemek. (Okumuş, 2006: 165)
Arkası olmamak: Güçlü destekçisi olmamak. (Özturan, 2014: 44)
Arkası sıra gitmek: Takip etmek. (Özturan, 2014: 44)
Arkası tır tır etmek/getmek: Korkudan arkası gitmek, ishal olmak. (Bulut, 1998:
94; Erşahin, 2011a: 69)
Arkasına teneke bağlayıp oynatmak: Aklı yerinde olmayan birinin arkasına
teneke bağlayıp kızdırmak, onunla eğlenmek. (Özturan, 2014: 45)
Arkasında garlı dağ gibi olmak: Kendisine yardım edecek önemli bir güç
hissetmek, bilmek. (Özturan, 2014: 44)
Arkasından anılmak: Ölüm sonrası unutulmamak. Hayırla anılmak. (Özturan,
2014: 45)
Arkasından atıp tutmak: Kendi yokken aleyhine konuşmak. (Özturan, 2014: 45)
Arkasını berke vermek: 1. Sağlam bir yere yaslanmak, dayanmak. 2. Sağlam,
güçlü, etkili, zengin birisine dayanmak. Güçlü dayısı, koruyucusu olmak. (Kozan, 2007:
219; Okumuş, 2006: 165; Özalp, 2008: 189; Özturan, 2014: 45)
Arkasını cılbatmak/çıkarmak: Soyunmak. (Özturan, 2014: 45)
Arkasını değişmek: 1. Üstünü değiştirmek. 2. Arkasındaki gücü değiştirmek.
(Erşahin, 2011a: 69)
Arkasını geyinmek: Elbisesini giyinmek. (Özturan, 2014: 45)
Arkasını toplamak: Birinin eksiklerini, yanlışlarını düzeltmek. (Adem Pırnaz)
Arkasını unutmak/unutmamak: Aile mensuplarından, akrabalardan, eşten dosttan
ilgi beklemek. Örnek: Arkanızı unutmayın, çabucak gelin. (Özalp, 2008: 190)
Arlanmaz utanmaz: Utanması ve hayası olmayan. (Özalp, 2008: 190; Özalp,
2008: 344)
Armudun sapı, üzümün çöpü var demek: Her şeye bir bahane bulmak.
(Alparslan-Özturan, 2010: 76; Özturan, 2014: 45)
Arnavut Bekir: Hali, kılığı düzenli olmayan kimse. (Adem Pırnaz)
Arnık durnuk: Ak pak olma. (Çınkır, 2016: 71)
Arnına almak: Ona önemli bir zarar vermek için hedef olarak seçmek. (Özturan,
2014: 45)
Arpa gören eşşek gibi anırmak: Sevilen bir şeyi görünce tepki vermek. (Arslan,
2011: 352)
Arpacı gumrusu gibi düşünmek: Derin derin düşünmek. Büyük bir sıkıntısı,
derdi var gibi derin düşünceye dalmak. (Özalp, 2008: 190; Faruk Zülkadiroğlu)
Arpanın gılçık atması: Birinin orta yere fitne fesat çıkaracak laflar atması.
Örnek: Arpanın gılçık atmasına benziyor Hasan’ın halleri. (Çınkır, 2016: 72; Özalp,
2008: 190)
Arpaya gatsan at yemez, kepeğe gatsan it yemez: Çok değersiz şey. (Erdem vd.,
2009: 2547; Erdem-Kirik, 2011: 559)
Arsız olmak: 1. Ağacın kökünden yenileri çıkmak, kökü geçmemek. 2. Acılara
sıkıntılara aldırış etmemek. (Özturan, 2014: 45)
Art eteği ıslık çalmak: Çok telaşlanmak. (Dalkıran, 2005: 54; Şen, 2006: 99)
Artık eksik helal et: Helalleşme. (Özturan, 2014: 45)
Artık etmek: Yemekte artık bırakmak. (Özalp, 2008: 190)
83
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Artık zırtık: İşe yaramaz, kullanılacak gibi değil. (Özalp, 2008: 190)
Asbab gabası, hapbap ücesi: Çok elbise giyerek vücudunu gürbüz-kaba, yüksek
etmek. Habbap (takunya) giyerek boyunu uzun göstermeye çalışmak. Örnek:
Görüntüsüne bakmayın, çok elbise ve ayakkabı giyerek asbab gabadı, hapbap ücesi gibi
görünmeye çalışıyor. (Özalp, 2008: 190)
Asbabını giymek: Elbisesini giymek. (Özturan, 2014: 46)
Asbablı şeytan: Kadın. (Özalp, 2008: 191; Özturan, 2014: 46)
Asılmaya çıksan kimse bulunmaz: Issızlık ve ilgisizlik. (Özalp, 2008: 191)
Asıp kesmek: İleri geri konuşmak. (Özturan, 2014: 46)
Asker arkadaşın mı?: Kendinden büyüklere teklifsizce ismiyle hitap eden
kimselere kınama makamında söylenir. (Özalp, 2008: 191)
Asker değil, köşker değil, parmağı çirişli köşker değil, büsbütün memur:
Memurun kıymeti. (Özturan, 2014: 46)
Askerde galmak: 1. Askerde ölmek. 2. Askeri personel olmak. (Özturan, 2014:
46)
Askıntı olmak: Gidip gelip bulaşmak. Sürekli sataşmak. (Özturan, 2014: 46)
Aslak maslak gonuşmak: Tutarsız, rastgele, anlamsız şekilde, oradan buradan
konuşmak. Konuşulanların birbiriyle bağlantısı olmamak. Deli dolu konuşmak. (Özalp,
2008: 191)
Aslanı çakala boğdurmak: Güçlü, iyi biri güçsüzün, kötünün emrinde olmak.
(Yalman, 1977: 400)
Aslanlık/aşlanık etmek: Şaka yapmak. Şaka yollu takılmak. Örnek: Hemen
gızdın ben sana aslanlık ettiydim. (Bilgin, 2006: 30; DS, 2009: 4427; Kapanoğlu, 2009:
71; Özalp, 2008: 191)
Aslı astarı/faslı olmamak: Yalan, asılsız konuşmak. (Körük, 2005: 33; Özalp,
2008: 191; Özturan, 2014: 46)
Aslı hu, nesli hu: Aslı temiz, nesli temiz. Temiz bir nesilden gelme. (Özalp,
2008: 191; Özturan, 2014: 46)
Aslı ne?: Sebep ne? Bu ağıtın aslı ne? Yani, ağlaman için ne sebep var? (Özalp,
2008: 191)
Aslı neyse nesli odur: Öncesi neyse sonrası da odur. (Gökçebey, 1999: 81)
Aslı ola da inanasın: Bunun doğru olduğuna asla inanmam. (Özturan, 2014: 46)
Aslı olmasa Kerem yanar mıydı?: Aslı yok zannetme, Aslı var. Konuşulanlar
doğru. (Özturan, 2014: 46)
Aslı var olup olmamak: Bir işin, olayın doğru tarafı bilinip bilinmemek.
(Erşahin, 2011a: 69)
Aslı varsa: Doğruysa. Yalan, uydurma değilse. (Özalp, 2008: 191)
Aslı yok yaylası: Gerçekte olmayan yer. (Özturan, 2009b: 82)
Aslı yok, [astarı yok]: Gerçek değil. (Özturan, 2014: 46; Faruk Zülkadiroğlu)
Aslına çekmek: Soyuna çekmek. (Okumuş, 2006: 165)
Aslını sormak: Nereli olduğunu, soyunu sopunu öğrenmek. Örnek: Aslını
sorarsan Gürün kasabasındandır. (Uzun vd., 2012c: 84)
Astarı yüzünden pahalı/pahalıya gelmek: Teferruatı kendinden daha pahalı
olmak. Kendi o kadar pahalı değil, ama yanındakiler daha pahalı. (Özturan, 2014: 46;
Faruk Zülkadiroğlu)
Astığı astık, kestiği kestik olmak: İstediğini, dilediğini yapmak. Kimse karşı
çıkamamak. Güçlü olmak. (Özturan, 2014: 46)
Aş da deliye galdı, iş de: Rakiplerin aradan çekilmesiyle faydalanılacak şeylerle
yükümlülüklerin bir kişiye kalması. (Özalp, 2008: 191)
Aş, ekmek istememek: Zararı, zahmeti olmamak. (Özturan, 2014: 46)
Aş/aşa vermek/ermek/yürümek: Gebe kadın, bazı yemeklere aşırı istek duymak.
(Erşahin, 2011a: 70; Özalp, 2008: 191)
Aşa/aşına [soğuk] su gatmak: Hal yoluna giren işi bozmak. (Çınkır, 2016: 76-77;
Özturan, 2014: 46; Şen, 2006: 97; Yalman, 1977: 514)
Aşağı dallara gonmamak: Gözü hep yukarıda olmak, hep yükselmeye çalışmak,
kendisini başkalarından yüksek görmek. Aşağılara tenezzül etmemek. (Özalp, 2008:
191)
84
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Aşer mahşer: Ortalık kalabalık, düzensiz, karışık. (Özalp, 2008: 191; Özturan,
2014: 20)
Aşgarı bozuk olmak: Görüntüsü, şekli, eşkali bozuk, çok çirkin olmak. (Arslan,
2011: 352; Çınkır, 2016: 77; Özalp, 2008: 191; Özturan, 2014: 46; Şen, 2006: 97)
Aşı pişik, ekmeği oluk: Her işi yoluna koymuş. (Dalkıran, 2005: 54; Özturan,
2014: 46)
Aşık atmak: Bir şeye sahip olmak için talip olmak. Boy ölçüşmek. (Kılıç, 2008:
163; Özturan, 2009b: 359; Özturan, 2014: 46)
Aşını datlandırmak: Kendini önemsetmeye çalışmak, nazlanmak, çekimser
davranmak. Örnek: Aşını datlandıra datlandıra bir hal oldu. Sanki biz onun ne menem
bir şey olduğunu bilmiyok. (Çınkır, 2016: 78)
Aşkar vermek: Boyayı tutturmak. (DS, 2009: 359)
Aşna fişne/haşne fişne olmak: Gizli dost tutmak, gayr-i meşru ilişkileri olmak.
(Özalp, 2008: 191; Özturan, 2014: 46; Şen, 2006: 97)
Aşpincik oynamak: 1. Çocuklar, hayali yemek pişirme oyunu oynamak.
2.Birbirlerine sık gidip gelmek. (Özalp, 2008: 191)
Aşşağıya getmek: Eskiden, çalışıp para kazanmak için Maraş, Adana, Antakya
(Amik ovası), Söke, Edirne gibi pirinç, pamuk yetişen yerlere gitmek. (Özalp, 2008:
191-192)
Aştan ekmekten kesilmek: Yemeden içmeden kesilmek, iştahsız olmak. Ölmeye
yakın olmak. Örnek: Aştan ekmekten kesilen Cihangir Doğan, Antep’e gitmeye garar
verir. (Gözükara-Özalp, 2011a: 270)
At başı beraber: Eşit, paralel. (Özturan, 2014: 47)
At gibi: Sağlam, çalışkan. Yerinde zor durur. (Özturan, 2014: 47)
At oynatmak: Meydanda cevelan etmek. Alana çıkmak. (Özturan, 2014: 47)
At parlamak: At, bir şeyden huysuzlanıp ve ürküp gözü dönerek kontrolsüz bir
biçimde koşmak, önüne çıkan şeyleri kırıp dökerek kaçmak. (Özalp, 2008: 192;
Özturan, 2014: 47)
At sineği gibi yapışmak: Menfaati olana kopmamacasına yapışmak. (Özturan,
2014: 47)
At üstünde guduz dalamak: Kötülüklerden kaçamamak. Kötülüklerden ne kadar
kaçarsan kaç, ne kadar uzak durmaya çalışırsan çalış, yine de kurtulamazsın. Kötülükler
gelip seni bulur. (Özalp, 2008: 192)
Ata atsan yemez, ite atsan yemez: Hiçbir işe yaramaz. (Özturan, 2014: 47)
Ata binmeden ayaklarını sallamak: İşleri yolunda gitmeden yüksekten uçmaya
başlamak. (Şirikçi, 2007: 87)
Ata vursan eyer, eşeğe vursan semer olmak: Her yere yakışmak, her işi
başarmak. Herkesle anlaşmak. İyi geçinmek. (Çınkır, 2016: 81-82; Özalp, 2008: 192)
Atanak atanak olmak: Çocuk ve bitkiler iyi gelişmek, gürbüz olmak, tombul
tombul olmak. (Özalp, 2008: 192)
Atar nakliyat: İçki alışkanlığı olan. (Özturan, 2014: 47)
Ataş almaya mı geldin?: Oturmanla kalkman bir oldu, acelen ne? (Özturan,
2014: 47)
Ataş avarası: Yanmaya hazır. (Özturan, 2014: 47)
Ataş gaymak: 1. Ateş yakmak. Ocağa, sobaya odun koyup ateşlemek. 2. Güreşte,
dövüşte çabuk ve güçlü hamleler yapmak, yüksek performans göstermek, 3. Hızlı hızlı
iş görmek. (Çınkır, 2016: 82; Özalp, 2008: 192; Özturan, 2014: 47)
Ataş gibi: 1. Sıcak. 2. Hızlı çalışan; temposu, performansı yüksek, hareketleri
atak olan. Ateş parçası gibi. (Özalp, 2008: 192)
Ataş püskürmek: Hiddetlenmek. (Özturan, 2014: 47)
Ataşa atmak/yakmak: Hayatını berbat etmek, istikbaliyle oynamak. (Özturan,
2014: 47)
Ataşa atsan tütünü çıkmaz: Değersiz şey. (Şirikçi, 2007: 88)
Ataşa gazan goymamış olmak: Yaşı çok küçük olmak, tecrübesiz olmak. (Hürü
Korkmaz)
Ataşına yanmak: Birileri için sıkıntıya kalmak. (Özturan, 2014: 47)
Ataştan köynek: Çekilmesi zor. (Özturan, 2014: 47)
85
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Avil avil bakmak: Kafası almadan aptal aptal bakmak. (Özturan, 2014: 48)
Avrada çökmek: Avrada, kadına saldırmak. Tecavüz etmek, ırzına geçmek.
(Özalp, 2008: 193)
Avradı el için mi aldın?: Avradına sövdürecek iş yapma. (Özturan, 2014: 48)
Avrat ağızlı: Karısının dedikleri doğrultusunda konuşan. Kadınlar gibi konuşan.
(Özturan, 2014: 48)
Avrat akıllı olmak: Karısının aklıyla hareket etmek. (Arslan, 2011: 353)
Avrat aklı: Kadına özgü akıl, düşünce, davranış şekli. (Özturan, 2014: 48)
Avrat başına/başıynan: Kadın başıyla, kadın başına, kadın haliyle, kadınlığına
bakmadan. Örnek: Avrat başına dışarı çıkılır mı? (Bilgin, 2007a: 62; Özalp, 2008: 193)
Avrat damarı dutmak: Korkmak. (N. Aksoy, 1998: 71)
Avrat delisi olmak: Kadınlara düşkün olmak. (Karalar, 1998: 45)
Avrat dölü: Elinden iş gelen, işe yatkın düzenli erkek. (Özturan, 2014: 49)
Avrat duz dedi mi g..ü/yüreği cız demek: Parasızlıkta evden istenen tuz bile zor
gelmek. (Çınkır, 2016: 87; Özturan, 2014: 48)
Avrat elli atmak: Atıcının atacağı taşı misketi eline aldıktan sonra belini yeteri
kadar öne doğru eğip kolunu yan tarafından veya araladığı bacaklarının arasından yere
doğru uzatıp nişan almak niyetiyle birkaç kere sallayarak (veya sallamadan) hedefe
doğru atma tarzı. Örnek: Talat, her avrat elli atışında gülleleri vuruyor, ben de öyle
atacağım. (Bilgin, 2006: 31)
Avrat elli olmak: Karıya, hanıma çok bağlı olmak. Karısının sözünden
çıkmamak. Karısının ailesine, akrabalarına daha yakın olmak. (Çınkır, 2016: 87; Özalp,
2008: 193)
Avrat etmek/etmemek/yapmak: Erkek, hanımına sahip çıkmak/çıkmamak;
hanım olarak benimsemek/benimsememek. (Gözükara-Özalp, 2011a: 398; Özalp, 2008:
193)
Avrat gısmı: Kadın milleti kesimi. (Özalp, 2008: 193; Özturan, 2014: 48; Şen,
2006: 97)
Avrat gibi olmak: Kavgadan, sertlikten, tehlikeli işlerden ve hatta oyunlardan
uzak durmak. Korkak, çekingen olmak. Kadınsı işler yapmak. Örnek: O işi Mustafa
yapamaz, böyle tehlikeli işler avrat gibi olanların harcı değil, yapayım derken bozar
sonra. (Bilgin, 2006: 31)
Avrat Haccaba: Kadınların bilmesi gereken her şeyden haberi olan ve onların
birçok becerisini gösteren erkek. Örnek: Bedriye’nin kişisi İhsan Hoca var ya dokumayı
avradının elinden aldı, avrat Haccaba gibi Muhlise’nin çıkaramadığı nakışı bir bakmaya
çıkarttı anam. (Bilgin, 2006: 31-32; Özalp, 2008: 193)
Avrat Hasan: Eli ev işlerine yatkın erkek. (Çınkır, 2016: 87)
Avrat olmak/olmamak: Avratlığı, ev kadınlığını benimseyip öğrenmek/
öğrenmemek. (Özalp, 2008: 193; Özturan, 2014: 48)
Avrat var, avratcık var: Avratlığın hakkını veren var, veremeyen var. (Özturan,
2014: 49)
Avrat yerine galayı gucaklamak: Yiğitçe bir hanıma sahip olmak. (Akın, 2014:
41; Horasan, 1992: 207)
Avratlık yapmak/yapmamak: Kadın, kocasına karşı görevini
yapmak/yapmamak. İyi bir hanım, iyi bir eş olmak/olmamak. Örnek: Bu kız, oğluma
avratlık yapamaz diyorum, ne yatacağı zamanı biliyor ne kalkacağı zamanı. (Bilgin,
2006: 32; Özalp, 2008: 193-194)
Avratsız aş yememek: Karısını çok sevmek. Onsuz yemek yememek. (Çınkır,
2016: 87; Özturan, 2014: 49)
Avucu gaşınmak: Bir yerden para geleceği işareti. (Özturan, 2014: 49)
Avucuna o…up burnuna tuttuğu zaman: Delikanlılık zamanı. Göze hiçbir şeyin
görünmediği zaman. (Çınkır, 2016: 88; Özturan, 2014: 49)
Avucuna para goyası gelmek: Varlıklı, ama giyim kuşamı fakirler gibi olan veya
sürekli halinden şikayet eden kimse, insanları kendine acındırmak. (Özturan, 2014: 49)
Avucuna yazmak: Bir bilgiyi, dedikoduyu, haberi, bilmesi veya bilmemesi
gereken şeyleri birine söylemek, anlatmak. (Özalp, 2008: 193; Özturan, 2014: 49)
Avucunu çukur dutmak: Eline bir şey geçme temennisi. (Özturan, 2014: 49)
87
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Avucunu yalamak: Eli boşa çıkmak, bir şey kazanamamak, bir şey elde
edememek. Eline geçen fırsatı tepmek. (Arslan, 2011: 352; Çınkır, 2016: 88; Özalp,
2008: 193; Şen, 2006: 99)
Avuç açmak: Dilenmek. (Özturan, 2014: 49)
Avuç içi gadar: Küçük yer. (Özalp, 2008: 193; Özturan, 2014: 49)
Avuk olmak: İşten kalmak, avare olmak. (DS, 2009: 395)
Avurdunun gölgesinden kimseyi görmemek: Yemeği yanındakilerin de hissesi
olduğunu hesaplamadan hızlı hızlı yemek, tamamını yemeye çalışmak. (Özturan, 2014:
49)
Ay be ay vermek: Her ay ödeme yapmak. (Özturan, 2014: 49)
Ay beninen olduktan sonra yıldızın parmağım g..üne: Evin büyüğü, sözü geçeni
beni tutarsa diğerlerinin bir değeri yoktur. Kocam beni tutar ve kollarsa başkalarını boş
ver. (Özalp, 2008: 194)
Ay dediği geçi olsa, dağlar daşlar geçi olur: Çobanlar keçileri yönetirken “Ay!
Kiç!” şeklinde bağırırlar. Onun sözünün aslı esası olmaz. Ona inanılmaz. Olsa keçiden
çok bir şey olmaz. (Özalp, 2008: 194; Özturan, 2014: 49)
Ay’a “Sen doğma, ben doğayım.” demek: Ay gibi güzel olmak. Ay’ın yerine
gökyüzünde kendisinin doğması gerektiğini söylemek. (Bulut, 1998: 95; Erşahin,
2011a: 71; Erşahin, 2011a: 73; Özturan, 2014: 49)
Aya bağlamak: Her ay ödeme yapmak üzere anlaşmak. (Özturan, 2014: 49)
Aya güne mah demek, topal eşşeğe deh demek: Hem yüksekten uçmak hem de
fakir olmak. (Özturan, 2014: 49)
Ayağa galdırmak: Birini yoksulluktan, iflastan, borçtan kurtarmak. (Okumuş,
2006: 165; Özturan, 2014: 50)
Ayağı cıvık olmak: Çok gezmek. (Özturan, 2014: 50)
Ayağı çabuk olmak: Çabuk yürümek, hızlı hareket etmek. (Özalp, 2008: 194;
Özturan, 2014: 50)
Ayağı dönmek: Çalgı hoşuna gitmek, oynamaya hazır olmak. (Özturan, 2014:
50)
Ayağı düşmek: Değer kaybetmek. Sıradan olmak. (Özturan, 2014: 50)
Ayağı it ayağı olmak: Çok gezmek. (Özturan, 2014: 50)
Ayağı tumansız olup da başı çiçeksiz olmamak: Fakir de olsa üstü başı da
dökülse süsünden geri kalmamak. (Özturan, 2014: 50)
Ayağı yanık it gibi goşmak: Her şeye koşturup durmak. (Çınkır, 2016: 88)
Ayağı yer etmek: Tutunmak. (Özturan, 2014: 50)
Ayağı zıypmak: Başaramamak, ayağı kaymak. (Çınkır, 2016: 88)
Ayağın mı aşınır?: (Yürüyerek gidip gelmeye üşenenler için) Gidersen ne
kaybedersin? (Özturan, 2014: 50)
Ayağına b.. bulaşmak: Sıkıntılı bir durumla karşı karşıya kalmak. (Karalar,
1998: 45)
Ayağına daş değdiğini istememek: Üzüldüğünü, ezildiğini istememek. (Özturan,
2014: 50)
Ayağına dolaşmak: Suçunun içinden çıkamamak. (Özturan, 2014: 50)
Ayağına düşmek: Birine muhtaç olmak. (Okumuş, 2006: 165)
Ayağına gitmek: Bulunduğu yere gitmek. (Özturan, 2014: 50)
Ayağına gurban mı kesek?: Sen neden gelmiyorsun? Geldiğin zaman kurban
kesmemizi mi bekliyorsun? (Özturan, 2014: 50)
Ayağına yüz sürmek: Birisinden yardım dilemek. (Okumuş, 2006: 165)
Ayağında don yok, başına fesleğen ister: Durumu kötü, ama gözü yükseklerde.
(Faruk Zülkadiroğlu)
Ayağında tumanı yok: Başından büyük, gücünün üstünde işlere kalkışan fakir,
parasız, güçsüz kimse. (Özalp, 2008: 194)
Ayağını alıştırmak: 1. Ucuz ve vadeli vererek kolaylık göstererek müşteriyi
dükkana çekmek, alıştırmak. 2. Sevilen birinin gelip gitmesini sağlamak için ilgi ve
saygı göstermek, güzel davranmak. (Okumuş, 2006: 165; Özalp, 2008: 194)
88
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
89
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ayakkabının teki bizde galık: Sen bize çok sık gelmiyorsun ki bizi davet
ediyorsun. (Özturan, 2014: 51)
Ayakkabıyı ters çevirmek: Evlenmek istemek. (Ertekin, 1997: 87)
Ayakkabıyı/çarığı/pabucu çiftlemek: 1. İki ayakkabıyı yan yana getirmek,
eşleştirmek, birleştirmek. 2. Ayakkabılarını aceleyle giyip gitmek, sıkışık bir zamanda
kaçmak. (Gökçe, 2014: 188; Özalp, 2008: 194; Özalp, 2008: 318; Özturan, 2014: 51)
Ayakları saz vermek: Ayak yorgunluktan sızlamak, ağrımak. (Özalp, 2008: 194)
Ayakları suya ermek: Düş kırıklığına uğramak. (Okumuş, 2006: 165)
Ayaklarını açmak: 1. Çabuk, hızlı ve uzun adımlarla yürümek veya koşmak.
Yürümesini çabuklaştırmak, hızlanmak, gideceği yere acele gitmek. 2. Müşteriyi
alıştırmak. 3. Gelin giden kızın baba evine gelip gidebilmesi için oğlan tarafının gelini
bir takım hediyelerle baba evine ilk defa göndermesi. (Özalp, 2008: 194)
Ayakta sallanmak: Güçsüz olmak. (Özturan, 2014: 51)
Ayakuçlu başuşlu yatmak: Bir döşeğin iki ucuna da konulan yastıklara iki kişi
birbirine ters olarak yatmak. Örnek: Ah ah, ne günler geçirdik yav! Yatağımız yoktu da
beni kardeşimle beraber ayuuşlu-başuşlu yatırırlardı. Bir zararı yoktu da Hakan’ın
çıkardığı kokulara dayanmak zordu biraz. (Bilgin, 2006: 34; Özalp, 2008: 195)
Ayaküstü gezmek: Kısa mesafeli dolaşmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Ayan olmak: Müjde olmak, haberi olmak. (Temiz, 2005: 696)
Ayarı bozuk olmak: Ahlakı, fikri bozuk olmak. (Özturan, 2014: 51)
Aybaşı adaklı, yılbaşı gurbanlı olmak: En küçük kazada kurbanı kesilir olmak.
(Özturan, 2014: 51)
Aydınlığa çıkmak: Rahata çıkmak. İş açıklığa kavuşmak. (Özturan, 2014: 51)
Aygırcak gibi: 1. Doğru dürüst yürüyemeyen, sarsak sarsak yürüyen insan,
çocuk. (Özalp, 2008: 194-195)
Ayı gibi sokranmak: Homurdanmak, ayı gibi sesler çıkarmak. (Özalp, 2008:
195)
Ayı maniği gibi: Ayı yavrusu gibi. Şişmanca, etli-canlı çocuk. (Özalp, 2008:
195; Özturan, 2014: 51)
Ayıbı açılmak: Denenmiş olmak. Nasıl olduğu, ne yapacağı anlaşılmış olmak.
(Özalp, 2008: 195)
Ayıbını yüzüne vurmak: Yaptığı ayıbı yüzüne söylemek. (Özturan, 2014: 51)
Ayıkla pirincin daşını: Çok karışık işin içinden çıkabilirsen çık. (Şen, 2006: 99)
Ayın aydığısı: Mehtap. Ay ışığı ile yeryüzünün aydınlandığı zaman. (Özalp,
2008: 195)
Ayın garası: Aysız gece, zifiri karanlık gece. (Özalp, 2008: 195)
Ayın on dördü gibi olmak: Çok güzel olmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Ayın oyun etmek: Döküp saçmak, altüst etmek, işe yaramaz duruma getirmek,
bozmak, karmakarışık etmek, çarçur etmek. (Çınkır, 2016: 91; DS, 2009: 419)
Ayıp denen bir şey var: Tuttuğu iş yakışıksız. (Özturan, 2014: 51)
Ayıp yeryüzünden galkmış: Ayıp dikkate alınmaz oldu. Ayıba dikkat eden
kalmadı. (Özturan, 2014: 51)
Ayıpsız acemsiz: Çok güzel, hiçbir kusuru olmayan. (Dalkıran, 2005: 54)
Ayıyı gazana s..ırmak: Bir söz söyleyerek her şeyi berbat etmek. (Çınkır, 2016:
91-92)
Aykırı doykuru: Eğri büğrü, normallikten uzak, düzgün olmayan. Usule,
alışılmışa uymayan. (Özalp, 2008: 195)
Aylı günlü: Gebe, doğumu yakın kadın. (DS, 2009: 425)
Aylığa vermek: Aylıklı işe vermek. (Özturan, 2014: 51)
Aymaç uymaç: İriyarı, geniş vücudu, kaba saba, yamrı yumru. (Özalp, 2008:
195)
Ayna gibi: Berrak, beyaz, tertemiz, iç açıcı yüzü, siması olan. Örnek: Ayna gibi
benzi var. (Özalp, 2008: 195)
Ayna tutmak: (Baht için) Kendi halini görsün diye ayna tutmak. (Özturan, 2014:
51)
90
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Aynadan arı, sudan duru olmak: 1. Aynadan daha temiz, sudan daha berrak
olmak. 2. Kötü bir insanın kendisini temiz göstermeye çalışmasına karşı da alay olarak
söylenir. (Özalp, 2008: 195)
Aynat beynat etmek: Bir şeyi ya da işi karmakarışık hale getirmek. (Adem
Pırnaz)
Aynı açılıp yüzü gülmemek: Gün görmemek, acı çekmek. Mesut, mutlu
olmamak, hep üzüntülü, sıkıntılı olmak, hiç iyi gün görmemek. (Özalp, 2008: 195)
Aynı daraktan, aynı bezden olmak: Aynı ahlakta olmak. (Özturan, 2014: 51)
Aynı deliğe işemek: Aynı şekilde konuşmak, hareket etmek. Fikir birliği içinde
olmak. (Özturan, 2014: 51)
Aynı kil, aynı tarak: Değişiklik yok. (Özturan, 2014: 51)
Aynı minval üzere: Daha önce olduğu gibi. Aynı tavır üzere. (Özturan, 2014: 52)
Aynı yastığa baş goymak: Evlenmek. Hayatını birleştirmek. (Özturan, 2014: 52)
Aynım çeşnim: Karışık, çeşit çeşit, düzensiz. (Özturan, 2014: 52)
Aynıyla vaki: Düşünülen gibi olmak. (Özturan, 2014: 52)
Ayran gönüllü: Çabuk küsen, çabuk değişen, bozulan. (Özturan, 2014: 52)
Ayran içip ayrı düşmek: Pek görüşemez olmak. Eskisi gibi sık görüşmemek.
(Özturan, 2014: 52)
Ayrana su gatmak, onu da isteyene satmak: Bir mal kalitesiz de olsa alıcısı
olmak. Tok satıcı olmak. (Özturan, 2014: 52)
Ayrandan aşşağı çökelek: Bir şeyi, kimseyi süt ürünlerinin besin değeri olarak
en aşağısı kabul edilen çökeleğe benzeterek aşağılamak. Fazla gelen, artan ayrandan
yapıldığı için, çökelek ayrandan aşağı kabul edilir. Burada kastedilen mana çok aşağı
kabul edilen, değersiz bulunan, o gözle bakılan insandır. (Özalp, 2008: 195)
Ayranı gabarmak: Aniden kızmak, hiddetlenmek, kontrolden çıkmak. (Okumuş,
2006: 165; Özturan, 2014: 52)
Ayranına duru, ekmeğine guru dememek: Kısıtlı olan imkanları kabullenmek.
(Özturan, 2014: 52)
Ayrı baş çekmek: Başkalarıyla, herkesle birlikte hareket etmemek, toplumdan
uzak durmak. Ortak hiçbir şey yapmamak. (Özalp, 2008: 195; Özturan, 2014: 52)
Ayrı çekmek: Taraf tutmak. (Hasan Çolak)
Ayrıksı hareket etmek: Toplum dışına çıkmak. (Özturan, 2014: 52)
Ayrısı gayrısı olmamak: Her işi bir olmak. (Özturan, 2014: 52)
Ayvaz gasap, hep bir hesap: Öyle de aynı böyle de aynı. (Özturan, 2014: 52)
Az buçuk: Benzer. (Özturan, 2014: 52)
Az buz/uz değil: Oldukça fazla, hatırı sayılır bir miktarda. Gözden çıkarılacak,
vazgeçilecek kadar az değil. (Özalp, 2008: 195; Özalp, 2008: 197; Özturan, 2014: 52)
Az daha okuyup ormancı olmak: Büyük adam olmak. Hikâyesi: Bir gün bir köye
ziyarete gelen Kaymakam’a yaşlı bir köylü teyze ne iş yaptığını sormuş. Kaymakam da
“ben Kaymamamım teyze” deyince köylü kadın, “az daha okuyup ormancı olsanaydın”
oğlum demiş. (Çınkır, 2016: 815)
Az değil: 1. O da az değil, çok dürüst, uslu biri değil. 2. Bir kişinin rakibinden
daha aşağı-kötü olmadığını ifade etmek. (Özalp, 2008: 195)
Az felefesden olmamak: Düzenbaz olmak. (Özalp, 2008: 195)
Az işten çok iş çıkmak: Az fitneden büyük kavga çıkmak. (Özturan, 2014: 52)
Az verip çok yalvarmak: Borcunun azını verip geriye kalanı geciktirdiği için
yalvarmak, alttan almak. (Özturan, 2014: 52)
Az ye de azap/hizmetçi dut: Boğazına, elbiselerine, lüksüne az para harca da
oralardan artırdığın parayla kendine hizmet edecek birini tut. (Özalp, 2008: 196;
Özturan, 2014: 52)
Aza çoğa bakmamak: Verilen fiyata, ücrete bakmamak, önem vermemek.
(Özturan, 2014: 52)
Azılı azılı bakmak: Sert sert bakmak. (Özturan, 2014: 52)
Azına gitmek: Az bulmak, azımsamak. (Özturan, 2014: 52)
Azını çoğa saymak: Az verip çoğa razı etmek. (Özturan, 2014: 52)
Azizlik etmek: İstenmeyen, beklenmeyen bir şey yapmak. (Özturan, 2014: 52)
Azla uzla olacak değil: Masraf çok fazla. (Özturan, 2014: 52)
91
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
92
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Bağ dikip bostan mı ekti sanki?: İşe yarayacak bir şey yapmadığından sahip
olduğu değeri hak etmiyor. (Özturan, 2014: 53)
Bağcağı üzülmek: Sonu kesilmek, kalmamak, bitmek. Örnek: Kelaynak
kuşlarının bağcağı üzüldü. (Atalay, 2008: 130; Çınkır, 2016: 102; Emirmahmutoğlu,
1997: 89)
Bağıra bağıra getmek: Alışverişte, ticarette ele geçen fırsatı değerlendirememek.
(Özturan, 2014: 53)
Bağıraçık Memmed Ağa: Üstü, davranışına uygun kabadayı. (Özturan, 2014: 53)
Bağırsaklarına ğöy (çimen, yeşillik) değip havalanmak: (Gökçebey, 1999: 83)
Bağlasa durmamak: Çok hareketli olmak. Çok acil işi çıkmak. (Özturan, 2014:
53)
Bağrı bağdaşık olmak: Kalben bağlı aynı düşüncede olan, arkadaş canlısı,
göbeği bir kesik olmak. Örnek: Benden uzak ol, bağrın bağdaşık mı? (DS, 2009: 484;
Özalp, 2008: 200)
Bağrı daş olmak: Acı çekmek. (Uzun vd., 2012a: 179)
Bağrı daşlı, gözü yaşlı olmak: Kara kaderli, çileli olmak. (Özturan, 2014: 53)
Bağrı delinmek: Büyük acı duymak. Dövünmekten, bağrına vurmaktan göğsü
yara olmak. Örnek: İki yiğidi arka arkaya toprağa verince vura vura bağrını deldi
avratcağız. (Bilgin, 2006: 38; Çınkır, 2016: 103; Yalman, 1977: 514)
Bağrı gararmak/bişmek: Çok bağırmak, bağırarak çok ağlamak. (Özalp, 2008:
200)
Bağrı yanık/yanmak: 1. Çok sıkıntı, acı çekmiş. 2. Sevdalı. Örnek: Duyanların
bağrı yanar. (Gözükara-Özalp, 2011a: 151; Özturan, 2014: 53)
Bağrı yufka: Yufka yürekli, merhametli. (DS, 2009: 485)
Bağrına basmak: Sevgiyle, şefkatle, merhametle birine yardım etmek. (Göçer,
2007: 204)
Bağrına vurmak: Acı ile göğsüne vurmak. Örnek: Ağlayıp bağrına vuran ağladı.
(Gözükara-Özalp, 2011a: 125)
Bağrından çıkmak: İçinden çıkmak. Aynı yere ait olmak. Örnek: Ceyhan, Aksu
senin bağrından çıkar. (Sarıyıldız, 2012: 41)
Bağrını dağlamak: Acılarını bastırmak. Örnek: Anneler, bacılar bağrını dağlıyor.
(Gözükara-Özalp, 2011a: 252; Önder, 2008: 24; Zülkadiroğlu, 1964: 14)
Bağrını delmek: Acı ile göğsüne vura vura zarar vermek. Örnek: Ağlayı ağlayı
bağrını deldi. (Gözükara-Özalp, 2011a: 150; Uzun vd., 2012a: 177)
Bağrını dövmek: Yaptığından pişmanlık duyarak üzülmek. Örnek: Hasretin
gurşunu bağrımı döver. (Gözükara-Özalp, 2011a: 283; Gözükara-Özalp, 2011b: 51;
Kaplan, 2017: 27; Kozan, 2007: 199; Özturan, 2014: 53; Uzun vd., 2012a: 93)
Bağrını yere sermek: İş bitirmeye çalışmak. Gayret sahibi olmak. (Özturan,
2014: 53)
Bağrını yırtmak: Üstünü başını yırtarak ağlamak. (Çınkır, 2016: 104)
Bahtı bağlı olmak: Nişanlanamamak, evlenememek. Baht engeli olmak.
(Özturan, 2014: 56)
Bahtı baran: 1. Sağanak yağış. 2. Beklenmedik şans, kısmet. Ümit edilmedik bol
gelir. (Özalp, 2008: 199)
Bahtı gara: Bahtı kötü, kara bahtlı. (Özalp, 2008: 199)
Bakana bazlama olmak: Ekmek yapılırken bakanlara göz hakkı bazlama ikram
etmek. Aslı "Yapana oklava, bakana bazlama." (Özturan, 2014: 56)
Bakar kör: Baktığı halde iyi göremeyen. Dikkatsiz. Örnek: Bakar kör değil mi
gözlerim kuzum. (Göçer, 2004: 130; Özalp, 2008: 199)
Bakır/bakırsı çalmak: Kalaysız bakır kapta bekletilen yemek, oksitlenerek
zehirleme düzeyinde bozulmak. Örnek: Adamın anasıyla babasını sabah ölü bulmuşlar,
meğer kalayı gitmiş bakır tasın içinde dünden kalan çorbayı ısıtıp içmişler, o da bakır
çalığı olmuş, zehirlenip ölmüşler. (Bilgin, 2006: 39; Özalp, 2008: 199)
Bakmaz halına gılığına, sallanır gıza geline: Kendi durumuna bakmadan
sarkıntılık etmek. (KATEDEG, 2012: 70)
Bal alanın da bekmez satanın da ...mak: Her işe karıştığından artık hiçbir şeye
karışmamak. (Özturan, 2014: 56)
94
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Bal bıçak [dost] olmak: Çok sıkı, can-ciğer dost olmak. İç içe olmak. (Özalp,
2008: 199; Özturan, 2014: 56)
Bal etmez arı [gibi çalışmak]: Çok çalışmak, ama iş üretememek. (Dalkıran,
2005: 54; Özturan, 2014: 56)
Bal mumundan pipi yapan ebe Cennet, eridi mumu, göründü aslı: Hikâyesi:
Rivayete göre Cennet ismindeki mahalle ebesini gece yarısı birileri gelip çağırır. Kadın
meslek icabı gece bile görevini icra etmeye gider. Neticede bir eve götürülür. Kadın eve
girince şaşırır. Çünkü çağıranlar normal insanlar değil, Maraş tabiriyle goncolozlardır
(cin, hayalet, hortlak). Bir kadın doğum yapacak, goncoloz ailesi başına toplanmış,
oğlan çocuğu beklemekteler. Eğer bu çocuk oğlan olmazsa vay haline diye ebe Cennet’i
tehdit de ederler. Doğum eylemi başlar, ebe bakar ki çocuk kız. Kadıncağız pratik
olarak bir balmumu ister. Getirtilen balmumundan bir çocuk pipisi yapar. Oğlan oldu
deyip gider. Aradan çok geçmeden balmumu erir, çocuğun gerçek cinsiyeti ortaya çıkar.
Goncolozlar her gece ebenin peşine düşerek evin puharisinden (baca) bu sözü söylerler.
(Akben, 2010: 444)
Bal oldu bekmezin tuluğu: O kadar da kıymetli değil. Bir şeye fazla değer
biçme. (Özturan, 2014: 56)
Baldırı çıplak: Yoksul, fakir hali vakti iyi olmayan. (Çınkır, 2016: 108; DS,
2009: 502; Özturan, 2014: 56)
Balıcak etinden gapmak: İnsana dokunacak şekilde kötü muamelede bulunmak,
fena halde azarlamak. (Özalp, 2008: 199)
Balından yenmez olmak: Çok iyi olmak. İş, çok iyi netice vermek. (Özturan,
2014: 56)
Baliği göklere çıkmak: Can acısıyla bağırmak, feryadı göklere çıkmak. Avazı,
çığlığı, bağırması -acıdan dolayı- çok yüksek olmak. (Özalp, 2008: 199)
Balk oynamak: Parlamak, parıldamak, göz alıcı güzel olmak. (DS, 2009: 508)
Baltası kütükten çıkmak: Alacağını almak, işini bitirmek, muhtaç durumdan
kurtulmak. (Çınkır, 2016: 108; Çınkır, 2016: 861; Özturan, 2014: 220)
Baltayı daşa vurmak: Birini farkında olmadan incitmek. Kırıcı söz söylemek.
(Kozan, 2007: 219)
Bangıl bangıl bağırmak: Yüksek sesle, gürültülü, herkesi rahatsız edecek şekilde
bağırmak, haykırmak. (Özalp, 2008: 199)
Bar bağlamak/dutmak: Kir tutmak, kirlenmek, kireç tutmak. Örnek: Sürahi
yıkanmaya yıkanmaya dibi bar bağlamış. (Çınkır, 2016: 110; DS, 2009: 526; Özalp,
2008: 199)
Barabarı gaçmak: İşin kıvamı bozulmak, sözün sırası geçmek. (Çınkır, 2016:
111)
Barajı geçip b..lu suda boğulmak: Büyük işleri yapıp küçük işlerde başarı elde
edememek. (A. Kurt, 2017: 6)
Barataya çökmek: Kolay kazanca çökmek, bedavaya konmak. (Özalp, 2008:
199)
Bardak gadar: Ufak tefek, kısa boylu, küçük çocuk. (Özalp, 2008: 200)
Bardak gibi yere çalmak: Birini kaldırıp yere çalmak. Kolayca yere yıkmak.
(Özalp, 2008: 200)
Basamak etmek: Yükselme sebebi etmek. (Özturan, 2014: 57)
Basıp o……mak: Zorla yaptırmak. (Özturan, 2014: 57)
Basimete girmek: Bahse tutuşmak, iddiaya girmek, iddialaşmak, sidik yarışına
çıkmak, yarışmak. (Özalp, 2008: 200)
Baskın çıkmak/gelmek/gitmek: 1. Üstün gelmek, daha cerbezeli olmak. Mağlup
etmek. 2. Dövüşen taraflardan birinin diğerinin evine varıp sözlü tecavüzde bulunması.
(Özalp, 2008: 200; Özturan, 2014: 57)
Baskın etmek: Baskın yapmak, sürpriz yapmak. Bir eve, bir yere haber
vermeden gelmek. (Özalp, 2008: 200)
Bastığı yerde ot bitmemek: Uğursuz olmak. (Özturan, 2014: 57)
Bastığı yerden boğazlamak: İşi kendi istediği gibi yapmak. Hiç kimseyi
dinlememek, hiçbir fikri, düşünceyi kabul etmemek. Israrından, inadından
vazgeçmemek. (Özalp, 2008: 200)
95
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Başı dumanlı olmak: Başında çözemediği bir sıkıntı olmak. (Özturan, 2014: 59)
Başı g..ünden ağır gelmek: Büyük bir zarara uğramak. (Özturan, 2014: 59)
Başı gambak: Başı açık. (Özalp, 2008: 201)
Başı Gapıküf dağında olmak: Başı çok havalı, sanki Kaf dağına çıkmış gibi
olmak. Burnu Kaf dağında olmak. (Özalp, 2008: 201)
Başı gara: Talihsiz, karayazılı, şanssız. Örnek: Böyle olacağı belliydi zaten, bu
yavrunun başı kara. Hep böyle oluyor kele, ne kaderi kara kızmış. (Bilgin, 2006: 40-41)
Başı gayısı olmak: Çok zor durumlara düşmek. (Çınkır, 2016: 117)
Başı gayıttan gurtulmamak: Başı hastalıktan, sıkıntıdan, üzüntüden vs.
kurtulamamak. (Özalp, 2008: 201)
Başı göçmek: Aşırı gürültüden dolayı başı şişmek, ağrımak. (Elife Akkurt)
Başı göğe değmek: Çok sevinmek, sevinçten uçmak. (Çınkır, 2016: 117)
Başı göl, ayağı sel: Bildiğini yap. Bizden uzak dur. Kendi başınasın. (Özturan,
2009a: 112; Özturan, 2009b: 112; Özturan, 2014: 61)
Başı gözü üstüne olmak: Birinin istediklerini eksiksiz yapmak. (Göçer, 2007:
207; Göçer, 2010: 73)
Başı ıhmamak: Başı sıkıntıdan, hastalıktan, zararlardan kurtulamamak. İflah
olmamak. Gerek ihtiyaçtan, yoksulluktan, gerekse de dertten, beladan, hastalıktan
kurtulamamak. (Özalp, 2008: 201)
Başı ölmez, dölü yarıya: Hayvanların baş sayısı sermayenin, yavrularının yarısı
sermayenin yarısı da emekçinin şeklindeki ortaklık. (Özturan, 2014: 59)
Başı sağ olmak: Henüz ölmemek, yaşıyor olmak. (Özturan, 2014: 59)
Başı sarımsak döveceği gibi olmak: Başı çok küçük olmak. (Özalp, 2008: 201)
Başı sınık: Ölüm, hastalık ve başka olaylardan dolayı başı sıkıntılı. Başında
sıkıntısı olmak. Bir yakınını, dayanağı olan bir şeyi kaybedenler için kullanılır. (Özalp,
2008: 201)
Başı tez: Tez canlı. Çabuk kızan, sinirli. Hemen parlayıp, sağa sola saldıran.
(Özalp, 2008: 201)
Başı tüylü melemir gibi olmak: Başı saçlı doğmuş çocuk. (Özalp, 2008: 201)
Başı ugubedden gurtulmamak: Başı beladan, sıkıntıdan, hastalıktan
kurtulamamak. (Özalp, 2008: 201)
Başı vayvaylı olmak: Başından bela eksik olmamak. (Özturan, 2014: 59)
Başı yastık görmemek: Rahat etmemek. (Özturan, 2014: 59)
Başı yerden galkmamak: Utanmak, sıkılmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Başı/başına baydak/boydak: 1. Tek başına, yalnız başına, kendi kendine. 2.
Bekâr, çocuksuz. Örnek: Başı baydak gez dur öyle, sonu ne olacak bakalım. (DS, 2009:
558; Özalp, 2008: 201)
Başı/gafası galkkın olmak: Başı havalı, kibirli, gururlu olmak. Kimseye metelik,
değer vermemek. (Özalp, 2008: 200; Özalp, 2008: 251)
Başı/gafası lahit ağacına değmek: Hayatın gerçeğiyle karşılaşmak. (Çınkır,
2016: 118; Özturan, 2014: 59; Özturan, 2014: 134)
Başın gayu etmek: Baş aşağı etmek. (DS, 2009: 560)
Başına adam kesilmek: Emir vermeye başlamak. (Özturan, 2014: 59)
Başına birikmek: Birinin etrafında toplanmak. (Özturan, 2014: 59)
Başına bitmek: Evlilik gibi, bir kötü bir iyiyle birlikte olmak. İyi istemediği
halde o duruma düşmek. (Özturan, 2014: 57-58)
Başına buyruk olmak: Kendi halinde olmak. (Okumuş, 2006: 165)
Başına çökmek: 1. Birini, gafil avlayarak dövmek. 2. Kadına tecavüz etmek.
(Özalp, 2008: 201)
Başına dert açmak: Başına sıkıntı açmak, bela getirmek. (Temiz, 2005: 100)
Başına galmak: Birinin üzerine kalmak. (Körük, 2005: 33)
Başına geçmek: Bir işin önderi olmak. (Okumuş, 2006: 165)
Başına gelen bişmiş tavuğun başına gelmemek: Başına çok büyük felaketler
gelmek. (Erşahin, 2011a: 70; Özturan, 2014: 60)
Başına horuz kesilmek: Başına kabadayı kesilmek. Başı didiklemek. (Özturan,
2014: 58)
97
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Başına kakmak: Yapılan bir iyiliği sık sık ve kritik zamanlarda hatırlatıp
karşıdakini minnet altında, yük altında bırakmak. (Demir, 2011: 136; Körük, 2005: 33;
Okumuş, 2006: 165; Özalp, 2008: 200; Uzun vd., 2012b: 30)
Başına musallat olmak: Birinin peşine takılmak, peşinden ayrılmamak. (Erşahin,
2011a: 70)
Başına sebep olmak: Birinin başına bela olmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Başına yetmek: Azıtmak, belasını bulmak. (Şen, 2006: 99)
Başına/başından kül elemek: Bir kişinin delirdiğini, kudurduğunu ifade etmek
için kullanılan deyim. Delilerin başından, ölsün veya iyileşsin diye kül elenirmiş. (Aksu,
2013: 244; Özalp, 2008: 201)
Başında ben düşmek: (Meyve) Olgunlaşma belirtisi görünmek. Az zaman içinde
olgunlaşacağı belli olmak. Örnek: İncirlere ben düşmüş galan. (Çınkır, 2016: 135)
Başında bir hal olmak: Başında bir iş, sıkıntı olmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Başında büyük olmamak: Üstünde denetleyeni olmamak. (Özturan, 2014: 60)
Başında evladı ayal olmak: Başında çocukları hanımı olan bir aile olmak.
(Özturan, 2014: 60)
Başında mıh yülümek: Sürekli emir vermek, çalıştırmak. (Özturan, 2014: 60)
Başından büyük işlere garışmak: Baş edemeyeceği işlere bulaşmak. (Kozan,
2007: 218)
Başından iş geçmek: Başından bir sıkıntı, olay geçmek. (Okumuş, 2006: 165)
Başından kesememek, dibinden yıkamamak: Bir işle başa çıkamamak. (Bulut,
1998: 94; Erşahin, 2011a: 70)
Başını bağlamak: Nişanlamak, evlendirmek. (Çınkır, 2016: 118; DS, 2009: 560;
Kaya-Kozan, 2003: 29; Özturan, 2014: 60)
Başını beklemek: Ölmek üzere olan hastanın ölümünü beklemek. Örnek: Yusuf
emmini heç sorma guzum, başını bekleyip oturuyok. (Çınkır, 2016: 118; Özturan, 2014:
60; Şen, 2006: 80)
Başını beynini törpülemek: Birinin konuşmasına dayanamaz hale gelmek.
(Özturan, 2014: 59)
Başını ezmek: Birini bir daha kötülük edemeyecek hale getirmek. (Yalman,
1977: 515)
Başını gabartmak: Gayretli bir şekilde çalışmak. (Özturan, 2014: 61)
Başını kellemek: Evlendirmek. (Adem Pırnaz)
Başını küllük tutmak: Başını iyiden iyiye eğmek, boyun hizasından aşağı
tutmak. (Bilgin, 2007c: 222; Kuyumcu, 1995: 144; Özalp, 2008: 201)
Başını tutmak: Pis işlerine yardımda bulunmak. (Özturan, 2014: 61)
Başının derdine bakmak: Başkalarını bırakıp kendi sıkıntılarıyla ilgilenmek.
(Erşahin, 2011: 70)
Başının etini yemek: Bir kimseden sürekli olarak bir şey istemek. (Sarıyıldız,
2012: 101)
Başının tokmağı, gözünün çakmağı olmak: Birisi nereye giderse gitsin yanından
ayrılmamak, bırakmamak. (Özalp, 2008: 201)
Başının üstünde yumurta sepeti olmak: Çok yavaş yürümek, ağır hareket etmek.
(Özalp, 2008: 201)
Başıyla gıçıyla gaybolmak: Başıyla, ayağıyla, yani tüm vücuduyla kaybolmak.
Topyekün, her şeyiyle, iz bırakmadan ortadan kalkmak, yok olmak. Ortalıkta
görünmemek. (Özalp, 2008: 202)
Başkasının ağzıyla gonuşmak: Bir şartlanmaya bağlı, birinin fikrini tekrarlamak.
Onun fikirlerini kendi fikriymiş gibi konuşmak. (Özturan, 2014: 58)
Başşak/başşakçılık etmek/yapmak: Ekini biçilip toplanmakta olan tarlaları
dolaşarak yerde kalan başakları toplayıp onları çırparak tahılı evine götürmek. (Çınkır,
2016: 116; DS, 2009: 551; Özalp, 2008: 202; Özturan, 2014: 58)
Baştan aşşağı boyamak: Birine çok kötü şekilde hakaret etmek, ne kadar hatası,
kötü tarafı, suçu ve gizli kalması gereken durumu varsa ortaya dökmek. İnsan içine
çıkamaz hale getirmek. (Özalp, 2008: 200)
Baştan aşşağı hava: Tamamen boş gürültü. (Özturan, 2014: 58)
98
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
100
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Beraber ekmek yemiş olmak: Birlikte olmak, huyları birbirinin aynı olmak.
(Özturan, 2014: 56)
Beraber kadeh kemirmemek: Beraberliği, yakınlığı olmamak. (Özturan, 2014:
56)
Beraha basmak: 1. Bir ölümü, ani hastalığı veya herhangi bir felaketi, korku ve
heyecan içinde yüksek sesle bağırarak, çığlık atarak haber vermek. 2. Birilerine öfkeyle
bağırıp çağırmak, hakaret etmek. (Özalp, 2008: 203)
Berberliği başında bellemek: Sanatı kendisine yaptığı işte öğrenmek. Acemiliği
kendine yaptığı işte atmak. (Özturan, 2014: 65)
Berdar etmek: Dar ağacına asmak. (Kaya-Kozan, 2003: 31)
Beri bekmez etmek: Bir işi şöyle böyle, az çok düzene koymak. (DS, 2009: 634)
Beri karıştırırken öte karıştırırken: Öteberi karıştırmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Beribenzer olmamak: Eşi az bulunur, ender, şöyle böyle. Örnek: Amanın kız
Bekir emmigilin yaptırdığı ev beribanzer olmayık, vallahi ben daha öylesini görmedim.
(Bilgin, 2006: 43; Bilgin, 2007a: 75; Bilgin, 2007b: 14; Bilgin, 2007c: 119; Çınkır,
2016: 140; Kaya-Kozan, 2003: 31)
Berk atmak: Kuvvetli atmak, uzağa atmak. (Özalp, 2008: 204)
Berk berk yürümek: Sert ve hızlı adımlarla, hızlı hızlı yürümek. (Özalp, 2008:
204)
Berk vurmak: Sert vurmak, kuvvetli vurmak. (Özalp, 2008: 202)
Berkiştire berkiştire gonuşmak: İstenmeyen bir konuda ısrarla konuşmak. Üstüne
basa basa konuşmak. (Özalp, 2008: 204)
Bes beter: Kat kat beter, çok fazla kötü, en kötü, çok kötü, daha kötü. (Özalp,
2008: 204)
Beserek gibi: İyi beslenmiş, çok besili. (Kaya-Kozan, 2003: 32; Özalp, 2008:
204)
Besiye çekmek: Kilo aldırmak için özel besi sistemi uygulamak. (Özturan, 2014:
65)
Besleme gaçıran: Çok yumuş ve iş buyuran. (Özturan, 2014: 65)
Beş guruş verip gonuşturup on guruş verip hüstürememek: Konuşturmak kolay
olup susturması kolay olmamak. (Özalp, 2008: 204; Özturan, 2014: 65)
Beşik kertmesi: Beşikte iken nişanlanma. (Arslan, 2011: 68)
Beşir etmek/edememek: Becermek/becerememek, yapması gereken işi gerektiği
gibi yapmak/yapamamak. (Çınkır, 2016: 142; Özalp, 2008: 204)
Beşirikli çıkmak: İşi bitirmek, becermek. (Özturan, 2014: 66)
Beşirikten beş gün sonra doğmak: Çok beceriksiz olmak. (Çınkır, 2016: 143)
Bey bey diye beye vardık, beyin aklı gıtırakmış; bağ bağ diye bağa vardık, bağın
içi bıtırakmış: İyi bir yere vardık sandık, ama kötü bir yermiş; beye vardık sandık, zayıf
akıllı imiş. (Özturan, 2009a: 210; Yalman, 1977: 372; Zülkadiroğlu)
Bey durmak: Damadın, damatlık elbisesini giymek için, velime yemeği
yiyenlerin huzuruna çıkması. (Özalp, 2008: 198)
Bey/pey vurmak/sürmek: 1. Alışveriş sırasında malın fiyatını tespit edip mal
sahibine kaparo vermek. 2. İhalede artıranın karşısında tekrar artırmak. Örnek:
Büyükbabam dokuma çulu almak için pey vurdu ihale kendisinde kaldı. (Bilgin, 2006:
269; Çınkır, 2016: 144; Kaya-Kozan, 2003: 32; Özalp, 2008: 204; Özalp, 2008: 319)
Beyi, paşayı taysınmamak: Beyi, paşayı kendine denk saymamak. (Çınkır, 2016:
1004)
Beylenip durmak: Kabadayılık taslamak, büyüklük yapmak. (Kaplan, 2017: 30)
Beyliğe yetmek/yeltenmek: Ağalığa, büyüklüğe, çok harcamaya, havalı harekete
yeltenmek. (Özturan, 2014: 53; Yalman, 1977: 515)
Beynamaz özrü: Geçersiz özür. Asılsız, mantık dışı özür. (Özturan, 2014: 66)
Beyni soğuklamak: Öncesinde isteyerek yaptığı işinden soğumak. (Elife Akkurt)
Beynine sinmek: Aklına uygun gelmek, aklına yatmak. (Çınkır, 2016: 144)
Bezeneğine basmak: Damarına basmak, kızdırmak. (DS, 2009: 651; Özalp,
2008: 204)
Bıçak altına yatmak: Ameliyat olmak. (Özturan, 2014: 66)
101
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Bıçakla bölüşmek: Çok kıymetli olan bir şeyi kavga ederek bölüşmek. (Özturan,
2014: 66)
Bıdır bıdır etmek: Kendi kendine konuşmak, mırıldanmak, homurdanmak,
söylenmek, fısıldamak. (DS, 2009: 660)
Bılk bılk etmek: İltihap su dolmak, yumuşamak, çürümek. (DS, 2009: 665)
Bıllık bıllık olmak: 1. Ağlamak üzere olan birisinin gözleri akacak kadar
dolmak. 2. Semizlemek, ete gelmek. Örnek: Koskoca adamın gözleri bıllık bıllık olunca
nasıl oldum yav, yüzüne bakamadım vallaha. (Bilgin, 2006: 45; Çınkır, 2016: 147)
Bıllık gibi: Etli. Besili. (Özturan, 2014: 66)
Bıngıl bıngıl oynamak: Çok kilolu ve gürbüz görünmek. (Elife Akkurt)
Bırt olmak: Kekeme olmak. (Gültekin, 2004: 911)
Bıtırak gibi: Yapışkan. Tuttuğunu koparan. (Özturan, 2014: 66)
Bıyığı incili beyler mi gelecek?: Çok yüksek sınıftan misafirler mi gelecek?
(Özturan, 2014: 66)
Bıyığı terlemek: Ergenliğe, yetişkinliğe erişmek. (Karalar, 1998: 46)
Bıyığını bitirdik, evin yolunu yitirdik: Büyüttük, kendi kendine yetecek hale
getirdik, sonra da azat ettik. (Özturan, 2014: 66)
Biber gibi: 1. Çok sıcak su. 2. Aşırı soğuk. 3. Çok sert ve keskin söz. 4. Şiddetli
öfke. (Özalp, 2008: 204)
Bibibi/bibicik oynamak: Kadınlı-erkekli misafir hayatı yaşayıp bir takım namus
olaylarına zemin hazırlamak. (Özalp, 2008: 204; Özturan, 2014: 67)
Bici bici bitmek, ömrüne yetmek: Birini başından atamamak, ölünceye kadar
birinin başının belası olmak. (Özalp, 2008: 204)
Bildiği areytellezi olmamak: Eski alışkanlıklarına göre davranmayı bırakmak.
(Çınkır, 2016: 173)
Bildiği yanıldığına yetmemek: Çok şey bildiğini sanmak, ama bilmediği
bildiğinden fazla olmak. Doğrusundan çok yanlışı olmak. (Özalp, 2008: 204)
Bildiğini b..a verip yemek: Dilediğini yapmak, karışanı olmamak. (Özturan,
2014: 67)
Bildik çıkmak: Tanımak, hatırlamak. (Kılıç, 2008: 164)
Bile bile lades etmek: Zarar göreceğini bile bile evet demek. (Özturan, 2014: 67)
Bilek dikmek: Birine karşı çıkmak, dövüş istemek. (Mehmet Kamalak-2)
Bilir bilmez gonuşmak: Konuyu bilmeden, araştırmadan konuşmak. (Özturan,
2014: 67)
Biliyordum gıçının huyunu, niye içtin mercimeğin suyunu?: Zararı dokunacak
işleri yaparsan sonucuna da katlanırsın. (Polat, 2016: 45)
Bilmeziye gonuşmak: Bilmeden, görmeden, bilmediği bir konuda konuşmak.
(Özalp, 2008: 204)
Bin bir dona girmek: Bin bir renge bürünmek. Duruma göre iş yapmak. (Çınkır,
2016: 151)
Bin gollu helal olsun/ettim: Hak sahiplerince helallik isteyen kimselere, özellikle
de ölen kimseler hakkında söylenir. (Özalp, 2008: 204)
Bin goyunlu Kürt gibi oturmak: Ağa, paşa gibi, çok zengin biri gibi davranmak.
(Özalp, 2008: 204)
Bin yılın bir başı: Pek seyrek olarak, kırk yılda bir. (Çınkır, 2016: 151)
Binası bozuk olmak: Karakteri, yapısı bozuk olmak. (Özturan, 2014: 67)
Binin yarısı beş yüz, o da bende/bizde yok: Mahrumiyet durumu. Kıymetsiz bir
para, ama şu an bizde yok. (Özturan, 2014: 74; Şen, 2006: 99)
Bir abam var atarım, nerde olsa yatarım: Kendi başımın çaresine bakarım.
(Karalar, 1998: 46)
Bir ağıt, bir fizzah etmek: Ağlayıp bağırmak, suç bastırmak. (Özalp, 2008: 204)
Bir alancı, bir verenci olmak: Almayı da vermeyi de dengede tutmak. (Özturan,
2014: 67)
Bir atımlık barutu/gurşunu olmak: Son bir hamle yapacak kadar gücü olmak.
(Özturan, 2014: 67; Fatih Çevik)
Bir atımlık otu olmak: Gerek konuşmada gerekse iş yapmada çok az bilgisi
olmak. (A. Kurt, 2017: 6)
102
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Bir ayağı çukurda olmak: Yaşlanmak, ölmek üzere olmak. (Özturan, 2014: 68)
Bir ayağı gitmek, bir ayağı gitmemek: Tereddütlü olmak. (Özturan, 2014: 68)
Bir b.. olmak: Kendini üstün görmek. (Ahmet Yenikale)
Bir buldu iki ister, akça bulmuş çıkı ister: Bulduğuyla yetinmeyen, buldukça
daha çoğunu isteyen kimse. (Çınkır, 2016: 152; Okumuş, 2006: 151; Özalp, 2008: 205)
Bir burnuna işemek, bir burnuna s..mak: Çok rahatsız etmek. Yaptığı işi
burnundan getirmek. (Özturan, 2014: 68)
Bir cuvara içimi: Bir sigara içimliği kadar zaman. (Özalp, 2008: 205)
Bir çakım gav olmak: Bir anda aniden ölmek, kaybolmak, yok olmak. (Özalp,
2008: 205)
Bir çala/çalgap: Bir aralık. Bir şeyi algılamayacak kadar kısa bir zamanda, bir
anda ansızın görme durumu. Örnek: Bir çala yanımdan geçtiğini gördüm. (DS, 2009:
698; Kaya-Kozan, 2003: 44; Mercimek, ?: 63)
Bir çeynem etim: Kadınlar çocuklarını böyle ifade ederler. (Özalp, 2008: 205)
Bir çift laf etmek: Sohbet etmek. (A. Kurt, 2017: 6)
Bir çintik: Az bir parça. (Özturan, 2014: 68)
Bir çitil dikmemiş olmak: Bir eseri olmamak. (Özturan, 2014: 68)
Bir çivisi noksan olmak: Yarım akıllı olmak. (Arslan, 2011: 353; Şen, 2006:
100)
Bir çuval inciri berbat etmek: Yolunda olan bir işi kötü duruma sokmak. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Bir dalda durmamak: Bir işte sebat etmemek. (Özturan, 2014: 68)
Bir demlik: Bütünüyle, bir anlık. Elini vurmuşken tamamını yapmak. Örnek: Bir
demlik bitirdim ortaklığı. (Bilgin, 2006: 46; Demir, 2011: 93; Erşahin, 2011a: 70;
Özalp, 2008: 205; Özturan, 2014: 68; Şen, 2006: 99)
Bir deri bir kemik: Çok zayıf. (Şen, 2006: 100)
Bir dikili ağacı olmamak: Taşınmaz malı olmamak. (Arslan, 2011: 353; Şen,
2006: 100)
Bir dikiş galmak: İşin bitmesine çok az zaman kalmak. (Şen, 2006: 100)
Bir dikiş küçük gelmek: İstenilen seviyede olmamak. (A. Kurt, 2017: 6)
Bir dinde durmamak: Haraketleri, davranışları tutarlı olmamak. (Şen, 2006: 100)
Bir dolap çevirmek: Dalavere peşinde olmak. (A. Kurt, 2017: 6)
Bir düzdüreceği olmak: Bir çıkarı olmak. (Özturan, 2014: 69)
Bir eli yağda, bir eli balda: Hali vakti yerinde olmak. (Şen, 2006: 100)
Bir göbek geçmek: Bir nesil geçmek. (Özturan, 2014: 69)
Bir gömlek dışarı olmak: Yakın hısım olmamak. (Özturan, 2014: 69; Elife
Akkurt)
Bir gönlü olmak, bir gönlü olmamak: Tereddütlü olmak. (Özturan, 2014: 69)
Bir gün değil, iki gün değil: Beklemekten usanmak. (Özturan, 2014: 69)
Bir gün olsa ne teller gondurmak: Bir iş, ömürde bir kere yapılsa çok dikkatli,
itinalı yapılmak, süslemek, püslemek. Örnek: Abdest namaz bir gün olsa ne teller
gondururdum. (Özalp, 2008: 181)
Bir güne/günden bir gün/güne: Bir gün veya bir defa bile gerçekleşmeyen
beklenti içinde olmak. Örnek: Git anam git, gitti gideli bir güne bir gün ne bir mektup
saldı ne de selam. Demek ki arayı iyice açmak istiyormuş. (Bilgin, 2006: 46; Özalp,
2008: 205)
Bir ha demesine galmak: Bir konuda her şeyi hazır edip sadece onay beklemek.
(Özturan, 2014: 69)
Bir hal etmek: Eskiden bulunmayan davranışlar yapmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Bir hatun alıp belayı satın almak: Bir iş yapmaktan dolayı başına olumsuz işler
gelmek. (Gökçebey, 1999: 83)
Bir heybesi olup işine geleni bir gözüne, işine gelmeyeni öteki gözüne atmak:
Duyduğun sözlerin işine gelenini aklında tutmak, işine gelmeyeni bir tarafa atmak.
(Özturan, 2014: 69)
Bir hoş olmak: Bozulmak, hayrete düşmek. Acayip olmak. Alışılmamış,
beklenmeyen bir hale düşmek. Umulmadık bir hareket, davranış karşısında tuhaflaşmak.
(Özalp, 2008: 205)
103
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Bir icat çıkarmak: Ortaya yeni bir fikir, yeni bir bilgi atmak. Alışılmamış, hoşa
gitmeyen veya istenmeyen bir söz söylemek. (Özalp, 2008: 205)
Bir içim su olmak: Çok güzel olmak. (Kozan, 2007: 219)
Bir iğne bir iplik galmak: Çok zayıf düşmek. (A. Kurt, 2017: 7)
Bir ipini/ipliğini çekse gırk yamalığı dökülmek: Üstü başı perişan olmak.
(Özalp, 2008: 205; Özturan, 2014: 70)
Bir Köroğlu, bir Ayvaz olmak: Çoluk çocuk evlenip gidince tek başına kalmak.
(Arslan, 2011: 353; Çınkır, 2016: 152; Özturan, 2014: 70; Şen, 2006: 100)
Bir köşeye bir şey goymak: Bir miktar para artırıp saklamak. (Özturan, 2014:
70)
Bir laf vermek: Sohbeti başlatmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Bir meteliğe gırk tuum çalmak: Bir bakıma iktisatlı, bir bakıma da cimri olmak.
(Özalp, 2008: 205)
Bir o gadar daha yaşayacak hali olmamak: Belli yaşın üzerinde olmak. Bir bu
kadar daha yaşayamayacak olmak. (Özturan, 2014: 68)
Bir oğlaklı geçi olmak/olmamak: Kıymetli bir şey olmamak. (Özturan, 2014: 70)
Bir ot bir pamuk olmak: Yumuşak olmak. (Özturan, 2014: 70)
Bir öte bir beri bakmak: Sağa sola bakmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Bir para için dokuz takla atmak: Para için her şeyi yapmak. (Şen, 2006: 100)
Bir paralık etmek: Rezil etmek. (Erşahin, 2011a: 70)
Bir pire için yorgan yakmak: Küçük bir kâr için büyük zarara uğramak. (Şen,
2006: 100)
Bir s..i bir boğazı olmak: Yoksul olmak. (Ahmet Yenikale)
Bir s..i bir de davlumbazı olmak: Çok fakir olmak, hiçbir şeyi olmamak. (Özalp,
2008: 205)
Bir sıkımlık canı olmak: Pek cılız ve zayıf olmak. (Özalp, 2008: 205)
Bir sille vursa altı ay bulamaç içirmek: Karşısındakine göre çok güçlü olmak.
(Özturan, 2014: 71)
Bir solukluk olmak: Ölmek. (A. Kurt, 2017: 7)
Bir sözü bir sözüne uymamak: Hareketleri tutarlı olmamak. (Şen, 2006: 100)
Bir şey sınmamak: Önemsememek. Adam yerine koymamak. (Özturan, 2014:
71)
Bir tahtası eksik: Aklı zayıf. (Şen, 2006: 101)
Bir tarafını gedik bırakmak: Bir tarafını boşluk bırakmak. (Özturan, 2014: 71)
Bir tek bir oğlan olmak: Evin tek erkek çocuğu olmak. (Özturan, 2014: 71)
Bir top bezle gitmek: Ölmek. Giderken de sarıldığı bezi götürmek. (Özturan,
2014: 71)
Bir tutmak: Eşit tutmak. (Özturan, 2014: 68)
Bir uçlu yapmak: Bir ağız, bir hiza yapmak. Geniş bir işin bir tarafından
yapmaya başlamak. (Özturan, 2014: 71)
Bir ünü yerde, bir ünü gökte olmak: Şöhreti yeri göğü kaplamak. (Özturan,
2014: 71)
Bir yanı darı kavurmak, bir yanı harman savurmak: Bir yanı ısınmak, bir yanı
üşümek. (Özturan, 2014: 71)
Bir yeri eksilmek/eksilmemek: Bir işi yapmak istememek. (Özturan, 2014: 72)
Bir yeri şişmek: İş yapmak istememek. (Bilgin, 2007a: 37)
Bir yüzü ağlamak, bir yüzü gülmek: Bir tarafı sevinmek, bir tarafı üzülmek.
(Özturan, 2009b: 283)
Bir yüzü insan, bir yüzü it olmak: Davranışları bazen iyi bazen kötü olmak.
(Özturan, 2014: 72)
Bir yüzü ipek, bir yüzü köpek: Bir tarafı çok iyi, bir tarafı çok kötü. (Sultan
Kamalak)
Bir/hem nalına bir/hem mıhına vurmak: İki taraflı oynamak, çalışmak. İkiyüzlü,
hain, münafık olmak. Her tarafa çalışmak, hissettirmeden her iki tarafa da laf taşımak,
tarafları birbiri aleyhine kışkırtmak. İki taraf arasında fitne çıkarmaya çalışmak. (Arslan,
2011: 353; Kozan, 2007: 219; Okumuş, 2006: 167; Özalp, 2008: 279; Özturan, 2014:
174; Şen, 2006: 100)
104
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Birbirine düş olmak: Birbirine düşmek, kavga etmek için birbirlerine çökmek.
Örnek: Kim derdi ki Muttalip ile Remzi birbirine düş olacaklar, duysam inanır mıydım?
(Bilgin, 2006: 46)
Birbirine tutulmak: Birbirine âşık olmak. (Çınkır, 2016: 153)
Birbirinin ganına aşermek: Birbirinden öldürecek kadar nefret etmek. (Özturan,
2014: 72)
Bire beşe bakmamak: Aza çoğa bakmamak. (Erşahin, 2011a: 70)
Bire gadar gırılmak: Tek kişi kalıncaya kadar ölmek, yok olmak. Örnek: Senin
neyine gerek eşkıyalarla uğraşmak, işte böyle adamı bire kadar kırarlar. (Bilgin, 2006:
46; Çınkır, 2016: 153; Yalman, 1977: 515)
Bire uzun, ikiye gısa olmak: İki tane olmamak, bir taneye de çok uzun olmak.
(Özturan, 2014: 72)
Birem birem anlatmak: Her şeyi teker teker, birer birer anlatmak, söylemek.
(Özalp, 2008: 205)
Biri ayağını çekmek, öteki basmak: İkisinin de huyları aynı olmak. (Özturan,
2014: 72)
Biri batman olmak, biri buçuk olmak: İnatlaşmak, tersine iş tutmak. (Özturan,
2014: 72)
Biri hancı, biri yolcu olmak: Birbirine muhtaç olmak. (Özturan, 2014: 64)
Birikip minnet eylemek: Yolsuz işinden dönsün diye ölen kimseye minnet
eylemek, yalvarmak. (Çınkır, 2016: 154)
Birim ikim: Birer ikişer. (Yalman, 1977: 515)
Birine binip birini yedeğine almak: Başka birinin de kullanacağı şeyleri tek
başına kullanmak. Kahvede bir sandalyeye oturup ötekine kol dayamak gibi. (Çınkır,
2016: 155)
Birine şişmek: Birinin hoşuna gitmesini istediği davranışlarda bulunmak. Örnek:
Babasına şişip duruyor, sanki babası onun yağ çektiğini bilmiyor. (Çınkır, 2016: 155)
Birini yemek, birine parmak basmak: Birini yerken diğerine de işaret koymak.
Doyumsuz olmak. (Özturan, 2014: 72)
Birini yiyip birini sadaka vermek: Zarardan korunmak için sadaka vermek. (Elife
Akkurt)
Birinin b..unu yemek, öteki galmak: İşin birini bitiremeden başka bir işe niyet
etmek. (Özturan, 2014: 72)
Birisini beslemek: Birine hava atmak. Örnek: Havan kime, birisini mi
besliyorsun? (Özturan, 2014: 65)
Birisinin başını yemek: Çok ağlayan çocuk uğursuz sayılır. Birinin öleceğini
anladığı için ağladığı söylenir ve bu söz söylenir. (Ertekin, 1997: 81)
Birisinin kel çırağı olmak: Kendisine çok yumuş buyrulmak. (Özturan, 2014: 64)
Bişene gadar durup soyana gadar duramamak: İşlerin sona yaklaştığı sırada,
tamamlanmasına yakın, bitmesi için sabırsızlanmak. Örnek: Bişene kadar durdun da
soyana gadar mı duramıyorsun? (Özalp, 2008: 206)
Bişip önüne gelmek: Hazıra konmak. (Özturan, 2014: 72)
Bişirdiği yenmek, diktiği giyilmek: Kadın, işi güzel ve temiz yapmak. (Özturan,
2014: 72)
Bişirdiğini önüne vermek, yuduğunu arkasına goymak: Kadın, erkeğe hizmet
etmek. (Özturan, 2014: 72)
Bişirip daşırıp yedirmek: Zor şartlar altında yemek yaparak çocukların önüne
koymak. (Özturan, 2014: 72)
Bişmiş aşa su gatmak: Yolunda giden işi bozmak. (Dalkıran, 2005: 49)
Bit diye dırnağına çalmamak: Dengi, muhatabı olmamak. Onunla arasında çok
fazla seviye farkı olmak. (Özturan, 2014: 64)
Bit yeniği: Bir işin sağlam görünmesine karşın güven vermeyen yanı. (Bilgin,
2017: 27)
Bit yükü, boğaz ağrısı: Safi yük. Başkalarına yük olan, başkaları tarafından
bakılan kimse. Çalışmayan, yaşadığı eve para getirmeyen, katkıda bulunmayan, iş
yapmayan, her işinde başkalarına yük olan çocuklar ve çok yaşlılar. (Özalp, 2008: 206)
105
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Biti (biraz) daha incelip de g..üne girmek: İstanbul Türkçesi ile konuşmaya
özenmek. (Özturan, 2014: 73)
Biti ganlanmak/canlanmak: Düzelmek, sonradan zenginleşmek, iyileşmek.
Örnek: Adama bak, azcık biti ganlandıydı, yüzümüze bakmaz oldu. (Bilgin, 2006: 46;
Bilgin, 2017: 27; Özalp, 2008: 206; Özturan, 2014: 73; Şen, 2006: 99)
Bitmedik çalı dibinde tavşan avlamak: Boş iş tutmak. (Özturan, 2014: 73)
Biz aman Allah’ınan tor öğretiyok, sen guyruğuna çalı gıstırıyon: Olumlu bir iş
yapmak isterken engel çıkarmak. (Çınkır, 2016: 1034)
Biz gibi: Sipsivri, ucu incecik, çok sivri, batıcı. (Özalp, 2008: 206)
Biz o defteri gapatalı çok oldu: O işin üstüden çok zaman geçti. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Bizim evde yallanıyorsun, Kirkor'un bağında ürüyorsun: Her şeyini biz temin
ediyoruz, senin için biz masraf ediyoruz, ama sen bize değil başkalarına çıkar
sağlıyorsun. (Özturan, 2014: 74)
Bizim gelin benden/bizden gaçar, başını/yüzünü örter gıçını/g..ünü/göğsünü
açar: Bir konuda çok itinalı davranan birinin başka konuda başka davranış göstermesi.
Başını örtüp kolunu, bacağını açan, örtülü olduğu halde daracık giyinip özellikle
kalçalarını belli eden veya ağzını, yüzünü boyayıp çarşı-pazar gezenlere işaret
etmektedir. Samimi ve ihlaslı olmayan, çok iyi ve dindar gözüktüğü halde dine
uymayan işler yapan kimseleri de ifade eder. (Özalp, 2008: 206; Özturan, 2014: 74;
Faruk Zülkadiroğlu)
Bizim it buraya balta getirdi mi? Getirdi de gene geri götürdü bile: Boşa
çalışmak. (Özturan, 2014: 74)
Bizimkisi kerhene: Zamparalık yapanlar arasında şifre. (Şen, 2006: 99)
Bizirini kesmek: Bir şeyi, tek bir tane kalmamacasına bitirmek. Kökünü kesmek,
kurutmak. Nesi var nesi yoksa hepsini bitirmek. (Özalp, 2008: 206)
Bobilin beli gibi: Kalın belli. (Özalp, 2008: 206)
Boca etmek: Herhangi bir sıvıyı bir kaba veya birinin başına birden aktarmak.
(Bilgin, 2007a: 179; Okutucu, 2000: 96)
Boculuk yapmak: Birine yaltakçılık yapmak. (Ayşe Koçak)
Boğasak olmak: (İnek) Çiftleşme isteği duymak. Örnek: İnekler boğasak olunca
Adil emminin boğasına götürürdük. (Çınkır, 2016: 174)
Boğaz ağrısı: Kız çocuğu. (Adem Pırnaz)
Boğaz değil bakkal hunisi: Çok büyük boğazı var. Her şeyi yer. (Hunç, 2017:
59)
Boğaz geçindirecek yer aramak: Geçimini yapacak yer aramak. (Özturan, 2014:
53)
Boğazı büyük olmak: Obur olmak. Çok yemek. (Özalp, 2008: 209; Özturan,
2014: 53)
Boğazı düşmek: Bademciği iltihaplanmak. Yemek yiyemez olmak. (Çınkır,
2016: 160; Özturan, 2014: 53)
Boğazı ürmek: Acıkmak, yemek için sabırsızlanmak, canı yemek istemek.
(Özalp, 2008: 209)
Boğazına bakmak: Yemesine, içmesine dikkat etmek. (Özturan, 2014: 53)
Boğazına camış olmak: Obur olmak. Çok yemek yemek istemek. Kolay
doymamak. (Özalp, 2008: 209)
Boğazına gadar borçlu olmak: Çok borçlu olmak. (Özturan, 2014: 53)
Boğazına galmak: Alıp satamamak. (Özturan, 2014: 53; Emine Cülfük)
Boğazına geçirmek: Yememesi gereken parayı yemek, kasasına koymak.
Emanet parayı sahiplenmek. (Özturan, 2014: 53)
Boğazına helal lokma düşmemiş: Hakka hukuka uygun para kazanıp yiyecek
alıp boğazından geçirmemiş. (Özturan, 2014: 53)
Boğazına sarılmak: Alacak için sıkıştırmak. (Özturan, 2014: 54)
Boğazından geçeceği bilmek: Helali haramı bilmemek, sadece yiyeceğini
bilmek. (Özturan, 2014: 54)
Boğazından kesip giydirmek: Kendi yiyeceğinden ve ihtiyaçlarından kısıp
başkalarının ihtiyaçlarına harcamak. (Özalp, 2008: 209)
106
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
107
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Boyunun ölçüsü almak: Birine zarar vermek. Örnek: Bunu senin yanına
koymam, boyunun ölçüsünü almazsam adam değilim. (Bilgin, 2006: 48)
Boz bulanık akmak: Temiz akmamak. Örnek: Boz bulanık akar gayrı selimiz.
(Gözükara-Özalp, 2011a: 206)
Böğüre böğüre ağlamak: Bağıra bağıra ağlamak. İnsanları heyecanlandıracak,
korkutacak, panikletecek şekilde yüksek sesle ağlamak. (Özalp, 2008: 207)
Böh çekmek: Meydan okumak. Dövüş, güreş vs.ye davet etmek. Var mısın?
Erkeksen karşıma çık gibi. (Özalp, 2008: 207)
Bölük pörçük/pörtük: Ufak tefek, irili ufaklı. (Atalay, 2008: 137; Dalkıran,
2005: 54; Emirmahmutoğlu, 1997: 89)
Börke çökmek: Hızlıca kaçmak, uzaklaşmak. Örnek: Babasının daha su çatından
geldiğini duyar duymaz börke çöktü. (Çınkır, 2016: 172)
Börkü havaya atmak: Sevincini, neşesini belli etmek. (Özalp, 2008: 208)
Böyle başa böyle tıraş olmak: İnsana göre iş yapmak. (Özturan, 2014: 77)
Bu ağızla bulamaç içirmemek: Yavan yavan konuşanın toplumda yeri olmamak.
(Özturan, 2014: 77)
Bu da İbili’nin çümbülü: Beklenmeyen üzücü olay. Beklenmedik kötü sürpriz.
(Özturan, 2014: 78)
Bu değirmenin suyu nerden geliyor?: Senin gelirin az, ama çok para harcıyorsun.
Bu kadar parayı nerden buluyorsun? (Özturan, 2014: 78)
Bu kömür bu demiri gızdırmıyor: Bu iş, benim geçimime yetmiyor. (Ahmet
Pırnaz)
Bu zamana berber çırağı galmamak: İşe çok geç gitmek. İş yerleri gün
doğmadan açılır. Tokmak, çekiç, muşta sesleri gün ağarmadan duyulmaya başlar.
Günün ağarmaya başlamasıyla birlikte en son berber dükkanları açılır. Belki de bu
yüzden bu ifade kullanılmıştır. (Özturan, 2014: 78; Şen, 2006: 84)
Bugüne bugün: Yaşanan gün şartlarında. (Özturan, 2014: 78)
Bulamacın şapırtısına oynamak: Oyunu sevmek. (Özturan, 2014: 78)
Bulamaç çomçası: Ortalığı karıştıran, fitne çıkaran, laf taşıyan, dedikodu yapan
kimse. (Özalp, 2008: 208)
Bulaşığı galsa yeter: Çok kârlı ve büyük iş. (Özturan, 2014: 78)
Bulduğunu tepiştirmek: Yiyecek buldu mu hemen yemek. (Özturan, 2014: 78)
Bulgur bulgur gaynamak: 1. Gözleri, kalçaları çok canlı ve hareketli olmak. 2.
Fokur fokur kaynamak. (Özalp, 2008: 208)
Bulgurluk aramak: Dövüş aramak. (Özturan, 2014: 78)
Bulup buluşturmak: Eşten dosttan temin etmek. (Özturan, 2014: 78)
Bun günü: Kötü gün. Örnek: İnsanın bun gününde dostu az olur. (Kaya-Kozan,
2003: 36)
Bunalıp ölmek: Nefessiz kalıp boğulup ölmek. (Özalp, 2008: 208)
Bunca gün: Bu kadar zaman. Geçen zamanın fazlaca olduğunu belirtir. (Özalp,
2008: 208)
Bundan eyisi can sağlığı: Bundan daha iyisi olamaz. (Dalkıran, 2005: 36)
Bundan sonra bey olup da gırmızı gayışlı davul mu çalıcık?: Yaşımızı aldık.
Göreceğimizi gördük. Bundan öte alacağımız bir şey yok. Saltanat hevesimiz yok.
(Özturan, 2014: 79)
Bundan sonra el olup göç mü çekicim?: Aldığımızı aldık, sattığımızı sattık.
Bizden geçti. (Özturan, 2014: 79)
Bundan/şimden/şinden/ondan kelli/kirde/kellim: Bundan sonra, bugünden sonra,
bundan böyle. Şimdiden sonra, bundan böyle, şu andan itibaren. Örnek: Git lan şuradan,
şimden kelli ardıma düşersen ağabeyime derim seni. (Aksu, 2013: 267; Bilgin, 2006:
302; Çınkır, 2016: 177; Çınkır, 2016: 983; Kaya-Kozan, 2003: 139; Özalp, 2008: 208;
Özalp, 2008: 334; Özturan, 2014: 79; Özturan, 2014: 214; Şen, 2006: 109)
Bunu öldürenin eli yeşil olmak: O kadar kötü biri ki öldüren sevap kazanmak.
(Özturan, 2014: 79)
Buram buram kokmak: Koku, kuvvetli bir şekilde kendini hissettirmek ve etrafa
yayılmak. (Özalp, 2008: 209)
108
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
110
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Callan cort, ağabeylim zort: Rastgele, dengesiz, bastığı yeri bilmeyen, zart zurt
hareket eden, hareketleri oturaklı olmayan, sözleri istikrarsız, her hali rastgele,
uyumsuz, cıvık. (Özalp, 2008: 211)
Calp suya kesmek: Karın su özelliğine girmesi, ortalığın suyla kaplanması.
Karın ilkbahara doğru erirken tamamen sulanmış veya toprağın suya belenip iyice
cıvıklaşmış hali. (Özalp, 2008: 211)
Cambul cumbul: Islak, sulu. (Mercimek, ?: 2)
Camız gırıştırmak/tokuşturmak: Manda dövüştürmek, toslaştırmak. Örnek:
Döller, babam ölsün ki Millet Bahçesi’nde camız gırıştırıcılarmış, ben izlemeye
gidiyorum. (Bilgin, 2006: 54; Özalp, 2008: 211)
Camızın suya s..tığı gibi: Camız yani manda patavatsız bir biçimde pisler.
Bunun gibi, bazı insanlar da patavatsız konuşur. Hatır gönül düşünmez. Gönül kırar,
hatır yıkar ve insanları incitir. Bu tip insanların konuşma biçimini anlatmak için böyle
denir. (Özalp, 2008: 211; Özturan, 2014: 81)
Cami gapısı bilmeyip sofuluk taslamak: Namaz kılmayıp sofuluk taslamak.
(Özturan, 2014: 81; Şen, 2006: 101)
Can ciğer olmak: Birbiriyle içli dışlı arkadaş olmak. (Körük, 2005: 33)
Can derdine düşmek: Başkalarını bırakıp kendini kurtarmaya çalışmak. (Kozan,
2007: 219)
Can gözüyle incelemek: Dikkat ve ilgiyle bakmak. (Yalman, 1977: 516)
Can ummak: Can istemek. Örnek: Minaremiz can umuyor. (Uzun vd., 2012a:
79)
Cana can gatmak: Sevinci, mutluluğu artırmak. Örnek: Cana can katardın
Reyhan hemşire. (Sarıyıldız, 2012: 395)
Cana gelmek: Usanmak, bıkmak, dayanamaz hale gelmek, patlamaya varmak,
isyan edecek hale gelmek. (Okumuş, 2006: 166; Özalp, 2008: 212)
Cana/canına sinmek/sinmemek: İnsanın içine sinmek, beğenmek. (Gözükara-
Özalp, 2011a: 108; Özturan, 2014: 82)
Canciğer guzu sarması olmak: Çok iyi ahbaplık ediyor olmak. (Özturan, 2014:
81)
Cangalak basmak: Bir işi doğru düzgün yapmamak. Örnek: Cangalık bastı, heç
sorma. (Çınkır, 2016: 189)
Cangama etmek/çalmak/çıkartmak: Yüksek sesle ağız dalaşı yapmak, tartışmak,
gürültü etmek. Savaş mektubu anlamında olup Maraş’ta gürültü çıkarma anlamında
kullanılır. (Aksu, 2013: 246; Bilgin, 2007a: 70; Bulut, 1998: 95; Çınkır, 2016: 189; DS,
2009: 856; Derebent, 2015: 191; Erdem-Kirik, 2011: 328; Erşahin, 2011a: 71; Gökçe,
2014: 257; Gökhan-Koç, 2009: 316; Kapanoğlu, 2009: 131; Kaya-Kozan, 2003: 38;
Kılıç, 2008: 165; Kuyumcu, 1995: 145; Kurt, ?: 161; Mercimek, ?: 2; Okumuş, 2006:
183; Özalp, 2008: 41; Özalp, 2008: 212; Şen, 2006: 101)
Cangul cungul: Gürültü, çocuk gürültüsünü anlatır. (DS, 2009: 843)
Canı ağzına gelmek: Ölme noktasına gelmek. (Özturan, 2014: 82)
Canı ariye gidene gadar malı gitmek: Acıktığında doymam sanarak fazlaca satın
aldığı yiyecekleri yemeye başlayıp tıka basa doyduktan sonra hala içinde var olan kalan
yiyeceği de bitirme isteğinin önüne geçmek. Örnek: Git oğlum git, üzümü yiye yiye
neredeyse çatlayacağım lan. Ben kalanını bırakacağım, canım araya gidene kadar malım
araya gitsin. (Bilgin, 2006: 54)
Canı berk olmak: Tahammüllü, dayanıklı olmak. (Özturan, 2014: 82)
Canı çekinip çekinip çarpmak istemek: Hız alıp alıp kolunu kaldırıp geriye
çekerek bütün gücüyle vurmak istemek. (Özalp, 2008: 212)
Canı dinlenmek: Rahat etmek. (Erşahin, 2011a: 71)
Canı garar almamak: Sabredememek, tahammül edememek, bekleyememek.
(Özalp, 2008: 212)
Canı gırt gırt etmek: İçten içe üzülmek. (Özturan, 2014: 82)
Canı hulkuna gelmek: Usanmak. (Çınkır, 2016: 189; Yalman, 1977: 516)
Canı öksüz dağından gar istemek: Kendisiyle aynı durumda olandan yardım
istemek. (Polat, 2016: 46)
111
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Canı tez olmak: Çevik, çabuk, herkesten evvel davranmak. Hantal ve tembel
olmamak. Sabırsız olmak, beklemeye tahammül edememek. (Okumuş, 2006: 166;
Özalp, 2008: 212)
Canı yeğni olmak: Bir işi erinmeden, çabuk yapmak, hareketli olmak. Örnek:
Celil’im bambaşkaydı, canı yeğniydi der durur yengem. (Çınkır, 2016: 190; Özturan,
2014: 83)
Canım canım [iş dutmamak]: Seve seve, içten gelerek iş yapmamak. (Özalp,
2008: 212; Özturan, 2014: 83)
Canına [bağrına] tak etmek/demek: Sıkıntılara, zorluklara dayanamaz hale
gelmek. Örnek: Canına bağrına tak ettiği halde susuyordu. (Bilgin, 2007c: 108; Erşahin,
2011a: 71; Özturan, 2014: 83)
Canına car yetmek: İmdat, yardımcı gelmek. Kuvvet destek gelmek. (Özalp,
2008: 212)
Canına garezi olmak: Kendini yorarak canına eziyet etmek. (Özturan, 2014: 84)
Canına okumak: Dersini vermek. Hizaya getirmek. (Körük, 2005: 33; Özturan,
2014: 83)
Canına sazan olmak: Zor durumda kalan birinin ihtiyaçlarını karşılayacak durum
ortaya çıkmak. (Elife Akkurt)
Canına sine: Keyfine göre. Örnek: Canına sine iş yapıyor, hiç kimseye eyvallahı
yok. (Çınkır, 2016: 190)
Canına susamak: Ölümüne sebep aramak. (Özturan, 2014: 83)
Canına yandığım: 1. Kurban olduğum. 2. Allah’ın belası. (Özturan, 2014: 83)
Canına yetmek: İmdadına yetmek. (Özturan, 2014: 83)
Canından aziz bilmek: Canından daha kıymetli bilmek, canından daha fazla
değer vermek. (Özturan, 2014: 83-84)
Canından bezmek: Canından usanmak. (Özturan, 2014: 84)
Canından ileri tutmak: Kendinden daha çok sevmek. (Uzun vd., 2012c: 137)
Canını cendereye vermek: Birini maddi manevi aşırı sıkıntıya sokmak,
sıkıştırmak. Birine işkence, eziyet etmek, sıkıntı çekmesine sebep olmak. (Özalp, 2008:
212)
Canını dişine takmak: Son bir hamle yapmak. İş hususunda kendini zorlamak.
(Özturan, 2014: 84)
Canını gapmak: Canını hiçe sayar gibi sahiplenmek. (Özturan, 2014: 84)
Canını gısmak: İşe tam sarılmamak. (Özturan, 2014: 84)
Canını su etmek: İşi ağırdan alarak savsaklayarak karşıdakini rahatsız etmek.
Örnek: Canımı su etti anam. (Özalp, 2008: 212; Özturan, 2014: 83)
Canının derdine düşmek: Kendi başının çaresine bakmak. (Ahmet Yenikale)
Canının gıymetini bilmemek: Kendini fazla yıpratmak. (A. Kurt, 2017: 7)
Canının suyu çıkmak: Çok zahmet çekmek. (Özturan, 2014: 83)
Canıyla cebelleşmek: Canı ile uğraşmak, canının derdine düşmek. (Özturan,
2014: 84)
Canıyla dövüşmek: Sağlığı can verme durumunda olmak, zor ayakta durmak.
(Özturan, 2014: 84)
Canlı cenaze olmak: Ayakta zor durmak. (Körük, 2005: 33; Okumuş, 2006: 166;
Özturan, 2014: 85)
Canlı mizah: Varlığı, duruşu, yaptığı iş gülünecek olan kimse. (Özturan, 2014:
85)
Cansız goyundan süt sağmak: Olmayacak iş yapmak. (Karalar, 1998: 48)
Car car etmek: Sesli ve çok konuşmak. (Özturan, 2014: 85)
Car etmek/eylemek/istemek/ummak: İmdat etmek, yardım istemek, destek
beklemek. Örnek: Senden o kadar car umdum, ama bakıp başını bile sallamadın.
(Bilgin, 2006: 55; Atalay, 2008: 141; Çınkır, 2016: 190; Özalp, 2008: 212; Temiz,
2005: 698)
Carhada devrilmek: Aniden ve ayaktan düşmek, yorgunluktan, baygınlıktan
kendiliğinden düşmek. (Özalp, 2008: 212)
Cart curt etmek: Hava atmak. Gözdağı verir gibi konuşmak. (Özturan, 2014: 85)
112
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Cartada yırtılmak: Ses vererek aniden sesli bir şekilde yırtılmak. (Özturan, 2014:
85)
Cartayı çekmek: Ölmek, gebermek. (Çınkır, 2016: 191; Kaya-Kozan, 2003: 38)
Cartlağı yarılmak: 1. Güreşte yıkılmak, yenilmek. 2. Bir şeyin (minder, döşek)
karnı yarılmak, içi dışına çıkmak. (Özalp, 2008: 212)
Carttan curttan: Asılsız esassız. (Özturan, 2014: 85)
Cavık cıvık: Hoşa gitmeyeni bulup buluşturup yapılan uydurma yemek. (DS,
2009: 866)
Caya girmek: Bahse girmek. Örnek: Caya girelim mi? Ne dersin? (Çınkır, 2016:
191)
Cayır cayır para harcamak/saymak: Bedel olarak pek çok para harcamak.
(Özturan, 2014: 85)
Cayırtı gopmak: Silah sesi gibi bir ses çıkmak. (Özturan, 2014: 85)
Caykıl gitmek: Aniden düşmek. Örnek: Caykıl gitti. (Çınkır, 2016: 192)
Cebi delik: Parası yok. (Özturan, 2014: 85)
Cebilhanık gibi olmak: Açgözlü ve iştahlı olmak. (Elife Akkurt)
Cebinde yok beş guruş harçlık, şeyin/s..in vermiyor dışlık: Cebinde beş kuruş
parası olmadığı halde kadın-kız veya büyük işler peşinde koşan kimselere söylenir.
(Özalp, 2008: 212)
Cebine girene bakmak: Şana, şerefe bakmamak, cebine giren paraya bakmak.
(Özturan, 2014: 64)
Cec etmek/olmak: Tane haline koymak, saçılmak, dökülmek. Örnek: Yine mi
tespihim cec oldu çocuklar, hiç eliniz durmuyor. (Bilgin, 2006: 56; Caferoğlu, 1995:
163)
Ceceli keçisi gibi ötürmek: Sesli ishal olmak. (Özturan, 2014: 85)
Ceciği/cecikleri/cıcığı gevşemek: Kadın-kız veya menfaat, çıkar karşısında
gevşemek, iradesi zayıflamak; dolayısıyla suça meyletmek, kötü işler yapmak. Daha
önce istemediği bir şeylere karşı bazı sebeplerden istek duymaya başlamak. Örnek:
Yemeğin yanına iki de soğan gırdım mı herifin cıcığı gevşer vallaha. (Akbaş, 1985;
Bilgin, 2007c: 62; Kapanoğlu, 2009: 19; Özalp, 2008: 212-213; Özturan, 2014: 85; Şen,
2006: 101)
Cehenneme gadar yolu var: Defolup gitsin, bizden uzak olsun. (Gökçebey, 1999:
86)
Cehennemin dibi: Çok uzak ve gidilmesi uzak yer. (Gökçebey, 1999: 86)
Celbe dutmak: Grup tutmak, çete kurmak. (Özalp, 2008: 213)
Cellat etmek: Bir işe sebepçi aramak. (Erşahin, 2011a: 71)
Cellatı gibi olmak: Cellat gibi sert, tavizsiz, astığı astık, kestiği kestik olmak,
sözünü geçiren olmak. Örnek: Bak hele şu Memo’nun zibidisine, uyuz it gibi gittiydi,
cellat gibi olmuş gelmiş. (Bilgin, 2006: 56)
Cellattan can ummak: Görevi can almak olandan kendi canı için ricada
bulunmak. Cellada benzer insandan medet ummak. (Özturan, 2014: 85)
Cen cen etmek: 1. Köpek yavrusunun çıkardığı ses. 2. İnsanların zayıf sesle
rahatsız edici bir şekilde, ama kale alınmadan konuşmaları. (Özturan, 2014: 86)
Cendereden geçmek: Zorluklardan, sıkıntılardan geçmek. Sıkıntılar, perişanlıklar
geçirmek, bir sürü badire atlatmak, macera geçirmek. (Özalp, 2008: 213)
Cenderme gibi olmak: Çok sert, acımasız, zorba olmak. (Elife Akkurt)
Cened kanad etmek: Parça parça etmek. (Erşahin, 2011a: 71)
Cengir cengir etmek: Boşu boşuna konuşmak. (Elife Akkurt)
Cengir cengir etmek: Büyüklere karşı saygısız bir şekilde karşılık vermek.
(Özalp, 2008: 213; Özturan, 2014: 86)
Cenk donuna girmek/giymek: 1. Yapılacak işle ilgili iş elbisesini giymek. 2.
Çalışmaya, kavgaya ve her türlü sıkıntıya hazır olmak. Bütün hazırlıklarını yapıp işe
başlamaya hazır olmak. (Özalp, 2008: 213; Özturan, 2014: 86)
Cennette düğün olmak: Hem yağış olup hem güneş doğarsa cennette düğün
olduğu yorumu yapılır. (Özturan, 2014: 86)
Cepte cephane tükenmek: Parası bitmek, züğürt düşmek. (Şen, 2006: 101)
Cerek gibi: İnce ve uzun boylu. (Özalp, 2008: 213)
113
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ceren gibi/yapılı: Yeni boy atan, ince yapılı, boylu poslu, güzel olan, fiziği
düzgün. (Ekici, 2005: 37; Özalp, 2008: 213)
Cerre çıkmak: Eskiden gayr-i resmi hocaların para veya daha çok erzak
karşılığında, özellikle ramazanda köylere dağılıp imamlık ve müezzinlerinin karşılığı
olarak belirlenen ücretlerini halktan toplaması. Örnek: Eskiden Elbistan’daki hocalar
ramazan geldi mi Çukurova’ya giderlerdi, bayramdan sonra cerre çıkarlar paralarını alıp
gelirlerdi. (Bilgin, 2006: 57; Çınkır, 2016: 198; Kaya-Kozan, 2003: 40; Yalman, 1977:
410)
Ceviz çuvalı gibi şakırdamak: Çok konuşmak. (Arslan, 2011: 354)
Ceviz diker, gızılcık biter: Yaptığı işten istemediği sonucu alır. (Şen, 2006: 101)
Cezası bulanmak: Bir şeye heveslenmek, arzulamak, eskiden alıştığı bir şeyi
hatırlamak. (Özalp, 2008: 213)
Cezekârlık yapmak: Kârı ortak olmak üzere bir kumarcıya para verip kumar
oynatmak. (Özalp, 2008: 213)
Cıbalağı çıkmak: Sırılsıklam ıslanmak, iyice ıslanmak. (Çınkır, 2016: 209;
Dalkıran, 2005: 55)
Cıbıl cıbıl etmek: Çırılçıplak. (DS, 2009: 891)
Cıbıldız etmek: Bir şeyi bilerek saklamak, aldatmak. Örnek: Bizim parayı
cıbıldız ettiler. (DS, 2009: 4472)
Cıdıllı etmek/olmak: Birini, çıldıracak derecede çok kızdırmak. Deli gibi olmak.
(Özalp, 2008: 213)
Cıfıt olmak: Söz dinlemez hale gelmek. Bozulmak. (Özturan, 2014: 86)
Cığı dağılmak: Evi yıkılmak, ocağı sönmek, kötü duruma düşmek. (Çınkır,
2016: 202)
Cılıs inkar etmek: Hiç tereddüt etmeden, başka bir şekle ihtimal vermeden,
yüklenen bir suçu toptan ve fevri olarak reddetmek, yapmadığını söylemek. (Özalp,
2008: 213)
Cılk olmak: 1. Çok yorulmak, hiçbir yeri tutmamak. Yorgunluktan ayağa
kalkamayacak hale gelmek. 2. Yumurtanın bozulması. (Özalp, 2008: 213)
Cılkı/cılkını çıkmak/çıkarmak: Bir işi sulandırmak, seyrinden çıkartmak,
neticesiz hale getirmek. Özelliği bozulmak Örnek: Ya işin cılkını çıkarttın ha, bu kadar
da sulu olunmaz heri. (Bilgin, 2006: 58; Çınkır, 2016: 204; Özalp, 2008: 213)
Cıllım cırt olmak: İşe yaramaz hale gelmek, ezik, çürük olmak. (Özturan, 2014:
86)
Cıllısını yazmak: Bir kimseyi oyunbozan olarak ilan etmek. (Çınkır, 2016: 204)
Cımcılık etmek: Olabildiğince sulu hale getirmek. (Bilgin, 2007a: 186)
Cıncık bebek gibi: Cam bebek gibi, camdan yapılmış gibi, pırıl pırıl, çok güzel.
Yüzü kırmızı, üstü başı çok temiz çocuklar için söylenir. (Özalp, 2008: 213)
Cıngar/cingar çıkarmak: Birçok kişinin dahil olabileceği olayı başlatmak,
gürültülü bir dövüşe sebep olmak. Örnek: Şu İsmail de ne gıcık döl lan, her gün bir
cıngar çıkarmazsa rahat etmez. (Bilgin, 2006: 59; Bilgin, 2007c: 238; Çınkır, 2016: 213;
Kaya-Kozan, 2003: 40; Özalp, 2008: 214)
Cıngıl cıngıl ağlamak: Sesli sesli, biraz da başkalarını suçlayacak ve merhamet
celbedecek şekilde ağlamak. (Özalp, 2008: 214)
Cıngıldağı çıkmak: Çok ıslanmak. (Özturan, 2014: 87)
Cıngıllı püngüllü: Süslü püslü. (DS, 2009: 923)
Cır cır cırmalamak: Aşırı derecede çabalamak. Birilerini rahatsız edecek,
bıktıracak kadar uğraşmak, ısrar etmek, yapamayacağı bir şey için zorlamak.
Durmadan, devamlı tırmalamak. Bir işin yapılması için aşırı gayret göstermek. Kendini
paralamak, aşırı çaba sarf etmek. (Özalp, 2008: 214)
Cırık cücüğü gibi: Ufak tefek, cırık yavrusu gibi. (Özalp, 2008: 214)
Cırık gibi düşmek: Vurulmuş kuş gibi, bir yerden, tutunmaya fırsat bulamadan
aniden düşmek. Örnek: Cırık cücüğü gibi düştü. (Özalp, 2008: 214)
Cırlavuk olmak: Sabrı taşmak, beklemekten cırcır böceği gibi sesler çıkartmak.
Örnek: Ulan vereceğiz dedik işte, ne cırlavuk oluyorsun, akşam vakti cır cır böceği gibi
ötüp duruyorsun. (Bilgin, 2006: 59; Özalp, 2008: 213)
114
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Cırnazlık etmek: Sırnaşmak, arsızlık etmek, rahatsız edecek şekilde ısrar etmek.
(Özalp, 2008: 214)
Cıs cıplak galmak: 1. Üstü başı açık kalmak. 2. Parasız, pulsuz ortada kalmak.
(Erşahin, 2011a: 71)
Cıyındırık gibi olmak: Aşırı zayıflamak. (Özalp, 2008: 214)
Cızıdan çıkmak: Doğru yoldan çıkmak. (DS, 2009: 948; Özalp, 2008: 214)
Cibilliyeti bozuk olmak: Karakteri bozuk olmak. (Özturan, 2014: 87)
Cidal/cıdal çalmak: Ağız kavgası yapmak, tartışmak, nizah çıkarmak. Haklı olup
olunmadığı belli olmayan bir konuda, hak iddiasında bulunmak, hak iddia ederek
tartışmak, ağız kavgası yapmak. Örnek: Ne yavuz adamdı yahu, cidal çalmadığı adam
kalmadı nerdeyse. (Bilgin, 2006: 58; Özalp, 2008: 214; Özturan, 2014: 86)
Ciggel gibi: Çok zayıf, ufak tefek. (Özalp, 2008: 214)
Ciggir ciggir öttürmek: Sıkıştırmak, zorlamak. (Özturan, 2014: 87)
Ciğer acısı: Evlat. (Özturan, 2014: 87)
Ciğer canlı olmak: En yakınından en uzağına tüm akrabalarına bağlı olmak,
onları çok sevmek, onlar için her fedakarlığı yapmak. (Özalp, 2008: 216)
Ciğer gibi: Koyu kırmızı. (Özalp, 2008: 216; Özturan, 2014: 87)
Ciğeri beş guruş etmemek: Kalitesiz, değersiz olmak. (A. Kurt, 2017: 8)
Ciğeri bişmek: Çok sıcak olmak. (Ahmet Yenikale)
Ciğeri yanmak: Büyük üzüntü ve acı duymak. (Gökçebey, 1999: 84; Körük,
2005: 33; Okumuş, 2006: 166; Uzun vd., 2012a: 80)
Ciğeri/ciğerini dağlamak: Büyük bir acıya uğramak. (Gözükara-Özalp, 2011b:
221; Şen, 2006: 135; Uzun vd., 2012c: 81)
Ciğerini delmek: Kişiyi dayanılmaz bir acı içinde bırakmak. (Uzun vd., 2012a:
90)
Ciğerini gapmak: Candan ilgilenmek. (Özturan, 2014: 87)
Ciğerini sökmek: Zoru yaşatmak. (Özturan, 2014: 87)
Ciğerini yakmak: Sıkıntı içini yakmak. (Gözükara-Özalp, 2011a: 144)
Ciğerleri alışmak: Çok acı çekmek. (Çınkır, 2016: 214)
Cikir cikir emmek: Meme vs. bir şeyi sesli sesli emmek, somurmak. (Özalp,
2008: 214)
Cil gibi çekmek: Yavaş yavaş, sinsi sinsi, hissettirmeden sömürmek. (Özalp,
2008: 215)
Cim garnında bir nokta: Birilerine göre, büyüğe kıyasla çok küçük, cahil.
(Özturan, 2014: 87)
Cima çalgını: Zinaya bağlı hasta. (Özturan, 2014: 87)
Cimcik atmak: Cimciklemek, çimdiklemek. Örnek: Cimcik atmayı bile öğrenmiş
cadaloş. (Çınkır, 2016: 212)
Cin Ali gaşağısı vurmak: Göz boyar gibi kandırmaca iş yapmak. (Özturan, 2014:
87)
Cin arabası/atı: Bisiklet. (Bilgin, 2007a: 218; DS, 2009: 974; Şen, 2006: 101)
Cin atına binmek: 1. Bisiklete binmek. 2. Çok öfkelenmek, çatacak yer aramak,
sağa sola saldırmak. (Özalp, 2008: 215)
Cin çeliği/eniği/tokmağı: Anasının gözü. (Çınkır, 2016: 212)
Cin çocuğunu yitirir olmak: Ortalık aşırı karışık olmak. Bir şey bulunmaz halde
olmak. (Özturan, 2014: 87)
Cin düdüğü gibi bağırmak: İnce ve yüksek sesle bağırmak. (Özalp, 2008: 215)
Cin olmadan adam çarpmak: Yaşı küçük veya o meslekte yeni olmasına rağmen
insanları aldatmaya çalışmak. (ATKVE, 2011: 135; Özturan, 2014: 87)
Cin/cinin cücüğü: Diri, gözü açık, zeki çocuk. (Çınkır, 2016: 213; Kapanoğlu,
2009: 78; Özalp, 2008: 215)
Cincalapçı cücüğü: Küçük olduğu halde gözü açık, açıkgöz. (Özalp, 2008: 215)
Cini başına/depesine çıkmak: Kızmak, asabileşmek, sinirleri tepesine çıkmak,
aşırı derecede sinirlenmek, kavga çıkarmak için çok güçlü istek duymak. (Özalp, 2008:
215; Ahmet Yenikale)
Cini ciddiriği tutmak: Aşırı sinirlenmek. (Özturan, 2014: 87)
115
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Cinin yattığı yeri bilmek: Her şeyi bilmek. (Çınkır, 2016: 213; Özturan, 2014:
87)
Cininde cıdırında sevmemek: Biriyle yıldızı barışmamak, hiç sevmemek,
hoşlanmamak. (Özalp, 2008: 215)
Cip dadını gaçırmak: Fazla ileri gitmek. Yapılması hoş olmayan şeyin fazlasını
yapmak. (Özturan, 2014: 88)
Cip gırmızı: Çok kırmızı. Cip kelimesi sıfatların başına gelerek olumlu-olumsuz
anlamda "çok, fazla" manası verir. "cip bol", "cip az" gibi. (Özalp, 2008: 215)
Ciride çıkmak: At yarışına çıkmak, kalmak veya koşuya çıkmak. (Özalp, 2008:
214)
Cirit atmak: Ortalıkta durmadan dolaşmak. (Körük, 2005: 33; Okumuş, 2006:
166)
Cirit govmak: Çocuklar için, hızlı bir şekilde koşturmak. (Özturan, 2014: 88)
Cirlavuk şirketi: Dolandırmak için bir araya gelmiş ekip. (Özturan, 2014: 88)
Civ civ gitmek: Önünde hiçbir engel olmadan çabuk, rahat, hızlı hızlı gitmek.
(Özalp, 2008: 215)
Civan gibi: 1. Yeni gelişen, ince, narin, kibar genç. 2. Yeni ağaç, fidan, yeni
sürgün filiz. (Özalp, 2008: 215)
Civik civik aramak: Köşe bucak aramak, hiç gizli yer koymamacasına her tarafı
inceden inceye araştırmak, en ücra, en gizli yerlere kadar girip çıkmak. (Özalp, 2008:
215)
Civik civik sokulmak: Köşe bucak sokulmak. Gizli yerler bulup saklanmak.
(Özalp, 2008: 215)
Civindiz gibi gaybolmak: Kimseye hissettirmeden çabucak kaybolmak.
(Özturan, 2014: 88)
Cobulu çıkmak: Bollaşmak, çoğalmak. (Özalp, 2008: 216)
Cof cof eder şu keyiş, saz çalar bizim ibiş: Beş parasız olmak. Bir şeyin aslı
olmamak. (Akın, 2014: 41; Horasan, 1992: 208; Şen, 2006: 101)
Combul coş oynamak: Suda koşarak hoplayıp zıplayarak seke seke oynamak.
(Özalp, 2008: 216)
Cop atmak: Kızılan bir kişiye elleriyle hareket yapmak. Örnek: Sarıgüzel’de
öğretmenken bir öğrenci aniden rehber öğretmenin odasına girdi: “Hocam, şu çocuk
bana cop attı.” dedi. (Kapanoğlu, 2009: 21)
Copur copur emmek: Bir şeyi güçlü bir şekilde ve cop cop diye ses çıkararak
emmek. (Özalp, 2008: 216
Copur copur/corpada delmek: Delici bir aleti delinecek yere kuvvetle saplayıp
delik açmak. (Özalp, 2008: 216)
Coşa coşa çağlamak: Su, kabararak akmak. (Göçer, 2010: 73)
Cörül cörül akmak: Suyun meyilli bir yerden akarken çıkardığı ses. (Özalp,
2008: 216)
Cubbal cücüğü gibi: Ufak tefek, zayıf, çelimsiz. (Özalp, 2008: 216)
Cubbal gadar galmak: Çok küçülmüş, çok zayıflamış. (Özturan, 2014: 88)
Cubbal gibi: Çelimsiz, zayıf kimse. Örnek: Yav bizim torun var ya Ahmet
Kerem taman, çocukcağız cubbal gibi galmış. (Adem Pırnaz)
Culk culk yutmak: 1. Büyük lokmalarla yemek. 2. Çok acele, çabuk çabuk ve az
çiğneyerek yutmak. (Özalp, 2008: 216)
Culuk ayaklı olmak: Çok gezmek. (Özturan, 2014: 88)
Culuk cücüğü gibi: Hindi yavrusu gibi. Ağır, hantal, kilolu, tembel olup
düştüğünde kalkamayan, yardım bekleyen çocuklara denir. Hindi yavruları özellikle
sırtüstü düştüklerinde kalkamaz ve kaldıran olmazsa o vaziyette ölebilir de. (Özalp,
2008: 216)
Curruğunu çıkarmak: İyice tepeleyip ezmek. Ezerek peltesini, posasını, pestilini
çıkarmak. (Özalp, 2008: 216)
Cücüğü yuvaya goymak: Birileriyle birleşmek, zina etmek. (Özturan, 2014: 88)
Cücük çıkartmak: Para kazanmak, artırmak. (Özturan, 2014: 88)
Cücük yaymak: Hamilelikte dikkat hali. (Özturan, 2014: 88)
Cücükçülük yapmak: Faize para vermek. (Özturan, 2014: 88)
116
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
118
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Çiftçinin haberi yok, serçeler birbirini gırıyor: Çok telaşlı olmak. (Sultan Pırnaz)
Çiğ süt emmiş olmak: Soyca bozuk, yaradılışça kötü olmak. (Erşahin, 2011a:
71)
Çiğ yiyip bişik sıçmak: Abuk sabuk konuşmak. İnsanları inciteceğini
düşünmeden ileri geri konuşmak. (Özturan, 2014: 91)
Çiğ yumurta bişmemiş, adam eline düşmemiş olmak: Daha ham olmak,
yaşadıkça olgunlaşmak, hayattan çok şey öğrenecek olmak, toplum kendini
olgunlaştırmak. (Özturan, 2014: 91-92)
Çil yavrusu gibi gaçışmak: Dört bir yana dağılarak kaçmak. (Erşahin, 2011a: 71)
Çildir çildir bakmak: Küçük çocuk, yatırıldığı halde uyumamak. (Özalp, 2008:
221)
Çileye tutmak: Kilo almak, etlenmek, tavlanmak, şişmanlamak. (Özalp, 2008:
221)
Çimdin mi kel gız, tarandım bile: İşleri hızlıca yapma durumu. (Saime Pırnaz)
Çimiş çimiş gaşınmak: Özellikle yaralar, iyileşirken tatlı tatlı ve devamlı
kaşınmak. (Özalp, 2008: 222)
Çimiş çimiş/çisen çisen yağmak: Yağmur; yavaş yavaş, ince ince, ahmak ıslatan
gibi yağmak. (Özalp, 2008: 222)
Çingenenin garı boşadığı zaman: Akşam vakti. (Çınkır, 2016: 260)
Çinke vurmak: Fiske vurmak. (DS, 2009: 1229)
Çirişsi çirişsi kokmak: Çiriş kokusuna benzer koku gelmek. Bu koku
duyulduğunda yılanların uyandığı söylenir. (Özalp, 2008: 222)
Çirterip durmak/oturmak: Korkarak, utanarak, suçlanarak büzülüp durmak.
(Özalp, 2008: 222)
Çirtermesinden belli olmak: Hal ve hareketlerinden yapacağı iş belli olmak.
Örnek: Çirtermesinden belliydi zaten o haltı işlediği. (Çınkır, 2016: 262)
Çirtikli guruş etmemek: En kıymetsiz para bile etmemek. (Özturan, 2014: 92)
Çit çıbık sahibi: Zengin, varsıl. (Çınkır, 2016: 262)
Çitilde gezdirmek: Omzunda gezdirmek. (Özturan, 2014: 92)
Çivisi boşanmak: Elden, kontrolden çıkmak. (Özturan, 2014: 92)
Çizmeden yukarı çıkmak: Haddi aşmak. (Özturan, 2014: 88)
Çoban Şibil’in gelin yolu kesmesine dönmek: İş, hayal kırıklığına uğramak.
Hikâyesi: Atın üzerinde kocasının evine giden gelinin yerdeki keçi ya da koçu kaldırıp
atın boynunun üzerinden öbür tarafa koyması eski bir gelenektir. Bu gelenek en son
yöremizin ünlü milli güreşçisi Bekir Böke’nin ablası Selver Hatun tarafından amcası
oğlu Veli Efendi’ye gelin giderken yaşatılır. Olay Afşin’in Kabaağaç köyü ile mezrası
olan Akçırı arasında 1946 yılında yaşanır. Dede Böke’nin kızı ve Olimpiyat şampiyonu
milli güreşçi Bekir Böke’nin kız kardeşi olan Selver, amcasının oğlu Veli Efendi’ye
gelin gitmek üzere davul-zurna eşliğinde ata binmiş, yolculuk başlamıştır. Mezra ile köy
merkezinin arası ise 2 km.dir. Köyün açıkgöz çobanı Şibil Özdemir, bu gelenekten
yararlanıp ya bir koç kazanmayı ya da koçun değerinde para almayı ummaktadır.
Sürünün içinden kiloda ağır olan (62 kg) bir koç hazırlayıp heyecanla düğün alayını
bekler. En ağırını seçmesindeki sebep, gelin koçu attan inmeden kaldıramayacak, o
zaman ya koçu veya değerinde bahşiş alacaktır. Beklediği an gelmiş, çoban Şibil atı
durdurmuş, koçun ön ayaklarını kaldırıp geline uzatmış. Bekir Böke kardeşi Selver’e:
“Ha bacım! Ha bacım! Kendini göster, Böke ailesini düğün alayına karşı mahcup
etme!” demesiyle Selver gelin attan inmeden koçu tutup yerden kaldırdığı gibi hiç
zorlanmadan öbür tarafa bırakır. Bir alkış tufanı ile karşılanan Selver gelin yoluna
devam eder. Böylece Çoban Şibil Özdemir’in hayal ettiği hem koç hem de bahşiş suya
düşer. Ancak düğün sahibi, aynı zamanda çavuş namı ile anılan yörede sofrası açık,
tanınmış cömert bir kişi olan Mehmet Böke, mahzun olmaması için Çoban Şibil’e
bahşiş vermeden de edemez. Olay o günden beri unutulmayan anılar içine girip akıbeti
kötü olacak bir iş meydana geleceği zaman “İş, Çoban Şibil’in gelin yolu kesmesine
dönmesin.” denilip gülüşülür. (Demir, 2011: 66-67; Göçer, 2004: 63-64)
Çocuğu olmazsa ondan bilmek: Birini çok fazla korkutmak. Örnek: Çocuğum
olmazsa senden bilirim. (Özturan, 2014: 92)
Çocuk mezarı gibi: (Ayakkabı için) Kocaman. (Özturan, 2014: 93)
120
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
121
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Dağarcıkta unumuz, gıt gıt eder canımız: Yiyeceğimiz bir yerlerde durur, biz de
onu yemeyip bekleriz. Aklımız, fikrimiz, kalbimiz onunla meşgul olur. Canımız
istediği, bize sıkıntı verdiği halde onu yemeyiz. Bu da bizi boş yere meşgul eder.
(Özalp, 2008: 226)
Dağda domuzları eksik olmak: Varlıklı olmak, her şeyi var olmak. (Özturan,
2014: 94)
Dağdan gelip bağdakini govmak: Sonradan işe girmek, öncekilerin ayağını
kaydırmak. (Özturan, 2014: 94)
Dağdan serin durmak: Kaygısız olmak. (Göçer, 2004: 84)
Dağın delisi: İşi gücü olmadığı halde geç vakitlere kadar gezen. Örnek: Sen
nerdesin dağın delisi? Ellerin çocukları geleli saatler oldu. (Çınkır, 2016: 276)
Dağına gar yağmak/yağdırmak: 1. Umut bağladıklarının insanı sükutu hayale
uğratması, onlardan beklediğini bulamaması. 2. Saçları ağarmak. Örnek: Kara gözlüm,
dağıma kar yağdırdın, acımadın gözümün yaşına. (Bilgin, 2006: 85; Çınkır, 2016: 276;
Kaya-Kozan, 2003: 53)
Dağlar Memmed Ali çağırmak: İkna etmede çok zorlanmak. (Özturan, 2014: 94)
Daha canı sağ olmak: Bu kadar cömertliği ölünceye kadar yapamaz olmak.
(Özturan, 2014: 95)
Daha Hanya’yı Konya’yı bilmez, devenin gevişine güler: Kendi cahilliğine
bakmaz, başkasına sataşır. (Şen, 2006: 102)
Dahle gitsin: Boş ver gitsin. (Şen, 2006: 103)
Dahli geçmek/geçmemek: Birinin birine sözü, nazı geçmek/geçmemek.
Dediğini, istediğini yaptırabilmek/yaptıramamak. (Kuyumcu, 1995: 147; Özalp, 2008:
224)
Daire edip daire çevirmek: Korunmak istenen bir şey için, koruyucu kabul edilen
bazı sure ve ayetler okunup o şeyin etrafına çepeçevre üflenerek "Sur ettim, sur
çevirdim." veya "Daire ettim, daire çevirdim." denir. (Özalp, 2008: 227)
Dakıntı dakmak: Nişanda, düğünde gelin olacak kimseye altın cinsinden bir
şeyler takmak. (Özalp, 2008: 224; Özturan, 2014: 96)
Dakıp dakıştırmak: Zorlanarak da olsa ortaya bir şeyler koymak, süslenmek.
(Özturan, 2014: 96)
Dal bacak/d…..: Bacağı açık, çıplak. Ayağında don olmamak, donsuz. (Özalp,
2008: 224)
Dal gol olmak: Birini korumak, himaye etmek, kollamak. Birine yardımcı
olmak, öncülük yapmak, yol göstermek. (Özalp, 2008: 224)
Dala dakılık davar gibi ne bağırıyorsun?: Çok ağlayan çocuklara söylenir.
(Çınkır, 2016: 280)
Dalak dalak yağ bağlamak: Kat kat, üst üste yağ bağlamak, aşırı yağlanmak.
(Özalp, 2008: 225)
Dalap olmak: Dişi hayvan çiftleşmek istemek, erkek istemek. (DS, 2009: 1334;
Özalp, 2008: 225; Özturan, 2009b: 266; Özturan, 2014: 96)
Daldan eğme değil, kökten sürme olmak: Bir işi sonradan öğrenme değil,
temelden kapmış olmak, çekirdekten yetişmek. Örnek: Bu meslek, daldan eğme değil,
kökten sürme olarak ustalarını yetiştirme fırsatını bulmuştur. (Bilgin, 2007b: 154;
Özalp, 2008: 225)
Daldan eğme: Sonradan eğilme, sonradan olma, sonradan görme, görgüsüz.
Temelinde bir şey olmama, nesi varsa sonradan olma. (Özalp, 2008: 225; Özturan,
2014: 96)
Dalına binmek/düşmek: 1. Birinin peşine düşmek, kovalamak. 2. Birini
sıkıştırmak, rahatsız etmek. 3. Birinin açığını aramak, zarar vermek. (Özalp, 2008: 225)
Dalına dakmak: Bir elbiseyi giymemek, o elbiseyi eleştirmek. (Elife Akkurt)
Dallayıp püllemek: Bir şeyin dallarını, yapraklarını kesmek, doğramak,
budamak. (Özalp, 2008: 225)
Dalyan gibi: Çok uzun boylu. Örnek: Maşallah dalyan gibi adammış, boyu evin
tavanına değer de geçer bile. (Bilgin, 2006: 86)
Dam deliği, dana büzzüğü: İş yapmayan tembel kadın, kız. (Özturan, 2014: 96)
123
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Dasdingil galmak: Kimsesiz, sahipsiz, yarı çıplak kalmak. (Özalp, 2008: 227)
Daş atıp da golu yorulmamak: Çalışıp kazanmamak. Bedavadan mala konmak.
(Kuyumcu, 1995: 39; Özturan, 2014: 97)
Daş atmak: Söz atmak, söz vurmak, söz dokundurmak. (Özturan, 2014: 97)
Daş çatlasa: En kötü ihtimalle. (Şen, 2006: 111)
Daş değmiş it gibi gaçmak: Hızlı koşmak. (Özturan, 2014: 97)
Daş üstüne daş goymak: İş yapmak, işi büyütmek. (Özturan, 2014: 97)
Daş yerinden oynamak: İş olur hale gelmek. (Özturan, 2014: 97)
Daşa kâr etmek ona kâr etmemek: Söz dinlememek. (Özturan, 2014: 97)
Daşı atıp başını altına dutmak: Taşı atıp başını altına tutacak kadar sinirlenmek.
Kendini kaybetmek. Deli gibi hareket etmek. Öfkesinden ne yapacağını bilememek,
kendine zarar verici hareketlerde bulunmak. (Özalp, 2008: 227; Özturan, 2014: 97)
Daşı gediğine goymak: Yerinde laf konuşmak. (Göçer, 2004: 112; Göçer, 2007:
192; Göçer, 2010: 68; Özturan, 2014: 98)
Daşı sıktı mı suyunu/ununu çıkarmak: Becerikli olmak, her işin üstesinden
gelebilmek. (Erşahin, 2011a: 77)
Daşlık gibi gızarmak: Koyu kırmızı renge girmek, bürünmek. (Özalp, 2008: 227)
Daştan yumuşağını yemek: Yemek seçmemek, dişinin keseceği her şeyi yemek.
(Özturan, 2014: 98)
Datdırı datdırı gelmek: Hesaplaya kitaplaya gelmek. (Özturan, 2014: 98)
Datlı ekmeğini acı etmek: Tatlı ekmeğini yenilmez etmek. Riske girerek ağzının
tadını bozmak, kendi eliyle rahatını bozmak. (Özturan, 2014: 98; Adem Pırnaz)
Datlı gelmek: Nezakete, adaba uygun hareket etmek. Hikâyesi: Kız gelin gider,
ama baba evine sık sık gelir. Babası kızının sık sık gelmesinden, ağzının tadı kaçar
düşüncesiyle rahatsız olur ve “Gızım datlı gel.” der. İş uzar, söz uzar, kız küser.
Babasının evine seyrek gelmeye başlar. Böyle seyrek gelmelerin birinde baba: “Hoş
geldin, datlı geldin” der. Kız hatasını anlar. (Özturan, 2009a: 246-247)
Datsız tarhana: Güleç olmayan, somurtkan, huysuz çocuk. Bazen azarlama,
bazen da iltifat için sevgiyle söylenir Örnek: Gel buraya seni datsız tarhana. (Özalp,
2008: 224)
Davar damı gibi: Basık yer. (Özturan, 2014: 98)
Davar gibi yayılmak: Bulduğunu yemek, helal haram dememek. (Özturan, 2014:
98)
Davara gitmek: Bir kazanç elde edememek. Boşuna çalışmak. (Özturan, 2014:
98; Şen, 2006: 103)
Davarı bize güttürüp telemeyi ele yedirmek: İşi kendilerine yaptırmak, ama işin
kârlı yanını başkalarına vermek. (Karalar, 1998: 49)
Davasını çalmak: Hak aramak, hakkını aramak, hakkını istemek. (Özalp, 2008:
227; Özturan, 2014: 95)
Davayı sulhta goymak: Anlaşmazlığı çözmek, iki tarafın kavgasını önlemek.
(Özturan, 2014: 95)
Davulcu o…uğu: Güçsüz. Bir şey ifade etmez. Kimse tarafından fark edilmez.
(Özturan, 2014: 98)
Davulla düğün tutmak, melçiğini g..üne gıstırmak: Hem herkesin içinde, ortalık
yerde bir şeyler yapıp hem de yaptığı işi gizlemeye, insanların anlamamasını sağlamaya
çalışmak. (Özalp, 2008: 227)
Davulu soluna dövmek: İşleri hep tersine yapmak, olumsuz şekle sokmak. Suyu
yukarı doğru akıtmaya çalışmak. Yolu yokuşa sürmek. (Özalp, 2008: 227)
Davulunu çalmak: Başkasını övmek, reklamını yapmak. (Özturan, 2014: 98)
Dayak yiye yiye bir hoş olmak: Dayak yemekten aklı bir hoş olmak. (Özturan,
2014: 99)
Debdiği/debdiceğizi keçe, emeği/emekçeğizi heçe: Boşa kürek çekmek gibi.
Plansız, programsız, hedefsiz iş yapan kimseler için “Bütün çalışmaları, emekleri boşa,
eline hiçbir şey geçmez" anlamında kullanılır. (Özalp, 2008: 228; Özturan, 2014: 101)
Dededen, atadan böyle mi görmek: Büyüklerinden işin doğrusunu öğrenmek.
Örnek: Ne yapıyorsun kardeşim sen? Biz dededen, atadan böyle mi gördük? (Sarıyıldız,
2012: 273)
125
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Deli dese deli, akıllı dese akıllı olmamak: Kendisi akıllı olmak, ama yaptığı iş
akıllı işi olmamak. (Özturan, 2014: 100)
Deli farlak: Çabuk parlayıp sönen, alası dışında tutarsız. (Çınkır, 2016: 297)
Deli gavurun gabırlık gezdiği gibi: Sürekli arayış içinde gezmek, dolaşmak.
(Özturan, 2014: 100)
Deli gız ağıtı: Durmaksızın yağan yağmur. (Çınkır, 2016: 297)
Deli gız yapığı gibi: Çok karışık. (Özturan, 2014: 100)
Deli Melemir gibi olup akıllıya hasret galmak: Konuşmaları, davranışları ve
insanlarla ilişkileri genel kabul görmüş ilkelerin dışında olmak. (Çınkır, 2016: 297;
Özturan, 2014: 100)
Deli mi deplek mi?: Ne olduğu bellisiz. Akıllı değil. (Özturan, 2014: 100)
Deli sevindiren gibi: Deliye uygun delilik yapmak. Deliye, benden daha kötüsü
varmış dedirtecek şekilde. (Özturan, 2014: 100)
Deli Vannis işi: Aptal tüccar işi. Hikâyesi: Deli Ohannes’ten geliyor olmalı.
Delivannis, adını deliye çıkarmıştır. On meteliğe aldığı kavunu dokuz meteliğe satar,
ama terazi hilesiyle kar eder. Bundan dolayı kârsız, üstelik zararına satış yapana Deli
Vannis derler. (Çınkır, 2016: 297)
Deliği yakın dilki gibi: Bir zarar verip kaçan ve hemen bir yerlere saklanan, ilk
fırsatta yeniden ortaya çıkan ve bu işi sık sık tekrarlayan kimse. (Özalp, 2008: 228)
Delikli guruş etmemek: Değersiz olmak. (Özturan, 2014: 101)
Deliliği dutmak: Aşırı sinirlenmek, kontrol dışına çıkmak. (Özturan, 2014: 101)
Delinin aklına daş düşürmek: Kötü niyetli kimselerin eline koz vermek. Birine
bilemeyeceği, düşünemeyeceği şeyleri öğretip daha fazla kötülük yapmasına, zarar
vermesine sebep olmak. (Özalp, 2008: 228)
Delinmedik/oyulmadık gabağa girmek: Çok kurnaz olmak, yapılması imkansız
şeyleri bile yapmak. (Özalp, 2008: 228; Özturan, 2014: 216; Adem Pırnaz)
Delisi dutmak: 1. Bir şeye bağımlı olmak. Bir şeyin zararı dokunmak. 2.
Davranışları kötüleşmek. (Barış Karaköse; Saime Pırnaz)
Deliyi bulup değneğine galmak: Deli yokken deliye değnek aramak. Bir şey
hazır değilken onun ayrıntılarını hazırlamaya çalışmak. (Özturan, 2014: 100)
Dellek gibi dolanmak: Hiçbir iş yapmadan, avare avare, boş boş ortalıkta dolaşıp
durmak. (Özalp, 2008: 228)
Dellek gibi: Uzun boylu. Hamam tellağı gibi yarı açık gezmek. (Özalp, 2008:
228; Özturan, 2014: 101)
Dem sürmek: Rahat bir hayat yaşamak. Örnek: Az yaşayıp dem sürmesi yeğ
imiş. (Atalay, 2008: 153)
Dember dember dönmek: Herhangi bir sebeple duyulan şiddetli acıyla
kıvranmak. (Özalp, 2008: 229)
Demir kertiği gibi: Çok sağlam, noksansız yapılan muamele. (Özalp, 2008: 229)
Demir leblebi: Zor adam, yanılması, ikna edilmesi zor insan. (Özturan, 2014:
101)
Demiri yumuşak: Huyu güzel, yumuşak tabiatlı, hoşgörülü, uzlaşmacı, başkaları
ile iyi geçinen, sevecen. (Özalp, 2008: 229)
Dengine düşürmek: Tavına düşürmek. (Özalp, 2008: 229)
Denizde gum, onda para: Zengin, kuru parası çok. (Özturan, 2014: 103)
Denize girse gurutur: Uğursuz, beceriksiz. (Arslan, 2011: 354; Özturan, 2014:
103; Şen, 2006: 103)
Densizlik etmek: Gevezelik etmek. (Özturan, 2014: 99)
Depdim keçe oldu, sivrilttim külah oldu; gey başına, get işine: Hikâyesi: Çocuğu
keçeciliğe vermişler. Çocuk akşam olup da eve gittiğinde annesi, “Bir şeyler öğrendin
mi oğlum?” demiş. Çocuk da “Bunda ne var ki deptim keçe oldu, sivrilttim külah oldu,
gey başına get işine.” diye cevap vermiş. (Özturan, 2009a: 213)
Depesi atmak: İfade edilemeyecek kadar sinirlenmek. (Şen, 2006: 103)
Depikçisi guvvetli: Tahrik edeni fazla. (Şen, 2006: 103)
Derde dutulmak: Önemli bir hastalığa yakalanmak. (Özturan, 2014: 101)
Derdine derman, yarasına melhem olmak: Sıkıntısına çare olmak. (Erşahin,
2011a: 71)
127
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
130
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
131
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Dinelip galmak: Görülen bir haksızlık, hakaret, kötülük veya çirkin bir işten
dolayı şaşırıp ne yapacağını bilemeyerek ayakta şaşkın bir şekilde kalakalmak. (Özalp,
2008: 233)
Dingama çalmak: Münakaşa etmek, tartışmak, ağız dalaşı yapmak. Boş sözlerle
ortalığı karıştırmak. Tartışmak, bağırıp çağırmak. (Özalp, 2008: 233)
Dingil dingil dingildemek: Dingildemek. Olduğu yerde titrer gibi hareket etmek,
kıpırdanmak. (Özalp, 2008: 233)
Dingiline çıkmak: Bir şeyin en üst noktasına, tepesine, doruğuna çıkmak.
(Özalp, 2008: 233)
Dingiş gibi: Dimdik ve zayıf insan. (Özalp, 2008: 233)
Dini bütün: İmanlı, dinin gereklerini yerine getiren kimse. (Yalman, 1977: 518)
Dini imanı taya goymak: Din ve imanı bir tarafa koymak. (Özturan, 2014: 107)
Dini polatlı olmak: (Okumuş, 2006: 166)
Dini yok, imanı gıt olmak: Müslümanlığı yok, inancı zayıf olmak. (Özturan,
2014: 107)
Dinine gadar doldurmak: Çok fazla doldurmak. (Özturan, 2014: 107)
Dinini yıkmak: Yalan yere yemin edip din hayatına zarar vermek. (Çınkır, 2016:
323; Özturan, 2014: 107)
Dinleyip g..üne çalmak: Dinlemek, ama gereğini yapmamak. (Özturan, 2014:
104)
Dinsiglere sokulmak: Kuytu, karanlık, en gizli yerlere saklanmak, girmek.
(Özalp, 2008: 233)
Dipçiğini delmek: Bir şeyin sonunu getirmek, sonuna kadar gitmek, gizli bir şey
bırakmamak, her şeyi öğrenmek, tüketmek, bitirmek. (Özalp, 2008: 233)
Dipli köşeli olmak: Malına çok bağlı olmak ve onu herkese vermekten
çekinmek. Örnek: Dipli köşeli olmuş. Eskiden böyle değildi. Belli ki hanımının sözüne
uymuş. (Çınkır, 2016: 323)
Dipsiz ambar, boş külek: Maddi yönden oldukça güçlü olunan bir evde ya da iş
yerinde savruk davranılması neticesinde ortaya çıkan durum. (Çınkır, 2016: 323-324;
Özturan, 2014: 107)
Dirdibik dutturmak: Birisini sıkıştırmak, ne yapacağını şaşırtmak, şaşkına
çevirmek. (Çınkır, 2016: 324)
Dirile çatlamak: Göz gördüğü halde elden bir şey gelmemek. Bir şey
yapamamanın acısını, stresini çekmek. (Özalp, 2008: 233)
Dirisi beş para etmeyenin ölüsü bin para etmek: Yaşarken önemi olmamak,
öldüğünde kıymetlenmek, değere binmek. (Gökçebey, 1999: 83)
Dirseğine vurmazsa sokum düşmemek: Zorlamayınca yedirmeyi sevmemek.
(Özturan, 2014: 107)
Dirsek göstermek: Tehdit etmek, dışlamak. (Özturan, 2014: 107)
Diş çalmak: Koparmayacak derecede ısırmak, dişlemek. Örnek: Anne, kim bu
elmaya diş çalmışsa o yesin. (Bilgin, 2006: 99; Özalp, 2008: 233)
Diş dırnak meydana getirmek: Zor şartlarda büyütmek, elde etmek. (Özturan,
2014: 107)
Diş göstermek: Korkutmaya çalışmak, sırtarmak. (Çınkır, 2016: 325; Mercimek,
?: 116)
Diş kirası: Verilen davete icabet edenlere yemekten sonra verilen armağan.
Örnek: Salih amca mevlide davetli herkese kendi imalatı olan keser, muştu ve künkü diş
kirası olarak verdi. (Çınkır, 2016: 325)
Diş yazmak: Dişi ağrıyan için bir kağıda "Yâ Şem'ûn!" yazarak, gözlü harflerin
gözünden çiviyle bir yere çakmak. (Özalp, 2008: 233)
Dişi azmak: İhtilam olmak, rüyada cünüp olmak. (Özalp, 2008: 233)
Dişi b.. kesmez olmak: Uğradığı bir haksızlıktan dolayı ne yapacağını
bilememek. Eli, ayağı tutulmak, bir şey yapamaz hale gelmek, ne yapacağını şaşırmak,
karar verememek, çok şaşırmak, çaresiz kalmak. (Özalp, 2008: 233)
Dişi ganlanmak: Saldırganlaşmak. Örnek: Dişi kanlandı kafirin. (Çınkır, 2016:
325) Şen, 2006: 103)
132
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Dombur dombur terlemek: Domur domur, kuvvetli bir şekilde terlemek. (Özalp,
2008: 235)
Domuz ağnaklığı: Yaşanılmaz yer. (Salih Kamalak)
Domuz topu etmek: Bir şeyi şekilce yuvarlak hale getirmek. (Adem Pırnaz)
Domuzdan bir gıl goparmak: Cimri insana para harcatmak. (Özturan, 2014: 109)
Domuzdan gıl çekmek: Düşmandan veya sevilmeyen kimselerden çeşitli
şekillerde bir şeyler koparmak, almak. (Özalp, 2008: 235)
Don atmak: Şiddetli soğukta bazı yiyecek maddelerinin donarak bozulması.
(Özalp, 2008: 235)
Don değişmek: Çamaşır değişmek. (Özalp, 2008: 235)
Don değiştirmek: Bir şekilden başka şekle girmek. (Özturan, 2014: 109)
Don gazanı gibi gafası olmak: Kafası kalın olmak. İşi, konuşulanı anlamamak.
(Özturan, 2014: 109)
Don yıkayacağız diye küllüğe s..mak: İş yapacağım diye çevreyi kirletmek.
(Özturan, 2014: 109)
Don/tuman giymek, g..üne değdirmemek: Hem bir iş yapmak hem de ilişkiyi
kabullenmemek. (Özturan, 2014: 248; Mehmet Öztürk)
Doncu o…uğu: Sıradan. (Özturan, 2014: 109)
Dostlar alışverişte görsün: İş yapıyor görünmek. (Adem Pırnaz)
Döklüm saçlım: Darmadağın, düzensiz. Düzensizlik, her tarafın karmakarışık
olması. Her şeyin intizamsızlığı. (Özalp, 2008: 235)
Döktüre döktüre ağlamak: Ağlamaklı konuşarak ağlamak. (Özturan, 2014: 110)
Döl dökmek: 1. İlkbaharda hayvanlar yavrulamak. 2. Döl meydana getirmek.
Salatalık, acur, karpuz, kabak gibi sebzeler mahsul vermeye başladığında "Döl
döküyor" denir. (Bilgin, 2006: 100; DS, 2009: 1576; Özalp, 2008: 236)
Döle töle garışmak: Çoluk çocuğa karışmak. (Özturan, 2014: 110)
Dölecek yarması olmak: Birine işi düşmek. (Polat, 2016: 62)
Dölek ayakkabı olmamak: Güvenilir birisi olmamak. (Çınkır, 2016: 341)
Dölek durmak/basmak: Akıllı, uslu, yaramazlık yapmadan durmak, davranmak.
Örnek: Aferin bak, her zaman böyle gezmede dölek durursanız sizi gene götürürüm.
(Bilgin, 2006: 106; Çınkır, 2016: 341; Kaya-Kozan, 2003: 63; Özalp, 2008: 236; Adem
Pırnaz)
Döllü döşlü: Çoluk çocuk sahibi. (Özalp, 2008: 236)
Dönelgesi ağır olmak: Yavaş iş görmek, mızmız olmak. (Çınkır, 2016: 342)
Döngün döngün durmak: Kırgın kırgın bakmak, kalmak. (Özturan, 2014: 111)
Dör dör dövüşmek: Sürekli kavga etmek, ağız kavgası yapmak. (Özalp, 2008:
236)
Dört dört govalamak: Birinin peşine takılıp nereye giderse bırakmamacasına
kovalamak. (Özalp, 2008: 236)
Dört oması bir: Her yeri birbirine uygun, düzgün yapılı, yerli yerinde. (Özalp,
2008: 236)
Dört tepe domuzu etmek: Her yandan eleştiri yağdırmak. (Çınkır, 2016: 343)
Dört ucu b..lu örme: Her tarafı pislik. Sağlıklı bir iş değil. Hiç el atılacak gibi
değil. (Özturan, 2014: 110)
Dört ucunu bir araya getirememek: Yetirememek. (Özturan, 2014: 110)
Dört ucunu bir etmek: Toparlamak. (Özturan, 2014: 110)
Döş dövmek: Karşıdakini tehdit ederken göğüs dövmek, öfkenin, kinin
büyüklüğünü göstermek. (Özalp, 2008: 236)
Döşlükte durmak: Kuş avlarken kuşların tam karşıda durması hali. Açıkta
kolayca vurulacak biçimde durması. (Özalp, 2008: 236)
Döşşeği galınlatmak: Misafir olunan evde uzun süre kalmak. (Özalp, 2008: 236)
Döşşek altı etmek: Unutturmak, aldığı bir şeyi vermemek. (Özturan, 2014: 110)
Döşşek esiri olmak: 1. Hasta olarak uzun süre yataktan çıkamamak. 2. Yatalak
olup ömür boyu yatağa mahkum olmak. (Özalp, 2008: 236)
Döşüne basmak: Konuyu dışarıya açmak. (Özturan, 2014: 110)
Döşünü dövmek: Pişman olmak. (Göçer, 2004: 92)
134
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
135
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Dünyası gararmak: Büyük bir sıkıntıya uğramak. (A. Kurt, 2017: 10)
Dünyasını bitirmek: Yapmadığı pislik kalmamak. (Özturan, 2014: 114)
Dünyaya bir daha gelmemek: Dünya hayatını iyi yaşamak. (Özturan, 2014: 114)
Dünyaya direk galmak/galmamak: Ölmeyecekmiş gibi hareket etmek. (Özturan,
2014: 114)
Dünyayı gabarlamaya çalışmak: Dünyayı sahiplenmek istemek. (Salih Kamalak)
Dürgün düşkün olmak: Sakatlanarak veya yaşlanarak ele bakımlı, başkalarına
muhtaç hale gelmek. Hasta, yatalak olmak. Eli ayağı tutmaz olmak. (Özalp, 2008: 238)
Dürte çoma yaşamak: Zor şartlar içinde yaşamak. (Özturan, 2014: 113)
Dürtüp çommak: İtip kakmak. (Özturan, 2014: 113)
Dürülüp dürülüp ağzına gelmek: Konuşma yeteneği çok iyi olmak. (Özturan,
2014: 113)
Düşe galka yolu bulmak: İyi kötü işini yapabilmek. (Okumuş, 2006: 166)
Düşman çatlatmak: Karşıdakini kıskandırmak. (Körük, 2005: 33; Okumuş, 2006:
166)
Düşünde görmediğini döşünde görmek: Hayalinden bile geçirmediği güzellikler
kendisini bulmak. (Çınkır, 2016: 358; Özturan, 2014: 113)
Düşüne yatmak: Bir şeyin olabilirliğini enine boyuna düşünmek. (Çınkır, 2016:
358)
Düşünüp taşınıp bir dala gonduramamak: Karar verememek, tercih yapamamak,
çeşitli alternatiflerden birini seçememek, çok düşündüğü halde bir karara varamamak.
(Özalp, 2008: 238)
Düttürü Leyla: Hafif kadın. (Çınkır, 2016: 358; Özturan, 2014: 113; Şen, 2006:
102)
Düve yüzlü: Genç görünüşlü. (Özturan, 2014: 114)
Düzdüreceği olmak: Bir ricası, isteği, çıkarı olmak. (Özturan, 2014: 114)
Düzüp goşmak: 1. Uydurup söylemek. 2. Bazı malzemeleri bir araya getirip yeni
bir şeyler yapmak. (Özalp, 2008: 238)
Ebcede çıkmak: Elif cüzünün sonlarına doğru bir bölüm. Amme cüzüne geçişin
işareti. (Özalp, 2008: 239; Özturan, 2014: 115)
Ebcik ebcik oynamak: Evlilik oyunu oynamak. (Özturan, 2014: 115)
Ebem beni sana gattı: Hikâyesi: Vaktiyle Maraş’ta bir evin tembel mi tembel bir
oğlu vardır. Çocuk biraz da akıldan yana zayıftır. Bir gün komşuları dağa oduna
gidecekken tembel çocuğun anası, komşularından oğlunu da dağa götürmelerini, birlikte
kendilerine de odun toplamalarını ister. Komşu kabul eder. Tembel oğlanı komşularına
emanet eden annesi: “Oğlana biraz göz kulak olun, dikkat edin. Bilirsiniz biraz
avaredir.” der. Dağa vardıklarında komşuları, “Hadi odun toplayalım.” der. Tembel
oğlan, “Ebem beni sana kattı. (Annem beni size kattı, benim işimi de sen yap)” diye
cevap verir. Komşuları odunları toplar. “Hadi eşeğe yükle.” der. Tembel oğlan yine:
“Ebem beni sana kattı.” diye cevap verir. Yol boyunca komşuları ne iş buyurdularsa da
çocuk, “Ebem beni sana kattı.” der. Sonunda da komşularının mesuliyet duygusunu
kullanarak bu sözle her işi onlara yaptırmayı başarır tembel oğlan. (Polat, 2016: 78-79)
Ebenin Bağdat'tan geldiği gibi: Çok ağır yürüyen, aheste aheste giden, işleri çok
yavaş ve ağır yapan kimseler için söylenir. (Özalp, 2008: 239)
Ebenin dedenin günü olmamak: Zaman, zihniyet değişmek. (Özturan, 2014:
115)
Ebesinin duzunu dökmek: Düşüp bir yerini ağrıtan ve ağlayan çocukları
avutmak için söylenir. Örnek: Hüs, hüs, ağlama, ebeyin duzunu dökdün. (Özalp, 2008:
239; Özturan, 2014: 115)
Ebesinin öldüğü babasına yaramak: Ebesinden kalan miras babasına yaramak.
(Özturan, 2014: 115)
Ebilkubul olmak: Barışmak, dostça toplanmak, geçinmek. (DS, 2009: 1657)
Ebir übür etmek: Kem küm etmek. (Çınkır, 2016: 362)
Ebrişim gibi olmak: Sözü yumuşak, kalbi yumuşak, merhametli, ipek gibi
olmak. Huyu, ahlakı güzel olmak. (Özalp, 2008: 239)
Eceline susamak: Ölüme neden olabilecek davranışlar sergilemek. (Körük, 2005:
33)
137
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ecene deliği gibi: Çok küçük veya herhangi bir sebeple çok kısılmış göz. (Özalp,
2008: 239)
Ecer geyer yok gibi, eski geyer b.. gibi: Yaptığı hareketler tutarsız. (Çınkır,
2016: 15; Özturan, 2014: 115)
Ecer giyeni cimciklemek: Eski zamanda usul. Yeni giyene çimdik atarlar.
(Özturan, 2014: 115)
Eceri yok gibi, eskisi b.. gibi: Bkz: “Ecer giyer b.. gibi, eski giyer yok gibi”
(Dalkıran, 2005: 52)
Eciş bücüş: Çirkin, biçimsiz, eğri büğrü. (Özturan, 2014: 115)
Ecrini çekmek: Cezasını çekmek. (Özturan, 2014: 115)
Edik goyduğun taya bak, hizmet ettiğin ağaya bak: Kocasına elinden gelen
hizmeti yaptığı halde karşılığını göremeyen kadınlarımızın söylediği bir deyim. (Çınkır,
2016: 365; Özturan, 2014: 116)
Efil efil efilemek: 1. Hızlı çalışmaktan veya koşmaktan dolayı nefesini
toparlayamamak. Sesli sesli nefes alıp vermek. Kehilemenin hafifi. 2. Çarpıntı, yürek,
kalp çarpıntısı. (Özalp, 2008: 239)
Efil efil esmek: Hafif ve serinletici esmek. (Özturan, 2014: 116)
Efin tefin etmek/olmak: Saçıp savurmak, har vurup harman savurmak, harap
olmak, bozulmak. (DS, 2009: 1669; Özalp, 2008: 239; Özturan, 2014: 116)
Eğere de semere de gelmek: Her işi tutmak, olgun, uyumlu olmak. (Arslan,
2011: 355; Özturan, 2014: 115; Şen, 2006: 103)
Eğirip sarmak: Bir konuyu, bir işi durmadan, tekrar tekrar, dönderip dönderip
anlatmak. Sürekli gündeme getirmek. (Özalp, 2008: 190)
Eğlenceye almak: Alay etmek, dalga geçmek, alaya almak. (Özalp, 2008: 185;
Özturan, 2014: 19)
Eğleni eğleni gitmek: Sevinerek hoşça vakit geçirerek gitmek. (Gökçe, 2014:
111)
Eğleşip galmak: Oyalanmak, bir yerde kalkma isteği olmadan oturup kalmak.
(Özalp, 2008: 185; Özturan, 2014: 19)
Eğri düzü beğenmez, o da bizi beğenmez: Kötü iyiyi beğenmez, o da bizi
beğenmez. (Okumuş, 2006: 153)
Eğri mi demek/söylemek doğru mu demek/söylemek: İşin doğrusu can
sıkacağından doğruları söylemeye çekinmek. (Erşahin, 2011a: 72; Özturan, 2014: 115)
Eğriye çekmek: Bir sözü, bir işi maksadının dışında değerlendirmek,
yorumlamak, kötü, yanlış anlam vermek, kötüye yorumlamak. (Özalp, 2008: 190)
Ehvenlik yapmak: Adilik yapmak. (Özturan, 2014: 116)
Eke eke gonuşmak: Kendine aşırı güven içinde konuşmak. (Özturan, 2014: 116)
Eke toha olmak: Kendisinden beklenmeyen bir işi yapacakmış gibi hareket
etmek. (Elife Akkurt)
Eke toka: Çok eke, çok bilmiş. İşini menfaatini bilir. Kurnaz. Aldatılması zor.
Gözü açık. (Özalp, 2008: 239)
Ekilmişi olmak: Tarlaya buğday, arpa, nohut, mercimek gibi tahılları ekmiş
olmak. Kişinin ekilmiş tahıllarının olması. (Özalp, 2008: 239)
Ekin iti gibi gezmek: Etrafı çok kolaçan ederek dolaşmak. (Özturan, 2014: 116)
Eklem seklem: Çarpuk çurpuk, parçalı, inişli çıkışlı. (Özturan, 2014: 116)
Ekmeden biçmek: Beleşe konmak. (Erşahin, 2011a: 72)
Ekmedim garpuz, yemedim bostan: Bu işi hiç yapmadım, kabul ediyorum.
(Kuyumcu, 1995: 25; Özturan, 2014: 117)
Ekmeği guyuya düşmüş it gibi bakmak: Bir şeye dalıp gitmek. (Çınkır, 2016:
373)
Ekmeği yenir, misafiri ağırlanmaz: Yemeği iyi yapar, ama misafirperver
değildir. (Çınkır, 2016: 373)
Ekmeği yenir: Yemeği, ekmeği yenir, misafir ağırlamayı bilir insan. (Özturan,
2014: 116)
Ekmeğin duzu olmamak: İyi niyetle herkese gereken ilginin yapılmasına rağmen
kimseye yaranamamak, yapıp edilenin bir ikramdan sayılmadığı gibi tam aksine iyilik
138
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
141
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Elifi görünce mertek sanmak, [keyişi görünce eşşek sanmak]: Okuma yazma
bilmediğinden elifi değnek sanmak, perişan halde papaz görse eşek sanmak. (Çınkır,
2016: 378; Özturan, 2014: 120)
Elimizin eğri çöveni: Getir götür işlerimizi yapan çocuk, elimizin ulağı. Örnek:
Elimizin eğri çöveni. Ona bakmayıp da kime bakacağız. (Çınkır, 2016: 379; Özturan,
2014: 121)
Elin bulaşığı: Azdan çoktan verilen. (Özturan, 2014: 122)
Elin gavuru: Yabancı kimse. (Karalar, 1998: 51)
Elin gözü, gıçımın sazı: Elin konuştuğunu umursamam. (Özturan, 2014: 122)
Elin hamuruyla erkek işine garışmak: Beceremediği bir işi yapmaya çalışmak.
(Gökçebey, 1999: 82)
Elin iti gider, guyruğunda goz getirir; bizim it de gider, toz getirir: Başkasının
çalışanı iş yapar, bizimkisi yapılan işi bozar. (Şahiner, 2017: 34)
Elin p..i halıma goymuyor ki babasına benzer oğlan doğurayım: Beni kendime
bıraksalar düzgün iş çıkaracağım. (Özturan, 2014: 122)
Elin tavuğuna kiş demek: Başkasının işine karışmak. (Okumuş, 2006: 166)
Elinde çevirmek: Biri üzerinde istediği gibi nüfuz sağlamak. (Adem Pırnaz)
Elinde eneke etmek: 1. Elinde iş edinmek. Vakit geçirmek için ufak tefek bir
şeyler yapmak. 2. Herhangi bir iş, bir yerlere gidebilmek için bir bahanesi, sebebi
olmak. (Özalp, 2008: 242)
Elinden emekli: Emek harcanarak zor ve zahmetli kazancını sağlayan, kazancını
rençberlik yaparak sağlayan. (Çınkır, 2016: 379; Özturan, 2014: 121)
Elinden gelse içinde gışlamak: Elinden gelse karısının yatağından çıkmayacak
olmak. (Özturan, 2014: 121)
Elinden iş gelmez, g..ünden çiş gelmez: Beceriksiz, işe yaramaz, hiçbir iş
yapamaz. (Özalp, 2008: 242)
Elinden sarı öküz saman yemez: Ne yemek yaparken temizdir ne de iş yaparken
titizdir. Onunla kimse teşviki mesaide bulunmak istemez. (Çınkır, 2016: 379; Özturan,
2014: 121)
Eline ayağına gapanmak: Yalvarmak. (Göçer, 2004: 205)
Eline b..lu çomak vermek: Birine yaranmaya çalışmak, dalkavukluk yapmak, laf
taşımak. (Özalp, 2008: 242)
Eline çabuk: Hızlı iş tutar. (Özturan, 2014: 121)
Eline değmek: Birisine gönderilen bir şey, eline değmek, ulaşmak, o şeyi almak.
(Özalp, 2008: 242)
Eline demir baston almak, ayağına demir çarık giymek: Ağır iş yapmak.
(Erşahin, 2011a: 72)
Eline diline sahip olmak: Hareketlerine, konuşmasına dikkat etmek. (Okumuş,
2006: 166)
Eline geçse canını çıkarmak: Arzu etmek, ama sonuç alamamak. (Özturan, 2014:
121)
Eline goz vermek: Karşıdakine fırsat vermek. (Okumuş, 2006: 166)
Eline ocağına düşmek: Başkasına muhtaç olmak. (Okumuş, 2006: 166)
Eline su [bile] goyamamak/dökememek: Onunla denk olması mümkün
olmamak. (Bulut, 1998: 96; Erşahin, 2011a: 72; Körük, 2005: 33)
Eline vurmadan dürümünü almak: Yüzü yumuşak olmak. (Özturan, 2014: 121)
Elini attığı dal gurumak: İş bulamamak, iş kuramamak, her işten zarar etmek.
(Özturan, 2014: 122)
Elini ayağını öpmek: Yalvarmak, muhtaç olmak. (Demir, 2011: 151)
Elini eteğini çekmek: İşlerden, uğraşlardan uzak durmak. (Arslan, 2011: 355)
Elini golunu bağlamak: Çaresiz kalmak. (Gökçe, 2014: 265)
Elini gorkak alıştırma: Elini kaldırmışken vur. (Çınkır, 2016: 379; Özturan,
2014: 120)
Elini vurmamak: İş yapmamak, çalışmamak, tenezzül etmemek. (Erşahin,
2011a: 72)
Elini yumak: Zarar etmek. O iş olmadığı için geri çekilmek. (Özturan, 2014:
122)
142
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Elinin altında yetme olmak: Biri tarafından dövülüp çalınmak, incitilmek, aşırı
çalıştırılmak. (Özalp, 2008: 242)
Elinin eti galmak: Bir iş için çok çalışmak. Örnek: Allah hakkı için elimin eti
kaldı desem yalan söylememiş olurum. (Çınkır, 2016: 379)
Elinin ucuyla iş dutmak: Çok gevşek ve isteksiz çalışmak. (Ahmet Yenikale)
Elinizin artığı: Sizin yediklerinizden daha az değerli. Örnek: Celil Bey’e misafir
olduk. Elinizin artığı bir şeyler getirdiler, yedik. (Çınkır, 2016: 379; Erdem vd., 2009:
2547; Şen, 2006: 104)
Eliyinen cebinin arası altı aylık yol olmak: Cimri olmak. (Çınkır, 2016: 379;
Özturan, 2014: 120)
Eller akıl bölüşürken sen atçı çayırında at mı güdüyordun?: Herkes bir şeyler
öğrenir, bir şeyler yaparken sanat edinirken sen neredeydin? Akılsızca davranan, söz
dinlemeyen, serseri tipli çocuklara anne-babaları böyle der. (Özalp, 2008: 243)
Ellere galmak: Başkasına yar olmak. Örnek: Nişanlın ellere galdı neyleyim.
(Uzun vd., 2012a: 137)
Ellere yerinmek: Başkasına hayıflanmak. Örnek: Eller bebek sevdikçe ben ellere
yerinirim. (Kozan, 2007: 217)
Elleri yaprak sarması gibi olmak: İnce, narin, küçük olmak. (Özturan, 2014: 123)
Ellerinden öpmek: İş kendisini beklemek. (Çınkır, 2016: 381)
Ellerine el, dillerine dil yetmemek: Şirret olmak. Ellerine, dillerine düşmek.
(Özturan, 2014: 123)
Elleşip çıkmak: Helalleşip anlaşıp çıkmak. Güreş sona erdiğinde pehlivanların el
sıkışıp ayrılmaları. (Özalp, 2008: 243; Özturan, 2014: 123)
Elli ayaklı: 1. İri yapılı, kilolu. 2. Eline de ayağına da çabuk. Örnek: Elli ayaklı
biri lazım bu işe. (Çınkır, 2016: 381; Dalkıran, 2005: 55; Özalp, 2008: 243; Özturan,
2014: 123)
Elli dilli: Hem eli hem de dili ile becerikli. Konuşmayı bilen ve her çeşit işi
yapabilen. (Dalkıran, 2005: 55; Özalp, 2008: 243; Özturan, 2014: 123)
Elliği felliği dökülmek: Heyecandan korkudan eli ayağı tutmaz olmak. (Özturan,
2014: 123)
Elliğine eyi olmak: Yakınlarına göstermediği ilgi ve alakayı başkalarına
göstermek. (Elife Akkurt)
Ellik ellik aşırmak: Uzak yerlere, gurbete, başka memleketlere göndermek.
(Özalp, 2008: 243)
Ellik gavuru: Ermeni. (Özalp, 2008: 243; Özturan, 2014: 123)
Em ederken s..amaz etmek: Yarar yerine zarar getirmek. (Çınkır, 2016: 383)
Emdiği süte çekmek: Anasına çekmek. (Özturan, 2014: 123)
Eme yaramak: İşe yaramak, faydalı olmak. (DS, 2009: 1735)
Emeği sinmek: Emeği ile bir şeye katkıda bulunmak. (Özturan, 2014: 123)
Emeğini eline vermek: Hakkını vermek. (Erşahin, 2011a: 72)
Emek semek: Özenerek, çok emek vererek, çok çalışarak. (Özalp, 2008: 243)
Emekler Omarça’nın emeğine dönmek: Emekler boşa gitmek. Hikâyesi:
Çukurhisar’da asıl adı Ömer olan Omarça, kendi köyünden bir kızı sevmektedir. Kızı
ister, ama kızı vermezler. Hatta bu yüzden kızın kardeşiyle aralarında kavga çıkar.
Çünkü her iki aile arasında eskiden beri gelen bir düşmanlık vardır. Son zamanlarda pek
düşmanlık yok gibi görünse de kızın kardeşleri Omarça’yı istememektedir. Omarça, bir
gün her şeyi göze alır. Kız evde yalnızken kızı sırtına alıp köyün arkasındaki dağa
kaçırır. Tam her şey bitti, bütün zorlukları aştım derken vara vara kızın odun yapan
kardeşlerinden birinin üzerine varırlar. Kardeşleri kızı Omarça’nın elinden alıp
Omarça’ya iyi bir dayak atarlar. O günden sonra bir işin bütün zorluklarını bitirip son
safhada işi elinden kaçıranlar, “Emekler Omarça’nın emeğine döndü.” diye yakınırlar.
(Polat, 2016: 84)
Emin sekin: Yavaş yavaş, acele etmeden, sakin sakin. (Özalp, 2008: 243)
Emir büyük yerden gelmek: Emir önemli yerden gelmek. Verilen emrin dışına
çıkamamak. (Özturan, 2014: 123)
Emiş akış/yakış olmak: Kaynaşmak, birbirlerine yakınlaşmak. Yapış yapış
olmak. (Çınkır, 2016: 384; Özalp, 2008: 243)
143
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Emmeye de gömmeye de gelmek: Her işe gelmek. Her işte uyumlu ve verimli
çalışmak. (Özturan, 2014: 123)
Emmiden dayıdan fayda görmemek: Hısım akrabadan yarar görmemek. (Uzun
vd., 2012c: 405)
Emmim eşşeğim, dayım d…..ım: Ne emmi/amca tanırım ne de dayı. Yanımda
hiçbir değerleri yoktur. Ben onları sadece kullanırım. (Özalp, 2008: 243)
Emniyete almamak: Önemsememek, küçümsemek, ciddiye almamak. (Bilgin,
2006: 121)
Emzikten kesmek: Sütten kesmek. (Özturan, 2014: 123)
En akıllısı değirmene yoğurt öğütmeye gitmek: Hepsi zır deli olmak. (Gökçebey,
1999: 84)
En son dediğine inanmak: Çok yalan söylemek. Örnek: Arif ağanın lafları
birbirini tutmuyor, onun en son dediğine inanın. (Özturan, 2014: 123; Özturan, 2014:
235)
Endeze düzmek: Takım oluşturmak. (Özturan, 2014: 123)
Endeze gonak, üç gün oturak: Çok hızlı ve gayretli olmaya lüzum yok. (Çınkır,
2016: 387; Özturan, 2014: 123)
Eneğim enek: Kâr da zarar da etmemek. (Özturan, 2014: 124)
Enekten turşulu olmak: Eneğe dokunmak, tekrar atılacak olmak. (Çınkır, 2016:
388)
Engin daldan murt yememek: Kibirli olmak. Örnek: Engin daldan murt yemez
olmuş beyefendi. (Çınkır, 2016: 388)
Eniği cücüğü/eniğinden cücüğüne/enikten cücüğe: Küçük büyük hepsi. En
küçüğünden en büyüğüne kadar. Canlı olarak kim ve ne varsa. Örnek: Aman anam bir
davet vereyim dedim, enikten cücüğe kadar herkes gelmiş. (Bilgin, 2006: 122; Bilgin,
2007c: 34; Bilgin, 2017: 205; Çınkır, 2016: 389; Özalp, 2008: 244; Özturan, 2014: 124)
Enine yivine bakmak: Alınacak bir malı, bir şeyi inceden inceye tetkik etmek,
kontrol etmek, araştırmak, gizli hiçbir yeri kalmamacasına bakmak. (Özalp, 2008: 244)
Enli döşlü: Geniş göğüslü. (Yalman, 1977: 519)
Ense yapmak: İş yapmadan zaman geçirmek. (Özturan, 2014: 124)
Ensesi tuz öğütmek: Arkasındaki kişinin fazla nefesine maruz kalmak. Örnek:
Hacı Mustafa arkamda namaz kılarken ensem tuz öğütüyor. (Demir, 2011: 45)
Epcik gibi: Ufacık yer. (Özturan, 2014: 124)
Epcik yapmak: Oyuncak ev yapmak. (Özturan, 2014: 124)
Epçit gapmak: Araba tekerleğine çember geçirmek. (DS, 2009: 1762)
Epelek gibi: Ufak tefek. (Özalp, 2008: 244)
Epeneği gırmak: Kolu kanadı kırmak. Örnek: Eğer o ağacın bir dalını kes, senin
epeneğini kırarım, seni kolsuz kanatsız bırakırım. (Bilgin, 2006: 123)
Eplim eplim dökülmek: Lime lime, parça parça olmak, eskimekten dolayı parça
parça, lime lime dökülmek. (Özalp, 2008: 244)
Er günüz: Hava kararmadan. (Özturan, 2014: 124)
Eri evde, keyfi beyde olmamak: Kendisine baskı yapan erkeği evde olmamak,
bundan dolayı da keyfi beyde olmamak. (Çınkır, 2016: 393; Özturan, 2014: 124)
Erik gurusu: İçte beslenen intikam duygusu, ukde. Örnek: Erik gurusu hiç
çıkmaz yüreğimden. (Çınkır, 2016: 392-393; Özalp, 2008: 244)
Erim erim erimek/eritmek: Aşırı ve hızlı şekilde erimek. Örnek: Koca ulus erim
erim eriyor. (Gözükara-Özalp, 2011a: 353; Gözükara-Özalp, 2011b: 355)
Erindiğinden eşşeğe dayı demek: Çok tembel, üşengeç olmak. (Özalp, 2008:
244; Özturan, 2014: 124)
Erkek damarı dutmak: Kızmak, sinirlenmek. (N. Aksoy, 1998: 71)
Erkek diye gezmek: Bir erkeğin yapacağını yapmamak, ama erkek diye gezmek.
(Özturan, 2014: 124)
Erkek eşşeği d…..ından bilmek: Aklı çok şeye ermemek, belli kuralların dışına
çıkmamak. (Özturan, 2014: 125)
Erkek sinekten gaçmak: Mahremiyete çok önem vermek. (Özturan, 2014: 125)
Esamesi okunmamak: İsmi, şöhreti, değeri bilinmemek. (Özalp, 2008: 244;
Özturan, 2014: 125)
144
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
145
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
146
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Eyer vursan at, semer vursan eşşek: Her işe yakışır, her işi yapar. Yapmayacağı,
yapamayacağı iş yok. (Çınkır, 2016: 406; Özalp, 2008: 247)
Eyi hal, kötü hal bu güne gadar getirmek: Sabretmek, iyi kötü bu güne gelmek.
(Özturan, 2014: 129)
Eyyam dümbeleği: Yağcı, dalkavuk. Her yere, her çevreye uyan. Günün adamı.
Rüzgara göre yön değiştiren, güçlülere kul köle olan, çanak yalayıcı. (Çınkır, 2016:
407; Özalp, 2008: 247; Mercimek, ?: 87; Şen, 2006: 104)
Eyyam gitmek: Havanın güzel, yumuşak gitmesi. (Özalp, 2008: 247)
Ezik üzük: Ezilmekten mütevellit şekil değiştirmiş, deforme olmuş. (Özalp,
2008: 247)
Ezim ezim ezmek/ezilmek: Çok fazla ezmek, ezilmek, eziyet vermek. (Özalp,
2008: 247; Özturan, 2014: 130)
Ezip suyunu içmek: Bir işe istediği gibi yön vermek. (Özturan, 2014: 130)
Faciayı atlatmak: Zorlukları, sıkıntıları bitirmek. (Okumuş, 2006: 166)
Fal bakar, açlıktan nefesi kokar: Forsuna düşkün, ama hiçbir şeyi yok. (ATKVE,
2011: 135)
Falan/filan feşmekan: Şu şu ve başkaları. (Özalp, 2008: 248; Özturan, 2014:
131)
Fan fan ulumak: Issızlık. (Dalkıran, 2005: 55; Özturan, 2014: 130; Şen, 2006:
104)
Fanıl fanıl fanılamak: Rüzgar estikçe devamlı fanıl fanıl ses çıkarmak. Ortalığın
ıssızlığını anlatmak için de kullanılır. (Özalp, 2008: 248)
Far far esmek: Ses çıkararak esmek. (Özturan, 2014: 130)
Farfar gibi iş dutmak: Şahbaz, becerikli olmak. (Özturan, 2014: 130)
Faro yapılı: Hikâyesi: 1935 Kale ilçesi doğumlu olan Faro, âdeta toplumun
sevgilisi olup popüler hale gelmiştir. Hatta bazılarının sevmediği birisine söz başı
geldiğinde onu yermek için “Faro yapılı”, bazılarının da övmek için “Faro yapılı”
dediğine rastlanılır. Aslında Faro boş adam değil, ama boş adamlar onun boş biri
olduğunu sanır. Faro kimseden harçlık istemez, harçlıksız da kaldığı görülmez. Onun
cebine birkaç kuruş bırakan kendini mutlu sayar, o gün işinin rast geleceğine inanır.
Faro işte böyle bir adam. Ayrı duygunun adamı olan Faro, kendi dünyasının bir nevi
müzisyenidir de. Fabrika dışında, çok güzel flüt çalar. Can kulağı ile dinleyenler, onun
çaldığı makamlardan bir şeyler kapmaya çalışır. Onun bu sevimli hali, 1950'lerde
Malatya Mensucat fabrikasına işçi olarak alınmasına vesile olmuş, uzun süre de burada
çalışmıştır. Ancak onu rahatsız eden, sinirlenmesine yol açan husus, kendisi flüt
çalarken başta çocuklar olmak üzere avam takımından bazılarının ıslık çalmaları, Faro!..
Faro!...” diye seslenmeleridir. Bir gün o, aşka gelmiş, anlam dolu, huşu içinde güzel
güzel flüt çalmaktadır. Bu hâli alkışlanacağı yerde aşırı ıslık çalan, “Faro!.. Farooo!...”
diye seslenen bir soytarı ekibine fazla sinirlenen Faro'nun, etrafa zarar vermesi
ihtimalinin artması üzerine onu yakından tanıyan bir dostu, sinir doktoru Fikret Bey'e
götürür. Muayene sırasında doktorun sorularına ıslık çalarak cevap verir. Buna
sinirlenen doktora, Faro: “Doktor bey, doktor bey! Ben birkaç ıslık çalmamla sen
hemen sinirlendin, küplere binip havalara sıçradın. Malatya'nın o cahillerden oluşan bir
grup insanı sabahtan akşama kadar peşim süre; “Faro!..., Faro!...” diye seslenerek
üstelik ıslık çalarak kafamı şişirmeleri karşısında onlara sinirlenmemi bana çok mu
görüyorsunuz? Yine sabırlıyım, yine dimdik ayaktayım.” der. (Göçer, 2004: 141-142)
Fasa fiso: Sonu boş, sonu yok, boş çıkan. (Kaya-Kozan, 2003: 75; Mercimek, ?:
94; Özturan, 2014: 130; Mehmet Öztürk)
Fatma/Habba potuk/çocuk doğurdu, Godallı'ya goyurdu: Çoluk çocuğuna, evine
barkına, malına mülküne sahip olmamak, her şeyi başıboş bırakmak, başkalarının sırtına
yıkmak. (Kuyumcu, 1995: 77; Özalp, 2008: 248; Özalp, 2008: 276)
Fel fel bakmak: Takatsiz bir biçimde bakmak. (Erşahin, 2011a: 72)
Fel fel etmek: Yaşlılıktan takati bitmek, sarsılarak ya da düşmeye vararak
yürümek. Örnek: Ya bir ayağı çukurda her tarafı fel fel ediyor, yine de ben evleneceğim
diyor. (Bilgin, 2006: 132; Çınkır, 2016: 412; Kaya-Kozan, 2003: 75)
Feleğe küsmek: Talihine, bahtına, dünyaya küsmek. (Okumuş, 2006: 166)
Feleği şaşmak: Dünyası kararmak. (Kozan, 2007: 219; Okumuş, 2006: 166)
147
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
G..ü vırrıklamak: Sözünde durmamak, sözü ağır gelmek. (Özturan, 2014: 154)
G..ü yeğni olmak: Hafif, çevik, çabuk olmak. Her işe koşmak, işten kaçmamak.
İşe başlarken üşengeçlik göstermemek. (Çınkır, 2016: 521; Özalp, 2008: 265-266;
Özturan, 2014: 154)
G..ü yememek: Bir işe girişmeyi göze alamamak, bir işten çekinmek. (Çınkır,
2016: 521)
G..ü yer dutmamak: Oturmayı sevmemek, sebat etmemek, bir yerde duramamak,
oturamamak, çok gezmek. (Özalp, 2008: 266)
G..ü yerden galkmaz olmak: Tembelleşmek, hareket kabiliyetini yitirmek.
(Özturan, 2014: 155)
G..ü yere yakın olmak: Bacakları kısa, gövdesi uzun, bu sebepten kıçı yere yakın
olmak. Fitneci olmak. (Çınkır, 2016: 521; Özalp, 2008: 266; Özturan, 2014: 155)
G..ün buz gibi oldu mu?: Yaptığın işin neticesini gördün mü? Bu kötü olaydan
haz mı duyuyorsun? Yaptığın işten memnun oldun mu? (Özturan, 2014: 156)
G..ün g..ün gitmek: Arka arka, geri geri, anarya gitmek. (Çınkır, 2016: 521;
Özalp, 2008: 266)
G..ün g..ün göle düşmek: Pek de haklı olmadığı halde mala mülke kavuşmak.
(Çınkır, 2016: 521; Özturan, 2014: 155; Şirikçi, 2006: 11)
G..ün varsa: Bu işi yapmaya cesaretin varsa. (Ahmet Yenikale)
G..ünde balta/kürek sapı doğrulmak: Çocukluktan çıkmak. (Özalp, 2008: 266;
Özturan, 2014: 155)
G..ünde bir batman çakıldak olmak: Çok hareketli olmak, yerinde duramamak.
(Ahmet Yenikale)
G..ünde bülbül bardağı gaynamak: Çok aceleci olmak. (Özturan, 2014: 155)
G..ünde gurt gaynamak: Çok hareketli olmak, yerinde duramamak. (Arslan,
2011: 356; Özturan, 2014: 155)
G..ünden gıl aldırmamak: Kendini hep yukarıda ve üstün görmek. Her yaptığını
doğru bilmek ve tenkit kabul etmemek. (Özalp, 2008: 266)
G..ünden gonuşmak: Anlaşılmaz konuşmak. (Özturan, 2014: 155)
G..ünden haberi olmamak: Dünyadan, kendinden haberi olmamak. (Özturan,
2014: 155; Saime Pırnaz)
G..ünden icat çıkarmak: Kendi kafasına göre iş yapmak. (Ahmet Yenikale)
G..ünden iş gullanmak: Kendi kafasına göre hareket etmek. (Saime Pırnaz)
G..ünden işemek: İshal olmak. (Adem Pırnaz)
G..üne baka baka dönmek: İsteğine ulaşamadan geri dönüp gelmek. Hiçbir şey
elde edemeden, aradığını bulamadan, eli boş olarak dönmek. (Özalp, 2008: 266;
Özturan, 2014: 155)
G..üne bostan dikmek: Birine yalakalık yapmak. (Adem Pırnaz)
G..üne daş döşemek: Birine yalakalık yapmak. (Özturan, 2014: 155)
G..üne depik vurmak: Kovmak, dışlamak, hesaba getirerek ayırmak. (Özturan,
2014: 155)
G..üne dolanmak/düşmek: Birinin arkasına, peşi sıra dolanmak. Faydalanmaya
çalışmak. Bir işi yaptırmak veya ihtiyacı olan bir şeyi almak için birinin peşinden
ayrılmamak. (Çınkır, 2016: 521; Özalp, 2008: 266)
G..üne gabak asmak: Deliymiş gibi davranmak. (Özturan, 2014: 155)
G..üne gitmek: Zarar etmek, sermayeden yemek. (Çınkır, 2016: 521)
G..üne güvenmek: Kendine güveni çok olmak. (Çınkır, 2016: 522)
G..üne şeytan: Hile yapan, kurnaz. (Çınkır, 2016: 522; Fadık Pırnaz)
G..üne vura vura büyütmek: Komşu, mahalle, akraba çocuklarını büyütmek. Onu
ben büyüttüm, elimin altında, yanımda büyüdü. Çok iyi tanırım anlamında. (Özalp,
2008: 266)
G..üne yapışmak: Erkek çocuklara tecavüz etmeye veya tecavüze kalkışmak.
(Özalp, 2008: 266)
G..üne/s..ine çalmamak: Hesaba katmamak, adam yerine koymamak,
aldırmamak, görmezlikten gelmek. (Özalp, 2008: 266; Özalp, 2008: 327; Özturan,
2014: 155; Adem Pırnaz)
150
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
151
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gan ağlamak/ağlatmak: Çok büyük üzüntü duymak. Örnek: İsmi geçen tahrirat
katibi kan ağlamış. (Bilgin, 2007b: 166; Göçer, 2004: 182; Yalman, 1977: 524)
Gan çekmek: Ana ya da baba tarafının huyuna benzemek. (Okumuş, 2006: 167)
Gan ekmeği: Zor kazanılan ekmek. (Özturan, 2014: 136)
Gan gusup gızılcık şerbeti içmek: Dertlerini, sıkıntılarını, kötü durumlarını
saklamak, açığa vurmamak. Açığa çıkan durumlarını da gizlemeye çalışmak. (Özalp,
2008: 395)
Gan kokutmak: Dövüş, kavga çıkarmak, insanlara rahatsızlık vermek,
huzursuzluk çıkarmak. (Özalp, 2008: 252)
Gan tohumu dökmek: Aşırı derecede yalvarmak, ısrar etmek. (Özalp, 2008: 252)
Gan uydurmak: Uyuşturmak, kan oturmasına neden olmak. Örnek: Nasıl vurdun
elime bak, kan uydurdun. (DS, 2009: 4534)
Gan uykuda olmak: Çok derin uykuda olmak, uyumak. (Özalp, 2008: 252)
Gan yaş akıtmak: Acı gözyaşları dökmek, çok fazla ağlamak. (Özalp, 2008: 252)
Gana gana içmek: İstekli bir şekilde çok çok içmek. Örnek: Hakiki ilham
kaynağından gana gana içmeye başlamıştım. (Bilgin, 2007b: 110; Gökçebey, 1999: 83)
Ganadı eline geçmek: Yakası eline geçmek. (Özturan, 2014: 136)
Ganadı gırık tavuk gibi oturmak: Yerinden kalkmamak. (Özturan, 2014: 136)
Ganadını golunu gırmak: Birini çaresiz durumda bırakmak. Örnek: Yalan
dünyada gırdın ganadımı golumu. (Kozan, 2007: 214)
Ganalgası tez: Çabuk aldanır, çabuk inanır. (Arslan, 2011: 355; Çınkır, 2016:
438; Özalp, 2008: 252; Özturan, 2014: 136; Şen, 2006: 105)
Gancık eşşek şansı olmak: Tüm beklentilere fazlasıyla kavuşmak, aradığını
kolayca bulmak. Örnek: Ulan yavrum, arkasında dolandığın kızı aldın, okulunu
takıntısız bitirdin, bitirir bitirmez de iş buldun. Vallahi sende iyi gancık eşşek şansı
varmış. (Bilgin, 2006: 145; Çınkır, 2016: 439; Özalp, 2008: 252; Özturan, 2014: 136)
Gancık gısrak gibi kişnemek: Fingirdemek. (Karalar, 1998: 57)
Gangardaş olmak: Çok yakın arkadaş olmak. (Erşahin, 2011a: 74)
Gangılığı çıkmak: Çok zayıflamak. (Çınkır, 2016: 439)
Ganı ciğeri beş guruş etmemek: İşe yarar tarafı olmamak, değer verilecek insan
olmamak. (Özturan, 2014: 137)
Ganı donmak: Şok geçirmek. (Kozan, 2007: 219; Okumuş, 2006: 167)
Ganı gaçmak: Soğuk su ve diğer sıvılar hafifçe ısınmak, ılımak. (Özalp, 2008:
252)
Ganı garrah olmak: Ganimete üşüşmek, çoğalıvermek. Örnek: Hösüyün ağanın
öldüğü günün akşamı Allah etmeye meresçileri ganı garrah oldular. (Çınkır, 2016: 439-
440)
Ganı gaynamak: 1. Çok hareketli olmak. 2. İlk defa gördüğü birine karşı ilgi,
sevgi, yakınlık duymak. (Erşahin, 2011a: 74; Özalp, 2008: 252)
Ganı gurumak: Kanı tükenmek, kansız kalıp ölmek. (Özalp, 2008: 252)
Ganı soğuk/şirin olmak: İnsanlara karşı mesafeli, sevimsiz olmak. (Elife Akkurt)
Ganın gaynak, gıçın oynak zamanı: İlk gençlik çağının verdiği hareketlilikle
yerinde duramama ve karşı cinse fazlaca ilgi duyma zamanı. Örnek: Oğlum kalan
gençlere göz kulak ol. Onların kanının kaynak, kıçının oynak zamanı, başımıza bir iş
açmasınlar. (Bilgin, 2006: 145-146; Adem Pırnaz)
Ganına aş yermek: Kanını dökme arzusu duymak. (Özturan, 2014: 137)
Ganını satın almak: Suç, sıkıntı, hastalık, borç, sıkışıklık gibi zor bir durumda
olan birini her türlü fedakarlığı yaparak kurtarmak. (Özalp, 2008: 253)
Gani gani rahmet dilemek: Baş sağlığı dilemek. (Bilgin, 2007a: 103)
Ganlı kinli olmak: Düşman olmak. Örnek: Dirgen Ali, Dıbıcılar ile ganlı kinli
olup çocukları ve yeğenleriyle birlikte Antep hapishanesine düşer. (Demir, 2011: 54)
Gantar gibi: Çok ağır. (Özturan, 2014: 137)
Gap şıkırtısına oynamak: Oynamayı sevmek. (Özturan, 2014: 137)
Gapağı galın olup buğusu çıkmamak: Koruyucusu, kusurlarını örteni olup
ayıpları, kusurları ortaya çıkmamak, belli olmamak. (Özalp, 2008: 253)
Gapalı gutu: Sırrını vermeyen. (Özturan, 2014: 137; Şen, 2006: 107)
154
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gapan gaptı, sen ağzını poyraza aç: Herkes işini bitirdi, sen kaygısız durmaya
devam et. (Şen, 2006: 107)
Gapçık gibi olmak: İçi boşalmış gibi olmak, aşırı derecede zayıflamak, karnı
beline yapışmak. (Özalp, 2008: 250)
Gapının palavarına boyu yetmemek: Küçük olmak, boyu kısa olmak. (Özalp,
2008: 254)
Gapıp goyurmak: Başıboş bırakmak. (Arslan, 2011: 355; Bilgin, 2007a: 129;
Bilgin, 2007b: 216; Erşahin, 2011a: 74; Şen, 2006: 105)
Gapısında büyümek: Ekmeğini yiyerek büyümek. (Özturan, 2014: 137)
Gapısını aşındırmak: Çok gidip gelmek. (Özturan, 2014: 137)
Gapısını çalmamak: Hor görmek, ziyaret etmemek. (Irmak: 2013: 208)
Gapısız yerden çıkmış olmak: Kapıyı kapatma alışkanlığı olmamak. (Özturan,
2014: 137)
Gapıya gonacak mal olmamak: (Mal, şahıs vs.) Beğenilmemek. (Özturan, 2014:
137)
Gapıyı beklemek: Evi beklemek. (Erşahin, 2011a: 74)
Gapıyı gırıp odun etmek: Durumu zayıf olmak, yakacak sıkıntısı çekmek.
(Özturan, 2014: 137)
Gaplumbağa gibi evi sırtında olmak: Belli bir mekânı olmamak. (Okutucu, 2000:
181)
Gar anası, kor anası: Evladına soğuk ana, evladına sıcak ana. (Özturan, 2014:
137)
Gar gabağa s..mak: Kimse dışarıya çıkamamak, çok soğuk olmak. (Özturan,
2014: 139)
Gar küçük devenin guyruğunda olmak: Kar çok yağmak, hatta alçak boylu
devenin kuyruğuna kadar çıkmak. (Özalp, 2008: 254)
Gara batağa batmak: Çoktandır görünmemek, suyun altından yüzmek. (Özturan,
2014: 138)
Gara bayram: Acılı bayram. (Özturan, 2014: 138)
Gara cahil: Hiçbir şey bilmez. (Özturan, 2014: 138)
Gara çalmak: İftira atmak. Örnek: Gız mademki sen şu masum yavruya gara
çalmaya uğraştın, Allah da seni çaldığın gara gibi garardır da utancından hiç dışarı
çıkamaz olursun inşallah. (Bilgin, 2006: 147; Özalp, 2008: 254; Özturan, 2014: 138)
Gara eşşek gapıda bağlı olmak: Binecek araç kapıda hazır durmak. (Özturan,
2014: 138)
Gara gaderini gasara vursa ağarmamak: Talihi çok kötü olmak. (Şirikçi, 2008:
327)
Gara gaplı kitabı indirmek: Hüküm vermek için fetva kitabını indirmek.
(Özturan, 2014: 138)
Gara gara düşünmek: Kötü kötü düşünmek, çıkmazda olmak. (Körük, 2005: 34;
Özturan, 2014: 138)
Gara garmaç olmak: Kara gömülmek, sulanmak, karışmak, batmak, belenmek.
Karda yatıp yuvarlanmak. (Özalp, 2008: 254)
Gara günlü olmak: Bahtı, talihi kötü olmak. (Okumuş, 2006: 168)
Gara haberini salmak: Ölüm haberini, acı haberini ulaştırmak. (Erşahin, 2011a:
74)
Gara papaz gibi garşısında durmak: Üstü başı dağınık durmak. (Özturan, 2014:
138)
Gara sakız gibi yapışmak: Sıkı sıkı tutmak, bırakmamak, âdeta tek vücut olmak.
(Özalp, 2008: 254; Özturan, 2014: 138)
Gara yere gark olmak: Kara yere, toprağa gömülmek. (Özalp, 2008: 254)
Garababa çıkarmak: İyileşmeyecek, iflah etmeyecek, öldürecek yara çıkarmak.
(Özalp, 2008: 254)
Garabataktan gitmek: Suyun altından gitmek. (Özturan, 2014: 192)
Garabekirli’den hatun aldık, davayı başımıza satın aldık: Güçlü, kalabalık,
zengin bir aileden gelin aldık, ama onlarla baş edemiyoruz. Başımıza altından
kalkamayacağımız işler açıyorlar. (Özalp, 2008: 254)
155
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
156
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Garga b..unu yemeden erkenden gelmek: Çok erkenden gelmek. (Özturan, 2014:
139)
Garga gibi: Çok zayıf. (Özturan, 2014: 139)
Gargadan başka guş tanımamak: Bildiğinden şaşmamak. (Özturan, 2014: 139)
Gargalar da senin tavuğun olsun, yumurtlamadıktan sonra: İşe yaramaz,
verimsiz, faydasız ne varsa hepsi senin olsun. (Özalp, 2008: 255)
Garın ağrısı: Değersizi dikkate aldığına değmez. (Özturan, 2014: 139)
Garıncası çalmak: Karınca ezildiğinde çıkan kötü koku gibi koku çıkmak.
Yemeklerin lezzetinin bozularak böyle kokması. (Özturan, 2014: 139)
Garıncayı düzüp belini incitmemek: Çok sinsi, çok sessiz çalışmak, belli
etmeden arkadan vurmak. Kalleş olmak. Dost görünen düşman, münafık olmak. (Özalp,
2008: 255; Özturan, 2014: 139)
Garışık ipeğin buruşuk bezi: Değersiz kimse veya şey. (Karalar, 1998: 57)
Garışmadığı gara boya: Her şeye karışan, her işe giren. (Özturan, 2014: 140)
Garıya dişini saydırmak: Hanımın emrine girmek. (Şen, 2006: 107)
Garip yiğit: Çalışıp yiyen, fakir, emeğiyle geçinen, kendi yağıyla kavrulan
kimse. (Çınkır, 2016: 448; Dalkıran, 2005: 55; Kapanoğlu, 2009: 22; Özalp, 2008: 255;
Özturan, 2014: 140; Şen, 2006: 105)
Garlı dağları kendi yaratmak: Aşırı havalı olmak. (Özturan, 2014: 140)
Garma gatma kel Fatma: Her şey birbirine girmiş, karışmış, ayırt edilemez hale
gelmiş. (Özalp, 2008: 255)
Garman çorman: Düzensiz, çok karışık, alt üst olmuş. Örnek: Bir kavga
dolayısıyla mahkemede şahitlik yapacak adama söz verilince “Vallahi hakim bey,
köyden bir traktör adam geldi, indiler mi iniciler mi anlamadım, bir de baktım ki
garman çorman olmuşlar.” demiş. (Bilgin, 2006: 149; Mercimek, ?: 85)
Garnı ağrımak: Birisinden incinmek ve ona öfke duymak, kötülük yapmayı
düşünmek, kıskanmak, çekememek. (Çınkır, 2016: 672; Özalp, 2008: 253)
Garnı beline geçmek/yapışmak: Zayıflıktan, açlıktan karnı iyice küçülmek, yok
gibi olmak, beline yapışmak, karnıyla beli birbirine geçmek. (Özalp, 2008: 253;
Özturan, 2014: 140; Ahmet Yenikale)
Garnı bozulmak/gitmek: İshal olmak. (Özturan, 2014: 140)
Garnı burnunda olmak: Hamile kadın doğurması yakın olmak. (Çınkır, 2016:
672; Sarıyıldız, 2012: 184)
Garnı dar olmak: Kıskanç olmak. (Dalkıran, 2005: 55)
Garnı davul gibi şişmek: Çok yediği için karnı kocaman olmak. (Özturan, 2014:
140)
Garnı doyunca depik atmaya çalışmak: Rahata kavuşunca zarar vermeye
çalışmak. (Mehmet Kamalak-3)
Garnı ekmeğe doymak: Durumu iyileşmek. (Adem Pırnaz)
Garnı eksilmek: Acıkmaktan dolayı mide ve karın küçülmek. (Özalp, 2008: 253)
Garnı ekşimek: Bir şekilde kırılmak, kinlenmek. (Özalp, 2008: 253)
Garnı gabarmak: Kırılmaktan, incinmekten veya zarar görmekten dolayı birisine
karşı kin beslemek, kin tutmak. (Özalp, 2008: 253)
Garnı garnına geçmek: Çok acıkmak. (Özalp, 2008: 253; Özturan, 2014: 140)
Garnı gurtlanmak: Kıskanmak, hasetlenmek. Örnek: Kimsenin malında gözün
olmasın yavrum, karnın ne kadar kurtlanırsa kurtlansın, karnının kurtla dolmasından
başka eline ne geçer? Hiç. (Bilgin, 2006: 149; Özalp, 2008: 253)
Garnı kitli olmak: Yemek yememek. (Erşahin, 2011a: 74)
Garnı küp gibi, bacağı çöp gibi: Karnı büyük, şişman; bacakları ince.
Vücudunun üst kısmı iri, kalın, şişman olduğu halde bacakları ince kimse. (Özalp, 2008:
253)
Garnı yememek: Birinin başarısını hazmedememek. (Özturan, 2014: 140)
Garnı yüklü olmak: Gebe, hamile olmak. (Özalp, 2008: 253)
Garnı zil çalmak: Çok acıkmak. (Şen, 2006: 105)
Garnı zil gibi olmak: Karnı iyice küçülmek, dümdüz, yok gibi olmak. (Özalp,
2008: 253)
Garnın dokuz aylık mı?: Neden çalışmıyorsun? (Özturan, 2014: 140)
157
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Garnın içi garışmak: Kafası bulanmak, kararsız kalmak. (Kılıç, 2008: 168)
Garnına gazan gazan aş sığdı da bir çift laf mı sığmadı?: Laf taşıyanlara, sır
saklamayanlara denir. (Özalp, 2008: 253)
Garnında çamaşır yunmak: Çok su içmek. (Özturan, 2014: 140)
Garnında/içinde erik gurusu olmak: Kin duygusu olmak, kin beslemek. (Çınkır,
2016: 626; Özalp, 2008: 253; Özturan, 2014: 180)
Garnındaki gadıdan olmak: Kendini çok yukarılarda tutmak. (Özturan, 2014:
140)
Garnından başka garaltı istememek: Kendisinden başkasının iflah olduğunu
istememek. (Özturan, 2014: 140)
Garnını burnunu doyurmak: İhtiyaçlarını karşılamak. (Erşahin, 2011a: 74)
Garnının derdinde değil, gadrinin derdinde olmak: Boğazının değil, talihinin
derdinde olmak. (Arslan, 2011: 357)
Garnının doyduğuna bakmak: Başka işlere kafa yormamak, para kazandığına
bakmak. (Özturan, 2014: 230)
Garnının yağları erimek: Zevklenmek, keyiflenmek, mutluluktan çıldırmak.
(Çınkır, 2016: 672)
Garpuz calağı gibi yere yuvarlanmak: Düşmek, yuvarlanmak. (Erşahin, 2011a:
74)
Garpuzu gazana goymak: Korkudan sıfırı tüketmek, çok korkmak, aşırı derecede
korkmak. (Özalp, 2008: 255)
Garşıdan garşıya almalı bağlar: Bol bol vaatte bulunma, ama vaadini yerine
getirmeme. (Özturan, 2014: 141)
Gart horuz: Yaşlı bekâr, zampara, söz ustası. (Çınkır, 2016: 450; Özturan, 2014:
141)
Gas gas durmak: Çalım satmak, kurumla, fiyakayla durmak. (Akbaş, 1985)
Gasaba et borcu mu var?: Çok zayıf kimse için söylenir. (Elife Akkurt)
Gasavet dağıtmak: Üzüntüsünü gidermek. (Adem Pırnaz)
Gasıla gasıla oturmak: Gerinerek oturmak. (Gözükara-Özalp, 2011a: 72)
Gaş göz bulgur gibi: Güzel. (Arslan, 2011: 356)
Gaşı galem gibi: Kaşı güzel, düzgün, hoşa gider şekilde. (Özturan, 2014: 141)
Gaşı gözü yerinde olmak: Güzel. (Özturan, 2014: 141)
Gaşığın burnuyla vermek: Kaşığı bile doldurup vermeye kıyamamak. (Özalp,
2008: 255)
Gaşık çakıştırmak: İçli dışlı, yemekte falan beraber olmak. (Özturan, 2014: 141)
Gaşık çalımı: Ortalığın kararmaya başladığı, akşam yemeği zamanı. (DS, 2009:
2680)
Gaşıkla verip sapıyla göz çıkarmak: Az verip çok almak. (Özturan, 2014: 192)
Gaşıklık sıçanı gibi: Küçük, minyon tip. (Özturan, 2014: 141)
Gaşınan gözünen kerç etmek: Kaş göz işaretleri ile aşağılamak. (Özturan, 2014:
141)
Gaşınan yerini çalıya sürtmek: Yarasını deşmek. (Mustafa Kaypak)
Gaşını yıkmak: Surat asmak. (Yalman, 1977: 525)
Gaşla göz arasında olup bitmek: Bir anda, aniden gerçekleşmek. (Gökçebey,
1999: 84)
Gatabil gibi: İri yarı. (Adem Pırnaz)
Gataöl etmek: Apar topar göndermek. (Kılıç, 2008: 168)
Gatı b.. gibi durmak: Tembellik yapıp ağır hareket edip büyüklük taslamak.
(Özturan, 2014: 141)
Gatlayıp atmak: Ekmeği ağza basmak. (Özalp, 2008: 251)
Gatlı garezi olmak: Kini olmak, aşırı garazı olmak. Aşırı, köklü, derin, gizli
garezi olmak, çok hıncı olmak, çok kin beslemek. (Özalp, 2008: 255)
Gav gibi: Çok hafif. (Özturan, 2014: 141)
Gavağın gazeline oynamak: Oynak, gamsız, neşeli insan; düğünsüz, bayramsız,
özel bir gün olmaksızın çalıp oynamak. Bazen de gereksiz yere heyecanlanıp
telaşlanmak. (Özalp, 2008: 256)
Gavara çekmek: O…mak. (Özalp, 2008: 256)
158
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gavga gaşağısı olmak: Çok kavga etmek, kavga çıkarmak, dövüşmek için yanıp
tutuşmak. (Okumuş, 2006: 168; Özalp, 2008: 256)
Gavgaya çanak dutmak: Ortalığı kızıştırmak. (Kozan, 2007: 219; Okumuş, 2006:
168)
Gavur dininden sağlam olmak: Epeyce sağlam olmak. (Özturan, 2014: 141)
Gavur ölüsü gibi: Ağırlık ölçüsü. Çok ağır. (Özalp, 2008: 256; Özturan, 2014:
141)
Gavur parasıyla beş guruş etmemek: Değersiz olmak. (Özturan, 2014: 142)
Gaya gölgesi gibi: Serin yer. (Özturan, 2014: 142)
Gaya kekici gibi: Ufak tefek ve çirkin kadın. (Çınkır, 2016: 457; Özalp, 2008:
256)
Gaygı etmek: Tasalanmak. (Uzun vd., 2012a: 276)
Gaygısı sana mı düştü?: Senin tasalanman gerekmeyen bir iş, karışma ve kafanı
yorma. (Özturan, 2014: 142)
Gaygısız yattığı gece gomşusunun eşşeğini gurt yemek: Dikkatsiz, tedbirsiz
hareket ettiği, vurdumduymaz davrandığı zaman, yakınlarına, konuya komşuya mutlaka
bir zarar gelmek. (Özalp, 2008: 256)
Gayıl olmak: Razı olmak. (Çınkır, 2016: 459; Ekici, 2005: 152; Kaya-Kozan,
2003: 80; Temiz, 2005: 702; Uzun vd., 2012a: 152)
Gayıtsız olmak: Aldırış etmemek. (Erşahin, 2011a: 74)
Gaymağını yemek: En kârlı kazancı almak. (Özturan, 2014: 142)
Gaynana çatlatan: İkindi üzeri yenen yemek. (Özturan, 2014: 142)
Gaynana garası: Kaynana iftirası. (Özturan, 2014: 142)
Gaynanası sevmek: Yemeğin üzerine gelmek. Örnek: Gel ede gel. Gaynanan
seviyormuş sofraya buyur. (Özturan, 2014: 142; Şen, 2006: 105)
Gaypaklık yapmak: Hile yapmak, sözünde durmamak. Örnek: Ermeni’nin
sonradan gaypaklık yapacağını ummamış. (Paköz, 2011: 14)
Gaza bakıp da g..ünü yırtmak: Başkalarına bakıp da kendi ölçüsünün dışına
çıkmak. (Özturan, 2014: 142)
Gaza mı yetişim, duza mı yetişim, evdeki gıza mı yetişim?: Ev ihtiyaçlarını
karşılamanın zorluğu. (Özturan, 2014: 142)
Gazanı su dökülmüş gibi olmak: Kazanının altı söndürülmek, ocağında yemek
pişmez olmak. (Özturan, 2014: 142-143)
Gazanıp gavudup getirmek: Çalışıp çabalayıp kazandıklarını birilerine getirmek,
vermek veya yedirmek. (Özalp, 2008: 256)
Gazele dönmek: Yüzünün rengi kaçmak, zayıflamak, çökmek. (Özturan, 2014:
143)
Gazı goz anlamak: Sözü yanlış anlamak, söylenen sözü ters anlamak, ters
yorumlamak. (Özalp, 2008: 256)
Gazım gazım gazınmak: Öfkeden, kıskançlıktan deliye dönmek. (Özalp, 2008:
256)
Gazma kürek takırtısı: Cenaze evinde ölü gömüldükten sonra bir ziyafet verilir.
Buna “kazma kürek takırtısı” denir. (Ateş, 2010: 75)
Gazzık atmak: Ticaretle aldatmak. (Kaya-Kozan, 2003: 81)
Gece geçmek: Üzerinde durmamak, görmezden gelmek. (Çınkır, 2016: 463)
Gece görse gorkmak: Çok çirkin olmak. (Özturan, 2014: 143)
Gece katibi: Kocasına olanı biteni anlatan kadın. (Özturan, 2014: 143)
Gece yatınca guzeyi güneye, güneyi guzeye daşımak: Sağı solu, eşi dostu ve
üstüne düşmeyen işleri çok düşünmek, uyuyamamak ve çok çeşitli düşüncelerle
uğraşmak. (Özalp, 2008: 256)
Gecenin bir otu/okdu: Gecenin ilerlemiş bir vakti. (Çınkır, 2016: 464; Özalp,
2008: 257)
Geçi can derdinde, gasap yağ derdinde: Kimileri için kaygı kimileri için bol
kazanç kaynağı. (Özturan, 2009a: 216)
Geçi gafalı: İnat. (Özturan, 2014: 143)
Geçi getirik kahya gibi oturmak: Düğünlerde hediye olarak keçi getiren
muhtarlar gibi fiyakalı oturmak. Hikâyesi: Eski zamanlarda düğünler, işlerin bittiği
159
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
zamanlarda genelde kışın yapılırmış. Tahmin edilir ki düğünler pek seyrek olurmuş.
Nüfusun az yoğun olmasına bağlı olarak düğün yapılmaya karar verildiğinde düğüne
davet, sözlü davet (teklif) ya da şimdiki gibi okuntulu davet olurmuş. Okuntulu davette
kadeh (bardak) kibrit, iğne, krem yağı gibi ihtiyaç maddeleri dağıtılırmış. Düğünler
cuma başlayıp pazar günü bittiği gibi, salı başlayıp cuma günü bittiği de olurmuş.
Düğünde çaba (misafirlerden kısmi olarak zorla para toplama) olmazmış. Daha doğrusu
atılan her parayı aptal alırmış yani düğün sahibine para kalmazmış. Durumu, hali vakti
iyi olanlar (kahyalar) ağalar, beyler düğüne gelirken beraberinde keçi (davar)
getirirlermiş. Düğünde kesilmesi için. Artık düğüne kesilmesi için keçi getiren birinin
nasıl karşılandığını, nasıl ağırlandığını ve nasıl oturduğunu varın siz düşünün. İşte o
adam geçi getiren kahyadır. Onun oturma şekli malum şimdilerde ise rahat, mağrur
oturmak. O zamana atfen geçi getirik keye gibi oturmak deyimi söylenegelmiştir. Gelin
geldiği zaman da keçi getirenlere at torbası veya heybe verilirmiş. (Çınkır, 2016: 465;
Özalp, 2008: 257; Özturan, 2014: 143; Faruk Zülkadiroğlu)
Geçi mezhepli: Namus anlayışı fazla toleranslı olan. (Özturan, 2014: 143)
Geçi sakallı: Sırf çenesinde sakalı olan ve sakalına bakmayan kimse. (Özalp,
2008: 257)
Geçim dünyası: Üzerinde bulunduğumuz dünya. (Özalp, 2008: 397)
Geçimi olmamak: Uzlaşması, dostluğu olmamak. (Özturan, 2014: 143)
Geçimi yaptık da hacca gitmesi galdı: Evin ihtiyaçlarını karşılayamadık daha.
(Çınkır, 2016: 466; Özturan, 2014: 143)
Geçmiş gün: Çok eski bir zamanda. Eskiden bir olayı anlatırken kullanılan ifade.
(Özalp, 2008: 257; Özturan, 2014: 143)
Geçmişin üzerine bir tapan çekmek: Geçmişte olanların üzerini kapatmak.
(Göçer, 2007: 173)
Geçti ağam onun modası: Hikâyesi: Eskiden düğünlerde düğün sahibi geniş bir
odayı misafirler için minderle döşetirmiş. Ancak baş mindere kim zengin, kim tanınmış
ise o otururmuş. Bir adam da Fatmalı kasabasından düğün davetine icabet eder.
Misafirler gösterilen yerlere otururlar. Abdal, düğüne gelen misafirlere davul çalıp
karşılarında oynar. Abdal bahşiş almak için baş minderde oturan kadının (hakimin)
yanına gelip başlamış çalıp oynamaya. Kadı o günün hükmüne göre bir miktar para
bırakır, ama o tanınmışlığına, o zenginliğine göre bıraktığı para azdır. Sıra Fatmalı
kasabasından düğüne gelen adama gelince adam para kesesini davulun üstüne gönderir.
Bunu gören kadı huylanıp sinirlenir ve abdala: “Dön geri abdal!” der. Adamın para
kesesini davulun üzerine boşaltmasından etkilenen abdal kadıya cevaben: “Geçti ağam
onun modası.” şeklinde cevap verir. (Polat, 2016: 82-83)
Gedik adamı: Henüz yeri doldurulmamış, saygın, rütbeli. Örnek: Babam bir
gedik adamı. (Ekici, 2005: 59)
Gel buna bir deve boğazla: Anlatılan sıkıntının büyüklüğü. (Özturan, 2014: 143)
Gel gel diye getirmek, gıçını/g..ünü kesrene batırmak: İyilik yapıyormuş gibi
yaklaşıp yanına çağırıp kötü yollara düşürmek, yoldan çıkarmak. Başına kötü işler
getirmek. (Özalp, 2008: 257)
Gel gelelim: Kısaca, sadede gelelim. (Erşahin, 2011a: 72)
Geldi semer demek olmaz, getti semer demek olmaz: Hikâyesi: Eskiden
Maraş’ta bir semerci vardır. Semerci bir gün öğle namazını kılmak için camiye gider,
dükkanı da çırağa emanet eder. Usta namazda iken dükkana gelen bir adam semer
almak ister. Çırak çala semeri adama satar. Usta gelip bakar ki çala semer yok. Çırağa:
“Oğlum buradaki semeri ne yaptın?” der. Çırak da “Vallahi usta, bir müşteri geldi.
Semeri iyi bir paraya sattım.” Usta, “Getti semer demek olmaz” diye söylenir. Meğer
usta o semerin içine paraları saklarmış. Para gitti diye canı sıkılsa da kimseye
söyleyemezmiş. Aradan üç yıl geçer, o semeri alan adan tekrar gelir: “Usta ben bu
semeri buradan aldıydım, eskidi hele tamir ediver.” der. Usta semerini hemen tanır.
Paraları yoklar bakar ki hepsi yerinde duruyor, adama: “Al gardaş bunun yerine yeni bir
semer vereyim.” der. Yeni semeri adama verir ve adama, “Nerelisin gardaş, nereden
gelip nereye gidiyorsun?” diye sorar. Adam da: “Buhara’danım” der. Usta adama
Buhara’da ne iş yaptığını sorar. “Buhara, Semerkant buralarda dolaşır, seyyar çerçilik
yaparım.” der adam. Adam yeni semeri alır gider. Usta bu sefer de “Geldi semer demek
160
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
olmaz.” diye söylenir. Çırak dayanamaz, “Usta semer gidişin, ‘getti semer demek
olmaz’ dedin. Bu sefer de ‘geldi semer demek olmaz’ dedin. Bu semer gelişin yenisini
verdin. Bu semerin sırrı ne?” diye sorar. Usta da çırağa durumu anlatır. (Polat, 2016:
77-78)
Gelen ağam, giden paşam: Herkesle geçinmek, kimseye tavır almamak.
(Özturan, 2014: 143)
Gelen gedene rahmet okutmak: Gelen gideni aratmak. (Özturan, 2009a: 216)
Gelhay edip vurmak: Habersizce, aniden, beklenmedik bir anda vurmak. (Özalp,
2008: 257)
Gelin etmek/gelmek: Evlendirmek, evlenmek. (Erdem-Kirik, 2011: 239; Uzun
vd., 2012a: 108)
Gelin geldi de kele kele demesi mi galdı?: Eksiklerimizi gideremedik, normal
hayat sürmeye başlayamadık ki lüks şeyler alalım. Hikâyesi: Bir eve gelin gelecektir.
Fakat ev halkı geline nasıl hitap edecekleri konusunda birbirleriyle fikir alışverişinde
bulunurlar. Evin küçük oğlu “Abla!”, kaynana “Kızım diye hitap ederim.” der. Evin
büyük kızı düşünür. Abla dese kendinden küçük, bacı dese olmaz, “Ben ‘kele’ derim.”
der. Gelinin kayınbabası bakar ki gelin gelmeden ev halkı telaşa düşmüşler, geline ne
diye sesleneceklerini bulmaya çalışıyorlar. Bunun üzerine adam: “Gelin gelsin hele,
nasıl olsa bir şey deriz. Gelin geldi de kele kele demesi mi galdı?” der. (Çınkır, 2016:
684; Okumuş, 2006: 155; Polat, 2016: 84-85)
Gelin över gibi övmek: 1. Birini karşısına alıp uzun uzun nasihatte bulunmak. 2.
Birinin karşısına geçip olmadık şeyler söylemek, hakaret etmek. (Özalp, 2008: 257)
Gelin yüklü, gız nişanlı, [garı hasta ölücü, bu işi kim görücü?]: Herkesin
bahanesi var, işleri kim yapacak? (Kuyumcu, 1995: 77; Özturan, 2014: 144)
Gelinlik etme/etmek/yapmak: Yeni gelin, kendinden büyük olan herkese gelinlik
eder, erkek evinden hiç kimseyle konuşmaz. Kaynanasıyla bir yıl konuşmadığı olur.
Kayınbabasıyla çok uzun bir süre, bazen ömür boyu gelinin konuşmadığı olur. Gelin
sadece el kol hareketleriyle, mimikleriyle anlaşmaya çalışır. Gelinin çocukları evlendiği
zaman artık kayınbabasıyla konuşmaya başlayabilir. Kayınbaba ya da kaynana gelinin
konuşması için ekonomik durumuna göre çeşitli hediyeler (düve, inek, koyun, keçi,
tarla…) vererek artık kendisiyle konuşmasını ister. Günümüzde böyle bir uygulama
artık yoktur. (Arslan, 2011: 109; Bilgin, 2006: 156; DS, 2009: 1981; Ertekin, 1997: 102;
Karaoğlan, 2010: 129; Mercimek, ?: 18; Özalp, 2008: 257; Özturan, 2014: 144;
Yalman, 1977: 363)
Gelinlik gız gibi süzülmek: Gelinlik kız gibi sessiz, sakin, saygılı, emre hazır ve
söze karışmadan beklemek. (Özalp, 2008: 257)
Gelip gidip yellemek: Sık sık gelip birini kışkırtmak, tahrik etmek. (Özalp, 2008:
257)
Gelirse ikime, gelmezse s..ime: İş olursa güzel olur, olmazsa üzülmem. (Arslan,
2011: 355)
Gelmez yanını getirmek: Eksiğini tamamlamak. (Özturan, 2014: 144)
Gelmez yeri olmak: Bir iş ya da durumda tedirgin olmak. (Elife Akkurt)
Gelmez yola gitmek: Çıkmaz işe girişmek. (Erşahin, 2011a: 72)
Gemi azıya almak: İşi sonuna kadar götürmek. Bir şeye niyet etmek. (Bilgin,
2007a: 61)
Gemiğini gemirtmemek: Yeri ve zamanı geldiğinde hakkını savunmak, hakkını
kimseye yedirmemek. (Polat, 2016: 52; Elife Akkurt)
Gen gen durmak: Geri geri durmak, uzak uzak durmak. (Özalp, 2008: 257;
Özturan, 2014: 146)
Gençliğinin gününü görmemek: Perişanlıkla, sıkıntıyla günleri geçmek. (Uzun
vd., 2012b: 20)
Gençlikle gocalığın arasında: Orta yaşlılıkta, henüz ihtiyarlamadan. (Özturan,
2014: 144)
Gençlikten gocalığa mal saklamak: Kocalıkta satıp yemek üzere mal biriktirmek.
(Özturan, 2014: 144)
161
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
162
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gırk öküzle bir mağarada galmak: Yerinden şikayet etmek, çok sıkışık vaziyette
kalmak. (Özturan, 2014: 148-149)
Gırk yerinden gırılmak: Eski, nazik olmak. Çabuk alınmak. (Özturan, 2014: 149)
Gırk yılda bir bulup adını Mulla goymak: Çok geç bulunan oğlan çocuğu olmak,
zor bulunan şey olmak. (Özturan, 2014: 147)
Gırk yılın bir başı: Kırk yıllık bir sürenin yıl dönümü gibi çok seyrek
gerçekleşen beklentiler için kullanılır. (Bilgin, 2006: 161; Özalp, 2008: 260; Özturan,
2014: 147)
Gırkı garışmak: Her iki çocuğun da doğumu kırk gün içinde olmak. (A. Kurt,
2017: 12)
Gırkında şaşırıp da Halep’e saza gitmek: Belli bir yaştan sonra azmak. (Karalar,
1998: 58)
Gırklısı gırk yaşında olmak: Küçükleri bile büyük gibi, büyümüş de küçülmüş
gibi olmak. (Özalp, 2008: 260)
Gırla gitmek: Hızlı gitmek. (Okutucu, 2000: 39)
Gırmav olmak: Kedi, cinsel istek duymak. Çiftleşmeye hazır olmak. (Özalp,
2008: 261)
Gısboğmiye getirmek: Darda bırakmak, zorunlu bir iş yaptırmak. (Dalkıran,
2005: 55; Özturan, 2014: 149)
Gısboğum etmek: Dara düşürmek, zora getirmek. (Kaya-Kozan, 2003: 83;
Özalp, 2008: 281)
Gısmeti itin g..ünden çıkmak: Umulmadık yerlerden bir şeyler gelmek, hiç emek
vermeden kazanmak. (Özalp, 2008: 261)
Gışlakçı gezmek: Kiracı olmak, kirada oturmak. (Özalp, 2008: 261)
Gıtır gıtır kesilmek: Yavaş yavaş kesilmek. (Okutucu, 2000: 20)
Gıvış gibi: Ufak tefek. (Özalp, 2008: 261)
Gıvış yavış etmek: Bir işe niyetlenmek. (Özturan, 2014: 149)
Gıvış yavuş: Ağız sulanmak için. (DS, 2009: 4559)
Gıy döğmek: Yemin etmek. (KA, 2018: 103)
Gıyık gibi: Tertemiz. (A. Kurt, 2017: 12)
Gıyılı gıpılı: Eli ayağı düzgün, terbiyeli. (Şirikçi, 2006: 11)
Gız benim bir oğlum olsa, şu gavağa çıksa da düşüp ölse ya ben ağlamiyim de
kimler ağlasın: Hikâyesi: İmirballıların kızı hüngür hüngür ağlamaktadır. “Ne
ağlıyorsun” diye sorulduğunda böyle cevap verir. Bir gün İmirballıların kızı ahıra
girmiş, ahırdan çıkmamış. Bunun üzerine annesi ahıra gitmiş, bakmış ki kızı ağlıyor.
“Kızım niye ağlıyorsun?” diye sormuş. “Niye ağlamayayım ana, ‘Ben evlensem benim
çocuğum olsa sonra kavağa çıksa kavaktan düşüp ölse sen ağlamaz mısın?’” deyince
ikisi bir ağlamaya başlamış. Sonra babası gelmiş. “Kızım niye ağlıyorsunuz burada?”
demiş. Kız yine aynı sözü söyleyince babası da ağlamaya başlamış. Daha sonra kızın
dayısı gelmiş. Yine aynı şeyler söylenince dayı da ağlamaya başlamış. (Özturan, 2009a:
247)
Gız bitirmek: Kız istemek. (ATKVE, 2011: 178; Özturan, 2009b: 263; Ahmet
Pırnaz)
Gız giren dul çıkmak: Verilen işi, malzemeyi bozmak, daha kötü hale getirmek.
(Özturan, 2014: 150)
Gız iken gıtlığını çekmek: Kızken erkeklerle hiç konuşmamış, onlarla
konuşmaya istekli olmak. (Özturan, 2014: 150)
Gız iyeli gız: Henüz evlenmemiş, bakire biri, uygunsuz bir iş yaptığında "Gız
iyeli gız bunu nasıl yapar? Utanmaz mı?", "Kız başına", "Bir de kız olacak" anlamında
kullanılır. Ayrıca başarılarını da ifade eder. (Özalp, 2008: 262)
Gız olsun, baldırı düz olsun, hem de ucuz olsun: İşin kolayını, zahmetsizini
istemek. (Çoğalan, 1982: 115)
Gıza dolanmak: Gayr-i meşru olarak kız peşine düşmek. (Özalp, 2008: 262)
Gızan olmak: Kedi ve köpeklerde çiftleşme arzusu belirmek. Örnek: Geceleyin
itler acayip sesler çıkarıyordu, Tavukçu Mehmet’e sorunca, onlar kızan oluklar dedi.
(Bilgin, 2006: 163; Çınkır, 2016: 708; Kaya-Kozan, 2003: 109; Özalp, 2008: 262)
Gızanda boğulmuş ite dönmek: Dövüşte fazla yara almak. (Şirikçi, 2006: 177)
164
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gızgın saca damla düşük gibi olmak: İhtiyacı olan birine küçük de olsa ikramda
bulunmak. (Özturan, 2014: 150; Elife Akkurt)
Gızgını başına vurmak: Kadın veya erkek, karşı cinse aşırı istek duymak.
(Özturan, 2014: 150)
Gızılca gıyamet goparmak: Bağırarak çağırarak herkesin dikkatini çekerek asabi
hareketlerde bulunmak. (Özturan, 2014: 150)
Gızlar içinde oğlan eşek: Uygunsuzluk. (Bilgin, 2007b: 221)
Gızzak yolu gezdirmek: Bir şeyi yanlış yerde aratmak. (Çınkır, 2016: 708)
Gicivik olmak: Kaşıntı olmak, kaşınma ihtiyacı duymak, çokça kaşınmak.
(Özalp, 2008: 262)
Gidor gidor olmak: Perişan olmak, sıkıntıya düşmek, çok yorulmak. (Özalp,
2008: 262)
Gildir gildir etmek: Küçükler, büyüklere karşı saygısızca ve âdeta nefes
almamacasına konuşmak. (Özalp, 2008: 262)
Gişi gızı: İyi yetişmiş, insanca davranan, saygılı, uyumlu kız, kadın. (Özalp,
2008: 262)
Gişisi govmak: Kocası kovmak, kocası tarafından kovulmak. (Özalp, 2008: 262)
Gişiye varmak: Kocaya gitmek, evlenmek. (Ahmet Yenikale)
Gişiye vermek: Kocaya vermek, evlendirmek. (Çınkır, 2016: 496)
Gitti gelmez, yitti bulunmaz: Gidip de çabuk gelmeyen. (Özturan, 2014: 146)
Giyimlikten sırımlık çıkarmak: İşini bilmek, cimri davranarak tasarruf sağlamak.
(Özalp, 2008: 259)
Giyip guşanıp şam şam şakımak: Güzel, kendine yakışan elbiseler giymek, pırıl
pırıl olmak. Bütün güzelliği, çekiciliği ortaya çıkmak, göz alıcı hale gelmek. (Özalp,
2008: 259)
Gizgaha binmek: Gayrete binmek, gayrete gelmek, gayretlenmek. (Özalp, 2008:
262)
Goca dölü: Yaşlılıkta kazanılmış zayıf çocuk. (Özturan, 2014: 151)
Gocaya gocaya Gamber ağanın guşuna dönmek: Çok yaşlanmış olmak.
(Özturan, 2014: 151)
Gocayı gocayı gondala çıkmak: Çok yaşlanmak, işe yaramaz hale gelmek.
(Özalp, 2008: 263)
Gocunduğu yere kor goymak: İnsanların çok sevdiği, koruduğu, sakladığı
şeylerine zarar vermek. (Özalp, 2008: 263)
Goddul goddul gitmek/gelmek/dolanmak/yürümek: Eke eke, kurumlu kurumlu
gitmek/gelmek/dolaşmak/yürümek. (Özalp, 2008: 263)
Gof vermek: 1. Fit vermek, kışkırtmak, tahrik etmek. 2. Birini/bir şeyi şişirmek,
olduğundan iyi göstermek. (Özalp, 2008: 263)
Golan gıracak gadar yemek: Yemeği zarar verecek kadar çok yemek. (Özturan,
2014: 151)
Golları mimbar dolması: Kolları hoşa gidecek şekilde dolgun. (Özturan, 2014:
151)
Goltuğa gelmek: Göreve, makama gelmek. (Özturan, 2014: 151)
Goltuk çıkmak: Maddi destekte bulunmak. (Özturan, 2014: 151)
Goltuk vurmak: Kavga çıkarmak amacıyla kolu ile vurmak. (Özturan, 2014:
151)
Gomşu çatlatan: Her şeyi çok olan, her işi yapan, işleri iyi giden, komşuların
hasedini çeken. (Özalp, 2008: 263)
Gonduru gonduru gonuşmak: 1. Sözü yerli yerinde, oturtarak söylemek. 2. Ağır
ağır ve vurgulu konuşmak. (Özalp, 2008: 263)
Gonuşmasına bakınca Kâbe şıkı sanmak: Konuşmasına göre hoca sanmak.
(Ayşe Koçak)
Gonuşmasında halevet olmamak: Konuşmasında tat olmamak, konuşması zevk
vermemek. (Özturan, 2014: 152)
Gonuşup goysaşmak: Konuşup danışmak. (Akbaş, 1985)
Gopmak guvartmak: Bırakmak. (Erşahin, 2011a: 75)
165
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gorkudan altına s..mak: Aşırı derecede, çok korkmak. (Özalp, 2008: 264;
Özturan, 2014: 152)
Gorkudan garpuzu gazana goymak: Aşırı derecede, çok korkmak. (Özalp, 2008:
264)
Gos gos etmek: Şişinerek gezinmek, yaptığı bir işten dolayı gereğinden fazla
böbürlenmek. (Atalay, 2008: 134; Çınkır, 2016: 507; Özturan, 2014: 152)
Gosga Bedir çam Ali: Çok süslenenlerin hali. (Özalp, 2008: 264)
Gosgos etmek: Kıvanç duymak. (DS, 2009: 2931)
Govaladığı deliğe yel dolmak: Umutları boşa çıkmak. (Özturan, 2014: 152)
Goynu dolu olmak: Hamile olmak. (Akbaş, 1985)
Goynu dolu, gucağı boş olmak: Evli olmak, ama çocuğu olmamak. Örnek:
Bilmem ki anam aha güz gelince dört yıl olacak, ama kızın koynu dolu kucağı boş.
(Bilgin, 2006: 168; Kaya-Kozan, 2003: 85)
Goynu gümanlı: Gebe, hamile olması muhtemel, şüpheli. (Özalp, 2008: 264)
Goyun akıllı: Düşünmeden birilerinin aklı ile hareket eden. (Özturan, 2014: 152)
Goyun guzuya garışmak: Herkes birbirine girmek, ortalık karmakarışık olmak,
kimin ne yaptığı belirsiz olmak. (Özalp, 2008: 264)
Goz yuvarlamak: Goz (ceviz), burada bir insanın maharetini, becerisini ifade
eder. Ancak bu olumsuz durumlar için kullanılır. Deyim olarak karşıdaki gibi
olamamak. (Elife Akkurt)
Gozu çatal görmezse daş atmamak: Garantili kâr bırakacak işe emek vermek.
(Özturan, 2014: 152)
Göbeği savuşmak: Göbeği düşmek. Ağır bir şey kaldırmaktan dolayı göbek
çevresinde ağrılar olmak. (Özalp, 2008: 264)
Göbeğinden atmak: 1. İçinden gelmek, arzu duymak. 2. Cesaret etmek, gözü
kesmek. (Özalp, 2008: 264)
Göbeğini kesmek: Büyüklerine karşı haddini bilmeden ve senli benli konuşan,
onlara emmi, dayı yerine ismiyle hitap eden yaşça küçükler için söylenen bir söz.
Örnek: Göbeğini sen mi kestin? (Çınkır, 2016: 510; Özalp, 2008: 312)
Göbek dövmeçli vurmak: Güreşte rakibi, sırtı yere değecek, karın ve göğsü
havaya bakacak, itiraz götürmeyecek şekilde yenmek. Tuş yapmak. (Özalp, 2008: 264)
Göçü çekmek: Tüm eşyalarını yükleyip oturduğu beldeyi temelli terk etmek.
Örnek: Arlı namuslu adam kızı o haltı yiyince göçü çekip memleketi terk etmesin de
neylesin. (Bilgin, 2006: 169; Özalp, 2008: 264; Yalman, 1977: 342; Yalman, 1977: 520)
Göğe çıkılır mı dense merdiveni bizde demek: Her şeyde öne atılmak. (Özturan,
2014: 156)
Göğe daş atıp başını altına dutmak: Densizlik yapmak, bela aramak. (Çınkır,
2016: 513)
Göğe tabanca sıkmak: Asi olmak, her şeye meydan okumak. (Özturan, 2014:
156)
Gök gibi gümleyip oturmak: Hışımlı, asabi olmak. (Erşahin, 2011a: 72)
Gökte ararken yerde bulmak: Bulamayacağını sandığı bir şeyi kolaylıkla
bulmak. (Gökçebey, 1999: 84)
Gökten Türkan Şoray yağsa bizim başımıza Necdet Tosun düşer: Güzellikler
içinde kötü olanlar bizi bulur. (Faruk Zülkadiroğlu)
Göl etmek: 1. İdrar yaparak yatağı veya ortalığı ıslatmak. 2. Bol su ile etrafı
ıslatmak, ortalığı göle çevirmek. (Özalp, 2008: 265)
Gölge çevirmek: Çalışmamak, üretmemek, rahatı yerinde olmak. (Özturan,
2014: 196)
Gölgede bırakmak: Gölgede kalmasını sağlamak. Varlığı, gücü ile birilerini geri
plana düşürmek. (Özturan, 2014: 196)
Gölgesi ağır: 1. Heybetli, ağırlığı olan, karizmatik, etkileyici. 2. Korkutucu,
acımasız. (Bilgin, 2007a: 102; Özalp, 2008: 296)
Gömbece dönmek: Takla atmak, çevirmek. (Aksu, 2013: 254)
Gömgöv zengin olmak: Çok zengin olmak. (Özturan, 2014: 153)
Gönlü akmak/düşmek: Bir kadına meyletmek, sevgi duymak. (Erşahin, 2011a:
72; Özturan, 2014: 152)
166
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gönlü bir şeyin aşını istememek: Ne yapacağını şaşırmak, canı bir şey istemez
olmak. (Özalp, 2008: 264)
Gönlü gırık olmak: Küskün olmak. (Dalkıran, 2005: 55)
Gönlü gövermek: Âşık olmak, birine gönlünü kaptırmak. Örnek: Elbistan’a
gönlü gövermiş bir delikanlı olarak döndü. (Bilgin, 2007c: 23)
Gönlü kör olmak: Kalbi kötü olmak. Örnek: Gönlü körler bu acıyı görmezler.
(Gözükara-Özalp, 2011b: 76)
Gönlü kötü olmak: Hamile kadın aşermek. (Dalkıran, 2005: 55)
Gönlü olmak: Âşık olmak. (Dalkıran, 2005: 55; Uzun vd., 2012a: 170)
Gönlü vurulmak: Âşık olmak, sevmek. (Erşahin, 2011a: 72)
Gönlü yerincekli galmamak: Hevesi içinde kalmamak. (Özturan, 2014: 152)
Gönlüne gomamak: Haline koymamak. (Erşahin, 2011a: 72)
Gönlüne köz yaşı: Gönlünü sustur. (Özturan, 2014: 153)
Gönlünü almak/eylemek/avutmak: Birinin istemediği hareketleri uygun
davranışlarla olumlu vaziyete çevirmek. (Bilgin, 2007c: 239; Erşahin, 2011a: 72; Uzun
vd., 2012a: 97)
Gönlünü gırmak: Kalp kırmak. (Göçer, 2010: 63)
Gönlünün göbeği olmak: Keyfinin kahyası olmak. (Özalp, 2008: 263)
Gönlünün pası galkmak/silinmek: Üzüntüsü, sıkıntısı geçmek. (Yalman, 1977:
520)
Gönlüyle iş dutmamak: Tembel olmak. (Özturan, 2014: 152)
Gönül alçak: Lütfen. Örnek: Bu gece gönül alçak bizim eve gelir misiniz? (DS,
2009: 2155)
Gönül düştü bir b..a, o da mis gibi koka: Gönlün düştüğü güzel görünür. İnsan
sevdiğinin kusurlarını, eksiklerini görmez. (Özturan, 2014: 162)
Gönül gaptırmak: Birine sevgi duymak. Örnek: Emiş’e gönül gaptırdığı da
söylentiler arasındadır. (Gözükara-Özalp, 2011a: 47)
Gönül vermek: Sevmek. (Yalman, 1977: 521)
Gönülsüz olmak: Yaptığı işi istemeyerek yapmak. (Dalkıran, 2005: 55)
Gördüğünden göz kirası istemek: Her gördüğünü gönlü çekmek, istemek, her
gördüğünden biraz almak, faydalanmak. (Özalp, 2008: 265; Özturan, 2014: 153)
Göre gapa almak: Çok iyi karşılamak, izzet ikram etmek, gerekli saygıyı,
hürmeti göstermek. Güler yüzle, tatlı dille karşılamak. İtibar etmek, ağırlamak,
ilgilenmek. (Özalp, 2008: 265)
Gören görmeyen adam sanmak: Dış görünüşüne bakan adam sanmak. (Özturan,
2014: 153)
Gören sanır ağ atlısı iniyor, boz atlısı biniyor: “Gelenim gidenim çok.” diye
eşiyle, dostuyla övünen kimseler için, “Yalan söylüyor, şişiyor, büyütüyor.” anlamında
kullanılır. (Özalp, 2008: 265)
Göresi gelmek: Özlemek. (Kaya-Kozan, 2003: 86)
Görmezine pazarlık etmek: Hiç görmeden o şeyin pazarlığını yapmak, satın
almak. (Özturan, 2014: 154)
Görücü gitmek: Kız bakmaya, istemeye gitmek. (Dalkıran, 2005: 32)
Götürgeyi galdırmak: 1. Değirmen taşını yukarı kaldırıp öğütülen unun,
bulgurun daha iri olmasını sağlamak. 2. İş kapasitesini artırmak, işi hızlandırmak,
enerjiyi, yürümeyi, koşmayı artırmak. Her işi, her hareketi hızlandırmak,
çabuklaştırmak. (Özalp, 2008: 266)
Gövdene bak da utan: İriyarı olduğu halde iş yapmayan, iyi iş görmeyen
kimseler için söylenir. Kendinden küçüklerle uğraşanlara da denir. (Özalp, 2008: 264)
Gövdesi güvermek: Vücudu morarmak. Yara bere içinde kalmak. (Özalp, 2008:
264)
Gövdesinde bir çeynem et: Yetişmiş oğlan/kız çocuğu. (Özturan, 2014: 156)
Gövdesinde diken olmak: Yaptığı hata zarar vermek. (Özturan, 2014: 156)
Gövünecek bir çakımlık gavı olmamak: Herhangi bir olay ya da sözü üzerine
almamak. Örnek: Bir çakımlık gavım yok ki gövünsün. (Çınkır, 2016: 152)
167
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gözü ecene deliğine dönmek: Gözü küçük olmak. (Özalp, 2008: 268)
Gözü gararmak: Yorgunluktan gözleri göremez olmak. (Körük, 2005: 33)
Gözü gızıl olmak: 1. Tembel olmak, iş sevmez olmak. 2. Gözü kara, cesur
olmak, gözünü budaktan esirgememek, söylenmesi gereken sözü söylemek. (Özalp,
2008: 268)
Gözü göğe yapışmak: Ölürken gözleri açık kalmak, muradına eremeden ölmek,
gözü arkada kalmak. (Özalp, 2008: 268)
Gözü görmemek, eli ermemek: İhtiyar, takatsiz olmak, az görmek, eli zor
tutmak. (Özturan, 2014: 160)
Gözü gulağı mı var?: Tutulacak işin zor olmadığı. (Özturan, 2014: 159)
Gözü güvermek: 1. Zorluktan, işin ağırlığından, yük taşımaktan gözü yılmak.
Aşırı yorulmak. 2. Darbe alan göz siyahlaşmak. (Özalp, 2008: 268)
Gözü halaka dönmek: Bakışları canlı olmak, gözleri alev alev yanmak. (Ekici,
2005: 41)
Gözü ısırmak: Bir kimseyi daha önce görmüş gibi olmak. (Kozan, 2007: 219)
Gözü içinde galmak: Birine verdiği şeyi gönül rızası ile vermemek, zorunlu
vermek. (Dalkıran, 2005: 55)
Gözü küllü: Kandırılmaya, dolandırılmaya müsait, saf kimse. (Karalar, 1998: 54;
Özturan, 2014: 159)
Gözü perdelenmek: Basiretsiz olmak, gerçekleri görememek. (Elife Akkurt)
Gözü süzülmek: Yorgun olmak. Örnek: Uykum yok, gözüm süzüldü. (Gökçe,
2014: 180)
Gözü zibillikte açılmak: Değersiz ve pis şeyler ile uğraşmak. (Çınkır, 2016: 526;
Özturan, 2014: 159)
Gözü, büyük gız gözüne dönmek: Dalgınlaşmak. Büyümüş, evlenme çağına
gelmiş, koca isteyen, bu yüzden de dalgınlaşan, gözü iş güç görmeyen kızların halinden
kinaye, bu durumdaki gençleri anlatır. (Özalp, 2008: 267)
Gözün g..üme: Böyle söyleyince nazar değmeyeceği inancı. (Özturan, 2014:
161)
Gözün gözün etmek: Bir şeyi birinden kaçırmak, uzaklaştırmak. Örnek: Benden
gözün gözün etti. (Özalp, 2008: 268)
Gözün iki abdal gördü değil mi?: Gözün iki fakir insan gördü değil mi?
(Özturan, 2014: 161)
Gözün önü aydınlamak: Hastalık, açlık, bela vs.den kurtulmak, selamete çıkmak,
güçlenmek, kuvvetlenmek. (Özalp, 2008: 268)
Gözünde tütmek: Çok özlemek. (Göçer, 2004: 68)
Gözünden gaçmak: Bir şeye dikkatli bakmamak. (Avcı, 2008: 33)
Gözünden gorkulmak: Gözü değmek, nazarından korkulmak. (Özturan, 2014:
160)
Gözüne batmak: Davranışları hoşa gitmemek. (Okutucu, 2000: 15)
Gözüne betiren akmak: Gözüne sıcak zift akmak, kör olmak, mil çekilmek.
(Özalp, 2008: 268)
Gözüne bir görükür olmak: Belanın üzerine gitmek. (Arslan, 2011: 355; Çınkır,
2016: 526; Özturan, 2014: 158; Elife Akkurt; Sultan Pırnaz)
Gözüne çakılmak: İstemediği şeyler önüne çıkmak. Örnek: Yapılan iyilikleri,
ikramı inkar edersen gözüne çakılır. (Özturan, 2014: 160)
Gözüne düşman görükmek: Gıcık kapmak. (A. Kurt, 2017: 12)
Gözüne girmek: Hareketleriyle işe yarar olmak. (Kılıç, 2008: 93)
Gözüne görünmemek: Ortalıkta dolaşmamak. (Göçer, 2010: 97)
Gözüne püssük o..mak: Gözü kızarmak ve şişmek. (Özturan, 2014: 161)
Gözünen devirmek: Göz değerek insana zarar vermek. (Özturan, 2014: 29;
Özturan, 2014: 161)
Gözünü belertmek: Gözünü ağartmak. (Çınkır, 2016: 526)
Gözünü çildirdetmek: Elle boğazı sıkılarak öldürülen insanın gözlerinin
yuvasından fırlayıp parlaması gibi yapmak. (Bilgin, 2006: 172)
169
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gurdun ağzına guyruk asmak: Kurdun istediği olmak. (Özturan, 2014: 164)
Gurk/gurka bastırmak/yatmak: Kızışan tavuğun altına vücudu ile örtebileceği
kadar yumurtayı koyup civcive yatırmak. (DS, 2009: 3009; Gökçe, 2014: 104; Özalp,
2008: 273)
Gursağına dayanamamak: Pisboğaz olmak. (Çınkır, 2016: 533)
Gursaksız olmak: Yemeğe düşkün olmak. (Erşahin, 2011a: 75)
Gurşun döktürmek: Nazarı bozdurmak. (Erşahin, 2011a: 75)
Gurt gibi olmak: Becerikli, akıllı, işinin ehli olmak. (Elife Akkurt)
Gurtlu kelek: Kıskanç, başkalarını çekemeyen, kimsenin iyiliğini istemeyen,
iyiliklerden rahatsız olan kötülüklere, zararlara sevinen. (Özalp, 2008: 270)
Gurtlu olmak: Çok haset, şüpheci olmak. Örnek: Ne kadar gurtlu oldun? (Çınkır,
2016: 814; Özalp, 2008: 307)
Gurttan gulağı eksik: Çok çirkin, yakışıksız, paspal kimse. (Özalp, 2008: 270)
Guru fasulyeyi de nimetten saymak: Değersiz bir şeyi önemli kabul etmek.
(Karalar, 1998: 59)
Guru galabalık: Bir şey ifade etmeyen, alışveriş yapmayan vs. kitle. (Özturan,
2014: 164)
Guru gürültüye pabuç bırakmamak: Bağırıp çağırarak sahte kabadayılıkla iş
yaptırmak isteyenlerden korkmamak. (Özturan, 2014: 164)
Guru yere gurt düşürmek: Fitnenin olmadığı yere fitne sokmak. (Özturan, 2014:
164)
Guruya yüzmek: Bedavaya çalışmak. Örnek: Kuruya yüzmekten gına geldi.
(Çınkır, 2016: 736; Şen, 2006: 108)
Guskunu gırık olmak: Bir eksiği bulunmak. Örnek: Guskunu gırık zavallının
yoksa bu hallere düşecek adam mıydı? (Çınkır, 2016: 534)
Guş çift olmazsa daş atmamak: Kazanç çok olmazsa peşine düşmemek.
(Özturan, 2014: 165)
Guş guş etmek: Küçük çocuğu iki kişi koltuk altlarından tutarak havalandırmak
ve o şekilde götürmek. İki elinden tutarak yürütmeye çalışmak. (Özturan, 2014: 165)
Guş kanadıyla, yılan göbeğiyle çıkamamak: Yüksek yerlerin yüksekliği, sarp
yerlerin sarplığı böyle anlatılır. (Özalp, 2008: 270)
Guş/güvercin gursaklı: Çok az yemek yer. (Özturan, 2014: 165; Özturan, 2014:
168)
Guşlar ganadını dökmek: Acıklı bir olaya herkes çok üzülmek. (Özturan, 2014:
165)
Guvalmadan başka işi olmamak: Övünmekten, şişmekten, kabarıp
gururlanmaktan başka işi olmamak. (Özalp, 2008: 271)
Guyruğu çal omuz etmek: Gayrete gelmek. (Çınkır, 2016: 737)
Guyruğu çöp deşirmek: Yoksul düşmek, çok yoksullaşmak. (Çınkır, 2016: 737)
Guyruğu doğru it görmemek: İtin, kötü karakterlinin her işi yanlış, eğri olmak.
(Özturan, 2014: 165)
Guyruğu dövülük at: İşçimen, çalışkan kadın. (Özturan, 2014: 165)
Guyruğu düğümlü at gibi gitmek: Çok hızlı, çabuk ve arkasına bakmadan
gitmek. (Özalp, 2008: 271)
Guyruğu gapıya sıkışmak: Zorda kalmak. (Özturan, 2014: 150)
Guyruğu gıllan gıllan etmek: Yaltaklanmak, göze girmeye çalışmak. (Çınkır,
2016: 737)
Guyruğu gıstalamak: Sessizce kaçmak, korkup kaçmak. (Çınkır, 2016: 737)
Guyruğu guş bişirmek: Aşırı telaşlı olmak. (Çınkır, 2016: 536; Çınkır, 2016:
737; Dalkıran, 2005: 56; Özturan, 2014: 165; Şen, 2006: 108)
Guyruğu guyruğa sarmak: İşbirliği yapmak. (Özturan, 2014: 165)
Guyruğu ile oynamak: Boş yere vakit geçirmek. (Çınkır, 2016: 737; Özturan,
2014: 165)
Guyruğu olmak: Sevgilisi olmak. (Özturan, 2014: 165)
Guyruğu tava sapına dönmek: Çok memnun ve mutlu olmak. (Çınkır, 2016: 738)
Guyruğu titiretmek: Ölmek. (Çınkır, 2016: 537)
Guyruğuna teneke bağlamak: Soytarılığa almak. (Özturan, 2014: 165)
172
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
173
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gün çarpması: Güneş dokunması, çarpması, daha ziyade küçük çocuklarda olur.
(Özalp, 2008: 272)
Gün değmek: Güneş doğmak, ışınlarını bir yerlere ulaştırmak, gün başlamak.
(Özalp, 2008: 272)
Gün dönümü: Akşam vakti. (Göçer, 2010: 18)
Gün dönüp devran geçmek: Bir zaman bitip diğer zaman gelmek. (Erşahin,
2011a: 73)
Gün gavuşması: Güneş batımı zamanı. (DS, 2009: 2229)
Gün gazanıp gün yemek: Gün içinde çalışmak, ücretinin karşılığı ile geçinmek.
(Özturan, 2014: 167)
Gün geçtiğinden bellisiz: Günün güzel geçmesi. (Özturan, 2014: 167)
Gün görmemek: Feraha ve huzura kavuşamamak. Örnek: Bu dünyada gün
görmedim. (Uzun vd., 2012a: 225; Yalman, 1977: 521)
Gün günden kötü gelmek: Günbegün iş kötüye gitmek. (Özturan, 2014: 167)
Gün ışımak: Sabah olmak. (DS, 2009: 2229)
Gün inmek: Güneş, batmaya yaklaşmak. (Özalp, 2008: 272)
Gün öğlen olmak: Vakit çabuk geçmek. (Adem Pırnaz; Elife Akkurt)
Gün sala gelmek: (Kuyumcu, 1995: 128)
Gün salığı kesmek: Düğün tarihini belirlemek. (Sultan Kamalak)
Gün yavuzun kendir hırsızın: Gün hayat şarlatanlarının. (Özturan, 2014: 167)
Gün yüzü görmek: Rahata erişmek. Örnek: Yakında sen de gün yüzü göreceksin.
(Sarıyıldız, 2012: 341)
Günde gider ava, tüy bile getirmez eve: Bir işin peşinden sürekli gitmek, ama
sonuç alamamak. (Elife Akkurt)
Günde yediği/gördüğü küllü çörek olmak: Aynı yaşantısı değişmeden devam
etmek. (Çınkır, 2016: 741; Özturan, 2014: 198)
Günden gölgeye ulaştırmaz: Çok zehirli, kısa zamanda halleder. (Özturan, 2014:
167)
Günden yanına gölge, yelden yanına dulda olmak: Birini güneşten, rüzgardan,
her türlü tehlikeden korumak. (Özalp, 2008: 272)
Gündüz babıç çürüdür, gece gaz yağı çürüdür: Gündüz gezer, gece lamba
yakarak dedikodu yapar. (Özturan, 2014: 167)
Gündüz gözü: Gün içinde, gündüz vakti, gündüzleyin. (Özalp, 2008: 272)
Gündüz külahlı, gece silahlı olmak: Gündüz işinde, gece eşkiya olmak.
(Özturan, 2014: 167)
Güneş çavmak: Güneş dağlara yayılmak. (DS, 2009: 2228)
Güneş yalamak: Güneş renkleri soldurmak. (Özalp, 2008: 272)
Güneşin bağrı: Güneşin tam karşısı. (Özturan, 2014: 167)
Günleri sayılı olmak: Ölmeye yakın olmak. (Körük, 2005: 33; Okumuş, 2006:
167)
Günü ayı dolmak: Ölme vakti yaklaşmak, gelmek. (Erşahin, 2011a: 73)
Günü gününe uymamak: İşi düzensiz olmak. (Körük, 2005: 33; Okumuş, 2006:
167)
Günün yağı erimek: Akşam yaklaşmak. (Özturan, 2014: 168)
Günün yağı üstünde olmak: Günün sıcağı üzerinde olmak. (Özturan, 2014: 168)
Günün yağı varken: Güneş’in yakıcı ve ısıtıcı etkisi devam ederken. (Elife
Akkurt)
Gününü gün etmek: Eğlenerek vakit geçirmek. (Körük, 2005: 33)
Güp güp güğürmek: Refah seviyesi, keyfi yerinde ve kaygısız olmak. (Elife
Akkurt)
Gürgür baba: Gök gürültüsü. Bu sözü eskiden kapı komşumuz olan Mustafa
ağabeyin torunları, kendisine hitap ederken söylerdi. Çocuklar, Mustafa ağabeyin
kamyonundan çıkan sesten dolayı dedelerine bu şekilde hitap ederlerdi. (Yazarın notu)
(Özalp, 2008: 273)
Gürrede ayağa galkmak: Bir topluluk hep birden ve seslice ayağa kalkmak.
(Özalp, 2008: 273)
Gürül gürül yanmak: Ses çıkararak yanmak. (Bilgin, 2007a: 102)
174
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Halep gınası gibi çıkmamak: Bir yakıştırma veya iftira iz bırakmak. (Özturan,
2014: 170)
Halep ordaysa arşın burda: Önceden yaptığın işle yeterliliğini kanıtlamış
olmazsın. Hadi şimdi de yap görelim. (Özturan, 2009a: 218; Şen, 2006: 106)
Halep yolunda eşşek izi aramak: Bulunması imkansız bir şeyin peşine düşmek.
(Çınkır, 2016: 555)
Halep'in o…..suysa da başından bir tas su goyup almak: Ne kadar kötü olursa
olsun temiz kabul ederek almak. (Özalp, 2008: 275)
Halepli cücüğü gibi: (Şen, 2006: 106)
Haleye dinelmek: Halaya durmak, halay çekmek. (Aksu, 2013: 256)
Hali gılığı meydanda olmak: Davranışından, kılığından ne olduğu, ne durumda
olduğu belli olmak. (Özturan, 2014: 170)
Hali vakti iyi/yerinde olmak: Durumu iyi olmak. (Erdem vd., 2009: 2546;
Okumuş, 2006: 167)
Halin dirliğin ne diyen olmamak: Durumu kötü olmak. Arayan, soran olmamak.
(Özturan, 2014: 170)
Haline bakmadan Hasan Dağı’na oduna gitmek: Sağlığı, imkanı yerinde
değilken aşırı iş yapmak. (Özturan, 2014: 170)
Haline bakmayıp halaya girmek: Durumunu hiçe sayıp iş yapmak. (Körük, 2005:
43; Kuyumcu, 1995: 31)
Haline goymamak: Gönlüne bırakmamak. (Çınkır, 2016: 555; Özturan, 2014:
170)
Haline yanmak: Durumuna üzülmek. (Erşahin, 2011a: 73)
Halis eşşek olmak: Olmayacak bir işe, zarar edeceğini bile bile girişmek. Çok
kaba bir davranışta bulunmak. Bilerek bir kabalık, kusur işlemek. (Çınkır, 2016: 555;
Özalp, 2008: 275; Özturan, 2014: 170)
Haliyle halleşmek: Durumu, vaziyeti göz önüne alarak hareket etmek. Örnek:
Halımızınan hallaşak. (Kapanoğlu, 2009: 73; Özturan, 2014: 170)
Halt etmek: Bir iş yaptığını sanmak. (Bilgin, 2007a: 213; Göçer, 2004: 30)
Ham almak: 1. Kış boyu pek az ve kısa mesafeli dışarı çıkarılan hayvanlar, yazın
uzun süreli iş ve otlama gezilerine hazırlık olarak birkaç saat çıkarılarak dolaştırılmak.
2. İnsanlar, uzun süre yapmadıkları bir işe başlayacakları zaman önce bir iki gün kısa
süreli idman kabilinden başlayıp vücutlarını alıştırmak. Alıştırma, idman, antrenman
yapmak. (Özalp, 2008: 275)
Ham armut gibi boğazına galmak: Satamamak, elinde kalmak. (Özturan, 2014:
170)
Ham keyf olmak: Uykudan yeni kalkmak. (Özturan, 2014: 170)
Ham şor ustası olmak: Ham söz ustası, lafazan, laf ebesi, palavracı olmak. Laf
üretmeyi bilmek. (Özalp, 2008: 275)
Hamam gapısından kötü olmak: Kapı sürekli açılıp kapanmak. (Elife Akkurt)
Hamam tellalı, çarşı göbeleği olmak: Değersiz olmak. (Özturan, 2014: 174)
Hamamcı olmak: Rüyada ihtilam olmak. (Erşahin, 2011a: 73)
Hamgeme camgeme: Telaş, gürültü. (Kılıç, 2008: 170)
Hamızası bitmek: Ekeleşmek, yaşlanmak, artık olgunlaşmak, bir şeyde usta
olmak. Örnek: Onun bırak hırtlağını her yerinden hamızası bitik kardeşim. (Bilgin,
2006: 182; Özalp, 2008: 276)
Hampasını çalmak: Bir başkasının davasını o kişiden daha çok savunmak,
kraldan çok kralcı kesilmek. (Bilgin, 2006: 183; Özalp, 2008: 276)
Hampaya binmek: Açık aramak, küçük düşürmek için bir insanı gölge gibi takip
etmek. Örnek: Ya aylardır yapışıp kaldın, in artık hampamdan da kendimize gelelim ya.
(Bilgin, 2006: 183)
Hampış gibi oturmak: Olduğu yerde oturup kalkmamak. (Şen, 2006: 105)
Hampiş külahı: Çok uyuyan kişi. (Aksu, 2013: 256)
Hamsı çalmak: Sebze ve meyveler olgun tadından çok, ham tadı vermek. Yemek
ve çay tam pişmemek, kıvama gelmemek, demlenmemek. (Özalp, 2008: 276)
Hamur hurt olmak: Hamur gibi yoğrulmak, iyice ezilmek, kemikleri kırılacak
kadar ezilmek. (Özalp, 2008: 276)
176
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
177
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Harman üstüne gelmek: Mahsulün, paranın, her şeyin bol ve çok olduğu zamana
denk gelmek, rastlamak. (Özalp, 2008: 277)
Harman yeri dişlemek: İçki ve fuhuş meclislerinde bulunmak, her pisliğe
bulaşmak. (Çınkır, 2016: 564; Özturan, 2014: 171)
Harmancı durmak: Harman mevsiminde harman işlerini yapmak için birine işçi
durmak. (Özalp, 2008: 277)
Harmandan yiyip Hurman'dan içmek: Bedavadan, çalışmadan, emek vermeden
yaşamak. Başkalarının sırtından geçinmek. Asalak, tufeyli kimse olmak. (Özalp, 2008:
277)
Harmanı vurdurmak: Servetini kaybetmek. (Çınkır, 2016: 564)
Harpada ısırmak: Birdenbire, aniden, habersizce, harp diye ısırmak. (Özalp,
2008: 277)
Harpadan tarpadan: Aniden. (Özturan, 2014: 171)
Harran gürran: 1. Gürültülü patırtı. 2. Düşe kalka. Bazen iyi, güzel, kolay bazen
zor, sıkıntılı. (Özalp, 2008: 277)
Hasan Ali türküsü etmek: Bir işi bir türlü bitirememek. (Polat, 2016: 66)
Hasan emmim eşşeğe binmiş, ayakları yerde sürünüyor: Dengi olmayan küçük
işlerle uğraşıyor. (Özturan, 2014: 171)
Hasan evde, gıçı gövde olmak: Çok yavaş iş tutmak. (Özalp, 2008: 277;
Özturan, 2009a: 248)
Hasbirik oynamak: Cinsel yakınlaşmada bulunmak. (Adem Pırnaz)
Hasır üstünde galmak: Bütün servetini kaybetmek. (Özturan, 2014: 171)
Hasta ne sahanda gor ne tasta: Hasta ama iyi yemek yiyor. Hasta olduğuna
inanmaz oldum. (Özturan, 2014: 171)
Hastalığı satmak: Grip gibi bir hastalığı başkasına satarak iyi olmak şakası.
(Özturan, 2014: 171)
Hastalığı sırtına sarmak: Hastalıktan kurtulamamak. (Adem Pırnaz)
Hastaya gar sormak: İhtiyacı olana ihtiyacın var mı demek. (Özturan, 2014: 171)
Hastaya gara, yare habere salmak: Ağır, aldırmaz, umursamaz olmak. O kadar
ağır, o kadar aldırmaz, umursamaz ki hasta için kara göndersen, hasta ölmeden gelmez.
Yare haber yollasan yar bekler bekler, haber gelmediği için çeker gider. (Özalp, 2008:
277)
Haşa buradan/huzurdan: Sözlerim, aşağılayıcı konuşmalarım, küfürlerim
buradakilerin dışında kalanlar içindir. (Çınkır, 2016: 567; Erşahin, 2011a: 73)
Haşne fişne: Sarmaş dolaş. (Mercimek, ?: 49)
Hatçe ebenin ç..ü: Sürekli kız doğuranın yine kız doğurduğunda söylenen söz.
(Özturan, 2014: 172)
Hatın etmek: Bir bayana, olur olmaz iş buyurmamak, onu çok rahat ettirmek.
(Çınkır, 2016: 569)
Hatın gezmek: Bir kadının etrafında çok hatırlı, kıymetli bilinmesi. (Çınkır,
2016: 569)
Hatın gibi: Terbiyeli, işçimen, evini iyi idare eden kadın. (Özalp, 2008: 278;
Özturan, 2014: 172)
Hatın gişi: Terbiyeli, işçimen, evini iyi idare eden kadın. (Kapanoğlu, 2009: 73;
Kılıç, 2008: 113)
Hatır gönül bilmek: Vefalı olmak, iyilik bilmek, hatır saymak, gönül almak.
İnsan değeri, insanlık değeri bilmek. Yapılan iyilikleri bilmek, nankörlük yapmamak.
Dostlara, dostluklara değer vermek. (Özalp, 2008: 278)
Hatırına muriyet: Kusura bakma, alınma, darılma, hatırın kırılmasın ama.
(Özalp, 2008: 278)
Hatırlı gönüllü: Hatır almayı, gönül yapmayı bilen. (Özalp, 2008: 278)
Hatlı hükümlü gelmek: Gitmemek üzere gelmek. (Özturan, 2014: 172)
Hava burhanlık olmak: Hava güzel olmak. (DS, 2009: 2307)
Hava cıncık gibi/çınta [ayaz olmak]: Havada, dışarıda tek bulut olmamak. Hava
tamamen açık olmak. Dışarı cıncık gibi ayaz olmak. (Arslan, 2011: 356; Özalp, 2008:
214; Özalp, 2008: 230; Özalp, 2008: 264; Özalp, 2008: 278; Özturan, 2014: 172; Şen,
2006: 105)
178
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Hava çok acı olmak: Hava şiddetli, kuvvetli, çok soğuk olmak. (Özalp, 2008:
278)
Hava ezik olmak: Hava yağışa yakın, yağdı yağacak durumda olmak. (Özalp,
2008: 278)
Hava girenlenmek: Hava hafif bulutlanmak. (Özalp, 2008: 278)
Havada atmak, gökte dutmak: Bir şeyi kolayca yapabilmek. (Erşahin, 2011a: 73)
Havada vurmak, tavada yemek: Avantadan geleni yemek. (Özturan, 2014: 172)
Havanda su dövmek: Sonuç alınamayacak bir işte uğraşmak. (Kuyumcu, 1995:
44)
Havanın ağzı yanış olmak: Hava mevsim insanlara zarar verecek durumda
olmak. (Özalp, 2008: 278)
Havf yüreğim havf, [güp yüreğim güp]: Korkudan, heyecandan, endişeden
yüreğim güp güp atıyor. Bir şey olacak korkusu içinde yaşıyorum. Başıma ne
geleceğini, ne yapacağımı bilemediğimden korku, endişe ve merakla her an bir şey
olacakmışçasına bekliyorum. Bu yüzden kalbim gümbür gümbür atıyor. (Özalp, 2008:
274; Özturan, 2014: 169)
Hay çekmek: Gözdağı vermek, tehdit etmek, göz korkutmak, azarlamak. (Özalp,
2008: 278)
Hay etmek: Bir işi çabuk bitirmek için birçok kişi gayretle çalışmak. Örnek:
Haydin ele bir hay edek de akşam olmadan işi bitirelim. (Bilgin, 2006: 185; Kaya-
Kozan, 2003: 92; Özalp, 2008: 278)
Hay haşam, dut paşam: El altısın, mahkumsun, işin yoksa tut. (Özturan, 2014:
173)
Haya damarı gırık olmak: Utanma duygusu olmamak. (Özturan, 2014: 173)
Haya gelmek: Dolduruşa gelmek, birinin tahrikine kapılmak. (Özalp, 2008: 278)
Hayalet sahibi olmak: Korku hastalığına yakalanmak. (Özturan, 2014: 173)
Hayatı yalan dolan, dek dubara olmak: Hayatı pislik olmak, dolandırıcı olmak,
şunu bunu hesaba getirmek. (Özturan, 2014: 173)
Hayır dua etmek: Güzel temennilerde bulunmak. (Uzun vd., 2012a: 85)
Hayır galmamak: Halsiz düşmek, iş yapacak durumu kalmamak. (Kılıç, 2008:
170)
Hayır hasıt galmamak: Tutar yanı kalmamış olmak. (Akbaş, 1985)
Hayırlı ise yönü beri: Hayırlı olacaksa bize kısmet olsun. (Özturan, 2014: 173)
Hayma dalı eskitmemek/sarartmamak: Bir yerde fazla kalmamak, sürekli yer
değiştirmek. (Kozan, 2007: 219; Okumuş, 2006: 167; Elife Akkurt)
Hayra şerre aklı erer olmak: Reşit olmak, akıl baliğ olmak, kârı zararı bilir yaşa
gelmek. (Özturan, 2014: 173)
Hayyalesselayı dutturmak: Uluorta konuşmaya, bağırmaya başlamak. (Özturan,
2014: 173)
Hazıra hanık, pişmişe gonuk: Hazırı seven insanların halini anlatır. (Çınkır,
2016: 558)
Hazırki halından da olmak: Bulunduğu konumunu, durumunu da yitirmek.
(Erşahin, 2011a: 73)
Hazırlık görmek: Bir iş için hazırlık yapmak. (Erşahin, 2011a: 73)
Hazreti Eyüp sabrı: Tükenmez sabır. (Özturan, 2014: 173)
He hey zılgıt: Ortalık düğün yeri gibi: (Şen, 2006: 105)
Hecil etmek: Birini rezil, kepaze etmek. (Özalp, 2008: 279)
Hecin gibi: İriyarı, babayiğit. Örnek: Zayıf delikanlı hecin gibi adamı devirdi.
(Bilgin, 2006: 187; Çınkır, 2016: 589; Özalp, 2008: 279; Özturan, 2014: 173)
Heç etmek: Bir işi gerçekleştirmek amacıyla verilen emekleri, yapılıp edilenleri
boşa çıkartmak. (Bilgin, 2006: 187)
Heder etmek: Perişan etmek. (Alparslan-Yakar, 2009: 89)
Heftik etmek: Boş vakit geçirmek, oyalanmak. (Kaya-Kozan, 2003: 93)
Hehey avarası olmak: En küçük teklifte hemen işe başlamak. (Özturan, 2014:
174)
Hela daşına benzemek: Gelen içine etmek, giden içine etmek. (Özturan, 2014:
174)
179
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
180
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Herkese şapur şupur da bize gelince ya Rabbi şükür mü?: Herkesin istediğini
yapıyorsun? Bizimkini neden yapmıyorsun? (Özturan, 2009a: 219)
Hesaba gelmemek: Sayılamamak, sayılamayacak kadar çok olmak. (Yalman,
1977: 522)
Hesabını görmek/kesmek: Birinin işini bitirmek. (Erşahin, 2011a: 73; Adem
Pırnaz)
Heves güves: Büyük bir hevesle, kuvvetli istekle. (Özalp, 2008: 278)
Heyle bebecik, öyle gocacık: Küçüklüğü nasılsa büyüklüğü de öyle. (Karalar,
1998: 55)
Hezen gibi: Uzun ve kalın. (Özalp, 2008: 280; Özturan, 2014: 176)
Hıçkıra hıçkıra ağlamak: Yüksek sesle, bağırarak ağlamak. (Okutucu, 2000: 42)
Hık mık etmek: İsteksiz davranmak. (Özturan, 2014: 176)
Hılafım yok: Yalanım yok, yalan söyleniyorum, uydurmuyorum. (Özalp, 2008:
280)
Hıldır hış: Kırık, kırtık. Bir işe yaramaz şeyler. (Özalp, 2008: 280)
Hılım hırçık: Hırpani kılıklı, üstü başı dökülen. Bulaşık yıkarken eve doğru
giden hılım hılçık bir adam görmüş. (Demir, 2011: 41)
Hılt etmek: Güvendirip yarı yolda bırakmak. (Kuyumcu, 1995: 153)
Hıltan gibi boğazına yığılmak: Bütün yük üzerine kalmak, omuzlarına binmek.
(Özalp, 2008: 280)
Hımır hımır gonuşmak: Usul usul, kısık sesle konuşmak. (Özturan, 2014: 176)
Hımsı hımsı kokmak: Küfsü küfsü kokmak. (Özalp, 2008: 280)
Hınaza hırtık: Kıskanç, başkalarını çekemeyen, istemeyen. (Özalp, 2008: 280)
Hınçarıp oturmak: Surat asıp hiçbir şeyle ilgilenmeden oturmak. (Özalp, 2008:
280)
Hıngı zıngına varınca: İş ciddileşince. (Çınkır, 2016: 591)
Hır gür etmek: Yüksek sesle, bağıra çağıra çekişmek, tartışmak. Ağız kavgası
yapmak. Ufaktan dövüş çıkarmak. (Özalp, 2008: 280; Özturan, 2014: 176)
Hır söylemez: İyi şey, hayırlı bir şey söylemez. Hep kötü haber verir. Hayır
söylemez. (Özalp, 2008: 280)
Hıra düşmek: Zayıf düşmek. (Özalp, 2008: 280)
Hırp deyi kesmek: Bir şeyi birdenbire bırakmak. İlgiyi, alakayı hemen kesmek.
(Özalp, 2008: 281)
Hırp olmak: Aniden bitmek, susamak. Örnek: Hacı Ahmet Efendi’nin nefesi de
kuvvetliydi anam. Bizim döl yeni doğduğunda gece gündüz durmadan ağlardı, götürüp
okutunca hırp oldu kesti ağlamayı. (Bilgin, 2006: 190)
Hırpadak kesmek: Su, ses vs. aniden, birden kesilmek. Örnek: Şimdi başımda
ağrı kalmadı, hırpadak kesti. (Göçer, 2010: 193; Özalp, 2008: 281)
Hırsından dişleri dişlerini yemek: Çok sinirli olmak. (Erşahin, 2011a: 73)
Hırsıza kendir yakışır gibi yakışmak: Giydiği elbise, yaptığı iş kendine uymak.
(Özalp, 2008: 281)
Hırsızın aklına iş düşürmek: Kötü işler yapan insanın hoşuna gidecek şeyler
söylemek. (Okumuş, 2006: 155)
Hırsızlığına gitsen, döve döve öldürürler: Bir şeyin ucuzluğunu anlatmak.
(Özturan, 2014: 176)
Hırt zort: Gereksiz, önemsiz. (Caferoğlu, 1995: 133)
Hırtıbı kestirmek: İstediğini engellemek. (Özturan, 2014: 176)
Hıs hıs gitmek/gelmek: Sessiz sessiz, kendini belli etmeden, sinsi sinsi
gitmek/gelmek. (Özalp, 2008: 281)
Hısdacı çıkmak: Hisseci çıkmak, pay sahibi olmak. Nispeten de sonradan ortaya
çıkmak. (Özalp, 2008: 281)
Hısdasına çalı çekmek: Bir aileye, gruba, topluluğa hakaret edilirken veya
eleştiri yöneltilirken onlardan olup da orada hazır bulunan kimsenin nezaketen gönlünü
almak. "Sözümüz sana değil, senin dışındakileri kastediyoruz, sen üstüne alma."
anlamında. Örnek: Sen hısdana çalı çek. (Özalp, 2008: 325)
Hıshırp olmak: Kendisi için yapılmış gibi, tam uymak, yerini bulmak, noksansız
fazlasız, ihtiyaç duyulduğu, istendiği gibi, ölçüşünce olmak. (Özalp, 2008: 281)
181
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Hısım çıkmak: Aramızda aile bağları olduğunu anlamak. (Arslan, 2011: 356;
Özturan, 2014: 176; Şen, 2006: 106)
Hısım garım: Akrabalar, eş dost. (Kılıç, 2008: 170)
Hısımlık ummak: Akrabalık, yakınlık ummak. (Erdem-Kirik, 2011: 343)
Hısımmış, köprüden geçerken g.. g..e değmiş: Çok çok uzak akrabalıkları, izi,
belirtisi kalmamış. Hatırdan gönülden silinmiş akrabalıklar. (Özalp, 2008: 281)
Hış etmek: 1. Bir şeyin hışmı çıkarmak, haşat etmek, ezmek, posa haline
getirmek. 2. Birini aşırı yormak. (Özalp, 2008: 281-282)
Hış olmak: Sayısız, küçük parçalara ayrılmak. Örnek: Şu dölüne bir şey de
yoksa ben diyeceğimi biliyorum. Dün aynayı kırdıydı, bugün de bir yığın ekmeği hış
etmiş koymuş. (Bilgin, 2006: 191; Zülkadiroğlu, 1964: 31)
Hışı çıkmak: Çok yorulmak, kımıldayamaz olmak, paramparça olmak. Örnek:
Sabahtan beri bağda üzüm topluyorum vallahi hışım çıktı. (Bilgin, 2006: 191; Bilgin,
2007a: 175; Bilgin, 2007c: 66; Çınkır, 2016: 593; DS, 2009: 2376; Kuyumcu, 1995:
153; Özalp, 2008: 282)
Hışımla inmek: Aniden, sertçe inmek. Örnek: Sanki gök tepesine hışımla
iniyordu. (Sarıyıldız, 2012: 221)
Hiç mi güzel görmedik: Havan kime? (Şen, 2006: 105)
Hile hurda bilmemek: Hile nedir bilmemek. (Özalp, 2008: 282)
Hile keşfetmek: Bir hileyi, oyunu, kurnazlığı kendisine ya da başkasına
kurulacak olan tuzağı fark etmek. (Elife Akkurt)
Him gaymak: Evin temelini yaptıran kişinin isteğine uygun olarak yapmak.
Örnek: Siz böyle dinele dinele üç ay bile geçse gene bu himi gayamazsınız, aha burayı
belleyin. (Bilgin, 2006: 192; Özalp, 2008: 282)
Him hime: Temel temele bitişik. (Özalp, 2008: 282)
Himi bir olmak: Düşünceleri, fikirleri, çıkarları bir olmak. Özellikle hile,
kötülük yapma konusunda ortak hareket etmek. (Özalp, 2008: 282; Özturan, 2014: 177)
Hinoğlu hin: Kalitesiz adam. (Özturan, 2014: 211)
Hobbacık/hop etmek: Küçük çocuğu sallayıp sırta, omuza almak, bindirmek.
Havaya kaldırmak. (Atalay, 2008: 136; DS, 2009: 2405; Özalp, 2008: 282; Şen, 2006:
106)
Holluğu inmek: Çok istediği bir şeyi yapıp tatmin olmak. Örnek: Tereyağında
bulguru kavurmasa holluğu inmezdi. (Çınkır, 2016: 598-599)
Homur homur etmek: Kaba kaba homurdanmak. (Özalp, 2008: 283)
Honca honça dağıtmak: Bol bol vermek, cömertçe dağıtmak. (Özalp, 2008: 283)
Hontu hont: Kavgalı insanlar birbirine sırtarmak. (Şen, 2006: 106)
Hop oturup hop kalkmak: Yerinde duramamak, heyecanlı olmak. (Göçer, 2010:
80)
Hopaza minaza: Çocuklar, tarhana çorbasının içinde pişen pancarı çöpe takıp
"Hopaza minaza!" diye koşarlar. (Özalp, 2008: 283)
Hoplayıp zıplamak: Yerinde duramamak. Örnek: Derdin nedir, niye hoplayıp
zıplıyorsun? (Sarıyıldız, 2012: 222)
Hopucuna bindirmek: Omzuna almak, sırtına bindirmek. (Ahmet Yenikale)
Hopuna almak/binmek: Omzuna almak, sırtına binmek. (Çınkır, 2016: 600;
Özturan, 2014: 177; Şen, 2006: 105)
Hopur hopur tepelemek: Kerpiç çamurunu, mayısı güçlü bir şekilde, horp horp
diye ses çıkararak ayakla tepelemek. (Özalp, 2008: 283)
Hor bakmak/görmek: Küçümseyerek bakmak. Örnek: Neden bize hep hor bakar.
(Okumuş, 2006: 124; Önder, 2008: 23; Uzun vd., 2012c: 402)
Hor hor hotlamak: Çok öfkelenmek, sinirlenmek, öfkeden hoplayıp zıplamak,
aşırı sinirlenmek, bağırıp çağırmak, çok çabalamak. (Özalp, 2008: 283)
Hora geçmek: İyiliğe, makbule geçmek. (Kaya-Kozan, 2003: 95)
Horalı horalı gonuşmak: İnsanı güldürecek bir şekilde konuşmak. (Özturan,
2014: 177)
Horalı şor vermek: Mübalağalı konuşmak. (Şirikçi, 2006: 176)
Hort atmak: Övünmek. (Kaya-Kozan, 2003: 96)
Horu hopu: Olanı, tamamı, topu topu, toru topu. (Özalp, 2008: 283)
182
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
İçime atıp macca olacağıma, dışıma atim Hacce olim: İçime atıp hasta olacağıma
söylerim, küfrederim rahatlarım. (Özturan, 2014: 180)
İçimi iyi olmak: Su, tütün vs. güzel olmak. (Özalp, 2008: 288)
İçin için inlemek: Büyük acı duymak. (Bilgin, 2007a: 73)
İçinde adam yiter: Çok geniş. (Özturan, 2014: 180)
İçinden pazarlıklı: Gizli hesapları olan, sözünde, işinde açık olmayan, her zaman
şüphe uyandıran kimse. İkiyüzlü, münafık, içi başka, dışı başka. Gizli düşman. (Özalp,
2008: 288)
İçine .... lira düşmüş: Bu iş şu kadar liraya yapılır. (Özturan, 2014: 180)
İçine atmak: Sıkıntısını, derdini içinde saklamak, açığa vurmamak. (Özalp,
2008: 288)
İçine bir ateş düşmek: Sıkıntı basmak. (Erşahin, 2011a: 74)
İçine çalmak: 1. Az bir şeyi, aynı cinsten çok bir şeye katmak, karıştırmak. 2.
Kendine ait olmayan bir şeyi, malı, parayı alıp kendine mal etmek. Geri vermemek,
inkar etmek. (Özalp, 2008: 288)
İçine gaçırtmak: Bir işin gereğinden fazla üzerinde durmak. (Adem Pırnaz)
İçine ılıtmak: Başkasının malını bir şekilde alıp yok etmek, kaybetmek, ortadan
kaldırmak. Başkalarının bir şeylerini alıp geri vermemek, inkar etmek, kendine mal
etmek. (Özalp, 2008: 288)
İçine s..mak: İşi araya vermek. (Özturan, 2014: 181)
İçini dinlemek: Kalbini dinlemek. (Kozan, 2007: 219)
İçtiği şovra gadar kendi döşüne dökmek: Karşısındakinden çok fazla tecrübeli
olmak. (Çınkır, 2016: 921; Özturan, 2014: 231)
İflah olmak/olmamak: Rahata kavuşmak/kavuşamamak. (Erdem-Kirik, 2011:
488; Temiz, 2005: 705; Yalman, 1977: 523)
İflas köyneğini fırın damında giymek: İşleri kötüye gitmek, iş yerini kapatmak.
(Özturan, 2014: 181)
İğdiş ettirmek: Burmak, erkekliğini aldırmak. (Özturan, 2009b: 361)
İğne batırana çuvaldız batırmak: Kötülük edene fazlasıyla karşılık vermek.
(Özturan, 2014: 62)
İğne değişmek: Aynı ay içinde doğuran kadınlar, kırkının diğerini basacağı
endişesiyle dikiş iğnesini değişmek. (Elife Akkurt)
İğne iplik getir, örneğinden götür: Çocuğumuzu beğenmiyorsan örneğini yapıp
götür. (Özturan, 2014: 185)
İğne yutmuş it gibi dolaşmak: Durmaksızın, ara vermeden, gayesi gezip
dolaşmak. (Özalp, 2008: 289)
İğne yutmuş ite dönmek: Kötü bir duruma düşmek. (Şirikçi, 2006: 229)
İğneden iplik, gözden kirpik: 1. Çok titiz, kuralcı, her şeyden bir anlam çıkaran,
çok tenkit eden kimse. 2. Oyunlarda kuralların sıkı, tavizsiz uygulanacağını göstermek
için oyuna başlarken söylenir. (Özalp, 2008: 289)
İğnenin deliğinden Hindistan'ı görmek: Ferasetli, ileri görüşlü, tecrübeli olmak.
(Çınkır, 2016: 639; Özalp, 2008: 290; Özturan, 2014: 185)
İğnenin ucu çatal herhal: Yırtık elbise giyenlere. (Özturan, 2014: 185)
İğneye ip ayet hadis okumak: Sihirle uğraşmak. (Özturan, 2014: 185)
İki ayağını bir pabuca sokmak: Birini işini yapması için çok zor durumda
bırakmak. (Şen, 2006: 107)
İki ayaklı itini de görse hizmet etmek: Hizmet etmeye değer görse itine de
hizmet etmek. Onlara karşı kusuru olmamak. (Özturan, 2014: 181)
İki camii arasında beynamaz: Cami bolluğunda namaz kılmaz. (Özturan, 2014:
181)
İki canlı olmak: Hamile olmak. (Erşahin, 2011a: 74)
İki de öndüç (ödünç) ayak alıp gitmek: İstenilen, arzu edilen yere âdeta
koşarcasına gitmek. (Özalp, 2008: 288)
İki dinden avara olmak: Ne Müslüman ne Hristiyan olmak. (Özturan, 2014: 181)
İki dişli garı gibi olmak: Çok yaşlı, dişleri dökülmüş, ağzında iki dişi kalmış karı
gibi olmak. Yaşlı görünmek. (Özalp, 2008: 288; Özturan, 2014: 181)
185
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
İki dönümü bir akşam: Çok ağır hareket eden, verilen işleri çok geç ve yavaş
yapan, ağır ağır çalışan tembel kimse. (Özalp, 2008: 288)
İki ekmekten çomağı, şap şap eder damağı: Kanaatsiz, hep çok isteyen,
doyumsuz, gözü doymaz, çok iştahlı. (Özalp, 2008: 288)
İki eli yağlı gara: İftiraya yatkın, dili her şeye yatkın. (Özturan, 2014: 182)
İki elim sığır mayısı, dinelim de aynaya mı bakim?: Bu kadar yoğun işin
arasında kendime nasıl vakit ayırayım? (Özturan, 2014: 182)
İki eşşeği olan birini satıp yemek: Çok gecikmek, herkesi bekletmek. (Özturan,
2014: 182)
İki gapılı: Kendi evinde gevezeliklerinden dolayı sıkıştırıldığında dedesi gibi bir
yakınına sığınmayı âdet edinmiş kimse. (Özturan, 2014: 182)
İki garnın yok ki birine bıçak sokasın: Abes, çirkin, içinden çıkılmaz durumlarla
ne yapılsa ikna edilemeyen kimse. (Özalp, 2008: 288)
İki geçi versen, birini gaçırır: İşini duyarsız yapar. Akıllı değil. (Özturan, 2014:
182)
İki gönün arasından bir sırım çekmek: Her şart altında, her yapılan işten küçük
de olsa bir çıkar sağlamak. (Çınkır, 2016: 628; Özturan, 2014: 182)
İki gözü gan ağlamak: Çok büyük acı ve üzüntü duymak. (Uzun vd., 2012a: 80)
İki gözümü yumarım, anam evinden umarım: İhtiyacı olan gelin kızın ana
evinden isteği. (Özturan, 2014: 182)
İki keçi versen güdemez: İşini sahiplenmeyen, işinin hakkını veremeyen.
(Özturan, 2014: 182)
İki kişiden birinin dediğini dutmak: Her zaman kendi bildiğine gitmemek.
Uyumlu olmak, laf dinlemek. (Özturan, 2014: 182)
İki kişiye sormak, ne derlerse razı olmak: Anlaşmazlığı iki kişiye sormak,
sözlerine göre hareket etmek. (Özturan, 2014: 182)
İki sözün ikisini de söylemek: Karşıdakinin vereceği cevabı da söz içinde
vermek. (Özturan, 2014: 182)
İki şak olmak: İkiye bölünmek, ayrılmak. (Özalp, 2008: 288; Özturan, 2014:
182)
İki şilte bir yastık, onu da terkiye astık: Sabit bir yerim yok. (Şen, 2006: 106)
İki ucu b..lu örme/sopa: Her tarafı pislik. Olacağı, müdahale edileceği yok.
(Özturan, 2014: 183; Faruk Zülkadiroğlu)
İki ucunu bir araya getirmek/getirememek: Gelir az, gider fazla olmak. (Özturan,
2014: 181)
İki yakası bir araya gelmemek: Hiçbir zaman yeterli bir geliri olmamak. Örnek:
O kargışlı, asla iki yakası bir araya gelmeyecek. (Çınkır, 2016: 629)
İki yumurtadan bir garıştırma çıkarmak: Hiç yoktan bir olay, bir karışıklık, bir
tatsızlık çıkarmak. (Özalp, 2008: 288)
İkindinin öğleni, âdetiniz böyle mi?: Hikâyesi: Geçmiş zamanda Afşin’in Sevin
köyünde bir kadın düğüne gider. Gittiği yerde öğle yemeğini ikindin verirler. Öğlen
vaktinde aç kalan kadın, yemeğin gelmediğini görünce mani şeklindeki şu sözleri
söyler: “İkindinin öğleni/Gel söyleni söyleni/Acımızdan ölüyok/Âdetiniz böyle mi?”
(Polat, 2016: 83-84)
İkisini bir çite goymak: İkisini de aynı kefe koymak. (Şen, 2006: 106)
İkram yükletmek: Birilerinden bir şekil ikram sözü almak. (Özturan, 2014: 183)
İliğini gemiğini somurmak: Birini sürekli kendi menfaatleri doğrultusunda
kullanmak. (Elife Akkurt)
İlik gibi bembeyaz: Beyaz tenli. (Özturan, 2014: 183)
İlim ilim ilinmek: Her köşeye, her bucağa sokulmak, sinmek, girmek, her tarafa
yayılmak, her tarafta bulunmak. (Özalp, 2008: 289)
İlim ilim kokmak: Yayılarak her tarafa sinerek bayıltıcı, mest edici bir biçimde
kokmak. (Özalp, 2008: 289)
İlk akşamdan yatmak: Erkenden, çok erken yatmak. Örnek: Paşa Ali ile karısı
daha hava kararmadan ilk akşamdan yatıyorlar. (Özalp, 2008: 289)
İlk taksit, son nefes: Borcu vermeye pek niyeti olmamak. (Özturan, 2014: 183)
İlle bir ucunu eğri getirmek: Bir tarafını kötü getirmek. (Özturan, 2014: 183)
186
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
İlle de kendini iki çöpünen öne sürmek: Her işte kendini öne çıkarmak. Değersiz
şeylerle bile kendini öne çıkarmak. (Özturan, 2014: 183)
İllengeç gibi yürümek: Yan yan yürümek. (Özturan, 2014: 183)
İlmin arkasına çalışmak: Kurnazlık yapmak. (Erşahin, 2011a: 74)
İlmin arkasını bulmak: İşin bilinmeyen yönünü keşfetmek. (Erşahin, 2011a: 74)
İlvan gomayıp çıkarmak: Çeşit çeşit şaklabanlıklar, soytarılıklar, icatlar yapmak.
(Özalp, 2008: 289)
İlvan ilvan savuşmak: Gösterişli gösterişli gitmek. Örnek: Yiğidi vuran düşman
ilvan ilvan savuşuyor. (Uzun vd., 2012c: 64)
İmamın gayığına binmek: Ölmek, tabuta girmek. (Özturan, 2014: 183)
İman tahtası: Göğüs. (Şen, 2006: 106)
İmanı gevremek: Çok çalışmaktan, çok ve çeşitli sıkıntılardan dolayı perişan
olmak. (Arslan, 2011: 356; Özalp, 2008: 289)
İmarattan yemek, gastaldan sulanmak: Hiçbir şeye masraf etmeden bedavadan
geçinmek. (Çınkır, 2016: 635; Özturan, 2014: 184)
İmi bir olmak: Aynı düşüncede, aynı kanıda olmak. (DS, 2009: 2536)
İmi timi galmamak: Yok olmak, ortadan kalkmak, izi bile kalmamak. (Çınkır,
2016: 636; Özalp, 2008: 289)
İmir’in iti gibi: Aç, susuz, perişan bir halde. (Çınkır, 2016: 636; Özturan, 2014:
184)
İmirballı delisi: Dışarıdan bakılınca biraz sevimli, komik ve garip davranışlı.
(Özturan, 2014: 184; Elife Akkurt)
İmlaya gelmek: İş, yapılabilir hale gelmek, iş şimdi yapılabilir olmak. (Özturan,
2014: 184)
İmrihor olmak: 1. Bulunduğu yere çabuk uyum sağlamak, kaynaşmak. 2. Üst
üste yığılıp yumak haline gelmek. (Özalp, 2008: 289)
İn hopumdan: Beni bırak artık, sırtımdan düş. (Şen, 2006: 107)
İnce ağrı: Verem. (DS, 2009: 2538; Horasan, 1992: 210; Okumuş, 2006: 186)
İnce çek sırımlık olsun: Biraz aşağıdan, ölçülü, nazik konuş. (Özturan, 2014:
184)
İnce dalan: Zayıf, uzun boylu. (Özturan, 2014: 184; Adem Pırnaz)
İnce düdüğünü berk çekmek: Gönlü oyun istemek. (Özturan, 2014: 184)
İncele incele g..üne girmek: Aşırı sosyetik konuşmaya özenmek. (Özturan, 2014:
184)
İncirden düşmek: Kadınla yatarken sakatlanmak. (Özturan, 2014: 184)
İndir bindir dünyası: İçinde bulunduğumuz dünya istikrarı olmayan, her an yeni
işler, yeni sıkıntılar veya iyilikler getiren bir dünyadır. Örnek: Ne yaparsın işte indir
bindir dünyasında didinip duruyoruz. (Çınkır, 2016: 387; Özalp, 2008: 389; Özturan,
2014: 124)
İneği meledi, gönlü diledi: Sonunda istediği oldu. (Çınkır, 2016: 638)
İnek almam diyor, buzağı emmem diyor: Bir durum karşısında iki kişinin de
inatçı olma durumu. (ATKVE, 2011: 136)
İnek içti, çamura s..tı: Heba oldu, ziyan oldu. (Özturan, 2014: 184)
İnil inil esmek: Yavaş yavaş esmek. Örnek: İnil inil eser garbi. (Uzun vd.,
2012c: 339)
İnne gıyık birbirine uyuk: Birbirine uyan, uyum sağlayan şeyler ve bir birbiriyle
iyi geçinen, uyumlu, bir birbirini seven insan. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş
gibi. (Çınkır, 2016: 639; Özalp, 2008: 289)
İnne otu işlemek: Zor bir iş yapmak, karanlıkta iş yapmak. (Aksu, 2013: 259)
İnne yutmuş it gibi dolaşmak: Hiç durmadan amaçsızca dolaşmak. (Çınkır,
2016: 639)
İnneli beşik: Sıkıntılı durum. (Çınkır, 2016: 639)
İntile etmek: Rezil etmek. (Sarıyıldız, 2012: 68)
İntizar etmek: Beddua etmek. (Temiz, 2005: 705; Uzun vd., 2012a: 345; Uzun
vd., 2012c: 392; Halil Çevik)
İp Allah, sivri külah: Serseri, başıbozuk. (Özturan, 2014: 185)
187
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
188
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
İşi beşir edip beş gaba goymak: Çok becerikli olmak, az zamanda güzel işler
yapmak, hızlı davranmak. (Elife Akkurt)
İşi bişirmek: Aralarında gizlice anlaşmak. (Çınkır, 2016: 648)
İşi bozuğa gitmek: İşi bozulmak, kötüye gitmek. (Özturan, 2014: 187; Adem
Pırnaz)
İşi doğrultmak: Bozuk giden işi düzeltmek, kazanır hale gelmek. (Özturan, 2014:
187)
İşi duman olmak: İşlerin hali çıkmaza girmek, zor olmak. (Yalman, 1977: 524)
İşi gırık: İşi iyi değil. (Özturan, 2014: 187)
İşi gücü ırast gelmek: Şansı açık olmak, işleri iyi gitmek, başarılı olmak, iyi
kazanmak. (Özalp, 2008: 290)
İşi kokutmak: İşi bozmak. (Özturan, 2014: 187)
İşi yalap şap yamak: Bir işi önemsemeden üstünkörü yapmak. (Elife Akkurt)
İşi yok it daşlamak: Hiçbir şey yapmadan gezip tozmak. Başıboş, serseri serseri
dolaşmak. (Çınkır, 2016: 648; Özalp, 2008: 290; Özturan, 2014: 188; Şirikçi, 2006:
229)
İşi yokuşa sürmek: İşi çıkmaz duruma sokmak. (Kozan, 2007: 219; Okumuş,
2006: 167)
İşin içinde bir bit yeniği olmak: İşin içinde ters giden bir durum olmak. (Şen,
2006: 106)
İşin nereye varacağı belli olmamak: İşin sonucu belli olmamak. (Özturan, 2014:
188)
İşine gelmek: Çıkarlarına uygun olmak. (Okumuş, 2006: 167)
İşine topal: İyi iş yapamayan, tembel, işi iyi bilmeyen. (Özalp, 2008: 290)
İşini [aşını] bilmek: Görevini yapma bilinci olmak. Hesabını kitabını iyi
yapmak. Başkasına muhtaç olmadan geçinmek. (Kozan, 2007: 219; Elife Akkurt)
İşinin gadirdi/gaddiriği: İşini düzenli yapan. Örnek: Kız Hatice, benim küçük
olduğuma bakma, işimin gaddiriğiyim. (Dalkıran, 2005: 55; Mehmet Öztürk)
İşkembeden atmak: Palavra atmak. (Şen, 2006: 106)
İşmar etmek: Gizlice şaret etmek, işaretle çağırmak. Örnek: Ne kıza işmar edip
duruyorsun, aşağı inersem gebertirim seni taman. (Akbaş, 1985; Bahçe, 1972; Bilgin,
2006: 208; Bilgin, 2007c: 66; Çulha, 1984; DS, 2009: 2566; Kaya-Kozan, 2003: 101;
Özalp, 2008: 290; Özturan, 2014: 188)
İştahı gursağında galmak: Bir işi yapma hevesi kaçmak. (Okumuş, 2006: 167)
İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri: İşte geldik gidiyoruz, şen olasın
dünya. (Özturan, 2014: 187)
İşten iş, mamadan keyiş çıkarmak: İş içinden iş çıkarmak. (Ahmet Yenikale)
İt ağası: Köpek beslemeyi, köpekleri yedirip içirmeyi seven. (Özturan, 2014:
188)
İt akıllı olmak: Aklı az olmak. (Okumuş, 2006: 167; Elif Pırnaz)
İt ayağı yemiş gibi gezmek: Üşenmeden her yere gitmek. Çok gezip tozmak.
(Çınkır, 2016: 649; Dalkıran, 2005: 55; Özalp, 2008: 290; Özturan, 2014: 188)
İt b..u çam sakızı: Hiçbir iyi yanı, işe yarar tarafı yok. (Özturan, 2014: 189)
İt b..u eme yaradı, o da s..tı gömdü: Aşağılık birinden ancak onun yapacağı bir iş
istendi o da esirgedi. (Çınkır, 2016: 649)
İt çenesi yemek: Geveze, çenesi düşük olmak. Lüzumsuz yere çok konuşmak.
(Çınkır, 2016: 650)
İt dağının başı: Issız, şehir ve köylerden uzak, yerleşim bölgesi olmayan yer.
(Özalp, 2008: 290)
İt dambırası/dandırası çalmak: Aşırı üşümek. (Aksu, 2013: 259; Özturan, 2014:
189)
İt daşlamak: Avaralıkta vakit öldürmek. (Özturan, 2014: 189)
İt derisine basılmak: Değersiz olmak. (Şirikçi, 2006: 229)
İt dırıltısı: Gereksiz, faydasız laf. (Çınkır, 2016: 650; Şen, 2006: 107)
İt doydu da Haydar galdı: Kendi doydu da başkası kaldı. (Özalp, 2008: 290;
Özturan, 2014: 189; Şirikçi, 2006: 230)
İt edip guyruk gomamak: Rezil etmek. (Çınkır, 2016: 650)
189
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
İt g..ü gırpmak: Bir ihtiyacı karşılamak için her işi yapmaya razı olmak. (Özalp,
2008: 291)
İt gadar haysiyeti olmamak: İt kadar haysiyeti, şerefi olmamak. (Özturan, 2014:
189)
İt garmacı olmak: Köpekler gibi alt alta, üst üste dalaşmak, boğuşmak, birbirine
girmek. (Özalp, 2008: 291)
İt gevelemiş aptal değneği olmak: Çok yıpranmak. (Çınkır, 2016: 650)
İt gıçı yeyik gibi gezmek: Fazla gezmek. (Çınkır, 2016: 650)
İt gıçından çok olmak: Gereğinden çok fazla sayıda olmak. (Çınkır, 2016: 650)
İt gılı gırkmak: Boş, ucuz iş yapmak. Hikâyesi: Kahramanmaraş’a yeni gelen bir
hakim vardır. Bu hakim şehir merkezinde bir apartmanda kalmaktadır. Apartmanın
zemin katında berber dükkanı vardır. Hakim devamlı orada tıraş olmaktadır. Hakim
güler yüzlü bir insan olup berberde her tıraştan sonra mutlaka bahşiş verir. Yine bir gün
hakim tıraş olurken berberin bir arkadaşı gelir. Selam faslından sonra berbere der ki,
“Hüseyin abi, 700 kağıt borcum var. Bana borç verir misin?” Berber Hüseyin parası
olmadığını anlatmak için, “Gardaşım beş kuruşa it gılı gırkıyoruz. Sana yardım
edemeyeceğim.” der. Tabi bu arada hakimin suratı değişir. Fakat berber Hüseyin fark
edemez. Berberin arkadaşı üsteler “Ya Hüseyin abi hiç olmazsa yarısını ver. Bugün
ödemem var. Bir hafta içinde sana öderim.” der. Hüseyin: “Gardaşım anlamıyor musun?
Bir guruşa it gılı gırkıyoruz. Yok, yok, yok.” Mustafa para alamadan gider. Az sonra
tıraşı biten hakim, sert ve asık bir süratle ve bahşiş vermeden dükkandan çıkar. Hakimin
bu tavrına anlam veremeyen berber orada oturanlara “Ya buna ne oldu? Suratını asmış.
Her zaman bahşiş verirdi. Bahşiş de vermedi.” der. Orada oturanlardan biri: “Sen ‘üç
guruşa it gılı gırkıyoruz’ deyince onun surat değişti. Galiba o deyimi bilmiyor. Sen git
durumu anlat, özür dile.” der. Berber koşarak hakimin evine gider. Evden çağırtır,
durumu anlatır. Onun bir deyim olduğunu, parasızlığı anlattığını ifade eder. Üstüne der
ki: “Ben bir itlik ettim, siz etmeyin.” Hakim bakar ki art niyetli değil ama sapla samanı
birbirine karıştırıyor. “Tamam, anladım” der. Berber sevinçle döner. (Kalaycı, 2010: 70-
71; Özturan, 2014: 186; Özturan, 2014: 189; Özturan, 2014: 221)
İt gibi çalınmak/çemkirmek: Hırçınlık yapmak, azarlamak, insanları rahatsız
etmek, tedirgin etmek, köpek gibi dişlerini göstermek. Köpeğin çemkirmesi, hınçarması
gibi hareketler yapmak. (Özalp, 2008: 291)
İt gibi dalamak: Birine saldırmak. Kavga etmek. (Şirikçi, 2006: 229)
İt gibi guyruğunu gıstırmak: Zor durumda kalmak. (Şirikçi, 2006: 229)
İt gibi siğmek: Köpek gibi, bir duvar dibinde veya ona benzer yerlerde ayakta
işemek. (Özalp, 2008: 291)
İt gibi sinilemek/ulumak: Acıya dayanamayıp inlemek. (Gökçebey, 1999: 84;
Özalp, 2008: 291)
İt göçtü havası: Usule makama uymayan, beğenilmeyen melodi. (Özturan, 2014:
189)
İt ite olmak/düşmek: Sevilmeyen kimseler birbirine girmek, dalaşmak, tartışmak.
(Özalp, 2008: 291; Özturan, 2009b: 212)
İt linlinisine binmek: Seke seke, sekerek gitmek. (Özalp, 2008: 291)
İt mi, imirgazı mı belli değil: Hatırlı biri mi, hatırsız biri mi belli değil. (Özturan,
2014: 189)
İt o…uğu: Değersiz şey. (Şirikçi, 2006: 230; Ahmet Yenikale; Mustafa Öztürk)
İt o…up yel götürmek: Birilerinin sorununu dikkate almamak. (Çınkır, 2016:
650; Özturan, 2014: 189)
İt oturmaz ev: Çok kötü ev, insan yaşayamaz. (Özturan, 2014: 215)
İt oturuşu: Otururken it gibi oturmak eylemi. (Ahmet Yenikale)
İt uyuz, kendi gicimik: (İflah olmayanlar için) Topluma ters, davranışı bozuk,
perişan. (Alparslan- Özalp, 2008: 291; Çınkır, 2016: 650; Özturan, 2010: 235; Özturan,
2014: 189; Şirikçi, 2006: 194)
İt yatmış yonca tarlası gibi: Darmadağınık, karman çorman görüntüde olan saç,
bıyık, sakal. Örnek: Ulan oğlum böyle okula mı gidilir? İt yatmış yonca tarlası gibi
saçını bile taramamışsın. (Bilgin, 2006: 208-209)
İt yitiği: Değersiz olan şey. (Polat, 2016: 51)
190
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Kel Ali’nin bağına dönmek: Ortalık karman çorman olmak. (Polat, 2016: 52)
Kel başa gurt düşmek: Olmayacak şey meydana gelmek. (Özturan, 2014: 192)
Kel başa şimşir tarak: Züğürt insanın durumuna uymayan işler yapması.
(Alparslan-Özturan, 2010: 278)
Kel gız da yelpigli oğlanı sevindirdi ya: Her malın bir alıcısı olur. Kurtlu, bozuk
malları alabildiği için sevinen kimseler de vardır. (Özalp, 2008: 294)
Kel gişi: 1. Her işe karışan, rahatsız edecek derecede müdahaleci, her şeyi kendi
istediği gibi yaptırmaya çalışan kimse. 2. Kötü koca. (Özalp, 2008: 294)
Kel yenge: Her şeye karışan, maydanoz olan. (Özalp, 2008: 294)
Kel yoluk etmek: Başında saç koymamak, iyice hırpalamak, yolmak. (Özturan,
2014: 193)
Kelebi dolaşmak: İşler düzenini yitirmek, içinden çıkılamaz duruma gelmek.
(Çınkır, 2016: 684)
Kelemişliğine ne verek?: Çalımına, havasına ne verelim? (Çınkır, 2016: 684)
Kelep kelep akmak: Sürekli ve kesiksiz akmak. (Özalp, 2008: 294)
Keli gızmak: Sinirlenmek. (Özturan, 2014: 193)
Kelimeleri sündüre sündüre anlatmak: Lafı yavaş yavaş anlatmak. Örnek:
Dayının duluğu duluğuna geçmiş, kelimeleri sündüre sündüre anlatmaya başladı.
(Bilgin, 2007b: 123)
Kelini önüne alıp düşünmek: Ne olup bittiğini makul bir şekilde düşünmek.
(Özturan, 2014: 193)
Kelle goltuğunda savaşmak: Ölümle her an burun buruna, her an ölebilecek
durumda savaşmak. (Bilgin, 2007b: 258)
Kelle gucaklamak: Ölümü göze almak, bir tehlike karşısında kelle koltukta
olmak. Örnek: Oğlum, arıtsak süpürgesi gibi şu kız kelle kucaklamaya değer mi
sanıyorsun? (Bilgin, 2006: 216; Yalman, 1977: 525)
Kelli felli/kerli ferli: Düzgün. Kılık kıyafeti, kalıbı, dış görünüşü iyi. Yaşlı başlı,
ağırbaşlı. Örnek: Kerli ferli iki efendi adamın hayret ve öfkeyle açılmış gözlerine
bakıyor. (Bilgin, 2007b: 14; Mercimek, ?: 19; Özalp, 2008: 294; Özturan, 2014: 193)
Kem göze uğramak: Nazar değmek. (Çınkır, 2016: 687; Yalman, 1977: 525)
Kem küm etmek: Lafı ağzında gevelemek. (Paköz, 2011: 38)
Kemalini takınmak: Aklını başına almak, olgun düşünmek. (Ekici, 2005: 94)
Kendi başını bağlayamaz, Hunu’ya baş bağlamaya gider: Kendi işini yapamaz,
başkalarına yardım etmeye kalkar. (Kuyumcu, 1995: 34; Özalp, 2008: 258)
Kendi başını boyayamaz, oturmuş el başı boyar: Kendi işini yapmaktan aciz,
başkasına yardım eder. (Okumuş, 2006: 157)
Kendi belinden inmemiş olmak: Çocuğu kendinden değil, evlatlık olmak.
(Fadıma Kiraz)
Kendi de az olmamak: Belli etmemek, ama yaman olmak. Örnek: Kendi de az
değil vallaha. (Adem Pırnaz)
Kendi eliyle sıyırgısını sıyırmak: Kendi eliyle değerini, itibarını düşürmek,
davranışları, hareket ve sözleriyle itibarını kaybetmek. (Özalp, 2008: 258)
Kendi g..ündeki hezeni görmeyip elin g..ündeki samanı görmek: Başındaki
büyük belayı, sıkıntıyı görmeyip başkasının ufak tefek sıkıntılarını görmek. (Karalar,
1998: 58)
Kendi garnının gürültüsünden gorkmak: Çok korkak olmak. (Özturan, 2014:
144)
Kendi gönlünden gelin güvey olmak: Kendi hesabına göre iş yapıp netice almak.
(Özturan, 2014: 145)
Kendi gözündeki merteği görmeyip elin gözündeki çöpü aramak: Kendi büyük
sıkıntısını gidermeden başkasının küçük sıkıntısına çare aramak. (Özturan, 2009a: 216)
Kendi parmağını kendi gözüne sokmak: Kendi kendine zarar vermek. (Özturan,
2014: 144)
Kendi yağı ile gavrulmak: Kazancı ile yetinmek, hayatı sürdürmek. (Özturan,
2014: 145)
193
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Kendi yok Allah’ı var: Kendisi huzurda, mecliste değil, ama hepimizi gören,
bilen Allah hazır ve nazır. O anda orada bulunmayan birinin hakkını teslim. (Özalp,
2008: 258; Özturan, 2014: 145)
Kendinden ileri gelmek: Kendinden kaynaklanmak. (Özturan, 2014: 145)
Kendinden yemli: Kolay kilo alan, doğuştan toplu, az yediği, iyi beslenemediği
halde kilo kaybetmeyen, vücudu kilo almaya müsait olan. (Özalp, 2008: 258)
Kendine yontmak: Kazançtan kendi kârlı çıkmaya çalışmak. (Özturan, 2014:
145)
Kendini alamamak: Kendini tutamayıp yapmak. (Okumuş, 2006: 168)
Kendini elletmemek: Kadın, kendisine eşini cinsel anlamda dokundurtmamak.
Örnek: Bu nasıl iş kız, bunlar gerdeğe gireli nerdeyse iki hafta oldu, gelin daha kızmış.
Kendini hiç elletmemiş. (Bilgin, 2006: 157; Özalp, 2008: 258)
Kendini külhanbeyi sanmak: Kabadayı değilken kendisini kabadayı yerine
koymak. (Özturan, 2014: 145)
Kendini vermek: Tüm gücünü bir iş yapmaya adamak. (Erşahin, 2011a: 74)
Kendinin bileceği şey: Kabul etmezse netice kendine ait. (Özturan, 2014: 145)
Kendirine bir bıçak çalmak: Derdine bir çare bulmak. Örnek: Şu kendirimize bir
bıçak çal. (Özturan, 2014: 244)
Kendirlik mi sıçiin?: Helada çok uzun kalana. (Özturan, 2014: 193)
Kendisi için ölen çok olmak: Başka yerlerde kendisine rağbet eden çok olmak.
(Özturan, 2014: 140)
Kep avcısı: Fırsatçı, fırsat kollayan, kelepirci. İhtiyacı olanları, düşmüşleri
yakalayıp malını çok ucuza, âdeta bedavaya alan, almaya çalışan kimse. (Özalp, 2008:
294)
Kepeği tükenmek: Ömrü sona ermek, ölmek. (Elife Akkurt)
Kepek yemek: Güçsüz olmak, gücü yerinde olmamak. (Özturan, 2014: 193)
Kepekli gonuşmak: Abartılı konuşmak. (Özturan, 2014: 193)
Kepenek olmak: Öksürmek, aksırmak. (Bilgin, 2006: 217)
Kepezi düşmek: İbiği düşmek, çok yorulmak, itibar ve güç kaybetmek. (Özalp,
2008: 294)
Kepir hış olmak: Çok yorulmak, ayakta duramayacak hale gelmek.
Yorgunluktan hışı çıkmak, yere serilmek. Hiç kullanılmayacak hale gelmek, iyice ezilip
posası çıkmak. (Özalp, 2008: 294)
Kepir kepir dökülmek: Açlıktan, yorgunluktan, hastalıktan iyice dermansız
kalmak, ayakta duramaz olmak, yere serilmek. Kollarını kaldıramamak, bacaklarını
oynatamamak. (Özalp, 2008: 294)
Kerç etmek: Alay etmek, dalga geçmek. (Kapanoğlu, 2009: 76; Kuyumcu, 1995:
155; Özalp, 2008: 295; Ali Pırnaz)
Kerem’in arpa tarlası gibi sıcak olmak: Çok sıcak olmak. (Hüseyin Korkmaz)
Kerestesi düzgün/yerinde: Fiziği düzgün, kalıbı ölçüleri yerinde. (Çınkır, 2016:
685; Özalp, 2008: 294; Özturan, 2014: 193)
Kerestesini üstünde daşımak: Kadın kadınlık malzemesini üzerinde taşımak.
(Özturan, 2014: 193)
Keriz ayağı gibi: Göz önünde olan lavabo borularının tiksinti vermesi. (Elife
Akkurt)
Kerkez’in etleme gaptığı gibi: Kerkez’in fırsat kollayıp etlemeyi kaptığı gibi
fırsatı düşünce hemen değerlendirmek. (Özturan, 2014: 193)
Kersene batırmak: Pisliğe batırmak. (Özalp, 2008: 295)
Kesbar etmek: Lokmayı iyi öğütmemek. Dişi olmadığı veya yemeği acele yediği
için lokmayı iyice çiğneyememek. (Özalp, 2008: 295)
Kesek hadlamak: Bilmeyerek hata yapmak. Birilerinin yanında, onları rahatsız
edecek, zarar verecek veya sır sayılan, bilinmemesi gereken şeyleri söylemek. (Özalp,
2008: 295)
Kesen kesilir, kel minareye asılır: Keseni keser teşhir ederler. (Özturan, 2014:
194)
Kesere gitmek: Çapaya gitmek. (Özalp, 2008: 295)
194
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
195
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Laftan laf çıkarmak: Sözde olmayan anlamı söze yüklemek. Lafta olmayanı lafı
özeyerek çıkarmak. (Özturan, 2014: 199)
Laklahı şakşahı: Zevk içinde. (Özturan, 2014: 200)
Lambanın cıncığı gırılmak: İş berbat olmak. (Özturan, 2014: 200)
Langır lungur: Tantanalı, gürültülü. (Çınkır, 2016: 747)
Langir lingir, paldır küldür gitmek: Doğru dürüst, düzgünce gitmemek. (Erşahin,
2011a: 75)
Langir lingir: Hareketli, oynak, hafif. (Özturan, 2014: 200)
Larhada düşmek: Ani olarak sıkıntıdan veya hastalıktan dolayı iyice zayıflamak,
yatağa düşmek. (Özalp, 2008: 300)
Lavgat/lavgıya etmek/almak: Alaya almak, alay etmek, hor görerek eğlenmek.
(Bilgin, 2006: 230; Çınkır, 2016: 747; Kuyumcu, 1995: 157; Özalp, 2008: 300)
Lebedir etmek: El çabukluğuyla yok etmek, ortadan kaldırmak, iç etmek,
gizlemek. Başkasına ait bir şeyi alıp saklamak, kendine mal etmek. (Özalp, 2008: 300)
Lecce dutuşmak: İddiaya tutuşmak. (Özalp, 2008: 300)
Leccine gitmek: İnadına gitmek, iddiasında, savında çok ısrarcı olmak. (Özalp,
2008: 300)
Lef lef yürümek: Kendini öne atar gibi yürümek. (Özturan, 2014: 200)
Lengeri ağır: Ağırlığı sebebiyle zor hareket eden, kalçası geniş. (Özturan, 2014:
201)
Leyleği yatarken görmek: O yıl evde kapalı kalmak. (Özturan, 2014: 200)
Leyleğin aş bişirmesi: Leylekler yuvalarına yiyecek bir şey getirdiklerinde
kafalarını havaya kaldırıp gagalarını birbirine vurarak takır takır ses çıkarırlar. Bu olay
çevrede böyle ifade edilir. (Özalp, 2008: 299-300)
Leyleğin yuvadan attığı: Eşi ölen leyleğin yavrusunu veya yumurtasını yuvadan
atarak dışladığı gibi dışlanan, aşırı geveze kimse. (Özturan, 2014: 200; Sultan Kamalak)
Leylime verip sıkmak: Bir kimseye aşırı derecede baskı yapmak, canını yakmak.
(Çınkır, 2016: 749)
Lık lık gülmek: Süratle gülmek ve alay etmek. (Atalay, 2008: 135; Çınkır, 2016:
749)
Ligsi ligsi kokmak: Küfsü küfsü kokmak. (Özalp, 2008: 300)
Lik lik, keski başı bir yemlik: Her şeye, her işe atılan, seyreden. (Özalp, 2008:
300)
Lipir lipir yanmak: Parlak ışık saçarak yanmak. (Özturan, 2014: 201)
Liranın babası guruş, bunu söyleyen Hacı Durmuş: (Şen, 2006: 108)
Lirpeden açılmak: Bir şey aniden açılmak. Örnek: Vakti geldiğinde gözümüz
lirpede açılır. (Bilgin, 2007c: 66)
Lobutu şişirmek: Küsüp bir köşeye çekilerek hiç konuşmamak, somurtmak.
(Çınkır, 2016: 751)
Loğ daşı gibi: Şişman. (Çınkır, 2016: 751)
Lokma yerken deve gibi, yüke gelince poduk gibi olmak: Yerken deve gibi çok
yemek, iş yaparken deve yavrusu gibi iş tutmak. (Özturan, 2014: 201)
Lök gibi: Yerinden kalkmayan insan. (Özturan, 2014: 201)
Lügat parçalamak: Tumturaklı konuşmak, meydan nutku atmak. Edebi
konuşmak. (Özturan, 2014: 201)
Macca etmek/olmak: Bekleye bekleye hastalanmak, strese girmek. Örnek: Yav
iki gündür neredesin sen, şu bilmediğim yerlerde macca oldum vallahi. (Bilgin, 2006:
238; DS, 2009: 4584; Dalkıran, 2005: 56; Gözükara-Özalp, 2011a: 413; Kapanoğlu,
2009: 47; Kuyumcu, 1995: 157; Özalp, 2008: 302; Özturan, 2014: 201)
Maccası yarılmak: Sinir bozukluğundan ölmek. (Çınkır, 2016: 754; Özturan,
2014: 201)
Maccır maccır çiğnemek: Ses çıkararak çiğnemek. (Erşahin, 2011a: 75)
Macını çıkmak: İyice ezilmek. (DS, 2009: 3099)
Maçça bağlamak: Hastalanmak, derde kalmak. (Çınkır, 2016: 754)
Maççuk muççuk yemek: Ağzı şapırdatarak yemek. (DS, 2009: 3101)
Mag cücüğü gibi bakmak: Mazlum mazlum bakmak. (Çınkır, 2016: 755)
Mağara adamı: Yabani kimse. (Özturan, 2014: 201)
199
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
kendisini bir kazana doldurup dereye atarak azgın sularda boğarak öldürmüş. (ATKVE,
2011: 147)
Martaval/maval okumak: Yalanlı bir şekilde palavra atmak. Palavralarla
aldatmak. (Özturan, 2014: 73; Özturan, 2014: 203)
Marzıman eşşeğinden kötü olmak: Kafası çalışmadığından bir işi becerememek.
(Çınkır, 2016: 765; Özturan, 2014: 203)
Masraf gapısı açmak: Harcama alanı çıkarmak. (Özturan, 2014: 203)
Maşa dururken elini yakmamak: Zarar göreceği bir işe girişmemek. O işi
başkasına yaptırmak istemek. (Göçer, 2010: 105)
Maşkına bakmak: Sınamak, denemek, ne olacağını görmek için sınavdan
geçirmek. (Çınkır, 2016: 766)
Maşkını almak: Ağzının payını almak. (Çınkır, 2016: 766)
Matemin donunu giymek: Hüzünlü, üzüntülü, sıkıntılı olmak. Örnek: Bizler de
matemin donunu giydik. (Gözükara-Özalp, 2011a: 214)
Mavra atmak: Gevezelik, amaçsızca söyleşmek, palavra atmak. (Çınkır, 2016:
767)
Mavra şişirmek: Havadan sudan konuşmak. (Çınkır, 2016: 767)
Mayası bozuk olmak: Sütü bozuk, ailesi bozuk olmak. (Okumuş, 2006: 168;
Özalp, 2008: 303; Özturan, 2014: 203)
Mayıl mayıl bakmak: Melül mahzun baygın baygın, kendinden geçmişçesine
bakmak. (Bilgin, 2006: 240; Gözükara-Özalp, 2011b: 98; Özalp, 2008: 303; Uzun vd.,
2012a: 351)
Mayil olmak: Şaşırmak. (Ekici, 2005: 152)
Maymala çalmak: Başıboş dolaşmak, işi gücü olmamak. (DS, 2009: 3143;
Özturan, 2014: 203)
Maymun diye getirdik, sırıtmadan gitti: İşe yarayacağı umup getirdik,
beklentilere cevap vermedi. (Çınkır, 2016: 770)
Maymunun gözü açılmak: Bir kez aldatıldıktan sonra ikinci kez aldatılmamak.
Hikâyesi: Bir esnaf, eğitilmiş maymunu cuma namazına giderken iş yerini beklesin diye
gallenin başına bırakır. Fırsatçı biri işyerinden paraları almak için her yola başvurur.
Maymunun kültüründen anladığı için önce başını kaşır. Maymun da kaşır. Ayağını
kaldırır. Maymun da aynısını yapar. Dilini çıkartır. Yine aynısı... Adam eliyle iki
gözünü kapatır. Maymun da aynısını yapar. O arada fırsatçı el çabukluğu ile gallede
bulunan bütün paraları alır, oradan uzaklaşır. Maymun ise hala eliyle gözlerini
kapatmış, mal sahibini bekliyor. Esnaf namazı kılmış. İşyerine gelince maymunu eliyle
gözünü kapatmış vaziyette görür. Galle açılmış, paralar gitmiş. Maymuna tüm hışmı ile
bir tokat atar. Bir hafta sonra aynı fırsatı kollayan uyanık, cuma günü namaz vaktini
bekler. Adam namaza gidince aynı hareketleri yapmaya başlar. Maymun da her hareketi
aynen yapar. İş eliyle gözünü kapatmaya gelince maymun eliyle gözünü iyice açar.
"Pışıkkk..." der gibi yutmadım, der. Bizim uyanık kendi kendine: “Maymunun gözü
açılmış. Buradan bize ekmek yok.” der. (Şirikçi, 2006: 57)
Mazısı galın: İri kemikli, kalıplı. (Özalp, 2008: 303)
Mazman b..undan yumuşak olmak: Karşıdakini tehdit etmek. (Elife Akkurt)
Mecalden düşmek: Halden, takatten düşmek. Örnek: Yine derdim arttı mecalden
düştüm. (Kurt, ?: 132)
Meccimelek gibi: Ufak tefek, zayıf. İnce yapılı, narin. (Özalp, 2008: 303)
Mecikleye mecikleye gitmek: Dört ayak üstünde sürünerek gitmek. (Özturan,
2014: 203)
Mecnun olmak: Deli olmak. Örnek. Mecnun oldum terk eyledim vatanımı.
(Atalay, 2008: 146)
Meddah yetirmek: İş yapmak yerine meddah gibi laf üretmek. Laf edene lafla
katılmak. (Özturan, 2014: 203)
Meftun olmak: Bağımlı olmak. Örnek. Aşkın mecnun olmuş meftun olalı.
(Atalay, 2008: 151)
Mekke faresi/fukarası gibi: Çok fakir. (Çınkır, 2016: 775; Şen, 2006: 108)
Melemir gibi: Ufak tefek, kibar ve narin yapılı. (Çınkır, 2016: 775; Özalp, 2008:
303)
201
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Melemir Hemek: Bir işi eline yüzüne bulaştırmak. İşi isteksiz ve üstünkörü
yapmak. (Polat, 2016: 69)
Melil melil durmak: Mahzun mahzun durmak. (Uzun vd., 2012c: 26)
Memeğinden emmediysem on parmağından emdim: Anası babası dışında insana
çok faydası dokunan, emeği geçen kimselere -yakın aile büyükleri, konu komşu-
söylenir. (Özalp, 2008: 303)
Memo gibi hareket etmek: Ağır hareket etmek. Hikâyesi: Elbistan’da belediye
aracını ikinci vitesten daha yukarı sürmeyen, oldukça ağır hareket eden Memo Ağa, bu
ilçenin sembolü olmuştur. Yavaş hareket eden insanlar için Memo gibi hareket etmek
deyimi halk arasında kullanılmıştır. (Bilgin, 2007b: 119)
Mengilig dokanmak: Geçici süreyle deli olmak. (Özalp, 2008: 303)
Merağı gızmak: Sinirlenmek. (Elife Akkurt)
Merdivenin başında olmak: Yeni evli kızlar hayatın başında olmak, işe daha yeni
başlamak. (Özturan, 2014: 203)
Merkezini aldırmak: Tavını bulmak, iyice ilerlemek, son haddine varmak,
ihtiyaca tam yetmek. Yerini aldırmak, gerekeni gerektiği gibi yapmak, noksansız, tanı
yapmak. (Özalp, 2008: 303)
Mermerde yayılmak: Çok zayıflamak. (Çınkır, 2016: 780)
Mertek gibi: Uzun boylu. (Özturan, 2014: 204)
Mesbu olmak: İtibar edilmek, muteber olmak, sözü geçerli olmak, sorumlu
olmak. (Özalp, 2008: 303)
Meseleme getirmek: Misal vermek. Örnek: Meseleme getirecek olursak senin
işin sonu yaş. (Caferoğlu, 1995: 160; Çınkır, 2016: 781)
Meslek değil kimya: Çok para kazandıran meslek. (Özturan, 2014: 204)
Mesten mesten etmek: Yumuşak yumuşak dokunarak sevmek. (Özturan, 2014:
204)
Mevlit Hacı namazı gılmak: Yavaş hareket etmek. Hikâyesi: Mevlit Hacı isimli
bir adam bir gün Hüsne isminde bir kız kaçırır. Kız gönüllüdür, fakat ailesi
istememektedir. Hüsne’nin ağabeyleri olayı duyar duymaz, Mevlit Hacı’yı dövmeye
gelirler. “Mevlit Hacı nerde?” diye evdekilere sorarlar. Evdekiler: “Namaz kılıyor”
derler. Bunu duyan Mevlit Hacı dayak yememek için namazı uzattıkça uzatır. Fakat
dayak yemekten kurtulamaz. Bu olaydan sonra birisi namazı fazla uzatsa: “Mevlit Hacı
namazı mı gıldın?” denilir. (Polat, 2016: 85)
Mevsiminde para etmek: Bir ürünü mevsiminde satıp para kazanmak. (Özturan,
2014: 204)
Mevsimlik deli: Deliliği belli mevsim gelir, sona geçer. (Özturan, 2014: 204)
Meyil aldırmak: Gönlü kaptırmak, birine âşık olmak. Örnek: Adam bir güzele
meyil aldırırsa böyle kendinden geçip peril peril bakar durur. (Bilgin, 2006: 243)
Meyil vermek: Gönül vermek. Örnek. Her olur olmaza meyil vermez. (Atalay,
2008: 161)
Mezar altından işemek: Rahatsızlık veren bir söz söylemek, ama kendini belli
etmemek, açık olmamak. Karnından konuşmak, içten pazarlıklı olmak. (Çınkır, 2016:
786; Özturan, 2014: 204; Şen, 2006: 108)
Mezarımdan daş çalma da şefaatine ihtiyacım yok: Bana zarar verme yeter,
senden menfaat beklemiyorum. (Özturan, 2014: 204)
Mezarına dut dikmek: Birine gıcık olmak. (Polat, 2016: 69; Temiz, 2005: 100)
Mezhebi geniş olmak: Namus konusunda dikkatli olmamak. (Okumuş, 2006:
168)
Mıdığını mıttırmak: Küsmek. (Çınkır, 2016: 786)
Mıh yülümek: Fırsat vermeyecek şekilde başında beklemek. (Özturan, 2014:
204)
Mıheyt (mukayyet) olmak: Sahip olmak, mukayyet olmak. (Aksu, 2013: 262;
Dalkıran, 2005: 56; Kaya-Kozan, 2003: 118)
Mık gırığı: Çok cimri, kimseye bir şey vermeyen. (Dalkıran, 2005: 56; Özturan,
2014: 204)
Mık gibi: Sağlam. (Özalp, 2008: 304; Özturan, 2014: 204)
Mıklı barut: İş yapmaya istekli. (Özturan, 2014: 204)
202
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Neçe neçe sonra: Çok zaman sonra, nice zaman geçtikten sonra. (Özalp, 2008:
308)
Nefesi tummak: Bebekler, ağlamanın şiddetinden nefes alamaz olmak. Örnek:
Furkan’ın bir ağıda başladığında nefesi tumardı. (Bilgin, 2006: 251)
Nefesine gavi olmak: Nefesi kerametli olmak. Örnek: Gidelim de muska
yazdıralım, onun nefesine kavi diyorlar. (Bilgin, 2007: 184)
Nefsi sinmek: Arzusu içinde kalmak. (Özturan, 2014: 209)
Nefsinden aşağısı olmamak: Kimseyi küçük görmemek. (Özturan, 2014: 209;
Şen, 2006: 109)
Nefsine camış: Nefsine düşkün, aç gözlü, gözü doymayan. (Özalp, 2008: 308)
Nefsine çalmak: Nefsine uymak. (Özalp, 2008: 308)
Nem cüm etmek: Tereddütlü konuşmak, açık açık söylememek. Lafı eveleyip
gevelemek, doğru dürüst cevap vermemek. Açık konuşmamak. Bilmezlikten gelmek.
(Özalp, 2008: 308)
Nen çalmak: Ninni söylemek. (Çınkır, 2016: 817; Erşahin, 2011a: 75)
Nenni diyom olmuyor, hopuş diyom olmuyor, [doluya goysam almıyor boşa
goysam dolmuyor]: 1. Ne yapsam yerini bulmuyor. Ne yapsam yaranamıyorum, takdir
edilmiyorum. Kıymetim bilinmiyor. 2. Ne yapsam ne etsem yola gelmiyor, bir türlü
olmuyor. (Özalp, 2008: 308; Özturan, 2014: 209)
Nenni nenni değirmen daşı gibi avrat: Etli canlı, geniş vücutlu kadın. (Özalp,
2008: 308)
Nerdeyse altına yatmak: Çok alttan almak, çok yağcılık yapmak. (Özturan, 2014:
209)
Neresine yiyor bellisiz olmak: Yemek, ama karnı doymamak, kilo almamak.
(Özturan, 2014: 209)
Neslini gurutmak: Soyunu tüketmek. (Kozan, 2007: 219; Okumuş, 2006: 168)
Nevri dönmek: Rengi değişmek. (Şen, 2006: 109)
Neyin nesi?: Kimlerdenmiş? (Erşahin, 2011a: 75)
Nırgı kesilmek: Kökü kurumak, nesli tükenmek. (Aksu, 2013: 263)
Nikah dakmak: Nikah yapmak, evlenmek. (Özalp, 2008: 308)
Nimet zarınç olmak: Sofrada yemeği bekletmek, yemek üzülmek. (Özturan,
2014: 206)
Nizah çalmak: Haksız olduğu halde hak iddia etmek ve bunu devam ettirmek.
(Özalp, 2008: 309)
Nizanım gelmek: Kesin olarak bilmediğini söylemek, inkar etmek, bilmiyormuş
gibi davranmak. (Özalp, 2008: 308)
Noksanlık yapmak: Yanlış iş, yakışmayan iş yapmak. (Özturan, 2014: 210)
Nucik gibi: İnsanların zayıflık, hastalık, ihtiyarlık sebebiyle küçücük kalması
hali. (Özalp, 2008: 309)
Nuh deyip peygamber dememek: Düşüncelerinde direnmek. (Erşahin, 2011a:
75)
Nuh nebiden galma olmak: Çok eski olmak. (Özturan, 2014: 210)
Numarasını yutmak: Aldatmasına kanmak. (Özturan, 2014: 210)
Nutku uçmak/dutulmak: Şaşırıp kalmak, hayretler içinde kalmak. (Dalkıran,
2005: 56; Şirikçi, 2006: 10)
Nüfus kahadi eskimek: Yaşlanmak, ölümü yakın olmak. (Özturan, 2014: 211)
O ayağını galdırık bu basık: Birbirinin aynısı. (Özturan, 2014: 211)
O b..un sineği olmamak: O işi yapacak kapasitede olmamak. (Özturan, 2014:
211)
O değilden ağız aramak/yoklamak: Çaktırmadan ağız aramak. (Çınkır, 2016:
826; Özalp, 2008: 310)
O değilden bakmak: Hiçbir şeyden habersizcesine bakmak. (Çınkır, 2016: 826)
O değilden sormak: Bilmezden gelerek sorular sormak. (Çınkır, 2016: 826)
O dilleri kendisinden istemek: Şimdi konuştuğu lafları daha sonra hatırlatmak.
(Özturan, 2014: 78)
205
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
206
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Oful oful ofulamak: Derin bir üzüntü içinde olmak. (Gözükara-Özalp, 2011b:
80)
Oğlan delisi olmak: Oğlan çocuğuna çok düşkün olmak. (Özturan, 2014: 211)
Oğlan evermedi, gız gelin etmedi: Hayatın başında. (Özturan, 2014: 211)
Oğlan içinde gız eşşek: Uygunsuzluk. (Bilgin, 2007b: 221)
Oğlan mısın, gız mısın?: Getirdiğin haberler iyi mi, kötü mü? (Özturan, 2014:
211)
Oğlanlık dutmak: Havale gelmek, epilepsi olmak, nöbet geçirmek. (Özturan,
2014: 211)
Oğlu gibi evermek, gızı gibi gelin etmek: Çocuk kendisinin olmak, ama
başkasınınmış gibi muamele etmek. (Özturan, 2014: 212)
Oğlumun ç..ü gibi: Beni hiç ilgilendirmez. (Özturan, 2014: 212)
Oğlunu öldürüp ocağına düşmek: Birine muhtaç olmak. (Çınkır, 2016: 829;
Özalp, 2008: 311)
Oğlunun ç..ünün o yanına da bu yanına da: Umurumda bile olmaz. Umurumda
değil. (Özturan, 2014: 212)
Oğşal oğşal yürümek: Şişman insan, kalçasını oynata oynata yürümek. (Çınkır,
2016: 830)
Oğul balı: Oğlun oğlan evladı. Oğlandan türeyen nesil. (Özturan, 2014: 211)
Oğul vermek: Arılar türemek. (Ahmet Yenikale)
Ohum derken b..um demek: Ne söylediğini bilememek. İyi, faydalı sözler
söyleyeyim, nasihatler edeyim derken hep tersini söylemek. Kötü, çirkin, zarar verici
sözler söylemek. Kaş yapayım derken göz çıkarmak. (Özalp, 2008: 311)
Okkası çamdan: Düzeysiz, ağırbaşlı olmayan kimse. (Çınkır, 2016: 831)
Oklava yutmak/yutmuş gibi yürümek: Dimdik yürümek. (Deniz, 2015: 76;
Özturan, 2014: 213)
Oklavadan eli sacaya varmamak: İşi çok yoğun olmak, fırsat bulamamak.
(Çınkır, 2016: 831)
Okrası/ofrası/ufrası gızmak: Canlanmak, ısınmak, konsantre olmak. (Çınkır,
2016: 831; Kaya-Kozan, 2003: 122; Şen, 2006: 109)
Okumadan hoca, yazmadan katip olmak: Okuryazar gözükmek, ama cahil
olmak. (Özturan, 2014: 212)
Okuntu gelmek: Düğün için davetiye gelmek. (Erşahin, 2011a: 76)
Okuntu oğlağı gibi: Malın kötüsü. Örnek: Ne bu böyle okuntu oğlağı gibi, bula
bula koskoca pazarda bunu mu buldun? (Çınkır, 2016: 832; Özturan, 2014: 213)
Okuntusunu ayrı istemek: Kendini ağırdan satmak, değerli biri olduğunu
hissettirmek. (Çınkır, 2016: 832)
Okuyup da gırmızı gayışlı davul mu çalacaksın?: Fazla okumana gerek yok.
(Alparslan-Özturan, 2010: 57)
Okuyup da kör itin gözünü açmak: Okuyup da olmazı oldurmak istemek.
(Özturan, 2014: 212)
Okuyup da müderris (profesör) mi olacaksın?: Fazla okumana gerek yok.
(Alparslan-Özturan, 2010: 57)
Okuyup yükselmek: Okuyup ilmini, mevkiini yükseltmek. (Özturan, 2014: 212)
Okuyup/o…up obaya gelmek, sonradan tövbeye gelmek: Suç işleyen, kötülük
yapan ve bu yüzden memleketini terk eden biri kötülükten vazgeçip tövbe etmek,
memleketine dönmek. (Çınkır, 2016: 832; Özturan, 2009a: 222; Özalp, 2008: 312-313;
Özturan, 2014: 212)
Olanca aklını derdine salmak: Derdinden başka hiçbir şey düşünmemek, her
şeyden elini eteğini çekmek. Örnek: Sabahtan akşama kadar olanca aklını derdine salık,
culluk gibi düşünüp duruyor. (Bilgin, 2006: 256; Çınkır, 2016: 833; Yalman, 1977: 530)
Oldu olacak, gırıldı nacak: Madem bu kadar oldu, zarar da görsek varsın biraz
daha olsun. (Özturan, 2014: 213)
Oldum olası: Kendimi bildim bileli. (DS, 2009: 4614)
Omacını çıkartmak: Ezmek, avuçlamak, deforme etmek. (Çınkır, 2016: 834)
Omaç gibi etmek: Karıştırmak, birbirine karıştırmak, katmak, ezmek. (Özalp,
2008: 311)
207
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Oması pırtmak: Zor yürümek, yaşlı veya rahatsız olmak. Alay etmek için
kullanılır. (Çınkır, 2016: 834; Özturan, 2014: 213)
Omuzu galabalık: Rütbeli asker. (Özturan, 2014: 213)
On doğurmuş Osman anası: Çok sayıda oğlan doğurmuş, kendini naza çeken
kadın. (Özturan, 2014: 214)
On parmağından emmek: Birinden çok fayda görmek, birinin birisi üzerine çok
emeği olmak. (Özalp, 2008: 311)
Ona gelene gadar günün şafağı atmak: İstediği işi ona vermemek. (Çınkır, 2016:
904)
Ondan aşağısı bel soğukluğu: O çok adi adam. Ondan daha adisi zührevi
hastalık. (Özturan, 2014: 214)
Ondan geri galır yeri olmamak: Ondan arkada, geride kalır tarafı olmamak.
Onun gibi, hatta daha fazla olmak. (Özturan, 2014: 214)
Ondan golay ne var: O iş zahmetsizce yapılır. (Erşahin, 2011a: 76)
Ondan gorkacağına garnının gürültüsünden gorkmak: Ondan çekinmemek,
korkmamak. Karnının gürültüsü bile ondan daha çok korkutucu olmak. (Özturan, 2014:
230)
Onu bulana gadar yedi havan dibi delmek: Çocuk sahibi oluncaya kadar çok
zorluk çelmek. (Özturan, 2014: 73)
Onulmaz derde düşmek: Çaresi, devası olmayan hastalığa yakalanmak. (Bilgin,
2007a: 177)
Onun için ağlayan göze yazık olmak: Onun için üzülmeye değmemek. (Özturan,
2014: 65)
Onun işi, dağların gışı: Sorumsuz ve savruk kimse. (Çınkır, 2016: 836; Özturan,
2014: 214; Adem Pırnaz)
Onun sözü, itin o…uğu: Onun sözünü dikkate almaya değmez. (Özturan, 2014:
214)
Onunla altın bulsam bölüşmem: Çok güzel işlerde bile onunla birlikte olmam.
(Şen, 2006: 109)
Ora senin, bura benim: Durmadan gezmek. (Erşahin, 2011a: 76)
Oralı olmamak: Konuşulanlara tepki vermemek, duymazlık etmek. Örnek: Ben
evli barklı adamım desem de hiç oralı olmuyorlardı. (Bilgin, 2007c: 67)
Oraya bakarken buraya bakarken: Sağa sola bakarken. (Erşahin, 2011a: 76)
Oraya gadar okumamak: O konuları bilmemek. (Özturan, 2014: 214)
Orayı burayı gurdalamak: 1. Her tarafı kurcalamak, karıştırmak. 2. Laf, ağız
aramak. Çeşitli konularda sır veya bilgi koparmak için insanları soruşturmak. (Özalp,
2008: 312)
Orta güz: Ekim ayı. (Özalp, 2008: 312)
Ortalığı batırmak: Her yeri berbat etmek. (Bilgin, 2007a: 111)
Ortalığı cingan şovrası gibi gaynatmak: Ortalığı karmakarışık etmek. (Özturan,
2014: 214)
Ortalığı Kel Ali'nin bağına döndermek: Ortalığı karıştırmak, tahrip etmek.
(Çınkır, 2016: 838; Özturan, 2014: 214)
Ortalık birbirine girmek: Ortalık karmakarışık olmak. (Erşahin, 2011a: 76)
Ortalık nohut sapı olmak: Bir yer dağınık olmak. Bir olayın nereden gelip nereye
gideceği bilinmemek. (Çınkır, 2016: 838; Özturan, 2014: 214)
Ortalık toz dumana garışmak: Kavga, kargaşa çıkmak. (Erşahin, 2011a: 76)
Oruç ağız: Oruçlu oruçlu. (Özalp, 2008: 312)
Oruç duttuğuyla bayram etmemek: Arkadaşlığı kalıcı olmamak. Kimseyle
geçinememek. (Arslan, 2011: 347; Özturan, 2014: 215; Şen, 2006: 109)
Osman Konak huylu olmak: Soğukkanlı davranmak. Hikâyesi: Şair Osman
Konak ile şair Cuma Şahin, atışma halinde iken bir anda dinleyiciler arasında “yangın
vaaarrr” nidası yükselir, herkes atışmayı bırakıp yangın yerine gider. Hint horozlarının
kavgası misali atışma halindeki Osman Konak ile Cuma Şahin, bir de bakarlar ki
kahvehanede kimde kalmamış. İster istemez atışmaya son verip yangın mahalline
hareket ederler. Yangın mahalline vardıklarında, bir de ne görsünler yanan ev, Şair
Osman Konak'ın evi. İtfaiye ekipleri olanca gücü ile yangını söndürmeye çalışmaktadır.
208
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Herkes “Şairimize yazık oldu. Bütün emeği boşa gitti. Kocaman eviyle birlikte ev
eşyalarının da bir kısmı yandı, ah! vah!..” deyip üzüntüsünü dile getirirlerken birçokları
da yangınzede Osman Konak'a, “Geçmiş olsun, cana gelen mala gelir.” temennisinde
bulunur. Teselli etmek için kalabalığı yara yara yanına yaklaşıp yüz yüze geldikleri
Osman Konak sanki hiçbir şey olmamış gibi soğukkanlılıkla sinema filmi izliyor, hatta
ara ara da çehresinden tebessüm eksik olmuyor. “Şaşılacak bir durum.” denebilir. Fakat
bu kişinin bir özelliği var, o da ne denecek elbette. Arz edelim; Osman Konak, hoşuna
gideni heybenin ön gözüne, hoşuna gitmeyeni de arka gözüne atanlardan. Bu his ve
duygudaki insanların çok yaşadığı kanısı hakimdir bu toplumda. Osman Konak da o his
ve duyguyu taşıyanlardan. O duygunun sahibi olduğu için telaşa kapılmamakta,
şüphesiz ki bu açılan ekonomik yarayı nasıl saracağının hesabını yapmakta, bu hayali
kurarken de tebessüm etmektedir. Bu tuhaflık karşısında, Afşin'in tanınmış ailelerinden
yakın komşusu ve yakın dostu olan Kurracı Ahmet, öfke ve şaşkınlıkla: “Ne gülüyorsun
ulan? Sersem herif, yanan ev senin evindir. Bizim içimiz kan ağlarken sen yılışıyor,
tebessüm ediyorsun?” demesi karşısında; “Ölü dirilir mi komşu? Olan olmuş.
İtfaiyeciler de sağ olsunlar bütün güçleriyle yangını söndürmeye çalışmaktadırlar. Can
sağ olsun. Çok şükür can kaybımız yok. Bu evi veren de Allah, alan da Allah!.. İçime
atıp da kriz geçirsem, bayılıp düşsem, stresten kendimi kaybetsem daha mı iyi olacak?
Her şeyin başı sağlıktır. İnşallah yeniden bu evi yapar, içine girer, bu sıkıntıyı bir gün
unuturuz.” diye cevap verir. Olay, o günden beri bir “darbımesel” haline gelmiş olup
herhangi bir dramatik olay karşısında soğukkanlı davrananlara, “Osman Konak huylu
adam” denilir. (Göçer, 2004: 86-87)
Osmanlı döküntüsü: Osmanlı askerlerinin savaşta yenilerek parça parça geriye
dönüşünü veya ölmeden geriye dönenlerin perişan hali. Sınırların dışında kalanların,
muhacirlerin perişanlık ve derbederlikle memleketimize gelişlerini de anlatır. (Özalp,
2008: 313)
Ot atıp bıyık gıvıriik: Maraşlı birine “ne yapıyorsun?” diye sorulduğunda bu
kalıp sözle karşılık verilir. (Kapanoğlu, 2009: 88)
Ot atmak: Tütün ve meşe külü karışımını emmek. (DS, 2009: 4618)
Ot yoldurmak: Çok fazla sıkıştırarak iş yaptırmak. (Özturan, 2014: 215)
Otlu köstekli: Yerli yerinde, en güzel, en iyi şekilde. (Özalp, 2008: 311)
Otura otura g.. büyütmek: Fazla hareket etmemekten, çalışmamaktan kalçaları
büyümek. (Özturan, 2014: 215)
Oturağında çıban çıkmak: Düzgün oturmamak. Örnek: Oturağında çıban mı
çıktı? (Özalp, 2008: 313)
Oynadı güldü, yerini buldu: İşi rast gitmek. Kısmeti yolunda olmak, olmazsa da
gelmek. (Özturan, 2009a: 222)
Oyuncak etmek: 1. Bir şeyi oyun haline getirmek. 2. İnsanlarla alay etmek, dalga
geçmek. 3. İnsanları kendi emellerine alet etmek, onlara her istediğini yaptırtmak.
(Özalp, 2008: 313)
Ozok’ta, Bozok’ta böylesini görmemek: Emsalsiz kötü huylu olmak. (Özturan,
2014: 216)
Ödü yarılmak/yırtılmak/patlamak: Ansızın çok korkmak. Örnek: Aslan
öğürtüsünden ödün yırtılır. (Atalay, 2008: 141; DS, 2009: 3314; Gökçebey, 1999: 84;
Sarıyıldız, 2012: 203)
Öğlenin çataçat sıcağında: Öğle vaktinin aşırı sıcağında. (Özturan, 2014: 220)
Öğüdü özünde, parmağı gözünde: Kendi başına buyruk, kimseden fikir almaz,
kemiğini kemirtmez. (Özturan, 2014: 216)
Öğür olmak: Bir şeyin müptelası olmak. O olmadan yaşayamamak. (Polat, 2016:
70)
Öksüz galmak: Annesiz kalmak, annesi ölmek. (Uzun vd., 2012a: 260)
Öküz olmadan göpe s..mak: Yaşının üstünde davranışlarda bulunmak. (Arslan,
2011: 347; Gökçe, 2014: 278)
Öküz öldü, gağnı sındı: Öküz öldü, kağnı kırıldı, ortalık bozuldu. (Özturan,
2014: 217)
Öküze ho, g..üne ko: Öküze öküz. Öküzlüğün ötesine geçemez. Kafası çalışmaz.
Aptal. (Özturan, 2014: 217)
209
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Öküzü sabanı satmak, şora bir yalan gatmak: Abartarak söze yalan katarak
konuşmak. (Horasan, 1992: 208; KATEDEG, 2012: 80; Şen, 2006: 109)
Öküzün altında buzağı aramak: Akla uymayan bahane be sebeplerle suç ve suçlu
bulmaya çalışmak. (Şen, 2006: 109)
Ölçüp dökmek: Uzun uzun düşünmek, plan yapmak. (Özalp, 2008: 314)
Öldü geddi ...: Cümle başına gelip “ölene dek, son anına kadar" anlamı katar.
Örnek: Öldü gitti inadından vazgeçmedi. (Özalp, 2008: 314)
Öldüğünden değil, goz ağacından tabut istiyor: İş yapmayı hiç düşünmediğinden
iş yapmak için çok üst düzey malzemeler istiyor. (Özturan, 2014: 217; Şen, 2006: 109)
Öldürseler ganı akmaz: Çok zayıf. (Şen, 2006: 109)
Ölenin ağıtçısı, galanın öğütçüsü olmak: Duruma göre vaziyet almak. (Özturan,
2014: 217)
Ölgün bişirmek: İyice pişirmek, yumuşacık pişirmek. (Özalp, 2008: 314)
Ölme eşşeğim ölme, [yaz gelince çayır çimen bol olur]: Geleceğe yönelik
vaatlerde bulunmak. (Gökçebey, 1999: 82; Özalp, 2008: 314)
Ölmeye eli değmemek: İş çok olmak, yorgun olmak. (Çınkır, 2016: 845; Özalp,
2008: 314)
Ölmüş olup ağlayanı olmamak: İşi çok kötüye gitmek, ama farkına varıp ah vah
eden olmamak. (Özturan, 2014: 217)
Ölü bey: Çevresine zararı olmayan, parasız bey. (Çınkır, 2016: 846)
Ölü canına değmemek: Ona yapılan iyilik Allah indinde makbule geçmemek.
Öylelerine yapılan iyilik geçmişlerine rahmet olmamak. (Özturan, 2014: 218)
Ölü fiyatına: Yok pahasına. (Çınkır, 2016: 846)
Ölü g..ü parmaklamak: Ölü yıkamak, gassallık yapmak. (Özalp, 2008: 314)
Ölü yemez olmak: Bir yemek çok lezzetli olmak. (Çınkır, 2016: 846)
Ölümden öte yol olmamak: Davasından, uğraşından asla vazgeçmemek.
(Özturan, 2014: 218)
Ölümlük dirimlik: Yaşlılıkta kullanılmak üzere saklanan para. (Özturan, 2014:
218)
Ölümü gösterip ısıtmie mum etmek: Çok zararı gösterip az zarara razı etmek.
(Özturan, 2014: 218)
Ölümün gözünü sevmek: Başındaki hal ölünden daha kötü olmak. (Özturan,
2014: 218)
Ölüne ağlatmaz, dirine söyletmez: Çıkardığı gürültü ile insana rahat vermeyen
evcil hayvanlar için söylenir. Aksi insanlar için de kullanılır. (Çınkır, 2016: 846)
Ölünün çamaşırı gibi ağzı aşşağı sermek: Bir işi ters yapmak. (Sultan Pırnaz)
Ölünün g..üne ösa sokar gibi: Kabalık. (Özturan, 2014: 218)
Ölüp gitse de baygınlık vermemek: Ne kadar zor durumda olsa da bozuntuya
vermemek. (Özturan, 2014: 218)
Ölüp gitse de guyruğu dik gitmek: En kötü duruma düşse de kimsenin yardımını
istememek. (Çınkır, 2016: 846; Özturan, 2014: 219)
Ölüsü de dirisi de beş guruş etmemek: Değersiz olmak. (Özturan, 2014: 219)
Ölüsü ölmüşe benzememek: Cenazesi varmış gibi durmamak, gülerek
konuşmak. (Özturan, 2014: 219)
Ölüyü güldürür olmak: Çok komik olmak. (Özturan, 2014: 217)
Ömrünü özünü yemek: Birine rahatsızlık vermek. Birinin başının etini yemek.
Örnek: Geberesice, benim ömrümü özümü yedi. (Bilgin, 2007c: 105)
Ömrünü tüketmek: Birine akla hayale gelmedik rahatsızlık vermek. (Çınkır,
2016: 846)
Ömrünü vermek: Yıllarını feda etmek. (Gökçebey, 1999: 84)
Ömür çürütmek: Uzun zaman emek vermiş olmak. (Kozan, 2007: 219; Körük,
2005: 34; Okumuş, 2006: 168)
Ömür düşmanı/törpüsü: Hayatı zora sokan, hayatı yaşanmaz hale getiren.
(Gökçebey, 1999: 84; Özturan, 2014: 219)
Ön safta namaz gılmak: Ön safta namaz kılmak, ama dine pek de uymayan
hareketleri olmak. (Özturan, 2014: 220)
210
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
212
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
213
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Parmakla gösterilmek: Çok öne çıkmak. İdeal insan, örnek gösterilir olmak.
(Karalar, 1998: 62; Özturan, 2014: 56; Faruk Zülkadiroğlu)
Partı yarılmak: Karnı yırtılmak, karnı deşilmek. Örnek: Şu huysuz öküzü
keselim, geçen sene sarı inekle buzağısının partını yardıydı. (Bilgin, 2006: 267; Özalp,
2008: 318)
Partutuş/pırnı tutuş olmak/olmamak: Gelen veya gelecek olan bir zarardan,
tehlikeden korunmak için çok acele harekete geçmek. Heyecana kapılmak,
kaygılanmak, tasalanmak. (Çınkır, 2016: 874; DS, 2009: 3405; Kılıç, 2008: 174; Özalp,
2008: 318; Özturan, 2014: 222; Sultan Pırnaz)
Pasaportunu eline vermek: Kovmak. (Özturan, 2014: 222)
Paşa mayası gibi: Etine dolgun. (Özturan, 2014: 222)
Patetis elemek: Lüzumsuz konuşmak. Örnek: İşi yok akşama kadar car car
patetis eliyor. (Çınkır, 2016: 865)
Patır kütür gonuşmak: Patavatsız konuşmak. (Özturan, 2014: 222)
Patırdı çıkarmak: Gürültü çıkarmak. (Özturan, 2014: 223)
Patıspanya gibi: Düzgün etli. (Özturan, 2014: 223)
Payas'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak: Hazır iş güç varken ve
yeterince kazanılıp ihtiyaç karşılanırken beğenmeyip yeni bir iş peşine düşmek ve bu
yeni işi elde edemeyip veya başaramayıp öbür işi de kaybetmek. (Özalp, 2008: 318)
Pazara batman mı ulaştıracaksın?: Acele etmenin ne gereği var? (Özturan, 2014:
62)
Pel pel bakmak: Baygın baygın, masum masum bakmak. (Gökçebey, 1999: 84)
Pendir ekmek, aba köynek: Dünyamız yerinde değil. Yediğimiz peynir ekmek,
giydiğimiz aba köynek. (Özturan, 2009a: 246; Özturan, 2014: 208; Şirikçi, 2006: 171)
Penes gibi düşmek: Değeri, itibarı düşmek. (Özalp, 2008: 318)
Per per bakmak: Gözü açarak, avanak avanak, avanakça bakmak. Hiçbir şey
yapmadan, hiçbir şeye karışmadan durup öylece bakmak, bakakalmak. (Özalp, 2008:
318)
Peram peram olmak: Darmadağın, parça parça olmak. Örnek: Çok kalabalık bir
kabileydiler. Gıran girmiş gibi peram peram olup dağıldılar. (Bilgin, 2006: 268; Özalp,
2008: 318)
Perpi tanesi gibi gözünden yaş dökülmek: Çok fazla ağlamak. Gözünden yaş
damla damla akmak. (Özturan, 2014: 223; Şen, 2006: 110)
Pers/perse olmak: 1. Yüzükoyun düşerek yüzü gözü berelenmek, ezilmek. 2.
Paylanan kimse terslenmek, dikleşmek. Örnek: İtin dölünü kovalayım derken ayağım
ayağıma dolaştı pers olup ağzımı burnumu kanattım. (Bilgin, 2006: 268; DS, 2009:
3434)
Persengi bozulmak: Zarar görmüş olmak. Rengi, görüntüsü bozulmak. İnsan,
hayvan, bitki, ölü için rengini, durumunu kaybetmek. Performansını, canlılığını
yitirmek. (Özalp, 2008: 318)
Persi çıkmak: İçi dışına çıkmak, ters yüz olmak. Örnek: Minbarı yemez olaydım,
kusa kusa kursağımın persi çıktı. (Bilgin, 2006: 268)
Pervaz açmak: Kanat açmak, kanatlanıp uçmak, göçmek. Örnek: Leylekler
göçmeyi kararlaştırıp pervaz açmışlar. (Bilgin, 2006: 268; Özalp, 2008: 318)
Pıhadan gülmek: Aniden gülmek. (Şen, 2006: 110)
Pılısını pırtısını toplamak: Eşyalarını toplamak. (Özturan, 2014: 223)
Pıllık pıllık ağlamak: Gözlerinden yaşlar dökerek ağlamak. Örnek: Pıllık pıllık
ağladım da derdin nedir diye soran olmadı. (Çınkır, 2016: 874)
Pırnı pırnı olmak: Bir gurubun içerisinde kısa sürede gözden kaybolmak. (Elife
Akkurt)
Pıtı sınmak: Ümidi kesilmek, ümitsizliğe düşmek. Manen çökmek, maneviyatı
bozulmak. İsteğini, gücünü kaybetmek. (Özalp, 2008: 319)
Pıtık pıtık olmak: Tavlanmak, etli canlı olmak. (Özalp, 2008: 319)
Pilava gaşık sokmak: Evlenme isteğini belirtmek. (Ertekin, 1997: 87)
Pinçik pinçik eylemek: Küçük küçük parçalamak. (Aksu, 2013: 264)
214
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
217
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
gitmeye hak kazanır. Köyde herkes Ahmet’i kınamıştır, kız çocuğu okur mu diye.
Babası “Salmam seni, elalem ne der.” dese de kızını ikna edememiş. Aynı köyden
İstanbul’u kazanan bir erkek çocuğunu da köylüsü Ahmet götürür İstanbul’a. Bir gün
okulda öğrenciler birbiriyle tanışırlarken kızla Mustafa Afşinliyiz demiş. Mustafa daha
sonra, “Bizim orda herkes sülalesinin ismiyle tanınır, bilinir. Beni Demiler’in
Süleyman’ın oğlu diye bilirler.” demiş. Bu kez kıza sormuşlar, “Sen ne diye bilinirsin.”
diye. Kız, “Kör Püsükler’denim” demeye utanmış olmalı ki bize de “Âma Kediler”
derler demiş. Bu söz üzerine Mustafa: “Bacım Afşin’deki Kör Püsükler buraya gelince
Ama Kediler mi oldu?” demiş. Bu olaydan sonra yerinden yurdundan utananlara Afşin
dolaylarında “Sende mi Kör Püsüklerdensin?” demeye başlanmıştır. (Polat, 2016: 75-
76)
Sen eşşek olursan semer vuran çok olur: Akıllı davranmazsan senin üzerinden iş
yapan çok olur. (Şen, 2006: 110)
Sen misin bunu diyen: Tepkilere sebep olmak. Bunu deyince kıyamet koptu.
(Özturan, 2014: 230)
Sen yaşarsın bensiz, ben de yaşarım sensiz: Birbirimize muhtaç değiliz. (Arslan,
2011: 357)
Senin başını gıçından ağır getirim ha!: Seni tepen üstüne diker, döverim ha.
(Özturan, 2014: 231)
Senin malın benim malım, benim malım yine benim malım: Senin malın da
benim, benim malım da. (Faruk Zülkadiroğlu)
Seninki gafa da bizimki dut küleği mi?: Sen kafanın çalıştığını söylüyorsun da
bizim kafamız çalışmıyor mu? (Özturan, 2014: 230)
Seninki para da bizimki o.…. pulu mu?: Senin paran kıymetli de bizim paramız
kıymetsiz mi? (Özturan, 2014: 230)
Sepet havası çalmak: Gelişigüzel bir şey çalmak, baştan savmak, sepetlemek.
(Özturan, 2014: 231)
Sepet örene çöp/çubuk vermek: Kavga etmeye yatkın insana kavgaya sebep
olacak kozlar vermek, fitneci olmak. (Okumuş, 2006: 168; Özturan, 2014: 231; Elife
Akkurt)
Ser verip sır vermemek: Ağzı pek olmak. (Kozan, 2007: 219)
Sersem semerci gibi olmak: Bir iş yaparken uyuşuk olmak. (Elife Akkurt)
Ses semit olmamak: Çıt ses çıkmamak. (Erşahin, 2011a: 76)
Ses vermek: Ses çıkarmak, konuşmaya başlamak. (Okumuş, 2006: 168)
Sesi berk gitmek: Bağırarak konuşmak. (Özturan, 2014: 231)
Sesinden zar gelmek: Yüksek sesle konuşmak. (Erşahin, 2011a: 76)
Sesine gulak vermek: Konuşulanı dinlemek. (Okumuş, 2006: 168)
Sesini kesmek: Susturmak. (Okumuş, 2006: 168)
Sıcak geçmek: Güneş çarpmak. (Çınkır, 2016: 928)
Sıcaktan ağzı ayrılmak: Aşırı sıcaktan hareketsiz kalmak. (Özturan, 2014: 232)
Sıçan olup çuval delmek: Güçlenmek, birine zarar vermek. (Özturan, 2014: 232)
Sıçanı (fareyi) çuvalın gulpuna bağlamak: Hırsıza mal güvenmek. (Çınkır, 2016:
933)
Sıdkı sıyrılmak: Umudunu kesmek, o işten fayda gelmeyeceğine inanmak.
(Çınkır, 2016: 928; Kaya-Kozan, 2003: 134)
Sıgmacı çıkmak: 1. Sırılsıklam ıslanmak. 2. Utanmaktan, sıkılmaktan maddi
manevi yorgunluk duymak. (Özalp, 2008: 325)
Sığırları gıvratmak: Sığırları derleyip toparlayıp önüne katmak. (Gökçe, 2014:
167)
Sıkboğaz etmek: Sıkıştırmak. (Özturan, 2014: 232)
Sıklat çökmek/basmak: Hava bunaltıcı olmaya başlamak ya da olmak. (Çınkır,
2016: 930; Özalp, 2008: 325)
Sıngını doğrultamamak: Zararı, ziyanı tam olarak karşılayamamak, kaybedilen
şeyi kazanıp yerine koyamamak. Hastalıktan kalan izleri, etkileri silememek. Nekahat
dönemini tam olarak atlatamamak, tamamen iyileşememek. (Özalp, 2008: 326)
Sıpa cırıdına binmek: Sıpalar gibi koşup oynamaya çıkmak, oynamak. Sıpalar
gibi kıç atarak koşmak. (Özalp, 2008: 330)
219
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Söyleye söyleye ağzı dili gurumak: Bir şeyi tekrar ede ede usanmak. (Gökçe,
2014: 260)
Söz alıp söz vermek: Sözleşmek, anlaşmak. (Kılıç, 2008: 96)
Söz daşa işlemek, ona işlememek: O kadar söylediği halde söz ona kar etmemek.
(Özturan, 2014: 237)
Söz dinletmek: Akıllı olmak. Örnek: Büyüklere söz dinletir. (Uzun vd., 2012c:
100)
Söz dutmamaya yemin etmek: Asla söz dinlememek, bildiğinde inat etmek.
(Özturan, 2014: 236)
Söz gatmak: Laf söylemek. Örnek: Ali Kahya’nın gızı söz gatıyor. (Uzun vd.,
2012b: 125)
Söz kesmek: Evlenmek için ilk adımı atmak. (Arslan, 2011: 81)
Söz/sözü ayağa düşmek/düşürmek: Sayılmamak, sözü dinlenmemek. (Çınkır,
2016: 956; Okumuş, 2006: 169; Yalman, 1977: 533; Zülkadiroğlu, 1964: 72)
Söze ganmamak: Kandırılmamak. Örnek: Âşık Hüseyin söze ganmaz. (Uzun
vd., 2012a: 172)
Söze yatmak: Verdiği sözü yerine getirmemek. (Gözükara-Özalp, 2011a: 318)
Sözü ağır olmak: Sözü insana ağır gelmek, konuşması incitici olmak. (Özalp,
2008: 329)
Sözü b..una direk olmamak: Sözünde durmamak. (Özturan, 2014: 237)
Sözü goz anlamak: Sözü ters anlamak. (Özturan, 2014: 237)
Sözü kâr etmemek: Laf dinletememek. (Gözükara-Özalp, 2011a: 92)
Sözü özemek: Tafsilatıyla konuşmak. (Özturan, 2014: 237)
Sözü samana gazzık çakmaya benzemek: Sözünün kalıcılığı olmamak. Örnek:
Be gardeşim, senin sözün samana gazzık çakmaya benzer. (Ali Dalkıran)
Sözü söz değil, itin o…uğu olmak: Sözünün bir değeri olmamak. (Özturan,
2014: 237)
Sözü yeğni olmak: Lafı dokunmamak. (Çınkır, 2016: 956)
Sözünde halevet olmamak: Sözünde anlaşılırlık, tatlılık olmamak. (Özturan,
2014: 237)
Sözüne söz vermek: Konuştuğu söze söz vermek. (Okumuş, 2006: 169)
Sözünen yıkmak: Sözle yıkmak, hizaya getirmek. (Özturan, 2014: 237
Sözünü Maraş dondurması gibi uzatmak: Konuşurken gereksiz sözlerle sohbeti
uzatmak. (Horasan, 1992: 207)
Sözünü unutma: Karşıdakinin sözünü bölerken kullanılan ifade. Ben araya
giriyorum, ama sözünü unutma yine devam et. (Özturan, 2014: 237)
Sözünün eri olmak: Söylediği sözün arkasında durmak. (Körük, 2005: 34)
Su atınmak: Boy abdesti almak. (Gökçe, 2014: 257)
Su bıhcısı gibi çalışmak: Çok iyi iş yapmak. (Özturan, 2014: 238)
Su cücüğü: Sudan çıkmayan, suda çok oynayan çocuk. (Özalp, 2008: 329)
Su dökmek: İşemek. Örnek: Ali, sizin dışarı nere lan, su dökesim geldi. (Bilgin,
2006: 293; Erşahin, 2011a: 76)
Su dökünmek: Hamamda kumadan, evde içinde su ısıtılmış kaptan tasla su
alarak baştan, omuzlardan dökmek. (Erdem-Kirik, 2011: 192; Özalp, 2008: 329)
Su içse yaramak: Fazla yemediği halde yine de kilo almak. (Özturan, 2014: 238)
Su sancısına yatırmak: Endişe içinde bekletmek. (Özturan, 2014: 238)
Suç/suçunu bastırmak: Suçunu örtbas etmek için yaygara yapmak. (Erşahin,
2011a: 76; Özturan, 2014: 238; Sultan Kamalak)
Suda sulak, b..ta kürek olmak: Bir aile, cemiyet veya toplumda çeşitli sebeplerle
çok çalıştırılmak, her işe koşulmak, başkalarının yapması gereken işleri bile yapmak.
(Özalp, 2008: 329)
Sudan çıkmış sıçana dönmek: Darmadağın olmak. (Bilgin, 2007a: 186)
Sufra gediği: Sofraya yeni oturmaya başlayan küçük çocuk. (Özturan, 2014:
238)
Sufralı getmek/gelmek: Bir ferdi ölen ailenin matemden, yemek dahil ev işlerine
bakamayacağı düşünülerek bir komşuluk, bir arkadaşlık ve akrabalık dayanışması
içinde, hem o aile fertlerine ve hem de taziyeye gelen herkese bol bol yetecek kadar
222
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
herhangi bir yemeği hazırlatmak. Kuran okunan yerlere ekmek, ayran ve hatta meyve
götürüp hizmetini de bizzat yaparak veya yaptırarak hazırda bulunanlara ikram etmek.
Örnek: Cenazesi olanlara yemek vakitlerinde sufralı gideriz. (Bilgin, 2006: 293-294;
Özalp, 2008: 329)
Sufrasında bir guş sütü yok: Zengin sofrası. (Özturan, 2014: 238)
Sulak yerde büyümüş olmak: Çok uzun boylu olmak. (Özturan, 2014: 238)
Sulamadan satmak: Elinde bekletmeden satmak. (Özturan, 2014: 238)
Sultanahmet’te dilenir, Ayasofya’da sadaka verir: Bir yerde toplar, bir yerde
dağıtır. (Şen, 2006: 110)
Sulu dilli: Tatlı dilli, konuşkan. (Özalp, 2008: 330)
Sulu sufatlı: Güzel ve sulu yer. (Şen, 2006: 110)
Sulu sulu melemek: Bir işte çıkarı olan kimse, o işe bir an önce kavuşmak için
çabalamak. Güzel güzel, tatlı tatlı vaatlerde bulunmak. (Özturan, 2014: 239; Elife
Akkurt)
Sur edip sur çevirmek: Korunmak istenen bir şey için, koruyucu kabul edilen
bazı sure ve ayetler okunup o şeyin etrafına çepeçevre üflenerek “sur eddim, sur
çevirdim” veya “Dayre eddim dayre çevirdim” denir. (Özalp, 2008: 330)
Sur kesmek: Bir işin muhakkak olmasını veya olmamasını canı gönülden isteyen
kişinin, yaptığı zaman dileğinin gerçekleşeceğine inandığı, uğurlu saydığı çeşitli
hareketleri yapmak veya sözleri söylemek. (Bilgin, 2006: 294)
Suratı sallanmak: Canı sıkıntılı olmak. (Özturan, 2014: 239)
Suva yılanı: Sinsi hareket eden insan. (Özturan, 2014: 239)
Suya çalmak: Akan veya göllenmiş bir suda ileri geri hareket ettirerek üstünkörü
yıkamak. (Bilgin, 2006: 295; Çınkır, 2016: 960; Özalp, 2008: 330)
Suya düğüm vuracak gadar marifetli olmak: On parmağında on marifet olmak.
(Çınkır, 2016: 960; Şen, 2006: 111)
Suya sabuna dokunmamak: Davranışlarıyla kimseyi incitmeyecek bir tutum
içinde olmak. (Kozan, 2007: 219)
Suya sıçırtmalı deli: Suya pisleyecek kadar deli, zır deli, aşırı deli. (Özalp, 2008:
330)
Suyu ağır: Ağırlığı olan, sözü dinlenen. (Çınkır, 2016: 960)
Suyu bulandırmak: İşi çıkmaza sokmak. (Göçer, 2007: 142)
Suyu çekilik değirmen gibi olmak: Hiç ses kalmamak. (Özturan, 2014: 239)
Suyu çöpü ayrı olmak: Sulu yemeklerde iyi pişirilmemekten dolayı görünüş
çirkinliği olmak. (Özturan, 2014: 239)
Suyu getiren de bir desdiyi gıran da: İşi yapan da işi bozan da aynı değerde. İşi
bozan bazen daha üstün tutulur. (Özalp, 2008: 426)
Suyu görmüş eşşekler gibi: Eşekler suyu görünce ya da suya girince işemesinden
kinaye bir deyim. İnat olmak. (Bilgin, 2007a: 162)
Suyu görünce teyemmüm bozulmak: Şartlar oluşunca önceki iş sona ermek.
(Özturan, 2009a: 223)
Suyu görüp balık, puru görüp dilki olmamak: Hoşuna giden şeyleri görünce
tavrını değiştirmemek. (Gökçebey, 1999: 82)
Suyu sert olmak: Kaba saba, sinirli, öfkeli, kırıcı, sert mizaçlı olmak. (Özalp,
2008: 330; Özturan, 2014: 239)
Suyu üfürüp içenlerden olmak: Sofu olmak, çok inceleyenlerden olmak.
(Özturan, 2014: 239)
Suyu yaraya dokandırmamak: Hassas bir konuyu karşıdakini kızdırmadan
usulünce söylemek. (Elife Akkurt)
Suyuna tirit etmek: 1. Esas kazancı başkası yapmak, kendisi ucundan kıyından
biraz menfaatlenmek. 2. Zamparalık yapanı görüp de kendisi yapamamak. (Özturan,
2014: 240; Şen, 2006: 110)
Süllümden indim, sözümden döndüm: Önceden öyle demiştim, ama şimdi buna
uymuyorum. (Çınkır, 2016: 961; Özturan, 2014: 240; Şen, 2006: 111)
Sümüğünü çekmek/yalamak: Burnundan akan sıvıyı yalamak. (Ahmet Yenikale)
Süngüsü düşmek: Gücünü, itibarını, nüfuzunu kaybetmek. Sözü geçmez olmak.
Maneviyatı bozulmak. (Özalp, 2008: 331; Özturan, 2014: 241)
223
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Şapta gibi: İnce, uzun boylu. (Özalp, 2008: 332; Özturan, 2014: 241)
Şar şar akmak: Suyun sesli bir şekilde akması. (Özturan, 2014: 241)
Şarpada vurmak: Aniden vurmak. (Özturan, 2014: 242)
Şavrı şaraba çıkmak: Pislikleri ortaya çıkmak. (Özturan, 2014: 242)
Şeddeli ganıtlamak: Bir şeyi iki kez kanıtlamak. (Sinan Özdemir)
Şekeri suya düşmek: Acele hareket etmek. Örnek: Şekerin suya mı düştü, nedir
bu telaşın? (Çınkır, 2016: 976)
Şeleği omzunu kesmek/kertmek: Birine yük olarak onu zor durumda bırakmak.
Yükü, sıkıntıları kendisini yıpratmak. (Okumuş, 2006: 169; Elife Akkurt)
Şeleği üstüne almak: Sorumluluğu üzerine almak. (Çınkır, 2016: 976)
Şelek çekmek: Düğünlerde damadın konuşması yasaktır. Eğer damat konuşursa
sağdıcı bunun cezasını verir. Bu duruma şelek çekme denilmektedir. (Erdem vd., 2009:
2552; Ertekin, 1997: 93)
Şelfeltiliği kim yapsın?: Boşu boşuna birine yardımda bulunmak. (Sultan Pırnaz)
Şemeği altın olsa ne olur?: Bir şeye, kişiye kıymet vermemek. Zerresi altından
dahi olsa. (Elife Akkurt)
Şemen dalı gibi: Boylu poslu, kibar, yakışıklı. (Özalp, 2008: 333)
Şer bardağı olmak: Çok sinsi, fitneci, kavgacı olmak. (Elife Akkurt)
Şer bardağı: Şer ehli, kavgacı, kavga çıkaran, kırıcı. (Özalp, 2008: 333; Özturan,
2014: 242)
Şer saçmak: Sıkıntı dağıtmak. (Okumuş, 2006: 169)
Şeraitin gözü gızgın olmak: İş sarpa sarmak, sonuç kötüye gitmek. (Çınkır,
2016: 978)
Şerha şerha dilmek/yarmak/dilinmek/yarılmak: Parça parça bölünmek. Örnek:
Yerler şerha şerha yarıldı birden. (Atalay, 2008: 143; Sarıyıldız, 2012: 184)
Şeriata gitmek: Bir anlaşmazlığı İslam hukukuna göre çözmek amacıyla hocaya,
kadıya gitmek. (Özturan, 2014: 242)
Şerim şerim, üstüne işerim: Ya dediğimi tutarsın ya da seni zora sokarım. Örnek:
Şerim şerim üstüne işerim, daha da üstüme gelirsen mezarını deşerim. (Çınkır, 2016:
979; Özturan, 2014: 242)
Şerrime ne veriyon?: 1. İçinden çıkılamayacak durumlar karşısında söylenir 2.
Haksız yere kavga çıkaran, sağa sola saldıran, kötülük yapan, insanları karşılık vermeye
zorlayan kimseler için "Şerrime ne veriyon diyor." şeklinde kullanılır. (Özalp, 2008:
333)
Şerrini sapaya satmak: Sorunu başkasıyla çözmek. (Çınkır, 2016: 979)
Şerrini sürtmek/bulaştırmak: İnsanları rahatsız etmek, kavgaya zorlamak,
insanlara bulaşmak, çatmak, pisliğini bulaştırmak. (Çınkır, 2016: 979; Gökçebey, 1999:
83; Özalp, 2008: 333)
Şeş atmak: Gelin geldikten bir gün sonra gelini duvaklı olarak bir bahçeye veya
dama çıkararak davul zurna ile yüzünü açmak. Örnek: Habibe’nin bir gün saçını
taradığını görmedim, ama nerede gelin varsa şeş atmaya gidenlerin içinde o da gider.
(Bilgin, 2007a: 28; Bilgin, 2006: 301-302; Özalp, 2008: 333)
Şeş çalınmak: Başı bürgü, bürümcük denilen tülbentle örtmek. (Özalp, 2008:
333)
Şeşi beş görmek: Yanlış görmek, gördüğü doğru olmamak. (Özturan, 2014: 242)
Şeydah etmek: Ortaya çıkarmak. Bir şeyi birden bire elde etmek. (Dalkıran,
2005: 56)
Şeytan azdırmak: İhtilam olmak, hamamcı olmak. (Çınkır, 2016: 979-980;
Özalp, 2008: 333; Özturan, 2014: 242)
Şeytan elini çekmek: Ölmek, şeytan onunla uğraşmaz olmak. (Özturan, 2014:
242)
Şeytan güccük, şerri büyük olmak: Kalıbından beklenmeyecek ölçüde kötülük
yapmak. (Özturan, 2014: 242)
Şeytan şaplama, gatıran gaplama: Şeytan şaplamağı, şeytan gibi sinsiliği,
vesvese vermesi, fitnesiyle şeytan gibi. (Özalp, 2008: 333)
Şeytanın beleş amelesi olmak: Menfaat beklemeden gerekli gereksiz her işte
çalışmak. (Çınkır, 2016: 980; Özturan, 2014: 243)
225
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Şıldır şıp: Bir işi el çabukluğuyla, bir anda yapıvermek. (Özalp, 2008: 334)
Şıltağına basmak/boğmak/boğdurmak: Bağırıp çağırarak ortalığı birbirine
katmak, velveleye vermek. Şirretlik etmek. (Bilgin, 2006: 302; Çınkır, 2016: 980;
Dalkıran, 2005: 56; Karalar, 1998: 64; Özalp, 2008: 334; Özturan, 2014: 243)
Şıngır mıngır oynamak: İçten oynamak. Örnek: Düğünlerde şıngır mıngır
oynayacak. (Kozan, 2007: 219)
Şibidik çalmak: Alkışlamak, el çarpmak. Bir ahenk içinde, havaya uygun olarak
çocukları oynatmak için el çırpmak. (Özalp, 2008: 334)
Şikara binmek: Kendini naza, kıymete geçmek, bir işe yaranacağı zaman uzak
durmak, kaçmak, ele geçmemek, nazlanmak. (Özalp, 2008: 334)
Şikara yaramak: Birisinin kendisine işi düşmek, ama naz yaparak karşıdakini
yormak. (Elife Akkurt)
Şikleti azgın/bozuk: Kızgın, öfkeli, çirkin. (Çınkır, 2016: 982)
Şilifi düşmek: Morali bozulmak, eski formunu kaybetmek. (Çınkır, 2016: 982;
Dalkıran, 2005: 56; Özturan, 2014: 243; Şen, 2006: 111; Elife Akkurt)
Şimden kelli: Bundan sonra. (Yalman, 1977: 414)
Şimşettiği gazık g..üne batmak: Yardımda bulunduğu kişinin kendine zararı
dokunmak. (Şirikçi, 2006: 17)
Şirifi düşmek: Saygınlığını yitirmek: (Karalar, 1998: 64)
Şirik gibi söz söylemek: Yerinde ve uygun konuşmak. (Özturan, 2014: 243)
Şirki azmak: Yüzünün nuru ve parlaklığı gitmek. (Elife Akkurt)
Şişim şişim şişmek: Bir sözü kaldıramamak. (Bilgin, 2007b: 212)
Şivil gavil olmak: İki veya daha fazla kişi aralarında iyi anlaşma, kaynaşmak,
neşeli, şen şakrak bir şekilde geçinmek. (Özalp, 2008: 334)
Şivil gavil: Şen şakrak, neşeli, sevecen. Toplumla çabuk kaynaşan. (Özalp,
2008: 334)
Şo dağın ardına bir umudu olmak: İşiyle alakalı umudu tükenmemek. (Özturan,
2014: 243)
Şor çıkartmak: Laf vermek. (Ahmet Yenikale)
Şor deyince yatıya gitmek: Konuşmayı, sohbet etmeyi çok sevmek. (Çınkır,
2016: 986; Özturan, 2014: 243)
Şor dinlemek: Laf dinlemek. Örnek: İki çift şor dinlemek için gittik. (Bilgin,
2007b: 184)
Şor etmek/vermek: Karşılıklı konuşmak, laflamak. (Bilgin, 2006: 304; Bilgin,
2007a: 49; DS, 2009: 3794; Gökhan-Koç, 2009: 325; Uzun vd., 2012a: 150; Kapanoğlu,
2009: 88; Özalp, 2008: 216; Özalp, 2008: 335)
Şor içinde galmak: Dedikodulara maruz kalmak. (Özturan, 2014: 243)
Şor verim derken oynaşını anlatmak: Laf anlatayım derken kendi sırlarını ortaya
dökmek. (Ahmet Yenikale)
Şöyle bakarsa bir adam sanan: Kalıbına bakınca bir insan sanın. (Özturan, 2014:
243)
Şu cebinden çıkarıp şu cebine goymak: Bir yerden kesip bir yere ilave etmek.
(Özturan, 2014: 243)
Şu yan bu yan tartışmak/gonuşmak: Hararetli bir muhabbete dalmak. (Erşahin,
2011a: 76)
Şurdan sıkıp şurdan yalamak: Çok cimri olmak. (Özturan, 2014: 244; Polat,
2016: 55)
Tabak d…..ı gibi girmediği boya galmamak: Her işe girip çıkmak, bulaşmadığı
iş kalmamak. (Özturan, 2014: 244)
Tabak olmak: Şap hastalığına yakalanmak. (Özalp, 2008: 336)
Tabbaç gibi oturmak: Şişman ve kilolu olmadıkları halde geniş yer kaplayarak
oturmak. (Çınkır, 2016: 990)
Tabla Zeynep gibi: Adı Zeynep olan bir kadın aşırı derecede şişmanlamış,
vücudu iyice genişlemiş, çok yer tutar hale gelmiş. Öyle ki yerinden kalkamaz olmuş.
Kadına bu hallerinden dolayı Tabla Zeynep demişler. Ondan sonra da şişman kadınlara
"Tabla Zeynep gibi" demek âdet olmuş ve deyim, darb-ı mesel haline gelmiş. (Özalp,
2008: 336)
226
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Tavuk deyi tara gomazlar, eşşek deyi hana gomazlar: Adam yerine koymazlar.
(Özalp, 2008: 337)
Tavuk olmadan tara çıkmak, eşşek olmadan hana girmek: Yetişmeden,
olgunlaşmadan, işi iyice öğrenip ustalaşmadan bir işe başlamak. (Çınkır, 2016: 1003;
Özalp, 2008: 337)
Tavuk/deve gittiyse de b..u da beraber gitti ya: Faydalı olan gitti, ama onun
getirdiği zarar da beraber gitti. (Çınkır, 2016: 308; Çınkır, 2016: 1002; Özalp, 2008:
337; Özturan, 2014: 245)
Tay durmak: Denk durmak. Hayvana yük yüklenirken yükün yüklenen tarafının
düşmemesi için altına girerek veya tutarak düşmesini önlemek. (Özalp, 2008: 337)
Taysıya almak: Birini önemsememek. Örnek: Kız tarafı Cemal’i taysıya
almazlar. (Gözükara-Özalp, 2011a: 132)
Tazı bizim tazı, ama çulu değişmiş/başkasının: Yeni bir giysi giymiş olan
tanıdığa “güle güle eskit” anlamında şaka yollu söylenir. (Arslan, 2011: 357; Çınkır,
2016: 1004)
Tazı mı cins, ben mi cinsim: O mu değişik, ben mi değişiğim? (Şen, 2006: 111)
Tazısı tavşan alsa da böğür iti hale goymamak: İnsanları yaptığı işe bakarak
değerlendirmek her zaman doğru değildir. (Çınkır, 2016: 1004)
Teb demeden tebarekeye çıkmak/geçmek: Çabuk davranıp girmemesi gereken
konuya girmek. Bir işi doğru dürüst öğrenmeden ustalık yapmaya kalkışmak. (Çınkır,
2016: 1018; Özturan, 2014: 245)
Tebdili şaşmak: Tehlikeli ve sıkışık, acil durumlarda eli ayağına dolaşmak, ne
yapacağını şaşırmak, tedbir alamaz hale gelmek. (Özalp, 2008: 338; Özturan, 2014:
245; Temiz, 2005: 100; Yalman, 1977: 384)
Tebelleş olmak: Birine musallat, ısrarcı olmak, ısrar etmek. (Çınkır, 2016: 1005;
Özalp, 2008: 338)
Teberiği galmak: Birinin hatırası olarak kalmak. Örnek: Bu da teyzemden
teberik kaldı. (Çınkır, 2016: 1006; Özalp, 2008: 338)
Tedirgin etmek: Birini işinden etmek, üzmek, sıkıntı vermek. (DS, 2009: 3859)
Tefar olmak: Düzelmek, yola gelmek, hatalardan kurtulmak. (Bilgin, 2006: 309)
Teh durmak: Dikkatli durmak, tetikte durmak. Örnek: Aman döller, suyun
gırağında teh durun, sonra akıp gidersiniz de haberimiz olmaz vallahi. (Bilgin, 2006:
309)
Teh düşmek: Gözetlemek, dikkat etmek. Örnek: Çocuklar, şu adama teh düşün,
gördüğü elmadan alıyor mu, almıyor mu? (Bilgin, 2006: 309; DS, 2009: 3863;
Kapanoğlu, 2009: 73; Kaya-Kozan, 2003: 142; Özalp, 2008: 338; Şen, 2006: 111)
Teh tuluğu gibi: Şişman. (Özturan, 2014: 245)
Tehi yiyip de yatmak: Herhangi bir işe karışmamak, sesini kesmek. (Çınkır,
2016: 988; Özturan, 2014: 244)
Tekeden süt çıkarmak: Olmayacak, imkansız bir işi yapmak. (Okutucu, 2000:
57)
Tekeri ters dönmek: İşi bozulmak. (Özturan, 2014: 245)
Tekerine daş goymak: İşini engellemek. (Özturan, 2014: 245)
Tekesi tekesi kokmak: Erkeksi erkeksi kokmak. (Özturan, 2014: 245)
Tekne gazıntısı: Son çocuk. (Özalp, 2008: 338; Özturan, 2014: 245)
Telden almak: Fazla alıngan. (Özturan, 2014: 245)
Telden dönmek: Çabuk işkillenmek ve tavır değiştirmek. (Çınkır, 2016: 1010;
Özturan, 2014: 245)
Telef etmek: Boşa vermek, boşa harcamak. (Dalkıran, 2005: 56)
Teleme tuyra: Çok kıymetli, iş yaptırılmayan, ön planda tutulan. (Aksu, 2013:
268)
Telemesi çıkmak: Cılkı çıkmak, yorgunluktan, terden bitkin düşmek. (Özalp,
2008: 338)
Teltik durmak: Tetikte, çok dikkatli durmak. (Bilgin, 2006: 311)
Temcit pilavı gibi: Sürekli aynı konunun tekrar edilmesi. (Özturan, 2014: 246;
Şen, 2006: 111)
Temeli b.. olmak: İşin ilk kurgulanışı, temeli bozuk olmak. (Özturan, 2014: 246)
228
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Temiz yer görünce tavuk gibi midesi bulanmak: Etrafı, ortalığı, gittiği temiz
yerleri kirletmek. (Çınkır, 2016: 1012; Özalp, 2008: 338)
Teneşir paklamak: Ölmek, ancak ölüm temizlemek Örnek: Onu ancak teneşir
paklar. (Çınkır, 2016: 836; Özturan, 2014: 246; Şen, 2006: 109)
Teneşire bir o…uk borcu galmak: Dünyada işini bitirmek, ihtiyarlamak, hastalık
sebebiyle hiçbir işe yaramamak, ölüme yakın olmak. (Çınkır, 2016: 1013; Özalp, 2008:
338-339)
Tengir mengir tovarlana tovarlana gitmek: Doğru düzgün yürüyememek.
(Erşahin, 2011a: 77)
Tepeleme doldurmak: Ağzına kadar, dökülecek derecede, lebalep doldurmak.
Boş yer kalmayıncaya kadar doldurmak. (Özalp, 2008: 229)
Tepesini delip gözünü çıkarmak: İşi hemen bitirmek. (Arif Çevik)
Tepesini delip gözünü kör etmek: İşi çıkmaz hale getirmek. (Özturan, 2014: 101)
Tepip gitmek: Rahatça, hızlı bir şekilde, yorulmadan tepip gitmek. Kimseye
aldırmadan, kimseyi dinlemeden gitmek. (Özalp, 2008: 229)
Tepişmekten geri galmasın da iki ölçek arpa da çer olsun: Tepişmekten,
boğuşmaktan, gereksiz yerlere gidip gelmekten, insanlarla çene çalmaktan, dedikodu
yapmaktan, boş şeylerle uğraşmaktan iş yapmaya zaman ayıramayan kimseleri anlatır.
(Özalp, 2008: 229)
Ter ter tepinmek: 1. Bir şeyi, bir işi yapmak için aşırı emek sarf etmek,
çabalamak. 2. Bir işi yapmamak için inat etmek, gayret sarf etmek, diretmek. (Özalp,
2008: 229)
Terbiyeli elde yetişmek: Örf, âdet, gelenek ve göreneklere göre yetişmek.
(Özturan, 2014: 246)
Tereciye tere satmak: Bir işi bilene, işin ustasına iş öğretmeye kalkmak. (Kozan,
2007: 219; Özalp, 2008: 428; Özturan, 2009a: 224)
Terlenmeye yatmak: Ateşli bir hastalığa yakalanmak. (Çınkır, 2016: 1016)
Tertemiz olmak: Hastalık mastalık kalmamak. (Erşahin, 2011a: 77)
Teslim bayrağını çekmek: Yenilgiyi kabul etmek. (Erşahin, 2011a: 77)
Teti etmek: Küçük çocuk yeni yürümeye başlamak. (DS, 2009: 3900)
Tetiğe gomak: Emre hazır olmak. (DS, 2009: 3900)
Tevatür anlatmak: Anlattığı sözü kibar anlatmak. (Adem Pırnaz)
Tevellüdü eskimek: Yaşlanmak. (Özturan, 2014: 246)
Tevir tevir etmek: Çeşit çeşit olmak. (Uzun vd., 2012b: 302)
Tezkere bırakmak: Askerde tezkereden sonra memur olarak kalmak. (Özturan,
2014: 246)
Tezzek görmemiş elleri olmak: Elleri nazik olmak. (Özturan, 2014: 246)
Tıh etmek, hah etmek: Az bir çalışmaya ücret istemek. (Özturan, 2014: 246)
Tın tın etmek: Mırıldayıp durmak. (Şen, 2006: 111)
Tınaz etmek: Hor görmek, küçümsemek. Örnek: Tınaz etme ne olur, çalış senin
de olur. (Çınkır, 2016: 1023)
Tıpır tıpır dökülmek: Bir şey yavaş yavaş dökülmek. (Erşahin, 2011a: 77)
Tırafanlık zamanı: Gençlik, hızlılık, delikanlılık, güçlülük zamanı. Deli dolu
hareket etme çağı. (Özalp, 2008: 339)
Tıramp etmek: Takas etmek, bir ürünü benzeriyle veya fark vererek değiştirmek.
(Aksu, 2013: 268)
Tırık çalısı: Çirkin ve asık suratlı insan. (Aksu, 2013: 268)
Tırık olmak: İshal olmak, büyük abdesti tutamayacak duruma gelmek. (Özalp,
2008: 339)
Tiftiğini attırmak: Bir şeyin altını üstüne getirmek, parça parça, tiftik tiftik
etmek. (Özalp, 2008: 339; Özturan, 2014: 247)
Tingede atmak: Birden bire parlamak. Örnek: Ne kadar sinirlisin ya here heçe
tingede atıyorsun. (Bilgin, 2006: 314)
Tintin Hamit’in yolculuğu misali: Ağır yürümek. Hikâyesi: Elbistan’ın Güneşli
Mahallesi Çolaklar (Akkan) kabilesinden Tintin Hamit namı ile anılan Hamit Akkan,
Maraş’ta 4 yıla yakındır vatani görevini yapmakta iken terhisi gelmiş, yolculuk hazırlığı
başlamıştır. Yıl 1942. Aynı mahalleden ve de komşusu Terzibekiroğlu Mamet Ağa’yla
229
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
da aynı birlikte askerdirler. Ancak onun terhisine birkaç gün daha vardır.
Terzibekiroğlu, annesine bir mektup yazarak Tintin Hamit’e verir. Yaya olmak üzere
yolculuk başlar. Hamit bir felçli gibi yarı sakattır. Adımlarını yan yan attığı için halk
Tintin lakabını takmıştır. Bir çocuk yürüyüşünden biraz farklı olmak üzere Maraş’tan
başlayan Elbistan yolculuğu köyden köye, köyden köye 18 günde tamamlanır ve Tintin
Hamit ailesine kavuşur. Ertesi gün mektubu vermek için kapısını çaldığı Terzibekiroğlu
Mehmet’in annesi buyur eder. İçeri girmesi ve mektubu annesinin eline vermesi bir
olur. Bir de ne görsün arkadaşı Mehmet de terhis olup gelmiş, köşede oturuyor. Tam bir
sürpriz. Tintin Hamit’in evi Ulu Cami’ye oldukça yakın. Şimdi esnaf Zihni Kalkan’ın
işyeri. Yani, azami 80 adım. Öğle namazı çıkışı cami önündeki cemaate şöyle seslenir
Tintin Hamit: “Sevgili komşularım, kardaşlarım, arkadaşlarım! Malumunuz 4 yıla
yakındır Maraş’ta asker idim. Teskere aldım. İnsanoğlu sanki uçar bir kuş imiş. 18
günde Allah’a şükür Elbistan’a geldim.” deyip çabuk geldiğini övünerek müjdeler. Bu
espri o yıllardan beri her söz başı ve yeri geldiğinde “Tintin Hamit’in yoculuğu misali”
denilerek gülüşülmektedir. (Göçer, 2010: 157)
Tirşik bastırmak: Kalın giydirmek. Örnek: Çocuğu ne kadar kalın giydirmişsin,
tirşik mi bastırıcın? (Özturan, 2014: 247)
Tiyatura gızı: Giyim kuşamı ahlaksızca, açık saçık kız, kadın. (Özalp, 2008:
340)
Tiyniyeti bozuk olmak: Karakteri bozuk olmak. (Özturan, 2014: 246)
Tohuma gaçmak: Evlenme yaşı geçmek. (Özturan, 2014: 247)
Tohumluk olmak: Önder, lider olmak. Örnek: Seni tohumluk diye mi ayırdılar,
bunun için mi çalışmıyorsun? (Özturan, 2014: 247)
Tohumu dünyaya dağılmak: Çocuk sahibi olmak, çocuğu olmak. (Özalp, 2008:
340)
Tohumuna para mı verdim?: Benim tohumum değil. (Özturan, 2014: 247)
Tokalı camız gibi: İnsanları kale almayan, kendi bildiğini okuyan, hiç kimseyi
hesaba katmayan, kafası kalkkın, burnu havada, kimseyi adam yerine koymayan kimse.
(Özalp, 2008: 340)
Tolasına çimmek: Suçlu olmadığı halde birinin yerine suçlanmak ya da biriyle
suç ortağı durumuna düşmek. (Özalp, 2008: 340)
Tomusta domalan olmak: Temmuzda, yılın en sıcak zamanında çok üşümek.
(Özalp, 2008: 340)
Tomusta galmak: Sıcaklar başladığı halde yaylaya gidememek, sıcak günleri
şehirde geçirmek zorunda kalmak. (Çınkır, 2016: 1032)
Tongaya düşmek: Oyuna gelmek. (Şen, 2006: 111)
Toonak olmak: Dağılmak, yıkılmak. (Kaya-Kozan, 2003: 145)
Toprağa belenmek: Toprağa yatıp yuvarlanmak. (Karaoğlan, 2004: 1002)
Toprağa vermek: Cenazeyi gömmek. (Özturan, 2014: 247)
Toprağına büyümüş: Ölüp toprak olmak için büyümüş. (Özturan, 2014: 247)
Topraksı topraksı kokmak: Yaşlanmak, ölüm halleri üzerine sinmek. (Özturan,
2014: 247)
Topuğu gıllı: Aşağılık. Örnek: Geçen gördüğümüz herif,topuğu kıllı bir dağlı.
(Çınkır, 2016: 1034)
Topuğuna çıkamamak: Adamlıkta, iş yapmada, çalışmada, ustalıkta birinden çok
geride olmak. (Özalp, 2008: 341)
Tor g..ü torbaya girmek: Çalışmayan, tembel, işten kaçan birisi çalışırken
zorlanmak. Acemi, iş öğrenmek, disipline girmek. Acemi kimselere ders vermek, onları
ustalaştırmak, çalışmaya alıştırmak. (Özalp, 2008: 341)
Torba ağzı etmek: İşin büyük kısmını yapmak, tamamlamak. (Özturan, 2014:
247)
Torlayıp toplamak: Derleyip toparlamak. Örnek: Bacak kadar boyuyla tavlada
bütün taşları torlayıp topluyor. (Bilgin, 2006: 316)
Torusun çölde kaldığı gibi: Yalnız kalmak, imkanlarını kaybetmek, çevresi
boşalmak anlamlarına deyim. Her imkandan, her türlü hizmetten uzak, mahrum olmak.
(Özalp, 2008: 341)
Toz olmak: Kaybolmak, gözden uzaklaşmak. (Kaya-Kozan, 2003: 146)
230
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Tozu gubarı birbirine gatmak: Ortalığı dağıtmak. Örnek: İnanılmaz bir gayretle
tozu gubarı birbirine katarak kapışırdı. (Bilgin, 2007b: 104)
Tozuna ulaşamamak: Onun makamına, ustalığına yetişememek. (Özturan, 2014:
248)
Tulhum hıyarı gibi: Boyu kısa, eni fazla, şişman. (Bilgin, 2006: 318)
Tuluk çıkartmak: Kesilen hayvanın derisini ortadan ayırmadan tüm çıkarmak.
(Özturan, 2014: 248)
Tuluk gibi şişmek: Aşırı şişman olmak. (Özturan, 2014: 248)
Tumandan çıkar gibi: Sivri ve ani çıkış yapan. (Özturan, 2014: 248)
Turası silinmek: Karakterini, şahsiyetini kaybetmek, ahlaksızlaştırmak,
arsızlaşmak, kural tanımamak, utanmaz olmak. Örnek: Benim senin gibi turası silinmiş,
ne edeceği belli olmayan arkadaşım olmaz. (Bilgin, 2006: 318; Çınkır, 2016: 1042;
Özalp, 2008: 342; Şen, 2006: 111)
Turp gibi: Sağlıklı. (Saime Pırnaz).
Turpu yediği yerde o…mak: Menfaati olduğu yerde kalmak. (Özturan, 2014:
248)
Turşusunu vurmak: Bir kimseyi, bir şeyi öyle bekletmek. (Özturan, 2014: 248)
Tus beklemek: Düşmanını tuzağa düşürmek için beklemek, zaman kollamak.
(Özturan, 2014: 248; Şen, 2006: 111)
Tutsak ustura ağzında yaşamak: (Okutucu, 2000: 28)
Tuttuğu iş olmamak, eli boş olmamak: Devamlı çalıştığı halde bir üretim
yapamamak. (Dalkıran, 2005: 56; Özturan, 2009a: 214; Özturan, 2014: 111)
Tutu almak: Rehin almak. (Özalp, 2008: 236)
Tükürüğün bana, temran sana: Yardımın bana, sıkıntın sana. (Özturan, 2014:
249)
Tüliye tüliye Gamber ağanın guşuna dönmek: Başından iş geçe geçe, kaşarlana
kaşarlana artık hiçbir şeye aldırmaz, hiçbir şeyden etkilenmez olmak. (Özalp, 2008:
342)
Tüm tüs olmak: Dos doğru olmak. (Erşahin, 2011a: 77)
Türkü çağırmak/yakmak: Türkü söylemek. (Çınkır, 2016: 1047; Gökçe, 2014:
130; Kapanoğlu, 2009: 30; Karalar, 1998: 64; Uzun vd., 2012a: 268; Uzun vd., 2012b:
372)
Türkü düzmek: Methiye yapmak. (Atalay, 2008: 135; Çınkır, 2016: 1047)
Tütünü başından çıkmak: Sıkıntısı davranışından okunmak. (Özturan, 2014:
249)
Tütünü görünmedik yer: Çok uzak yer. (Özalp, 2008: 342)
Tüyleri asbaptan çıkmak: Çok sinirlenmek. (Çınkır, 2016: 1048; Özturan, 2014:
249; Şen, 2006: 111)
Tüyünü çekse yağ damlamak: Kârlı bir işle uğraşmak. (Erşahin, 2011a: 77)
Ubbun dubbun okutmak: Çok sıkıntı çektirmek. (Aksu, 2013: 269)
Ucu dönmez arazisi olmak: Çok geniş arazi sahibi olmak. (Özturan, 2014: 249)
Ucu ucuna zor getirmek: Geliri giderini ancak karşılamak. (Özturan, 2014: 249)
Ucu yanık mektup salmak: Birinin gelmesi için acele mektup göndermek.
(Özturan, 2014: 249)
Ucunu ardına ulaştıramamak: Kazandığından çok harcamak, israf etmek. (Özalp,
2008: 343)
Ucunu şimşetmek: Erkek çocuğunu sünnet ettirmek. Örnek: baharda Ahmet
Kerem’inkinin ucunu şimşettirelim. (Adem Pırnaz)
Uç vermek: Yaraların ucu çıkmak, bir şeyin ucu görünmek. (Çınkır, 2016: 1049)
Uçkur çözmek: Cinsel istekte bulunmak. Örnek: Höt deyince uçkur çözüyor
hayret. (Sarıyıldız, 2012: 209)
Uçmadan tusmayı öğrenmek: Küçük yaşta çeşitli hile ve hurdalar öğrenmek,
dalavereler çevirmek. (Özalp, 2008: 343)
Uçta yatıp ortada bulunmak: Emeği geçmediği halde pay almak. (Çınkır, 2016:
1050)
Ugba Kadı: Adaletsiz kişi. (Özalp, 2008: 343)
Uğrun uğrun ağlamak: Gizli gizli ağlamak. (Atalay, 2008: 152)
231
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Uğrun uğrun gülmek: Gizli gizli gülmek. Örnek: Gayri uğrun uğrun gül Duran
oğlu. (Kozan, 2007: 198)
Uğum uğum uğundurmak: Sürekli için için ses çıkartarak ağlatmak. (Bilgin,
2017: 215)
Uğur olsun: Ne olursa olsun, umurumda değil. (DS, 2009: 4032)
Ulu Cami’nin alt gapısında dilenip üst gapısında dağıtmak: Hem dilenmek hem
de başkalarına yardımda bulunmak. (Özturan, 2014: 250)
Uluk delik: Ulmuş, çürümüş meyve, sebze vs. (Özturan, 2014: 250)
Ulum ulum ulmak, Mevlası’ndan bulmak: Çok fazla hastalanarak yaptıklarından
dolayı Allah tarafından cezalandırılmak. (Özturan, 2014: 250)
Umar maaden de vermez eden: Falandan bir şeyler bekliyorsun, ama o
beklediğini, umduğunu vermez. Sen umarsın, beklersin, istersin ama kimse bir şey
vermez. (Özalp, 2008: 343)
Umsuluk olmak/etmek: Umduğuna kavuşamadığından sükut-u hayale uğramak.
Örnek: Gözümün önünde tavayı yediler de bana vermediler, umsuluk ettiler beni.
(Bilgin, 2006: 323; Bilgin, 2007a: 70; Çınkır, 2016: 1054; Kapanoğlu, 2009: 76;
Mercimek, ?: 19; Okumuş, 2006: 189; Özalp, 2008: 344; Özturan, 2014: 250)
Umudunu üzmek: Üzmek, kopmak. (Çınkır, 2016: 461)
Umut demit Kör Hamit: Olup olacağı, varı yoğu bu, başka bir şeyi yok. (Özalp,
2008: 344)
Umut gözlemek: Umut beklemek. Örnek: Kuzular da umut gözler. (Uzun vd.,
2012c: 167)
Un çuvalı gibi, vurdukça tozumak: Pisliği, tozu toprağı bitmemek. (Özturan,
2014: 250)
Un ufak olmak: Parçalanmak. (Özturan, 2014: 250)
Un yerken ıslık çalmak: Bir işi hiç olmayacak bir zamanda yapmak. (Elife
Akkurt)
Unsuz evin kepeğini kesmek: Birinin varını yoğunu elinden almak. Zaten fakir,
yoksul olan bir ailenin nesi var, nesi yoksa yemek, tüketmek. (Özalp, 2008: 344)
Unu elemiş, eleği güne dayamış olmak: Her türlü işini yoluna koymak, işi
bitirmek. (Dalkıran, 2005: 56)
Unu olana öndüç ekmek vermek: Karşılık alacağı birine ödünç mal vermek.
(Özturan, 2014: 250)
Ununu eleyip kepeğini savurmak: İşini bitirmek, iflas etmek. (Özturan, 2014:
250)
Urgan örüp bez çekmek: Bir yere, bir iş için sürekli gidip gelmek. (Elife Akkurt)
Uru durmak: Ayakta durmak. (DS, 2009: 4043)
Us bahası: Zarar görülen bir olay sonrası söylenen söz. Akıl pahası, tecrübe
pahası. (Özturan, 2014: 250)
Ustası Şam’dan gelmek: Basit bir şeyi kırmak. (Polat, 2016: 73)
Ustuful olmak: Uyuşmak, anlaşmak. Örnek: Kendi kendilerine ustuful olsunlar.
(DS, 2009: 4046)
Usturuplu gonuşmak: Lafı oturtarak konuşmak. (Özturan, 2014: 250)
Usul basmak: Yere yavaş basmak. Örnek: Aman ede yavaş yürü usul bas.
(Zülkadiroğlu, 1964: 44)
Usul etmek: Alışkanlık haline getirmek, kural haline getirmek. (Özturan, 2014:
251)
Usul usul anlatmak: Yavaş yavaş, sakin sakin anlatmak. (Göçer, 2007: 46)
Uydur buydur: Önemsiz, kıymetsiz, vasıfsız. (Aksu, 2013: 269)
Uyku geldi bedene, ne mutlu galkıp gidene: Yatma vakti geldi, artık evinize
gidin. (Şen, 2006: 112)
Uykusundan zeriklemek: Çok uykusu geldiğinden sersemlemek. (Şen, 2006:
112)
Uyuz olmak: Birine kafayı takmak. (Gökçebey, 1999: 84)
Uz durup bek sokmak: Kendisinden beklenmeyen kötü davranışları yapmak.
(Dalkıran, 2005: 56; Özturan, 2014: 251; Şen, 2006: 112; İsmail Orhan)
Üç aşşağı beş yukarı: Yaklaşık olarak. (Özturan, 2014: 251)
232
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
233
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ver yiyim, ört yatim, bastır canım çıkmasın: Tembel insan. (Çınkır, 2016: 1073;
Özturan, 2014: 254)
Verdik gırkı, gitti gorku: Bedelini verdik, korkuyu alt ettik. (Şen, 2006: 112)
Verdikleri bir/iki yumurta, canımı aldılar dürte dürte: Yapılan iyiliği başa
kakmak. (ATKVE, 2011: 138; Arslan, 2011: 358; Özturan, 2014: 254)
Veresiye dayak yemek: Boşu boşuna iş yapmak. (Adem Pırnaz)
Verilmiş sadakası varmış: Başa felaket geldiğinde. (Şen, 2006: 112)
Verip de pişman olacağıma, vermeyip pişman olayım: Kendimi hiç sıkıntıya
sokamam. (Şen, 2006: 112)
Verip veriştirmek: Ağza geleni söylemek. (Özalp, 2008: 347)
Verirken canı çıkmak: Para, mal vermeyi sevmemek. (Özturan, 2014: 254)
Veryansın etmek: Karşı tarafa ithamda bulunmak. (Özturan, 2014: 254)
Vetsiz vetsiz gonuşmak: Düzgün konuşmamak. (Arslan, 2011: 358)
Vıccırığını çıkarmak: Macun gibi ezmek. Örnek: Kapının önünde birisi sıçana
basıp sıçanın vıccırığını çıkarmış. (Bilgin, 2006: 328; Çınkır, 2016: 1075)
Vıcırdım oynamak: Meydanı boş bularak rahatça oynamak. (Çınkır, 2016: 1075)
Vıngırık gibi: Çok kalabalık. (Çulha, 1984)
Vır vır etmek: Sinirleri bozacak şekilde konuşmak. (Özturan, 2014: 254)
Vırç olmak: Çok sulu, çamur gibi olmak, çok ezilmek, iyice çürümek, suya
kesmek. (Özalp, 2008: 347)
Vıttırı vızzık: Uyduruk, değersiz, boş. (Mercimek, ?: 10; Özturan, 2014: 254)
Vız gelip tırıs gitmek: Bir şey kendisini hiç ilgilendirmemek, umurunda
olmamak. (Gökçebey, 1999: 84; Özturan, 2014: 254)
Villik dönmek: Kendi etrafında dönmek. (Aksu, 2013: 270)
Villik goparmak: Velvele koparmak. (Özalp, 2008: 347)
Viran etmek: Ortalığı dağıtmak. (Gökçe, 2014: 273)
Virane olmak: Ortalık dağılmak. Örnek: O kireçten konaklar virane olur.
(Atalay, 2008: 138)
Vitesten sallamak: Yalanlı konuşmak. (Şahiner, 2017: 34; Ökkeş Armut)
Viyasına uymak: Mecazen dümen suyunda gitmek. (Bilgin, 2007b: 165)
Vur abalıya: Vur fakire. Ceza, zahmet fakirlere. (Özturan, 2014: 255)
Vurdukça yamışmak: İstenmedikçe, kovuldukça, tekmelendikçe, hakaret
edildikçe daha çok yaklaşmak, sırnaşmak. (Özalp, 2008: 348)
Vursa ölecek, vurmasa payını elinden alacak olmak: Bir darbede ölecek gibi
duran güçsüz, zayıf kimselerle ve arsız, yüzsüz, yalancı, iftiracı ve dolandırıcılarla
uğraşmak, mücadele etmek. Örnek: O kadar zayıf, güçsüz ki vursam ölecek, başımı
belaya sokacak, ölür korkusuyla vurmasam yalan dolanla hakkımı, malımı elimden
alacak. (Özalp, 2008: 348)
Vurunca deleme gibi döndermek: Vurursa çok fena yapmak. (Özturan, 2014:
255)
Vurunca otuz iki dişini dökmek: Vurunca ağzını burnunu kırmak. (Özturan,
2014: 255)
Vücudu çimiş çimiş olmak: Soğuğa bağlı yanmada vücudun yaşadığı hal.
(Özturan, 2014: 255)
Y….ını almak: Hiçbir şey alamamak (Özalp, 2008: 351)
Ya ç..ümü dutarsın ya üstüne işerim: Ya dediğimi tutarsın ya sana zarar veririm.
(Özturan, 2014: 255)
Ya dam ya mertek yanacak: Ya sen ya da ben, iki dosttan biri yarışmayı, oyunu
kaybedeceğiz. (Çınkır, 2016: 1078)
Ya deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin: Ya bu işi yaparsın ya da buradan
gidersin. (Gökçebey, 1999: 82; Özturan, 2009a: 225; Özturan, 2014: 255)
Ya herro ya merro: Ya bu işi yaparız ya da bu işin altında kalırız. (Şen, 2006:
112)
Ya müftüye danışmak ya da bir gavur bir müslümana sormak: Kimin haklı
olduğunu birilerine sormak. (Özturan, 2014: 255)
Ya sayı bilmiyorsun ya da kötek yememişsin: Sen ya bu işi bilmiyorsun ya da
hayat tecrüben yeterli değil. (Özturan, 2014: 230)
234
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
235
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Yas/yasını dutmak: Arkadaşının, birisine küsmesi ile hiç alakası olmadığı halde
sırf arkadaşına yaranmak niyetiyle onunla birlikte ötekine küsmek, onunla birlikte
hareket etmek. Örnek: Şuna bak ya, oğlum sana ne yaptık da Osman’ın yasını tutup
bizimle konuşmaz oldun? (Atalay, 2008: 154; Bilgin, 2006: 335; Gözükara-Özalp,
2011a: 130)
Yaş dalı ayırmak: Doğru, düzgün bir işi berbat etmek. (Göçer, 2010: 74)
Yaş tahtaya basmamak: Tedbirli olmak. (Erşahin, 2011a: 78; Özturan, 2014:
258)
Yaşı başına gardak gelmek: Yaşı başına dar gelmek, yaşı başına birçok
felaketler, belalar getirmek. (Özalp, 2008: 352)
Yaşı kesilmek: Ölmek, ömrü sona ermek. (Özturan, 2014: 259; Özalp, 2008:
352; Elife Akkurt)
Yaşı ne başı ne?: Daha çok küçük, akıl baliğ olmamış çocuk. (Çınkır, 2016:
1097)
Yaşın yaşın ağlamak: İçli içli, gözlerinden yaş akıtarak ağlamak. Örnek: Yemen
türküsünü her dinleyişte, çocukları bile her sevişte yaşın yaşın ağlar. (Bilgin, 2007b:
228; Gözükara-Özalp, 2011b: 219)
Yaşına ömrüne doymamak: Çok yaşamamak. (Özalp, 2008: 352)
Yaşları gara gelmek: Bir an önce ölmek. (Çınkır, 2016: 1097)
Yatan öküze galk dememek: Etliye sütlüye karışmamak, kimsenin işine
karışmamak. (Çınkır, 2016: 1098; Özalp, 2008: 352)
Yavan herifin biri: Sevimli biri değil. (Özturan, 2014: 259)
Yavan yavan gonuşmak: Gerekmez konuşmak. (Özturan, 2014: 259)
Yavuz turacı gibi dönmek: Vurmayı bilmek. İyi, kuvvetli, çabuk çabuk vurmak.
(Özalp, 2008: 352)
Yayan yapıldak: Yürüyerek gelmek. (Çınkır, 2016: 1100)
Yayılıp yayılıp gelmek, ötürüp durmak: Boş boş dolaşmak, bir işe yaramamak.
(Ali Kayabaşı)
Yaz var güz var, Kerhan’da goz var: Borç ertelenmesi. Borcunu ödemeye niyeti
yok. (Özturan, 2014: 259)
Yaza çıkardık danayı, beğenmez oldu anayı: Çocukları büyüttük, şimdi bizi
beğenmiyorlar. (Şen, 2006: 112)
Yazıda bulmak: Beleş olmamak. Örnek: Getir lan el arabamı, yazıda bulmadık
onu. (Aksu, 2013: 271)
Yazının yüzü/ortası: Meydanda, herkese açık, tehlikeye açık. (Aksu, 2013: 271;
Erşahin, 2011a: 78)
Yazının yüzünde galmak: Kimse sahip çıkmamak, yalnız bırakılmak. (Aksu,
2013: 271)
Yazıya düşmek: Kimse sahip çıkmamak, çaresiz kalmak. (Aksu, 2013: 271)
Yazıya sermek: Kıymetini bilmemek, heba etmek. (Aksu, 2013: 271)
Yazıyı dolanmak: Her tarafı aramak. (Aksu, 2013: 271)
Yazzaneye gitmek: Tuvalete gitmek. (Mehmet Öztürk)
Yedi denizin dışarı attığı: Çok yaramaz, çok geveze. (Özturan, 2014: 260)
Yedi gad el: Akrabalığın geriye doğru yedi göbek devam ettiği düşünülerek el
olanları, yabancıları ifade etmek, bu yedi göbeğin dışında, zerrece akrabalık bağı,
yakınlık olmadığını anlatmak. (Özalp, 2008: 352-353)
Yedi köyü bir eşşeğe bindirmek: Yavuzluk, yamanlık yapmak. (Çınkır, 2016:
1103)
Yedi yerinden ağlamak: Karşılaştığı herkese derdini anlatmak. (Özturan, 2014:
260)
Yedi yıllığını yetirmek, bıyığını bitirmek: Artık yaşı epey olmak, kendi yoluna
gidecek olmak. (Özturan, 2014: 260)
Yedi zembil buçuk demek: Eski Maraş'ta namaz kılarken bağda kesilen üzümü
aklından geçirerek "Allahuekber" yerine yedi zembil buçuk denirdi. (Özturan, 2014:
260)
Yediği çanağa/gazana işemek/pislemek/s..mak: Nankörlük etmek, iyilik görülen
insanlara kötülük etmek. (Okumuş, 2006: 169; Özalp, 2008: 352; Ahmet Yenikale)
237
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Yerinde bir avuç gurt gaynamak: Yerinde duramamak. (Özturan, 2014: 262)
Yerini garıncalandırmak: Bulunduğu yeri tartışılır hale getirmek. (Özturan,
2014: 262)
Yerini sevmek: Ağaç, çiçek, sebze gibi şeylerin ekildiği, dikildiği yerde iyi
gelişmesi, uyum sağlaması. (Özalp, 2008: 354)
Yerniği değil, yornuğu olmak: Gelinlerden çok çeken kaynanalar söyler bu sözü.
Örnek: Ben gelinin yerniği değil, yornuğuyum. (Çınkır, 2016: 136)
Yernik gitmek: Hasret gitmek, özlemine kavuşmamak, üzülmek. Örnek: Yernik
gitti kara yiğit. (Ekici, 2005: 77; Uzun vd., 2012a: 247; Uzun vd., 2012b: 282; Uzun
vd., 2012c: 141)
Yernik olmak: Aşermek. (Özalp, 2008: 354)
Yersen gabacık, yemezsen gapı açık: Düzen bu şekilde, işine geliyorsa. (Çınkır,
2016: 1112; Şen, 2006: 112)
Yersi yersi kokmak: 1. Toprak gibi topraksı topraksı kokmak. 2. Nemli toprakta
bekleyip küfsü küfsü kokmak. (Özalp, 2008: 354)
Yettiğine yetmek, yetmediğine börkünü atmak: Tutabildiği kadar iş tutmak,
yetişemediğine işaret koymak. (Özturan, 2014: 263)
Yıkıldığı yere han yaptırmak: Destek olmak, arkasında durmak. (Özturan, 2014:
263)
Yıkılmaz zengin olmak: Çok zengin olmak. (Özturan, 2014: 263)
Yıl on iki ay: Bir yıl boyunca. (Adem Pırnaz)
Yılan gırkan gibi: 1. Yaramaz çocuk. 2. Konu komşusuna zarar veren kadın.
(Özalp, 2008: 354)
Yılan gibi akmak: Sessizce, habersizce gitmek. (Hasan Koçak)
Yılan gursağından çıkık gibi: Çok düzgün. (Çınkır, 2016: 1115)
Yılana ağvermek: Çevresindeki insanları azdırmak, yoldan çıkarmak, birbirine
düşürmek. Örnek: O öyle bir yılana ağveren biri ki meleği bile şeytanın yoldaşı eder.
(Bilgin, 2006: 339-340)
Yılana göz gırpmak: Çalışıp kazanmadan birilerinin sırtından geçinmek. (Polat,
2016: 74)
Yılanı kendi dutmak, gözüne el bakmak: İş kendisi yapmak, kendisi yorulmak,
ama başkası para kazanmak. (Özturan, 2014: 263)
Yılanın gurbağayı somurduğu gibi: Uzun bir şeyi bir ucundan ağzına alıp
çiğneyen, yuttukça da dışarıda kalan kısmını ağzına çeken, bu arada da birtakım sesler
çıkaran. (Özalp, 2008: 355)
Yıldır yıldır yanmak: Göz alıcı bir şekilde parlamak. (Çınkır, 2016: 1116;
Özturan, 2014: 264)
Yıldız akmak: Yıldız, kayıp yer değiştirmek. (DS, 2009: 4270)
Yıldız sağılmak: Yıldız kaymak. (DS, 2009: 4270)
Yılın ağzı azgın olmak: Hava, mevsim insanlara zarar verecek durumda olmak.
(Özalp, 2008: 355)
Yırtık dondan çıkan s.. gibi: Her taşın altından çıkan, her şeye karışan. (Özalp,
2008: 355)
Yırtık pırtık: Eski ve yırtık elbise. (Özturan, 2014: 264)
Yırtılan Kelecoğlu’nun yakası: Umurunda mı, o niye üzülsün, sıkıntı etsin?
Nasıl olsa kendisine bir şey olmuyor. Bütün sıkıntıyı ben çekiyorum. (Özalp, 2008: 355)
Yimbeş guruşu olsa yimbeş gavur öldürmek: Hiç parası olmamak. (Özturan,
2014: 264)
Yiten gitmez, çeken gelmez: Çözümü olmayan müşkül bir durumda olan
kimsenin hali. (Çınkır, 2016: 1117)
Yitirmezsek eyi bulduk: Belayı başımıza sardık. (Özturan, 2014: 264)
Yitirsen tuh demezsin, bulsan oh demezsin: Değersiz şey. (Fadık Pırnaz)
Yivgin olmak: Başlayıp bırakmaktan dolayı usanmışlık olmak. (Özturan, 2014:
264)
Yivi seti galmamak: Sözüne güvenilmemek, haram yiyebilmek, hırsızlık
yapabilmek ve en önemlisi de yaptıklarından utanmamak. (Çınkır, 2016: 1120)
Yiyecek guru b.. aramak: Bela aramak. (Özturan, 2014: 264)
239
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
240
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Yüreğine buz değmek: Bir olay karşısında aşırı sevinmek. (Polat, 2016: 74)
Yüreğine gan indirmek: Yaşadığı olay sebebiyle yüreğine ölüm sebebi sayılacak
kan damlamış gibi olmak. (Özturan, 2014: 267)
Yüreğine oturmak: Hazmedemeyecek hale gelmek. (Özturan, 2014: 267)
Yüreğini böbreğini düşürmek: Çok korkutmak. (Özturan, 2014: 267)
Yüreğinin başı yağ bağlamak: İyi yönde gelişen olaylar sebebiyle çok sevinmek.
(Özturan, 2014: 268)
Yüreğinin şişi inmek: Öfkesi yatışmak. (Çınkır, 2016: 1137)
Yüreğinin yağı erimek: Ferahlamak. (Okumuş, 2006: 169)
Yüz ağartmak: Memnun etmek. (Arslan, 2011: 358; Körük, 2005: 34; Şen, 2006:
112)
Yüz azdırmak: Yüzünü bozmak. (Özturan, 2014: 268)
Yüz değil camız gönü: Yaptığından dolayı bir kimseye olmadık laflar söylendiği
halde bunlardan hiç nasibini almayan hatta oralı bile olmayanlar için söylenir. (Çınkır,
2016: 1138; Özalp, 2008: 357)
Yüz göz olmak: Aradaki mesafeyi koruyamamak. (Kapanoğlu, 2009: 46;
Özturan, 2014: 268)
Yüz verdik Ali'ye/deliye geldi s..tı halıya: Yüz verdik, arka çıktık, ama bize
zarar veriyor. Yapılmaması gerekeni yapıyor. (Özalp, 2008: 437; Özturan, 2014: 268)
Yüz verince astar istemek: Kendisine verilen ilginin daha fazlasını istemek.
(Okutucu, 2000: 57)
Yüz vermek: İlgi göstermek. Örnek: Gelin bize yüz vermedi. (Gözükara-Özalp,
2011a: 313)
Yüze çıkmak/çıkarmak: Üstüne fazla gittiğinden karşıdakini saygısız olmak
zorunda bırakmak. (Körük, 2005: 34; Okumuş, 2006: 169; Özalp, 2008: 358; Özturan,
2014: 269)
Yüze yüze kertiğine gelmek: Bir işte sona yaklaşmak. (Özturan, 2014: 269)
Yüzsuyu göğe çekilmek: Utanmaz olmak. Haya, edep kalmamak. (Özturan,
2014: 268)
Yüzsüzlük etmek: Yalakalık yapmak. (Körük, 2005: 34)
Yüzü azgın olmak: Sinirli olmak. (Erşahin, 2011a: 78)
Yüzü gızarmak: Utanmak. (Göçer, 2010: 68)
Yüzü gölgeli: Canı sıkkın, bir şeyden incinmiş. (Özalp, 2008: 358; Özturan,
2014: 269)
Yüzü olmamak: Hatır gönül bilmemek, utanma duygusu olmamak. (Özturan,
2014: 55)
Yüzü turşu satmak: Surat asmak. (Karalar, 1998: 66)
Yüzünde su galmamak: Utanma duygusu kalmamak. (Özturan, 2014: 269)
Yüzünden bit yağmak: İstenmeyen bir olay etkisiyle, surat asmak, azgınlaşmak,
gülmemek. Örnek: Akşam eve geldim geleli avradın yüzünden bit yağıyor. (Bilgin,
2006: 47)
Yüzünden nur damlamak: Çok güzel olmak. (Erşahin, 2011a: 78)
Yüzünden sabunlu su akmak: Ölecekmiş gibi hasta olmak. (Özturan, 2014: 269)
Yüzüne bakanın eşşeği ölmek: Yüz hatları korkunç olmak. (Özturan, 2014: 269)
Yüzüne bakılmamak: Önemsiz biri olmak. (Önder, 2008: 86)
Yüzüne baksa garnı doymak: Çok güzel olmak. (Özturan, 2014: 269)
Yüzüne bastık sermek: Yüz güzelliğine önem vermemek. Örnek: Yüzüne bastık
mı sericin? (Özturan, 2014: 269)
Yüzüne bir elek vermek: Utanmış gibi davranana kızmak. (Özturan, 2014: 269)
Yüzüne gözüne bulaştırmak/sıvamak: İşi berbat etmek. (Kozan, 2007: 219;
Özturan, 2014: 270)
Yüzüne havas olmamak: Onu görmenin heveslisi olmamak. (Özturan, 2014:
270)
Yüzüne yüzbaşı, arkasına abdal ağası demek: Önünden konuşurken övmek,
arkasından konuşurken yerin dibine girdirmek. (Mustafa Öztürk)
Yüzünü ağartmak: Övünç duyulacak bir durum kazandırmak. (Göçer, 2007: 172)
Yüzünü azdırmak: Surat asmak. (Erşahin, 2011a: 78)
242
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
3.2. Atasözü
3.2.1. İnceleme/Tasnif
3.2.1.1. İşlev
1. Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme
Avrat var, zavranı zort; avrat var, çepeli mürt; avrat var, hazreti mülk.
244
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
3.2.1.2. Yapı
245
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Hacı hacı olmaz gitmekle Mekke’ye, dede dede olmaz gitmekle tekkeye.
Hafif çalıyı yel alır, ağır çalı yerinde galır.
Bazı atasözleri devrik cümle yapısındadır:
Çabalayan gider çüte.
Doğdu guyruk, galmadı goruk.
Karşılıklı konuşma yapısında olan atasözleri vardır:
Merese demişler “nereye gediin”, o da demiş “meres olmaya gediim”.
Gargaya “b..un ilaç” demişler, denizin ortasına s..mış.
1. Genel/Ulusal Atasözleri
Kurtlu baklanın kör alıcısı olur.
Kaza geliyorum demez.
2. Mahalli/Yöresel Atasözleri
Çalışmayla zengin olunsa Fatmalı eşşeği zengin olurdu.
Öküzden öörün çit sürülmez.
3.2.1.4. Oluşum
246
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
3.2.1.5. Anlatım
1. Mensur Atasözleri
Aba altında aslan yatar.
Kirli çabut, boya çıkınlamaya gerek olur.
2. Manzum Atasözleri
3.2.1.6. Anlam
3.2.2. Liste
Aba altında aslan yatar: Görüntüye bakıp aldanma. O görüntünün altında çok
güçlü bir insan olabilir. (Özturan, 2014: 25)
Aba da bir yaba/kebe da/de bir giyene, güzel de bir çirkin de bir sevene: Bir işi
yapmak istiyorsan ayrıntılara takılma. (Şen, 2006: 98;Faruk Zülkadiroğlu)
Aba vakti aba, yaba vakti yaba: Çalışacak zaman çalış, dinleneceğin zaman
dinlen. (Özturan, 2009a: 208)
247
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Aba vakti yaba, yaba vakti aba: Kişi, kendine lazım olan şeyleri değerinin ucuz
olduğu zamanlar almalıdır. (Şen, 2006: 98)
Abası olan abalanır, ekmeği olan babalanır: 1. Ekmeği olan yer, karnını doyurur,
abası olan da abasını giyer, korunur. 2. Abası olduğu halde giymez, ekmeği olduğu
halde yemez. Var ama yemez, giymez. (Bilgin, 2006: 15; Özalp, 2008: 181)
Abdal abdala çatmayınca gasnak boyna girmez: Abdal kelimesi "görgüsüz, kaba
kişi" demektir. İki kaba insan aralarında bir münakaşaya tutuştuğunda haksız olan iki
taraftan birisi kazanır ve bunun cezasını ikisi de çeker. Durum böyle olduğunda
aralarına girmemeli, onların bu münasebetsizlikten ders almaları beklenmelidir. (KA,
2017a: 389; Şen, 2006: 98)
Abdal ata binmeyinen bey oldum sanır, küllük büyümeyinen dağ oldum sanır:
Görgüsüz, akılsız bir kimse ata binerse bey oldum sanır, gururlanır. Küllük de, kül
dökülüp büyüyüp kabardıkça kendini dağ oldum sanır ve şişer. Abdallar, budalalar,
akılsızlar, görgüsüzler ellerine bir imkan, zenginlik, mevki ve makam geçtiğinde
kendilerini bir şey sanmaya, övünmeye, şişmeye, ne oldum delisi olmaya başlarlar.
Kendilerini herkesten üstün, başkalarını aşağı görür, insanlara tepeden bakarlar. (Özalp,
2008: 298; Özalp, 2008: 365)
Abdal ata/eşşeğe binince ağa oldum, [şalgam çorbaya/aşa girince/gonunca yağ
oldum] sanır: Görgüsüz biri beklemediği bir zamanda rahata kavuşsa bu vaziyet
kendinin hakkıymış gibi aptalca böbürlenir. (ATKVE, 2011: 134; Çoğalan, 1982: 114;
Dalkıran, 2005: 47; Gökhan-Koç, 2009: 312; Kozan, 2007: 218; Körük, 2005: 30;
Okumuş, 2006: 150; MİY, 1967: 194; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 98; Şen, 2006:
116; Yakar, 1997: 60)
Abdal daşın büyüğüne sarılır: Abdal, kavgada kazanamayacağı için mahsustan
büyük bir taşa sarılır. (Özturan, 2009a: 208; Özturan, 2014: 26)
Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz: Bir kimse sevdiği işi sürekli yapmak
ister, bu durumdan usanmaz. (Arslan, 2011: 345; Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006:
150; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 98)
Abdal/ahmak çabalar/üver, iş olacağına varır: Ahmak ve akılsız insanlar ne
kadar acele ederlerse, çırpınırlarsa, yorulurlarsa faydası yoktur. İş olacağına varır.
Sonuçta Allah'ın dediği olur, takdir-i ilahi yerini bulur. (Kozan, 2007: 217; Kuyumcu,
1995: 17; Okumuş, 2006: 149; Özalp, 2008: 368; Özturan, 2009a: 209; Şen, 2006:
106Faruk Zülkadiroğlu)
Abdala malum olur: Abdal diye saf ve temiz kimselere denir ve Allah’ın bazı
sırları onlara malum ettiğine inanılır. (Özalp, 2008: 365)
Abdalın bir oğlu olmuş çekince ç..ünü goparmış: Bkz: “Görgüsüzün/görmemişin
bir oğlu olmuş, çekmiş ç..ünü goparmış” (Kozan, 2007: 218)
Abdalın dostluğu köy görünene gadar: Kötü insanın yardımseverliği menfaati
bitene kadar olur. (Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 98)
Abdalın eli ağulu olur: Yabancının eli zehirli olur. Zararı sana dokunabilir.
Böylelerinden uzak durmak gerekir. (Sultan Pırnaz)
Abdestsiz babana/emmine namaz mı dayanır?: Usulsüz, kuralsız, rastgele, kötü
iş yapana iş mi dayanır? (Özalp, 2008: 181; Özturan, 2014: 43)
Acar çoban ya geç ya aç getirir: İşini bilmeyen insan bir işi zamanında yapamaz,
yapsa da güzel yapmaz. (ATKVE, 2011: 134)
Acar elek yükseğe asılır: Yeni olan bir şeye değer verilir. (Çınkır, 2016: 15)
Acele bir ağaçtır, meyvesi pişmanlık: Telaşla, sabırsızca ve ivedilikle yapılan
işler genellikle kötü sonuçlar doğurur. Kişiyi pişmanlığın içine iter. (Şen, 2006: 98)
Acele giden ecele gider: Acele ile iş yapan felakete varan sonuçlarla karşılaşır.
(Özturan, 2009a: 208)
Acele işe şeytan garışır: Hızlı yapılan iş bozuk olur. (Özturan, 2009a: 208)
Acele işin altı ay hükmü var: İş ne kadar acele de olsa yapılması için belli süresi
vardır. (Özturan, 2014: 26)
Acele yürüyen yolda galır: İşini hızlı yapayım diyen işini bitiremez. (Şen, 2006:
98)
Aceleci sinek, süte düşer: Acele ile iş yapan kimse, yaptığı işten zararlı çıkar.
(Polat, 2016: 5)
248
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Acemi gatır, gapı önüne yük indirir: İşini iyi öğrenemeyen insan, yerinde
davranış sergilemez. (Karalar, 1998: 18)
Acemi marangozun talaşı, tahtasından çok olur: Acemi kişi, işin püf noktasını
bilmediğinden işi eline yüzüne bulaştırır. (Göçer, 2010: 55)
Acemi nalbant, Kürt eşşeğinde beller: Her acemi sanatkar; işini, sanatını, işten
iyi anlamayan kimselerin işlerini bozarak, kırıp dökerek, zarar vererek yapar. (Özalp,
2008: 366)
Aceminin elinden a… gavağa çıkmış: İşi acemiye verirsen berbat eder. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Acı acıyı, [su sancıyı] bastırır/giderir: Eski acıyı yeni acı bastırır, unutturur.
(Okumuş, 2006: 149; Özturan, 2014: 26; Şirikçi, 2007: 88)
Acı baldırcanı/tiyeği mehrican çalmaz: İşe yaramayan kişinin bozulacak malı
yoktur. (Dalkıran, 2005: 48; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 99;Faruk Zülkadiroğlu)
Acı soğan gabını acıtır: Kötü, zararlı insanlar önce kendine ve etrafına zarar
verirler. (KA, 2017a: 389)
Acı söyletme, doku gımıldatma: Durumu kötü olanı konuşturma, vaziyetinden
şikayetçi olur; durumu iyi olanı kımıldatma, rahatı kaçar. (Dalkıran, 2005: 50)
Acıkan bilmez dediğini, acışan bilmez yediğini: Aç insan söylediğini, acı çeken
yediğini bilmez. (Deniz, 2015: 18)
Acıkan doymam, susayan ganmam sanır: Çok acıkanın çok yemek, çok
susayanın da çok su istediği gibi, fakir ve görgüsüz insanlar da göz doymazlığı
sebebiyle çok mal mülk ister. Her iki durumda da açgözlülük ve doyumsuzluk vardır.
(Özalp, 2008: 366; ATKVE, 2011: 134; Okumuş, 2006: 149; Özturan, 2009a: 208; Şen,
2006: 99)
Acıkınca guru ekmek bal olur, susayınca Köze deresi yol olur: Yokluk
zamanında en kötü şey bile değerli olur. (Deniz, 2015: 18; Polat, 2016: 5)
Acıkmış gatıra gül koklatılmaz: Birine ilgisi olmayan şey teklif edilmez. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Acımış/acışan eşşek, attan/gatırdan yürük gider/olur: Canı yanan, çok üzülen
insanlar, ilgili konularda daha gayretli, daha fedakar olur. (ATKVE, 2011: 134; KA,
2017a: 389; Özalp, 2008: 366; Şen, 2006: 99)
Acın goynunda azzık/ekmek eğlenmez: Aç kimse, eline geçen yiyeceği hemen
yer. Ne yarın ne yiyeceğini düşünür, ne de başkalarını. Fakirlik de aşağı yukarı böyledir.
(Dalkıran, 2005: 50; Özalp, 2008: 366; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 99;Faruk
Zülkadiroğlu)
Acın üstüne dokuz yorgan örtmüşler, gene uyuyamamış: Aç insan, her türlü
sıhhi tehlikeye açık olur. Ne kendini hastalıklardan koruyabilir, ne de vücudu
güçlendirici refleksleri gösterebilir. Hatta uyku bile uyuyamaz. Sağlık, ancak uygun
biçimde beslenerek korunabilir. (Özalp, 2008: 366)
Acındırırsan arsız, acıktırırsan hırsız olur: Korumaya çalıştığın kimse arsız olur.
Hakkının karşılığını vermediğin kimse de hırsız olur. (Okumuş, 2006: 149)
Acışan gider, gidişen gelir: Rahatsız olan gider, rahatsız olmayan gelir.
(Özturan, 2014: 27)
Acıyan çok da ekmek veren yok: Hale acıyan var, ama çare olan, yardım eden
yok. (Özturan, 2014: 27; Şen, 2006: 99)
Acıyan yer başka, acıkan yer başkadır: Hayati ihtiyaçlar her şeyden önce gelir.
İnsanın başına ne gelirse gelsin, neresi ne kadar ağrırsa ağrısın, ne kadar hasta olursa
olsun, hayati fonksiyonları devam eder. Nefes alır, yemek yer. Kalp, ciğer, böbrek ve
bağırsakları çalışır. Kısacası, hiçbir kötü durum, hayatı sürdürme istek ve arzusuna mani
olamaz. (Özalp, 2008: 182)
Aç aç ile yatınca arada dilenci doğar: Yokluğun olduğu yerde yokluk hasıl olur.
(Polat, 2016: 5)
Aç aman/yok bilmez, [çocuk zaman bilmez]: Aç kimse susturulamaz. Çocuk da
bir şey istedi mi beklemek bilmez. (ATKVE, 2011: 134; Okumuş, 2006: 149; Şen,
2006: 99)
Aç doymam, tok acıkmam sanır: Durumu kötü olan daha iyi olmak ister.
Durumu iyi olan da varlığı devam eder sanır. (Okumuş, 2006: 149)
249
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Aç gatık istemez, uyku yastık istemez: Aç büyük bir nimet istemez, karnını
doyursa yeter. Uyumak için de rahat yere gerek yoktur. (Faruk Zülkadiroğlu)
Aç goyma/bırakma hırsız eden, çok söyleme yüzsüz/arsız eden: İnsanları aç
koyarsan karınlarını doyurmak için gayr-i meşru yollara giderler, hırsızlık bile yaparlar.
Fakirlik de açlık gibidir. Birine bir şey söylediğinde de ister azarlama, tersleme veya
hakaret, isterse de nasihat şeklinde olsun aşırıya gitme, ölçüyü kaçırma. Vasat, yani orta
yolu izle. (Dalkıran, 2005: 45; Körük, 2005: 30; Özalp, 2008: 366; Özturan, 2009a: 208;
Şen, 2006: 98)
Aç gurt aslana saldırır: Kişioğlu muhtaç duruma düştüğünde en olunmaz işleri
yapar. (Şirikçi, 2007: 88)
Aç gurt yavrusunu yer: Açlık çok kötü bir durumdur. Bu durumda olanlar akla
ziyan işler yapabilir. (Şirikçi, 2007: 88)
Aç ile arkadaş olma, yemem der de sömürür: Durumu kötü olan bir peşine
yapıştı mı bırakmaz. Böylelerinden uzak dur. (Şen, 2006: 99)
Aç it/köpek fırın yıkar/deler/yakar: Aç kalan, sınır tanımaksızın gücünün
yetmeyeceği engellerle çarpışır, istediğini de alır. (ATKVE, 2011: 134; Okumuş, 2006:
149; Özalp, 2008: 366; Şen, 2006: 99; Şirikçi, 2006: 230; Şirikçi, 2007: 88)
Aç ne yemez, tok ne demez: Yoksul kimse eline geçen şeyin iyisine kötüsüne
bakmaz, varlıklı kişi ise en güzel şeyde bile kusur bulur. (Şen, 2006: 99)
Aç ölmez, gözü gararır: Açlıktan kolay kolay kimse ölmez, ama illa ki açlığın
zararı dokunur. (Şirikçi, 2007: 88)
Aç tavuk düşünde/rüyasında, kendini darı ambarında görür/zanneder: (Dalkıran,
2005: 47; Körük, 2005: 30; Kozan, 2007: 217; Kuyumcu, 1995: 17; Okumuş, 2006:
149; Özturan, 2009a: 208)
Aç yanından gaç: Aç kimsenin yanında durma, sana zararı dokunur. (Şirikçi,
2007: 88)
Açgözlüyü ancak toprak doyurur: Hiçbir şeyle tatmin olmayan kişi, ölünceye
kadar doyumsuz olur. (Okumuş, 2006: 149)
Açık yaraya duz ekilmez: Acısı henüz taze, başına gelen musibetin ilk etkisini
henüz tam olarak üzerinden atamamış kimsenin üzüntüsü, bir takım söz ve davranışlarla
hatırlatılmamalı ya da arttırılmamalıdır. (Okumuş, 2006: 149; Özturan, 2009a: 208; Şen,
2006: 99)
Açılan solar, ağlayan güler: İşler elbet tersine döner. Bugün iyiysen yarın kötü
olursun. Dün ağladıysan bugün gülersin. (Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 149)
Açın garnı doyar, gözü doymaz: Açlık içinde olan kimsenin karnı doysa da yine
aç kalırım korkusuyla gözü doymaz. (Şirikçi, 2007: 88)
Açın uykusu gelmez: Aç insan uyuyamaz. (Şirikçi, 2007: 88)
Açla dost olma: Durumu iyi olmayan kimseyle arkadaşlık kurma. (Şirikçi, 2007:
88)
Açlıkta darı ekmeği, helvadan ala gelir: Zor durumdayken insanın imdadına
yetişen küçücük bir şey, o anda her şeyden daha kıymetlidir. (KA, 2017a: 38; Şen,
2006: 99)
Açma el gapısını [el ucuyla], açarlar gapını [er gücüyle]: Başkasının işine
karışma, senin işine de karışabilirler. (Dalkıran, 2005: 44; Körük, 2005: 30; Kuyumcu,
1995: 19)
Açma sırrını [sırrını söyleme] dostuna, o da söyler dostuna, [sonra saman
basarlar postuna]: Seni felakete götürecek sırlarını en yakın dostuna, hatta karına dahi
söyleme. Gün olur, olaylar olur; onlar da başkalarına söylerler ve seni beladan belaya
atarlar. (Çoğalan, 1982: 115; Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 149; Özalp, 2008: 367;
Özalp, 2008: 424; Şen, 2006: 110)
Açma/açtırma gutuyu, söyletme kötüyü: Sakın insanların hatalarını, kusurlarını
ve kötü taraflarını ortaya dökme. Onlar da seninkileri ortaya dökerler. (Kuyumcu, 1995:
16; Özalp, 2008: 367; Özturan, 2014: 27; Faruk Zülkadiroğlu)
Adam adam kadri bilir, sarraf altın kıymeti: Herkes ilgi alanı olan alanda
uzmanlaşır, bilgi sahibi olur. (Şen, 2006: 99)
Adam adama gerek olur, çöp atmaya kürek olur: İnsanlar birbirlerine muhtaçtır.
Birlikte hareket ederek iş yaparlar. (ATKVE, 2011: 134)
250
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Adam adama lazım olur: Bkz: “Adam adama gerek olur, çöp atmaya kürek olur”
(Şirikçi, 2007: 80)
Adam adama yük, can gövdeye mülk değil: Hatırlı olmak gerek. İnsan insana
gerek olur. Can baki değildir, fanidir. (Okumuş, 2006: 149)
Adam adamdır olmasa da pulu, eşşek eşşektir olsa da çulu: İnsanlığın değeri
para ile ölçülemez. Değersiz insan da kılık kıyafetle değer kazanmaz. (Şen, 2006: 99)
Adam başına iş, dağ başına gış düşer: İnsanın yaşadıkça başına birçok iş gelir.
Belalara, sıkıntılara uğrar. (Özalp, 2008: 367)
Adam gıymetini adam bilir: Adam olmayan, insan olmayan adamın, insanın
kıymetini bilmez. (Özalp, 2008: 367)
Adam olana bir söz yeter: Lafı anlayana bir kez söz söylemek yeter. (Okumuş,
2006: 149; Özturan, 2009a: 208)
Adam şaşırınca avradına dezze der: Kişioğlu şaşırdığı zaman ağzından yanlış
kelam çıkabilir. (Akın, 2014: 40; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 97)
Adam zengin olamaz, zengin adam olamaz: Dürüst insan zengin olamaz, zengin
insan da dürüst olamaz. (Akın, 2014: 40; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 97)
Adama dayanma ölür, ağaca/duvara dayanma gurur/yıkılır: Ne çoluğuna
çocuğuna ve diğer insanlara ne de malına mülküne güven. Sonuçta hepsi fani ve
geçicidir. Kimi ölür, kimi kurur. Sonunda elin boşa çıkar. Yalnızca Allah’a güven, O
sana yeter. (Özalp, 2008: 367; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 98)
Adamdan eşşek olmasa adama güç yetmez: Bazı insanlar, eşek gibi davranıyor.
Eğer böyle olmasa iyi adamların değeri ortaya çıkmaz. (Okumuş, 2006: 149)
Adamdan eşşek olmasa eşşeklere güç mü yeter?: Bkz: “Adamdan eşşek olmasa
adama güç yetmez” (Özturan, 2009a: 208)
Adamın yanına adam gelir: Kaliteli insanın kaliteli ahbapları olur. (Özturan,
2009a: 208)
Adamın yere bakanından, suyun durgun akanından gorkacaksın: Duygu ve
düşüncelerini açığa çıkarmayan insan yavaş yavaş akan su gibidir. Tehlikeli olur.
(Faruk Zülkadiroğlu)
Adamın yüzüne gülmeli: İnsanlara tebessümle yaklaşmalı. (Özturan, 2014: 29)
Adana selden, Maraş yelden: Adana ili çukurda olduğundan ve deniz kenarında
olduğundan seli çok olur, Maraş’ın ise yeli çok olur. (Adem Pırnaz)
Adın gader olacağına gaderin gader olsun: Başına kötü işler gelmesin, kaderin
iyi olsun. (Özturan, 2009a: 208; Faruk Zülkadiroğlu)
Af büyükten, suç küçükten: Suçu küçük işler, büyük affeder. (Şen, 2006: 98)
Ağ gız ayıbını göstermez: Güzellik, kötü işleri bastırır. (Dalkıran, 2005: 47)
Ağ goyun ağ bacağından, gara koyun gara bacağından bağlanır: Doğru olan
ödüllendirilir, kötü olan da cezalandırılır. (Okumuş, 2006: 149)
Ağ goyun/g.., gara goyun/g.. geçitte belli olur: İyi insan, kötü insan, iyi dost,
kötü dost ihtiyaç anlarında, insanlar ve dostlar için bir tehlikeyi veya zararı göğüslemek
gerektiğinde, menfaat ve çıkarlar bahis mevzuu olduğunda, adaletle ilgili bir durumla
karşılaşıldığında belli olur. (Özalp, 2008: 365; Özturan, 2009a: 208)
Ağ goyundan gara guzu da doğar: İyi şeyler bazen kötü sonuç verebilir. (KA,
2017a: 389; Faruk Zülkadiroğlu)
Ağ gün ağardır, gara/sarı gün garardır/sarardır: Günün nasıl geçtiği hayat için
önemli. İyi gün, iyiliklere vesile olur, kötü gün de kötülüklere. (Özturan, 2009a: 208;
Özturan, 2014: 19)
Ağ it gara it, hepisi bir it: Köpeğin rengi değişmekle köpekliği değişmez. İster
beyaz, ister siyah olsun. Sonuçta köpek köpektir, köpekliğini yapar. Bunun gibi
insanların da şekli, görüntüsü sizi aldatmasın. En güzel görünüşlü insanlar da kötü ve
zalim olabilir. (Özalp, 2008: 365)
Ağ itin pamukçuya zararı var/olur: Özellikle ticarette, benzer olan veya aynı işi
gören malların ortaya çıkması, benzeri malları satanların ticaretini etkiler. Bundan
kinaye olarak beyaz köpek pamuk ekene, satana zarar verir. (Çınkır, 2016: 22; Körük,
2005: 30; Okumuş, 2006: 150; Özalp, 2008: 365; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 97)
Ağaca çıkan geçinin dala bakan/çıkan oğlağı olur: Küçükler büyüklerinden
gördüklerini yapmaya özenirler. (Çınkır, 2016: 832; Faruk Zülkadiroğlu)
251
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ağaca çıkan oğlağın düşmesi muhakkaktır: Belli bir yeteneğe sahip olmayan
kimselerin istidatlarının üzerine çıkmaya çalışmaları sonlarını hazırlar. (Polat, 2016: 37)
Ağacı gurt, insanı dert yer: Kurt ağaca nasıl zarar verirse sıkıntı da insanı yiyip
bitirir. (Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 149)
Ağacı güçlü olanın gulu suçlu olur: Güçlü birine sırtını dayayan kişi, herkese
kafa tutar, güvendiği kişi için suç işler. Gerekirse o kişinin işlediği bir suçu üstlenebilir.
Genelde kuvvetli kimselerin suçları yanındakilere yüklenir. (Okumuş, 2006: 149)
Ağaç dalıyla gürler: İnsanların gücü kuvveti, itibarı ancak çevresiyle ölçülür.
Tehlikeli bir duruma düştüğünde, darda kaldığında arkasında duran geniş bir çevreye -
baba, kardeş, amca, dayı, çocuk ve diğer akrabalar- sahip kimse, bunları haklı haksız
her yerde kullanabiliyorsa güçlü, itibarlı olur ve işleri kolay yürür. (Gökçe, 2014: 180;
Gözükara-Özalp, 2011b: 162; Kuyumcu, 1995: 16; Özalp, 2008: 366; Özturan, 2009a:
208)
Ağaç gırılır küt eder, dal gırılır çıt eder: Zararın büyüklüne göre etkisi olur.
(Polat, 2016: 6)
Ağaç ne gadar uzasa da balta dibinde hazırdır: İnsan herhangi bir konuda ne
denli yükselirse yükselsin, her zaman bir yerde durur. Erişilmesi doğa yasalarına aykırı
olan yüksekliğe çıkamaz ve bunun sınırlarını aşamaz. Allah doğayı ve içindeki tüm
canlıları bir sınırı, bir haddesi olacak şekilde yaratmıştır. (Şen, 2006: 98)
Ağaç ne gadar uzasa da göğe ermez: İnsan ne kadar yükselirse yükselsin, bir
yerde durur. (Şen, 2006: 98)
Ağaçtan maşa, abdaldan paşa olmaz: Yeteneksiz, beceriksiz kimse önemli
görevlerde bulunamaz. (Şen, 2006: 98)
Ağalık vermekle, beylik/yiğitlik alma/dövme/vurma ile olur: Çevrende tanınır
olmak istiyorsan yardımlarda bulunacaksın. Yiğit olmak istiyorsan savaşta vurucu
olacaksın. (Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 99; Faruk Zülkadiroğlu)
Ağanın eli mi tutulur?: Bol harcayan ağaların eli tutulmaz. Ağalar istedikleri
kadar harcarlar. (Özturan, 2014: 25)
Ağanın eli tutulmaz: Yardım ve iyilik yapacağın zaman istediğin gibi yardımda
bulunabilirsin. (Faruk Zülkadiroğlu)
Ağanın malı, hizmetçinin canı gider: Ağanın yani patronun malına bir zarar
gelirse hizmetçilerinin, işçilerinin canına zarar gelmiş gibi olur. Hizmetçiler, işçiler
daha fazla acı duyarlar, canları gidiyormuş gibi davranırlar. (Özalp, 2008: 370)
Ağası yiğit olanın etbası da yiğit olur: Ağa; yiğit, güçlü, gayretli olursa bağlıları
da onun yiğitliğine dayanarak yiğit olurlar. Bu yiğitlik hem iyilik hem de kötülük için
geçerlidir. (Özalp, 2008: 371)
Ağası yiğit olanın sırtı yere gelmez: Arkasında güçlü birileri olan kişiyi alt
etmek, devirmek çok zordur. Çünkü onu sahiplenen birileri var. (Özturan, 2009b: 134)
Ağası yiğit olanın, adamı yavuz olur: Başı büyük olanın çevresi de çevik olur.
(ATKVE, 2011: 134)
Ağaya da gabahat bulak ama abıla da gız doğurmuş: Herkes kendince haklıdır.
(Çınkır, 2016: 24)
Ağılda guzusu doğsa ovada otu biter: Allah her yaratığın rızkını birlikte yaratır.
İşler yolunda gider.(Faruk Zülkadiroğlu)
Ağır daşınan batman/altın döverler/dartarlar, yeğni daşınan g../it
silerler/daşlarlar: (Çınkır, 2016: 9; Çınkır, 2016: 649; Çoğalan, 1982: 115; Dalkıran,
2005: 52; Okumuş, 2006: 149; Özturan, 2009a: 208; Sultan Pırnaz; Adem Pırnaz)
Ağır gamga yerinde galmış, yeğni gamgayı yel atmış: Ağır, ağırbaşlı olan, yere
ve zamana uygun davranabilen kimse yerini, durumunu, itibarını korur. Hafif karakterli,
ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmeyen, uygunsuz işler yapan ve başkalarının
dolduruşu ile hareket eden kimse ise kısa zamanda her şeyini kaybeder. (Özalp, 2008:
370)
Ağır gamgayı yel galdırmaz: Ağırbaşlı olan kimse, ufak tefek hadiseler
karşısında tavrını bozmaz. (ATKVE, 2011: 134)
Ağır harman, geç galkar: Tembel kimsenin elinden iş geç çıkar. (Özturan,
2009a: 208; Özturan, 2009b: 328; Şen, 2006: 99)
252
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ağır ol [da] molla desinler: Ağırbaşlı, sözü dinlenen insan ol, sana saygı
göstersinler. (Okumuş, 2006: 149; Özturan, 2014: 20)
Ağır otur, batman gel: Aklı başında ol ki değerin üstün tutulsun. (ATKVE, 2011:
134)
Ağırlık altın gala, yeğnilik başa bela: Ağır olmak iyi, hafif meşrep olmak kötü.
(Dalkıran, 2005: 49; Özturan, 2009a: 208; Özturan, 2014: 20)
Ağıt ölünün başında olur: Ağıt yakmak, cenaze yerinde olur. Uzaktan uzağa
üzülme, el gördülük bir iştir. (Mehmet Pırnaz)
Ağlarsa anam ağlar, gayrisi/gerisi yalan ağlar: Anaların üzülmesi içtendir.
Başkaları yüzeysel olarak üzülür. (Dalkıran, 2005: 44; Okumuş, 2006: 149)
Ağlatanın yanına var, güldürenin yanına varma: Kişiye kötülük edeceği bilinen
kimsenin niyeti bellidir. Ama iyiymiş imajı veren kimseler beklenmedik davranışlarda
bulunabilirler. (Deniz, 2015: 19)
Ağlayanın malı gülene hayır etmez: Zulmen, cebren birinin malını alıp onu
ağlatan kimse, o maldan hayır göremez. (Çoğalan, 1982: 114; Dalkıran, 2005: 49;
Gökhan-Koç, 2009: 312; Kozan, 2007: 218; MİY, 1967: 194; Özalp, 2008: 369;
Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 97; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 59; İbrahim Pırnaz)
Ağlık, güzelliğin yarısı: Beyaz tenlilik, güzelliğin yarısıdır. (Alparslan-Özturan,
2010: 288; Dalkıran, 2005: 47)
Ağrımaz başım, çekilmez dişim: Her şeyim az olsun, kafam rahat olsun.
(Özturan, 2014: 20)
Ağrına giden iş hakkında hayırlı olur: Bazen külfetli ve çok emek isteyen işler
bizi yorar, ama işin sonu güzel biter. Mutluluk ülkesine giden bütün yollar ıstırap
vadisinden geçer. (Göçer, 2007: 139)
Ağrısız baş olmaz: Herkesin bir sıkıntısı, derdi vardır. (Özturan, 2009a: 208)
Ağustos ayında ekilen darıdan, oğul vermeyen arıdan, sabahleyin gocasından
sonra galkan garıdan hayır gelmez: Vaktinde yapılmayan işten hayır, fayda gelmez.
(KATEDEG, 2012: 42)
Ağustosta yatanı, zemheride büvelek tutar: Vaktinde çalışmayan fırsat kaçtıktan
sonra çalışmanın zor olduğu günlerde geçim sıkıntısı yaşar, perişan olur, yoksulluk
çeker. Yoksulluğun olduğu yerde de pislik, böcek, sinek olur. İnsana musallat olur.
(ATKVE, 2011: 134)
Ağzı büyük olan büzer, gözü olan büyük süzer, burnu büyük nerde gezer/vay
burnu büyük olanın haline: Bazı kusurlar gizlenebilse de bazı kusurlar mümkün
değildir. Ağzı büyüklerin ağızlarını küçük göstermek için büzebileceği, gözü büyüklerin
gözlerini kısabileceği ama burnu büyüklerin burunlarını hiçbir şekilde
saklayamayacakları düşüncesinden hareketle örtülmesi, kapatılması mümkün olan
küçük kusurlar bir şekilde kapatılır, ama büyük kusurlar, suçlar hiçbir şekilde
gizlenemez. (Alparslan-Özturan, 2010: 288; Özalp, 2008: 196)
Ağzın dolu gan olsa da el yanında gusma: Sırrını kimseyle paylaşma. (Dalkıran,
2005: 46)
Ağzını açma, gözünü aç: Uyanık ol. (Polat, 2016: 6)
Ah, yerde galmaz: Zulmeden cezasını çeker. (Şen, 2006: 98)
Ahali isterse padişahı tahttan indirir: Milletin üstünde bir güç yoktur. Birlik
olunursa her şey yapılabilir. (Özturan, 2009a: 208)
Ahlakı ahlaksızdan öğren: En iyi niyetli ahlak öğreticileri, ahlaksızlardır.
Ahlaksızların çirkin, kötü ve tiksindirici davranışları insanı iyiye, güzele ve doğruya
sevk eder. (Özalp, 2008: 368)
Ahlaksız esnafın ahlaksız müşterisi olur: Her insan kendine denk insanlarla
düşüp kalkar. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com )
Ahmağa yüz, abdala söz vermeye gelmez: İşin cılkını çıkaranlarla yakınlık
kurmak iyi değildir. (Okumuş, 2006: 149; Şen, 2006: 98)
Ahmak her lafın başında yemin eder: Dürüst olmayan kişi, karşı tarafa güven
vermek için yemin eder. (Şirikçi, 2007: 32)
Ahmak misafir, ev sahibini davet eder: Konuk, ev sahibinin kendisine
göstereceği ilgiyi ve bulunacağı ikramı kendisi, ev sahibine yapmaya kalkarsa ahmaklık
etmiş olur, düşüncesizlik etmiş sayılır. (Kuyumcu, 1995: 15)
253
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ahrette b..u çıkmazsa bu dünyada işin iş: Sonunda ters bir durumla
karşılaşmazsan şimdilik işin iyi. (Faruk Zülkadiroğlu)
Akan çay her zaman kütük getirmez: Her iş senin çıkarına olmaz. (ÖD,
29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com )
Akan su pis tutmaz: Akan su pislikleri alıp götürür, arkadan gelen, temiz kalır.
Çünkü arkadan gelen kaynaktan temiz olarak çıkıp gelmektedir. Bir nevi "İşleyen demir
pas tutmaz" gibi. (Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 149; Özalp, 2008: 367; Özturan,
2009a: 208)
Akara kokara bakma, çuvala girene bak: İnce eleyip sık dokuma, menfaatine
bak. (Faruk Zülkadiroğlu)
Akarsuya inanma, eloğluna ganma: Akışı ne kadar yavaş olursa olsun, akarsuya
girmek tehlikelidir. İnsan sürüklenip burgaca rastlayıp boğulabilir. Bunun gibi birkaç
beğenilir durumuna bakıp eloğluna güvenmek doğru değildir. Anlaşamayacağınız, sizin
için zarara yol açan tutumları bulunabilir. (Okumuş, 2006: 149)
Akça/mal akıl öğretir, [don yürüyüş belledir/gösterir]: Parası olanlar, zenginler
akıllı sanılırlar. Sözleri dinlenir, önerileri uygun görülür, şahısları da itibar görür. Aynı
durum, iyi ve pahalı elbiseler giyenler için de geçerlidir. Paraya sahip olanlar, pahalı
elbiseler giyenler akılsız, görgüsüz, cahil ve kötü dahi olsalar itibar görürler. (Özalp,
2008: 367; Özturan, 2009a: 220; Şirikçi, 2007: 81)
Akıl adama/yiğide sermaye: Akıl her şeyin temelidir. Akılsız hiçbir iş
yapılamaz, hiçbir iş başarılamaz. Her baş için akıl şarttır, dolayısıyla akıl en büyük
sermaye, Allah'ın insanlara bahşettiği en büyük nimettir. (Çınkır, 2016: 37; Özalp,
2008: 367)
Akıl akıldan üstün, arşa çıkana gadar: Dünyada hiç yanılmayan, aklı her şeyi en
iyi anlamaya yeten bir insan yoktur. Her akıllı insandan daha bir akıllısı her zaman
vardır. Onun için hiç kimse, benden akıllısı yoktur, benim bilmediğim hiçbir şey yoktur
diye düşünmesin. Mutlaka, bilmediği pek çok şey vardır. Kendisinden akıllı ve
bilmediğini bilen kimseler vardır. (Özalp, 2008: 367)
Akıl defter değil ki yazılsın unutulmasın: Akıl unutur. (Özturan, 2014: 30)
Akıl olmayınca neylesin sakal, çarpanayı dağlara düşürür çakal: Akıl yaşta değil
baştadır. Başta akıl olmazsa yaşın ve sakalın bir şey yapması mümkün değildir. (Özalp,
2008: 368)
Akıl parayla satılmaz: Delice iş yapan zenginler olduğu gibi akıllıca iş yapan
fakirler de vardır. Eğer böyle olmasaydı akıl para ile satılırdı. (Okumuş, 2006: 149)
Akıl yanmaya başladığı zaman gönül olur: Akıl sevda ateşine düştüğü zaman
sevgi başlar. (Şen, 2006: 99)
Akılları pazara dökmüşler, herkes kendi aklını beğenmiş: Herkes kendi tuttuğu
işi akıllı adam işi kabul eder, herkes kendi aklını beğenir. (Özturan, 2009a: 208;
Özturan, 2014: 31)
Akıllı düşman, akılsız dosttan yeğdir: Aklını kullanmayan dost, arkadaşı için iyi
şeyler yaptığını sanır, ama farkında olmadan ona zarar verir. Akıllı düşmanın yapacağı
hamleleri ise insan tahmin edebilir. (Şen, 2006: 98)
Akıllı düşününceye/saygı yayana gadar deli oğlunu evermiş: Az düşünen ama
çabuk karar veren kimse, çok düşünüp karar veremeyen kimseden daha hızlı olur.
(ATKVE, 2011: 134; Okumuş, 2006: 150)
Akıllı düzeltir, ahmaksa bozar: Aklı olan yapıcı olur, ahmak yıkıcı olur.
(Sarıyıldız, 2012: 65)
Akıllı misafir ev sahibinin işine garışmaz: Misafir olunan yerde ev sahibine akıl
vermek yakışık almaz, akıllı insan akıl vermez. (Göçer, 2007: 122)
Akıllı olup da tembel ise ikaz et, akılsız olup da çalışkan ise dikkat et: Aklını
kullanabilen ama iş yapmaktan kaçan kimseyi uyar. Akılsız olan ama çalışana ise dikkat
et, kötülük yapabilir. (Şen, 2006: 98)
Akıllı tavuk cücükleri horoza güttürür: İşini bilen anne, çocuklarının eğitimini
babaya bırakır. (Şirikçi, 2006: 24)
Akılsız başın cezasını/derdini ayaklar çeker: Bkz: “Akılsız başın elinden ne
çeker sefil ayaklar” (Dalkıran, 2005: 47; Gökçebey, 1999: 81; Körük, 2005: 30;
Okumuş, 2006: 150; Özturan, 2009a: 208)
254
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Akılsız başın elinden ne çeker sefil ayaklar: Başta akıl olmazsa işler yanlış
yapılır, dolayısıyla çoğalır, yorucu olur. Bunun acısını da ayaklar ve vücut çeker.
(Özalp, 2008: 368)
Akılsız dostun olacağına, akıllı düşmanın olsun: Akılsız dost, neyi nasıl
yapacağını, neyin faydalı neyin zararlı olacağını bilmez. Dolayısıyla da fayda vereyim
derken zarar verir. Akıllı düşmansa, karşılığını göreceğini bildiği için kolay kolay zarar
vermeye kalkışmaz. (Özalp, 2008: 368)
Akılsız köpeği yol gocadır: Belli bir amacı olmadan iş yapan kimse, boşuna
uğraş verir. (Çınkır, 2016: 38)
Aklı gıt olan dilini dutamaz: Aklı zayıf olan sır tutamaz, ağzına geleni söyler.
(Faruk Zülkadiroğlu)
Aklı gıt olan kefil olur: Aklı zayıf olan büyük sıkıntıların altına girer. (Okumuş,
2006: 150)
Aklın var malı neden, aklın yok malı neden: Akıllı insan mal kaygısı çekmez,
malı kazanmak her zaman mümkündür. Akılsız insan ise malın kıymetini ve malı
korumayı bilmez, kısa sürede bitirir. Onun için akılsız insana malın gereği yoktur.
(Özalp, 2008: 367)
Aklın yolu bir: Mantıklı ve doğru olan, sonuçları tahmin edilebilir olan, gidişatı
iyi olan yol doğru yoldur. (Özalp, 2008: 367; Özturan, 2009a: 209)
Akmınına göre bostan ek: İşlerini imkanına göre ayarla. Gücünün yetmeyeceği
işlere kalkışma. İmkanını, gücünü zorlama. Sonra perişan ve pişman olur, büyük
sıkıntılara düşersin. “Ayağını yorganına göre uzat” atasözünün benzeri. (Özalp, 2008:
367)
Akrabanın akrabaya akrep yapmaz/etmez yaptığını/ettiğini [akrabanın akrabaya
kimse bilmez nettiğini]: Kişiye kimi zaman hısımı öyle kötülük yapar ki düşman bile
yapamaz yaptığı kötülüğü. Hısım, hısımının zaaflarını bilir. (Özalp, 2008: 295; Özturan,
2009a: 209; Şirikçi, 2006: 31;Faruk Zülkadiroğlu)
Akrabanın bacağı gevilcenli olur: Hısımın yaptığı iş, hastalıklı yani kötü olur.
(Körük, 2005: 30; Okumuş, 2006: 150; Polat, 2016: 7)
Aksine b.. tersine akar, başı dururken ortası galkar: Aksi adamda, doğru iş
olmaz. (Özturan, 2014: 34)
Akşam başı gişi başı, sabah başı gomşu başı: Akşam süslenmesi koca için, sabah
süslenmesi komşu için. (Özturan, 2014: 20)
Akşam pazarı, şaşkın pazarı: Akşama kalan iş ve ticaret faydalı olmaz. (Karalar,
1998: 43)
Akşamdan galanı yeme, gündüz olanı akşam herifine deme: Her işini doğruca
yap, dedikoducu olma. (Alparslan-Özturan, 2010: 96; Özturan, 2009a: 248)
Akşamın gızıllığı sabaha hoş, sabahın gızıllığı akşama gış gelir: Akşamın
kızıllığı ertesi gün havanın iyi olacağına, sabahları gökyüzünde görülen kızıllık ise o
akşam havanın soğuk olacağına işarettir. (Gökçebey, 1999: 81)
Akşamın hayrından sabahın şerri yeğdir/iyi olur: Akşam işlerin durduğu,
insanların ürktüğü zamanlardır. Bu zamanlarda insan başına hayır bile gelse sabahki şer
akşamki hayırdan evladır. (Gökçebey, 1999: 81; Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 150;
Özturan, 2009a: 208; Özturan, 2009b: 26)
Al eline gaşağıyı gir ahıra, yarası olan gocunur: İnsanların arasına, bir topluma
gir ve birtakım şeyler söyle. Bazı hataları, kusurları, suçları dile getir. O söylediklerin
kimde varsa o kendini belli eder ve hemen savunmaya geçer. (Okumuş, 2006: 150;
Özalp, 2008: 368)
Al görgülünün gızını iş tutsun ığranı ığranı, al görgüsüzün gızını iş tutsun
gıvranı gıvranı: İyi aileden alınan kız güzel iş yapar. Kötü aileden alınan kız da
istemeye istemeye iş yapar. (Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006: 97)
Al insan gızını görsün ığranı ığranı, alma it gızını yer gıvranı gıvranı: İnsan kızı
alırsan insan gibi davranır. Evini çeker çevirir, işleri iyi ve güzel yapar, hiç yüksünmez.
Ama it kızı, it gibi davranan bir kız alırsan iş yapması mümkün değildir, yapıp önüne
koyduğun yemeği bile güler yüzle yemez. (Özalp, 2008: 368)
255
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Al malın iyisini, çekme gaygısını: Malın iyisi her zaman kalitelidir. Kaygı
meydana getirmez. (Arslan, 2011: 344; Körük, 2005: 43; Özturan, 2009a: 209; Şen,
2006: 98)
Al sana bir gaya, nereye dayarsan daya: Al sana bir sıkıntı, ne yaparsan yap.
(Özturan, 2009a: 209; Özturan, 2014: 34)
Al zengin gızını döndersin babası evine, al fakir gızını göndersin babası evine:
Zenginden alınan gelin yeni evini babasının evi gibi yapar. Fakirden alınan gelin de
yeni yerindeki eline geçenleri babasının evine götürür. (Gökçebey, 1999: 83; Horasan,
1992: 208; Şen, 2006: 97)
Ala geçiyi gören içi dolu yağ sanır: Kafası dik, kimseden bir şey beklemeyen,
fakirse bile zengin gibi davranan kimseleri herkes zengin ve varlıklı sanır. (Özalp, 2008:
368; Şen, 2006: 98)
Alacağın bir iğne, çeliğin batmanından sana ne?: Ufak tefek bir iş yapacaksın,
büyük meselelere ne diye karışıyorsun? (Faruk Zülkadiroğlu)
Alacak gız ay görünür, evleri saray görünür: Aşkın gözü kördür. İnsan istediği
bir şeyin, durumun olumlu tarafını düşünür. (Dalkıran, 2005: 44)
Alacakla borç ödenmez: Başkasındaki alacağını karşılık göstererek borcunu
ödeyemezsin. Yahut sevaplarınla günahlarını karşılayamazsın. (Özalp, 2008: 368;
Özturan, 2014: 34)
Alacaklı gapının iti, gider gider gelir: Borcuna sadık olmayanlar için alacaklı
tiplemesi. (Özturan, 2014: 34)
Alacasını bilmeyen kilim ıymasın: İşin pif noktasını bilmeyen, tecrübe sahibi
olmayan iş yapmasın. (Çınkır, 2016: 43)
Alan bir ganlı, aldıran bin ganlı: Bir suçu, bir hırsızlığı yapan yalnızca işlediği
suçun cezasını çeker, ama suç kendisine karşı işlenen veya malı çalınan kimse bu
konuda durmadan düşünür, birçok suçlu üretir ve birçok kimseye suç yükler. İşte bu
kimse, kaç kişiye suç yüklediyse o kadar günah işlemiş olur. Çünkü bunların biri doğru
olsa bile diğerleri yanlıştır. (Özalp, 2008: 368)
Alan keç der, satan ho ha der: Alıcı alacağı malın değersiz olduğunu söyler,
satıcı ise malını çok kıymetli gösterir. (Çınkır, 2016: 45)
Alçak eşşek binmeye, öksüz çocuk dövmeye golay: Güçsüz ve koruyucusuz
kişiyi emir altına almak, hırpalamak kolay olur. (Okumuş, 2006: 150)
Alçak yerde oturma/yatma sel alır, yüksek yerde oturma/yatma yel alır: İnsan
kendi durumuna göre davranmalı, hayatını ona göre kurmalıdır. Orta noktada
bulunmalıdır. (Okumuş, 2006: 150; Şirikçi, 2007: 81)
Aldığını aldık yere goy: Neyi nereden aldınsa oraya koy ki arayan kolay bulsun.
(Özturan, 2014: 35)
Alem yanılır, galem yanılmaz: Herkes zamanla bir işi yanlış anlayabilir ve
yapabilir, ama yazılan unutulmaz. Söz uçar yazı kalır. (Çınkır, 2016: 48)
Aleme cellat lazım, sen olmak ne ilazim: Toplumlara, yönetimlere cezaları
uygulayacak, hatta gerektiğinde insanları asacak, boynunu vuracak kimse lazımdır.
Ancak sakın sen olma! (Özalp, 2008: 369)
Alemin ağzı çuval değil ki büzesin: Dedikoduya müsait bir durum ortaya çıktı
mı herkes konuşmaya başlar. Kimsenin ağzını kapatamazsın. (Körük, 2005: 43;
Kuyumcu, 1995: 18)
Alet/endeze işler, el öğünür: Aletsiz el, hiçbir şey yapamaz. El, ancak aletle bir
şeyler yapabilir, fakat sonuçta övünen, ödül alan el olur. (Dalkıran, 2005: 48; Okumuş,
2006: 150; Özalp, 2008: 243; Özalp, 2008: 369; Özturan, 2009a: 214)
Alıcı guşun ömrü az olur: Zararlı, zalim, vurucu kırıcı kimsenin düşmanı çok
olur ve bir şekilde erken ölümüne sebep olurlar. (Özalp, 2008: 369; Özturan, 2009a:
209; Şen, 2006: 98)
Alıcının ahmağı fiyat verir: Pazarlıkta erken davranılmamalı. Zararlı çıkılabilir.
(Özturan, 2009a: 209)
Alın günü geçer amma garanın günü geçmez: Zevkli, eğlenceli, neşeli günler
çabuk ve kolay; üzüntülü, sıkıntılı günlerse çok zor geçer. (Özalp, 2008: 369)
256
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
257
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Allah’tan garaya su neylesin, sabun neylesin: Niyeti bozuk olanı hiçbir şey
düzeltemez. (Dalkıran, 2005: 47)
Alma dibine düşer: Bir kimse evvela yakınlarına faydalı olur. (Özturan, 2009a:
209)
Alma gara saçlının ahını, gökten endirir [Şahmerdan’ın] şahını: (Özturan, 2009a:
209; Şen, 2006: 98)
Alma o…..nun gızını, çeker geder ebesinin izine: Kalbi, niyeti bozuk olan
kimse, anne babasından öğrendiklerini uygular. (Özturan, 2009a: 209)
Almadan vermek Allah'a mahsustur: Almadan vermek insanların yapamayacağı
kadar büyük bir şeydir. Ancak Allah, hiç almadan verir. (Okumuş, 2006: 150; Özalp,
2008: 369; Özturan, 2009a: 209)
Almanın bir de vermesi var: Borç almanın bir de vermesi var. (Özturan, 2014:
39)
Almazsan da bak: Almasan bile malı incele. (Özturan, 2014: 39)
Alna yazılan başa gelir: İnsanın alnına yazılan şey kaderdir. Allah, kaderi nasıl
takdir ettiyse insanın başına öylece gelir. (Erşahin, 2011a: 68; Özalp, 2008: 370)
Altın ateşte, insan mihnette belli olur: Her şeyin değerinin anlaşılacağı bir ölçüt
vardır. (Şirikçi, 2007: 81)
Altın erir fire verir, akıllı olan mülke verir: Ev, arsa yatırımı yapanlar daima
kazanır. (Özturan, 2009a: 209)
Altın gapılının ağaç/gümüş gapılıya işi düşer: Zenginin de bir bakarsın fakire işi
düşer. Herkesin birbirine işi düşer, herkes bir başkasına muhtaç olabilir. (Göçer, 2010:
29; Özalp, 2008: 369; Özturan, 2009a: 209;Faruk Zülkadiroğlu)
Altın leğenin gan gusana ne faydası var: Ağır hasta olan kimseye zenginlik çare
olamaz. (Şen, 2006: 98)
Altın yerde paslanmaz, daş yağmurdan ıslanmaz: Üstün değeri olan kimse ya da
şey, uygunsuz koşullarda bile değerini kaybetmez. (Okumuş, 2006: 150)
Altın yere düşminen pul olmaz: (Özturan, 2009a: 209)
Altını yitiren gümüşü bulamaz: Büyük bir nimeti kaybeden küçüğünü de
bulamaz. (Şen, 2006: 98)
Altının değerini/gıymetini sarrafi bilir: Nasıl ki altının değerini sarraflar ve
kuyumcular bilirse iyi insanın değerini de insanlıktan anlayanlar bilir. (Özalp, 2008:
369; Özturan, 2009a: 209)
Aman diyene gılıç galkmaz: Aman dileyene, teslim olana asla kötü muamele
yapılmaz. Böyle kimse, misafir muamelesi görür. (Okumuş, 2006: 150; Özalp, 2008:
369-370; Özturan, 2009a: 209)
Amelenin kötüsü ikindi vakti iyileşir: İş bitmeye yakın bir zamanda çalışmayan
kişi, göze girmek için çok çalışmaya başlar. (Polat, 2016: 8)
An beni bir gozunan o da çürük çıksın: Küçücük bir cevizle dahi anılmak güzel
duygudur. O ceviz, çürük dahi olsa önemi yoktur. Önemli olan anılmak, hatırlanmaktır.
Sevgiyi, saygıyı, bağlılığı canlı tutan da bu duygudur. (Dalkıran, 2005: 51; Kuyumcu,
1995: 15; Özalp, 2008: 370; Özturan, 2014: 41)
An beni, anayım seni: Unutma beni, unutmayayım seni. (Özturan, 2014: 41)
Ana gezer gız gezer, bu çeyizi kim düzer?: Bir ailenin, bir topluluğun
yöneticileri ve yönetilenleri, yapılacak işleri boş verirlerse o işler düzenli olmaz.
(Dalkıran, 2005: 44)
Ana gızına tahtını vermiş de bahtını vermemiş: Bkz: “Ana-baba tahtı verir, bahtı
veremez” (Alparslan-Özturan, 2010: 73; Özturan, 2009a: 209)
Ana yiğidin galkanıdır: Anne baş tacıdır. (Karalar, 1998: 20)
Ana-baba tahtı verir, bahtı veremez: Ana baba ev, araba, para verebilir ama
mutluluk onların elinde değildir. (Özturan, 2009a: 209)
Anadan gerek yüleği, neylesin kösüre bileği: Bir işi yapmak için evvela o işin
eğitimini almak gerek. (Okumuş, 2006: 150)
Analı oğlak yarda oynar, anasız oğlak yerde oynar: Arkası sağlam olan her yerde
işini yapar, ama arkası olmayan, sahipsiz biri işlerini zar zor yapar. (ATKVE, 2011:
134; Çoğalan, 1982: 115; Dalkıran, 2005: 44; Körük, 2005: 30; MİY, 1967: 194;
258
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Okumuş, 2006: 150; Özturan, 2009a: 209; Şen, 2006: 97-98; Şen, 2006: 116; Yakar,
1997: 59)
Anam ağlar benim için, ben ağlarım yavrum için: Annem beni düşünür, ben de
benden doğan yavrumu. İnsan fıtratı gereği kendinden doğanların üzerine titrer. (Şen,
2006: 97)
Anam yayla balı, gaynanam gara çalı: Annemin değeri vardır, ama kaynanamın
bir değeri yoktur. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com )
Anan gibi saç uzatacağına baban gibi bıyık bırak: Toplumunun anlayışının
dışında saç sakal uzatanlar bu şekilde eleştirilir. (Özturan, 2009a: 209; Şirikçi, 2006:
135)
Anan öldü acından, ne umuyorsun bacından: Bkz: “Ne umarsın/umuyon
bacından, bacın ölüyor/ölür acından” (Şen, 2006: 99)
Anandan evvel/önce ahıra girme: Büyüklerinden, işi bilenlerden önce davranma.
Yapacağın işi onlara danış. (ATKVE, 2011: 134; Arslan, 2011: 345; Çoğalan, 1982:
115; Gökhan-Koç, 2009: 312; Kozan, 2007: 218; Kuyumcu, 1995: 17; MİY, 1967: 194:
Özalp, 2008: 370; Özturan, 2014: 42; Şen, 2006: 98; Şen, 2006: 116; Emine Pırnaz)
Ananın yandığını baba yanmaz, babanın yandığını oba yanmaz: Allah kimseye
evlat acısı vermesin. Evlatlarını kaybedenlerin söylediği bir söz. (Çınkır, 2016: 58)
Anası nerde, danası orda: Anne nerdeyse yavrusu da orada olur. (Deniz, 2015:
22)
Anası olmiyenin hamam dolusu anası olur, babası olmiyenin çarşı dolusu babası
olur: Yetim ya da öksüz olanlara herkes akıl verir. (Özturan, 2009a: 209)
Anasına bak gızını al, asdarına/kenarına bak bezini al: Kız çocuğu huylarını,
eğitimini annesinden alır. Anneyi tanıdığınızda kızını da tanırsınız. Bir kumaşın
kenarına, yüzüne bakan kumaşın her yerine bakmış gibi olur. (Bahça, 2001: 39; Körük,
2005: 30; Okumuş, 2006: 150; Özturan, 2009a: 209; Şen, 2006: 97; Şen, 2006: 108)
Anasını seven danasını da sever: Büyüğünü seven küçüğünü de sever. (Çoğalan,
1982: 115; Şen, 2006: 98)
Anasının geçtiği köprüden gızı da geçer: Gençler büyüklerin taklit eder. Kız,
anasının yolundan gider. (Özalp, 2008: 370)
Arap atı gocar da gönül gocamaz: İnsanların yaşı kaç olursa olsun gönülleri
kocamaz. (Çınkır, 2016: 66)
Arap atı, gıl çul içinde de belli olur: Bir insanda olan cevher, oturduğu yerde bile
belli olur. İnsanın görüşüne baktığınızda onun çalışkan mı tembel mi olduğu anlaşılır.
(Çınkır, 2016: 66; Özturan, 2009a: 209)
Arayan Mevla’sını da belasını da bulur: İyi yolda olanlar iyiyi, kötü yolda
olanlar kötüyü bulur. (Şen, 2006: 99)
Arda galan derde galır: Bir işi zamanında yapmayan sıkıntı içinde kalır.
(ATKVE, 2011: 134; Çoğalan, 1982: 115; Gökhan-Koç, 2009: 312; MİY, 1967: 194;
Özturan, 2009a: 209; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
Ardıcın/çamın közü, yalancının sözü olmaz: Ardıç ağacının közü çabuk geçer.
Yalancının sözüne de güvenilmez. (ATKVE, 2011: 135; Arslan, 2011: 345; Çoğalan,
1982: 114; Kozan, 2007: 218; Körük, 2005: 30; MİY, 1967: 194; Okumuş, 2006: 152;
Özturan, 2009a: 212; Şen, 2006: 98; Şen, 2006: 102; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60;
Faruk Zülkadiroğlu)
Arhazın (sağı ve dilsiz) dilinden anası anlar: Bir işi ehli olan bilir. (KA, 2017a:
389)
Arı bal alacağı çiçeği bilir: İster iyi niyetle olsun ister kötü niyetle işin ustası
olan kimse, kimden nasıl faydalanacaklarını iyi bilir. (Kozan, 2007: 218; Özalp, 2008:
370)
Arı işini, kirpi dişini göstermez: Arı çok çalışır işini belli etmez. Kirpi de dişini
belli etmez. (Deniz, 2015: 23; Polat, 2016: 9)
Arı sahibini bilmez: Arının sahibini bile sokması gibi bazı insanlar da
kendilerine iyilik edenlere zarar verir. (Özturan, 2009a: 209)
Arığa su gelene gadar gurbağanın gözü patlar: Geciken yardımlardan dolayı
fakirlerin, ihtiyaç sahiplerinin, perişanların hali harap olur.Böyle kimseler, çok büyük
sıkıntılar çekerler. (Özalp, 2008: 403)
259
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Arık öküzün gılbası (kıblesi), poyrazı belli olmaz: Fakirin, yoksulun, güçsüzün
zayıfın yönü, gideceği yer, nerede düşeceği belli olmaz. Çünkü o ne aklını ve iradesini
doğru dürüst kullanabilir ne de ayakta duracak gücü vardır. (Özalp, 2008: 370)
Arının inine çöp sokma: Durup dururken ortalığı karıştıracak hareket yapma.
(Dalkıran, 2005: 49)
Arif ise anlar, cahil ise dinler: Bilgili, kafası çalışansa konuşur, yoksa
konuşulanları dinler. (Özturan, 2014: 20)
Arife tarif ne hacet: Bilgili kimseye açıklama yapmaya gerek yoktur. O
anlayacağını anlar. (Caferoğlu, 1995: 159)
Ark altından bostanlık bağışlamak golay olur: Birine yerine getirilemeyecek
taahhütlerde bulunmak kolay olur. (Okumuş, 2006: 150)
Ark arınmış da ad arınmamış: Su solu temizlenir, ama kötüye çıkmış ad
temizlenmez. (Özturan, 2009a: 209)
Arka gerek arka, düşman göre gorka: Bkz: “Arka gerek arka, kimi utana kimi
gorka” (Akın, 2014: 40; Dalkıran, 2005: 49; Şen, 2006: 97)
Arka gerek arka, kimi utana kimi gorka: İnsanların arkası, sahibi varsa başkaları
onlara kolay kolay sataşamazlar. Çünkü kimisi utanır kimisi de korkar. (Özalp, 2008:
370)
Arkadakiler öne düştü, öndekiler çöle düştü: İnsana değer verilmez oldu.
Arkadakiler öne düştü, öndekiler kayboldu. (Özturan, 2014: 44)
Arkadaş ağzı düz gerek: Arkadaşlar söz birliği, fikir birliği içinde olmalı.
(Özturan, 2009a: 209; Özturan, 2014: 44)
Arkadaş cebinin içi: En önemli arkadaş, cebindeki paradır. Paran olursa
arkadaşların çok olur. (Özturan, 2014: 44)
Arkı görmeden çemrenme: İşin yapılabilirliğini görmeden kabul edip hazırlığa
başlama. (Okumuş, 2006: 150)
Arklar temizlenir, namus temizlenmez: Her türlü kötülük, pislik zamanla
unutulur, ama namus bozukluğu hiç unutulmaz. (Özalp, 2008: 277)
Armudu say da, elmayı soy da ye: Armut aşırıya gitmemek kaydıyla sayılarak
elma kabuğu da soyularak yenilmelidir. (Okumuş, 2006: 150)
Armudun iyisini ayılar, irisini dayılar yer: Güzel şeyler, genellikle ona layık
olmayanların eline geçer. (Faruk Zülkadiroğlu)
Arpa ağarı g.. yırtar: Arpa unu kılçıklı olduğundan hazmı zordur. (Çınkır, 2016:
71)
Arsız erimez, çayır çürümez: Kaygısız kimse, olumsuzluklardan pek etkilenmez.
Vurdumduymaz kişi yıpranmaz. (KA, 2017a: 389; Şen, 2006: 99)
Arsızın yüzüne tükürsen yağmur yağıyor sanır: Arsız, utanmaz insanlar hakareti
hiç üstlerine almazlar, aldırmazlar. Hakaret için yüzlerine tükürseniz, "Allah'a şükür,
elhamdülillah yağmur yağıyor." deyip geçip giderler. (Özalp, 2008: 371)
Artık içen altın bulur: Artık su içenin zengin olacağına inanılır. (ATKVE, 2011:
144)
Artıklağı mal göz çıkarmaz: Fazla mal göz çıkarmaz. (Çınkır, 2016: 73; Özturan,
2009a: 209; Şen, 2006: 99)
Asalet terbiyeden önce gelir: Asillik doğuştandır, terbiye sonradan kazanılır.
(Polat, 2016: 9)
Asbap yakışırken eller bakışırken: Her şey gençlikte olur. Elbise gençlikte
yakışır, insanlar sana gençlikte bakışır. Ne yapacaksan gençlikte yap. (Özalp, 2008:
190)
Asıl azmaz, bal kokmaz; [kokarsa yağ kokar onun aslı ayrandır]: Asil olan,
melezleşmemiş, ikinci ürün olarak ortaya çıkmamış şeyler azmaz, yoldan çıkmaz ve
kalitesini korur. Ama ikinci ürün olan yağ bozulur. Asaleti olmayandan her şey
beklenir. İyi, temiz, inançlı, terbiyeli aileden gelen nesil kötü olmaz. İyilikler de boşa
gitmez. (Alparslan-Özturan, 2010: 75; Bilgin, 2006: 29; Göçer, 2004: 72; Gökhan-Koç,
2009: 312; Özalp, 2008: 371; Özturan, 2009a: 209; Şen, 2006: 98; Şen, 2006: 99)
Asıl şaşmaz: Asaletli olan asaletinin dışına çıkmaz. (Özturan, 2014: 46)
Asi guzuyu gurt yemez: Huysuz olana kimse dokunmaz. (Faruk Zülkadiroğlu)
260
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Asi it yareninden belli olur: Huysuz olan kimse sevdiğinden belli olur. (Mustafa
Kiraz)
Aslan pençesi, devenin tekmesi: Aslan güçlü bir hayvandır, pençesi öldürücüdür.
Devenin de tekmesi tehlikelidir. (Şen, 2006: 99)
Aslan yatağından belli olur: Toplumda başarılı olan insanlar, genellikle düzen
sahibi kişilerdir. Bu tip insanların barındıkları yer de tertipli ve düzenli olur. (Özturan,
2009a: 210)
Aslı olmayanın nesli olmaz: Öncesi olmayanın sonrası da olmaz. (Karalar, 1998:
21)
Aslına çekmeyen haramzade: Bkz: “Aslını inkar eden haramzadedir” (Özturan,
2014: 46)
Aslını inkar eden/saklayan haramzadedir/kafirdir: Geçmişi inkar etmek, soyu
sopu belli olmayan insanların işidir. Kişioğlu, değersiz bir kuşaktan gelmekle değersiz
olmaz. Cemiyet nazarındaki yerini kendisi kazanır. (Kozan, 2007: 218; Körük, 2005:
30; Okumuş, 2006: 151; Özturan, 2009a: 210; Şirikçi, 2006: 116)
Aş da sabah, iş de sabah: İnsan, işini vakitlice yapmalı, geç vakte
bırakmamalıdır. (KA, 2017a: 389; Özturan, 2009a: 210; Özturan, 2014: 46; Şen, 2006:
99)
Aş daştı, çomçanın pahası olmaz: İş işten geçtikten sonra hesap yapmanın
faydası yoktur. (Göçer, 2010: 262)
Aşa dökülen yağın zararı olmaz: Gerekli yerde kullanılan şeyler boşa gitmiş
olmaz. Akrabalarla yapılan alışverişlerde fazladan verilen paranın zararı olmaz. (KA,
2017a: 389; Özturan, 2009a: 210; Şen, 2006: 99)
Âşıka Bağdat sorulmaz: Amacını iyi belirleyip ona göre hareket edenler amacına
mutlaka ulaşır. Bu uğurda her fedakarlık yapılır. (Okumuş, 2006: 151)
Aşın ne gadar çok, işin o gadar çok: Ne kadar varlıklıysan o kadar sorunun olur.
(Dalkıran, 2005: 46)
Aşına bakma, gaşına bak: Göstermelik ikramına, yaptığı yemeğe, ikramlarına
bakma; yüzüne, kaşına bak. Dost mu, düşman mı belli olur. Eğer yüzü, kaşı çatıksa
onda hayır yoktur, ikramları göstermeliktir, samimi, dost değildir. (Özalp, 2008: 191)
Aşk ağlatır, dert söyletir: Âşık olup kavuşamayan devamlı ağlar, dertli olansa
önüne gelene derdini söyler ve anlatır. (ATKVE, 2011: 134; Bahça, 2001: 46; Kozan,
2007: 218; Okumuş, 2006: 151; Özalp, 2008: 371; Bayram Gazioğlu)
At alınlı, yiğit burunlu gerek: Alnı iri ve geniş at ile burnu iri erkek güçlü olur.
(Özalp, 2008: 371)
At beslenirken kız istenirken [verilmeli]: At beslenirken satılır, kız istenme
çağında alımlıyken verilir. (Alparslan-Özturan, 2010: 71; Dalkıran, 2005: 44; Özturan,
2009a: 210; Özturan, 2014: 47)
At binenin gılıç kuşananın: Her şey, onu gereği gibi kullanmasını, ondan
yararlanmasını bilene yakışır. İş, ehli olan kimsenin hakkıdır. İşi ehli olmayana vermek
zulümdür. (Şirikçi, 2007: 88)
At binenin, don giyenin: Ata binemeyen kimsenin at, elbiseyi iyi giyemeyen
kimsenin de pahalı elbise sahibi olmasının bir değeri yoktur. İş ve sanat da onu iyi
yapanındır. (Özalp, 2008: 371)
At binicisini tanır: Atı hızlı koşturan ona her türlü hareketi yaptıran iyi binici
olduğu gibi, her işi de iyi yapan o işin ustasıdır. At iyi biniciyi hemen hisseder ve
kendini ona kolayca teslim eder. İnsanlar da böyledir. İyi idareciyi bilirler ve itaat
ederler. Atlar acemi ve kötü biniciye, insanlar da acemi ve kötü yöneticiye itaat
etmezler. (Özalp, 2008: 371)
At gaçar it goşar, ikisi birlikte varır yurda: İş olacağına varır. (Çınkır, 2016: 82)
At gademi, it gademi, ille de avrat gademi: At, köpek ve kadın ayağından belli
olur. (Özturan, 2009a: 210)
At ile avrat, yiğidin bahtına/gaderine: Hayatta bazı şeyler çalışıp çabalama
sonucu elde edilmez. Bunlar kısmet meselesidir. At kültürümüzün simgesidir. Çok
değerli bir hayvandır. Kadın da namustur. Dolayısıyla at ve kadın, yiğidin şansınadır.
(Dalkıran, 2005: 44; KA, 2017a: 389; Okumuş, 2006: 151; Şen, 2006: 99)
261
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
At olacak tay gafasından belli olur: İyi, güçlü at olacak tay küçüklüğünde
kafasıyla, vücut yapısıyla, hareketliliğiyle kendini belli eder. Büyüyünce adam gibi
adam olacak, iyi, güzel, faydalı işler yapacak çocuklar da daha çocukluklarındaki iş ve
davranışlarıyla kendilerini belli ederler. (Özalp, 2008: 371)
At olur, meydan olmaz; meydan olur, at olmaz: Bir işi başarabilmek için gerekli
koşullar her zaman eksiksiz olarak ele geçmez. Biri bulunur, öteki bulunmaz. (Özturan,
2009a: 210;Faruk Zülkadiroğlu)
At ölür, nalı galır; yiğit/adam ölür, namı galır: Yaşayan elbet ölür, ancak ona
bağlı izler geride kalır. (Özturan, 2009a: 210; Şen, 2006: 97; Şen, 2006: 99)
At sahibine göre kişner: Her iş, yapana göre şekillenir. İyi ustalar, sanatkarlar iyi
iş, kötü usta ve sanatkarlarsa kötü iş çıkarırlar. Sonuçta yaptıkları işe göre
değerlendirilirler, not alırlar. (Okumuş, 2006: 151; Özalp, 2008: 371; Özturan, 2009a:
210)
At tepişir, [arada] eşşek ölür: Bkz: “Atınan gatır boğuşurken arada eşşeğin canı
çıkar” (Okumuş, 2006: 151; Özturan, 2014: 48;Faruk Zülkadiroğlu)
At verir, meydan vermez; meydan verir, at vermez: Bazı insanların aklı, zekası,
gücü kuvveti olur. Bunları başarıya çevirecek imkanları olmaz. Bazı insanların da her
türlü imkanı olur, bu imkanları kullanacak aklı, zekası, gücü olmaz. Allah hiçbir insanı
dört başı mamur, eksiksiz yaratmaz. İnsanların mutlaka hataları, kusurları, noksanları
olur. (Özalp, 2008: 372)
At yedi günde, it yediği günde belli eder: Her zaman kaliteli yemeklerle
beslenen kimseler, yediklerini hemen göstermezler, ama iyi beslenemeyen kimseler, bir
gün kaliteli yemekler yeseler hemen gösterirler. (Özalp, 2008: 372; Özalp, 2008: 410;
Şirikçi, 2006: 229)
At yedi günde, it yediği günde sahibine alışırmış: Bkz: “At yedi günde, it yediği
günde belli eder” (Özturan, 2009b: 25)
At, boş torba ile bir kez tutulur: Birini ancak bir kez tongaya düşürebilirsin. Bir
daha aynı hataya kimseyi düşüremezsin. (Faruk Zülkadiroğlu)
At, yiğidin yoldaşıdır: Eski Türklerde kahramanın en önemli yardımcısı atıdır.
Kahraman; at üstünde doğar, büyür, yaşar, savaşır, yemek yer ve ölür. At, yiğidin her
zaman yanındadır. (Okumuş, 2006: 151)
At/ız (az) ver, dost ol; gız ver, düşman ol: İnsanlara iyilik yaptığınız zaman dost
olursunuz, ama bir aileye kız verdiğinizde ileride illa ki sorunlar ve husumetler olur.
Dolayısıyla düşman olursunuz. (ATKVE, 2011: 134; Çınkır, 2016: 82; MİY, 1967: 194;
Özturan, 2009a: 219; Şen, 2006: 98; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60; Adem Pırnaz)
Ata da ite de soy gerek: Soy sop önemlidir. İyinin de kötünün de kökü olmalıdır.
(Okumuş, 2006: 151)
Ata dost gibi bak, düşman gibi bin: At besliyorsan ona iyi bak, iyi besle, ondan
ihtiyacı olan hiçbir gıdayı esirgeme. Ama ihtiyacın olup da binmen gerekirse hiç acıma.
En sert hareketlerle bütün gücünü kullanmasını sağla. (Özalp, 2008: 372)
Atalar sözünü duymiyeni/dutmayanı yabana atarlar: Büyüklerinin geleneklerini,
göreneklerini bilmeyen ve uygulamayanı herkes dışlar. Böyle kimseler, toplum
nazarında dışlanırlar. (Özturan, 2009a: 210; Şirikçi, 2007: 87)
Ataların ariye gitmiş sözü/lafı yok: Atasözleri boşa söylenmez. İsabetli ve
doğrudur. (Kapanoğlu, 2009: 72; Özalp, 2008: 192)
Atasını bilmeyen Allah’ını bilmez: Büyüğünü bilmeyen, yaratıcısını da bilmez.
(Faruk Zülkadiroğlu)
Ateş düştüğü yeri yakar: Her kötü olay ve durum, kimin başındaysa orası üzgün
ve sıkıntılı olur. (Şirikçi, 2007: 88)
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz: Bir olayın meydana gelmesi için gizli
olmayıp âşikar olan belirtilerine bakmak gerekir. İz varsa olay da vardır. (Gökçebey,
1999: 81)
Ateşe, soğuğa yiğitlik olmaz: İnsan dayanamayacağı, kaldıramayacağı şeylere
kafa tutarsa sonu hüsran olur. (Dalkıran, 2005: 51)
Ateşin dostluğu olmaz: Ateş tehlikelidir. İnsana zarar verir. (Şirikçi, 2007: 88)
Ateşle barut bir arada durmaz: Patlamaya hazır olan şeyler bir arada bulunmaz.
(Şirikçi, 2007: 88)
262
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Atı taydaşlı yerden, gızı gardaşlı yerden al: Atı, başka atların da bulunduğu
beraber hareket edip birçok şey öğreneceği yerden; kızı da kendisi koruyup kollayacak,
kötü hareket etmesini önleyecek, iyi yetişmesinde etkili olacak kardeşleri bulunan
yerden al. (Özalp, 2008: 372)
Atılan ok geri dönmez: Elden çıkan fırsat geri gelmez. (Şirikçi, 2007: 88)
Atım at olanacaa (olana kadar) istifim fet olur: İşlerimi düzene koyana kadar, iş
için biriktirdiklerim heba olur. (Çınkır, 2016: 83)
Atım büyük olsun da çit sürmezse sürmesin: Yanımda birileri olsun da isterse
yararı olmasın. (Özturan, 2009a: 210)
Atın g..ünde sinek de hacca gider: Ata yapışık sineğin hacca gittiği gibi, haccı
tutmayanlar hacca gitse bile düzelmez. Mühim olan hacca gitmek değil, tutmak.
(Özturan, 2009a: 210; Özturan, 2014: 47)
Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler: Doru atlar daha güçlü olur. Yiğit,
atak, haksızlığa katlanmaz, kimsesizleri kollar, sözünü dudaktan, gözünü budaktan
esirgemez. Hiçbir güçlükten yılmaz kimselere de deli derler. Gerçek yiğitler
böyleleridir. (Özalp, 2008: 372; Özturan, 2009a: 210)
Atın yerine eşşeği bağlama: Sevilen birinin yerine sevilmeyen birini getirme.
(ATKVE, 2011: 134; Özturan, 2009a: 210)
Atınan gatır boğuşurken arada eşşeğin canı çıkar: Güçlüler, kuvvetliler, büyükler
savaşır, vuruşurken arada zayıflar, küçükler ezilir, yok olur. (Özalp, 2008: 192)
Atla yola giden eşşeğin vay haline: Birbirine denk olmayan kimseler eşit şartlar
altında mücadele edemez. (Şirikçi, 2007: 88)
Atlı [gonak] sığmış, itli [gonak] sığmış, çocuklu [gonak hiçbir yere] sığmamış:
Çocuklarla hiçbir yerde rahat edilmez. (Çınkır, 2016: 84; Özturan, 2009a: 210)
Atta garın, yiğitte burun: Atın karnı, yiğidin burnu önemlidir. (Polat, 2016: 9)
Attan düşen ölme0miş de eşşekten düşen ölmüş: Vadesi yeten ölür. (Özturan,
2009a: 210)
Attan düşene yorgan döşşek, eşşekten düşene gazma kürek: Asil insan,
başkasına zarar vermek istemez. Aşağılık insanın açtığı felaket ise hüsranla sonuçlanır.
(ATKVE, 2011: 134; Faruk Zülkadiroğlu)
Attan inip eşşeğe binilmez: Elindeki nimetlerin kıymetini bilmeyen daha aşağı
seviyedeki işlerle uğraşmaya mecbur kalabilir. Varlığının değerini bilmek gerekir.
(Özturan, 2009a: 210)
Av gazana yakın gerek: Bir işin sağlıklı yapılabilmesi için yer ve zaman
faktörünü göz ardı etmemek gerek. (Okumuş, 2006: 151)
Av yerlisiynen avlanır: Yabancı biri iş göremez. Yapılan işin ortamını, şartlarını
iyi bilmek gerekir. (Özturan, 2009a: 210)
Avareyle akılsızdan gork: Başıboş kimse ile akılsız kimse tehlikeli olur,
bunlardan uzak dur. (Deniz, 2015: 24)
Avludaki iti sofaya s..ırma: İşe yaramaz bir adamı yanına yaklaştırma. (Çınkır,
2016: 87)
Avradı ar zapteder, er değil: Namus duygusu olmadıktan sonra, erkek ne yaparsa
yapsın kadın bildiğinden geri kalmaz. (Deniz, 2015: 23)
Avradı kahya yapmışlar, zemheride geçi gılı gırktırmış: İşini ehline vermezsen
yanlış iş yapar. (Çınkır, 2016: 87)
Avradı olmayanın aklı olmaz: Erkek, karısının yardımı ve önerileriyle işlerini
daha düzenli yapar. Karısı olmayan insanlar, tek başına hareket ederler. (Dalkıran,
2005: 46; Gökhan-Koç, 2009: 312; Kozan, 2007: 218; MİY, 1967: 194; Şen, 2006: 98;
Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
Avradı/garıyı gaynına, parayı goynuna güven: Namusunu senden başka eşinin
ailesi korur. Ancak paranı onlar da koruyamaz sadece sen koruyabilirsin. (Kozan, 2007:
218; Körük, 2005: 30; Okumuş, 2006: 151; Özturan, 2009a: 216)
Avradın dırdırı goca azdırır, intile eyleyip candan bezdirir: Çok konuşan kadın,
kocasını canından bezdirir. (Sarıyıldız, 2012: 63)
Avradın eyisi altı ayda ölür: Eskiden kadın işlerini kolaylaştıran malzemeler
yoktu. Kadın sabah erken kalkar, eşine çocuklarına çorba hazırlar, evin işlerini yapardı.
İşte bu yüzden çalışkan kadınlar hor kullanılır ve erken ölürdü. (Özturan, 2009a: 210)
263
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Avradın iyi; ne işin var düğün evinde? Gir gir oyna, çık çık oyna: Kadının iyiyse
mutlu olmak için düğünde olman gerekmez. Kendi evinde de mutlun olursun. (Yalman,
1977: 504)
Avradın iyisi buyumuş, donu bırakmış uyumuş: Kaygısız hareket eden bir kadın
çamaşır yıkarken bile uyur. (Dalkıran, 2005: 44)
Avradın iyisi işinden, atın iyisi dişinden belli olur: İyi kadın yaptığı işlerden belli
olur. Sağlıklı ve kuvvetli at da dişinden. (Dalkıran, 2005: 46)
Avradın iyisi yat demeden yatar, evladın iyisi galk demeden galkar: Eğitimini iyi
verirsen sana tabi olanları uyarmana gerek kalmaz. (Özturan, 2009a: 210)
Avradın kötü; ne işin var yas evinde? Gir gir ağla, çık çık ağla: Kadının kötüyse
hüzünlü olmak için cenazede olman gerekmez. Kendi evinde de hüzünlü olursun.
(Yalman, 1977: 504)
Avradın kötüsüne çocuk birikir, tarlanın kötüsüne cücük birikir: Kötü, işini
bilmeyen kadın sürekli çocuk doğurur. Bakımlı olmayan tarlaya da kuşlar üşüşür.
(Özturan, 2009a: 210)
Avradın malı gapı mandalına benzer; girerken gafasına değer, çıkarken gafasına
değer: Kadın kısmı, malını erkeğin başına kakmayı sever. Arada bir onu hatırlatır.
(Özturan, 2014: 48)
Avradın malı gapının süvesi; girerken çakılır, çıkarken çakılır: Avrattan,
kadından, karından gelen mala güvenme. Ondan hayır gelmez. Her fırsatta söz olur,
başa kakılır, rahatsızlık verir. (Özalp, 2008: 372)
Avradın oynaşını gocası getirir, gızın oynaşını gardaşı getirir: Bkz: “Bacının
oynaşını gardaşı, avradın oynaşını gişisi getirir” (Sultan Kamalak)
Avradın yaşlısı, öküzün çağmel başlısı, tarlanın iri daşlısı eyi olmaz: Avradın
yaşlısı kadınlık yapamaz, yeterince iş göremez. Çağmel öküzün boynuzlarıysa tehlikeli
olur. Tarlanın taşlısı da hem iyi işlenemez hem de ekini iyi olmaz. (Özalp, 2008: 372)
Avrat gerek bey doğura, gısrak gerek tay doğura: İşinde, alanında uzman olanlar
kaliteli iş çıkarırlar. (KATEDEG, 2012: 44)
Avrat gısmı herifin eline bakar: Kadın kısmı, herifi kazancı ile sever. Hakiki ev
hanımı, erkeğinin getirdiğine bakar. Kötü kadınlar, erkeği parası için sever. (Özturan,
2014: 48)
Avrat gısmı yoğu bilmez: Kadın kısmı varlığı sever. Hayatını benzerlerinin
hayatından üstün tutar. Evin ihtiyacı ne ise onun temin edilmesini ister. (Özturan, 2014:
48)
Avrat gişi birbirine küsmüş de aklı olmayan inanmış: Karı koca, birbirine kızsa
da hemen barışır. Onların bu durumuna bakan başkaları ise gerçekten büyük bir sorun
olduğunu düşünür. (Özturan, 2009a: 210)
Avrat ile Allah’ın işine garışmayacaksın, dediğini dutacaksın: Erkekler Allah’ın
hikmetinden sual etmezler, emirlerini dinlerler. Bu durum kadınlar konusunda da
geçerlidir. Erkekler kadınlarından da korkar, onların işlerine karışmazlar. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Avrat var ev yapar, avrat var ev yıkar: Bkz: “Avrat var, otu çöpü aş eder; avrat
var, pişmiş aşı daş eder” (Polat, 2016: 10)
Avrat var, zavranı zort (savurgan); avrat var, çepeli mürt (pasaklı); avrat var,
hazreti mülk (erdemli): Zavranı zort, evi bırakır komşuda vakit geçirir. Çepeli mürt,
evini temiz tutmaz. Hazreti mülk, erken kalkar işini tutar gezmesine gider. Kadın
tasnifi. (Çoğalan, 1982: 115; KATEDEG, 2012: 77; Özturan, 2014: 49)
Avrat var, otu çöpü aş eder; avrat var, pişmiş aşı daş eder: İşini bilen kadın
yetersiz malzemeden bile güzel iş çıkarır. İşini bilmeyen kadınsa güzel işleri berbat
eder. (Dalkıran, 2005: 46)
Avrat yiğidin şansına: İyi kadın herkese nasip olmaz. (Özturan, 2009a: 210)
Avrat yok, akıl yok: Karısı yok, hayatını sağlıklı yaşayamıyor. Karısının
yokluğu, dengesizliğe yol açıyor. (Arslan, 2011: 352; Çoğalan, 1982: 115; Özturan,
2009a: 210; Özturan, 2014: 49; Şen, 2006: 98)
Avratlar akıllı olsa d…..ları döşlerinde bitmez: Kadınların akılsız olduğu bu
şekilde anlatılır. (Özalp, 2008: 193)
264
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Avratlık golay oldu, samanlık seyran oldu: Kadınların işleri kolaylaştı, keyifleri
de yerinde. (Özalp, 2008: 193)
Ay var, yılı besler; gün var, ayı besler: İnsanların kazançları her zaman bir
olmaz. Bazen bir aylık kazanç bir yıl yeter, bazen de bir günlük kazanç bir ay yeter.
(Özturan, 2009a: 210)
Ayağa değmedik daş olmaz, başa gelmedik iş olmaz: Hiç hata etmeyen, hiç zarar
vermeyen, hiç kusursuz insan olmaz. Yaşadıkça insanın başına bin bir çeşit iş gelir.
(ATKVE, 2011: 134; Özalp, 2008: 372)
Ayağını ısıcak tut, başını serin; kendine bir iş bul, düşünme derin: Soğuk insana
ayaktan tesir eder ve birçok hastalıklar soğuk ve ayak kanalıyla gelir. Sıcak ise başı kötü
etkiler ve o kanalla hastalıklar getirir. Derin derin, ince ince düşünmekse sinir sistemini
mahveder. (Özalp, 2008: 372)
Ayıdan post, gavurdan dost olmaz: Değersiz şeylerden kaliteli iş çıkmaz.
(ATKVE, 2011: 134)
Ayının gırk türküsü olur/var, gırkı da armut/ahlak üstüne: Herkes düşüncesine
göre hareket eder. (Özturan, 2009a: 210; Şen, 2006: 99)
Ayının otuz iki türküsü var, elma ile armut üstüne: Bkz: Ayının gırk türküsü
olur, gırkı da armut üstüne” (Faruk Zülkadiroğlu)
Ayının otuz iki türküsü var, otuz ikisi de alıcınan armut üstüne: Bkz: Ayının gırk
türküsü olur, gırkı da armut üstüne” (Özturan, 2009a: 210)
Ayıya gül vermişler, almış gıçını silmiş: Bir şeyi değerini bilmeyene verirsen
onun kıymetini bilemez. (Faruk Zülkadiroğlu)
Ayrandan/ekmekten aşağı gatık olmaz: Ayran, süt ürünlerinin kalitesi en aşağı
seviyede olanıdır. Ondan daha aşağı bir yemez olmaz. Yapılacak bir işi kolaylaştırmak
için seçilen uygun bir nesneden daha aşağısı olmaz. (Çınkır, 2016: 373; Dalkıran, 2005:
47; Şen, 2006: 99)
Az ağrıyı aş, çok ağrıyı iş bastırır: İnsan, bazen yemek yemekten ve iş
yapmaktan dolayı kendini, dolayısıyla da ağrılarını unutur. (Özalp, 2008: 372)
Az laf, çok iş: Az konuşmak, çok iş yapmak lazım. (Şirikçi, 2006: 11)
Az sabırda çok keramet var: Birazcık sabır, birçok sorunun halledilmesinde çok
fayda sağlar (Özturan, 2009a: 210)
Az sadaka çok bela savar: Birazcık yardım, iyilik insan başına gelebilecek
birçok sorunun yok olmasına vesile olur. (Özturan, 2009a: 210)
Az tamah, çok ziyan getirir: Aza kanaat etmezsen, daha çok kazanca tamah
ederek gücünün üstünde işlere girersin. Bu da sana çok zarar, hatta felaket getirir.
(Okumuş, 2006: 151; Özalp, 2008: 373),
Az veren candan, çok veren maldan: Bkz: “Az veren maldan, çok veren candan
verir” (Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 151; Şirikçi, 2007: 81)
Az veren maldan, çok veren candan verir: 1. İnsanlar iyilik ve hayır için para,
mal verirlerken az verirlerse inaldan gitti diye düşünürler. Bu durum fazla sıkıntılı
olmaz. Ama çok vermek durumuna düşerlerse, sanki canından veriyormuş gibi sıkıntı
duyarlar, zorlanırlar. Az vermek insana sıkıntı vermez, maldan gider. Çok vermekse
candan vermek gibidir, insanı perişan eder. "Mal vermek can vermekten zordur" da
derler. 2. Az veren, istemeyerek verdiği için az ve yalnızca malından verir. Çok verense
can u gönülden, isteyerek ve severek verir. Vermenin hayrını, sevabını bildiğinden çok
ve gönlünden koparak verir. (Özalp, 2008: 373; Özturan, 2009a: 210)
Az yaşa çok yaşa, ahiri ölüm: Ne kadar yaşarsan yaşa, bir gün öleceksin.
(Özturan, 2009a: 210)
Az yiyen çok yemiş, çok yiyen b.. yemiş: Her şeyi idareli yapacaksın. (Çınkır,
2016: 94)
Az yiyen döker, çok yiyen çöker: Yemeği az yiyen kimse, fazlasını çöpe döker.
Çok yiyen de sağlığını yitirir. Ölçüyü tutturmak gerekir. (Polat, 2016: 10)
Aza “nereye” demişler, “çoğun yanına” demiş: Toplumlarda çoğunluk azınlığa
hükmeder, azınlıklar çoğunluğa uyar. Ekonomide de zayıf sermayeliler, güçlü
sermayelilere tabi olurlar. Az paranın çok paraya tabi olması gibi. Para parayı çeker.
(Özalp, 2008: 373; Özturan, 2009a: 210; Özturan, 2014: 52)
265
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
266
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Bağırması çok olanın dostu az olur: Çevresinde huzursuzluk meydana getiren bir
kişinin dostu fazla olmaz. (Polat, 2016: 10)
Bahanesiz dost bağına/köyüne varılmaz: Bir yere gitmek için bir sebep
olmalıdır. (Gözükara-Özalp, 2011a: 413; Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 151;
Özturan, 2009a: 220;Faruk Zülkadiroğlu)
Bahçıvan diktiğini söker: Anne-baba çocuğuna ne aşıladıysa ya da öğretmenler,
nesli geliştirme adına ne yapmışlarsa onun karşılığını görürler: (Karalar, 1998: 22;
Polat, 2016: 37)
Bahşiş atın dişine bakılmaz: Hediyede ayıp aranmaz, olduğu gibi kabul edilir.
(Özalp, 2008: 375; Şirikçi, 2007: 88)
Bakarsan bağ, bakmazsan dağ [olur]: Bakılan, onarılan şeyler işe yarar.
Bakılmayan, değer verilmeyen şeyler ise bir kenarda kaybolur gider. (Özturan, 2009a:
210)
Bakımsız hasta gırk gün evvel ölür: Yardıma muhtaç olan kimse, yeterli yardımı
görmediği takdirde daha fazla çöker ve erken ölür. (Adem Pırnaz)
Bakmakla gasap olunsa itler gasap olurdu: Hiçbir iş yapmadan sadece bakmakla
ustalık öğrenilmez. (Dalkıran, 2005: 48)
Bakmakla görülmez, her gördüğüne bakılmaz: Bakmak ve görmek farklı
şeylerdir. Bir şeye baktığınızda onu tam olarak göremezsiniz, her görülen şeye de
bakılmaz. (Polat, 2016: 11)
Baktın aş guyul düş, baktın iş bir yana sıvış: Aş, yemek, ucuz, kolay, zahmetsiz
kazanç bulursan hemen çök. Çalışmak, iş ve zorlukla elde edilecek kazanç olursa kaç.
(Özalp, 2008: 199)
Bal elin yoksa bal dilin olsun: Kuvvetli bir yardımın olmayacaksa destek verici
bir ağzın olsun. (Dalkıran, 2005: 49; Özturan, 2009a: 210)
Bal eski petekten yenir: Eski arkadaşlıklar daha iyi olur. (Özturan, 2009a:
210;Faruk Zülkadiroğlu)
Bal tutan parmağını yalar: Bir işi yapan faydalarını da görür. (Gökçebey, 1999:
81; Kuyumcu, 1995: 20; Özturan, 2009a: 210)
Balı dibinden, yağı yüzünden al: Balın dibi, yağın yüzü güzeldir. Değerleri
derinleştikçe artan ve yüzeyde kalan insanlar da vardır. (ATKVE, 2011: 134)
Balı; parmağı uzun olan yemez, gısmeti olan yer: Allah'ın nimetlerini güçlüler,
zorbalar yemez. Ancak Allah kime kısmet ettiyse o yer. (Özalp, 2008: 374)
Balık baştan kokar: Önderin tutumu bozuksa tebaa da bozulur. (Özturan, 2009a:
211; Şen, 2006: 100)
Bana bağ sahibi gerek, kendi değil oğlu gerek: Bir işi asıl sahibinden bitirmek
güzeldir. (Özturan, 2014: 62)
Bana dohanmiyen yılan bin yaşasın: Bana zararı olmayan kişi istediği kadar
yaşasın. (Özturan, 2009a: 211)
Baskısız gamgayı yel alır: Başıboşluk kötü sonuç doğurur. (KA, 2017a: 389)
Basmanın iyisini geydim, tarda gözüm galmadı; yarın güzelini sevdim, yarda
gözüm kalmadı: İyi olanların sahibi oldum, gözüm arkada kalmadı. (Özturan, 2009a:
211)
Baş ağır, gulak sağır gerek: Rahat etmek istiyorsan, huzursuzluktan kaçıyorsan
ağırbaşlı ol, toplumun işine karışma. Kulağın da sağır olsun. Söylentileri duyma,
kimseye de duyurma. (Özalp, 2008: 374)
Baş başa vermeyince daş yerinden galkmaz/oynamaz: İnsanlar güç, imkan, bilgi
ve tecrübe birliği yapmazlarsa büyük işler yapamaz, büyük başarılar elde edemezler.
(ATKVE, 2011: 134; Özalp, 2008: 374-375)
Baş bozulursa ayak b..a bulaşır: Lider, öncü kimsenin düzeni bozulursa
arkasındakiler zor durumda kalır. (Karalar, 1998: 22)
Baş ol da ne başı olursan ol: Baş olanlar bir şekilde köşeyi döner. Bunun için de
baş olmaya heveslenenler çok olur. (Dalkıran, 2005: 49; Özalp, 2008: 375)
Baş sağ oldukça börk eksik olmaz: İnsan ölmedikçe evinde misafir eksik olmaz.
(Faruk Zülkadiroğlu)
267
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Başa gelen çekilir: İnsan olanın başına her iş gelir. Gelen ne olursa olsun
üstesinden gelinmeye çalışılır. (Göçer, 2010: 105; Okumuş, 2006: 151; Özturan, 2009a:
211)
Başak ne kadar büyürse büyüsün, insan boyunu geçemez: Her şeyin bir ölçüde
ve sistemli yaratıldığını anlatmak için demişler ki: Başak ne kadar büyürse büyüsün,
insan boyunu geçemez. (Akın, 2014: 39; ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com )
Başı ağriyen tıraş olmaz: Zarar görecek olan risk altına girmez. (Özturan, 2009a:
211)
Başı büyük bey olur, ayağı büyük çoban: Herkes yeteneklerine göre iş yapar.
(ATKVE, 2011: 135)
Başına gelmeyenin hoşuna gelir: Bir sıkıntının büyüklüğüyle baş başa kalmayan
hafif bir durum sanır, önemsemez. (Dalkıran, 2005: 49)
Başında dazı olanın dağlar gadar nazı olur: Kel olanlar nazlı olur. (Özturan,
2009a: 211)
Başından büyük işe garışma: Altından kalkamayacağın, çekip çeviremeyeceğin
işe karışma, perişan olursun. (Kozan, 2007: 218)
Bedava/beleş sirke, baldan datlıdır: Çalışmadan, emeksiz, kolay kazanç
insanların hoşuna gider. (Çoğalan, 1982: 115; Özalp, 2008: 375; Özturan, 2009a: 211;
Şen, 2006: 100)
Bekâra/ergene avrat/garı dövmesi/boşamak golay gelir/olur: Güçlüklerle,
sıkıntılarla karşılaşmamış olanlar, o işi kolay sanırlar. Başkasının başına gelenleri kendi
başlarına gelse kolayca yapılır sanırlar. (Çoğalan, 1982: 115; Dalkıran, 2005: 46;
Gökçebey, 1999: 81; Özalp, 2008: 389; Özturan, 2009a: 211; Şen, 2006: 100)
Bekârlık rezillik, evlilik vezirlik: Evli insan, işlerini yoluna koyar. Eşiyle de iyi
anlaşabilirse dünyalar onun olur. (Dalkıran, 2005: 46)
Bekmez gibi malın olsun, Antakya’dan sinek gelir: Güzel malı olan kimsenin
reklam yapmasına gerek yoktur. En uzak yerden bile alıcısı seni bulur. (ATKVE, 2011:
137; Çınkır, 2016: 63)
Bekmezi küpten, gelini/gadını kökten al: Yiyecek bir şeyin temiz bir kaptan
alınması gerektiği gibi alınacak kadının da iyi bir sülaleden alınması gerek. (ATKVE,
2011: 137; Dalkıran, 2005: 44)
Bekmezi vakit bişirmez, ataş bişirir: Beklemeyle bir işin gerçekleşmesi mümkün
değildir. Ancak İşi halletme yolunda yapılan gayretler sonuç verecektir. (Polat, 2016:
37)
Bela nerden geleceksin? Öllüyün köründen: Musibete nerden geliyorsun
demişler, seni ilgilendirmez demiş. (Özturan, 2009a: 211; Özturan, 2014: 63)
Beleş olsun da deve tepiği olsun: Beleş olsun da isterse ucunda tehlike olsun.
(Özturan, 2009a: 211; Özturan, 2014: 63)
Beleş peynir fare gapanında bulunur: Hiçbir şey karşılıksız değildir. Beleş olarak
elde etmek istediğin şey sana zarar olarak geri dönecektir. (Karalar, 1998: 22)
Beleş/peşkeş atın dişine bakılmaz: Emek verilmeden kazanılan bir şeyin
kusurlarına, artısına eksisine bakılmaz, hemen kabul edilir. (ATKVE, 2011: 137; KA,
2017a: 389; Faruk Zülkadiroğlu)
Beleşin Allah’ı var: Bedava, masrafsız olan şeyi herkes sever. (Mustafa Kiraz)
Belle de duvar govuğuna goy/sok: Her şeyi öğren, zamanı gelince işine yarar.
(KA, 2017a: 389; Özturan, 2014: 63)
Ben ağa sen ağa, bu ineği kim sağa?: Herkesin ağalık ettiği, emir verdiği yerde iş
çıkmaz. Herkes kenara çekildiğinde iş ortada kalır. (Arslan, 2011: 353; Özturan, 2014:
64; Şen, 2006: 101)
Ben az diyorum, sen çok anla: Söz çok. Ben az diyeyim, sen gerisinin nasıl
olduğunu anla. Basiretli ol. (Özturan, 2014: 64)
Ben gapalı bir gutuyum; açarsan pis, açmazsan misk kokarım: Ben sırları olan
biriyim. Öğrenmek istersen zararlı olabilirim. (Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006: 100)
Ben sana iyilik etmedim ki sen bana kötülük ediyorsun: İnsanlar iyilik yaptığı
yerlerden kötülük görür. (Özturan, 2014: 64)
Ben umarım bacımdan, bacım ölür acından: Bkz: “Ne umarsın/umuyon
bacından, bacın ölüyor/ölür acından” (Körük, 2005: 30; Özalp, 2008: 203)
268
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ben yanarım yavruma, yavrum yanar yavrusuna: Büyük, küçüğünü kaygı eder.
Küçük de kendinden daha küçük olanı. (Dalkıran, 2005: 44; Özturan, 2009a: 211)
Bereketin onda dokuzu Hicaz’da, hasedin onda dokuzu hocada: Kâbe, bereketli
bir yerdir. İslam’ın merkezidir. Kıskançlığın büyük çoğunluğu da hocalardadır. (Polat,
2016: 11)
Besle gargayı, oysun gözünü: İyilik yapıp büyüttüğün kimse, en büyük zararı
kendisi sana verir. (Kozan, 2007: 218)
Besledik büyüttük danayı, tanımaz oldu anayı: Evladı meydana getirdik,
büyüttük, bizi beğenmez oldu. (Dalkıran, 2005: 50)
Besleme dırnak uzatır, pis olur; hanım dırnak uzatır, süs olur: İnsanların yaptığı
işler, konumları ve durumlarıyla değerlendirilir. Eğer önemli biriysen yaptığın iş güzel
olur. Önemsiz biriysen yaptığın iş de çirkin olur. (Dalkıran, 2005: 47)
Besleme gırdı, köteğe layık; hanım gırdı, eline sağlık: Bkz: “Besleme dırnak
uzatır, pis olur; hanım dırnak uzatır, süs olur” (Dalkıran, 2005: 47)
Beslemeden gadın olan hamam yıkar ses ile halayıktan gadın olan gurna deler
tas ile: Besleme olarak büyüyen kadının sesi güçlü olur, halayıktan kadın olan da
kuvvetli olur, sağa sola zarar verir. (KATEDEG, 2012: 43)
Beş guruşun üstüne oturmak için on guruşluk g.. gerek: Servetin üzerine
oturmak için ahlaki, ruhi olgunluk gerek. (Çınkır, 2016: 142; Özturan, 2014: 65)
Beş paralık eşşeğin üç paralık sıpası olur: Adi insanın kendinden daha adi
çocukları olur. (Çınkır, 2016: 142)
Beş parmağın beşi de bir olmaz: İşler her zaman yolunda gitmez. (Özturan,
2009a: 211)
Beşik arkası bile gurbet: Bazen en yakın yer bile gurbet sayılır. (KA, 2017a:
389)
Beşir et (becer), beş-gabına (cebine) goy: İşin üstesinden gelen, ücreti hak eder.
(KA, 2017a: 389)
Beterin beteri var: Sıkıntılı bir durum içinde kalan kişi, daha kötü bir durumla
karşılaşabileceğini unutmamalıdır. (Özturan, 2009a: 211; Sarıyıldız, 2012: 169)
Bey buyurur, cellat keser: Cellat suçsuzdur, emir kuludur. Baskın kişinin haksız
emirlerini uygular. Suçlu, emri verendir. (Çınkır, 2016: 144)
Bey olana her gün düğün bayram: Durumu iyi olan için sıkıntılı bir hal yoktur.
Her gün, istediği gibi bir yaşar. (Özturan, 2009a: 210)
Beyazın adı var, esmerin dadı var: Beyaz tenli olan güzel görünür, fakat gerçek
güzellik esmer olandadır. (Özturan, 2009a: 211)
Beyden bir at isteyeceğim; verirse biner gelirim, vermezse döner gelirim: Ben
bir istekte bulunacağım. İsteğim gerçekleşirse sevinirim, gerçekleşmezse kaybedeceğim
bir şey olmaz. (Özturan, 2014: 62)
Bez alırsan Musul’dan, gız alırsan asıldan al: Musul’un bezleri kalitelidir. Kızın
da kökü belli olanı iyidir. (Hunç, 2017: 58)
Bıçağını gavga mahallesine verme: Olumsuz bir durumla karşılaştığında kendini
garantiye al, suçlu çıkma. (MİY, 1967: 194; Şen, 2006: 101; Şen, 2006: 116; Yakar,
1997: 60)
Bıçak [kendi] sapını yontmaz/kesmez: İnsanlar mensup oldukları yere, eşine
dostuna, akrabalarına, yakınlarına zarar vermez. (ATKVE, 2011: 135; Dalkıran, 2005:
48; Özalp, 2008: 421; Özturan, 2009a: 211)
Bırak danayı, bulur anayı: Sen onu serbest bırak, dananın anasını bulduğu gibi o
da yapılacağı kavrar, yapar. (Özturan, 2014: 66)
Bildiğinin bir huyu, bilmediğinin bin huyu var: Tanıdık olan daha iyidir, kötü
yanını bilirsin, ama yabancının bir sürü ters işlerini bilemezsin. (Alparslan-Özturan,
2010: 74; Özturan, 2009a: 211;Faruk Zülkadiroğlu)
Bilen bilir de bilmeyen bir dal maydanoz/mercimek sanır: Olayı yaşayan bilir,
yaşamayan görünüşe aldanarak önemsiz zanneder. (Çınkır, 2016: 149; Özturan, 2014:
67; Faruk Zülkadiroğlu)
Bilgisiz gafa saman haralına benzer: Cahil insan, saman haralına benzer. Çünkü
samanın fazla ağırlık yapmaması gibi cahilin kafası da boş olur, bir ağırlığı olmaz.
(Polat, 2016: 12)
269
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
270
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Bir dost gırk yılda gazanılır: Dostluklar kolay kazanılmaz. Uzun tanıma ve
tecrübelerden sonra edinilir. (Şen, 2006: 100)
Bir dostun, bir düşman gadar gahrı olur: Dostluk kolay elde edilmez. Hakiki dost
olana kadar zorlukları yenmek gerekir. (Şen, 2006: 100)
Bir ekmek dokuz aç, durma oradan gaç: Yoksul bir insan, kendisini ve
çocuklarını ancak doyurur, hatta doyuramaz. Bir de sen onlara yük olma. (Şen, 2006:
100)
Bir elmayı bin akçeye soy, bir armudu bir akçeye soyma: Bazı işleri çok ucuza
yap, o iş ileride sana döner. Bazı işleri de fırsatı düştüğü zaman çok pahalıya yap. (Şen,
2006: 100)
Bir erkeği vezir eden de avradı, rezil eden de avradı: Kadının iyi olursa sıkıntın
olmaz, kötü olursa elaleme rezil rüsva olursun. (Özturan, 2009a: 211)
Bir evde düzen olunca düzenbaz olmaz: Kötülüğün olmadığı yerde hileli iş
olmaz. (Şen, 2006: 100)
Bir evde iki gız, biri çuvaldız biri biz: İki kız kardeş sürekli didinirler,
anlaşamazlar. (Dalkıran, 2005: 44)
Bir evin bir gızını alma, bir evin bir oğluna varma: Evde tek olan çocuklar, hem
nazlı olur hem de aileleri üzerlerine titrerler. Dolayısıyla bu tip kişilerle evlenme.
(Karalar, 1998: 23)
Bir gafaya iki göz gerek: Her işte dört dörtlük olmak gerekir, zaten bir kafaya da
iki göz lazımdır. (Şen, 2006: 100)
Bir galeye bir yumruk yeter: Durumu zayıf olan bir insan küçük bir darbede erir
gider. (Özturan, 2014: 69)
Bir garerde bir Allah: İnsanlar işlerini yürütürken istikrarlı bir şekilde hareket
edemezler. Bazen iyi, faydalı, bazen de kötü, zararlı işler yaparlar. Bir karar, hep
istikrarlı, hep iyi, faydalı iş yapmak Allah'a mahsustur. (Özalp, 2008: 376)
Bir garıyla iki goca, dır dır eder her gece: Karı kocalar birbiriyle sürekli ağız
kavgası yaparlar. (Şen, 2006: 100)
Bir gatarda iki deve kükremez: Bir toplulukta bir tane baskın lider olur. (Şen,
2006: 100)
Bir gıram et dolu (bir sürü) ayıp örter: Dilini sıkı tut. (Özturan, 2009a: 211)
Bir goca gerek hak demeye, bir garı gerek yok demeye: Bir eve; zikir, tespih
çekip ibadet, dua edecek veya doğruları söyleyip hakkı hatırlatacak bir ihtiyar erkekle, -
gençlerin yüzü tutmayacağı için- bir şey istemeye gelenlere yok diyecek bir koca karı
gerekir. (Özalp, 2008: 376)
Bir goltuğa iki garpuz sığmaz: İki büyük işi bir kişi yapamaz. (Dalkıran, 2005:
49)
Bir gorkak bir orduyu bozar: Korkak bir kişi, kaygı ve telaşıyla büyük bir
topluluğa zarar verir. (Şen, 2006: 100)
Bir göz hatırına çok göz sevilir: Bir kişi hatırına etrafı da sevilir. (Özturan, 2014:
69)
Bir guş gelir bir çalıya sinenir: Bir zavallı, biçare, fakir, garip gelip güçlü birine
sığınır. Güçlünün onu koruması gerekir. (Özalp, 2008: 376)
Bir guyruklu yıldız, gırk yılda bir doğar: Bir fırsat insan ömründe bir kez ele
geçer. (Şen, 2006: 100)
Bir gül için bin dikene gatlanılır: İyi bir şey için bir sürü sıkıntıya dayanılır.
(Şen, 2006: 100)
Bir gün olur, yüz yüze bakılır: Onun için Maraş’ta son söyleyeceğini ilk önce
söyleme derler. (Şen, 2006: 100-101)
Bir günün beyliği de beyliktir. Bir makamda bir gün bile oturmak, büyük bir
şeref ve gurur vesilesidir. Bir gün de olsa sefa sürmek; bey gibi, zengin gibi yaşamak
iyidir, beyliktir, kardır. (Özalp, 2008: 376; Özturan, 2009a: 211; Özturan, 2014: 69;
Sultan Pırnaz)
Bir hatır (sabır), iki hatır (sabır), üçüncü de vur yatır: Eğer birileri yaramazlık
yapıyor, zarar veriyorsa birincide ve ikincide hatır için sussan bile üçüncüde gereğini
yap, hesabını gör. (Dalkıran, 2005: 52; Özalp, 2008: 376; Özturan, 2009a: 211; Özturan,
2014: 70)
271
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Bir istemeye gız verilmez: Bir talep, ilk istemede kabul edilmez. (Özturan,
2009a: 211)
Bir it ürümekle bir kervan geri dönmez: Büyük işler, ufak tefek şeyler yüzünden
bırakılmaz. (Şen, 2006: 99)
Bir it, bir deriyi sürükler: Bir erkek bir evin ihtiyaçlarını karşılar, aileyi
geçindirir. Kadını idare eder. (Özturan, 2014: 70)
Bir kez horozluk yapan, ömür boyu tavukluk yapar: Öfkeyle kalkan zararla
oturur. (Polat, 2016: 70)
Bir kişinin azzığı, iki gişiyi aç goyar: Bir kişiye yetecek yemek iki kişiyi
doyurmaz. Aynen onun gibi bir kişinin işi iki kişiyi memnun etmez. (Dalkıran, 2005:
46)
Bir kötü gidince yerine daha iyisi gelmez: Zalimin yerine mazlum gelmez. Yine
zalim gelir. (Şen, 2006: 100)
Bir kötünün yedi mahalleye hıtı/zararı dokanır: Kötülerin zararı yalnız
kendilerine ve bulundukları bölgeye değil, tüm topluma dokunur. (Özalp, 2008: 376;
Şen, 2006: 100)
Bir köye varırsan ağadan önce köpekleri garşılar: Bir yere gittiğinde önce oranın
güvenlik sorumlularıyla karşılaşırsın. (Karalar, 1998: 23)
Bir külek bal, anası akıllı gızını al: Bir ailede anne akıllı ise o aileden kız alınır,
çünkü kız da anasından eğitim almıştır. (ATKVE, 2011: 134; MİY, 1967: 194; Özturan,
2009a: 211; Şen, 2006: 101; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
Bir laf de ki lafa benzesin: Bir söz söyle ki anlamlı, mantıklı olsun, biz de
dinleyelim. (Özturan, 2014: 70)
Bir malı alan ile satan bilir, güzeli de o güzel ile yatan bilir: Bir şeyin değerini o
işle ilgilenen bilir. Güzelin değerini de güzelle beraber olan bilir. (Göçer, 2010: 109)
Bir mıh bir nal gurtarır, bir nal bir at gurtarır, bir at bir er gurtarır: Küçük
görünen bir iş, büyük sonuçlar doğurabilir. Hiçbir şeyi hafife alma. (Şen, 2006: 100)
Bir müşteri için dükkan açılmaz: Bir kişiye hitap edilen bir esnaflık yoktur. Çok
müşteri için dükkan açılır. (Şen, 2006: 100)
Bir o…uk, bin doktordan iyidir: Gazdan dolayı meydana gelen ağrı ve şişkinlik,
yellenerek giderilir. Doktora gerek olmaz. (Özalp, 2008: 205)
Bir olur, iki olur, üç olur, ondan sonra suç olur: Bkz: “Bir hatır (sabır), iki hatır
(sabır), üçüncü de vur yatır” (Özturan, 2014: 70)
Bir rızık, iki olmaz: İnsana verilen rızık çoğalmaz. (Özturan, 2009a: 211)
Bir senden büyüğünün lafını dinle, bir de senden küçüğünün: Büyük de olsa,
küçük de olsa insanların fikrini al. (Özturan, 2014: 70)
Bir sıçıran çekirge, iki sıçıran çekirge: Kötüler ne kadar zeki ve kurnaz olurlarsa
olsunlar sonunda adaletin pençesine düşerler. Yakayı ele verirler, foyaları meydana
çıkar, maddi manevi cezalarını çekerler. (Özalp, 2008: 376)
Bir sürçen atın başı kesilmez: Bkz: “Bir defa tökezleyen atın başına vurulmaz”
(Şen, 2006: 100; Şirikçi, 2007: 88)
Bir sürüye bir gurt/çoban yeter: Bir yerde bir baş gerek. İki baş, düzeni bozar.
(Şen, 2006: 100)
Bir sürüye gurt dalmış, vay birlinin başına: Malı çok olana küçük zararlar
dokunmaz, ama fakir olanın malı azdır, onu da kurt yerse vay haline. (Çınkır, 2016:
152-153)
Bir şeyi çok çekersen gırılır: Bir meselede gereğinden fazla müdahalede
bulunursan işi daha kötü hale getirirsin. (Şen, 2006: 100)
Bir şeyi yapacaksın, yıkacaksın, bir daha yapacaksın: İlk yapılan şeyde acemilik
olur. Deneyerek tekrar yapacaksın. (Özturan, 2014: 71)
Bir şeyin önüne bakma, sonuna bak: İşlerin görünen kısmına bakma, sonucuna
bak. (Şen, 2006: 100)
Bir şeyin yokluğu yokluktur: En küçük, en basit bir şey yoksa o bile yokluktur.
Gerek olduğu zaman, yokluğunu belli eder. (Özalp, 2008: 377)
Bir tarafım deniz, bir tarafım domuz: Çevremde iyiler kadar kötü, kötüler kadar
da iyi var. (Şen, 2006: 101)
272
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Bir tavuğun zekatı, bir yumurta: Durumu zayıf olanlardan maddi açıdan fazla
fedakarlık beklememek lazım. Azın zekatı az. (Özturan, 2014: 71)
Bir uyuz geçi, bir sürüyü pisler: Bkz: “Bir dana bir nahırı b..lar” (Şen, 2006:
101)
Bir yalan söyle ki bir yalana benzesin: Yalan söylüyorsun, ama yalanın
dinlenmeyecek kadar kötü. Yalan söyleyeceksen yalanı iyi planlayıp söyle. (Özturan,
2014: 71)
Bir ye, bin şükret: Kanaatkar ol, haline şükret. (Şen, 2006: 101)
Bir yemem diyenden gork, bir de yerim diyenden: Çok hırslı olduğu, çok istediği
halde hırsını, aşırı isteğini gizleyip istemiyormuş gibi yapan kimse ile hırsını ve aşırı
isteğini gizlemeyip nimetlere saldıran kimse çok tehlikelidir. Bu gibi insanlardan
sakının, böylelerine mevki ve makam vermeyin. (Özalp, 2008: 376)
Bir yer yıkılmayınca bir yer yapılmaz: Düzen bozulmadan onarım yapılmaz.
(Şen, 2006: 101)
Bir yiğit, gırk yılda yiğit olur: İnsan önemli mevkilere zaman içinde ulaşır, ha
demeye olmaz. (Şen, 2006: 101)
Bir yükü, götüreceğin gadar yükle: Bir işi kapasiten doğrultusunda,
yapabileceğin kadar yap. (Şen, 2006: 101)
Bir zibillikte iki horuz ötmez: Bir yerde iki kabadayı olmaz. Bir köyde iki
muhtar olmaz. (Özturan, 2009a: 211)
Biraz işten, biraz dişten: Artırma biraz işten kısmakla, biraz da boğazdan
kesmekle olur. (Özturan, 2014: 72)
Bire büyür bit olur, enik büyür it olur: Her varlığın yavrusu büyüyünce ebeveyni
gibi olur. Başka bir cinse benzemez. (Özalp, 2008: 376)
Bire de hey, bine de hey: Küçük de olsa büyük de olsa bir işte gayret sarf etmek
lazım. (Özturan, 2014: 72)
Bire için yorgan yakılmaz: Bir yaramaz için bir aile, bir toplum feda edilmez. En
iyisi yaramaz olanı, zarar vereni, kötüyü bir şekilde bertaraf etmektir. (Özalp, 2008:
376)
Bire itte, bit yiğitte bulunur/olur: Vermeyi bilmeyen, cömert olmayana alıp
kaçan (hırsız, uğursuz) musallat olur. Cömert insana, iyilik yapana muhtaç olan, ona
katkıda bulunmak isteyen, alıp kaçmayan gelir. (Bilgin, 2017: 27; Okumuş, 2006: 159;
Şirikçi, 2006: 229)
Birer birer bin olur, damlaya damlaya göl olur: Küçük şeyler birike birike büyük
olur. Büyük olunca da bir değeri olur. (Şen, 2006: 101)
Bişmiş aşa su gatılmaz: Yolunda giden iş bozulmaz. (Dalkıran, 2005: 49)
Bişmiş aştan kâr olmaz: Müdahale edecek durumu kalmayan şeyden kar
beklenmez. (ATKVE, 2011: 137)
Bitli buğdayın kör alıcısı olur: Bkz: “Gurtlu paklanın kör alıcısı olur” (Arslan,
2011: 345)
Bitli gaşınır, humsuz umunur: Vücudu kaşınan kimseler kaşınırken boğazı
büyükler, oburlar acaba koynundan bir şeyler çıkarıp bana mı verecek diye umunur.
(Özalp, 2008: 204)
Bitmedik iş dünyaya gelmez: Her iş bitirilir. (Özturan, 2009a: 211)
Biz ondan yoğurt umarız, o bizden ayran umar: Biz ondan yardım bekliyoruz, o
bizim istediğimiz yardımın daha küçüğünü bizden istiyor. (Özturan, 2014: 73)
Biz seni yoharda da gördük o hatınsın, aşşağıda da gördük o hatınsın: Hatun evin
yukarısında da aşağısında da aynısın. Değişen tarafın yok. (Özturan, 2009a: 211;
Özturan, 2014: 172)
Bize bizden gelir, her ne olursa; için rahat olur, dilin durursa: Kişiye düşmandan
ziyade kendi yakınları zarar verir. Buna engel olmak için dile sahip çıkmak, olur olmaz
her şeyi konuşmamak gerekir. (Polat, 2016: 12)
Boğazda bostanlık olmaz: Emek içeride olmaz, dışarıdan gelir. (Özturan, 2009a:
210)
Bol bol yiyen, bel bel bakar: İdareli olmasını bilmeyen, yarını düşünmeyen
kimse, aval aval bakar. (Okumuş, 2006: 151)
273
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Borcun iyisi vermek, derdin iyisi ölmek: Borç ödenirse iyi olur. Dertten kurtuluş
ise ölüm ile olur. (Şirikçi, 2007: 83)
Borç iyi güne galmaz: Borç kötü günde gelir. (Özturan, 2009a: 211; Şirikçi,
2007: 83)
Borç ödemeynen, yol yürümeynen tükenir: Her iş, başına geçip yapmakla yürür
ve biter. İşin başına geçilmezse, iş olduğu yerde durur. Ne iş biter, ne başarı kazanılır,
ne de üretim yapılır. Arabanın tekeri dönünce varabilirsin gideceğin yere. (Özalp, 2008:
377)
Borç yiyen, kesesinden yer: Borçlanıp yemek insana kolay gelir. Kolay geldiği
için de bol bol yenir, içilir ve borç dağlar gibi birikir. Sıra ödemeye gelince insan çok
zorlanır, sıkıntıya düşer. Bazen borç yüzünden faize bulaşır, sonunda her şeyini
kaybeder, iflas eder. Bu yüzden, ihtiyaçlarını borçla temin ediyorsan iyi düşün, borcu
ödemek zorunda olduğunu bil. Ölçüyü kaçırma, gücünün dışında borçlanma. Kanaatkar
ol. (Kozan, 2007: 218; Kuyumcu, 1995: 20; Okumuş, 2006: 152; Özalp, 2008: 377)
Borçlu ölmez, benzi sararır: Borçlu borcunu zamanında ödeyemezse alacaklının
karşısında hep mahcup olur, yüzü kızarır, bozarır, sararır. Suçlu da polisin ve adaletin
karşısında korkudan sararır. (Özalp, 2008: 377; Özturan, 2009a: 211; Şirikçi, 2007: 83)
Borçsuz çoban, yoksul beyden yeğdir: Dertsiz, sıkıntısız olmak, işi iyi olmayan
insandan daha iyidir. (ATKVE, 2011: 135)
Boş çuval ayakta/dik durmaz: Kesesi, kafası ve kalbi boş olanlar dik duramazlar.
Fakirler, bilgisizler ve inançsızlar hep ezilmek, ona buna kul köle olmak durumuna
düşerler. (Özalp, 2008: 377; Özturan, 2009a: 211)
Boş duracağına beleş çalış: Kişi, hiçbir işle uğraşmadan durursa tez çöker. Beleş
bile olsa sağlık için çalışmak gerekir. (Polat, 2016: 12)
Boş gezen ayağa b.. bulaşır: Çok gezenin başına bela gelir. (Çoğalan, 1982: 115)
Boş itin menzili olmaz: Hedefsiz olanın gideceği, duracağı bir yer yoktur.
(Çınkır, 2016: 164)
Boş söz, garın doyurmaz: Sırf konuşmak, insanlara hiçbir şey kazandırmaz.
Kazandıracak olan çalışmak, emek vermek ve gayret etmektir. (Özalp, 2008: 377)
Boş torbayınan at dutulmaz: Asılsız, yalan bir şeyle kimseyi bir yere
bağlayamazsın. (Özturan, 2009a: 211)
Boşboğazı cehenneme atmışlar, “odun yaş” diye bağırmış: Sırf konuşmak için
konuşan kimse, abuk sabuk konuşur, yerinde ve doğru şekilde konuşmaz. (Polat, 2016:
45; Şirikçi, 2007: 83)
Boşboğazlık para etmez: Gereksiz konuşmanın değeri olmaz. (ATKVE, 2011:
135)
Boya bosa bakma/değil, huya husa bak: (ATKVE, 2011: 134; Çoğalan, 1982:
114; Dalkıran, 2005: 46; MİY, 1967: 194; Şen, 2006: 100; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997:
60)
Boyu gısadan şer bekle: Kısa boylu olanlar hasetli kimselerdir. Toplumumuzda
böyle bir anlayış vardır. (Şahiner, 2017: 36)
Boyuma göre boy buldum da huyuma göre huy bulamadım: Cismine uygununu
bulabilirsin, kafana uygununu bulamazsın. (ATKVE, 2011: 134)
Bozuk para puşta yarar: Bozuk para, harcamayı sevene yarar. (Özturan, 2014:
77)
Bu gadar gusur gadı gızında da olur: Herkes hata yapabilir, çok fazla ayrıntıya
takılma. (Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 211)
Bu milletin ne önünden gedilir, ne ardından: Kimseye yaranamazsın. Herkes
yaptığın bir işe kusur bulur. (Özturan, 2009a: 211)
Bu saatten sonra ya hancı ya demirci Eyüp: Bu geç vakitte ancak o gelir.
(Özturan, 2014: 78)
Bugün bana, sabah/yarın sana: Birisine bir kötülük, hırsızlık, zulüm yapıldığını
gördüğün zaman bana ne deyip geçme, onu önlemeye çalış. Aksi halde sıra sana da
gelir. Çünkü kötüler, kötülük yapmaktan kolay kolay vazgeçmezler. Onları önlemek,
durdurmak iyilerin görevidir. İyiler de kötüler kadar cesur olmak zorundadırlar. (Özalp,
2008: 377)
274
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
275
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
276
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Cömert derler, maldan ederler; yiğit derler, candan ederler: Dalkavuk, yalaka,
başkalarının sırtından geçinen, birilerinin gölgesinde yaşamayı sanat edinmiş kimseler
birilerini pohpohlayarak, yiğitsin, cömertsin diyerek mallarını yerler, canlarını da
tehlikeye attırırlar. (Okumuş, 2006: 152; Özalp, 2008: 436; Şen, 2006: 101)
Cömert eli kimse kesmez: Fayda görülecek kaynağa kimse zarar vermez, aksine
herkes ondan faydalanır. (ATKVE, 2011: 135)
Çabalayan gider çüte: Kim işin çabuk yapılması için uğraşıp çabalıyorsa işe önce
o başlar. Çoğunu, hatta hepsini o yapar. Çünkü o iş çabalayan için daha önemlidir, onun
için çabalamaktadır. (Özalp, 2008: 380)
Çağrılan yere erinme, çağrılmayan yere görünme: Çağrılan yere hemen git,
çağrılmadığın yere ayağını basma. (Arslan, 2011: 345; Dalkıran, 2005: 46; Özturan,
2009a: 212; Şen, 2006: 102)
Çakalı çuvala gomuşlar, ç..ü aykırı çıkmış: Kötüyü, kötüleri ne kadar kontrol
altında tutarsan tut, zararlarından kurtulamazsın. (Özalp, 2008: 380)
Çakalsız köy olmaz: Her beldenin kötü, çürük insanı olur. (Şen, 2006: 101)
Çal dişinin dibini yokla: Suçu kendine ara. (Özturan, 2014: 89)
Çalıda gül bitmez, cahile laf yetmez: Cahile ne kadar öğütte, tavsiyede
bulunursan bulun fayda etmez. Kurumuş çalıda da gül olmaz. (KATEDEG, 2012: 79)
Çalışan gazanır, çalışmayan ne gazanır: İş yapan sefasını sürer. Yapmayan ise
avucunu yalar. (Göçer, 2010: 130; Göçer, 2010: 156)
Çalışmayan öküze saman verilmez: Faydası olmayan kimseye ona lazım olan
nimetler verilmez. (Şirikçi, 2008: 264)
Çalışmayla zengin olunsa Fatmalı eşşeği zengin olurdu: Çok çalışmakla zengin
olunmaz. (Şen, 2006: 102)
Çalma el gapısını [yüzük gaşıyla/dil ucuyla], çalarlar gapını [hançer başıyla/el
ucuyla]: Bkz: “Değme el gapısına el ucuyla, değerler gapına gol gücüyle” (KATEDEG,
2012: 43; Özturan, 2009a: 212; Şen, 2006: 102; Şirikçi, 2006: 187)
Çam ağacından odun, abdal gızından gelin olmaz: Çam ağacı is çıkarır, iyi ateşi
olmaz. Kötü insanın kızı da kendisi gibi kötü olur, işine yaramaz. (Körük, 2005: 30;
Okumuş, 2006: 152)
Çam dalından ağıl, eloğlundan oğul olmaz: Bkz: “Çam ağacından odun, abdal
gızından gelin olmaz” (Çınkır, 2016: 229)
Çam ışkınlamaz, gatır guzlamaz: Gerçekleşmesi imkansız olan şeyler vardır.
Çamın ışkını, katırın yavrusu olmaz. (Şirikçi, 2006: 177)
Çanlı geçi gaybolmaz: İşareti, belirtisi olan şey, kolay kolay kaybolmaz. (Polat,
2016: 14)
Çarşı iti ev beklemez: Başıboş gezen kimse, disiplinli iş yapmaz. (Özturan,
2009a: 212)
Çarşı iti ile ava gidilmez: Bkz: “Çarşı iti ev beklemez” (Faruk Zülkadiroğlu)
Çarşıdaki/gasaptaki ete soğan doğranmaz: Elde mevcut olmayan bir şey için
hazırlık yapmak hoş değildir. Nasıl olsa temin ederiz dediğin şey temin edilmediğinde
bütün hazırlıklar boşa gider. (Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995: 22; Özturan, 2009a:
216)
Çatal gazzık yere batmaz/geçmez/çakılmaz: İki uçlu olan, çatal olan hiçbir kazık
yere çakılamaz. İki inançlı, iki dinli olan kimse de hakka ulaşamaz. Mesela hem
müslüman hem de şucu bucu olunamaz. (ATKVE, 2011: 135; Arslan, 2011: 354;
Dalkıran, 2005: 48; Özalp, 2008: 380; Özturan, 2009a: 212; Şen, 2006: 102)
Çay iç, su iç, içki içme: Güzel meşrubatları iç ama zararlı, haram olanları içme.
(Şen, 2006: 102)
Çaydan geçerken at değişilmez: Tehlikeli zamanlarda iş, durum, tavır
değiştirilmez. (Özalp, 2008: 380)
Çayı görmeden paçaları sıvama: Gerçekleşmeyen bir olay karşısında sanki iş
olmuş gibi davranma. (Körük, 2005: 30)
Çayır piresi üflemekle ölmez: Kişinin ölçüsüne göre tepki göstermek gerekir.
(Karalar, 1998: 24)
Çekişmeyince pekişmez: Düşünceler tartışılmadan sonuca ulaşılmaz. (Şen, 2006:
102)
277
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Çeliğin yüzü soğuk olur: Kılıç gibi çelikle yapılmış aletler, insana zarar verir.
(Özturan, 2009b: 127)
Çemkiren itin üstüne varılmaz: Dişini gösteren, karşı koyan kimsenin üstüne
varılmaz. (Özalp, 2008: 380)
Çengi ölüsü çalgıya galkar: İnsan nasıl yaşarsa o şekilde ölür. Hayatı sefa içinde
geçen kimse, zor zamanlarında bile eğlenceden geri kalmaz. (KA, 2017a: 389; Şen,
2006: 102)
Çerçi başındakini çağırır: Herkes kendi işiyle uğraşır. Çerçi, camekanındaki
mallarını reklam eder. İnsanlar da kendi mallarını, derdini, sıkıntısını veya sevincini
reklam eder. Asıl olan inancını ilan edebilmektir. (KA, 2017a: 389; Özalp, 2008: 380)
Çerçi yükünden yemez: İnsanlar, emekleriyle kazandıkları parayı rahat
harcayamaz. (KA, 2017a: 389; Şen, 2006: 102)
Çeynemeden yutulmaz: Hiçbir iş kolay değildir. Her iş emek ister, yorulmak
ister. Hazır lokma bile, çiğneme zahmetine katlanılmadan yutulmaz. (Özalp, 2008: 380)
Çıbııkan çıtılamayan, ağacıkan kütülemezimiş: Küçükken iş öğrenmeyen,
büyüdüğünde hiçbir işe yaramaz. (Çınkır, 2016: 255)
Çıkmadık candan umut kesilmez: Ölümcül hasta ölmedikçe iyileşeceğinden
umut kesilmez. Bir iş sonuçlanmadıkça umut hala var demektir. (Özturan, 2009a: 212)
Çıkmış gız çiğden dışarı[dır]: Gelin gitmiş kız evden dışarı olur. (Özturan, 2014:
91; Şen, 2006: 102)
Çıksan çağırsan deli derler, yatsan uyusan ölü derler: Sözün doğrusunu desen
deli derler, hiç karışmasan ölü derler, en iyisi ortasını bulmak. (Özturan, 2009a: 225;
Özturan, 2014: 91)
Çıplak çıplağı s..miş, çıplak çocukları olmuş: Fakir fakirle, yoksul yoksulla
evlenmiş, çocukları da fakir, yoksul olmuş. Fakirin, yoksulun işi de ufak tefek, kendine
göre olur. (Özalp, 2008: 221)
Çırak çoban tütün içti, ağzımızın dadı gaçtı: Büyük küçük, ağa yanaşma
birbirine karıştı, ortalığın tadı kaçtı. (Özturan, 2014: 91)
Çiftçi gabarır, harman gabarır, çelik verir hesabı: Harmanın kabarık durması,
çiftçinin beklentisinin fazla olması önemli değil, buğday çelikle ölçülünce belli olur.
(Özturan, 2014: 92)
Çirkefe daş atma üstüne sıçrar: Kötü bir işle uğraşma, şerri sana da bulaşır.
(Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 152)
Çirkine şor eksik değil, güzele yar eksik değil: Çirkinler itilir kakılır, kimse
beğenmez. Herkes güzelin peşinden koşar. (Özalp, 2008: 222; Özturan, 2009a: 212;
Şen, 2006: 102;Mehmet Yiğit)
Çirkininki çininde, güzelinki gapı ardında: 1. Çirkin kadınlar kocalarını ellerinde
tutmak için ona iyi bakarlar. Güzel kadınlarsa, kendilerini kıymetli gördüklerinden
kocalarını horlarlar. 2. Erkeklerin yanında çirkin kadınlar daha kıymetli olur,
omuzlarında taşırlar. Güzel kadınlar ise horlanırlar, itilip kakılırlar. (Özalp, 2008: 222)
Çoban uyudu mu gurt emin olur: Şartlar oluştuğunda iş kolayca yapılır. (Şen,
2006: 101)
Çobana verme gızı, ya goyun güttürür ya guzu: Önemli bir işi inceliğini
bilmeyen bir kişiye yaptırma. İnceliğe yakışmayan tutumla iş yapar. (Dalkıran, 2005:
45)
Çobanın gönlü olursa tekeden teleme çalar: İnsanların gönlü olur, can u
gönülden ister ve çalışırlarsa umulmadık işleri yapabilir, başarılı olabilirler. (Alparslan-
Özturan, 2010: 260; Özalp, 2008: 380; Özturan, 2009a: 212)
Çobansız davar, gurda guşa yarar: Başsız olmak, düzeni bozar, zarar verir.
(Dalkıran, 2005: 50)
Çobansız sürüyü gurt gapar: İdarecisiz hiçbir iş yürümez, karmakarışık olur.
İdarecisiz, yöneticisiz bir toplumda kısa sürede fitne çıkar, darmadağın olur.
Düşmanların tuzağına düşüp mahvolur. (Özalp, 2008: 380)
Çocuğa iş/yumuş buyur, ardınca da sen git: Çocuk ehliyetsizdir, ehliyetsiz kişiye
iş verilirse sıkı bir şekilde takip edilmesi gerekir. "İşi ehline veriniz!" düsturunu
unutmamak gerekir. (Çınkır, 2016: 1132; Dalkıran, 2005: 45; Özalp, 2008: 381)
278
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
279
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Çok naz âşık usandırır: Hiçbir işte aşırıya kaçılmamalıdır. Âşıklar birbirinden
usanmaz, ama çok naz usandırabilir. (Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 212; Şen,
2006: 102)
Çok övme garamaya gerek olur, çok garama övmeye gerek olur: İnsanları çok
övme, methetme. Bir gün hatalarını görürsün, karaman, kötülemen gerekir. Çok da
karama/kötüleme ki, bir gün gelir iyiliklerini görüp övmen gerekir. Bu duruma gelinirse
çok övdüğünün hatalarını söyleyemez, çok kardığını, yani kötülediğini övemezsin.
Dolayısıyla da iki taraflı yanlış yapmış olursun. (Özalp, 2008: 381)
Çok pasaklı ile çok titiz olanın evine misafir gelmez: Bazı şeyleri çok uç noktada
benimseye kişilerin fazla ahbabı olmaz. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com )
Çok sabır adamı şerden çıkarır: Sabreden, kötülüğe meyilli işlerden uzak olur.
(Önder, 2008: 47)
Çok söyleme arsız edersin/olur, aç bırakma hırsız edersin/olur: Bkz:
“Acındırırsan arsız, acıktırırsan hırsız olur” (Okumuş, 2006: 152; Şen, 2006: 102)
Çok söz/laf yalansız, çok mal/para haramsız olmaz: Çok konuşan kimse,
mutlaka konuşmasına yalan katar. Çok malı, parası olan kimsenin de malına haram
karıştırması kaçınılmazdır. (ATKVE, 2011: 135; Dalkıran, 2005: 50; Özturan, 2009a:
212)
Çok yaşayacaksan gon göç, tez öleceksen yap sat, zengin olacaksan al sat: Çok
gezersen çok yaşarsın. Erken ölmek istersen yapıp satmalısın. Zengin olacaksan da
ticaret yapacaksın. (Polat, 2016: 14)
Çok yiyip çoban olacağına az yiyip azap dut: Angarya iş yapan bazı insanlar,
angarya işlerini başkalarına yıkarlar. Bu tip insanlara bu atasözü söylenir. (Özturan,
2009a: 212)
Çomçayı tutan benden olsun da isterse yerim dış gapının yanı olsun: Dağıtan
benden olsun isterse yerim en uzakta olsun. O beni düşünecektir. (Özturan, 2014: 93)
Çömçe tutan benim olsun, dış gapıdan yerim olsun: Bkz: “Çomçayı tutan benden
olsun da isterse yerim dış gapının yanı olsun” (ATKVE, 2011: 135)
Çul gızdırmaz: Çul, gözenekleri büyük olduğu için ısıtmaz. Aynen onun gibi
uyduruk şeyler, insana yaramayan malzemeler insanlara fayda vermez. (Özturan, 2009a:
212)
Çul içinde aslan yatar: Bir insanın değeri kıyafetiyle değil, kişiliğiyle ölçülür.
(Özturan, 2009a: 212)
Çürük merdivenle dama çıkılmaz: Ayağını sağlam yere basmazsan yukarılara
çıkamazsın. (ATKVE, 2011: 135)
Çürük tahta çivi/mıh dutmaz: Bir işi yapabilecek kapasitede olmayanlardan
fayda beklenilmez. (Gökçebey, 1999: 81; Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 152)
Çüş eşşeğin canına minnet: Zor bir işte çalışan insana küçük bir mola, yeni bir
hayat bağışlamak gibidir. (Çınkır, 2016: 400)
Dabancanın dolusu bir gişiyi, boşu gırk gişiyi gorkutur: Kişi dolu tabancayla bir
kişiyi vurur. Artık ondan kimse korkmaz. Boş tabanca ise birçok kişiyi korkutur,
harekete geçirir. (ATKVE, 2011: 138)
Dadananla guduran duramaz: Bkz: “Dadanmış gudurmuşdan beterdir” (Şen,
2006: 103)
Dadandırma dana gelir, dadanırsa yine gelir: Yılışık birine çok yüz vermeye
gelmez, alışırsa seni bıktırır. (ATKVE, 2011: 135; Çınkır, 2016: 275)
Dadanmış gudurmuşdan beterdir: Bir kimse bir şeye dadanır/alışır, tadını alırsa
ondan asla vazgeçemez. (ATKVE, 2011: 135; Özalp, 2008: 382; Şen, 2006: 102)
Dadanmışla gudurmuşun çaresi olmaz: Bkz: “Dadanmış gudurmuşdan beterdir”
(Okumuş, 2006: 152)
Dağ adamı, hasta eder sağ adamı: Dağda yaşayanlar için zaman mefhumu hemen
hemen hiç yoktur. Gayet ağır davranırlar, çabuk hareket etmezler. Aldırışsız,
vurdumduymazdırlar. Normal insan, buna pek tahammül edemez. (Çınkır, 2016: 276;
Özalp, 2008: 382; Özturan, 2009a: 212; Özturan, 2014: 94)
Dağ başına gış gelir, gişi başına iş gelir: Dünyaya imtihan için gönderilmiş olan
insanlar, her an imtihandadırlar. Bu yüzden de her an değişik hallerle, işlerle
karşılaşırlar. (Özalp, 2008: 382)
280
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
281
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Darendeli’ye yük vermek bir şey değil, bir de tay duracaksın: Bazı kimselere bir
şeylerini verirsin yetmez, bir de taşımak zorunda kalırsın. (Özalp, 2008: 229)
Darı sömeğinden, ana bebeğinden belli olur: Herkesin, her şeyin değerini belli
eden ölçüler vardır. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com )
Darı unundan baklava, incir ağacından oklava olmaz: Uygun olmayan aletlerle
iyi ve güzel şeyler başarmak zordur. Bir işin kalitesi o işi yapanların kalitesine bağlıdır.
(ATKVE, 2011: 135; Çınkır, 2016: 831)
Darlıkta verilen lokma unutulmaz: Zor zamanlarda yapılan iyilik unutulmaz.
(Ahmet Kamalak)
Daş düştüğü yerde ağırdır: Kişinin değerini en iyi bilen yakın çevresidir.
(Özturan, 2009a: 212; Şen, 2006: 123; Yalman, 1977: 354)
Daş ol, baş yar: Göze görünür bir şeyler de sen yap ki adam yerine koysunlar.
Örnek: Kalıbından utan. Teğdeşleriyin hepsinin altında birer arabası, başını sokacağı
birer yuvası, akşam olunca da kapattıkları birer darabası var. Senin neyin var? Daş ol da
baş yar. (ATKVE, 2011: 138; Çınkır, 2016: 30; Çınkır, 2016: 287; Özturan, 2014: 97)
Daşı havaya atma, başını altına dutma: Kendi eliyle kendi başına iş açma. Riskli
bir işe plansız programsız başlama ve kötü sonuçlar doğurmasına sebep olma. (Bilgin,
2006: 308)
Daşıma suyla değirmen dönmez: Yeterli araç gereç olmadığı sürece, şunun
bunun yardımıyla, küçük uğraşlarla iş yapılmaz. (Kozan, 2007: 219)
Datlı datlı ye, datlı datlı gonuş: Güzel şeyler ye, güzel şeyler konuş. (Özturan,
2009a: 212)
Datlı datlı yemenin, acı acı çıkarması/o…ması olur: İştahla, tatlı tatlı, severek
çok yersen sonunda sıkıntıya düşersin. Miden rahatsız olur, hazımsızlığa uğrarsın,
bağırsakların bozulur. Bir de başkalarının, ikramlarından düşünmeden bol bol
yararlanırsan karşılığını verirken rahatsız olur, sıkıntı çekersin. (Özalp, 2008: 382;
Özturan, 2009a: 212)
Datlı olma yerler tükedirler, acı olma diler tüketirler: Ne çok sevilen biri ol ne de
sövülen biri. Orta noktada ol. (Özturan, 2009a: 212)
Davacın gadı olursa, yardımcın Allah olsun: Eğer bir konuda hasmın, aynı
zamanda karar verme mevkiindeyse sana Allah'tan başkası yardım edemez. (ATKVE,
2011: 135; Özalp, 2008: 383)
Davarı çevir etlensin, goyur sütlensin: Yapılan işten iyi bir verim almak istersen
o işin inceliklerini bilmelisin. (Sultan Kamalak)
Davetsiz gelen döşşeksiz oturur: Davet edilmeden, habersiz gelen kimse, ev
sahibi hazırlıksız olduğu için yeterince ve beklediği gibi ağırlanamaz. Bulduğu ile
verilenle yetinmek zorunda kalır. (Dalkıran, 2005: 46; Okumuş, 2006: 152; Özalp,
2008: 383; Özturan, 2009a: 212; Şen, 2006: 103)
Davşan yamaca geçmeden işini yap: Bir avcı, yakınındaki avı rahatça
avlayabilir, ama o av elinden kaçarsa artık onu avlamak mümkün değildir. Ele geçen
fırsat değerlendirilmelidir. (Elife Akkurt)
Davul [bile] dengi dengine [vurur]: Herkes birbirinin ayarında olanlarla yakınlık
kurmalıdır. (Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 213)
Davulun layığı düdük, b..un layığı sidik: Her şey, herkes kendine layık, uygun
olanla beraber olur. Uymuyorlarsa ayrılırlar. (Özalp, 2008: 227)
Debbah sevdiği deriyi yerden yere vurur: Bkz: “Köşger sevdiği gönü yere çalar”
(ATKVE, 2011: 135)
Dedenin yediği guru b.., torunun dişini gamaştırır: Yaşlı insanın söylediği torunu
gücendirir. (Özturan, 2009a: 213)
Değirmen iki daşlı/daştan, muhabbet iki başlı/baştan [olur]: Tek kişilik
muhabbet olmaz. (ATKVE, 2011: 135; Dalkıran, 2005: 50; Özturan, 2014: 99; Şen,
2006: 103)
Değirmen sele gitmiş, şakıldak aranmaz: Büyük bir zarar karşısında ufak tefek
zararın peşine gidilmez. (Şirikçi, 2006: 177)
Değirmenden gelenden paç umarlar: Bir yere çalışmaya gidip para kazanarak
eve gelenden, bir imkanı olandan veya bir yerlere gidip dönenlerden, durumlarına göre
az veya çok bir hediye umulur, beklenir. (Özalp, 2008: 383)
282
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Değirmene gelen nöbetini bekler: Bazı işler sırayla olur. Değirmene gelen
sırasını beklemek zorundadır. (Karalar, 1998: 25)
Değme el gapısına el ucuyla, değerler gapına gol gücüyle: Sen birilerini hafifçe
incitirsen, onlar seni çok daha fazla ve güçlü bir şekilde incitirler. Sakın kimseyi
incitme! (Özalp, 2008: 225)
Değme sarhoşa yıkılana gadar gitsin: Dokunma, tutma kötü, ahlaksız, söz
dinlemez adamı. Belasını buluncaya kadar gitsin, kendi sonunu bulsun. (Özalp, 2008:
382; Özturan, 2014: 66)
Değmeyen tüfek olmaz, arkasında yüz gerek: İşitilmeyen söz olmaz,
kaldırabilecek yürek gerek. (ATKVE, 2011: 135)
Değneği yiyenle sayan bilir: Sıkıntıyı çeken bilir. Bir işin zorluğunu o işi
yapanla o işten etkilenen bilir. (KA, 2017a: 389; Şen, 2006: 102)
Dek durana depik yok: Uslu durana kimse ilişmez. (Çınkır, 2016: 295; Özalp,
2008: 228)
Deli arlanmaz, sahibi arlanır: Bkz: “Deli arsınmamış, sahibi arsınmış” (ATKVE,
2011: 135)
Deli arsınmamış, sahibi arsınmış: Deliyi kollamak, korumak, onun birilerine
zarar vermesini engellemek sahibinin görevidir. Çünkü delinin ne sorumluluğu vardır,
ne de utanması. Ama sahibinin hem sorumluluğu vardır hem de utanır. (Özalp, 2008:
383)
Deli avradın çocuğu olmaz, deli gurkun cücüğü olmaz: İşini iyi ve doğru
yapmayanın fayda göreceği işleri de olmaz. (Sultan Pırnaz)
Deli çeşit çeşit; zır deli var, zırzır deli var, hınzır deli var: Çeşit çeşit akıl hastası
var. Kimisi de hınzırlığından deli gibi davranır. (Özturan, 2014: 100)
Deli deliden, imam ölüden hoşlanır: Her insan, ilgi alanı olan ve yarar
sağlayacağı şeylerle meşgul olur. (ATKVE, 2011: 135; Özturan, 2009a: 213)
Deli deliyi görünce akıllanır: Deli kendisi gibi birini görünce uysallaşır.
(Özturan, 2009a: 213)
Deli deliyi görünce değneğini gırk arşın yerden atar: Bkz: “Deli deliyi görünce
değneğini saklar” (Göçer, 2007: 76)
Deli deliyi görünce değneğini saklar: Herkes hasmını tanır, onu görünce de
dikkatli olur. Hasmını uyandıracak, dikkatini üzerine çekecek davranışlardan sakınır.
(Arslan, 2011: 345; Özalp, 2008: 383; Özturan, 2009a: 213; Serap Işık)
Deli deliyi, imam ölüyü sever: Bkz: “Deli deliden, imam ölüden hoşlanır” (Şen,
2006: 102;Faruk Zülkadiroğlu)
Deli eşşekten akıllı sıpa doğmaz: Kötü insandan iyi çocuk dünyaya gelmez.
(ATKVE, 2011: 135)
Deli gız aynaya bakar, lakabını ele takar: Akılsız kız, kendi vasfını elde görür.
(Özturan, 2014: 100)
Deli ile gitme yola, başına getirir [her türlü] bela: Deli kendisiyle arkadaşlık
eden kimsenin başına türlü türlü bela açar. (Dalkıran, 2005: 50; Erşahin, 2011a: 68;
Özturan, 2009a: 213; Şen, 2006: 103)
Deli ineğin deli anası/buzağısı/danası olur: Anası sıkıntılı olanın kendisi de
sıkıntılı olur, kendisinden doğan da. (Kozan, 2007: 218; Körük, 2005: 30; Okumuş,
2006: 153)
Deli söyler, akıllı inanır: Deli kimse ortaya bir laf attığında akıllı olanlar bile ona
inanır. (Karalar, 1998: 25)
Deli söyletmiş de akıllı oynatmış: Deli insanın konuşmaları tutarsızdır,
başkalarını söyletir. Akıllı kimse, sözleriyle işlerini yaptırır. (Şen, 2006: 102)
Deli uslanmaz, demir ıslanmaz/paslanmaz: Her şeyin değiştirilemeyen özelliği
vardır. Çılgın kimse uysallaşmaz, demir su içine de atılsa yumuşamaz. (Özturan, 2009a:
213; Ahmet Ataş)
Deli ya düğünde ya bayramda gerek: Düğün ve bayramlar şen olur. Böyle
zamanlarda ortamı daha da renklendirecek kişiler lazım olur. (Dalkıran, 2005: 47;
Özturan, 2009a: 213)
283
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
284
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
285
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Deveye sormuşlar “yokuşu mu çok seversin, inişi mi?” diye, “düzlüğe gıran mı
girdi?” demiş: Bir işin kolay yolu varken zorluğu tercih etmek akıl karı değildir.
(Osman Cülfük)
Deveyi yardan atan/uçuran bir tutam ot: İnsanları badirelere, tehlikeli durumlara,
felaketlere sürükleyen menfaattir, çıkardır. (Dalkıran, 2005: 51; Okumuş, 2006: 153;
Özalp, 2008: 384; Özturan, 2009a: 213; Şen, 2006: 103)
Devlet guşu bir kere gonar: Büyük bir şans, bir ömürde ancak bir kez insanın
başına gelir. (Şen, 2006: 103)
Dırnağın varsa başını gaşı: Başkalarından fayda bekleme, kendi işini kendin yap.
Başkalarının yaptığından hayır gelmez. (Çoğalan, 1982: 115; Özalp, 2008: 384;
Özturan, 2014: 103; Şen, 2006: 111)
Dibi görünmeyen guyudan su içilmez: Bir işin tüm özelliklerini bilmeden işe
girişme. (Körük, 2005: 30; Özturan, 2009a: 213)
Dibi görünmeyen sudan geçme: Bkz: “Dibi görünmeyen guyudan su içilmez”
(Şen, 2006: 103)
Dibi yok gazanda bir şey durmaz: Aç insanların evine bir şeyler girse de aç yine
açtır. (Özturan, 2009a: 213)
Dikeni battığı yerden çıkartırlar: Zararını zarar verenden çıkarırsın, intikamınızı
da sana kim kötülük yaptıysa ondan alırsın. Sakın gerçek muhatabından başkasına zarar
verme, kötülük yapma. (Özalp, 2008: 385; Özturan, 2009a: 224; Şen, 2006: 111)
Dikiş nakış b.. iş, önemli olan pek iş: Ivır zıvır ile uğraşmaktansa önemli işle
uğraşmak gerekir. (Saime Pırnaz)
Dil küçük cürmü/belası büyük: Dil küçük, ama işlediği suçlar çok büyüktür. Dile
sahip olunmaz. Akla gelen, ağza gelen söylenir, büyük konuşulur, sırlar ifşa edilirse
insanın başına çok büyük sıkıntılar, belalar getirir. (Özalp, 2008: 385; Şen, 2006: 103)
Dil uzaset, baş selamet: Dil iyi kullanılır, dile sahip olunur, dille sağa sola
saldırılmazsa baş selamet, rahat olur. (Özalp, 2008: 232)
Dilden gelen elden gelse her dilenci padişah olurdu: Kişi her söylediğini
yapamaz. Her istediğini elde edemez. (ATKVE, 2011: 135)
Dilencinin heybesi dolmaz: Dilenmeye, istemeye, onun bunun sırtından
geçinmeye alışmış kimselerin ihtiyacı bitmez. Aldıkça daha çok almak ister. Çünkü
başkasının sırtından çok iyi yaşama peşindedir. (Özalp, 2008: 385)
Dilenciye acur/hıyar vermişler, eğri diye beğenmemiş: Hem gereksinim duyduğu
konuda yardım istiyor hem de yapılan yardımı beğenmiyor. (Özturan, 2009a: 213;
Faruk Zülkadiroğlu)
Dilim, başıma giydirir kilim: İnsanın yerinde konuşmayı bilmeyişi başına
sıkıntılar getirir. (Dalkıran, 2005: 49; Özturan, 2014: 30; Şen, 2006: 99; Faruk
Zülkadiroğlu; Sultan Kamalak)
Dilin cirmi küçük, cürmü büyüktür: Bkz: “Dil küçük, cürmü/belası büyük”
(Okumuş, 2006: 153)
Dilin kemiği yok, [nereye çeksen oraya gider]: Dil, söylenilen bir lafı her yöne
çekebilir. Önce söylediğin aleyhine karşına çıkabilir. (Özturan, 2009a: 213; Salih
Kamalak)
Dilki dilkiliğini bildirene gadar post elden gider: İnsanlar bazen kendilerini
tanıtmakta zorlanırlar. Hatta kendilerini tanıtıncaya kadar bazı sıkıntılara, tatsızlıklara
katlanmak zorunda kalırlar. Canlarından bile olabilirler. (Özalp, 2008: 385)
Dilki yağ yediği deliği gırk yıl unutmazmış: Kimi insan menfaatlendiği yeri sık
sık yoklayıp tekrar tekrar yararlanmaya çalışır. Meşru veya gayr-i meşru. (Özalp, 2008:
385)
Dilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü düveni (dükkanı): Bir kişi ne kadar
başıboş yaşarsa yaşasın, sonunda ait olduğu yere gelecektir. (Özturan, 2009a: 213)
Dilkiye “tavuk güden mi?” demişler, “ne dediniz de dutmadım” demiş: Haram
helal ayrımı yapmadan, başkalarının hakkını çekinmeden yiyen insanlara bir emanet
bırakılırsa yapılan iş çok yanlış olur. (Çınkır, 2016: 321; Özturan, 2014: 106)
Dilkiye “tavuk güder misin?” diye sormuşlar, hüngür hüngür ağlamış: Bir
kimseye çok istediği şeyi verirsin de sevincinden ağlamaz mı? (Faruk Zülkadiroğlu)
286
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Don büyümez amma doğdaç büyür: Elbise, giyecekler büyümez, ama doğan
çocuk büyür. Yeni giyecekler ister. (Özalp, 2008: 235)
Don giyip gıçına değdirmeyecek olur mu?: Bir iş yapıp da zararına
katlanmayacak olur mu? (Faruk Zülkadiroğlu)
Don yakışırken el bakışırken: Her şey gençken, her şey gençlikte olur. (Özalp,
2008: 235)
Don yürüyüş gösterir/öğretir, [mal akıl gösterir]: Bkz: “Akça akıl öğretir, don
yürüyüş belledir” (KA, 2017a: 389; Özturan, 2009a: 213)
Donsuzun/tumansızın aklından bir top bez geçer: Herkes ihtiyaçlarını düşünür,
tasavvur eder. (Arslan, 2011: 349; Şen, 2006: 103; Şen, 2006: 111)
Dost acı söyler, iyilik eyler: Gerçek dost, insanı zamanında uyararak arkadaşına
iyilik yapar. İçinden çıkılması mümkün olmayan felaketlerle baş başa kalmasını önler.
(Okumuş, 2006: 153)
Dost başa, düşman ayağa bakar: Herkes için güzel giyinmek gerekir.
Yükselmeni isteyen başına, alçalmanı isteyen ayağına bakar. (Gökçebey, 1999: 82;
Özturan, 2009a: 213; Şen, 2006: 103)
Dost gusura bakmaz, düşman hizmet beğenmez: Yakın arkadaş, yapılan ikramı
beğenmezlik yapmaz. Diğerleri ise yapılan ikramı beğenmez, daha büyük ikram ve
hizmet ister. (Körük, 2005: 43)
Dost kötü günde belli olur: İyi arkadaş, insanın büyük sıkıntıları olduğu
dönemlerde tanınır. (Özturan, 2009a: 213)
Dosttan ne gelirse kerem o: Dost ne ikram yaparsa o bir iyiliktir. (Dalkıran,
2005: 51; Özturan, 2009a: 213; Özturan, 2014: 109)
Dostun attığı daş baş yarmaz: Yakın kimsenin söylediği laf, yaptığı iş ve hareket
dokunmaz. (Şen, 2006: 103)
Dostunun bir yüzünü, düşmanının iki yüzünü öp: Düşmandan zaten düşmanlık
beklenir, ama dost güvenilirdir. Dostun düşmanlığı tahrip eder. (Polat, 2016: 16)
Dört atanın hakkı bir: Örfümüzde öz ana, baba ile kaynana, kayınbabanın hakları
eşit sayılmıştır. Öz anaya, babaya yapılan iyilikler, kaynanaya, kayınbabaya da yapılır.
(Göçer, 2004: 42; Özalp, 2008: 386)
Dört ayaklı ite sormuşlar, “nerden geliyorsun” diye, demişkine “dul avradın
duluğuna siğdim de ordan geliyorum”: Toplumumuzda kocasını kaybetmiş kadınların
işi çok zordur. İpsiz sapsız kimseler, böylelerini rahatsız ederler. (Özturan, 2014: 110)
Dövüşün sermayesi olmaz: Kavga sebepsiz yere patlak verir ve başlar. (Özturan,
2009a: 213)
Dul avradın altı oğlu da olsa perişan olur: Dul kadın, kendisine yardım edecek
ne kadar oğlu da olsa perişan olur. Kocasızlığı her yerde karşısına çıkar. (Özturan,
2009a: 213)
Dul avradın duluğuna siyen (işeyen) çok olur: Bkz: “Dört ayaklı ite sormuşlar,
‘nerden geliyorsun’ diye, demişkine ‘dul avradın duluğuna siğdim de ordan geliyorum’”
(Özturan, 2009a: 213)
Duran su barlanır, akan su paklanır: İş yapmayan, hareket etmeyen rahatsızlanır,
sağlık sorunları ortaya çıkar. İş yapan, hareket eden sağlığını ve düzenini korur.
(Özturan, 2009a: 214)
Dut gurusu ile avrat sevilmez: Ucuz hediyelerle avrada yaranılmaz. Maraşlı dut
kurusunu hafife alır. (Alparslan-Özturan, 2010: 248; Deniz, 2015: 32; Özturan, 2009a:
224; Özturan, 2014: 248)
Duttuğu iş değil, eli boş değil: Hiç boş değil ama ürettiği bir şey yok. Çalışıyor,
ama üretken değil. Devamlı çalıştığı halde bir üretim yapamıyor. (Dalkıran, 2005: 56;
Özturan, 2009a: 214; Özturan, 2014: 111)
Dutulan sakal yolunur: Sakalını kaptırma, sözünü dinlet. (Çınkır, 2016: 1044;
Şen, 2006: 111)
Duvarı nem, insanı gam öldürür: Nem yapılara zarar verir. İnsanı da dert,
düşünce, tasa yer bitirir. (Dalkıran, 2005: 49)
Duvarın öte yüzü gurbettir: Gurbet, biz sevdiklerimizden ayıran yerdir. Duvarın
öbür tarafına geçen dostlarımız da bizden ayrıldığı için duvarın öbür yüzü, arkası gurbet
sayılmıştır. (Özalp, 2008: 429)
288
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Duz ekmek hakkını bilmeyen kör olur: İyilik görülen bir yere saygısızlık ve
hainlik edenin cezasını Allah verir. (ATKVE, 2011: 138)
Düğün aşıyla dost gönüllenmez: Başkasının kesesinden ikram yapılmaz. (KA,
2017a: 389)
Düğün aşıyla it tavlanmaz: Beleş yapılan iş, fayda getirmez. Bkz: “Düğün aşıyla
dost gönüllenmez” (Şirikçi, 2006: 229)
Düğün iki kişiye, gaygısı/tasası/derdi deli gomşuya: Akılsız insan, kendisiyle hiç
ilgisi olmayan şeyleri bile dert eder. (Dalkıran, 2005: 46; KA, 2017a: 389; Özturan,
2014: 112; Şen, 2006: 103)
Düğünde Gara Fatma'yı kim tanır: Küçük bir yerde, küçük bir toplumda meşhur
olan bir kimse, büyük toplumlara, kalabalık yerlere girdiğinde kaybolur, kendisini
kimse tanımaz. (Özalp, 2008: 386)
Düğüne gelen/giden oynar, ölüye giden ağlar: Kişioğlu duruma ve şartlara göre
tavrını değiştirir. (Ateş, 2010: 82; Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 131)
Düğünsüz ev olur, ölümsüz ev olmaz: Ölüm muhakkaktır. Her insan bir gün
ölecektir. Dolayısıyla oturulan her evden ölü çıkar, ama her evde düğün olmayabilir.
(Şirikçi, 2007: 84)
Dünya bir, işi bin: Dünya bir tane, ama bin bir çeşit hali ve işi vardır. Dünya
üzerinde yaşayan insanın başına da bin bir çeşit hal ve iş gelir. (Özalp, 2008: 386-387)
Dünya bol olmuş neyime, ayakkabım dar olduktan sonra: Ayakkabın darsa,
ayağını sıkıp kavuruyorsa dünyanın bolluğu bir işe yaramaz. Dar ayakkabı, dünyayı
insanın başına dar eder. Bunun gibi, darlık ve yoksulluk içindeki bir adanı zengin bir
toplumda yaşasa da bir şey değişmez. (Özalp, 2008: 387)
Dünya Sultan Süleyman'a bile galmamış: Ne kadar büyük olursan ol, elbet bu
dünyadan göçüp gideceksin. (Özturan, 2009a: 214)
Dünyada ne ucuz, elin çocuğu ele ucuz: Dünyada en kolay şey, elin çocuğuna
emir vermek, onu dövmek. (Özturan, 2014: 115)
Dünyanın malı dünyada galır: Öteki dünyaya malını, mülkünü, paranı
götüremezsin. Hepsi bu dünyada kalır. (Erşahin, 2011a: 68)
Dünyaya az meylet ki hür yaşayasın: Hırslı olma, dünyalık işlerle fazla meşgul
olma ki rahat olasın. (Şen, 2006: 103)
Dünyaya gelen eşşek, anırmadan gitmez: İnsan kötü laf konuşmadan ölmez.
(Özturan, 2009a: 214; Şirikçi, 2006: 135;Faruk Zülkadiroğlu; İsmail Orhan)
Düş olmayınca iş olmaz: Bir şeyi çok arzu etmezsen amacına ulaşamazsın.
(Dalkıran, 2005: 51)
Düş uykudan sonra olur: Bir iş gerçekleşmeden ayrıntıları ortaya çıkmaz.
(Çınkır, 2016: 357)
Düşenin dostu olmaz: Varlıklı ile herkes ilgilenir, beraber olur. Varlığını
kaybedersen kimse senin yanında olmaz. (Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 103)
Düşman, adama hayır soluk solumaz: Düşman, insana iyi söz söylemez, iyi yol
göstermez, iyi nasihat vermez. Bütün çabası yanıltmak, şaşırtmak ve kötü duruma
düşürmek içindir. (Özalp, 2008: 386)
Düşmanın garıncaysa da hor görme: Uyanık ol, düşmanın büyüğü, küçüğü
olmaz. Gafil bir anını yakaladı mı seni mahveder. (Okumuş, 2006: 153; Özalp, 2008:
386)
Düşmez galkmaz bir Allah: İnsanların hayatı istikrarlı değildir, zikzaklıdır.
Bazen iyi, bazen kötü duruma düşer. Bir iner, bir çıkar. İstikrarlı olan, inmeyen,
çıkmayan, düşüp kalkmayan ancak Allah'tır. (Okumuş, 2006: 153; Özalp, 2008: 387;
Özturan, 2009a: 214)
Düşmüş ağaca balta vuran çok olur: Bkz: “Düşenin dostu olmaz” (Polat, 2016:
17)
Düşte gör, hayalde gör, [düşte gör], hele bir de düş de gör: Bir şeyi hayal
edebilirsin, ama işin gerçek yüzünü işle karşı karşıya kaldığında görebilirsin. (Özturan,
2009a: 214; Şen, 2006: 103)
Düven/gem süren öküzün ağzı bağlanmaz: Harmanda gem/düven çeken öküzler
harmanda ne varsa -arpa, buğday- yiyip karınlarını doyururlar. Yemelerine engel olmak
için ağızları bağlanmaz. Yanınızda çalıştırdığınız insanların da hakkını, emeğinin
289
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
291
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
El yarası onulur, dil yarası onulmaz: Elle açılan yaralar maddi, bedeni yaralardır.
Zamanla iyileşir. Ama dille açılan yaralar, manevi olup gönül yarasıdır. Gönül yarası ise
iyileşmez. (ATKVE, 2011: 135; Okumuş, 2006: 154; Özalp, 2008: 389)
El yardımın yoksa dil yardımın da mı yok?: İnsan insana her zaman muhtaçtır.
Dostluk ve arkadaşlık zor zamanlarda belli olur. Kişi eğer üstüne düşeni göstermiyorsa
bu şekilde yerilir. Burada el yardımı maddiyatı, dil yardımı ise teselliyi ve arkadaşının
yanında olmayı ifade eder. (Elife Akkurt)
El yumruğu görmeyen/yemeyen kendi yumrunu gantar/batman/demir sanır:
Başkalarının yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu çok ağır zanneder. Başkalarının
derdinden haberi olmayan kimse kendi basit derdini çok büyük sanır. (ATKVE, 2011:
135; Çınkır, 2016: 120-121; Özalp, 2008: 389; Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 104)
Elçiye zeval olmaz: Bir kimsenin sözünü başkasına tebliğ etmekle bir şey olmaz.
(Özturan, 2009a: 214)
Elde neler var neler, içli içli köfteler var: Ellerde çok şeyler vardır. Umulmadık,
görülmedik çeşit çeşit işler vardır. (Özalp, 2008: 241)
Eldeki yara, duvardaki govuk: Elin, başkasının derdi, sıkıntısı, başlarına gelen
her türlü kötülük bir başkası için hiç önemli değildir. Bundan dolayı herhangi bir acı
duymaz. (Dalkıran, 2005: 49; Özalp, 2008: 241)
Elden dilen, evden barın: Başkasından dilenerek al, evi doldur, evinde rahat
rahat ye. (Özturan, 2014: 118)
Elden galan elli sene galır: İşini zamanında yap, ertesi güne bırakma. Yarına
bırakırsan yeni bir iş daha çıkar, ikisi birleşince ağır gelir, daha ertesi güne ertelenir.
Böylece birike birike hiçbiri yapılamaz olur. (Özalp, 2008: 389)
Elden gelen düğün bayram: Toplum içinde yalnız bir kişinin sırtına yüklenen
sıkıntıya katlanması güçtür, ama herkese gelen sıkıntı hafifleşir. Çünkü herkes aynı
durumdadır. (Özturan, 2009a: 214; Özturan, 2014: 121; Mehmet Gün)
Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz/gelmez/olmaz: Elin getirdiği
yemek doyuracak kadar olmaz, öğün savmaz. Kaldı ki elden gelen hiçbir zaman
vaktinde de gelmez. (Dalkıran, 2005: 46; Gökçebey, 1999: 82; Kozan, 2007: 218;
Özalp, 2008: 389; Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 104; Şirikçi, 2006: 23; Şirikçi, 2007:
83)
Elden gelen öğün olmaz, olsa da karın doyurmaz: Bkz: “Elden gelen öğün
olmaz, o da vaktinde bulunmaz/gelmez” (Çoğalan, 1982: 115)
Ele şor heykat gerek: Elin insanı laf üretmeyi sever. (Özturan, 2014: 119)
Ele verir talkını, kendi yutar salkımı: Ele nasihat eder, herkesi iyiliğe, mertliğe,
doğruluğa çağırır, ama kendisi hep tersini yapar, her haltı yer. (Dalkıran, 2005: 50;
Okumuş, 2006: 154; Özalp, 2008: 389; Özturan, 2009a: 214)
Eli işli olanın ağzı aşlı olur: Çalışan, kazanan yemeye hak kazanır, her zaman da
yemeye bir şeyler bulur. (Özalp, 2008: 242)
Eli kirli adamın yüzü temiz galmaz: Davranışları kötü kimsenin niyeti de
kötüdür. (Akın, 2014: 39)
Eli kirli adamın yüzü temiz galmaz: Kişinin bir tarafına kir bulaşmış ise diğer
yerlerine de bulaşacaktır. Tıpkı bir yerdeki hastalığın başka yerlere sıçraması gibi. (ÖD,
29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Eli olmayanın dili olmaz: Bir işte maddi manevi yardımı olmayan insanın eleştiri
hakkı da yoktur. (Özturan, 2009a: 214)
Elin ağzı torba değil ki çekip/ağzını büzesin: Millet; insanların hakkında her
şeyi, işine geldiği gibi konuşur, engel olamazsın. (Dalkıran, 2005: 49; Göçer, 2004: 28;
Okumuş, 2006: 154; Özalp, 2008: 242; Özturan, 2014: 122)
Elin attığı daş ırak gider: Başkalarının yaptığı iş daha tesirli olur. (Göçer, 2007:
105)
Elin delisine doyulmaz, deli ocaktan gerek: Tanımadığın biriyle uğraşmak
zordur. Tanıdığın birilerinin huyunu bilip ona göre hareket edersin. (ATKVE, 2011:
135)
Elin gapısı açarsam pis kokar, açmazsam mis kokar: Dışarıdan bakıldığında bir
ev çok güzel görünür, ama içine girdiğinizde belki de ne sıkıntılar vardır. (Çınkır, 2016:
374; Özturan, 2014: 122)
292
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Elin gülü ele kokmaz: Sevgi görecelidir, insana göre değişir. (KA, 2017a: 389;
Özturan, 2009a: 214; Şirikçi, 2006: 77)
Elin iyisi olmaz, itin dayısı olmaz: Yabancı adamın huyunu bilmezsin, sana
zararı dokunur. Aşağılık insanın da ahbabı olmaz. (Dalkıran, 2005: 51)
Elin oğlu yumurtaya gulp takar: Kişioğlu, en umulmadık bir şeye bile bahane
bulur, iftira atar. (Şirikçi, 2007: 83)
Elin tavuğu ele gaz, elin gelini ele gız görünür: İşin içinde olmayan, sadece
dışarıdan bakmakla her şeyi olduğundan daha büyük, daha güzel görür, ama işin aslı hiç
de öyle değil. (Göçer, 2010: 136)
Elin vergisi, gönlün/canın sevgisi/vergisi: İyilik, yardım edersen sevilirsin.
(Dalkıran, 2005: 49; Özalp, 2008: 242; Özturan, 2009a: 214; Özturan, 2014: 122)
Elin/ellerin nesine gerek: Herkesin sıkıntısı, tasası yok. Bizimle mi uğraşacaklar.
(Uzun vd., 2012b: 307)
Elini her deliğe sokma ya yılan çıkar ya akrep/çıyan: Her işe burnunu sokma,
sana zararı dokunur. (Çoğalan, 1982: 114; Kuyumcu, 1995: 24; MİY, 1967: 194;
Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
Elinin hamuru ile erkek işine garışma: Yapamayacağın işlerle uğraşma.
(Gökhan-Koç, 2009: 312)
Ellerin gapısı, demirden yapısı: El evine gelin olmak zor. (Özturan, 2014: 123)
Elma tane tane, dut avuç avuç: Elma tane tane yenmeli, dut avuç avuç. (Arif
Bilgin)
Eloğlu avradı sağlıklı sever: İşler olumlu ise iyi olur. (Özturan, 2009a: 214)
Eloğlu üçte: Bir becerebilmek için üç defa teşebbüs edebilmek gerek. (Özturan,
2014: 123)
Emanet ata binen tez iner: Başkasının malını, eşyasını kullanan kısa zamanda
bunlardan mahrum kalır. Çünkü malın ve eşyanın sahibi gelip elinden alır. (Dalkıran,
2005: 48; Özalp, 2008: 370)
Emanet ata binen ya düğünde iner ya bayramda: Emanet mala güvenerek iş
yapmak doğru değildir. (KA, 2017a: 389)
Emanet atın/hayvanın/eşşeğin pandılı/yuları yokuşta gırılır: Üzerine çok
titrenilen bir şey, hiç umulmadık zamanda hasara uğrar. (Çoğalan, 1982: 115; Dalkıran,
2005: 51; Özturan, 2009a: 209; Şen, 2006: 104; Faruk Zülkadiroğlu)
Emanete hıyanat olmaz: Bize korumamız için teslim edilen bir şeyi korumamak,
üzerine titrememek göreneklerimize uymaz. (Körük, 2005: 30; Özturan, 2009a: 209)
Emanetin ganadı gırık olur: Bir kimseye koruma için teslim edilen şeyin genelde
iyice korunmadığı âşikardır. (Arslan, 2011: 346)
Emanetin golanı gevşek olur: Emanetin başına her an her iş gelebilir. Dikkatli
olmak gerek. (Elife Akkurt)
Emanetin gulağı gözünün önünde gerek: Emanete sahip çıkmak önemli bir iştir.
Bunun için emaneti göz önünde bulundurmak lazımdır. (Halil Gök)
Emanetin ya gözü ya gulağı: Emanet olarak bırakılan bir şey, büyük de olsa
küçük de olsa ziyana uğrar. (Gökçebey, 1999: 82)
Emek edenin elleri nasırlı olur: Çalışan insan yıpranır. Vücudunda izler kalır.
(ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Emelsiz alim, semersiz eşşek gibidir: Hiçbir planı, programı, gelecek kaygısı
olmayan insan, semeri olmadan işe yaramayan eşeğe benzer. (Şen, 2006: 104)
Emir, demiri keser: İtaat ederek buyruğu yerine getirmek gerekir. (Göçer, 2004:
33; Göçer, 2010: 30)
Emmim dayım, hepsinden aldım payım: Emmimden, dayımdan, diğer
yakınlarımdan bir fayda görmedim aksine zarar gördüm. (Özalp, 2008: 243)
En güvendiğin baban, o da ananı öper: Hayatta hiç kimseye gereğinden fazla
güvenmeyeceksin. Az da olsa çok da olsa sana ziyanı olur. (Faruk Zülkadiroğlu)
En kötüsü saz bellemek/çalmak, onu da belle duvar govuğuna sok: En kötüsü de
olsa sanat iyi bir şeydir, öğrenmek lazım. (Alparslan-Özturan, 2010: 249; Özturan,
2014: 130; Faruk Zülkadiroğlu)
En sonra davulcular duyar: Düğünden en son davulcuların haberi olur. Düğünün
hazırlığının sonunda davulcular görev alır. (Özturan, 2014: 130)
293
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Endeze olmasa el işlemez: Alet olmasa el bir iş yapamaz. İşçi, amele olmadan da
usta bir iş göremez. Bkz: “Alet/endeze işler, el öğünür” (Özalp, 2008: 243-244)
Enik it, ürmeye hevesli: Küçükler, büyüklerini taklit etmeye, onlar gibi
davranmaya çalışır. Küçük olan, büyüğü nasılsa onun gibi olmaya çalışır. (Çınkır, 2016:
389)
Er dediğinin yüzü gölgeli olmalı: İş ciddi olmalıdır, özünü dışarıya belli etme.
(Okumuş, 2006: 154)
Er ekmeği meydan ekmeği, gardaş ekmeği gan ekmeği: Kardeşler, genellikle
birbiriyle anlaşamaz. Araları çoğunlukla diğer insanlara göre kötü olur. Yiğidin her şeyi
meydandadır. Kardeşler için durum tam tersi. (Dalkıran, 2005: 46)
Er gocar, gönül gocamaz: İnsan cismen yaşlanır ancak kalbi, gönlü hep taze
kalır. (Şen, 2006: 104)
Er olan ekmeğini daştan çıkarır: İşini bilen, her şartlarda geçinmesini, hayatını
sürdürmesini bilir. (Özturan, 2009a: 214)
Er sözü, el sözüne benzemez: Bir söz verdin mi arkasında duracaksın ki erkek
olduğun belli olsun. Başkaları gibi önce söylediklerini sonradan inkar etmeyeceksin.
(Okumuş, 2006: 154)
Er/erken galkan/giden yol alır, er/erken evlenen döl alır: Erken kalkan, erken
davranan başkalarının önünde olur. İşlerini vaktinde yapar, yoluna kor. Allah'ın izniyle
işleri iyi gider. Erken evlenenin de erkenden çocukları olur. Gençken, güçlüyken onları
yetiştirir ve adanı olmalarına vesile olur. (Alparslan-Özturan, 2010: 71; Dalkıran, 2005:
45; Kozan, 2007: 218; Körük, 2005: 30; Kuyumcu, 1995: 24; Okumuş, 2006: 154;
Özalp, 2008: 389; Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 104)
Er/oğlan dayıya, gız bibiye çeker/benzer: Kız çocuklarının halaya, erkek
çocukların da dayıya çeker. (ATKVE, 2011: 135; Ertekin, 1997: 81; Özalp, 2008: 389;
Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 109)
Ergen gözüyle gız, gece gözüyle bez aranmaz/varıla bezi alma: İnsan hiçbir şeyi
incelemeden, araştırmadan yapmamalıdır. Sonra pişman olur. (ATKVE, 2011: 135;
Çınkır, 2016: 392; Dalkıran, 2005: 46)
Ergene var ergene, gaygısız gir yorgana: Bekâra var, yorgana yalnız gir. Öbür
kadına gitti kaygısı taşıma. (Çınkır, 2016: 392; Özturan, 2014: 124)
Eri olmayanın feri olmaz: Yardımda bulunmayanın etkisi olmaz. (Dalkıran,
2005: 46; Özturan, 2009a: 214)
Erim er/evde olsun, evim/yerim çalı dibinde olsun: Önemli olan erkeğimin
olması, ev sonra gelir. Erim evimde olsun, evim basit de olsa önemsemem. (Çınkır,
2016: 393; Okumuş, 2006: 154; Özturan, 2014: 124)
Erim iyi diyenle ediğim sarı diyen utanmış: Edik, ayakkabı zamanla rengini
kaybeder. Erim iyi diyen de gün gelir iyi dediği adamdan şikayetçi olur. (Özturan,
2009a: 214)
Erim/gişim Eşe derse, alem paşa der: Kocam beni sever, tutarsa herkes de
hatırımı sayar, bana itibar eder. (Özalp, 2008: 244; Özturan, 2009a: 217; Özturan, 2014:
151)
Erinenin oğlu gızı/uşağı olmamış: Tembel işçi, tembel sanatkar, tembel çiftçi,
ortaya hiçbir eser koyamaz. Çünkü çalışacak, üretecek gücü hiçbir zaman bulamaz.
Hiçbir iş yapamaz, hiçbir yere varamaz ve hiçbir başarı sağlayamaz. (Dalkıran, 2005:
44; Özalp, 2008: 244; Özalp, 2008: 431; Sultan Kamalak)
Erkek adamın erkek çocuğu/dölü/oğlu/damadı olur: Toplumumuzda erkeklik
ölçütlerinden biri de erkek evlada sahip olmaktır. (Bilgin, 2007a: 129; Bilgin, 2007c:
152; Kozan, 2007: 261; Özturan, 2014: 124)
Erkek aslan dişisinden guvvet alır: Adam, karısının desteği ile büyük iş yapar.
(ATKVE, 2011: 135)
Erkek eşşeğin sıpası olmaz: Babalar çocuklarını yanlarında taşıyamazlar. Bu
analara ait bir iştir. Çocuklar daha ziyade anneleriyle anlaşır, birlikte hareket eder,
babayı devreden çıkarırlar. (Özalp, 2008: 244)
Erkek kedi gibi hem s..ip hem bağırma: Hem işin sefasını sürüp hem de ortalığı
karıştırma. (Faruk Zülkadiroğlu)
294
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Erkek oğlaktan teke seçmişler, önce anasına çıkmış: Aklı olmayan insan düzgün
iş yapamaz. (ATKVE, 2011: 135)
Erkek sel, avrat göl: Erkek dışarılıktır, dışarıda kazanır ve eve sel gibi akıtır. Eve
giren kazancı korumak, iktisat yapmak, erkeğin kazancının çarçur edilmesini önlemekse
kadının işidir. (Çoğalan, 1982: 115; KATEDEG, 2012: 77; Okumuş, 2006: 156; Özalp,
2008: 389; Özturan, 2014: 125)
Erkek söyler, gadın dinler ev düzgünlüğü; gadın söyler, erkek dinler ev
bozgunluğu: Kadınlar, kocalarına itaat etmelidir. Bunun tam tersi olduğunda aile bir
yıkıma uğrayabilir. (Akın, 2014: 39; Gökçebey, 1999: 83; Horasan, 1992: 208;
KATEDEG, 2012: 44)
Erkekte güzellik, veresiyede pazarlık aranmaz: Bazı durumlarda şart aranmaz.
Tıpkı erkekte güzelliğin, veresiyede pazarlığın aranmadığı gibi. (Mehmet Kamalak-3)
Erken galkan padişahın avradına söver: İnsanoğlu her beğenmediği iş için
devlete söver. (Özturan, 2014: 125)
Erken öten horuzun başını keserler: İşleri vakti gelmeden, olgunlaşmadan
yapmaya kalkışan perişan olur, sıkıntılara düşer. Her işin vakti olduğunu, vakitsiz gül
açmayacağını bilmek gerekir. (Özalp, 2008: 389; Özturan, 2009a: 214)
Eski dost düşman olmaz: Eski dostlar yıllar içinde kazanılmıştır. Arada küçük
dargınlıklar olsa da asla eski dostluk bozulmaz. (Dalkıran, 2005: 49; Kozan, 2007: 218;
Körük, 2005: 30)
Eski gaçmış, inne iplik geri getirmiş: Yeniler eskir ve sökülür, yırtılır. Yırtılan
elbiseler de atılır. Eskiden kimse eskisini atmazdı. Kadınlar eskiyen, yırtılan elbiseleri
yamayarak giyilir hale getirirlerdi. O zamanlar sık sık yeni elbise alınamazdı. Bu
yüzden de yama yapmak çok önemliydi. (Özalp, 2008: 389-390)
Eski pamuktan bez olmaz, kötü demirden gılıç olmaz: Kalitesiz malzemeden
gayet güzel bir ürün ortaya çıkmaz. (Özturan, 2009a: 214)
Eski tavuk kişe kişe, ecer tavuk pine pine: Yaşlanmış, işe yaramaz olmuş dışarı;
genç, güzel, işe yarar olan içeri. (Çınkır, 2016: 396; Özturan, 2014: 125)
Eskisi olmayanın yenisi/acarı olmaz: İşte, güçte, günlük hayatın büyük bir
bölümünde eski ama yırtık pırtık olmayan elbiseler giyilir. Böylece yeniler korunur,
özel günlerde, düğünde, bayramda giyilir. Devamlı ve her yere yeniler giydirse yeniliği
kalmaz. (ATKVE, 2011: 135; Çınkır, 2016: 15; Özalp, 2008: 390; Özturan, 2009a: 214)
Eskiye rağbet/itibar olsa, bitpazarına nur yağar: Herkes yeni ister, eskiyi kimse
beğenmez. Eskiye istek olsa eskiciler zengin olurdu. (ATKVE, 2011: 135; Özalp, 2008:
390)
Eskiyi beğenmeyen yeniyi bulamaz: Bkz: “Eskisi olmayanın yenisi/acarı olmaz”
(Körük, 2005: 30)
Esnafın avradı guşluğa gadar aç galır: Esnaf genelde güneş doğmadan kalkar,
işinin başına gider. Sabah müşterileri dağıldıktan sonra kahvaltısını yapar. Esnafın
karısı da kocasıyla beraber yemek yediği için o da neredeyse öğle yarısına kadar aç
kalır. (Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006: 104)
Eşli eşine bakar, yalnız işine bakar: Eşli olan birbirine bakar. Yalnız insan
sadece işiyle ilgilenir. (Özturan, 2009a: 214)
Eşşeğe binmek bir ayıp, inmek iki ayıp: Başaramayacağın, gücünün yetmeyeceği
bir işe bile bile başlamak bir ayıp, bırakmak iki ayıptır. (Özalp, 2008: 390)
Eşşeğe gücü yetmeyen kürtününü döver: Kızdığı kimse güçlü olup da ona bir
şey yapamayan, onun adamlarını, emri altındaki kişileri hırpalar. (Özalp, 2008: 245)
Eşşeğe iş, dön ardına düş: Kafası çalışmayana buyruk verdiğinde uzaktan uzağa
takip etmen gerek. (Çınkır, 2016: 400; Özturan, 2014: 125)
Eşşeğe naz et demişler, zartadan o…muş; deveye gerdan gır demişler, otuz iki
düven yıkmış: Bazı insanların eğitimi zayıf olur. Laf verirken hatalar yapar, pot kırar.
(Özturan, 2009a: 215)
Eşşeği ahıra çekmekle at olmaz: Kalitesiz adama emek vermekle düzgün olmaz.
(ATKVE, 2011: 135)
Eşşeği olmayanın oturacak çulpazı olmaz: Kazanç sağlayacağı bir şeyi olmayan
insanın malı da olmaz. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
295
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Eşşek odun sattırır, deve ününü sattırır: Deveye de eşeğe de vurulan yük aynıdır,
ama deve büyük olduğundan odunu az sanılır, eşek küçük olduğundan odunu çok
sanılır. Devenin ünü olmasına rağmen eşeğin yükü kolay satılır. (Çınkır, 2016: 400;
Özturan, 2014: 126)
Eşşek ölür, semeri galır; insan ölür, eseri galır: Herkes ölümlüdür fakat geriye
ilgi, alaka ve özelliğine göre izleri kalır.Bkz: “At ölür, nalı galır; yiğit/adam ölür, namı
galır” (Özturan, 2009a: 215)
Eşşek tokanağa birken uğrar: Kişi, bir kez tuzağa düşer. (Çınkır, 2016: 1030)
Et borca olur da ciğer borca olmaz: Kasaptan birkaç kilo et veresiye alınabilir,
ama ciğer çabuk bozulduğundan veresiye almak, yanlış olur. Ticarette de durum böyle.
Büyük şeyler borca alınabilir ama küçük şeylerin pek veresiyesi olmaz. (Kuyumcu,
1995: 25)
Et ganlı, yiğit canlı gerek: Etin ateşte yanmaya yakın derecede pişirilmesi iyi
değildir, yarayışlı olan hafifçe pişenidir. Yiğidin de tabii ki canlı kanlı, güçlü kuvvetli
olması gerekir. (Çınkır, 2016: 400; Özalp, 2008: 390; Özturan, 2009a: 215; Şen, 2006:
104)
Et girmeyen eve dert girer: Proteinin önemi. (Özturan, 2009a: 215)
Et yiyenin eti yenilmez: Yırtıcı hayvanların eti yenilmez. (Faruk Zülkadiroğlu)
Eteğini açanın dostluğu olmaz: Ahlaksızlık yapanın dürüst arkadaşlığı olmaz.
(Özturan, 2014: 127)
Eti ne ki budu ne ola?: İnsanın yapamayacağı, üstesinden gelemeyeceği işlerle
uğraşması durumunda söylenir. (Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995: 25)
Etinen dırnak birbirinden vazgeçmez: Birbiriyle yakın ilişki içerisinde olan
insanlar arasında dargınlık olsa da asla birbirinden vazgeçmezler. (Özturan, 2009a: 215)
Etler içinde eya yiğitler içinde güva, [ille de ilk güva]: Eye eti lezzetli olur,
güvey de kıymetli olur. İlle de ilk güvey. (Alparslan-Özturan, 2010: 76; Dalkıran, 2005:
46; Kapanoğlu, 2009: 72; Özturan, 2014: 127; Şen, 2006: 104; ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Etme bir gün bulursun, itler gibi ulursun: Yanlış iş yapma, yaptığın hata bir gün
mutlaka karşına çıkar. Cezasını ise ağır bir şekilde ödersin. (KATEDEG, 2012: 43)
Ettin bir hayır, tut çenedini ayır: Madem bir hayır yaptın yarım olmasın, tam
yap. (Özturan, 2014: 127)
Ev alma, gomşu al: Komşuluk ilişkisi insanın huzuru, rahatı ve güveni için
oldukça önemlidir. Komşun kötüyse, güzel bir evde otursan bile rahatın kaçar.
(Alparslan-Özturan, 2010: 65; Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 215)
Ev danası/malı öküz olmaz: Evden yetişen insanların veya belli çevreden
kişilerin büyüdüğü, adam olduğu kabul edilmez, onlara hep küçük kalmış, büyümemiş
muamelesi yapılır. (ATKVE, 2011: 135; Özalp, 2008: 391; Özturan, 2009a: 215;
Şirikçi, 2006: 55)
Ev dururken mescit haram: Yardımlar önce en yakınlara yapılır. Ev; yakınları,
akrabaları temsil eder, mescid ise yakın ve akraba olmayanları. Zaten İslam'ın açık emri
de önce en yakınlara yardım edilmesi yolundadır. (Özalp, 2008: 391)
Ev ev üstünde olmaz: Aile içinde aile olmaz. (Dalkıran, 2005: 44)
Ev kenesi ya ömrü ya keseni bitirir: Kadın. (Özturan, 2014: 128)
Ev olsun da goz gabuğundan olsun: İnsanın başını sokacağı bir evi olsun da
isterse çürük olsun, değersiz olsun. (KA, 2017a: 389; Şen, 2006: 104)
Ev sahibinin gaşığına bakma, gaşına bak: Ev sahibinden maddi menfaat
bekleme, güler yüz bekle. (Çınkır, 2016: 402)
Ev yapanla evlenene/oğlan everene Allah yardım eder: Ev yapana ve evlenene
insanlar ilgi duyarlar ve yardım ederler. Aslında Allah yardımını, o insanları vasıta
kılarak yapmaktadır. Bunların ikisi de Allah'ın değer verdiği insan bayatı için elzem
olan şeylerdir. Evlenmek neslin türemesi için şart, ev ise insanların barınması, soğuktan,
sıcaktan korunması, mahremiyetin temini, her türlü saldırı ve tecavüzden emin olması
kısacası rahat ve huzurlu yaşayabilmesi için şarttır. (Kozan, 2007: 218; Özalp, 2008:
391)
Evceğizim evceğizim, saklar benim sırcağızım: Ev içinde olan meseleler, evde
kalır. (Dalkıran, 2005: 43; Özturan, 2009a: 215)
297
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Evde galmış gızın gaygısı emmisi oğluna düşer: Kız çocuğu evde kalmışsa bu
sorun yakın akraba üyelerinden biri ile giderilmeye çalışılır. (Alparslan-Özturan, 2010:
74; Dalkıran, 2005: 44; Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 154; Özturan, 2009a: 215)
Evdeki hesap çarşıyı dutmaz: Sen ne kadar hesaplama yaparsan yap, işler senin
dediğin gibi olmaz. (Özturan, 2009a: 215)
Evden yiyen çökmüş, elden yiyen bıkmış: Zahmet etmeden elde edilen şeyden
fayda gelmez. (Karalar, 1998: 28)
Eve avrat gerek, şehre bey: Bir evi çekip çeviren hanımdır. Bir beldeyi yöneten
ise önderdir. (Dalkıran, 2005: 43)
Eve gerekse mescide haramdır: bkz: “Ev dururken mescid haram” (Okumuş,
2006: 154)
Eve suvak, geline duvak [yakışır]: Evi sıva, badana, boya; gelini ise duvak
gösterir. (Dalkıran, 2005: 44; Özalp, 2008: 246)
Evecen/öven/üven it, gözsüz enik guzlar: İşlerinde acele eden, ölçüp biçmeden,
plansız programsız yapanlar başarılı olamazlar. İşleri noksan, hatalı, kusurlu yaparlar.
(Kaya-Kozan, 2003: 112; Özalp, 2008: 420; Özalp, 2008: 431; Özturan, 2009a: 215)
Evi ev eden avrat, [yurdu şen eden devlettir]: Evde kadın olmazsa otel gibi olur.
Ne tertip düzen, ne de canlılık olur. Çünkü çocuk yok, neşe yok, hayat yoktur. Kupkuru
dört duvar. Ancak kadının ve çocukların varlığı, kadının sıcaklığı, sevgisi, şefkati ve
sağladığı huzur ortamı bir yapıyı gerçek anlamıyla ev yapar. Ailenin vazgeçilmezinin
ikincisi olan erkeği de eve çeker ve bağlar. Aynı durum ülke için de geçerlidir. Devlet,
hükümet, lider olmadıktan sonra ülke bir anlam ifade etmez. (ATKVE, 2011: 135;
Özalp, 2008: 391)
Evi ev eden de avrat, evi dev eden de avrat: Bkz: “Evi ev eden avrat, [yurdu şen
eden devlettir]” (Dalkıran, 2005: 43)
Evin sözü evde galır: Evde edilen meseleler dışarıda anlatılmaz. Evin şahsi
meseleleri evde kalır. (Özturan, 2009a: 215)
Evinde yok bulgur aşı, kendi gezer bölükbaşı: Evinde zahire yok, kendi gezip
dolaşır. Sorumsuz aile reisi. (ATKVE, 2011: 135; Dalkıran, 2005: 47; Gökçebey, 1999:
82; Horasan, 1992: 207; MİY, 1967: 194; Özturan, 2009a: 215; Özturan, 2014: 128;
Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
[Evine göre bişir aşını], erine göre bağla başını: Evinin ihtiyaçlarını, eşyalarını
alırken aile fertlerinin sayısını, evin büyüklüğünü gözeterek al. Elbiselerini, süslerini de
kocanın yaşına ve diğer durumlarına göre ayarla. Yemek yaparken de ailenin bütçesine
göre hareket et. (Dalkıran, 2005: 45; Özalp, 2008: 391; Şen, 2006: 104)
Evine var evine, seni gören sevine, [seni görüp beğenmeyenin gaç evinden,
evine]: Bir yere gittiğinde seni gören sevinsin, muhabbet etsin. Senle muhatap
olmayanlardan uzak ol, onların olduğu yerlerde durma. (Dalkıran, 2005: 43; Özturan,
2009a: 215)
Evini alçak yere yapma sel alır, yüksek yere yapma yel alır: Bkz: “Alçak yerde
oturma sel alır, yüksek yerde oturma yel alır” (Dalkıran, 2005: 44)
Evini temiz tut, gafil misafir gelir; kendini temiz tut, gafil ölüm gelir: Her işte
her an hazırlıklı, tertipli ol. (Dalkıran, 2005: 44)
Evini yık, yüzünü ağart: Evini yıkmak pahasına da olsa evine gelenlere gereken
ikramları yap, onları memnun et. (Özalp, 2008: 246)
Evire devire g.. gerek bu değirmeni çevire: İşleri yapmak, ağırlığı kaldırmak,
yani zor işleri yapabilmek için yiğit, çalışan adam gerek. (Özalp, 2008: 246)
Evladı sen doğuriin de, gönlünü sen görmiin: Evladı doğurursun, büyütürsün,
yedirir içirirsin, ama gönlünü sen yapamazsın. (Özturan, 2009a: 215)
Evladın akıllı, malı ne edersin? Evladın deli, malı ne edersin?: Akıllı evladı olan
kaygısız olur, güvendiği bir varisi vardır. Deli evladı olan da kaygısız olur, zira onun
için malın mülkün bir önemi yoktur. (Göçer, 2010: 33)
Evladın var mı derdin var: Dertsiz insan olmaz. Evlatların da dertleri olur. Ana-
baba ise evlatlarının dertleriyle dertlenir. O yüzden, evladı olan insanlar, onlar sayısınca
dert sahibi olurlar. Ana-baba, ne kadar büyürlerse büyüsünler evlatlarını hep çocuk
sayarlar. Her ihtiyaçlarında, sıkıntılarında sorumlu olduklarını düşünürler ve aynı
sıkıntıları çekerler. (Özalp, 2008: 391; Özturan, 2014: 129)
298
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Evlat derdi g.. derdi: Evlat namus gibidir, atılmaz satılmaz vazgeçilmez.
(Özturan, 2014: 129)
Evlat yetir, aklını yitir: Ana baba, evladı meydana getirir, onların tüm
sıkıntılarını çekerler. (Çınkır, 2016: 403; Dalkıran, 2005: 44; Özturan, 2009a: 215;
Adem Pırnaz)
Evlenmesi bir alaca guş, geçinmesi bora ile guş: Evlenmek, işe başlamak kolay
olur, fakat önemli olan sonrasıdır. Gerçek sıkıntılar, dertler o zaman başlar. İşte bu
zamanlarda sabırlı olmak gerek. (Şen, 2006: 104)
Evlensene para yok, çalışsana g..ü gızıl: Evlenmek için para, eşya ve ev olmalı;
çalışmak için de tembel olmamalı. (Özalp, 2008: 246)
Evli evinde, köylü köyünde gerek: Evli, ev sahibi insan boş zamanlarını dışarıda
geçirmek yerine evinde, çoluğunun çocuğunun içinde geçirmelidir. Aslında herkes
kendi evinde mekânında rahat ve huzur bulur. Köylü de mekânı olan köyünde rahat
eder. (Okumuş, 2006: 154; Özalp, 2008: 391)
Evvel can, sonra canan: İnsan önce kendi canını ve çıkarını sonra sevdiğini
düşünür. (Özturan, 2009a: 215)
Evvel insan bön idi, giydiği aba don idi; şimdi insan gurnaz oldu, garnı ekmeğe
doymaz oldu: Önceleri lüks, şatafatlı bir hayat şartları yoktu. Kişioğlu idareli olmasını
biliyordu. Şimdi hiçbir şeyi beğenmiyor. Şükretmesini bilmez oldu. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Evvel nafaka, sonra fiyaka: Önce geçimini sağlayacaksın, sonra fiyakana para
harcayacaksın. (Özturan, 2014: 128)
Evvel yoldaş, sonra yol: Bir yere çıkmadan evvel yol arkadaşı bulmak lazım,
sonra yola çıkılır. (Polat, 2016: 20)
Evvelden/önceden/vaktinde gerekti tımar, öldü eşşek galdı semer: Terbiye
küçükken verilir. Zarar ziyandan sonra terbiye etmeye çalışmanın anlamı yok. (Çınkır,
2016: 1068; Dalkıran, 2005: 51; Gökçebey, 1999: 82; Horasan, 1992: 207; KATEDEG,
2012: 80; Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995: 24; Özturan, 2014: 129; Özturan, 2014:
253; Şen, 2006: 109; Hüseyin Korkmaz)
Fakir işini bilse fakir olmaz: İnsan aklını, kafasını kullanmalıdır, yoksa işleri
düzlüğe çıkaramaz. (Dalkıran, 2005: 47)
Fakirin aklı olsa çuha giyerdi: Ucuz kumaş çabuk eskir ve sık sık değiştirilir. Bu
da daha pahalıya mal olur. Halbuki çuha pahalı ama sağlam ve dayanıklıdır. Uzun yıllar
eskimeden giyilebileceği için öbürlerinden daha ucuza gelir. (Özalp, 2008: 393)
Fakirin gaşığı bulamaçta gırılır: Fakirler genelde şanssız olur. (KA, 2017a: 389)
Fakirin ölüsü çabuk gaybolur: Toplum nazarında önemsiz görülen bir hadise
dikkat çekmez, unutulur. (Gökçebey, 1999: 83)
Fakirin sakızı burnunun ucunda gerek: Fakir kısmı malına dikkat etmelidir.
Zaten malı az, onu da kaybetti mi hiçbir şeyi kalmaz. (Faruk Zülkadiroğlu)
Fakirin/fukaranın başucunda olacağına, zenginin ayakucunda öl: Fakir insandan
menfaat göremezsin. Varsa yoksa zengin. (Özturan, 2009a: 215; Faruk Zülkadiroğlu)
Fakirin/fukaranın/yoksulun yüzü soğuk olur: Durumu olmayana kimse bakmaz.
(ATKVE, 2011: 138; Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 154)
Fakirlik ayıp değil, tembellik ayıp: Fakir olmak, zengin olmak kimsenin elinde
değildir, Allah vergisidir. Tembel olmaksa insanın kendisine bağlıdır, bu yüzden de
tembellik ayıptır. (Özalp, 2008: 393)
Fakirlik, ateşten gömlektir: Yoksulluk çok zor bir meseledir. İnsanlar yaşamın
tüm sıkıntılarını omuzlarında hissederler. (ATKVE, 2011: 135)
Fare çıktığı deliği bilir: Gizli saklı iş yapan kişi, zor durumda sığınacağı yeri
bilir. (ATKVE, 2011: 135)
Farz sünneti bastırır: Farz Allah'ın emri ve kesin olarak yapılması gerek şarttır.
Sünnet ise Hz. Peygamberin yaptıklarıdır. Tabii ki Allah'ın emri her şeyin üstündedir ve
elzemdir. Ayrıca hayatta mutlak zaruri olan şeyler, daha az gerekli olandan önce gelir
ve yapılır. (Özalp, 2008: 393)
Faydasız baş mezara yakışır: İşe yaramayan, değeri olmayan adamın ölmesi
daha hayırlıdır. (ATKVE, 2011: 135)
299
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Fazla aş ya garın ağrıtır ya baş: Her şeyin idareli yapılması gerekir. Azı
yetmeyeceği gibi çoğu da zarar verir. (ATKVE, 2011: 135)
Fazla merak, maraz getirir: Bir mesele ya da durumla fazla ilgilenmek, beyhude
sıkıntılara sebebiyet verir. (Kuyumcu, 1995: 27)
Felek kimine gavun yedirir, kimine kelek: Hayatta insanların elde ettiği
imkanlar, nimetler farklıdır. Kimi çok bol nimete nail olur, kimiyse mahrumiyet içinde
yaşar. Hayatta mutlak eşitlik diye bir şey yoktur. (Özalp, 2008: 393)
Feriştahlar gibi abdest al, gocalar gibi namaz kıl: Melekler gibi abdest al, yaşlılar
gibi yavaş yavaş namaz kıl. (Özturan, 2014: 131)
Fırsat her zaman ele geçmez: Fırsatlar, imkanlar bazen insanın ayağına kadar
gelir. Değerlendiren yararlanır. Meşru olan fırsatlardan yararlanmakta bir mahzur
yoktur. (Özalp, 2008: 393)
Fırsatı fevt etme: Meşru olsun, gayr-i meşru olsun her fırsattan yararlan. Ama bu
doğru değildir. Meşru olandan faydalan, meşru olmayanı tekmele gitsin. (Özalp, 2008:
393)
Fısıltı ev/yuva yıkar: Bir ailede, bir toplumda açık tavır yok da gizli gizli işler
yapılıyor, gizli gizli konuşuluyorsa şüpheler, fitneler, güvensizlikler doğar ve aileler,
yuvalar ve dolayısıyla toplum yıkılır. Onun için herkesin açık ve açık sözlü olması
gerektir. (Özalp, 2008: 249; Özalp, 2008: 393)
Fiili bozuk olanın elifi yanlış gelir: Kötü niyetli olan insanın karşısına da daima
kötüler, kötülükler çıkar. (KA, 2017a: 389; Şen, 2006: 105)
Fireze bas, gara bas: Ekinlerin biçilmesiyle, ekin biçme mevsimiyle birlikte
soğukların da başladığını bildiren bir tabir. (Özalp, 2008: 249)
Fiyakanın düşkünü, beyaz giyer kış günü: Giyim kuşamına ilgili olan kimse,
yanlış zamanda yanlış seçimler yapar. (Dalkıran, 2005: 47)
Fukara adam çibidik çalmiinen, tabut daşımaya yarar: Yoksul insan, ya düğünde
ya cenazede gerek olur. (Özturan, 2009a: 215)
Fukara adamın gucağına gavurma goymuşlar, “ç..üm yanıyor” demiş: Bazı
fakirler kadir kıymet bilmez, yapılan bir işe abuk sabuk cevap verir. (Özturan, 2009a:
215)
Fukara hırsızlığa çıkmış, ay akşamdan doğmuş: Fakirlerin işleri ters gider.
(Özalp, 2008: 393)
Fukara küsmüş, nasibini kesmiş: Fakir, kendisine yardım eden birilerine küserse
yardımdan mahrum kalır, nasibini kesmiş olur. (Özalp, 2008: 393)
Fukara oklavayı hacetten sayar: Fakir kimse, bazı durumları yanlış anlar. (Şen,
2006: 105)
Fukaranın cebi boş, galbi doludur: Fakir insanın parası olmaz belki ama zengin
bir kalbe sahiptir. (ATKVE, 2011: 135)
Fukaranın tavuğu tek tek guzlar/yumurtlar: Durumu iyi olmayanın, yoksul
insanın talihi de yaver gitmez. (ATKVE, 2011: 135; Özturan, 2009a: 215)
G.. gısmetten çıkarsa, uçkur yedi yerinden gırılır: Eğer bir iş olacaksa sen ne
yaparsan yap engelleyemezsin. (Faruk Zülkadiroğlu)
G.. öpmeyinen ağız pis olmaz: İş, menfaat için birilerine eyvallah etmek,
dalkavukluk yapmak, hatta kirli işlere bile katlanmak gerek. (Özalp, 2008: 398; Şirikçi,
2006: 18; Adem Pırnaz)
G..ü g..e değiştikten sonra g..ümün suçu ne?: Malımı, eşyamı aynı cinsten, dengi
bir şeyle değişmenin bir anlamı, faydası yok. (Özalp, 2008: 265)
G..ünü sıkarsan gıllıyı kesersin: Gayret edersen, çalışırsan, sıkılıp bıkmazsan işi
bitirirsin. (Özalp, 2008: 266)
G..ünün üstüne oturmasını belle: Yerine göre oturmasını öğren. (Özturan, 2014:
156)
Gabadayı tükürdüğünü yalamaz: Sözünde duran insan, mert olur. Asla
yaptıklarından geri adam atmaz. (Şen, 2006: 107)
Gabahat samur kürk olsa, kimse sırtına/sırtına almaz: Kabahat, suç olduğundan
çok değerli bir şey de olsa kimse üzerine almak istemez. (Okumuş, 2006: 156; Şen,
2006: 107)
300
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gabahati gelin etmişler, kimse gerdeğe girmemiş: Suçu kimse kabul etmez.
(Faruk Zülkadiroğlu)
Gabı olmayanın gazancı da olmaz: Çalışmayan, ön hazırlığı olmayan insanın
kazancı olmaz. (Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 156; Özturan, 2009a: 215)
Gaçan balık büyük olur: Kaçan her iş, her fırsat, ne getirip ne götüreceği
bilinmeden büyütülür, mübalağalı bir şekilde anlatılır. (Özalp, 2008: 394; Özturan,
2009a: 215)
Gaçan guş zor tutulur: Giden fırsat, bir daha kolay kolay ele geçmez. (Özturan,
2009a: 215)
Gaçanın anası ağlamamış: Tehlike geldiğinde karşı duranlar, mücadele edenler
zarar görür, ezilir, hatta ölebilirler. Ama kaçan kurtulur. (Özalp, 2008: 394; Özturan,
2009a: 215)
Gadı anlatışa göre fetva verir: Kadı karar verirken tarafların ve şahitlerin
ifadesini esas alır. (ATKVE, 2011: 136; Özalp, 2008: 394)
Gadı bildiğini okur: Herkes bildiğini bildiği kadar söyler. İyiyi bilen iyi, kötüyü
bilen kötü söyler. Mevkisi ve makamı ne kadar yüksek olursa olsun, insanlar
bildiklerine göre hareket ederler. Eğer az biliyorlar veya yanlış biliyorlarsa
söyleyecekleri de ona göre olur. (Özalp, 2008: 394)
Gadının fendi, erkeği yendi: Kötü niyetli kadınlar daha kurnaz ve hilekar olurlar.
Hileleriyle erkeği alt ederler. Erkekler yaradılış itibariyle kadına daha çok meyyaldirler
ve daha kolay inanırlar. Kötü niyetli kadınlar, erkeklerin bu durumundan yararlanırlar.
(Özalp, 2008: 394)
Gadının sırtından sopayı, garnından sıpayı eksik etmeyeceksin: Kadınlar hemen
her toplumda hor görülmüştür. Kadınlara değer verilmemiştir. (Faruk Zülkadiroğlu)
Gadının uzun saçlısı, öküzün inek başlısı: Bazı şeylerin değeri kendine has
özellikleriyle ölçülür. Kadında uzun saç, inekte ipek baş değerlidir. (Polat, 2016: 52)
Gafası büyük devlet, ayağı büyük heybet, vay burnu büyüğün haline: Kafası
büyük olan akıllıdır, ayağı büyük olan heybetlidir, burnu büyük olmak da sıkıntılı bir
durumdur. (Alparslan-Özturan, 2010: 234)
Gahpe yanına eş ister, zubun yanına peş ister: Kötü iş yapan, ahlaksız insanlar
dikkat çekmemek için kendileri gibilerin çoğalmasını ister. Dürüst insanların arasında
az sayıdaki kötüler hemen dikkati çeker. Toplumda sayıları ne kadar çoğalırsa o kadar
rahat olurlar, kötülüklerini daha rahat icra ederler. Onun için, kötüler, kendileri gibi
olanların çoğalmasını isterler. (Özalp, 2008: 394)
Gahvenin pezevengi sigara, kebabın pezevengi pervaz, Acem pilavının
pezevengi havuç ekşilemesi: Bu yiyecek ve içeceklerin yanında bu yiyecek ve içecekler
gider. (Özturan, 2014: 135)
Galbi bozuk olanın gurrası bozuk/yanlış çıkar: Niyeti bozuk olanın yaptığı işler
de bozuk olur. (Gökçebey, 1999: 82; Horasan, 1992: 208)
Galbinin içini Allah bilir: İçinden geçenleri biz bilemeyiz, ancak Allah bilir.
(Özturan, 2014: 135)
Galdın oğlan/evlat eline, gulluk eyle/yalvar [deli] geline: Kocası ölüp oğluyla
oturmak zorunda kalan kadınları kast etmektedir. Eğer kocan ölmüş, dul kalmışsan
oğlunun, dolayısıyla da gelinin eline kalmışsın demektir. Böylece gelinin emrine
girmek, ona hizmet etmek durumundasındır. (Dalkıran, 2005: 46; KATEDEG, 2012:
44; Kuyumcu, 1995: 77; Özalp, 2008: 395)
Galırsan el, ölürsen yer beğensin: Değerli bir insansın. (Çoğalan, 1982: 115)
Galk demeden galkan evlat, tut demeden tutan avrat, günde devlet günde devlet:
Evladın ve karın iyi olur ve işlerini iyi yaparlarsa devlet gibi olursun. (Yalman, 1977:
504)
Galkacağın yere oturma: Senin olmayan ve kaldırılacağını bildiğin yere oturma.
Elinden alınacağını bile bile bir mala sahip olmaya kalkma. Sonra utanılacak duruma
düşer, mahcup olursun. (ATKVE, 2011: 136; Özalp, 2008: 394; Adem Pırnaz)
Galkanın yerini, ölenin avradını alırlar: Bazı durumlarda kişioğlu, elinde
bulundurduğu imkanlarını kaybeder, başkasına kaptırır. (Adem Pırnaz)
Galpten galbe yol gider: İlişki karşılıklı olunca insanları birbirine sevdirir ve
dost yapar. (Özalp, 2008: 394)
301
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gambersiz düğün olmaz: Sevgisiz düğün olmaz. (Gökçebey, 1999: 84; Özturan,
2009a: 215)
Gamı def, parayı saf etmeli: Kederden uzak olmalı, parayı da iyi
değerlendirmeli. (ATKVE, 2011: 135)
Gan ispatsız gaynar: Hısımlık, akrabalık şahide gerek kalmadan kişileri birbirine
yaklaştırır. (Özturan, 2014: 136)
Ganaat gibi devlet olmaz: İnsanları dünyada rahat ettiren, huzura erdiren en
önemli duygu kanaattir. Kanaatkar olanın aza, hakkına razı olanın hiç kimseye karşı
hasedi, kıskançlığı, düşmanlığı ve kötü niyeti olmaz. Dolayısıyla da ne rahatsızlığı ne de
huzursuzluğu olur. (Özalp, 2008: 395)
Ganaat tükenmez hazinedir: Bkz: “Ganaat gibi devlet olmaz” (ATKVE, 2011:
136)
Ganatsız guş uçmaz: Kanatsız kuş uçmadığı gibi, aletsiz de iş yapılmaz. Uçmak
için kuşa kanat ne kadar gerekliyse iş yapmak için insana da alet o kadar gereklidir.
Sanatkar için alet, kuşun kanadı gibidir. (Özalp, 2008: 395)
Gancık yalanmayınca erkek/köpek/it dolanmaz: Kadın-erkek münasebeti
açısından kadının tutumu çok önemlidir. Gayr-i meşru işler, kadının tavrına bağlıdır.
Kadın ümit vermeden, müsait davranmadan erkek onun peşine düşmez. Düşse bile
hiçbir şey elde edemez. Kadın böyle bir ilişkiye girmek istemedikçe erkek buna cesaret
edemez. Bu çirkin işin öncüsü, başlatıcısı kadındır. (ATKVE, 2011: 136; Çoğalan,
1982: 115; Kozan, 2007: 218; Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 156; Okutucu, 2000:
55; Özalp, 2008: 395; Özturan, 2009a: 215; Şirikçi, 2006: 230)
Ganı ganla yumazlar, ganı suyunan yurlar: Kötülük kötülükle, kin kinle,
düşmanlık düşmanlıkla ortada kaldırılamaz. Bunlar ancak afla, sevgiyle, dostluk ve
barışla ortadan kaldırılabilir. (ATKVE, 2011: 136; Göçer, 2004: 92; Özalp, 2008: 395;
Özturan, 2009a: 215; Şen, 2006: 107; Sultan Kamalak)
Gapı ardında yerim olsun, çomça tutan benim/elim olsun: Bulunduğum,
durduğum yer iyi olmasa da nimet dağıtan yakınım olursa nimetten bol bol
faydalanırım. (Özalp, 2008: 253; Şirikçi, 2006: 13)
Gapını bekçe gapa, gomşunu hırsız dutma: Önceden tedbirini al, sonradan
kimseyi suçlama. (KA, 2017a: 390)
Gar eriyince/galkınca itin b..u/pisliği açığa/meydana/ayaza çıkar: Kollayıp
koruyanlar aradan çekilince kollanan kişinin tüm pislikleri ortaya çıkar. (Çınkır, 2016:
649; Kuyumcu, 1995: 33; Özalp, 2008: 254; Şirikçi, 2006: 230; Faruk Zülkadiroğlu)
Gar yılı, var yılı: Kar çok yağarsa hem toprak suya doyar, daha az su ister hem
de su kaynakları daha bol olur, su sıkıntısı çekilmez. Böylece mahsuller bol bol sulanır
ve verimli olur. Karın çok yağdığı yılda, bolluk bereket olacağına inanılır. (Alparslan-
Özturan, 2010: 237; Alparslan-Özturan, 2010: 241; Dalkıran, 2005: 49; Karaoğlan,
2004: 1009; Özalp, 2008: 396; Özturan, 2009a: 216)
Gara bastın mı sapa bastın bil, sapa bastın mı gara bastın bil: Buğdayın hasat
edilmesi, kışın habercisidir. Karın yağması da yazın habercisidir. (Elife Akkurt)
Gara gader gasara vurmayla ağarmaz: İnsanın kaderi kara ise değişmez, çekilir.
(Özturan, 2009a: 216; Özturan, 2014: 138)
Gara gor, insana gar gibi gelir: Aşşa yeli denilen lodos yeli estiğinde, erimez
sanılan karı eritir, ama karı yalayıp geldiği için de insanın yüzünü kar yanığı gibi
kavurur. (Bilgin, 2006: 212)
Gara günü gasara goysan ağarmaz: Bkz: “Gara gader gasara vurmayla ağarmaz”
(Dalkıran, 2005: 52)
Gara haber tez ulaşır: Ölüm gibi haberler, ilgili insanlarca tez duyulur. (Kozan,
2007: 218; Özturan, 2009a: 216; Temiz, 2005: 99)
Garabekirli'den hatun aldık, davayı başımıza satın aldık: Güçlü, zengin kalabalık
bir aileden gelin aldık, ama onlarla baş edemiyoruz. Başımıza altından
kalkamayacağımız işler açıyorlar. (Özalp, 2008: 254)
Garaktersize derler puşt, cevap olarak derler oşt: İnsanlar karakter sahibi
olamazlar ise, kötü anılır ve onlar için kötü kelimeler kullanılır. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
302
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
de bağladık, yemini suyunu verdik, biraz sus sen. Biz hepsini yaptık.” derler. Buna
rağmen yaşlı kadın eşeği hep sorar. Bir gün çocuklar kadının bu huyundan bıkarlar ve
kadını kuyuya atmaya karar verirler. “Karıyı kuyuya atarsak çenesinden kurtuluruz.”
diye düşünürler ve karıyı kuyuya atarlar. O gün akşam olup da eve geldiklerinde herkes
kendi telaşına düşmüş, kimse aklına eşeği getirmez. Bahçedeki kuyunun içinde duran
kadın çocuklarının eşeği hatırlamalarını bekler, ama nafile. Kimsenin aklına eşek
gelmez. Kuyudaki karı: “Eşşek nerde?” diye bağırır. Çocuklar birden panik olurlar.
Hepsi birbirine eşeği sorar, ama hiçbirinin eşekten haberi yoktur. O zaman annelerinin
değerini anlarlar ve yaptıklarından utanırlar. (Polat, 2016: 80)
Garibe bir selam, bin altın yerine geçer: Garip kimsenin çevresi olmaz.
Dolayısıyla ona bir selam vermek onun için büyük bir onurdur. (Karalar, 1998: 29)
Garip guşun yuvasını Tanrı/Allah yapar: (ATKVE, 2011: 135; Özturan, 2009a:
216)
Garip itin guyruğu g..ünde/döşünde gerek: İnsan yabancısı olduğu yerde çok
dikkatli ve tedbirli olmalı. Kendi muhitinde olduğu gibi rahatça konuşup hareket
etmemelidir. Her şeye kanmamalı, her işe burnunu sokmamalı, öne çıkmamalı, aceleci
olmamalıdır. Konuşması ve hareketleri kısıtlı olmalıdır. Yoksa orada barınamaz, çok
rahat harcanır. (Çınkır, 2016: 343; Özalp, 2008: 396)
Garip kim, kör o: Garip kimse kör gibidir. Gideceği yeri, adresi bilemez, şaşırıp
kalır. (Özalp, 2008: 396)
Garlı sene, varlı sene: Bkz: “Gar yılı, var yılı” (Özalp, 2008: 396)
Garpuz gabuğunan beslenen eşşeğin ölümü sudan olur: İnsan hangi uğraşla
meşgul olursa sorunları da o işle olur. (Özturan, 2009a: 216)
Garpuz kesmeyinen yürek soğumaz: Size kötülük yapandan başka birine zarar
vermekle intikam almış olmazsınız. (ATKVE, 2011: 136)
Garpuzla avrat erkeğin şansına: İki şeyin iyi çıkması erkeğin kaderi. (Özturan,
2014: 140)
Garşı dağdan garşı dağa ürünmez: Birinin arkasından laf söylenmez.
Söylenecekse yüz yüze söylenmelidir. (Özturan, 2009a: 216)
Gart öküz baltadan gorkmaz: Deneyimli, tecrübeli kimse, zorluklardan kaçmaz.
(Karalar, 1998: 33)
Gasap et bulamaz yiyecek, köşger ayakkabı bulamaz giyecek: Bir alanda
uzmanlaşmış kimse, başkalarına faydalı olur. Ama kendi işinden faydalanmaya zamanı
olmaz. (Okumuş, 2006: 156)
Gaşık g..ü yalamayınan garın doymaz: Fayda sağlamayacak işle uğraşmakla
sonuç elde edilmez. (Adem Pırnaz)
Gaşınan göz, gerisi söz: Güzeli gösteren kaşla gözdür, gerisi laftan ibarettir.
(Dalkıran, 2005: 47; Özalp, 2008: 396; Özturan, 2009a: 216)
Gatır bildiği yokuşu iner: Bilindik bir işi yapmak, yabancısı olunan bir şeyi
yapmaktan daha evladır. (Şahiner, 2017: 36)
Gatran gaynatmakla olur mu şeker, [cinsini sevdiğim/s..tiğim cinsine çeker]:
İnsanları ne kadar eğitirsen eğit, ne kadar terbiye edersen et, sonunda döner dolaşır
soyuna çeker. Soyu iyiyse iyi, kötüyle kötü olur. (ATKVE, 2011: 136; Alparslan-
Özturan, 2010: 75; Özalp, 2008: 255; Özturan, 2009a: 216)
Gatrandan olmaz şeker, olsa olsa cinsine çeker: Bkz: “Gatran gaynatmakla olur
mu şeker, [cinsini sevdiğim/s..tiğim cinsine çeker]” (ATKVE, 2011: 136)
Gavak ağacından odun, halayıktan gadın olmaz: Bkz: “Çam ağacından odun,
abdal gızından gelin olmaz”(ATKVE, 2011: 136)
Gavgadan öte yol uzar: Kavga, halledilecek işi halledilmez eder. (Özturan, 2014:
141)
Gavun değil ki g..ünü koklayasın: Dıştan bakmakla ne olduğunu bilemiyorum,
kavun olsa koklarım. (Özturan, 2009a: 216; Özturan, 2014: 141)
Gavura gızıp oruç yenmez: Başkasının sizi ilgilendirmeyen özelliklerine kızıp
kendi işlerinizi yapmamanız doğru olmaz. (Özturan, 2009a: 216)
Gavura göre Kürt Müslüman’dır: Tanımadığınız bir adamın huyundan
tanıdığınızın huyu daha iyidir. (Faruk Zülkadiroğlu)
304
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
305
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Geçi iken geçi yattığı yeri temizler yatar: Keçi bile yattığı yeri temizleyip yatar.
Temizliğin önemi. (Özturan, 2009a: 216)
Geçide/geçinin de sakal/sakalı var: Sakalda keramet yoktur. Ne varsa insanların
inancında ve amelindedir. Sakal gerçekten çok önemli olsaydı başta papazlar olmak
üzere çeşitli şekillerde ve çeşitli düşüncelerle sakal bırakanlar Müslüman sayılırdı.
Müslüman, Müslüman olduğu için Hz. Peygamber'e ve İslam büyüklerine uyarak sakal
bırakır. Müslüman’ın sakalı bu sebepten önemlidir. (Özalp, 2008: 397;Özalp, 2008:
422; Faruk Zülkadiroğlu)
Geçme namert köprüsünden go aparsın su seni, yatma çakal gölgesinde go yesin
aslan seni: Namerde, çakal tıynetlilere eyvallah edersen, onların yardımlarını kabul
edersen, hele hele onlara yardımcı olursan ölmekten beter durumlara düşersin. (Özalp,
2008: 397)
Geçmişi gurdalama gurdu çıkar: İnsanın geçmişte yaptığı yanlış iş ve hareketleri
gündeme getirmemesi gerekir. Böyle hadiselerin unutulması daha iyidir. (Kuyumcu,
1995: 28)
Gel demek golay, git demek zordur: Güç durumda olan birini yanınıza almanız,
bakmanız, yedirip içirmeniz kolaydır. Ama gitmesi gerektiğinde göndermeniz çok
zordur. Ona "Artık gitmen gerekiyor, bundan sonra sana faydamız dokunmaz, başının
çaresine bak" demek her insanın harcı değildir. (Özalp, 2008: 397)
Gel gel olsun da gil gil olsun: Gelsin de ne gelirse gelsin. Gelen şey ne kadar
değersiz olursa olsun, yeter ki gelsin. (Özalp, 2008: 257)
Gelen gideni aratır: Değeri bilinmeyen birinin yerine başka biri geldiğinde
önceki insan aranır. (Okumuş, 2006: 155)
Gelen hediyenin azı olmaz, evde galmış gızın nazı olmaz: Hediyenin büyüğü
küçüğü, iyisi kötüsü olmaz. Hediye hediyedir. Evde kalan kız da kendini ağırdan
satmaz. (Dalkıran, 2005: 45; Gökçebey, 1999: 83; Horasan, 1992: 208; KATEDEG,
2012: 80; Özturan, 2009a: 216; Şen, 2006: 105)
Gelene git denmez: Sana gelen bir konuğu kabul etmemek Türk töresine
yakışmaz. (Özturan, 2009a: 216)
Gelin [altın] köşk/kürsü/taht getirmiş, çıkıp kendi/üstüne oturmuş: Gelinin
çeyizi, malı, nesi varsa kendisine aittir. İstemezse kimseye kullandırmaz. (ATKVE,
2011: 135; Dalkıran, 2005: 45; Özalp, 2008: 398; Özturan, 2009a: 216)
Gelin binmiş deveye, gör kısmeti nereye: Takdir, tedbiri bozar. İnsanın niyeti ne
olursa olsun, kısmeti ne ise o olur. İnsanın her istediği eline geçmez. (Alparslan-
Özturan, 2010: 54; Dalkıran, 2005: 45; Erdem-Kirik, 2011: 453; Horasan, 1992: 208;
Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 155; Özalp, 2008: 398; Özturan, 2014: 144; Şen,
2006: 105)
Gelin çıkmayan ev olur, ölü çıkmayan ev olmaz: Her evde bulunan kız
evlenemeyebilir, ama ölüm haktır, herkes bir gün ölecektir. (Dalkıran, 2005: 43)
Gelin çiçek, her dediği gerçek; gaynana yılan, her dediği yalan: Gelinler
kaynanalarını sevmez, onlarla anlaşamaz. Bu durum kaynanalar için de geçerli.
(ATKVE, 2011: 136; Şen, 2006: 105)
Gelin gaynana toprağına çeker: Gelin, gelin gittiği yörenin göreneklerine uyum
sağlar. (Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 155)
Gelin geldiği yeri, oğlan doğduğu evi sever: İnsanlar doğduğu, büyüdüğü evi
unutamaz. Bilhassa gelinler, ayrıldıkları baba yurdunu çok özler. (Özturan, 2009a: 216)
Gelin girmeyen ev olmaz: Her ev, bir aile yuvasıdır. Dolayısıyla her eve gelin
girer. (Özturan, 2009a: 216)
Geline “oyna” demişler, “yerim dar” demiş, yer açmışlar “yenim dar” demiş:
Kendisinden beklenen işi beceremeyen kişi çeşitli bahanelerle beceriksizliğini
gizlemeye çalışır. (Faruk Zülkadiroğlu)
Geline etme, gızında bulursun; üveye etme, özünde bulursun: Kime ne yaparsan
aynısını kendi yakınlarında bulursun. Etme bulma dünyası. (Dalkıran, 2005: 45)
Gelini biz değil güva sevmeli: Gelinle geçinmesi asıl olan güveydir. Gerisi
sonraya gelir. (Özturan, 2014: 144)
Gelinin iki, etlerin diki: Gelin kaynanasını sevmez, hele ki iki gelinin varsa işin
çok kötü. (Dalkıran, 2005: 45)
306
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gelinin yüzünü örten duvak, duvarın çapağını örten suvak: Bkz: “Eve suvak,
geline duvak [yakışır]” (Özturan, 2009a: 216)
Gelmesen iyiydi amma hoş geldin gara gün: Gelmesen iyiydi kara gün ama
geldin, kaderdir, çekeceğiz. (Özturan, 2014: 144)
Gemisini gurtaran/yüzdüren gaptan: Yetenekli insan, zor durumda tehlikeli işleri
atlatarak işini iyi bir şekilde sonuçlandırır. (Özturan, 2009a: 216)
Gençliğin gıymeti ihtiyarlıkta bilinir: Gençlik, insanın kanının coşkun olduğu
yıllardır. Bu dönemde nimetlerin farkına varılmaz. İnsan yaşlandığı zaman elden giden
gençliğin değerini anlar. (ATKVE, 2011: 135)
Gençlik bir guştur, ihtiyarlık naçar iştir: Gençlik insanın güzellikler devridir.
İnsan yaşlanınca çaresiz bir duruma düşer. (ATKVE, 2011: 136)
Gençlikte gazan, gocalıkta ye: Gençlik; güçlülük, hareketlilik ve sorumluluk
zamanıdır. Kocalıksa gücün kaybolduğu, hareketin ağırlaştığı bir dönemdir. Akıllı bir
insan gençliğinde çalışır, kazanır ve yaşlılığına hazırlık yapar. Çünkü yaşlanınca
çalışma şansı çok azalır. (Özalp, 2008: 397)
Gereği gerekmezken sakla: Lazım olacak bir şeyi lazım değilken bir yere sakla.
Zamanı gelince lazım olur. (ATKVE, 2011: 135)
Getir gavurmayı da gör savurmayı: Yetki ve imkan verilirse çok güzel şeyler
yaparım. (Çınkır, 2016: 456)
Getir gişiyi, dutum işi: Bana lazım olanı ver, ben de gerekli olan işleri yapayım.
(Adem Pırnaz)
Getir Hıdırellez’i gösterim yazı: Hıdırellez, baharın habercisidir. Bahardan sonra
da yaz gelir. (Elife Akkurt)
Getir seyisi, götür döyüsü: İşe al, kafana yatmazsa işine son ver. (Çınkır, 2016:
476; Özturan, 2014: 146)
Getir varlığı, göstereyim garılığı: Sen beni rahat yaşatırsan ben de sana istediğin
muamleyi yaparım. (Şen, 2006: 105)
Gılavuzu tomuzlan olanın burnu b..tan çıkmaz: Kötü kimsenin arkasına düşen
kişi de kötü iş ve eylemlerden kurtulamaz. (Gökçebey, 1999: 83)
Gılba (kıble), gara kor gibi, insana gar gibi değer: Ilık olan kıble rüzgarı, kara
ateş gibi dokunup eritirken insana kar gibi soğuk gelip üşütür. (Özalp, 2008: 260)
Gılık tavşan almaz: Kılık kıyafet, giyim kuşam kötüleri iyi yapmaz, sadece göz
boyar. (Özalp, 2008: 398; Özturan, 2009a: 216)
Gınama başına gelir: Başkalarının başına geleni kınama, senin de başına gelir.
(Özturan, 2014: 147)
Gınanın yolu ayrı, gelinin yolu ayrı: Kınaya gidilen yoldan gelin alınmaya
gidilmemesi, ayrı yolların kullanılması gerekir. (Karaoğlan, 2010: 128)
Gırk avradın aklını bir tavuğa vermişler de kümesi bulamamış: Kadınların aklı
zayıf olur. (Özturan, 2009a: 216)
Gırk dedi mi vücudunu zorlarsan hırk eder: Yaş kırkı geçtikten sonra vücudu
zorlamaya gelmez. (Özturan, 2014: 148)
Gırk yıl tavuk olacağına bir yıl horoz ol: Erkekliği kadınlığa, aktifliği pasifliye
tercih et. (Özturan, 2014: 149)
Gırk yılda bir guyruklu yıldız doğar: Önemli fırsatlar seyrek düşer. (Özturan,
2014: 147)
Gırk yıllık Gani, olur mu Yani?: Kırk yıllık Müslüman asla kafir, gavur olmaz.
Bazı tavizleri, kusurları, noksanları olsa da hatta gavur gibi görünse yaşasa da sonunda
geleceği, sığınacağı İslam'dır. (Özalp, 2008: 398; Şirikçi, 2007: 86)
Gırkından sonra alınan murat, mezarda noktalanır: İnsan, belli bir zaman
diliminden sonra refaha kavuşsa da bu durum sürekli değildir. Sonu ölümle sonuçlanır.
(Okutucu, 2000: 175)
Gırkından sonra azan ip, ilmek tutmaz: Belli bir zamandan sonra yanlış iş yapan
iflah olmaz, geri de dönemez. (Özturan, 2009a: 216)
Gırkından sonra azanı teneşir paklar: Kırk yaşına kadar iyi bir yaşam sürdürüp
kırk yaşından sonra azan, kötü yola düşen kimse asla düzelemez. İnsanları onun
pisliğinden ancak ölüm kurtarır. (Okumuş, 2006: 157; Özalp, 2008: 398; Özturan,
2009a: 217)
307
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gırkından sonra gelen evladın da avradın da ...: Bkz: “Gırkından sonra gelen
evlattan da servetten de hayır gelmez” (Özturan, 2009a: 217)
Gırkından sonra gelen evlattan da servetten de hayır gelmez: Kırk yaşından
sonra gelen evlat ve servet çok geç kaldığı için insana fayda vermez. (Özturan, 2009a:
217)
Gırkından sonra gelen/doğan evlat, babalığının eşşeğini güder: Öz baba için çok
kıymetli olan ve gelecekte de ümit bağladığı çocuk, gençlik çağına erip de babasına
yardım etmeye fırsat bulamadan genellikle baba yaşlanıp ölür. Dul kalan kadınlar da
yalnız kalmasın diye evlendirildiğinden yetim çocuk, babalığın eline kalır ve onun her
işini görür, eşeğini de güder. (Bilgin, 2006: 161; Özalp, 2008: 398-399)
Gırklı iken belleğini, gırkına gadar unutma: Küçükken öğrendiğini unutma.
(ATKVE, 2011: 136)
Gırlangıcın zararını Yemen'e sor: Hiçbir varlık yüzde yüz iyi, zararsız olmaz. Bir
yerde sevilir, zararsız olur. Ama başka yerlerde zarar da verir, sevilmez de. Bkz:
“[Guşun] en sefili gallangıç (kırlangıç), onu da git Yemen’den sor” (Özalp, 2008: 395)
Gırmızı olsun, gırk guruş fazla olsun: Pahalı bile olsa kaliteli eşyayı diğerlerine
tercih et. (Özturan, 2014: 149)
Gısa gısa gül ağacı, uzun uzun çam ağacı: Kısa kadın gül ağacı, uzun kadın çam
ağacı. (Özturan, 2014: 149)
Gısa günün kârı az olur: Vakit darsa süren kısa ise yapacağın iş de az olur.
Ayrıca sermayen, malın az ise ticaretin, kazancın, kârın da haliyle az olur. (Özalp, 2008:
399)
Gısalardan köselerden gorkulur: Abdulhamit zamanında çok kısa insanlar
İstanbul’a alınmazmış. Bu insanlar, problemlidir ve tehlikeli olur. (Özturan, 2009a: 217)
Gısmet gökten zembille inmez: Gökten nimet yağdığı görülmüş müdür? Herkes
kısmetini, rızkını çalışarak, emek vererek Allah'ın bol bol lütfettiği bu dünyadan,
topraklardan çıkarır. (Özalp, 2008: 399)
Gısmeti kesilen it bayramda uykuya yatar: Kısmet kapalıysa uygun şartlar bir
anda uygunsuz hale gelir. Bir sonuç elde edemezsin. (Şirikçi, 2006: 229)
Gısmetinde ne varsa gaşığında o çıkar: Talihinde ne varsa karşına o çıkar.
(Okumuş, 2006: 157)
Gısmetse gelir Hint'ten/Halep’ten Yemen’den, gısmet değilse ne gelir elden:
Kısmetinde hayırlı bir iş varsa en uzak yerlerden bile nasibin gelir. Yoksa da yapacak
bir şey yok. (Dalkıran, 2005: 48; Özturan, 2009a: 217)
Gısmetten çıkarsa uçkur, gırk yerinden gırılır: Elindeki imkan, kısmetin değilse
bir şey yapamazsın. İmkanın bir bahane ile elinden gider. (Arslan, 2011: 346; Şen,
2006: 107)
Gısmetten ziyade olmaz: İnsanın kaderinde ne yazılıysa o olur. (Özturan, 2009a:
217)
Gış gelince herkesin ocağı kendine yeter: Kış vakti, insanların zorlukla mücadele
ettiği zamandır. Bu dönemde her ailenin ihtiyaçları kendine yeter. (Özturan, 2009a:
217)
Gış gış gerek, yaz yaz gerek: Kış kış gibi olmaz, soğuk ve yağışlı geçmezse
dünya yaza iyi hazırlanamaz. Toprak suya doymadan yaza çıkar, bitkiler çok su ister. Su
kaynakları iyi beslenmediği için kaynaklar zayıf olur, hatta kurur ve sulama işleri
yapılamaz. Yaz da sıcak olmaz ise mahsuller yetişip olgunlaşamaz ve yeterli ürün elde
edilemez. Sonuç olarak kıtlık ve sıkıntı olur. (Özalp, 2008: 399; Özalp, 2008: 435)
Gış gözü garanlık: Kış; zorluklarla, imkansızlıklarla doludur. (Özturan, 2014:
149)
Gış gününde av avlanmaz, yaz gününde at bağlanmaz: Her şey mevsiminde olur.
(Temiz, 2005: 99)
Gış havada gışlamaz: Kış, er geç mutlaka gelir. (Özturan, 2014: 149)
Gış zengin harcı: Kış şartları fakirler için zordur. (Özturan, 2014: 149)
Gışın yaşa, yazın daşa oturma: Yapılmaması gereken zamanlarda yanlış iş
yapma, zararı dokunur. (Dalkıran, 2005: 52)
308
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gışlakçı ev, oynaş namus b..lar: Kiracı evi kirletir, malzemeleri kırar, evi kötü
kullanır. Oynaş yani gayr-i meşru dost, sevgili ise namusu kirletir ki bir daha
temizlenemez. (Özalp, 2008: 261)
Gıtlık gırk gün, [ona da gözün alışır]: Kırk günde insan yokluğa da alışır.
(Özturan, 2009a: 217; Özturan, 2014: 149)
Gıtlıkta sokulan sokum unutulmaz: Dar günde yapılan iyilik unutulmaz. Bkz:
“Darlıkta verilen lokma unutulmaz” (Özturan, 2009a: 217)
Gıyıp yemediğin malın hesabı, şeytan elinde: Sen yemezsen elin adamı yer.
(Çınkır, 2016: 706)
Gız anadan beller sofra açmayı/düzmeyi/yazmayı, oğlan/döl babadan beller
sokak gezmeyi: Bkz: “Oğlan/evlat babadan beller/öğrenir sufra düzmeyi/yazmayı, gız
anadan beller gomşu/oba/sokak/gezme gezmeyi” (ATKVE, 2011: 136; Çoğalan, 1982:
115; Dalkıran, 2005: 44; Körük, 2005: 31; MİY, 1967: 194; Okumuş, 2006: 157;
Özturan, 2009a: 217; Yakar, 1997: 60; Şen, 2006: 107; Şen, 2006: 116)
Gız beşikte, cehiz sandıkta: Bir işin zamanı gelince hazırlığa başlamak gerekir.
(Kapanoğlu, 2009: 91)
Gız boğazı, gısrak boğazı: Eskiden, erken uyanıp erkeklerle ilgilenmesin diye
kızları iyi beslemezlerdi. Bu yüzden olsa gerek, kızlar da gizli-açık ne bulurlarsa
yerlerdi. Bundan dolayı, kızların kısraklar kadar çok yediği ima edilir. (Özalp, 2008:
262; Özturan, 2009a: 217)
Gız çocuğu yedi gün yermezlerse yerini alır: Ne kadar istenmese de kız çocuğu
yedi gün içinde kendini sevdirir, yerini sağlamlaştırır. (Özturan, 2014: 150)
Gız evi, naz evi: Halk arasında öteden beri gelen bir âdettir. Kız evi usul gereği
naz evi olur. (Dalkıran, 2005: 44)
Gız gısmı çamura benzer, attığın yere yapışır: Eskiden kız çocuklar gittiği ailede
kalır, oranın bir üyesi olurdu. Şimdi öyle değil tabi. (Özturan, 2009a: 217)
Gız gısmı gelin olmayı bir şey sanır, ilk gecesinde usanır: Kızlar evliliği
gözlerinde çok büyütürler. Gerdek gecesi de usanırlar. (Dalkıran, 2005: 45)
Gız halaya/bibiye, oğlan dayıya çeker: Bkz: “Er dayıya, gız bibiye çeker/benzer”
(Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 217)
Gız ile altın gizli gerek: Bazı şeylerin gizli kalması daha hayırlıdır. Kız
namustur, ulu orta meydana çıkarılmaz. Altın da değerli bir şeydir, gizli kalması
gerekir. (Karalar, 1998: 34)
Gız kısmını ölürse yer beğensin, galırsa el beğensin: Kız kısmı pek de önemli
değildir. Ölürse toprağın altına gider, kalırsa başka kapıya gelin gider. (Dalkıran, 2005:
44)
Gız yükü, duz yükü: Kıza hamile kadının yükü fazla olur. Kız hamileliği, anneye
ağır gelir. (Özturan, 2014: 150)
Gız, anasının bahtına: Kızın bahtı, anasının bahtıdır. (Özturan, 2014: 149)
Gızamık çıkmadan çocuk senin sayılmaz: Kızamık hastalığı geçmeden çocuklar
sağlığına kavuşamaz. (Özturan, 2009a: 217)
Gızı gardaşlı yerden, tarlayı daşlı yerden al: Taşlı yerdeki tarla ve kardeşli kız
değerli olur. (Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 157)
Gızı gız iken görme, gelin iken gör; gelin iken görme, [eşik dibinde gör; eşik
dibinde de görme], beşiğin ardında/dibinde gör: Kızların en güzel çağları evlenmeden
önceki halleridir. Evlendikten sonra eski güzellikleri kaybolur. Her çocuk
doğurmasından sonra bozulurlar. (Dalkıran, 2005: 45; Özturan, 2009a: 217; Sultan
Kamalak)
Gızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya: Kızın daha
doğrusu gençlerin tercihleri genellikle zevkten, eğlenceden yanadır. Bu yüzden,
büyükler gençleri iyiliklere, faydalı şeylere, zamanı iyi değerlendirmeye
yönlendirmelidir (Alparslan-Özturan, 2010: 74; Dalkıran, 2005: 44; Kozan, 2007: 218;
Özalp, 2008: 399; Özturan, 2009a: 217)
Gızı olana gırmızı [boncuk] haramdır: Kızı olanın sorunları da olur. Kız çocuğu
olan hal ve hareketlerinde dikkatli olmalı. (Arslan, 2011: 346; Özturan, 2009a: 217)
Gızı ya yanağının alı ya babasının malı sattırır: Kızlar iki şekilde alımlı olur, ya
güzel olmalı ya da babası zengin olmalı. (Dalkıran, 2005: 44)
309
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gızım sana mı inanim, gözüm sana mı inanim?: Kızım sen öyle diyorsun, ama
ben öyle görmedim, daha farklı gördüm. (Özturan, 2014: 150)
Gızım sana söylüyorum, gelinim sen anla: Herhangi birine uyarı yapılmak
istendiğinde fark ettirmeden dolaylı olarak yapılmalıdır. (Gökçebey, 1999: 81; Kozan,
2007: 218; Özturan, 2009a: 217)
Gızımın saçını guru göreceğime, güvamın yüzünü ölü görim: Damadım erkeklik
yapsın da isterse kocam ölsün. (Özturan, 2014: 150)
Gızın gocaya gidesi olursa gapları birbirine çalar: Evlenmek isteyen kız,
durumunu belli eder. (Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 157)
Gızını dövmeyen dizini döver, [oğlunu dövmeyen bağrını/özünü döver]:
Çocuklarına zamanında iyi eğitim vermeyen aileler sonraları bu durumun cezasını
kendileri çeker. (ATKVE, 2011: 136; Alparslan-Özturan, 2010: 52; Dalkıran, 2005: 44;
Gökçebey, 1999: 81; Okumuş, 2006: 157; Özturan, 2009a: 217)
Gızlar gelir, iş artırır; garılar gelir, gov artırır: Gençler iş görürler, iş bitirirler.
Yaşlılar da oturup dedikodu yaparlar. (Özalp, 2008: 399)
Gızlara goca gerek, o da zamanında gerek: Kız namustur, vakti geldiğinde
iffetiyle evlendirilmesi gerekir, ancak zamanında evlendirilmesi gerekir. Yoksa evde
kalabilir. (Adem Pırnaz)
Gideceğin Antep, yiyeceğin bekmez: Eski Antep’e gidersen pekmezden başka
yiyecek bulamazdın. (Özturan, 2014: 143)
Gideceğin Yemen, yiyeceğin güman: Yemen’de yiyeceğin tek şey gümandır.
(Polat, 2016: 50)
Gidip de gelmemek, gelip de görmemek var: Uzun bir ayrılığa çıkan kimse
gittiği yerde ölebilir. Geldiği zaman da çok sevdiği kişileri görmeyebilir. (Özturan,
2009a: 216)
Gişi gazançlı olursa avrat düzençli olur: Erkek iyi para kazanırsa kadın da
işlerinde düzenli olur. (Özturan, 2009a: 217)
Gişinin ayıbını bir avuç toprak örter: Bkz: “Doktorun hatasını toprak örter”
(ATKVE, 2011: 136)
Gişinin dırnağını uzatmayacaksın: Kocayı servet sahibi yapmayacaksın,
servetini harcatacaksın. Yoksa ikinciye evlenir. (Özturan, 2014: 151)
Gişinin iki gaşığı varsa birini gırıcın: Bkz: “Gişinin dırnağını uzatmayacaksın”
(Özturan, 2014: 151)
Gişinin kendine ettiğini kimse etmez: İnsan bazen kendine farkında olmadan
öyle büyük bir hata yapar ki düşmanı bile bu kadar büyük hata yapamayabilir.
(ATKVE, 2011: 136)
Gitme cahil ile yola, başına olur bela: Cahil insan, farkında olmadan her türlü
bela açabilir insana. Böylelerinden uzak olmak lazım. (Okumuş, 2006: 155)
Gizli zina yapan aşikar doğurur: Gizli hamile kalan açıkta doğurur. Gizli ilişki
kurup gebe kalan, doğumu açıktan yapar, gizleyemez. Gizlice işlenen suçlar, bir gün
açığa çıkar. (Özturan, 2009a: 217)
Goca öküze gart büvelek: Her şey dengi dengine. (Özturan, 2014: 151)
Goca öküzün gılbası (kıblesi) olmaz: Yaşlanmış insanın aklı sağlıklı olmaz.
(Özturan, 2014: 151)
Gocam var diye güvenme, başın yastığa düşmeyince: Kocanın değeri, kadın
yatağa düşünce belli olur. (Deniz, 2015: 46)
Gocamış/yaşamış eşşekte, yıllanmış akıl olur: Yaşlı, tecrübeli de olsa akılsız
kişinin fikri olmaz. (KA, 2017a: 390; Özturan, 2009a: 217)
Goça boynuzu yük değil: İnsana çoluğu çocuğu, ailesi, sevdikleri kendine yük,
ağırlık olmaz. Çünkü onlar kendisinin tabii parçalarıdır, onları seve seve taşır. (Özalp,
2008: 399; Şirikçi, 2006: 77)
Goğulama gomşunu ya gapıda ya bacada: Komşunun dedikodusunu yapma,
anında senin de başına gelir. (Gökçebey, 1999: 83)
Gol gırılır yen içinde, [baş yarılır fes içinde]: Yakın çevrede olan olaylar,
tatsızlıklar dışarıya sızdırılmaz. Aile ve çevre içinde sır olarak saklanır. Aile sırları asla
dışarıya taşınmaz, yabancılara söylenmez. (ATKVE, 2011: 136; Özalp, 2008: 399)
310
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gomşu boncuğunu çalan gece dakınır: Komşu ile her an yüz yüze
olunduğundan, ondan kolay kolay bir şey gizlenemez. Sakın ondan bir şey çalayım
deme, çalarsan ancak gece yahut onun bulunmadığı yerlerde kullanabilirsin. (Özalp,
2008: 399)
Gomşu gomşunun hambalıdır: Komşular her zaman birbirine muhtaçtır. Her
zaman birbirlerinin ihtiyaçlarını, sıkıntılarını gidermekle sorumludur. Kişi istese de
istemese de komşunun başına gelen şeyden etkilenir. (Elife Akkurt)
Gomşuda bişer, bize de düşer: Yakınlarımızın güzel şeylere kavuşması bizim de
güzel şeylere kavuşmamıza sebep olur. (Özturan, 2009a: 217)
Gomşudan gız alma ev ıssız galır, gomşudan tavuk alma pin ıssız galır:
Yakından aldığın gelin ikide bir baba evine gider, ev boş kalır. Yine yakından aldığın
tavuk her gün alıştığı eski pinine gider. (Dalkıran, 2005: 46; Özturan, 2009a: 217)
Gomşun kör ise gırptır, topal ise yektir: İnsan, çevresine uyum sağlamalı ve
etrafındakilere göre hareketlerine yön vermelidir. (KA, 2017a: 390)
Gomşun kötü göç gurtul, [gişin kötü geç gurtul]: Kötü komşu insanı huzursuz
eder. Kötü koca da karıyı huzursuz eder. Bu durumda bazı önlemler almak gerekir.
(Alparslan-Özturan, 2010: 65; Özturan, 2009a: 217)
Gomşuna iki iste ki sana bir versin: Komşunu kıskanma, onun iyiliğini iste.
Komşunun iyiliği için Allah'a dua et ki Allah sana da versin. (Özalp, 2008: 400)
Gomşunu aşına, gişini işine alıştırma: Komşu sürekli yemek ister, koca da
sürekli hanım çalışsın ister. (A. Kurt, 2017: 12)
[Gomşunun avradı gomşuya gız görünür], gomşunun tavuğu gomşuya gaz
görünür: Komşu, komşunun en yakınında bulunur. Birbirlerinin her şeylerini bilirler.
Birinin durumunun biraz iyi olması diğerini rahatsız eder ve aralarında kıskançlıklar
doğar. Birbirlerinin azını çok görürler. (Dalkıran, 2005: 47; Özalp, 2008: 400; Özturan,
2009a: 217)
Gomşunun çatısındaki buza değil, eşiğindeki çamuruna bak: Komşunun dışına
değil içine bak. (Körük, 2005: 30)
Gomşunun gözü körüse gırdır, topalısa yekdir: (Özturan, 2009a: 217)
Gomşunun ürüşü, gelinin işi sevdirir: Komşunun güzel güzel konuşmaları,
gelinin de işi insanı sevdirir. (Özturan, 2009a: 217)
Gork Allah’tan gorkmayandan: Allah’tan korkmayandan her çeşit kötülük gelir.
Böylelerinden sakın. Çünkü böyleleri kötülük ve zulüm yapmaktan, hatta namusa
tasalluttan bile çekinmezler. (ATKVE, 2011: 136; Dalkıran, 2005: 51; Özalp, 2008:
400; Özturan, 2009a: 217; Şen, 2006: 107)
Gork aprilin/nisanın beşinden, öküzü ayırır eşinden: April'in beşi, normal kış
aylarının dışında ve mahalli bir olay üzerine isimlendirilmiş, beş gün süren bir soğuk
dalgasıdır. Bazı yıllar, çok şiddetli soğuk olur ve canlıların ölümüne bile yol açar.
(Okumuş, 2006: 157; Özalp, 2008: 400)
Gork kelden, körden ille de topaldan: Toplum nazarında kel, kör ve topal kişiler
tehlikeli kişilerdir. (Şahiner, 2017: 35)
Gorkak tacir, ne kâr eder ne zarar: Ticarette hesaplı, planlı ama aynı zamanda
cesaretli yani müteşebbis ve atak olunmalıdır. Aksi halde ne büyük ne de küçük olunur.
Yerinde sayılır. (Özalp, 2008: 400)
Gorkak, tehlike olmadığı zaman yumruğunu sallar: Korkak insan, kimse yokken
yiğitlik taslar. (Şen, 2006: 108)
Gorku, dağları bekler: 1. Zulüm ve işkence görmek istemeyen insan dağlara
kaçar. 2. Korku insanı frenletir. (Özturan, 2009a: 217)
Gorkulu düş görmektense uyanık dur: Bkz: “Gorkulu düş/rüya görmektense
uyanık yatmak iyidir/evladır” (Özturan, 2009a: 217)
Gorkulu düş/rüya görmektense uyanık yatmak iyidir/evladır: Korku içinde
uyursam başıma neler gelir diye düşünerek uyuyunca kabuslar görmektense uyumamak,
uykusuzluğun zorluğunu çekmek daha iyidir. Tedbirsizlik ve tembellik edip geleceği
endişe ile beklemekten uyanık, tedbirli olmak ve birtakım zorluklara katlanmak daha
iyidir. (ATKVE, 2011: 136; Özalp, 2008: 400)
Govcu guvalak, b..tan yuvarlak: Laf taşıyıcılık, dedikoduculuk, arabozuculuk
kötüdür. (Özalp, 2008: 263)
311
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Goy beni yılan yesin, gıymetimi bilen yesin: İnsanın değerini bilmeyen büyük
hataya düşer. Değer bilen kişi yılan kadar kötü de olsa kıymet bilmeyenlerden daha
iyidir. (Kuyumcu, 1995: 34)
Goy suyu goy bulguru, gör hayır bereket nerde: Malzemeleri artırırsan bereket
kendiliğinden gelir. (Özturan, 2014: 152)
Goyma su ile değirmen dönmez: İş yapacak olanda gerekli alt yapı olmadıkça
şunun bunun yardımıyla iş yapamaz. (Kuyumcu, 1995: 34)
Goymayla guyu dolmaz: Bkz: “Goyma su ile değirmen dönmez” (Polat, 2016:
21)
Goyun ölür de guzu ölmez mi?: Ölüm herkes içindir. (Özturan, 2014: 152)
Goyunu güden gurdu görür: Bir işin sorumluluğunu üzerine alan kimse, gelecek
zarara karşı önlemini alır, ihtiyatlı davranır. (Karalar, 1998: 34)
Goyunu köpeğe teslim eden, kebabı ele yedirir: Bir işi o işe en büyük zarar
verebilecek olana verirsen faydasını da başkasına teslim etmiş olursun. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Goyunun guyruğu kendine yük olmaz: Birbirinden fayda görenler birbirine yük
olmaz. (ATKVE, 2011: 136)
Goyunun olmadığı yerde, geçiye Abdırahman Çelebi derler: Adam gibi
adamların olmadığı yerde, adam olmadığı halde adam gibi görünenlere değer verilir,
hürmet edilir. (Özalp, 2008: 400)
Goz olur da govugsuz olur mu?: Cevizin olduğu yerde çürük de olur. Hatasız
insan olmaz, iyi bir toplulukta kötüler de olur. (Özalp, 2008: 400; Özturan, 2009a: 217)
Göç geri dönerse topal eşşek kervanbaşı olur/öne düşer: İş tersine dönerse işe
yaramayan işe yarar hale gelir. (Çınkır, 2016: 400; Okumuş, 2006: 155)
Göç giderken düzülür: Hayatta her şey muntazam olmaz. İnsanın eksikleri
zaman içerisinde tamamlanır. (Özturan, 2009a: 217)
Göç oldu, kemer galdı; at öldü, semer galdı: Eski dirlik düzen bozuldu, geride
yıkıntı döküntü diyecek hal kaldı. (Gökçebey, 1999: 83; Horasan, 1992: 208; Şen, 2006:
105)
Gökten ne yağdı da yer onu gabul etmedi: Yukarıdan aşağı ne iner ne gelirse ne
ikram edilirse aşağı onu kabullenir. Küçükler büyüklerden geleni; alt makamlar, üst
makamlardan geleni kabullenir. Kaderde olup kazaya dönüşmüş olan her şey kabul
edilir. Kahrı çekilir. (Özalp, 2008: 400; Özturan, 2009a: 217; Özturan, 2014: 156)
Göl yerinde su eksik olmaz: Zengin evlerinde her zaman her şey bulunur.
(Özturan, 2009a: 217; Yusuf Kamalak)
Gölgesiz ağacın meyvesi de gerekmez: Faydası olmayan insanın diğer vasıfları
da gerekmez. (ATKVE, 2011: 136)
Gön yuka/ince yerden delinir: Her şey en zayıf yerinden eskir, yırtılır. Ağaç en
ince yerinden kırılır. Kumaşlar en ince, zayıf yerlerinden eskir. (Çınkır, 2016: 516;
Özalp, 2008: 400; Özturan, 2009a: 217; Şen, 2006: 105)
Gönül düştü bir b..a, o da mis gibi koka: Gönül aşk ateşiyle kötüyü de iyiye
çevirir. (Özturan, 2009a: 217)
Gönül gocamaz: İnsanın bedeni yaşlanır, ama gönlü hep genç kalır. (Özalp,
2008: 400)
Gönül kârda gezer: İnsanlar kar etmeyi kazanç sağlamayı sever. (Özturan,
2009a: 218)
Gönül kimi severse güzel odur: Herkesin güzellik anlayışı başkadır. Herkesin
güzeli kendi gönlüne göredir. Birine çirkin görünen diğerine güzel görünür. (Özalp,
2008: 400; Özturan, 2009a: 218)
Gönül umduğuna küser: İnsan sevdiği, sevgi beklediği, yakınlık duyduğu
kimselere küser. (Özalp, 2008: 400)
Gönül ummadığı yere küser: İnsan hiç beklenmeyecek bir şeye küser. (Özturan,
2009a: 218; Şen, 2006: 105)
Gönül verme güzele, vazgeçmesi güç olur: Gönül muhabbeti insanı yıpratır.
Birine gönlünü kaptırırsan kolay kolay vazgeçemezsin. (ATKVE, 2011: 136)
312
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
313
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gurbete giden gızın gaşı gözü gara gerek: Ele yapılan işin çok güzel, düzgün ve
mükemmel âdeta kusursuz olması gerekir. (Özalp, 2008: 270)
Gurbette daşa yaslanmayan, evdeki halının gıymetini bilmez: Rahatın değerini
bilmek için rahatsızlığı tatmak gerekir. (ATKVE, 2011: 136)
Gurcalama sivilceyi çıban edersin: Küçük bir meseleyi deşme, daha büyük
sıkıntı meydana getirir. (Şen, 2006: 107)
Gurda “boynun niye galın” demişler, “kendi işimi kendim görrüm” demiş: İşini
başkasına güvenmeyerek kendisi gören rahat eder. (Özturan, 2009a: 218)
Gurdun adı yese de yavuz yemese de: Adın bir kere kötüye çıktıysa bir işi
yapsan da senden bilirler yapmasan da. (Elife Akkurt)
Gurdun bulduğu guşunan, guşun bulduğu çalı başında: Ananın, babanın, aile
büyüklerinin kazançları çocukları içindir. Onlara yedirir içirirler, miraslarını da onlara
bırakırlar. Ama çocuklar çalışıp kazanmaya başladıklarında kazançlarını kendilerine
saklarlar. Burada kurt anayı, babayı kuş da çocukları işaret etmektedir. Ayrıca cömert,
hayırsever insanlar varlıklarını herkesle paylaşırlar, ama cimriler, kötüler kendi
kazançlarını yalnız yedikleri gibi başkalarının kazançlarına da ortak olmaya çalışırlar.
(Özalp, 2008: 401-402)
Gurdun kısmeti itin g..ünden çıkar: İnsan ummadığı zamanda nimete kavuşur.
(Çınkır, 2016: 649)
Gurkun cücüğü güzün sayılır: İşi sonuçlandır da başarını o zaman görelim.
(Çoğalan, 1982: 114; Dalkıran, 2005: 49; Gökhan-Koç, 2009: 312; Kozan, 2007: 218;
Körük, 2005: 31; Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995: 29; MİY, 1967: 194; Özturan,
2009a: 218; Özturan, 2009b: 195; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
Gursak gavurgasını ister: Herkes kendi dengini ister, hak eden hakkını alır.
(Çınkır, 2016: 456)
Gurt buhranlı havayı sever: Kendi işi için fırsat kollayan kimse, işi için en uygun
zamanı bekler. (Körük, 2005: 31; Özturan, 2009a: 218)
Gurt eniği gurt olur: İnsan nasılsa yavrusu da öyle olur. (Çınkır, 2016: 736)
Gurt gocayınca köpeğin maskarası olur: Kurt tabiatlılar, yiğitler, köpek
karakterlileri yıldıranlar yaşlanıp gücünü kaybedince köpek tabiatlılar fırsat bulup
onlarla oynamaya, dalga geçmeye başlarlar. (Özalp, 2008: 401; Özturan, 2009a: 218;
Şen, 2006: 108)
Gurt gomşusunu yemez: İnsanlar komşusuna kem gözle bakmaz. (Alparslan-
Özturan, 2010: 64; Özturan, 2009a: 218)
Gurt ile köpek dost ise mutlak biri haindir: Değerli insan ile değersiz insan bir
arada olmaz. Eğer olursa birinde hainlik vardır. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Gurt ulusundan gördüğünü işler: Çocuklar, gençler, cahiller analarını, babalarını,
hocalarını örnek alırlar. Onlardan gördüklerini yaparlar. Onun için bu kimseler hep iyi
örnek olmak zorundadır. (Özalp, 2008: 401; Özturan, 2009a: 218)
Gurt, yediği yeri günde yedi defa yoklarmış: Kişi menfaat gördüğü yere sürekli
gider. (Göçer, 2010: 46)
Gurtla goyun, silahla oyun olmaz: Saldırgan ile güçsüzün, zarar veren ile zarar
görenin birlikte olduğu yerde tehlike vardır. (Okumuş, 2006: 158)
Gurtlar birbirine düşünce çakala gün doğar: İyi insanlar anlaşmazlığa düşünce
kötü fıtratlı olana fırsat doğar. (Gökçebey, 1999: 81)
Gurtlu paklanın kör alıcısı olur: Ne kadar kötü olursa olsun, her malın bir
müşterisi, her kadının bir alıcısı olur. (Özalp, 2008: 401)
Guru guru gadanı alim, tahır tahır yoluna ölim: Kendi yükümlülüğüne uymayıp
bol vaatlerde bulunmamak gerek. Kuru kuru seversem, takır takır da yoluna ölmüş
olurum. (Çınkır, 2016: 534; Dalkıran, 2005: 47; KATEDEG, 2012: 70; Özalp, 2008:
270;Şen, 2006: 105)
Gurunun yanında yaş da yanar: Suçlunun yanında suçu olmayan da ceza görür.
(Özturan, 2009a: 218)
Gusursuz dost arayan dostsuz galır: Kusursuz insan yaratılmamıştır. Dostlarımızı
da insanların arasından seçeceğimize göre kusursuz dost arayacak olursak dost
bulamayız. (Özalp, 2008: 402; Özturan, 2009a: 218)
314
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Guş darıya fırlar: İnsanlar sevdiği, menfaati olduğu şeyin etrafında dolanır.
(Dalkıran, 2005: 49; Özturan, 2009a: 218)
Guş ganadı kira istemez: Kişi kendi işi için harcayacağı çabadan dolayı
başkasından karşılık beklemez. (Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 158)
Guş menendiyle uçar: Herkes kendi dengiyle arkadaşlık kurar. Kendinden üstün,
zengin kimselerle arkadaşlık etmek isteyen onlara ayak uyduramaz, perişan ve rezil
olur. (Özalp, 2008: 402; Özturan, 2009a: 218)
Guş teneye dolanır: İnsanlar menfaatleri peşinde koşar. (Çınkır, 2016: 535;
Özalp, 2008: 270-271)
Guş var et yer, guş var et yedirir: Bazı insanlar var ki onları en ağır işlerde
kullanırız. Bazıları da var ki onlar bize iş yaptırır. (ATKVE, 2011: 136)
Guş var gurt yer, gurt var guş yer: Bkz: “Guş var et yer, guş var et yedirir”
(ATKVE, 2011: 137)
Guştan gorkan darı ekmez: Zarardan ve zarar verecek şeylerden korkan hiçbir iş
yapamaz. İş, ticaret yapan insanlar zararı, riski göze almalıdırlar. (Dalkıran, 2005: 50;
Özalp, 2008: 402; Özturan, 2009a: 218)
[Guşun] en sefili gallangıç (kırlangıç), onu da git Yemen’den sor: Kırlangıç gibi
sefil bir hayvanın Yemen’de karabiber tohumlarını yiyerek zarar verdiği gibi en sefil
insanın bile kötü huyu olabilir. (Çınkır, 2016: 386; Özturan, 2009a: 215; Özturan,
2009a: 218; Özturan, 2014: 130)
Guzguna yavrusu zümrüdüanka görünür: Kişi kendi yavrusunu çirkin de olsa
diğerlerinden üstün ve güzel görür. (Okumuş, 2006: 158; Özturan, 2009a: 218)
Guzlacı oğlak b..undan belli olur: İş yapacak insan, hal ve hareketlerinden belli
olur. (Özturan, 2009a: 218)
Guzulu goyun dışarı gitmez: Korunmaya muhtaç yavruları olan savunmasız
yerlere gitmez. (Gözükara-Özalp, 2011a: 309)
Güç olmasın da geç olsun: İşler sıkıntılı olmasın da isterse çok zaman sonra
olsun. (Özturan, 2009a: 218)
Güdüğüm güdüğüm, başında gitti püsküllü ediğim: Kızı büyütüyorum, ama
sonunda ayağına püsküllü ediği giyip gelin olup gidiyor. (Özturan, 2014: 166)
Güleğen olan vereğen olur: Kadınların özellikle yabancılara karşı gülmesi hoş
karşılanmaz. Yabancılara karşı gülen kadınlar, gide gide namuslarını da verebilirler.
(Özalp, 2008: 402)
Gülerek gelen puşttan, geç gelen gıştan gorkulur: Tehlikeli kimsenin güler yüzlü
olmasının altında bir sebep vardır, böylesi kişilere dikkat edilmelidir. Mevsiminden
sonra gelen kış da tehlikeli olur. (Karalar, 1998: 30)
Güllü dul var, küllü dul var: Varlıklı dul var, fakir dul var. Günü iyi geçen dul
var, kötü geçen dul var. (Çınkır, 2016: 541; Özturan, 2014: 166)
Gülün dalı/siyeci gülden yüce gerek: Evlilikte erkeğin kadından yaşça büyük
olması gerek. (Deniz, 2015: 40; Özturan, 2009a: 218; Özturan, 2014: 166)
Gün bugün, saat bu saat: Bu işin uygun olduğu saat bu saattir. Bu saat geçtikten
sonra değeri kalmaz. (Özturan, 2014: 167)
Gün doğmadan galk, gazanın altını yak: Erken kalkmak ve çalışmak faziletlidir.
Gün içerisinde yapılan rutin işler, erkence yapılmalıdır. (Akın, 2014: 39; ÖD,
29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Gün doğmadan neler doğar: İnsan ümitli olmalı. Ummadığı zamanlarda istediği
şeylere kavuşabilir. İstemediği şeylerle de karşı karşıya gelebilir. (Özturan, 2009a: 218)
Gün ola, harman ola: Her şeyin bir vakti vardır. Beklemek gerekir. (Özturan,
2009b: 208)
Gün olur aldırır, gün olur sattırır: Zaman olur, halin vaktin iyi, paran pulun çok
olur evine eşya, mülk, araba alırsın. Zaman olur, başına birtakım işler, felaketler gelir.
Paranı pulunu harcar bitirirsin. Yetmez mülkünü, arabanı, eşyalarını, hatta evini dahi
satmak zorunda kalırsın. (Özalp, 2008: 402)
Gündüz eser derinkuyu, gece yatar yüzükoyu: Bkz: “Kim eşer derin guyu, kendi
düşer yüzün guyu” (Akın, 2014: 41; Horasan, 1992: 207)
Güne göre hırka giymek gerek: Şartlara ve durumlara göre hareket etmek lazım.
(Karalar, 1998: 30)
315
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Güneş yeryüzüne düşmekle payimal olmaz: Zekatı verilen para veya iyilik yapan
kişi, bundan dolayı zarara uğramaz. (Şen, 2006: 105)
Gürültü istemeyen, bakırcı/demirci dükkanına girmez: Kafası dinlenmek isteyen,
rahat edilmeyecek yerde bulunmaz. (ATKVE, 2011: 136; Şen, 2006: 105)
Güvenme varlığa, düşersin darlığa: İnsan elindeki nimetleri her zaman
koruyamayabilir. Onun için tedbirli olmak lazım. (Dalkıran, 2005: 49; Dalkıran, 2005:
50; Özturan, 2009a: 218; Şen, 2006: 105)
Güz gelmeden yele gitme: Önümüzdeki günlerde gündem yaratacak bir konu
hakkında olayın sıcaklığına kendini kaptırarak erken konuşma. (Çınkır, 2016: 547;
Özturan, 2014: 168)
Güz güneşinde gızım, yaz güneşinde gelinim olsun: Durumumun iyi, rahatımın
güzel olduğu zamanlarda kızım, kötü olduğu zamanlarda ise gelinim olsun. (ATKVE,
2011: 135)
Güzel bürünür, çirkin görünür: İşler bazen mantıken tam tersi olacak şekilde
yürür. (Şen, 2006: 105)
Güzel göz için, akıllı gönül için: Fiziki güzelliği göz ile görebilirsin, ama akıllı
olan için gönül gözü lazım. (Şen, 2006: 105)
Güzel huylu olanın can verirler sözüne, çirkin huylu olanın kimse bakmaz
yüzüne: Huyu güzel olana saygı duyarlar. Kötü olanınsa yüzüne bile bakmazlar. (Şen,
2006: 105)
Güzel kızlar ya guyumcuya ya Almancıya gelin gider: Güzeller alımlı olur.
Talipleri de varlıklı insanlar olur. (Dalkıran, 2005: 44)
Güzele bak güzel olsun, [ayva ve gamzeli olsun, elma ye yanakları gırmızı
olsun]: Gebe kadına söylenen öğüt. (Akben, 2010: 442-443)
Güzele küpen yakışır, çirkine allar neylesin: Güzele her şey yakışır. Çirkine en
güzel şeyler bile fayda etmez. (Dalkıran, 2005: 47)
Güzelin ardına düşerler, çirkini çifte goşarlar: İyinin peşinden giderler, kötüyü
dikkate almazlar (ATKVE, 2011: 135)
Güzelin bahtı ayağının altında, çirkinin bahtı alnının çatında: Güzeller kadersiz
olur. (Özturan, 2009a: 217)
Güzelin kadrini ne bilir ahmak, mürüvvet değil mi yüzüne bakmak: Ahmak olan
güzelin değerini bilmez. (Şen, 2006: 105)
Güzelin uykudan galkışı, çirkinin hamamdan çıkışı: Güzelin uykudan kalkışı
bile diğerinin hamamdan çıkışına eşdeğerdir. (Dalkıran, 2005: 47; Özturan, 2009a: 217)
Güzellik on, dokuzu don: Giyim kıyafet güzellikte çok önemlidir. (ATKVE,
2011: 136; Alparslan-Özturan, 2010: 288; Özturan, 2009a: 217)
Ha anan ölmüş öksüzsün ha baban: Ana da baba da aile kurumu için çok
önemlidir. Anne de ölse baba da ölse acı büyük olacaktır. (Şen, 2006: 105)
Haber anlamazın arkasına teneke bağlamışlar, “bu gürültü nedir?” diye sormuş:
Duyarsız ve gamsız insan, kendi yaptığı bir işin bile farkında olmaz. (Okumuş, 2006:
155)
Haber anlamazın g..üne gazzık çakmışlar, “bu takırtı nerden geliyor” demiş:
Bkz: “Haber anlamazın arkasına teneke bağlamışlar, “bu gürültü nedir” diye sormuş:”
(Çınkır, 2016: 548; Özturan, 2014: 168-169)
Hacetin kötüsü olmaz: İş yapmaya yarayan alet -az da kullanılsa- zarar etmez.
Zamanı geldiğinde işe yarar. (Özalp, 2008: 403)
Hacı hacı olmaz gitmekle Mekke’ye, dede dede olmaz gitmekle tekkeye: Bir işi
biçimsel olarak yapmakla o iş tam anlamıyla yapılmış olmaz. (Şen, 2006: 105)
Hacı hacıyı bulur Mekke'de, derviş dervişi bulur tekkede: Her meşrep ve din
sahibi kendi meşrebinden, dininden olan kimseleri din ve meşreplerinin merkezi olan
yerde bulur. (Özalp, 2008: 403)
Hacı hacıyı Mekke’de, hoca hocayı tekkede, ib.. ib..yi dakikada bulur: Bkz:
“Hacı hacıyı bulur Mekke'de, derviş dervişi bulur tekkede” (Faruk Zülkadiroğlu)
Haddini bilmeyene, bildirirler: Çevresinde yetkili olmadığı konularda yüksekten
uçanlara gereken dersi verirler. (Şen, 2006: 106)
Hafif çalıyı yel alır, ağır çalı yerinde galır: Ağırbaşlı olmak, sözünü sohbetini,
davranışlarını bilmek gerek; aksi halde gözden düşersin. (Şen, 2006: 106)
316
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Hak değirmende olur: Hak ancak umuma ait yerlerde, işlerde, mallarda veya
sıralı, nöbetli işlerde olur. (ATKVE, 2011: 136; Özalp, 2008: 403)
Hak deyince akan sular durur: Hak deyince hak ortaya girince bütün ihtilaflar,
anlaşmazlıklar biter. (Özalp, 2008: 403; Özturan, 2009a: 218)
Hak yerini bulur: Hak yerde kalmaz, her hak er-geç sahibine döner, ulaşır.
(Özalp, 2008: 403)
Haklı haksızı Bağdat’tan çevirir: Hak eden hakkını mutlaka alır. (Şen, 2006:
106)
Hal halın yoldaşıdır: Aynı halde, aynı karakterde olanlar veya aynı sıkıntılara
düşenler birbirleriyle daha kolay kaynaşırlar. (Özalp, 2008: 403; Özturan, 2009a: 218;
Özturan, 2014: 169)
Halayıktan gadın olan gurnayı deler tasla, köleden müezzin olan minareyi deler
sesle: Bkz: “Sonradan müezzin olan minareyi yıkar sesinen, sonradan hatın olan çunuru
gırar tasınan” (Şen, 2006: 106)
Halçalı (kalçalı) avrat al ki, pençeli oğlan doğursun: Güçlü kuvvetli, geniş
kalçalı kadınlar, güçlü oğlanlar doğurur. Güçlü ortağın olsun, güçlü iş yaparsın. (Özalp,
2008: 403)
Halına göre Hasan Ağa olmalı: Herkes durumu ölçüsünde hareket etmelidir.
(Karalar, 1998: 30)
Halının tozu tükenir, delinin sözü tükenmez: Aklı olmayan patavatsızca konuşur.
Bir türlü susmak bilmez. (Faruk Zülkadiroğlu)
Hamama giden gurnaya, düğüne giden zurnaya âşık olur: Herkes, her şey
dengiyle muhatap olmak ister. (Şen, 2006: 106)
Hamama/deliğe giren porsuk/pezevenk terler/terlemeden çıkmaz: Bir işe giren,
evlenen kimse onun sıkıntılarına, getirdiği yüklere katlanır. (KA, 2017a: 389;
Kuyumcu, 1995: 30; Özalp, 2008: 403; Özturan, 2009a: 218; Şen, 2006: 106)
Hamarat gız mahallesinde galır: Bkz: “İyi gız elinden/köyünden çıkmaz” (ÖD,
29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Hambala “nerden gelirsin” demişler, “ilk defa candan” demiş: Hamallık yapmak
zor iştir. Sürekli sırtında yük taşımak gerekir. Dolayısıyla hamala nerden geliyorsun
diye sorulduğunda ilk defa candan geliyorum, der. (Şen, 2006: 106)
Hambala semeri yük gelmez: İnsan, kazanç elde ettiği şeylerden sıkılıp usanmaz.
(KA, 2017a: 389)
Hamur yoğurmadan, oğlan doğurmadan olur: Bir iş için gerekli alt yapı hazır
olursa sonuç alabilirsin. (Polat, 2016: 22)
Hancının gızinen yoldaki incir çabuk yeter/olgunlaşır: Kullanılmaya müsait
yerde olanlar, diğerlerine göre kendini belli eder. (Özturan, 2009a: 218; Şen, 2006: 105-
106)
Hangi daş gatıysa/büyükse başını/gafanı ona çal/vur: Borcunu ödemek
istemeyen, birilerine haksızlık yapan, zulmeden kimselerce alacaklıya, haksızlığa,
zulme uğrayan kimselere "Alacağını alabilmek, haksızlık ve zulümden kurtulabilmek
için kime, nereye gidersen git, benden hiçbir şey alamazsın!" anlamında söylenir.
"Derdini Marko Paşa'ya anlat!" gibi. (Özalp, 2008: 276; Özturan, 2014: 168)
Hanım gırarsa gaza, hizmetçi gırarsa ceza: Yüksek tabakadan biri bir suç işlese,
çeşidi tevil ve bahanelerle cezadan kurtarılır. Aynı suçu aşağı tabakadan biri işlediğinde
derhal cezalandırılır. (Özalp, 2008: 403)
Hanım o…ursa gaza, besleme o…ursa ceza: Bkz: “Hanım gırarsa gaza, hizmetçi
gırarsa ceza” (Faruk Zülkadiroğlu)
Hanımın hısımı gelince oklavalar tıkır tıkır, beyin/erkeğin hısımı gelince dişler
şıkır şıkır: Kadın, kendi akrabalarına güzel ikramlar yapar. Kocasının akrabaları gelince
de söylenmeye başlar. (Akın, 2014: 39; Gökçebey, 1999: 83; Horasan, 1992: 208;
KATEDEG, 2012: 44)
Hapşıra hapşıra can gelir, esneye esneye can gider: Kişi, hapşırdığı zaman daha
dinç olur. Esnediği zaman da uykusu gelir. (Şirikçi, 2006: 77)
Har sirke küpünü çatlatır: Öfkesine hakim olmayı bilmeyen insan, kendi kendine
zarar verir. (KA, 2017a: 389)
317
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Hayma sarartmaz, haraldan geniş olur: (Akın, 2014: 39; Horasan, 1992: 208)
Hazıra dağ dayanmaz: Hazırdan yemeye dağ kadar para olsa dayanmaz. Bir
yandan yerken bir yandan da kazanmak gerek. (Körük, 2005: 30; Kuyumcu, 1995: 32;
Özturan, 2009a: 218)
Hazırlıksız abdest bozmaya oturan, domalı domalı daş arar: Hazırlıksız,
hesapsız, kitapsız, plansız, programsız, düşünmeden ve bilgisizce acele iş yapmaya
kalkan kimse işi kötü, yanlış yapar ve berbat eder. Düzeltmek için de kötü ve yanlış
yollara sapar, el etek öpmek durumuna düşer ve şerefini, haysiyetini yitirir. Rezil rüsva
olur. (Özalp, 2008: 404)
Hekim hekim değil, başından geçen hekim: Bir meseleyi, olayı yaşayan daha iyi
bilir. (Özturan, 2009a: 218)
Hekimden sorma, çekenden sor: Hastalığı hekime değil, daha önce bu hastalığa
yakalanana sor. (Karalar, 1998: 30)
Helva helva demekle ağız şirin olmaz: Boş boş beklemekle nimet elde edilmez.
(Şirikçi, 2007: 81)
Hepsinin akıllısı beşikte başını sallar: (Şen, 2006: 106)
Her adama bir göz, bir anaya bir gız gerek: Herkese fayda sağlayacak olan
şeylerin bir tane de olsa olması lazım. (Dalkıran, 2005: 44)
Her ağlamanın gülmesi olur: İnsan, çok mutlu olduğu durumlardan sonra
üzüntülü bir durumla karşılaşır. (ATKVE, 2011: 136)
Her avradın adı bir, keviklikte/garanlıkta dadı bir: Kadınların hepsi kadın olup
verdikleri zevk birdir. Değişik kadın aramanın anlamı yoktur. (Çınkır, 2016: 87; Özalp,
2008: 279)
Her başın derdi vardır, değirmencininki galdı: Bkz: “Her gulun bir derdi var,
değirmencinin su derdi var” (ATKVE, 2011: 136)
Her buluttan yağmur yağmaz, her anadan oğlan doğmaz: Her yapılan işten aynı
sonuç alınmaz. Her anadan da oğlan doğmaz. (Dalkıran, 2005: 46)
Her daş baş yarmaz: Her kötü görünen insan kötülük yapmaz, zarar vermez.
(Özalp, 2008: 404)
Her daşı galdırma ya yılan ya çiyan çıkar: Bkz: “Elini her deliğe sokma ya yılan
çıkar ya akrep/çıyan” (Gökçebey, 1999: 82)
Her deliğe elini sokma, kiminden/ya yılan çıkar, kiminden/ya çıyan/arhap: Her
işe karışma, her yere girip çıkma, her sözün peşine takılma, sonra çeşit çeşit belalara
uğrarsın. Bkz: “Elini her deliğe sokma ya yılan çıkar ya akrep/çıyan” (Dalkıran, 2005:
49; Özalp, 2008: 404; Özturan, 2009a: 218; Şen, 2006: 106)
Her düğünün bir matemi olur: İnsanlar çok sevindiği zaman genellikle başlarına
belalar gelir. (Özturan, 2009a: 218)
Her düşmeye bir akıl, ne düşme biter ne akıl: İnsanlar düştükçe bir şeyler
öğrenir, ama ne düşme biter ne de öğrenecekleri. Düşe düşe yeni bilgiler, yeni
tecrübeler edinirler. Musibetler, nasihatlerden daha uyarıcı ve faydalı olur. (Özalp,
2008: 404)
Her evin/yerin bir soğan doğraması olur: Her ailenin, yörenin farklı bir yaşam
tarzı vardır. (KA, 2017a: 389-390)
Her gararan gış olmaz: Her sıkıntı, her kötü gün felaket getirmediği gibi her
hastalık, kaza da ölüm getirmez. Bunların arkasından iyilikler, aydınlıklar da gelebilir,
gelir. Her kötü görünenin kötü olması gerekmez. Kim bilir o kötü görüntülerin
arkasında ne iyilikler vardır. (Özalp, 2008: 404)
Her gördüğünü emmin sanma: Bkz: “Her sakallıya baba deme” (Özturan, 2014:
175)
Her gulun bir derdi var, [çeker gider kimse bilmez]: İnsanoğlunun mutlaka bir
derdi vardır. Başkaları bilmez dertlerini. (Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 155)
Her gulun/herkesin bir derdi var, değirmencinin su derdi var: Hayatta ne iş
yaparsan yap muhakkak sıkıntılı, riskli bir tarafı vardır. Sıkıntısız, risksiz iş olmaz.
Değirmencinin suyu akar, taşı döner. Ya suyu kesilirse? (Özalp, 2008: 404; Özturan,
2009a: 219; Özturan, 2014: 175)
Her gurt bir çalıya pisler: (Polat, 2016: 23)
319
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Her guşun eti yenmez: Bazı kişiler acımadan her işte çalıştırılır. Bazıları da var
ki iş yaptırmak bir yana sen onlara hizmet edersin. (Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a:
218)
Her gün atan okçu[dur]: Bir işi her zaman düzenli yapan kazançlıdır. İşinin
eridir. (Dalkıran, 2005: 48)
Her gün baklava börek yense bıkılır: Her zaman aynı iş yapılsa, aynı şey yense
insan bıkar. (ATKVE, 2011: 136)
Her gün eşşek ölmez, gırk köfte on para olmaz: Her zaman piyasaya değersiz
şeyler hakim olmaz, dolayısıyla da bolluk ve ucuzluk görülmez. (Özalp, 2008: 404)
Her güzelin bir huyu vardır: Hiçbir insan göründüğü gibi değildir. Herkesin
çeşitli acayiplikleri vardır, görmeyince bilinmez. (Özalp, 2008: 404)
Her horuz kendi küllüğünde/çöplüğünde/zibilliğinde öter: Herkes kendi evinde,
kendi mekânında, kendi iş ve sanatında söz sahibidir. Sahasının dışında konuşması, fikir
yürütmesi doğru olmaz. (Gökçebey, 1999: 81; Özalp, 2008: 404; Özturan, 2009a: 218)
Her işin başı sağlık: Sağlıksız hiçbir işin tadı olmaz. Hasta insan, ne işten ne
yemekten ne ibadetten hiçbir şeyden tat, zevk almaz. Her şeyin güzelliği, zevki
sağlıkladır. (Özalp, 2008: 405)
Her sakallıya baba deme: Her önüne gelene, her iyi görünene yaklaşma. Zarar
görebilirsin. İyi gördüğün insan, iyi görünmeyi menfaati gereği yapan ikiyüzlü, mürai
biri olabilir. (Özalp, 2008: 405)
Her şey gönlünce olmaz, gomşudan gelen öğün olmaz: Hayatta her şey insanın
istediği gibi olmayabilir. Komşunun yardımı da yeterli olmayabilir. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Her şey hesabınan, dut avuç avuç/pança pança: Her şeyin bir ölçü birimi vardır.
Dut da avuç avuç hesap edilir. (Çınkır, 2016: 862; Özturan, 2009a: 218)
Her şey sultan pazarında ucuz: Büyük pazarda ucuz olur her şey. (Özturan,
2009a: 218)
Her şeyin erkeği, lafın dişisi makbul: Sözün hoşa gideni güzel olur. (Özturan,
2009b: 27)
Her şeyin hazırı kibar: Hazır olan da iyidir. Zamandan tasarruf sağlar. (Özturan,
2009a: 218)
Her şeyin vakti var: Hayatta her şeyin bir zamanı vardır. Her şey zamanında
yapılmalıdır. (Özturan, 2009a: 218)
Her şeyin yenisi, dostun eskisi makbuldür: Eski dost değerli olur. Diğer şeylerin
ise yeni olanı iyi olur. (ATKVE, 2011: 136)
Her tarlada bir tahıl, her gafada bir akıl [vardır]: Herkesin kendine göre bir
düşüncesi vardır, her insanın düşüncesi farklı farklıdır. (KA, 2017a: 390; Özturan,
2009a: 218)
[Her yazın bir gışı], her inişin bir yokuşu var: Bkz: “Her yokuşun bir inişi, her
inişin bir yokuşu vardır” (Dalkıran, 2005: 48; Özturan, 2009a: 218)
Her yerde hokka dört yüz dirhem: Ölçüler her yerde aynıdır. Ülkelere, şehirlere
göre değişmez. (Özalp, 2008: 405)
Her yokuşun bir inişi, her inişin bir yokuşu vardır: Hayat imtihanlarla doludur ve
dümdüz değildir. Bir iner, bir çıkar. İnsanoğlu bu iniş-çıkışlara tabidir. Bir hasta
olursunuz, bir sağlam; bir zengin olursunuz, bir fakir; bir itibarlı olursunuz, bir hakir;
bir düşersiniz, bir kalkarsınız. Her yükselmenin bir düşmesi, her düşmenin bir
kalkması/yükselmesi vardır. (Özalp, 2008: 405)
Her zaman geçi gelmez, bazen da geçe gelir: Her insan, hayatında beklentiler
içinde olabilir. Ancak bu beklentiler her zaman gerçekleşmeyebilir. Bir insan, işyerine
gider, kazanç için müşteri bekler. Akşam olur ama beklediği müşteri gelmez.
(Kuyumcu, 1995: 30)
Her zamanın bir padişahı olur: Her dönemde ülkelere, milletlere, devletlere ve
toplumlara hükmeden birileri bulunur. İdarecisiz ülke, toplum ve millet olamaz.
İdareciler de içinden çıktıkları topluma ve yaşadıkları zamana uygun olurlar. (Özalp,
2008: 405)
Herif avradın sağını sever: Erkek kadının sağlıklı, gayretli, çalışkan olanını
sever. (Özturan, 2009a: 219)
320
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Herif dediğin avradını bir bakan başına taç eder, bir bakan g..üne tokaç eder:
Erkekler, hareketleriyle kadınları yüceltir de alçaltır da. (Özturan, 2009a: 219)
Herkes aklını beğenir: Her insan kendisini başkasından akıllı kabul eder ve kendi
aklını beğenir. Aklının yattığı işi yapar, başkasını dinlemez. (Özalp, 2008: 405)
Herkes anamı soruyor, babamı soran hiç yok: Herkes çıkarına uygun araştırma
yapar, karşıdakinin çıkarını düşünen yok. (Özturan, 2014: 175)
Herkes çiğner sakızı, Kürt gızı getirir dadını: Kürt kızı yapılan işi daha iyi yapar.
(Okumuş, 2006: 155)
Herkes gaşık yapar, ama sapını ortaya getiremez: Her insan iş yapar, ama dört
dörtlük yapamaz. (ATKVE, 2011: 136)
Herkes gediğinde sağ olsun: Eş, dost, akraba herkes bulunduğu yerde sağ olsun,
rahat olsun. (Özalp, 2008: 279-280; Adem Pırnaz)
Herkes gidişen (kaşınan) yerini gaşır: Söylenen sözü üzerine alan kişi gocunur.
(Çınkır, 2016: 586; Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006: 106)
Herkes güttüğü domuzun huyunu bilir: Her insan, yaptığı işin inceliklerini,
zorluklarını bilir. (Faruk Zülkadiroğlu)
Herkes kendi ölüsüne ağlar: İnsanlar ancak kendilerinin veya yakınlarının
menfaatleri doğrultusunda hareket ederler. Yine ancak kendilerinin ve yakınlarının
acılarından etkilenirler. (Özalp, 2008: 280)
Herkes soyunun hükmünü işler: Her insan, büyüklerinden öğrendiğini uygular.
(Özturan, 2009a: 219)
Herkese yorulduğu yerde han yapmazlar: Herkesin istediği gibi iş olmaz.
(ATKVE, 2011: 136)
Herkesin gazanı örtük gaynar: Herkes yaptığı işi gizli kapaklı yapar. (ATKVE,
2011: 136)
Herkesin geçtiği köprüden geç: Herkes hayatı nasıl yaşıyorsa sen de öyle yap.
Aynı yoldan köprüden geç. (Özturan, 2014: 175)
Hesapsız gasap, ya bıçak gırar ya masat: Bkz: “İşini bilmeyen gasap, g..üne
gider masat” (ATKVE, 2011: 136; Şen, 2006: 106)
Heylece çocuk, öylece büyük/gocacık: İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de
odur. (Çınkır, 2016: 588; Dalkıran, 2005: 45; Özturan, 2014: 176)
Hıdırellez’e gadar bir tutam, Hıdırellez’den sonra tutam tutam: Hıdırellez’e
kadar malını idareli kullan, Hıdırellez’den sonra bolluk bereket olur. (Şen, 2006: 106)
Hınçaran itin üstüne varılmaz: Dişini gösteren, kafa tutan, karşı koyan
insanlardan çekinilir, uzak durulur. (Özalp, 2008: 405)
Hırlayan itten değil, gıvranan itten gork: Sağa sola bağırıp çağıran, sesini
yükseltenden değil; acısı, yarası olandan kork. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Hırsız evde ise bulması zor olur: Ev içindeki hırsızlığa çözüm bulmak güçtür.
Evin içindeki hırsız, yapacağı işin ustalığını iyi öğrenir. (ATKVE, 2011: 136; Çoğalan,
1982: 114-115; MİY, 1967: 194; Özturan, 2009a: 219; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997:
60)
Hırsıza “yemin et” demişler, eve müjdeci göndermiş: Hırsız için yeminin bir
önemi, değeri yoktur. Çünkü yalan yere yemin etmekle hırsızlık arasında fark
bulunmamaktadır. İkisi de bir hakkı ortadan kaldırmak için yapılır. Onun için hırsıza
yemin teklif etmek, kurtulduğunu müjdelemektir. (Özalp, 2008: 405)
Hırsıza beylerin de borcu var: Hırsız için bey, paşa, padişah fark etmez. Nerede
ve kimde bulursa çalar. Hiç kimsenin mevkiine, makamına bakmaz. Hiç kimsenin
hatırına itibar etmez. (Göçer, 2007: 99; Özalp, 2008: 405; Özturan, 2014: 62)
Hırsızın aklına iş düşürme: Bir işi yapmaya hevesli olanın aklına iş düşürme.
(Okumuş, 2006: 155)
Hırsızlık bir ekmekten, o…..luk bir öpmekten: Hırsızlık da, o…..luk da çok
küçük yanlışlarla başlar. Yanlışlar büyüdükçe de sonuca ulaşılır. Ne hırsızlık, o…..luk,
ne de diğer kötülüklerin hiçbiri yaratılışın icabı değildir. Bunların hepsi sonradan
edinilen alışkanlıklardır. (Özalp, 2008: 405)
321
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
323
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
İki gardaşın arasına aslan bile giremez: Kardeşlerin, ailenin, dostların kimse
giremez. Aile mahremiyet esasına göre yaşadığı için yabancılar oraya rastgele giremez.
(Özalp, 2008: 408)
İki garpuz bir goltukta olmaz: İki büyük iş, aynı anda yapılamaz. (Kozan, 2007:
218)
İki gaynar bir caşar, güzelin aşı tez bişer: Güzel kadınların işler rast gider.
(Özturan, 2009a: 219)
İki gılıç bir gına girmez: Bkz: “İki garpuz bir goltukta olmaz” (Özturan, 2009a:
219)
İki göç, bir bozgun yerini tutar: İnsan hayatında iki kez bulunduğu yerden başka
yere taşınırsa bozguna uğramış kadar olur. (ATKVE, 2011: 136)
İki gözümü yumarım, anam evinden umarım: Ana-baba her zaman kekilir,
yenilir. Gelin gitmiş kız, ana evinden her zaman faydalanır. (Dalkıran, 2005: 45)
İki güzel bir yastığa baş gomaz: Evlenen kişilerin ikisi de güzel olmaz. (Özturan,
2009a: 219)
İki kişi dinden, bir kişi candan: İki şahit, dinini yıkar ve yalan söylerse dinden
olurlar. Aleyhinde şahitlik ettikleri kimse ise idama kadar ceza alabilir. (Özalp, 2008:
408)
İki Kürt bir kervan, iki avrat bir hamam: İki Kürt bir kervan kalabalığı kadar, iki
kadın bir hamam kalabalığı kadar gürültü çıkarır. (Özturan, 2014: 182)
İki ölç, bir biç: Yapılacak bir işi iyi düşün, tasarla. İşe ondan sonra başla.
(Özturan, 2009a: 219)
İki söz bir büyüğe geçer: Bir söz ne kadar çok konuşulursa etkisi artar. (Çınkır,
2016: 628; Özturan, 2014: 182)
İkram var, dayaktan/kötekten beter: Yedirirken başa kakma. (Kuyumcu, 1995:
32; Özturan, 2014: 183)
İkramın azı-çoğu olmaz: İkram edilen şeyde ölçü aranmaz. (Karalar, 1998: 31)
İkramından aciz galdık, şalgamın zayi olmasın: Bize sık sık ikram ettiğin
şalgamlı çorbadan usandık, içmeden dökmeye başladık. Artık ikramdan vazgeç de
şalgamın ziyan olmasın. (Özturan, 2014: 183)
İlim sahibine dost, mal sahibine düşman gazandırır: İlim, dostluklar
kazandırmaya vesile olur. Fazla mal ise düşman kazandırır. (Karalar, 1998: 31)
İlim yalnız cehli giderir: İlim insanın cahilliğini alır, eğer o insan eşekse eşekliği
baki kalır. (Şen, 2006: 106-107)
İlk atılan daş uzak düşer: İlk yapılan iş hevesli, gayretli olur. (Özturan, 2009a:
219)
İlk bahtım, altın tahtım: İlk evlilik güzel iyi olur. Sonraki evlenmelerde pek
fayda görülmez. (Çınkır, 2016: 633; Dalkıran, 2005: 45; Özturan, 2014: 183)
İllet ile dirilen mihnet ile can verir: Başkasının zararından faydalanan kar etmez.
(KA, 2017a: 390)
İmam evinden aş, ölü evinden yas çıkmaz: İmamların aşı kendine yettiği için
evden dışarı çıkmaz. Cenaze evinde de hüzün eksik olmaz. (ATKVE, 2011: 136)
İmamın evinde aş, ölünün gözünde yaş olmaz: Eskiden imamlar şimdiki gibi
ekonomik olarak iyi düzeyde değildi, dolayısıyla imamların durumları zayıftı. Evlerinde
yeteri kadar yemek olmadığı için dışarı yemek de çıkmazdı. Ölmüş birinin de gözünde
yaş olmaz. (Özturan, 2009a: 219)
İnanma dostuna, saman doldurur postuna: Kimseye güvenme, arkandan iş
çevirir. Bkz: “[Açma sırrını] sırrını söyleme dostuna, o da söyler dostuna, [sonra saman
basarlar postuna]” (ATKVE, 2011: 136)
İnanma gış gününün yazına, inanma yaz gününün gışına: Kış günlerinde havalar
ne kadar iyi ve sıcak olursa olsun sakın inanıp tedbiri elden bırakma. Yaz günleri için de
durum aynıdır. Burada asıl anlatılmak istenen şey, düşmanın dost olacağına, dostun da
düşman olacağına inanmamak gerektiğidir. Kış düşman gibi, yazsa dost gibidir. (Özalp,
2008: 408-409)
İnat da bir, murat da bir: İnat da istekte aynıdır. (Özalp, 2008: 289; Özturan,
2014: 184)
324
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
İnat eden geçi kendini daştan atar: Davranışında ısrarcı olan kimse, bu durumdan
zararlı çıkar. (Şahiner, 2017: 36)
İnat gelir, göz gararır; inat gider, yüz ağarır: İnsan, bir şeye inat ettiği zaman
gözünün önü kararır. İnadından vazgeçerse hatasından dönmüş olur ve başkalarına
bakacak yüzü olur. (Şen, 2006: 107)
İnat için b.. yenir mi? Külek külek: İnat uğruna yapılmayacak işler yapılır. İnat
için yapılmayacak iş yoktur. (Özturan, 2014: 184)
İnce bele gümüş kemer yakışır: Zarif olana, güzel olana değerli şeyler yakışır.
(Caferoğlu, 1995: 148)
İnce yoğun bir imiş, incelmesem yeğ imiş: Herkes aynı muameleyi görüyor.
Tavrımı değiştirmesem daha iyiymiş. (Dalkıran, 2005: 47)
İnersin gönül inersin, attan eşşeğe binersin: Hiç belli olmaz, gün gelir yoksulluğa
düşersin. Bugün beğenmediğin şeylere yarın muhtaç olursun. Bkz: “İnesin gönül inesin,
attan inip eşşeğe binesin, eşşekten de inip yayan galasın” (Özturan, 2014: 124)
İnesin gönül inesin, attan inip eşşeğe binesin, eşşekten de inip yayan galasın:
Gözü gönlü yüksekte, ulaşamayacağı yerlerde olanlar, gücünün üstünde iş yapmaya
kalkanlar, sonunda en aşağı seviyelere düşerler. Bu yüzden herkesin kendini tanıması,
haddini bilmesi gerekir. (Özalp, 2008: 244)
İnsan arkadaşı ile ölçülür: İnsan dengiyle muhatap olur, değeri de onunla bilinir.
(Göçer, 2004: 138)
İnsan beşer, bir gün şaşar: İnsanoğlu, her zaman işlerini doğru yapamaz.
Yanlışlıkla da olsa şaştığı, hata yaptığı zamanlar olur. (Şen, 2006: 107)
İnsan cüsün cüsün, yer damar damar: İnsanlar çeşit çeşittir, biri diğerine
benzemez. Yer, dünya da damar damar olup birbirinden farklıdır. (Özalp, 2008: 290;
Özturan, 2009a: 219)
İnsan dediğin ot köküne benzer: Geçmişleri araştırıldığında insanların aynen ot
kökü gibi birbirlerine bağlı oldukları görülür. Birbirlerine büyük ölçüde akrabadırlar.
(Özalp, 2008: 290)
İnsan demirden sert, daştan berk, gülden naziktir: İnsan, yeri geldiğinde çok sert
mizaçlı olur, yeri geldiğinde de çok narin bir varlık olur. (Şen, 2006: 107)
İnsan doğduğu yerde değil, doyduğu yerde yaşar: İnsan, annesinden doğduğu
baba ocağında değil, rızkı neredeyse oraya yerleşir ve yaşar. (Şen, 2006: 107)
İnsan her zaman bir olmaz, bazen eşref saati, bazen eşşek saati olur, bazılarının
da saati durur: İnsanın iyi günü de kötü günü de olur. Bazısının da bu dünyadaki işi
biter, ölür. (Şen, 2006: 107)
İnsan insana gerek olur, iki serçeden börek olur: İnsanlar, yaradılışı gereği
birbirine lazım olur. Tıpkı bir serçeden yeterli yemek olamayacağı gibi. (Şen, 2006:
107)
İnsan kendini beğenmezse çatlar ölür: Her insan, her nefis kendini beğenir, üstün
görür. Aksi halde kendinden iyiler, güzeller, üstünler karşısında kendini aşağı görür ve
hayattan zevk alamaz olur. (Özalp, 2008: 409)
İnsan ne çekerse dilinden çeker: İnsanların en büyük zaaflarından biri, dillerine
mukayyet olamamalarıdır. Dolayısıyla insan ne çekerse dilinden çeker. (Karalar, 1998:
32)
İnsan sümüğü (eti) ağırdır: İnsanlar hastalık ve ölüm sebebiyle hareket
kabiliyetlerini kaybedince onları kaldırmak zor olur. Çünkü ayakta duramadıklarından
ağırlıklarını tam olarak hissettirirler. (Özalp, 2008: 409)
İnsan yedisinde neyse yetmişinde odur: Huylu insan huyundan vazgeçmez.
Küçükken öğrendiğini ölene kadar unutmaz, bırakmaz. (Özturan, 2009a: 219)
İnsana dayanma ölür, ağaca dayanma gurur: Kimseye gereğinden fazla yük
olma. İnsana yük olursan ölür, ağaca yük olursan kurur. (ATKVE, 2011: 136)
İnsanı sözünden, hayvanı boynuzundan tanırlar/tutarlar: İnsanı konuşmalarıyla,
hayvanı da iş yaparlığı bakımından boynuzuyla tanırlar. Herkesi kendine has
özellikleriyle bilirler. (ATKVE, 2011: 136; Çoğalan, 1982: 115; Körük, 2005: 31; MİY,
1967: 194; Okumuş, 2006: 156; Özturan, 2009a: 219; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
İnsanın alacası içinde, hayvanın alacası dışındadır: Hayvanın hiç gizlisi olmaz,
nesi varsa açıkta olur. İnsanın ise ahlaken kötü tarafları mümkün mertebe gizlenir,
325
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
vücudunun mahrem yerleri de örtülür. İnsan özellikle kötü taraflarını, kötü niyetlerini
saklar. Ama hayvanın ne hali varsa dışındadır, olduğu gibi görünür. (ATKVE, 2011:
136; Özalp, 2008: 409; Şen, 2006: 106)
İnsanın söylemezinden, suyun şarlamazından gorkulur: Uz durandan korkulur,
ne yapacağı belli olmaz. Konuşmayan insan bir şey düşünüyordur. (ATKVE, 2011: 136;
Şen, 2006: 107)
İnsanın yere bakanından, hayvanın göğe bakanından gorkulur: Yere bakan insan
her zaman tehlikelidir. (Şen, 2006: 107)
İrkmenin yağı çok çıkar: Bez torba içinde tutulan yoğurt ya da ayran, suyunu
bırakacağı için yağı daha çok olur. (ATKVE, 2011: 136)
İsim, semadan gelir: Kainattaki tüm varlıkları tanımlamak için bir isim verilir.
İsim Arapça bir kelimedir. İsmi Allah verir. (Şen, 2006: 162)
İslam'ın şartı beş, altıncısı insaf/haddini bilmek: İnsaf, insan hayatında çok
önemli bir faktördür. İnsaflı insanlar cemiyette denge unsurudurlar. İnsanlara iyi gözle
bakarlar, hatalı insanlarla iyi münasebetler kurup ıslah olmalarını sağlamaya çalışırlar.
Hataları büyütüp fitne çıkarmazlar. Bu ve daha birçok sebeplerden vicdan-insaf halk
arasında İslami bir motif haline gelmiştir. (Özalp, 2008: 409-410; Özturan, 2014: 186)
İstanbul’un lafı Üsküdar'da edilir: Çok erkenden bir konu hakkında konuşma.
Konu önüne geldiği zaman konuş. (Özturan, 2009a: 219)
İstediğini söyleyen, istemediğini işitir: Patavatsız konuşan insan istemediği
hakaretlerle karşı karşıya kalır. (Özturan, 2009a: 219)
İstenmeyen aş, ya garın ağrıtır ya baş: İnsanlar istemedikleri, sevmedikleri
işlerden, yemeklerden vs. rahatsız olurlar, huzurları kaçar. (Özalp, 2008: 409)
İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü [gara]: Birinden bir şey isteyen utanır.
Çok dil dökmesine rağmen istediğini vermeyen kişi daha çok utanır. (Şen, 2006: 107)
İş bilenin, gılıç guşananın: Her şey ondan yararlanmasını bilene yakışır. (Arslan,
2011: 346; Şen, 2006: 107)
İş bilmez gelin, garpuzu ortasından keser: İşinde tecrübeli olmayan kimse, fayda
yerine zarar verir. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
İş bitiricinin kötüsü olmaz: Meseleleri çözüme kavuşturmak iyi bir şeydir. İşleri
halleden insanın kötüsü olmaz. (Karalar, 1998: 32)
İş eşşeğe benzer, ço dersen gider, çüş dersen durur: İş yapıldıkça yürür, yani
insanın çalışmasına bağlıdır. İnsan çalışmayı bırakırsa iş de durur. Eşek nasıl sürünce
giderse, iş de görüldüğü, yapıldığı zaman yürür. (Özalp, 2008: 410)
İş iyi olsa abdallar tutar: İş tutmamak için bahane. (Özturan, 2014: 187)
İş köşede değil kösede: İş dükkanın yerinde değil, ustasında, esnaflıkta.
(Özturan, 2014: 187)
İş olacağına varır, [ahmak çabalar]: İnsan ne yaparsa yapsın bir iş, koşullar neyi
gerektiriyorsa o yönde gelişir. Ahmaksa sadece çabalar. (Caferoğlu, 1995: 136;
Özturan, 2009a: 219; Şirikçi, 2007: 83)
İşçinin kötüsü paydosta işe, gadının kötüsü herif işe giderken s..e sarılır: İşçi iş
bitmeye yakın olunca göze girmek için iyi çalışıyormuş gibi yapar, kadın da uygunsuz
zamanda kocasına kadınlık yapar görünür. (Faruk Zülkadiroğlu)
İşi, eşi, aşı bilen perişan olmaz: İşini, eşini ve aşını bilen insan sıkıntı çekmez.
(Şen, 2006: 106)
[İşin yoksa git] hamam önünde kil sat: İş bulamıyorum diyorsan işten
üşeniyorsan hor görülen bir işle uğraşıyorsan git hamam önünde kil sat. (Alparslan-
Özturan, 2010: 159; Çınkır, 2016: 582; Özturan, 2014: 174; Şen, 2006: 105; Şirikçi,
2006: 162)
İşin yoksa it b..u topla: Ne yaparsan yap, mutlaka bir iş tat. İşe adi, pis deme. En
kötü iş, işsizlikten iyidir. (Özturan, 2014: 188)
İşini bilmeyen gasap, g..üne gider masat: İşini bilmeyen, esnaflık kurallarına
uymayan zarar eder. (Dalkıran, 2005: 48; Özturan, 2014: 188)
İşini bilmeyen Kel Gamber; gündüz balmumu yakar, gece garanlıkta oturur: İşini
bilmeyen insanlar ellerindeki imkanları nerede, nasıl kullanacaklarını bilmezler. Yanlış
yerlerde heder eder, sonunda perişan olurlar. Ellerindeki imkanları yararlı olacak
326
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
yerlerde hiç kullanmazlar. Yararı olmayacak yerlerde, belki de zararlı olacak yerlerde
kullanıp heder ederler. (Özalp, 2008: 410)
İşini gış dut, yaz çıkarsa bahtına: Yapılan iş için en olumsuz durumlar
düşünülerek tedbir alınmalıdır. (KA, 2017a: 390; Şen, 2006: 106)
İşini, eşini, aşını bilen fakir olmaz: Hayatta önemli olan bazı şeylerin değerini
bilenler zor durumda kalmazlar. (Şirikçi, 2007: 83)
İşkembesi dolu olan, lafı horalı anlatır: Sıkıntısı olmayan adam keyif sahibidir
ve anlattıklarını keyifle anlatır. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
İşleyen demir ışıldar: Tembel tembel oturan gün geçtikçe hantallaşır. Çalışan
insan ise gün geçtikçe daha iyi işler yapmaya başlar, atikleşir. (Özturan, 2009a: 219)
İşten artmaz, dişten artar: Ne kadar çok çalışıp para kazanmaya çalışırsan çalış,
tasarruflu olmazsan birikim yapamazsın. (Gökçebey, 1999: 81; Kozan, 2007: 218; Şen,
2006: 106)
İt atar, aslan/gurt gapar: Birine gerekmeyen şey bir başkasına hazine olabilir.
(Özturan, 2009a: 219; Özturan, 2014: 188)
İt bile ekmek yediği çanağa s..maz: Bkz: “İt yal yediği çanağı bilir/pislemez”
(Özturan, 2014: 188-189)
İt de yağlı amma eti yenmez: Her insanla konuşulmaz. (Özturan, 2014: 189)
İt derisinden post olmaz: Aşağılık bir şeyden gerekli bir ürün elde edilmez.
(Özturan, 2009a: 219)
İt eti borca olmaz: Değersiz şeylerin ötesi berisi olmaz. (Şirikçi, 2006: 229)
İt gağnı gölgesinde yürür, kendi gölgesi sanır: Başkasının korumasıyla iş yapan
akılsız insan, desteklendiğini sanır, kendi gücüne inanır. (Şen, 2006: 106)
İt gapıda zabın gerek: Köpek sadık olur, kimin yanındaysa ona çalışır. Arkanda
sana yalakalık yapacak birisi olsun. (Çınkır, 2016: 649)
İt gılından urgan olmaz: İt kılı kısa olur, bağlantısı yapılamadığından ip haline
dönüşemez. Kötü işten fayda gelmez. (ATKVE, 2011: 136)
İt gibi tutup gurt gibi yemeli: Bir şeyi elde etmek için çok çalışmalı, ama bu şeyi
kullanırken asil davranmalı. (Polat, 2016: 25)
İt ile çuvala girilmez: Köpeğe benzeyen, ahlaksız, kötü insanlarla ne iş yapılır ne
de bir arada yaşanır. Çünkü bu tip insanlar her an kötülük yapmaya, zarar vermeye
hazırdırlar. (ATKVE, 2011: 136; Dalkıran, 2005: 49; Özalp, 2008: 411; Özturan, 2009a:
220)
İt ile çuvala, kedi ile kilere girilmez: Bzk: “İt ile çuvala girilmez” (Polat, 2016:
25; Şen, 2006: 106)
İt ile zenginin notacağı (ne yapacağı) belli olmaz: İt, beklenmedik bir zamanda
insana zarar verebilir. Zengin de böyledir. Ne zaman ne yapacağı belli olmaz. (Özturan,
2009a: 220)
İt ite buyurur, it de döner guyruğuna [buyurur]: Bir kimse bir kimseye bir iş
buyurur, o da dönüp aynı işi bir başkasına buyurur. (Çınkır, 2016: 649; Gökçebey,
1999: 81; Kapanoğlu, 2009: 97; Özalp, 2008: 291; Özturan, 2009a: 219; Özturan, 2014:
189; Şirikçi, 2006: 230; Sultan Kamalak)
İt iti ısırmaz: Aynı kafada olanlar, birbiriyle iyi geçinmek zorunda olanlar
birbirine zarar vermez. (Kozan, 2007: 218; Kuyumcu, 1995: 33; Okumuş, 2006: 156;
Şirikçi, 2006: 229; Sultan Pırnaz)
İt itin emmisinin oğludur: Kötü mizaçlı olanlar, birbirinin aynısıdır. (Faruk
Zülkadiroğlu)
İt itin guyruğuna basmaz: Aynı inançta aynı fikirde, aynı meslekte olanlar, eş,
dost, akrabalar birbirlerini incitmezler, aksine kayırırlar. Birbirlerinin aleyhine de hiçbir
şey yapmazlar. Hatta başkalarının haklarının gasp edilmesine bile göz yumarlar. (Özalp,
2008: 410; Şirikçi, 2006: 229)
İt itin imrihoru: İt iti kayırır. Benzer kimlikler birbirine yardımcı olur. (Çınkır,
2016: 650; Özturan, 2014: 189; Şirikçi, 2006: 177; Şirikçi, 2006: 230)
İt itin peşini/guyruğunu bırakmaz: Yaradılışları gereği birlikte yaşayanlar
birbirinin peşini bırakmaz. İyi iyiyle, kötü kötüyle birlikte olur. (Körük, 2005: 31;
Okumuş, 2006: 156; Saime Pırnaz)
İt itken sahibini ısırmaz: Bkz: “İt sahibini ısırmaz” (Özturan, 2009b: 235)
327
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
İt küser, gısmetini keser: Küskün olmak, kişiye zarar verir. (Çınkır, 2016: 649)
İt ne yemez, insan ne demez: İt önüne geleni yer, ayrım yapmaz. İnsan ise diline
sahip çıkamazsa ağzına geleni söyler. (Sultan Kamalak)
İt sahibini ısırmaz: İnsanlar kendilerini koruyan, bakıp besleyen kimselere
kötülük yapmazlar. (Özalp, 2008: 410)
İt ürür, kervan yürür: Doğru yolda gidenlere çatanlar, kervana ürüyen itlere
benzerler. Bu türden engellemeler yapılan işi engellemez. (Özturan, 2009a: 219)
İt ürür, yel götürür: Kötü niyetlilerin sözleri seni etkilemesin. Onlar bir şekilde
unutur, kaybolup giderler. Sen işine bak, yoluna git! (Özalp, 2008: 410)
İt yal yediği çanağı bilir/pislemez: Köpekler kendilerine bakan, besleyen
kimseleri, sahiplerini tanır ve onları tehlikelere karşı korur, ihanet etmez. İnsanların da
iyilik gördüğü kimseleri koruması, onlara ihanet etmemesi gerekir. İnsan olan, ikram
gördüğü yere kötülük yapmaz. Çünkü bu işi köpekler bile yapmaz. (Özalp, 2008: 410)
İt yatağında ekmek ufağı bulunmaz: İtin yattığı yer çöplüktür. Ekmek ufağı
çöplükte olmaz. Kültürümüzde ekmek, çok kutsal bir nesnedir. İt kendine verilenlerle
beslenen bir canlıdır. Üretim yapma şansı yoktur. Dolayısıyla kendine verileni anında
yediği için itin olduğu yerde ekmek olmaz. (ATKVE, 2011: 136; Çınkır, 2016: 649;
ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
İt yaza çıkar ya, derisi ne çeker: Bkz: “İt yazı bulur amma bir de ona sor”
(Çınkır, 2016: 649)
İt yazı bulur amma bir de ona sor: Her tarafın karla kaplı olduğu, yiyecek
atıklarının üstünün örtülü olduğu kış mevsiminde köpekler çok zorlanarak yazı bekler.
Durumu kötü olan insanlar, kötü günleri bir şekilde atlatırlar, ama çok badireler
atlatırlar bu sürede. (Özturan, 2014: 189)
İt yer, şeytan duasını deşirir/okur: Yapılan iyilik, kötülere yarar. (Çınkır, 2016:
650; Özturan, 2014: 190)
İt, ekmek yediği gapıyı tanır: İnsanlar da, hayvanlar da ikram gördükleri,
barındıkları yeri tanırlar ve dönüp dolaşıp oraya gelirler. Bkz: “İt yal yediği çanağı
bilir/pislemez” (Özalp, 2008: 410)
İte “günde gaç daş yersin” demişler, “veledizinenin ıraslaması bilir” demiş:
Köpeğe taş atmak, vurmak, dövmek, incitmek kötü, ahlaksız insanların işidir. Hayvanlar
böylelerine ne kadar çok rastlarsa o kadar çok taş yer. (Özalp, 2008: 291)
İte bak, yattığı yere bak: Herkes layık olduğu yerde tutulmalı. Aşağılık biri,
güzel bir yerde veya mevkide olmamalı. (Çınkır, 2016: 649; Şirikçi, 2006: 230)
İte biner, göçten geri kalmaz: Durumu yok, ama şeyliği, hava atmayı elden
bırakmaz. (Çoğalan, 1982: 115; Horasan, 1992: 207; Özturan, 2014: 190)
İte bulaşacağına/dalaşacağına çalıyı dolaş: İnsan, yapacağı işte sevmediği biriyle
çalışacaksa işine o kişiyle karşılaşmayacağı bir yoldan devam etmelidir. (Dalkıran,
2005: 49; Okutucu, 2000: 151; Özturan, 2009a: 220; Şen, 2006: 107)
İte gem vurmuşlar, kendini küheylan zannetmiş: Değersiz bir kimseye ona layık
olmayan bir mertebe verdiğinizde kendini olduğundan daha üstün görmeye başlar.
(Şirikçi, 2006: 230)
İte gem vurulmaz: Bkz: “İte gem vurmuşlar, kendini küheylan zannetmiş”
(Şirikçi, 2006: 230)
İte/itin ağzına paklov (baklava) haram: Değersiz kişiye, değerli şeyler verilmez.
Hikâyesi: Kerimli köyü Örencik obasından Gö Emine ve iki arkadaşı bir gün köydeki
diğer yolcu kafilesine dahil olup Maraş’a giderler. Üç dul, şehirdeki alışveriş işlerini
bitirdikten sonra geri dönme hazırlığı yapar. Bu arada bir dükkandaki tatlılara gözleri
ilişir, canları tatlı çeker. Dükkana girip baklava isterler. İçlerinden biri cebinden
çıkardığı mecidiyeyi tatlıcıya verir. Tatlıcı mecidiyeyi görünce “alın şu paranızı, itin
ağzına paklov haram” der. Kadınlar arkalarına baka baka dükkandan ayrılırlar.
(Dalkıran, 2005: 55; Kapanoğlu, 2009: 47; Şen, 2006: 107; Şirikçi, 2006: 229; Sultan
Kamalak)
İti an, çomağı/daşı hazırla: Saldırgan biriyle karşılaşacak olan kimse, kavga için
hazırlıklı olmalıdır. (ATKVE, 2011: 136; Körük, 2005: 31; Şen, 2006: 106)
328
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
İti döverler, istinin hatırını sayarlar: Yaramazlık yapan, insanlara zarar veren
kötü kimselere kötü muamele yapılır, ama hatırlı sahipleri varsa onların hatırına
bağışlanırlar, affedilirler. (Özalp, 2008: 411)
İti öldürene sürütürler/daşıtırlar: İşleri kim bozar, berbat ederse düzeltmesi de
ona aittir. Bir işi bitirmek, onu başlatana düşer. (ATKVE, 2011: 136; Arslan, 2011: 356;
Çınkır, 2016: 649; Dalkıran, 2005: 51; Özalp, 2008: 411; Özturan, 2009a: 220; Özturan,
2009b: 31; Özturan, 2014: 190; Şen, 2006: 106; Şirikçi, 2006: 230)
İti/Yahudi’yi öldürmekten gorkutmak daha hayırlıdır/iyidir: Ölüm bir
kurtuluştur. Bazılarını korkutarak terbiye etmek gerekir. (ATKVE, 2011: 138; Okumuş,
2006: 156)
İtin akılsızı/aklı eksiği, baklavadan pay umar/ister: Bir şeye ulaşamayacak olan
onun hayalini kurar. (Dalkıran, 2005: 51; Okumuş, 2006: 156)
İtin aksaklığı tavşanı göreneçe (görene kadar): İnsanın durgunluğu menfaati ile
karşı karşıya kalana kadardır. (Çınkır, 2016: 649)
İtin ayağı göçten esirgenmez: Bazı horlanan insanlara acınmaz. (Gökçebey,
1999: 82; Özturan, 2009a: 220)
İtin b..u ayaza çıkar: Kötü ve gizli işler çeviren kimse, ancak it değerindedir.
Yapılan gizli işler, elbet gün yüzüne çıkacaktır. Hiçbir şey gizli kalmaz. (Elife Akkurt)
İtin canı cezada gerek: Bazı insanlar rahata gelmez. Bu tip insanları çalıştırmak
gerek. (Özturan, 2009a: 220)
İtin dayısı olmaz: Kötü bir kimseye âşikar olarak hiç kimse sahip çıkmaz.
(Çınkır, 2016: 649)
İtin derneği olmaz: Bkz: “İtin dayısı olmaz” (Çınkır, 2016: 649)
İtin dişi, domuzun derisi: İtin dişi, domuzun derisi değerli değildir. Beş para
etmez. (Özturan, 2009a: 220; Şirikçi, 2006: 230)
İtin dostluğu/gardeşliği olmaz: Köpek tıynetli, köpek ahlaklı kimselerin dostluğu
olmaz. Böylelerine güvenilmez. Ne kadar iyilik yapmış olursanız olun size her an bir
kötülük yapabilir. Çünkü kadir-kıymet ve iyilik bilmezler, nankör olurlar. (Özalp, 2008:
411; Özturan, 2009a: 220; Şirikçi, 2006: 229)
İtin duası gabul olsa, havadan sütlü ekmek yağar: Aşağılık birinin istedikleri
olsaydı, dünya sadece kendine yarayan başkalarına rahatsızlık veren bir ye olurdu. (Şen,
2006: 106)
İtin eceli gelirse mescide yakın s..ar: Bkz: “Eceli/ölümü gelen it, cami duvarına
işer/siyer” (Özturan, 2009a: 220)
İtin eniği it olur: Bkz: “İtin sülalesi ittir” (Dalkıran, 2005: 51)
İtin goştuğu yolda, püsük eğleşmez: Her varlığın kendi ahengi ve özelliği var.
Fıtratlarının gereğini yaparlar. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
İtin gursağı/midesi [sade] yağı galdırmaz/götürmez: Bir işi hak etmeyen, ya da
yememesi gereken şeyi yiyen kimse, bu durumdan zararlı çıkar. (Çınkır, 2016: 649;
Şen, 2006: 106)
İtin guyruğuna bas, avazını dinle: Birilerinin düşüncesini öğrenmek istiyorsan
damarına basıp kızdır. (Özturan, 2014: 190-191)
İtin ölümü gelince cami duvarına işer: Bkz: “Eceli/ölümü gelen it, cami duvarına
işer/siyer” (Özalp, 2008: 411)
İtin sülalesi ittir: Aşağılık insanın soyu sopu da aşağılık olur. (Irmak: 2013: 221)
İtin şeriatı değnek: Laftan anlamayan kişi, kötekten anlar. (Şirikçi, 2006: 177)
İtin yavuzu üleş başında belli olur: İşinde maharetli olan iş esnasında kendini
belli eder. (Çınkır, 2016: 649)
İtin yediğini ürüdüğüne sayarlar: Kötü birinin yaptığı işi yediğine sayarlar.
(Özturan, 2009a: 220; Sultan Pırnaz)
İtin yemediği ot, başını ağrıtır: İnsanlar yapmadığı bir iş yüzünden sıkıntıya
girebilir. (Şirikçi, 2006: 230)
İtle yatan, bitle galkar: Kötü mizaçlı biriyle beraber olan kimse, onun
özelliklerine kendisi de bürünmeye başlar. (Bilgin, 2017: 27)
İtten de ölse kâr, gurttan da ölse kâr: Kötülerin, düşmanın hangisinden eksilirse,
ölürse kardır. (Özalp, 2008: 291)
İtten guzu doğmaz: Kötü insandan faydalı iş çıkmaz. (Okumuş, 2006: 156)
329
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
İven gız ere varmaz, varsa dahi baht bulamaz: Acele etmekle koca bulunmaz.
Bulunsa da aceleci kız eşini iyi seçemeyeceğinden mutlu olamaz. (Şen, 2006: 106)
İyi desem göz ederler, kötü desem söz ederler: İnsanlarla uğraşılmaz. Bir şeyi
övsen nazar değerler. Kötülesen arkandan konuşurlar. (Özturan, 2014: 129)
İyi evladın varsa neylersin malı?: Bkz: “Evladın akıllı, malı ne edersin? Evladın
deli, malı ne edersin?” (ATKVE, 2011: 136)
İyi gız elinden/köyünden çıkmaz: Çevresinde örnek teşkil eden bir kızı başka
diyara kaptırmazlar. (Dalkıran, 2005: 44; Fadıma Toslak)
İyi gitmeyince işin, muhallebi yerken gırılır dişin: İşler rast gitmeyince olmadık
yer ve zamanda başına kötülük gelir. (Dalkıran, 2005: 50)
İyi günde iyiydik de kötü günde kötü mü olak?: İyi günlerde iyi olduk, kötü
günlerde kötü mü olalım? Yine iyi olalım. (Caferoğlu, 1995: 143)
İyi hoca ilminden, iyi goca derdinden belli olur: İlim insanın mertebesini,
değerini yükseltir. İyi koca olmak da aile içerisinde iyi geçinmekten, sıkıntılara göğüs
germekten geçer. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
İyi ipek kendini gırdırmaz, iyi avrat/gadın kendini dövdürmez: İşini iyi yapanın
başına yaptığı işten dolayı kötülük gelmez. (Özturan, 2009a: 215; Şen, 2006: 106)
İyi ve kamil insanı güneş, uykuda görmez: Tertipli, düzenli, kamil bir insan gün
doğmadan işlerinin başında olur. (Şen, 2006: 106)
İyiliğe iyilik her yiğidin/gişinin, kötülüğe iyilik er yiğidin/gişinin karıdır: İyiliğe
karşı iyiliği herkes yapar. Gerçek iyilik, kötülüğe karşı iyilik yapmaktır. İnsanlar
yapılan iyiliğin altında kalmak istemez, karşılığını vermeye çalışırlar. İnsanlığın gereği
de budur. Ama gerçek yiğit, iyi insan kendisine yapılan kötülüklere karşılık da iyilik
yapar. (Özalp, 2008: 391; Özturan, 2009a: 215)
İyilik et gomşuna, iyilik gelsin başına: Komşunla iyi anlaş ki senin de başına
iyilikler gelsin. (Şen, 2006: 106)
İyilik etme, evine yetme: Birine yapılan iyilikler bazen ters teper. İyilik ettiğiniz
insan size kötülük yapabilir. Bunun için iyilik etme. (Özturan, 2009a: 215)
İyilik iki başlı olur: Karşılıksız ve devamlı iyilik ve ikram Allah'a mahsustur.
İnsanlar ise zayıf ve acizdir, yorulurlar, usanırlar, karşılık görmek isterler. Onun için,
her zaman karşılıksız iyilik beklememeli, zaman zaman görülen iyiliklerin bir şekilde
karşılığı verilmelidir. (Özalp, 2008: 392)
İyiyi gınasam başıma gelmez, kötüyü gınasam akşama galmaz: Bazen hayatta
terslikler olur. İyiyi dileyenin başına iyilik gelmez. Kötüyü ise dilemeye bile kalmadan
insanın başına gelir. (Dalkıran, 2005: 51)
Kâr eden ar etmez: Namusuyla çalışıp kazananın alnı açık, yüzü ak olur.
Utanmasını gerektiren bir sebep yoktur. (Dalkıran, 2005: 48; Göçer, 2004: 132; Özalp,
2008: 412; Şen, 2006: 98-99)
Kâr ortaya, zarar martaya: Kârlı olursa bölüşürüz, zararlı olursa havaya gider.
(Çınkır, 2016: 667)
Kâr, zararın ortağı: Ticarette kâr etmek de vardır, zarar etmek de. Zararsız kâr,
faize girer. (Özalp, 2008: 412; Özturan, 2009a: 220)
Kedi şeyini görmüş, yaram var sanmış: Korkak, canı taze kimseler küçük bir
çizikleri olsa kocaman yaraları var sanırlar. Küçücük zararları çok büyütürler. (Özalp,
2008: 293)
Kedi ulaşamadığı ciğere mundar dermiş: Kişi, elde edemediği bir şeyi
istemiyormuş gibi görünür. (Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 220)
Kedinin boğazına ciğer asılmaz: Zarar verici, kötülük yapmayı seven, çalan
çırpan kimselere ne mal ne de para emanet edilir. (Özalp, 2008: 412)
Kedinin ganadı olsaydı, guşun adı olmazdı: Allah kötülere öyle kısıtlı imkanlar
vermiş ki zarar verebilecekleri kimselere ulaşamazlar. (Polat, 2016: 39)
Kedinin gözü sıçan deliğinde olur: Herkes kendi çıkarlarıyla ilgili olan şeylerle
ilgilenir. (KA, 2017a: 390)
Kediyi sıkıştırırsan yüzünü çızar: En zayıf, en aciz, en miskin ve en efendi
insanların da canını yakarsan sana zarar verebilirler. (Özalp, 2008: 412)
Kefilin ya saçı, ya sakalı: Bir kişiye kefil olan, ona gelecek sıkıntılara ortak olur.
Borcunu ödeyemezse kefil olan öder. Kefil de ödeyemezse gelecek hakaretlere,
330
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
hücumlara ikisi bir katlanır. (Okumuş, 2006: 156; Özalp, 2008: 412; Özturan, 2009b:
176)
Kefin alıcının gözü yaşlı gerek: Yaptığınız işlere göre yüz hatlarınız değişmeli.
(Özturan, 2009a: 220)
Keklik kekliğin yüzüne takılar/öter: Herkes dengiyle ölçülür. (Okumuş, 2006:
156; Özturan, 2009a: 220)
Kel gız “yıkandın mı?”, “yıkandım arındım bile, saçımı ördüm bile”: Kel kız,
saçı az olan kız, kolay yıkanıp temizlenir. (Özturan, 2014: 192-193)
Kel gızın kekili küllükte gezer: Fakirlerin, kimsesizlerin, zayıfların, biçarelerin
mallarının da kendilerinin de bir değeri olmaz. (Özalp, 2008: 294)
Kel ölür, sırma saçlı olur; kör ölür, ela gözlü olur: Kişi, elinden çıkan önemsiz
bir işi çok önemliymiş gibi anlatır. (Gökçebey, 1999: 84)
Kel/kör gız gelin olurken çarşı pazar gapanır/kitlenir: İşi ters giden insana, kırk
yılda bir fırsat doğsa bile o fırsatı gerçekleştirmek için -aranmadığı zaman kolayca
bulunacak kadar- gereken şeyler, birden nerede aranırsa aransın bulunmaz olur ve fırsat
kaçar. (Bilgin, 2006: 215; Kuyumcu, 1995: 35; Özalp, 2008: 294; Özturan, 2009a: 220)
Kelin emi olsa başına sürer: Fakirin, yoksulun yiyeceği veya parası olsa kendi
ihtiyacında kullanır, başkasına ikram edemez. (Okumuş, 2006: 157; Özalp, 2008: 412)
Keller gurnaz olur: Kel insan akıllı, kurnaz olur. (Özturan, 2009b: 283)
Kem aletinen kemalat olmaz: Kötü bir aletle mükemmel bir iş yapılmaz.
(Özturan, 2009a: 220)
Kem söz, sahibinindir: Bkz: “Kem sözünen geçmez akça sahibinindir” (Okumuş,
2006: 157)
Kem sözünen geçmez akça sahibinindir: Kötü söz karşıdakine hiçbir zarar
vermez, ama dönüp sahibine zarar verir. Geçmez parayı ise kimse kabul etmez,
sahibinde kalır. (Özalp, 2008: 412)
Kenarın dilberi nazik olsa da nazenin olmaz: Eğitimli olmayan ne kadar da güzel
olsa bir yerde pot kırar. (Alparslan-Özturan, 2010: 274; Dalkıran, 2005: 47; Özturan,
2009a: 220)
Kendi döşeğimizi ele tepeletmeyelim, kendi gahrımızı ancak kendi birbirimiz
çeker: Türkmenlerde yakın akraba evlilikleri oldukça fazladır. Kendi soylarından
özelliklerini ve huylarını bildikleri, uyuşabileceğine inandıkları yakın akrabalarındaki
kız ve erkekleri evlendirirler. (Ateş, 2010: 79)
Kendi düşen ağlamaz: Yanlış işlerinden dolayı zarar eden birinin ağlamaya
hakkı yoktur. (Özturan, 2009a: 216)
Kendi söyler/gonuşur kendi güler, o eşşeğin zekeri; kendi söyler/gonuşureller
güler, o adamın/insanın şekeri: İnsanın sevimlisi, tatlısı; konuştuğunda, espri yaptığında
başkalarını güldürebilendir. Kendisi söyleyip kendisi gülenler hoş karşılanmaz. (Özalp,
2008: 258; Özturan, 2009a: 216)
Kendisi çiş yemeyen, itine şiş yediremez: Yasa dışı menfaat elde edemeyen
yavrusuna da bakamaz. Yolsuzluk yapan insanlara karşı söylenmiş bir söz. (Demir,
2011: 145)
Kepenek altında aslan yatar: Umulmayan yerlerde, umulmayan kimselerde ne
cevherler vardır. Görünüşüyle hiç belli olmayan nice insanlarda ne yiğitlikler ne
mertlikler ne iyilikler ne yüreklilikler vardır. Kolay kolay belli olmaz. (Özalp, 2008:
294)
Kervan her zaman aynı yoldan gider: Bilinen yer her zaman daha güvenlidir.
(ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Kesemediğin eli öp başına goy: Üstünlük sağlayamadığın bir kimseye saygı duy.
(Özturan, 2009a: 220)
Kesilen baş yerine gonmaz: Yok ettiğiniz hiçbir canı yerine koyamazsınız,
karşılayacak bir bedel de yoktur. (Özalp, 2008: 412)
Kibir eşşek gönlü almaz: Kibir olan, yemek beğenmeyen, özel yemek arayan
kimse aç kalır ve iflah olmaz. Bu kural hayvanlar için de geçerlidir. (Özalp, 2008: 412-
413)
331
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Kim bilir ölen zalim, öldüren mazluma ne yaptı?: Her zaman öldüren zalim
olmaz. Bazen da öldürülenin yaptığı zulümler, öldürülmesine sebep olur. (Özalp, 2008:
295)
Kim eşer derin guyu, kendi düşer yüzün guyu: İnsanlara tuzak kuranlar, kötü
şeyler düşünenler o tuzaklara zamanı gelince kendileri düşer. (Özturan, 2009a: 220)
Kim gazana kim yiye, sohbet ona yaraya: Biri kazanır biri yer, sohbet yiyene
yarar. (Özturan, 2014: 195)
Kiminin başının ulaştığı yere kiminin ayağı ulaşır: Bazı insanların çok rahat
edebildiği, kolaylıkla ulaşabildiği bir yere bazılarının ayağı zor ulaşır. (Okumuş, 2006:
157)
Kiminin parası kiminin duası: Yapılan herhangi bir iyilik karşısında, iyiliğin
karşılığını parayla ödeyemeyecek olan kimselere, iyiliği yapan kişinin söylediği kalıp
sözdür. Kişi yaptığı işin karşılığı olarak sadece dua istemektedir. (Kılıç, 2008: 106)
Kimse ayranım eşki, [yoğurdum gıllı] demez: Hiç kimse malının ve işinin
kötülüğünü kabul etmez. (Özalp, 2008: 413; Özturan, 2009a: 220)
Kimse kimsenin gısmetini yemez: Herkes Allah'ın kendisine tayın ettiği kısmeti,
rızkı yer. Başkasına tayin edilen kısmeti ve rızkı kimse yiyemez. (Özalp, 2008: 413)
Kimse yediği ciğere kokuk demez: Kimse yaptığı bir işi beğenmezlik etmez.
(Özturan, 2009a: 220)
Kimseye borç eyleme yavan ye, aşın dilin rahat durursa rahattır başın: Başkasına
borç edip perişan olacağına azıcık, gösterişsiz ye. Dilin rahat durursa başın da rahat
olur. (Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006: 108)
Kirli çabut, boya çıkınlamaya gerek olur: Hiçbir işe yaramaz sanılan, horlanan,
hakir kabul edilen, kötü bilinen kimseler de bazen gerek olur, işe yarar. (Özalp, 2008:
295)
Kirpi sırtını sıvazlamış, “ne gadar yumuşak tüyüm var” demiş: İnsanlar
kendilerine ait her şeyi iyi, hoş görürler, gösterirler. En kötü yanlarını, iş hareketlerini
dahi çok iyi göstermeye çalışırlar. (Özalp, 2008: 295)
Kirpi yavrusunu pamuğum diye severmiş: İnsanlar kendi çocuklarını çok
severler. Onların hata, kusur ve suçlarını görmez, görmezden gelir, hatta meziyet
sayarlar. (Özalp, 2008: 295; Şen, 2006: 107)
Köpekle dalaşmaktansa çalıyı dolaşmak daha yeğdir: Bkz: “İte
bulaşacağına/dalaşacağına çalıyı dolaş” (Okumuş, 2006: 157)
Köpeksiz sürüye gurt girer: Koruyucusuz halka düşman saldırır. (ATKVE, 2011:
136)
Köprüyü geçene gadar ayıya dayı denir: Menfaatin için bazı şeyleri işin
bitinceye kadar görmezden gelmelisin. (Özturan, 2009a: 220)
Kör Allah'a nasıl bakarsa, Allah da köre öyle bakar: Muhtaç olan kimseler,
iktidar ve güç sahiplerine nasıl davranırlarsa onlardan da öyle karşılık görürler. İtaat
edip boyun bükenler ikram görür, kafa tutanlarsa zulüm görürler, ezilirler. (Özalp, 2008:
413)
Kör bile düştüğü çukura bir daha düşmez: Bkz: “Eşşek bile çamura bir defa/kere
çöker” (ATKVE, 2011: 136)
Kör gider, yol gider: Bir şey alışıldığı gibi ilerler. Hedefsiz, maksatsız iş yapıp
yol alma. (Özturan, 2009a: 220; Özturan, 2014: 197)
Kör gözden yaş umma: 1. Durumu olmayandan yardım bekleme. 2. Kalp gözü
kör, acımasız, gaddar olandan merhamet bekleme. (Özturan, 2009a: 220)
Kör göze çöp düşeğen olur: En çok zarar; hassas, çok korunan, itina edilen
yerlere ve kimselere dokunur. Çok korunan soğuktan, sıcaktan çok sakınılan kimseler,
bunlarla karşılaşınca hemen rahatsız olurlar. Oysa soğukla, sıcakla içice yaşayan,
korunmayan kimselere kolay kolay bir şey olmaz. Fakir, hasta, sakat birinin başına yeni
sıkıntılar geldiğinde de söylenir. (Özalp, 2008: 296)
Kör öküzün gılbası (kıblesi) olmaz: Sakat insanlardan yardım bekleme.
(Özturan, 2009a: 220)
Kör/kötü bıçak ele, kötü avrat/gişi dile yavuz/keskin [olur]: Kötü alet işe
yaramaz olur, ama keserek veya başka şekillerde insana zarar verip canını yakar. Kötü
insan da diliyle kötü sözler ve hakaretlerle insanların canını yakar. (Arslan, 2011: 346;
332
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Dalkıran, 2005: 44; Gökçebey, 1999: 82; KA, 2017a: 390; Özalp, 2008: 297; Özalp,
2008: 413; Özturan, 2009a: 220; Şen, 2006: 107)
Körler diyarında rüzgar etek galdırmaz: Kalbi iyi olanlar kötüye, harama
meyletmez. (Şen, 2006: 107)
Köroğlu gelmeden ünü gelir: Meşhur adam gelmeden ünü duyulur, gelir.
(Özturan, 2009a: 220; Özturan, 2014: 197)
Körü gözsüz, dağı ıssız sanma: Her şeyin, herkesin bir sahibi vardır. (Özturan,
2009a: 220)
Körün aradığı/istediği bir göz, Allah verdi iki göz: İnsanlar, az bir şeye razı iken
istedikleri iki katına ve daha fazlasına kavuşur. Az bir şey isterken istediğinden çok şey
bulurlar. (Göçer, 2004: 17; Özalp, 2008: 297)
Körün daşı adres seçmez: Bkz: “Körün daşı berk değer” (Şahiner, 2017: 35)
Körün daşı berk değer: Kör attığı yeri bilmez, ama attığı taş adresini bulur, değdi
mi de hızlı değer. (Özturan, 2009b: 52)
Körün deyneği yanda gerek: İnsanların ne ihtiyacı varsa yanında olmalı.
(Özturan, 2009a: 220)
Körün istediği köfte: Sakatlar bakım, beslenme gibi her çeşit ihtiyaçlarının
karşılanmasını ister. Fazla bir şey beklemez. (Özalp, 2008: 297)
Köşger sevdiği gönü yere çalar/yerden yere vurur: İnsanlar sevdiklerini geleceğe
hazırlamaya çalışır. Bundan dolayı da onlara zor gelecek, sıkıntı verecek işler
yaptırırlar. Onları işle yorar, azarlarlar. Bazen da dayak vs. cezalar da verirler.
(Dalkıran, 2005: 48; Özalp, 2008: 413; Halil Gök)
Köşgerin/marangozun/nacarın gapısı sırımla bağlı olur: Bir kimse, uzmanlığını
kullanarak başkasına faydalı olur, ama kendi işine faydası olmaz. (Dalkıran, 2005: 48;
KA, 2017a: 390; Okumuş, 2006: 158; Şen, 2006: 109; Şirikçi, 2006: 55)
Kötü çamın çakıldağı/gozalağı çok olur: Avare, başıboş, işsiz güçsüz, vakti bol,
hiçbir işe yaramayan insanların çocukları çok olur. Yani işi gücü yok, hep evdedir, hep
karısının yanındadır. Dolayısıyla çocuğu da çok olur. (Özalp, 2008: 297; Polat, 2016:
28)
Kötü gomşu adamı/insanı hacet sahibi yapar/eder: Kötü komşu, kişiye istediği
emaneti vermez. Kişi de gidip o ürünü satın alır, böylece mal sahibi olmuş olur.
(ATKVE, 2011: 136; Dalkıran, 2005: 47; Özturan, 2009a: 220)
Kötü köşger, ya iğneyi yitirir ya tizi: İşinin erbabı olmayan kimse, acemilik
yapar. (Sultan Pırnaz)
Kötü söyleme eşine, ağu gatar aşına: Eşine kötü söz söyleme, işlerine çomak
sokar. (Dalkıran, 2005: 46)
Kötü söz gurşun gibi olur: İnsanlara ağır bir söz söylendiğinde bu durum
kurşunun verdiği acı kadar etkili ve tesirli olur. (Ahmet Ataş)
Kötülük kem kişinin, iyilik er kişinin kârıdır: Kötü adam kötü iş, iyi adam iyi iş
yapar. (Okumuş, 2006: 157)
Köyde dırnak uzatırsan pis olur, şehirde dırnak uzatırsan süs olur: Bazı şeylerin
değeri yere ve zamana göre değişir. Köyde yapılan bir şey kötü olursa aynı durum
şehirde güzel olabilir. (Çınkır, 2016: 315)
Köyden köye it ürmez: Bkz: “Garşı dağdan garşı dağa ürünmez” (Çınkır, 2016:
649)
Köynek yivine kesilmez/govlanmaz: Her şeyi usulüne uygun yapmak gerekir.
(Özturan, 2009a: 220)
Köyneksizin gönlünden gırk arşın bez çıkar: Her insan, olmasını istediği şeyleri
düşünür. (Dalkıran, 2005: 51)
Küçük gızın gocaya gidesi gelirse büyük gıza yol gösterir: Kardeşler arasındaki
evlenme sırası genel olarak büyükten küçüğe doğrudur. Fakat bazen büyük kız
evlenmediğinde küçük kızın da evlenmemesine sebep olur. Küçük olan da bu durumun
çaresine bakar. (Sultan Pırnaz)
Küçük suda büyük balık olmaz: Küçük bir işte büyük hayaller olmaz. (Özturan,
2009a: 218)
Küllükte yatar, padişahı düşünde görür: Aç tavuk rüyasında kendini darı
ambarında sanır. Kendisi fakir olduğu, perişan bir halde yaşadığı halde, ulaşması
333
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
mümkün olmayan hayaller kurup insanlara anlatan kimselerin durumu. (Çınkır, 2016:
740; Özalp, 2008: 298)
Kürkçünün kürkü, börkçünün börkü olmaz: İnsan, yaptığı işten faydalanamaz.
(ATKVE, 2011: 137)
Kürt yer, çarığına bakar: İşi biten insan, bir an önce gitmek ister. (Özturan,
2009a: 220)
Kürt'ün aklı sonradan gelir: İyi düşünemeyen insanların akılları tecrübe ile düşe
kalka başlarına gelir. İşleri de bata çıka, yavaş yavaş düzelir. (Özalp, 2008: 413)
Küsme kötünün sözüne, bilse daha iyisini söyler: Kötü olan birinin
söylediklerine küsme. Elinden gelse daha güzel konuşur. (Körük, 2005: 31; Okumuş,
2006: 158)
Laf çakılıyı batırır: Üretmeyen insan ne kadar zengin olursa olsun sonunda batar,
iflas eder. (Çınkır, 2016: 746)
Laf lafı açar, laf da döner g.. açar: İnsanlar konuştukça konuşur, sözden söze
geçer. Yeni sözler söylenir. Bu arada sözüne hakim olamaz, kendini kontrol edemez,
sırlarını da söyler. Bu sırlar yayılır ve sır vereni, sır sahibini perişan, rezil rüsva eder.
(Özalp, 2008: 414; Adem Pırnaz)
Laf torbaya girmez: Nerede ne konuşulacağını iyi bilmek gerekir, çünkü
konuşulan bir durumun üstü kapatılamaz. (Özturan, 2009a: 220)
Lafın bayatı olur, adamın bayatı olmaz: Eskiden kalma söz olur, ama insan için
durum öyle değildir. İnsan fanidir. (Adem Pırnaz)
Lafın iyisi şaka ile söylenir: Bir laf vermek ya da dokundurmak istiyorsan şaka
ile karışık söyle. (ATKVE, 2011: 137)
Lafınan pendir (peynir) gemisi yürümez: Şöyle yaparım, böyle yaparımla
yapılması gereken bir iş yapılmaz. (Özturan, 2009a: 220)
Leyleğinin ömrü/günü laklakı ile geçer: Tembel, işe yaramaz boş insanların
zamanı boş konuşmayla geçer. (Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995: 36; Özalp, 2008:
414)
Leylek leyleğin yüzüne takılar: İnsanlar birbirlerine ne söyleyeceklerse arkadan
söylemek yerine yüzüne karşı söylemelidir. (Özalp, 2008: 414)
Lezzeti dişinin dibine veren Allah: Her şey Allah'ın takdiri, dilemesi ve vermesi
ile olur. İnsan vücudunda çok harikalar vardır, lezzet alma hassası da bunlardan biridir.
(Özalp, 2008: 417)
Lodosun gözü yaşlı olur: Lodos rüzgarı yağmur getirir. (ATKVE, 2011: 137)
Lokma çiğnemeden yutulmaz: Çalışmadan yaşamak olmaz. En kolay iş dahi
emek ister. (ATKVE, 2011: 137)
Mahallede it, itte bit eksik olmaz: Hayatta olumsuzluklar vardır. Bu
olumsuzluklar aynı zamanda hayatın bir parçasıdır. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Mahkeme gadıya mülk değil: Hiç kimse bu dünyada ebedi kalıcı değildir. Ne
kadar malı mülkü, zenginliği ve hükmü olursa olsun bırakıp gitmek zorundadır.
Makamlar da dünya gibidir. Süresi dolan gider, yenisi gelir. Ne dünyada ne de
makamlarda ebedi kalmak mümkündür. (Özalp, 2008: 415; Özturan, 2009a: 220)
Mahkemede dayın olsun: Bir işi yapmak için sana destek olacak arkan olsun.
(Okumuş, 2006: 158)
Mal adama hemi dost hemi düşman: Mal, para insanın ihtiyaçlarını
karşılamasında, hayır hasenat yapmasında, sevap kazanmasında yardımcı olduğu için iyi
bir dosttur. Amma zıddı yapılır, hayır hasenat yerine zulüm, günah kazanma aracı
olarak kullanılırsa da çok kötü bir düşmandır. Ayrıca insanların hasedini çekerek de
düşmanlık kazandırır. (Özalp, 2008: 415)
Mal bucakta, güzel gucakta yatar: Her şey olması gereken yerde olur. (Özturan,
2009a: 220)
Mal canı gazanmaz, can malı gazanır: Sağlıklı insan, sıfırdan başlayıp çalışarak
birçok mal kazanabilir ve kazanmaktadır da. Amma mal, hiçbir zaman bir canı
kazanamaz. (Özalp, 2008: 415)
Mal canın yongasıdır: Malına zarar gelen bir kişi, canı gidiyormuş gibi üzülür.
(Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 220)
334
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Mal dededen, evlat bedenden: Dededen kalan mal, kıymetli ve kalıcı olur. Evlat
da bedenden yani öz olursa iyi olur. (Özturan, 2009a: 220)
Mal gazanmakla şan gazanılmaz: Zengin olmakla şah şöhret elde edilmez.
(Şirikçi, 2007: 87)
Mal malamatı örter: Zenginlik, kişinin kusurlarını kapatır. (Dalkıran, 2005: 48)
Mal sahibi, kâr sahibi: Mal sahibi yaptıracağı işi önceden hesap eder onun için
ustalık hakkı önce onundur. Yapansa tarif edileni yapar. (Özturan, 2014: 202)
Mal sahibini, ten toprağını bulur: Herkes, her şey ait olduğu yeri bulur. (Atalay,
2008: 64)
Mal sahibinin canı çıkmazsa işçinin teri çıkmaz: Mal sahibi işçileri sürekli
çalıştırmak ister. Sıra işçilerin hakkını vermeye geldiğinde canı çıkıyormuş gibi olur.
(Özturan, 2009a: 220)
Mal vermek, can vermekten zordur: Mal vermek güçtür, insanın zoruna gider.
(Özalp, 2008: 415)
Malım ariye gideceğine garnım ariye gitsin: Hazırlanan yemeğin fazlasını
atmaya kıyamayıp karnın, midenin, hatta sıhhatin bozulacağını bile bile yemek. (Özalp,
2008: 302; Özturan, 2014: 202)
Malım seni verim mi kötü/rezil olim, vermim de mi kötü olim?: İnsanlar,
genellikle kendilerinden istenilen bir şeyi verdiklerinde perişan yani kötü olurlar. Ama
istenilen şeyi vermediklerinde yine kötü olurlar. (Dalkıran, 2005: 52; Özturan, 2009a:
221; Özturan, 2014: 202)
Malın iyisi gözünden/özünden, insanın iyisi sözünden belli olur: İyi mal kendini
hemen belli eder. İyi insan da konuşmalarından belli olur. (ATKVE, 2011: 137; MİY,
1967: 194; Şen, 2006: 108; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
Malına sahip/mıheyt ol, gomşunu hırsız etme: Kişioğlu, elinde
bulundurduklarına iyi sahip çıkmalıdır. Çünkü elindeki bir şeyi kaybettiğinde ilk hesap
soracağı kişi komşusu olacaktır. (Dalkıran, 2005: 49; Özturan, 2009a: 221; Şen, 2006:
108)
Mallının malı tükenmiş de dillinin dili tükenmemiş: Mal sahibinin malı
tükenebilir, ama sürekli konuşanın konuşması bitmek bilmez. (Özturan, 2009a: 221)
Maraşlılar geçmişlerine söven değil, geçmişlerini öven bir millettir: Maneviyatı
yüksek olan yerdir Kahramanmaraş. Bu yüzden Maraşlılar, geçmişlerini de hayırla yad
ederler. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Marifet iltifata tabidir: Bilgili olmak, saygı duyulmaya layıktır. (Özturan, 2009a:
221)
Mart ayı, dert ayı: Mart ayı, kışın sonu baharın başı sayılır. İnsanlar kışlık
ihtiyaçlarını kıt kanaat hazırlayıp yazı iple çekerler. Mart'ta bahar gelecek, havalar
ısınacak diye düşünürler. Mart ise bazı seneler çok soğuk olur, özellikle yakacak
maddeleri tükenmiş olanların başına sıkıntı ve dertler açar. (Özalp, 2008: 415)
Mart yağar, nisan öğünür; nisan yağar, çiftçi öğünür: Martta yağan yağmurla
ekinler nisanda gelişir. Nisanda yağan yağmurla başaklar olgunlaşır. Bu durum da
çiftçiyi sevindirir. (Okumuş, 2006: 158)
Martın arpası, nisanın körpesi: Mart ayı arpaya, nisan ayı da kuzuya yarar.
(Polat, 2016: 29)
Martta yağmasın, nisanda dinmesin: Coğrafyamızda mahsullerin kaliteli ve iyi
olması için bu şekilde bir temennide bulunulur. Martta yağmur yağması ekinler için
zararlı ama nisanda yağması çok faydalıdır. (Özturan, 2009a: 221)
Maşa dururken niye elimi yakayım?: Bkz: “Maşa dururken/varken elini yakma”
(Göçer, 2010: 105)
Maşa dururken/varken elini yakma: Senin yerine kendisini tehlikeyi atacak
adamların varsa onları kullan, kendini tehlikeye atma. (Özalp, 2008: 415; Özturan,
2009a: 221)
Mazlumun ahı yerde kalmaz: Bkz: “Mazlumun ahı, [tahttan] indirir şahı” (Şen,
2006: 108)
Mazlumun ahı, [tahttan] indirir şahı: Mazlumlara, zayıflara yapılan zulüm ve
onların bedduasını almak çok kötü bir şeydir. Onların bedduası ve ahı ind-i ilahide
335
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
yerini bulur ve zalim zulmünün cezasını acı bir şekilde çeker. Şahları, padişahları
tahtlarından eder. (Dalkıran, 2005: 50; Özalp, 2008: 417)
Merdiven basamak basamak çıkılır: Hiçbir yükselme dimdik, ani ve tek basamak
şeklinde, tek hamlede olmaz. Yavaş yavaş, zamanla, basamaklar tek tek, hak edilerek
çıkılır ve yükselir insan. (Özalp, 2008: 414)
Merese demişler “nereye gediin?”, o da demiş “meres olmaya gediim”: Kişi
kendi kazandığını bol keseden harcayamaz. Mirası ise evlatları tarafından har vurulup
harman savrulur. (Özturan, 2009a: 221)
Merhametten maraz doğar: Birine çok fazla yardımda bulunmak kötü sonuçlar
doğurabilir. (ATKVE, 2011: 137; Özturan, 2009a: 221; Sultan Kamalak)
Meşhur olucun mu? Cami duvarının dibine işe: Herkesin dikkatini çekecek iş
yap. (Özturan, 2009a: 221)
Meteliksiz adam pazardan uzak durur: Kişinin hali ve imkanları nasılsa ona göre
davranmak zorundadır. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Meyil verme evliye, eve gider unutur: İş sahibi, hele işini seven bir insanla dost
olup vakit geçirmek, eğlenmek istersen aldanırsın. Çünkü o, işinin başına geçti mi sana
zaman ayıramaz, hatta seni unutur bile. Evli insan da evine, ailesine, eşine, kavuştu mu
dışarıdakileri, dış dünyayı unutur. Sakın evliye gönlünü kaptırma, onu elde edemezsin
ve üzülürsün. (Özalp, 2008: 416)
Meyveli ağacı taşlarlar: Bilgili, becerikli kimselere sataşırlar. (Dalkıran, 2005:
52; Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 221)
Meyvesiz ağacı keserler: Fayda vermeyen kişilerden uzak durulur. (Özturan,
2009a: 221)
Mezar daşı ile övünülmez: Kişi geçmişteki atalarıyla değil, ancak kendi değeri
ile övünebilir. (ATKVE, 2011: 137)
Mızdara murdar helal: (Göçer, 2004: 77)
Mızrak çuvala sığmaz: Herkesin gözü önündeki gerçekler örtbas edilmez. (Şen,
2006: 108)
Mızrak çuvalda gizlenmez: Bkz: “Mızrak çuvala sığmaz” (Dalkıran, 2005: 51)
Millet kör püsüğe benzer: İnsanlar yapılan iyilikleri çabuk unutur. (Özturan,
2014: 205)
Milletinen baş edilmez: İnsanlarla baş etmek zordur. (Özturan, 2014: 205)
Milyoner baban olacağına okuyucu anan olsun: (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Mirasçıdan mal gaçıran iflah olmaz: Miras verilecek her kişiye adaletli
davranılmalıdır. Ölüm hak miras helaldir. Diğer mirasçıları hiçe sayan iflah olmaz.
(Dalkıran, 2005: 49)
Misafır gısmetiynen gelir: Her insanının tayin edilmiş bir kısmeti, bir rızkı
vardır. Misafirliğe giderken de kısmetiyle ve rızkıyla gider. (ATKVE, 2011: 137; Özalp,
2008: 416; Özturan, 2009a: 221)
Misafir almak marifet değil, değneğini eline vermek marifet: Marifet misafiri
eve almak değil, onu iyi ağırlamak, incitmeden yolcu etmektir. (Özalp, 2008: 416)
Misafir ev sahibine tabi: Ev sahibi görevini yapsın diye misafir anlayış gösterir.
(Özturan, 2009a: 221; Özturan, 2014: 205)
Misafir ev sahibinin guzusu: Misafir ev sahibinin işine karışmaz, oturttuğu yerde
oturur, yatırdığı yerde yatar, verdiği yemeği yer. Âdeta kuzu gibi ona itaat etmek
durumundadır. (Özalp, 2008: 416; Özturan, 2014: 205)
Misafir misafiri sevmez/istemez, ev sahibi hiçbirini sevmez/istemez: Aynı evde
misafir olan insanlar, çeşitli sebeplerden birbirlerini kıskanır, sevmezler. Belki de öbür
misafir olmasaydı ben daha iyi ağırlanırdım, rahat ederdim diye düşünür ve aralarında
problemler çıkar. Ev sahibi de eğer misafir ağırlamaktan sıkıntı duyan biri ise her ikisini
de sevmez, başından savmaya çalışır. (ATKVE, 2011: 137; ATKVE, 2011: 143; Arslan,
2011: 347; Gökçebey, 1999: 83; Okumuş, 2006: 158; Özalp, 2008: 416; Şirikçi, 2006:
31)
Misafir on gısmetinen gelir, birini yer dokuzunu gor: Örfümüzde misafirin
bolluk, bereket getirdiğine inanılır. Bu atasözü de bunun delilidir. (Alparslan-Özturan,
2010: 70; Özalp, 2008: 416; Özturan, 2009a: 221)
336
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer: Misafir, iyi ağırlanmayı ister, ama ev
sahibi evinde ne varsa onu ikram eder. (Alparslan-Özturan, 2010: 70; Kozan, 2007: 218;
Özturan, 2009a: 221)
Misafirden önce rızgı gelir: Ev sahibi, konuğu yük saymaz. Misafir gelinen evde
ya yiyecek bulunur ya da beklenmedik bir anda gelir. Misafirin kısmetinin Allah
tarafından gönderildiğine inanılır.(Dalkıran, 2005: 51)
Misafirin akılsızı ev sahibini ağırlar: Kendisinin ağırlanması gereken akılsız
konuk, ev sahibine yol gösterir gibi ağırlama işini üzerine alır. (ATKVE, 2011: 137)
Misafirisen bak otur, dilini dibine çek otur: Misafir, adaplı olmalıdır.
Hareketlerine ve konuşmalarına dikkat etmelidir. (Özturan, 2009a: 221)
Misafirlik üç gündür: Misafir olmak da misafir ağırlamak da zordur. Misafir, aile
mahremiyetini düşünerek kısıtlı bir şekilde hareket etmek durumundadır. Ev sahibi ise
hem aile mahremiyetini korumak, hem de misafirini en iyi şekilde ağırlamak
zorundadır. Bu durumda uzun süreli misafirlik çok sıkıcı olur. Mahremi olan biriyse
mesele yoktur. (Özalp, 2008: 416; Özturan, 2009a: 221)
Miyençinin torbası delik olur: Aracı, arabulucu veya elçi olan kimse, tarafların
birbiri hakkındaki kötü söz, hakaret gibi şeylerini duymazlıktan gelir, atar. Taraflara iyi,
güzel sözleri götürür. Bazen de hiç söylenmemiş, yapılmamış güzel söz ve hareketleri
kendiliğinden götürür. Tarafları yumuşatmak, barışı sağlamak için. (Özalp, 2008: 416)
Muhanet [gomşu] hacet sahibi eder: Komşuları, ihtiyaç duydukları ev aletlerini
vermeyen kimseler o aletleri alıp kendileri alet sahibi olurlar. (ATKVE, 2011: 137;
Özalp, 2008: 416)
Muhanetin derdi dağ odunundan zor: Muhanedin, namerdin derdini çekmek,
dağdan odun çekmekten zordur. (Özalp, 2008: 305)
Muhanetin gapısı çetindir: Kötü niyetli insandan fayda gelmez. (Şen, 2006: 108)
Mut/ucuz evlenme, yiğide sermaye: Evlilik masraflarını fazla yapmayan
kimseye iş yapacak bir sermaye bile kalır. (Dalkıran, 2005: 46;Özalp, 2008: 306)
Müslüman malı ortaklık: Müslümanlar mallarını ortak kullanmalı. (Özturan,
2014: 206)
Müşteri gapının ardında olur: İş yeri sahibi hiçbir zaman dükkanını
kapatmamalıdır. Dükkanın kapalı olduğu bir anda müşteri gelebilir. (Körük, 2005: 43;
Kuyumcu, 1995: 37)
Müşteri velinimettir: Ticarette, alışverişte müşteri olmadan işler yürümez.
Müşteri ticaretin olmazsa olmazıdır. (Özturan, 2009a: 221)
Müzevir boynunda babal bırakmaz: İnsanları şikayet eden her şeyi gider
insanlara anlatır. Kendinde vebal bırakmaz. (Özturan, 2009a: 221)
Namazda gözü olmayanın ezanda gulağı olmaz: Kişi yapmak istemediği işin
ayrıntılarıyla ilgilenmez. (Özturan, 2009a: 221)
Namert olan yaptığı iyiliği başa kakar: Bazı insanlar var ki yaptığı bir iyiliği
sürekli öne sürer. (ATKVE, 2011: 137)
Namırs öllüyün körü: Namus, kutsal bir vazifedir, korumak gerekir. Namuslu
olmak kolay değildir. Namuslu olmanın bir bedeli vardır, ne olursa olsun bunu ödemek
gerekir. (Özalp, 2008: 307; Şen, 2006: 109)
Namırsızdan namırsını sakla: Namus kavramı olmayan insanlar, namusuna
düşkün olanlarla beraber olduğunda onların namusuna da leke bulaştırır. (Dalkıran,
2005: 49)
Nasıl olsa bir gurt bir guzuyu parçalayacak: Evlenme çağına gelen bir kızı nasıl
olsa biri alacak. İşin sonucu nasıl olsa aynı olacak. (Alparslan-Özturan, 2010: 76)
Nasihat istersen tembele iş buyur: Tembel, kendisine buyrulan bir işi bahaneler
bularak yapmamaya çalışır ya da kendi bildiği gibi yapmaya çalışır. (ATKVE, 2011:
137)
Nazar; deveyi gazana, insanı mezara sokar: Nazar, toplumumuzda önemli bir
meseledir. Birine nazar değdiğinde o insanın iflah olmayacağına inanılır. (Arslan, 2011:
347; Özturan, 2009a: 221)
Ne avrat olduk heriflere söz dutturduk, ne ana olduk çocuklara söz dutturduk:
Kadın olmak zordur. Kocalarına karşı söz sahibi değillerdir. Çocukları da sözlerini
dinlemez. (Polat, 2016: 29)
337
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
338
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
O….. yanına eş, zubun yanına peş ister: Herkes, özellikle de kötü işler yapanlar
kendileri gibilerinin çoğalmasını, dikkatlerin kendi üzerlerinden dağılmasını ister.
(Özalp, 2008: 418)
O…..nun musdulu, döner suçunu bastırır: O…..nun, kötü kimselerin kurnazı,
yüzsüzü, utanmazı işlediği suçları başkalarının üzerine atar. Bağırır çağırır, suçunu
bastırır. Hem suçlu hem güçlü. (Özalp, 2008: 312)
O…..nun yüzüne tükürmüşler, “yağmur yayi” demiş: Aşağılık insanda utanma
duygusu olmaz. (Özturan, 2009a: 222; Özturan, 2014: 215)
O…..ya da yüz/sıfat/surat gerek: Bir insan kötü yola düşmüş olsa bile herhangi
bir insanla muhatap olduğu zaman güler yüzlü olmalı. Karşısındakini derdini, tasasını
belli etmeyen bir yüz ifadesiyle karşılaması icap eder. Örnek: Şuna bak sanki düşmanını
karşılıyor, ulan o…..ya da surat gerek, sen hiç terbiye görmedin mi? (Bilgin, 2006: 257;
Özalp, 2008: 312; Özturan, 2014: 215)
O…ma, s..ma, can alıcı var: Oturma, kalkma, hiçbir iş yapma. Bazı kötüler,
zorbalar böyle istiyor. (Özalp, 2008: 313)
O…uğu böyleyse, b..una doyum olmaz: Yaptığı iyi iş buysa kötü işinin vay
haline! (Arslan, 2011: 347)
O…ukçu gancıktan gurtçul enik olmaz: Kalitesiz insandan düzgün bir şey
beklenmez. (Şirikçi, 2006: 230)
O…uklu g..e arpa çöreği/ekmeği bahane: Herhalde arpadan yapılan ekmek fazla
gaz yapar ki sık sık bu işi yapıp sesi ve kokusuyla insanları rahatsız eden kimseye, arpa
ekmeği yediği için böyle olduğunu bahane ettiğinde bu şekilde cevap verilir. Yapılan
işlere bahane mi yok. Bir insan kötü bir iş yapmaya, pisliklere alışmışsa bunları huy
edinmişse başka şeyleri bahane etmesin. Suçlarına kılıf aramasın. (Özalp, 2008: 313;
Özturan, 2009a: 222;Faruk Zülkadiroğlu)
Oduncunun gözü omçada, [değirmencinin gözü suda] olur: Bkz: “Oduncunun
gözü omçada, dilencinin gözü çomçada” (Okumuş, 2006: 159; Özturan, 2009a: 221)
Oduncunun gözü omçada, dilencinin gözü çomçada: Herkes işine yarayan şeye
göz diker, onu elde etmeye çalışır. (Arslan, 2011: 347; Çoğalan, 1982: 115; Dalkıran,
2005: 48; KA, 2017a: 390; MİY, 1967: 194; Şen, 2006: 109; Şen, 2006: 116; Yakar,
1997: 60)
Odunu on eyle, bana da bir don eyle: Odunu çok getir, bana da bir elbiselik getir.
(Özturan, 2014: 212)
Odunun cinsi közünden, insanın seciyesi sözünden belli olur: Her şeyin değeri
kendine has özellikleriyle ölçülür. (Özturan, 2009a: 221-222)
Oğlan anası ırahat olmaz: Erkek evladı, uçarı kaçarı hareketlerle anneyi çok
yorar. (Şen, 2006: 109)
Oğlan arı, gırkı yarı: Doğumdan yirmi gün sonra bu söz söylenip çocukla loğusa
banyo yaptırılır. (Akben, 2010: 451)
Oğlan benim amma gönlü benim değil: Gönüllere kimse hükmedemez, evladın
dahi gönlüne hükmedilemez. Gönüllere hükmetmek Allah Teala'ya mahsustur. (Özalp,
2008: 418)
Oğlan çocuğu göz götürmez: Erkek çocukları ölen aileler, son doğan oğlan
çocuğunun saçını uzatarak kız gibi görünmesini isterler. Bu şekilde aileye musallat olan
kötü ruhların uzaklaştırılacağına inanılır ve bu söz söylenir. (Akben, 2010: 442)
Oğlan doğur ellere, çal g..ünü yerlere: Oğlan çocuğu evlendikten sonra baba
evinden çok kız evine gider gelir, orayla yakınlaşır. (Alparslan-Özturan, 2010: 76;
Özturan, 2009a: 221)
Oğlan doğuran at gibi yatar, gız doğuran it gibi yatar: Erkek çocuğu doğuran asil
gibi, kız çocuğu doğuran pısırık gibi davranır. (Özturan, 2009a: 221)
Oğlan evladı it getirir, gız evladı yiğit getirir: Oğlan çocuğu, sevilmeyen biriyle
evlenir. Kız çocuğu, yiğit biriyle evlenir. Gelin ve damada bakış açısı. (Kapanoğlu,
2009: 72)
Oğlan yedi oyuna gitti, çoban yedi goyuna gitti: Kendi çocuğun iş yapmaz,
gününü gün eder. Hizmetçi çalışır. (Özturan, 2009a: 221)
339
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Oğlan yetir, gız yetir, yine şeleği sen götür: Ana baba zorluklara dayanarak
çocuklarını büyütürler. Ancak onların kendilerine pek faydası olmaz. (ATKVE, 2011:
137; Çınkır, 2016: 977)
Oğlan/evlat babadan beller/öğrenir sufra düzmeyi/yazmayı, gız anadan beller
gomşu/oba/sokak/gezme gezmeyi: Erkek evlat; işi, çalışmayı, maişet teminini
babasından öğrenir. Kız çocuk ise gezmeyi, çene çalmayı, dedikodu yapmayı anasından
öğrenir. (Çınkır, 2016: 958; Gökçebey, 1999: 82; Horasan, 1992: 208; KATEDEG,
2012: 80; Özalp, 2008: 418; Şirikçi, 2006: 14)
Oğlu olmayanın oğlağı olmaz: Erkek evladı olmayan soyunu devam ettiremez.
Dolayısıylakanacağı malın mülkün de bir önemi yoktur. (Alparslan-Özturan, 2010: 51)
Oğlun akıllı malı neylesin, oğlun deli mal neylesin: Bkz: “Evladın akıllı, malı ne
edersin? Evladın deli, malı ne edersin?” (Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 159;
Özturan, 2009a: 221; Şen, 2006: 109)
Oğlun gibi ever, gızın gibi gelin et: Erkek çocuklar, evlendiğinde genellikle
hanım tarafıyla daha çok yakınlaşır. Gelin giden kız gibi olur. (Şen, 2006: 109)
Oğluna güvenme ölür, gavağına güvenme çürür: Dünyada hiçbir şeye güvenme,
bir şekilde yok olur. Ancak Allah'a güven, O bakidir, yok olmaz. (Özalp, 2008: 418)
Oğluna iyi deme goynuna el kızı girmeyince garına iyi deme yoksulluk
görmeyince: (Horasan, 1992: 208; KATEDEG, 2012: 80; Şen, 2006: 109)
Oğlunu dövmeyen özünü/bağrını, [gızını dövmeyen dizini] döver: Evladın
terbiyesini iyi vermek gerek. Daha sonra duyulan pişmanlığın fayda olmaz. (Arslan,
2011: 347; Çoğalan, 1982: 115; Özturan, 2009a: 221; Şen, 2006: 109)
Oğrun alınan, eşgere guzlar: Bkz: “Gizli zina yapan aşikar doğurur” (Özalp,
2008: 418)
Oha var öküz durdurur, oha var saban gırdırır: Ağızdan çıkacak sözlere dikkat
etmek lazımdır. Yanlış yerde ve zamanda yanlış konuşmayı yapmamak gerekir. (Polat,
2016: 30)
Oklavadan saca var da baklavalık açılmak senin olsun: Alçak gönüllü ol, aza
kanaat getir ki çoğu (iyisi, güzeli) senin olsun. (Çoğalan, 1982: 115)
Okur alim, tutmaz zalim: Bazı hocalar, okumasına, ilim tahsil etmesine rağmen
zalim gibi hareket eder. (Alparslan-Özturan, 2010: 275)
Olacakla öleceğe/yiteceğe çare yoktur: Kadere karşı, yazılana karşı çare yok
(ATKVE, 2011: 137; Özturan, 2009a: 222; Özturan, 2014: 213)
Olan bulgur gaynatır, olmayan s..ini oynatır: İmkanı olan işlerini yapar. İmkanı
olmayan ise baş işlerle meşgul olur. (Faruk Zülkadiroğlu)
Olan dört giyer, olmayan dert giyer: Zengin giyinir, kuşanır istediği gibi yaşar.
Fakir ise yoksulluğun acısını çeker. (Faruk Zülkadiroğlu)
Oldacı oğlak b..undan/doğumundan belli olur/bellidir: Bkz: “Guzlacı oğlak
b..undan belli olur” (Çoğalan, 1982: 115; Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 159)
Olmadık hacıyı, deve üstünde yılan sokar: İşler ters gittiği zaman en umulmaz
yerde ve zamanda bile başa bela gelebilir. (ATKVE, 2011: 137; Şirikçi, 2007: 82)
Olmadık iş yok, duymadık gulak çok: Dünyada başa gelmeyen iş yoktur, ancak
çoğu insanın haberi olmaz. Gerçi eskide kaldı o işler. Şimdi anında duyuluyor artık.
(Çınkır, 2016: 833)
Olmayasın üç beldenin birinden: Elbistan’dan, Darende’den, Gürün’den: Bu üç
belde de çetindir. Hikâyesi: Rivayete göre Darende name ile Elbistan ve Gürün kılıç ile
Müslüman olmuştur. Bu üç beldenin insanı makbul tutulmaz. Aynı zamanda bu atasözü
Karacaoğlan’ın bir şiirinde de geçer. (Özturan, 2009a: 222)
Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz: Hiçbir şey için olmaz deme. Dünyada
olmayacak şey yoktur. (ATKVE, 2011: 137)
Olsa ile bulsayı ekmişler, her ile heç çıkmış: Şu iş şöyle, bu iş böyle demekle
istediğin sonucu elde edemezsin. Elde etmek istediğin sonuca istekle değil, çalışmakla
ulaşabilirsin. (Dalkıran, 2005: 52; Özturan, 2009a: 222)
Olsun da gomşuda olsun: Yokluk kötü bir şeydir. Elde olmayan bir şey olsun da
bizde olmasa da olur. Yakınlarımızda olsun yeter. (ATKVE, 2011: 137)
Olursa aş suyu, olmazsa baş suyu: Sıcak su her işe yarar. Aş da pişer, gusül de
yapılır. (Özturan, 2014: 213)
340
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
On beşinde gız, ya erde ya yerde: On beş yaşamış kız evlenme çağına girmiştir.
Ya evlenmeli, ya da ölmelidir. Aksi halde bir sürü bahtsızlıklara, günahlara sebep olur.
(Özalp, 2008: 418)
On yol ölç, bir yol biç: Bir iş yapacağın zaman iyice düşün, plan program yap,
araştırma yap, her şey uygunsa başla. Bir işe başlamadan, bir sözü söylemeden defalarca
düşünmek gerekir. (Özalp, 2008: 418)
Oncacık (o kadar) gusur gadı gızında da olur: Her insan kusurludur, ama az ama
çok. (Dalkıran, 2005: 47; Özturan, 2009a: 221)
Ondan ne çıkar, bundan ne çıkar derken bir gız bir oğlan doğurmuş: Bazı işler,
hareketler basit görülür, önem verilmez, ondan, bundan ne çıkar diye geçiştirilirse
sonunda başa çok büyük işler açar, belalar getirir. (Özalp, 2008: 418)
Ormana balta girmiş, “sapı bendendir” demiş: Kötülüğe uğrayan kimse, kötülük
yapanların kendi yakınları olduğunu öğrenince büyük acı duyarlar. (ATKVE, 2011:
137)
Ortaklık iyi olsa, bir avrat iki gocaya/herife varır: Ortaklık iyi bir şey değildir.
Büyük kavgalar, hep ortak yapılan işlerden doğar. (Dalkıran, 2005: 48; Özturan, 2009a:
222)
Otu çek, köküne bak: Soy, sop önemlidir. (Alparslan-Özturan, 2010: 75; Arslan,
2011: 347; Bahça, 2001: 39; Çınkır, 2016: 840; Kuyumcu, 1995: 37; Özturan, 2009a:
222; Şen, 2006: 109)
Oturan aslandan gezen tilki yeğdir: İş yapmayan yiğitten, iş yapan kötü insan
daha iyidir. (ATKVE, 2011: 137)
Oturmam diyen yatmış, yemem diyen sofranın yamalağını gapmış: Bir şey için
önceden hüküm vermemek gerek. Şartlar değişebilir. Önceden söylediğin bir şey için
daha sonra kendi kendini yalanlamış olursun.(Dalkıran, 2005: 46; Özturan, 2009a: 222)
Otuz iki dişin duyduğunu, otuz iki gişi duyar: İki kişinin bildiği sır değildir.
Söylenmemesi gereken bir şeyi bir kişiye bile anlatsan o sırrı artık herkes öğrenir.
(Özturan, 2009a: 222)
Ovada at arayanın, düğünde gız arayanın aklı olmaz: Yanlış yerde yapılan işin
gerçek yüzü belli olmaz. Ovadaki at olduğundan besili olur, düğündeki kız da
makyajından ve süsünden dolayı güzel görünür. (Körük, 2005: 43)
Oynamaktan maksat utmak, okumadan maksat tutmak: Ne iş yaparsan kazanmak
için, başarmak için yapacaksın. Zamanını boşa harcamayacaksın. Emek verip
öğrendiklerini de vakti gelince uygulayacaksın. (Dalkıran, 2005: 48; Kapanoğlu, 2009:
49)
Oynaş bana bugün gerek, sabaha gişim de gelir: Arzu edilen, istenilen şey şimdi
lazım. Şimdi veriyorsan ver, yarın başkalarından da bulup ihtiyacımı gideririm. (Özalp,
2008: 313; Özturan, 2014: 216)
Oynaşa güvenen ersiz kalır: Çok önemli bir işi aldatıcıya yaptırabileceğine
inanan kişi, beklediği sonucu hiçbir zaman elde edemez. (Çoğalan, 1982: 115)
Oyun bilmeyen gelin,“yerim dar” der: İş bilmeyen, beceriksiz insanlar
kusurlarını örtmek için bin bir bahane uydururlar. (Özalp, 2008: 419; Özturan, 2009a:
222)
Öfke baldan datlıdır: Öfke geldi mi insan kendini alamaz. Çok sevdiği bir
şeyden vazgeçmediği gibi öfkeden de vazgeçmek istemez. (Özalp, 2008: 420)
Öfke gelir göz gararır, öfke gider yüz gararır: Öfkeye kapılan kimsenin gözü
kararır, kendini kontrol edemez. Şuursuzca hareketler yapar ve çevresine, insanlara
birçok zararlar verir. Öfkesi geçtikten sonra yaptıklarının kötülüğünü anlar ve utanç
duyar ama faydası olmaz. (Özalp, 2008: 420)
Öfkenin aklı yoktur: Kişi, öfkelenince mantıklı düşünemez. (Okumuş, 2006:
159)
Öğünen öküz sabana s..mış: Kendini yüksekte gören kişi, olmayacak pot kırar.
(Sultan Pırnaz)
Öksüz çam satmaya çıkarsa ay ilk akşamdan çıkar: Fakir kimse iş yapacağı
zaman işine engel bir durum hasıl olur. (Polat, 2016: 30)
Öksüz çocuk, göbeğini kendisi keser: Kimsesi olmayan kişi, kendi başının
çaresine bakar. (ATKVE, 2011: 137)
341
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Öksüze “beri gel” demişler, “beni s..ecek” sanmış: Öksüzler, yetimler, çok
hırpalanıp hakaret gördükleri için ürkek ve korkak olurlar. İyilik yapmak isteyenlere
bile kuşkuyla bakarlar. (Özalp, 2008: 419)
Öksüze acıyan çok, ama ekmek veren yok: Fakire, düşküne, yardıma muhtaç
olana herkes acır, üzülür. İş yardım etmeye gelince kimse elini taşın altına koymaz.
(Şirikçi, 2007: 82)
Öksüzü dövmüşler, “vay anam” demiş: Annesi olmayan çocuk, dayak yediğinde
yine anne diye ağlar. (Şirikçi, 2007: 82)
Öksüzün garnını doyur da s..acağı yere garışma: Öksüzün, yetimin, fakirin
ihtiyacını gider de sonra ne yapacağına karışma. (Özalp, 2008: 419)
Öksüzün hamamda anası, camide babası çok olur: Öksüz kimseye yardım edilir.
Hamamda kendisini yıkayan kadınlar olur. Cami cemaati de yardımda bulunur. (Polat,
2016: 30)
Öksüzün şeytanı bol olur: Öksüzlere karşı merhametli ve şefkatli davranılır. Bu
da öksüzü şımarık yapar ve çokça yaramazlık yapmasına sebep olur. (Özalp, 2008: 419)
Öküz olacak dana buzağılığından belli olur: Bkz: “At olacak tay gafasından belli
olur” (Bilgin, 2006: 260)
Öküz olmadan göpe sıçma: Yaşının üstünde davranışlarda bulunma. (Arslan,
2011: 347; Gökçe, 2014: 278)
Öküz ölür, gönü galır; yiğit ölür, ünü/namı galır: Bkz: “At ölür, nalı galır;
yiğit/adam ölür, namı galır” (Dalkıran, 2005: 51; Özturan, 2009a: 222)
Öküz, yem bitince çifte gideceğini bilir: İhtiyaç belirdiğinde çalışmak gerekli
olur. (KA, 2017a: 390)
Öküzden öörün çit sürülmez: Bir işi asıl sorumlusunun haberi olmadan yapmak
mümkün olmaz. (KA, 2017a: 390; Şen, 2006: 109)
Öküzü öğür olmayanın yağrısı yara olur: Malın olmazsa işi kendin yaparsın,
zararını da yine sen görürsün. (Okumuş, 2006: 159)
Öküzün aptalı gasabın bıçağını yalar: Kafasını kullanamayan kimse, kendisine
zararı dokunabilecek olanın yanında gezer. (Şeref Dere)
Öküzün büyük olsun da çüt çekmezse çekmesin: Bkz: “Atım büyük olsun da çit
sürmezse sürmesin” (Kuyumcu, 1995: 37)
Öl benim için, ölim senin için: Sen benim için iyi şeyler yaparsan ben de senin
için iyi şeyler yaparım. (Çoğalan, 1982: 115; Özturan, 2009a: 222; Özturan, 2014: 217;
Şen, 2006: 109)
Öl, söz verme; öl, sözünden dönme: Ölsen de birine söz verme. Eğer söz
vermişsen bu kez öl, ama sözünden dönme. (Özturan, 2009a: 222)
Ölecek ile olacağa çare bulunmaz: Gerçekleşmesi kesin olan şeylere çare
bulunmaz. (Şen, 2006: 109)
Ölenin malı da beraber ölür: İnsan öldüğü zaman evi barkı da bakımsızlıktan
eskir. Ölen insana, malın mülkün hiçbir faydası yoktur. (KA, 2017a: 390; Şen, 2006:
109)
Ölenle ölünmez: Ölüm takdir-i ilahidir. Ölenin acısı ile kimse ölmez. Hayat
devam eder. (Özalp, 2008: 420; Özturan, 2009a: 222; Şen, 2006: 109)
Ölme öldür, çaresi bulunur: Ölmemeye bak, öldürürsen cezadan kurtulmanın
yolu bulunur. (Özalp, 2008: 420)
Ölmüş eşşek, gurttan gorkmaz: Her şeyini kaybetmiş kimse, hiçbir şeyden
korkmaz. Kaybedecek bir şeyi olmayan kimse neden korksun ki? (Gökçebey, 1999: 83;
Özalp, 2008: 420; Özturan, 2009a: 222)
Ölü aşı yapmayanın ölü başını yer: Toroslarda böyle bir halk inancı vardır.
(Yalman, 1977: 402)
Ölü g..ü ballı olur, ölmüş eşşek nallı olur: Elden çıkan önemsiz bir şey, çok
önemliymiş gibi değerlendirilir. (Çınkır, 2016: 400; Emine Pırnaz)
Ölücüynen düğüncü boş dönmemiş: Ölü evinde ölü, düğün evinde de gelin-
damat vardır. Buralara giden kimse boşuna gitmez. Dolayısıyla evine de boş dönmez.
(Hayriye Sevmez)
Ölüden ne fayda, varsa varsa diriden: Ölmüş insandan fayda gelmez. Fayda diri
insandan gelir gelirse tabi. (Özturan, 2009a: 222)
342
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ölüm bir devedir ki herkesin gapısına çöker: Ölüm, her insanın başına gelen bir
olaydır. (KA, 2017a: 390; Şen, 2006: 109)
Ölüm cümlemize galdı: Dünya ve üzerinde yaşayan herkes fanidir. (Temiz,
2005: 99)
Ölüm girmeyen ev olmaz: Bkz: “Ölüm bir devedir ki herkesin gapısına çöker”
(Özturan, 2009a: 222)
Ölüm hak, meres halel: Allah, insanlara bahşettiği canı bir gün mutlaka
alacaktır. Ölen insanın geride kalan malı, mülkü de geride kalanlara helaldir. (Özturan,
2009a: 222; Şen, 2006: 109)
Ölüm ile öç alınmaz: Bir insan, öç almak istediği bir kişinin kendisinin ya da bir
yakınının ölmesine sevinmemelidir. (Şen, 2006: 109)
Ölüm inkar olunmaz: Ölüm inkar edilemez. Herkes zamanı gelince ölümü
tadacaktır. (Temiz, 2005: 99)
Ölüm olan başa her iş gelir: Fani olanın başına her iş gelir. En büyüğü de ölüm.
(Körük, 2005: 43)
Ölüm var, galım var: Gidilen, gezilen yerlerde, gelecekte neler olur bilinmez.
Ölüm de var, yaşamak da. (Çınkır, 2016: 846; Özalp, 2008: 420)
Ölümü gören sıtmaya razı olur: Felaketi gören hafif ziyana razı olur. (Şen, 2006:
109)
Ölünün gıçına su dökmekle ölü dirilmez: Fayda vermeyecek uğraş yapmakla
işleri eski haline getiremezsin. (Faruk Zülkadiroğlu)
Ölürsem anam ağlar, gerisi yalan ağlar: Bkz: “Ağlarsa anam ağlar, gayrisi/gerisi
yalan ağlar” (Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006: 109)
Ölürsem avrat elin, mal mirasçının: Öldüğüm zaman karım başkası ile
evlenebilir, malım mülküm de mirasçılar arasında pay edilebilir. İyisi mi yiyeyim. Sade
biriktirmeyeyim. (Özturan, 2014: 219)
Ölürsen örterler, gara yere dürterler: Ölmemeye bak, yoksa gömülmen kolay
olur. (Çınkır, 2016: 846; Özalp, 2008: 315)
Ölüsü olan bir/üç gün ağlar, delisi olan her gün ağlar: Ölüm acısı insanı birkaç
gün ağlatır. Ama delisi, iyileşemeyecek hastası olanlar devamlı ağlarlar. Devamlı acı ve
sıkıntı çeker. (ATKVE, 2011: 137; Arslan, 2011: 348; Çoğalan, 1982: 115; Göçer,
2010: 44; Kozan, 2007: 219; Körük, 2005: 31; MİY, 1967: 194; Okumuş, 2006: 159;
Özalp, 2008: 420; Özturan, 2009a: 222; Şen, 2006: 109; Şen, 2006: 116-117; Yakar,
1997: 60; Faruk Zülkadiroğlu)
Ölüye ağıt gerek değil, deliye öğüt gerek değil: Ölmüş insan için ağıtın, deli için
de nasihatin bir faydası yoktur. (ATKVE, 2011: 137)
Ömür biter, dert bitmez: İnsanoğlu, yaşamı boyunca sıkıntılarla uğraşır. Ölür bu
kez de sıkıntıları geridekilere kalır. (Özturan, 2009a: 222)
Ön teker nereye, arka teker oraya: Bir toplumun lideri, idarecisi, yol göstericisi
nereye giderse toplum da oraya gider. Aynen dört tekerli arabalarda olduğu gibi. (Özalp,
2008: 418; Özturan, 2009a: 222)
Önce selam, sonra kelam: Bir topluma varıldığında önce selam verilir, yani
onlara dua edilir. Selam duadır ve teminattır. Selam verilmekle "Allah'ın selameti,
rahmeti, bereketi üzerinize olsun. Size benden bir zarar gelmeyeceğine dair Allah adına
söz veriyorum." denilmiş olur ve kalpler yumuşatılıp konuşma kapısı açılır. (Özalp,
2008: 420)
Önce tamam, sonra gıyam: İş evvela konuşma ile yapılır, sonra eyleme dökülür.
(Özturan, 2009a: 222)
Öndüç (ödünç) güle güle gelir, ağlaya ağlaya gider: Ödünçte acaba geri gelecek
mi kaygısı olur. Gelince sevinirsin, gidince üzülürsün. (ATKVE, 2011: 137; KA, 2017a:
390)
Önünden çekarek, arkadan dökarek: Parayı, yiyecekleri, kullanılan her şeyi
önceleri kısıntılı olarak sonunda çok kalırsa bol bol, âdeta dökerek kullanmak gerek.
Harcamalara, yiyip içilmeye dikkat edilmelidir. Başta israf yapılmamalıdır, sonra
bakıldı ki çok fazla, bolca harcama yapılabilir. (Özalp, 2008: 312)
Öpülecek el ısırılmaz: Saygı gösterilmesi gereken kimse incitilmemelidir.
(ATKVE, 2011: 137)
343
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Öpülmüş elin davası olmaz: İş işten geçtikten sonra ne yaptığının çok da önemi
yoktur. (Şen, 2006: 109; Şirikçi, 2006: 115)
Örtülü pazar, dostluğu bozar: Başında konuşulmayan iş, sonunda dostluğa zarar
verir. Bu yüzden bir işe girişirken bütün detayları başında konuşmak lazımdır. (Çınkır,
2016: 852)
Öz ağlamayınca göz de ağlamaz: İnsanın gözünden bir yaş gelmesi içindeki
acıya bağlıdır. Bazı insanlar, göstermelik üzülür ve ağlar. Bu tip insanlar sahtekardır.
İçten ağlayan insanlara yardım etmek insanlık görevidir. (ATKVE, 2011: 137; Arslan,
2011: 348; Bahça, 2001: 46)
Paçayı içen samırsağın hesabını yapmaz: Büyük bir nimetten faydalanan kimse,
ufak tefek engellere takılmaz. (Özturan, 2009a: 222)
Padişahın bile ardından gonuşurlar: İnsanların mevkileri ne kadar yüksek olursa
olsun arkasından konuşulur, dedikodusu yapılır, çekiştirilir. (Özalp, 2008: 421)
Palamut çok biterse gış erken olur: Meteorolojik tespitlerle doğa olayları
üzerinde bu şekilde tahminde bulunulur. (ATKVE, 2011: 137)
Palıt (palamut) çefden çıkmış, “ağza bak ağza” demiş: Palamut, çefi sayesinde
aylarca palamut ağacında tutunur. Ancak çefden ayrılınca çefin ağzının açık oluşundan
dolayı onu beğenmez. İnsanlar bazen geldikleri yeri unuturlar, büyüklük taslarlar. (Elife
Akkurt)
Pancar alıcısının şalgam satıcısı olur: Satılan ne kalitede olursa olsun bir alıcısı
bulunur. (Özturan, 2014: 221)
Pancar satan ananın, şalgam satan gızı olur: Anne nasıl olursa kızı da öyle olur.
(Özturan, 2009a: 222)
Pantolonu gösteren ütü, gadını gösteren g..ü: Her şeyin kendini belli edecek
belirtileri vardır. (Faruk Zülkadiroğlu)
Papaz her gün pilav yemez: İnsan her gün, devamlı karlı iş yapamaz, bazen de
zarar eder. İşin, ticaretin kuralıdır. Zarar, karın ortağıdır. Zararsız kar, faizciliğe
mahsustur. (Özalp, 2008: 421; Özturan, 2009a: 222)
Para az, mendil yırak: Para biriktirmek mümkün değil. Eskiden paralar mendilde
biriktirilirdi. Para az kazanıldığından mendilde biriktirilemezdi. (Şen, 2006: 110)
Para buçuktan, inek bicikten olur: Azdan çok olur, küçük büyük olur. (ATKVE,
2011: 137)
Para datlı olur: Para her işi yapmanın ön koşuludur. Paran varsa değerli olursun.
(Özturan, 2009a: 222)
Para dediğin el yüz kiri: Para çok da önem verilecek bir şey değil. (Özturan,
2014: 221)
Para ile imanın kimde olduğu bilinmez/Allah bilir: Para, ortaya konulan bir şey
değildir. İman da kişinin içindedir. Kimin ne kadar parasının olduğunu, Allah’a ne
kadar yakın olduğunu kimse bilemez. (ATKVE, 2011: 137; Özturan, 2009a: 222)
Paran çoksa kefil ol, işin yoksa şahit ol: Tanık, sürekli işini bırakıp mahkemede
olur. Kefil de asıl borçlu borcunu ödemediği zaman gerekli parayı ödemek zorunda
kalır. Onun için tanıklık boş insanların, kefillik de parası çok olanların işidir. İkisinden
de uzak dur. (ATKVE, 2011: 137)
Paran varsa aklın var: Varlıklıysan itibar görürsün. (Özturan, 2014: 222)
Paran varsa biriktir, ya inada harca ya murada harca: Para her şey için gereklidir.
Zamanı gelince boşa da harca, gerekli olan yere de. (Özturan, 2009a: 222)
Parası aziz olan, kendisi rezil olur: Parası değerli olan, perişan olur. Cimri,
sıkıntı çeker. (KA, 2017a: 390; Şen, 2006: 110)
Paşa gardaşım olacağına, hambal gişim olsun: Evde kalan kızın serzenişi.
Evleneyim de erim isterse hamal olsun. Kardeşimin paşalığı bana yaramaz. (Özturan,
2009a: 222)
Pazarlık gılıç ağzı: Pazarlık tamamlandığı zaman her iki taraf da uymak zorunda.
(Özturan, 2014: 62)
Pehlivan kispeti yağından bellidir: İnsanların durumundan ne halde oldukları
açığa çıkar. (ATKVE, 2011: 137)
Perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir: İşin gidişatından sonucunun nasıl
olacağı bellidir. (ATKVE, 2011: 137; Özturan, 2009a: 222)
344
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Pilava dökülen yağ zarar etmez/ariye gitmez: Faydalı işlere verilen emek,
harcanan para zarar etmez. Akrabalara, dostlara, faydalı kimselere yapılan ikramlar da
zarar değildir. (Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995: 38; Özalp, 2008: 421)
Pilavdan dönenin gaşığı gırılsın: Karlı işten, kazançtan ve yiğitlikten, şöhretten
kaçılmaz. Bunlardan kaçanlar zaten makbul ve muteber kimseler değillerdir. (Özalp,
2008: 421)
Poyraz dedik esmez, sessiz dedik şoru kesmez: Bazen durumlar, beklediğimiz
gibi olmaz, insanlar da beklediğimiz gibi çıkmayabilir. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Pusat vurmakla eşşek at olmaz: İşe yaramayan birine ne kadar değer versen de
kıymetli, değerli biri olmaz. (Okumuş, 2006: 159)
Püsüğe ciğer emanet edilmez: Bir kimseye zarar verebileceği, kendine mal
edebileceği şey verilmez. (Özturan, 2009a: 222)
Rahvan at kendini yorar: Yavaş giden at kendini yorar. (Okumuş, 2006: 159)
Ramazanda yalan söyleyenin bayramda yüzü gara olur: Bir sözün yalan olduğu
bir zaman sonra gerçekleşen olaylarla meydana çıkar. İşte o zaman yalan söyleyen kişi,
utancından kimseye bakamaz. (ATKVE, 2011: 137)
Rızık ile ırz ile oynanmaz: Ekmek kapısıyla, namus ile uğraşılmaz. (Göçer,
2010: 31)
Riyakar dosttan, doğru sözlü düşman yeğdir: Yalancı dosttan, dürüst düşman
daha iyidir. (Arslan, 2011: 348; Şen, 2006: 110)
Rüşvet kapıdan girince insaf/dat bacadan çıkar: Rüşvetin, iltimasın olduğu yerde
masumiyet ortadan kalkar. (ATKVE, 2011: 137; Arslan, 2011: 348; Şen, 2006: 110)
Rüya ile hülya olmasa züğürdün vay haline: Hayal etmek de olmasa yoksullar
iyice ümitsiz olur. (Arslan, 2011: 348; Şen, 2006: 110)
Rüzgar eken fırtına biçer: Herkesin zarar görmesine sebep olan kişi, aslında en
büyük zararı kendisi görür. (Şen, 2006: 110)
Rüzgar esmeyince yaprak gımıldamaz: Her durumu doğuran bir etken vardır.
(Kozan, 2007: 219)
Rüzgara garşı tüküren, kendi yüzüne tükürür: Beyhude iş yapan kimse, kendine
zarar vermekten başka bir şey elde edemez. (ATKVE, 2011: 137)
Rüzgarlı havanın guytusu, yağmurlu havanın uykusu: Toplum içinde çatışma baş
gösterince yapılacak en iyi iş, çatışmadan uzak durmaktır. (Arslan, 2011: 348; Şen,
2006: 110)
Saat on, yatağa gon: Coğrafyamızda uyku saati genellikle akşam saat 10-11
arasıdır. Dinlenebilmek için bu saatlerde yatmak gerekir. (Mehmet Kiraz)
Sabah ola, hayır ola: Sabah yapılan iş, akşam yapılan işin olanaklarından daha
hayırlıdır. (Demir, 2011: 100; Özturan, 2009a: 223)
Sabaha ava gidecek tazı, akşamdan sinileyerek yatar: Ertesi gün yola çıkacak
veya işe gidecek kimse, akşamdan gerekli bütün eşyalarını, aletlerini hazırlar ve tam
olarak hazır hale gelir. (Özalp, 2008: 422)
Sabaha galan davadan gorkma: Ertelenen, araya zaman giren davadan,
problemden, öfkeden korkma. Çünkü zaman kinleri, öfkeleri yumuşatıp çözümü
kolaylaştırır. İşler normale döner. (Özalp, 2008: 422)
Sabahın sahibi Allah: Bu kadar karamsar olmayalım, yarın ne olacağını Allah
bilir. Yarın belki de çok iyi şeyler olacaktır. (Özturan, 2014: 226)
Sabahtan garnını doyuran, küçükken evlenen aldanmamış: Bir işi öncesinden
yapan, yapılacak işlerde erken davranan yararını görür. (ATKVE, 2011: 137)
Sabır acıdır, meyvesi datlıdır: Hayatta aceleci olmamak gerek. Sabır çoğu şeyin
ilacıdır. Sabrın sonuçları da güzel olur. (ATKVE, 2011: 137; Şen, 2006: 110)
Sabır ile ekşi goruk helva, [dut yaprağı atlas gibi] olur: Sabırla en zor işlerin
üstesinden gelinir. (ATKVE, 2011: 137; Kozan, 2007: 219; Okumuş, 2006: 160; Özalp,
2008: 422)
Sabır selamet, evmek (acele etmek) melanet: Sabrın sonu iyi, acele etmenin sonu
kötüdür. (KA, 2017a: 390)
Sabinin hatırına eşşeğin anırmasına gatlanılır: Arkadaş hatırına yakınına ses
çıkarılmaz. (Özturan, 2014: 225)
345
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Sabreyle işine, hayır gelsin başına: İşin zor ise sabret. Olgunlaşsın, sen de
olgunlaş. Gelecek faydadan da yararlan. (ATKVE, 2011: 137; Özalp, 2008: 422)
Sabrın sonu selamettir: Karşılaştığı güçlüklere dayanan kimse sonunda başarıya
ulaşır. (Erşahin, 2011a: 69)
Saç sefadan, dırnak cefadan uzar: Halk arasında şu inanç vardır: “İnsan keyifli
olursa saçı, dertli olursa tırnağı uzar.” (ATKVE, 2011: 137; Arslan, 2011: 348; Özturan,
2009a: 223; Şen, 2006: 110)
Saçı uzun olanın aklı gısa olur: Halk arasında saçı uzun olanların yani kadınların
aklının kısa olduğuna inanılır. (Kozan, 2007: 219; Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006:
160)
Saçın ak mı, gara mı önüne düşünce görürsün: Yaptığın iş iyi mi, kötü mü,
yaptığın işlerde, girdiğin imtihanlarda başarılı mısın, değil misin sonucunu görünce
anlarsın. (Özalp, 2008: 322; Özalp, 2008: 422; Özturan, 2014: 227)
Sade pirinç zerde olmaz, bal da gerek gazana; ata malı tez tükenir, evlat gerek
gazana: Bazı şeylerin yapılabilmesi için birtakım unsurların birleşmesi gerektir. İnsan,
kendi emeğiyle kazandığını babadan kalanla birleştirmezse babadan kalan mal tez
tükenir. (ATKVE, 2011: 137)
Sadık dost, akrabandan yeğdir: En yakın, samimi arkadaş kan bağı olan
akrabalardan daha iyidir. (ATKVE, 2011: 137)
Sağ (sağlam) baş yastık istemez: Sağlam insan, durup dururken yatmak istemez.
Yatmak isteyen kimse muhtemelen hastadır. (Dalkıran, 2005: 50)
Sağ gözün sol göze faydası yok: Kimseden kimseye fayda olmaz. (Özturan,
2014: 225)
Sağır duymaz, yakıştırır: Sağırlar, her ne kadar duymasalar da yanlarında
konuşanların jest ve mimiklerinden ne konuştuklarını tahmin ederler. Ancak bu sadece
bir tahminden ibarettir. (Dalkıran, 2005: 49; Körük, 2005: 31; Özturan, 2009a: 223)
Sağıra gırk kelle gamet gerek: Anlamayana anlatmak çok zor. (Özturan, 2014:
226)
Sağırlar körler/sığırlar, birbirini ağırlar: Aynı anlayışa, aynı meşrebe, aynı
inanca sahip insanlar birbirlerini sever, sayar ve kayırırlar. (Özalp, 2008: 423; Özturan,
2014: 226)
Sağlam sallanana gadar topal yellenir: İşi bilenler, ustalar nasıl olsa iş bizim için
kolay ve çabuk yaparız diye ihmalkarlık yaparlar. Acemiye gelince iş zor görünür,
gözünde büyür. Erkenden başlayayım da bir an evvel bitireyim diye düşünür. Hemen
işinin başına geçer ve öbürleri işe başlayıncaya kadar bir sürü iş yapar. (Özalp, 2008:
422)
Sahibinin bakışı ata tımardır: Sahibinin gözü atın üzerinden eksik olmazsa ata iyi
bakılır. Bir iş iyi denetlenirse düzenli olur. (Şen, 2006: 110)
Sahtekarla tamahkar çabuk anlaşır: Tamahkar insan malına fazla fiyat ister,
sahtekar insan parayı ödemeyeceği için o fiyata malı alır. (KA, 2017a: 390)
Sakınan göze çöp değer: Üzerine titrediğimiz şeyin başına herhalde bir iş gelir.
(Özturan, 2009b: 70)
Samanın sarısı, odunun gurusu makbuldür/martta gerek: Mart ayı, kışın bittiği
baharın başladığı aydır. Bu ayda gerekli olan malzemelerin iyi muhafaza edilmesi
gerektir. (ATKVE, 2011: 137; Arslan, 2011: 348)
Samanlık saray, avratlık golay [oldu]: Eskiden kadınlar zor şartlar altında
kadınlık yapardı. Şimdi işleri çok kolaylaştı. (Erdem-Kirik, 2011: 513-514; Özturan,
2009a: 223)
Samanlıkta yatan ite daş değmez: Zarar görmeyeceği bir yerde olan kimse,
saldırılara karşı kendini korur. (Özturan, 2009a: 223)
Samırsağı gelin etmişler, yılına gadar kokusu çıkmamış: Evlenen kızların, gelin
gittikleri evde gördüğü haksızlıklara, alışmadığı işlere, anasının evindeki gibi itibar
görmemeye sabretmesi gerekir. (Özalp, 2008: 422-423)
Samırsağı hesap eden paça içmez: Küçük sakıncalarını düşünerek bir işe
girişmeyen büyük menfaat elde edemez. (Dalkıran, 2005: 48)
Samırsak iken samırsak yılına gadar kokmamış: Bkz: “Samırsağı gelin etmişler,
yılına gadar kokusu çıkmamış” (Özturan, 2014: 228)
346
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Sana vereyim bir öğüt, kendi ununu kendin öğüt: Başkasından bir şeyler umarak
yaşama, kendi işlerini kendin hallet. (Polat, 2016: 32)
Sanat altın bilezik: Sanat, iş insanların hayat şartlarını teminde çok önemli bir
unsurdur. Altını ve altın bileziği olan kimse ihtiyacı olduğunda bunları satar ve
ihtiyacını karşılar. İşte sanat da böyledir, her an para kazandırır. (Özalp, 2008: 423;
Özturan, 2009a: 223)
Sanat sahibi öğleye gadar aç galır: İş erbabı kimseler, sabahın erken vaktinde
işlerinin başında olurlar. İş yoğunluğu sebebiyle sabah yemeleri gereken yemeği geç
vakitte yerler. (Yusuf Kök)
Sarhoşa mektup yazma, ya okur ya okumaz: Aklı başında olmayan kimse,
akıllıca iş yapmaz. (Özturan, 2009a: 226)
Sarı postalım sağ olsun, bulunmayan yar olsun: Ben varlıklı olayım da isterse
kadın bulamasam da olur. (Çoğalan, 1982: 115)
Sarı saman, vaktinde altın olur: Zamanında yapılan küçücük bir iyilik, her
şeyden daha değerlidir. (KA, 2017a: 390)
Satılık malın bir başı dışarıda gerek: Elden çıkarılacak olan bir şey, gidicidir.
(Özturan, 2009a: 223)
Satılık ziftin olsun, Selanik’ten kel gelir: İşe yaramaz bir malı satılığa çıkarırsan
ummadığın yerden talibi gelir. (ATKVE, 2011: 137)
Say beni, sayayım seni: Başkalarını sevmeyen, saymayan, itibar göstermeyen,
değer vermeyen, adam yerine koymayan kimse başkaları tarafından aynı muameleye
layık görülür. Sevmeyeni sevmezler, saymayanı saymazlar. (Özalp, 2008: 423)
Sayılı goyunu gurt gapmaz: Bir mal sayısız, hesapsız, kabala birilerine emanet
edilirse çalınabilir. Ama sayarak hesaplı emanet edilirse kimse el süremez. (Özalp,
2008: 423)
Sayılı günün ömrü az olur: Kara günün, hele de sayısı belli ise ömrü az olur,
çabukça geçer. (Özalp, 2008: 423)
Sebepsiz guş uçmaz: Sebepsiz hiçbir iş olmaz. Her iş için mutlak bir sebep
vardır. (Özalp, 2008: 423)
Sebepsiz ölüm yoktur: Sebepsiz olay yoktur, her olay bir sebebe dayanır. Ölüm
bile. (Özalp, 2008: 423)
Sefa ile yenen, cefa ile gazanılır: Kolaylıkla, rahatlıkla yenilen bir şey zorlukla
elde edilir. (ATKVE, 2011: 137)
Sehil yerin adamı dönek olur: Yayla veya dağlarda yaşayan insanlar mert olur.
Ovalarda yaşayan -iskan edilen- insanlar ise dönek olur. (Karalar, 1998: 37)
Sekiz abdal, dokuz gaşığı boş bırakmaz: Görgüsüz ve aç sekiz adam yemek
yerken o kadar çabuk hareket ederler ki önlerine dokuz kaşık koysan dokuzunu da
kullanırlar. (KA, 2017a: 390; Özalp, 2008: 423)
Sel gider gum/gumu galır: Yerli olmayan, temelsiz, geçici olan geçip gider.
Yerli, temelli olan, geçici olmayıp sabit olan yerinde kalır. (KA, 2017a: 390; Özalp,
2008: 423; Özturan, 2009a: 223)
Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa?: Evde herkes ağa olur, işlerin yapılmasını
başkasından beklerse hiçbir iş görülmez, hayat çekilmez olur. Herkes, evinin işçisi
olmalıdır. (Kapanoğlu, 2009: 52; Körük, 2005: 31; Özalp, 2008: 423; Özturan, 2009a:
223)
Sen bilin deyince değirmende dövüş olmamış: İnsanların suyuna gittikçe,
uzlaşmacı oldukça, taviz verdikçe, hakkını savunmadıkça dövüş, kavga olmaz. Hiçbir
problem çıkmaz. Senin dışındakilere hep taviz verirsen sen haklısın, en iyisini sen
bilirsin dersen herkesle iyi geçinirsin. (Özalp, 2008: 423; Özturan, 2009a: 223)
Sen de çıkarsın bu tahta, sallanırsın bir iki hafta: İnsan, büyük nimetlere
eriştiğinde, mal mülk sahibi olduğunda insanlık değerini kaybetmemelidir. Bir gün
elinde olan nimetleri kaybedebilir. (Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995: 38)
Sen eşşek olursan, semer vuran çok olur: (Arslan, 2011: 348; Özturan, 2009a:
223)
Sen işten gorkma, iş senden gorksun: Tembel ve cesaretsiz olma, çalışmaktan
çekinme. Yapmak ister ve başlarsan iş sana itaat eder, önüne düşüp kuzu kuzu gider.
(Özalp, 2008: 424; Özturan, 2009a: 223)
347
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Sen ölme yeter ki, hemen unuturlar: Unutulmayacak kimse yoktur. Ölenler
unutulur. (Özturan, 2014: 230)
Sen seni övme, seni el övsün: İnsan kendini övmemelidir. Başkası tarafsız olarak
kendini övmelidir. (Özturan, 2009a: 223)
Senden büyükle dolaşma, boynuzu gıçına batar: Bir insan, kendi ayarında,
denginde olan kişilerle birlikte olmalıdır. (Okumuş, 2006: 160)
Senden çıkmış bir gada, kime giden imdada?: Vazgeçilemeyecek evlat.
(Özturan, 2014: 230)
Seni gayıran da bir, çekip budunu ayıran da: Seni seven de sana zarar veren de
bir. (Çoğalan, 1982: 115)
Serçeye çıbık pere: Serçe küçük bir kuştur, incecik bir çubukla da vursan onu
incitir. Çocuklara, hasta insanlara en küçük bir darbe çok acı verir. Bir de hassas, fakir,
bir konuda manen yaralanmış insanları en hafif bir söz, bir ima dahi çok üzer. Nazik,
narin insanları çok hafif bir fiske bile incitir. (Özalp, 2008: 424)
Sev seni seveni hak ile yeksan ise, sevme seni sevmeyeni Mısır'a sultan ise: Seni
seveni, sana dost olanı kim olursa olsun sev. Seni sevmeyeni, dost olmayanı da yine kim
olursa olsun sakın sevme. Korkarak, dalkavukluk olsun diye de sever görünme.
(ATKVE, 2011: 137; Özalp, 2008: 424; Şen, 2006: 110)
Severim sevdirmem, döverim dövdürmem: Kendi işimi kendim yaparım.
Sevsem de dövsem de. (Özturan, 2009a: 223)
Sevilmeyen gelinin aldığı büneldiğine yetmez: Sevilmeyen kimsenin en tabii
hareketleri bile ters yorumlanır. En iyi, en güzel işleri bile çirkin görülür. (Özalp, 2008:
325)
Sıcaktan zarar gelmez: Yeteri kadar sıcaklık her şeye faydalıdır. (Özturan,
2009a: 223)
Sıçan olmadan fak kesmeye galkma: Boyundan büyük işe kalkışma. (Çınkır,
2016: 928; Özturan, 2014: 232)
Sıçandan doğan dağarcık keser: Bir ailenin huyu, ahlakı, yaptığı iş ne ise
çocukları da o işi yapar. Çocuklar büyükleri gibi olurlar. Her cins, kendi cinsini türetir.
Türeyen de aynen türediğinin yani anasının babasının benzeri olur. Ana baba, insansa
türeyen de insan olur, insan gibi davranır. Ana baba fare ise yavru da fare olur ve öyle
davranır. (Özalp, 2008: 424)
Sıçanın südüğünün denize faydası olur: Her işte, o işe uygun en küçük bir
yardımın, katkının işin yapılmasına, tamamlanmasına faydası olur. (Özalp, 2008: 424)
Sık gidersen dostuna, yatar arka üstüne; seyrek git ki dostuna, galksın
ayaküstüne: (Göçer, 2010: 55)
Sıkıntı yaşamadan rahata kavuşulmaz: Hayatın belirli dönemlerinde zorluk
görmeden refaha kavuşulmaz. (Halil Gök)
Sıpa büyüye büyüye eşşek olur: Her işin belli bir vakti ve aşaması vardır. Bu
aşamalardan geçmeden olmaz. (Şen, 2006: 110)
Sinek bekmezciyi tanır: Kötü niyetli, asalak insanlar kimden yararlanacaklarını
çok iyi bilirler, ona yapışırlar. (Özalp, 2008: 424)
Sirke büyür bit/yavşak olur, enik/sıpa büyür it/eşşek olur: Bkz: “Yavşak büyür
bit olur, enik büyür it olur” (Bilgin, 2017: 27; Okumuş, 2006: 160)
Sirkesini samırsağını hesap eden paçayı içemez: Bkz: “Samırsağı hesap eden
paça içmez” (ATKVE, 2011: 137)
Sitte-i sevr, kütüğün büyüğünü ocağa devir: Sitte-i sevr bir sayılı kıştır. Bu
zaman geldiğinde çok soğuk olur, kütüğün büyüğü ocağa konur. (Özturan, 2014: 234)
Sofu soğan yemez, bulunca gabuğunu gomaz: Bazı kimseler, daha doğrusu
dindar olmadığı halde ikiyüzlülük yapıp dindar gözüken münafıklar, kendilerini haram
yemez olarak tanıtırlar, ama ellerine geçen hiçbir fırsatı kaçırmazlar. Harama boylu
boyunca batar, deveyi hamutuyla yutarlar. (Çınkır, 2016: 944; Özalp, 2008: 424;
Özturan, 2014: 234)
Soğanı samırsağı nerede yediysen o…uğunu orada kokut: (Faruk Zülkadiroğlu)
Soğanın acısını yiyen değil, doğrayan bilir: Bir işin zahmetini o işi yapan bilir.
(ATKVE, 2011: 137)
348
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Sokma akıl yedi gün sürer: Başkasının fikriyle hareket eden kısa süre yaya kalır.
(KA, 2017a: 390; Şen, 2006: 110)
Soluğu yeten zurna çalar: Durumu olan iş yapar. (İbrahim Pırnaz)
Soluğuna güvenen borozancıbaşı olur: Yeterli becerisi olan, çekinmeden o işe
girebilir. (KA, 2017a: 390)
Sona galan dona galır: Her türlü nimetin paylaşımında öne geçenler dolu dolu
alırlar. Arkaya kalanlar mahrum kalırlar, elleri boşa çıkar. (Özalp, 2008: 425; Özturan,
2009a: 223)
Sonradan görenden gork: Görmemiş insan, çevresine zarar verebilir. (ATKVE,
2011: 137)
Sonradan görme, askerden gelme, dininden dönme: Bu durumda olanların
davranışları bozuk olur. (Özturan, 2014: 234)
Sonradan müezzin olan minareyi yıkar sesinen, sonradan hatın olan çunuru gırar
tasınan: Eğitimin, görgünün önemi. Sonradan görmüş olanlar, alışılmışın dışında
gösteriş meraklısı olurlar. Kendilerini olduklarından daha üstün göstermeye çalışırlar.
(Özturan, 2009a: 223)
Soran yanılmamış: Sormak, öğrenmenin en kolay yoludur. İnsan, sorarak hem
öğrenmek istediği bilgiye hem gideceği yere kolayca ve yanılmadan dosdoğru ulaşır.
(Özalp, 2008: 425)
Sorma gişinin aslını, sohbetinden bellidir: İnsanları tanıyacağım diye uğraşıp
durma. Onlarla sohbet et, konuşurken sohbet ederken ne olduğunu açığa çıkarır. (Özalp,
2008: 425)
Soydur çeker, b..tur kokar: Kişi, genetik olarak soyuna çeker. B.. ise kokar.
(Karalar, 1998: 38)
Söyleyenden dinleyen arif gerek: Söyleyen ne kadar açık ve net söylerse
söylesin, dinleyen anlayışsızsa faydası yok, anlayamaz. Anlatanı iyi anlaması için
dinleyenin arif, yani anlayışlı olması gerekir. (Özalp, 2008: 425)
Söyleyene bakma, söyletene bak: İçinden geldiği gibi konuşan birinin sözleri,
bizim doğru çıkmasını istediğimiz şeylerse bunları ona Allah söyletiyor der, seviniriz.
(Okumuş, 2006: 160; Özturan, 2009a: 223; Şen, 2006: 110)
Söz ağızdan çıkar: Söz ağızdan ok gibi, kurşun gibi çıkar ve geri dönmez. Er
kişi, yiğit kişi, dürüst ve namuslu kişi, sözünün arkasında durur, sözüne sahip olur,
sonuçlarına katlanır. Söz ağızdan çıkmadığı sürece sen sözüne hakimsin ama söz
ağızdan çıktı mı artık o sana hakim, sen ona mahkumsun. Onun için konuşmadan önce
iyice düşün. (Özalp, 2008: 425; Özturan, 2009a: 223; Özturan, 2009b: 205)
Söz ayağa düşer: Verilen sözler, bir zaman sonra kıymetsiz hale gelir.
(Zülkadiroğlu, 1964: 72)
Söz bir Allah bir: Verilen söz, Allah’ın bir olduğu gibi doğrudur. (Özturan,
2009a: 223)
Söz sahibinden türer: Söz, o sözü konuşanın ağzından yayılır. (Özturan, 2014:
236)
Söz sahibini bilir: Söylenen söz, kimin için söylendiğini bilir. (Özturan, 2014:
236)
Söz tutmayan evlat, vur boynuna zırlat: Söz dinlemeyen evlat, dövülerek yola
getirilir. (Dalkıran, 2005: 45)
Sözü verenden alan uz gerek: Sözü verenden ziyade muhatap olunan kişinin
yapması gerekenler ön planda olmalıdır. (Özturan, 2009a: 223;Özturan, 2014: 237)
Su akar, deli bakar: İşi yapan yapar, sense bakarsın. (Şen, 2006: 110)
Su değneklenerek geçilir: Emin olunmayan işlerde temkinli davranılır. (Polat,
2016: 33)
Su goymayan guyu sulanmaz: Suyu tutmayan kuyuya su verilmez. Paranın
değerini bilmeyene para veya değerli şeyler teslim edilmez. (ATKVE, 2011: 137)
Su küçüğün sufra/söz büyüğün: Yemek yerken önce büyükler yemelidir. Suyu
ise küçükler içmelidir. Sözü de büyükler etmelidir. (Özturan, 2009a: 223; Şen, 2006:
110)
Su şıkırtısı, akçe şıkırtısı, ille de gelin kikirtisi datlı olur: Bazı şeylerin sesi
insanın hoşuna gider. (Özturan, 2009a: 246)
349
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Suç sırma kürk olsa kimse giymez: Suçu, kötü işi çok iyi, çok güzel görüntülere
büründürülse de kimse kabullenmez. (Özalp, 2008: 426)
Suçu [allı pullu] gelin etmişler, kimse gabul etmemiş: Suçu kimse kabul etmek
istemez. (Özturan, 2009a: 223; Özturan, 2014: 238)
Sufraya çıkan surat, siniye varan sıfat: Topluma çıkarılacak olan işler; iyi, güzel,
mükemmel, kaliteli olmalıdır. (Özalp, 2008: 328; Özalp, 2008: 329)
Suya yiğitlik olmaz: Su olmazsa insan yaşayamaz. Derin bir suya giren kişi
boğulabilir. (Özturan, 2009a: 223)
Suyu görünce teyemmüm bozulur: İstenilen şartlar ortadan kalkınca anlaşma
bozulur. (Özturan, 2009a: 223)
Suyu görüp balık, puru görüp dilki olma: Hoşuna giden şeyleri görünce tavrını
değiştirme. (Gökçebey, 1999: 82)
Suyun çağlamazından, adamın söylemezinden gork: Bkz: “Suyun durgun
akanından, insanın yere bakanından gork” (Dalkıran, 2005: 49; Özturan, 2009a: 223)
Suyun dostluğu olmaz: Su akıp gider, kalıcı değildir. Seni bırakır. (Özturan,
2009a: 223)
Suyun durgun akanından, insanın yere bakanından gork: Suyun durgun akanı,
durgunluğuna aldanan kimseler için büyük tehlike taşır. Aynı şekilde, yere bakan,
duygularını, düşüncelerini belli etmeyen insanlar da, ne yapacakları belli olmadığı için
tehlikelidirler. Bunlardan sakınmak gerekir. (Özalp, 2008: 426)
Sükut ikrardan gelir: Bir kişiye “sen şu işi yaptın mı?” diye sorulduğunda
karşılık vermiyorsa evet demiş kabul edilir. (Göçer, 2004: 190; Göçer, 2010: 30; Göçer,
2010: 153; Özturan, 2009a: 223)
Süpürgeyken süpürge, erim diye baş galdırmış: (Özturan, 2009a: 223)
Sür git dememişler, gör geç demişler: Bir sözün, bir olayın peşine takılıp
gitmeye, devam ettirmeye, uzatmaya, büyütmeye ve sonuçta fitne çıkarmaya gerek
yoktur. Bilakis kısa kesip kapatmak, çıkacak fitneyi önlemek gerekir. (Özalp, 2008:
426)
Süt sümüğü bozar: Süt, insanı ahlaklı da yapar ahlaksız da. (Ali Salman)
Süt vermeyen inek gasaba, bal vermeyen arı gırıma uğrar: Bekleneni veremeyen
ve üzerine düşen görevi yerine getirmeyen kişiler, saf dışı bırakılır. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Sütlü goyunu sürüden ayırmazlar: Akıllı, iş bilir, faydalı kimseleri herkes sever,
korur. Toplumun içinde kalmasını, topluma faydalı olmaya devam etmesini ister. Kimse
onu toplumun dışına atmak istemez. (Özalp, 2008: 426)
Sütü içen ineği yanında taşır: Bir işten menfaat sağlayan işini bırakmaz. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Şahin ile deve avlanmaz: Küçük şeyleri elde etmek için gerekli olan bir araçla
büyük şeyler elde edilemez. (ATKVE, 2011: 137)
Şalgam çorbaya girince yağ oldum sanır: Bkz: “Abdal ata/eşşeğe binince ağa
oldum, [şalgam çorbaya/aşa girince/gonunca yağ oldum]” (Kozan, 2007: 218; Okumuş,
2006: 160)
Şalgamın sıkından seyreği iyi olur: Şalgam, toprağın altında çok sık olursa yeteri
kadar büyüyemez. (Çoğalan, 1982: 115)
Şapkayla boyunun köküne vur, yıkılmazsa gelin olur: Kızın gelinlik çağına
geldiğini sınama yöntemi. (Özturan, 2014: 241)
Şaşkın ördek g..ün g..ün yüzer: Akılsız, beceriksiz, iş bilmez insanlar her işi
tersine yapar, yolu yokuşa sürer. (Özalp, 2008: 427)
Şaşkın ördek, başını bırakır gıçından dalar: Ne yaptığını bilmeyen insan, işi
tersinden yapmaya kalkar. (ATKVE, 2011: 137)
Şer gapıdan girerse, şeriat bacadan çıkar: Bir yerde kötülük varsa oradan iyi ve
güzel olan şeyler uzaklaşır. (Özturan, 2009a: 224)
Şerre nalet, şerre nalet, şer gapıya gelmişse, şerden gaçana nalet: Kötülerden
uzak durmak gerek. Eğer kötülerle yüz yüze kalmışsan savaşmalısın. Kaçmak olmaz.
(Göçer, 2010: 51)
Şerri uzatırsan hayra döner, hayrı uzatırsan şerre döner: Kötü olan, kötülük
getirecek olan bir işi hemen yapma, beklet, düşün. Düşündükçe ve zamanı geldikçe
350
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
hayra, kötülükten iyiliğe götürecek bir yol bulunur. Eğer bir iş, iyi ve hayırlı ise hiç
bekletmeden yap, bekletirsen zamanla kötülüğe dönüşebilir. (Özalp, 2008: 427)
Şeytan azapta gerek: Şeytan insanları yoldan çıkarır. Şeytandan uzak durulması
gerekir. (Özturan, 2009a: 224)
Şeytan gişiyi gandırır, ama suyunu ısıtmaz: Şeytan, uykuda kişiyi kandırır,
kişinin ihtilam olmasını sağlar. Abdest alacağı zaman da kaybolur. (ATKVE, 2011:
137)
Şeytanla ceviz oynanmaz: İnsana zarar verebilecek, insanı yoldan çıkaracak
olanlarla oyun oynanmaz. (ATKVE, 2011: 137)
Şıh şıhı bulur Mekke'de, puşt puştu bulur tekkede: Bkz: “Hacı hacıyı bulur
Mekke'de, derviş dervişi bulur tekkede” (Özturan, 2009a: 224)
Şıh uçmaz, mürüd uçurur: Bir kimseyi lider olarak görenler, onu olduğundan
daha üstün görürler. Onda olağanüstü değerler bulunduğuna inanır ve buna başkalarını
da inandırmak isterler. (Özturan, 2009a: 224)
Şimşek çakmadan gök gürlemez: Bir iş olmadan önce belirtileri olur. (ATKVE,
2011: 137)
Şoförün parası pul, avradı dul: Şoförün parası değerli olmaz, karısı da tıpkı
kocası ölen dul kadınlar gibidir. (Dalkıran, 2005: 48)
Şor şovradan datlı gelir: Konuşmayı ve laf taşımayı seven insanlar sözü ve
sohbeti yemekten üstün tutarlar. (Çınkır, 2016: 986; Özturan, 2014: 243)
Tabirde gusur eden, takdire bahane bulur: Yorum yaparken hata işleyen kimse,
yapılan takdire bahane bulur. (ATKVE, 2011: 138)
Taht değişmekle baht değişmez: Birinden boşanıp biriyle evlenmekle kader
değişmez. Bkz: “Yastık değiştirilmeyle baht değiştirilmez” (Çoğalan, 1982: 115)
Takdir ile yazılan, tedbir ile bozulmaz: Alın yazısı başa gelir. (ATKVE, 2011:
138)
Tanırsan ilahı, bulursun felahı: Yaratıcıyı tanırsan rahata kavuşursun, huzurlu
olursun. (Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006: 111)
Tapusuz tarla nikahsız avrada benzer: Resmi olarak sahibi olmadığın şeyler,
elinden alınabilir. İşini sağlam yap. (Karalar, 1998: 38)
Tarla eve yakın, [at yere yakın], avrat ere yakın [olmalı]: İş yerinin kişinin evine
yakın olması zaman kaybını önlediği gibi zararlardan korunması bakımından da
önemlidir. Binecek araç, sağlam ve güçlü olmalıdır. Kadına gelince kadın kocasının
ihtiyaçlarını gidermeye, işlerinde yardımcı olmaya ve sadakatli olup onu rahatsız
etmemeye gayret ederse büyük bir nimettir, huzur ve rahatlık kaynağıdır. (KATEDEG,
2012: 86; Özalp, 2008: 428)
Tarlada buğdayım var deme, ambara girmeyince; oğlum var deme, el goynuna
girmeyince: Bir iş sonuçlanmadan çıkarımlarda bulunma. (Özturan, 2009a: 224)
Tarlada izi olmayanın sufrada/harmanda yüzü olmaz: Çalışmayan, kazanmayan
kimse elbette sofraya koyacak bir şeyler bulamaz, yiyemez. Ayrıca bir aile veya grupla
yemek yiyen bir kimse, o yemeğin kazanılmasında, hazırlanmasında bir katkıda
bulunmamışsa sofraya otururken elbette utanır. Bir de arkadaşları ona ne gözle bakarlar.
(ATKVE, 2011: 136; Özalp, 2008: 428; Sultan Pırnaz)
Tarlanın daşlısı, gızın gardaşlısı, yolun yoldaşlısı iyi olur: Taşlı tarla, kardeşli
kız, yoldaşlı yol iyi olur. (Dalkıran, 2005: 45)
Tas yitti, çunuru başına geçir/galdır: Ortalık karıştı. Kurallara uyacak zaman
değil. Başımızın çaresine bakalım. Hamamda tas yok, yiğitsen çunuru başına kaldır.
Hikâyesi: Eskiden Maraş’a çok pehlivan gelirmiş. Tabi Maraş’ın da babayiğit bir
pehlivanı vardır. Bu pehlivan Maraş’a gelecek pehlivanları hamamda beklemeye
koyulmuş. Bu arada hamamdaki bütün tasları kaldırtmış. Hamama gelen pehlivanlar
bakmış ki hamamda kimse yok. Sadece bir adam var, oturmuş çunuru başına kaldırıyor.
Allah allah deyip hayret etmiş pehlivanlar. Demişler ki: “Bu hamamda tas yok mu?”
Maraşlı pehlivan da: “Kardeşim buranın halkı tası bilmez, hep çunurla yıkanır.”
Adamlar şaşırıp: “Yahu buranın adamı ağır kaldırıyorsa ya pehlivanları nasıl olur?”
demişler ve hamamdan yıkanmadan çıkıp gitmişler. (Çoğalan, 1982: 114; Özalp, 2008:
337; Özturan, 2014: 245; Polat, 2016: 42; Faruk Zülkadiroğlu)
351
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Tavşan dağa küsmüş de dağın haberi bile olmamış: Önemsiz bir kişi önemli bir
kişiye küsse önemli kişinin haberi bile olmaz. (Özturan, 2009a: 213)
Tavşan yerlisiyle avlanır: Bazı işler o civarın yerlisi ile yapılır. (Özturan, 2014:
98)
Tavuğu pininde, ölüyü gününde: Her şey, zamanında ve yerinde bir anlam
kazanır. (Özturan, 2009a: 224)
Tavuğun zekatı bir yumurta: Gücü büyük işlere yetmeyen kişi, imkanları
çerçevesinde yardımda bulunur. (Şirikçi, 2006: 135)
Tavuk gelen yerden yumurta esirgenmez: Büyük menfaat elde edilecek iş için
küçük zararlara katlanılır. (Okumuş, 2006: 160)
Tazım tavşan alır, amma böğür iti hale gomaz: Gereksiz karışmalar olmazsa işler
yolunda gidecek. (Çınkır, 2016: 1004)
Tecrübe, dilsiz hocadır: Yılların birikimi kişiyi tecrübe sahibi yapar. Tecrübe
insana çok şey öğretir. (Polat, 2016: 33)
Tek ganadınan guş uçmaz: Toplumda tek kişi ile iş yapılmaz. Topluca, birlik ve
beraberlik içinde yapılırsa daha başarılı olur. Mutlaka da topluca yapılması gerekir.
(Özalp, 2008: 428)
Tekkeyi bekleyen çorbayı içer: İyi bir sonuç almak için işini yapan kişi,
mükafatını görür. (Kozan, 2007: 219; Kuyumcu, 1995: 40; Özturan, 2009a: 224)
Tembele “gapıyı gapat” demişler, “yel gelirse gapatır” demiş: Tembel kişiler,
vurdumduymaz olurlar. (Polat, 2016: 33)
Tembele iş, dön ardına düş: Tembel, iş tutmaz. (Özturan, 2014: 246)
Tembele yumuş buyur, sana akıl öğretsin: Tembel kimseye iş verme, verirsen
hem yapmaz hem de sana akıl öğretmeye kalkarak vaktini öldürür. (Özalp, 2008: 428)
Tembele yumuş buyurmuşlar, babamdan iyi akıl vermiş: Bkz: “Tembele yumuş
buyur, sana akıl öğretsin” (Özturan, 2009a: 224)
Temiz iş, altı ayda çıkar: Doğru dürüst yapılması istenen iş hemen yapılmaz,
zaman alır. (ATKVE, 2011: 138)
Temsilde hata olmaz: Bir durumla ilgili örnek verirken söylenen şey hatalı
olmaz. (Özturan, 2009a: 224)
Terazi var dartı var, her şeyin bir vakti var: Her şeyin bir ölçüsü ve zamanı
vardır. (Arslan, 2011: 349; MİY, 1967: 194; Özturan, 2009a: 224; Şen, 2006: 111; Şen,
2006: 117)
Tereciye tere satılmaz: Bir işi bilene, işin ustasına iş öğretilmeye kalkışılmaz.
(Kozan, 2007: 219; Özalp, 2008: 428; Özturan, 2009a: 224)
Terzinin işi kötü, yüzünü ağartan ütü: Dışı kalaylı içi vayvaylı. Yapılan iş iyi
olmasa da dışını düzenlemek onu iyi gösterir. Kız çirkindir, ama taranıp giyinmesi,
süslenip makyaj yapması onu güzel gösterir. (Dalkıran, 2005: 48)
Terziye “göç” demişler, “iğnem başımda” demiş: Kendisine gerekli olan şeyler
kolay taşınır olan kimsenin bir yerden başka bir yere göçmesi işten değildir. (Dalkıran,
2005: 48)
Testiyi gıran da bir, suyu getiren de: Kadir kıymet bilmezlerin, işten
anlamayanların, nankörlerin yanında işi layıkıyla yapanla berbat eden, batıran aynı
değerde olur. (Özalp, 2008: 384)
Tevekkelin eşşeğini gurt yemez: Allah'a hulus-i kalple tevekkül edenin,
güvenenin her şeyin koruyucusu Allah Teala'dır. Tevekkül edeni ve her şeyi Allah
korur. (Özalp, 2008: 429)
Tevekkelin gemisi batmaz: Bkz: “Tevekkelin eşşeğini gurt yemez” (ATKVE,
2011: 138)
Tezzekten terazinin b..tan olur dirhemi: Pis, kirli işlerin sonucu da pis ve kirli
olur. Kötü adamın ortakları, yardımcıları, kullandığı adamlar ve vasıtalar da hep kötü
olur. (Özalp, 2008: 339)
Topal geçi sürüden ayrı yayılır: Bazen engelleyici faktörler, kişileri ayrıştırır.
(ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Topalı aramışlar, caddede bulmuşlar: Herkes yapısına, karakterine göre olan
mekânlarda olmalıdır. Uygunsuz yerde olmamalıdır. Yürüyemeyen insanın ana yolda ne
işi var? (Özturan, 2009a: 224)
352
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Topalın duyduğunu kel yayar: Kusurlu kimseler, ortalığı karıştırır. (Polat, 2016:
34)
Toprak damar damar, insan çören çören: (Yalman, 1977: 370)
Topuk suyu içenden hayır gelmez: (Okumuş, 2006: 161)
Topuk suyu içenle eline gızgın sahan değenden hayır gelmez: (Kozan, 2007:
219)
Turpu yediğin yerde o…: Menfaat sağladığın yerde yaşa. (Özturan, 2014: 248)
Tusbayı şu bağdan almışlar şu bağa atmışlar, “o bağ olmazsa bu bağ olsun”
demiş: Başıboş gezenler için nerede olduklarının bir önemi yoktur. (Özturan, 2009a:
224)
Tüccar züğürtleşince eski defteri garıştırır: Zengin insan fakirleşince daha önce
kendisine borcu olan insanlarla durumunu düzeltmeye çalışır. (ATKVE, 2011: 138)
Türk karır, gılıcı karımaz: Türk, ihtiyarladığında bile eskisi gibi kılıç kuşanır.
(ATKVE, 2011: 138)
Türk ya suyun kenarına oturur ya gölgeye: Türk işini bilir, yapacağı şeyleri ona
göre yapar. (Ayşe Koçak)
Tüysüz itte bit olmaz, yavşaktan yiğit olmaz: Tüysüz yerde bit olmaz, adi
insandan da yiğit olmaz. (Bilgin, 2017: 27)
Ucuz alan pahalı almış olur: Bir malı ucuz alan kimse o malın kalitesizini almış
olur. Kalitesiz mal tez bozulur ve bir daha alınması icap eder. Bu işlem birkaç kez
tekrarlandığında ucuza alınan şey çok pahalıya mal olur. (ATKVE, 2011: 138)
Ucuz etin tiridi olmaz: Bkz: “Ucuz etin yahnisi yenmez” (Arslan, 2011: 349)
Ucuz etin yahnisi yenmez: Ucuz mal kötüdür. İstenildiği gibi yararlanılmaz.
(Şen, 2006: 112)
Ucuzdur vardır bir illeti, pahalıdır vardır bin hikmeti: Ucuz şey kalitesiz olur.
Pahalı olan şeyin çeşitli özellikleri vardır. (ATKVE, 2011: 138)
Ufkunda ot olanın rüyasında saman balyası olur: Kişi, neyi istiyorsa onun
hayalini görür. (Osman Artıkarslan)
Ulu sözü dinlemeyen uluyagalır/uluyup galmış: Büyüklerin, tecrübelilerin,
bilenlerin sözlerini tutmayanlar, onları dinlemeyip zıddına iş yapanlar sonunda büyük
zararlar görür, hüsrana uğrar ve büyük pişmanlıklar çekerler. Fakat son pişmanlık fayda
vermez. (Çınkır, 2016: 323; Çınkır, 2016: 1053; Dalkıran, 2005: 49; Okumuş, 2006:
161; Özalp, 2008: 430)
Ulular köprü olsa basıp geçme: Sakın büyükleri çiğneyip geçme, onları dinle.
Onların bilgilerinden, görgülerinden, tecrübelerinden yararlan. Onları hor görme.
Büyüklerin olmadığı yerde küçükler de olmaz. (Özalp, 2008: 430)
Ulusu olmayanın delisi olmaz: Büyüğü, önderi olmayanın küçüğü de olmaz.
(Kozan, 2007: 219)
Ummadığın delikten dilki çıkar: Beklemediğin bir yerden beklemediğin bir şeyle
karşılaşabilirsin. (Şirikçi, 2007: 83)
Ummadık daş, baş yarar: Elinden bir şey gelmez sandığımız bir kişi, kendinden
beklenmeyen önemli bir iş yapabilir. (Özturan, 2009a: 224)
Un elekten, çamur bilekten geçer: Her işin yapılma aşaması vardır. Un elenir,
çamur da bilekten geçer. (Arslan, 2011: 349; Şen, 2006: 112)
Un ile odun, sahibi gadın: Kadınlar, yemek yapma malzemeleriyle kendileri
ilgilenir. (ATKVE, 2011: 138)
Un yerken ıslık çalınmaz: Kişi bir işle meşgulken başka bir işle işinden
alıkonulmaz. (Deniz, 2015: 79)
Unu olana ödünç ekmek verilir: Karşılığı alınabilecek bir yere yardımda
bulunulur. (Dalkıran, 2005: 48)
Usta oğlu çırak olmaz: İşinde uzmanlaşan insanın çocuğu da sürekli yanında
çalışarak büyüdüğü için çırak olmaz. (Kuyumcu, 1995: 41)
Ustanın çekici bin lira: Marifetin değeri ölçülmez. Ustanın ustalık hakkı büyük.
(Özturan, 2009a: 224; Özturan, 2014: 250)
Ustanın evi, terzinin elbisesi olmaz: İnsanlar, uzmanlığıyla başkalarına faydalı
olur, ama kendi işlerini yapamaz. (ATKVE, 2011: 138)
353
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ustanın gapısı gıl ipinen bağlı olur: Usta, eli her işe yakışan kimsedir. Herkesin
kırığını döküğünü tamir eder, ama kendi evine bir türlü sıra gelmez, evine bir çivi dahi
çakamaz. Evin kapısı âdeta kıldan bir iple bağlıdır. (Elife Akkurt)
Ustası Tingir, şahidi Bavuk: Vasıfsız, elinden iş gelmeyen kimseler işbirliği bile
yapsalar bir işi beceremezler. Hikâyesi: Bu söz, vaktiyle Afşin ilçesinin Çoğulhan
kasabasında yaşanmış bir olaya dayanır. Vaktiyle yörede yaşayan, lakapları Tingir ve
Bavuk olan işe yaramaz iki arkadaş vardır. Lakabı Tingir olanın adı Hasan, Bavuk
olanınki ise Durdu’dur. Bu ikisi bir araya gelince iş beceremez, yaptıkları iş düzgün
olmaz. Bunlar bir gün bir iş yapmaya kalkar, doğal olarak da beceremezler, ama bunu
köylüye becermiş gibi anlatırlar. Onların söylediklerine inanmayan bir köylü: “Ustası
Tingir, şaadi (şahidi) Bavuk.” der. Köylü bu sözle: “İşi yapan sizin gibiler olunca
sonucu tahmin etmek hiç de zor değil.” demek istemiştir. Köylünün söylediği bu söz
zamanla darb-ı mesel olagelmiştir. (KA, 2017a: 388-389)
Ustasız kâr haramdır: Ustasız kazanç, aldatma ile olur. (Okumuş, 2006: 161)
Utananın oğlu gızı olmamış: Evlenmekten utananın, bu yüzden evlenemeyenin
haliyle çocuğu da olmaz. İş kurmak, iş istemek için utanan kimsenin de işi gücü, malı
mülkü olmaz. (Okumuş, 2006: 161; Özalp, 2008: 430)
Utanma/utandık pazar, dostluğu bozar: Ticarette, alışverişte tarafların açık
olması, açık açık pazarlık yapması ve öyle anlaşması lazımdır. Aksi halde güvene dayalı
alışverişte biri diğerini aldatır ve aralarındaki dostluk bozulur. (Dalkıran, 2005: 48;
Özalp, 2008: 430; Özturan, 2009a: 224)
Uyku küçük ölüm[dür]: İnsan, uyuduğu zaman ölü gibi hareketsizdir. (Özturan,
2009a: 224; Şen, 2006: 112)
Uysal atın çiftesi/tekmesi berk/pek olur: Hep uysal, itaatkar, vefakar, iyi
görünümlü kimselere dikkat et. Vururlarsa darbeleri çok ağır olur. Dost görünen, hiçbir
kötülük beklenilmeyen, yumuşak huylu, iyiliksever kabul edilen insandan gelen darbe,
kötülük daha yıkıcı olur. Düşmanın attığı taştan, dost bilinen birinin attığı gülün daha
yıkıcı olması gibi. Ayrıca bu gibi insanlara verilmiş önemli sırlar da olabilir. O sırlarla
vurması, yıkması daha kolay ve öldürücü olur. (Okumuş, 2006: 161; Özalp, 2008: 430)
Uyuyan yılanın guyruğuna basma: Sakın rahat duran, sana zarar vermeyi
düşünmeyen düşmanını harekete geçirerek öfkelendirecek davranışlarda bulunma.
(Özalp, 2008: 430)
Uyuyanın ardına uyanık düşmesin: Düşman, insanı pusuya düşürür. (Özturan,
2014: 251)
Uyuz itin etrafına gurt gelmez: Derdi olanın yanına kimse gelmez. (ÖD,
29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Uyuz itte gıllı d….. ne gezer: Kalitesiz adamda kaliteli iş olmaz. (Özturan,
2009a: 224; Şirikçi, 2006: 229)
Uyuz itte yara eksik olmaz: Sağlıklı olmayanda hastalık eksik olmaz. (Özturan,
2009a: 224)
Uz yürüme, ölü derler; berk yürüme, deli derler: Bkz: “Çıksan çağırsan deli
derler, yatsan uyusan ölü derler” (ATKVE, 2011: 138)
Uzun kösağı ucuna gadar yanmaz: Zalimlik ilelebet devam etmez. Bir gün son
bulur. (Kozan, 2007: 219; Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 161; Sultan Pırnaz)
Uzun sözün gısası, gısa sözün kesesi: Sözü uzatmadan kısa ve öz konuşmak
gerekir. (Polat, 2016: 34)
Uzunlar uz olur, akıldan ırak olur, senede bir gerek olur, o da arısdak tuvar
çalmaya: Uzun boylular pek akıllı değildir. Uzun boyluluk bir marifet, meziyet değildir.
(Özalp, 2008: 345)
Üç goyun için çoban tutulmaz: Kâr edilmeyen bir şey için masrafın altına
girilmez. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Üç göç, bir yangının yerini tutar: Bkz: “İki göç bir bozgun yerini tutar”
(ATKVE, 2011: 138)
Üç guruşluk eşşeğin beş paralık sıpası olur: Ucuz etin yahnisi yenmez misali,
kötü olan, işe yaramaz malzemelerden yapılan ürünler de kötü olur. Bozuk, dejenere
tohumlardan elde edilen ürünler işe yaramaz. Karaktersiz, kötü ahlaklı bozuk tıynetli
insanların çocukları da kendileri gibi, hatta daha kötü olurlar. (Özalp, 2008: 431)
354
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Üç gün yatak, dördüncü gün toprak: Yatalak hasta olmaktansa fazla acı
çekmeden ölmek daha iyidir. (Özturan, 2009a: 228)
Üç olursa suç olur: Bir iki hata affedilir, ama üçüncü hata suç sayılır. (Özturan,
2014: 251)
Ümitle geçinen açlıkla ölür: İşini icraata dökmeyen hayal etmekle beklediği
sonucu alamaz. (Şen, 2006: 112)
Üren itin üstüne varılmaz: Dişini gösteren, öfkesini, kinini belli eden, bağırıp
çağıran, ortalığı velveleye veren kimseden uzak durulur. (Özalp, 2008: 431)
Ürmesini bilmeyen it, sürüye getirir gurt: Yersiz, zamansız, gereksiz konuşan
kimse başına bela getirir. Şartlara uygun biçimde konuşmayı bilmeyen kimseler, her
zaman hatalar işler. Karşılığında da ya düşman kazanır ya da kendisine devamlı şüpheli
muamelesi yapılmasına sebep olurlar. (Özalp, 2008: 431; Özturan, 2009a: 224)
Üveye etme özünden, geline etme gızından bulursun: Başkalarına kötülük etme.
Kötülük döner dolaşır seni bulur. (Karalar, 1998: 39)
Üviye derken öze dokanır: Sakın başkalarına kötülük dileme, beddua etme. Kötü
dileğin bedduan dönüp sana dokunur, yakınlarına zarar verir. (Özalp, 2008: 431)
Vakit nakittir: Zaman para gibi değerlidir. Boşa geçirilen her bir an bir daha geri
gelmeyecek üzere elden gider. (Göçer, 2010: 39; Özturan, 2009a: 224; Şirikçi, 2007:
86)
Var evi, kerem evi; yok evi, verem evi: Varlıklı aileler kerem sahibi, ikram
sahibi olurlar. Fakir ailelerse hep sıkıntı içinde olurlar. Sonuçta da iyi beslenememe ve
kötü şartlarda yaşama sebebi ile birçok ve tehlikeli hastalıklara yakalanırlar. (ATKVE,
2011: 138) (Özalp, 2008: 432; Özturan, 2009a: 224)
Vardığın evin aşına değil, gaşına bak: Bkz: Ev sahibinin gaşığına bakma, gaşına
bak (Dalkıran, 2005: 43)
Vardığın yer kör ise, sen de gözünü gapa: Bkz: “Vardığın yer körise gıp, topalısa
ayağını yek” (ATKVE, 2011: 138)
Vardığın yer körise gıp, topalısa ayağını yek: Vardığın, gittiğin, ulaştığın,
yabancısı olduğun yere bak, tetkik et. Örflerini, âdetlerini, geleneklerini iyice öğren ve
onlar gibi hareket et. İçine girdiğin toplum nasılsa öyle olmaya çalış, onlara uy. Aksi
halde rahat ve huzur bulamazsın. (Özalp, 2008: 432)
Vardığın yerin gözü kör ise kıpçıdı bak, ayağı topal ise yektiri bas: Bkz:
“Vardığın yer körise gıp, topalısa ayağını yek” (Dalkıran, 2005: 45)
Varın eli titremez: Varlıklı olan, zengin olan eğer cömertse yardımseverse
verirken zorluk çekmez, rahat verir. Fakir ise cömert de olsa rahat veremez.
Alışverişlerde de böyledir. Zenginler, alacaklarını fazla hesap yapmadan rahatça alırlar.
Fakirlerse uzun uzun hesap yaparak ve kısarak alırlar. Parayı verirken de gerçekten
elleri titrer. (Özalp, 2008: 432)
Varını veren utanmamış: Varını, olanını vermek bir erdemdir, fazilettir. Az bile
olsa yine fazilettir. Utanılacak bir tarafı yoktur. Çünkü olduğu kadarını veriyor.
(ATKVE, 2011: 138; Özalp, 2008: 432; Özturan, 2009a: 224)
Varışına gelişim, tarhana aşına, bulgur aşım: Her şey karşılıklıdır. Bana gelirsen
ben de sana gelirim. Ne kadar verirsen ben de o kadar veririm. Yani her şey karşılıklı,
ödünçlüdür. (Çınkır, 2016: 471; Özalp, 2008: 432; Özturan, 2014: 144; Ahmet
Yenikale)
Varlığa darlık olmaz: Durumu iyi olanın derdi olmaz. (ATKVE, 2011: 138)
Varlığa güvenilmez: Varlıklı olmaya, zenginliğe asla güvenilmez. Gün olur, işler
tersine döner. Ne varlığın kalır ne de zenginliğin. (Özalp, 2008: 432)
Varlık geçim gaynağı, yokluk dövüş gaynağı: Varlık geçimin, yokluk dövüşün
sebebi. (Özturan, 2014: 254)
Varlık gönendirir, yokluk söylendirir: Bkz: “Varlık seviştirir, yokluk
dövüştürür” (Okumuş, 2006: 161)
Varlık seviştirir, yokluk dövüştürür: Zenginlik insanı rahatlatır, yoksulluk ise
söylendirir, birbirine girdirir. (Arslan, 2011: 349; Çoğalan, 1982: 115; Özturan, 2009a:
224; Şen, 2006: 112)
Varlıktan zarar gelmez: Zenginlikten, kimseye zarar gelmez. (Özturan, 2009a:
224)
355
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Varsa hünerin her yerde vardır yerin: Hünerli kişinin toplum içinde her zaman
yer vardır. (ATKVE, 2011: 138)
Varsa pulun herkes gulun, yoksa pulun dardır yolun: Parası olana, herkes kul
kurban olur. Paran yoksa kimse yüzüne bakmaz. (Dalkıran, 2005: 50)
Ver Allah’ın verdiğine, vur Allah’ın vurduğuna: Allah bir insana yürü ya kulum
derse bu insan her işten para kazanır. Allah dilemezse de insan, yaptığı her işten zarar
eder. (Çınkır, 2016: 1073;Özturan, 2009a: 224)
Ver ekmeği ekmekçiye yarısını da yerse yesin: İşi ehline yaptırmak gerekir.
(KA, 2017a: 390)
Veren el, alan elden üstündür: İnsanlara faydası dokunan kimse, daha üstündür.
(Şen, 2006: 112)
Veren el, kesilmez: Gelir getiren hiçbir şey yok edilmez bilakis bakılır, beslenir,
verimi artırılmaya çalışılır. Altın yumurtlayan tavuk gibi. (Özalp, 2008: 432)
Veren eli herkes öper: Verene, ikram edene herkes yakın olmak ister. Hürmet
eder, saygı duyar. Ayrıca herkes verimli olan mahsule ve işe sahip olmak ister. (Özalp,
2008: 432)
Verin çobana, gitmez yabana: İyi insanlara, iş yapanlara, eşinize dostunuza
verin. Ziyan olmaz, boşa gitmez. (Özalp, 2008: 433)
Verip pişman olacağına, vermeyip pişman ol: Birilerine bir şeyler verirsin,
bakarsın ki adam senin verme amacının dışında kötü yollarda, kötü işlerde kullanıyor,
kötülüğe alet ediyor, haram yerlerde kullanıyor, insanlara zarar veriyor. Veya borç
verirsin, ondan sonra alabilmek için olmadık sıkıntılara düşersin. O zaman pişman olur,
acı duyarsın. En iyisi bu tip adamlara verme, düşman oluyorsa olsun. (Özalp, 2008:
433)
Verme sırrını dostuna, dostunun da dostu var, o da söyler dostuna: Bkz:
““[Açma sırrını] sırrını söyleme dostuna o da söyler dostuna, [sonra saman basarlar
postuna]” (Dalkıran, 2005: 46-47)
Vermekle mal tükenmez: Birilerine iyilik, yardım yapmakla varlık azalmaz.
(Şen, 2006: 112)
Vurma el gücüynen, vururlar var gücüynen: Dikkatli ol, kimseye en ufak bir
zarar verme, öfkelendirme. Sonra karşılığı çok büyük olur.Bkz: “Değme el gapısına el
ucuyla, değerler gapına gol gücüyle” (Özalp, 2008: 433)
Vurma gorkağa, cesur edersin: Zayıf, güçsüz kimsenin üzerine çok gidersen o
kişiyi olduğundan daha cesurlaşmış yaparsın. (Şen, 2006: 112)
Vurucunun sağı solu olmaz: Gözü dönen bir insan, yapmak istediği şey için her
yolu dener. Bunun için yer, yön, olay ve kişi ayrımı yapmaz. (Elife Akkurt)
Vücudunu kirden, ağzını küfürden, galbini kibirden goru: Vücuduna temiz bak,
küfürlü konuşma, başkalarına yukarıdan bakma. (Şen, 2006: 112)
Vücut gocar, gönül gocamaz: İnsanın bedeni kocayabilir, ama gönlü ilk günkü
gibi tazeliğini korur. (ATKVE, 2011: 138)
Ya harmana ya göle: Ya varlığa konacaksın ya yokluğa gidip boğulacaksın.
(Özturan, 2009b: 274)
Ya işi ya gişi: Evleneceğin insan, ya işi, parası olan biri olmalı ya da erkeklik
yapar olan biri. (KATEDEG, 2012: 70)
Ya taht ya baht: Ya zenginliği tercih edeceksin ya da mutluluğu. (Şen, 2006:
112)
Yabancı goyun kenarda yatar: Bir yere yeni gelen yabancı çevredekilerle hemen
içli dışlı olmaz. Zaten onlar da hemen onu aralarına almazlar. (ATKVE, 2011: 138)
Yağ yumurtada belli olur: Bir şeyin değeri onu değerli kılan şeyle ölçülür.
(Özturan, 2009a: 225; Özturan, 2014: 255)
Yağ/yal yiyen it, yüzünden beli olur: Varlıklı zengin olan, iyi yiyip giyen,
gerçekten bakımlı olan insanlar bakar bakmaz belli olur. Toplum içinde kolayca fark
edilirler. Bu fark edilmeyi sıhhatli oluşu, giyim kuşamı sağlar. (Çınkır, 2016: 1083;
Özalp, 2008: 434; Şen, 2006: 112)
Yağına göre tavası, guyusuna/suyuna göre govası: Herkesin durumu imkanına
göredir. (KA, 2017a: 390; Şen, 2006: 112)
356
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Yağınan yavşancık da datlı olur: Yağ ile acı şey bile güzel olur. (Özturan, 2009a:
225)
Yağız at yemin artırır: At iyi ise sahibi de ona iyi bakar.(Özturan, 2009a: 225)
Yağız at, gır çuvalın içinde de belli olur: Bkz: “Arap atı, gıl çul içinde de belli
olur” (Dalkıran, 2005: 51)
Yağlı domuz, yağlı çama sürünür: Herkes kendi dengini, kendine uygun olanı
bulur. Kötüler kötüleri, zenginler zenginleri bulur. Herkes kendisine benzeyen, ahlakı,
inancı kendisine uyan kimselerle beraber olmak ister. Zenginler hep zenginlerle oturup
kalkarlar ve çıkar birliği yaparlar. (Özalp, 2008: 434)
Yağmur yağarken küpleri doldurmalı: İşler yolunda iken gerekli birikimler,
yapılmalı. (ATKVE, 2011: 138)
Yağmur yağmadan sele gitme: Bir olay tam anlamıyla meydana gelmeden
zararlı çıkma. (Özturan, 2009a: 225)
Yağmuru yel, insanı el azdırır: Her şeyin, herkesin başkalaşmasına sebep olan
şeyler vardır. (Polat, 2016: 35)
Yahşi yiğit yareninden belli olur: İyi insan iyi arkadaş edinir. Kişinin kalitesini
yani iyi mi, kötü mü olduğunu arkadaşından anlarsın. (Özalp, 2008: 434)
Yalan girer, iman çıkar: Yalanla iman bir arada durmaz. Bir kimse durmadan
yalan söylüyorsa iman zaafı var demektir. (Özalp, 2008: 434)
Yalan ile iman bir yerde durmaz: Bkz: “Yalan girer, iman çıkar” (ATKVE,
2011: 138)
Yalancının evi yanmış, kimse inanmamış: Yalancı, yalanlarıyla insanları
aldattığı için uğradığı en büyük felaketlere bile kimseyi inandıramaz. (ATKVE, 2011:
138; Özalp, 2008: 434)
Yalanın kemiği yok ki boğazına dursun: Bir sözün yalan olduğu bilinir, ancak
söylenmesi engellenemez. (Göçer, 2007: 86)
Yalını ver, iti ürdürme: Çalıştırılan kimsenin ücreti anında ödensin ki sağda
solda dedikodu yapmasın, ileri geri konuşmasın. (Çınkır, 2016: 1086; Özalp, 2008: 350)
Yalnız daş duvar olmaz, dağ dağ üstünde olur: Bazı işler tek başına olmaz.
Birlikle, yardımla işler halledilir. (Dalkıran, 2005: 44)
Yamalığı yağlık eden de avrat, yağlığı yamalık eden de avrat: Kimi kadın,
elindeki işe yaramaz şeyleri işe yarar hale getirir. Kimi kadın da işe yarayan bir şeyi işe
yaramaz hale getirir. (Özturan, 2009a: 225)
Yamalık ayıp değil yırtık ayıp: Düzgün bir elbisen olmayabilir. Elbiseyi
yamalıklı bir şekilde giyebilirsin, ama yırtık dolaşmak hoş değildir. (Özturan, 2009a:
225)
Yamalık küsmüş gitmiş, iğneyle iplik gene geri çağırmış: Bkz: “Eski gaçmış,
inne iplik geri getirmiş” (Özturan, 2014: 257)
Yanık yerde ot bitmez, biterse fidanı tutmaz: Her tohum her toprağa ekilmez.
Her fidan her yere dikilmez. Her görev herkese tevdi edilmez. Yapılacak iş için mutlaka
uygun yer, zaman veya kişi seçilmelidir. (Temiz, 2005: 99)
Yanlı yanlıyı bırakmış da, dinli dinliyi bırakmamış: Kan bağı olanlar, akrabalar,
hısımlar birbirlerini terk ederler. Ama din bağı, fikir bağı olanlar, gerçekten samimi ve
ihlaslı olarak aynı dine, fikre inananlar birbirlerini asla terk etmezler. Dine bağlılıkları
zayıf olanlar, münafıklar bu kuralın dışındadır. (Özalp, 2008: 435)
Yanlış hesap Bağdat'tan döner: Yanlış bir yolda olduğunu anlayan kişi ne kadar
ileri gitmiş olsa da yanlışından geri dönmelidir. (Özturan, 2009a: 225)
Yapalağa yavrusu datlı olur: Her canlıya, tabii insanlara da yavruları -hali,
durumu ne olursa olsun- çok tatlı, sevimli gelir. (Özalp, 2008: 435)
Yarası olan gocunur: Bir işte kusuru olan kişi telaşa düşer. (Özturan, 2009a:
225)
Yarım doktor/hekim candan, yarım hoca/fakih dinden eder: İşinin erbabı
olmayan kimse, çevresine fayda sağlayım derken zarar verir. (Kuyumcu, 1995: 33;
Özturan, 2009a: 225; Şirikçi, 2007: 86)
Yarım yerine yal olmaz: Çok az olan bir şey, ihtiyacının ya çok azını karşılar ya
da hiç karşılamaz. (Özturan, 2014: 258)
357
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Yarınki tavuktan bugünkü yumurta iyidir: Bugün elimizde olan bir şey dururken
yarın elimize geçecek büyük bir şey tercih edilmez. Çünkü bugünkü gerçekleşmiştir.
Yarının ne olacağı belli değil. (Şen, 2006: 112)
Yastık değiştirilmeyle baht değiştirilmez: Bahtın kötüyse birinden boşanıp
başkasına da varsan sonuç değişmez. (Dalkıran, 2005: 46)
Yaş ağaç, tez eğilir: Bir şeyi öğrenme çağında olanlar anlatılanları daha iyi
kavrar ve öğrenir. (ATKVE, 2011: 138)
Yaş gırk, insanın içine bir gatır girer, her gün bir yerini tekmeler: Kırk yaşına
gelen insanın dertlerini başlar. (Özturan, 2014: 258)
Yaş kesen, baş kesen iflah olmaz: Bkz: “Yaş kesen, baş keser” (Çoğalan, 1982:
115)
Yaş kesen, baş keser: Yaş, taze ağacı kesen, insan başı kesmiş gibi olur. Yaş
ağaç kesmekle baş kesmek, yani insan öldürmek arasında fark yoktur. (Körük, 2005: 30;
Özalp, 2008: 435; Özturan, 2009a: 225)
Yaşlı geçi, beslemekle tekesek olmaz: Bir işi yapma zamanı geçmiş olan birine
iyi bakmakla yapamayacağı iş yaptırılamaz. (ATKVE, 2011: 138)
Yaşlılık gapiye gonacak mal değil: Yaşlılık, insanların istemediği bir dönemdir.
Kimse yaşlanmayı istemez. (Özturan, 2009a: 225)
Yatan aslandan gezen çeltik/dilki yeğ[dir]: Güçlü, kuvvetli ama tembel olan, iş
yapmayan adamdan ufak tefek, zayıf, güçsüz ama çalışkan, iş yapan, rızkını elinin
emeği alnının teri ile kazanan adam daha üstündür. (Özalp, 2008: 435; Özturan, 2009a:
225)
Yatan öküze yem vermezler: İş yapmayan birine boşu boşuna ücret verilmez.
(ATKVE, 2011: 138)
Yatan yılanın guyruğuna basma: Sana zararı olabilecek kişilere dokunma.
(Şirikçi, 2007: 86)
Yatanın guluncu, yontanın avucu ağrır: Hangi işle meşgul olursan o işle ilgili
rahatsızlığın olur. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Yatıp gazel olacağına gez de güzel ol: Kenarda, köşede durup zayi olacağına
kendini fark ettir rahata kavuş. (Faruk Zülkadiroğlu)
Yatma çakal gölgesinde, go yesin aslan seni: Çakal gibi korkak, bir işe yaramaz
kalleş birisine sığınacağına mert, yiğit birinin eliyle öldürül daha iyi. (Özalp, 2008: 434)
Yatmayınan yar ele geçmez, gecenin yastığı daş olmayınca: İnsan yatarak
tembel tembel oturarak hiçbir yere yetişemez, hiçbir şey kazanamaz. Kazanmak, hedefe
varmak, bir şeyler elde etmek, ancak gece gündüz demeden çalışarak, emek vererek
mümkün olur. (Özalp, 2008: 434)
Yavaşın eşşeğini gurt yemiş: İşini mıymıntılıkla yapan biri, elindekileri de
kaptırır. (ATKVE, 2011: 138)
Yavşak büyür bit olur, enik büyür it olur: Bir şeyin kökeni neyse kendi de o olur.
(ATKVE, 2011: 138; Çınkır, 2016: 389; Çoğalan, 1982: 115; MİY, 1967: 194; Özturan,
2009a: 225; Şen, 2006: 117; Yakar, 1997: 60)
Yavşak büyür bit olur, itin oğlu it olur: Bkz: “Yavşak büyür bit olur, enik büyür
it olur” (Özturan, 2009a: 225)
Yavuz hırsız, ev sahibini govalar/utlu eder: Suçlu kimse, şarlatan biriyse zarar
verdiği adamı susturur, hatta suçlu bile çıkarır. (Dalkıran, 2005: 51; Kozan, 2007: 219)
Yavuz itin sonu uyuz olur: Zamanında iyi işler yapan kimse sonraları
düşkünleşir. (Şen, 2006: 112)
Yavuz itin yarası eksik olmaz: Sürekli kavga halinde olan kimselerin yarası
eksik olmaz. (Şahiner, 2017: 35)
Yaya gözüyle at, bekâr gözüyle avrat alınmaz: Gerekli şartlar ve imkanlar
olmadan sağlıklı iş yapılmaz. (Polat, 2016: 35)
Yayla, itinen avrada yarar: Yayla sıcaktan bunalan itlere yarar. Sağlıklı erkek,
yaylada kadınlara daha iyi yaklaşır. (Özturan, 2009a: 225)
Yaz fukara köyneği: Yazı geçirmek fakir için kolay olur. (Özturan, 2014: 259)
Yaz gününün bulaşığı, gış gününe gatık olur: Yaz günü birikim yapmalı, zamanı
gelince gerek olur. (ATKVE, 2011: 138)
358
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Yaz var güz var, hakkına ne söz var: Her şeyin bir zamanı vardır. Borç, zamanı
geldiğinde verilmelidir. (Kuyumcu, 1995: 42)
Yaza çıkardık danayı, beğenmez oldu anayı: Evladı doğurduk, büyüttük şimdi
bizi beğenmez oldu. (Arslan, 2011: 349)
Yazgıya bozgu olmaz: Kadere karşı gelinmez. (Karalar, 1998: 40)
Yazıcı dilinden, yazmacı elinden bellidir: Yapılan her işin uzmanlık isteyen,
beceri gerektiren yönleri vardır. Yazıcı, konuşmasından; el işi gören de elinden belli
olur. (Arslan, 2011: 349; Şen, 2006: 112)
Yazın artığı, gışın gatığıdır: Bkz: “Yaz gününün bulaşığı, gış gününe gatık olur”
(KA, 2017a: 390; Şen, 2006: 112)
Yazın başı pişenin gışın aşı pişer: Bkz: “Yazın beyni gaynamıyanın gışın gazanı
gaynamaz” (ATKVE, 2011: 138; Dalkıran, 2005: 49)
Yazın beyni gaynamıyanın gışın gazanı gaynamaz: Yazın sıcağın altında
sıcaktan beyni kaynayarak çalışıp kışlık yiyeceklerini, yakacaklarını hazırlamayan
kimse, kışın kazan kaynatamaz. Aç kalır, perişan olur. Ocağını, sobasını yakamaz. Ne
kendisi ısınabilir ne de yemeklerini pişirebilir. (Özalp, 2008: 435)
Yazın beyni gaynamıyanın gışın unu gar olur, sakın ona dokanma onun hulku
dar olur: Yazın sıcağın altında, sıcaktan beyni kaynayarak çalışıp kışlık yiyeceklerini
hazırlamayan kimse kışın un bulup ekmek yapamaz. Kardan başka yiyeceği de olmaz.
Böylesinden uzak durun, çünkü sinirli ve kavgacı olur. (Özalp, 2008: 435)
Yazın gölge hoş, gışın çuval boş: Yazın gölgede yatmak güzeldir, ama kışın
geçim sağlamak zor olur. (Özturan, 2014: 259)
Yazın soba, gışın yaba al: Mevsimi dışında alınan şeyler, ucuz olur. (Polat,
2016: 35)
Ye ekşiyi doğur Ayşe’yi, ye datlıyı doğur atlıyı: Anne, aşerme döneminde ekşi
yerse kızı, tatlı yerse oğlu olur inancı doğrultusunda bu söz söylenir. Gebe kadına
doğuracağı çocuğun cinsiyeti için öğüt. (Akben, 2010: 443; Ertekin, 1997: 71)
Yedi adım yolunan bir içim suyun hakkı var: Birlikte yapılan yolculuğun, bir
içim suyun hatırı vardır. (Caferoğlu, 1995: 164)
Yedik içtik, yüzden düştük: Misafirlikte yedik içtik artık gitme zamanı geldi.
(Özalp, 2008: 353; Özturan, 2014: 260)
Yedisinde neyse, yetmişinde o: İnsan, küçükken öğrendiklerini, huy
edindiklerini ölene kadar unutmaz. (Şen, 2006: 112)
Yeğnilik başa bela: Herkes, toplumun genel kaidelerine göre hareket etmelidir.
Hoşa gitmeyecek davranışlardan kaçınmalıdır. (Özturan, 2009a: 225)
Yel gayadan ne anlar/goparır: Kaya serttir, rüzgar çarpar geri döner. Kayadan en
küçük bir parça koparamaz. Bunun gibi zayıf, güçsüz insanlar kuvvetli insanlara,
fakirler de zenginlere hiçbir şey yapamaz. Yapmaya çalışırsa genellikle kendisi zarar
eder. (Özalp, 2008: 435; Özturan, 2009a: 225)
Yel gibi gelen sel gibi gider: Acele yapılan iş acele sonuçlanır. (Şirikçi, 2007:
86)
Yemeği yiyince ya sırt üstü yat ya da yedi adım at: Yemeğin iyi sindirilmesi için
halk arasında böyle bir anlayış vardır. (Dalkıran, 2005: 46)
Yemeyenin malını yerler: Pinti insanın yemeye kıyamadığı malını sağlığında
gücü yetmediği insanlar, öldükten sonra da mirasçıları yer. (Kozan, 2007: 219; Özturan,
2009a: 225)
Yemezidim tavuk eti nazınan, yedirdiler cücük burnu duzunan: Gelin serzenişi.
Baba evimizde her yemeği yemezdim ama koca evinde en beğenmediğim yemekleri
yemek zorunda kaldım. (Çınkır, 2016: 1108-1109; Özturan, 2014: 261)
Yenen ile yanana bir şey/dağlar dayanmaz: Sonucu kullanılamaz olacak olan ya
da bitecek olana hiçbir şey dayanmaz. (Arslan, 2011: 350; Dalkıran, 2005: 50; Özturan,
2009a: 225; Şen, 2006: 112)
Yeni hatun gurnayı gırar tasınan, yeni hoca minareyi yıkar sesinen: Her işe yeni
başlayan hevesli, istekli ve iştahlı olur. Onun için de gereğinden fazla, abartılı bir
şekilde çalışır. Bkz: “Sonradan müezzin olan minareyi yıkar sesinen, sonradan hatın
olan çunuru gırar tasınan” (Özalp, 2008: 354)
359
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Yenilen yerde hayır bereket olur: Malını, sofrasını başkalarına açan insanların
olduğu yerde bereket olur. (Özturan, 2009a: 225)
Yer altında olmasın da bağ ardında olsun: Yeter ki ölmesin uzakta olsa da olur.
(Özturan, 2009a: 225)
Yerdeki yüzü/yüze kimse basmaz/tepelemez: Yüzü yumuşak, uyumlu,
yardımsever, insanlara faydalı olan kişileri herkes sever, sayar. Kimse onu tepeleyip
geçmez. (Karalar, 1998: 40; Özalp, 2008: 436; Şirikçi, 2006: 23)
Yerin gulağı var: İnsanın konuşmalarına dikkat etmesi gerekir. İki kişinin
konuştuğunu bir bakarsın herkes duyar. Sanki konuşma yeri, herkesin kulağıdır.
(Özturan, 2009a: 225)
Yerinden oynayan/galkan yetmiş iki gazaya/derde uğrar: Her şey, her insan
bulunduğu yerde, edindiği çevrede, akrabalarının, eşinin, dostunun içinde bir değerdir
ve emniyettedir. Yer değiştirdiği, yabancıların içine girdiği zaman ne değeri kalır ne de
emniyeti. O zaman da büyük sıkıntılara uğrar. (Özalp, 2008: 436; Özturan, 2009a: 225)
Yerine düşmeyen gız yerine yerine, boyuna düşmeyen esbabı sürüne sürüne
eskir: Bkz: “Yerini bulamayan gelin, yerine yerine ölür” (Dalkıran, 2005: 45)
Yerini bulamayan gelin, yerine yerine ölür: İstediği bir ortama gidemeyen gelin
yerine yerine helak olur. (Okumuş, 2006: 162)
Yersem namım artar, yemesem şanım artar: Yersem güçlenirim, yemezsem
zengin olurum. (Dalkıran, 2005: 47)
Yersen gabacık, yemezsen gapı açık: Şartlara razı olmayanın ayrılması gerekir.
(KA, 2017a: 390)
Yersin garnın büyür, s..arsın küllük büyür: Çok yersen faydası olmaz karnını
büyütür, şişmanlatır ve sırtına kilolarca yük yükler. Bu yükü sürekli taşımak zorunda
kalırsın. Yediğini boşalttığında -ki eskiden küllüklere yapılırdı- boşalttığın yer büyür.
(Özalp, 2008: 354)
Yeşil yaprak eden de gişi, gara toprak eden de gişi: Kadının kocaması, genç
kalması kocaya bağlıdır. (Özturan, 2014: 263)
Yeter ki ağartın olsun, sineğin Şam’dan gelir: Yoksulun yüzüne kimse bakmaz,
ama az çok bir şeyleri olanın eşi, dostu ve tanıdıkları çoğalır. Örnek: Adam fukara iken
kimse yüzüne bakmıyordu, piyango çıkınca ta nerelerden hısım akrabası çıktı. Boşuna
dememişler “yeter ki ağartın olsun sineğin Şam’dan gelir” diye. (Bilgin, 2006: 339)
Yıkılan [yiğit] güreşe doymaz: Kişi, mağlup olmayı kabullenemez. Kazanırım
diye tekrar güreşir yine mağlup olur. (Özturan, 2009a: 225; Şen, 2006: 112)
Yıkmak golay, yapmak zor: Bir şeyi uzun aşamalardan sonra yapabilirsin, ama
çok kısa sürede yıkarsın. İnsanları da kazanmak için çok zaman gerekir, fakat ufak bir
hatada arkadaşlıkları, dostlukları yerle bir edebilirsin. (Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006:
112)
Yıl azmaz, gul azar: Hayat şartları aynı şekilde devam eder. İnsan hayatına aynı
devam etmez. Bir bakarsın ki yoldan çıkmışsın. (ATKVE, 2011: 138)
Yılan eğrilir büğrülür, deliğine girerken dosdoğru/dümdüz girer/olur:
Yabancılarla olan ilişkisinde dürüst davranmayan kişi, yakınlarına karşı doğruluktan
ayrılmaz. (Alparslan-Özturan, 2010: 75; Özturan, 2009a: 225)
Yılanca yılan toprağı behriziynen yalar: Yılan bile iktisada, idareli yiyip içmeye
dikkat eder. İnsanların bu konuda daha dikkatli olması gerekir. (Özalp, 2008: 436)
Yılanı gören yılına gadar örmeyi atlamamış: Yılan görüp korkan kimse, bu
korkunun tesiriyle gördüğü ipi de yılan sanıp üstünden geçmezmiş. Herhangi bir tehlike
ile karşılaşan kimsenin, tekrar karşılaşmamak için uyanık olması gerekir. (Özalp, 2008:
436)
Yılanıken yılan toprağı gıdım gıdım yalar: Bkz: “Yılanca yılan toprağı
behriziynen yalar” (Özturan, 2009a: 225)
Yılanın sevmediği ot deliğinin ağzında biter: Bkz: “Yılanın sevmediği yarpız, o
da başında biter” (Özturan, 2009a: 225)
Yılanın sevmediği yarpız, o da başında biter: İnsanların sevmediği, hoşlanmadığı
şeyler ve insanlar sık sık karşılarına çıkar ve onları rahatsız eder. Hoşlanılmayan,
istenilmeyen veya korkulan durumlar için kullanılır. (Özalp, 2008: 436)
360
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
361
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Yükü ağır olan eşşeğin gidişi yavaş olur: Büyük işler yavaş ilerler. (ÖD,
29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Yükü öküz çeker, gıcırtıyı kağnı çıkarır: Bir işin zorluğunu biri yapar, bir
başkası da bu durumdan şikayetçi olur. (Karalar, 1998: 41)
Yükünde olan gocunur: Bir toplumda bir kişi eşyasının kaybolduğunu söylerse
ve o anda çantası başka birinin elindeyse gözler o kişiye çevrilir. Oysa kişi, kaybolan
eşyasını görenin olup olmadığını sorsa diğer kişi de elindeki çantasını açıp gösterse ne
kuşku kalır ne de yanlış düşünce. (Kuyumcu, 1995: 42)
Yürük at, yemini artırır: Gayretli, çalışkan, iyi ve temiz iş yapan, işten kaytarıp
zaman öldürmeyen kimseler hem itibarlarını, mevkilerini, makamlarını yükseltirler hem
de gelir, kazanç ve mükafatlarını artırırlar. (ATKVE, 2011: 138; Özalp, 2008: 437)
Yürüyen atın başına vurulmaz: İşini iyi yapan birini sıkıştırmak gerekmez.
(Dalkıran, 2005: 51; Özturan, 2009a: 226; Özturan, 2009b: 291)
Yüz verme arsız olur, az verme hırsız olur: Bkz: “Bkz: “Acındırırsan arsız,
acıktırırsan hırsız olur”” (Kozan, 2007: 219)
Yüz, yüzden utanır: İnsanlar birilerinin yanında olmadıkça kolay kolay
utanmazlar. Ancak yüz yüze geldiklerinde tavırları değişir ve utanma duygusunu
hissederler. (Özalp, 2008: 437; Özturan, 2009a: 226)
Yüzü/hüsnü güzele doyulmuş, huyu güzele doyulmamış: Yüz güzelliği olana
baka baka doyabilirsin, ama huyu güzel olanın davranışlarına doyamazsın. (Arslan,
2011: 350; Çoğalan, 1982: 115; Dalkıran, 2005: 47; Özturan, 2009a: 226; Şen, 2006:
112)
Yüzüne bakanın garnı doymaz, b..una basan iflah olmaz: Toplumda sevilmeyen
biriyle beraber olunmaz. Çünkü böylelerinden fayda görülmez. (Polat, 2016: 36)
Zahirenin ambarı, sabanın ucundadır: Tarlada iş yaparsan ambarın dolar.
(ATKVE, 2011: 138)
Zahmetsiz lokma yenmez: Bkz: “Zahmetsiz rahmet olmaz” (ATKVE, 2011:
138)
Zahmetsiz rahmet olmaz: Sıkıntı çekmeden güzel iş yapılmaz. (Dalkıran, 2005:
51)
Zaman sana uymazsa, sen zamana uy: Değişen dünya şartları kişiye uymaz.
Kişinin değişen şartlara ayak uydurması gerekir. (ATKVE, 2011: 138)
Zarardan gorkan kâr edemez: Yapılacak işin kötü yanını göze alamayacak olan
kimse, kazançlı çıkamaz. (ATKVE, 2011: 138; Şen, 2006: 112)
Zehir yiyen it, su arar: Zor durumda kalan biri, bu durumdan kurtulmanın
çarelerini arar. (Şahiner, 2017: 36)
Zehirden şifa, gahpeden vefa beklenmez: Kötü olanlardan, zarar verebilecek
olanlardan insana fayda gelmez. (Şen, 2006: 112)
Zemheride aç bırakılan öküz yaz baharda çite gitmez: Zamanında yardım
edilmeyen kişi, daha sonra işin düştüğünde sana yardım etmez. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Zemheride gar yağacağına gan yağsın: Kışın sert günlerinde kar yağması, o yıl
elde edilecek ürünlere zarar verir. Bu yüzden o yıl üründen verim alınamaz. (Deniz,
2015: 57)
Zemheride yorganın, tomusta (temmuzda) ayranın olacak: Her mevsimde o
mevsimdeki ihtiyaçlara cevap verecek malzemenin olması gerekir. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Zengin acer giyerse hayırlı olsun derler, fakir acer giyerse “nerden buldun”
derler: Zengine her şeyin en iyisi rahatlıkla layık görülür, iltifat edilir. Fakir, ömründe
bir defa iyi bir elbise giyecek olsa kuşkuyla bakılır. Acaba çaldı mı, yoksa birisi hayrına
mı verdi gibi şüpheler meydana gelir. (Özalp, 2008: 438)
Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir/züğürt düz ovada yolun şaşırır: Zenginler
becerikli olur, işini iyi bilir, yardımcıları çoktur, işlerini para zoruyla bile yaptırırlar. Bu
yüzden de işleri tıkır tıkır yürür. Fakir bütün imkanlardan mahrum olduğu için işleri iyi
yürümez, en kolay işleri bile zora girer. (ATKVE, 2011: 138; Arslan, 2011: 350; Özalp,
2008: 438; Şen, 2006: 113)
363
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Zengin fakir olmuş, evinden gırk yıl nezahet gitmemiş; fakir zengin olmuş, gırk
yıl evinden koku gitmemiş: Zengine nezahet, fakire koku sinmiştir. (Demir, 2011: 58)
Zengin gabahat yapsa gaza, fakir yapsa ceza: Zenginin hataları anlayışla
karşılanır, ama fakirin hataları ceza vermeyi gerektirir.Bkz: “Hanım gırarsa gaza,
hizmetçi gırarsa ceza” (Dalkıran, 2005: 50)
Zengine zengin, fukaraya Allah için: Zengine zenginliği için, fukaraya Allah
rızası için hürmet etmek. (Özturan, 2014: 271)
Zengini hayırsız evlat, fakiri guru inat, memuru süslü avrat batırır: Malı mülkü
olan insanı, hayırsız evladı batırır. İnat fakiri batırır. Giyimine kuşamına düşkün olan
kadın da kocasını batırır. (Özturan, 2009a: 226)
Zenginin ayıbı, fukaranın hastalığı meydana çıkmaz: Zenginin ayını bilsen de
söylemeye çekinirsin, fukara da hastalığını söylemez çünkü aç kalır, kimse ona iş
vermez. (ATKVE, 2011: 138; Şen, 2006: 113)
Zenginin çocuğu iş deyi ağlar, fakirin çocuğu aş deyi ağlar: Zengin çocuğuna
işin iyiliklerini, faydalarını öğretir ve iş verip para kazandırarak bunu ispat eder. Onun
için zenginin çocuğu iş peşinde koşar. Ama fakirin böyle imkanları olmadığı için
çocuğu iş öğrenemez, boş kalır, boşluktan sıkıntıya düşer ve yeme içme peşinde koşar.
(Özalp, 2008: 438)
Zenginin gönlü oluncaya gadar, fukaranın canı çıkar: Zengin, bir şeyi beğenene
kadar, beğendiği işlerde çalışan insanın canı çıkar. (ATKVE, 2011: 138)
Zenginin malı, fakirin çenesini yorar: Züğürt olanlar, zenginlerin malı üzerinde
konuşur dururlar. Bu durum onların sadece çenesini yorar. (Dalkıran, 2005: 50)
Zenginin yükü dağdan aşar, fakirinki düz yolda şaşar: Bkz: “Zengin arabasını
dağdan aşırır, fakir/züğürt düz ovada yolun şaşırır” (Dalkıran, 2005: 50)
Zeytin dededen, incir babadan, bağı da kendin dikmeli: Zeytinin ve incirin
meydana gelmesi uzun zaman ister, ama bağ hemen meyvesini vermeye başlar.
(Karalar, 1998: 41)
Ziyan olan goyunun guyruğu yağlı olur: Kaçan balık büyük olur. Elden giden
fırsat, kıymetli olur. (ATKVE, 2011: 138)
Zor fendi/oyunu bozar: Çok güç, prensipleri bozar. (Özturan, 2009a: 226; Arif
Bilgin)
Zora dağlar dayanmaz: Zor kullanan kişilere, güçlü insanlar bile dayanamaz.
(Dalkıran, 2005: 49; Özturan, 2009a: 226)
Zorunan güzellik olmaz: Kişiye beğenmediği bir şey zorla beğendirilmez.
(Özturan, 2009a: 226)
Zurnada peşrev olmaz: Rastgele yapılan işte plan, yöntem aranmaz. (Özturan,
2009a: 226)
Züğürt olup düşünmektense uyuz olup gaşınmak yeğdir: Yoksul olup boş boş
durmaktansa uyuz olup kaşınmak daha iyidir. (ATKVE, 2011: 138)
Züğürtlük zadeliği bozar: Soylu kimse züğürtleşince soyluluğu unutulur.
(Özturan, 2009a: 226)
3.3. Beddua/Kargış
Yöreden derlediğimiz hacmi en fazla olan üçüncü kalıp söz grubu beddualardır.
Çalışmamızda 1085 adet beddua bulunmaktadır.
3.3.1. İnceleme/Tasnif
3.3.1.1. İşlev
3.3.1.2. Yapı
1. Genel/Ulusal Beddualar
Ayağı kırılasıca.
Allah’tan bulasın.
2. Mahalli/Yöresel Beddualar
Feleğin sillesini yiyesin.
Of dedikçe gan tüküre.
3.3.1.4. Oluşum
365
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
3.3.1.5. Anlatım
1. Mensur Beddualar
Ekmeğin aşın olsun da yiyecek halin olmasın.
Eşşeğin çamura çöksün.
2. Manzum Beddualar
Ölçülü- kafiyeli beddualar bulunmaktadır:
1. Vurgusuz Beddualar
Felçler geçiresin.
Sakalı yolunasıca.
2. Vurgulu Beddualar
Hay gızak diye tabutlara binesin e mi?
Ocağın başına yıkılır inşallah!
Hay Allah belanı versin!
3.3.1.6. Anlam
3.3.2. Liste
Abdalın kestiğinden mahrum gedesin: (MİY, 1967: 194; Okutucu, 2000: 120;
Özturan, 2009a: 230)
Acı haberin her tarafa ulaşsın: (Ulu, 2013: 196)
Acı haberlerin gele: (ATKVE, 2011: 140)
Acıdan geberesin: (Şen, 2006: 94)
Acınacak hale düşesin: (Dalkıran, 2005: 63)
Acından ölesin: (Dalkıran, 2005: 63)
Acısına oturduğum: Birinin acısını, öldüğünü görmek. (Özturan, 2009a: 230)
Aç susuz perişan olasın: (Ulu, 2013: 197)
Açılan güllerin solsun: (Ulu, 2013: 197)
366
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Adı batasıca: Yok olasıca. Örnek: O adı batasıcayı gözüme gösterme. (ATKVE,
2011: 140; Arslan, 2011: 376; Bilgin, 2007b: 181; Çınkır, 2016: 20; Gökçe, 2014: 259;
Gökhan-Koç, 2009: 313; Özalp, 2008: 182; Özalp, 2008: 441; Özturan, 2009a: 230;
Özturan, 2014: 29; Şen, 2006: 94; Şen, 2006: 98Uzun vd., 2012c: 344)
Adı bilinmedik memleketlere gidesin: (Şahiner, 2017: 37)
Adı sanı/şanı galkasıca: (KA, 2017b: 132; Özturan, 2009a: 230)
Adı sönüp de şişemenlerden gelesice!: (KA, 2017b: 132)
Adı yeniden vurulasıca: (KA, 2017b: 132)
Adı/adın batsın/bata: Gebersin, adı unutulsun. (Erdem-Kirik, 2011: 460;
Gökçebey, 1999: 86; Özturan, 2014: 29)
Adın başkasına gona: (KA, 2017b: 132)
Adın bebeklere vurula: (Özalp, 2008: 441)
Adın gara yerden gele: (Özturan, 2009a: 230; Şen, 2006: 94)
Adın sanın batsın: (Şen, 2006: 94)
Adın sanın gurusun: (KA, 2017b: 132)
Adın söne: (Sultan Kamalak)
Adına gurban olsun: Taşıdığı ismin sahibine kurban olsun. (Özturan, 2014: 30)
Afacan yiyesice: (Özturan, 2009a: 230)
Afalan tufalan olasın: (Özturan, 2009a: 230)
Ağ donlu gısmet olmaya: (Deniz, 2015: 81)
Ağ güne hasret galasın: (Şahiner, 2017: 37)
Ağım ağım ağleyesice: (Özturan, 2009a: 230)
Ağım ağım dönesice: (Özalp, 2008: 442)
Ağıtların kesilmesin: (Ekem, 2015: 45; Ekem, 2015: 88; KA, 2017b: 132)
Ağlamaktan gülmeye zaman bulamayasın: (Ulu, 2013: 195)
Ağrıcığın yere gelsin: (Şen, 2006: 94)
Ağular içesice: (KA, 2017b: 132)
Ağzı büzülesice: (Bilgin, 2007c: 92)
Ağzı gapanasıca: (Şen, 2006: 94)
Ağzı/ağzın burnu/burnun yumulasıca/yumula: (Dalkıran, 2005: 63; Özturan,
2009a: 230)
Ağzıcığı gabarasıca: (ATKVE, 2011: 140)
Ağzıcığı/ağzın yumulasıca/yumula: Ölesice anlamında kullanılır. (Çınkır, 2016:
29; Kapanoğlu, 2009: 95)
Ağzına [it] s..sın: (Gözükara-Özalp, 2011a: 414; Mehmet Kamalak-3)
Ağzına yuyucu (yıkayıcı) eli gire: (Okutucu, 2000: 120)
Ağzına yuyucu (yıkayıcı) parmağı değe/değesice: (Özturan, 2009a: 230; Şen,
2006: 98)
Ağzında dilin lal olsun: (KA, 2017b: 132)
Ağzından burnundan gele: (Gökçebey, 1999: 87; Şen, 2006: 94)
Ağzından çıksın, yakana dağılsın: (Çınkır, 2016: 30)
Ağzının buğusu tükene: (Şen, 2006: 94)
Ah diyesin, kan tüküresin: (Şen, 2006: 94)
Ahım sende galmaya: (Şen, 2006: 94)
Ahla vahla ömrün bitsin: (Ulu, 2013: 197)
Aklı batasıca: (Ekem, 2015: 72)
Aklı/aklın soyha çıhasıca/çıka: (Kapanoğlu, 2009: 60; Özturan, 2009a: 230)
Aklıcığı guruyasıca: (ATKVE, 2011: 140)
Aklını alan canını ala: (Özalp, 2008: 441)
Aklının hayırcığı görülmeye: (Fadıma Yiğen)
Akşam diri yata, sabah ölü galkasın: (ATKVE, 2011: 140)
Akşama çıkmayasıca: (Özalp, 2008: 442)
Ala ganlı, gülgülü donlu olasın: (Özalp, 2008: 441)
Ala ganlı, yarı canlı gelesin: (Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005: 63;
Gökçebey, 1999: 87; Gökhan-Koç, 2009: 313; Horasan, 1992: 207; Körük, 2005: 41;
367
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
MİY, 1967: 194; Okumuş, 2006: 163; Özturan, 2009a: 230; Şen, 2006: 94; Yakar,
1997: 61)
Aldığın abdest, kıldığın namaz üstüne bulunmaya: (Özalp, 2008: 441)
Aldığın parayı doktora veresin: (Şen, 2006: 94)
Aldık [gidiyok] gızınızı, it yalasın yüzünüzü: Kızı aldık eyvallahımız kalmadı.
(Kuyumcu, 1995: 137; Özturan, 2014: 35)
Aldım oğlumu gızımı, canalıcı görsün yüzünü: Evlendim, çoluğum çocuğum
oldu, bana da koca bunun için gerekti, bundan sonra kocamın yüzünü Azrail görsün.
(Özturan, 2014: 35)
Alevin tependen çıka: (Ekem, 2015: 40)
Alıcılar alasıca: (Kozan, 2007: 217)
Allah ağzını çırpsın: (Özturan, 2009a: 230)
Allah aklını almış, canını da alsa da gurtulsak: (Özturan, 2009a: 230; Özturan,
2014: 36)
Allah aklını almış, darısı canına: (Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005: 63;
Horasan, 1992: 207; MİY, 1967: 194; Okutucu, 2000: 120; Şen, 2006: 94; Yakar, 1997:
61)
Allah az verip gezdirsin, çok verip azdırsın: (Şen, 2006: 94)
Allah belacığını versin: (Şen, 2006: 94)
Allah belanı vere, sıçan selanı vere, püssüktapıdı (tabutunu) galdıra, köpek
namazını gıldıra: (Özturan, 2009a: 243)
Allah belanı versin: (Dalkıran, 2005: 63; Gökçebey, 1999: 87; Gökhan-Koç,
2009: 313; Irmak: 2013: 214; Kozan, 2007: 217; Körük, 2005: 41; Okumuş, 2006: 163;
Özalp, 2008: 441; Ulu, 2013: 196)
Allah belanı, sıçan/köpek/hocalar selanı versin: (ATKVE, 2011: 140; KA,
2017b: 132; Özturan, 2009a: 230)
Allah cami gibi dert, minare gibi fitil versin: (Deniz, 2015: 84)
Allah canımı alsın: Canımdan bezdim, öleyim de kurtulayım. (Özalp, 2008: 186)
Allah canını ala/alasıca: (Dalkıran, 2005: 63; Gökçebey, 1999: 87; Özalp, 2008:
441; Ayşe Koçak)
Allah canını taksit taksit ala: (KA, 2017b: 132)
Allah cezanı versin/vere: (Gökçebey, 1999: 87; Körük, 2005: 41; Şen, 2006: 94)
Allah ç..lüce görmeyesin: (Özturan, 2009a: 230)
Allah darısına çıkarsın: (Özturan, 2009a: 230)
Allah derdine dert gatsın: (Ekem, 2015: 45)
Allah dilinde bitire: (Kapanoğlu, 2009: 32)
Allah el gınamaz ayrılığı vere: (Şen, 2006: 94)
Allah galabalığını [tez] galdıra/galdırsın: (Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005:
63; MİY, 1967: 194; Özturan, 2009b: 232; Şen, 2006: 94; Yakar, 1997: 61)
Allah galbine göre versin: (Özalp, 2008: 441)
Allah gençliğine doyurmasın: (Şen, 2006: 94)
Allah gınayanın başına versin: (Özturan, 2009a: 230)
Allah gözün ışığın alsın: (KA, 2017b: 132)
Allah gözünden yaşı eksik etmesin: (ATKVE, 2011: 140)
Allah hışmını versin: (Kozan, 2007: 217)
Allah iki dünyada yüzünü güldürmesin: (Ulu, 2013: 196)
Allah iki gözünü elinden alsın: (Elife Akkurt)
Allah kel versin, dırnak vermesin: Allah fırsat vermesin. (Dalkıran, 2005: 55;
Faruk Zülkadiroğlu)
Allah merhametler vermeye: (Sultan Kamalak)
Allah niniyem tekerler altında galasın. (KA, 2017b: 133)
Allah niyetine yetirmeye: (Özturan, 2009a: 230)
Allah ondurmasın: (Karalar, 1998: 74)
Allah sana beni unutturacak dert vere: (Karalar, 1998: 74)
Allah sencezi ahrete gataol ede (Apar topar yollaya): Kızılan kişinin ansızın
ölmesini, ahrete apar topar gitmesini isteyen bedduadır. (Kılıç, 2008: 114)
368
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
371
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
372
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Dillerin dutmaz ola: (Dalkıran, 2005: 63; MİY, 1967: 195; Yakar, 1997: 61)
Dillerin örs olsun: (KA, 2017b: 133)
Dillerinden asılasın: (ATKVE, 2011: 140)
Dinin imanın gide: (Bilgin, 2007a: 232)
Direğin doğrana: (Şahiner, 2017: 38)
Diri gelip de ölü gidesin: (ATKVE, 2011: 140)
Dirin gitsin, ölün gelsin: (Şen, 2006: 95)
Dişine kerpeten değe/uğraya: (Özturan, 2009a: 231; Şen, 2006: 95)
Dişleri dökülesice: (ATKVE, 2011: 140)
Dizin dizin sürünesin/sürünesice/yürüyesin/yürüyesice: (Arslan, 2011: 376;
Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005: 63; Körük, 2005: 42; MİY, 1967: 195; Okumuş,
2006: 163; Özturan, 2009a: 231; Şen, 2006: 94; Ulu, 2013: 198; Yakar, 1997: 61)
Dizine gözüne dura: (ATKVE, 2011: 140)
Dizinin dermanı yetmeye: (Şahiner, 2017: 38)
Dizlerinin bağı çözüle: (Şen, 2006: 95)
Dok garnına acım diye ağlıyasın: (KA, 2017b: 133)
Dokluğun bayramdan bayrama ola: (Şen, 2006: 96)
Doktor doktor gezesin de derdine derman bulunmaya: (Deniz, 2015: 96)
Dokuz avradın ola, bir yorganın ola: (Deniz, 2015: 96)
Dokuz minarede selan verile: (KA, 2017b: 133)
Domuz gribi olasın: (Ulu, 2013: 200)
Donacan tutasıca: (Şen, 2006: 103)
Dölsüz döşsüz galasın: (KA, 2017b: 133)
Dölü töremeyesice: (Körük, 2005: 42)
Döner daşın, öten guşun olmaya: (Deniz, 2015: 96; Şen, 2006: 95)
Dört adamın/hambalın omzunda gedesin/gelesin: (ATKVE, 2011: 140; Çoğalan,
1982: 116; Dalkıran, 2005: 63; Horasan, 1992: 207; MİY, 1967: 195; Özturan, 2009a:
231; Şen, 2006: 94; Yakar, 1997: 61)
Dört çıtanın üstüne binesin: (Deniz, 2015: 97)
Dört gol üstünde gidesin: (KA, 2017b: 133)
Dul ere duvaksız, kör gişiye nikahsız gidesin: (KA, 2017b: 133)
Dumanı tütmeyen eve gelin gidesin: (Ekem, 2015: 43)
Dutmaz olsun iki eli: (Ulu, 2013: 197)
Duttuğun dallar eline geline: (Körük, 2005: 41)
Dutulası sidiği: (Irmak: 2013: 215)
Duvağın başında galsın: (Şahiner, 2017: 37)
Düğününde gar yağsın: (Şen, 2006: 95)
Dümüğü (dimağı) durasıca: (Özalp, 2008: 443)
Dürüm dürüm dürülesin: (KA, 2017b: 133)
Ebciğin uça: (Şen, 2006: 95)
Ecdadının gabri eşşek nahırı ola: (KA, 2017b: 133)
Ecellerden ecel beğenesin: (Şen, 2006: 95)
Ecrin gabırın guruya: (Şen, 2006: 95)
Ekmeği yedi gapıda bulamayasın: (Körük, 2005: 41)
Ekmeğin aşın olsun da yiyecek halin olmasın: (Şen, 2006: 95)
Ekmeğin guru, ayranın duru ola: (Şen, 2006: 95)
Ekmeğin seni kör ede: (Şen, 2006: 95)
Ekmek atlı, sen yaya olasın da [goşa goşa] ulaşamayasın/yetişemeyesin:
(ATKVE, 2011: 140; Arslan, 2011: 377; Gökçe, 2014: 267)
Eksiğin, gediğin bitmeye: (Şen, 2006: 95)
El içinde davulun çalınsın: (KA, 2017b: 133)
Elaleme rezil olasın e mi?: (Bilgin, 2007b: 198)
Eli ayağı budanasıca: (Dalkıran, 2005: 63; Özturan, 2009a: 231)
Eli böğründe galasıca: (Okumuş, 2006: 163)
Eli golu budana: (Özalp, 2008: 443)
375
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Evsiz [barksız] galasın: (Dalkıran, 2005: 63; Gökçebey, 1999: 86; Irmak: 2013:
214)
Fatihaların okunsun: (Ekem, 2015: 87)
Felaketlere uğrayasın: (Ekem, 2015: 47)
Felçler geçiresin: (ATKVE, 2011: 140)
Feleğin sillesini yiyesin: (Özturan, 2009a: 231; Şen, 2006: 95)
Feleğini şaşırasın: (Şen, 2006: 95)
Felek vursun: (Ekem, 2015: 47)
Fıtıklar olasın: (Ekem, 2015: 47)
Firengilere rast gelesin: (Şen, 2006: 95)
Fitnelerin belasına gelesin: (Şen, 2006: 95)
G..ü heladan galkmaya: (Özturan, 2009a: 232)
G..ün yere yapışa: (Özalp, 2008: 445)
Gabına yılanlar dolsun: (Şahiner, 2017: 38)
Gabır azabı çekesin: (Şen, 2006: 95)
Gabır gabır gezesice/gezesin: (ATKVE, 2011: 141; Arslan, 2011: 376; Çoğalan,
1982: 116; Dalkıran, 2005: 63; Gökçebey, 1999: 87; Horasan, 1992: 207; Körük, 2005:
41; MİY, 1967: 195; Okumuş, 2006: 163; Okutucu, 2000: 120; Özturan, 2009a: 231;
Şen, 2006: 95; Yakar, 1997: 61)
Gabırın zomburdasın: (Karalar, 1998: 78)
Gadalara gurban gidesin: (Özalp, 2008: 444)
Gadan gara yere, sırtın guru yere gele: Hem dua, hem beddua olarak kullanılır.
(Özalp, 2008: 453)
Gadanı gara yel alsın: (Körük, 2005: 41)
Gademsize rastlayasın: (Polat, 2016: 89)
Gafacığı kefinlenesice: (A. Kurt, 2017: 18)
Gafası gopasıca: (ATKVE, 2011: 141; Özturan, 2009a: 231)
Gafası kesilesice: (Şen, 2006: 95)
Gafasına daşlar düşesice: (ATKVE, 2011: 141)
Gafılım gadalardan gedesin: (Özalp, 2008: 444)
Gahır çekesin: (Şen, 2006: 95)
Galabalığı galkasıca: (Özturan, 2009a: 231)
Galbince iflah olasın: (Özalp, 2008: 444)
Galbinin gününü göresin: (Özturan, 2009a: 230)
Galkmazına yatasıca: (Özturan, 2009a: 232)
Gan dutasıca: (Özalp, 2008: 444)
Gan gatran olsun: (Özalp, 2008: 446)
Gan gusup köpükler üvesin: (Arslan, 2011: 380)
Gan işeyesin: (Özturan, 2009a: 231)
Gan s..asıca: (Özalp, 2008: 444)
Gan tüküresin: (Özturan, 2009a: 231)
Gan/ganlar gusasın/gusasıca: (ATKVE, 2011: 140; Arslan, 2011: 376; Körük,
2005: 41; Özturan, 2009a: 231)
Ganı/gancaazı guruyasıca: Öldürüldükten sonra akıtılan kanı aktığı yerde
kuruyasıca. (Bilgin, 2006: 146; Erşahin, 2011a: 80; Özalp, 2008: 444)
Ganın gurusun damarların su gölü olsun: (KA, 2017b: 133)
Ganın guş, etin it, gemiğin gurt yemi ola: (KA, 2017b: 133)
Ganın guş, etin it, kemiğin gurt yemi ola: (Şen, 2006: 95-96)
Ganın içine aka/akasıca: (Gökhan-Koç, 2009: 313; Özalp, 2008: 444; Özturan,
2009a: 231; Şen, 2006: 95)
Ganlı guburlar gusasın: (ATKVE, 2011: 141)
Ganlı hançerlere gelesin: (ATKVE, 2011: 140)
Ganlı köpük gusasıca: (Ekem, 2015: 60)
Ganlı köyneklerin gele: (ATKVE, 2011: 141)
Ganserlerden gidesice: (Elife Akkurt)
Gapı gapı gezesin: (Dalkıran, 2005: 63)
377
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
379
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
383
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
384
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
sana analıktan başka ne yaptım? (ATKVE, 2011: 141; Arslan, 2011: 381; Bilgin, 2006:
291; Bilgin, 2007a: 31; Bilgin, 2007b: 196; Bilgin, 2007c: 119; Çoğalan, 1982: 116;
Dalkıran, 2005: 63; Kapanoğlu, 2009: 59; MİY, 1967: 195; Okutucu, 2000: 120;
Özturan, 2009a: 233; Şen, 2006: 96; Uzun vd., 2012a: 342; Yakar, 1997: 62)
Soykacığından gelesice: (Körük, 2005: 42)
Soykası soyulasıca: (Özalp, 2008: 447)
Soyun sopun bata: (Şen, 2006: 96)
Söğütken sökülüp de çubukken gırılasıca: (KA, 2017b: 134)
Suyu suyuna yunasıca: (Özturan, 2009a: 233)
Sürgün edilesin: (ATKVE, 2011: 140)
Sürüm sürüm sürünesice/sürünesin: (ATKVE, 2011: 141; Dalkıran, 2005: 63;
Gökçebey, 1999: 86; Gökhan-Koç, 2009: 314; Irmak: 2013: 214; Kapanoğlu, 2009: 28;
Körük, 2005: 41; Özalp, 2008: 447; Özturan, 2009a: 233; Şen, 2006: 96)
Sürünesin: (Ulu, 2013: 200)
Sütüm haram olsun: (Özturan, 2009a: 233)
Şafağı/şafağın gapana/gapanasıca: Gözleri kör olasıca. Örnek: Hay şafağı
kapanasıca hay, bir de utanmadan yalan söylüyor. (Bilgin, 2006: 299; Bilgin, 2007a: 64;
Dalkıran, 2005: 63; Göçer, 2004: 191; Horasan, 1992: 207; Körük, 2005: 41; MİY,
1967: 195; Özalp, 2008: 448; Şen, 2006: 96; Yakar, 1997: 62)
Şah damarın tıkansın: (Ekem, 2015: 89)
Şah damarından vurulasın: (Ekem, 2015: 49)
Şaşı bakasın: (Şahiner, 2017: 38)
Şaşım şaşım galasın: (Şen, 2006: 96)
Şaşım şaşım şaşasın: (Özturan, 2009a: 233)
Şeytanın gulağına gurşun: (Şen, 2006: 93)
Şeytanından bulasın: (Şen, 2006: 96)
Şifasız dertlere düşesin: (Arslan, 2011: 379)
Şom ağzın yumulsun: (Karalar, 1998: 79)
Şorun garnında galsın: Söyleyeceğini söyleme. (Özturan, 2014: 243)
Tahtalı köye gelin gidesin: (Özturan, 2009a: 233)
Tahtın tacın yıkılsın: (KA, 2017b: 134)
Tangır/Tanrı canını ala/alasıca: Bu bedduanın Maraş’ta tam olarak telaffuz
edilişi “Tangır canını ala.” şeklindedir. (ATKVE, 2011: 141; Arslan, 2011: 381; Çınkır,
2016: 996; Dalkıran, 2005: 63; Gökhan-Koç, 2009: 314; Kapanoğlu, 2009: 60; Özalp,
2008: 337; Özalp, 2008: 448; Özturan, 2009a: 233; Özturan, 2014: 245)
Tanınmaz olsun siması: (Ulu, 2013: 197)
Tekerler altında galasın/galsın: (ATKVE, 2011: 140; Ulu, 2013: 197)
Tekerlere sıvanasın: (Gökhan-Koç, 2009: 314)
Tel tel olasın: (Şen, 2006: 96)
Teneşirde yunasıca/yunasın: (Dalkıran, 2005: 63; Özturan, 2009a: 233)
Teneşire/teneşirlere gelesin/gelesice: (ATKVE, 2011: 141; A. Kurt, 2017: 18;
Şen, 2006: 96)
Tepene daş yağsın: (Şen, 2006: 96)
Tez günde gelin olasın: (Ekem, 2015: 50)
Tımarhanelik olasın: (Şen, 2006: 96)
Tısım tısım tısılayasın: (KA, 2017b: 134)
Tohumu dünyaya dağılmayasıca: (Özalp, 2008: 448)
Tohumun guruya: (Şen, 2006: 96)
Torba belinden düşmeye: Dilenci olasın. (Şen, 2006: 96)
Torba dakıp dilenesin: (Özturan, 2009a: 233)
Töremeyesice/töremeyesin: Doğmayasıca, büyümeyesice, soyu tükenesice,
üremeyesice, çoluk çocuğu olmayasıca. (Bilgin, 2006: 317; Çınkır, 2016: 1039;
Dalkıran, 2005: 63; Demir, 2011: 119; Gökçebey, 1999: 87; Kapanoğlu, 2009: 61;
Kaya-Kozan, 2003: 146; Özalp, 2008: 441; Özalp, 2008: 448; Özturan, 2009a: 233 Şen,
2006: 96)
Trafik gazalarına gidesin inşallah: (Kapanoğlu, 2009: 28)
387
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
388
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Yaşın ömrün tükene: (Dalkıran, 2005: 63; Erşahin, 2011a: 80; Kapanoğlu, 2009:
59)
Yaşına [ömrüne] doymasın/doymayasın/doymayasıca: (Dalkıran, 2005: 63;
Erşahin, 2011a: 80; MİY, 1967: 195; Özalp, 2008: 448; Özalp, 2008: 449; Şen, 2006:
97; Yakar, 1997: 62)
Yaşına yılına varmayasın: (ATKVE, 2011: 140)
Yaşları pırtasıca: (Körük, 2005: 42)
Yatacak yer bulamayasın: (Şen, 2006: 97)
Yatağında yiyesin: (Okumuş, 2006: 163)
Yattığın yerde yatamayasın: (ATKVE, 2011: 141)
Yavruların yetim gala: (Özturan, 2009a: 234; Şen, 2006: 97)
Yaz günü göremeyesice: (KA, 2017b: 134)
Yazıklar olsun: (Şen, 2006: 97)
Yazın ayran görmeye, gışın yorgan görmeye: (Özturan, 2009a: 234)
Yedi camiden adın okuna: (KA, 2017b: 133)
Yedi canlı püsük gibi gıvranasıca: (Polat, 2016: 89)
Yedi ceddin geçe: (ATKVE, 2011: 141)
Yedi gat yerin dibine giresin: (Şen, 2006: 97)
Yedi minarede selan verile: (Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005: 64;
Kapanoğlu, 2009: 30; MİY, 1967: 195; Okutucu, 2000: 120; Özturan, 2009a: 234; Şen,
2006: 97; Yakar, 1997: 62)
Yedi sene bir yanına yedi sene bir yanına sürünesin: (KA, 2017b: 134)
Yediğin ekmek gözüne dizine dursun: (Özturan, 2009a: 234)
Yedirdiğim burnuna bağzına dursun: (Özturan, 2009a: 234)
Yek yek yelesice: (Şen, 2006: 112)
Yeldiğin yele, emeğin sele gitsin: (ATKVE, 2011: 141)
Yellik günde yanasıca: (Karalar, 1998: 80)
Yere giresiniz: (Erşahin, 2011a: 80)
Yerin dibine giresin/geçesin: (Arslan, 2011: 380; KA, 2017b: 134)
Yerin yer altı olsun: (Özturan, 2009a: 234)
Yerin yurdun ataş ola: (Özturan, 2009a: 234; Şen, 2006: 97)
Yerinde yatamayasıca: (Özturan, 2009a: 234)
Yerlere batasıca: (Gökçebey, 1999: 87)
Yetmeden yerlere gidesice: (KA, 2017b: 134)
Yetmiş yedi köy öteye gelin gidesin: (KA, 2017b: 134)
Yetmiyesice: Büyümeyesice. (Erşahin, 2011a: 80; Kuyumcu, 1995: 166;
Özturan, 2009a: 234)
Yetmiyesin e mi?: (Özturan, 2009a: 230)
Yıkılasıca: (Ekici, 2005: 14; Gözükara-Özalp, 2011b: 250)
Yılan gibi sürünesin: (Irmak: 2013: 215)
Yılan/yılanlar soka/sokasıca: (ATKVE, 2011: 141; Özturan, 2009a: 234; Şen,
2006: 97)
Yılancıklar çıksın ayağında dizinde: (Uzun vd., 2012b: 199)
Yırtlıkan yıkılasıca: (Yılmaz Irmak)
Yiğidiken/yiğitlenirken yıkılasın/yıkılasıca [da dal iken devrilesin/devrilesice]:
(ATKVE, 2011: 140; ATKVE, 2011: 141; Arslan, 2011: 378; Çoğalan, 1982: 116;
Dalkıran, 2005: 64; Kapanoğlu, 2009: 60; Körük, 2005: 41; MİY, 1967: 195; Okumuş,
2006: 163; Özturan, 2009a: 234; Şen, 2006: 97; Yakar, 1997: 62)
Yiğit yanı/yanın yere gele/gelesice, [bağrın güne gele e mi?]: (Çoğalan, 1982:
116; Dalkıran, 2005: 64; MİY, 1967: 195; Okumuş, 2006: 163; Okutucu, 2000: 120;
Özalp, 2008: 449; Özturan, 2009a: 234;Şen, 2006: 97; Yakar, 1997: 62)
Yiğitliğin hayrını görmeyesin: (Dalkıran, 2005: 64)
Yirim yirim yirilesice: (KA, 2017b: 134)
Yoklara garışasıca: (ATKVE, 2011: 141)
Yollarda üleşi/üleşin gala/galasıca: (Dalkıran, 2005: 64; MİY, 1967: 195;
Okumuş, 2006: 163; Şen, 2006: 97; Yakar, 1997: 62)
389
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
3.4. Dua/Alkış
390
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
3.4.1. İnceleme/Tasnif
3.4.1.1. İşlev
3.4.1.2. Yapı
1.Genel/Ulusal Dualar
391
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Eksilsin, azalmasın.
Rahmet olsun.
2. Mahalli/Yöresel Dualar
Allah evinde gönendirsin.
Taacık, bana ver bir ekmekcik.
3.4.1.4. Anlatım
1. Mensur Dualar
Yürüyüp gittiği yerler çayır çimen olsun.
Toprak diye avuçladığın altın olsun.
2. Manzum Dualar
Helal haram ver Allah’ım, bizim çocuklar yer Allah’ım.
Ocağın küllensin, bahçen güllensin.
1. Vurgusuz Dualar
Okun hedefine vara.
Kötü gün görmeyesin.
2. Vurgulu Dualar
Gadılara gelin gidesin inşallah!
Yüce Mevla’m senden razı olsun!
Allah evinize bereket getirsin.
3.4.1.5. Anlam
3.4.2. Liste
392
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
395
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Allah hayrını vere/versin: Allah sana hayırlar versin. (ATKVE, 2011: 139;
Dalkıran, 2005: 62; Erşahin, 2011a: 78; Özalp, 2008: 451;)
Allah hazinesinden versin: (Şahiner, 2017: 37)
Allah helal süt emmiş birini nasip etsin: (Ekem, 2015: 15)
Allah helal süt emmişe düşürsün: (Dalkıran, 2005: 62)
Allah hep yanında ola: (Deniz, 2015: 7)
Allah her muradını versin: (Dalkıran, 2005: 62)
Allah hoş baht eylesin: (Şen, 2006: 97)
Allah huri gızlarına yoldaş eylesin: (Kozan, 2007: 217)
Allah ıslah etsin/eylesin: (ATKVE, 2011: 139; Şen, 2006: 93)
Allah iki eyilikten birini versin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah ikinizi bir yastıkta gocatsın: (Gökçebey, 1999: 85)
Allah iman versin: (Erdem-Kirik, 2011: 506)
Allah imandan Guran'dan ayırmasın: Yaşarken de, ölürken de Allah iman, Kuran
ve kendi yolu üzere olmamızı sağlasın. (Özalp, 2008: 451)
Allah istikametinden şaşırtmasın: (Deniz, 2015: 7; Ekem, 2015: 21)
Allah işini [gücünü] rast getirsin: İşlerin rast, yolunda gitsin. (ATKVE, 2011:
139; Arslan, 2011: 374; Caferoğlu, 1995: 174; Dalkıran, 2005: 62; Erşahin, 2011a: 78;
Gökhan-Koç, 2009: 313; Özalp, 2008: 451)
Allah it püsük aşı etmesin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah kem gözlerden esirgesin: Allah kötü gözlerden, nazardan, göz
değmesinden esirgesin, korusun. (Özalp, 2008: 451)
Allah kem gözlerden ırak eylesin/saklasın: Allah nazardan korusun. (Kozan,
2007: 217; Özalp, 2008: 451)
Allah kesene-ömrüne bereket versin: (Okumuş, 2006: 170)
Allah kimsenin ocağında it ürdürmesin: (Elife Akkurt)
Allah kimsenin ölüsünü de dirisini de sahipsiz bırakmasın: (Karalar, 1998: 69)
Allah kimsenin yavrusunu dürtüp çomacak etmesin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin: (Alparslan-Özturan, 2010: 49)
Allah kimseyi analık babalık eline bırakmasın: (Alparslan-Özturan, 2010: 53)
Allah kimseyi elden ayağa düşürmesin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah kimseyi gördüğü günden geri gomasın: (Dalkıran, 2005: 62; Özturan,
2009a: 228)
Allah kimseyi kimseye muhtaç etmesin: (Şen, 2006: 93)
Allah kimseyi kötülerinen dünyada da gabırda da yoldaş etmesin: (Deniz, 2015:
8; Özturan, 2009a: 228)
Allah kimseyi sonradan görmüşe düşürmesin: (Kapanoğlu, 2009: 22)
Allah kimseyi yazın ayransız, gışın yorgansız, bayramda oğlansız gomasın:
(Özturan, 2009a: 228)
Allah kötü gader yazmasın: (Kozan, 2007: 217)
Allah kötü sözden, kem gözden esirgesin: (Okumuş, 2006: 170)
Allah kötülüklerden uzak tutsun: (Kozan, 2007: 217)
Allah makamını cennet etsin: (Temiz, 2005: 98)
Allah muhafaza eylesin: (Temiz, 2005: 98)
Allah muhanede muhtaç etmesin: Allah, muhannete; iş bitirmeyen, zorluk
çıkaran, cimri, başa kakıcı, gaddar, zalim kimseye muhtaç etmesin. (Özalp, 2008: 451)
Allah muradını versin: (Şahiner, 2017: 36)
Allah münafıkların şerrinden gorusun: (Arslan, 2011: 372)
Allah namerde muhtaç etmesin: (ATKVE, 2011: 139)
Allah nazardan, beladan gorusun: (Ertekin, 1997: 80)
Allah nazardan/nazarlardan saklasın: (ATKVE, 2011: 139; Dalkıran, 2005: 62;
Okumuş, 2006: 170; Şen, 2006: 93)
Allah ne ettirsin ne buldursun: (Özturan, 2009a: 228; Özturan, 2014: 37)
Allah ne muradın varsa versin: (Dalkıran, 2005: 62; Gökhan-Koç, 2009: 313;
Kozan, 2007: 217; Şen, 2006: 92)
Allah neyleyim, ne edeyim dedirmesin: Allah; çaresiz kalıp ne yapayım, elimden
ne gelir ki diyecek duruma düşürmesin. (Özalp, 2008: 451)
396
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
3.5.1. İnceleme/Tasnif
3.5.1.1. İşlev
1. Protesto
Halep sürgünü.
Solak çomça.
2. Ahlâki Değer Bildirme
Forg gahpe.
Veledi zina.
3. Durum Bildirme
Düdük makarnası.
Yakanın iti.
3.5.1.2. Yapı
3.5.1.3. Oluşum
3.5.2. Liste
407
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Ayayın birini galdır: Ayakta işeyenlere “Ayayın birini galdır” diyerek köpeğe
benzetilir. (Özturan, 2009a: 246)
B..lu çomak: Çomak diye dürüme denir. Müzevirlik yapan, söz taşıyan
kimselere, yaptığı hareketten dolayı, "Sözü yetiştirdiğin kimse eline b..lu çomak verdi
mi?" şeklinde kullanılan hakaret sözü. (Özalp, 2008: 206)
B..un dölü: Bir hakaret sözü. (Özturan, 2014: 75)
B..un eniği: Pisin, pisliğin çocuğu. (Özalp, 2008: 454)
Babamın b..unu ye: Yemek isteyerek bıktırana. (Özturan, 2014: 55)
Babasının gabrine s..tığım: Küfür. (Özturan, 2014: 55)
Bismillahsız: (Alparslan-Özturan, 2010: 235)
Boynuzlu: Pezevenk. (Özalp, 2008: 454)
Cıfıdın çocuğu: Fitneci, fesatçının çocuğu. (Özalp, 2008: 454)
Çarşı iti: Boş boğaz, işe yaramayan insan. (Çınkır, 2016: 234; Mercimek, ?: 85;
Özturan, 2014: 90; Şirikçi, 2006: 229)
Dağın b..u: Çok sıradan adam. (Özturan, 2014: 95)
Dağın delisi: İşini, nasıl davranacağını bilmeyen. (Özturan, 2014: 95)
Dağın eşşeği: Bir şey bilmeyen. (Özturan, 2014: 95)
Dırnağı b..lu: (Özalp, 2008: 454)
Dinsiz imansız: Dini, imanı olmayan kimseye söylenir. Kafir, gavur. (Özalp,
2008: 454)
Diremini yiyen it gudurur: İnsanın zor kaldıracağı ağır hakaret. (Özturan, 2014:
107)
Döyüsün kızı: (Uzun vd., 2012b: 197)
Dubaracı döyüs: Yalancı, fırıldak insan. (Özturan, 2014: 111)
Düdük makarnası: (Özturan, 2014: 113)
Dürzü: Bazen hakaret, bazen de sevgi ifade eder. (Özalp, 2008: 454)
Edepsiz hayasız: Utanmaz, arlanmaz. (Özalp, 2008: 454)
Elli sekiz: Ebcet hesabı elli sekiz "ibne"dir. Rakam üzerinden küfür. (Çınkır,
2016: 381; Özturan, 2014: 123)
Eşşeğin doğurduğu: (Özturan, 2014: 126)
Eşşek gafalı: Aptal. (Özturan, 2014: 126)
Eşşek herif: (Özalp, 2008: 454)
Forg gahpe: Bakire gibi evlendiği halde bakire çıkmayan kadınlara hakaret
olarak söylenir. (Özalp, 2008: 454)
G.. böceği: İnce yapılı, kemikleri ince çocuklara hakaret için söylenir. İbare
aslında tenya karşılığıdır. (Özalp, 2008: 265; Özalp, 2008: 455)
G..ü b..lu: Büyümüş, ama işi dürüst değil. Daha çocuk. Hakaret ifadesi.
(Özturan, 2014: 154; Ahmet Yenikale)
Gabırı b..lu: (Özturan, 2014: 132)
Gafa yok ki: (Ahmet Yenikale)
Gahbe analı: Anası kötü yolda olan, namussuz olan anlamında. Çok öfkelenilen
kimselere hakaret olsun diye söylenir. (Özalp, 2008: 454)
Gahbe avratlı: Kahpe karılı. (Özalp, 2008: 454)
Gahbe çocuğu: (Özalp, 2008: 454)
Gahbe dölü/dölleri: (Bilgin, 2007a: 73; Irmak: 2013: 219; Özalp, 2008: 455)
Gancık it: Kalleş. Arkadan vurucu, ikiyüzlü, hain vs. (Özalp, 2008: 252; Özalp,
2008: 455; Şirikçi, 2006: 230)
Gavurun çocuğu: (Kapanoğlu, 2009: 28)
Gavurun dölü: Çok yaramaz çocuklar için kullanılır. (Çınkır, 2016: 457; Şen,
2006: 105; Özturan, 2014: 142)
Gavurun eniği: (Ekem, 2015: 60; Adem Pırnaz)
Gavurun südüğü: Çok yaramaz çocuklar için kullanılır. Gavur dölü, gavur
soyundan gelmiş anlamında bir sövgü sözüdür. (Çınkır, 2016: 457)
Gavurun tohumu: Çok yaramaz çocuklar için kullanılır. (Çınkır, 2016: 457)
Gıçıgırık: Beş para etmez, değersiz, önemsiz kimse ya da şey. (Çınkır, 2016:
481; Gökçe, 2014: 111)
408
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Gırık dölü: Piç. Örnek: Ulan sana da hiç güven olmuyor ha, bir şöylesin bir
böylesin; sen gırık dölü müsün? (Bilgin, 2006: 160)
Gızgın o…..: Erkeğe düşkün. (Özturan, 2014: 150)
Gızıl gurt: Çetrefil olana hakaret. (Özturan, 2014: 150)
Gidenlerden galık: Burada kastedilen Kurtuluş Savaşı sonunda Anadolu’yu terk
etmek zorunda kalan düşman askerleridir (gavur). Kızılan kişilere bu şekilde hakaret
edilir. (Elife Akkurt)
Gidinin dölü: Pis, kötü, ahlaksız kişinin, düşmanın çocuğu. (Özalp, 2008: 455)
Gulağı çatılmadık eşşek: Eşeğin eşeği. Çok ham insan. (Çınkır, 2016: 733)
Halep sürgünü: Halep’ten gelip buralarda perişan olan ve muhtemelen kötü bir
kadın olan birinin düştüğü duruma düşmüş şeklinde hakaret amaçlı söylenir. (Elife
Akkurt)
Irzı gırık: Namusu bozuk, namussuz. (Bilgin, 2007c: 63; Ekem, 2015: 62;
Mercimek, ?: 74; Özalp, 2008: 286; Özalp, 2008: 455; Özturan, 2014: 178; Şen, 2006:
107)
İki ayaklı şeytan: Şeytan gibi fesat, kışkırtıcı, kötü. (Özturan, 2014: 181)
İki gapılı it: Seveni çok sorumsuz çocuk. (Özturan, 2014: 182)
İki gıçlı it: (Adem Pırnaz)
İpten gaçan kendire s..an: Serseri, ayak takımı. (Özturan, 2014: 185)
İt çanağı: (Ahmet Yenikale)
İt gılı: Seviyesiz, serseri basit insanlar için kullanılır. Örnek: O it gılına gız
vermem. (Dalkıran, 2005: 55; Özturan, 2014: 189)
İt herif: Köpek herif. (Özalp, 2008: 455)
İt oğlu it: (Caferoğlu, 1995: 161; Özalp, 2008: 455; Şirikçi, 2006: 229; Ahmet
Yenikale)
İt südüğü: Çocuklara, gençlere hakaret olarak söylenir. İt dölü, it yavrusu.
(Çınkır, 2016: 650)
İt yalı: (Irmak: 2013: 218)
İt yese gudurur: Çok ağıra gidecek söze veya küfre maruz kalanın pek
umursamamasından sonra biraz da onu kınama makamında söylenir. Örnek: Murtaza
kendine it yese guduracak sözler söyledi, ama o hiç oralı olmadı. (Bilgin, 2006: 209;
Çınkır, 2016: 650; Özalp, 2008: 291)
İt yitiği: Sık ortalıktan kaybolan aramakla zor bulunan insan. (Dalkıran, 2005:
55)
İtin dölü: Gerekmez adam. (Çınkır, 2016: 651; Özalp, 2008: 455)
İtin eniği: (Özalp, 2008: 455; Şirikçi, 2006: 229; Ahmet Yenikale)
İtin önüne atsan yemez: Rezil, pislik. (Özturan, 2014: 191)
Kel dıngır: Kel olanlara söylenir. (Özalp, 2008: 455)
Kel it: Kel olanlara söylenir. (Özalp, 2008: 455)
Kel pezevenk: (Ekem, 2015: 48)
Kelp oğlu kelp: İt oğlu it. (Özalp, 2008: 455)
Keyişin gızı: (Elife Akkurt)
Köpoğlu köpek: (Karalar, 1998: 78)
Kör it: Kör veya gözünde problem olanlara söylenir. (Özalp, 2008: 455)
Marzuman sıpası: Ahlakı bozuk, terbiyesiz, zorba. (Özalp, 2008: 455)
Murtadın çocuğu: Kafirin, gavurun çocuğu. (Özalp, 2008: 455)
Onu diyen semerinin otunu yemiş: Yanlış laf üreten için hakaret ifadesi.
(Özturan, 2014: 214)
Onun bunun çocuğu: (Çınkır, 2016: 836)
P.. gurusu: Ahlaksız, terbiyesiz, her türlü kötülüğü yapan. Yaramaz çocuklar için
kullanılır. (Özalp, 2008: 455)
Pezevengin eniği: (Özalp, 2008: 455)
Pezevenk: (Kılıç, 2008: 106)
Pis meret: Kötü insanlar için kullanılır. (Özalp, 2008: 456)
Pu yüzüne: (Ulu, 2013: 437)
Puşt oğlu puşt: (Özalp, 2008: 456)
Püsük d…..ı: (Ahmet Yenikale)
409
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
3.6. Yemin
3.6.1. İnceleme/Tasnif
3.6.1.1. İşlev
3.6.1.2. Yapı
3.6.2. Liste
412
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
3.7.1. İnceleme/Tasnif
3.7.1.1. İşlev
3.7.1.2. Yapı
3.7.2. Liste
Allah acelden aman verirse: Ölmez de sağ kalırsam, Allah ömür verirse. Örnek:
Kenan dayı Allah acelden aman verirse bu yaz Geben’de Esef Osman’ın haymasının
altında ya da Çatal Oluk’un başında kuzu çevirelim. (Çınkır, 2016: 52; Özalp, 2008:
186)
Allah adamın burnunu çırpar: Allah, yanlış iş yapanların cezasını verir. (Çınkır,
2016: 52; Özturan, 2014: 36)
Allah Allah Allah: Zikir ederken veya herhangi düşman üstüne yürürken
söylenen kalıp sözdür. (Kılıç, 2008: 113)
Allah bilir ya: Tam emin değilim, Allah bilir ya... Geleceği Allah bilir. (Erdem-
Kirik, 2011: 264; Özturan, 2014: 36)
Allah bir dediğine inanırım: Çok yalancı. Ona ancak Allah bir derse o da bir
olduğuna inandığım için inanırım. (Özturan, 2014: 36)
Allah boy vermiş, dibini delik goyuvermiş: Allah boy bos vermiş ama başka bir
özellik vermemiş. Akıllı biri değil. (Özturan, 2014: 36)
Allah can vermiş alamıyor: Allah can vermiş, almasını bekliyoruz ama müddeti
dolmadığı için almıyor. (Özturan, 2014: 36)
Allah galemi üzerinden galdırmış: Çok yaşlanmış. Artık Allah meleklerine
yaptığını yazdırmıyor. (Özturan, 2014: 37)
Allah gısmet ederse: Allah nasip ederse anlamında kullanılan kalıp sözdür.
Herhangi bir işin veya bir durumun eğer Allah kısmet ederse kişiye nasip olacağını
belirtmek için kullanılan kalıp sözdür. (Kılıç, 2008: 113)
Allah gorkusu yok: Allahtan korkmaz, doğru dürüst hareket etmez. (Özturan,
2014: 37)
413
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Allah ne verdiyse: Allah bize ne verdiyse onu yeriz. Allah’ın bana verdiği
yeteneklerin tümünü kullanarak yüklendim. (Özturan, 2014: 37)
Allah pis yüzüne bakmış: Çok tehlikeli ve yanlış işler yaptı, ama Allah yine de
onu korumuş. (Özturan, 2014: 37)
Allah seni bana bela mı verdi?: Allah seni bana imtihan sebebi mi yaptı?
(Özturan, 2014: 37)
Allah söyletiyor: Kalbinin saflığından Allah ona olacakları söyletiyor. (Özturan,
2014: 37)
Allah şikrini almış: Allah yüzünü sevilmez insanların yüzü gibi yapmış. Allah
yüzünün şeklini bozmuş, nurunu almış. (Özturan, 2014: 37)
Allah var: Doğrusunu söylemek lazım. (Özturan, 2014: 37)
Allah verdi demem ha!: Yakınımsın, Allah verdi ama çok oluyorsun.
Yaptıklarından dolayı sana bedelini ödetirim. (Özturan, 2014: 37)
Allah verdiği canı alamıyor: Haksız olan, aldığını vermeyen, borçlarını
ödemeyen kimseler için söylenir. (Özalp, 2008: 186)
Allah vere de...: İnşallah korktuğumuza uğramayız. (Özalp, 2008: 186; Özturan,
2014: 37)
Allah versin: Dilenciye para verilmediğinde böyle denerek gönderilir. Çok iyi
konumdasın, Allah devamını versin. (Özturan, 2014: 37)
Allah vurmuş, bir de biz vurmayalım: Kaderi kara. Başına gelmeyen kalmamış.
Bir de biz vurmayalım. (Özturan, 2014: 38)
Allah ya ona verir ya bana: Onunla her şeyimi kaybedene kadar mücadele
edeceğim. (Özturan, 2014: 38)
Allah yürü gulum demiş: Allah zengin olmayı dilemiş. (Özturan, 2014: 38)
Allah yüzüne/yüzümüze baktı da...: “Allah işini/işimizi rast getirdi de...”
anlamında kullanılır. (Özalp, 2008: 186)
Allah’a bir can borcum var: Kimseye borcum yok. Sadece Allah’ın emaneti olan
canı taşıyorum, Allah’a can borcum var. (Özturan, 2014: 38)
Allah’a galdı: Kulun yapacağı bir şey yok, olay sadece Allah’a kaldı. (Özturan,
2014: 38)
Allah’a gurban ol: Allahın adını sık sık anarak konuşan ama Allah’ın ismi
ağzına yakışmayan kötü insana söylenen laf. (Özturan, 2014: 38)
Allah’a şikayet olmasın amma, bir gün görmedim: Hiç iyi bir hayatım olmadı,
ama şikayetçi değilim. (Özalp, 2008: 186)
Allah’ın ağrına varmasın: Bunu seviyorum. Bu aşırı sevgim için Allah bizi
cezalandırmasın. (Özturan, 2014: 38)
Allah’ın işine garışmam, bir kere karıştım bana b.. böceği yedirdi: Allah’ın her
işinde bir hikmet var. Bir defa bu b.. böceğini neden yaratmış düşüncesine kapıldım,
hastalandığım zaman b.. böceğini ilaç yapıp bana yedirdiler. (Özturan, 2014: 39)
Allah’ını seven durmasın: Kızgın dövüşçülerce araya girip aralayacaklara mani
olmak veya birinden korkup kaçanlarca, tutulmalarını engellemek için söylenir. (Özalp,
2008: 186)
Allah’ını seven dutmasın: Ben şunu döveceğim, ben şu işi yapacağım, Allah için
bana engel olmayın. (Özturan, 2014: 38)
Allah’ını seven vursun: Bu namussuz, Allah’ın sevmediği adam. Allah’ı seven
buna vursun da cezalandıralım. (Özturan, 2014: 38)
Allah’tan gorkmaz, guldan utanmaz: Dinle, insanlarla arası iyi olmayan kimse.
(Temiz, 2005: 100)
Allah’tan mı arıyon?: Durmadan hayatından şikayet eden, memnun olmayan,
sağı solu rahatsız eden kimselere “Belanı mı arıyorsun; Allah'tan belanı mı istiyorsun?”
anlamında söylenir. (Özalp, 2008: 186; Özturan, 2014: 38)
Ettiğini bulacaksın: Dünyada ne yaptıysan yaptığının karşılığını er geç
bulacaksın. (Ulu, 2013: 198)
Evvel Allah: Herhangi her türlü şeyin üstesinden gelirim, her şeyi yaparım
anlamında kullanılan kalıp sözdür. (Kılıç, 2008: 113)
Hafızlığa mı çalışin?: Kur'an ezberlemeye mi çalışıyorsun? Görmüyor musun?
Kör müsün? (Özturan, 2014: 169)
414
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
İnd-i İlahide mesulsun: Allah yanında sorumlusun. Bunun hesabı senden sorulur.
(Özturan, 2014: 184)
İşi Allah’a galmış: (Varlık ya da sağlık yönünden) durumu çok kötü. (Çınkır,
2016: 648; Özturan, 2014: 187)
Kellim kellim la yenfa: Oku oku fayda yok. Okur ama belleyemez, Belleyip
faydalanamaz. (Özturan, 2014: 193)
O iş Allah’a galmış bir iş: O işten pek ümitli olmamak gerek. (Gökçe, 2014:
260)
Rabbi yesiri silinmiş: Yazısı turası silinmiş. Arı, namusu, utanmayı bir tarafa
atmış. (Özalp, 2008: 321)
Sana galan Allah’a galdı: Senden bize asla fayda gelmez. Senden geleceğin sonu
bellisiz. (Özturan, 2014: 229)
Secde-i rahmana başını goymamış: Namaz kılmamış. İbadeti yok. (Özturan,
2014: 229)
Senden gelen Allah’tan gelsin: Senden bize fayda olmaz. Senden fayda
umacağıma Allah’a dua ederim. (Özturan, 2014: 230)
Seni Allah'a havale ettim: Bana yaptıklarının hesabını Allah’a vereceksin.
(Özturan, 2009a: 233)
Suphanallah: Herhangi bir durumdan dolayı sinirlenen, kızan kişinin öfkesini
yatıştırmak için, ağzından kötü söz çıkmaması için söylediği kalıp sözdür. (Kılıç, 2008:
114)
Veren Allah, alan Allah: Ne yapalım rızkımızda yokmuş. (Göçer, 2007: 139)
Yüzü yok, Allah'ı var: Kendisi huzurda, mecliste değil, ama hepimizi gören,
bilen Allah hazır ve nazır, o anda orada bulunmayan birinin hakkını teslim, iyi bir
yönünü belirtmek için söylenir. (Özalp, 2008: 358; Özturan, 2014: 269)
3.8.1. İnceleme/Tasnif
3.8.1.1. İşlev
3.8.1.2. Yapı
3.8.2. Liste
Babamoğlu: Kardeşim. (Kaya-Kozan, 2003: 26)
Bib’ızı: Halakızı. (Özalp, 2008: 36)
415
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
Bibi: Hala, babanın kız kardeşi. (Atalay, 2008: 130; Kaya-Kozan, 2003: 33)
Biboğlu: Hala oğlu. Örnek: Bu ağaçlar ceviz vermez Biboğlu. (Çınkır, 2016:
147; Özalp, 2008: 36; Ulu, 2013: 135)
Bre: Erkeklere seslenme sekli. (Özalp, 2008: 37; Temiz, 2005: 697)
Day’ızı: Dayıkızı. (Özalp, 2008: 58)
Day’olu: Dayıoğlu. (Özalp, 2008: 58)
Ede: Ağabey. Büyük kardeş. Baba, amca ve dayıdan başka yaşça büyük herkes.
(Özalp, 2008: 67)
Gelin bacı: Amca veya dayının hanımı için kullanılan hitap sözü. (Aksu, 2013:
253)
Hele: Seslenme ünlemi. (Temiz, 2005: 704)
Herif: Aslında usta anlamındadır ama dilimizde evin erkeği anlamında
kullanılmaktadır. (Özturan, 2009b: 361)
İhvan bacı: Tarikatta kadın adı. (Özturan, 2014: 181)
Kele anam: Kadınların kullandığı söz başı hitabı. (Özalp, 2008: 294; Özturan,
2014: 193)
Kele bacım: Örnek: Yahu bacım, bacım bakar mısın? (Çınkır, 2016: 684; Temiz,
2005: 97)
Kele edem: (Çınkır, 2016: 684)
Kele: Bir alttan alma hitap biçimi. (Gökçe, 2014: 294; Kılıç, 2008: 101)
Keleaz bacım: (Kadınlar için) Acıma veya uyarma sözü. (Aksu, 2013: 260)
Kömür gözlüm: (Caferoğlu, 1995: 141)
Suna boylum: (Caferoğlu, 1995: 141)
3.9.1. İnceleme/Tasnif
3.9.1.1. İşlev
1. Protesto
Babanın derdini senin!
Buyur bakalım!
2. Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Aman anaam!
3. İletişime Yardım Etme
Ananı dingilini Allah ala!
Yaşa ki neler göresin!
3.9.1.2. Yapı
3.9.2. Liste
Aboo!: Aman, amanın gibi şaşkınlık anlatmak vb. için kullanılan bir sözcük.
(Çınkır, 2016: 14; Kaya-Kozan, 2003: 13; Kılıç, 2008: 102)
416
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ
3.10. Selam
3.10.1. İnceleme/Tasnif
3.10.1.1. İşlev
3.10.1.2. Yapı
3.10.2. Liste
417
SONUÇ-DEĞERLENDİRME Ahmet PIRNAZ
4. SONUÇ-DEĞERLENDİRME
İncirden düşmek.
Gızlara goca gerek, o da zamanında gerek.
b) Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme
Evi ev eden avrat, yurdu şen eden devlettir.
Görücüyü söze tut, yüzünü söze tut.
c) Eğitim ve Kültürü Genç Kuşaklara Aktarma
Arığa su gelene gadar gurbağanın gözü patlar.
Kimi ununa gider, kimi ününe gider.
ç) Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma
Hörrrüük hörrük, g..ü büyük gaynım seni de görrük.
Hötüm derken g..üm demek.
d) Protesto
Alacağın bir iğne, çeliğin batmanından sana ne?
Zıkkımın kökü.
e) Dini İnançları Yansıtma
Allah’ın sevmediğini peygamber zopiinen govalar.
Rabbi yesirde üç yanlışı var, Cami-i Ümmiye’de imam beğenmez.
f) Dilek-Temenni Bildirme
Güz güneşinde gızım, yaz güneşinde gelinim olsun.
Allah kimseyi kötülerinen dünyada da gabırda da yoldaş etmesin.
g) Küfür-Beddua Bildirme
Elli sekiz.
Babasının gabrına s..tığım.
Abdalın kestiğinden mahrum gedesin.
Ağzıcığı gabarasıca.
ğ) Ahlâki Değer Bildirme
Alma o.....nun gızını, çeker geder ebesinin izine.
Malını namırsına siyeç yapmak.
h) Öğüt-Tavsiye Bildirme
Altın erir fire verir, akıllı olan mülke verir.
Büyükler boğuşurken aralarına girme, boynuzu g..üne gider.
ı) Gözlem ve Tecrübeleri Yansıtma
Delinin davası olmaz!
Geçen ömür, geri gelmez.
i) Durum Bildirme
Ağzı bir batman havaya galkmak.
Sakalını gaptırmak.
j) İkna-İnandırmaya Yardım Etme
Avradım boş olsun ki.
Gıblem ters olsun ki.
k) Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Datsız tarhana.
Ölü fiyatına.
l) İletişime Yardım Etme
Allah gul başına vermesin.
Göz güheri, diş artığı.
Alan keç der, satan ho ha der.
m) Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme
Endeze gonak, üç gün oturak.
Elden alim ele verim, gulağımı kesim sana mı verim?
n) Düşünce-Kanaat Bildirme
El el üstünde olmuş da ev ev üstünde olmamış.
Saçın ak mı, gara mı önüne düşünce görürsün.
o) Saygı-Sevgi Bildirme
Gadasını aldığım.
Bey olasın.
22. En hacimli söz kalıpları deyimlerdir. (5808 adet)
420
SONUÇ-DEĞERLENDİRME Ahmet PIRNAZ
23. Deyimler, yapı itibarıyla en az iki kelimeden oluşur. (Özü dövmemek, Yel
girmek.)
24. Bazı deyimler bedduaya dönüştürülebilmektedir. Örneğin, “Ocağı kör
galmak” deyimi, “Ocağı kör galasıca” şeklinde beddua olabilmektedir.
25. Kalıp sözler içerisinde sadece ikileme ile oluşmuş deyimler olduğu gibi
içerisinde ikileme olan diğer deyimler de oldukça fazladır. (Addeli töreli, Abikert
abikert gonuşmak.)
26. Hem deyim hem dua olan sözler vardır. “Güle güle büyütün” duası aynı
zamanda, “Güle güle büyütmek” deyimidir.
27. Deyimlerin 11 işlevi (Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme,
Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme, Eğitim ve Kültürü Genç Kuşaklara
Aktarma, Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma, Protesto, Dini İnançları
Yansıtma, Ahlâki Değer Bildirme, Durum Bildirme, Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak
İletme, İletişime Yardım Etme, Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme) bulunmaktadır.
28. Deyimlerden sonraki en hacimli kalıp söz grubu atasözleridir. (2640 adet)
29. Atasözleri, deyimlere göre daha ulusal mahiyettedir.
30. Atasözlerinin 13 işlevi (Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme,
Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme, Eğitim ve Kültürü Genç Kuşaklara
Aktarma, Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma, Protesto, Dini İnançları
Yansıtma, Ahlâki Değer Bildirme, Öğüt-Tavsiye Bildirme, Gözlem ve Tecrübeleri
Yansıtma, Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme, İletişime Yardım Etme, Anlatımı
Güçlendirme-Güzelleştirme, Düşünce-Kanaat Bildirme) bulunmaktadır.
31. Kalıp sözler içerisinde bedduaları en fazla dile getiren kadınlardır. Bu durum
aciz ve güçsüz durumda kalan kadınların bir nevi rahatlamasını sağlamaktadır.
32. Bedduaların 6 işlevi (Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme,
Protesto, Dini İnançları Yansıtma, Küfür-Beddua Bildirme, Anlamı-Mesajı Daha Pratik
Olarak İletme, Durum Bildirme) bulunmaktadır.
33. Bazı dualar, halk hurafelerinden ve eski Türk inançlarından teşekkül etmiştir.
(Elemtere fiş, kem gözlere şiş.)
34. İnsan, kendisine de dua ve beddua etmektedir. (Allah’ım baş gelemiim,
garerimi ver; Allah canımı alsın.)
35. Vurgulu olan dua ve beddualar vardır. (Allah yazdıysa olur inşallah,
Allah’ından bul e mi?)
36. Duaların 10 işlevi (Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme,
Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme, Dini İnançları Yansıtma, Dilek-
Temenni Bildirme, Ahlâki Değer Bildirme, Öğüt-Tavsiye Bildirme, Durum Bildirme,
İletişime Yardım Etme, Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme, Saygı-Sevgi Bildirme)
bulunmaktadır.
37. Sövgü-küfür-hakaret sözleri, umumiyetle hayvanlar üzerinden şekillenmiştir.
(Aç it, eşşek gafalı.)
38. Sövgülerin 3 işlevi (Protesto, Ahlâki Değer Bildirme, Durum Bildirme)
bulunmaktadır.
39. Yeminlerin hemen hepsi bedduaların özel bir fortmata dönüştürülmesiyle
oluşur. “İki gözü kör olasıca” kargışı, “İki gözüm kör olsun ki” şekliyle yemin sözüne
dönüştürülebilmektedir.
40. Yeminlerin 6 işlevi (Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma, Dini
İnançları Yansıtma, İkna-İnandırmaya Yardım Etme, Anlamı-Mesajı Daha Pratik
Olarak İletme, İletişime Yardım Etme, Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme)
bulunmaktadır.
41. Dini sözler, hem dua hem deyim içerisinde değerlendirilebilecek sözlerdir.
Biz, bu sözler için de ayrı bir grup oluşturduk.
42. Dini sözlerin 4 işlevi (Dini İnançları Yansıtma, Dilek-Temenni Bildirme,
Düşünce-Kanaat Bildirme, Öğüt-Tavsiye Bildirme) bulunmaktadır.
43. Hitap sözleri, artık unutulmaya yüz tutsa da özellikle kırsal kesimde ve belli
bir yaşın üzerindeki insanlarca hala kullanılmaktadır. (Gelin bacı, biboğlu, ede.)
44. Hitap sözlerinin 3 işlevi (Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme,
İletişime Yardım Etme, Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme) bulunmaktadır.
421
SONUÇ-DEĞERLENDİRME Ahmet PIRNAZ
422
SÖZLÜK
425
KAYNAK KİŞİLER LİSTESİ
Adı-soyadı / yaşı / eğitim durumu / mesleği / köyü veya ilçesi / derleme tarihi
427
KAYNAKÇA
AKALIN, L. S., 1990. Türk Dilek Sözlerinden Alkışlar ve Kargışlar, Kültür Bakanlığı
Halk Kültürünü Araştırma Dairesi Yayınları: 130, Ankara, 272s.
AKBAŞ, A., 1985. “Yapalak-Ekinözü Ağzı Ses ve Şekil Bilgisi”, Yüksek Lisans Tezi,
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
AKBEN, M., 2010. “Kahramanmaraş ve Yöresi Folklorunda Kuşçuluk (Mırtıklık)”,
100.Yılında Göksun Sempozyumu, İstanbul, ss. 110-124, 468s.
AKBEN, M., 2010. “Kahramanmaraş İli ve Göksun İlçesinde Halkın Doğumla İlgili
Geleneksel Yaklaşımları”, 100. Yılında Göksun Sempozyumu, İstanbul, ss. 439-
454, 468s.
AKIN, S., 2014. “Kahramanmaraş’ta Bağ Kültürü Üzerine Bir Araştırma”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
AKSAN, D., 2004. Türkçenin Söz Varlığı, Engin Yayınevi, Ankara, 249s.
_______, 1982. Her Yönüyle Dil: Ana Çizgileriyle Dilbilim-3, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara, 248s.
_______, 2006. Türkçenin Zenginlikleri, İncelikleri, Bilgi Yayınevi, Ankara, 231s.
AKSOY, N., 1998. “Kahramanmaraş’tan Köroğlu Metinleri”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
AKSOY, Ö. A., 2017. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 2 Deyimler Sözlüğü, İnkılap
Yayınları, İstanbul, ss. 497-1205.
_______, 2018. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 1 Atasözleri Sözlüğü, İnkılap
Yayınları, İstanbul, 486s.
AKSU, A., 2013. “Nurhak ve Yöresi Ağzı (İnceleme-Metinler-Sözlük)”, Yüksek Lisans
Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri.
ALPARSLAN, Y. ve ÖZTURAN, H. A., 2010. Eski Maraş’ta Örfler, Âdetler ve İçtimai
Hayat, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş, 304s.
ALPARSLAN, Y. ve YAKAR, S., 2009. Maraş’ta Divanından Parça Kalmış Halk
Şairleri, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş, 144s.
ANA BRITANNICA, 1993. 3. Cilt, Hürriyet, İstanbul, 438s.
ANA BRITANNICA, 1994a. 18. Cilt, Hürriyet, İstanbul, 438s.
ANA BRITANNICA, 1994b. 32. Cilt, Hürriyet, İstanbul, 438s.
ANDIRIN TARİH VE KÜLTÜR VARLIKLARI ENVANTERİ, 2011. Andırın
Kaymakamlığı, (Yayın Kurulu: Barış Kabalcı, Mehmet Ali Kaya, Harun
Kadıoğlu), 256s.
ARSLAN, D., 2011. “Kahramanmaraş İli Göksun İlçesi Halk Kültürü Araştırması”,
Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana.
AFŞİNLİ ŞAİRLER ANTOLOJİSİ, 1992. Afşin Belediyesi Kültür Serisi-1, Yağmur
Basım Yayın, Ankara, 166s.
ATALAY, B., 2008. Maraş Tarihi ve Coğrafyası, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş,
251s.
ATEŞ, F., 2010. “Maraş Bölgesindeki Türkmenler (19. VE 20. YÜZYILLAR)”,
Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Kahramanmaraş.
AVCI, R., 2008. Şiirlerle Kahramanmaraş (Antoloji), Kahramanmaraş Belediyesi
Yayınları, Kahramanmaraş, 176s.
BAHÇA, H. (Yayın sorumlusu), 2001. Geçmişten Günümüze Hartlap, Halim Ofset,
Kahramanmaraş, 112s.
BAHÇE, M., 1972. “Elbistan Ağzı”, Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum.
BASCOM, R. William, 2014. “Folklorun Dört İşlevi”, Halkbiliminde Kuramlar ve
Yaklaşımlar 2, (Çev. Ferya Çalış), (Haz. M. Öcal Oğuz, Selcan Gürçayır),
Geleneksel Yayınları, Ankara, ss. 71-86.
428
BAŞGÖZ, İlhan, 1996. “Protesto: Folklorun Beşinci İşlevi (Fonksiyonu)”, Folkloristik,
Prof. Dr. Umay Günay Armağanı, Ankara, Feryal Matbaacılık, ss. 1-4.
BİLGİN, A., 2006. Elbistanca Sözlük Örnekleriyle Elbistan Ağzı, Pınar Yayınları,
Elbistan, 350s.
_______, 2007a. Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, 272s.
_______, 2007b. Terk Eden Elbistan 2, Bassaray Matbaası, İzmir, 272s.
_______, 2007c. Terk Eden Elbistan 3, Bassaray Matbaası, İzmir, 272s.
_______, 2017. Terk Eden Elbistan 4 (Şecereler-1), Özgü Yayıncılık, İstanbul, 272s.
BOLAT, E. ve TÜRK, A. B., 2001. “Kahramanmaraş Masalları Üzerine Bir Araştırma”,
Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
BORATAV, P. N., 1969. 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, Gerçek Yayınevi, İstanbul,
256s.
BOZ, E. ve MUTLU, H. K., 2004. “Kahramanmaraş Ağzı Üzerine Tespitler”, I.
Kahramanmaraş Sempozyumu, Cilt 2, Kahramanmaraş Belediyesi,
Kahramanmaraş, ss. 913-918.
BOZKURT, F., 1995. Türkiye Türkçesi, Cem Yayınları, İstanbul, 552s.
BULUT, M., 1998. “Kahramanmaraş’tan Derlenmiş Masalllar”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
BULUT, S., 2012. “Anadolu Ağızlarında Kalıp Sözler ve Kullanım Özellikleri”,
Yüksek Lisans Tezi, Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ordu.
_______, 2013. “Anadolu Ağızlarında Dini İnançları Yansıtan Kalıp Sözler”, JASSS
The International Journal of Social Science, Volume 6/1, ss. 435-465.
_______, 2016. “Türkiye Türkçesi Ağızları ile Kıbrıs Türk Ağızlarında Ortak
Kullanılan Kalıp Sözlerden Hayır-Dualar ve Beddualar”, Akademik Sosyal
Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 24, ss. 298-308.
BÜYÜK LAROUSSE SÖZLÜK VE ANSİKLOPEDİSİ, 1986. 11. Cilt, Gelişim
Yayınları, İstanbul, ss. 6385-7024.
CAFEROĞLU, A., 1995. Güneydoğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar (Malatya,
Elazığ, Tunceli, Gaziantep, ve Maraş Vilayetleri Ağızları), TDK Yayınları,
Ankara, 318s.
CEYLAN, E., 2010. “Deste Gol Be Âb Dâden ve Dilin Olmaz Unsurları Olarak Söz
Kalıpları”, Milli Folklor Dergisi, Sayı:88, ss. 16-21.
CİLACI, O., 1992. “Dua”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 9, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, ss. 529.
ÇEKLİ, H. ve DOBADA, M., 1945. Ataların Dilinden, Samsun Halkevi Yayınları,
Samsun, 169s.
ÇINKIR, C., 2016. Karacaoğlan Coğrafyası Söz Çıkını (Araştırma-İnceleme-Sözlük),
Türkmeneli Stratejik Araştırma ve Düşünce Merkezi Yayınları, İstanbul,1174s.
ÇİVİOĞLU, M., 1999. “Afşin’den Derlenmiş Halk Hikâyeleri”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
ÇOĞALAN, M. C., 1982. Her Yönüyle Kahramanmaraş, Yaylacık Matbaası, İstanbul,
149s.
ÇOTUKSÖKEN, Y., 2002. Uygulamalı Türk Dili II, Papatya, İstanbul, 380s.
ÇULHA, F., 1984. “Elbistan Ağzı”, Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, Elazığ.
DALKIRAN, H. E., 2005. Kahraman İlimiz, Özel Rabia Arıkan İlköğretim Okulu
Eğitim Kültür Serisi, Kahramanmaraş, 73s.
DARICI, E., 2012. “Türkiye Türkçesinin Söz Varlığında Yer Alan Kalıplaşmış Sözlerin
Politik Söylemdeki Yeri”, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara.
DEMİR, N., 2011. Afşin Yöresinde Nükteli Anılarla Halk Bilgeliği, Afşin Belediyesi,
Kahramanmaraş, 213s.
DEMİR, T., 2004. Türkçe Dilbilgisi, Kurmay Yayınları, Ankara, 704s.
DENİZ, A., 2015. “Mahalli Kalıp Sözler Üzerine Bir Çalışma”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
DEREBENT, H. F., 2015. Çağlayancerit Halk Kültürü, Kahramanmaraş Büyük Şehir
Belediyesi Yayınları, Kahramanmaraş, 207s.
429
DEVELLİOĞLU, F., 2010. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi,
Ankara, 1393s.
DİL BİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ, 1949. Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 252s.
DİNİ TERİMLER SÖZLÜĞÜ, 2009. Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 414s.
EKEM, E., 2015. “Mahalli Alkışlar ve Kargışlar Üzerine Bir Çalışma”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
EKİCİ, N., 2005. Arıtaş’ın Ağıtları, Arıtaş Belediyesi Kültür Yayınları, Arıtaş, 204s.
ELÇİN, Ş., 2004. Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara, 763s.
EMİRMAHMUTOĞLU, A. P., 1997. “Geleneksel Kahramanmaraş Yemekleri”, Lisans
Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
ERDEM, M. D. ve KİRİK, E., 2011. “Kahramanmaraş ve Yöresi Ağızları”,
Kahramanmaraş İl Özel İdaresi Yayınları, Kahramanmaraş, 597s.
ERDEM, M. D., KİRİK, E., ÜST, S., DAĞDELEN, G., 2009. “Türkoğlu Ağzı
(Kahramanmaraş Ağızları-I)”, International Periodical For the Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4/8.
ERGİN, M., 2008. Türk Dil Bilgisi, Bayrak Yayınları, İstanbul, 407s.
_______, 2009. Dede Korkut Kitabı-1, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 251s.
EROL, Ç., 2007. “Türkiye Türkçesinde Kalıp Sözler Üzerine Bir İnceleme”, Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
ERSOYLU, H., 2012. Türk Dilince Dualar, Beddualar Sözlüğü, Ötüken Yayınları,
İstanbul, 360s.
ERŞAHİN, İ., 2011a. “Kahramanmaraş Masalları Üzerine Tip ve Motif Araştırması”,
Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum.
_______, 2011b. Halk Kültürü ve Edebiyatı Sözlüğü, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 370s.
ERTEKİN, E., 1997. “Afşin-Elbistan Yöresinde Halk İnançları ve Tarihi Temelleri”,
Yüksek Lisans Tezi, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Malatya.
GELİŞİM HACHETTE (Alfabetik Genel Kültür Ansiklopedisi), 1993. 1. Cilt, Sabah
Yayınları, (Basım Yeri Yok), 384s.
GENCAN, T. N., 1979. Dilbilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 602s.
GÖÇER, M., 2004. Un Sandığı 2, Elbistan’ın Sesi Yayınları, Elbistan, 218s.
_______, 2007. Un Sandığı 3, Elbistan’ın Sesi Yayınları, Elbistan, 222s.
_______, 2010. Un Sandığı 4, Elbistan’ın Sesi Yayınları, Elbistan, 288s.
GÖKÇE, O., 2014. Berit’in Gözyaşları, Zeus Kitabevi, İzmir, 336s.
GÖKÇEBEY, M., 1999. “Düzbağ Kasabası Monografisi”, Lisans Tezi, İnönü
Üniversitesi, Malatya.
GÖKDAYI, H., 2008. “Türkçede Kalıp Sözler”, Bilig Dergisi, Sayı: 44, ss. 89-110.
_______, 2015. Türkçede Kalıp Sözler, Kriter Yayınevi, İstanbul, 304s.
GÖKHAN, İ. ve KOÇ, K., 2009. Tarihi, Coğrafyası ve Kültürü ile Türkoğlu, Öncü
Basımevi, Kahramanmaraş, 419s.
GÖZÜKARA, M. ve ÖZALP, Ö. H., 2011a. Elbistan Ağıtları 1. Cilt, Özgü Yayınevi,
İstanbul, 416s.
_______, 2011b. Elbistan Ağıtları 2. Cilt, Özgü Yayınevi, İstanbul, 422s.
GÜLTEKİN, M., 2004. “Kahramanmaraş Ağzına İlişkin Bazı Gözlemler”, I.
Kahramanmaraş Sempozyumu, Cilt 2, Kahramanmaraş Belediyesi,
Kahramanmaraş, ss. 905-912.
GÜNEY, E. C., 1966. Folklor ve Eğitim, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 25s.
_______, 1971. Folklor ve Halk edebiyatı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 308s.
HATİBOĞLU, V., 1964. “Kelime Grupları ve Kuralları”, TDAY-Belleten 1963, Türk
Dil Kurumu Yayınları, Ankara, ss. 203-244.
_______, 1982. Türkçenin Sözdizimi, DTCF Yayınları, Ankara, 207s.
HENGİRMEN, M., 1999. Dilbilgisi ve Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Engin Yayınları,
Ankara, 448s.
HORASAN, H. Y., 1992. Kahramanmaraş’ı Tanıyalım, Özkan Matbaacılık, Ankara,
215s.
http://www.okkeslerdiyari.com/duyuru_detay.asp?id=1163
http://www.okkeslerdiyari.com/foto.asp?id=140
https://sufizmveinsan.com/hadisler/kader.htm
430
https://www.forumalevv.net/ege-bolgesi/300003-aydin-ili-atasozleri-ve-deyimleri.html
HUNÇ, C., 2017. “Yörelerin Atasözleri ve Deyimleri Üzerine Bir Çalışma”, Lisans
Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
IRMAK, Y., 2013. “Folklorun Beş İşlevine Göre Âşık Mahzuni Şerif’in Şiirleri”,
Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun.
İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, 1963. 3. Cilt, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 683s.
KABAKLI, A., 1989. Türk Edebiyatı 1, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, 609s.
KAHRAMANMARAŞ ANSİKLOPEDİSİ, 2017a. Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi Yayınları, Kahramanmaraş, 446s.
KAHRAMANMARAŞ ANSİKLOPEDİSİ, 2017b. Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi Yayınları, Kahramanmaraş, 565s.
KAHRAMANMARAŞ ANSİKLOPEDİSİ, 2018. Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi Yayınları, Kahramanmaraş, 602s.
KALAYCI, Ü., 2010. “Fıkralardaki Kahramanmaraş”, Karadeniz Blacksea Chornoye
More (Karadeniz Blacksea Черноеморе), sayı: 6, ss. 68-87.
KAPANOĞLU, S., 2009. Çarşıbaşı Hatıraları, Fa Ajans Yayınları, Kahramanmaraş,
152s.
KAPLAN, M., 2017. Dön Gel Geri, Dulkadiroğlu Belediyesi, Kahramanmaraş, 78s.
KARAAĞAÇ, G., 2011. Türkçenin Söz Dizimi, Kesit Yayınları, İstanbul, 253s.
_______, 2018. Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,
936s.
KARALAR, İ., 1998. “Kahramanmaraş Folklorunda Kalıplaşmış Sözler”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
KARAOĞLAN, H., 2004. “Kahramanmaraş ve Çevresinde Yaşayan Halk İnançları”, I.
Kahramanmaraş Sempozyumu, Cilt 2, Kahramanmaraş Belediyesi,
Kahramanmaraş, ss. 997-1014.
_______, 2010. “Göksun ve Çevresinde Yaşayan Halk İnanışları”, 100. Yılında Göksun
Sempozyumu, İstanbul, ss. 125-136.
KATEDEG (Kahramanmaraş Tekerlemelerini Derleme Grubu), 2012. Tek Tek
Tekerleme (Kahramanmaraş Tekerlemeleri), Can Ofset, Kahramanmaraş, 96s.
KAYA, D., 2001. Folklorumuzda Beddua Söyleme Geleneği ve Türk Halk Şiirinde
Beddualar, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 281s.
_______, 2014. Türk Dünyası Ansiklopedik Türk Halk Edebiyatı Kavramları ve
Terimleri Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara, 898s.
KAYA, Ö. ve KOZAN, H. A., 2003. Mahalli Kelimeler Sözlüğü, Ukde Yayınları,
Kahramanmaraş, 160s.
KAYA, Ö., 1976. Elbistan Bilmeceleri, Serdal Matbaası, Elbistan, 134s.
KILIÇ, M., 2008. Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş,
182s.
KOÇ, K., 2010. Kahramanmaraş’ta Sosyal Hayatın Fiziki Yapıya Etkisi, Ukde
Yayınları, Kahramanmaraş, 415s.
KORKMAZ, Z., 1992. Gramer Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,
212s.
KOZAN, H. A., 2007. Yeşilyöre Kasabası Her Yönüyle, Selçuk Ofset, Kahramanmaraş,
318s.
KÖKSAL, M. F., 2003. “Edebiyatımızda Kalıp Sözler ve Divan Şiirimizden Dört
Örnek”, İstanbul Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
Sayı: 30, ss. 331-348.
KÖRÜK, M. S., 2005. Her Yönüyle Şekeroba, Veziroğlu Ofset Matbaacılık,
Kahramanmaraş, 88s.
KULA, O. B., 1996. Dilin Kültürelliği ya da Kültürün Dilselliği, Bilim ve Ütopya, 2: ss.
46-47.
KUMTEPE, A. T., 2009. “Tanırlı Âşık Yener Hayatı ve Şiirlerinin Tematik
İncelenmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Manisa.
KURT, A., 2017. “Önsen Kasabası Halk Kültürü Üzerine Bir Çalışma”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
431
KURT, C., (basım yılı yok). Elbistanlı Şairler Antolojisi 1, (yayınevi yok), (basım yeri
yok), 190s.
KUYUMCU, A. İ., 1995. Elbistan Sokakları, Elbistan Yayınları, Kahramanmaraş, 166s.
MARAŞ İL YILLIĞI, 1967. 339s.
MERCİMEK, Y., Lehçemiz, (yayınevi yok), (basım yeri yok), (yayım yılı yok), 124s.
OKUMUŞ, M., 2006. Beyoğlu Beldesi, Sakınmaz Ofset, Kahramanmaraş, 326s.
OKUTUCU, M. H., 2000. Bir Kentin Anatomisi, Akbaba Yayınları, Ankara, 200s.
OY, A., 1972. Tarih Boyunca Türk Atasözleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul, 398s.
ÖNDER, M. A. (Haz.), 2008. Göksunlu Şairler Antolojisi, Göksun Belediyesi, Ankara,
310s.
ÖZALP, A., 2008. Elbistan Ağzı Çiçek Köyü Örneği, Özgü Yayınları, Elbistan, 464s.
ÖZDEMİR, C., 2015. “Bir Kültür Unsuru Olarak Âşık Edebiyatında Kalıp Sözler”,
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 38, ss. 286-294.
ÖZDEMİR, E., 1997. Açıklamalı-Örnekli Deyimler Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul,
236s.
ÖZÖN, M. N., 1956. Ata Sözleri, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 340s.
ÖZTURAN, H. A., 2009a. Maraş Merkez Ağzı (Kelimeler, Deyimler, Atasözleri,
Dualar, Beddualar, Tekerlemeler, Ninniler), Ukde Yayınları, Kahramanmaraş,
255s.
_______, 2009b. Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş, 400s.
_______, 2010. Kahramanmaraş’ta Çocuk Oyunları, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş,
117s.
_______, 2014. Maraş Merkez Ağzında Kullanılan Deyimler, Noya Medya Yayınları,
272s.
PAKÖZ, A. E., 2013. “Maraş Sivil Mimari Yapılarının İncelenmesi ve Gözlüklü Ali
Evi Restorasyon Önerisi”, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
PAKÖZ, O., 2000. Var Varanın, Dolunay Yayınları, Kahramanmaraş,
_______, 2011. İlk Çıngı İlk Çılgınlık Maraş Destanı, Öncü Basımevi, Kahramanmaraş,
120s.
PALA, İ., 2018. Sözün Özünden Dünden Bugüne Atasözleri, Kapı Yayınları, İstanbul,
312s.
PARLATIR, İ., 2008. Atasözleri, Yargı Yayınları, Ankara, 574s.
POLAT, M., 2016. “Kahramanmaraş Kalıp Sözleri Üzerine Bir Çalışma”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
PÜSKÜLLÜOĞLU, A., 1995. Türkçe Deyimler Sözlüğü, Arkadaş Yayınları, Ankara,
847s.
_______, 2012. İlkokul ve Ortaokul İçin Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Arkadaş
Yayınları, Ankara, 213s.
SAMİ, Ş., 1317. Kamus-ı Türki, İkdam Matbaası, Dersaadet, 1574s.
SARIYILDIZ, M. H. (Haz. Serdar YAKAR), 2012. Dostozan, Kahramanmaraş
Belediyesi Yayınları, Kahramanmaraş, 416s.
SİS, N., ve GÖKÇE, B., 2009. “Gülten Dayıoğlu’nun Çocuk Öykülerinde Yansımalar
ve Kalıp Sözler”, Turkish Studies, Volume 4/3.
ŞAHİNER, S., 2017. “Göksun Kömür Köyü Halk Kültürü”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
ŞEN, A., 2006. Dünden Bugüne Kahramanmaraş, Barbaros İlköğretim Okulu Yayınları,
İstanbul, 184s.
ŞİRİKÇİ, M. M., 2006. Metince 1, Fa Ajans Yayınları, Kahramanmaraş, 301s.
_______, 2007. Metince 3, Fa Ajans Yayınları, Kahramanmaraş, 309s.
_______, 2008. Metince 5, Fa Ajans Yayınları, Kahramanmaraş, 349s.
TANKUT, H. R., 2008. Maraş Yollarında, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş, 142s.
TÜRK DİL KURUMU, 2009. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü 1. Cilt,
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, ss. 1-835.
TÜRK DİL KURUMU, 2009. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü 2. Cilt,
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, ss. 836-1648.
432
TÜRK DİL KURUMU, 2009. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü 3. Cilt,
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, ss. 1649-2453.
TÜRK DİL KURUMU, 2009. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü 4. Cilt,
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, ss. 2454-3259.
TÜRK DİL KURUMU, 2009. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü 5. Cilt,
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, ss. 3260-4020.
TÜRK DİL KURUMU, 2009. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü 6. Cilt,
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, ss. 4021- 4844.
TÜRK DİL KURUMU, 2016. Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler, Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara, 494s.
TEMEL BRITANNICA, 1992. 2. Cilt, Hürriyet, İstanbul, 334s.
TEMİZ, M., 2005. “Andırın’dan Derlenen Ağıtlar (İnceleme-Metin)”, Yüksek Lisans
Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ.
TOHUMCU, L., 2018. “Kök Türk Yazıtlarındaki Kalıp Sözler”, Yüksek Lisans Tezi,
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.
TOKLU, M. O., 2003. Dilbilime Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara, 168s.
TOPALOĞLU, A., 1989. Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, Ötüken Yayınları, İstanbul,
228s.
TÜLBENTÇİ, F. F., 1977. Türk Atasözleri ve Deyimleri, İnkılâp ve Aka Kitabevleri,
İstanbul, 581s.
TÜRK ANSİKLOPEDİSİ, 1964. 4. Cilt, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 450s.
TÜRK ANSİKLOPEDİSİ, 1966a. 2. Cilt, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 472s.
TÜRK ANSİKLOPEDİSİ, 1966b. 13. Cilt, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 511s.
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANSİKLOPEDİSİ, 1977. I. Cilt, Dergah Yayınları,
İstanbul, 486s.
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANSİKLOPEDİSİ, 1982. 5. Cilt, Dergah Yayınları,
İstanbul, 446s.
TÜRKÇE SÖZLÜK, 2005. Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2243s.
TÜTEN, H., 1999. “Kaynar Köyü Folkloru”, Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi, Kahramanmaraş.
ULU, S., 2013. “Kahramanmaraş Çağlayancerit’te Âşıklık Geleneğinin Bir Temsilcisi
Ali Ataş’ın Hayatı, Sanatı ve Şiirleri”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
UZUN, O., TEMİZ, M. ve ÖZDEMİR, H. İ., 2012a. Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları I.
Cilt, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş. 433s.
_______, 2012b. Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları II. Cilt, Kahramanmaraş Belediyesi,
Kahramanmaraş. 400s.
_______, 2012c. Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları III. Cilt, Kahramanmaraş Belediyesi,
Kahramanmaraş. 450s.
ÜLKEN, H. Z., 1969. Sosyoloji Sözlüğü, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 428s.
VARDAR, B., 2007. Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Multılıngual Yayınları,
İstanbul, 289s.
YAKAR, S., 1997. Memleketime Dair, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş, 121s.
YALMAN (YALKIN), A. R., 1977. Cenup’ta Türkmen Oymakları II, Kültür Bakanlığı
Yayınları: 256, Ankara, 536s.
YAZIR, E. M. H., 2006. Kuran-ı Kerim Meali, Pusula Yayın Dağıtım, İstanbul, 447s.
YENİ HAYAT ANSİKLOPEDİSİ, 1982. 2. Cilt, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul,
ss.579-1152.
YURTBAŞI, M., 1994. Sınıflandırılmış Türk Atasözleri, Özdemir Yayıncılık, Ankara,
377s.
ZÜLKADİROĞLU, M., 1964. Maraş ve Dolayları Şiirler, İş Basımevi, Maraş,
433
ÖZ GEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Adı – Soyadı : Ahmet PIRNAZ
Doğum Yeri ve Tarihi : Kahramanmaraş/06.01.1991
Eğitim Durumu
Lisans Öğrenimi : Atatürk Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü (2009-2013)
Yüksek Lisans Öğrenimi : Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve
Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans (2016-
2019)
Bilimsel Faaliyetleri : Bağlamsal Kuram Çerçevesinde
Kahramanmaraş’ta Geleneksel Hikâye
Anlatıcıları, Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi, III. Uluslararası Sosyal Bilimler
Sempozyumu, 26-28 Ekim 2017,
Kahramanmaraş.
: Sarı Güzel Ali Koca İlkokulu, Sınıf
Öğretmeni (Vekil), 2014-2015.
Suluyayla Şehit Fatih Demir İlkokulu,
Sınıf Öğretmeni (Vekil), 2015.
Fevzipaşa Çok Programlı Anadolu Lisesi,
İş Deneyimi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni, 2015-Halen.
İletişim
E-Posta Adresi :Ahmetprnz@gmail.com
Tel. :+90 507 546 9846
Tarih :28.01.2019
EKLER
“Maraş Merkez Ağzında Kullanılan Deyimler” kitabının yazarı Hacı Ali
ÖZTURAN ile anlamı bilinmeyen kalıp sözler üzerine sohbet ederken.
Elbistan yazınının usta ismi şair ve yazar Arif BİLGİN ile anlamı bilinmeyen
kalıp sözler üzerine sohbet ederken.
Sohbet sırasında kaynak kişilerden kalıp söz derlerken. Soldan birinci Ali
PIRNAZ (Paşa Ali), ikinci Ahmet PIRNAZ, üçüncü İbrahim PIRNAZ, dördüncü
Mehmet KİRAZ, altıncı Adem PIRNAZ (Karaca).
Kaynak kişiler, soldan birinci Halil ÇEVİK (Hollandalı) (merhum), ikinci Adem
PIRNAZ (Karaca).
Bertiz-Boylu’da kaynak kişi Ali SALMAN ile görüşme yaparken.