You are on page 1of 458

T.C.

KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ


SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI

KAHRAMANMARAŞ HALK
KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER

AHMET PIRNAZ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

KAHRAMANMARAŞ
OCAK-2019
T.C.
KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI

KAHRAMANMARAŞ HALK
KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER

DANIŞMAN : Dr. Öğr. Üyesi İbrahim ERŞAHİN


JÜRİ : Doç. Dr. Yakup POYRAZ
JÜRİ : Dr. Öğr. Üyesi Dr. Yılmaz IRMAK

AHMET PIRNAZ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

KAHRAMANMARAŞ
OCAK-2019
I
KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI

ÖZET

YÜKSEK LİSANS TEZİ

KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE


KALIP SÖZLER

Ahmet PIRNAZ

Danışman : Dr. Öğr. Üyesi İbrahim ERŞAHİN

Yıl : 2019, Sayfa: 433 + XI

Jüri : Dr. Öğr. Üyesi İbrahim ERŞAHİN (Başkan)


: Doç. Dr. Yakup POYRAZ (Üye)
: Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz IRMAK (Üye)

Halk kültürü ürünlerinin bir grubunu da kalıp sözler oluşturmaktadır.


Türk dilini ince anlatımlarla zenginleştiren bu sözler, insanların iletişim sırasında
başvurduğu dil ögeleridir. Ancak gelinen noktada kalıp sözlerin yavaş yavaş
kullanımdan kalkmaya başladığı görülmektedir. Kalıp sözler; geçmişten
günümüze bir toplumun kültürünü yansıtan, insanların belirli durumlarda
birbiriyle ilişkilerini ifade etmede kullanılan, tecrübelerle halkın belleğinde yer
edinen söz varlıklarıdır. Bu çalışmada öncelikle kalıp söz kavramı ve kalıp söz
türleri hakkında teorik bir çerçeve oluşturulmuştur. Daha sonra yazılı ve sözlü
kaynaklardan tespit edilen Kahramanmaraş yöresi kalıp sözleri deyim, atasözü,
beddua/kargış, dua/alkış, sövgü-küfür-hakaret sözü, yemin, dini söz, hitap sözü,
şaşkınlık sözü ve selam sözü olmak üzere on gruba ayrılmış ve incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Kalıp Söz, Halk Kültürü, Atasözü, Deyim, Dua,


Beddua, Yemin, Selam.

II
DEPARTMENT OF TURKISH LANGUAGE AND LITARETURE
INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES
KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM UNIVERSITY

ABSTRACT

MA THESIS

FORMULAIC EXPRESSIONS IN
KAHRAMANMARAS FOLK CULTURE

Ahmet PIRNAZ

Supervisor : Asst. Prof. Dr. İbrahim ERŞAHİN

Year : 2019, Pages: 433 + XI

Jury : Asst. Prof.Dr. İbrahim ERŞAHİN (Chairperson)


: Assoc. Dr. Yakup POYRAZ (Member)
: Asst. Prof. Dr. Yılmaz IRMAK (Member)

Formulaic expressions are one of the groups of folk culture artifacts. These
words enriching Turkish language with nice expressions are used during
communication by people. However, it has been seen that formulaic expressions
began to fall into disue gradually at this stage. Formulaic expressions are
vocabulary sets which reflect culture of a society from past to present, are used in
certain circumstances to Express people’s relations with each other, are at the
back of people’s minol with experiences. In this study, it is formed a theoretical
framework about the concept of formulaic expression and types of formulaic
expression. Then, formulaic expressions of Kahramanmaraş compiled from
written and oral sources are seperated into ten groups as idiom, proverb, curse,
prayer, swearword, oath, religious statement, adressing, astonishment statement
and salutation words, and all of these expressions are analysed.

Key words: Formulaic Expression, Folk Culture, Proverb, Idiom, Prayer,


Curse, Oaths, Greeting.

III
ÖN SÖZ

Bir kültür ürününün halk kültürü (folklor) dairesine girebilmesi için bazı
vasıfları taşıması gerekmektedir. Bu vasıfların en önde gelenleri geleneksellik ve sözlü
aktarım özelliğidir. Diğer taraftan halk kültürü malzemesi, edebiyat ürünleri ve edebiyat
dışı ürünler olmak üzere iki ana grup teşkil eder. Halk edebiyatının belli başlı eser
tipleri ise anlatmalar, şiirler ve kalıp sözler olarak üç grup oluşturur.
Biz de halk kültürü ve edebiyatı için taşıdığı önem sebebiyle kalıp sözleri
çalışmayı tercih ettik. Bunu da bir yöre (Kahramanmaraş) özelinde çalışmış olduk.
Kalıp sözler, insan ilişkilerinin vesikaları olan sözlü kültür belgeleridir. Değişen
hayat şartları, bütün kültür ürünleri için söz konusu olduğu gibi bu sözlerde de etkisini
göstermektedir. İletişim teknolojileri ekseninde gerçekleşen bu değişimin kimi olumlu
yönleri bulunmakla beraber bütün gelenekli kültür ürünlerinde olduğu gibi kalıp sözler
açısından da çeşitli olumsuzluklar taşıdığı malumdur.
Biz, çalışmamızda öncelikle konunun teorik safhasını oluşturmak için yazılı
kaynaklardan kalıp söz kavramı ve türlerini araştırdık. Meselenin bazı farlılıklar taşıyan
halk kültürü araştırmacısı perspektifi ile dilci perspektifi olarak iki düzlemde
değerlendirildiğini gördük. Bizim çalışmamız, tabii olarak birinci perspektif
doğrultusunda gerçekleşmiştir. Bu itibarla kalıp sözleri belirleyip sınıflandırırken
dilcilerin çalışmalarından da faydalanmakla beraber yaklaşım farklılığından dolayı
dilcilerin tasnif ve tanımlarına bütünüyle bağlı kalmadık.
Kalıp sözlerin Kahramanmaraş coğrafyasındaki durumunu tez, makale-bildiri,
kitap hüviyetindeki çalışmalarla elektronik ortamdan (WEB siteleri) metin ve sözlük
taraması yaparak tespit ettik. Ayrıca eserlerden tarama yaparak fişlediğimiz anlamı
bilinmeyen kalıp sözleri anlamlandırmak ve derleme yapmak için Kahramanmaraş’ın
ilçelerini, köylerini ve kasabalarını dolaşarak kaynak kişilere ulaştık. Kaynak kişilerden
kalıp söz derledik. Bu bağlamda Kahramanmaraş’ın Çağlayancerit, Andırın, Elbistan,
Nurhak, Türkoğlu, Onikişubat ve Dulkadiroğlu ilçelerindeki Kurtlar, Muratlı, Kerimli,
Kızıltaş, Kayabaşı, Bertiz-Boylu, Bertiz-Beşenli, Dereboğazı, Suluyayla, Çukurhisar,
Fatmalı, Yenicekale, Reyhanlı (Kızılağaç), Topçalı, Gölpınar, Kızıldamlar, Tekerek,
Yusuflar, Önsen ve Beyazıtlı köy/mahallelerinde çalışmalar yaptık. Çalışmamızda
toplam 189 yazılı, 80 sözlü kaynaktan yararlandık.
Çalışmamız dört bölümden müteşekkildir. Giriş niteliğindeki birinci bölümde
kalıp söz kavramından, bir kültür unsuru olarak kalıp sözlerden, kalıp sözlerin
özelliklerinden, türlerinden ve tasniflerinden bahsettik. Kalıp sözleri hacim ve
kullanımlarını dikkate alarak deyim, atasözü, beddua/kargış, dua/alkış, sövgü-küfür-
hakaret sözü, yemin, dini söz, hitap sözü, şaşkınlık sözü ve selam sözü olmak üzere on
gruba ayırarak inceledik. Bu sözlerden deyim, atasözü ve bedduaları işlev, yapı,
yaygınlık-kullanım durumu, oluşum, anlatım, anlam ve tema-konularına göre
değerlendirdik. Ancak nesnel bir çerçeveye oturtmak mümkün olmadığından tema-konu
incelemesi yapmayıp daha önce yapılmış çalışmalardan bahsettik. Duaları işlev, yapı,
yaygınlık-kullanım durumu, anlatım ve anlam; sövgü-küfür-hakaret sözlerini işlev, yapı
ve oluşum; yemin, dini söz, hitap sözü, şaşkınlık sözü ve selam sözlerini ise işlev ve
yapı açısından değerlendirdik.
İkinci bölümde konu ile ilgili daha önce yapılmış çalışmalar hakkında bilgi
verdik. Bu çalışmaların bazıları tez, bazıları kitap, bazıları ise makale niteliğindedir.
Üçüncü bölümde tarama ve derleme yaparak tespit ettiğimiz Kahramanmaraş
yöresinde kullanılan kalıp sözleri listeleyip inceledik. Tezimizin asıl konusunu teşkil
eden bu bölümde yörenin kalıp sözlerini derli toplu bir hale getirmeye çalışarak bir nevi
envanter çalışması yaptık.
Sonuç-Değerlendirme başlıklı dördüncü bölümde ise kalıp sözlerin bir kritiğini
yaptık, ulaştığımız sonuçları maddeler halinde sıraladık.
Çalışmanın sonuna kalıp sözlerde geçen anlamının bilinmeyeceğini
düşündüğümüz kelimeler için küçük bir sözlük ilave ettik. Yararlandığımız kaynaklara
“Kaynak Kişiler Listesi” ve “Kaynakça”da, çalışmamızla ilgili bazı görsellere de
“Ekler” bölümünde yer verdik.

IV
Tespit ettiğimiz kalıp sözlerin yanına paragraf içinde kaynak gösterme
yöntemine bağlı kalarak yazarın soyadını, eserin basım yılını ve kalıp sözün geçtiği
sayfa sayısını yazdık. Aynı söz için birden çok kaynaktan yararlanılmışsa bu kaynakları
da sözün yanına alfabetik sıra gözeterek vermeye çalıştık. Aynı yazarın farklı eserleri
söz konusu olduğunda basım yılı önce olanları daha öne koyduk. Basım yılı belli
olmayan eserleri kaynak gösterirken soru işareti (?) ile belirttik. Sayfa sayısı birbirinin
devamı olan ciltlere ayrılmış çalışmalarda basım yılı aynı olanlar için basım yılının
yanına ayrıca “a, b, c” gibi belirtkeler koymadık, zira alıntı yapılan kaynağın sayfa
numarası çalışmanın kaçıncı cilt olduğu hakkında bilge vermektedir. Bazı eserlerde bir
sözü birden fazla tespit ettik ve bunlar için ayrı ayrı kaynak gösterdik.
Kaynak kişilerden derlediğimiz sınırlı sayıdaki sözler için kaynak kişinin adını
ve soyadını verdik. Kaynakçada ise kaynak kişinin adı-soyadını, yaşını, eğitim
durumunu, mesleğini ve ikamet yerini belirttik. Kaynak kişilerle ilgili derlemenin
yapıldığı tarihi kayıt altına aldık. Karışıklık olmasın diye bazı kaynak kişilerin
isimleriyle birlikte lakaplarını da kaynakça bölümünde belirttik.
Kalıp sözleri alıntılarken ya yalnızca sözü aldık ya da söz ve açıklamayı birlikte
aldık. Yöre kültürü içinde yetişmiş ve birçok sözün aşinası bir kimse olarak kimi
sözlerde bazı ilave, çıkarma ve düzeltmeler yaptık. Birden fazla versiyonu bulunan
sözleri tek maddede göstermeye çalıştık. Anlamı aynı ve benzer olan sözleri “Bkz”
yönlendirmesiyle ifade ettik. Sözlerin bir başka kaynakta tamamlanan kısımlarını köşeli
parantez içinde belirttik. Kalıp sözlerin içinde geçen bazı kelime veya kelime
gruplarındaki değişik kullanımları ise eğik çizgi işaretiyle belirttik.
Taradığımız eserlerde deyim-atasözü gibi açıklamaya ihtiyaç duyulan bazı
sözlerin açıklaması verilmiş, bazılarının ise verilmemiş idi. Açıklaması verilmeyen
sözlerin anlamları büyük ölçüde kaynak kişilere başvurularak tamamlamdı. Sınırlı
sayıda (15-20 kadar) sözün anlamını ise bütün çabalarımıza rağmen tespit edemedik.
Diğer taraftan aynı sözün farklı açıklamalarıyla da karşılaştık. Bunları da
vermeye çalıştık. Hikâyesini tespit edebildiğimiz kalıp sözlerin hikâyelerini de sözlerin
yanına yazdık. Deyimleri daha iyi açıklayabilmek için eserlerden örnek cümleler aldık.
Ahlâka uygun olmayan kelimeleri, baş harflerini yazıp kök halindeki harf sayısı
kadar nokta (.) koyarak belirttik. Kelimeye gelen ekleri ise noktalı kısımdan sonra
belirttik. “G..te durmayan o…uk” örneğinde olduğu gibi.
Bazı kalıp sözler, tasnif itibarıyla birden çok grup altında değerlendirilebilir. Biz
ağır bastığını düşündüğümüz tasnif altında değerlendirme yaptık.
Tezimizde yerel ağız özelliklerine ve tarama yaptığımız eserlere elimizden
geldiğince dokunmamaya çalıştık. Ancak konuşma diline göre yazıldığında ortaya
çıkacak anlaşılmazlıkların önüne geçmek için bazı sözlerde düzenlemeler yaptık. Ağız
özelliğinden ötürü yazı diline aktarılan ve anlaşılması güç olan bazı kelimelerin
parantez içinde genel dildeki anlamını veya yazımını verdik.
Fonetik olarak umumiyetle standart Türkçede “p, k ve t” ile başlayan kelimeler,
yörede “b, g ve d” ağırlıklı telaffuz edilir. Bu bağlamda örnek verecek olursak Maraşlı,
“kalabalık” değil “galabalık”; “tırnak” değil “dırnak” şeklinde konuşur. Dolayısıyla bu
şekilde kullanımları biz de çalışmamıza olduğu gibi ekledik. İlk hecedeki dar ünlüleri
söyleyemez Maraşlı, “gider” yerine “geder” der. Maraş insanı, genellikle ikinci
hecedeki ünlüyü uzatarak söyler, ancak biz uzun ünlüleri belirtmek için ayrıca sembol
kullanmadık. “Geliyorum” kelimesi şehrimizde “geliim” şeklinde fakat “i” harfi
uzatılarak söylenir. Bunu belirtmek için de uzun ünlüleri iki kez yazdık. Bununla
birlikte Maraş içinde bile ilçeler arası ağız farklılıkları vardır.
Taradığımız kaynaklardan birçoğunun yerel kaynaklar olmasından dolayı bazı
yazarlar, almış olduğu bilgiler için kaynak göstermemiş. Dolayısıyla farklı kitaplardan
aldığımız bazı kalıp sözlerin aslında tek bir kaynaktan dağılmış olabileceği de göz
önünde bulundurulmalıdır. Biz yine de elimize geçen tüm kaynakları taradık. Her biri
için ayrı ayrı kaynak gösterdik.
Çalışmamızın amacı, kalıp sözleri mahalli ölçekte derlemek ve yöre insanının
kültürel boyutta belirli durumlarda kullandığı sözler üzerinde açıklama yapmaktır. Bu
amaçla 2016 yılında başladığımız çalışmamıza gereken özeni göstermeye çalıştık.

V
Öncelikle halk kültürüne ilgi duymamı sağlayan ve “kahvehaneler benim
laboratuarımdır” sözü aklımdan hiç çıkmayan hocam Prof. Dr. Dilaver DÜZGÜN’e;
dokümanları ile bizzat kendilerinden faydalandığım Arif BİLGİN, Hacı Ali
ÖZTURAN, Celil ÇINKIR, Dr. Öğr. Üyesi Ahmet YENİKALE ve Dr. Öğr. Üyesi
Metin DEMİRCİ’ye; diğer taraftan “Allah oğlum, okuyup da üniversitelere profesör
olasın” duasıyla çalışma azmimi artıran anneme; kendisinden birçok kalıp söz
derlediğim kayınvalideme; kalıp sözlerin kayıt altına alınmasında şahsıma yardım eden
sevgili eşime ve isimlerini burada tek tek anmam mümkün olmayan kaynak kişilere; tez
savunmasında eleştiri ve önerilerinden istifade ettiğim jüri üyelerim Dr. Öğr. Üyesi
Yılmaz IRMAK ve Doç. Dr. Yakup POYRAZ’a ve çalışmanın asıl müsebbibi olup
arşivi, kütüphanesi ve birikimini esirgemeyen, çalışmanın her aşamasında destek
gördüğüm danışman hocam Dr. Öğr. Üyesi İbrahim ERŞAHİN’e en kalbi şükranlarımı
ifade etmek istiyorum.
Çalışmanın bilim dünyasına, Kahramanmaraş halk kültürüne katkı sağlaması
temennisiyle muhtemel yanlışları düzeltmek ve eksikleri tamamlamak için başta bilim
insanları ve yöre kültürünü iyi bilenlerden katkı beklediğimi de belirtmek isterim.

Ahmet PIRNAZ
Kahramanmaraş, 2019

VI
İÇİNDEKİLER

ÖZET ................................................................................................................... II
ABSTRACT ........................................................................................................ III
ÖN SÖZ .............................................................................................................. IV
İÇİNDEKİLER ..................................................................................................VII
KISALTMALAR LİSTESİ.................................................................................. X
GRAFİK LİSTESİ .............................................................................................. XI
1. GİRİŞ: KALIP SÖZLER .................................................................................. 1
1.1. Kalıp Söz Kavramı ..................................................................................... 1
1.1.1. Terim.................................................................................................... 1
1.1.2. Tanım ................................................................................................... 1
1.1.3. Bir Kültür Unsuru/Formu Olarak Kalıp Sözler ................................... 2
1.1.4. Özellikler ............................................................................................. 3
1.1.5. Tasnif ................................................................................................... 4
1.1.5.1. İşlev ............................................................................................... 5
1.1.5.2. Yapı ............................................................................................... 8
1.1.5.3. Yaygınlık-Kullanım Durumu ........................................................ 9
1.1.5.4. Oluşum ........................................................................................ 10
1.1.5.5. Anlatım........................................................................................ 10
1.1.5.6. Anlam .......................................................................................... 11
1.1.5.7. Tema-Konu ................................................................................. 12
1.2. Kalıp Söz Türleri ...................................................................................... 12
1.2.1. Deyim ................................................................................................ 13
1.2.1.1. Terim ........................................................................................... 13
1.2.1.2. Tanım .......................................................................................... 13
1.2.1.3. Özellikler ..................................................................................... 14
1.2.1.4. Tasnif .......................................................................................... 16
1.2.2. Atasözü .............................................................................................. 20
1.2.2.1. Terim ........................................................................................... 20
1.2.2.2. Tanım .......................................................................................... 20
1.2.2.3. Özellikler ..................................................................................... 21
1.2.2.4. Tasnif .......................................................................................... 23
1.2.3. Beddua/Kargış ................................................................................... 30
1.2.3.1. Terim ........................................................................................... 31
1.2.3.2. Tanım .......................................................................................... 31
1.2.3.3. Özellikler ..................................................................................... 32
1.2.3.4. Tasnif .......................................................................................... 33
1.2.4. Dua/Alkış ........................................................................................... 39
1.2.4.1. Terim ........................................................................................... 40
1.2.4.2. Tanım .......................................................................................... 40
1.2.4.3. Özellikler ..................................................................................... 41
1.2.4.4. Tasnif .......................................................................................... 41
1.2.5. Sövgü-Küfür-Hakaret Sözü ............................................................... 47
1.2.5.1. Tasnif .......................................................................................... 47
1.2.6. Yemin ................................................................................................ 48
1.2.6.1. Tasnif .......................................................................................... 49
1.2.7. Dini Söz ............................................................................................. 50
1.2.7.1. Tasnif .......................................................................................... 50

VII
1.2.8. Hitap Sözü ......................................................................................... 51
1.2.8.1. Tasnif .......................................................................................... 51
1.2.9. Şaşkınlık Sözü ................................................................................... 51
1.2.9.1. Tasnif .......................................................................................... 51
1.2.10. Selam ............................................................................................... 52
1.2.10.1. Tasnif ........................................................................................ 53
2. KONU İLE İLGİLİ ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR .............................................. 54
2.1. Makaleler-Bildiriler .................................................................................. 54
2.2. Tezler ........................................................................................................ 54
2.3. Kitaplar ..................................................................................................... 55
3. KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER.............. 57
3.1. Deyim ....................................................................................................... 58
3.1.1. İnceleme/Tasnif ................................................................................. 58
3.1.1.1. İşlev ............................................................................................. 58
3.1.1.2. Yapı ............................................................................................. 59
3.1.1.3. Yaygınlık-Kullanım Durumu ...................................................... 59
3.1.1.4. Oluşum ........................................................................................ 59
3.1.1.5. Anlatım........................................................................................ 60
3.1.1.6. Anlam .......................................................................................... 60
3.1.2. Liste ................................................................................................... 60
3.2. Atasözü ................................................................................................... 244
3.2.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 244
3.2.1.1. İşlev ........................................................................................... 244
3.2.1.2. Yapı ........................................................................................... 245
3.2.1.3. Yaygınlık-Kullanım Durumu .................................................... 246
3.2.1.4. Oluşum ...................................................................................... 246
3.2.1.5. Anlatım...................................................................................... 247
3.2.1.6. Anlam ........................................................................................ 247
3.2.2. Liste ................................................................................................. 247
3.3. Beddua/Kargış ........................................................................................ 364
3.3.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 364
3.3.1.1. İşlev ........................................................................................... 364
3.3.1.2. Yapı ........................................................................................... 365
3.3.1.3. Yaygınlık-Kullanım Durumu .................................................... 365
3.3.1.4. Oluşum ...................................................................................... 365
3.3.1.5. Anlatım...................................................................................... 366
3.3.1.6. Anlam ........................................................................................ 366
3.3.2. Liste ................................................................................................. 366
3.4. Dua/Alkış................................................................................................ 390
3.4.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 391
3.4.1.1. İşlev ........................................................................................... 391
3.4.1.2. Yapı ........................................................................................... 391
3.4.1.3. Yaygınlık-Kullanım Durumu .................................................... 391
3.4.1.4. Anlatım...................................................................................... 392
3.4.1.5. Anlam ........................................................................................ 392
3.4.2. Liste ................................................................................................. 392
3.5. Sövgü-Küfür-Hakaret Sözü .................................................................... 407
3.5.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 407
3.5.1.1. İşlev ........................................................................................... 407

VIII
3.5.1.2. Yapı ........................................................................................... 407
3.5.1.3. Oluşum ...................................................................................... 407
3.5.2. Liste ................................................................................................. 407
3.6. Yemin ..................................................................................................... 410
3.6.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 410
3.6.1.1. İşlev ........................................................................................... 410
3.6.1.2. Yapı ........................................................................................... 410
3.6.2. Liste ................................................................................................. 411
3.7. Dini Söz .................................................................................................. 413
3.7.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 413
3.7.1.1. İşlev ........................................................................................... 413
3.7.1.2. Yapı ........................................................................................... 413
3.7.2. Liste ................................................................................................. 413
3.8. Hitap Sözü .............................................................................................. 415
3.8.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 415
3.8.1.1. İşlev ........................................................................................... 415
3.8.1.2. Yapı ........................................................................................... 415
3.8.2. Liste ................................................................................................. 415
3.9. Şaşkınlık Sözü ........................................................................................ 416
3.9.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................... 416
3.9.1.1. İşlev ........................................................................................... 416
3.9.1.2. Yapı ........................................................................................... 416
3.9.2. Liste ................................................................................................. 416
3.10. Selam .................................................................................................... 417
3.10.1. İnceleme/Tasnif ............................................................................. 417
3.10.1.1. İşlev ......................................................................................... 417
3.10.1.2. Yapı ......................................................................................... 417
3.10.2. Liste ............................................................................................... 417
4. SONUÇ-DEĞERLENDİRME ...................................................................... 418
SÖZLÜK ........................................................................................................... 423
KAYNAK KİŞİLER LİSTESİ.......................................................................... 426
KAYNAKÇA .................................................................................................... 428
ÖZ GEÇMİŞ
EKLER

IX
KISALTMALAR LİSTESİ

AŞA: Afşinli Şairler Antolojisi.


ATKVE: Andırın Tarih ve Kültür Varlıkları Envanteri.
Bkz: Bakınız.
BLSA: Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi.
DBTS: Dil Bilim Terimleri Sözlüğü.
DS: Derleme Sözlüğü (Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü).
DTS: Dini Terimler Sözlüğü.
GH: Gelişim Hachette.
Haz: Hazırlayan.
İA: İslam Ansiklopedisi.
KA: Kahramanmaraş Ansiklopedisi.
KATADEG: Kahramanmaraş Tekerlemelerini Derleme Grubu.
KSÜ: Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi.
MİY: Maraş İl Yıllığı.
ÖD: Ökkeşler Diyarı (WEB sitesi ismi)
s: Sayfa.
ss: Sayfa sayısı.
TA: Türk Ansiklopedisi.
TB: Temel Britannica
TDEA: Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi.
TDK: Türk Dil Kurumu.
TS: Türkçe Sözlük.
vd: Ve diğerleri.
vs: vesaire.
YHA: Yeni Hayat Ansiklopedisi.

X
GRAFİK LİSTESİ

Grafik 1: Kalıp Söz Sayıları.…………………………………….……………...58

XI
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

1. GİRİŞ: KALIP SÖZLER

Kalıp sözler ile ilgili açıklamalar yapmadan evvel şunun bilinmesi gerekir ki bu
çalışmanın ekseni, dilbilim değil halk kültürü/bilimidir. Dolayısıyla dilbilimcilerin
verilerinden faydalansak da birtakım farklılıklar arz ettiğinden onların perspektiflerini
bütünüyle kullanmayacağız.

1.1. Kalıp Söz Kavramı

1.1.1. Terim

Kalıplaşmış sözler de denilen kalıp sözler, Türkçenin söz varlığı içerisinde yer
alan dil birlikleridir. Dolayısıyla kalıp söz teriminden önce “söz” ve “söz varlığı”
kavramları üzerinde durmak yerinde olacaktır.
Söz:

1. Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırdı, kelam, laf,
kavil. 2. Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime,
sözcük. 3. Bir konuyu yazılı veya sözlü olarak açıklamaya yarayan kelime
dizisi. 4. Kesinlik kazanamayan haber, söylenti (TS, 2005: 1803).

Söz varlığı:
“Bir dildeki sözlerin bütünü, söz hazinesi, söz dağarcığı, sözcük hazinesi,
vokabüler, kelime hazinesi.” (TS, 2005: 1807).
Bir dilin söz varlığının önemli bir bölümünü de kalıp sözler oluşturmaktadır. Bu
hususta Doğan Aksan, şunu der:
“Bir dilin söz varlığı denince yalnızca o dilin sözcüklerini değil, deyimlerin,
kalıp sözlerin, kalıplaşmış sözlerin, atasözlerinin, terimlerin ve çeşitli anlatım
kalıplarının oluşturduğu bütünü anlıyoruz.” (Aksan, 2004: 7).
Bazı araştırmacılar kalıp sözler için farklı ifadeler de kullanmışlardır. Tespit
edebildiğimiz kadarıyla bunlar: “ilişki sözleri” (Aksan, 2004); “kültür birimler” (Kula,
1996) ve “iletişimsel sözler”dir (Toklu, 2003). Bu sözlere “bağlamsal sözler” ya da
“karşılama sözleri” denebileceğini söyleyenler de vardır (Çotuksöken, 2002).
Aksan (2004) ve Karaağaç (2018), “kalıplaşmış söz” teriminden de söz eder.
Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda sözün, bir dildeki bütün sözlüksel ögeler,
kalıp sözün ise toplumun bireyleri arasındaki ilişkileri ifade etmede âdet olan söz ögesi
olduğunu görüyoruz. Bu ögelerden Türkçede benzer durumlarda söylenen anlatım
araçları için ise kalıp sözler terimi kullanılmıştır.

1.1.2. Tanım

Burada önce araştırmacıların kalıp söz tanımları verilecek, ardından da


tarafımızdan bir tanım yapılacaktır. Kalıp sözler:
-Bir toplumun bireyleri arasındaki ilişkiler sırasında kullanılması âdet olan
birtakım sözlerdir (Aksan, 2004: 34).
-Bireysel ve nedenli olan bir söz dizimi biriminin genelleşip yaygınlaşarak
nedenliliğini yitirmesiyle ortaya çıkan ve tek sözlük birimi gibi algılanan söz öbeği veya
cümleye denir (Karaağaç, 2018: 516).
-Toplumun kültürünü, inançlarını, insan ilişkilerindeki ayrıntıları, gelenek ve
görenekleri yansıtan sözlerdir (Erol, 2007: 1).
-Türkçenin bir başka zenginliğini yansıtan, kültürümüze, olaylar karşısındaki
tutumumuza ışık tutan dil ögeleridir (Bulut, 2012: 7).
Daha kapsamlı bir tanımda ise kalıp sözler için şunlar ifade edilir:

1
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Önceden belirli bir biçime girip öylece hafızada saklanan, söyleneceği


sırada yeniden üretilmeyip olduğu gibi hatırlanarak ve eğer gerekiyorsa bazı
ekleme ve çıkarmalar yapılarak kullanılan, tek bir sözcükten, ardışık veya
aralı sözcüklerden oluşabilen, belirli durumlarda toplumun benimsendiği
sözleri sunarak iletişimin kurulmasına veya devamına yardım eden ve
kullanım yerleri çok sınırlı olan kalıplaşmış dil birimleridir (Gökdayı, 2008:
106).

-Belli durumlarda söylenmesi konusunda toplumun bireyleri arasında üzerinde


anlaşmaya varılmış söz öbekleri veya cümlelerdir (Karaağaç, 2018: 523).
Diğer taraftan kalıplaşmış söz ifadesinin bazen daha farklı bir anlamda
kullanıldığını da görebiliyoruz. Nitekim Aksan, kalıplaşmış söz için “Her dilde
rastlanan kalıplaşmış sözler, ünlü kişilerin, hükümdarların, düşünürlerin, sanatçıların
belli bir durumda, belli bir olay dolayısıyla söyledikleri evrenselleşmiş sözlerdir.”
demektedir (Aksan, 2004: 35).
Yukarıdaki tanımlar ışığında şöyle bir tanım yapabiliriz:
Kalıp sözler; geçmişten günümüze bir toplumun kültürünü, inançlarını yansıtan,
insanların belirli durumlarda birbiriyle ilişkilerini ifade etmekte kullanılan, tecrübelerle
halkın belleğinde yer edinerek etiketlenmiş dil birlikleridir.
Yukarıda verilen tanımlarda da görüleceği üzere kalıp söz algısı hususunda
birbirinden farklı durumlar söz konusudur. Bu farklılaşmayı dilciler ve kültür
araştırmacılarının yaklaşımları şeklinde iki grupta değerlendirebiliriz:
1. Dilcilerin büyük çoğunluğunun klasik söz kalıplarından ziyade, dil içindeki
daha özel gruplaşmaları kalıp söz olarak adlandırdıkları görülmektedir. Bununla beraber
her ikisini bu başlık altında toplayanlar olduğu gibi, bildik kalıp sözlerin bir kısmını
kapsam dışında tutanlar da vardır. Nitekim Gökdayı, kalıplaşmış dil birimleri olarak
atasözleri, deyimler, ikilemeler ve birleşiklerden bahsetmekte, fakat atasözü ve deyimi
kalıp söz içerisine almamakta ve şu açıklamayı yapmaktadır:

Kalıplaşmış dil birimlerinden kalıp sözlerin tanınması ve bunların diğer


birimlerden ayırt edilmesi kolay bir iş gibi görünmüyor. Bu birimler
hakkında araştırma yapanlar, kalıp sözlerin atasözü, deyim, ikileme ve
birleşiklerden ayrı bir grup oluşturduğunun farkına varmış, ancak bunların
üzerinde ayrıntılı biçimde durmamışlar. Böylece kalıp sözlerin
tanımlanması, niteliklerinin betimlenmesi ve diğer kalıplaşmış birimlerden
ayırt edilmesi hususları bütünüyle aydınlatılamamış (Gökdayı, 2015: 58).

Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere, sözlü halk kültürünün önemli vesikaları


olan atasözleri ve deyimler, kalıp sözler dışında tutulmuştur.
2. Kültür araştırmacılarının kastı ise klasik kalıp sözler doğrultusundadır. Bir
halk kültürü araştırmacısı olarak biz ise kalıp sözleri kültür araştırmacılarının öteden
beri kalıp söz kabul ettiği çerçevede ele alacağız. Burada bir hususu da ifade etmekte
fayda vardır. Halk anlatmalarının kalıp yapıları olan formel-tekerlemelerin de kalıp
sözler-unsurlar olarak adlandırıldığı görülmektedir. Bu türden unsurlar bizim
çalışmamızın dışındadır.

1.1.3. Bir Kültür Unsuru/Formu Olarak Kalıp Sözler

Değişen şartlar içerisinde kaybettiğimiz değerlerden biri de halkın belleğinde yer


edinen kalıp sözlerdir. Yaşadığımız dönem ne yazık ki yüzyıllardır kuşaktan kuşağa,
hafızadan hafızaya nakledilerek gelen halk kültürü ürünlerinin oldukça sınırlı sayıda
kalan son taşıyıcılarının devridir. Bu kültür vesikaları, son temsilcilerinin de bu
dünyadan göçmeleriyle sözlü kültür zincirinin son halkasını teşkil edecektir.

2
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yeri ve zamanı geldiğinde bellekten sözlere dökülen kalıp sözler, kültürel


yaşamımızın birer parçasıdır. Konuşmalarıyla canımızı sıkan birine “ağzı kara” deriz.
Sevindiğimiz zaman “başaca göneniriz”. Hayal kırıklığına uğradığımızda “gamlı
dururuz”. Pişmanlık duyduğumuzda “eşekliğime doymayayım” deriz. İntikam
duygusunu ön planda tuttuğumuzda, sevmediğimiz birine “düğününde kar yağsın”
diyerek mutlu gününde rezil olmasını temenni ederiz.

Bir yaşam biçimi olarak kültür, toplumla ilgili bilgilerin saklandığı bir depo
gibi düşünülebilir. Bu bilgiler, çoğunlukla kalıp sözlerin de içinde yer aldığı
kalıplaşmış dil birimleri ile dile getirilmiş görünür. Bu nedenle, kalıp sözler
aracılığıyla toplum hakkında bilgi edinmek mümkün olur. Söz gelimi, Nazar
değmesin toplumda nazara inanıldığı, Ellerinizden öperim saygının bir
ifadesi olarak el öpüldüğü, İyi saatte olsunlar cinlerin varlığının kabul
edildiği, Tahtaya vuralım batıl inançların olduğu, X belediyesinin bana
verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum resmi nikahın
belediye görevlileri tarafından kıyıldığı gibi kültüre ait özelliklerin kalıp
sözlerle ifade edildiği örnekler olarak gösterilebilir. Dolayısıyla Türk
kültürünün kendisinin özelliklerini kalıp sözlerle açığa çıkardığı ve bu
sözler sayesinde kültür hakkında pek çok bilgiye ulaşılabileceği söylenebilir
(Gökdayı, 2015: 124).

Kalıp sözler, hemen her kültürde olduğu gibi Türk kültüründe de önemli bir yere
sahiptir. Öyle ki ilk Türklerden beri toplum hafızasında nesilden nesile aktarılmış,
böylelikle kültür taşıyıcılığı işlevini de yerine getirmiştir. İlk yazılı kaynaklarımız olan
Göktürk Abideleri’nde bu söz birliklerinden sav (sab) örneklerini görmekteyiz. Yine
bunlara ilk Türk dilleri sözlüğü olan Divanü Lügati’t-Türk’te de rastlamaktayız.
Kalıp sözlerin toplum kültürüyle yakın bir ilişkisi söz konusudur. Oldukça
zengin bir sözlü kültüre sahip olan Türkler, belirli durumlarda belirli ifadelere
başvurmuştur.
İslam kültür medeniyeti dairesine girdikten sonra bu sözlerin dini-İslami
ifadelerle daha zenginleştirildiğini görüyoruz. Söz gelimi, bunlardan biri olan, “bildiği
areytellezi olmamak” ifadesinde, Maun Suresi’ndeki bir kavram deyim oluşturmuş ve
deyime “eski alışkanlıklarına göre davranmayı bırakmak” anlamı katmıştır. Yine “dinde
yayan, imanda piyade olmak” deyiminde din ve iman kavramlarıyla deyime “inanç
yönünden zayıf olmak” anlamı katılmıştır.
Kalıp sözler arasında, “Türk insanının inceliğini, duygusallığını, toplum
ilişkilerindeki dikkatli tutumunu yansıtan ve başka dillerde rastlanmayan sözler” vardır
Bu bağlamda “sizden iyi olmasın”, “üstünüze sağlık”, “ayıptır söylemesi” örneklerini
verebiliriz (Aksan, 2006: 202).
Hatta bu sözlerle ilgili olarak “Türk kültürünün insan ilişkilerinde saygıyı,
nezaketi, duygusallığı ve yakınlığı önemseyen tavrını gösterdiği söylenebilir” olduğu
düşünülür. Öyle ki, “Türk kültüründe kişinin kendisinden çok muhatabının,
karşısındakinin öne çıktığı, onun istekleri, duygu ve düşüncelerine daha önem verildiği
söylenebilir.” (Gökdayı, 2015: 121).
Diğer taraftan “bir duadan ilişki sözüne dönüşen ve toplum içinde, belli
durumlarda söylenmesi gereken pek çok söz bulunmaktadır.” Söz gelimi, ölen bir kimse
için “Allah taksiratını affetsin” deriz. Ya da yolcu uğurlarken “Allah selamet versin”
deriz (Aksan, 2006: 203).

1.1.4. Özellikler

Çalışmalarında kalıp sözlerin özelliklerini dile getiren bazı araştırmacılara


rastlıyoruz. Bunlardan Günay Karaağaç, konu hakkında şu tespitlerde bulunur:

3
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

1. Deyimler, birleşik sözler, atasözleri ve yapımlık söz öbekleri, dil kullanımı


öncesinde mevcut birimlerdir.
2. Tek bir söz gibi bütündürler. Kalıp sözlerin en belirgin özelliği, tek bir bütün
olarak kullanılmalarıdır.
3. Bu bütünde yer alan ögelerin yerleri değiştirilemez.
4. Kalıp birimin genel anlamı, o birimi oluşturan ögelerin toplamı anlamına
gelmez. Burada kalıplık öbek, bir ortak anlamın ifadesine hizmet eder.
5. Kalıp yapının anlamı, kendisini oluşturan sözlerin anlamıyla kesinlikle
bağlantılı değilken yapımlık öbeğin anlamı kendisini oluşturan sözlerin anlamlarının
yan anlama geçmesiyle oluşur.
6. Kalıp birimlerin temel özelliklerinden biri de onların, dilin ve sözlüğün bir üst
saymaca tabakasını oluşturmalarıdır.
7. Birer sözlük birimi gibi eş seslileri vardır.
8. Birer sözlük birimi gibi eş anlamlıları vardır (Karaağaç, 2018: 519-520).
Hürriyet Gökdayı ise kalıp sözlerin belli başlı yapısal özelliklerini şöyle ifade
eder.
1. Kalıplaşmış olarak bulunma
2. Çoğunlukla tümce veya sözcük öbeği dizilişiyle görünme
3. Belirli tümce veya sözcük öbeği türlerinde yer alma
4. Az sayıda sözcükten oluşma
Yine Gökdayı’ya göre bu özellikler, “kalıplaşmış dil birimlerini hem kendi
içinde sınıflandırmak hem de kalıp sözleri atasözü, deyim ve ikilemelerden ayırt etmek
için kullanılabilir. Bu amaçla, kalıplaşmış öğelerin yapısal nitelikleri belirtilmeli ve
(varsa) kalıp sözleri diğerlerinden ayıran hususlar belirginleştirilmelidir.” (Gökdayı,
2008: 92).
Bunlardan hareketle kalıplaşmış sözlerin temel niteliklerini şu beş maddede
ifade edebiliriz:
1. Anlatım unsuru olma
2. Sınırlı sayıda kelimeden oluşma
3. Kalıplaşmış olma (küçük çapta değişmeye uğrama, yeni ve farklı versiyonları
oluşma)
4. Kelime, kelime öbeği veya cümle olarak bulunma
5. Ölçülü-kafiyeli olma (bazı sözler)

1.1.5. Tasnif

Türkiye’de üzerinde çok fazla çalışılmamış dil birimleri olan kalıp sözlerle ilgili
derli toplu ilk çalışmayı yapan araştırmacı, Hürriyet Gökdayı’dır. Gökdayı, 2008 yılında
“Türkçede Kalıp Sözler” adlı makaleyi yazmıştır. 2011 yılında ise aynı adla kitap
çıkarmıştır. Bu alanda 2007 yılında Çiğdem Erol, “Türkiye Türkçesinde Kalıp Sözler
Üzerine Bir İnceleme” adlı yüksek lisans tezi hazırlamıştır. Yine Serdar Bulut, 2012
yılında “Anadolu Ağızlarında Kalıp Sözler ve Kullanım Özellikleri” adlı yüksek lisans
tezi hazırlamıştır.
Bu araştırmacılardan biri olan Çiğdem Erol, çalışmasında kalıp sözleri
anlamlarına ve yapılarına göre olmak üzere iki grupta tasnif eder.
Bir diğer sınıflandırma Hürriyet Gökdayı’ya aittir. Gökdayı (2008), Türkçede
Kalıp Sözler adlı makalesinde kalıp sözleri anlamlarına göre on yedi grupta
incelemiştir. Gökdayı, 2015 yılında yayımladığı Türkçede Kalıp Sözler adlı kitabında
ise konuya daha ayrıntılı olarak yaklaşmakta ve kalıp sözleri yapı, anlam, işlev ve
bağlamına göre olmak üzere dört açıdan sınıflandırmaktadır.
Kalıp sözlerin sınıflandırılması konusunda bir başka çalışma da Serdar Bulut’a
aittir. Bulut (2012), Anadolu Ağızlarında Kalıp Sözler ve Kullanım Özellikleri adlı
tezinde kalıp sözleri daha ziyade anlam-işlev bakımından yirmi bir gruba ayırarak
incelemiştir.
Söz konusu araştırmacılara ait sınıflandırmalarda kalıp sözler, temelde anlam-
işlev ve yapı olmak üzere iki grup oluşturmaktadır. Biz ise bunlara ek olarak kalıp
sözlerin “yaygınlık-kullanım durumu, oluşum, anlatım, anlam ve tema-konu”
4
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

bakımından da sınıflandırılabileceğini düşünüyoruz. Buradaki anlam kategorisi,


işlevden ayrı bir grup içinde değerlendirilecektir.
Kalıp sözlerin hepsi tasnif formatına uymamaktadır. Biz, kalıp sözlerde tasnif
başlığı altında ele aldığımız kalıp söz türlerinin hepsini içine alacak bir değerlendirme
yaptık. Dolayısıyla kalıp sözlerde tasnif başlığı altındaki tüm sınıflamalar her bir kalıp
söz için geçerli olacaktır anlamına gelmemelidir. Söz gelimi, bedduaları ve duaları
anlam bakımından gerçek ve mecaz diye değerlendirmedik.

1.1.5.1. İşlev

Kalıp sözlerde işlev, insanlar arası ilişkileri betimleyen, bu ilişkileri farklı


görevlerde ele alan bir araçtır. Bu araç, genelde anlamla iç içe olarak ele alınmıştır.
Kalıp sözler, folklorun bünyesinde yer alan sözlü kültür ürünlerindendir. Bu
bağlamda folklorun işlevleri, aynı zamanda kalıp sözlerin de işlevleridir.

Folklor; gençlikte gelenekleri ve ahlaki standartları telkin etmek, yetişkin


olunduğunda, uygun davrandığında övgüyle ödüllendirmek, yoldan
çıktığında küçümseme ya da eleştiriyle cezalandırmak, kurumlar ve âdetler
sorgulandığında ya da onlarla mücadele edildiğinde akılcılaştırma sağlamak,
onlarla oldukları gibi yetinmeyi önermek ve ‘günlük yaşamın
zorluklarından, eşitsizliklerinden ve adaletsizliklerinden telafi edici bir kaçış
sağlamak’ için kullanılır (Bascom, 2014: 83).

William R. Bascom, “Foklorun Dört İşlevi” makalesinde folklorun üç


sorunundan bahseder. Bu sorunlar: Folklorun sosyal bağlamı, folklorun kültürel bağlamı
(kültür-folklor ilişkisi) ve folklorun işlevleridir (Bascom, 2014: 71).
Bascom, aynı makalesinde Malinowski’nin “İlkel Psikolojide Mit” adlı
çalışmasındaki görüşlerinin kültür-folklor ilişkisine ve folklorun işlevlerine temas
ettiğini ifade eder ve folklorun dört temel işlevinin olduğunu söyler (Bascom, 2014: 72-
73). Bu dört işlev şunlardır:
1. Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme İşlevi
2. Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme İşlevi
3. Eğitim ve Kültürü Genç Kuşaklara Aktarma İşlevi
4. Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma İşlevi
Bascom, bu dört işlevin sınıflandırılması ile ilgili şunları ifade eder: “Tartışmış
olduğum dört işlev, farklı bir şekilde sınıflandırılabilirdi. Ayrılmış olan çeşitli faktörlere
tekrar bölünebilirdi veya şimdili yapmayı tercih ettiğim gibi kültürün istikrarlığını
sağlayan bir işlev altında gruplanmış olarak düşünülebilirdi.” (Bascom, 2014: 83).
Bascom’un yukarıda belirttiği işlevlerine bazı araştırmacılar bir işlev daha ekler.
Bu araştırmacılardan biri olan İlhan Başgöz, “Protesto: Folklorun Beşinci İşlevi
(Fonksiyonu)” makalesinde folklorun dört işlevine ek olarak “protesto” işlevini de ekler
ve bu işlevi “İçinde kavga dövüş, baş kaldırma, değerlere karşı koyma, irili ufaklı
çatışma olmayan toplum yapısı yoktur. Her toplumda birleştirici, düzenleyici ve bölücü,
düzen bozucu güçler yan yana bulunur.” şeklinde özetler. Başgöz, her toplumda zıt
kutuplardaki insanların ve sınıfların olduğunu ifade eder. Bu görüşlerini de
edebiyatımızda Köroğlu, Yalnız Efe, Kel Mehmet gibi kişilerle ilgili hikâyelerle ve
mevcut sistemi değiştirmeyi amaç edinen türkülerle örneklendirir. Başgöz’e göre
Köroğlu, Yalnız Efe ve Robin Hood gibi anlatı kahramanları “toplumsal protesto”nun
ilk örnekleridir (Başgöz, 1996: 1-4).
Her iki araştırmacı da ilgili makalelerinde folklorun işlevlerinin tek bir maddede
de toplanabileceğini vurgular.
Hürriyet Gökdayı, kalıp sözlerde işlevle ilgili şunları söyler:
“İşlevin, kalıp sözleri tanımak için yapı ve anlamla birlikte gerekli ve önemli bir
ölçüt olduğu ileri sürülebilir. Fakat tek başına işlevin de kalıp sözleri tanımada ve öteki
kalıplaşmış birimlerden ayırmada yetersiz kaldığı göze çarpar.” (Gökdayı, 2015: 85).

5
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Kalıp sözlerle ilgili çalışma yapan araştırmacılar, hemen aynı doğrultudaki


değerlendirmeleri bazen anlam bazen de işlev şeklinde ifade etmişlerdir. Dolayısıyla bu
araştırmacıların tasnif denemelerini işlev başlığı altında değerlendirmeyi uygun bulduk.
Bu bağlamda;
Çiğdem Erol (2007), kalıp sözleri anlamlarına göre 4’e ayırmıştır:
1. Hayır-dualar
2. Beddualar
3. Yeminler (ant) ve söz vermeler
4. Günlük hayatta kullanılan çeşitli kalıp sözler
Erol, hayır-duaları 40, bedduaları 42, yemin ve söz vermeleri 7 ve günlük
hayatta kullanılan çeşitli kalıp sözleri ise 5 alt grupta incelemiştir. Selamlaşma sözlerini
münferit bir grup olarak değil, dördüncü grup içerisinde ele almıştır.
Hürriyet Gökdayı (2008), makalesinde kalıp sözleri anlamlarına göre 17 gruba
ayırmıştır:
1. Hayır-dua ve iyilik bildirenler
2. Küfür, beddua-ilenç bildirenler
3. Duygusal tepkileri dile getirenler
4. Selamlaşma bildirenler
5. Ayrılık bildirenler
6. Batıl inançları bildirenler
7. Bir istek bildirenler
8. Konuşanı veya dinleyeni yüceltme bildirenler
9. Bir isteği kabul etme veya reddetme bildirenler
10. Dinleyeni eleştirme, uyarma, tehdit etme bildirenler
11. Genel bir davranış veya düşünce bildirenler
12. Töre, gelenek veya kültürel değerleri yansıtanlar
13. Dini inançları bildirenler
14. Soru sorup cevap isteyenler
15. Özür dileme bildirenler
16. Sembolik olarak ödüllendirme bildirenler
17. Minnet, teşekkür bildirenler
Gökdayı (2015), kitabında ise kalıp sözleri anlamlarına göre 2’ye ayırmıştır:
1. Gerçek anlamlı kalıp sözler
2. Değişmece anlamlı kalıp sözler
Diğer taraftan Gökdayı (2015), kalıp sözleri işlevlerine göre ise 14’e ayırmıştır:
1. İyi veya kötü dilek bildirenler
2. Her duruma uygun sözler sağlayanlar
3. Stresli durumlarda iletişim kurmaya yardım edenler
4. Mesajı daha açık ve kısa sürede iletmeye yardım edenler
5. Nezaket kurallarına uymayı sağlayanlar
6. Dinsel kimliği açığa çıkaranlar
7. İletişim sürecini düzenleyenler
8. Konuşmada anlatımı güçlendirenler
9. Duygusal tepkileri dile getirenler
10. Bazı durumlarda doğru şeyi söylemeyi sağlayanlar
11. Toplumun inançlarını yansıtanlar
12. Kültürel ayrıntıları gösterenler
13. Söz eylemleri gerçekleştirenler
14. Cevap, öğüt ve ödüllendirme bildirenler
Bir diğer araştırmacı Serdar Bulut (2012) ise kalıp sözleri anlamlarına ve
çeşitlerine göre 21 gruba ayırmıştır:
1. Hayır dualar
2. Beddualar
3. Selamlaşma sözleri
4. Yeminler
5. Günlük hayatta kullanılan çeşitli kalıp sözler
6. Atalar sözü şeklinde meşhurlaşmış kalıp sözler
6
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

7. Anlatımı süslemek için kullanılan takımlaşmış kalıp sözler


8. Küfür gibi kullanılan kalıp sözler
9. Kızılan kişilere söylenen kalıp sözler
10. Cevabı beklenmeyen sorularda kullanılan kalıp sözler
11. Benzetme amacıyla kullanılan kalıp sözler
12. Bir şey rica ederken, bir istekte bulunurken, yalvarırken kullanılan kalıp
sözler
13. Karşılıklı konuşmalarda kullanılan kalıp sözler
14. Günlük hayatla ilgili iyilik dileyen kalıp sözler
15. Misafire veya bir yerden gelene söylenen kalıp sözler
16. Masal ve hikâyelerde kullanılan kalıp sözler
17. Halk ağzındaki şarkı, türkü ve oyunlarda geçen kalıp sözler
18. Güreşlerde geçen pehlivan duası
19. İnsanlara hitap etmek için kullanılan kalıp sözler
20. Hayvanlara seslenirken kullanılan kalıp sözler
21. Sevgi ve aşk için kullanılan kalıp sözler
Serdar Bulut, yukarıdaki gruplandırmada hayır duaları 81, bedduaları 56,
selamlaşma sözlerini 2, yeminleri 15, günlük hayatta kullanılan çeşitli kalıp sözleri 17
alt gruba ayırarak incelemiştir.
Yukarıda araştırmacıların bazen anlam bazen de işlev olarak ifade ettiği
adlandırmadan biz işlevi tercih ediyoruz. Zira biz, kalıp sözleri sözün bağlamına ve
makamına göre işlevlerine ayırdık. Anlamı daha sonra başka bir kategoride farklı bir
açıdan kullanacağız.
William R. Bascom’un ifade ettiği folklorun dört işlevi, bu işlevlere ek olarak
İlhan Başgöz’ün teklif ettiği beşinci işlevi ve yukarıdaki araştırmacıların sınıflamaları
ışığında kalıp sözleri, işlevlerine göre 18 gruba ayırdık. Bu işlevler şunlardır:
1. Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme
Adım Hıdır, elimden gelen budur.
Hesap ediyorum, oruç ramazana geliyor.
2. Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme
Erken kalkan yol alır, erken evlenen döl alır.
Türk karır, kılıcı karımaz.
3. Eğitim ve Kültürü Genç Kuşaklara Aktarma
Battı balık yan gider.
Ağaç ne kadar uzasa da balta dibinde hazırdır.
4. Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma
Kusura bakma.
Af büyükten, suç küçükten.
5. Protesto
Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.
Gece silahlı, gündüz külahlı.
6. Dini İnançları Yansıtma
Allah kısmet ederse.
Allah versin.
7. Dilek-Temenni Bildirme
Canına sağlık.
Ayağına Kâbe’ler yazılsın.
8. Küfür-Beddua Bildirme
Allah’ın odunu.
Allah cezanı versin.
9. Ahlâki Değer Bildirme
Asalet terbiyeden önce gelir.
Irzına geçmek.
10. Öğüt-Tavsiye Bildirme
Bekârlık rezillik, evlilik vezirlik.
Hayır dile komşuna, hayır gelsin başına.
11. Gözlem ve Tecrübeleri Yansıtma
7
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Cahile söz dinletmek, deveye hendek atlatmaktan zordur.


Darı unundan baklava, incir ağacından oklava olmaz.
12. Durum Bildirme
Eşek kadar olmak.
Kollarını açmak.
13. İkna-İnandırmaya Yardım Etme
Gözüm çıksın ki.
Kör olayım ki.
14. Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Vakit nakittir.
Dirlik nerde, devlet orada.
15. İletişime Yardım Etme
Cemaatinize bereket.
Yüzü yok, Allah’ı var.
16. Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme
Açlıktan başı dönmek.
Malın iyisi boğazdan geçer.
17. Düşünce-Kanaat Bildirme
Ağzı var, dili yok.
Su akar, deli bakar.
18. Saygı-Sevgi Bildirme
Elinize sağlık.
Elini öptüğüm.
Yukarıda ifade ettiğimiz işlev grupları daha da çoğaltılabilir yahut daha genel
başlıklarla da ifade edilebilir. Çalışmamızda eleştiri-uyarı bildiren kalıp sözleri İlhan
Başgöz’ün “protesto” işlevi altında değerlendirmeyi uygun bulduk.

1.1.5.2. Yapı

Araştırmacıların kalıp sözleri yapı açısından da sınıflandırdıklarını görüyoruz.


Bunlardan Çiğdem Erol (2007), kalıp sözleri yapılarına göre 4’e ayırmıştır:
1. Kalıp sözlerde kullanılan fiil kipleri
2. Cümle yapılarına göre kalıp sözler
3. Kelime grubu biçimindeki kalıp sözler
4. Kalıp sözlerde ölçülü ve kafiyeli söyleyişler
Hürriyet Gökdayı (2015) ise 5’e ayırmıştır:
1. Tek sözcük olanlar
2. Çok sözcüklü sözlük birimler
3. Öbek halinde olanlar
4. Cümle yapısında olanlar
5. Bitişken sözce olanlar
Yapı açısından yukarıdaki gruplamalar yapılsa da bizim kalıp sözleri yapı
kadrosu-hacim bakımından değerlendirdiğimizde karşımıza üç grup çıkmaktadır:
1. Tek Kelimeden Oluşan Kalıp Sözler
Kalıp sözler, umumiyetle iki ve daha fazla sözcüğün birleşip tek bir anlamı ifade
etmesiyle oluşur. Ancak tek sözcüklü kalıp sözler de vardır:
Geberesice, ölesice, ede...
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Kalıp Sözler
Kalıp sözlerin bir bölüğü sözcük öbeği şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Sözcük
öbeği terimi, Muharrem Ergin tarafından şöyle tanımlamaktadır:
“Kelime grubu, birden fazla kelimeyi içine alan, yapısında ve manasında bir
bütünlük bulunan, dilde bir bütün olarak muamele gören bir dil birliğidir.” (Ergin, 2008:
374).
Sözcük öbeği yapısındaki kalıp sözler ikileme, isim tamlaması, fiilimsi grubu,
sıfat tamlaması, unvan grubu, edat grubu, isnat gurubu ve fiil grubu görevleriyle
karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda kalıp sözler;
İkileme şeklinde olabilir: Fitne ficir, haşne fişne.
8
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İsim tamlaması şeklinde olabilir: Abdal dövüşü, leyleğin yuvadan attığı.


Fiilimsi grubu şeklinde olabilir: Bakar kör, besleme kaçıran.
Sıfat tamlaması şeklinde olabilir: Giyim kuşam, fermanlı deli.
Unvan grubu şeklinde olabilir: Düttürü Leyla.
Edat grubu şeklinde olabilir: Gün gözüyle, tereyağından kıl çeker gibi.
İsnat grubu şeklinde olabilir: Baldırı çıplak, başı kara.
Fiil grubu şeklinde olabilir: Dili uzun olmak, dili varmamak.
3. Cümle Biçiminde Olan Kalıp Sözler
Kalıp sözlerin ekseriyeti cümle yapısındadır. Cümle şeklindeki kalıp sözlerin
belli başlı yapısal özellikleri vardır.
Kalıp sözlerin büyük çoğunluğu kısa cümle yapısındadır. Uzun olanların sayısı
azdır:
Eken biçer.
Hana vardık, yağmur dindi.
Bazı kalıp ifadeler birden fazla yargı taşır:
Aç katık istemez, uyku yastık istemez.
Adama dayanma ölür, ağaca dayanma kurur.
Bazı kalıp sözler devrik cümle yapısındadır:
Çiftçi kabarır, harman kabarır, çelik verir hesabı.
Kötü söyleme eşine, ağu katar aşına.
Bazıları eksiltili yapıdadır:
Başının ağrısı çöre çöpe
Başlardan uzak
Karşılıklı konuşma veya öykü yapısında olan kalıp sözler vardır:
Deveye sormuşlar “yokuşu mu çok seversin, inişi mi?” diye, “düzlüğe kıran mı
girdi?” demiş.
Haber anlamazın arkasına teneke bağlamışlar, “bu gürültü nedir?” diye
sormuş.
Bazı kalıp sözlerin başı değişken yapıdadır:
... göre hava hoş olmak.
... mı, gönül eğliyor.

1.1.5.3. Yaygınlık-Kullanım Durumu

Kalıp sözleri yaygınlık ve kullanım durumu bakımından incelediğimizde çok


sınırlı bir bölgede konuşulan sözlerin olduğu gibi genel dilde konuşulan sözlerin de
olduğunu görmekteyiz.
1. Genel/Ulusal Kalıp Sözler
Türkçenin sözvarlığının bir bölümünü oluşturan kalıp sözler, dilimizin temel
ögelerinden biridir. Yurdun her bölgesinde konuşulan, konuşulmaya devam edilen
birçok söz kalıpları vardır. Söz gelimi, “ayağım kırılsın ki” yemini Türkiye Türkçesinin
bütün ağızlarında olan bir söz kalıbıdır.
2. Mahalli/Yöresel Kalıp Sözler
Bir dilin söz varlığını oluşturan birimlerden olan kalıp sözler, konuşulduğu dilin
bütün bölgelerinde vardır. Özellikle deyimler ve atasözleri ile ilgili hayli kitap vardır.
Ancak bazı kalıp sözler yöresel özellik gösterir. Genel dilde olmayan bu kalıp sözler,
halk kültürüne ilgi duyan amatör ve profesyonel araştırmacıların derleme çalışmalarıyla
envantere kazandırılmıştır. “Çulu kepeneği yemek” deyimi, “iflas etmek” anlamını
taşıyan Aydın iline ait bir deyimdir (23.12.2018, www.forumalevv.net).
Genel dilde var olan bazı kalıp sözler, yöresel söyleyiş özelliği
kazanabilmektedir. Halk, bir sözü özümseyerek sindirmiş ve kendine has bir anlatıma
dökmüştür. Örneğin “ağzından baklayı çıkarmak” deyimi, bir başka yörede “ağzındaki
nohudu çıkarmak” şeklinde söylenebilmektedir.

9
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

1.1.5.4. Oluşum

Sözlerin oluşumunda tespit edebildiğimiz kadarıyla iki faktörden bahsedebiliriz.


Bunlardan biri ortam, diğeri ise hikâyedir (sözün kökenindeki olay).
Şu an konuştuğumuz kalıp ifadeler, muhtemelen geçmişte yaşanılan hikâyelerin
küçük birer parçasıdır. Bu ifadelerden bugün hikâyesi bilinenler olduğu gibi büyük
kısmının hikâyesi ise bugüne ulaşamamıştır. Bununla beraber belirli zümrelerin kendi
aralarında anlaşma aracı olarak konuştuğu kalıp ifadeler de vardır.

1.1.5.4.(1). Ortam Bakımından

Kalıp sözleri oluşum ortamı bakımından da iki gruba ayırabiliriz. Bunlardan biri
genel halk ortamı, ikincisi de argodur.
1. Genel Halk Ortamında Konuşulan Kalıp Sözler
Bu gruptaki kalıp sözler, argo nitelikte olmayan halkın konuştuğu kalıp
sözlerdir.
Kan ağlamak.
Kılıç kınını kesmez.
Eline ayağına düşmek.
2. Özel Ortamlarda Oluşan (Argo) Kalıp Sözler
Bazı kalıp ifadeler, oluşum bakımından argo özellik göstermektedir. Bu sözler,
daha çok belli bir grubun anlaşma aracı şeklindedir. Örneğin, “cirlavuk şirketi” ifadesi
“dolandırmak için bir araya gelmiş ekip” anlamında argo bir kalıp sözdür. Yine “boyalı
maymun” sözü, “fazla süslü kadın” tipini tarif eden argo kalıp sözdür.
Çıkış yerleri itibarıyla argo olan sözlerin bir kısmı yalnızca kaynağı olan grupla
sınırlı kalırken bazıları da genel dile geçmiştir. Örneğin:
Maytaba almak.
Zokayı yutmak.

1.1.5.4.(2). Hikâyesi Bakımından

Hikâyeli ve hikâyesiz kalıp sözlere deyim ve atasözü bölümünde örnekler


verilmiştir.
1. Hikâyesi Olan Kalıp Sözler
Kalıp sözlerin arka planında hikâyesi vardır. Zamanla hikâyesi unutulan bu
sözler, halkın hafızasında söylenegelmiştir.
Hikâyeli kalıp sözler arasında deyim, atasözü, dua veya ayrı bir söz grubunda
olanlar vardır. Biz derlediğimiz sözlerden hikâyesini tespit edebildiklerimizi de
hikâyeleriyle beraber ilgili bölümlere yerleştirdik.
Kalıp sözlerimizin bazısı ibret verici yaşanmış hikâyelerin ürünüdür. Deyim ve
atasözlerimizin birçoğunun altında yaşanmış hikâyeler yatmaktadır. İnsanlar bir durum
karşısında âdeta bir tanık gösterme yaparcasına o duruma benzer bir hikâyeyi anlatır.
Son noktayı koymak için de o hikâyeyi özetleyen bir söz söyler.
2. Hikâyesiz Olan Kalıp Sözler
Yazılı ve sözlü kültürde tespit edilememekle birlikte aslında bu sözlerin de
hikâyesi kuvvetle muhtemel vardır, fakat günümüze intikal etmemiştir.

1.1.5.5. Anlatım

Kalıp sözler, anlatım itibarıyla mensur-manzum ve vurgusuz-vurgulu olmak


üzere iki açıdan incelenebilir:

1.1.5.5.(1). Mensur-Manzum Oluşu Bakımından


Sözlerin bazıları anlatım açısından nesir bazıları da nazım özelliği
göstermektedir.
1. Mensur Kalıp Sözler
10
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Kalıp sözler, genellikle mensurdur:


Değirmene gelen nöbetini bekler.
İki gözüm avucuma gele.
2. Manzum Kalıp Sözler
Bazı kalıp sözler, akılda kalıcılığı kolaylaştırma ve kulağa hoş gelme
bakımından ölçülü-uyaklı yapıda ve manzume şeklinde olabilmektedir:

Ellerin kapısı,
demirden yapısı.
Ne benden sana bazlama
Ne senden bana gözleme.

1.1.5.5.(2). Vurgusuz-Vurgulu Oluşu Bakımından

Buradaki vurgu ile kastettiğimiz, anlamı güçlendirmek için ilave edilen


ifadelerin bulunup bulunmamasıdır.
1. Vurgusuz Kalıp Sözler
Vurgu ifadeleri bulunmayan kalıp sözler bu grupta yer almaktadır:
Darısı başına olsun.
Fitnelerin belasına gelesin.
2. Vurgulu Kalıp Sözler
Bu anlatım unsuru, genellikle dua, beddua ve yeminlerde karşımıza çıkmaktadır.
Kalıp sözlerde vurgu genelde şu ifadelerle sağlanır: “Allah, inşallah, e mi, yüce Hak,
vay, ilahi, hay”
Allah belamı versin ki. (Yemin)
Allah’ından bul e mi? (Beddua)
Allah yazdıysa olur inşallah. (Dua)

1.1.5.6. Anlam

Kalıp sözleri içerdiği anlam yönüyle gerçek-mecaz, düz-ters ve paralel-zıt sözler


olmak üzere üç grupta değerlendireceğiz.

1.1.5.6.(1). Gerçek-Mecaz Oluşu Bakımından

1. Gerçek Anlamlı Kalıp Sözler


Bazı kalıp ifadeler gerçek anlamlıdır:
Ad koymak.
Bez alırsan Musul’dan, kız alırsan asıldan al.
2. Mecaz Anlamlı Kalıp Sözler
Kalıp sözlerin büyük bir kısmı, mecaz anlamlıdır:
Nabza göre şerbet vermek.
Cömert eli kimse kesmez.

1.1.5.6.(2). Düz-Ters Oluşu Bakımından

1. Düz Anlamlı Kalıp Sözler


Kalıp sözler, ekseriyetle düz anlamlıdır.
Bağırması çok olanın dostu az olur.
Akıbeti hayrola.
2. Ters Anlamlı Kalıp Sözler
Bu sözler, söylenen sözle verilen mesajın farklı olduğu sözlerdir. Bu durum,
genellikle beddualarda karşımıza çıkar:
Kuru çayda sele gidesin.
Ölmüş kargalar gözünü oysun.

11
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ters anlam içerisinde değerlendireceğimiz bir diğer husus da olumsuz


mahiyetteki kalıp sözlerdir. Bu sözler arasında bazıları var ki anlam bakımından
olumsuz nitelik göstermektedir:
Elden dilen, evden barın.
Yiğitlik dokuzdur; sekizi kaçmak, biri hiç görünmemek.

1.1.5.6.(3). Paralel-Zıt Oluşu Bakımından

Kalıp sözler arasında bazıları paralel anlam taşımakla beraber bazıları da


birbirinin tam aksi anlam taşımaktadır.
1. Paralel Anlamlı Kalıp Sözler
Aynı ya da yakın bir durumu ifade etmek için çeşitli sözlerin kullanıldığı,
birbirine benzer örneklerin verildiği kalıp sözler vardır. Bulunla beraber anlamı
birbirine çok yakın gibi görünen iki sözün yüzde yüz birbirinin yerine kullanılmadığını
da ifade edebiliriz.
“Kürkü orak vaktinde, orağı kürk vaktinde” sözü ile “Aba vakti yaba, yaba vakti
aba” sözü paralel anlamlı sözlerdir.
2. Birbirinin Zıddı Gibi Olan Kalıp Sözler
Kimi zaman kullanımlara rastladığımız birbirinin zıddı gibi olan sözler şeklinde
çeşitli değerlendirmelere rastlıyoruz. Halbuki böyle bir durum söz konusu değildir.
Burada birbirine zıt diye verilen örneklerde görülen özellik, aslında her bir sözün bir
makamı, bağlamı, anlam çerçevesi olduğunun göz ardı edilmesinden kaynaklanır.
Birbirinin zıddı niteliğinde olan kalıp ifadeler, genellikle atasözlerinde karşımıza
çıkmaktadır. Söylenilen bir sözün tam aksi anlam taşıyan kalıp sözler vardır.
“Hatır için b.. yenmez” sözü ile “Hatır için çiğ tavuk yenir” sözü birbirine zıt
anlamlara sahip iki kalıp sözdür. Bu sözlerde görülen zıtlığın altında derin bir anlam
vardır şüphesiz.

1.1.5.7. Tema-Konu

Kalıp sözlerin genel olarak ne hakkında olduğu dikkate alınarak


gruplandırıldığını görmekteyiz. Bu sözler, çeşitli kaynaklarda ele alınan konuya ve
temaya göre incelenmiştir.
Kalıp sözler, her konuda söylenebilir. Dolayısıyla kalıp sözlerin bütünü
hakkında konu ve tema belirlemesi yapmak, oldukça güç bir uğraş olacaktır.
Kalıp sözler hakkında bazı sınıflamalar bulunmakla beraber tema-konu
bakımından yapılabilen sınıflamalar tam bir sistematik sınıflama özelliği göstermez.
Çünkü bu sınıflamalar özel değerlendirmelerdir. Birisinin bir kategoriye koyduğunu bir
başkası başka bir kategoriye koyabilmektedir. Ayrıca sözlerin içerdiği anlamlar birden
fazla tema-konu adıyla da başlıklandırılabilecek özellik göstermektedir. Bu yüzden
sağlıklı, sistematik bir sınıflandırma pek de mümkün görünmemektedir. Biz de bu
yüzden bir sınıflama yapmadık, önceki çalışmalardan bahsettik.

1.2. Kalıp Söz Türleri

Kalıp sözleri tasnif ederken dilbilimciler gibi yöntem izlemek, halk kültürüne ait
kalıp sözleri belli bir alana hapsedebilir yahut kalıp sözlerin bazılarını sınıflandırma dışı
bırakabilir düşüncesiyle ve bütüne ulaşabilmek için -daha önceki çalışmalardan da
yararlanarak- bir tasnif denemesi yaptık ve kalıp sözleri on grupta inceledik. Bu on
grubu da hacimli olandan hacimsiz olana doğru şöyle sıraladık:
1. Deyim
2. Atasözü
3. Beddua/Kargış
4. Dua/Alkış
5. Sövgü-Küfür-Hakaret Sözü
6. Yemin
7. Dini Söz
12
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

8. Hitap Sözü
9. Şaşkınlık Sözü
10. Selam
Buradaki kalıp söz türlerinin her birini ayrı ayrı değerlendireceğiz. Deyimleri,
atasözlerini ve bedduaları işlev, yapı, yaygınlık-kullanım durumu, oluşum, anlatım ve
anlamlarına göre alt başlıklara ayırarak inceleyeceğiz. Duaları işlev, yapı, yaygınlık-
kullanım durumu, anlatım ve anlam; sövgü-küfür-hakaret sözlerini işlev, yapı ve
oluşum; yeminleri, dini sözleri, hitap sözlerini, şaşkınlık sözleri ile selam sözlerini ise
işlev ve yapı açısından değerlendireceğiz. Bununla beraber kalıp sözleri tema-konu
bakımından incelemeyeceğiz, sadece daha önce yapılmış çalışmalardan bahsedeceğiz.

1.2.1. Deyim

Kalıp sözler arasında en fazla hacme sahip kalıp söz grubu deyimlerdir.
Milletimiz, yüzyıllardan beri bazı durumları izah eden ve zamanla aynı durumlar için
tekrarlanan sözler söylemiştir. İşte bu sözlerden birini de deyimler oluşturmaktadır.

1.2.1.1. Terim

Deyim, Türkçede terim olarak son yüzyılda hayatımıza girmiş ve yerleşmiştir.


Ahmet Vefik Paşa, Şemsettin Sami, Muallim Naci gibi Türk dili üzerinde çalışma yapan
araştırmacılar, deyimi “ifade ile beyan, ıstılah, tabir” sözleriyle açıklamışlardır.
“Deyime eskiden tabir, ıstılah, bazı deyimlere de meşhur söz denilirdi. Ancak
bunlar şimdi deyim adıyla andığımız kavramdan başka kavramlar için de kullanılırdı.”
(TA, 1966b: 197).
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat’te deyim, 20. yüzyılda çıkan bir terim
olduğu için “tabir” terimi altında izah edilmiş, deyim kelimesi ise üçüncü anlam olarak
verilmiştir. Aynı sözlükte tabir: “1. İfade, anlatma. 2. Bir manası olan söz. 3. Deyim.”
şeklinde açıklanmıştır (Devellioğlu, 2010: 1180). Istılah ise: “İlim sözü, tabir, terim.”
şeklinde izah edilmiştir (Devellioğlu, 2010: 458).

1.2.1.2. Tanım

Türkçenin temel söz varlıklarından olan deyimler, araştırmacılarca çokça ele


alınmış ve tanımı yapılmıştır. Aşağıda bazı araştırmacıların deyimlerle ilgili tanımları
verilmiştir. Bu tanımlar ışığında tarafımızca da bir tanım yapılmıştır.
-Bir kavramı, bir durumu, ya çekici bir anlatımla ya da özel bir yapı içinde
belirten ve çoğunun gerçek anlamlarından ayrı bir anlamı bulunan kalıplaşmış sözcük
topluluğu ya da tümce (Aksoy, 2018: 52).
-Belli bir anlama gelmek üzere iki veya ikiden artık kelimeden meydana gelmiş
söz öbeği (DBTS, 1949: 57).
-Bir gramer şekli ya da çekici bir anlatım kılığı taşıyan ve çoğunun öz
anlamından ayrı bir anlamı bulunan kalıplaşmış söz (TA, 1966b: 196).
-Her ne kadar kesin bir hüküm ifade etmez ise de atasözü değerinde ve ondan
daha fazla söylenen sözler vardır ki, bunlara da tabir ve deyim diyoruz (Tülbentçi, 1977:
6).

-Her dilde, kuruluş anlamları, sözcüklerinden düz anlamlarından az çok


kaymış olan, kalıplaşmış birçok öbekler ve takımlar vardır. Anlamları ve
yapılışları kurallara bağlanamayan, açıklanması için derin incelemeler
isteyen; incelenmemesi daha doğru olan; yapısını değiştirmeden, çoğu kez
başka dile çevrilemeyen bu kalıplaşmış takımlarla söz öbekleri de Türkçenin
özelliklerinden sayılır. Bu çeşit takımlara, öbeklere deyim adı verilir
(Gencan, 1979: 527).

13
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

-Belli bir kavramı, belli bir duygu ya da durumu dile getirmek için birden çok
sözcüğün bir arada, seyrek olarak da tek bir sözcüğün yan anlamında kullanılmasıyla
oluşan sözdür (Aksan, 1982: 37).
-Anlatım gücünü artırmak için, az çok mantık dışına kayan bazı sözcükleri
değişmediği halde bazıları değişip çekimlere giren kalıplardır (Hatipoğlu, 1982: 194).
-Çekici bir anlatım özelliği taşıyan, genellikle gerçek anlamından ayrı bir anlamı
bulunan kalıplaşmış kelime öbeği (Topaloğlu, 1989: 55).
-Gerçek anlamından farklı bir anlam taşıyan ve çekici bir anlatım özelliğine
sahip olan kelime öbeği (Korkmaz, 1992: 43).
-Anlatım gücünü artırmak için, az çok mantık dışına kayan kimi sözcüklerdir
(Bozkurt, 1995: 170).
-Anlatıma akıcılık, çekicilik katan çoğunun gerçek anlamından ayrı bir anlamı
bulunan genellikle de birden çok sözcüklü dil ögesi, kalıplaşmış sözcük topluluğu
(Püsküllüoğlu, 1995: 7).
-Bir kavramı, bir düşünceyi, bir olayı az sözle belirtmek ve daha etkili kılmak
için başvurulan anlatım yollarından biridir (Özdemir, 1997: 5).
-Genellikle gerçek anlamının dışında kullanılan, anlatımı daha güzel ve etkili
yapan, toplum tarafından ortak olarak benimsenen kalıplaşmış söz (Hengirmen, 1999:
116).
-Deyimler, anlatım gücünü arttırmak için kullanılan genellikle gerçek
anlamlarının dışına kayarak mantık dışı hayaller, düşünceler taşıyan kalıplaşmış
sözlerdir (Demir, 2004: 612).
-Deyimler (tabirler), asıl anlamlarından uzaklaşarak yeni kavramlar meydana
getiren kalıplaşmış sözlerdir. İki veya daha çok kelimeden kurulu bir çeşit dil ifadesi
olan bu sözler, duygu ve düşüncelerimizi, dikkati çekecek biçimde anlatan isim, sıfat,
zarf, basit ve birleşik fiil görünüşlü gramer unsurlarıdır (Elçin, 2004: 642).
-Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, ilgi çekici bir anlam taşıyan
kalıplaşmış söz öbeği, tabir (TS, 2005: 517).
-Bir dilin sözvarlığının en önemli ögeleri arasında yer alan deyimler, o dili
konuşan toplumun maddi ve manevi kültürünü, algılama, anlatım ve imgelem gücünü,
nükte eğilimini bütünüyle ortaya koyan sözlerdir (Aksan, 2006: 96).
-Toplumun yaşayışından, inançlarından, gelenek göreneklerinden çıkan her türlü
bilgiyi, düşünceyi yansıtan deyimler, genellikle gerçek anlamlarının dışında kullanılan,
birden çok kelimeden kurulmuş kalıp sözlerdir (Erol, 2007: 8).
-Bir tür sözlüksel birim oluşturan anlambirim toplaşması; genellikle öz
anlamından az çok ayrı bir anlam içeren kalıplaşmış söz (Vardar, 2007: 71).
-Kendisini oluşturan kelimelerden farklı bir anlam taşıyan, en az iki kelimeyle
kurulmuş, çok defa kendi başlarına bir cümle yapısı göstermeyen klişe söz grubu
(Erşahin, 2011b: 108).
-Yapıca tek tek anlamları olan sözlerden oluşmalarına rağmen, anlamlı parçalara
ayrılamayan ve bir bütün olarak işlev gören sözlük birimlerdir (Karaağaç, 2011: 35).
-Bir durumu, olayı, düşünceyi özetleyen, en az bir kelimeden oluşan ve
genellikle gerçek anlamının dışında ayrı bir anlama sahip olan, özel anlamları belirli bir
kurala bağlanamayan kalıplaşmış söz (Kaya, 2014: 255).
-Belirli bir kültürde yaygın bir şekilde bilinip kullanılan ve anlamı kendisini
oluşturan birimlerin gerçek anlamlarından çıkarılamayacak öbek veya cümleler olarak
tanımlanabilir (Gökdayı, 2015: 39).
Yukarıda verilen tanımların da yardımıyla şöyle bir tanım yapabiliriz: Deyimler,
bir toplumun kültüründen kaynaklanan, umumiyetle ilk anlamının dışında sanatlı bir
anlatımla kullanılan ve en az iki kelimeden oluşan kalıplaşmış sözlerdir.”

1.2.1.3. Özellikler

Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü’nde deyimlerin biçim


özellikleri hakkında şunları söyler:
1. Deyimler de atasözleri gibi kalıplaşmış sözlerdir.
2. Deyimler de atasözleri gibi kısa ve özlü anlatım araçlarıdır.
14
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

3. Deyimler en az iki sözcükle kurulurlar ve biçimce ikiye ayrılırlar:


a) Sözcük öbeği durumundaki deyimler.
b) Tümce durumundaki deyimler.
Aksoy, deyimlerin kavram özelliklerine de değinir:
1. Deyim, bir kavramı belirtmek için bulunmuş özel bir anlatım kalıbıdır; genel
kural niteliğinde bir söz değildir.
2. Deyimlerin amacı, bir kavramı ya özel kalıp içinde ya da çekici, hoş bir
anlatımla belirtmektir.
3. Deyimle atasözü arasında, sınırda bulunan sözlere dikkat edilmelidir:
a) Atasözleri arasına da alınsa deyimler arasına da alınsa yanlış sayılamayacak
sözler vardır.
b) Kimi sözler, fiil çekiminin değişmesi ile atasözü iken deyim, deyim iken
atasözü durumuna girer.
4. Deyimler kavram bakımından ikiye ayrılır:
a) Deyimlerin çoğunda kalıplaşmış sözden çıkan anlam, sözcüklerin gerçek
anlamları dışındadır.
b) Kimi deyimlerde kalıplaşmış sözden çıkan anlam, sözcüklerin gerçek
anlamları dışında değildir.
Ömer Asım Aksoy, dört bölük deyimden bahseder ve deyimleri kullanıldıkları
yer ve zaman bakımından dört gruba ayırır:
1. Yurdun her yerinde kullanılanlar,
2. Sadece bir bölgede bulunanlar,
3. Türkiye dışındaki Türk lehçelerinde yaşayanlar,
4. Eskiden kullanılırken bugün unutulmuş olanlar (Aksoy, 2018: 38-48).
Ömer Asım Aksoy’un bu gruplandırmasına göre biz de bölgesel olarak birçok
deyimi literatüre kazandıracağımızı ümit ediyoruz.
Aksoy’un yukarıdaki görüşlerinden de faydalanarak deyimlerin özelliklerini şu
şekilde ifade edebiliriz:
1. Deyimler, kalıplaşmış sözlerdir.
Allah bana ben de sana.
Çocukları yuvadan uçurmak.
2. Deyimler, en az iki kelimeyle kurulur:
Edebiyat yapmak.
Efkar dağıtmak.
3. Deyimlerin sonu genellikle mastarla biter:
Davar gibi yayılmak.
Usturuplu konuşmak.
4. Deyimler, atasözü gibi yargı bildirmez, bir durum tespiti yapar:
Al Allah kulunu, zapteyle delini.
Al dağdan kengeri, ver devenin ağzına.
5. Bazı deyimlerin hikâyesi vardır:
Güme gitmek: Zamanında yeniçeriler suçluları yakalayıp zindana kapatırlarken
“hoooppp güm” şeklinde nara atarlarmış. Ancak bazen suçlular arasında suçu
olmayanlar yani masum kişiler de bulunurmuş. İnsanlar da suçsuz bir vatandaş zindana
atıldığında, günahsız yere hapse götürülüyor anlamında “adamcağız güme gitti, yazık
oldu” dermiş.
6. Deyimlerin çoğu söz sanatlarıyla oluşur:
Damdan düşer gibi. (Teşbih)
Taştan yağ çıkar, ondan çıkmaz. (Mübalağa)
7. Bazı deyimlerin içinde geçen kelimeler küçük değişiklikler gösterebilir:
Abbas/abbası altın, sultan/sultanı kiraz.
Anan/anası sarımsak, baban/babası soğan.
8. Deyim içerisindeki bazı kelimeler yöresel bir ifadeyle söylenebilir:
Aba altından değnek/meses/sopa göstermek.
Ayakkabıyı/çarığı/pabucu çiftlemek.
9. Deyimi oluşturan kelimeler, genellikle tekil anlamını yitirerek mecazi anlam
kazanır:
15
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dinini yıkmak.
Ekmeğine yağ sürmek.
10. Deyimler kısa, pratik ve özlü ifade belirtir:
Ağa günü.
Tırık çalısı.

1.2.1.4. Tasnif

Kalıp sözleri önceki çalışmalardan da yararlanarak yedi şekilde tasnif ettik. Bu


tasnif gruplarımız: İşlev, yapı, yaygınlık-kullanım durumu, oluşum, anlatım, anlam ve
tema-konudur.

1.2.1.4.(1). İşlev

Deyimlerin işlevi, fotoğrafı çekilen bir durumu kısa ve özlü bir şekilde ifade
etmektir. “Deyimler, işlevsel olarak kısa ve özlü anlatım araçları olduklarından az
sayıda sözcükle kapsamlı bir anlam içeriğini iletmeyi sağlarlar.”, “Yine deyimler,
kavramları ilgi çekici bir biçimde özel bir kalıp içinde belirtme işlevini yerine getirir.”,
“Deyimler, olabildiğince az sayıda sözcükle kapsamlı anlam içeriğini iletmeyi sağlar.
İletişim sırasında anlamı ve bu süreci daha ilgi çekici hale getirmeye yardım eder.”
(Gökdayı, 2015: 43-44).
Deyimler, “Küçük hacimleriyle ancak birçok cümleyle karşılanacak bir anlamı
bir çırpıda, veciz bir biçimde anlatırlar.” (Erşahin, 2011b: 108).
Deyimlerin işlevini şöyle sıralayabiliriz:
1. Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme
Anlaşıldı pederin bayraktar olduğu.
Eğri düzü beğenmez, o da bizi beğenmez.
2. Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme
Kürt buldu tanışı kaldı.
Hacdan gelen benim, anlatan sensin.
3. Eğitim ve Kültürü Genç Kuşaklara Aktarma
Kazın ayağı öyle değil.
Kazan kazana kara demiş, tavanın da gülmekten aklı gitmiş.
4. Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma
O…mayın, s..mayın; köyde kâhya var.
Üstüne atmak. (Bir suçu)
5. Protesto
Talihim olsaydı anamdan kız doğardım.
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
6. Dini İnançları Yansıtma
İyi saatte olsunlar.
İmana gelmek.
7. Ahlâki Değer Bildirme
Güttüğüm domuzu bana öğretme.
Evvel âr idi, şimdi kâr oldu.
8. Durum Bildirme
Boşa davul dövmek.
Def yarıldı, maymun yoruldu.
9. Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Ne hana minnet ne hancıya.
Saldım çayıra, Mevla’m kayıra.
10. İletişime Yardım Etme
Deli bir değil ki bağlayasın; ölü bir değil ki ağlayasın.
Gün ola, harman ola.
11. Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme
Ayaklı kütüphane.
Canciğer kuzu sarması.
16
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

1.2.1.4.(2). Yapı

Deyimlerin yapısıyla ilgili bazı değerlendirmeler bulunmaktadır. Vecihe


Hatiboğlu, deyimlerin şekil yönünden iki kısma ayrılabileceğini söyler:
1. Cümle hükmünde olan deyimler
2. Cümle hükmünde olmayan deyimler (Hatiboğlu, 1964: 223).
Eflatun Cem Güney, deyimlerin söz dizimi bakımından üçe bölünebileceğini
söyler:
1. Sonları bir mastarla biten deyimler
2. Cümle şeklinde görünen deyimler
3. Bu iki şekle girmeyen, daha çok birleşik sözcüklere benzeyen deyimler
(Güney, 1971: 195-196).
Türk Ansiklopedisi’nde deyimlerin şekil bakımından üç türlü olduğu
vurgulanmıştır:
1. Ekle türetilmiş kelime biçiminde olanlar vardır: Gözde, sözde, görücü vb.
2. Bileşik kelimeler halinde olanlar ya da cümle meydana getirmemiş söz
topluluğu durumunda bulunanlar vardır: Adamakıllı, püf noktası, iki gözü iki çeşme vb.
3. Cümle şeklinde ya da niteliğinde olanlar vardır: Halep oradaysa arşın burada,
pişmiş aşa soğuk su katmak vb. (TA, 1966b: 197).
Kaynaklarda deyimlerin genelde kelime grubu ve cümle şeklinde olduğu
hususunda hemfikir olunmakla beraber deyimler içerisinde tek kelimelik deyim olup
olmadığı konusunda ihtilafa düşüldüğü görülmektedir. Bu bakımdan deyimlerin en az
kaç kelimeden oluştuğu konusu araştırmacılarca ele alınmış, konuyla ilgili olarak
deyimlerin en az iki kelimeden oluştuğu görüşü ağırlık kazanmıştır.
Bu bağlamda Doğan Aksan, bazı tek kelimelik mecazî ifadeleri deyim sınıfına
almakta ve örnek olarak da; “gözde, akşamcı, kaşarlanmış, sudan, gedikli” gibi
kelimeleri vermektedir (Aksan, 1982: 38).
Aksoy ise Gaziantep Ağzı II’nin 15. sayfasında “doğrusu, sözde, gözde,
havadan, toptan, gittikçe, veresiye, başlıca, boşuna, vaktiyle, nerdeyse” gibi sözcükleri
örnek olarak göstermiş, ancak daha sonra 1965’te yayınladığı “Atasözleri ve Deyimler”
adlı kitabında deyimlerin en az iki sözcükle kurulacağını kabul etmiştir (Aksoy, 2018:
39).
Konuyla alakalı bir başka değerlendirme de Vecihe Hatiboğlu’na aittir:

Deyimler en az iki, en çok yedi sekiz kelime ile kurulur. Çok uzun deyimler
çok defa deyimlikten çıkmış, bozulmuştur. Bir tek kelime ise deyim olamaz
eğer bir kelimenin anlamı gerçek anlamından kaymışsa, o kelime mecaz
anlamında kullanılıyor veya kelimenin anlamı çoğaltılıyor demektir. Çünkü
bir kelimenin pek çok gerçek veya mecaz anlamı olabilir. Deyimde ise bir
tek kelimenin anlamı dışında kullanılması aranmaz, en az iki kelimenin
birlikte kullanılmalarından doğan ortak anlam, gerçek anlam dışında hatta
mantık dışındadır. Yoksa bir tek kelimenin mantık dışında kullanılması,
çekici bir özellik yaratamaz, belki de anlamın kaybolmasına sebep olur ve
tek kelime olduğu için de mantık dışına kayma söz konusu olamaz
(Hatiboğlu, 1964; 222).

Biz de “deyimler en az iki kelimeden oluşur” görüşüne katılıyoruz.


Deyimleri yapısına göre sözcük öbeği biçimde olan deyimler ve cümle
biçiminde olan deyimler olmak üzere ikiye ayırdık.
1. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Deyimler
Deyimlerin bir bölüğü sözcük öbeği biçiminde karşımıza çıkar. Sözcük öbeği
olarak birçok görev ve işlev üstlenir. Bu türden deyimleri sınıflandırmak hayli zor
olacaktır. Fakat çalışmamızdan örneklerle yapı itibarıyla sözcük öbeği şeklinde kurulan
deyimleri alt gruplara ayıracağız.
Deyimler, ikilemelerle kurulabilir: Aylı günlü, hır gür.
17
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İkileme, bir sözcüğün -eş, yakın, zıt, olumlu olumsuz- tekrar etmesiyle oluşan
kalıplaşmış söz dizimi unsurudur. Dilimiz, ifade edim aracı olarak ikilemelerin çok
fazla kullanıldığı bir dildir.
İkilemelerin tamamı deyim değildir. Bu hususta, “Biz sözcüğün yenilenmesiyle
oluşan ikilemeleri deyim saymıyoruz.” şeklindeki açıklamasıyla Aksoy, deyimleşme
sürecindeki ikilemelerin sınırını çizmiştir (Aksoy, 2017: 507). Örnek vererek
açıklayacak olursak “sulu, yumuşak” manasına gelen “bıllık bıllık” ikilemesi bir deyim
değildir, ancak “çirkin, biçimsiz” anlamına gelen “eciş bücüş” ikilemesi aynı zamanda
deyim işlevini üstlenmiştir.
Vecihe Hatiboğlu, deyimlerde tekrarın iki şekilde olduğunu ifade eder:
a) Deyimlerde ikilemeler: ev bark, konu komşu, çer çöp...
b) Deyimlerde ikizlemeler: yan yan bak-, körü körüne bağlan-... (Hatiboğlu,
1964: 226-227)
Deyimler, isim tamlaması şeklinde olabilir: Baş yoldaşı, gönül belası.
Fiilimsi grubu şeklinde olabilir: Çakar almaz, şaka maka derken.
Sıfat tamlaması şeklinde olabilir: Dar vakit, dil damak.
Unvan grubu şeklinde olabilir: Tırabzan babası, koç yiğit.
Edat grubu şeklinde olabilir: Süt dökmüş kedi gibi, kazık yutmuş gibi.
İsnat grubu şeklinde olabilir: Sütü bozuk, baldırı çıplak.
Fiil grubu şeklinde olabilir: Dili uzun olmak, Dili varmamak.
2. Cümle Biçiminde Olan Deyimler
Deyimlerin sınırlı bir grubu tümce biçiminde olur:
Âdet yerini bulsun.
Armut piş, ağzıma düş.
Eksiltili cümle şeklinde olan deyimler vardır:
Akşam ahıra, sabah çayıra
Eski hamam eski tas
İki yargılı deyimler vardır:
El yahşi biz yaman, el buğday biz saman.
Hana vardık, yağmur dindi.
Başı değişken olan deyimler vardır:
Bazı deyimler işlevsel olarak başı değişken olma özelliği göstermektedir. Bu
deyimleri ayrı ayrı madde başı olarak göstermektense değişken olan kelimeler yerine üç
nokta (...) koyma yoluna gittik. Böylece aynı anlam ve yapıyı işaret eden deyimleri tek
maddede topladık.
... mı, gönül eğliyor.
... göre hava hoş olmak.

1.2.1.4.(3). Yaygınlık-Kullanım Durumu

Deyimler, yaygınlık ve kullanım durumu açısından genel deyimler ve mahalli


deyimler olmak üzere ikiye ayrılabilir.
1. Genel/Ulusal Deyimler
Deyimlerin birçoğu yurdun tüm bölgelerinde bilinir ve söylenir:
Başının etini yemek.
Elinden düşürmemek.
2. Mahalli/Yöresel Deyimler
Kimi deyimler yöresel nitelik kazanır. Sadece konuşulduğu bölgede bilinir:
Memesinden alıp boynuzuna sürmek. (Amasya)
Minareye dışından çıkmak. (Gaziantep)
Mahalli olup genel dilde yer edinen deyimler vardır.

1.2.1.4.(4). Oluşum
Deyimleri oluşum itibarıyla ortam ve hikâye bakımından inceleyebiliriz.

18
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

1.2.1.4.(4).(a). Ortam Bakımından

1. Genel Halk Ortamında Konuşulan Deyimler


Dirsek çevirmek.
İşini bilmek.
2. Özel Ortamlarda Oluşan (Argo) Deyimler
Argo, ortak dilden farklı olarak belirli toplulukların kendi aralarında
konuştukları özel bir dil veya söz dağarcığıdır. “Biz daha çok, ‘külhanbeylerinin özel
anlamda kullandıkları kaba sözlere ya da başkaları anlamasın diye aralarında
kararlaştırdıkları anlamla kullandıkları sözlere’ argo diyoruz.” (Aksoy, 2018: 51).
Deyim özelliği kazanmış argo ifadelere ise argo deyim diyoruz:
Zokayı yutmak.
Kafadan kontak.

1.2.1.4.(4).(b). Hikâyesi Bakımından

1. Hikâyesi Olan Deyimler


Deyimler, konusu itibarıyla geçmişteki örnek hadiselerin ürünüdür. Deyimlerin
birçoğunun arkasında yaşanmış bir hikâye yatmaktadır. Bugün, çoğu deyimin hikâyesi
unutulmuştur. Fakat hikâyesi tespit edilen deyimler de vardır.
Saçını süpürge etmek: Eskiden kadınlar saçlarını topuklarına kadar uzatırlarmış.
En uzun saç, en güzel saç kabul edilirmiş. Kadın evini süpürmek için yere eğilince
arkasındaki çift örgülü saçları da yere düşer ve bir süpürge gibi her yeri süpürürmüş.
Meteliğe kurşun atmak: Eskiden atış talimleri yapılırken usta atıcılar hedef için
metelik adı verilen bozuk para kullanırlarmış. Metelik, eskiden kullanılan on para
değerinde olan bir sikkedir. Sikke de madeni para veya bu paralara vurulan damga
demektir. Köyden çıkıp okuyarak yükselen, mal mülk ve şöhret sahibi olan bir adam
köyünde yaptırdığı evinde, gümüş paraları hedefe koyup atış talimi yaparmış. Onu
ziyarete gelenler, gümüş mecidiyeye ateş ederken görünce içlerinden biri, “Baksana
bizimki meteliğe kurşun atıyor” demiş.
2. Hikâyesiz Olan Deyimler
Bu gruptaki deyimler, hikâyesi günümüze ulaşamayan deyimlerdir.
İşi tıkırında olmak.
Göz boyamak.

1.2.1.4.(5). Anlatım

Deyimleri anlatım itibarıyla mensur-manzum oluşu bakımından


değerlendirmekle yetineceğiz. Vurgusuz-vurgulu oluşu bakımından değerlendirme
yapmayacağız.

1.2.1.4.(5).(a). Mensur-Manzum Oluşu Bakımından

1. Mensur Deyimler
On parmağından emmek.
Tezkere bırakmak.
2. Manzum Deyimler
Deyimlerin bir kısmı ölçülü-uyaklı ve manzumdur:

Ben diyorum bayram haftası,


Sen diyorsun ekmek tahtası.

Dili yağlı,
Eli bağlı.
Ne dağda bağım var,
Ne tilkiyle dâvam.
19
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

1.2.1.4.(6). Anlam

Kalıp sözleri anlam bakımından gerçek-mecaz, düz-ters ve paralel-zıt olmak


üzere üçe ayırmıştık. Deyimleri ise sadece gerçek-mecaz oluşu bakımından ele alacağız.

1.2.1.4.(6).(a). Gerçek-Mecaz Oluşu Bakımından

1. Gerçek Anlamlı Deyimler


Yaza çıkmak.
Çoğu gitti, azı kaldı.
2. Mecaz Anlamlı Deyimler
Lafı ağzına tıkamak.
Bağrını delmek.

1.2.1.4.(7). Tema-Konu

Deyimlerin konusu sınırsızdır. Konularına göre sınıflandırma yapmak neredeyse


imkânsızdır. Biz, bu çalışmada tema-konu açısından bir tasnif denemesi yapmadık.

1.2.2. Atasözü

İnsan, tarih boyunca ait olduğu toplumun bir bireyi olarak çevresiyle etkileşim
içerisinde olmuştur. Bu etkileşimin ürünü olarak ise bazı örnek davranışlar ortaya
çıkmıştır. Davranışların kalıba dökülmesiyle de özlü sözler meydana gelmiştir.
Atasözleri de bu sözlerden biridir.

1.2.2.1. Terim

Özlü, öğüt veren sözlere yaklaşık bir asırdır tekil haliyle atasözü, çoğul olarak da
atasözleri denilmektedir. Daha önceki yüzyıllarda farklı adlandırmalar yapılmıştır.
Divanü Lügati’t-Türk’te atasözleri terimini karşılamak üzere Arapça mesel,
Türkçe sav (sab) sözcükleri kullanılmıştır. “Sav terimi, sonradan İslamlığın etkisiyle
yerini mesel terimine bırakmıştır.” (TDEA, 1977: 214). Klasik edebiyatta ve Osmanlı
Türkçesinde “mesel” kelimesi kullanıldığı gibi “darbımesel” kelimesi de kullanılmıştır.
Darbımesel, “mesel getirmek, duruma uyan yaygın bir söz ya da atasözü söylemek”
demektir. “Meselin çoğulu emsal, darbımeselin çoğulu durub-i emsaldir. Bu sözler
yerini yetmiş seksen yıldan beri Türkçelerine bırakmaya başlamıştır. Bugün tekil olarak
atalar sözü ve atasözü, çoğul olarak da atasözleri diyoruz.” (Aksoy, 2018: 14).
“Türk atasözleri, eskilik bakımından dünyanın en eski sözleri arasındadır. İlk
metinlerimiz olan Göktürk kitabelerinde birkaç tane, Divanü Lügati’t-Türk’te 290 kadar
atasözü/sav mevcuttur.” (Kaya, 2014: 122).

1.2.2.2. Tanım

Atasözleriyle alakalı çalışma yapan araştırmacılar, atasözü kavramını farklı


boyutlarıyla tanımlamışlardır. Aşağıda bazı tanımlar verilmiştir:
-Atalarımızın, uzun denemelere dayanan yargılarını genel kural, bilgece düşünce
ya da öğüt olarak düsturlaştıran ve kalıplaşmış biçimleri bulunan kamuca benimsenmiş
özsözlerdir (Aksoy, 2018: 37).
-Atasözleri atalardan kalmış, belirli kalıplar içinde yol gösterici, akıl öğretici
cümlelerdir (Hatiboğlu, 1964: 234).
-Az kelime ile bir fikri, bir öğüdü tam ve kesin olarak anlatan ve atalardan kalma
diye kabul edilen kalıplaşmış söz (TA, 1964: 87).
-Atalarımızın hayat ve kainat anlayışını özetleyen sözlerdir (Güney, 1966: 14).
-Kimin tarafından söylenildiği bilinmeyen ve nesilden nesile geçerek bir kavim
veya milletin geleneği haline gelen halk bilgeliğine ait sözler (Ülken, 1969: 29).
-Türk halkının dünya görüşünü özetleyen sözlerdir (Güney, 1971: 175).
20
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

-Atalarımızın uzun gözlem ve tecrübeler sonunda vardıkları hükümleri hikmetli


düşünce, öğüt ve örneklemeler yolu ile veren; birçoğu mecazi anlam taşıyan; yüzyılların
oluşturduğu biçimle kalıplaşmış bulunan; daha çok sözlü gelenek içinde nesilden nesile
geçerek yaşayan; anonim nitelikteki özlü söz (TDEA, 1977: 214).
-Az kelime ile anlatılmış, halka mal olmuş, hikmetli sözlere ‘atasözü’ denir
(YHA, 1982: 396).
-Halkın meydana getirdiği ve binlerce yıldan beri benimseyerek hayat düsturu
edindiği özlü, veciz, hikmetli sözlere atasözü denir (Kabaklı, 1989: 76).
-Toplumca benimsenmiş bazı inanış, görüş ve düşüncelerin daha çok bir öğüt ve
uyarı biçiminde dile getirildiği kalıplaşmış kısa, özlü sözlerdir (TB, 1992: 114).
-Yaygın düşünce, kanı, inanış, görüş ve özlemleri dile getiren ve özlü, çarpıcı,
kalıplaşmış bir yargı içeren deyiş (AB, 1993: 253).
-Bir ulusun düşünce, özlem, eleştiri, gözlem ve değer yargılarını kalıplaşmış bir
anlatımla veren özlü söz (GH, 1993: 305).
-Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt
verici nitelikte söz, darbımesel (TS, 2005: 140).
-Ataların anonim-sözlü gelenek ortamında ulaştıkları engin tecrübeleri ve bunun
oluşturduğu bilgece düşünceleri ile çıkardıkları hükümleri özlü olarak bildiren çoğu
mecaz anlamlı kalıplaşmış sözler (Erşahin, 2011b: 43).
-Atasözü, ataların uzun denemelere, gözlemlere dayanan yargılarını genel kural,
bilgece düşünce ya da öğüt olarak dile getiren, kalıplaşmış bir biçimi olan, toplumca
benimsenmiş kısa, özlü sözdür (Püsküllüoğlu, 2012: 6).
-Nazım, nesir, her iki şekli ile eski tecrübeleri ‘tam bir fikir’ kompozisyonu
içinde teşbih, mecaz, kinaye, tezad… gibi edebi sanatların kudretinden faydalanarak
süslü, kapalı olarak veya bazen açık, mecazsız hususuyla yetişecek gençlere aktaran
sözler (Elçin, 2004: 626).
-Belli bir kalıp içinde belli sözcüklerle söylenen atasözleri, ataların uzun yıllara
dayanan deneyimleriyle oluşmuş bilgiyi kalıp bir ifade ile öğüt olarak kurallaştıran
sözlerdir (Erol, 2007: 6).
-Uzun deneme ve gözlemlere dayanan düşüncelerden doğan, kesin hükümler
içeren, bilgece bir tavırla öğüt verir ve yol gösterir nitelikte olan, yüzyıllar boyu sözlü
geleneğin içinde beslenerek halk tarafından beslenmiş bulunan ve de halkın değer
yargılarını taşıyan kalıplaşmış özlü sözlerdir (Parlatır, 2008: 2).
-Ataların yüzyıllar boyunca karşılaştıkları olay ve tecrübelerden aldıkları dersleri
bilgece düşünce yahut nasihatleri, değer yargılarını düsturlaştırarak sonraki nesillere
devrettikleri ve herkesçe benimsenmiş özlü sözlerdir (Kaya, 2014: 121).
-Belirli yapısal kuralları takip eden, sosyal hedefleri olan, ataların uzun zamana
yayılan gözlem ve deneyimleri ve gözlemlerini yansıtan, kısa, özlü, anonim ve
çoğunlukla değişmece anlamlı kalıplaşmış sözler (Gökdayı, 2015: 34).
-Ataların anonim-sözlü gelenek ortamında ulaştıkları engin tecrübeleri ve bunun
oluşturduğu bilgece düşünceleri ile çıkardıkları hükümleri özlü olarak bildiren çoğu
mecaz anlamlı kalıplaşmış sözlerdir (KA, 2017a: 387).
-Atalarımızın uzun gözlem ve tecrübeleri sonucu oluşan birtakım genel
kuralların öğüt biçiminde veya hikmetli sözler olarak kalıplaşmış haline atasözü denir
(Pala, 2018: V).
Aydın Oy, Tarih Boyunca Türk Atasözleri kitabında atasözleri için bir tanım
yapmamış, farklı kaynaklardan alınan tanımları sıralamıştır (Oy, 1972: 1-2).
Deyimlerde olduğu gibi atasözlerinde de yukarıdaki tanımlardan faydalanarak şu
tanımı yapıyoruz: “Atalar sözü ya da atasözleri, atalarımızın çok eski devirlerden beri
engin tecrübelerle tasdik ettikleri, genel kural niteliği kazanmış öğüt ve ders veren özlü
sözlerdir.”

1.2.2.3. Özellikler
Burada da deyimlerde olduğu gibi önce Ömer Asım Aksoy’un atasözleri
hakkındaki görüşlerini belirteceğiz, ardından kendi belirlediğimiz özellikleri
sıralayacağız.
21
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Aksoy, atasözlerinin özelliklerini biçimsel olarak şöyle sıralar:


1. Atasözleri kalıplaşmış sözlerdir.
2. Atasözleri kısa ve özlüdür. Az sözle çok şey anlatır.
3. Atasözlerinin çoğu bir ya da iki cümledir. Daha uzun olanları azdır.
Aksoy, atasözlerinin kavram özellikleri hakkında ise şunları söyler:
1. Sosyal olayların nasıl olageldiklerini -uzun bir gözlem ve deneme sonucu
olarak- yansızca bildirir.
2. Doğa olaylarının nasıl olageldiklerini -uzun bir gözlem sonucu olarak-
belirtirler:
3. Toplumsal olayların nasıl olageldiklerini uzun bir gözlem ve deneme sonucu
olarak bildirirler ve bundan ders almamızı (açıkça söylemeden) hatırlatırlar.
4. Denemelere ya da mantığa dayanarak ahlak dersi ve öğüt verirler.
5. Birtakım gerçekler, felsefeler, bilgece düşünceler bildirerek yol gösterirler.
6. Töre ve gelenekleri bildiren atasözleri vardır.
7. Kimi inanışları bildiren atasözleri vardır (Aksoy, 2018: 15-19).
Atasözleri, kullanıldıkları yer ve zaman bakımından dört bölüğe ayrılabilir: a)
Yurdun her yerinde kullanılanlar; b) Sadece bir bölgede bulunanlar; c) Türkiye
dışındaki Türk lehçelerinde yaşayanlar; d) Eski zamanlarda kullanılmış iken bugün
unutulmuş olanlar. (Aksoy, 2018: 29).
Atasözlerinin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Atasözleri kalıplaşmış sözlerdir. Kalıbı oluşturan kelimenin yerine başka bir
kelime konulamayacağı gibi yeri de değiştirilemez: “Acındırırsan arsız, acıktırırsan
hırsız olur” atasözündeki arsız yerine yüzsüz denilemez.
2. Atasözlerinin söyleyeni belli değildir, halkın ortak ürünüdür.
3. Atasözleri az sözle çok şey anlatır:
Vakit nakittir.
Boşboğazlık para etmez.
4. Atasözlerinin çoğunda mecazlı ifade tarzı vardır:
Elin gülü ele kokmaz.
Sarımsağı hesap eden paça içmez.
5. Bazı atasözleri gerçek anlamlıdır:
Akraba ile ye iç, alışveriş yapma.
Akılsız dostun olacağına, akıllı düşmanın olsun.
6. Aynı veya yakın anlamlı birçok atasözü vardır:
“Hamarat kız mahallesinde kalır” atasözüyle “İyi kız köyünden çıkmaz” atasözü
aynı anlamlıdır.
7. Birbirine zıt gibi görünen atasözleri vardır:
“Can çıkmayınca huy çıkmaz” atasözü olduğu gibi “Can çıkar huy çıkmaz”
atasözü de vardır.
8. Atasözleri ders ve öğüt verir:
Sabrın sonu selamettir.
Sen ölme yeter ki, hemen unuturlar.
9. Gelenek, görenek, âdet ve inanışları yansıtır:
Kendi döşeğimizi ele tepeletmeyelim, kendi kahrımızı ancak kendi birbirimiz
çeker.
Kardeş evi kış evi, kenarı kamış evi, içinde anan yoksa o da bir tanış evi.
10. Atasözleri sanatlı bir anlatıma sahiptir:
At ver, dost ol; kız ver, düşman ol. (Tezat)
İt ürür, kervan yürür. (Seci)
11. Atasözleri uzun gözlem ve denemelerin ürünüdür:
Irmak kenarına çeşme yapılmaz.
Merhametten maraz doğar.
12. Atasözlerinin bazısı iki cümleli bir yapıya sahiptir:
Bey buyurur, cellat keser.
Bir yemem diyenden kork, bir de yemem diyenden.

22
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

13. Bazı atasözleri, farklı bölgelerde değişik biçimler alabilmektedir. Özellikle


mahalli atasözleri, genel dilde sıkça kullanılan bir atasözünün değişik birer versiyonu
gibidir. Maraş’ta derlediğimiz birçok atasözü de bu hususu kanıtlamaktadır:
“Sakınılan göze çöp batar” atasözü “Maraş Ağzı Köroğlu” kitabında “Sakınan
göze çöp değer” şeklindedir. Yine “Acı patlıcanı kırağı çalmaz” atasözü yöremizde
tarama yaptığımız birçok eserde “Acı tiyeği mehrican çalmaz” şeklindedir.
14. Atasözleri kısa ve özlüdür, ancak bazıları eklemeli bir görünümdedir:
“Kızını dövmeyen dizini döver” atasözü, “Oğlunu dövmeyen özünü, kızını
dövmeyen dizini döver” biçimiyle de kullanılmaktadır.
15. Atasözlerinde çoğunlukla geniş zaman kipi bazen de emir kipi kullanılmıştır.
Bazı atasözlerinin ise fiilleri atılmıştır:
Bal tutan parmağını yalar.
Taş ol, baş yar.
Hatunluk soydan, hanımlık çerden çöpten.
16. Fıkra, öykü ve karşılıklı konuşma niteliğinde olan atasözleri vardır:
Terziye “göç” demişler, “iğnem başımda” demiş.
Deve kırk yılda intikam almış, “ne erken oldu” demiş.

1.2.2.4. Tasnif

Atasözlerini işlev, yapı, yaygınlık-kullanım durumu, oluşum, anlatım ve anlam


itibarıyla inceleyeceğiz. Daha önce de belirttiğimiz gibi tema-konu bakımından bir
değerlendirme yapmayacağız.

1.2.2.4.(1). İşlev

Atasözleri, genel bir kural ve düstur bildirmek; sosyal olayların ve doğa


olaylarının nasıl olageldiğini özlü olarak anlatmak; bazı gerçekleri bilgece bildirmek;
inanış, töre ve gelenekleri ifade etmek işlevini üstlenen kalıp sözlerdir.
William Bascom, atasözlerinin sosyal kontrolü sağlama işleviyle ilgili şunları
söyler:

“Afrika atasözleri sosyal kontrolü sağlamada oldukça etkilidir. Çünkü


grupların ahlaklarını ve etkilerini ifade ederler, onaylanmış normlarda
övülmüş davranışlar için uygundurlar. Çünkü onlar akıllıca, zekice, nasıl
davranacağını söyleyerek ifade edilir, diğerlerinin davranışları üzerine
yapılan yorumlar için idealdirler. Sosyal onay ve reddedişleri belirtmek,
sosyal töreleri kabul etmeyi seçenleri övmek ve sapanları eleştirmek veya
alaya almak için toplumca doğrudan cezalandırılmaya, açık düşmanlara
veya sosyal sürtüşmelere neden olabilecek hareketin üzerinde düşünülürken
bir arkadaşa tavsiyede bulunmak, danışmanlık etmek veya kendisini
uyarmak ile düşman veya rakibin uyarılması, kendisine meydan okunması
veya kendisiyle alay edilmesi amacıyla kullanılmaktadır.” (Bascom, 2014:
82).

Atasözlerinin işlevlerini şu 13 maddede açıklayabiliriz:


1. Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme
Laf lafı açar, laf da kutuyu açar.
Meyhanecinin yüzünü bayram topu güldürür.
2. Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme
Derviş tekkede, hacı Mekke’de bulunur.
Çobana verme kızı, ya koyun güttürür ya kuzu.
3. Eğitim ve Kültürü Genç Kuşaklara Aktarma
Oğlan dayıya, kız halaya çeker.
Boynuz kulaktan sonra çıkar, ama kulağı geçer.
23
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

4. Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma


Allah’tan umut kesilmez.
Oğlan olsun deli olsun, ekmek olsun kuru olsun.
5. Protesto
Kork Allah’tan korkmayandan.
Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü.
6. Dini İnançları Yansıtma
Ramazanda yalan söyleyenin bayramda yüzü kara olsun.
Allah sağ eli sol ele muhtaç etmesin.
7. Ahlâki Değer Bildirme
Rüşvet kapıdan girince iman bacadan çıkar.
Niyet hayır, akıbet hayır.
8. Öğüt-Tavsiye Bildirme
Önce düşün, sonra söyle.
Paran çoksa kefil ol, işin yoksa şahit ol.
9. Gözlem ve Tecrübeleri Yansıtma
Dağ başına kış gelir, insanın başına iş gelir.
Düğün el ile, harman yel ile.
10. Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Hasta ol benim için, öleyim senin için.
Güzele ne yakışmaz.
11. İletişime Yardım Etme
Allah sevdiğine dert verir.
Gün güne uymaz.
12. Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme
Aça kuru ekmek bal helvası gibi gelir.
Emmim, dayım kesem; elimi soksam yesem.
13. Düşünce-Kanaat Bildirme
Herkes ne ederse kendine eder.
Dost acı söyler.

1.2.2.4.(2). Yapı

Ömer Asım Aksoy’un atasözlerinin biçim özellikleriyle ilgili görüşlerini


özellikler bahsinde ifade etmiştik. Bir başka araştırmacı Doğan Aksan’ın “Türkçenin
Söz Varlığı” kitabında atasözleri, söz dizimi açısından dört şekilde izah edilmiştir:
1. Yalın tümce biçimindeki atasözleri.
2. Girişik tümce biçimindeki atasözleri.
3. Sıralı tümce biçimindeki atasözleri.
4. Sorulu-yanıtlı, öykü içeren atasözleri (Aksan, 2004: 183-185).
Kalıp sözleri yapısal açıdan tek kelimeden oluşanlar, söz öbeği şeklinde olanlar
ve cümle biçiminde olanlar olmak üzere üç grupta incelemiştik. Atasözleri ise genel
olarak cümle şeklinde karşımıza çıktığı için atasözlerinin yapısal özelliklerini herhangi
bir gruplama yapmadan şöyle açıklayabiliriz:
İki kelimeden oluşan atasözleri vardır:
Eden bulur.
Vakit nakittir.
Atasözleri genellikle kısa cümlelerden oluşur:
Aba altında aslan yatar.
Ağaç dalıyla gürler.
Az da olsa uzun cümle şeklinde atasözleri vardır:
Abdal ata binince ağa oldum, şalgam çorbaya girince yağ oldum sanır.
Kızı kız iken görme, gelin iken gör; gelin iken görme, beşiğin dibinde gör.
Eksiltili yapıda olan atasözleri vardır:
Emanetin ya gözü ya kulağı
Evvel can, sonra canan
Bazı atasözleri birden fazla yargı taşır:
24
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Erken kalkan yol alır, erken evlenen döl alır.


Varlık seviştirir, yokluk dövüştürür.
Bazı atasözleri devrik cümle yapısındadır:
Ergene var ergene, kaygısız gir yorgana.
Gelin binmiş deveye, gör kısmeti nereye.
Karşılıklı konuşma yapısında olan atasözleri vardır:
Tilkiye “tavuk güder misin?” demişler, “ne dediniz de tutmadım.” demiş.
Kargaya demişler ki “boynun ne diye eğri?”, “gelinim kardeşimin kızı” demiş.

1.2.2.4.(3). Yaygınlık-Kullanım Durumu

1. Genel/Ulusal Atasözleri
Atasözlerinin büyük bir kısmı konuşulduğu dilin bütün bölgelerinde vardır:
El elin eşeğini türkü çağıra çağıra arar.
Terazi var tartı var, her şeyin bir vakti var.
Eşek hoşaftan ne anlar?
2. Mahalli/Yöresel Atasözleri
Bu tip atasözleri, yöresel nitelik kazanmış atasözleridir. Çevrenin özelliklerine
göre zamanla halkın ağzına sakız yaptığı bu sözler, atasözü mahiyeti kazanmıştır.
Vecihe Hatiboğlu, atasözlerinde mahallilikle ilgili şunları söylemektedir:

Atasözlerinin çoğu, halkın malı olduğu için, bölge ağızlarında bol bol
kullanılır. Bölge ağızlarındaki atasözleri, sözlük ve söz dizimi bakımından
dili canlı bir şekilde günümüze ulaştıran belgelerdir. Bir atasözü pek çok
bölgede ortak olarak kullanıldığı gibi sırf bir bölgeye ait özellik de
taşıyabilir (Hatiboğlu, 1964: 239).

Aydın Oy ise bölge atasözlerinin özelliklerinin ortak dildeki atasözlerinden şu


özelliklerle ayırt edileceğini ifade etmektedir:
1. Ağız özellikleri
2. Topoğrafik özellikler
3. İklim özellikleri
4. Yaygınlık
Aydın Oy, yaygınlık özelliğinin güvenilir ve geçerli olamayacağını, çünkü
ulaşım, haberleşme, nüfus hareketleri ve kültürdeki gelişmelerin bölge atasözlerindeki
kimi atasözlerini zamanla çok bilinir bir duruma getirdiğini söylemektedir (Oy, 1972:
73-75).
Mahalli/yöresel atasözleri:
Enin verdiğini boy vermez. (Mersin)
Er eken, er biçer. (Artvin)
Karı hısımı alay bağlar, koca hısımı sinek avlar. (Isparta)
Komşu komşuya konuk olmaz. (Niğde)

1.2.2.4.(4). Oluşum

Atasözlerini oluşum itibarıyla iki şekilde inceleyeceğiz.

1.2.2.4.(4).(a). Ortam Bakımından

1. Genel Halk Ortamında Konuşulan Atasözleri


Komşu komşunun külüne muhtaçtır.
Abdala malum olur.
2. Özel Ortamlarda Oluşan (Argo) Atasözleri
Argo deyimler olduğu gibi argo atasözleri de vardır:
O….. tövbe tutmaz.
İmam o…ursa cemaat s..ar.
25
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

1.2.2.4.(4).(b). Hikâyesi Bakımından

1. Hikâyesi Olan Atasözleri


Bir kısım atasözlerinin söyleniş hikâyeleri de vardır. Ancak bunlardan pek azı
günümüze ulaşmış; diğerleri zaman içinde unutulup gitmiştir. Eski kış gecelerinde
yapılan toplantılarda, kimi zaman atasözleri söylenir, bunların asıl hikâyelerini bilenlere
ayrı değer verilirdi. (TDEA, 1977: 214-215).
Aç ayı oynamaz: Ormanda odun toplayan bir oduncu, annesini kaybetmiş bir ayı
yavrusu görür. Aç ve susuz olan yavru ayıyı heybesine atıp evine götürür. Suyunu içirir,
karnını doyurur. Yavru ayı zamanla büyür. Gücü kuvveti artar, pençeleri sertleşir.
Elinde olmadan sağa sola zarar vermeye başlar. Oduncu ayıyı zincire bağlayıp pazara
götürür. Bir alıcı ayıyla ilgilenir. Zincirinden çeker, çevresinde dolaşır ve “oynar mı bu
ayı?” diye sorar. Oduncu da ayıyı elinden çıkarmak istediği için “oynar oynar” der.
Bunu üzerine adam, “oynasın da görelim bakalım” der. Oduncu bir an duraksar. Daha
sonra “oynar, oynar ama önce karnını doyurmam lazım, aç ayı onamaz” der.
Aça dokuz yorgan örtmüşler, yine uyuyamamış: Hoca bir gün, geç vakitte, bir
eve misafir olur. Ev sahipleri akşam yemeklerini çoktan yedikleri için hocaya sofra
kurmak akıllarına gelmez. Hoca kibar adam: “Karnım aç”, diyemez. Sabah doyururlar
karnımı nasıl olsa, diye düşünür. Kahveler, şerbetler içildikten sonra yoldan geldi,
yorgundur diye hocayı götürüp odasına yatırırlar. Yatak rahat, yorgan sıcak, hoca
yorgun ama karnının gurultusu yok mu? Bir türlü uyutmaz hocayı. Sağa döner olmaz,
sola döner olmaz. Kalkıp dolanmaya başlar odanın içinde. Gürültüye uyanan ev sahibi,
koşup gelir telaşla: “Hayırdır hocam, bir şey mi oldu, nedir sizi uyutmayan?” Karnının
gurultusunu bastırmaya çalışan hoca, kibarlığı yine elden bırakmadan der ki: “Benim
içim mükemmel bir yatak hazırlamışsınız, sağ olun ama aça dokuz yorgan örtmüşler
yine uyuyamamış” der.
2. Hikâyesiz Olan Atasözleri
Atasözleri, uzun gözlem ve denemelerin ürünüdür. Muhakkak ki atasözlerinin
hemen hepsinin ortaya çıkış sebebi vardır ve bir hikâyeye dayanmaktadır. Ancak zaman
içerisinde birçoğunun hikâyesi unutulmuş, geriye sadece sözü kalmıştır.
Irak yerin haberini kervan getirir.
Karnı tok it gölgede yatar.

1.2.2.4.(5). Anlatım

Atasözlerini bu grupta mensur-manzum oluşu itibarıyla değerlendireceğiz.


Herhangi bir şiirsel anlatımı olmayanları mensur, olanları ise manzum başlığı altında
inceleyeceğiz.

1.2.2.4.(5).(a). Mensur-Manzum Oluşu Bakımından

1. Mensur Atasözleri
Normal cümle şeklinde olan atasözleridir:
El el için ağlamış da gözünden bir damla yaş akmamış.
Eli olmayanın dili olmaz.
2. Manzum Atasözleri
Bir kısım atasözü ölçülü-uyaklıdır. Doğan Aksan, ölçülü-kafiyeli anlatımı olan
atasözlerine “şiir ögelerinden yararlanan atasözleri” demektedir (Aksan, 2004: 187).
Aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez.
Aç ne yemez, tok ne demez.
Bazı atasözlerinde aliterasyon göze çarpar:
Kel kızın kekili küllükte gezer. (“k, l” sesleri.)
Terazi var tartı var, her şeyin bir vakti var. (“t, r” sesleri.)
Şiir içerisinde kullanılan atasözleri vardır:
“Halk verimlerine çokluk, küçümser gözle bakan divan şairleri bile bazı beyitleri
arasına atasözleri katmaktan zevk almışlardır.” (Kabaklı, 1989: 77).

26
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Affeyliyelim ki belki bilmez


Bir sürçen atın başı kesilmez
Şeyh Galip
Taun ola bir de zulm-i cansûz
Bir koltuğa sığmaz iki karpuz
Keçecizâde İzzet Molla
1.2.2.4.(6). Anlam

Atasözlerini anlamsal açıdan gerçek-mecaz, düz-ters ve paralel-zıt olmak üzere


üç grupta inceleyeceğiz.

1.2.2.4.(6).(a). Gerçek-Mecaz Oluşu Bakımından

1. Gerçek Anlamlı Atasözleri


Dost ile ye iç, alışveriş yapma.
Hısımı hısım da yapan avrat, hısımı hasım da yapan avrat.
2. Mecaz Anlamlı Atasözleri
Damlaya damlaya göl olur.
Cömert eli kimse kesmez.

1.2.2.4.(6).(b). Düz-Ters Oluşu Bakımından

1. Düz Anlamlı Atasözleri


Bu gruptaki atasözleri, söylenen sözle verilen mesajın aynı doğrultuda olduğu
atasözleridir:
Olacakla öleceğe çare yoktur.
Rüzgar eken fırtına biçer.
Dün öleni dün gömerler.
2. Ters Anlamlı Atasözleri/Olumsuz Atasözleri
Atasözleri, öğüt içerikli veciz sözlerdir. İnsanlara doğruyu, güzeli tavsiye eder.
Bazı atasözleri de var ki olumsuz yargı belirtmektedir. Çalışmamayı çalışmaya
yeğleyen, ölmektense öldürmeyi öğütleyen, beleşin üzerine konmayı telkin eden,
kadınları sürekli dövmeyi temenni eden atasözleri vardır. Bu konuda Pertev Naili
Boratav şunları söylemektedir:

Atasözleri arasında çelişkili yargıları bildirmiş olanların bulunması, onların


söyleyenlerinin her zaman belli bir konu üzerinde aynı kanıda olmadıklarını
gösterir. Halk edebiyatının her türünden ürünler gibi atasözleri de oluşup
geliştikleri çevrelerin ve çağların düşünüş ve davranışlarını dile
getirmişlerdir. Ahlak kurallarından birçoğunun donmuş, değişmez yasalar
olmadığı ise bir gerçektir (Boratav, 1969: 135).

Olumsuz atasözleri ile ilgili olarak Eflatun Cem Güney ise şu değerlendirmeyi
yapmaktadır:
“Atasözlerimiz arasında dilimizden düşürmeyeceklerimiz olduğu gibi, ağza
alınmayacak gibi görünenler de var: Bunların bir takımı, ilk bakışta kötülüğü aşılar gibi
görünseler de aslında öyle davrananları yermek, yere vurmak için söylenmiştir. Bir
takımı da gerçeğe uymayan çürük çarık sözlerdir.” (Güney, 1971: 177).
Örf ve âdetlerimize ters gibi görünen olumsuz atasözlerinden bazıları şunlardır:
Paran varsa aklın var.
Köprüyü geçene kadar ayıya dayı denir.
Büyük balık küçük balığı yutar.

1.2.2.4.(6).(c). Paralel-Zıt Oluşu Bakımından


1. Paralel Anlamlı Atasözleri
27
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Atasözleri arasında birbirine yakın anlama sahip sözler vardır:


“Alçak eşek binmeye kolay, öksüz çocuk dövmeye kolay” atasözüyle “Alçak
eşeğe herkes biner” atasözü yakın anlamlı atasözleridir.
2. Birbirinin Zıddı Gibi Olan Atasözleri
Envantere kazandırdığımız bazı atasözleri birbirinin zıddı gibidir. Şu durumda
hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu saptamak yerine “görüp geçirdiğimiz
olayların çelişkilerle dolu olduğunu düşünmek gerek” (Aksoy, 2018: 30).
Aksoy, kendi ifadesi olan “çelişkili atasözleri” ile ilgili şu açıklamayı
yapmaktadır:

Burada bir inceliği belirtmek yerinde olur: Birbirine aykırı olan


atasözlerinin hepsi kural gibi söylenmiş olmakla birlikte doğru yargılı
olmayanlar, ya toplumla alaydır ya taşlamadır ya uyarmadır ya yermedir ya
da bir kötümserlik ve öfke anlatımıdır. Bunlar doğru şeyler söylemek için
değil, toplumca benimsenmek gibi bir genelliği bulunan ruh hallerini
yansıtmak için ortaya çıkmışlardır. Aralarında yerine göre inanılarak
söylenmiş olanlar da bulunabilir” (Aksoy, 2018: 30).

“Az veren candan, çok veren maldan” atasözü olduğu gibi “Az veren maldan,
çok veren candan verir” şekliyle kullanılan atasözü de vardır. Yine “Hatır için b..
yenmez” atasözünün tam tersi olarak “Hatır için çiğ tavuk yenir” atasözü de vardır.
Konuyla ilgili olarak Ahmet Kabaklı ise şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Bazı atasözleri, birbirine zıt görünen fakat aynı derecede doğru hikmetleri,
durumları ifade ederler. Ancak bunların kullanılış yerlerinin farklı olduğu
unutulmamalıdır.” (Kabaklı, 1989: 76).
Türk Ansiklopedisi atasözü maddesinde konuyla ilgili şöyle bir değerlendirme
yapılmaktadır:
“Atasözleri içinde farklı zihniyetleri, farklı sosyal şartları ifade edenlerin
bulunması, zamanla bunlardan yenilerinin çıktığını ve eskilerle birlikte yaşadığını
gösterir.” (TA, 1964: 87).
Aydın Oy ise şunları ifade eder:
“Karşıt kavramlı atasözlerinden birinin gerçeği bildirdiği, diğerinin de şaka veya
iğneleme yoluyla söylenmiş olduğu da unutulmamalıdır.” (Oy, 1972: 80).
Atasözleri arasında birbirine karşıt olan atasözlerinden bahseden Mustafa Nihat
Özön ise şunu belirtmektedir:
“Aynı şeyin iyiliğini söyleyen sözler bulunduğu gibi fenalığını söyleyenler de
vardır. Bu hal, hayat olaylarını geniş olarak kavramaktan ileri gelmektedir. Çünkü
hayatta her zaman iyilik veya kötülük görülür. Onun için böyle olaylar karşısında her
ikisini de açıklayan sözler vardır.” (Özön, 1956: III).
1.2.2.4.(7). Tema-Konu

Kalıp sözleri tema-konu bakımından incelemeyeceğimizi ifade etmiştik. Bu


başlık altında atasözleri için yapılmış tematik incelemelere yer vereceğiz.
Mustafa Nihat Özön, “Ata Sözleri” adlı kitabında tema-konu denilebilecek şu
ana başlıklarla “İndeks” bölümünü tertip etmiştir: İnsan, aile, özel isimler, yiyecek ve
içecekler, ev ve eşyası, giyecekler, meslek ve sanatlar, çalgılar-oyunlar, tarım, din,
renkler, sayılar, Kâinat, Dünya, madenler, bitkiler, hayvanlar ve hayat (Özön, 1956:
315-340).
Ömer Asım Aksoy (2018), “Atasözleri Sözlüğü” adlı eserinde atasözlerini
konularına göre şu şekilde tasnif etmiştir:
1. Sosyal olayların nasıl oluştuklarını belirten atasözleri
2. Doğa olaylarının nasıl oluştuğunu belirten atasözleri
3. Toplumsal olayların nasıl oluştuğunu hatırlatan atasözleri
4. Ahlak dersi ve öğüt veren atasözleri

28
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

5. Gerçekleri, felsefi düşünceleri, erdemleri bildiren atasözleri


6. Töre, gelenek ve inanışları bildiren atasözleri.
“Günümüzde hala kullanılan birçok atasözü, aslında gözden düşmüş geleneklere
ve inanışlara dayanır.” (AB, 1993: 254).
Türk Ansiklopedisi’nde atasözlerinin başlıca üç gruba ayrıldığı vurgulanır:
1. Bir öğüt veren, bir davranış yolu gösteren, hayat tecrübelerinin sonuçlarını,
tabiat olaylarından elde edilen bilgileri tespit edenler.
2. Basit, temsilli sözler.
3. Küçük bir fıkraya benzeyen temsilli sözler. (TA, 1964: 87).
Pertev Naili Boratav, atasözlerini ikiye ayırır. İlk grubu da kendi içinde ikiye
ayırır:
1. Asıl atasözleri
a) Bir yargıyı ya da bir gözlemi kapsayan atasözleri
b) Fıkra edası taşıyan atasözleri
2. Atalar sözü değerinde deyimler (Boratav, 1969: 130-131).
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nde (1977), Türkiye Türkçesinde çokça
kullanılan atasözleri konularına göre kümelendirilmiştir:
1. Açlık
2. Aile
a) Ana-baba
b) Çocuk
c) Kardeş
d) Gelin-kaynana
3. Bilgi
4. Birlik
5. Çalışma
6. Doğruluk
7. Dost-düşman
8. Dünya
9. Eğitim (terbiye)
10. Gençlik-ihtiyarlık
11. Gönül
12. Görgü
a) Davet
b) Komşuluk
c) Misafirlik
13. Güzel-güzellik
14. Hastalık-sağlık
15. Hayvanlar
a) Arı
b) Aslan
c) At
ç) Ayı
d) Balık
e) Deve
f) Eşek
g) İt
ğ) Karınca
h) Keçi
ı) Kedi
i) Koyun
j) Kurt
k) Tilki
16. İktisat
a) Akça-para
b) Borç
c) Ortaklık
29
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

ç) Ödünç (veresiye)
d) Tutum (Tasarruf)
17. İnsan-İnsanlık, adam-adamlık
18. İş
19. İyi-iyilik
20. Sabır
21. Yiğit
22. Zenginlik-fakirlik
Aydın Oy (1972), “Tarih Boyunca Türk Atasözleri” kitabında atasözlerini ele
alınan konu ve tema bakımından çeşitli bölümler halinde incelemiştir. Bu bölümleri
şöyle sıralayabiliriz:
1. Toplum hayatı
2. Türklük
3. Sosyal yaşantı ve sosyal değerler
4. Din
5. Tasavvuf
6. Sağlık ve ölüm
7. Ekonomi
8. Doğa ve evren
9. Hayvanlar
10. At
11. Tarım ve hayvancılık
12. İklim ve halk takvimi
Tema-konu ile alakalı bir başka çalışma ise Hasan Çekli ve Mehmet Dobada’ya
ait “Ataların Dilinden” adlı kitaptır. Bu eserde atasözleri; terbiye, ahlak, namus, huy,
utanma, nefis-benlik, insan ve adamlık, soy, akran, haddini bilmek, asillik, ağırlık,
doğruluk, düşünce, nefse hakimiyet, dil, sır saklamak, sabır ve tahammül, cesaret,
kuvvet, tedbir, ihtisas, tecrübe, ehliyet, yiğitlik, mertlik, muhit, arkadaş, komşu, dost,
tanışma, ziraat, para, kadın, koca, evlat, sıhhat, sağlık, gençlik, çalışma ve cemiyet gibi
konulara ayrılmıştır (Çekli ve Dobada, 1945).
Bir diğer çalışma olan “Sınıflandırılmış Türk Atasözleri” kitabında ise Metin
Yurtbaşı, atasözlerini konularına göre 172 gruba ayırmıştır. Yurtbaşı’nın tasnifi şu
başlıklardan ibarettir:
Acelecilik, acı çekme, açgözlülük, açlık, adalet, akıllılık, akılsızlık, akraba,
alçakgönüllülük, aldatma, alın yazısı, alışkanlık, Allah, ana-baba, arkadaş, aşağılama,
aşk, atasözü, ayartma, azim, azla yetinme, bağışlama, bağlılık, barış, başarı, başlangıç,
beceri, beklenti, bela, bencillik, benzerlik, bilgi, bilgisizlik, boyun eğme, bozma,
büyüklük, cimrilik, cömertlik, çalışkanlık, çare, çekememezlik, çocuk, dayanıklık,
dedikodu, değer, değişim, deneme, deneyim, din, dost, dünya, dürüstlük, düşman,
düşünce, eğitim, eleştiri, erken davranma, erteleme, eşitlik, ev, evlilik, farklılık, felaket,
fırsat, geç kalma, gerçek, gezi, giyim-kuşam, gizlilik, gönül, görgü, görünüş, görüş,
gurur, güç, güçsüzlük, güven, güvenlik, güzellik, haber, harcama, hayat, hırs, hizmetçi,
huy, içki, iftira, ikiyüzlülük, iklim, isteme, iş, iyilik, iyimserlik, kadın, kararlılık, kavga,
kazanç, keder, kendini beğenme, komşu, konuşma, korku, kötülük, kumar, kurnazlık,
kusur, layık olma, merak, meslekler, minnettarlık, misafir, mutluluk, nankörlük, nefret,
oburluk, olasılık, öç, ödeme, ödünç alma, ödünç verme, öfke, öğüt, ölçülülük, ölüm,
örnek, özgürlük, özveri, pişmanlık, sabır, sağlık, sahip olma, seçim, senlibenlilik,
sevecenlik, sıkıntı, son, sorumluluk, söz verme, suç, suskunluk, şeref, şeytan, talih,
tarım, tedbir, tehlike, tembellik, temizlik, terbiye, ticaret, tutku, tutumluluk, ufak şeyler,
umut, utanç, uyku, uyum, ün, üzüntü, vicdan, yalnızlık, yardım, yaş, yazı, yeme, yetki,
yokluk, yoksulluk, yüreklilik, zaman, zenginlik, zulüm (Yurtbaşı, 1994).

1.2.3. Beddua/Kargış
Güçsüz insanlar, gücünün yetmediği yerlerde kötülük yapanlara kendi başlarına
gelen şeyin daha kötüsünün gelmesini isterler. Ellerinden bir şey gelmeyen durumlarda
belki de yüreğindeki acıyı hafifletmek için dil yoluyla kötü söz telkin etmeyi seçerler.
30
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Kargışlarda dilin tabii akışı içinde oluşmuş kalıplar söz konusudur. Bu kalıplar
bazen derin bir düşüncenin, eski ve yeni inanç sisteminin izlerini taşır. (TDEA, 1982:
196).
Dinimizde beddua okumak hoş karşılanmaz. Fakat Kuran-ı Kerim’de bazı
surelerde beddua edilmektedir. “Ebu Leheb’in iki eli kurusun.” (Yazır, 2006: 446).
İslam Peygamberi de beddua ile ilgili bir hadisinde şöyle demiştir: “Mazlumun
bedduasını almaktan kork, zira Allah’la bu beddua arasında perde mevcut değildir.”
(Hadisler, 23.12.2018, sufizmveinsan.com).
Toplumumuzda beddua edilen kişinin iflah olmayacağı inancı hakimdir.
Özellikle ana-babaların evlatlarına söylediği kargışların muhakkak gerçekleşeceğine
inanılır.
Edebiyatımızda beddualar genellikle dualarla birlikte ele alınmıştır. Çünkü her
ikisinin de özellikleri, ifade ettikleri anlam dışında hemen hemen aynıdır.
Dua ve beddualarda karşıdaki kişiye hitap edildiği için derlediğimiz dua ve
beddualarda 2. tekil şahsı örnek alarak düzenleme yaptık ama kullanıma göre 3. tekil
şahsa göre de edilen dua/beddualar vardır.
Özellikle ağıtlardan derlediğimiz bedduaları belirli cümle yapısına dönüştürmek
için düzenlemeler yaptık.

1.2.3.1. Terim

Beddua terimi, Arapça dua kelimesinin önüne Farsça “kötü” anlamına gelen
“bed” kelimesinin gelmesiyle oluşmuştur. Bedduaya karşılık olarak aynı zamanda
“kargış, ilenç, lanet, kötü dua” terimleri de kullanılır.
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat’te beddua, “inkisar, ilenç” olarak
açıklanmıştır (Devellioğlu, 2010: 86).
Beddualara halk dilinde “kargış”, beddua eden kişiye ise “kargışçı” denir (Bulut,
2012: 30).
Kargış teriminin anlamı ise şöyledir:
“1. Beddua, ilenç, lanet. 2. Kargış etmek, vermek, kargımak, kargışlamak.”
(BLSA, 1986: 6425).
“Beddua, ilenç, lanetleme, küfretme.” (TDEA, 1982: 196).

1.2.3.2. Tanım

Aşağıda beddua/kargışlarla ilgili çeşitli tanımlar verilmiştir:


-Sözlü halk edebiyatında kalıplaşmış beddualara verilen ad (BLSA, 1986: 6425).
-Kötü dilek (Akalın, 1990: 50).
-Türk geleneklerinde, bir kişinin Tanrı’nın ya da insanların sevgi ve ilgisinden
yoksun kalmasını, kötülüğe uğramasını dilemek amacıyla söylenen kalıplaşmış söz
(AB, 1994a: 182).
-Beddualar, çaresiz olan, acı çeken, kötülüğe maruz kalan bir insanın
rahatlamak, teskin olmak gayesiyle söylediği, kötü düşünce ve dilekleri kapsayan, söze
orijinallik veren, ifadeyi güçlendiren kalıplaşmış sözlerdir (Kaya, 2001: 22).
-Beddua, duanın aksi ve zıddı olan lanet, inkisar, bela ve gazap ifade eden menfi
sözlerdir (Elçin, 2004: 662).
-Birinin kötü duruma düşmesini gönülden isteme, ilenme, ilenç, kargış (TS,
2005: 231).
-Beddualar, bir kişinin başına kötü şeyler gelmesi için edilen dualardır (Erol,
2007: 87).
-1. İlenç, ilenme, birinin kötülüğü için edilen dua, lanet, intizar. 2. Bir kimsenin
veya bir toplumun Allah tarafından cezalandırılmasını isteme (DTS, 2009: 35).
-Kötülüğe maruz kalıp acı çeken insanın teskin olmak amacıyla Allah’tan
kötülük yapan kişinin cezasını görmesi dileğini içeren kalıplaşmış sözler (Erşahin,
2011b: 63).
-Lanet, ilenç olarak da tanımlanan beddualar bir kimseye, bir nesneye, bir
topluma yöneltilmiş kötü dilek/niyet ifade eden sözlerdir (Bulut, 2012: 30).
31
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

-Kötülüğe maruz kalıp acı çeken insanın, teskin olmak amacıyla Allah’tan
kötülük yapan kişinin cezasını görmesi dileğini içeren kalıplaşmış sözdür. (KA, 2017b:
132)
Kendi tanımımız ise şöyledir:
Beddualar, kişinin aciz kaldığı durumlarda söylediği lanet, intikam ve intizar
içerikli kalıp sözlerdir.

1.2.3.3. Özellikler

L. Sami Akalın, Türk Dilek Sözlerinden Alkışlar ve Kargışlar kitabında alkış ve


kargışların biçim ve anlam özellikleri hakkında bazı tespitler üzerinde durmuştur:
1. Anlatım biçimi:
a) Türkçede dilek sözleri genellikle düz anlatıma uyar.
b) Kimi dilekler ölçülü ve uyaklıdır.
c) Kimi dilekler başta ve sonda uyaklıdır.
d) Mani ve ninni biçiminde dilekler vardır.
2. İkilemeli dilekler
3. Üçlemeli dilekler
4. Dilek katarları
5. Kompozisyon yapısı
6. Sözcük dağarcığı
7. Tümce kuruluşu
8. Nesneler-kavramlar
9. Bölgesel ögeler
10. Anlam özellikleri:
a) Dileklerin çoğu kesin ve açık anlamlıdır.
b) Anlam karışıklığına uygun yapıda olan dilekler, “mugalata” tipinde olanlardır.
11. Etki gücü
12. Ulusal ve evrensel yönler (Akalın, 1990: 53-58).
Bedduaların özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Beddualar da atasözü ve deyimler gibi kalıplaşmış sözlerdir.
2. Toplumumuzda bedduaları en çok söyleyenler kadınlardır.
3. Bedduaların bazısı özel adını taşımakla birlikte deyim de olur:
Özüne ataşlar düşe.
Ağzından burnundan gele.
4. Bazı beddualar, atasözleri mahiyetinde de olabilir:
Allah az verip gezdirsin, çok verip azdırsın.
Allah kalbine göre versin.
5. Bedduaların bazısında anlatımı daha da güçlendirmek için “Allah” vurgusu
özellikle kullanılır:
Allah abdalın kestiğinden mahrum gedesin.
Ancak başında Allah vurgusu olan bedduaların yapısında lafzın söylenme
zorunluluğu varsa Allah lafzını koruduk. Anlatımı güçlendirmek için söylenenlerden ise
Allah kelimesini kaldırdık. Örneğin:
“Allah canını ala” bedduasında Allah kelimesi bedduanın yapısından
çıkarılamaz. “Allah seni yılanlar soka” bedduasında ise Allah ifadesi olmadan da
beddua edilir.
6. Halk genellikle önceden bilinen bedduaları kullanır:
Kabir azabı çekesin.
Ancak değişen şartlarla birlikte yeni bedduaların ortaya çıktığı da görülür:
Vurduğun yer et olsun, elin kolun küt olsun.
7. Beddualar genellikle ikinci ve üçüncü şahıslara edilir:
Acı haberlerin gele. (ikinci kişi)
Açılan gülleri solsun. (üçüncü kişi)
Ancak kişinin kendisine ettiği beddualar da vardır. Bedduanın temel özelliği
başkasına söylenmiş olmasıdır. Fakat bazı beddualar var ki kişi kendine beddua etmiştir.

32
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İnsanoğlu, hayat karşısında aciz kaldığı durumlarda, yanlış bir iş yaptığında,


söylenmemesi gereken bir şey söylediğinde kendisine lanet okumuştur.
Kişinin kendisine ettiği beddualara genellikle ağıtlarda rastlamaktayız:
Kırılasıca ellerim.
Çürüyesice dillerim.
8. Beddualar, genellikle kurallı cümle halindedir:
Bacana baykuş konsun.
Bağrına taş basasın.
9. Ölçülü-kafiyeli olan beddualar vardır:
Ekmeğin kuru, ayranın duru ola.
Horozun ötmeye, bacan tütmeye.
Çeşitli edebi türlerde beddualara sıkça yer verilmiştir. Özellikler ağıtlar birer
beddua kaynağıdır. “Beddualar, âşıkların şiirlerinde ve mani, türkü, ağıt, bilmece, ninni
ve halk hikâyelerinde kendilerine sık sık yer bulmuşlardır.” (Kaya, 2014: 164).

1.2.3.4. Tasnif

Bedduaları işlev, yapı, yaygınlık-kullanım durumu, oluşum, anlatım ve anlam


bakımından inceledik.

1.2.3.4.(1). İşlev

Bedduaların en temel vasfı, kişinin kendisini üzene ettiği lanet okumalardır.


Kargışçı, söylediği bedduanın gerçekleşmesinde rol oynamaz. O belki de sadece içini,
yüreğini teskin etmek için beddua okur.
Eski Türk topluluklarında yaşam tarzı olarak göçebe bir hayat benimsendiğinden
söylenilen kargışlar da doğa ve madde üzerinedir. Türkler, İslam’ı benimsedikten sonra
artık “Allah, peygamber, Kuran” gibi kavramlar üzerine kargış etmeye başlamışlardır.
Doğan Kaya, Çiğdem Erol ve Serdar Bulut beddualarla ilgili tasnifler yapmıştır.
Bu araştırmacıların tasniflerini işlev grubunda değerlendirmeyi uygun gördük.
Bu bağlamda Doğan Kaya, bedduaları söyleniş sebeplerine göre 6 gruba
ayırmıştır:
1. Aile ve toplum tarafından hoş karşılanmayan yüz kızartıcı hareket üzerine
söylenmiş beddualar,
2. Günlük olaylar üzerine kişilerin (ana-baba-çocuk-komşu-arkadaş) birbirlerine
söylediği beddualar,
3. Haksızlık, baskı ve zulüm karşısında söylenen beddualar,
4. Milli hislenişlerle söylenen beddualar,
5. Aşkın karşılıksız kalması üzerine sevgiliye söylenen beddualar,
6. Gurbet acısıyla söylenen beddualar (Kaya, 2001: 23-34)
Doğan Kaya, söyleniş hedeflerine göre de bedduaları 6 gruba ayırmıştır:
1. İnsan için söylenen beddualar
2. Beldeler için söylenen beddualar
3. Yapılar için söylenen beddualar
4. Hayvanlara söylenen beddualar
5. Tabiat parçaları (ağaç, dağ, ırmak vb.) için söylenen beddualar
6. Gurbete söylenen beddualar
Serdar Bulut (2012), bedduaları kullanım alanlarına göre 56 gruba ayırmıştır:
1. Kişinin adının yok olması üzerine beddualar
2. Ölmek üzerine beddualar
3. Mutlu, huzurlu günler görmemek üzerine beddualar
4. Ahlaksızlık yapana beddualar
5. Kişinin çocuklarının olmaması üzerine beddualar
6. Kişinin soyunun kesilmesi üzerine beddualar
7. Hastalığı ve sakatlığı dileyen beddualar
8. Kimsesiz kalmak üzerine beddualar
9. Evsiz barksız kalmak ve yuvanın dağılması üzerine beddualar
33
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

10. Bela ve cezayı dileyen beddualar


11. Doğal afetlere uğramak üzerine beddualar
12. Nazara uğramak üzerine beddualar
13. Göz üzerine beddualar
14. Dert bulup derman bulamamayı dileyen beddualar
15. Evlilik üzerine beddualar
16. Başkalarına muhtaç olmak üzerine beddualar
17. Anne ve babası için yapılan beddualar
18. Çok uyuyana edilen beddualar
19. Kulakları duymayan kişiye edilen beddualar
20. Ahirette kötülük dileyen beddualar
21. Yüzü görülmek istenmeyen insanların yok olması üzerine beddualar
22. İş üzerine beddualar
23. Kötü talih (baht karalığı) dileyen beddualar
24. Din ile ilgili beddualar
25. Esprili beddualar
26. İstenip de verilmeyen şeyler için edilen beddualar
27. İftiraya uğramak üzerine beddualar
28. Ettiğini bulmak üzerine beddualar
29. Soy ve sop üzerine edilen beddualar
30. İnsanların hayvanlardan zarar görmesi üzerine beddualar
31. Kişinin dert keder sahibi olması üzerine beddualar
32. Okula giden çocuğa edilen beddualar
33. Kötülük yapanın yaptığını çocuklarından bulması üzerine beddualar
34. Silahla vurulmak, ölmek üzerine beddualar
35. Mal mülk ve para ile ilgili beddualar
36. Özel günlere yakın söylenen beddualar
37. Rezil, rüsva olmak, küçük düşmek üzerine beddualar
38. Allah’a havale etmek ve allah’ın gazabına uğramak üzerine beddualarü
39. Ölünce arkasında dua okuyacak kimsesi kalmaması üzerine beddualar
40. Kahrolmayı dileyen beddualar
41. Kudurmuş kimselerin kendi kendine zarar vermesini dileyen beddualar
42. Kişinin sürekli acı çekmesini dileyen beddualar
43. Kişinin ölüsünü kaldıracak kimsesi kalmaması üzerine beddualar
44. Kötü duruma düşen kişinin kendisini bu duruma düşürene aynı duruma
düşmesi için ettiği beddualar
45. Kişinin iki yakasının biraraya gelmemesi ve işlerinin yolunda gitmemesi
üzerine edilen beddualar
46. Nasip, kısmet, murada erememek üzerine beddualar
47. Yemek, içmek üzerine beddualar
48. Haram etmek üzerine beddualar
49. İki yüzlü insanlara edilen beddualar
50. Herhangi bir organıyla zarar veren kişilerin organları için edilen beddualar
51. Her şeyden mahrum kalmak üzere söylenen beddualar
52. Felek için edilen beddualar
53. Ölünce kişinin ölüsünün bulunmamasını ve toprağa girememesini isteyen
beddualar
54. Kişinin herhangi bir hayvan olmasını isteyen beddualar
55. Hasret çekmek, kavuşamamak üzerine beddualar
56. Dua gibi söylenen beddualar
Çiğdem Erol (2007), çalışmasında bedduaları ele alınan konu ve kullanıldıkları
konular bakımından 42 gruba ayırmıştır:
1. Aklı Olup da Akılsızlık Yapana
2. İş Üzerine Beddualar
3. Nankör Kişiler İçin
4. Kötü Talih
5. Istırap Çekme
34
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

6. Konuşmaları Sebebiyle Kendisine Kızılan Kişiye


7. Rezil Rüsva Olmak, Küçük Düşmek İle İlgili Olanlar
8. Ahiret Yaşamı Üzerine
9. Mal Mülk ve Para İle İlgili Olanlar
10. Hayvanlar Tarafından Zarara Uğramak Üzerine
11. Başkalarına Güvenerek Kötülük Edene
12. Kurşunla Vurulmak Üzerine Beddualar
13. Huzursuzluk ve Mutsuzluk Dileyen Beddualar
14. Bayrama Yakın Söylenen Beddualar
15. İsteklerine Ulaşamamakla İlgili Beddualar
16. Çeşitli Belalara Uğramakla İlgili Olanlar
17. Okula Giden Kişiye
18. Din İle İlgili Olanlar
19. Yok Olmak
20. Tersine Beddualar
21. Duymayan Kişiler İçin Beddualar
22. Ahlaksızlık Yapana
23. Başkalarına Muhtaç Olmak Üzerine
24. Anne-Baba İle İlgili Olanlar
25. Çocuklar Üzerine Beddualar
26. Gitmesi İstenmediği Halde Giden Kişiler İçin
27. Çok Uyuyana Edilen Beddualar
28. Göz Üzerine Beddualar
29. Ettiğini Çekmek Üzerine Beddualar
30. Ölümü Dileyen Beddualar
31. El İle İşlenen Suç veya Kabahatlerde
32. Etrafı Kirletenlere
33. İftiraya Uğramakla İlgili Olanlar
34. Kişinin Dert Sahibi Olmasını Dileyen Beddualar
35. Evlilik Üzerine Beddualar
36. Nazara Uğramak Üzerine Beddualar
37. Yüzü Görülmek İstenmeyen Kişiye
38. Hastalık Dileme
39. Evsiz Barksız ve Yalnız Kalmak İle İlgili Olanlar
40. Yemek Üzerine Beddualar
41. İstenip de Verilmeyen Şeyler Karşısında Edilen Beddualar
42. Bir Kişinin Kötülük Etmeye Fırsat Bulamaması İçin Beddualar
Bedduaların işlevlerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme
Ölmüş karga gözünü oysun.
Susuz göllerde boğulasın.
2. Protesto
Hakkım haram olsun.
Sana ettiğim iyilikler, gözüne dizine dursun.
3. Dini İnançları Yansıtma
Kem gözler ciğerini dele.
İman tellalı olasın, iman diye gezesin.
4. Küfür-Beddua Bildirme
Evi yıkılasıca.
Ağzından burnundan gele.
5. Durum Bildirme
Sabaha çıkmayasın.
Ağzı al kanlar içinde kalasıca.
6. Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Ekmeğin kuru, ayranın duru ola.
Erim erim eriyesin.

35
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

1.2.3.4.(2). Yapı

Bedduaları, yapısal olarak tek kelimeden oluşan, sözcük öbeği biçiminde olan ve
cümle biçiminde olan beddualar olarak inceleyebiliriz.
1. Tek Kelimeden Oluşan Beddualar
Tek kelimeden oluşan beddualar genellikle “esice” ekiyle oluşur:
Büyümeyesice, geberesice, türemiyesice.
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Beddualar
İsim tamlaması şeklinde beddua vardır: Öllüyün körü
İkileme şeklinde olan beddua vardır: Dert dert
3. Cümle Biçiminde Olan Beddualar
Beddualar genellikle cümle biçimindedir:
Adın bebeklere vurula.
Ağlamaktan gülmeye zaman bulamayasın.
Bazı beddualar devrik yapıdadır. Bu durum genellikle ağıtlarda karşımıza
çıkmaktadır.
Şeytan görsün yüzünü.
Kör ola kambur felek.
Bazı beddualar eksiltili yapıdadır:
Köküne kibrit suyu
Burnunun b..una bereket
Cümle içerisinde ikilemelerle oluşmuş beddualar vardır:
Sürüm sürüm sürünesice.
Ulum ulum ulasın.
Bazı beddualar iki yargılıdır:
Evine ateş düşe, yeşil yeşil dumanın tüte.
Ölücüklerin gelsin de diriciklerin gelmesin inşallah.

1.2.3.4.(3). Yaygınlık-Kullanım Durumu

1. Genel/Ulusal Beddualar
Beddualar, umumiyetle genel dilde olan ve tüm bölgelerde söylenen kalıp
sözlerdir. Aşağıda verilen beddualar, yurdun her yerinde bilinen ve söylenen sözlerdir.
Ayağı kırılasıca.
Allah’tan bulasın.
2. Mahalli/Yöresel Beddualar
Yöresel beddualar, umumiyetle genel dilde konuşulan beddualara yerel ağızlarda
konuşulan kelimelerin eklenmesiyle oluşur. Bununla beraber sadece konuşulduğu
bölgeye has olan beddualar da vardır:
Mürt olasıca. (Balıkesir)
Çotu çıkasıca. (Antalya)

1.2.3.4.(4). Oluşum

Bedduaların hikâyesi ile ilgili yapılmış herhangi bir çalışmaya rastlamadık,


dolayısıyla biz de bedduaları hikâye bakımından incelemeyeceğiz. Sadece ortam
bakımından inceleyeceğiz.

1.2.3.4.(4).(a). Ortam Bakımından

1. Genel Halk Ortamında Konuşulan Beddualar


Burada kastedilen genelde annelerin çocuklarına sitemle söylediği beddualardır:
Acıdan geberesin.
Adın bata.
Ağzın kapansın.
2. Özel Ortamlarda Oluşan (Argo) Beddualar

36
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Genellikle toplum içerisinde söylenmeyen, ağır anlam taşıyan ve argo ifadelerle


kurulan beddualardır:
Ölüsü ötürsün.
Sidikliği kapanasıca.

1.2.3.4.(5). Anlatım

Bedduaları anlatım itibarıyla mensur-manzum ve vurgusuz-vurgulu oluşları


bakımından iki şekilde inceleyeceğiz.

1.2.3.4.(5).(a). Mensur-Manzum Oluşu Bakımından

1. Mensur Beddualar
Bedduaların ekserisi mensur biçimindedir:
Ağzından burnundan kan gelsin.
Ev bark sahibi olmayasın.
2. Manzum Beddualar
Ölçülü- kafiyeli beddualar bulunmaktadır:
Yazın ayran, kışın yorgan bulamayasın.
Kara yer yerin olsun, cehennem dibin olsun.
Kimi çocuk oyunlarında veya tekerlemelerinde beddualara rastlanır:
Arkam kala, önüm kala, bana bakan öksüz kala.
Antep’in üstü kala, oynamayanı Allah ala.

1.2.3.4.(5).(b). Vurgusuz-Vurgulu Oluşu Bakımından

1. Vurgusuz Beddualar
Herhangi bir vurguyla söylenmemiş beddualardır:
Umduğunu bulamayasın.
Nefesin kısıla.
2. Vurgulu Beddualar
Beddualar, kendine has anlatımıyla kültürümüzde vücut bulmuştur. Söylenilen
bedduanın tutacağı korkusu hep göz önünde bulundurulmuş ve insan sürekli tedirgin
olmuştur.
Bedduanın etkisi bazen daha da artırılmış, işin içine bir de tasdik manasında
vurgu girmiştir. Bedduaların birçoğunun başına “Allah” lafzı eklenmiş, böylece anlatım
ve gerçekleşmesi istenilen kötü son daha ilahi bir boyut kazanmıştır. Söz gelimi, anne
kızına o kadar kızmıştır ki evlenmemesi için şu bedduayı daha da içten ve ilahi vurguyla
söylemiştir:
Allah abdalın kestiğinden mahrum gidesin!
Söylenilen bedduaların bazısında ise “e mi” vurgusu göze çarpmaktadır.
Karşıdakinin perişan olmasını tez elden isteyen kişi, biraz da söylediği bedduanın
gerçekleşme olasılığını artırmak için şöyle beddua eder:
Dilini eşek arısı soka e mi!
İlahi boyut kazandırılan bazı beddualar ise “inşallah” vurgusuyla söylenir.
Böylece kişi, kendi söylediği bedduanın gerçekleşmesini şu şekilde ister:
Ocağın başına yıkılır inşallah!
Bir diğer vurgu ise “hay” ifadesiyle yapılır. Bedduaların başına getirilerek
anlamı daha da dikkat çekici hale getirir:
Hay Allah belanı versin!
Ağıtlardan derlediğimiz bazı bedduaların başında “ilaha, ilaham” vurguları göze
çarpmaktadır:
İlaham kolları kırılsın!
İlaha gözlerin kör ola!
Kargışçı bazı bedduaları soru şeklinde ifade ederek söylediği bedduanın
gerçekleşmesini temenni eder:
Öldüğünü görür müyüm ola?
37
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Şu üç bedduada ise “vay, yürü” vurguları dikkat çekmektedir:


Vay ocağı geçesice!
Yürü ciğeri dökülsün!
Yürü Allah’ından bulasın!

1.2.3.4.(6). Anlam

Bedduaları anlam itibarıyla düz-ters olmak üzere inceleyeceğiz.

1.2.3.4.(6).(a). Düz-Ters Oluşu Bakımından

1. Düz Anlamlı Beddualar


Dermansız dertlere düşesin.
Ulum ulum uluyasın.
2. Ters Anlamlı Beddualar
Ters anlamlı beddualar, söylenen söz ile iletilen mesajın farklı olduğu
beddualardır.
Ters beddualar ya da tersine beddualar, şaka yollu ve esprili sözlerdir. Bu sözler,
“beddua görünümünde olan, ancak beddua olmayan söz kalıpları” olarak karşımıza
çıkmaktadır (Kaya, 2001: 31). “Ters beddualar, dostluğu pekiştirici ve şaka yollu
söylenmiş sözlerdir.” (Kaya, 2014: 164).
Akalın, bu sözleri “anlam karışıklığına uygun yapıda olan dilekler, ‘mugalata’
tipinde olanlardır” sözüyle ifade eder (Akalın, 1990: 57).
“Bazı kargışlarda anlam hafifletilmesi ile kargış bir dileğe dönüştürülmüştür.
Mesela Kör olmayasıca da fiil olumsuz halde kullanılmış ve kargış dilek halini almıştır.
Bu kargışlar daha çok sevilen kişilere karşı kullanılmaktadır.” (TDEA, 1982: 196).
Ölmüş karga gözünü oysun.
Susuz göllerde boğulasın.

1.2.3.4.(7). Tema-Konu

Bedduaların içeriği ile ilgili araştırma yapan Doğan Kaya, “halkın nelere, hangi
nesne ve kavramlara beddua ettiği” konusunda Türk Halk Edebiyatı Kavramları ve
Terimleri Sözlüğü’nde şu tespitlerde bulunur:
1. İnsan için söylenen beddualar
a) İnsan bedeni (el, kol, karın, göz, ağız, diş, ayak, ciğer...) ve hastalıkla ilgili
beddualar.
b) Akraba ve tanıdıklar ile ilgili beddualar.
c) Eşya, mal, mülk (ev, bağ, bahçe…) için söylenen beddualar.
d) Hayatla ilgili (mutluluk, murat, nasipsizlik, namus, çile, yeme-içme,
yoksulluk, zulüm…) beddualar.
e) Evlilik ve zürriyetle ilgili (evlatsızlık, kısırlık) beddualar.
f) Kaza, bela, felaket ile ilgili beddualar.
g) Ölümle ilgili (ecel, kefen, cenaze, teneşir) beddualar.
h) Ahiret ve inançla ilgili (cennet, cehennem, günah, şeytan, zebani, kabir…)
beddualar.
ı) Ad-san ile ilgili beddualar.
i) Geleneklerle ilgili beddualar.
2. Beldeler için söylenen beddualar.
3. Yapılar için söylenen beddualar.
4. Hayvanlara söylenen beddualar.
5. Tabiat parçaları (ağaç, dağ, ırmak…) için söylenen beddualar.
6. Feleğe söylenen beddualar.
7. Gurbete söylenen beddualar (Kaya, 2014: 162-164).

38
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

1.2.4. Dua/Alkış

Toplumuzda İslam dininin de etkisiyle hoşa giden, sevinilen, şükran bildiren


durumlarda karşıdaki kişiye minnet duygularını ifade etmek için söylenen sözlerdir.
İnsanlar dua ederken sözün yanında çeşitli ritüellerde bulunur. “Dua
uygulamasında takınılan davranışlar, ayakta dikilmek, el açmak, el kavuşturmak, elleri
çapraz tutmak, elleri kucakta tutmak, gözleri kapatmak, çözelmek, diz çökmek, yere
kapanmak, secde etmek... biçimleriyle özetlenebilir.” (Akalın, 1990: 30-31).
Dua edilirken sözlerin yanı sıra birtakım bedeni hareketlere de başvurulur. Bu,
genellikle diz çöküp elleri göğe açmak şeklindedir. Kim zaman gözler kapatılır, vücut
hafifçe ileri geri veya sola sağa hareket ettirilir. Elleri ve çeneyi yukarı kaldırmak,
gözlerle göğün derinliklerine bakarak dua etmek, sanırız Gök Tanrı inancının bakiyesi
olarak yaşatılan bir davranış biçimidir (Kaya, 2001: 5).
Klasik edebiyatın büyük kaside ustalarından Nef’i, Sultan IV. Murat’a yazdığı
kasidenin son beyitlerinden birinde dua ederken ne yapılması gerektiğini izah eder:

“Kaldır elin eyle dua buldu kasiden intiha


Şimdi dua etmek sana hem müstehabdır hem ehem.”

(Elini kaldır, dua et, kasiden sona erdi. Şimdi dua etmek senin için hem sevaplı
hem mühimdir.)
İslam dininde dua etmek, Kuran-ı Kerim’de ilgili ayetlerle ve Hz. Muhammed’in
(S.A.V.) hadisleriyle teşvik edilmiştir.
Bakara Suresi, 186. Ayette şöyle denilmektedir:
“Şayet kullarım, sana Ben’den sordularsa gerçekten Ben çok yakınımdır. Bana
dua edince duacının duasını kabul ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar
ve bana hakkıyla iman etsinler ki doğru yola gidebilsinler.” (Yazır, 2006: 28).
Furkan Suresi 177. Ayette ise:
“De ki: ‘Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz
gerçekten yalanladınız; artık bunun azabı da kaçınılmaz olacaktır.’” denilerek duanın
ehemmiyetine ve önemine ilahi vurgu yapılmaktadır (Yazır, 2006: 264).
İslam kültür dairesinde eserler veren sanatçılar eserlerine genellikle dua
mahiyetindeki sözlerle başlarlar:

“Bayat atı birle sözüg başladım


Törütgen, igidgen, keçürgen idim.”

(Yaratan, yetiştiren ve göçüren rabbim olan Allah’ın adıyla söze başladım.)


Yusuf Has HACİP-Kutadgu Bilig

“Allah adın zikredelim evvela


Vacib oldur cümle işde her kula.”

(Evvela Allah’ın adını analım, söyleyelim. Herhangi bir işe başlamadan evvel
her kulun Allah’ın adını anması vaciptir.)
Süleyman ÇELEBİ-Mevlid

Osmanlı padişahları cuma selamlığına çıkarken, bir yere giderken,


bayramlaşırken, cülus törenlerindeyken toplu dualar edilmiştir.
“Türklerde belli bir usul ve kuralla hükümdara karşı yapılan duaya alkış da
denilirdi.” (TA, 1966a: 109).
“Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var.”
“Devletinle bin yaşa padişahım.”
“Uğurun açık olsun, ikbâlin füzûn.”

39
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

1.2.4.1. Terim

Alkış ve kargışlarla ilgili başvuru kitabı olan “Türk Dilek Sözlerinden Alkışlar
ve Kargışlar” kitabında L. Sami Akalın, “alkış ve dua” ile alakalı terimlerden bahseder
(Akalın, 1990: 19-24).
Alkış, “Dua, medih, övgü.” (TDEA, 1977: 118); “‘Dua ve sena’ anlamında
Türkçe bir kelime.” (TA, 1966a: 109).
Arapça bir kelime olan dua, sözlükte, “1. Allah’a yalvarma, niyaz. 2. Birini
çağırma, bir yere gönderme” anlamlarına gelmektedir (Devellioğlu, 2010: 215).
Bir konuda Allah’a sunulacak talep ve dilekleri ifade eden “dua” kelimesi
“çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” manasındaki “da’vet” ve “da’vâ”
kelimeleri gibi mastardır ve “küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve
niyaz” anlamında bir isimdir (Cilacı, 1992: 529).
Dualar, Dede Korkut Kitabı’nda “yöm vermek” sözü ile başlar. Dede Korkut,
“yöm vireyim hanım” sözüyle dua eder:
“Yöm vireyim hanum: Karlu kara tağlarun yıkılmasun, kölgelüçe kaba ağacun
kesilmesün, kamın akan görklü suyun kurımasun […]” (Ergin, 2009: 115).
Dualar, önceleri “alkış” olarak da adlandırılmıştır. Dualara, “Eski Türkçemizde
‘alkış: öğme’ denilirdi.” (Elçin, 2004: 662).
Dinimizde Allah’a niyazda bulunmak için dua ederiz. Dini boyutta yapılan
dualar bir tarafa bırakılacak olursa biz, halk arasında iyi dilek ve temenniler için
söylenen sözler üzerinde duracağız.
Bazı dualar, halk hurafelerinden ve eski Türk inançlarından teşekkül etmiştir.
Halk kültüründe koca karı tedavilerine “urasa”, urasalarda Türkçe olarak okunan
temenni ve duaların ismine “sanaka” denir (Yalman, 1977: 490). Sanakalar da halk
kültüründe söylenilen dualar olduğu için bu türden sözleri de çalışmamıza ekledik.

1.2.4.2. Tanım

Çeşitli kaynaklarda duaların tanımı aşağıda verilmiştir:


-Cenab-ı Hakka yalvarma, niyaz etme, ellerini kaldırıp dua etme (Sami, 1317:
610).
-Aslında çağırmak manasında olup Kuran’da ibada, istiğasa (yardım istemek) ve
talab manalarına gelmektedir. Dua, ıstılah olarak bir şeyin yapılması veyahut
yapılmamasını, Allah’ı medih ve sena yollu ve kulun zillet ve ihtiyacını ifade eden bir
dil ile istemekten ibarettir (İA, 1963: 650).
-İyi dilek bildiren söz (Akalın, 1990: 28).
-İnsanın kendisi ile içinde yaşadığı cemiyetin maddi refah ve manevi saadetinde
yardım ve merhametini istemek üzere tanrıya yaptığı bir hitap, bir sesleniştir (Elçin,
2004: 662).
-1. Yakarış. 2. Tanrıya yalvarma, yakarış için söylenen dini metin (TS, 2005:
573).

-1. Çağırma, seslenme. 2. Yalvarma, yakarma. 3. İbadet. 4. Dileme, yardım


isteğinde bulunma. 5. İbadet ve yakarma amacıyla okunan dini metin. 6.
İnsanın Allah’ın yüceliği ve büyüklüğü karşısında kendi zayıflığını kavrayıp
ona yalvarması, şükretmesi, onu övmesi ve Allah’la her an beraber
olduğunun bir göstergesi olarak onunla iletişim kurma eylemi (DTS, 2009:
61-62).

-İbadet veya yakarma amacıyla okunan, dini içerikli cümle, metin (Erşahin,
2011b: 118).
-Bir toplumun maddi-manevi kültürünü, değer yargılarını, inançlarını yansıtan,
kısa ve derin anlamlı kalıplaşmış sözlerdir (Bulut, 2012: 18).
-İyiliği istemek amacıyla bir şeyin olmasını veya olmamasını dileyerek Tanrı’ya
yalvarıp yakarma (Ersoylu, 2012: 9).
40
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

-İyi dilekleri ihtiva eden kalıplaşmış söz (Kaya, 2014: 282).


Bizim tanımımız ise şöyledir:
Dualar, hitap edilen kimseye iyi dilek ve temennilerde bulunmak için sözlenen
sözlerdir.

1.2.4.3. Özellikler

Kaynaklarda dua ve bedduaların özellikleri umumiyetle birlikte ele alınır, zira


ikisinin özellikleri de hemen hemen aynıdır.
Doğan Kaya, “Türk Halk Edebiyatı Kavramları ve Terimleri Sözlüğü”nde
duaların biçim ve anlam özellikleri hususunda şunları belirtir:
1. Dualar, hemen her şahıs için söylenebilir ve genellikle başa Allah, Ya Rabbi,
Ya Rabb’im gibi nidalar getirilir.
2. Bir iyiliğe karşılık olmaksızın söylenen dualar vardır.
3. Dualar, kısa ve yalın ifadelerdir ve genellikle kurallı cümle halindedirler.
4. Bazıları ölçülü ve kafiyelidir.
5. İkileme, üçleme ve dörtleme biçiminde söylenebilir.
6. Bazı dualar, teşbih ve tezat gibi söz sanatlarıyla yapılır.
7. Dualar, katar şeklinde sıralanabilir.
8. Asıl gayesi insanların iyilikleri için söylenmek olan dualar, ana hatlarıyla
hayat ve ahretle ilgili olmak üzere iki kısma ayrılır (Kaya, 2014: 287-290).
Duaların özellikleriyle ilgili biz ise şunları söyleyebiliriz:
1. Dualar, kalıplaşmış sözlerdir:
Acı yüzü görmeyesin.
Allah bir yastıkta kocatsın.
2. Duaların bazısı özel adını taşımakla birlikte deyim de olur:
Eline ayağına sağlık.
Allah iyiliğini versin.
4. Bazı dualar, atasözleri mahiyetinde de olabilir:
Allah darda kalanın yardımcısıdır.
5. Duaların bazısında anlatımı daha da güçlendirmek için “Allah” vurgusu
özellikle kullanılır:
Allah çocuk hasreti çekmeyesin.
Allah evlerin barkların ola.
6. Dualar genellikle ikinci ve üçüncü şahıslara edilir:
Dal budak salasın. (ikinci kişi)
İmanı kamil ola. (üçüncü kişi)
Ancak kişinin kendisine ettiği dualar da vardır. İnsanlar, duayı Allah’a eder. Bir
şey isterken Allah’tan niyaz eder. Duanın temel amacı budur. Ayrıca insanlar
birbirlerine de dua eder. Fakat bazı dualar insanın kendisine ettiği dualardır. Bu tip
dualarda kişi, kendini duanın merkezine koyar. Mevcut durumundan kurtulmak ve daha
iyi bir duruma kavuşmak için şu örneklerde olduğu gibi yaratıcıya niyazda bulunur.
Kadir Mevla’m bana acı.
Allah ahiret muradımı versin.
7. Dualar, genellikle kurallı cümle halindedir:
Kara gün görmeyesin.
Getiren de gönderen de sağ olsun.
8. Ölçülü-kafiyeli olan dualar vardır:
Allah ne ettirsin ne buldursun.
Allah yatanı utandırmasın, bakanı usandırmasın.

1.2.4.4. Tasnif

Duaları işlev, yapı, yaygınlık-kullanım durumu, anlatım ve anlam itibarıyla


inceleyeceğiz.

41
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

1.2.4.4.(1). İşlev

Duaların en temel işlevi, Allah’a yalvarmak, Allah’tan yardım beklemektir.


“Duaların ana hedefi kişinin Allah’a halini arz etmesi ve Allah’tan yardım
beklemesidir.” (Bulut, 2012: 19).
Duaların en belirgin vasfı, teslimiyeti, inanmışlığı ve bir ümidi ihtiva etmeleridir
(Kaya, 2014: 282).
Doğan Kaya, Çiğdem Erol ve Serdar Bulut dualarla ilgili tasnif yapmışlardır. Bu
araştırmacıların tasniflerini beddualarda olduğu gibi işlev grubunda değerlendirmeyi
uygun gördük.
Bu araştırmacılardan Doğan Kaya, duaları zaman, olay ve durum olmak üzere üç
grupta incelemiştir:
1. Tarihte ve edebi metinlerde dualar.
2. Tabiat olayları ile ilgili dualar.
a) Yağmurla ilgili dualar.
b) Ay görününce okunan dua.
3. Hayatla ilgili dualar
a) Ninnilerde dua.
b) Uykudan önce yatakta okunan tekerleme dualar.
c) Çocuğun yürümesi için okunan dualar (tekerleme şeklinde).
ç) Ateş duası (tekerleme şeklinde).
d) Ezan okunurken söylenen dua.
e) İmtihan sırasında okunan dualar (tekerleme şeklinde).
f) Hamur için dilek. (Kaya, 2001: 6; Kaya, 2014: 283-287).
Çiğdem Erol (2007), duaları kullanıldığı durum ve ele aldığı konular bakımından
şu sınıflandırmaya tabi tutmuştur:
1. Bir tere gidene veya bir yerden dönene
2. Ahirette iyilik dilekleri
3. Din bakımdan iyi olmakla ile ilgili olanlar
4. Okula giden çocuğa
5. Ulu kişiler tarafından korunmak ile ilgili dualar
6. Devretme geleneği üzerine dualar
7. Sevdiğine kavuşma isteği
8. İyilik dileme
9. Bir felakete uğramış kişiye
10. El ile yapılan bir iş için
11. Hasta veya yaşlı kişiler için dualar
12. Ölümün ardından
a) Ölen kişinin yakınlarına söylenen dualar
b) Ölen kişinin kendisi için söylenen dualar
13. Yemek içmek ile ilgili kalıp sözler
14. Nazara karşı dualar
15. Helal etme
16. Bolluk ve zenginlik dilekleri
17. Ev ve aile yaşamıyla ilgili dilekler
18. İş üzerine
19. Rüya görene
20. Yeni bir eşya alana
21. Sağlık dileme
22. İsteklerin kabulü için dualar
23. Devlet ve millet için dualar
24. Evlilik üzerine dualar
a) Evlenen veya nişanlanan kişiler için dualar
b) Henüz evli olmayanlar için evlilik üzerine dualar
25. Kötü kişilerden korunmak için
26. Söylenen güzel veya kötü söze karşı dualar
27. Talih üzerine dualar
42
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

28. Uzun ömür dilekleri


30. Kolaylık ve yardım dileme
31. Koruyucu dilekler
a) Bela ve kazadan korunmak
b) Çeşitli belalardan korunmak
c) Belayı uzak tutmak
ç) Ölümden korunmak
d) Dert ve sıkıntıdan korumak
e) Açlıktan korumak
f) Utanç verici durumlardan korunmak
g) Cin, peri ve al karısından korunmak için
32. Başkalarına muhtaç olmamak üzerine dualar
33. Mutlu ve güzel bir yaşam dileği
34. Çocuğu olanlara edilen dualar
35. Büyüklerin çocuklar için duaları
36. Sünnet olan çocuklar için dualar
37. Teşekkür etme
38. Şükretme anlamı taşıyanlar
39. Takdir etme ve beğenme
40. Tebrik etme amacıyla dualar
Serdar Bulut (2012), duaları söylenildiği alanlara göre şöyle gruplandırmıştır:
1. Uğurlama ve karşılama duaları
2. Ölünce iyiliklerle karşılaşmak üzerine dualar
3. Nazardan koruyucu dualar
4. Helalleşme duaları
5. Yemek içmek üzerine söylenen dualar
6. Bolluk, zenginlik ve rızık üzerine başkalarına yapılan iyilik duaları
7. Bolluk, zenginlik ve rızık üzerine kişinin kendisine yaptığı dualar
8. Şükür duaları
9. Sağlık dileme üzerine dualar
10. İş üzerine dualar
11. Devlet, millet ve vatan için edilen dualar
12. Rüya görene edilen dualar
13. İsteklerin kabulü üzerine dualar
14. Çocuğu olanlara edilen dualar
15. Ölenin arkasından ölenin kendisi için edilen dualar
16. Ölenin arkasından ölenin ailesine söylenen dualar
17. Yaşlılar için dualar
18. Hastalar için edilen dualar
19. Sevdiğine kavuşma üzerine dualar
20. Yeni bir mal edinene dualar
21. Başkalarına muhtaç olmamak üzerine dualar
22. Kötü bir felakete uğrayana veya hastalara edilen dualar
23. Uzun ömür dileyen dualar
24. Nasip, kısmet, talih ve murada ermek üzerine dualar
25. Okula giden çocuklar için dualar
26. İyi bir gelecek, mutlu, mesut bir yaşam dileyen dualar
27. Yeni doğan çocuklara dualar
28. Dini yönden iyi olmak üzerine dualar
29. Hayır dileyen dualar
30. Ulu kişiler tarafından korunmak ve onların yoldaşlığını kazanmak üzerine
dualar
31. Cin, peri ve Şeytan’dan korunmak üzerine dualar
32. Allah’ın rahmetine kavuşma üzerine dualar
33. Bela ve kazadan korunmak üzerine dualar
34. Utanç verici durumlardan korunmak için dualar
35. Evlenenler için dualar
43
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

36. Evlenecekler için dualar


37. Dert, sıkıntı görmemek üzerine dualar
38. Askere gidenler için dualar
39. Açlıktan ve fakirlikten korunmak üzere dualar
40. Bir iyilik yapana teşekkür etmek için kullanılan dualar
41. Kötü yollardan kurtulmak için yapılan dualar
42. Baht açıklığı üzerine dualar
43. Günahların affı için dualar
44. Kötü yollara düşmemek üzerine dualar
45. Komşu ve akrabalar için dualar
46. Eski kötü mutsuz günleri bir daha görmemek üzerine dualar
47. Çocuk sahibi olmayanlara yapılan dualar
48. Genç kızlara evlilik üzerine edilen dualar
49. Beddua gibi söylenen dualar
50. Bir yere gidenin geride kalanlara ettiği dualar
51. Bekâr erkeklere edilen dualar
52. Tebrik etmek için kullanılan dualar
53. Takdir edilip beğenilen kişiler için dualar
54. Dini bir görevi yerine getirene söylenen dualar
55. Tüm işlerin yolunda gitmesi için dualar
56. Birlik ve beraberlik üzerine edilen dualar
57. Allah’ın yardımını dileyen dualar
58. Söylenen iyi veya kötü söze karşı edilen dualar
59. El, ayak ve ağız ile yapılan bir iş için dualar
60. Ölümden korunmak için dualar
61. Başa gelen kötü durumlardan kurtulmak için dualar
62. Aklımıza gelen veya başkalarının başına gelen kötü durumlardan korunmak
için söylenen dualar
63. Herhangi bir olumsuzluk karşısında sabır dileyen dualar
64. Ölen kişinin arkasından ölenin ailesine başsağlığı dileyenlere söylenen
dualar
65. Günahlarımızın başkasının üzerine gitmesi üzerine dualar
66. Çocuklar için söylenen dualar
67. Sevilen kişilere gelecek tüm olumsuzlukların kendi canına gelmesi üzerine
dualar
68. Yağmur yağması için edilen dualar
69. Birbirine hasret kalmış kişilerin kavuşması üzerine dualar
70. Doğru yoldan ayrılmamak, şaşırmamak üzerine söylenen dualar
71. Kişinin değerinin düşmemesi üzerine söylenen dualar
72. Herhangi yanlış bir şey yapana söylenen dualar
73. Yapılan bir uğraşın, bir çabanın karşılığını almak için söylenen dualar
74. İftiraya uğramaktan korunmak için söylenen dualar
75. Kişinin anne babası için söylenen dualar
76. Çocuk sahibi olacaklara söylenen dualar
77. Alışverişlerde kullanılan dualar
78. Günler ve mevsimlerle alakalı dualar
79. Allah’ın gerekli olan şeyi gerektirdiği yerde ve zamanda vermesini isteyen
dualar
80. Soyun sopun devamı üzerine söylenen dualar
81. Kötü insanların şerrinden korunmak için söylenen dualar
Duaların işlevlerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme
Bastığın yerlerde güller bite.
Mevla’m sana ömür versin.
2. Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme
Allah imandan Kuran’dan ayırmasın.
Allah densize, dinsize düşürmesin.
44
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

3. Dini İnançları Yansıtma


Allah korusun.
Allah görünmez kazalardan saklasın.
4. Dilek-Temenni Bildirme
Cennet mekânın olsun.
İyilikler üstüne olsun.
5. Ahlâki Değer Bildirme
Allah kalbine göre versin.
Rabbim hayırlı mürüvvetler nasip ede.
6. Öğüt-Tavsiye Bildirme
Alnına ak yazılar yazılmış ola.
Beytullah’ı görüp gelesin.
7. Durum Bildirme
Akşam şerifler hayrolsun.
Ayağına sağlık.
8. İletişime Yardım Etme
Babana rahmet.
Barekallah.
9. Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme
Allah’ım Kuran’ı bize nur eyle.
Allah dünyada mekânsız, ahrette imansız koymaya.
10. Saygı-Sevgi Bildirme
Allah ve Peygamber senden razı olsun.
Safa geldiniz.

1.2.4.4.(2). Yapı

Alkışları yapı açısından iki şekilde inceleyebiliriz:


1. Tek Kelimeden Oluşan Dualar
Hayrola
Hayırlısı
2. Cümle Biçiminde Olan Dualar
Dualar genellikle kurallı cümle biçimindedir:
Allah tamamına eriştirsin.
Dar gününde Hızır imdadına yetişe.
Bazı dualar, devrik biçimdedir:
Sen yarattın yardım eyle yaradan.
Mevla’m kavuştur bizi.
Bazı dualarda eksiltili bir yapı vardır:
Her işin hayırlısı
Dağdan taştan ırak
İkilemelerle oluşmuş cümle şeklinde dualar vardır:
Elin avucun daim dolu ola.
Allı pullu gelin olasın.

1.2.4.4.(3). Yaygınlık-Kullanım Durumu

1. Genel/Ulusal Dualar
Dualar da tıpkı beddualar gibi umumiyetle genel dilde olan ve tüm bölgelerde
söylenen kalıp sözlerdir. Aşağıda verilen dualar, yurdun tüm bölgelerinde bilinen ve
söylenen sözlerdir.
Allah anasına babasına bağışlasın.
Allah tuttuğunu altın etsin.
2. Mahalli/Yöresel Dualar
Belli bir bölgeye özgü dualar vardır:
Allah gün baylığı versin. (Gaziantep)
Üzerinizden ırak. (Eskişehir)
45
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

1.2.4.4.(4). Anlatım

Duaları anlatım itibarıyla mensur-manzum ve vurgusuz-vurgulu oluşları


bakımından inceleyeceğiz.

1.2.4.4.(4).(a). Mensur-Manzum Oluşu Bakımından

1. Mensur Dualar
Allah yavuz gözden saklasın.
Allah insanın aklını alacağına canını alsın.
2. Manzum Dualar
Bazı dualar ölçülü, kafiyeli bir yapı arz eder:

Kınan kutlu olsun,


Ağzın tatlı olsun.

Gelmen kutlu olsun,


Dilin tatlı olsun.

1.2.4.4.(4).(b). Vurgusuz-Vurgulu Oluşu Bakımından

1. Vurgusuz Dualar
Vurgu ifadesi olmayan dualardır.
Su verenlerin çok olsun.
Ömrüne bereket.
2. Vurgulu Dualar
Dua, kişiyi Allah’a yaklaştıran, ruhunu teskin eden bir ritüeldir. Kişi, duasının
hemen gerçekleşmesini temenni eder ve bazı vurgulu söyleyişlere başvurur. Böylece
duasının tez zamanda gerçekleşeceğine inanır.
“Allah kavramı, İslamlığı benimseyen Türk toplumunun sözvarlığında önemli
bir yer tutmakta, vedalaşmada kullanılan Allahaısmarladık’tan başlayarak ilişki
sözlerinde de ağırlık taşımaktadır.” (Aksan, 2006: 203).
Allah, başlara vermeye!
Allah beterinden esirgesin!
Bazı dualarda “inşallah” vurgusu dikkat çekmektedir. Bu şekilde bir dua ile
söylenilen duanın etkisi daha da artırılmıştır.
Allah yazdıysa olur inşallah!
Damatlığını da görürüz inşallah!
Bir diğer vurgulu dua şekli ise “Yüce Hak ve Yüce Mevla” ile başlayan
dualardır:
Yüce Hak rahmet eylesin!
Yüce Mevla’m senden razı olsun!
“Ya Rabbi” vurgusuyla söylenen dualar da vardır:
Ya Rabbi, merhametsize merhamet ver!
Ya Rabbi, imansıza iman ver!

1.2.4.4.(5). Anlam

Duaları anlam itibarıyla düz-ters olmak üzere inceleyeceğiz.

1.2.4.4.(5).(a). Düz-Ters Oluşu Bakımından

1. Düz Anlamlı Dualar


Bu gruptaki dualar, içerdiği anlam itibarıyla yaygın olarak bilinen dualardır:
Şansın açık olsun.
Allah razı olsun.
2. Ters Anlamlı Dualar/Beddua Şeklindeki Dualar
46
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Duaların bazısı, beddua şeklinde söylenmiştir. Bu tür dualar sitem yüklüdür.


İnsanlar, kendilerini kızdıran, inciten kişilere bazen şaka yollu bazen ciddi olarak
beddua ediyormuş gibi dua ederler. Bu tip dualar, “daha ziyade çocuk okşamaları
sırasında söylenen şefkat ifade eden sözlerdir” (Kaya, 2001: 22).
Kültürümüzde beddua hoş karşılanmaz. Bazı duaların beddua şeklinde
söylenmesi aslında karşıdaki kişiye bir ders verme amacı taşıyor olabilir. Yine bazı
beddualara olumsuzluk eki getirilerek bedduanın tesiri azaltılmış olabilir.
Karşıdakinin aklını beğenmeyen biri ona, “aklının hayrını göresice” diyerek
eleştirel bir ithamda bulunur.
Birine kızan kimse “Allah canını almaya” diyerek öfkesini ifade edebilir.
Birine sitem ettiğimizde “Odun ocağın yana” deriz.
Beddua şeklindeki dualar, beddua etmemek için ya da sözü söyleyen kişiden
kaynaklı söylenmiş olabilir.
Allah cezanı vermesin.
Gözü kör olmayasıca.

1.2.4.4.(6). Tema-Konu

Dualar, her konuda söylenebilir. Ancak duaları da diğer kalıp sözler gibi tema-
konu açısından değerlendirmeyeceğiz.

1.2.5. Sövgü-Küfür-Hakaret Sözü

Küfür-hakaret sözleri, bir kişiyi kötülemek, aşağılamak, bir kişiye kızmak için
söylenen sözlerdir. Bu sözler bazen karşıdaki kişiyle dalga geçmek için de söylenir.
Küfür-hakaret sözleri, genellikle hayvanlar üzerinden benzetme yoluyla söylenir.
Bilhassa “it” kelimesi bu sözlerde çokça kullanılır.

1.2.5.1. Tasnif

Sövgüleri işlev, yapı ve oluşum açısından tasnif edeceğiz.

1.2.5.1.(1). İşlev

Sövgü-küfür-hakaret sözlerinin işlevlerini şöyle sıralayabiliriz:


1. Protesto
Geri kafalı
Kanı bozuk
2. Ahlâki Değer Bildirme
Onun bunun çocuğu
Görgüsüz
3. Durum Bildirme
Başsız
Aç it

1.2.5.1.(2). Yapı

Sövgü sözlerini yapı bakımından tek kelimeden oluşan, sözcük öbeği şeklinde
olan ve cümle şeklinde olan sözler olmak üzere üç grupta inceleyebiliriz.
1. Tek Kelimeden Oluşan Sövgü-Küfür-Hakaret Sözleri
Başsız.
Edepsiz.
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Sövgü-Küfür-Hakaret Sözleri
Sıfat tamlaması şeklinde olan sövgüler: Aşağılık herif, geri kafalı
İsim tamlaması şeklinde olan sövgüler: Dümbüğün oğlu, deyyusun dölü
Fiilimsi grubu şeklinde olan sövgüler: Eşeğin doğurduğu, sinine s..tığım
3. Cümle Biçiminde Olan Sövgü-Küfür-Hakaret Sözleri
47
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Sövgülerin çok az bir kısmı cümle yapısındadır:


Allah seni yaratmış eşeği niye yaratmış.
İtin önüne atsan yemez.

1.2.5.1.(3). Oluşum

Sövgü-küfür-hakaret sözlerini oluşum grubu içerisinde ortam bakımından ele


alacağız.

1.2.5.1.(3).(a). Ortam Bakımından

1. Genel Halk Ortamında Konuşulan Sövgü-Küfür-Hakaret Sözleri


Gâvur oğlu gâvur
Aşgarıbozuk
Sütü bozuk
2. Özel Ortamlarda Oluşan (Argo) Sövgü-Küfür-Hakaret Sözleri
P…….in oğlu
Kaltak
Âdi köpek

1.2.6. Yemin

Yemin, kültürümüzde, inancımızda önemli bir kavramdır. Bir şeyin doğruluğunu


kanıtlamak, bir işi doğru dürüst yapmak, verilen bir sözü tutmak, sır saklamak için ant
içeriz. Günlük yaşantımız içinde yeminlere sıkça başvururuz.
Yemin, sözlükte “ant” kelimesiyle ifade edilmiştir (TS, 2005: 2163).
Yemin, “Dini Terimler Sözlüğü”nde şu şekilde açıklanmıştır:

1. Ant, ahit, kasem. 2. Bir işi yapmayı veya yapmamayı Allah’ın zatı,
isimlerinden ve sıfatlarından birisi ile güçlendirerek Allah adına söz verme.
3. Türk toplumunda, “Yemin ederim, üzerime yemin olsun, kasem ederim.”
gibi sözler de birer yemin sayılır. Allah’tan başkasının üzerine ve Allah’tan
başkasının asıyla yemin edilmez (DTS, 2009: 390).

Bir başka açıklama ise şöyledir:


“Kutsal bir değer ya da varlığı tanık göstererek belirli bir konuda söz verme ya
da belirli bir beyanın doğruluğunu onama.” (AB, 1994b: 165).
Yeminler, bilhassa “kadınlar arasında daha fazla yaygındır.” (Kaya, 2014: 854).
Toplumumuzda inandırıcılığı artırmak için mukaddes sayılan varlıklar üzerine
yemin edilir. “Kuran’a el basayım ki” yemininde kutsal kitabımız olan Kuran-ı Kerim
üzerine ant içilir.
Yemin sözleri genellikle bedduaların özel olarak düzenlenmiş hali gibidir.
Birçok beddua aynı zamanda yemin sözü olarak da kullanılır.
“Yeminlerin büyük bölümü için kişinin kendine ettiği beddualardır, denebilir”
(Erol, 2007: 207).
“Yeminler kişinin kendi kendisine yaptığı beddualardır” (Bulut, 2012: 42).
Beddualar genellikle “ki” bağlacıyla yemin şekline dönüştürülür. Yani beddua
sözleri kişinin kendine döndürülerek yemin yapılır. Örneğin:
“Allah belamı versin ki” yemini aynı zamanda “Allah belamı versin” şeklinde
beddua olarak da kullanılır.
Beddua ve yeminin iç içe geçtiği şu açıklamaya bakınız:

Kaşgarlı Mahmud Divanu Lügati’t-Türk’te “temür” (demir) sözcüğünü


açıklarken “Gök girsin, kızıl çıksın” biçiminde bir kargış örneği verir. Bu
söz, ant töreni sırasında ortaya konulan kılıçla ilgilidir; ant içen kişinin

48
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

sözünde durmaması halinde kılıcın vücuduna girip kanlı olarak çıkması


dileğini belirtir. Bu örnekte ant ve kargış kavramları iç içe geçmiş, ant
kargışla güçlendirilmiştir (AB, 1994a: 182).

Kişi, yemin sözlerinin inandırıcılığını artırmak için kendi kendine beddua eder.
Amacı karşıdaki insanı yaptığı eyleme inandırmaktır. “Öleyim ki” yemini söyleyen
insan bir bakıma kendine beddua etmektedir.

1.2.6.1. Tasnif

Yemin sözlerinin tasnifiyle ilgili daha önce yapılmış iki çalışmaya bakmak
faydalı olacaktır.
Çiğdem Erol (2007), yeminleri 7 gruba ayırmıştır:
1. Değer Verilen Bir Şey Üzerine Yeminler
2. Ölmek Üzerine Yeminler
3. Anne-Baba ve Çocuklar Üzerine Yeminler
4. Göz ve Görmek Üzerine Yeminler
5. Belaya Uğramak ile İlgili Yeminler
6. Dinden Çıkma, Haram veya Günah ile İlgili Yeminler
7. Şahit Gösterme Yoluyla Yeminler
Serdar Bulut ise (2012), yemin sözlerini 15 gruba ayırmıştır:
1. Esprili Yeminler
2. Değer Verilen Şeyler Üzerine Yeminler
3. Ölmek Üzerine Yeminler
4. Anne, Baba ve Çocuklar Üzerine Yeminler
5. Göz ve Görmek Üzerine Yeminler
6. Belaya Uğramak Üzerine Yeminler
7. Şahit Gösterme Yoluyla Yeminler
8. Dinden Çıkma, Haram ve Günah İle İlgili Yeminler
9. Yiyecek, İçecek (Nimet) Üzerine Yeminler
10. Kişinin Kendi Bedeninin Sakat Olması Üzerine Ettiği Yeminler
11. Karşıdakinin Günahını Kendi Üzerine Almakla İlgili Yeminler
12. Namus ve Şeref Üzerine Edilen Yeminler
13. Rezil Rüsva Olmak, Utanıp, Küçük Düşmek Üzerine Söylenen Yeminler
14. Tövbe Etmek Üzere Söylenen Yeminler
15. Günlük Hayatta En Çok Kullanılan Yeminler
Biz ise yemin sözlerini işlev ve yapı bakımından inceleyeceğiz.

1.2.6.1.(1). İşlev

Yemin sözlerinin işlevlerini söyle sıralayabiliriz:


1. Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma
Ben de bu işi yapmazsam adam değilim.
Benim bu işten haberim varsa canım çıka.
2. Dini İnançları Yansıtma
Allah çarpsın ki.
Allahın kahrına uğrayım ki.
3. İkna-İnandırmaya Yardım Etme
Allah için.
Allah’ını seversen.
4. Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Gençliğime doymayayım.
Vallahi, billahi.
5. İletişime Yardım Etme
Taş olayım.
Günahını çekeyim.
49
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

6. Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme
Dinime, imanıma, nikahıma.
Kıldığın tuttuğun gavurun olsun.

1.2.6.1.(2). Yapı

Yemin sözlerini üç grupta değerlendirmek mümkündür:


1. Tek Kelimeden Oluşan Yeminler
Namussuzum
Hâşâ
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Yeminler
Sözcük grubu yapısındaki yeminler genellikle edat grubu, tamlama ve
ikilemelerle oluşmuştur.
İsim tamlaması şeklinde: Namusun hakkına
Edat grubu şeklinde: Çocuklarımın başı için
İkileme şeklinde: Allah’ıma dinime
3. Cümle Biçiminde Olan Yeminler
Yeminlerin bir bölüğü de cümle biçimindedir. Cümle şeklinde olan yeminlerde
“ki” bağlacıyla kurulmuş cümleler dikkat çekmektedir:
Allah canımı alsın ki.
Yarına çıkmak nasip olmasın ki.

1.2.7. Dini Söz

Kalıp sözlerde mesajların çoğu dini inanışlar üzerinden verilmiştir. Dini


inançları yansıtan kalıp sözler, günlük hayatta insanların birbirlerine söyledikleri
sözlerdir. Bu sözler, ilahi teması ile konuşulan ortamda inandırıcılığı artırır.
Allah ahı kimsenin üzerinde bırakmaz.
Allah bilir.

1.2.7.1. Tasnif

Dizi sözleri işlev ve yapı açısından değerlendireceğiz.

1.2.7.1.(1). İşlev

Dini sözlerin işlevlerini şöyle tespit ettik:


1. Dini İnançları Yansıtma
Allah söyletiyor.
Allah versin.
2. Dilek-Temenni Bildirme
Allah kabul etse.
Allah versin.
3. Öğüt-Tavsiye Bildirme
Allah fakirleri sever.
Allah kimsenin ahını yerde bırakmaz.
4. Düşünce-Kanaat Bildirme
Allah nasip etmiş.
Allah aklını almış.

1.2.7.1.(2). Yapı

Dini sözleri yapı itibarıyla tek kelimeden oluşan, sözcük öbeği biçiminde olan ve
cümle biçiminde olan dini sözler olmak üzere üç grupta inceleyebiliriz:
1. Tek Kelimeden Oluşan Dini Sözler
Mübarek
Allahalla
50
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İnşallah
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Dini Sözler
Mevla’nın aşkına
Allah’ın evi
3. Cümle Biçiminde Olan Dini Sözler
Kul dediğin Allah’ı bilecek, Allah’ı tanıyacak.
Namaz yok, abdest yok.

1.2.8. Hitap Sözü

İnsanların birbirleriyle konuşurken isimleri dışında söyledikleri sözlerdir. Bu


sözler toplumumuzda çokça kullanılır.
Emmi oğlu
Avrat

1.2.8.1. Tasnif

Hitap sözlerini işlev ve yapı bakımından inceleyeceğiz.

1.2.8.1.(1). İşlev

Hitap sözlerinin işlevlerini şöyle sıralayabiliriz:


1. Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Adaş
Canım
2. İletişime Yardım Etme
Kız karı
Kız avrat
3. Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme
Babayiğit
İki gözüm

1.2.8.1.(2). Yapı

Hitap sözlerini yapısal olarak tek kelime ve kelime grubu şeklinde olanlar olmak
üzere iki şekilde inceleyeceğiz.
1. Tek Kelimeden Oluşan Hitap Sözleri
Efendi
Emmi
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Hitap Sözleri
İki gözüm
Nazlı yarim

1.2.9. Şaşkınlık Sözü

Şaşılan, hayret edilen durumlarda söylenen kalıp sözlerdir. Kişi, beklemediği bir
olaydan, duymak istemediği bir sözden sonra şaşkınlığını belirli sözlerle ifade eder.
Bir de ne göreyim!
Hadi canım sende!
Yok artık!

1.2.9.1. Tasnif

Şaşkınlık sözlerini işlev ve yapı açısından inceleyeceğiz.

51
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

1.2.9.1.(1). İşlev

Şaşkınlık sözlerinin işlevleri:


1. Protesto
Buyur bakalım!
Hadi be!
2. Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Aboo!
Dostlar başına!
3. İletişime Yardım Etme
Bak hele!
Ney ula!

1.2.9.1.(2). Yapı

Şaşkınlık sözlerini de yapı itibarıyla üç grupta değerlendirebiliriz:


1. Tek Kelimeden Oluşan Şaşkınlık Sözleri
Aboo!
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Şaşkınlık Sözleri
Aman Allah’ım!
3. Cümle Biçiminde Olan Şaşkınlık Sözleri
Bir de ne göreyim!

1.2.10. Selam

Selamlaşma, insanların bir araya geldikleri yahut birbirlerinden ayrıldıkları


zaman sözle veya beden hareketleriyle yaptıkları ritüeldir.
Selam kelimesi iki farklı sözlükte şöyle açıklanmaktadır:
“Bir kimseyle karşılaşıldığında, birinin yanına gidildiğinde veya yanından
uzaklaşıldığında kendisine söz ve işaretle bir nezaket gösterisi yapma, esenleme,
merhaba.” (TS, 2005: 1724-1725).
“1. Barış, rahatlık. 2. Sonu iyi ve hayırlı çıkma. 3. Fani, gelip geçici olmama,
zevalsizlik. [Allah adlarından biri]. 4. Aşinalık, bildik. 5. Selam, esenleme.”
(Devellioğlu, 2010: 1087-1088).
Selamlaşma ise “Selamlaşmak işi, esenleşme.” anlamına gelmektedir (TS, 2005:
1725).
Çiğdem Erol, selamlaşma sözlerini zaman merkezli olmak üzere, “bunlar sabah,
akşam veya günü farklı saatlerinde karşılaşıldığında veya ayrılırken söylenen sözlerdir”
şeklinde tanımlamaktadır (Erol, 2007: 213).
Her toplumun bireyleri arasında selamlaşma vardır. Selamlaşma, bazen sözle
bazen el kol hareketleriyle bazen de mimiklerle olur. “Selam, söz veya işaretle yapılan
saygı, sevgi ve dostluk işareti.” (Erşahin, 2011b: 290).
Selamlaşma, insanlar arasındaki iletişimi başlatır. Dinimizde selamlaşma üzerine
hadisler vardır. Bir topluluğa girdiğimizde önce selam verir, sonra verdiğimiz selamı
insanlarla teker teker tokalaşarak eyleme dökeriz.
İletişime selamlaşarak başlarız, fakat her zaman ve her yerde selam verilmez.
Kuran okunurken, ezan okunurken selam verilmez. Aynı zamanda İslam anlayışına ters
düşen durumlarda da selam verilmez.
Türk-İslam kültüründe selamın önemli bir yeri vardır. “Türkler, selamı kutsal
sayarlar ve ‘Allah’ın selamı’ olarak nitelerler. Birine selam söylenmişse selamı o kişiye
götürecek olan kimse, selamın üstünde kalmamasına çok özen gösterir ve yükten
kurtulmak dileği ile onun yerine ‘aleykümselam’ der.” (Akalın, 1990: 48).
Evrensel bir kavram olan selamlaşma, farklı söz ve davranışlarla her toplumda
vardır.

52
GİRİŞ: KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

1.2.10.1. Tasnif

Selam sözlerini de işlev ve yapı açısından inceleyeceğiz.

1.2.10.1.(1). İşlev

Selam sözlerinin işlevini iki grupta inceleyebiliriz:


1. Dini İnançları Yansıtma
Selamünaleyküm.
Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.
2. İletişime Yardım Etme
Cemaatinize bereket.
Merhaba.

1.2.10.1.(2). Yapı

Selam sözlerini yapı itibarıyla incelediğimizde karşımıza iki grup çıkmaktadır.


1. Tek Kelimeden Oluşan Selam Sözleri
Merhaba
Tünaydın
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Selam Sözleri
Cemaatinize bereket.

53
KONU İLE İLGİLİ ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR Ahmet PIRNAZ

2. KONU İLE İLGİLİ ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR

Kalıp sözler, Türkçede üzerinde çok fazla çalışma yapılmamış söz varlıklarıdır.
Bilhassa halk kültürü bağlamında yapılan araştırma sayısı yok denecek kadar azdır.
Kalıp sözlerle ilgili yapılan çalışmaların çoğunluğunu gramatikal incelemeler
oluşturmaktadır.
Kalıp sözler ile ilgili daha önceki çalışmaları ve Kahramanmaraş eksenli
çalışmaları makale-bildiri, tez ve kitaplar olmak üzere üç grupta inceledik.

2.1. Makaleler-Bildiriler

Köksal, 2003, “Edebiyatımızda Kalıp Sözler ve Divan Şiirimizden Dört


Örnek” adlı çalışmada divan şiirinin halktan kopuk bir edebiyat sahası olmadığı, az ya
da çok şairlerin şiirlerinde kalıp sözlere de yer verdiği konusu işlenmiştir. Çalışmada
üzerinde durulan ve örneklendirilen kalıp sözler ise şunlardır: “be bak, be bak”, “kes
düşmek, kes düşürmek”, “yareler güle döner veya dağ üstü bağ” ve “daire çekmek”.
Gökdayı, 2008, “Türkçede Kalıp Sözler” isimli çalışmada Türkçede kalıp
sözlerle ilgili yapılmış bir araştırmadan ve sonuçlarından bahsedilmiştir. Yazıda çeşitli
kaynaklarda verilen kalıp söz tanımları incelenmiş, bu sözleri tanımlayabilmek ve
tanıyabilmek için yapısal, işlevsel, anlamsal ve bağlamsal özellikleri tespit edilmeye
çalışılmıştır. Sonrasında ise kalıp sözlerin kapsamlı bir tanımı yapılmıştır.
Sis ve Gökçe, 2009, “Gülten Dayıoğlu’nun Çocuk Öykülerinde Yansımalar
ve Kalıp Sözler” isimli makalede Gülten Dayıoğlu’nun 12 öykü kitabında bulunan 67
öykü, yansımalar ve kalıp sözler açısından incelenmiş, kalıp sözlerin kullanım sıklığı
tespit edilmeye çalışılmış, bu sözlerin anlama ve anlatma becerileri açısından Türkçe
sözvarlığına katkıları değerlendirilmiştir.
Ceylan, 2010, “Deste Gol Be Âb Dâden ve Dilin Olmaz Unsurları Olarak
Söz Kalıpları” adlı yazıda üç farklı hikâyeye dayanan “deste gol âb dâden (çiçeği suya
vermek) deyiminin yüzlerce anlamda kullanıldığından ve kalıp sözlerin deneyimlerin
ürünü olduğundan bahsedilmiştir.
Bulut, 2013, “Anadolu Ağızlarında Dini İnançları Yansıtan Kalıp Sözler”
adlı çalışmada dil açısından önemi vurgulanan kalıp sözlerin dini inançlarla ilgisi ortaya
konulmaktadır. Dini inançları yansıtan kalıp sözlerin günlük hayatta en fazla başvurulan
kaynaklar olduğundan söz edilmektedir.
Özdemir, 2015, “Bir Kültür Unsuru Olarak Âşık Edebiyatında Kalıp
Sözler” adlı çalışmada 17, 18 ve 19. Yüzyıllarda yaşamış âşıkların kullandığı kalıp
sözlere, bunların yapısına ve işlevsel yönlerine temas edilmiştir. Halkın dilinde olan
kalıp sözlerin âşıkların şiirlerine yansıdığı tespit edilmiştir.
Bulut, 2016, “Türkiye Türkçesi Ağızları ile Kıbrıs Türk Ağızlarında Ortak
Kullanılan Kalıp Sözlerden Hayır-Dualar ve Beddualar” adlı çalışmada Türkiye
Türkçesi ağızlarında ve Kıbrıs Türk ağızlarında ortak kullanılan kalıp sözlerden dualar
ve beddualar kullanıldıkları alanlara göre sınıflandırılarak gösterilmiştir.

2.2. Tezler

Karalar, 1998, “Kahramanmaraş Folklorunda Kalıplaşmış Sözler” adlı


lisans tezinde ağırlıklı olarak sözlü kaynaklardan derlenen atasözleri, deyimler, dualar
ve beddualar bir araya getirilmiştir.
Erol, 2007, “Türkiye Türkçesinde Kalıp Sözler Üzerine Bir İnceleme” adlı
yüksek lisans tezinin birinci bölümünde Türkçenin genel sözvarlığını oluşturan
ögelerden bahsedilmiştir. İkinci bölümde kalıp sözler kullanıldıkları durumlara ve ele
aldıkları konulara göre sınıflandırılmıştır. Üçüncü bölümde ise kalıp sözler yapıları
bakımından değerlendirilmiş, ölçülü uyaklı söylenen sözler ayrıca sınıflandırılmıştır.
İstatistîki bilgiler ise tezin sonuç kısmında belirtilmiştir.
Bulut, 2012, “Anadolu Ağızlarında Kalıp Sözler ve Kullanım Özellikleri”
adlı yüksek lisans tezinde Anadolu ağızlarını konu alan metinler incelenmiş, bu
metinlerde yer alan kalıp sözler toplanarak illere göre ayrıştırılmış, çeşitli alt gruplara
54
KONU İLE İLGİLİ ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR Ahmet PIRNAZ

ayrılarak hangi hallerde hangi sözlerin söylendiği tespit edilmiştir. Çalışmanın sonuç
kısmında ulaşılan veriler belirtilmiştir.
Darıcı, 2012, “Türkiye Türkçesinin Söz Varlığında Yer Alan Kalıplaşmış
Sözlerin Politik Söylemdeki Yeri” adlı yüksek lisans tezinde Recep Tayyip Erdoğan,
Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçtaroğlu’nun 2011 yılına ait haberlere yansımış söylemleri
incelenmiştir. Liderlerin söylemlerinden deyim, atasözü ve kalıp söz içeren söylemlere
yer verilmiştir.
Ekem, 2015, “Mahalli Alkışlar ve Kargışlar” adlı lisans tezinde Mersin,
Osmaniye, Malatya, Yozgat, Muş, Van ve Kahramanmaraş illerinde sözlü kültür
ortamında söylenen alkış ve kargışlar, kaynak kişilerden derlenmiştir.
Deniz, 2015, “Mahalli Kalıp Sözler Üzerine Bir Çalışma” adlı lisans tezinde
Adana, Adıyaman, Aksaray, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Gaziantep, Hatay,
Kahramanmaraş, Kocaeli, Konya, Malatya, Mardin, Muş, Osmaniye, Şanlıurfa ve
Yozgat illerinde sözlü kaynaklardan atasözleri, deyimler, dualar ve beddualar
derlenmiştir.
Hunç, 2017, “Yörelerin Atasözleri ve Deyimleri Üzerine Bir Çalışma” adlı
lisans tezinde tamamı internet üzerinden olmak üzere 81 ile ait atasözleri ve deyimler
bir araya getirilmiştir.
Tohumcu, 2018, “Kök Türk Yazıtlarındaki Kalıp Sözler” adlı yüksek lisans
çalışmasında Bilge Kağan, Köl Tigin ve Tonyukuk yazıtlarında yer alan kalıp söz ve
kalıp söz niteliği taşıyan sözler tespit edilmiş, bu sözlerin sonraki dönem eserlerinde ve
günümüzde hangi alanlarda, nasıl kullanıldığının incelenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca
kalıp sözlerin sonraki dönem eserlerinden olan Kutadgu Bilig, Divanü Lügati’t-Türk,
Atabetü’l-Hakayık, Türk destanları ve Anadolu ağızlarında bulunan örnekleri verilerek
ele alınmış, alanda oluşan bu boşluğu doldurmak amaçlanmış ve kalıp sözlerin
ortaklıkları çeşitli örneklerle gözler önüne serilmiştir.

2.3. Kitaplar

Aksoy, 2018, “Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 1 Atasözleri Sözlüğü” adlı


çalışma, ilkin 1965 yılında “Atasözleri ve Deyimler” başlığı ile çıkmıştır. Eserin ilk
baskılarında yurdun tüm bölgelerinde bilinen sözlere yer verilmiş, bölgelere has olanlar
ise çalışma dışında tutulmuştur. Ancak altıncı baskıda bu sözlere “ulama” başlığı altında
yer verilmiş, yedinci baskıda ise “ulama” kısmı asıl metne dahil edilmiştir. Çalışmanın
ilk baskısındaki söz sayısı 5700 iken eklemelerle bu sayı 5977’ye ulaşmıştır. Eser,
“İnceleme, Eleştirme” ve “Atasözleri Sözlüğü” olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır.
Aksoy, 2017, “Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 2 Deyimler Sözlüğü” adlı
çalışmada deyimlere yer verilmiştir. Bu çalışma da birinci ciltte olduğu gibi iki
bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm “Deyimlerin Kapsamı ve Sınırı”, ikinci bölüm
“Deyimler Sözlüğü” adını taşımaktadır.
Özön, 1956, “Ata Sözleri” adlı çalışmada yazarın “Birkaç Söz” başlıklı giriş
niteliğindeki değerlendirmesine ver verilmiş, ardından “Türkçede bir söz vardır derler
ki” başlığı ile atasözleri numaralandırılmak kaydıyla alfabetik olarak listelenmiştir.
Eserdeki toplam atasözü sayısı 8600’dür. Çalışmanın sonunda ise “İndeks” bölümüne
yer verilmiştir.
Oy, 1972, “Tarih Boyunca Türk Atasözleri” adlı çalışma, “Ön Söz, İnceleme,
Eski Kaynaklarımızda Atasözleri, Türkiye Türkçesi Dışında Türk Atasözlerinden
Örnekler, Türkiye Türkçesi ile Günümüzde Kullanılan Atasözleri, Sözlük ve Atasözleri
Bibliyografyası” bölümlerinden oluşmaktadır. Eser, atasözlerini dönem dönem vermesi
yönüyle daha önceki çalışmalardan ayrılmaktadır. Eserde atasözleri ile ilgili genel bir
değerlendirmede bulunulmuştur.
Kaya-Kozan, 2003, “Mahalli Kelimeler Sözlüğü” adlı sözlüğün önsözünde
eserin yazılış amaçlarından bahsedilmiş, mahalli kavramlar bir araya getirilmiştir.
Eserin içerisinde bazı kalıp sözlere de yer verilmiştir.
Bilgin, 2006, “Elbistanca Sözlük Örnekleriyle Elbistan Ağzı” adlı sözlük
çalışmasında Elbistan’a ait kelimeler anlamlandırılmıştır. Bu yapılırken de yöreye has
bir üslupla örnek cümleler kullanılmış, bu cümlelerin içerisinde de birçok kalıp söz
55
KONU İLE İLGİLİ ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR Ahmet PIRNAZ

örneklendirilmiştir. Bu çalışmayla gelecek kuşaklara kültürel bir miras bırakmak


amaçlanmıştır.
Özalp, 2008, “Elbistan Ağzı Çiçek Köyü Örneği” adlı Elbistan’ın Çiçek köyü
merkezli çalışma; “Kelimeler, Deyimler, Atasözleri, Beddualar, Dualar, Hakaret
Sözleri, Maniler, Meteller (Bilmeceler), Tekerlemeler, Yeminler” bölümlerinden
oluşmaktadır. Eserde 12 bin madde yer almaktadır. Çalışmanın takdim kısmında
yörenin ağız özellikleri hakkında bilgi verilmiştir. Eserde yer alan sözlerin anlamları
oldukça hacimli bir şekilde açıklanmıştır.
Özturan, 2009, “Maraş Merkez Ağzı” adlı çalışmada Maraş’ta halk ağzında
söylenen yaklaşık 7500 kelime, deyim, atasözü, dua, beddua, tekerleme ve ninni bir
araya getirilmiştir. Eserde yer alan sözler, konuşma diliyle yazılmıştır. Çalışmada
deyimlerin anlamları verilirken atasözleri anlamlandırılmamıştır.
Özturan, 2014, “Maraş Merkez Ağzında Kullanılan Deyimler” adlı çalışma,
yazarın 2009 yılında yayımladığı Maraş Merkez Ağzı kitabının genişletilmiş ikinci
baskısıdır, fakat bu kitapta sadece deyimler ele alınmıştır. Deyimlerin sayısı 8000
civarındadır. Eserde deyimler, konuşma diline göre yazılmış ve anlamlandırılmıştır. Bu
çalışmada yer alan deyimlerin Maraş’a ait olduğu iddia edilmemekte, Maraş’ta sık
kullanılan deyimler olduğu vurgulanmaktadır.
Gökdayı, 2015, “Türkçede Kalıp Sözler” adlı kitapta sözcük bilim yöntemleri
çerçevesinde kalıp sözleri çeşitli yönlerden ele almak ve incelemek amaçlanmıştır.
Kalıp sözlerin tanımlanması, özellikleri, diğer kalıplaşmış dil birimlerinden ayrılan
yönleri, kültürle ilişkisi ve yabancı dil öğrenimindeki yeri betimlenmeye çalışılmıştır.
Sözlü ve yazılı kaynaklardan derlenen 1210 kalıp söz, anlamları ve kullanım sıklığı
hakkında bir fikir vermesi için genel ağdaki bulunma sayılarıyla birlikte çalışmaya
eklenmiş, kalıp sözlerle ilgili bir monografi ortaya çıkarılmıştır. Bu çalışma, kalıp sözler
ile ilgili yapılmış en kapsamlı çalışmadır.
Çınkır, 2016, “Karacaoğlan Coğrafyası Söz Çıkını” adlı sözlük çalışmasında
Çukurova ve Toroslarda halk ağzındaki kelimeler, tarama ve derleme yapılarak bir
araya getirilmiştir. Kitapta madde başında yer alan kelimeler anlamlandırılırken
içerisinde bu kelimelerin geçtiği birçok çok kalıp söz de örneklendirilmiştir. Eserde
ayrıca sözlerle ilgili hikâyeler de yer almaktadır.
TDK, 2016, “Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler” adlı derleme
çalışmasında çalışmanın yapıldığı 1969 yılında var olan 67 şehir ile Kıbrıs ve
Yunanistan’dan derlenen atasözü ve deyimler listelenmiştir. Eserde Adıyaman, Ağrı ve
Bingöl illerinden derleme yapılmamıştır. Çalışmada atasözlerinin sayısı 5719,
deyimlerin sayısı ise 5618’dir.

56
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

3. KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER

Çalışmamızın konusu Kahramanmaraş halkının konuşmalarında kullandığı kalıp


sözlerden oluştuğu için bu bölümde yöre insanından kısaca bahsetmek yerinde olacaktır.
Maraş insanı, şoru (lafı) sever. Şor da kalıp sözsüz olmaz. Maraşlı, sohbet koyulaşıp da
belli bir seviyeye geldiğinde “Sözünü gene Maraş dondurması gibi uzattın.” der
karşısındakine. Sinirlidir aynı zamanda Maraşlı. Kendisini kızdırana akla gelmeyecek
beddualar eder. Öyle ki sadece ölmesini istemez. “ölmeye de sürünesin” der. Maraş
insanı, şehrini çok belagatli bir şekilde tarif eder: “Yücesinde kekik biter, keklik öter;
ovasında turaç gezer, pirinç yeter”. Maraşlı, insanını tarif ederken bile yöresel
ürünlerine benzeterek tarif eder, “datsız tarhana”da olduğu gibi.
Bu bölümde Kahramanmaraş halk kültüründe kullanılan kalıp sözleri, hemen
bütünüyle yazılı kaynaklardan tespit ettik. Bunları amatör çalışmalar ve
Kahramanmaraş ağzı/ağızları üzerine yapılmış bilimsel çalışmalar olarak iki grupta
toplayabiliriz. Topladığımız kalıp sözleri hacimli olandan hacmi az olana doğru on
grupta toplayarak önce inceledik, sonra listeledik. Yörenin kalıp sözlerini derli toplu
olarak bir araya getirdik.
Kültürel etkileşimin büyük ölçüde elektronik ortama kaydığı bu dönemde
Kahramanmaraş’tan tespit ettiğimiz kalıp sözlerin sadece Kahramanmaraş’a ait
olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Ancak önemli bir grubunun bu yörede
oluştuğunu ve sadece bu yörede kullanıldığını söyleyebiliriz. Kalıp sözler arasında en
fazla mahalli nitelik gösteren grup deyimlerdir. Atasözleri deyimlere nazaran daha
ulusal mahiyettedir. Diğer kalıp sözlerin de çoğunluğu mahalli niteliktedir.
Halk kültürü, canlılığını öylesine korumakta ve yaşatmakta ki aynı söz, çok kısa
mesafede bile hem varyantlaşmakta hem de fonetik olarak değişime uğramaktadır.
Kalıp sözler, her ne kadar zaman içinde kalıplaşmış olsa da bazı sözler, bölgelere göre
farklılık gösterebilmektedir. Bu bağlamda çalışmamızda yöreden tespit ettiğimiz kalıp
sözlerin farklı kaynaklardaki versiyonlarını eğik çizgi (/) işareti ile belirtik. Mükerrer
sözleri tek bir maddede gösterme yoluna gittik:
Aç it/köpek fırın yıkar/deler/yakar.
Ayağını ardıç/mercimek kütüğüne vermek/dayamak.
Köşgerin/marangozun/nacarın gapısı sırımla bağlı olur.
Eli/elleri/ellerin gırıla/gırılasıca/gırılsın
El öpenin/öpenlerin çok olsun/ola
Hızır/nebi yoldaşın ola/olsun
Aynı kalıp sözün farklı kaynaklardaki eksik ya da tamamlanan kısımlarını ise
köşeli parantez ([ ]) işareti ile belirtik. Böylelikle mahalli kalıp sözlerin bir nevi tamirini
yaptık:
[İşin yoksa git] hamam önünde kil sat.
Atlı [gonak] sığmış, itli [gonak] sığmış, çocuklu [gonak hiçbir yere] sığmamış.
[Açma sırrını] sırrını söyleme dostuna, o da söyler dostuna, [sonra saman
basarlar postuna].
Birinci bölümde kalıp sözlerle ilgili gerekli bilgiler verildiğinden bu bölümde
ayrıca bilgi vermeyeceğiz. Yörenin kalıp sözlerinden deyim, atasözü ve kargışları işlev,
yapı, yaygınlık-kullanım durumu, oluşum, anlatım ve anlamlarına göre inceleyip
alfabetik olarak listeleyeceğiz. Duaları, işlev, yapı, yaygınlık-kullanım durumu, anlatım
ve anlam; sövgü-küfür-hakaret sözlerini işlev, yapı ve oluşum; yeminleri, dini sözleri,
hitap sözlerini, şaşkınlık sözleri ile selam sözlerini ise işlev ve yapı açısından inceleyip
listeleyeceğiz. Kalıp sözleri tema-konu bakımından incelemeyeceğiz, sadece daha önce
yapılmış çalışmalardan bahsedeceğiz.
Kahramanmaraş’ta tarama-derleme yaparak topladığımız kalıp sözlerin sayısı
toplam 10.436 adettir. Bu sözlerin on gruba göre sayısal dağılımı ise şu şekildedir:

57
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

KALIP SÖZ SAYILARI

5808 2640 1085 625 104 89 50 19 12 4

Grafik 1: Kalıp Söz Sayıları.

3.1. Deyim

Kahramanmaraş’ta tespit ettiğimiz en kalabalık kalıp söz grubu deyimlerdir.


Kahramanmaraş’tan 5808 adet deyim tespit ettik. Bu sözlerin en az yarısının yöreye
özgü olduğunu söyleyebiliriz.

3.1.1. İnceleme/Tasnif

Deyimleri işlev, yapı, yaygınlık-kullanım durumu, oluşum, anlatım ve


anlamlarına göre inceledik.

3.1.1.1. İşlev

1. Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme


Abdal önüne oturmamak.
Adam sandık eşşeği, altına serdik döşşeği.
2. Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme
Kürt küvere.
Takyanus soyundan olmak.
3. Eğitim ve Kültürü Genç Kuşaklara Aktarma
Söz dinletmek.
Gargalar da senin tavuğun olsun, yumurtlamadıktan sonra.
4. Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma
Özrü gabahatinden büyük olmak.
Acem gılıcı gibi iki tarafa da çalmak.
5. Protesto
Avradı el için mi aldın?
Şelfeltiliği kim yapsın?
6. Dini İnançları Yansıtma
Allah’ın yoluna gitmek.
Allah’ın sillesini yemek.
7. Ahlâki Değer Bildirme
Ar etmek.
58
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ar namus arkaya atmak.


8. Durum Bildirme
Bellediğini bellemek, boz eşşeğe çullamak.
Abcal abcal yürümek.
9. Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Aha halim, aha gılığım.
Zamanın behrinde.
10. İletişime Yardım Etme
Teb demeden tebarekeye çıkmak.
Ya sayı bilmiyorsun ya da kötek yememişsin.
11. Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme
Yağarsa darıma, yağmazsa harmanıma.
Oynadı güldü, yerini buldu.

3.1.1.2. Yapı

Sözcük grubu halinde olan deyimler yapısal olarak umumiyetle ikileme, sıfat
tamlaması, isim tamlaması ve edat tamlaması biçimindedir. İkileme biçiminde olan
deyimlerde genellikle ikilemeyi oluşturan sözcüklerden ya biri ya da her ikisi herhangi
bir anlamı olmayan sözcüklerdir. Bununla beraber ikilemeli deyimlerin kimisi yansıma
sözcüklerden oluşmuştur.
Cümle biçiminde olan deyimlerin ekseriyeti ise iki kelimeden oluşmaktadır.
1. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Deyimler
Deyimler ikilemelerle kurulabilir: Aymaç uymaç, döllü döşlü
İsim tamlaması şeklinde olabilir: Allah adamı, abdal çadırı
Fiilimsi grubu şeklinde olabilir: Bakar kör, arlanmaz utanmaz
Sıfat tamlaması şeklinde olabilir: Abalı firenk, acı bayram
Unvan grubu şeklinde olabilir: Düttürü Leyla, buz baba
Edat grubu şeklinde olabilir: Gavur ölüsü gibi, gözüne bit düşmüş gibi
İsnat grubu şeklinde olabilir: Başı gara, başı sınık
Fiil grubu şeklinde olabilir: Ebcede çıkmak, ecrini çekmek
2. Cümle Biçiminde Olan Deyimler
Eksiltili cümle şeklinde olan deyimler vardır:
Adı evli, başı çorlu
Anası ayran, babası çökelek
İki yargılı deyimler vardır:
Horuz öldü, dava bitti.
Aç gezmek, beylerle gezmek.
Başı değişken olan deyimler vardır:
… sözü, itin o…uğu.
… hatırı kırılacağına Hırlak’ın gatırı gırılmak.

3.1.1.3. Yaygınlık-Kullanım Durumu

1. Genel/Ulusal Deyimler
Hayra yormak.
Kolu kanadı kırılmak.
2. Mahalli/Yöresel Deyimler
Ahır Dağı gibi malı olmak.
Arasa’dan yemek, bezirgandan giymek.
Çarşıbaşı’nda bir yalan söyleyip hökümetin önünde kendi de inanmak.

3.1.1.4. Oluşum
3.1.1.4.(1). Ortam Bakımından

1. Genel Halk Ortamında Konuşulan Deyimler


59
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gençlikten gocalığa mal saklamak.


Kağıt elden, tütün emanet.
2. Özel Ortamlarda Oluşan (Argo) Deyimler
Cirlavuk şirketi
Atar nakliyat

3.1.1.4.(2). Hikâyesi Bakımından

1. Hikâyesi Olan Deyimler


Hikâyesini tespit edebildiğimiz deyimlerin hikâyelerini de ilgili deyimin yanına
yazdık.
Çökeleği it derisine basmak: Elbistan'da hacca gidip ibadetinde olan bir Hacı
Efendi, sol bir partiden belediye başkan adayı olur. Camii çıkışında cemaatten oy ister.
Cemaatin verdiği cevap çok nefistir: “Sen çökeleği it derisine basmışsın.”
Benim adım Maşallah, şapka giymem inşallah: Maşallah sözünü ağzından
düşürmeyen ve halk arasında Maşallah Ali Efendi diye bilinen kişi son kez şapka giyip
giymeyeceğini soran mahkeme heyetine bu cevabı verir.
Depdim keçe oldu, sivrilttim külah oldu; gey başına, get işine: Çocuğu
keçeciliğe vermişler. Çocuk akşam olup da eve gittiğinde annesi, “Bir şeyler öğrendin
mi oğlum?” demiş. Çocuk da “Bunda ne var ki deptim keçe oldu, sivrilttim külah oldu,
gey başına get işine.” diye cevap vermiş.
2. Hikâyesiz Olan Deyimler
Acı görmek.
Islık avarası olmak.

3.1.1.5. Anlatım

3.1.1.5.(1). Mensur-Manzum Oluşu Bakımından

1. Mensur Deyimler
Duvarların dili olsa da söylese.
Ceviz çuvalı gibi şakırdamak.
2. Manzum Deyimler
Ali Fakı’ya yazdırdık, daha beter azdırdık.

Ali’nin börkü Veli’ye,


Veli’nin börkü Ali'ye.

3.1.1.6. Anlam

3.1.1.6.(1). Gerçek-Mecaz Oluşu Bakımından

1. Gerçek Anlamlı Deyimler


Halden anlamaz, haber dinlemez.
Analı babalı.
2. Mecaz Anlamlı Deyimler
İflas köyneğini fırın damında giymek.
Gözü arkada galmak.

3.1.2. Liste

… değil: Alacakmış gibi konuşuyor, ama almaz. Örnek: Aldığından değil ileri
geri konuşuyor. (Özturan, 2014: 35)
… göre hava hoş olmak: Bir işin neticesine razı olmak. Örnek: Tamam, dediğin
gibi olsun. Bana göre hava hoş. (Çınkır, 2016: 158)

60
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

… hatırı gırılacağına Hırlak’ın gatırı gırılmak: Birini kırmak istememek. Onu


inciteceğine sevilmeyen birini incitmek istemek. Örnek: Canını sıktıysam gusura
bakma. Senin hatırını gıracağıma Hırlak’ın gatırını gırarım. (Özturan, 2014: 231)
… Kilisliler götürdü: Eskiden Kilisliler eşeği Maraş'tan alıp götürdüklerinden,
birini arayana bu şekilde şaka yapılırdı. Örnek: Babanı Kilisliler götürdü. (Alparslan-
Özturan, 2010: 236; Özturan, 2014: 195)
… mı, gönül eğliyor: Kadınlarla, kızlarla, eşyalarla almak için değil sırf
eğlenmek, gönül eğlemek için böyle yapıyor. Örnek: O bir şey almaz. Aldığından değil
gönül eğliyor. (Özalp, 2008: 185)
… sözü, itin o…uğu: Sözünün değeri yok. Örnek: Onun sözü, itin o…uğu be
oğlum. (Çınkır, 2016: 836)
Aan aan bakmak: Gözünü ağartarak bakmak. Melül mahzun, mazlum mazlum,
yalvarırcasına bakmak. (Özalp, 2008: 188)
Aan aan dönmek: Yatıp yuvarlanmak. Acıdan kıvranmak. Akla takla dönmek.
(Özalp, 2008: 188)
Aba altından değnek/meses/sopa göstermek: Birini dolaylı yoldan tehdit etmek,
gözdağı vermek. (Gökçebey, 1999: 83; Özalp, 2008: 181; Özturan, 2014: 25)
Aba yitirmişe benzememek: Çok telaşlı olmamak, bir şeyi kaybetmiş gibi
görünmemek. (Özturan, 2014: 25)
Abalı firenk: Kurnaz, cin fikirli. Örnek: Ahmet Kahya gibi abalı firenk yoktur.
(DS, 2009: 8)
Abalıyı biz beğenmedik, kebeli de bizi beğenmedi: Kimini biz beğenmedik kimi
de bizi beğenmedi, ortalıkta kaldık. (Dalkıran, 2005: 36; Özturan, 2014: 25-26; Mehmet
Kurt)
Abayı yakmak: Birisine âşık olmak, gönül bağlamak. (Kozan, 2007: 219)
Abba olmak: Bembeyaz olmak. (A. Kurt, 2017: 3)
Abbas yolcu: 1. Bir kimsenin yola çıkacağı zaman söylenir. 2. Ölmek üzere.
(Özturan, 2014: 26; Şen, 2006: 98)
Abbas/abbası altın, sultan/sultanı kiraz: Çok nazlı, el bebek gül bebek büyütülen,
varlığı yerinde kimse. (Özalp, 2008: 181; Özturan, 2014: 26)
Abcal abcal yürümek: İki yana çokça eğilerek yürümek; çocuk gibi, ördek gibi
yürümek. (DS, 2009: 15)
Abdal çadırı: Misafir geldiğinde hiçbir şey ikram edilmeyen yer. Örnek: Oğlum
burası abdal çadırı mı? (Dalkıran, 2005: 54; Özturan, 2014: 79; Şen, 2006: 97)
Abdal çalıp cingan oynamak: Ortalık karman çorman olmak. (Özturan, 2014: 26;
Şen, 2006: 98)
Abdal dövüşü: Gürültülü kavga. (Özturan, 2014: 26)
Abdal galkmak, cingan gonmak: Ortalık kalabalık, işler karmakarışık olmak.
(Özalp, 2008: 181; Özturan, 2014: 26)
Abdal ineği gibi: İşe yaramaz, yaşlanmış, çok zayıf. (Çınkır, 2016: 12)
Abdal önüne oturmamak: Gavurdan farksız, sünnetsiz olmak. (Çınkır, 2016: 12)
Abdalın avarası gibi gezmek: Boş boş gezmek, çalışmamak, tembel olmak.
(Özturan, 2014: 26)
Abdest bozmak: Tuvalet ihtiyacını gidermek. Büyük ve küçük çiş yapmak.
(Çınkır, 2016: 12; Özalp, 2008: 181; Özturan, 2014: 26)
Abdestinden şüphesi olmamak: Yanlış işi yapmamak. (Özturan, 2014: 26)
Abdestini vermek: Terbiyesini vermek. (Özturan, 2014: 26)
Abdestli mi giydin?: Ayakkabı ile eve, camiye girene söylenir. (Özturan, 2014:
43)
Abdestsiz yere basmamak: Fazla sofu olmak. (Özturan, 2014: 26)
Abıcambak deve köstek: Darmadağınık. (Saime Pırnaz)
Abikert abikert gonuşmak: Çok konuşkan olmak. (Arslan, 2011: 353)
Ablak yüz, değermi çehre: Güzel kadını tarif. (Özturan, 2014: 26)
Ablak yüzlü: Tombul. (Kuyumcu, 1995: 143)
Abraza gitmek: Tersini yapmak, zıt gitmek, zıddına gitmek. (Çınkır, 2016: 14)
Abur cubur: Gıdasız yiyecekler. (Mercimek, ?: 41; Özturan, 2014: 26)

61
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Acem gılıcı gibi iki tarafa da çalmak: İki taraflı iş yapmak. Hem birinden yana
hem de ona karşı olabilmek. Aralarında sorun bulunan iki yanı da idare etmek. İki yanlı
davranmak. (Şen, 2006: 98)
Acı acına: Aç haliyle. (Özturan, 2014: 26)
Acı bayram: Öncesinde acı yaşanmış ilk bayram. (Özturan, 2014: 26)
Acı geyrek: Hazmedememek, hazımsızlık. (KA, 2018: 103)
Acı görmek: Evlat ölümüne benzer olay yaşamak. (Özturan, 2014: 26)
Acı haber: Ölüm ve benzeri için verilen haber. (Özturan, 2014: 26)
Acı hısım/horanta olacağına datlı gomşu olmak: Kız verip araları bozuk
olacağına iyi birer komşu olmak istemek. (Çınkır, 2016: 16; Özturan, 2014: 26)
Acı tiyek: 1. Sıkıntılara, darbelere dirençli insan. 2. Üstüne alınmayan insan.
(Özturan, 2014: 26; Şen, 2006: 99)
Acı zulüm bir ekmek yemek: Güçlük içerisinde bir hayat sürerek geçimini
sağlamak. (Özturan, 2014: 26)
Acı zulüm geçinmek: Zar zor geçinmek. (Adem Pırnaz)
Acıkırım diye s..amamak: Çok cimri olmak. (Özturan, 2014: 232)
Acından fenikmek: Çok acıkmak, açlıktan dermansızlaşmak, yemeklere
saldıracak hale gelmek. (Özalp, 2008: 182)
Acından gebermek: Çok acıkıp halden düşmek. (Özturan, 2014: 26)
Acından köpük gusmak: Aşırı derecede acıkmak. (Özalp, 2008: 182)
Acısına oturmak: Birinin acısını, öldüğünü görmek. (Özturan, 2014: 27)
Acısını çıkarmak: Acıya karşılık acı yaşatmak. Verdiği acının karşılığını
yaşatmak. (Özturan, 2014: 27)
Acizlik gomayıp vermek: Yaramazlık yapmak; birini rahatsız, huzursuz etmek,
hırpalamak, taciz etmek. (Özalp, 2008: 182)
Aç dıravacıli çalmak: Hakkı olmayan bir şeyi haksız yere elde etmeye çalışmak,
hak iddia etmek, dava çalmak. (Özalp, 2008: 182)
Aç garnına b.. yemek: Çok yanlış iş tutmak. (Özturan, 2014: 27)
Aç gezip dok salınmak/sallanmak: Fakirken aç ve muhtaç olduğu halde
çevresine öyle değilmiş gibi bir hava vermek. Başkalarına eksik yanını, düşkün yanını
göstermemek. Örnek: Adamcağız aç gezip dok salındı, ama hem şükretmesini bildi hem
de başını hiç eğmedi. (Bilgin, 2006: 17; Şirikçi, 2007: 88)
Aç gezmek, beylerle gezmek: Para sıkıntısı çekmek, ama zenginlerle gezmek.
Zenginmiş gibi davranmak. (Özturan, 2014: 27)
Aç ölüp ihtişamsız galmamak: Açlıktan ölecek kadar fakir olduğu halde
yüksekten uçmak, havasından geçilmemek, müsrif davranmak. (Özalp, 2008: 182)
Aç yanını sürümek: Perişan bir hayat sürmek; yarı aç yarı çıplak, perişan
vaziyette sürünmek. (Özalp, 2008: 182)
Açalavaç gezmek: Karnı aç olarak yemeden içmeden gezmek. (Özturan, 2014:
27)
Açığı çok olmak: Eksiği, ayıbı, kötü işi çok olmak. (Özturan, 2014: 27)
Açığını aramak: Ayıbını, kötü yanını aramak. (Özturan, 2014: 27)
Açık cılbak: Açık saçık giyinmiş, üstü başı eskiyip yırtılmış, etleri görünen, yarı
giyinik, vücudunun bir kısmı açık, bir kısmı kapalı olma durumu. (Özalp, 2008: 182)
Açık g.. mü var?: Dikkat çekecek bir şey mi var? Ne bakıyorsun? (Özturan,
2014: 27)
Açım vermek: Rahat açılmak, yufka gibi ince açılmak. (KA, 2018: 103)
Açlığını körlemek: Açlığını bastıracak kadar bir şeyler yemek. (Özturan, 2014:
27)
Açlıktan başı dönmek: Açlığın ortaya çıkardığı kazıntı ile başı dönmek.
(Özturan, 2014: 27)
Açlıktan gözünün önü gararmak: Aşırı açlıktan görme duyusu zayıflamak.
(Özalp, 2008: 182; Özturan, 2014: 27)
Açlıktan ölmek: Zarar görecek şekilde fazla aç kalmak. (Özturan, 2014: 27)
Açsam avucumda, yumsam yumruğumda: (Kimsesiz güvey için) İpleri elinde
olmak. (Özturan, 2014: 27)
Ad goymak: İsim vermek. (ATKVE, 2011: 209)
62
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ad vurmak: 1. İsim koymak. 2. Bir şeyle itham etmek. (Çınkır, 2016: 19;
Çivioğlu, 1999: 97; Özturan, 2014: 27; Uzun vd., 2012c: 268)
Adam akıllı: 1. Aklı başında. 2. Tam anlamıyla. (Erşahin, 2011a: 69; Özturan,
2014: 27)
Adam etmek: Eğitmek, kişilik sahibi yapmak. (Özturan, 2014: 27)
Adam gıtlığı: Adam azlığı. (Özturan, 2014: 27)
Adam gibi adam: Kaliteli insan. (Özturan, 2014: 27)
Adam gibi çalışmak: Hakkını vererek çalışmak. (Özturan, 2014: 28)
Adam içine çıkacak durumu galmamak: Ayıbı, suçu çoğalmak. İnsanlardan
utandığından onların arasına karışamaz olmak. (Özturan, 2014: 28)
Adam olmak: Kişilik, kimlik kazanmak. (Bilgin, 2007b: 239; Göçer, 2010: 128;
Özturan, 2014: 28)
Adam olması için daha gırk fırın ekmek yemesi lazım olmak: Adam olması için
çok yıllar lazım olmak. (Özturan, 2014: 28)
Adam olmaya niyeti olmamak: İnsan olmaya, karakter kazanmaya niyeti
olmamak. Serseriliğe devam etmek. (Özturan, 2014: 28)
Adam sandık eşşeği, altına attık/serdik döşşeği: Görünüşüne aldanıp ikramda
bulunduk, ama ikramı hak edecek bir adam değilmiş. (Arslan, 2011: 345; Dalkıran,
2005: 47; Kuyumcu, 1995: 77; Özturan, 2014: 28; Şen, 2006: 99)
Adam sarrafı: İnsanların iyisini, kötüsünü çabuk tanıyıp seçebilen kimse.
(Özturan, 2014: 28)
Adam sınıfına girmemek: Toplumun kabul ettiği adamlar gibi olamamak.
(Özturan, 2014: 28)
Adam söyletmesini sevmek: Yapacağını yapmayıp karşıdakini söyletmek,
sinirlendirmek. (Özturan, 2014: 28)
Adam Tokat’tan geliyor, yalan mı söylüyor?: Hikâyesi: 1920’li yıllarda köyden
şehre gidip gelmek, bilhassa ulaşım yönünden çok zordur. Bu zoru aşan köyün
Memedelâ’sı (Mehmet Ali) Tokat’a gidip dönmeyi başarır. Köy girişinde bostan
çapalamakta olan komşu kadın ve kızlarına geleneğimiz gereği “kolay gelsin” diye
seslenir. “Sağ olun” diyen grup, az mola verip etrafına toplanır. “Şehirde ne var, ne
yok?” diye sorarlar. Ağzı laf yapan Memedelâ: “Sormayın sormayın, Tokat’ta Vali
bugün bir genelge, bir emir yayınladı. O emir de bugün belediye tellalı tarafından ilan
edildi. Bizzat dinledim. Belki buradakilerin hoşuna gitmeyen de olacak, ama söylemek
zorundayım. Çünkü duyan duymayana haber versin, diye tellal efendi iyice perçinledi.
İlan şöyle: ‘Bundan böyle, genç kızlar yaşlı erkeklerle, yaşlı kadınlar da delikanlı
erkeklerle evlendirilecektir. Duyan duymayan haber versiiiin!’ şeklindeydi. Bu işe ben
de şaştım, ama emir emirdir. Ululemre itaat etmek de hepimizin boynunun borcu.” Bir
sessizlik. Az sonra kızlardan biri, ağzıyla “cııırt” der. Bunun üzerine yaşlı dul kadın,
“Cırtına vırt! Adam Tokat’tan geliyor, yalan mı söylüyor?” cevabını verir. Bu esprili
durum yayıldıkça yayılır ve zamanı geldiğinde söylenir. (Göçer, 2004: 78)
Adam var, adamcık var: İnsanın iyisi de var, iyiymiş gibi görünmeye çalışanı da.
(Özturan, 2014: 28)
Adam yerine goymamak: Kendini çok beğenip başkasını küçük görmek.
(Özturan, 2014: 28)
Adama benzemek: Kılığı-kıyafeti düzelmek, insan olduğu belli olmak. (Özturan,
2014: 28)
Adama benzer yanı olmamak: İnsanı insan yapan özellikleri olmamak. (Özturan,
2014: 28)
Adama çökmek: Birinin üstüne çullanmak, saldırmak, dövmek. (Özalp, 2008:
182; Özturan, 2014: 28)
Adama dönmek: Görünüş olarak normal insanlar gibi olmak. (Özturan, 2014:
28)
Adama ne derler?: Yakışıksız şey yaparsan adamı kınarlar. (Özturan, 2014: 28)
Adamakla pilav bişse, deniz gadar yağı benden: Bir şeyi çok istemekle elde
edilse bütün masrafları benden. (Şen, 2006: 98)
Adamdan azma: (Hayvanlar için) İnsan gibi akıllıca iş yapan hayvan. (Özturan,
2014: 28)
63
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Adamı çatlatmak: Sinirlerini bozmak. (Özturan, 2014: 27)


Adamı leylekten evvel Şam’a indirmek: Sevilmeyen birini yeryüzüne sığmaz
etmek. (Özturan, 2014: 29)
Adamı söyletme: Sözümü ağzımda tutuyorum, söyletme. Söylersem kötü
söylerim. (Özturan, 2014: 29)
Adamına düşmek: Kendisine fayda sağlayacak biriyle karşılaşmak. İşin ehline
düşmek. (Özturan, 2014: 29)
Adamına göre gonuşmak: Konuşmalarda prensip sahibi olmamak. Kimseyle ters
düşmeyecek şekilde konuşmak. (Özturan, 2014: 29)
Adam-insan evladı: Davranışı insanlığa uygun. (Özturan, 2014: 28)
Adam-insan içine çıkmamak: İnsan içine girip sosyalleşmemek. Yabani olmak.
(Özturan, 2014: 28)
Adamlık şekli galmamak: Kılık-kıyafetiyle insanlıktan çıkmak. (Erşahin, 2011a:
69)
Adamlıkla alakası olmamak: İnsanlıkla ilgisi olmamak. Kişiliksiz olmak.
(Özturan, 2014: 29)
Adamlıktan çıkmak: İnsana benzer hali kalmamak. (Özturan, 2014: 29)
Adamsendecilik etmek: Söylenilenleri tasdik etmemek. (Karalar, 1998: 42)
Adana’nın garpuzu gibi yata yata büyümek: Tembel tembel yatmak. (Özturan,
2014: 29)
Adarı yetmek: Vakti gelmek, vakti yetişmek. (KA, 2018: 103)
Addeli töreli: Eni konu, yerli yerinde, noksan bırakmamacasına. (Özalp, 2008:
182)
Âdem eti yemek: Dedikodu etmek. (Yalman, 1977: 513)
Âdet yerini bulsun diye: İş olsun havası. (Özturan, 2014: 29)
Adı belli: Oldu olacak, bu kadar olmuşken şunu da yapalım. (Özturan, 2014: 29)
Adı büyük, g..ü/dibi govuk: Adı büyüğe, zengine çıkmış ama bir işe yaramaz,
arkası boş. (Özalp, 2008: 182; Özturan, 2014: 29)
Adı çıkmak: Kötü olarak bilinmek, belli özelliğiyle tanınır olmak. (Kozan, 2007:
219; Körük, 2005: 33)
Adı çıkmış dokuza, inmez sekize: Çevresinde belli vasıflarıyla tanınmak, bu
hasletinden kurtulamamak. (Özturan, 2014: 29)
Adı evli, başı çorlu: Evliliğinin tadı olmamak. Avrattan sıkıntısı olmak.
(Özturan, 2014: 30)
Adı sahibi: İsmin bir önceki taşıyıcısı. (Özturan, 2014: 29)
Adı sahibine çekmek: İsmini koydukları kişinin özelliklerine, ahlakına sahip
olmak. (Özturan, 2014: 29)
Adı sanı [bellisiz] olmak/galmamak/unutulmak: : İzi, işareti, hiçbir şeyi
kalmamacasına ortadan kalkmak. Hiç yaşamamış gibi bütünüyle yok olmak. ÖR: Başka
çocuğu da yoktu, adı sanı unutuldu. (Özalp, 2008: 182; Özturan, 2010: 11; Özturan,
2014: 29)
Adı var, kendi yok: Şöhreti, havası var ama ona uygun behresi yok. (Özturan,
2014: 29)
Adım atacak yer olmamak: Çok kalabalık olmak. (Özturan, 2014: 29)
Adım Hıdır, elimden gelen budur: Yeteneklerim, imkanım bu kadar. (Özturan,
2014: 29; Faruk Zülkadiroğlu)
Adımını şaşırmamak: Birinin peşinden hiç ayrılmamak, yapışık gibi sürekli
yanında olmak. (Özalp, 2008: 182; Özturan, 2014: 29)
Adını bağışla/bağışlamak: İsmini söylemek. (Çınkır, 2016: 20; Özturan, 2014:
30) Şen, 2006: 97)
Adını deliye, g..ünü/gıçını çalıya goymak: Adını deliye çıkarıp dilediğini
yapmak. (Karalar, 1998: 42; Özturan, 2009a: 208; Özturan, 2014: 30)
Adını goymak: Fiyatını belirlemek. (Özturan, 2014: 30)
Afat-ı devran: 1. Açıkgöz, hilekar, gaddar, zalim, baş edilemez kimse. 2. Güzel,
çok güzel, fettan, oynak, fıkır fıkır kaynayan, erkekleri yoldan çıkaran kadın. (Özalp,
2008: 183; Özturan, 2014: 30)

64
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Aferine sıçramak: Bir aferin almak için canla başla çalışmak. (Özturan, 2014:
19)
Afrasından tafrasından geçilmemek: Çok havalı olmak. (Özturan, 2014: 30)
Agap dönmek: Aynı yerde debelenip durmak, olduğu yerde dönüp durmak.
(Çınkır, 2016: 21)
Agdarıp döndermek: Aynı sözü tekrar etmek. Bir fikri sürekli düşünerek çözüm
aramak. Özalp, 2008: 183; Özturan, 2014: 31)
Agla takla etmek/olmak: Bir şeyi altüst etmek, döndürmek, sağa sola, altını
üstüne çevirmek. (Özalp, 2008: 183)
Agup’un gazı gibi lüp lüp yutmak: Bir şeyi hızlı hızlı yemek. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Ağ daşı ağnatır, gara daşı gaynatır: Aşırı geveze. (Özturan, 2014: 19)
Ağ günlü olmak: İyi bahtlı olmak. (Okumuş, 2006: 165)
Ağ sayıya gara yamalık: İyinin-güzelin, iyiliğin-güzelliğin üzerine yapılan,
onlara tamamen aykırı kötü ve çirkin şeyler. (Özalp, 2008: 181)
Ağa günü: İnsanın cömertçe para harcadığı gün, iyi günü. (Özturan, 2014: 19)
Ağa kesesinden harcamak: Başkasının kesesinden, kazancından harcamak.
(Özturan, 2014: 19)
Ağaçtan/cansız at: Tabut. Örnek: Hey gidi Şerif Hoca hey, “Bunca adamın
cenaze namazı gıldırma değil, beni de bir gün cansız ata bindirirler.” derdi. (Bilgin,
2006: 54; Çınkır, 2016: 22)
Ağalığı ariye vermek: Varlıklı olmak, ama para harcamasını bilmemek. Para
harcayamamak, cimri davranmak. (Özturan, 2014: 19; Adem Pırnaz)
Ağaya minder atmak: Birine şanına layık ikramda bulunmak. (Özturan, 2014:
21)
Ağım ağım ağlamak: Acındırarak ağlamak. (Özturan, 2014: 19)
Ağıp gitmek: Sağa sola bakmadan, kimseye aldırmadan kendi bildiğine gitmek.
(Özalp, 2008: 181)
Ağır akıllı: Ölçülü hareket eden, akıllı davranan insan. (Özturan, 2014: 20)
Ağır aksak: Düşe kalka, yarım yamalak, kör topal, şöyle böyle, orta halli.
(Özalp, 2008: 189; Özturan, 2014: 20)
Ağır basmak: Baskın gelmek. (Özturan, 2014: 19)
Ağır harman: Ağır hareket eden, havalı. (Özturan, 2014: 20)
Ağır söz: Küfürlü, hakaret dolu, izzetinefsi kırıcı söz. (Özturan, 2014: 20)
Ağır terzi: Çok kaliteli iş çıkaran kadın terzi. (Özturan, 2014: 20)
Ağır uslu: Akıllı, aklı başında. Davranışları yerli yerinde. Cıvık ve sulu olmayan
kimse. (Özalp, 2008: 189)
Ağır yemek: Misafir için hazırlanan, yağlı, emek isteyen yemek. (Özturan, 2014:
20)
Ağırdan almak: Yavaştan almak, acele etmemek. (Özturan, 2014: 20)
Ağırına gitmek: Zoruna gitmek, gücüne gitmek, onuruna dokunmak. (Çınkır,
2016: 9; Mercimek, ?: 124; Özturan, 2014: 20)
Ağırlığınca altın etmek: Çok kıymetli ve değerli olmak. (Okumuş, 2006: 165;
Özturan, 2014: 20)
Ağırlık çökmek: Ağırlık basmak, sıkıntı duymak. Sıkıntılı bir duruma girmek.
Manevi bir ağırlık hissetmek. (Özalp, 2008: 190)
Ağıt yakmak/çalmak/söylemek: Acıyı ifade eden bir şey söylemek, düzmek.
Örnek: Geçmişine bakıp ağıt yakıyor. (Bilgin, 2007c: 161; Erşahin, 2011a: 69; Gökçe,
2014: 116; Gözükara-Özalp, 2011a: 7; Özturan, 2014: 20; Sarıyıldız, 2012: 404)
Ağız açmak: Sabredip söylemediği lafları söylemeye başlamak. (Özalp, 2008:
195; Özturan, 2014: 21)
Ağız açtırmak: Yedinci gününde ölünün ruhu için yemek vermek. (Özalp, 2008:
195)
Ağız açtırmamak: Birine baskı yapıp konuşmasına izin vermemek. (Özalp, 2008:
195)
Ağız ağız değil ki evliya g..ü: (Faruk Zülkadiroğlu)

65
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ağız ağza vermek: İki insan birbirine çok yakın durarak gizlice konuşmak.
(Özalp, 2008: 195; Özturan, 2014: 21)
Ağız aramak: Birinin bir konudaki görüşünü öğrenmek için ağzını yoklamak.
(Özalp, 2008: 195)
Ağız birliği etmek: Önceden söz birliği ederek aynı ifadede birleşmek. (Özalp,
2008: 195; Özturan, 2014: 21)
Ağız burun fındık: Ağzı, burnu küçük ve düzgün. (Özturan, 2014: 21)
Ağız dadı/dadıyla: İyi hal, huzur, iyi geçim, birlik, dirlik. (Özalp, 2008: 195;
Özturan, 2014: 21)
Ağız dağıtmak: Küfretmek, ağza geleni söylemek, ağız bozmak. (DS, 2009: 96)
Ağız dalaşına gitmek: Laf yarıştırmak, çekişmek. (Elife Akkurt)
Ağız değiştirmek: Daha önce söylenilenleri değiştirip başka şeyler söylemek.
İfade değiştirmek. (Özalp, 2008: 195; Özturan, 2014: 21)
Ağız dolusu gonuşmak: Haklı olduğuna güvenerek sert bir şekilde, çok fazla
konuşmak. (Özturan, 2014: 21)
Ağız dolusu küfretmek: Kaba bir şekilde fazlasıyla küfretmek. (Özturan, 2014:
21)
Ağız gavgası: Sözle atışarak dövüşmek. (Özturan, 2014: 21)
Ağız uçurmak: Sövüp saymak, hakaret etmek, tehdit etmek. (Özalp, 2008: 196)
Ağız vermek: Konuşanı dinlemeye başlamak. Örnek: Ne ağzınızı verip her lafı
dinliyorsunuz ki işinize bakın. (Bilgin, 2006: 21)
Ağız yaşartacak gadar: Bir şeyin yeterinden az olması. (Özturan, 2014: 21)
Ağlama dutmak: Ağlama duygusuna düşüp ağlamak. (Özturan, 2014: 19)
Ağlamsak etmek: Ağlayacak hale getirmek. (Özalp, 2008: 185)
Ağlayası gelmek: Görülen acıklı bir olaydan, şahit olunan zulümden, hakaretten
dolayı ağlama isteği duymak, ağlayacak hale gelmek. (Özalp, 2008: 185; Özturan, 2014:
19)
Ağlayıp da ala gözden olmak/olmamak: Ağlamaya tenezzül etmemek. (Özturan,
2014: 19)
Ağlayıp sıkramak/sıtnamak: Şikayet ederek ağlamak, söylenerek ağlamak.
Ağlayıp sızlamak (Gökçe, 2014: 189; Gültekin, 2004: 911)
Ağrı gelmek: Ağrı ortaya çıkmak. (Özturan, 2014: 20)
Ağrımaz başını ağrıya sokmamak: İşi yerinde, kafası rahat olmak. Kendini
sıkıntıya sokacak işe bulaşmamak. (Özturan, 2014: 20)
Ağrısız başa keten sarmak: Başına dert açmak. (Çınkır, 2016: 28)
Ağrıyıp incinmemek: (Komşuluk, ortaklık, evlilikte) Karşı tarafça zora
sokulmamak, sıkıntıya düşürülmemek, incitilmemek, haksızlığa uğratılmamak. (Özalp,
2008: 190)
Ağsak it ağnağı: İnsanların rastgele girip çıktıkları yer. (Çınkır, 2016: 28)
Ağu gibi: Çok tuzlu, çorak, zehir gibi. (Özalp, 2008: 181)
Ağza alınmadık laf etmek: Ağır ifadelerle hakaret etmek, küfretmek. (Özturan,
2014: 21)
Ağza göre gonuşmak: Karşıdaki muhataba ters düşmeyecek şekilde konuşmak.
(Özturan, 2014: 21)
Ağzı açık galmak: Hayret içinde kalmak. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı ağzına gelmek: İki şey birbirine denk gelmek. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı aşşağı, başı yukarı: Birbirinden bağımsız, biçimsiz. (Şen, 2006: 99)
Ağzı aykırı gitmek: Yorgunluktan, hastalıktan kendini bilmez/bilemez hale
gelmek, uyuyakalmak. Yorgunluk, hayret, bayılma veya hastalıktan ağzı açık kalmak.
(Özalp, 2008: 196)
Ağzı ayran görmemiş olmak: Şımarık olmak. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı ayrık ayran delisi olmak: Aptal aptal, amaçsızca gezmek. (Arslan, 2011:
352; Çınkır, 2016: 29; Özturan, 2014: 21; Şen, 2006: 97)
Ağzı ayrılmak: Hayrete düşmek. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı barabar sövmek: Ağız/ağzının dolusunca küfretmek, sövmek. Sözünü hiç
çekinmeden, esirgemeden söylemek, hakaret etmek. (Özalp, 2008: 196)

66
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ağzı bir batman havaya galkmak: Bir sebeple havalı konuşmaya başlamak.
Konuşması kabalaşmak. İnsanları küçük görmeye başlamak. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı bir olmak: Aynı şeyi konuşmak. Ağız birliği etmek. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı bozuk: Çirkin konuşmak, küfürlü konuşmak. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı cıvık: Boşboğaz, geveze, sır tutmaz. Örnek: Ağzı cıvık olanın nişanlısı ele
gider. (DS, 2009: 116; Kozan, 2007: 215; Özturan, 2014: 21)
Ağzı çelikli: Çok konuşan, ani cevap veren. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı çimiş çimiş etmek: Bir şey yerken ağzı açık kalmak, ses çıkarmak ve
durmadan hareket etmek. (Özalp, 2008: 196)
Ağzı çirkef olmak: Konuşması küfür dolu olmak. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı dili bağlanmak: Konuşamaz olmak. Olacağa engel olamamak. (Özturan,
2014: 21)
Ağzı dişleri sızlamak: Bir iş veya bir kötülük yapmak, intikam almak için
şiddetli istek duymak. (Özalp, 2008: 196)
Ağzı dualı: Konuşması kibar. Ağzından sürekli dua çıkmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı g.. olmak: Çok söylemek, ama dikkate alınmamak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı Gaf Dağı’nda olmak: Ağzı yükseklerde olmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı gapalı olmak: 1. Yeni gelen gelin daha çok kayınbabasına hitaben, bahşiş
(konuşmalık) alıncaya kadar konuşmamak, gelinlik yapmak. 2. Az konuşmak. 3. Sır
saklayabilmek. 4. Oruç olmak. Örnek: Off, her yumuşunuza ben mi gideceğim? Gelin
hanım da ağzı gapalı deyi keyif sürsün. İyi bulduk vallaha yitirmezsek. (Bilgin, 2006:
21; Özalp, 2008: 196; Özturan, 2014: 22)
Ağzı gara olmak: Kötü sözlü olmak, ağzından kötü söz çıkmak. (KA, 2018: 103;
Kaya-Kozan, 2003: 17; Özturan, 2014: 22)
Ağzı gavlak: Sır tutmayan. Örnek: Sakın ola ona sırrını demeyesin. Ağzı
gavlağın biri o. (Çınkır, 2016: 29)
Ağzı gözü bir yana gitmek: Yüz felci geçirmek. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı gulaklarına varmak: Çok sevinmek. (Özturan, 2009b: 307)
Ağzı güzel: Kibar, terbiyeli konuşan. (DS, 2009: 118)
Ağzı hamam kilidi olmak: Çok az konuşmak, kimseye sır vermemek. (Özturan,
2014: 22)
Ağzı havada olmak: Yüksekten konuşmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı hayra açmak: Kötü, zarar verici, felaket bildirici sözleri bırakıp hayırlı,
faydalı, güzel şeyler söylemek. Örnek: Aman gızım ağzını hayra aç! (Özalp, 2008: 196)
Ağzı hiç içli köfte görmemiş olmak: Dengesiz, çok yavan, sıkıcı konuşmak.
Konuşması zor dinlenmek, konuşmalarında meymenet olmamak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı kelam etmemek: Güzel konuşmamak, az konuşmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı kilitli: Sır saklayan, here heçe konuşmayan. (Çınkır, 2016: 29; Kaya-
Kozan, 2003: 17)
Ağzı laf yapmak: Güzel konuşmak, derdini rahatlıkla anlatmak. (Göçer, 2004:
19; Özturan, 2014: 22)
Ağzı març març/mırç mırç etmek: Yemek yerken ağızdan març març diye ses
çıkmak. (Özalp, 2008: 196)
Ağzı pek/berk: Söylememesi gerekenleri boşboğazlık edip ağzından kaçırmayan,
sır tutan. (Bilgin, 2006: 22; Çınkır, 2016: 10; DS, 2009: 120)
Ağzı pis: Küfürlü konuşan. (Ahmet Pırnaz)
Ağzı sağır: Şartları yerine geldiğinde söylenmesi tembih edilen sözü bile
muhatabına bir türlü söylemeyen insan. Örnek: Git heri, ağzından bir kelime alana
kadar imanımız gevriyor vallahi. Sana da ağzı sağır diyen halt etmiş, ağzı kör
demelilerdi, ağzı yok demelilerdi. (Bilgin, 2006: 22)
Ağzı selli, g..ü yelli olmak: Boş iş yapmak. (Karalar, 1998: 42)
Ağzı sırnaplı: Sır saklayan: (Şirikçi, 2006: 177)
Ağzı söze yakışmak: Toplum içinde güzel konuşmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı süt kokmak: Daha yaşı küçük, toy, acemi olmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı Şar Dağı’nı değnemek: Ağzı havalı olmak. (Özalp, 2008: 196)
Ağzı şipilemek: Ağız çabuk çabuk hareket etmek ve şip şip şeklinde ses
çıkarmak. (Özalp, 2008: 196)
67
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ağzı şor kokmak: Gevezelik etmek, çok konuşmak istemek. (Karalar, 1998: 42)
Ağzı uçuklamak: Korkudan ve şaşkınlıktan dudakları kurumak, uçuklamak.
(Özturan, 2014: 22)
Ağzı üstü yatmak: Yüzükoyun yatmak. (Özturan, 2014: 21)
Ağzı var, dili yok: Söz düşmeden konuşmayan, her şeye itiraz etmeyen, sessiz.
(Özturan, 2014: 22)
Ağzı yalavıç: Ağzında bakla ıslanmayan, geveze. Söz taşıyan. (Özalp, 2008:
196)
Ağzı yanmak: Tuttuğu bir işten beklemediği zararı görmek. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı yelli olmak: Ağzı havalı, palavracı, küfürbaz olmak. Önüne gelene hakaret
etmek. (Özalp, 2008: 196)
Ağzı yukarıda: Havalı. (Özturan, 2014: 22)
Ağzı yüce: Büyük adam gibi davranmak, havalı konuşmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzıcığını yummak: Konuşmamak. (Sultan Kamalak)
Ağzımla isteyim de neremle yiyeyim?: Asıl olan istemeden vermek. İsteyince
verdiğini nasıl rahatça yiyeyim. (Özturan, 2014: 22)
Ağzına b..lu papuçla çarpmak: Birini azarlayarak haddini bildirmek. Utanılacak
bir şeylerini söyleyerek utandırmak. (Özalp, 2008: 196)
Ağzına b..u goymak: Karşıdakini zor durumda bırakacak hamleyi yapmak.
(Ahmet Yenikale)
Ağzına bir parmak bal çalmak: Kazanabilmek için iyilik yapmak. (Özturan,
2014: 23)
Ağzına bir şey goymamak: Yememek, içmemek, zayıflamak. (Özturan, 2014:
23)
Ağzına çemkirmek: Küçükler, büyüklerine karşı gelmek. (Arslan, 2011: 352)
Ağzına çöp/ip ölçermek: Ağzını yoklamak, sınamak. Ağzından laf almaya
çalışmak. Örnek: Ağzına çöp ölçerdim, bülbül gibi öttü. Eteğindeki tüm taşları döktü.
(Çınkır, 2016: 29; Çınkır, 2016: 30)
Ağzına daş almak: Hiç konuşmamak. (Özturan, 2014: 23)
Ağzına değmedik fincan, g..üne değmedik minder galmadı: Kız beğenmek
amacıyla çok gezmek, ama sonuç alamamak. (Alparslan-Özturan, 2010: 77; Özturan,
2014: 23)
Ağzına dürülüp gelmek: Rahat konuşmak. Konuşma yeteneği çok iyi olmak.
(Özturan, 2014: 23)
Ağzına gamalak şaptasıyla b.. yetişmez olmak: Ağzı çok yücelmek,
konuşulacağı kalmamak. (Özturan, 2014: 23)
Ağzına geleni gonuşmak/saymak: Kalp kırar mı, kırmaz mı hesap etmemek,
ağzına geleni hesapsız şekilde konuşmak. (Erşahin, 2011a: 69; Özturan, 2014: 23)
Ağzına havurtlu deve sığmamak: Kendini çok beğenmiş olmak. (Arslan, 2011:
353)
Ağzına mühür vurmak: Bir kişinin çok ve gereksiz konuşmasını önlemek. (A.
Kurt, 2017: 4)
Ağzına öykünmek: Bir kimsenin söylediklerini taklit etmek. Örnek: Manyak
mısın sen, ne ağzıma öykenip duruyon iki saattir öyle? (Arslan, 2011: 352; Çınkır,
2016: 30; Kapanoğlu, 2009: 99; Özalp, 2008: 196; Özturan, 2014: 23)
Ağzına s..mak: Çok zarar vermek. (Özturan, 2014: 23)
Ağzına sakız olmak: Gittiği her yerde aynı şeyi konuşmak. (Özturan, 2014: 23)
Ağzına söz vermek: Konuşması için ipuçları vermek. (Özturan, 2014: 23)
Ağzına tükürmek: Hakaret etmek. İcap eden hakareti yapmak. (Özturan, 2014:
23)
Ağzına vuruşun otuz iki dişini dökesin: Kötü konuşanlara verilmek istenen tepki.
Örnek: Ağzına vuruşun otuz iki dişini dökesin ki konuşamaz olsun. (Özturan, 2014: 23)
Ağzında çoğalmak: Yemeği yiyememek. (Adem Pırnaz)
Ağzında dili dönmez olmak: Çok konuşmaktan ağzı kurumak. Dili
kuruduğundan dolayı dönmez olmak. (Özturan, 2014: 22)
Ağzında dili olmamak: Çok konuşmamak. (Özturan, 2014: 23)
Ağzında dişi olmamak: Çok yaşlı olmak. (Özturan, 2014: 23)
68
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ağzında gevelemek: Söyleyeceği sözü konuşamamak. (Bilgin, 2007b: 212)


Ağzında keçe/teneke olmak: Yemeği çok sıcak yemek. (Özturan, 2014: 23)
Ağzında laf dutmamak: Sır saklamamak. (Özturan, 2014: 23)
Ağzında mercimek ıslanmaz: Çok lafçı, sır tutamaz. (Körük, 2005: 43;
Kuyumcu, 1995: 18)
Ağzında yumuş kakılı olmak: Karşısındakine çok fazla emir vermek. (Çınkır,
2016: 30)
Ağzındaki gozu gırmak: Yapması gereken işi yapmak, konuşmak. (Özturan,
2014: 23)
Ağzındaki nohudu çıkarmak: Esas söylemek istediğini söylemek. (Özturan,
2014: 25)
Ağzından [laf] kaçırmak: Saklaması gereken lafı istemeden konuşmak. (Göçer,
2007: 171; Özturan, 2014: 24)
Ağzından almak: Sakladığı sözü söyletmek. (Özturan, 2014: 23)
Ağzından aslan yapmak: Ateş püskürmek, boyundan büyük sözler etmek.
Cesurca, korkusuz ve yiğitçe söz söylemek. (Elife Akkurt)
Ağzından bal akmak/damlamak: Çok güzel şeyler anlatmak. Örnek: Hepsinin de
ağzından inan ki bal damlıyor. (Sarıyıldız, 2012: 220; Özturan, 2014: 23)
Ağzından duymak: Bir sözün gerçekliğini ilk sahibinden öğrenmek. (Özturan,
2014: 25)
Ağzından düşürmemek: Sürekli onu konuşmak. (Özturan, 2014: 23)
Ağzından laf almak: Sakladığı lafı konuşturmak, öğrenmek. (Özturan, 2014: 24)
Ağzından o…mak: Yakışıksız ve adaba mugayir (edepsizce) konuşmak. (Çınkır,
2016: 30; Özturan, 2014: 24)
Ağzından yel alsın: Söylediğin felaket, bela sözlerini kulaklar duymasın, rüzgar
alıp götürsün. (Özalp, 2008: 197; Özturan, 2014: 25)
Ağzını açıp beklemek: Konuşmak için fırsat beklemek. Bir şeye müdahale için
kendini hazırlamak. (Özturan, 2014: 24)
Ağzını açıp gözünü yummak: Hakaret edecek şekilde konuşmak. (Erşahin,
2011a: 69; Özturan, 2014: 24; Şen, 2006: 99)
Ağzını açmamak: Konuşmamak. Örnek: Püsük gibi oldu, ağzını açmıyor.
(Özturan, 2014: 24; Sarıyıldız, 2012: 40)
Ağzını aramak: Bir olayın esasını fark ettirmeden anlamaya çalışmak. Bu amaçla
biriyle konuşmak. (Bilgin, 2007a: 93; Özturan, 2014: 24)
Ağzını ayırmak: İş yaparken etrafı seyretmek, başka işlere dalarak asıl işi
unutmak, boş boş vakit geçirmek. (Çınkır, 2016: 30; Özturan, 2014: 24; Adem Pırnaz)
Ağzını bıçak açmamak: Canı çok sıkılmak. (Özturan, 2014: 24)
Ağzını bozmak: Kötü söz söylemek, küfretmek. (Çınkır, 2016: 10; Kaya-Kozan,
2003: 17; Özturan, 2014: 24)
Ağzını burnunu öfelemek/hoşaf etmek: Döverek ağzını, burnunu kırmak.
(Bilgin, 2007c: 63; Özturan, 2014: 22; Özturan, 2014: 24)
Ağzını büzmek: Canı sıkkın olmak. (Özturan, 2014: 24)
Ağzını düzlemek: 1. Terbiyeli konuşmak. 2. Küsuratlı olan fiyatı az indirip
küsuratsız hale getirmek. (Özturan, 2014: 24)
Ağzını hayra açmak: Hayır konuşmak. İyi dilekte bulunmak. Kötü konuşmayı
bırakmak. (Özturan, 2014: 25)
Ağzını poyraza açmak: Bir işten kâr edememek. (Özturan, 2014: 22)
Ağzını sarartmak: Tembel tembel, başıboş dolaşmak. Örnek: Ağzını sarartana
ekmek vermezler bu diyarda. (Çınkır, 2016: 30; Elife Akkurt)
Ağzını silmek: Bir kimsenin söylediklerinin yanlış da olsa, doğru olduğunu
savunmak veya öyle görünmek. Örnek: Onun ağzını silmek asli görevi olmuş. (Çınkır,
2016: 30)
Ağzını sözünü bilmemek: Konuşmasını kontrol etmemek. (Özturan, 2014: 24)
Ağzını şiplemek: Lafı ağzına tıkamak. (Çınkır, 2016: 96; Özturan, 2014: 24)
Ağzını tepelemek: Birinin haddini bildirmek, terbiyesini vermek. (Özalp, 2008:
197)

69
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ağzını toplamak: Kötü, çirkin, hakaret içeren sözler söylemekten vazgeçmek.


(Özalp, 2008: 197; Özturan, 2014: 25)
Ağzını vermek: Çevresini umursamadan, kendinden geçmişçesine bir insanı
dinlemeye veya bir şeyi seyre dalmak, izlemek. Örnek: Şu kız yine ağzını vermiş nereye
bakıyorsa yemeği dibine tutturacak. (Bilgin, 2006: 22; Çınkır, 2016: 30; KA, 2018: 103;
Kaya-Kozan, 2003: 17)
Ağzını vurmak: Bir şeyin tadına bakmak. (Çınkır, 2016: 30)
Ağzını yemek: Güzel konuşanı takdir etmek. (Özturan, 2014: 24)
Ağzını yumrata yumrata gonuşmak: Eke eke konuşmak. (Adem Pırnaz)
Ağzının dadı gaçmak: Bulunduğu yerde dirliği bozulmak. (Bilgin, 2007c: 92;
Özturan, 2014: 24)
Ağzının dadını bilmek: Güzel yemek yemeyi sevmek. (Özturan, 2014: 24)
Ağzının domalışından Omar dediği anlaşılmak/belli olmak: Duruşundan ne
diyeceği belli olmak. (Çınkır, 2016: 30; Özturan, 2014: 24; Şen, 2006: 98; Mustafa
Kaypak)
Ağzının gayarını/geverini vermek: Birinin ağzını kapatmak, ağzının
terbiyesini/payını vermek. Konuşamayacak hale getirmek. Bir kimseye hak ettiği yanıtı
vermek. (Çınkır, 2016: 30; Özalp, 2008: 197)
Ağzının içi yumuş dolmak: Çevresine sürekli emir vermek. (Çınkır, 2016: 30;
Özalp, 2008: 197; Özturan, 2014: 24)
Ağzının içindeki dişi saydırmak: Yakasını, iradesini başkasına kaptırmak.
(Özturan, 2014: 25)
Ağzının içine düşmek: Birinin yanından ayrılmamak. (Özturan, 2014: 24)
Ağzının içine girmek: Dostluk beklemek. Israrla dostluk geliştirmeye çalışmak.
(Özturan, 2014: 24)
Ağzının kokusunu dinlemek: Birinin kahrını çekmek. Eziyetlerine tahammül
etmek. (Özturan, 2014: 24)
Ağzının ortasına vurmak istemek: Konuşmasını kesip susturmak istemek.
(Özturan, 2014: 24-25)
Ağzının ölçüsünü gaçırmak: Ne konuştuğunu bilemez olmak. (Özturan, 2014:
25)
Ağzının önü boşa gelmek: Birinin kendisine karşılık veren kimse olmadığından
hep kendisi konuşmak, atıp tutmak. (Özalp, 2008: 197)
Ağzının payını vermek: Birine hak ettiği muameleyi yapmak, azarlamak. (Özalp,
2008: 197; Özturan, 2014: 25)
Ağzının salyası/suyu akmak: Herhangi bir şeye -para, yiyecek, elbise, araba, ev
vs.- aşırı istek duymak. Arzulu, hevesli olmak, aşırı iştahlanmak. (Özalp, 2008: 197;
Özturan, 2014: 25)
Ağzının üstüne b..lu pabuçla vurmak: Çok çirkin konuşanı çirkin bir şekilde
ağzına vurarak konuşmasını kesmek. (Özturan, 2014: 25)
Ağzının üstüne vurursam altı ay bulamaç içiririm ha!: Ağzının üstüne vurup
bütün dişlerini kırarım. Sen de altı ay katı yemek yiyemez, bulamaç içersin. (Özturan,
2014: 25)
Ağzınıza layık: İyi bir yemekten söz ederken. (Özturan, 2014: 22)
Ağzıyla tuzağa düşmek: Bilmeyerek suçunu itiraf etmek. Kötü düşüncesini
söylemek. (Özturan, 2014: 25)
Ağzıyla yer yapmak: Toplum içerisinde kendisini üstün göstermeye çalışmak.
(Mehmet Kamalak-3)
Ah çekmek: Çok derin üzüntü duymak. (Atalay, 2008: 154; Temiz, 2005: 100)
Ah u figanı göklere direklenmek: Çok fazla üzülmek. (Karalar, 1998: 43)
Aha burayı bellemek: Söylenen sözlerin ileride doğru çıkacağından emin olmak.
Doğru çıktığında söylediklerini hatırlamak. (Özturan, 2014: 30)
Aha halim, aha gılığım: Benim yaptıklarımın bir işe yaramadığını bilin, siz de
öyle yapmayın. Bu yaptıklarımdan dolayı kılık kıyafetim, yaşantım ne kadar kötü, iyi
bakın da ibret alın. (Özturan, 2014: 30; Mücahit Öztürk)
Aham şaham bir şey olmamak: O kadar da iyi, gösterişli olmamak. (Özturan,
2014: 31; Mercimek, ?: 86)
70
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Aharat gibi akıtmak: Bol vermek, almak, getirmek. (Özturan, 2014: 30)
Ahbap-çavuş ilişkisi: Karşılıklı çıkarları koruyarak arkadaşlık kurmak.
(Okutucu, 2000: 88)
Ahı [yerde] galmamak: Zulüm gören mazlumun bedduası hedefini bulmak.
Zalim, zulmünün karşılığını görmek. (Özalp, 2008: 183; Özturan, 2014: 30)
Ahı dutmak: Bedduası yerine gelmek. (Özalp, 2008: 183; Özturan, 2014: 30)
Ahı gidip vahı galmak: Hastalık veya yaşlılıkla gücünü kuvvetini kaybedip işe
yaramaz hale gelmiş olmak. (Özalp, 2008: 183; Özturan, 2009a: 208)
Ahını almak: 1. Birinin bedduasını almak. 2. Öcünü, intikamını almak. (Özalp,
2008: 183)
Ahır Dağı gibi malı olmak: Çok zengin, varlıklı olmak. (Erşahin, 2011a: 69)
Ahır Dağı’na dolu yağıyor, Maraş'a deli yağıyor: Maraş'ta deli, ipe sapa gelmez
insan çok. (Özturan, 2014: 31)
Ahır Dağı’na gar yağdı, bizim eve deli yağdı: Ailesinden şikayetçi olmak.
(Horasan, 1992: 207; Şen, 2006: 98)
Ahır Dağı’nın başında bir b.. yiyip Aksu’yla Ceyhan’ın garıştığı yere ağzını
yumaya gitmek: Yok yere kendi başını derde sokmak. (Özturan, 2009b: 72)
Ahkam kesmek: Bilgiçlik taslamak. (Kuyumcu, 1995: 143)
Ahmak buyduran: Yavaş yavaş üşüten, hissettirmeden donduran, güneşe
güvenip dışarı tedbirsiz çıkarak üşüten hava. (Özalp, 2008: 184)
Ahrete azzık göndermek: Öteki dünyaya hayır hasenat biriktirmek. (Fatih
Ceyhan)
Ahretini yıkmak: Yalan gibi bir şey söyleyip hesabı zor bir şey yapmak.
(Özturan, 2014: 31)
Ahrette b… çıkmazsa şimdilik iyi: Konuşmalarına, görünüşüne bakılırsa iyi.
Ancak gizlediği kötü şeyler varsa ancak ahrette ortaya çıkacaktır. (Özturan, 2014: 31)
Akçasız dellal: Bir söz veya haberi gittiği her yerde diline pelesenk edip anlatan
kimse. Örnek: Şadiye duyduysa yeter, belediye hoparlosuna vermeye gerek yok.
Akçasız dellaldir o. (Çınkır, 2016: 37; Özturan, 2014: 31)
Akıl aldırmak: Uymak, kabul etmek, kanmak. Başkalarının sözlerine uymak,
gösterdiği yoldan gitmek. Ona göre iş yapmak. (Özalp, 2008: 183)
Akıl fukarası: Aklı kıt, az akıllı, divane, akılsız, aklı olmayan. (Özalp, 2008:
183; Özturan, 2014: 30)
Akıl garıştırmak: İnsanların aklını karıştıracak şekilde konuşmak. (Özturan,
2014: 30)
Akıl hocası: Akıl veren, bilgi öğreten, bir fikre çeken kimse. (Özturan, 2014: 30)
Akıl kârı olmamak: Yapılan iş, akıl sahibine ters gelmek. (Özturan, 2014: 30)
Akıl netsin?: Yapılması gereken işler o kadar yorucu ki akıl çaresiz kalıyor.
(Özturan, 2014: 30)
Akıl sır ermemek: Tuttuğu işi, çıkardığı fitneyi akıl çözememek. (Özturan, 2014:
30)
Akıl şinanay olmak: Hiç akıl olmamak. (Özalp, 2008: 183; Özturan, 2014: 30)
Akıl var, yatım var: Akıl var, aklın yattığı iş var. Bu iş mantıksız. (Özturan,
2014: 30)
Akıl vereceğine para vermek: Akıl kendisinde de olmak, ancak paraya ihtiyacı
olmak. (Özturan, 2014: 31)
Akıl yetirmek: Akıl vermek. Örnek: Aleme akıl yetirir. (Uzun vd., 2012c: 260)
Akıldan eser olmamak: Tuttuğu işte mantık olmamak. Akıllıca iş yapmamak.
(Özturan, 2014: 31)
Akıldan firik: Deli. (Çınkır, 2016: 37)
Akıldan yoksun olmak: Aklı olmamak. Akıllıca işler yapmamak. (Özturan,
2014: 31)
Akıllı uslu: Aklı başında, terbiyeli, uyumlu. (Özalp, 2008: 183)
Akıllılık etmek: Tutarlı, isabetli iş yapmak. (Özturan, 2014: 31)
Akıntıya kürek çekmek: Doğru-yanlış düşünmeden, gösterilen yoldan gitmek.
Günün modasına uymak. Yanlış da olsa kabul görmüş fikre kapılmak. (Özalp, 2008:
183; Özturan, 2014: 31)
71
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Akla pakla dönmek: Çok telaşlı olmak. (Gökçebey, 1999: 84)


Akla takla etmek: Sözle hesaba getirmeye çalışmak. (Özturan, 2014: 31)
Akla ziyan: Tuttuğu iş akıl dışı. (Özturan, 2014: 31)
Aklı [dimağı] durmak: Gördükleri, yaşadıkları karşısında aklı dimağı durmak,
şaşırmak. Aklı çalışamaz olmak. (AŞA, 1992: 51; Özturan, 2014: 32)
Aklı b..una garışmak: Aklı çıkmaza girmek. Gördükleri karşısında çok şaşırmak.
(Özturan, 2014: 32)
Aklı basmamak: Bir şeyi, durumu kavrayamamak, anlayamamak. (Özturan,
2014: 31)
Aklı başına [sonradan, yeni] gelmek: Aklı sağlıklı düşünür olmak. (Erşahin,
2011a: 69; Özturan, 2014: 31)
Aklı başında iş yapmak: İyi ve yeterli iş yapmak. (Özalp, 2008: 183)
Aklı başında olmak: Akıllıca iş yapmak, akıllıca davranmak, hareket etmek. İyi
düşünmek, kötülüklerden ve kötülerden uzak durmak. İşini iyi yapmak, iyi iş çıkarmak.
(Özalp, 2008: 183)
Aklı başından gitmek/uçmak: Bayılmak, şaşkınlık içerisinde olmak. Çok
beğenmek. (Erşahin, 2011a: 69; Özalp, 2008: 183; Özturan, 2014: 32)
Aklı bir b..a yetmemek: Aklı bir şeyden anlamamak. (Özturan, 2014: 32)
Aklı bir hoş olmak: Aklı sulanmak, unutkan olmak. Aklı mantıklı karar veremez
olmak. (Özturan, 2014: 32)
Aklı burnunun/s..inin ucunu görememek: Aklı, bilgisi az olmak. (Özalp, 2008:
183)
Aklı ermek: Geçmişte olanları hatırlamak. Örnek: Senin bu işe aklın erer. Sen o
yılları hatırlamalısın. (Özturan, 2014: 33)
Aklı ermez, g..ü çaput çeyner: Aklını kullanamadığından elinden bir iş gelmez.
(Çınkır, 2016: 39)
Aklı evvel: Önceden her şeyi bilen. (Özturan, 2014: 32)
Aklı fazla gelmek: Çocuklar için fazla zeki olmak, çok yaramaz olmak. (Çınkır,
2016: 39; Özalp, 2008: 183)
Aklı gıt: Aklı az. (Özturan, 2014: 32)
Aklı gidip gelmek: Aklı bir çalışmak, bir durmak. (Özturan, 2014: 32)
Aklı gitmek: 1. Aklı iş yapamaz olmak. 2. Çok beğenmek. (Özturan, 2014: 32)
Aklı gözünde olmak: Gözünün gördüğüne aklını çalıştırmak. (Okumuş, 2006:
165; Özturan, 2014: 32)
Aklı hayra şerre yeter olmak: Aklı iyiyi kötüden seçecek yaşa gelmek. (Özturan,
2014: 32)
Aklı hınzırına çalışmak: Aklı şeytanlığına çalışmak. (Özturan, 2014: 32)
Aklı kendine yeter olmak: Başkasının aklına ihtiyacı olmamak. (Özturan, 2014:
65)
Aklı kesmemek: Bir şeyin olabileceğine inanmamak. (Erşahin, 2011a: 69)
Aklı pırtmak: Bir şeye çok sevinmek ya da bir şeyi çok beğenmek. (Çınkır,
2016: 39; Özturan, 2014: 32)
Aklı sıra: Aklınca, düşüncesine göre, kendince. (Özalp, 2008: 183; Özturan,
2014: 32)
Aklı tınlamak: Aklına gelmek. (Çınkır, 2016: 39)
Aklı uçmak: Aklı gitmek. (Erşahin, 2011a: 69)
Aklı yememek: Aklı almamak. (Özturan, 2014: 32)
Aklı yetmek: Aklı kavramak. (Özturan, 2014: 32)
Aklı yılık: Zayıf akıllı. (Özalp, 2008: 183)
Aklı yuka: Aklı kıt, aklı az. (Çınkır, 2016: 39; Özturan, 2014: 32)
Aklın ola/olmaya da inanasın!: Anlattıklarına akıllı insan inanmaz. Aklına
ölçmesini biçmesini bilen insan inanmaz. (Göçer, 2010: 156; Özturan, 2014: 33)
Aklına bir şey gelmesin: Aklına hile, kötülük gelmesin. (Özturan, 2014: 31)
Aklına bir şey olmak: Mantıklı konuşmamak. Aklında bozukluk olmak.
(Özturan, 2014: 32)
Aklına dakılmak: Aklı bir mesele ile meşgul olmak. (Özturan, 2014: 32)

72
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Aklına düşeni/eseni gonuşmak: Konuşurken sözün ucu nereye varır diye hesap
yapmadan konuşmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklına düşmek: Hatırlamak. (Özturan, 2014: 33)
Aklına esmek: Aniden aklına bir şey gelmek. (Özturan, 2014: 33)
Aklına gelen başına gelmek: Aklındaki korku gerçekleşmek, başına gelmek.
(Özturan, 2014: 32)
Aklına goymak: Bir şeyi aklında sabit hale getirmek. (Özturan, 2014: 33)
Aklına güvenilmemek: Aklı sağlıklı hükmetmemek. Aklıyla hınzırlık yapmak,
güvenilmez olmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklına muheyt olmak: Aklına sahip olmak. Aklını korumak. (Şen, 2006: 97)
Aklına sormak: Aklına danışmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklına şaşiim (şaşayım): Akıllıca davranış sergilemeyene söylenir. (Özturan,
2014: 33)
Aklına turp suyu sıkmak: Aklı bir işe yaramaz olmak. (Okumuş, 2006: 165)
Aklına turşu gurmak: Aklı zayıf olmak. (Okumuş, 2006: 165)
Aklına uymak: Birinin düşüncesine uymak. (Okumuş, 2006: 165)
Aklında var olmak: Aklında eksiklikler olmak. Deli olmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklından çıkmak: Unutmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklından olmak: Sevincinden aklı zarar görmek. (Özturan, 2014: 33)
Aklından şüphe etmek: Yapılan işi akıl kârı bulmamak. (Özturan, 2014: 33)
Aklını [başına] deşirmek/toplamak: Aklını başına toplamak, mantıklı düşünmek.
(Özturan, 2014: 32; Temiz, 2005: 100; Uzun vd., 2012a: 142; Uzun vd., 2012b: 66;
Uzun vd., 2012b: 89; Uzun vd., 2012c: 78)
Aklını aldırmak: Aklını kaybetmek. (Çınkır, 2016: 39)
Aklını bozmak: Aklını zora sokup kullanım dışı hale getirmek. Düşüncelerinden
vazgeçmek. (Özturan, 2014: 32; Özturan, 2014: 33)
Aklını cibdirmek: Aklını yitirmek, delirmek. (Özalp, 2008: 183)
Aklını çelmek: Kandırmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklını fıddırmak: Delirmek, aklını oynatmak, kaçırmak. Deli gibi davranmak.
(Özalp, 2008: 183)
Aklını g..üne goymak: Aklını çalışamaz hale getirmek. (Özturan, 2014: 33)
Aklını gözüne getirmek: Nasıl düşüneceğine hükmedip ona göre hareket etmek.
Aklını gördüğüne göre hükmeder hale getirmek. (Özturan, 2014: 33)
Aklını gullanmak: Yapması gerekeni yapmak. İş nasıl olur, ona göre aklını
kullanmak. (Özturan, 2014: 32)
Aklını kimsenin aklı tutmamak: Başkasının aklıyla kıyaslanamayacak kadar
akıllı olmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklını ölçmek: Aklını değerlendirmek, sınamak. Örnek: Veli emmi, “Ben aklımı
ölçtüm ve çok zeki olduğum kanaatine vardım.” dedi. (Çınkır, 2016: 40; Özturan, 2014:
33)
Aklını peynir ekmekle yemek: Aklını harcamak. (Erşahin, 2011a: 69; Özturan,
2014: 33; Körük, 2005: 33)
Aklını yitirmek: Delirmek. (Özturan, 2014: 33)
Aklını yoklamak: Hatırlamaya çalışmak. (Özturan, 2014: 33)
Aklının dibi/dibini göstermek/görünmek: Çok akıllı olmadığını, aklının ne kadar
olduğunu gösterecek şeyler yapmak. Cahilce davranmak. (Deniz, 2015: 59; Okumuş,
2006: 165; Özturan, 2014: 33)
Aklının dibini ölçmek: Aklının ne kadar olduğunu test etmek. (Özturan, 2014:
33)
Aklının gününü görmek: Aklı sayesinde toplumda iyi bir yer edinmek. (Özturan,
2014: 33)
Aklının öte yanını göstermek: Cahil olduğunu belli etmek. (Adem Pırnaz)
Aklının vardığı yere başkasının ayağı varmamak: Çok zeki olmak. (Ahmet
Pırnaz)
Aklının yetmediği bir şey olmamak: Her şeye her işe aklı yeter olmak. (Özturan,
2014: 33)

73
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Aklınız nerdeydi?: İş olurken aklınızı kullanmadınız, şimdi yanlışı görüp


pişmanlık duyuyorsunuz. Daha önce aklınız nerdeydi? (Özturan, 2014: 32)
Aklınla bin yaşa: Çok iyi aklın var. Bin yaşa, mesut ol. (Özturan, 2014: 32)
Aklıyla yola gedilmez: Onun aklı bize rehberlik edecek kadar değil. (Özturan,
2014: 34)
Akmasa da damlamak: Geliri az olmak. (Özturan, 2014: 34)
Akrabalık mektebini okumamak: Akraba ilişkileri iyi olmamak. Örnek: Lan
Adem, senin gayınlar okumuş adamlar, ama akrabalık mektebini hiçbiri okumamış
elleham. (Ali Bozdoğan)
Aksu’yu geçtin de b..lu suda mı boğulacaksın?: Büyük sıkıntıları aştın da küçük
sıkıntılarda mı bunalacaksın? Biraz daha sabret. (Özturan, 2014: 20)
Akşama gadar dik avrat, sabaha gadar sök avrat: Sürekli yapıp bozan, iş
üretemeyen sebatsız kadın. (Özturan, 2014: 20)
Akşamdan sabaha: Çok kısa süre içinde. (Özturan, 2014: 34)
Akşamdan ters yatmış olmak: Ters konuşmak, ters hareket etmek. (Özturan,
2014: 20)
Akşamın aladlaması: Akşamın başlangıcı, akşamın hafif karanlığı. (Özalp, 2008:
191)
Akşamın garası: Akşamın hafif karanlığı. (Özalp, 2008: 191)
Akşamın körü: Akşamın karanlığı. (Özturan, 2014: 20)
Al Allah gulunu, zapteyle delini/deliyi: Sonunu düşünmeden iş yapanlar için
“Ne halin varsa gör!” anlamında söylendiği gibi, “Bu yola, bu işe Allah'a sığınıp
giriyorum.” anlamında da kullanılır. (Erşahin, 2011a: 69; Özalp, 2008: 184; Özturan,
2009b: 32; Özturan, 2014: 34)
Al benden de o gadar: Bu konuda ben de seninle aynı görüşteyim, aynı şeyleri
düşünüyorum. (Özalp, 2008: 184; Özturan, 2014: 34)
Al bir gaya, nerene dayarsan daya: İçinden çıkılamayacak durumlar için
kullanılır. (Özalp, 2008: 184)
Al dağdan kengeri, ver devenin ağzına: Zahmetsiz iş. (Özturan, 2014: 34; Faruk
Zülkadiroğlu)
Al elma, gönül alma: Bir elmayla bile gönül alınabileceği. (Özturan, 2014: 34)
Al epek, ye köpek: Düzenli olmayan, rastgele, karmakarışık ve hoşa gitmeyen
işler için söylenir. (Özalp, 2008: 184)
Al gan ağlamak: Çok ama çok acı çekmek. Örnek: Oğulsuz analar al kan ağlıyor.
(Gözükara-Özalp, 2011a: 201)
Al ganlara batırmak: Birçok yerine kan bulaştırmak. (Uzun vd., 2012a: 226)
Al gülüm, ver gülüm: Çıkar üstüne arkadaşlık kurmak. Peşin alışveriş yapmak.
(Özturan, 2014: 34)
Al ha min ha/ver ha: 1. Uğraşa uğraşa, çabalaya çabalaya, didine didine. 2. Alt
alta, üst üste, vuruşa kırışa. 3. Uzun tartışmalardan sonra. (Erşahin, 2011a: 69; Özalp,
2008: 184; Özturan, 2014: 35)
Al sana bir guruş, gel benimle vuruş: Âdeta kavgaya, tartışmaya ve tatsız
olaylara davetiye çıkarmak. (Özalp, 2008: 184)
Al sana bir iş: Maraşlı, beklemediği bir anda bir olayın olması halinde ilk bu
tabiri söyler. (Çınkır, 2016: 41; Şen, 2006: 99)
Al takke ver külah: Uzun çekişmelerden sonra. (Şen, 2006: 99)
Ala beynamaz: Ara sıra namaz kılan. (Özturan, 2014: 34)
Ala bula: Karışık renkli, alaca. (Çınkır, 2016: 42)
Ala deli mor divana: Aklı hafif, hareketleri tutarsız. Kendini kontrol edemeyen,
yarı deli. (Özalp, 2008: 184)
Ala deli: Deli olmadığı halde abuk sabuk konuşan. (Çınkır, 2016: 42; Özturan,
2014: 34)
Ala düşmek/düşürmek: Tuzağa, hileye düşmek/düşürmek. Örnek: Ahmet beni
ala düşürdü. (DS, 2009: 182; Ekici, 2005: 16; Özalp, 2008: 184; Uzun vd., 2012c: 66)
Ala firik: Aklı gelip giden insan, yarım akıllı. Örnek: Ona çok kulak asma, ala
firiğin biri o, ne söylediğini bilmez. (Bilgin, 2006: 24)

74
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ala gambak, başı cambak: Başıboş, nizamsız, intizamsız, karmakarışık.


Ortalığın toz duman olması. (Özalp, 2008: 184)
Ala gana belenmek: Vücudu kanlar içinde olmak. Örnek: Kardeş küsmüş can
veriyor, ala gana belenerek. (Gözükara-Özalp, 2011a: 380)
Ala gözüne [mah yüzüne] mi havasım?: İşime yaramasan bana gereğin yok. Ne
güzelliğine ne de gözlerine hevesim. (Özalp, 2008: 184; Özturan, 2014: 34)
Ala hölük: Az pişmiş. (Özturan, 2014: 34)
Ala tutmak: Hile etmek, kandırmak, aldatmak. (Çınkır, 2016: 42; Kaya-Kozan,
2003: 18)
Ala yelek: Önde gelen, önden hızlıca giden. (Çınkır, 2016: 42)
Alabak gibi bakmak: İş yapmadan boş boş durmak. (Ahmet Pırnaz)
Alabalık gibi gaypak olmak: Ele avuca sığmaz olmak. Hiçbir ahlaki bağı
olmamak. (Özalp, 2008: 184)
Alacağına da vereceğine de yiğit olmak: Borç alırken de verirken de mertçe
davranmak. Güvenilir olmak. (Elife Akkurt)
Alacağına şahin, vereceğine garga: Alacağını iyi takip etmek, borcunu kolay
kolay ödememek. (Özturan, 2014: 34; Şen, 2006: 99)
Alacaklı gibi çalmak: Kapıyı çok hızlı çalmak. (Özturan, 2014: 34)
Alacalı bulacalı: Siyahla beyaz karışık renk, siyahlı beyazlı. (DS, 2009: 169)
Alacırık boz duman: Ortalık karışık olmak. (Özturan, 2014: 34)
Alada belede: Orta yerde, perperişan. (Gökçe, 2014: 189)
Aladağ’dan serin olmak: Çok sakin ve soğukkanlı davranmak, çok kaygısız
olmak, vurdumduymaz davranmak. (Çınkır, 2016: 43; Özalp, 2008: 184; Özturan, 2014:
34)
Aladağ’ı papıç deyi geymemek: Kabadayı olmak, boyun eğmemek, her şeye
tenezzül etmemek. Ağzı havalı olmak. (Özalp, 2008: 184)
Alaf çalmak: Tarlalarda sıcak ve nemli havanın etkisiyle yüze sıcaklık vurmak.
(Çınkır, 2016: 43)
Alafcı davarı gibi: Alaf denilen yiyecekle beslenen davar gibi. Hiç
doymayacakmışçasına yemeklere ve aç kalmış davar gibi sağa sola saldıran kimseleri
anlatır. (Özalp, 2008: 184)
Alan almış, satan satmış: Artık kimse ilgilenmez. (Çınkır, 2016: 45; Özturan,
2014: 34)
Alan var, alamayan var: Aldığını gizle, alan var alamayan var. Kimsenin gözü
içinde kalmasın. (Özturan, 2014: 34-35)
Alası gelmek: Canı istemek, canı çekmek, almak istemek. Gönlü istemek.
(Özalp, 2008: 185; Özturan, 2014: 35)
Alavere dalavere, [Kürt Memmed nöbete]: Ne yapıp yapıp her yolu deneyip bin
dereden su getirip bir işi, yükü bir adamın üstüne yıkmak. Başkasını kandırmak,
dolandırmak. (Özalp, 2008: 185; Özturan, 2014: 35)
Alaz ulaz: Seyrek sakin. (Özalp, 2008: 185)
Aldı ele, gitti yola: Lafı uzattı, ona buna tekrar etti, tekrar etmeye devam etti.
(Çınkır, 2016: 47; Özalp, 2008: 185; Özturan, 2014: 35)
Aldığı para hayır etmemek: Aldığı parayı hak edip almamak. Hastalıkta vs.
harcamak. (Özturan, 2014: 35)
Aldığına sattığına garışmamak: Harcamalarına karışmamak. (Özturan, 2014: 35)
Aleleyip asardmak: Birine iltifat etmek, ikramda bulunmak, ağırlamak,
korumak. Hatırını saymak, el üstünde tutmak. (Özalp, 2008: 185)
Alemi var mı?: Gereği var mı, böyle mi yapmak gerekir? Uygun mu, yerinde
mi? (Özalp, 2008: 185; Özturan, 2014: 19)
Aleyhine gonuşmak: Olmayan birinin arkasından konuşmak. Mecliste
bulunmayan kimse hakkında konuşmak. (Özalp, 2008: 185)
Algın olmak: Çok çalışmaktan, ağır işten halsiz düşmek, kötürüm hale gelmek.
(DS, 2009: 214; Kaya-Kozan, 2003: 19; Özalp, 2008: 185)
Alı [alına, moru] moruna karışmak: 1. Heyecandan, üzüntüden rengi değişmek.
2. Yıkanan elbise, halı, kilim vs. renk vererek tüm renkler birbirine karışmak. (Özalp,
2008: 185; Özturan, 2014: 35)
75
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Alıcı gözüyle bakmak: Alma niyetiyle incelemek. (Özturan, 2014: 35)


Alıcı guş gibi beklemek/üstüne hürlemek: 1. Sonunu getirici gibi beklemek.
Fırsat kollamak. 2. Öldürme niyetiyle düşmanının üzerine yürümek. (Özturan, 2014: 35)
Alıcı yerine değmek: En tehlikeli yerine değmek, isabet etmek. (Özturan, 2014:
35)
Alıcısı tutmak: Hileli alışveriş. (Özturan, 2014: 35)
Alık dilik: Sökük yırtık. Yırtık pırtık; lime lime. (Özalp, 2008: 185)
Alım yeşilim: Varım yoğum, eşyam, malım mülküm. Örnek: Alım yeşilim
üstüme dökülsün, bir şeyden haberim yok. (DS, 2009: 219)
Alımına almak: Güreşte oyun uygulamak. (Özturan, 2014: 35)
Alımından çalımından geçilmemek: Çok havalı olmak. (Özturan, 2014: 35)
Alımını almak: Hak ettiği cezayı görmek, paylanmak, hakarete uğramak. Örnek:
O konuşmasını bilmedikçe benden alımını alacaktır. (DS, 2009: 218)
Alınan morunan çeşit çeşit gorunan: Rengarenk sıralanmış satılık öteberi.
(Özturan, 2014: 35)
Alıp alıp şu tarafa goymak: Aşırmak. (Özturan, 2014: 35)
Alıp atacağı yok olmak: Eksiği olmamak. Mükemmel olmak. (Özturan, 2014:
35)
Alıp gabağa goymak: Bir işi, sıkıntıyı halletmek, bitirmek. (Adem Pırnaz)
Alıp yürümek: Zengin olmak. Örnek: Dayım market açınca aldı yürüdü. (Çınkır,
2016: 48; Özturan, 2014: 35)
Ali Cengiz oyunu: Kafa karıştırıp kârlı çıkma oyunu. Hileli plan. (Özalp, 2008:
185; Özturan, 2014: 36)
Ali Fakı’nın tay s..tiği yer: Belli olan yer. (Faruk Zülkadiroğlu)
Ali Fakı’ya yazdırdık, daha beter azdırdık: İyi olsun diye bir şeyler yaptık, ama
daha da kötü oldu. (Özturan, 2014: 36; Faruk Zülkadiroğlu)
Ali gıran, baş kesen: Herkese hükmeden, her istediğini istediği gibi yapan,
yaptıran, zorba, kabadayı, eşkıya, vurucu kırıcı. Kimseyi takmayan. (Özalp, 2008: 185-
186; Faruk Zülkadiroğlu)
Al-i Osman toprağında görülmemiş şey: Benzeri Osmanlı toprağında
görülmeyecek kadar kötü. (Özturan, 2014: 19)
Ali Veli, dört de ondan eveli, İreceb'inen Şaben, irahmedlik baban, [ne gördü
sefil anan]: Kızın biri annesine, “anne sen kaç kez evlendin?” diye sorunca annesi bu
şekilde cevap verir. (Özalp, 2008: 186; Özturan, 2009a: 247)
Ali’nin börkü/küleği Veli'ye, Veli’nin börkü/küleği Ali'ye: 1. Sağlam iş
yapmayan, dalaveci kimseler için söylenir. 2. Borçtan korkmayan, borcu borçla ödeyen
ve hep borçlu kalan kimseler için söylenir. (ATKVE, 2011: 134; Özalp, 2008: 185)
Ali’ye edik, Veli'ye düdük etmek: Gereksiz harcama yapmak, malzemeleri
lüzumsuz yere kullanmak. (Özalp, 2008: 186)
Alkış almak/etmek: Birinin hayır duasını almak. (Çınkır, 2016: 20; Özalp, 2008:
185)
Alkış eylemek/vermek: Dua etmek, iyi dileklerde bulunmak. Örnek: Ben sana
alkış ederim. (DS, 2009: 223; Okumuş, 2006: 165)
Allah adamı: Dünya işleri ile alakası olmayan insan. (Özturan, 2014: 36)
Allah bana, ben sana: Şu an verecek bir şeyim yok. Allah bana verir, kazanırım.
Ben de sana veririm, ama çok da umutlanma. (Özturan, 2014: 36)
Allah çene vermiş: Çok konuşuyor. (Özturan, 2014: 37)
Allah dostu: Dinin gerektirdiği hal ve hareketleri yapan kimse. (Adem Pırnaz)
Allah dur gününde yaratmamış: Çok hareketli. Hiç boş durmuyor. (Özturan,
2014: 37)
Allah evinden arı olmak: Bir şey kalmamak, boşalmak. (Özturan, 2014: 37)
Allah ona vereceğini vermiş olmak: Allah birinin isteklerini yapmış olmak.
(Erşahin, 2011a: 69)
Allah’a ad vermek: Allahın adını anarak bir istekte bulunmak. (Özalp, 2008:
186; Özturan, 2014: 38)
Allah’ı bir bildiği gibi bilmek: Bildikleri çok doğru olmak. (Özturan, 2014: 38)

76
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Allah’ın bildiğini guldan saklamamak: İnsanlardan bir şey gizlememek.


(Özturan, 2014: 38-39)
Allah’ın bol olduğu adamın gıt olduğu yer: İşe karışanın çok olduğu, insanın az
olduğu yer. (Erşahin, 2011a: 69)
Allah’ın günü: Her gün. (Özturan, 2014: 39)
Allah’ın malı olsa yemek: Hiç düşünmeden haram yemek. Allah’a ait bir mal
olsa bile onu da yemek. (Özturan, 2014: 39)
Allah’ın sillesini yemek: Allah’ın gazabına uğramak. (Özturan, 2014: 39)
Allah’ın yoluna gitmek: Ölmek. (Karaoğlan, 2010: 129)
Allahcalık istemek: Haraç istemek. Haracı cebren, zorla almak. Örnek:
Allahcalık mı istiyon? (Özalp, 2008: 186)
Allahcalık vermek: Sadaka vermek. Örnek: Allahcalık mı veriyon? (Özalp,
2008: 186)
Allahcının adamı: Hile bilmeyen, dünya işlerine karışmayan kimse. (Özturan,
2014: 38)
Allahlık Ali Bey: Budala. Bir şeye aklı ermeyen. (Özturan, 2014: 39)
Allah'tan belasını istemek: Durmadan hayatından şikayet etmek, memnun
olmamak. Sağı solu rahatsız etmek. (Özalp, 2008: 186)
Allak bullak olmak: Karmakarışık olmak. Örnek: Allak bullak oldu bizim
yoksullar. (Bilgin, 2007a: 231; Sarıyıldız, 2012: 122)
Allayıp pullamak: Süsleyip püslemek. (Özalp, 2008: 186)
Allem gallem/gullem etmek: Bir şeyi karşıdakine yutturmak için göz boyama,
çeşitli söz ve davranışlarla gerçeği belirsiz hale getirmek. Örnek: Ulan yavrum, herif
kurt gibi adammış. Allem gallem etti, almaya hiç niyetimiz yokken ne kadar kurtlu
cevizi varsa sattı bize. (Bilgin, 2006: 26; Erşahin, 2011a: 69; Kuyumcu, 1995: 143;
Özalp, 2008: 186; Özturan, 2014: 39)
Allo cello: Fırıldak, sözüne güvenilmez. (Şen, 2006: 98)
Alma ağacının dibinde doğmak: Vermeyi sevmemek, sadece almayı bilmek.
(Özturan, 2014: 39)
Alma çekmiş eşşek gibi yatmak: İş yapmadan, yorulmadan, çalışıp yorulmuş
gibi yatmak. Hiçbir iş yapmadığı halde tembellikten yatmak. (Özalp, 2008: 187)
Almadan vurmaya eli değmemek: Kazancın azlığından geçim derdiyle
uğraşmak. Başka şeylere fırsat bulamamak. (Özturan, 2014: 39)
Almadığına değmez: Mal iyi ve ucuz. Bu haliyle almak gerekir. (Özturan, 2014:
39)
Almamazlık etmemek: Hakkı olan, alması gereken bir şeyi utanarak almaktan
vazgeçmemek. Almak. (Özalp, 2008: 187)
Alman bozması: Çok sarı saçlı, gözü mavi kimse. (Özalp, 2008: 187)
Almasına yavuz, vermesine uyuz olmak: Alırken hırslı, ısrarlı, yavuz olmak.
Vermeyi sevmemek. (Özturan, 2014: 39)
Alnı akıtmalı: 1. Simsiyah saçı olmasına rağmen, alnından bir tutam beyaz saçı
olan insan veya hayvan. 2. Sakar. Örnek: Kızı istemeye gelen oğlan da geçen sene
kurban ettiğimiz, inek gibi alnı akıtmalıymış. (Bilgin, 2006: 26; Özalp, 2008: 188)
Alnı dar: Sabırsız, sinirli. (Özturan, 2014: 39)
Alnı gatıklı: Patavatsız kimse. (Çınkır, 2016: 71)
Alnı left ağacına değmek: Aklı başına gelmek. (Çınkır, 2016: 71)
Alnı yoğurtlu olmak: Düzenbaz, sahtekar, fırıldak, patavatsız olmak. (Çınkır,
2016: 71; Okumuş, 2006: 165)
Alnın çatı: Alnın ortası, karşısı. Alın çatı. (Özalp, 2008: 189)
Alnına dan yıldızı doğmamak: Erken kalkmak. Hep şafak sökmeden kalkmak,
şafak hiç yatakta yakalamamak. (Özalp, 2008: 188)
Alnına yazılmış olmak: Kaderi bu olmak. (Özturan, 2014: 39)
Alnında ye yazılı: Beleşçi, avantacı. Yemeği beleşe getirmeyi seven. (Özturan,
2014: 39)
Alnını garışlamak: Haddini bildirmek. (Arslan, 2011: 352; Kaya-Kozan, 2003:
20; Özturan, 2014: 45; Şen, 2006: 99)

77
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Alnını gurşuna vermek: Gerçekleşmesi istenilen bir işin, bir şeyin yapılmasını
sağlamak için her fedakarlığa katlanmak. Gelecek her kötülüğü -dövülmek, en kötü
hakaretlere uğramak, bütün varlığını, hatta hayatını kaybetmek- göze almak. (Özalp,
2008: 189)
Alnını güne vermek: Hiçbir gölgelik ve siper olmadan güneşe karşı durmak,
oturmak. Koruyucu tedbir almadan yüzü güneşe dönük oturmak. (Özalp, 2008: 189)
Alnının çatından gonuşmak: Karşıdakinin hak ettiği sözleri hiç esirgemeden ve
çekinmeden onun yüzüne karşı söylemek. Örnek: Şu Atıf nasıl bir döl yavrum? Gurşun
sıkmış gibi adamın alnının çatından konuşuyor. (Bilgin, 2006: 26; Özturan, 2014: 39)
Alo da paşo: O işin hiç aslı yok. Böyle şeye inanma. (Özturan, 2014: 39)
Alöccek gibi: Alöccek gibi karışık renkli, alöcceğe benzeyen. (Özalp, 2008: 187)
Alt başı/yanı şu: Altı üstü ne? Edeceği şu kadar. Ne var ki, bundan ne çıkar.
(Özalp, 2008: 185; Özturan, 2014: 39)
Alt tarafı bağlar gazeli: Kendini sattığına, kendini çok yukarılarda gösterdiğine
bakma, hiç aslı yok. (Özturan, 2014: 39; Şen, 2006: 98)
Alt yanını bozdurmak: Kadın olmak. Kız olmaktan çıkmak. (Özturan, 2014: 40)
Alt yanını çalıştırmak: Kötü kadın olmak, fahişe olmak. (Özturan, 2014: 40)
Altı aya bir gış getirmek: Kötü ihtimalleri hesap etmek. (Çınkır, 2016: 54)
Altı bir don yuduk, gene adımız kirli parsak: Ne kadar adımızı temize çıkarmaya
çalışsak da adımız konduğu gibi. (Özturan, 2014: 40)
Altı daş, üstü değnek olmak: Yeri rahat olmamak. (Özturan, 2014: 40)
Altı geleceğine beş gelsin, sile geleceğine boş gelsin: Onun kahrını çekeceğime
kıt kanaat geçinmeye razıyım. (Çınkır, 2016: 53; Özturan, 2014: 40)
Altı üstü ne?: Hepsi ne? Ne kadar ki? (Özalp, 2008: 187)
Altı yok, üstü yok: Aslı esası olmayan söz. (Özturan, 2014: 40)
Altıda alacağı, yedide vereceği olmamak: Hiç kimseye borcu, kimseden de
alacağı olmamak. (Çınkır, 2016: 54; Özturan, 2014: 40)
Altın bulsa bölüşmemek: Yoldaşlığı kötü olmak. Onunla iş yapmak istememek.
(Özturan, 2014: 40)
Altın tasta yunmayan g..üm, yun g..üm, yun g..üm: Eskiden bu imkanlarım
yoktu. Şimdi varken iyi kullanmalıyım. (Özturan, 2014: 40)
Altın topağı: Çok kıymetli çocuk. (Özturan, 2014: 40)
Altın ufağı [gibi] olmak: Ufak tefek, ama güzel ve kibar olmak. Ufak tefek
olmakla beraber çok değerli, doğru, dürüst, becerikli, elinden her iş gelmek. Kıymetli
olmak. (Özalp, 2008: 187; Özturan, 2014: 65)
Altına döşşek atmak: Birini ağırlamak, misafir etmek. (Özturan, 2014: 40)
Altına gaçırmak: İradeli iradesiz altına ıslatmak. (Özturan, 2014: 40)
Altına s..ırmak: Birini korkutmak, kaçırmak. (Özturan, 2014: 40)
Altına sıkışmak: Tuvalete ihtiyacı hasıl olmak. (Özturan, 2014: 40)
Altında galmamak: Yapana karşılıkta bulunmak. (Özturan, 2014: 40)
Altından almak: Yatalak hastanın altından pis almak. (Özalp, 2008: 187;
Özturan, 2014: 40)
Altından Çapanoğlu çıkmak: İşin altından kötü bir şeyler çıkmak. (Özturan,
2014: 40)
Altından galkılmaz olmak: İş, borç vs. fazla birikmiş olmak. Bitirilecek gibi
olmamak. (Özturan, 2014: 40)
Altından su çıkmak: Yerinde duramamak, oturmamak. (Özturan, 2014: 41)
Altını çalmak: Süpürmek, temizlemek. (DS, 2009: 232; Özalp, 2008: 187)
Altını deşmek: İşini bozmak. (Özturan, 2014: 40)
Altını ıslatmak: İdrarını kaçırmak. (Özturan, 2014: 40)
Altını üstüne getirmek: Ortalığı darmadağın etmek. (Özturan, 2014: 40)
Altının yemeğini, üstünün yorganını yağlı yapmak: Yapılan işi özenerek
yapmak. (Hürü Korkmaz)
Altmış altıya bağlamak: Garantiye almak. (Özturan, 2014: 41)
Altmış gapıya yetmiş değnek çalmak: 1. Bir iş bitirmek, bir ihtiyaç gidermek
için kapı kapı dolaşmak. 2. Amaçsız çok gezip dolaşmak. (Özalp, 2008: 183)
Altmış üçe bağlamak: Yaş sınırına bağlamak. (Özturan, 2014: 41)
78
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Altta galanın canı çıkmak: Zayıf olanın canı çıkmaya mahkum olmak. (Özturan,
2014: 40)
Alttan almak: Aşağıdan almak, gücendirmemeye çalışmak, dikkatli davranmak.
(Özalp, 2008: 185)
Alttan üstten gitmek: Yediklerini alttan üstten çıkarmak. (Özturan, 2014: 40)
Aman Allah’ınan tay öğretmek: 1. Zorla, yalvara yalvara gönül etmek. 2. Acemi,
tembel birine yalvar yakar iş öğretmek. (Özalp, 2008: 187)
Aman demek: Yalvarmak, aman dilemek. (Özalp, 2008: 187)
Aman herif göziin biri de kör mü ne?: Hikâyesi: Kızı gelin etmişler, ama kız
kocasına dikkat etmemiş. Halbuki adamın gözlerinde arıza varmış. Koca eve gelirken
her gün bir çıkınla geliyor, kadın da elinden çıkını alıyormuş. Günün birinde adam eve
çıkınsız gelince kadın, “Aman herif gözünün biri de kör mü ne?” demiş. (Özturan,
2009a: 248)
Aman tohul etmek: Aman dilemek, yardım istemek, yalvarıp yakarmak. (Özalp,
2008: 187)
Aman vermemek: Yol, fırsat vermemek. İnsaf etmemek, affetmemek. (Özturan,
2014: 41)
Amanı bilin mi?: Yalvarmaktan anlar mısın? Sana yalvarıyorum işte. (Çınkır,
2016: 56; Özalp, 2008: 187; Özturan, 2014: 41)
Amel olmak: 1. İshal olmak. 2. Birinin başına bela, yük olmak. (Özalp, 2008:
187)
Ameli bozuk olmak: Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirmemek.
(Özturan, 2014: 41)
Aminci gibi başında dikilmek: Rahatsız, taciz edecek şekilde bir kimsenin
başında dikilip durmak. (Özalp, 2008: 187)
Amma etmek/olmak: “İyi etmek, oh olsun” manasında kullanılır. (Bilgin, 2006:
27; Çınkır, 2016: 57; Özalp, 2008: 187; Özalp, 2008: 188; Özturan, 2014: 41)
Amma maham ha: Amma tuhaf ha. Alışılmamış söz ve hareketlerle bu
hareketleri yapan kimseler için söylenir. (Özalp, 2008: 187)
Amma sündürdün ha: Lafı çok uzattın. (Özturan, 2014: 41)
Ana avrat düz gitmek: Ağzına geleni söylemek. (Ahmet Yenikale)
Ana haldan galmak: Çok yorulmak, gücü tükenmek. (Özturan, 2014: 41)
Ana yana olmak: Bir olay karşısında şaşırmak. (Özturan, 2014: 52)
Anaç akıllı: Anası gibi, anasına benzeyen. Akıl ve davranışça anasına çeken.
(Özalp, 2008: 188)
Anadan doğma: Doğduğundan beri aynı. (Özturan, 2014: 41)
Anadan duzsuz: Hiç tuzu yok. (Özalp, 2008: 188)
Anadan önce ahıra girmek: Hürmetsizlik etmek. (Karalar, 1998: 44)
Analar gundağa sarmamış olmak: Çok geveze, çetin ceviz olmak. (Özturan,
2014: 41; Şen, 2006: 99)
Analı babalı: Anası babası sağ olan, hayatta bulunan. Onlarla birlikte yaşayan.
(Özalp, 2008: 188; Özturan, 2014: 41)
Analı gızlı: Çevreli. (Özturan, 2014: 41)
Analık çocuğu: Üvey ana çocuğu. Üvey ana çocuğu gibi muamele gören kimse.
(Özalp, 2008: 188)
Analık lokması: Pinti davranış, zorsunarak verilen şey. (Çınkır, 2016: 58)
Analık olsa çocuğun g..ünü yakmak: Zalim kadınların üvey anne olması halinde
ne kadar kötü olabileceğini ifade eder. Bir şey verirken kısan kimselere de denir.
(Özalp, 2008: 188)
Anam at: Soylu bir ailedenim. (Özturan, 2014: 41)
Anam avrat: Dik baş olmamak. Kişizade, uysal, engin olmak. (Özturan, 2014:
41)
Anam bacım olsun: İyi, temiz, ahlaklı, namuslu kadınlara karşı beslenen
duyguyu anlatır ve takdir babında söylenir. (Özalp, 2008: 188; Özturan, 2014: 41)
Anam bana gız diyor, ama benim umudum az: Bu iş olur diyorlar, ama benim
umudum az. (Çınkır, 2016: 58; Özturan, 2014: 41)

79
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Anam bana ne gönderirse torbada göndersin: Anam bana ne gönderirse tabakla


değil, torbayla göndersin, çok göndersin. (Özturan, 2014: 41)
Anam beni size gattı: Bu yola çıkarken anam beni size emanet etti. (Özturan,
2014: 41)
Anam gız diyor, içim cız diyor: Anam benim kız olduğumu, iyi biri olduğumu
sanıyor. (Özturan, 2014: 41)
Anamın ekmeğine guru, ayranına duru diyemem: Anamdan gördüğüm iyiliği
hiçe sayamam. (Şen, 2006: 98)
Anamın ektiği, babamın su döktüğü değil: Yakınım değil, yakınlığım yok.
(Özturan, 2014: 42)
Anan aşşağı, baban yukarı [derken]: Çok tartışmalardan sonra. (Erşahin, 2011a:
69; Özalp, 2008: 188; Özturan, 2014: 42)
Anan güzel mi?: Hakkından fazla şey isteyenler için "Yağma mı var?", "Nerde
bu bolluk!" anlamında kullanılır. (Özalp, 2008: 188)
Anana babana böh: Meydan okuma ifadesi. Yalnız sana değil, anana da babana
da meydan okuyorum. Erkekseniz, cesaretiniz varsa karşıma çıkın. Anan da gelsin,
baban da. Var mısınız? (Özalp, 2008: 188)
Ananın ilkinin üstüne sonrakilerin yükü binmek: İlk çocuğun üzerine
diğerlerinin yükü binmek. Büyüklük vazifesi binmek. (Özturan, 2014: 42)
Anarşi bakanı: Ortalık karıştıran. (Şen, 2006: 99)
Anası ağlamak: Başından çok şey geçmek. Zor günler yaşamak. (Özturan,
2009b: 297; Özturan, 2014: 42)
Anası ayran, babası çökelek: Görgüsüz aile çocuğu. (Körük, 2005: 43;
Kuyumcu, 1995: 18)
Anası babası belli olmak: İyi bir ailenin çocuğu olmak. (Özturan, 2014: 42)
Anası cep dikmemiş olmak: Yanında para olmamak. Para harcamayı sevmemek.
(Özturan, 2014: 42)
Anası da danası da gitmek: Kârı da sermayesi de gitmek. (Özturan, 2014: 42)
Anası dini ağlamak: Aşırı yorulmak, yıpranmak, perişan olmak. Çok sıkıntılar
yaşamak. (Özalp, 2008: 188; Özturan, 2014: 42)
Anası doğururken camıza bakmış: Esmer ve çirkin çocuk. (Özturan, 2014: 42)
Anası onu Gadir Gecesi doğurmuş olmak: Durumu iyi olmak. İşleri rast gitmek.
(Özturan, 2014: 42)
Anası samırsak, babası suvan, [sen olmuşsun bir cıngırdaglı duvan]: Anan-baban
mütevazi insanlar, sense çok havalısın. Kendini yüksek, üstün görüyor, kimseyi
beğenmiyorsun. (Özalp, 2008: 188; Faruk Zülkadiroğlu; Ayşe Koçak)
Anası yapılı: Anası gibi. Anası huylu. (Özturan, 2014: 42)
Anasına çekmek: Anasına benzemek. (Özturan, 2014: 42)
Anasından bir kere doğmak: Çok kıymetli olmak. (Erşahin, 2011a: 69)
Anasından emdiği burnundan gelmek: Çok sıkıntılar çekmek. (Özturan, 2014:
42)
Anasından yeniden doğmuş gibi olmak: Günahından arınmak. Sıkıntıdan
kurtulmak. (Özturan, 2014: 42)
Anasını bellemek: Canını çıkarmak. Çok çalıştırmak, mallarını elinden almak.
Birinin hakkından gelmek. Birine hak ettiği cezayı vermek. Kötülük yapmak, batırmak,
öldürmek. (Özalp, 2008: 188; Özturan, 2014: 42)
Anasını boyayıp babasına satmak: Sahtekar, dolandırıcı, hilekar olmak.
(Özturan, 2014: 42)
Anasını yıkayıp yıkayıp taramak: Anasını sürekli azarlamak. (Özturan, 2014: 43)
Anasının garnından düşer düşmez gazanç peşine goşmak: Geçim sıkıntısından
dolayı küçüklükten beri çalışmak. (Kaya, 1976: 9)
Anasının ipliğini satmak: Her türlü dolandırıcılığı, kötülüğü yapmak. (Özturan,
2014: 42)
Anasının oynaşını görmüş gibi olmak: Onu görünce çok çok sinirlenmek. Cinnet
noktasına gelmek. (Özturan, 2014: 42)
Anasının yuduğu g..ünen durmak: Genç, tecrübesiz, bilgisiz, saf, ahmak olmak.
(Çınkır, 2016: 59; Özalp, 2008: 188; Özturan, 2014: 42)
80
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Anayın garnında nasıl durdun?: Bu telaş, heyecan, yerinde duramama da neyin


nesi? (Şen, 2006: 98)
Anayla gız küsmüş de aklı olan inanmamış: Anne-kız küsse de çabuk barışırlar.
Küskünlükleri içten olmaz. Yine de birbirlerine laf söyletmezler. (Özturan, 2014: 43)
Anladıysam Arap olayım: Karışık anlattın. Anlattıklarını anlayamadım.
(Özturan, 2014: 19)
Anlaması gıt olmak: Anlama kabiliyeti az olmak. (Özturan, 2014: 19)
Apaç topaç etmek: Karmakarışık etmek. (Özturan, 2014: 43)
Apak topak: Beyaz tenli, toplu çocuk, gelin, kadın. (Özalp, 2008: 189)
Apalak apalak olmak: Çocuklar ve bitkiler iyi gelişmek. (Özalp, 2008: 189)
Apık sapık konuşmak: Mantıksız, saçmasapan konuşmak. (Özturan, 2014: 43;
Şen, 2006: 97)
Apır zapır etmek: Ne dediğini bilmemek. (Çınkır, 2016: 64)
Apırcın olmak: Telaşlanmak. (Kaya-Kozan, 2003: 21)
Apışıp galmak: Şapşallaşmak, şaşırmak, ne yapacağını kestiremez olmak.
(Çınkır, 2016: 64; Kaya-Kozan, 2003: 21; Şen, 2006: 97; Yalman, 1977: 514)
Ar etmek: Haya etmek, utanmak. (Temiz, 2005: 100)
Ar haya/namus tertemiz: Ar haya yok. Utanmayı bırakmış. (Arslan, 2011: 352;
Çınkır, 2016: 65; Özturan, 2014: 43; Şen, 2006: 97)
Ar namus arkaya atmak: Utanma duygusu, namus anlayışı kaybolmuş olmak.
(Özturan, 2014: 43)
Ar namus hak getire: Utanma duygusu yok. (Özturan, 2014: 43)
Ara bulmak: 1. Küskünleri barıştırmak. 2. Vakit bulmak, eli değmek. (DS, 2009:
292; Özturan, 2014: 43)
Ara daşı: Dövüşte aracıya değen taş. Birbiriyle anlaşmazlık halinde bulunan iki
tarafça da suçlu gösterilen üçüncü şahıs. (DS, 2009: 293)
Ara köteği yemek: Kavga edenleri ayırmaya çalışırken kötek yemek. (Özturan,
2014: 43)
Ara/arası uzamamak: Aradan fazla zaman geçmemek, dolayısıyla araya
soğukluk girmemek. (Özalp, 2008: 189)
Araba dutmak: Araba içinde midesi yekinmek, bulanmak. (Özturan, 2014: 43)
Arada bir esmek: Arada bir sıra dışı hareket etmek. Havalı konuşmak. (Özturan,
2014: 43)
Arada galmak: İki kişiyi barıştırayım, iki kişinin pazarlıklarına yardımcı olayım
derken zarar görmek. (Özturan, 2014: 43)
Arada gan-gön olmamak: Büyük bir olay, kavga, suç olmamak. (Özalp, 2008:
189)
Arada orçanlık etmek: Arada laf taşımak, söz getirip götürmek. (Özalp, 2008:
189)
Aradan çıkarmak: Uzun süreli bir işin arasına küçük bir iş sıkıştırmak. (Özturan,
2014: 43)
Aradan sellere vermek: Malzemeyi araya vermek. İşe yaramaz hale getirmek.
(Özturan, 2014: 43)
Araları açılmak: Birbirlerine kırılmak, küsmek. (Özturan, 2014: 44)
Aralarından gara kedi geçmek: Eskisi gibi görüşmemek, münasebetleri kesmek.
(Özturan, 2014: 44)
Aralarından köşker bizi geçmemek: Her zaman birlikte olmak. (Özturan, 2014:
44)
Aralarını bozmak: Dostluklarına zarar getirmek. (Özturan, 2014: 44)
Aralığa düşmek: Rastgele erkeklerle para karşılığı ilişki kurmak, fuhuş ortamına
düşmek. (Çınkır, 2016: 65; Özturan, 2014: 44)
Aralığın iti gibi gezmek/dolaşmak: Başıboş, serseri serseri, işsiz güçsüz
dolaşmak. (Özalp, 2008: 189)
Aralığın mor bocusu: Ortalığa dedikodu yayarak kötülük yapan, ikilik çıkaran
kişi. (Kaya-Kozan, 2003: 21)
Aralık hocası: Resmi olmayan Kuran hocası. (Özturan, 2014: 44)

81
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Aralıkta dolaşmak: Maksatsız, işsiz dolaşmak, şurada burada dolaşmak.


(Özturan, 2014: 44)
Aralıkta galmak: Elinden tutan olmamak, ortalıkta kalkmak. (Uzun vd., 2012b:
285)
Araman garaman değnek olup dama çıkmak: Değersiz kimse değer görmemek.
(Özturan, 2014: 44)
Aramanı garamanı yazmak/gatmak: Her türlü isteği, istenilen her şeyi yaptırmak.
Laf kalabalığına getirip bir işi yaptırmak veya istenilmeyen bir işin yapılmasını
engellemek. (Özalp, 2008: 189; Özturan, 2014: 44)
Aranıza it b..u: Dövüşen iki kişiyi aralayan kimse, aralarına bu sözü söyleyerek
girer. (Özalp, 2008: 189)
Arap atı gibi sonradan açılmak: Aklı sonradan başına gelmek. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Arasa’dan yemek, bezirgandan geymek: Lüks bir yaşantı sürmek. Örnek:
Gaynana, Arasa’dan yemeye, bezirgandan geymeye geldim. (Özturan, 2009a: 248)
Araya girmek: Arabulucu olmak. (Özturan, 2014: 44)
Araya goymak: Bir işin olması için araya birilerini koymak. (Özturan, 2014: 45)
Arayı uydurmak: İşi yoluna koymak. (N. Aksoy, 1998: 71)
Arazi olmak: İşten kaçmak. (Özturan, 2014: 43)
Ardal olmak: Birine pintişmek, musallat olmak, tebelleş olmak. (Kaya-Kozan,
2003: 22)
Ardı arkası ne ki?: Varı yoğu, gücü kuvveti ne ki, kaç paralık ki? (Özalp, 2008:
189)
Ardına dolanmak/düşmek: Birinin peşine düşmek, onu bırakmamak. Peşi sıra
gitmek. Örnek: Ardına dolandığı kıza artık dönüp dönüp bakamayacağına yanardı.
(Bilgin, 2007a: 17; Özturan, 2014: 44)
Ardından atlı gelmek: Yaya birisine kötülük yapmak niyetiyle kovalayan atlının
önünde gibi kaçmak. (Bilgin, 2006: 28; Özalp, 2008: 189)
Ardından gonuşmak: Kendi yokken konuşmak. (Özturan, 2014: 44)
Ardını astarını aramak: Bir şeyin aslını astarını, soyunu sopunu araştırmak,
incelemek. (Özalp, 2008: 189)
Arı dalamak: 1. Bir yüzeyi, bir yeri arılar istila etmek. 2. Çok sayıda arı, bir
kimseye saldırmak ve sokmak. (Özalp, 2008: 190)
Arı g..ü olmak: (Tomurcuk hakkında) Kabarmak, açılmak üzere bulunmak.
Örnek: Asmalar havaya aldanarak arı g..ü oldu. (Çınkır, 2016: 69; DS, 2009: 315)
Arı govanı gibi çalışmak: İşleri iyi olmak. (Özturan, 2014: 45)
Arı sili: Temiz, tertemiz, saf, iyi. Örnek: Dölleri arı sili çimdirip donlarını da
cahanda yudum. (Akbaş, 1985; Aksu, 2013: 243; Bilgin, 2007a: 23; DS, 2009: 313;
Derebent, 2015: 191; Gökhan-Koç, 2009: 315; Gültekin, 2004: 911; Horasan, 1992:
209; Kapanoğlu, 2009: 139; Körük, 2005: 36; Kuyumcu, 1995: 105; Mercimek, ?: 8;
Okumuş, 2006: 182; Şen, 2006: 97)
Arıca yatak, duruca ölüm: Kimseye yük olmadan, az bir rahatsızlıkla ölüm.
(Özturan, 2014: 45)
Arık düşmek: Zayıf düşmek. (Özalp, 2008: 190)
Arının inine/govanına çöp sokmak/dürtmek: İnsanları, toplumları tahrik etmek,
kızdırmak. Öfkelendirecek sözler söylemek, hareketler yapmak. (Kuyumcu, 1995: 43;
Özalp, 2008: 190; Özturan, 2014: 45)
Arıstak duvar çalmak: Tavan ve duvarlardaki tozları, örümcek ağlarını süpürge
ve fırça ile almak. (Özalp, 2008: 190)
Arıstak yandıysa sıçan da yandı ya: Ben zarar gördümse hedef aldığım da zarar
gördü ya. (Özturan, 2014: 45)
Arif adam: Bilgili, ufuklu, hikmetli konuşur adam. (Özturan, 2014: 20)
Ariye gitmek/vermek: 1. Bir şey, boşa gitmek, heder olmak, faydasız yere
gitmek, harcanmak. 2. Birini kötü yola düşürmek, istenilmeyen yerlerde kullanmak.
Örnek: Bir tüyü bile ariye gitmeden tahrayla döv. (Bilgin, 2007b: 185; Bulut, 1998: 94;
Çınkır, 2016: 66; DS, 2009: 300; Göçer, 2004: 92; Özalp, 2008: 190; Özturan, 2014:
45)
82
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ark altından bostan bağışlamak: Çok değerli bir şey bağışlıyor gibi yapmak.
Kendini çekiye çekmek. (Özturan, 2014: 45; Adem Pırnaz)
Arka çıkmak: Birini himaye etmek, korumak, desteklemek. (Kaya-Kozan, 2003:
22; Özturan, 2014: 44; Uzun vd., 2012b: 16)
Arka galası olmak: Birine sahip çıkmak, koruyup kollamak. Arkası, sahibi
koruyucusu olmak. İyilikte, kötülükte yanında olmak. Yardımcı olmak. (Özalp, 2008:
189)
Arkadaşlığı samana gazzık çakmaya benzemek: Arkadaşlığına güven olmamak.
(Özturan, 2014: 231)
Arkamızdan sövmezler ya: Şu işi yaparsak arkamızdan ne diye yaptın diye
sövmezler ya. Bu yaptığımız iyi bir iş. Belki para kazanmayız ama kimse arkamızdan
sövmez. (Özturan, 2014: 44)
Arkası gitmeye başlamak: İshal olmak. (Erşahin, 2011a: 69)
Arkası olmak: Birine sahip çıkmak, onu desteklemek. (Okumuş, 2006: 165)
Arkası olmamak: Güçlü destekçisi olmamak. (Özturan, 2014: 44)
Arkası sıra gitmek: Takip etmek. (Özturan, 2014: 44)
Arkası tır tır etmek/getmek: Korkudan arkası gitmek, ishal olmak. (Bulut, 1998:
94; Erşahin, 2011a: 69)
Arkasına teneke bağlayıp oynatmak: Aklı yerinde olmayan birinin arkasına
teneke bağlayıp kızdırmak, onunla eğlenmek. (Özturan, 2014: 45)
Arkasında garlı dağ gibi olmak: Kendisine yardım edecek önemli bir güç
hissetmek, bilmek. (Özturan, 2014: 44)
Arkasından anılmak: Ölüm sonrası unutulmamak. Hayırla anılmak. (Özturan,
2014: 45)
Arkasından atıp tutmak: Kendi yokken aleyhine konuşmak. (Özturan, 2014: 45)
Arkasını berke vermek: 1. Sağlam bir yere yaslanmak, dayanmak. 2. Sağlam,
güçlü, etkili, zengin birisine dayanmak. Güçlü dayısı, koruyucusu olmak. (Kozan, 2007:
219; Okumuş, 2006: 165; Özalp, 2008: 189; Özturan, 2014: 45)
Arkasını cılbatmak/çıkarmak: Soyunmak. (Özturan, 2014: 45)
Arkasını değişmek: 1. Üstünü değiştirmek. 2. Arkasındaki gücü değiştirmek.
(Erşahin, 2011a: 69)
Arkasını geyinmek: Elbisesini giyinmek. (Özturan, 2014: 45)
Arkasını toplamak: Birinin eksiklerini, yanlışlarını düzeltmek. (Adem Pırnaz)
Arkasını unutmak/unutmamak: Aile mensuplarından, akrabalardan, eşten dosttan
ilgi beklemek. Örnek: Arkanızı unutmayın, çabucak gelin. (Özalp, 2008: 190)
Arlanmaz utanmaz: Utanması ve hayası olmayan. (Özalp, 2008: 190; Özalp,
2008: 344)
Armudun sapı, üzümün çöpü var demek: Her şeye bir bahane bulmak.
(Alparslan-Özturan, 2010: 76; Özturan, 2014: 45)
Arnavut Bekir: Hali, kılığı düzenli olmayan kimse. (Adem Pırnaz)
Arnık durnuk: Ak pak olma. (Çınkır, 2016: 71)
Arnına almak: Ona önemli bir zarar vermek için hedef olarak seçmek. (Özturan,
2014: 45)
Arpa gören eşşek gibi anırmak: Sevilen bir şeyi görünce tepki vermek. (Arslan,
2011: 352)
Arpacı gumrusu gibi düşünmek: Derin derin düşünmek. Büyük bir sıkıntısı,
derdi var gibi derin düşünceye dalmak. (Özalp, 2008: 190; Faruk Zülkadiroğlu)
Arpanın gılçık atması: Birinin orta yere fitne fesat çıkaracak laflar atması.
Örnek: Arpanın gılçık atmasına benziyor Hasan’ın halleri. (Çınkır, 2016: 72; Özalp,
2008: 190)
Arpaya gatsan at yemez, kepeğe gatsan it yemez: Çok değersiz şey. (Erdem vd.,
2009: 2547; Erdem-Kirik, 2011: 559)
Arsız olmak: 1. Ağacın kökünden yenileri çıkmak, kökü geçmemek. 2. Acılara
sıkıntılara aldırış etmemek. (Özturan, 2014: 45)
Art eteği ıslık çalmak: Çok telaşlanmak. (Dalkıran, 2005: 54; Şen, 2006: 99)
Artık eksik helal et: Helalleşme. (Özturan, 2014: 45)
Artık etmek: Yemekte artık bırakmak. (Özalp, 2008: 190)
83
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Artık zırtık: İşe yaramaz, kullanılacak gibi değil. (Özalp, 2008: 190)
Asbab gabası, hapbap ücesi: Çok elbise giyerek vücudunu gürbüz-kaba, yüksek
etmek. Habbap (takunya) giyerek boyunu uzun göstermeye çalışmak. Örnek:
Görüntüsüne bakmayın, çok elbise ve ayakkabı giyerek asbab gabadı, hapbap ücesi gibi
görünmeye çalışıyor. (Özalp, 2008: 190)
Asbabını giymek: Elbisesini giymek. (Özturan, 2014: 46)
Asbablı şeytan: Kadın. (Özalp, 2008: 191; Özturan, 2014: 46)
Asılmaya çıksan kimse bulunmaz: Issızlık ve ilgisizlik. (Özalp, 2008: 191)
Asıp kesmek: İleri geri konuşmak. (Özturan, 2014: 46)
Asker arkadaşın mı?: Kendinden büyüklere teklifsizce ismiyle hitap eden
kimselere kınama makamında söylenir. (Özalp, 2008: 191)
Asker değil, köşker değil, parmağı çirişli köşker değil, büsbütün memur:
Memurun kıymeti. (Özturan, 2014: 46)
Askerde galmak: 1. Askerde ölmek. 2. Askeri personel olmak. (Özturan, 2014:
46)
Askıntı olmak: Gidip gelip bulaşmak. Sürekli sataşmak. (Özturan, 2014: 46)
Aslak maslak gonuşmak: Tutarsız, rastgele, anlamsız şekilde, oradan buradan
konuşmak. Konuşulanların birbiriyle bağlantısı olmamak. Deli dolu konuşmak. (Özalp,
2008: 191)
Aslanı çakala boğdurmak: Güçlü, iyi biri güçsüzün, kötünün emrinde olmak.
(Yalman, 1977: 400)
Aslanlık/aşlanık etmek: Şaka yapmak. Şaka yollu takılmak. Örnek: Hemen
gızdın ben sana aslanlık ettiydim. (Bilgin, 2006: 30; DS, 2009: 4427; Kapanoğlu, 2009:
71; Özalp, 2008: 191)
Aslı astarı/faslı olmamak: Yalan, asılsız konuşmak. (Körük, 2005: 33; Özalp,
2008: 191; Özturan, 2014: 46)
Aslı hu, nesli hu: Aslı temiz, nesli temiz. Temiz bir nesilden gelme. (Özalp,
2008: 191; Özturan, 2014: 46)
Aslı ne?: Sebep ne? Bu ağıtın aslı ne? Yani, ağlaman için ne sebep var? (Özalp,
2008: 191)
Aslı neyse nesli odur: Öncesi neyse sonrası da odur. (Gökçebey, 1999: 81)
Aslı ola da inanasın: Bunun doğru olduğuna asla inanmam. (Özturan, 2014: 46)
Aslı olmasa Kerem yanar mıydı?: Aslı yok zannetme, Aslı var. Konuşulanlar
doğru. (Özturan, 2014: 46)
Aslı var olup olmamak: Bir işin, olayın doğru tarafı bilinip bilinmemek.
(Erşahin, 2011a: 69)
Aslı varsa: Doğruysa. Yalan, uydurma değilse. (Özalp, 2008: 191)
Aslı yok yaylası: Gerçekte olmayan yer. (Özturan, 2009b: 82)
Aslı yok, [astarı yok]: Gerçek değil. (Özturan, 2014: 46; Faruk Zülkadiroğlu)
Aslına çekmek: Soyuna çekmek. (Okumuş, 2006: 165)
Aslını sormak: Nereli olduğunu, soyunu sopunu öğrenmek. Örnek: Aslını
sorarsan Gürün kasabasındandır. (Uzun vd., 2012c: 84)
Astarı yüzünden pahalı/pahalıya gelmek: Teferruatı kendinden daha pahalı
olmak. Kendi o kadar pahalı değil, ama yanındakiler daha pahalı. (Özturan, 2014: 46;
Faruk Zülkadiroğlu)
Astığı astık, kestiği kestik olmak: İstediğini, dilediğini yapmak. Kimse karşı
çıkamamak. Güçlü olmak. (Özturan, 2014: 46)
Aş da deliye galdı, iş de: Rakiplerin aradan çekilmesiyle faydalanılacak şeylerle
yükümlülüklerin bir kişiye kalması. (Özalp, 2008: 191)
Aş, ekmek istememek: Zararı, zahmeti olmamak. (Özturan, 2014: 46)
Aş/aşa vermek/ermek/yürümek: Gebe kadın, bazı yemeklere aşırı istek duymak.
(Erşahin, 2011a: 70; Özalp, 2008: 191)
Aşa/aşına [soğuk] su gatmak: Hal yoluna giren işi bozmak. (Çınkır, 2016: 76-77;
Özturan, 2014: 46; Şen, 2006: 97; Yalman, 1977: 514)
Aşağı dallara gonmamak: Gözü hep yukarıda olmak, hep yükselmeye çalışmak,
kendisini başkalarından yüksek görmek. Aşağılara tenezzül etmemek. (Özalp, 2008:
191)
84
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Aşer mahşer: Ortalık kalabalık, düzensiz, karışık. (Özalp, 2008: 191; Özturan,
2014: 20)
Aşgarı bozuk olmak: Görüntüsü, şekli, eşkali bozuk, çok çirkin olmak. (Arslan,
2011: 352; Çınkır, 2016: 77; Özalp, 2008: 191; Özturan, 2014: 46; Şen, 2006: 97)
Aşı pişik, ekmeği oluk: Her işi yoluna koymuş. (Dalkıran, 2005: 54; Özturan,
2014: 46)
Aşık atmak: Bir şeye sahip olmak için talip olmak. Boy ölçüşmek. (Kılıç, 2008:
163; Özturan, 2009b: 359; Özturan, 2014: 46)
Aşını datlandırmak: Kendini önemsetmeye çalışmak, nazlanmak, çekimser
davranmak. Örnek: Aşını datlandıra datlandıra bir hal oldu. Sanki biz onun ne menem
bir şey olduğunu bilmiyok. (Çınkır, 2016: 78)
Aşkar vermek: Boyayı tutturmak. (DS, 2009: 359)
Aşna fişne/haşne fişne olmak: Gizli dost tutmak, gayr-i meşru ilişkileri olmak.
(Özalp, 2008: 191; Özturan, 2014: 46; Şen, 2006: 97)
Aşpincik oynamak: 1. Çocuklar, hayali yemek pişirme oyunu oynamak.
2.Birbirlerine sık gidip gelmek. (Özalp, 2008: 191)
Aşşağıya getmek: Eskiden, çalışıp para kazanmak için Maraş, Adana, Antakya
(Amik ovası), Söke, Edirne gibi pirinç, pamuk yetişen yerlere gitmek. (Özalp, 2008:
191-192)
Aştan ekmekten kesilmek: Yemeden içmeden kesilmek, iştahsız olmak. Ölmeye
yakın olmak. Örnek: Aştan ekmekten kesilen Cihangir Doğan, Antep’e gitmeye garar
verir. (Gözükara-Özalp, 2011a: 270)
At başı beraber: Eşit, paralel. (Özturan, 2014: 47)
At gibi: Sağlam, çalışkan. Yerinde zor durur. (Özturan, 2014: 47)
At oynatmak: Meydanda cevelan etmek. Alana çıkmak. (Özturan, 2014: 47)
At parlamak: At, bir şeyden huysuzlanıp ve ürküp gözü dönerek kontrolsüz bir
biçimde koşmak, önüne çıkan şeyleri kırıp dökerek kaçmak. (Özalp, 2008: 192;
Özturan, 2014: 47)
At sineği gibi yapışmak: Menfaati olana kopmamacasına yapışmak. (Özturan,
2014: 47)
At üstünde guduz dalamak: Kötülüklerden kaçamamak. Kötülüklerden ne kadar
kaçarsan kaç, ne kadar uzak durmaya çalışırsan çalış, yine de kurtulamazsın. Kötülükler
gelip seni bulur. (Özalp, 2008: 192)
Ata atsan yemez, ite atsan yemez: Hiçbir işe yaramaz. (Özturan, 2014: 47)
Ata binmeden ayaklarını sallamak: İşleri yolunda gitmeden yüksekten uçmaya
başlamak. (Şirikçi, 2007: 87)
Ata vursan eyer, eşeğe vursan semer olmak: Her yere yakışmak, her işi
başarmak. Herkesle anlaşmak. İyi geçinmek. (Çınkır, 2016: 81-82; Özalp, 2008: 192)
Atanak atanak olmak: Çocuk ve bitkiler iyi gelişmek, gürbüz olmak, tombul
tombul olmak. (Özalp, 2008: 192)
Atar nakliyat: İçki alışkanlığı olan. (Özturan, 2014: 47)
Ataş almaya mı geldin?: Oturmanla kalkman bir oldu, acelen ne? (Özturan,
2014: 47)
Ataş avarası: Yanmaya hazır. (Özturan, 2014: 47)
Ataş gaymak: 1. Ateş yakmak. Ocağa, sobaya odun koyup ateşlemek. 2. Güreşte,
dövüşte çabuk ve güçlü hamleler yapmak, yüksek performans göstermek, 3. Hızlı hızlı
iş görmek. (Çınkır, 2016: 82; Özalp, 2008: 192; Özturan, 2014: 47)
Ataş gibi: 1. Sıcak. 2. Hızlı çalışan; temposu, performansı yüksek, hareketleri
atak olan. Ateş parçası gibi. (Özalp, 2008: 192)
Ataş püskürmek: Hiddetlenmek. (Özturan, 2014: 47)
Ataşa atmak/yakmak: Hayatını berbat etmek, istikbaliyle oynamak. (Özturan,
2014: 47)
Ataşa atsan tütünü çıkmaz: Değersiz şey. (Şirikçi, 2007: 88)
Ataşa gazan goymamış olmak: Yaşı çok küçük olmak, tecrübesiz olmak. (Hürü
Korkmaz)
Ataşına yanmak: Birileri için sıkıntıya kalmak. (Özturan, 2014: 47)
Ataştan köynek: Çekilmesi zor. (Özturan, 2014: 47)
85
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Atçı çayırında at bulmak: Hazıra konmak ve kazanmak. Eskiden köyde at çok


olup çayırlarda güdülürdü. Çayırlarda her zaman at bulmanın bir önemi yoktu. Bunun
gibi, bir şeyin çok olduğu bir yerde o şeyden bulduğunu söyleyenlere "Atçı çayırında at
bulmuş!" denirdi. Elma bahçesinde elma bulmak gibi. (Özalp, 2008: 192)
Atı çaldırdıktan sonra gapıyı kilitlemek: İş işten geçtikten sonra önlem almak.
(Özalp, 2008: 192)
Atı ele verip yayan yürümek: Elindeki imkanlarını kullanamamak. (Şahiner,
2017: 34)
Atı elinde, gılıcı belinde olmak: Serbest, her istediğini yapmak. Kimse
umurunda olmamak. Kimseye bağlı, bağımlı olmamak. (Özalp, 2008: 192)
Atı Halep’i dolanmak: Sevincinden ne yapacağını bilememek. Sevinçten uçmak.
(Çınkır, 2016: 554)
Atı işlemek: Sözü her yerde geçmek. (Özturan, 2014: 47)
Atı sana vereyim de yayan mı gidim?: Varımı yoğumu sana vereyim de yoksul
mu kalayım? (Özturan, 2014: 47)
Atı sattık gatır aldık, belayı satın aldık: Bir işten kurtulayım derken başıma daha
büyük iş açtım. (Çınkır, 2016: 82)
Atın ölümü arpadan olsun: Çok sevilen bir şey yapılırken ya da yenirken sonuç
kötü de olsa sıkıntı olmaz. (Körük, 2005: 43; Okumuş, 2006: 151; Özturan, 2009a: 210;
Şirikçi, 2007: 88)
Atına eşşek demek: Bir şeyi hafife almak. (Şahiner, 2017: 34)
Atınan deve mi?: Hepsi küçücük bir şey, bundan ne çıkar? (Özalp, 2008: 192)
Atıp gafayı yatmak: Derin bir uykuya dalmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Atıp götürmek: Önü sonu düşünülmeden, kime dokunacağı hesap edilmeden,
paldır küldür konuşmak. (Özalp, 2008: 193)
Atıyor lafı, depiyor keçeyi: Çok lafçı, çok konuşuyor. (Özalp, 2008: 193)
Atlanmak gılıçlanmak: Kavga için hazırlanmak. (Özturan, 2014: 48)
Atlıhan gibi: Güçlü kuvvetli. (Özturan, 2014: 48)
Atlılar iniyor, yayalar biniyor mu?: Gelenin gidenin bu kadar çok mu? (Özturan,
2014: 48)
Atma Recep din gardeşiyiz: Palavra atma, birbirimizi iyi tanıyoruz. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Atsın topunu, alsın hakkını: Eski Maraş’ta ezan sesleri akşam olduğunu haber
verse de duyamayanlar için kaleden top atılır. Onun için bu deyim söylenir. (Alparslan-
Özturan, 2010: 165)
Attan inip eşeğe binmek: Zenginken fakir olmak. (Özturan, 2014: 47; Şirikçi,
2007: 88)
Attar dükkanı gibi: Her şey bulunur, satılır. (Özturan, 2014: 47)
Attığı yerden vuramamak: Hesap ettiği kazancı elde edememek. (Özturan, 2014:
47)
Attığını vurmak, duttuğunu goparmak: İşinin ehli olmak. (Şirikçi, 2007: 88)
Av deyneği gibi: Zayıf, cılız, ince yapılı. (Özalp, 2008:193)
Avara avara dolanmak/dolaşmak: Boş boş gezmek, işsiz güçsüz dolaşmak.
Başıboş, amaçsız, bir hedefi olmaksızın serseri serseri gezmek, dolaşmak. (Özalp, 2008:
193; Özturan, 2014: 48)
Avara etmek: Birini işinden alıkoymak, birine iş yaptırmamak. (Kaya-Kozan,
2003: 24; Özalp, 2008: 193)
Avara gasnak gibi ne geziyorsun?: Amaçsız, boşu boşuna ne geziyorsun?
(Özturan, 2014: 48)
Avara olmak/durmak: İşten geri kalmak, meşgul edilmek. Örnek: Bana aklına
geleni sorup durma, çok avara ediyorsun beni. (Bilgin, 2006: 31; Çınkır, 2016: 84;
Özalp, 2008: 193)
Avaralığa hizmet etmek: İşsiz olmak. Boş gezmek. (Özturan, 2014: 48)
Avaralıktan eli değmemek: Sıkı bir işi olmadığı halde ihmallikten o işi
yapamamak. (Özturan, 2014: 48)
Avaz avaz bağırmak: Yüksek sesle, üst üste, durmadan bağırmak. (Özalp, 2008:
193)
86
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Avil avil bakmak: Kafası almadan aptal aptal bakmak. (Özturan, 2014: 48)
Avrada çökmek: Avrada, kadına saldırmak. Tecavüz etmek, ırzına geçmek.
(Özalp, 2008: 193)
Avradı el için mi aldın?: Avradına sövdürecek iş yapma. (Özturan, 2014: 48)
Avrat ağızlı: Karısının dedikleri doğrultusunda konuşan. Kadınlar gibi konuşan.
(Özturan, 2014: 48)
Avrat akıllı olmak: Karısının aklıyla hareket etmek. (Arslan, 2011: 353)
Avrat aklı: Kadına özgü akıl, düşünce, davranış şekli. (Özturan, 2014: 48)
Avrat başına/başıynan: Kadın başıyla, kadın başına, kadın haliyle, kadınlığına
bakmadan. Örnek: Avrat başına dışarı çıkılır mı? (Bilgin, 2007a: 62; Özalp, 2008: 193)
Avrat damarı dutmak: Korkmak. (N. Aksoy, 1998: 71)
Avrat delisi olmak: Kadınlara düşkün olmak. (Karalar, 1998: 45)
Avrat dölü: Elinden iş gelen, işe yatkın düzenli erkek. (Özturan, 2014: 49)
Avrat duz dedi mi g..ü/yüreği cız demek: Parasızlıkta evden istenen tuz bile zor
gelmek. (Çınkır, 2016: 87; Özturan, 2014: 48)
Avrat elli atmak: Atıcının atacağı taşı misketi eline aldıktan sonra belini yeteri
kadar öne doğru eğip kolunu yan tarafından veya araladığı bacaklarının arasından yere
doğru uzatıp nişan almak niyetiyle birkaç kere sallayarak (veya sallamadan) hedefe
doğru atma tarzı. Örnek: Talat, her avrat elli atışında gülleleri vuruyor, ben de öyle
atacağım. (Bilgin, 2006: 31)
Avrat elli olmak: Karıya, hanıma çok bağlı olmak. Karısının sözünden
çıkmamak. Karısının ailesine, akrabalarına daha yakın olmak. (Çınkır, 2016: 87; Özalp,
2008: 193)
Avrat etmek/etmemek/yapmak: Erkek, hanımına sahip çıkmak/çıkmamak;
hanım olarak benimsemek/benimsememek. (Gözükara-Özalp, 2011a: 398; Özalp, 2008:
193)
Avrat gısmı: Kadın milleti kesimi. (Özalp, 2008: 193; Özturan, 2014: 48; Şen,
2006: 97)
Avrat gibi olmak: Kavgadan, sertlikten, tehlikeli işlerden ve hatta oyunlardan
uzak durmak. Korkak, çekingen olmak. Kadınsı işler yapmak. Örnek: O işi Mustafa
yapamaz, böyle tehlikeli işler avrat gibi olanların harcı değil, yapayım derken bozar
sonra. (Bilgin, 2006: 31)
Avrat Haccaba: Kadınların bilmesi gereken her şeyden haberi olan ve onların
birçok becerisini gösteren erkek. Örnek: Bedriye’nin kişisi İhsan Hoca var ya dokumayı
avradının elinden aldı, avrat Haccaba gibi Muhlise’nin çıkaramadığı nakışı bir bakmaya
çıkarttı anam. (Bilgin, 2006: 31-32; Özalp, 2008: 193)
Avrat Hasan: Eli ev işlerine yatkın erkek. (Çınkır, 2016: 87)
Avrat olmak/olmamak: Avratlığı, ev kadınlığını benimseyip öğrenmek/
öğrenmemek. (Özalp, 2008: 193; Özturan, 2014: 48)
Avrat var, avratcık var: Avratlığın hakkını veren var, veremeyen var. (Özturan,
2014: 49)
Avrat yerine galayı gucaklamak: Yiğitçe bir hanıma sahip olmak. (Akın, 2014:
41; Horasan, 1992: 207)
Avratlık yapmak/yapmamak: Kadın, kocasına karşı görevini
yapmak/yapmamak. İyi bir hanım, iyi bir eş olmak/olmamak. Örnek: Bu kız, oğluma
avratlık yapamaz diyorum, ne yatacağı zamanı biliyor ne kalkacağı zamanı. (Bilgin,
2006: 32; Özalp, 2008: 193-194)
Avratsız aş yememek: Karısını çok sevmek. Onsuz yemek yememek. (Çınkır,
2016: 87; Özturan, 2014: 49)
Avucu gaşınmak: Bir yerden para geleceği işareti. (Özturan, 2014: 49)
Avucuna o…up burnuna tuttuğu zaman: Delikanlılık zamanı. Göze hiçbir şeyin
görünmediği zaman. (Çınkır, 2016: 88; Özturan, 2014: 49)
Avucuna para goyası gelmek: Varlıklı, ama giyim kuşamı fakirler gibi olan veya
sürekli halinden şikayet eden kimse, insanları kendine acındırmak. (Özturan, 2014: 49)
Avucuna yazmak: Bir bilgiyi, dedikoduyu, haberi, bilmesi veya bilmemesi
gereken şeyleri birine söylemek, anlatmak. (Özalp, 2008: 193; Özturan, 2014: 49)
Avucunu çukur dutmak: Eline bir şey geçme temennisi. (Özturan, 2014: 49)
87
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Avucunu yalamak: Eli boşa çıkmak, bir şey kazanamamak, bir şey elde
edememek. Eline geçen fırsatı tepmek. (Arslan, 2011: 352; Çınkır, 2016: 88; Özalp,
2008: 193; Şen, 2006: 99)
Avuç açmak: Dilenmek. (Özturan, 2014: 49)
Avuç içi gadar: Küçük yer. (Özalp, 2008: 193; Özturan, 2014: 49)
Avuk olmak: İşten kalmak, avare olmak. (DS, 2009: 395)
Avurdunun gölgesinden kimseyi görmemek: Yemeği yanındakilerin de hissesi
olduğunu hesaplamadan hızlı hızlı yemek, tamamını yemeye çalışmak. (Özturan, 2014:
49)
Ay be ay vermek: Her ay ödeme yapmak. (Özturan, 2014: 49)
Ay beninen olduktan sonra yıldızın parmağım g..üne: Evin büyüğü, sözü geçeni
beni tutarsa diğerlerinin bir değeri yoktur. Kocam beni tutar ve kollarsa başkalarını boş
ver. (Özalp, 2008: 194)
Ay dediği geçi olsa, dağlar daşlar geçi olur: Çobanlar keçileri yönetirken “Ay!
Kiç!” şeklinde bağırırlar. Onun sözünün aslı esası olmaz. Ona inanılmaz. Olsa keçiden
çok bir şey olmaz. (Özalp, 2008: 194; Özturan, 2014: 49)
Ay’a “Sen doğma, ben doğayım.” demek: Ay gibi güzel olmak. Ay’ın yerine
gökyüzünde kendisinin doğması gerektiğini söylemek. (Bulut, 1998: 95; Erşahin,
2011a: 71; Erşahin, 2011a: 73; Özturan, 2014: 49)
Aya bağlamak: Her ay ödeme yapmak üzere anlaşmak. (Özturan, 2014: 49)
Aya güne mah demek, topal eşşeğe deh demek: Hem yüksekten uçmak hem de
fakir olmak. (Özturan, 2014: 49)
Ayağa galdırmak: Birini yoksulluktan, iflastan, borçtan kurtarmak. (Okumuş,
2006: 165; Özturan, 2014: 50)
Ayağı cıvık olmak: Çok gezmek. (Özturan, 2014: 50)
Ayağı çabuk olmak: Çabuk yürümek, hızlı hareket etmek. (Özalp, 2008: 194;
Özturan, 2014: 50)
Ayağı dönmek: Çalgı hoşuna gitmek, oynamaya hazır olmak. (Özturan, 2014:
50)
Ayağı düşmek: Değer kaybetmek. Sıradan olmak. (Özturan, 2014: 50)
Ayağı it ayağı olmak: Çok gezmek. (Özturan, 2014: 50)
Ayağı tumansız olup da başı çiçeksiz olmamak: Fakir de olsa üstü başı da
dökülse süsünden geri kalmamak. (Özturan, 2014: 50)
Ayağı yanık it gibi goşmak: Her şeye koşturup durmak. (Çınkır, 2016: 88)
Ayağı yer etmek: Tutunmak. (Özturan, 2014: 50)
Ayağı zıypmak: Başaramamak, ayağı kaymak. (Çınkır, 2016: 88)
Ayağın mı aşınır?: (Yürüyerek gidip gelmeye üşenenler için) Gidersen ne
kaybedersin? (Özturan, 2014: 50)
Ayağına b.. bulaşmak: Sıkıntılı bir durumla karşı karşıya kalmak. (Karalar,
1998: 45)
Ayağına daş değdiğini istememek: Üzüldüğünü, ezildiğini istememek. (Özturan,
2014: 50)
Ayağına dolaşmak: Suçunun içinden çıkamamak. (Özturan, 2014: 50)
Ayağına düşmek: Birine muhtaç olmak. (Okumuş, 2006: 165)
Ayağına gitmek: Bulunduğu yere gitmek. (Özturan, 2014: 50)
Ayağına gurban mı kesek?: Sen neden gelmiyorsun? Geldiğin zaman kurban
kesmemizi mi bekliyorsun? (Özturan, 2014: 50)
Ayağına yüz sürmek: Birisinden yardım dilemek. (Okumuş, 2006: 165)
Ayağında don yok, başına fesleğen ister: Durumu kötü, ama gözü yükseklerde.
(Faruk Zülkadiroğlu)
Ayağında tumanı yok: Başından büyük, gücünün üstünde işlere kalkışan fakir,
parasız, güçsüz kimse. (Özalp, 2008: 194)
Ayağını alıştırmak: 1. Ucuz ve vadeli vererek kolaylık göstererek müşteriyi
dükkana çekmek, alıştırmak. 2. Sevilen birinin gelip gitmesini sağlamak için ilgi ve
saygı göstermek, güzel davranmak. (Okumuş, 2006: 165; Özalp, 2008: 194)

88
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ayağını almak/gaydırmak: Birini makamından etmek. Birinin aleyhinde


bulunmak, arkasından iş çevirmek, kuyusunu kazmak. Birini insanların gözünden
düşürmek. Tuzak kurmak. (Okumuş, 2006: 165; Özalp, 2008: 194; Özturan, 2014: 50)
Ayağını ardıç/mercimek kütüğüne vermek/dayamak: İşi zorlaştırmak, inat
etmek, direnmek, eline fırsat geçmek, kullanacak kozu olmak; bu sebeplerden
direnmek. Eldeki bütün imkanları kullanmak. Zayıfa, güçsüze güvenmek. (Özalp, 2008:
194; Özturan, 2014: 50; Sultan Pırnaz)
Ayağını bağlamak: İşsiz, boşta gezen birini bir işe yerleştirmek. (Özturan, 2014:
50)
Ayağını berke vermek: Bildiğinde diretmek. (Özturan, 2014: 50)
Ayağını çiftlemek: 1. Ayakları birleştirmek. 2. Aceleyle gitmek. (Özalp, 2008:
194)
Ayağını denk almak/atmak: Dikkatli olmak, uyanık olmak, gelecek kötülüklere
karşı hazır olmak, hep tedbirli olmak. (Çınkır, 2016: 88; Özalp, 2008: 194)
Ayağını kesmek: Gelmesini engellemek. (Özturan, 2014: 50)
Ayağını merde vermek: İnat etmek, sözünden dönmemek, işi zorlaştırmak.
(Özalp, 2008: 194)
Ayağının altına daş gaypmak: Bir olay, tehlike karşısında kötü bir duruma
düştüğünü fark edip telaşlanmak, korkmak, tutuşmak. Ne yapacağını bilememek.
(Özalp, 2008: 194)
Ayağının altına garpuz gabuğu goymak: Birini mevcut durumundan etmek.
(Karalar, 1998: 45; Faruk Zülkadiroğlu)
Ayağının altına sigara kağıdı goymak: Yükseğe uzanmakta zorlanan kısa
boylulara takılmak. (Özturan, 2014: 50)
Ayağının altında yumurta gırmak: Yere basarken seçer gibi, tek tek yürüyerek
basmak. (Özturan, 2014: 50)
Ayağının altında yumurta mı var?: Çok yavaş yürüyen, ağır ağır iş gören, ağır
hareket eden hantal kimselere söylenir. (Özalp, 2008: 194; Özturan, 2014: 50)
Ayağının biri gabırda olmak: Ölümü yakın, çok yaşlanmış olmak. (Özturan,
2014: 50)
Ayağının vardığı yere başı varamamak: Birinin ulaştığı yere ulaşamamak.
Örnek: Onun ayağının vardığı yere senin başın varamaz. (Çınkır, 2016: 836)
Ayak altında dolaşmak/galmak: Kalabalıkta yersiz, sahipsiz kalmak. (Okumuş,
2006: 165; Özturan, 2014: 51)
Ayak atmamak: Bir yere hiç gitmemek. (Okumuş, 2006: 165)
Ayak bağı olmak: Birinin işlerine engel olmak. (Okumuş, 2006: 165; Karalar,
1998: 45)
Ayak basmak: Bir yere varmak. (Okumuş, 2006: 165)
Ayak davışı: Ayak sesi. Örnek: Ardımdan onun geldiğini ayağının davıştısından
anladım. (DS, 2009: 402; Özalp, 2008: 194)
Ayak diremek: Kendi tutumundan, davranışından şaşmamak. İnat etmek.
(Kozan, 2007: 219)
Ayak işi görmek: Çok adi işler yapmak. (Okumuş, 2006: 165)
Ayak sürümek: Bir işi yapmamak için bahaneler aramak. (Okutucu, 2000: 42;
Özturan, 2014: 50)
Ayak takımı: Toplum içindeki düzeyleri aşağı seviyede olan kişiler. (Özturan,
2014: 51)
Ayak yalın, baş açık olmak: Üstü başı dağınık olmak. (Özturan, 2014: 51)
Ayak yapmak: Bir işi oldurmak için lafla ön hazırlık yapmak. Yer edinmek için
uğraşmak. (Özturan, 2014: 51)
Ayak/toprak bastı parası: Bir yere gidildiğinde, oranın sahibi veya yetkilisi
tarafından, o yerden faydalanacak her insandan veya her araçtan alınan para. Bir çeşit
haraç. Örnek: Eskiden içmeye her gideni bir görevli karşılar ve ayak bastı parası alırdı.
(Bilgin, 2006: 33; Çınkır, 2016: 1034; Kaya-Kozan, 2003: 24; Özalp, 2008: 194; Özalp,
2008: 340-341; Özturan, 2014: 247)
Ayakaltı etmek: İtibarını düşürmek. (Özturan, 2014: 51)

89
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ayakkabının teki bizde galık: Sen bize çok sık gelmiyorsun ki bizi davet
ediyorsun. (Özturan, 2014: 51)
Ayakkabıyı ters çevirmek: Evlenmek istemek. (Ertekin, 1997: 87)
Ayakkabıyı/çarığı/pabucu çiftlemek: 1. İki ayakkabıyı yan yana getirmek,
eşleştirmek, birleştirmek. 2. Ayakkabılarını aceleyle giyip gitmek, sıkışık bir zamanda
kaçmak. (Gökçe, 2014: 188; Özalp, 2008: 194; Özalp, 2008: 318; Özturan, 2014: 51)
Ayakları saz vermek: Ayak yorgunluktan sızlamak, ağrımak. (Özalp, 2008: 194)
Ayakları suya ermek: Düş kırıklığına uğramak. (Okumuş, 2006: 165)
Ayaklarını açmak: 1. Çabuk, hızlı ve uzun adımlarla yürümek veya koşmak.
Yürümesini çabuklaştırmak, hızlanmak, gideceği yere acele gitmek. 2. Müşteriyi
alıştırmak. 3. Gelin giden kızın baba evine gelip gidebilmesi için oğlan tarafının gelini
bir takım hediyelerle baba evine ilk defa göndermesi. (Özalp, 2008: 194)
Ayakta sallanmak: Güçsüz olmak. (Özturan, 2014: 51)
Ayakuçlu başuşlu yatmak: Bir döşeğin iki ucuna da konulan yastıklara iki kişi
birbirine ters olarak yatmak. Örnek: Ah ah, ne günler geçirdik yav! Yatağımız yoktu da
beni kardeşimle beraber ayuuşlu-başuşlu yatırırlardı. Bir zararı yoktu da Hakan’ın
çıkardığı kokulara dayanmak zordu biraz. (Bilgin, 2006: 34; Özalp, 2008: 195)
Ayaküstü gezmek: Kısa mesafeli dolaşmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Ayan olmak: Müjde olmak, haberi olmak. (Temiz, 2005: 696)
Ayarı bozuk olmak: Ahlakı, fikri bozuk olmak. (Özturan, 2014: 51)
Aybaşı adaklı, yılbaşı gurbanlı olmak: En küçük kazada kurbanı kesilir olmak.
(Özturan, 2014: 51)
Aydınlığa çıkmak: Rahata çıkmak. İş açıklığa kavuşmak. (Özturan, 2014: 51)
Aygırcak gibi: 1. Doğru dürüst yürüyemeyen, sarsak sarsak yürüyen insan,
çocuk. (Özalp, 2008: 194-195)
Ayı gibi sokranmak: Homurdanmak, ayı gibi sesler çıkarmak. (Özalp, 2008:
195)
Ayı maniği gibi: Ayı yavrusu gibi. Şişmanca, etli-canlı çocuk. (Özalp, 2008:
195; Özturan, 2014: 51)
Ayıbı açılmak: Denenmiş olmak. Nasıl olduğu, ne yapacağı anlaşılmış olmak.
(Özalp, 2008: 195)
Ayıbını yüzüne vurmak: Yaptığı ayıbı yüzüne söylemek. (Özturan, 2014: 51)
Ayıkla pirincin daşını: Çok karışık işin içinden çıkabilirsen çık. (Şen, 2006: 99)
Ayın aydığısı: Mehtap. Ay ışığı ile yeryüzünün aydınlandığı zaman. (Özalp,
2008: 195)
Ayın garası: Aysız gece, zifiri karanlık gece. (Özalp, 2008: 195)
Ayın on dördü gibi olmak: Çok güzel olmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Ayın oyun etmek: Döküp saçmak, altüst etmek, işe yaramaz duruma getirmek,
bozmak, karmakarışık etmek, çarçur etmek. (Çınkır, 2016: 91; DS, 2009: 419)
Ayıp denen bir şey var: Tuttuğu iş yakışıksız. (Özturan, 2014: 51)
Ayıp yeryüzünden galkmış: Ayıp dikkate alınmaz oldu. Ayıba dikkat eden
kalmadı. (Özturan, 2014: 51)
Ayıpsız acemsiz: Çok güzel, hiçbir kusuru olmayan. (Dalkıran, 2005: 54)
Ayıyı gazana s..ırmak: Bir söz söyleyerek her şeyi berbat etmek. (Çınkır, 2016:
91-92)
Aykırı doykuru: Eğri büğrü, normallikten uzak, düzgün olmayan. Usule,
alışılmışa uymayan. (Özalp, 2008: 195)
Aylı günlü: Gebe, doğumu yakın kadın. (DS, 2009: 425)
Aylığa vermek: Aylıklı işe vermek. (Özturan, 2014: 51)
Aymaç uymaç: İriyarı, geniş vücudu, kaba saba, yamrı yumru. (Özalp, 2008:
195)
Ayna gibi: Berrak, beyaz, tertemiz, iç açıcı yüzü, siması olan. Örnek: Ayna gibi
benzi var. (Özalp, 2008: 195)
Ayna tutmak: (Baht için) Kendi halini görsün diye ayna tutmak. (Özturan, 2014:
51)

90
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Aynadan arı, sudan duru olmak: 1. Aynadan daha temiz, sudan daha berrak
olmak. 2. Kötü bir insanın kendisini temiz göstermeye çalışmasına karşı da alay olarak
söylenir. (Özalp, 2008: 195)
Aynat beynat etmek: Bir şeyi ya da işi karmakarışık hale getirmek. (Adem
Pırnaz)
Aynı açılıp yüzü gülmemek: Gün görmemek, acı çekmek. Mesut, mutlu
olmamak, hep üzüntülü, sıkıntılı olmak, hiç iyi gün görmemek. (Özalp, 2008: 195)
Aynı daraktan, aynı bezden olmak: Aynı ahlakta olmak. (Özturan, 2014: 51)
Aynı deliğe işemek: Aynı şekilde konuşmak, hareket etmek. Fikir birliği içinde
olmak. (Özturan, 2014: 51)
Aynı kil, aynı tarak: Değişiklik yok. (Özturan, 2014: 51)
Aynı minval üzere: Daha önce olduğu gibi. Aynı tavır üzere. (Özturan, 2014: 52)
Aynı yastığa baş goymak: Evlenmek. Hayatını birleştirmek. (Özturan, 2014: 52)
Aynım çeşnim: Karışık, çeşit çeşit, düzensiz. (Özturan, 2014: 52)
Aynıyla vaki: Düşünülen gibi olmak. (Özturan, 2014: 52)
Ayran gönüllü: Çabuk küsen, çabuk değişen, bozulan. (Özturan, 2014: 52)
Ayran içip ayrı düşmek: Pek görüşemez olmak. Eskisi gibi sık görüşmemek.
(Özturan, 2014: 52)
Ayrana su gatmak, onu da isteyene satmak: Bir mal kalitesiz de olsa alıcısı
olmak. Tok satıcı olmak. (Özturan, 2014: 52)
Ayrandan aşşağı çökelek: Bir şeyi, kimseyi süt ürünlerinin besin değeri olarak
en aşağısı kabul edilen çökeleğe benzeterek aşağılamak. Fazla gelen, artan ayrandan
yapıldığı için, çökelek ayrandan aşağı kabul edilir. Burada kastedilen mana çok aşağı
kabul edilen, değersiz bulunan, o gözle bakılan insandır. (Özalp, 2008: 195)
Ayranı gabarmak: Aniden kızmak, hiddetlenmek, kontrolden çıkmak. (Okumuş,
2006: 165; Özturan, 2014: 52)
Ayranına duru, ekmeğine guru dememek: Kısıtlı olan imkanları kabullenmek.
(Özturan, 2014: 52)
Ayrı baş çekmek: Başkalarıyla, herkesle birlikte hareket etmemek, toplumdan
uzak durmak. Ortak hiçbir şey yapmamak. (Özalp, 2008: 195; Özturan, 2014: 52)
Ayrı çekmek: Taraf tutmak. (Hasan Çolak)
Ayrıksı hareket etmek: Toplum dışına çıkmak. (Özturan, 2014: 52)
Ayrısı gayrısı olmamak: Her işi bir olmak. (Özturan, 2014: 52)
Ayvaz gasap, hep bir hesap: Öyle de aynı böyle de aynı. (Özturan, 2014: 52)
Az buçuk: Benzer. (Özturan, 2014: 52)
Az buz/uz değil: Oldukça fazla, hatırı sayılır bir miktarda. Gözden çıkarılacak,
vazgeçilecek kadar az değil. (Özalp, 2008: 195; Özalp, 2008: 197; Özturan, 2014: 52)
Az daha okuyup ormancı olmak: Büyük adam olmak. Hikâyesi: Bir gün bir köye
ziyarete gelen Kaymakam’a yaşlı bir köylü teyze ne iş yaptığını sormuş. Kaymakam da
“ben Kaymamamım teyze” deyince köylü kadın, “az daha okuyup ormancı olsanaydın”
oğlum demiş. (Çınkır, 2016: 815)
Az değil: 1. O da az değil, çok dürüst, uslu biri değil. 2. Bir kişinin rakibinden
daha aşağı-kötü olmadığını ifade etmek. (Özalp, 2008: 195)
Az felefesden olmamak: Düzenbaz olmak. (Özalp, 2008: 195)
Az işten çok iş çıkmak: Az fitneden büyük kavga çıkmak. (Özturan, 2014: 52)
Az verip çok yalvarmak: Borcunun azını verip geriye kalanı geciktirdiği için
yalvarmak, alttan almak. (Özturan, 2014: 52)
Az ye de azap/hizmetçi dut: Boğazına, elbiselerine, lüksüne az para harca da
oralardan artırdığın parayla kendine hizmet edecek birini tut. (Özalp, 2008: 196;
Özturan, 2014: 52)
Aza çoğa bakmamak: Verilen fiyata, ücrete bakmamak, önem vermemek.
(Özturan, 2014: 52)
Azılı azılı bakmak: Sert sert bakmak. (Özturan, 2014: 52)
Azına gitmek: Az bulmak, azımsamak. (Özturan, 2014: 52)
Azını çoğa saymak: Az verip çoğa razı etmek. (Özturan, 2014: 52)
Azizlik etmek: İstenmeyen, beklenmeyen bir şey yapmak. (Özturan, 2014: 52)
Azla uzla olacak değil: Masraf çok fazla. (Özturan, 2014: 52)
91
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Azla yetinmek: Aza kanaat etmek. (Özturan, 2014: 52)


Azrail oğlan dağıtıyormuş, benimkini almasın da, onunkini istemem: İnsanlara
zulmeden, haklarına tecavüz eden, mallarını, mülklerini zulmen ve haksız yere
ellerinden alan, onlara hep kötülük yapan birisi, günün birinde iyilik yapıyormuş,
insanlara mal-mülk veriyormuş, ikramlarda bulunuyormuş deseler inanır mısınız? Asla
inanmazsınız ve elinizde olanları kaptırmamak için her türlü tedbir alırsınız. (Özalp,
2008: 247)
Azrail olmak: Zorba kesilmek. (Çınkır, 2016: 97; Yalman, 1977: 514)
Azrail'e bir o…uk borcu olmak: Hayattan beklentisi kalmamak, yaşlanarak
ömrünün sonunun geldiğini düşünmek. (Özalp, 2008: 247)
B.. atmak: İftira etmek. (Özturan, 2014: 74)
B.. boğaz: Her şeyi yiyen, boğaz düşkünü kimse. (Ahmet Yenikale)
B.. çıkını gibi oturmak: Yerinden kalkmamacasına, hiçbir işe güce bakmadan
oturmak. (Özalp, 2008: 207)
B.. garıştırmak: Fesat çıkarmak. (Özturan, 2014: 75)
B.. yaraya b.. merhem: Pis işe, pis çare. (Özturan, 2014: 75)
B.. yemek, onu da çok yemek: Bilerek isteyerek belalı bir işe bulaşmak. Boyuna
kadar batmak. Kurtulamayacak hale gelmek, çırpındıkça daha çok batmak. (Özalp,
2008: 206)
B.. yemek: İleri geri konuşmak. (Özturan, 2014: 75; Ahmet Yenikale)
B.. yemenin Arapçası: Hedef saptırarak pis iş tutmak. (Özturan, 2014: 75)
B.. yemez etmek: Kollarını cekete geçirmeksizin ceketi öylece sırtına almak.
Örnek: Rahmetli kış gününde bile ceketini b.. yemez eder gezerdi. (Çınkır, 2016: 194)
B..a basan kör Hasan: Dikkatsiz. (Özturan, 2014: 74)
B..a bulaşmak: Pis işlere bulaşmak. (Özturan, 2014: 74)
B..lu boğaz dutulmak: Şar dağı ile Medetsiz dağı arasındaki geçide B..lu buvaz
ve Telli Oluk denir. Bu boğazın, geçidin bulutlanması Elbistan ovasına yağmur
yağmasına işaret sayılır. (Özalp, 2008: 206)
B..lu, sidikliye gülmek: Kendisi daha kötü durumda olduğu halde daha az
kötülere gülmek, onlarla alay etmek. (Özalp, 2008: 206; Özturan, 2014: 75)
B..u böl, yarısı o yarısı o: İkisi de aynı ikisi de pis, kötü. (Özturan, 2014: 74)
B..u şifa olsa denizin ortasına s..mak: İnsanlara yardım etmeyi sevmemek.
(Özturan, 2014: 74)
B..una basan uyuz olur: Sevilmez adam. Ona yakın olan zarar görür. (Özturan,
2014: 74)
B..una basık ayı gibi samırdanmak: İşine gelmeyen bir olay karşısında
homurdanmak. (Özturan, 2014: 75)
B..una bostan ekmek: Çok nazlanan, çok korunan, hiçbir zorlukla
karşılaştırılmayan, yiyip içmesine, beslenmesine dikkat edilen, herkesten fazla önem
verilen çocuklara yapılan muamelenin yanlışlığını vurgulamak. (Özalp, 2008: 206)
B..unu çıkartmak: Bir şeyi iyice ezmek, pestilini çıkarmak. (Ahmet Yenikale)
B..unu püsürüğünü temizlemek: Birinin her türlü pisliğini örtmek, kapatmak,
temizlemek. (Özalp, 2008: 206)
B..unu yemek: Hem yalvarmak için hem de kazaya, belaya, felakete uğrayan,
çok kötü durumlara düşen, hatta ölmesinden korkulan çok yakın kimselere karşı
duyulan acıma hissiyle veya çektiği acılar düşünülerek söylenir. "B..unu yiyim ölme!"
gibi. (Özalp, 2008: 206-207; Ahmet Yenikale)
B..unu yutmuş gaz gibi süzülmek: Surat asmak, kimseyle konuşmamak,
gülmemek, insanlarla ilgilenmemek. (Arslan, 2011: 354; Özalp, 2008: 207)
B..unu yüzüne suvamak: Birinin suçlarını, yaptığı kötülükleri, pislikleri yüzüne
vurmak, çarpmak. (Özalp, 2008: 207)
B..unun gurusuna mum olmak: Öleni, gideni çok arar hale gelmek. (Özturan,
2014: 75)
B..unun gurusunu aramak: Öleni çok arar hale gelmek. (Özturan, 2014: 75)
B..unun şansı yüzüne vurmak: 1. Hastalıktan, zayıflıktan sararmak, rengini
atmak. 2. İçinin kötülüğü yüzüne vurmak, yüzünden okunmak. (Özalp, 2008: 207)

92
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

B..unun tezzeğini aramak: Bir işin ayrıntılarını öğrenmek istemek. (Salih


Kamalak)
B..unun üstüne yitmek: Birisini sözünün üstüne itmek. Yaptığı hatalarla, işlediği
suç ve pisliklerle baş başa bırakmak. Bilhassa kendi zararına bir karar veren kimsenin
kararını kabul ederek onu zarara itmek, sokmak. (Özalp, 2008: 207; Özturan, 2014: 75)
B..uyla gülle oynamak: Kendi pis işleriyle ilgilenmek. (Ahmet Yenikale)
Baba ben bir hırsız tuttum: Birilerine yakayı kaptırmak, kaptırdığı yakayı
kurtaramamak. (Özalp, 2008: 198; Özturan, 2014: 54)
Baba ocağını tüttürmek: Babanın ölümünden sonra baba evine oturup evin
devamlılığını sağlamak. Evin ıssız kalmamasını sağlamak. (Özturan, 2014: 54)
Baba oğluna yapmaz: Birine yapılan çok büyük iyilik, destek. (Özturan, 2014:
54)
Babal almak: Vebal almak, hakkı gizlemek, doğruyu söylememek, hakkı zayi
etmek. (Özalp, 2008: 198)
Babal atmak: Doğru iş yapmadığı takdirde günahlarının kendisine yıkılacağını
ihtar etmek. (Özturan, 2014: 54)
Babal daşımak: Bir doğru işi yerine getirmemesi sebebiyle vebal taşımak.
(Özturan, 2014: 54)
Babal vermek: Bir işi yerine getirmesini vebale bağlamak. (Özturan, 2014: 54)
Babalı dutmak: Kargışa uğramak. Örnek: Babalım tuttu, farkında değil. (Çınkır,
2016: 98)
Babalı günahı kendinin olmak: Bir işin günahı, vebalı kendisinin olmak.
(Erdem-Kirik, 2011: 452)
Babalık sillesi gibi: Çok sert tokat. (Özturan, 2014: 54)
Babam nere boğazlar, ganım oraya akar: Gelinlik çağına gelen kızın evlenme
konusunda babasının sözünü dinlemesi, onun istediği gibi davranması. (Erdem-Kirik,
2011: 399)
Babamın asıldığını aramam da ayağı başıma değmese: Başkasının uğrayacağı
büyük zararı önemsemeyip kendi küçük zararını düşünmek. Bir ucu kişiye dokunacak
iş. (Özalp, 2008: 198)
Babamın öldüğü bana yaradı, galdı galburu saradı: Başkasının başına gelen
felaketten nasiplenmek. (Çınkır, 2016: 98)
Babanızı mı öldürdük?: Bizi neden dışlıyorsunuz? Biz size ne kötülük yaptık?
(Özturan, 2014: 54)
Babası iyi öğüt vermek: Para vermemek, emek harcamamak, ama sürekli
eleştirerek akıl verip durmak. (Özturan, 2014: 54-55)
Babası nacar, yüzü ecer: Çabuk yüze çıkan, hatır gönül saymayan kimse. (Özalp,
2008: 198)
Babası ölen dışarı çıkmaz olmak: Dışarıdaki hava şartları olumsuz, çok soğuk,
şiddetli yağışlı olmak. (Özturan, 2014: 55)
Babasının çüdlüğü (çiftliği) gadar oturmak: Bir mecliste otururken derli toplu
oturmamak, mümkün olduğunca çok yer kaplayarak oturmak. (Özalp, 2008: 198)
Babasının damını görmek: Başı zora girmek. (Özturan, 2014: 55)
Babasının evinden getirmek: Beleş mala konmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Babasız oğlan doğurtturmak: Yiyecek ya da içecekler çok fazla ekşi olmak.
Ekşilik derecesi. (Özalp, 2008: 199)
Bacağı çıplak: Fakir, yoksul, işsiz güçsüz, ihtiyaç sahibi, başkasına muhtaç,
parasız, işi gücü, bir geliri olmayan. (Özalp, 2008: 199)
Bacak bacak üstüne atmak: Rahat olmak. (Ahmet Yenikale)
Bacak çiftlemek: Evlenmek. (DS, 2009: 457)
Bacak gadar boyu var, türlü türlü huyu var: Daha yaşı küçük, ama çok fazla kötü
huyu var. (Özturan, 2014: 55)
Badem gibi: Gözü bademe benzeyen. (Özturan, 2014: 158)
Bağ benim belletirim, a. benim elletirim: İşime kimse karışamaz, malımı
istediğim gibi kullanırım. (Özalp, 2008: 198)
Bağ bozumu: Üzümlerin kesilip bağların bozulduğu, kış belirtilerinin başladığı
günler. (Avcı, 2008: 124; Kurt, ?: 61; Özturan, 2014: 53)
93
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Bağ dikip bostan mı ekti sanki?: İşe yarayacak bir şey yapmadığından sahip
olduğu değeri hak etmiyor. (Özturan, 2014: 53)
Bağcağı üzülmek: Sonu kesilmek, kalmamak, bitmek. Örnek: Kelaynak
kuşlarının bağcağı üzüldü. (Atalay, 2008: 130; Çınkır, 2016: 102; Emirmahmutoğlu,
1997: 89)
Bağıra bağıra getmek: Alışverişte, ticarette ele geçen fırsatı değerlendirememek.
(Özturan, 2014: 53)
Bağıraçık Memmed Ağa: Üstü, davranışına uygun kabadayı. (Özturan, 2014: 53)
Bağırsaklarına ğöy (çimen, yeşillik) değip havalanmak: (Gökçebey, 1999: 83)
Bağlasa durmamak: Çok hareketli olmak. Çok acil işi çıkmak. (Özturan, 2014:
53)
Bağrı bağdaşık olmak: Kalben bağlı aynı düşüncede olan, arkadaş canlısı,
göbeği bir kesik olmak. Örnek: Benden uzak ol, bağrın bağdaşık mı? (DS, 2009: 484;
Özalp, 2008: 200)
Bağrı daş olmak: Acı çekmek. (Uzun vd., 2012a: 179)
Bağrı daşlı, gözü yaşlı olmak: Kara kaderli, çileli olmak. (Özturan, 2014: 53)
Bağrı delinmek: Büyük acı duymak. Dövünmekten, bağrına vurmaktan göğsü
yara olmak. Örnek: İki yiğidi arka arkaya toprağa verince vura vura bağrını deldi
avratcağız. (Bilgin, 2006: 38; Çınkır, 2016: 103; Yalman, 1977: 514)
Bağrı gararmak/bişmek: Çok bağırmak, bağırarak çok ağlamak. (Özalp, 2008:
200)
Bağrı yanık/yanmak: 1. Çok sıkıntı, acı çekmiş. 2. Sevdalı. Örnek: Duyanların
bağrı yanar. (Gözükara-Özalp, 2011a: 151; Özturan, 2014: 53)
Bağrı yufka: Yufka yürekli, merhametli. (DS, 2009: 485)
Bağrına basmak: Sevgiyle, şefkatle, merhametle birine yardım etmek. (Göçer,
2007: 204)
Bağrına vurmak: Acı ile göğsüne vurmak. Örnek: Ağlayıp bağrına vuran ağladı.
(Gözükara-Özalp, 2011a: 125)
Bağrından çıkmak: İçinden çıkmak. Aynı yere ait olmak. Örnek: Ceyhan, Aksu
senin bağrından çıkar. (Sarıyıldız, 2012: 41)
Bağrını dağlamak: Acılarını bastırmak. Örnek: Anneler, bacılar bağrını dağlıyor.
(Gözükara-Özalp, 2011a: 252; Önder, 2008: 24; Zülkadiroğlu, 1964: 14)
Bağrını delmek: Acı ile göğsüne vura vura zarar vermek. Örnek: Ağlayı ağlayı
bağrını deldi. (Gözükara-Özalp, 2011a: 150; Uzun vd., 2012a: 177)
Bağrını dövmek: Yaptığından pişmanlık duyarak üzülmek. Örnek: Hasretin
gurşunu bağrımı döver. (Gözükara-Özalp, 2011a: 283; Gözükara-Özalp, 2011b: 51;
Kaplan, 2017: 27; Kozan, 2007: 199; Özturan, 2014: 53; Uzun vd., 2012a: 93)
Bağrını yere sermek: İş bitirmeye çalışmak. Gayret sahibi olmak. (Özturan,
2014: 53)
Bağrını yırtmak: Üstünü başını yırtarak ağlamak. (Çınkır, 2016: 104)
Bahtı bağlı olmak: Nişanlanamamak, evlenememek. Baht engeli olmak.
(Özturan, 2014: 56)
Bahtı baran: 1. Sağanak yağış. 2. Beklenmedik şans, kısmet. Ümit edilmedik bol
gelir. (Özalp, 2008: 199)
Bahtı gara: Bahtı kötü, kara bahtlı. (Özalp, 2008: 199)
Bakana bazlama olmak: Ekmek yapılırken bakanlara göz hakkı bazlama ikram
etmek. Aslı "Yapana oklava, bakana bazlama." (Özturan, 2014: 56)
Bakar kör: Baktığı halde iyi göremeyen. Dikkatsiz. Örnek: Bakar kör değil mi
gözlerim kuzum. (Göçer, 2004: 130; Özalp, 2008: 199)
Bakır/bakırsı çalmak: Kalaysız bakır kapta bekletilen yemek, oksitlenerek
zehirleme düzeyinde bozulmak. Örnek: Adamın anasıyla babasını sabah ölü bulmuşlar,
meğer kalayı gitmiş bakır tasın içinde dünden kalan çorbayı ısıtıp içmişler, o da bakır
çalığı olmuş, zehirlenip ölmüşler. (Bilgin, 2006: 39; Özalp, 2008: 199)
Bakmaz halına gılığına, sallanır gıza geline: Kendi durumuna bakmadan
sarkıntılık etmek. (KATEDEG, 2012: 70)
Bal alanın da bekmez satanın da ...mak: Her işe karıştığından artık hiçbir şeye
karışmamak. (Özturan, 2014: 56)
94
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Bal bıçak [dost] olmak: Çok sıkı, can-ciğer dost olmak. İç içe olmak. (Özalp,
2008: 199; Özturan, 2014: 56)
Bal etmez arı [gibi çalışmak]: Çok çalışmak, ama iş üretememek. (Dalkıran,
2005: 54; Özturan, 2014: 56)
Bal mumundan pipi yapan ebe Cennet, eridi mumu, göründü aslı: Hikâyesi:
Rivayete göre Cennet ismindeki mahalle ebesini gece yarısı birileri gelip çağırır. Kadın
meslek icabı gece bile görevini icra etmeye gider. Neticede bir eve götürülür. Kadın eve
girince şaşırır. Çünkü çağıranlar normal insanlar değil, Maraş tabiriyle goncolozlardır
(cin, hayalet, hortlak). Bir kadın doğum yapacak, goncoloz ailesi başına toplanmış,
oğlan çocuğu beklemekteler. Eğer bu çocuk oğlan olmazsa vay haline diye ebe Cennet’i
tehdit de ederler. Doğum eylemi başlar, ebe bakar ki çocuk kız. Kadıncağız pratik
olarak bir balmumu ister. Getirtilen balmumundan bir çocuk pipisi yapar. Oğlan oldu
deyip gider. Aradan çok geçmeden balmumu erir, çocuğun gerçek cinsiyeti ortaya çıkar.
Goncolozlar her gece ebenin peşine düşerek evin puharisinden (baca) bu sözü söylerler.
(Akben, 2010: 444)
Bal oldu bekmezin tuluğu: O kadar da kıymetli değil. Bir şeye fazla değer
biçme. (Özturan, 2014: 56)
Baldırı çıplak: Yoksul, fakir hali vakti iyi olmayan. (Çınkır, 2016: 108; DS,
2009: 502; Özturan, 2014: 56)
Balıcak etinden gapmak: İnsana dokunacak şekilde kötü muamelede bulunmak,
fena halde azarlamak. (Özalp, 2008: 199)
Balından yenmez olmak: Çok iyi olmak. İş, çok iyi netice vermek. (Özturan,
2014: 56)
Baliği göklere çıkmak: Can acısıyla bağırmak, feryadı göklere çıkmak. Avazı,
çığlığı, bağırması -acıdan dolayı- çok yüksek olmak. (Özalp, 2008: 199)
Balk oynamak: Parlamak, parıldamak, göz alıcı güzel olmak. (DS, 2009: 508)
Baltası kütükten çıkmak: Alacağını almak, işini bitirmek, muhtaç durumdan
kurtulmak. (Çınkır, 2016: 108; Çınkır, 2016: 861; Özturan, 2014: 220)
Baltayı daşa vurmak: Birini farkında olmadan incitmek. Kırıcı söz söylemek.
(Kozan, 2007: 219)
Bangıl bangıl bağırmak: Yüksek sesle, gürültülü, herkesi rahatsız edecek şekilde
bağırmak, haykırmak. (Özalp, 2008: 199)
Bar bağlamak/dutmak: Kir tutmak, kirlenmek, kireç tutmak. Örnek: Sürahi
yıkanmaya yıkanmaya dibi bar bağlamış. (Çınkır, 2016: 110; DS, 2009: 526; Özalp,
2008: 199)
Barabarı gaçmak: İşin kıvamı bozulmak, sözün sırası geçmek. (Çınkır, 2016:
111)
Barajı geçip b..lu suda boğulmak: Büyük işleri yapıp küçük işlerde başarı elde
edememek. (A. Kurt, 2017: 6)
Barataya çökmek: Kolay kazanca çökmek, bedavaya konmak. (Özalp, 2008:
199)
Bardak gadar: Ufak tefek, kısa boylu, küçük çocuk. (Özalp, 2008: 200)
Bardak gibi yere çalmak: Birini kaldırıp yere çalmak. Kolayca yere yıkmak.
(Özalp, 2008: 200)
Basamak etmek: Yükselme sebebi etmek. (Özturan, 2014: 57)
Basıp o……mak: Zorla yaptırmak. (Özturan, 2014: 57)
Basimete girmek: Bahse tutuşmak, iddiaya girmek, iddialaşmak, sidik yarışına
çıkmak, yarışmak. (Özalp, 2008: 200)
Baskın çıkmak/gelmek/gitmek: 1. Üstün gelmek, daha cerbezeli olmak. Mağlup
etmek. 2. Dövüşen taraflardan birinin diğerinin evine varıp sözlü tecavüzde bulunması.
(Özalp, 2008: 200; Özturan, 2014: 57)
Baskın etmek: Baskın yapmak, sürpriz yapmak. Bir eve, bir yere haber
vermeden gelmek. (Özalp, 2008: 200)
Bastığı yerde ot bitmemek: Uğursuz olmak. (Özturan, 2014: 57)
Bastığı yerden boğazlamak: İşi kendi istediği gibi yapmak. Hiç kimseyi
dinlememek, hiçbir fikri, düşünceyi kabul etmemek. Israrından, inadından
vazgeçmemek. (Özalp, 2008: 200)
95
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Bastığı yeri bilmemek: Ne yaptığını bilmeyecek kadar akılsız, coşkun olmak.


(Özturan, 2014: 57)
Baston yutmuş gaz gibi süzülmek: Dimdik oturmak, durmak. Çevreyle, kimseyle
ilgilenmemek. Somurtup oturmak, konuşmadan surat asıp durmak. (Özalp, 2008: 200)
Baş aşağı getmek: 1. İniş inmek, yukarıdan aşağı inmek. 2. Zarara uğramak.
(Özturan, 2014: 57)
Baş bağlamak: Nişanlamak, evlendirmek. Örnek: Şu yetimin de başını
bağlasaydık. (Bilgin, 2006: 40; Özalp, 2008: 200)
Baş başa vermek: Birbirlerinin düşüncesinden yararlanmak üzere birkaç kişi
toplanıp bir konuyu görüşmek. (Okumuş, 2006: 165)
Baş bellisiz, gıç bellisiz olmak: Düzensiz olmak. Bir işi iradesiz yürümek.
(Özturan, 2014: 57)
Baş bellisiz, meydan ıssız olmak: Kimin ne yaptığı belli olmamak. Her şey
düzensiz olmak. (Deniz, 2015: 62; Özturan, 2014: 57)
Baş etmek: Bir işi bitirmek. (DS, 2009: 557)
Baş goşmak: Teşebbüs etmek. (Özturan, 2014: 57)
Baş günü: Gerdek gecesi sabahında kaynana, yeni gelinini konu komşuya
tanıtmak ve çarşafını göstermek için “baş günü” yapar. (Arslan, 2011: 108)
Baş kakıncı [olmak]: Beklenilmeyen bir yanlışı yapana, yeri geldiğinde incitici
şekilde hatırlatmak. (Çınkır, 2016: 116; Kozan, 2007: 219; Okumuş, 2006: 165;
Özturan, 2014: 57)
Baş kekmek: Başla işaret etmek. Evet, kabul, pekiyi demek. Baş eğmek. (Özalp,
2008: 200)
Baş vurmak: Ölçüde fazla gelmek. Örnek: Korkma benim ölçtüğüm çok
başvurur. (DS, 2009: 567)
Baş yarıp göz çıkarmak: İş yapar olmak. (Özturan, 2014: 57)
Baş yoldaşı: Zevce, karı, eş. (DS, 2009: 567)
Başa amel olmak: Birinin başına bela olmak, başına iş açmak, sıkıntı vermek,
yük getirmek. (Özalp, 2008: 200)
Başa baş olmak: Birbirine denk olmak. (Gökçebey, 1999: 83)
Başacı gönenmek: (Evlenenler için) Sonuna kadar mutlu olmak. (Dalkıran,
2005: 54; Özturan, 2014: 58)
Başçavuşun eşşeği mi o…uyor?: Konuşuyorum, ama beni dikkate almıyorsunuz.
Benim konuşmalarımı başka bir şey mi sanıyorsunuz? (Özturan, 2014: 58; Mesut Kılıç)
Başgöz etmek: Evermek, evlendirmek. (Erşahin, 2011a: 70; Kaya-Kozan, 2003:
29; Özalp, 2008: 200; Özturan, 2009b: 265; Özturan, 2009b: 359)
Başı [beyni] ariye gitmek: Sıkıntı çeke çeke kendinde hayır kalmamak.
Yıpranmak, yorulmak. (Özturan, 2014: 58)
Başı adam gaynamak: Başında, işinde çok fazla insan kalabalığı olmak.
(Özturan, 2014: 58)
Başı ağrıyan gelmek: Derdi olan kendisine gelmek. (Özturan, 2014: 58)
Başı bağlı olmak: Evli olmak. (Elife Akkurt)
Başı bala galkmak: Kendini ağıra satmak. Her şeye karşı çıkmak, itiraz etmek.
(Özturan, 2014: 58)
Başı başa çatmak: Konuşa danışa, uzlaşarak, anlaşarak iş yapmak. (Özturan,
2014: 58)
Başı bir yere bağlı olmak: Bir tarikat şeyhine, bir alime bağlı olmak. (Özturan,
2014: 58)
Başı bozulmak: Eşi vefat etmek, evlilik sona ermek. (Çınkır, 2016: 117;
Özturan, 2014: 58; Elife Akkurt)
Başı çukurda olmak: Zor durumda olmak. (Özturan, 2014: 58)
Başı dara gelmek: Zor durumda, sıkıntı içinde olmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Başı dayanmamak: Başı, kafası sıkıntıyı kaldırmamak. (Özturan, 2014: 58)
Başı devletli, ayağı gademli olmak: Gelinler için iyilik, hayır getirmek ve dua
olarak kullanılır. (Özalp, 2008: 200)
Başı dişi ağrımak: Cimri birinin para harcaması sonucu başı dişi ağrımak.
(Özturan, 2014: 59)
96
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Başı dumanlı olmak: Başında çözemediği bir sıkıntı olmak. (Özturan, 2014: 59)
Başı g..ünden ağır gelmek: Büyük bir zarara uğramak. (Özturan, 2014: 59)
Başı gambak: Başı açık. (Özalp, 2008: 201)
Başı Gapıküf dağında olmak: Başı çok havalı, sanki Kaf dağına çıkmış gibi
olmak. Burnu Kaf dağında olmak. (Özalp, 2008: 201)
Başı gara: Talihsiz, karayazılı, şanssız. Örnek: Böyle olacağı belliydi zaten, bu
yavrunun başı kara. Hep böyle oluyor kele, ne kaderi kara kızmış. (Bilgin, 2006: 40-41)
Başı gayısı olmak: Çok zor durumlara düşmek. (Çınkır, 2016: 117)
Başı gayıttan gurtulmamak: Başı hastalıktan, sıkıntıdan, üzüntüden vs.
kurtulamamak. (Özalp, 2008: 201)
Başı göçmek: Aşırı gürültüden dolayı başı şişmek, ağrımak. (Elife Akkurt)
Başı göğe değmek: Çok sevinmek, sevinçten uçmak. (Çınkır, 2016: 117)
Başı göl, ayağı sel: Bildiğini yap. Bizden uzak dur. Kendi başınasın. (Özturan,
2009a: 112; Özturan, 2009b: 112; Özturan, 2014: 61)
Başı gözü üstüne olmak: Birinin istediklerini eksiksiz yapmak. (Göçer, 2007:
207; Göçer, 2010: 73)
Başı ıhmamak: Başı sıkıntıdan, hastalıktan, zararlardan kurtulamamak. İflah
olmamak. Gerek ihtiyaçtan, yoksulluktan, gerekse de dertten, beladan, hastalıktan
kurtulamamak. (Özalp, 2008: 201)
Başı ölmez, dölü yarıya: Hayvanların baş sayısı sermayenin, yavrularının yarısı
sermayenin yarısı da emekçinin şeklindeki ortaklık. (Özturan, 2014: 59)
Başı sağ olmak: Henüz ölmemek, yaşıyor olmak. (Özturan, 2014: 59)
Başı sarımsak döveceği gibi olmak: Başı çok küçük olmak. (Özalp, 2008: 201)
Başı sınık: Ölüm, hastalık ve başka olaylardan dolayı başı sıkıntılı. Başında
sıkıntısı olmak. Bir yakınını, dayanağı olan bir şeyi kaybedenler için kullanılır. (Özalp,
2008: 201)
Başı tez: Tez canlı. Çabuk kızan, sinirli. Hemen parlayıp, sağa sola saldıran.
(Özalp, 2008: 201)
Başı tüylü melemir gibi olmak: Başı saçlı doğmuş çocuk. (Özalp, 2008: 201)
Başı ugubedden gurtulmamak: Başı beladan, sıkıntıdan, hastalıktan
kurtulamamak. (Özalp, 2008: 201)
Başı vayvaylı olmak: Başından bela eksik olmamak. (Özturan, 2014: 59)
Başı yastık görmemek: Rahat etmemek. (Özturan, 2014: 59)
Başı yerden galkmamak: Utanmak, sıkılmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Başı/başına baydak/boydak: 1. Tek başına, yalnız başına, kendi kendine. 2.
Bekâr, çocuksuz. Örnek: Başı baydak gez dur öyle, sonu ne olacak bakalım. (DS, 2009:
558; Özalp, 2008: 201)
Başı/gafası galkkın olmak: Başı havalı, kibirli, gururlu olmak. Kimseye metelik,
değer vermemek. (Özalp, 2008: 200; Özalp, 2008: 251)
Başı/gafası lahit ağacına değmek: Hayatın gerçeğiyle karşılaşmak. (Çınkır,
2016: 118; Özturan, 2014: 59; Özturan, 2014: 134)
Başın gayu etmek: Baş aşağı etmek. (DS, 2009: 560)
Başına adam kesilmek: Emir vermeye başlamak. (Özturan, 2014: 59)
Başına birikmek: Birinin etrafında toplanmak. (Özturan, 2014: 59)
Başına bitmek: Evlilik gibi, bir kötü bir iyiyle birlikte olmak. İyi istemediği
halde o duruma düşmek. (Özturan, 2014: 57-58)
Başına buyruk olmak: Kendi halinde olmak. (Okumuş, 2006: 165)
Başına çökmek: 1. Birini, gafil avlayarak dövmek. 2. Kadına tecavüz etmek.
(Özalp, 2008: 201)
Başına dert açmak: Başına sıkıntı açmak, bela getirmek. (Temiz, 2005: 100)
Başına galmak: Birinin üzerine kalmak. (Körük, 2005: 33)
Başına geçmek: Bir işin önderi olmak. (Okumuş, 2006: 165)
Başına gelen bişmiş tavuğun başına gelmemek: Başına çok büyük felaketler
gelmek. (Erşahin, 2011a: 70; Özturan, 2014: 60)
Başına horuz kesilmek: Başına kabadayı kesilmek. Başı didiklemek. (Özturan,
2014: 58)

97
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Başına kakmak: Yapılan bir iyiliği sık sık ve kritik zamanlarda hatırlatıp
karşıdakini minnet altında, yük altında bırakmak. (Demir, 2011: 136; Körük, 2005: 33;
Okumuş, 2006: 165; Özalp, 2008: 200; Uzun vd., 2012b: 30)
Başına musallat olmak: Birinin peşine takılmak, peşinden ayrılmamak. (Erşahin,
2011a: 70)
Başına sebep olmak: Birinin başına bela olmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Başına yetmek: Azıtmak, belasını bulmak. (Şen, 2006: 99)
Başına/başından kül elemek: Bir kişinin delirdiğini, kudurduğunu ifade etmek
için kullanılan deyim. Delilerin başından, ölsün veya iyileşsin diye kül elenirmiş. (Aksu,
2013: 244; Özalp, 2008: 201)
Başında ben düşmek: (Meyve) Olgunlaşma belirtisi görünmek. Az zaman içinde
olgunlaşacağı belli olmak. Örnek: İncirlere ben düşmüş galan. (Çınkır, 2016: 135)
Başında bir hal olmak: Başında bir iş, sıkıntı olmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Başında büyük olmamak: Üstünde denetleyeni olmamak. (Özturan, 2014: 60)
Başında evladı ayal olmak: Başında çocukları hanımı olan bir aile olmak.
(Özturan, 2014: 60)
Başında mıh yülümek: Sürekli emir vermek, çalıştırmak. (Özturan, 2014: 60)
Başından büyük işlere garışmak: Baş edemeyeceği işlere bulaşmak. (Kozan,
2007: 218)
Başından iş geçmek: Başından bir sıkıntı, olay geçmek. (Okumuş, 2006: 165)
Başından kesememek, dibinden yıkamamak: Bir işle başa çıkamamak. (Bulut,
1998: 94; Erşahin, 2011a: 70)
Başını bağlamak: Nişanlamak, evlendirmek. (Çınkır, 2016: 118; DS, 2009: 560;
Kaya-Kozan, 2003: 29; Özturan, 2014: 60)
Başını beklemek: Ölmek üzere olan hastanın ölümünü beklemek. Örnek: Yusuf
emmini heç sorma guzum, başını bekleyip oturuyok. (Çınkır, 2016: 118; Özturan, 2014:
60; Şen, 2006: 80)
Başını beynini törpülemek: Birinin konuşmasına dayanamaz hale gelmek.
(Özturan, 2014: 59)
Başını ezmek: Birini bir daha kötülük edemeyecek hale getirmek. (Yalman,
1977: 515)
Başını gabartmak: Gayretli bir şekilde çalışmak. (Özturan, 2014: 61)
Başını kellemek: Evlendirmek. (Adem Pırnaz)
Başını küllük tutmak: Başını iyiden iyiye eğmek, boyun hizasından aşağı
tutmak. (Bilgin, 2007c: 222; Kuyumcu, 1995: 144; Özalp, 2008: 201)
Başını tutmak: Pis işlerine yardımda bulunmak. (Özturan, 2014: 61)
Başının derdine bakmak: Başkalarını bırakıp kendi sıkıntılarıyla ilgilenmek.
(Erşahin, 2011: 70)
Başının etini yemek: Bir kimseden sürekli olarak bir şey istemek. (Sarıyıldız,
2012: 101)
Başının tokmağı, gözünün çakmağı olmak: Birisi nereye giderse gitsin yanından
ayrılmamak, bırakmamak. (Özalp, 2008: 201)
Başının üstünde yumurta sepeti olmak: Çok yavaş yürümek, ağır hareket etmek.
(Özalp, 2008: 201)
Başıyla gıçıyla gaybolmak: Başıyla, ayağıyla, yani tüm vücuduyla kaybolmak.
Topyekün, her şeyiyle, iz bırakmadan ortadan kalkmak, yok olmak. Ortalıkta
görünmemek. (Özalp, 2008: 202)
Başkasının ağzıyla gonuşmak: Bir şartlanmaya bağlı, birinin fikrini tekrarlamak.
Onun fikirlerini kendi fikriymiş gibi konuşmak. (Özturan, 2014: 58)
Başşak/başşakçılık etmek/yapmak: Ekini biçilip toplanmakta olan tarlaları
dolaşarak yerde kalan başakları toplayıp onları çırparak tahılı evine götürmek. (Çınkır,
2016: 116; DS, 2009: 551; Özalp, 2008: 202; Özturan, 2014: 58)
Baştan aşşağı boyamak: Birine çok kötü şekilde hakaret etmek, ne kadar hatası,
kötü tarafı, suçu ve gizli kalması gereken durumu varsa ortaya dökmek. İnsan içine
çıkamaz hale getirmek. (Özalp, 2008: 200)
Baştan aşşağı hava: Tamamen boş gürültü. (Özturan, 2014: 58)

98
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Baştan atmak/savmak: İşini yapmamak, oyalamak. (Kozan, 2007: 219; Körük,


2005: 33; Özturan, 2014: 58)
Bat sat: Ara sıra, şöyle böyle, pat çat, çat pat, tek tük, seyrek. (Özalp, 2008: 202)
Batal olmak: Kayıp olmak, artık yok olmak. Soyu bitmek, nesli tükenmek.
Örnek: Ne oldu sanki, koskoca sülaleydi. Elaleme etmediğini koymuyorlardı. Aha
kimseleri kalmadı, soyu sopu batal olup gitti. (Bilgin, 2006: 41; Çınkır, 2016: 119;
Kaya-Kozan, 2003: 29; Özalp, 2008: 202; Özturan, 2014: 61)
Batman dövmek: Ağırlığı olmak. (Özturan, 2014: 61)
Batmanı çakıla garıştırmak: Denge, düzen kalmamak. İyi insanla kötü insan aynı
görülmek. (Çoğalan, 1982: 115; Göçer, 2010: 124; Şirikçi, 2006: 15)
Battı gitti gaygısı olmamak: Ürünün bozulma sıkıntısı, zarar ettirme derdi
olmamak. (Özturan, 2014: 61)
Bayadına yatmak: 1. Arzulamak, istemek, özlemek, ihtiyaç duymak, hasret
çekmek, özlem duymak. 2. Bir yere zamanından önce gidene de denir. Örnek: Bayadına
mı yattın? Bu ne telaş. (Özalp, 2008: 202)
Baygınlık vermemek: Durumunu belli etmemek. (Özturan, 2014: 62)
Bayrak açmak: 1. İsyan etmek, ayrı baş çekmek. 2. Kavga çıkarmak. Çirkin,
edepsizce sözlerle ve hırçınlıkla bağırıp çağırmak. (Özalp, 2008: 202)
Bayrak düren: Uğursuz, düğün evini ölü evine çeviren. (KA, 2018: 103)
Bayramdan sonra yüzü gara olmak: İhtiyaç varken yardım etmemek, ihtiyaç
yokken yardım etmek istemek. Artık yardım etmesine gerek kalmamak. (Özturan, 2014:
62)
Bazlama yüzlü: Çirkin, gösterişsiz kimse. (Durdu Taşçı)
Beddua sinmek: İflah olmamak. (Özturan, 2014: 63)
Beddua vermek: Beddua etmek. (Ekici, 2005: 15; Uzun vd., 2012c: 75)
Beden aynası gibi olmak: İnsanın önünde durduğunda eniyle, boyuyla görüş
alanını tamamen kapatacak kadar iriyarı kadın olmak. (Özalp, 2008: 202)
Bedenine ip dolanmamak: Şişman, kilolu olmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Bedestende babası arlanır olmak: Yüksek sınıftan birinin çocuğu olmak.
(Özturan, 2014: 63)
Bedirik çöpü gibi olmak: İnce, narin ve zarif kadın. (Özalp, 2008: 202; Özturan,
2014: 63)
Beğenmeyen küçük gızını vermesin: Herkesin beğenip beğenmemesi beni
alakadar etmez. (Özturan, 2014: 62)
Behre göstermek: Kendinin önemli biri olduğunu ortaya koyacak iş yapmak.
(Özturan, 2014: 63)
Bekmezine su gatmak, alana satmak: Bir işi göz boyayarak yapmak. (Sultan
Pırnaz)
Bel bağlamak: Güvenmek. Örnek: Dünyaya bel bağlanır mı? (Gözükara-Özalp,
2011b: 159; Özturan, 2014: 63)
Bel vermek: 1. İnat etmek, dayanmak, direnmek. 2. Birisine destek vermek,
yardımcı olmak. 3. Sırtını bir yere yaslamak, dayamak, ondan güç almak, ona
güvenmek. Örnek: Boşuna bel veriyorsun şu herife, haksızlığı ortaya çıkınca en evvel
sen utanın taman. (Bilgin, 2006: 43; Çınkır, 2016: 129; Sarıyıldız, 2012: 48; Özalp,
2008: 202)
Belasına çatmak: Beklenmeyen bir bela ile karşılaşmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Belasını aramak: Ona buna çatarak sorun çıkarmak. (Okumuş, 2006: 165)
Belayı satın almak: Kaçılamayacak şekilde belaya fitneye uğramak. (Özturan,
2014: 63)
Belci durmak: Birilerine bel işçisi durmak. (Özalp, 2008: 202)
Beli berk olmak: Arkası sağlam olmak. (Arslan, 2011: 353; Şen, 2006: 99)
Beli bıhını gırılmak: Çok yorulmak, beli çok ağrımak. Belini doğrultamayacak
hale, yorulup ayağa kalkamayacak duruma gelmek. (Özalp, 2008: 202)
Beli böğrüne yakın olmak: Çalışkan olmak. (Özturan, 2014: 63)
Beli dört büklüm olmak: Beli bükülmüş ihtiyar olmak. (Özturan, 2014: 63)
Beli gırılmak: Aniden bir sıkıntıya uğramak. Örnek: Şimdi Nemrut’un beli
gırıldı. (Özturan, 2014: 63; Uzun vd., 2012a: 81)
99
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Beli/belden aşmak: Yüksek yerler arasındaki geçidi geçmek. Örnek: Enginleri


süzer belden aşardım. (Gözükara-Özalp, 2011b: 193; Özalp, 2008: 202)
Beline him daşı düşmek: Bir acı haberle yüz yüze kalmak. (Özturan, 2014: 63)
Belini berke vermek: Kendini sağlama almak. Sırtını güçlü birine dayamak.
(Özturan, 2014: 63)
Belini bükmek: Bir kimseyi çaresizlik içinde bırakmak. Örnek: Kırk gün oldu
haber almayalı. Oysa kırk dakika bile ayrı kalmayacaktık. Böyle bir şeyi ondan hiç
beklemezdim. Onun böyle vurdumduymazlığı belimi büktü ne yalan söyleyeyim.
(Atalay, 2008: 148; Çınkır, 2016: 133; Şen, 2006: 100; Yalman, 1977: 515)
Belini doğrultamamak: Herhangi bir sebeple, maddeten ağır bir yük altında kalıp
durumunu bir daha düzeltememek. (Özalp, 2008: 202; Özturan, 2014: 63)
Belini gırmak: 1. Birinin gücünü kırmak, yok etmek. Bütün imkanlarını elinden
almak. 2. Birinin maneviyatını, moralini bozmak, mahvetmek. (Özalp, 2008: 203;
Özturan, 2014: 63)
Bellediğini bellemek, boz eşşeğe çullamak: Dediği dedik olmak. (Özalp, 2008:
203)
Belli küllü olmak: Herkesçe bilinen, meşhur biri olmak. (Özturan, 2014: 63)
Belliği çalmak: Nişanı yapmak. (Ertekin, 1997: 89)
Bellik/bellilik takmak: Söz kesmek ve takı takmak. (Gökçe, 2014: 140; Özalp,
2008: 203)
Bellilik etmek: 1. Bir şeyi kolay tanımak, kaybolduğu zaman kolay bulmak için
işaret koymak. 2. Hayvanlara damga vurmak, kulağını kesmek, isim yazmak. (Özalp,
2008: 203)
Bellisiz döyüs olacağına belli döyüs olmak: Öne çıkmaktan korkmamak.
Bilinmeyen biri olacağına bilinen biri olmak. (Özturan, 2014: 64)
Ben ariim bir binecek, hoş geldin götürecek: Durumu kötü iken daha da kötü
hale gelmek. (Özturan, 2014: 64)
Ben beni bildim bileli: Aklım ermeye başladığım yaştan beri. (Özturan, 2014:
64)
Ben çekerim ata dona, o/kendi gider zibilli/b..lu hana: Ben onu iyiliğe, güzel-
temiz yerlere götürmek istiyorum. O ise hep kötü, pis yerlere gidiyor. (Çınkır, 2016:
135; Özalp, 2008: 203; Özturan, 2014: 64)
Ben diyorum bayram haftası, sen diyorsun ekmek tahtası: Yapılan işin tersini
anlamak, yapmak. (Özturan, 2014: 64)
Ben diyorum Çanakkale/İstanbul Boğazı, sen diyorsun yandı g..ümün ağzı:
Yapılan işin tersini anlamak, yapmak. (Özalp, 2008: 203; Özturan, 2014: 64)
Ben düşmek: Meyvede olgunlaşma işareti görünmek. (Özturan, 2014: 66)
Ben hadımım diyorum, sen oğlandan gızdan bahsediyorsun: Ben bu işi yapamam
diyorum, sen bu işin üstesinden gelirsin diyorsun. (Faruk Zülkadiroğlu)
Ben malımı bilmez miyim?: Bir şeyin olumsuz olduğunu teyit etmek. (Özturan,
2014: 64)
Bence bence konuşmak: Büyüklerine, saygı duyulması gereken kimselere karşı
saygısızca konuşmak. Konuşurken ölçüyü kaçırmak. (Özalp, 2008: 203)
Benden sonra tufan: Ben öldükten sonra isterse tufan olsun, önemi yok. Ben
zarar görmeyeyim de kime ne olursa olsun. (Özturan, 2014: 64)
Benim adım Maşallah, şapka giymem inşallah: Hikâyesi: Maşallah sözünü
ağzından düşürmeyen ve halk arasında Maşallah Ali Efendi diye bilinen kişi, son kez
şapka giyip giymeyeceğini soran mahkeme heyetine bu cevabı verir. (KATEDEG,
2012: 20-21)
Benzi ağ durmak: Hasta olmak. Yüzü sararmak. (Çınkır, 2016: 138)
Benzi gızarmak/sararmak/solmak: Yüzü kızarmak, sararmak, solmak. Yüz rengi
kızarmak, sararmak, solmak. Örnek: Her gördüğünden bir şüphe kapınca yüreği sızladı,
benzi sarardı. (Göçer, 2007: 39; Gözükara-Özalp, 2011a: 50; Özalp, 2008: 199; Uzun
vd., 2012a: 232)
Benzine gan gelmek: Biraz kilo almak. Sağlığı sıhhati düzelmek. Örnek: Bir kilo
Harnıp bekmezi yedi, benzine kan geldi yavrumun. (Çınkır, 2016: 138)

100
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Beraber ekmek yemiş olmak: Birlikte olmak, huyları birbirinin aynı olmak.
(Özturan, 2014: 56)
Beraber kadeh kemirmemek: Beraberliği, yakınlığı olmamak. (Özturan, 2014:
56)
Beraha basmak: 1. Bir ölümü, ani hastalığı veya herhangi bir felaketi, korku ve
heyecan içinde yüksek sesle bağırarak, çığlık atarak haber vermek. 2. Birilerine öfkeyle
bağırıp çağırmak, hakaret etmek. (Özalp, 2008: 203)
Berberliği başında bellemek: Sanatı kendisine yaptığı işte öğrenmek. Acemiliği
kendine yaptığı işte atmak. (Özturan, 2014: 65)
Berdar etmek: Dar ağacına asmak. (Kaya-Kozan, 2003: 31)
Beri bekmez etmek: Bir işi şöyle böyle, az çok düzene koymak. (DS, 2009: 634)
Beri karıştırırken öte karıştırırken: Öteberi karıştırmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Beribenzer olmamak: Eşi az bulunur, ender, şöyle böyle. Örnek: Amanın kız
Bekir emmigilin yaptırdığı ev beribanzer olmayık, vallahi ben daha öylesini görmedim.
(Bilgin, 2006: 43; Bilgin, 2007a: 75; Bilgin, 2007b: 14; Bilgin, 2007c: 119; Çınkır,
2016: 140; Kaya-Kozan, 2003: 31)
Berk atmak: Kuvvetli atmak, uzağa atmak. (Özalp, 2008: 204)
Berk berk yürümek: Sert ve hızlı adımlarla, hızlı hızlı yürümek. (Özalp, 2008:
204)
Berk vurmak: Sert vurmak, kuvvetli vurmak. (Özalp, 2008: 202)
Berkiştire berkiştire gonuşmak: İstenmeyen bir konuda ısrarla konuşmak. Üstüne
basa basa konuşmak. (Özalp, 2008: 204)
Bes beter: Kat kat beter, çok fazla kötü, en kötü, çok kötü, daha kötü. (Özalp,
2008: 204)
Beserek gibi: İyi beslenmiş, çok besili. (Kaya-Kozan, 2003: 32; Özalp, 2008:
204)
Besiye çekmek: Kilo aldırmak için özel besi sistemi uygulamak. (Özturan, 2014:
65)
Besleme gaçıran: Çok yumuş ve iş buyuran. (Özturan, 2014: 65)
Beş guruş verip gonuşturup on guruş verip hüstürememek: Konuşturmak kolay
olup susturması kolay olmamak. (Özalp, 2008: 204; Özturan, 2014: 65)
Beşik kertmesi: Beşikte iken nişanlanma. (Arslan, 2011: 68)
Beşir etmek/edememek: Becermek/becerememek, yapması gereken işi gerektiği
gibi yapmak/yapamamak. (Çınkır, 2016: 142; Özalp, 2008: 204)
Beşirikli çıkmak: İşi bitirmek, becermek. (Özturan, 2014: 66)
Beşirikten beş gün sonra doğmak: Çok beceriksiz olmak. (Çınkır, 2016: 143)
Bey bey diye beye vardık, beyin aklı gıtırakmış; bağ bağ diye bağa vardık, bağın
içi bıtırakmış: İyi bir yere vardık sandık, ama kötü bir yermiş; beye vardık sandık, zayıf
akıllı imiş. (Özturan, 2009a: 210; Yalman, 1977: 372; Zülkadiroğlu)
Bey durmak: Damadın, damatlık elbisesini giymek için, velime yemeği
yiyenlerin huzuruna çıkması. (Özalp, 2008: 198)
Bey/pey vurmak/sürmek: 1. Alışveriş sırasında malın fiyatını tespit edip mal
sahibine kaparo vermek. 2. İhalede artıranın karşısında tekrar artırmak. Örnek:
Büyükbabam dokuma çulu almak için pey vurdu ihale kendisinde kaldı. (Bilgin, 2006:
269; Çınkır, 2016: 144; Kaya-Kozan, 2003: 32; Özalp, 2008: 204; Özalp, 2008: 319)
Beyi, paşayı taysınmamak: Beyi, paşayı kendine denk saymamak. (Çınkır, 2016:
1004)
Beylenip durmak: Kabadayılık taslamak, büyüklük yapmak. (Kaplan, 2017: 30)
Beyliğe yetmek/yeltenmek: Ağalığa, büyüklüğe, çok harcamaya, havalı harekete
yeltenmek. (Özturan, 2014: 53; Yalman, 1977: 515)
Beynamaz özrü: Geçersiz özür. Asılsız, mantık dışı özür. (Özturan, 2014: 66)
Beyni soğuklamak: Öncesinde isteyerek yaptığı işinden soğumak. (Elife Akkurt)
Beynine sinmek: Aklına uygun gelmek, aklına yatmak. (Çınkır, 2016: 144)
Bezeneğine basmak: Damarına basmak, kızdırmak. (DS, 2009: 651; Özalp,
2008: 204)
Bıçak altına yatmak: Ameliyat olmak. (Özturan, 2014: 66)

101
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Bıçakla bölüşmek: Çok kıymetli olan bir şeyi kavga ederek bölüşmek. (Özturan,
2014: 66)
Bıdır bıdır etmek: Kendi kendine konuşmak, mırıldanmak, homurdanmak,
söylenmek, fısıldamak. (DS, 2009: 660)
Bılk bılk etmek: İltihap su dolmak, yumuşamak, çürümek. (DS, 2009: 665)
Bıllık bıllık olmak: 1. Ağlamak üzere olan birisinin gözleri akacak kadar
dolmak. 2. Semizlemek, ete gelmek. Örnek: Koskoca adamın gözleri bıllık bıllık olunca
nasıl oldum yav, yüzüne bakamadım vallaha. (Bilgin, 2006: 45; Çınkır, 2016: 147)
Bıllık gibi: Etli. Besili. (Özturan, 2014: 66)
Bıngıl bıngıl oynamak: Çok kilolu ve gürbüz görünmek. (Elife Akkurt)
Bırt olmak: Kekeme olmak. (Gültekin, 2004: 911)
Bıtırak gibi: Yapışkan. Tuttuğunu koparan. (Özturan, 2014: 66)
Bıyığı incili beyler mi gelecek?: Çok yüksek sınıftan misafirler mi gelecek?
(Özturan, 2014: 66)
Bıyığı terlemek: Ergenliğe, yetişkinliğe erişmek. (Karalar, 1998: 46)
Bıyığını bitirdik, evin yolunu yitirdik: Büyüttük, kendi kendine yetecek hale
getirdik, sonra da azat ettik. (Özturan, 2014: 66)
Biber gibi: 1. Çok sıcak su. 2. Aşırı soğuk. 3. Çok sert ve keskin söz. 4. Şiddetli
öfke. (Özalp, 2008: 204)
Bibibi/bibicik oynamak: Kadınlı-erkekli misafir hayatı yaşayıp bir takım namus
olaylarına zemin hazırlamak. (Özalp, 2008: 204; Özturan, 2014: 67)
Bici bici bitmek, ömrüne yetmek: Birini başından atamamak, ölünceye kadar
birinin başının belası olmak. (Özalp, 2008: 204)
Bildiği areytellezi olmamak: Eski alışkanlıklarına göre davranmayı bırakmak.
(Çınkır, 2016: 173)
Bildiği yanıldığına yetmemek: Çok şey bildiğini sanmak, ama bilmediği
bildiğinden fazla olmak. Doğrusundan çok yanlışı olmak. (Özalp, 2008: 204)
Bildiğini b..a verip yemek: Dilediğini yapmak, karışanı olmamak. (Özturan,
2014: 67)
Bildik çıkmak: Tanımak, hatırlamak. (Kılıç, 2008: 164)
Bile bile lades etmek: Zarar göreceğini bile bile evet demek. (Özturan, 2014: 67)
Bilek dikmek: Birine karşı çıkmak, dövüş istemek. (Mehmet Kamalak-2)
Bilir bilmez gonuşmak: Konuyu bilmeden, araştırmadan konuşmak. (Özturan,
2014: 67)
Biliyordum gıçının huyunu, niye içtin mercimeğin suyunu?: Zararı dokunacak
işleri yaparsan sonucuna da katlanırsın. (Polat, 2016: 45)
Bilmeziye gonuşmak: Bilmeden, görmeden, bilmediği bir konuda konuşmak.
(Özalp, 2008: 204)
Bin bir dona girmek: Bin bir renge bürünmek. Duruma göre iş yapmak. (Çınkır,
2016: 151)
Bin gollu helal olsun/ettim: Hak sahiplerince helallik isteyen kimselere, özellikle
de ölen kimseler hakkında söylenir. (Özalp, 2008: 204)
Bin goyunlu Kürt gibi oturmak: Ağa, paşa gibi, çok zengin biri gibi davranmak.
(Özalp, 2008: 204)
Bin yılın bir başı: Pek seyrek olarak, kırk yılda bir. (Çınkır, 2016: 151)
Binası bozuk olmak: Karakteri, yapısı bozuk olmak. (Özturan, 2014: 67)
Binin yarısı beş yüz, o da bende/bizde yok: Mahrumiyet durumu. Kıymetsiz bir
para, ama şu an bizde yok. (Özturan, 2014: 74; Şen, 2006: 99)
Bir abam var atarım, nerde olsa yatarım: Kendi başımın çaresine bakarım.
(Karalar, 1998: 46)
Bir ağıt, bir fizzah etmek: Ağlayıp bağırmak, suç bastırmak. (Özalp, 2008: 204)
Bir alancı, bir verenci olmak: Almayı da vermeyi de dengede tutmak. (Özturan,
2014: 67)
Bir atımlık barutu/gurşunu olmak: Son bir hamle yapacak kadar gücü olmak.
(Özturan, 2014: 67; Fatih Çevik)
Bir atımlık otu olmak: Gerek konuşmada gerekse iş yapmada çok az bilgisi
olmak. (A. Kurt, 2017: 6)
102
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Bir ayağı çukurda olmak: Yaşlanmak, ölmek üzere olmak. (Özturan, 2014: 68)
Bir ayağı gitmek, bir ayağı gitmemek: Tereddütlü olmak. (Özturan, 2014: 68)
Bir b.. olmak: Kendini üstün görmek. (Ahmet Yenikale)
Bir buldu iki ister, akça bulmuş çıkı ister: Bulduğuyla yetinmeyen, buldukça
daha çoğunu isteyen kimse. (Çınkır, 2016: 152; Okumuş, 2006: 151; Özalp, 2008: 205)
Bir burnuna işemek, bir burnuna s..mak: Çok rahatsız etmek. Yaptığı işi
burnundan getirmek. (Özturan, 2014: 68)
Bir cuvara içimi: Bir sigara içimliği kadar zaman. (Özalp, 2008: 205)
Bir çakım gav olmak: Bir anda aniden ölmek, kaybolmak, yok olmak. (Özalp,
2008: 205)
Bir çala/çalgap: Bir aralık. Bir şeyi algılamayacak kadar kısa bir zamanda, bir
anda ansızın görme durumu. Örnek: Bir çala yanımdan geçtiğini gördüm. (DS, 2009:
698; Kaya-Kozan, 2003: 44; Mercimek, ?: 63)
Bir çeynem etim: Kadınlar çocuklarını böyle ifade ederler. (Özalp, 2008: 205)
Bir çift laf etmek: Sohbet etmek. (A. Kurt, 2017: 6)
Bir çintik: Az bir parça. (Özturan, 2014: 68)
Bir çitil dikmemiş olmak: Bir eseri olmamak. (Özturan, 2014: 68)
Bir çivisi noksan olmak: Yarım akıllı olmak. (Arslan, 2011: 353; Şen, 2006:
100)
Bir çuval inciri berbat etmek: Yolunda olan bir işi kötü duruma sokmak. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Bir dalda durmamak: Bir işte sebat etmemek. (Özturan, 2014: 68)
Bir demlik: Bütünüyle, bir anlık. Elini vurmuşken tamamını yapmak. Örnek: Bir
demlik bitirdim ortaklığı. (Bilgin, 2006: 46; Demir, 2011: 93; Erşahin, 2011a: 70;
Özalp, 2008: 205; Özturan, 2014: 68; Şen, 2006: 99)
Bir deri bir kemik: Çok zayıf. (Şen, 2006: 100)
Bir dikili ağacı olmamak: Taşınmaz malı olmamak. (Arslan, 2011: 353; Şen,
2006: 100)
Bir dikiş galmak: İşin bitmesine çok az zaman kalmak. (Şen, 2006: 100)
Bir dikiş küçük gelmek: İstenilen seviyede olmamak. (A. Kurt, 2017: 6)
Bir dinde durmamak: Haraketleri, davranışları tutarlı olmamak. (Şen, 2006: 100)
Bir dolap çevirmek: Dalavere peşinde olmak. (A. Kurt, 2017: 6)
Bir düzdüreceği olmak: Bir çıkarı olmak. (Özturan, 2014: 69)
Bir eli yağda, bir eli balda: Hali vakti yerinde olmak. (Şen, 2006: 100)
Bir göbek geçmek: Bir nesil geçmek. (Özturan, 2014: 69)
Bir gömlek dışarı olmak: Yakın hısım olmamak. (Özturan, 2014: 69; Elife
Akkurt)
Bir gönlü olmak, bir gönlü olmamak: Tereddütlü olmak. (Özturan, 2014: 69)
Bir gün değil, iki gün değil: Beklemekten usanmak. (Özturan, 2014: 69)
Bir gün olsa ne teller gondurmak: Bir iş, ömürde bir kere yapılsa çok dikkatli,
itinalı yapılmak, süslemek, püslemek. Örnek: Abdest namaz bir gün olsa ne teller
gondururdum. (Özalp, 2008: 181)
Bir güne/günden bir gün/güne: Bir gün veya bir defa bile gerçekleşmeyen
beklenti içinde olmak. Örnek: Git anam git, gitti gideli bir güne bir gün ne bir mektup
saldı ne de selam. Demek ki arayı iyice açmak istiyormuş. (Bilgin, 2006: 46; Özalp,
2008: 205)
Bir ha demesine galmak: Bir konuda her şeyi hazır edip sadece onay beklemek.
(Özturan, 2014: 69)
Bir hal etmek: Eskiden bulunmayan davranışlar yapmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Bir hatun alıp belayı satın almak: Bir iş yapmaktan dolayı başına olumsuz işler
gelmek. (Gökçebey, 1999: 83)
Bir heybesi olup işine geleni bir gözüne, işine gelmeyeni öteki gözüne atmak:
Duyduğun sözlerin işine gelenini aklında tutmak, işine gelmeyeni bir tarafa atmak.
(Özturan, 2014: 69)
Bir hoş olmak: Bozulmak, hayrete düşmek. Acayip olmak. Alışılmamış,
beklenmeyen bir hale düşmek. Umulmadık bir hareket, davranış karşısında tuhaflaşmak.
(Özalp, 2008: 205)
103
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Bir icat çıkarmak: Ortaya yeni bir fikir, yeni bir bilgi atmak. Alışılmamış, hoşa
gitmeyen veya istenmeyen bir söz söylemek. (Özalp, 2008: 205)
Bir içim su olmak: Çok güzel olmak. (Kozan, 2007: 219)
Bir iğne bir iplik galmak: Çok zayıf düşmek. (A. Kurt, 2017: 7)
Bir ipini/ipliğini çekse gırk yamalığı dökülmek: Üstü başı perişan olmak.
(Özalp, 2008: 205; Özturan, 2014: 70)
Bir Köroğlu, bir Ayvaz olmak: Çoluk çocuk evlenip gidince tek başına kalmak.
(Arslan, 2011: 353; Çınkır, 2016: 152; Özturan, 2014: 70; Şen, 2006: 100)
Bir köşeye bir şey goymak: Bir miktar para artırıp saklamak. (Özturan, 2014:
70)
Bir laf vermek: Sohbeti başlatmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Bir meteliğe gırk tuum çalmak: Bir bakıma iktisatlı, bir bakıma da cimri olmak.
(Özalp, 2008: 205)
Bir o gadar daha yaşayacak hali olmamak: Belli yaşın üzerinde olmak. Bir bu
kadar daha yaşayamayacak olmak. (Özturan, 2014: 68)
Bir oğlaklı geçi olmak/olmamak: Kıymetli bir şey olmamak. (Özturan, 2014: 70)
Bir ot bir pamuk olmak: Yumuşak olmak. (Özturan, 2014: 70)
Bir öte bir beri bakmak: Sağa sola bakmak. (Erşahin, 2011a: 70)
Bir para için dokuz takla atmak: Para için her şeyi yapmak. (Şen, 2006: 100)
Bir paralık etmek: Rezil etmek. (Erşahin, 2011a: 70)
Bir pire için yorgan yakmak: Küçük bir kâr için büyük zarara uğramak. (Şen,
2006: 100)
Bir s..i bir boğazı olmak: Yoksul olmak. (Ahmet Yenikale)
Bir s..i bir de davlumbazı olmak: Çok fakir olmak, hiçbir şeyi olmamak. (Özalp,
2008: 205)
Bir sıkımlık canı olmak: Pek cılız ve zayıf olmak. (Özalp, 2008: 205)
Bir sille vursa altı ay bulamaç içirmek: Karşısındakine göre çok güçlü olmak.
(Özturan, 2014: 71)
Bir solukluk olmak: Ölmek. (A. Kurt, 2017: 7)
Bir sözü bir sözüne uymamak: Hareketleri tutarlı olmamak. (Şen, 2006: 100)
Bir şey sınmamak: Önemsememek. Adam yerine koymamak. (Özturan, 2014:
71)
Bir tahtası eksik: Aklı zayıf. (Şen, 2006: 101)
Bir tarafını gedik bırakmak: Bir tarafını boşluk bırakmak. (Özturan, 2014: 71)
Bir tek bir oğlan olmak: Evin tek erkek çocuğu olmak. (Özturan, 2014: 71)
Bir top bezle gitmek: Ölmek. Giderken de sarıldığı bezi götürmek. (Özturan,
2014: 71)
Bir tutmak: Eşit tutmak. (Özturan, 2014: 68)
Bir uçlu yapmak: Bir ağız, bir hiza yapmak. Geniş bir işin bir tarafından
yapmaya başlamak. (Özturan, 2014: 71)
Bir ünü yerde, bir ünü gökte olmak: Şöhreti yeri göğü kaplamak. (Özturan,
2014: 71)
Bir yanı darı kavurmak, bir yanı harman savurmak: Bir yanı ısınmak, bir yanı
üşümek. (Özturan, 2014: 71)
Bir yeri eksilmek/eksilmemek: Bir işi yapmak istememek. (Özturan, 2014: 72)
Bir yeri şişmek: İş yapmak istememek. (Bilgin, 2007a: 37)
Bir yüzü ağlamak, bir yüzü gülmek: Bir tarafı sevinmek, bir tarafı üzülmek.
(Özturan, 2009b: 283)
Bir yüzü insan, bir yüzü it olmak: Davranışları bazen iyi bazen kötü olmak.
(Özturan, 2014: 72)
Bir yüzü ipek, bir yüzü köpek: Bir tarafı çok iyi, bir tarafı çok kötü. (Sultan
Kamalak)
Bir/hem nalına bir/hem mıhına vurmak: İki taraflı oynamak, çalışmak. İkiyüzlü,
hain, münafık olmak. Her tarafa çalışmak, hissettirmeden her iki tarafa da laf taşımak,
tarafları birbiri aleyhine kışkırtmak. İki taraf arasında fitne çıkarmaya çalışmak. (Arslan,
2011: 353; Kozan, 2007: 219; Okumuş, 2006: 167; Özalp, 2008: 279; Özturan, 2014:
174; Şen, 2006: 100)
104
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Birbirine düş olmak: Birbirine düşmek, kavga etmek için birbirlerine çökmek.
Örnek: Kim derdi ki Muttalip ile Remzi birbirine düş olacaklar, duysam inanır mıydım?
(Bilgin, 2006: 46)
Birbirine tutulmak: Birbirine âşık olmak. (Çınkır, 2016: 153)
Birbirinin ganına aşermek: Birbirinden öldürecek kadar nefret etmek. (Özturan,
2014: 72)
Bire beşe bakmamak: Aza çoğa bakmamak. (Erşahin, 2011a: 70)
Bire gadar gırılmak: Tek kişi kalıncaya kadar ölmek, yok olmak. Örnek: Senin
neyine gerek eşkıyalarla uğraşmak, işte böyle adamı bire kadar kırarlar. (Bilgin, 2006:
46; Çınkır, 2016: 153; Yalman, 1977: 515)
Bire uzun, ikiye gısa olmak: İki tane olmamak, bir taneye de çok uzun olmak.
(Özturan, 2014: 72)
Birem birem anlatmak: Her şeyi teker teker, birer birer anlatmak, söylemek.
(Özalp, 2008: 205)
Biri ayağını çekmek, öteki basmak: İkisinin de huyları aynı olmak. (Özturan,
2014: 72)
Biri batman olmak, biri buçuk olmak: İnatlaşmak, tersine iş tutmak. (Özturan,
2014: 72)
Biri hancı, biri yolcu olmak: Birbirine muhtaç olmak. (Özturan, 2014: 64)
Birikip minnet eylemek: Yolsuz işinden dönsün diye ölen kimseye minnet
eylemek, yalvarmak. (Çınkır, 2016: 154)
Birim ikim: Birer ikişer. (Yalman, 1977: 515)
Birine binip birini yedeğine almak: Başka birinin de kullanacağı şeyleri tek
başına kullanmak. Kahvede bir sandalyeye oturup ötekine kol dayamak gibi. (Çınkır,
2016: 155)
Birine şişmek: Birinin hoşuna gitmesini istediği davranışlarda bulunmak. Örnek:
Babasına şişip duruyor, sanki babası onun yağ çektiğini bilmiyor. (Çınkır, 2016: 155)
Birini yemek, birine parmak basmak: Birini yerken diğerine de işaret koymak.
Doyumsuz olmak. (Özturan, 2014: 72)
Birini yiyip birini sadaka vermek: Zarardan korunmak için sadaka vermek. (Elife
Akkurt)
Birinin b..unu yemek, öteki galmak: İşin birini bitiremeden başka bir işe niyet
etmek. (Özturan, 2014: 72)
Birisini beslemek: Birine hava atmak. Örnek: Havan kime, birisini mi
besliyorsun? (Özturan, 2014: 65)
Birisinin başını yemek: Çok ağlayan çocuk uğursuz sayılır. Birinin öleceğini
anladığı için ağladığı söylenir ve bu söz söylenir. (Ertekin, 1997: 81)
Birisinin kel çırağı olmak: Kendisine çok yumuş buyrulmak. (Özturan, 2014: 64)
Bişene gadar durup soyana gadar duramamak: İşlerin sona yaklaştığı sırada,
tamamlanmasına yakın, bitmesi için sabırsızlanmak. Örnek: Bişene kadar durdun da
soyana gadar mı duramıyorsun? (Özalp, 2008: 206)
Bişip önüne gelmek: Hazıra konmak. (Özturan, 2014: 72)
Bişirdiği yenmek, diktiği giyilmek: Kadın, işi güzel ve temiz yapmak. (Özturan,
2014: 72)
Bişirdiğini önüne vermek, yuduğunu arkasına goymak: Kadın, erkeğe hizmet
etmek. (Özturan, 2014: 72)
Bişirip daşırıp yedirmek: Zor şartlar altında yemek yaparak çocukların önüne
koymak. (Özturan, 2014: 72)
Bişmiş aşa su gatmak: Yolunda giden işi bozmak. (Dalkıran, 2005: 49)
Bit diye dırnağına çalmamak: Dengi, muhatabı olmamak. Onunla arasında çok
fazla seviye farkı olmak. (Özturan, 2014: 64)
Bit yeniği: Bir işin sağlam görünmesine karşın güven vermeyen yanı. (Bilgin,
2017: 27)
Bit yükü, boğaz ağrısı: Safi yük. Başkalarına yük olan, başkaları tarafından
bakılan kimse. Çalışmayan, yaşadığı eve para getirmeyen, katkıda bulunmayan, iş
yapmayan, her işinde başkalarına yük olan çocuklar ve çok yaşlılar. (Özalp, 2008: 206)

105
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Biti (biraz) daha incelip de g..üne girmek: İstanbul Türkçesi ile konuşmaya
özenmek. (Özturan, 2014: 73)
Biti ganlanmak/canlanmak: Düzelmek, sonradan zenginleşmek, iyileşmek.
Örnek: Adama bak, azcık biti ganlandıydı, yüzümüze bakmaz oldu. (Bilgin, 2006: 46;
Bilgin, 2017: 27; Özalp, 2008: 206; Özturan, 2014: 73; Şen, 2006: 99)
Bitmedik çalı dibinde tavşan avlamak: Boş iş tutmak. (Özturan, 2014: 73)
Biz aman Allah’ınan tor öğretiyok, sen guyruğuna çalı gıstırıyon: Olumlu bir iş
yapmak isterken engel çıkarmak. (Çınkır, 2016: 1034)
Biz gibi: Sipsivri, ucu incecik, çok sivri, batıcı. (Özalp, 2008: 206)
Biz o defteri gapatalı çok oldu: O işin üstüden çok zaman geçti. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Bizim evde yallanıyorsun, Kirkor'un bağında ürüyorsun: Her şeyini biz temin
ediyoruz, senin için biz masraf ediyoruz, ama sen bize değil başkalarına çıkar
sağlıyorsun. (Özturan, 2014: 74)
Bizim gelin benden/bizden gaçar, başını/yüzünü örter gıçını/g..ünü/göğsünü
açar: Bir konuda çok itinalı davranan birinin başka konuda başka davranış göstermesi.
Başını örtüp kolunu, bacağını açan, örtülü olduğu halde daracık giyinip özellikle
kalçalarını belli eden veya ağzını, yüzünü boyayıp çarşı-pazar gezenlere işaret
etmektedir. Samimi ve ihlaslı olmayan, çok iyi ve dindar gözüktüğü halde dine
uymayan işler yapan kimseleri de ifade eder. (Özalp, 2008: 206; Özturan, 2014: 74;
Faruk Zülkadiroğlu)
Bizim it buraya balta getirdi mi? Getirdi de gene geri götürdü bile: Boşa
çalışmak. (Özturan, 2014: 74)
Bizimkisi kerhene: Zamparalık yapanlar arasında şifre. (Şen, 2006: 99)
Bizirini kesmek: Bir şeyi, tek bir tane kalmamacasına bitirmek. Kökünü kesmek,
kurutmak. Nesi var nesi yoksa hepsini bitirmek. (Özalp, 2008: 206)
Bobilin beli gibi: Kalın belli. (Özalp, 2008: 206)
Boca etmek: Herhangi bir sıvıyı bir kaba veya birinin başına birden aktarmak.
(Bilgin, 2007a: 179; Okutucu, 2000: 96)
Boculuk yapmak: Birine yaltakçılık yapmak. (Ayşe Koçak)
Boğasak olmak: (İnek) Çiftleşme isteği duymak. Örnek: İnekler boğasak olunca
Adil emminin boğasına götürürdük. (Çınkır, 2016: 174)
Boğaz ağrısı: Kız çocuğu. (Adem Pırnaz)
Boğaz değil bakkal hunisi: Çok büyük boğazı var. Her şeyi yer. (Hunç, 2017:
59)
Boğaz geçindirecek yer aramak: Geçimini yapacak yer aramak. (Özturan, 2014:
53)
Boğazı büyük olmak: Obur olmak. Çok yemek. (Özalp, 2008: 209; Özturan,
2014: 53)
Boğazı düşmek: Bademciği iltihaplanmak. Yemek yiyemez olmak. (Çınkır,
2016: 160; Özturan, 2014: 53)
Boğazı ürmek: Acıkmak, yemek için sabırsızlanmak, canı yemek istemek.
(Özalp, 2008: 209)
Boğazına bakmak: Yemesine, içmesine dikkat etmek. (Özturan, 2014: 53)
Boğazına camış olmak: Obur olmak. Çok yemek yemek istemek. Kolay
doymamak. (Özalp, 2008: 209)
Boğazına gadar borçlu olmak: Çok borçlu olmak. (Özturan, 2014: 53)
Boğazına galmak: Alıp satamamak. (Özturan, 2014: 53; Emine Cülfük)
Boğazına geçirmek: Yememesi gereken parayı yemek, kasasına koymak.
Emanet parayı sahiplenmek. (Özturan, 2014: 53)
Boğazına helal lokma düşmemiş: Hakka hukuka uygun para kazanıp yiyecek
alıp boğazından geçirmemiş. (Özturan, 2014: 53)
Boğazına sarılmak: Alacak için sıkıştırmak. (Özturan, 2014: 54)
Boğazından geçeceği bilmek: Helali haramı bilmemek, sadece yiyeceğini
bilmek. (Özturan, 2014: 54)
Boğazından kesip giydirmek: Kendi yiyeceğinden ve ihtiyaçlarından kısıp
başkalarının ihtiyaçlarına harcamak. (Özalp, 2008: 209)
106
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Boğazından kesmek: İktisat etmek. (Özturan, 2014: 54)


Boğazını feleğe vermemek: Yemeğini aksatmadan yemek. (Özturan, 2014: 54)
Boğazını sevmek/yağlamak: Boğazına düşkün ve iştahlı olmak. Tatlıca yemek.
(Özturan, 2014: 54)
Boğazının batakçısı: Bütün çıkmazları boğazına düşkünlüğünden. (Özturan,
2014: 54)
Bol bolamat: Bol bol, döke saça, geniş. (DS, 2009: 734-735)
Bol keseden atmak/dağıtmak: Ölçüyü kaçırarak konuşmak. (Kozan, 2007: 219;
Okutucu, 2000: 22)
Borç büzzükten akmak: Aşırı derecede borçlanmak. Çok fazla, altından
kalkılamayacak kadar borçlanmak. (Özalp, 2008: 207)
Bostan gorkuluğu: Hiçbir işe yaramayan kimse. (A. Kurt, 2017: 7)
Bostandan dışarı gabak olmak: Toplumun, ailenin, grubun dışında olan ve
çevreye uymayan, hep ters, aykırı işler yapmak. (Özalp, 2008: 207)
Boş atıp dolu tutmak: Vermemek, almak istemek. (Özturan, 2014: 75)
Boş duracağına beleş çalışmak: Boş boş durmaktansa çevreye yardım etmek.
(Özturan, 2014: 76)
Boş gezenin boş galfası: Hiçbir işi olmayan, avare gezen kişi. (Çınkır, 2016:
164; Dalkıran, 2005: 54)
Boş küpe o…mak: Fayda vermeyecek işlerle uğraşmak. (İsmail Orhan)
Boşa davul dövmek: Nafile iş yapmak. (Mustafa Öztürk)
Boşa goyup dolmamak, doluya goyup almamak: Varlığı, imkanı az ve sıkıntı
içinde olmak. Sürekli ölçüp biçmek, ama problemi çözememek. (Okumuş, 2006: 152;
Özturan, 2014: 76)
Boşa kürek sallamak: Olmayacak bir işte çaba sarf etmek. (Kozan, 2007: 219)
Boşa toprak tepelemek: Nafile iş yapmak. (Erşahin, 2011a: 71)
Boy vermek:1. Boy atmak, uzamak. 2. Derin sularda dimdik dalıp gerektiğinde
kolları da yukarı kaldırarak derinliği ölçmek. (Bilgin, 2007a: 81; Özalp, 2008: 207)
Boya sömeğe gelmek/yetmek: Akıl baliğ olmak. Gençliğe girmek. Boy vermeye
başlamak. (Özturan, 2014: 76; Şen, 2006: 100; Adem Pırnaz)
Boyadığını sağlemek: Birinin bozduğu, berbat ettiği bir işi, yaptığı yanlışlıkları,
hataları düzeltmek. Bozuşturduğu iki insanın arasını bulmak. Çıkmaza soktuğu bir işi
çözmek. (Özalp, 2008: 207)
Boyak vermek: Ders vermek. Had bildirmek. (Özalp, 2008: 207)
Boyalı maymun: Fazla süslü, boyalı kadın. (Özturan, 2014: 76)
Boynu bekmezci külahı gibi olmak: Kalın boyunlu olmak. (Özalp, 2008: 207)
Boynu cerge boynu gibi olmak: Boynu uzun ve ince olmak. (Özalp, 2008: 207)
Boynu galın: Güçlü, yağlı, maddiyatı iyi. (Özturan, 2014: 76)
Boynu yoğun [boz tosun]: Kalıplı, şişman, güçlü, ensesi kalın kimse. (Çınkır,
2016: 165; Özalp, 2008: 207)
Boynunu bükmek: Üzülmek, utanmak. (Uzun vd., 2012a: 400)
Boynunu yülümek: Maraş’ın eski gevezelik lafı. Örnek: Boynunu yülüdüğüm.
(Özturan, 2014: 76)
Boynunun çukurunu görmek: İşin olmazlığı. Örnek: Boynunun çukurunu
görürse ortalık karışır. (Özturan, 2014: 76)
Boyu garnında: Çocukken karnı büyük, boyu kısa olanlar için yaşı ilerledikçe
karnı küçülür, boyu uzar anlamına kullanılır. (Özalp, 2008: 207)
Boyu paçadan çıkmak: Büyümek, gelişmek, evlenme çağına ulaşmak. (Özalp,
2008: 207)
Boyun bükmek: Acındırıcı, çaresiz durumda kalmak. (Kaplan, 2017: 29)
Boyun olmak: Şahitlik yapmak, kefil olmak. (KA, 2018: 103)
Boyuna arkasının şeleği olmak: Bütün yükünü, sıkıntısını sürekli kendisi
çekmek. (Özalp, 2008: 208)
Boyuna göre boy bulup da huyuna göre huy bulamamak: Cismine uyanı bulmak,
aklına uyanı bulamamak. (ATKVE, 2011: 134)
Boyuna vermek: Durmaksızın, hiç almadan vermek. (Özalp, 2008: 208)

107
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Boyunun ölçüsü almak: Birine zarar vermek. Örnek: Bunu senin yanına
koymam, boyunun ölçüsünü almazsam adam değilim. (Bilgin, 2006: 48)
Boz bulanık akmak: Temiz akmamak. Örnek: Boz bulanık akar gayrı selimiz.
(Gözükara-Özalp, 2011a: 206)
Böğüre böğüre ağlamak: Bağıra bağıra ağlamak. İnsanları heyecanlandıracak,
korkutacak, panikletecek şekilde yüksek sesle ağlamak. (Özalp, 2008: 207)
Böh çekmek: Meydan okumak. Dövüş, güreş vs.ye davet etmek. Var mısın?
Erkeksen karşıma çık gibi. (Özalp, 2008: 207)
Bölük pörçük/pörtük: Ufak tefek, irili ufaklı. (Atalay, 2008: 137; Dalkıran,
2005: 54; Emirmahmutoğlu, 1997: 89)
Börke çökmek: Hızlıca kaçmak, uzaklaşmak. Örnek: Babasının daha su çatından
geldiğini duyar duymaz börke çöktü. (Çınkır, 2016: 172)
Börkü havaya atmak: Sevincini, neşesini belli etmek. (Özalp, 2008: 208)
Böyle başa böyle tıraş olmak: İnsana göre iş yapmak. (Özturan, 2014: 77)
Bu ağızla bulamaç içirmemek: Yavan yavan konuşanın toplumda yeri olmamak.
(Özturan, 2014: 77)
Bu da İbili’nin çümbülü: Beklenmeyen üzücü olay. Beklenmedik kötü sürpriz.
(Özturan, 2014: 78)
Bu değirmenin suyu nerden geliyor?: Senin gelirin az, ama çok para harcıyorsun.
Bu kadar parayı nerden buluyorsun? (Özturan, 2014: 78)
Bu kömür bu demiri gızdırmıyor: Bu iş, benim geçimime yetmiyor. (Ahmet
Pırnaz)
Bu zamana berber çırağı galmamak: İşe çok geç gitmek. İş yerleri gün
doğmadan açılır. Tokmak, çekiç, muşta sesleri gün ağarmadan duyulmaya başlar.
Günün ağarmaya başlamasıyla birlikte en son berber dükkanları açılır. Belki de bu
yüzden bu ifade kullanılmıştır. (Özturan, 2014: 78; Şen, 2006: 84)
Bugüne bugün: Yaşanan gün şartlarında. (Özturan, 2014: 78)
Bulamacın şapırtısına oynamak: Oyunu sevmek. (Özturan, 2014: 78)
Bulamaç çomçası: Ortalığı karıştıran, fitne çıkaran, laf taşıyan, dedikodu yapan
kimse. (Özalp, 2008: 208)
Bulaşığı galsa yeter: Çok kârlı ve büyük iş. (Özturan, 2014: 78)
Bulduğunu tepiştirmek: Yiyecek buldu mu hemen yemek. (Özturan, 2014: 78)
Bulgur bulgur gaynamak: 1. Gözleri, kalçaları çok canlı ve hareketli olmak. 2.
Fokur fokur kaynamak. (Özalp, 2008: 208)
Bulgurluk aramak: Dövüş aramak. (Özturan, 2014: 78)
Bulup buluşturmak: Eşten dosttan temin etmek. (Özturan, 2014: 78)
Bun günü: Kötü gün. Örnek: İnsanın bun gününde dostu az olur. (Kaya-Kozan,
2003: 36)
Bunalıp ölmek: Nefessiz kalıp boğulup ölmek. (Özalp, 2008: 208)
Bunca gün: Bu kadar zaman. Geçen zamanın fazlaca olduğunu belirtir. (Özalp,
2008: 208)
Bundan eyisi can sağlığı: Bundan daha iyisi olamaz. (Dalkıran, 2005: 36)
Bundan sonra bey olup da gırmızı gayışlı davul mu çalıcık?: Yaşımızı aldık.
Göreceğimizi gördük. Bundan öte alacağımız bir şey yok. Saltanat hevesimiz yok.
(Özturan, 2014: 79)
Bundan sonra el olup göç mü çekicim?: Aldığımızı aldık, sattığımızı sattık.
Bizden geçti. (Özturan, 2014: 79)
Bundan/şimden/şinden/ondan kelli/kirde/kellim: Bundan sonra, bugünden sonra,
bundan böyle. Şimdiden sonra, bundan böyle, şu andan itibaren. Örnek: Git lan şuradan,
şimden kelli ardıma düşersen ağabeyime derim seni. (Aksu, 2013: 267; Bilgin, 2006:
302; Çınkır, 2016: 177; Çınkır, 2016: 983; Kaya-Kozan, 2003: 139; Özalp, 2008: 208;
Özalp, 2008: 334; Özturan, 2014: 79; Özturan, 2014: 214; Şen, 2006: 109)
Bunu öldürenin eli yeşil olmak: O kadar kötü biri ki öldüren sevap kazanmak.
(Özturan, 2014: 79)
Buram buram kokmak: Koku, kuvvetli bir şekilde kendini hissettirmek ve etrafa
yayılmak. (Özalp, 2008: 209)

108
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Burayı bellemek: İşin bu tarafını unutmamak, bu tarafını bir tarafa yazmak.


(olumlu-olumsuz) (Özalp, 2008: 209; Özturan, 2014: 79)
Burcu bulanmak: Çok üzülmek, ağlayacak gibi olmak, üzülmek, duygulanmak,
ağlamsı olmak, kafası bozulmak. Örnek: Ahmet oğlum can veriyor burcu bulanı bulanı.
(Çınkır, 2016: 178)
Burçak burçak kokmak: Çok hoş, tatlı tatlı, güzel güzel, iştah açıcı şekilde
kokmak. Çiçekler ve yiyecekler için kullanılır. (Özalp, 2008: 209)
Burnu b..tan çıkmamak: İşleri sıkıntıdan çıkmamak. (Özturan, 2010: 85)
Burnu batasıya yemek: İstediği kadar, gayet serbest yemek. Patlayıncaya kadar
yemek. (Özturan, 2014: 79)
Burnu düdükle öpülecek [adam] olmak: Çok tuhaf, herkesten değişik, hareket ve
sözleri başkalarına uymayan, aykırı kimse olmak. (Özalp, 2008: 208)
Burnu düşmek: 1. İddiasını kaybetmek, yarışmaktan vazgeçmek, ümitsizliğe
kapılmak. Gücünü ve insanlar üzerindeki etkisini kaybetmek. Süngüsü düşmek. 2. Çok
pis koku almak. (Özalp, 2008: 208; Ahmet Yenikale)
Burnu fırt fırt etmek: Canı aşırı sıkkın, kızgın olmak. Nefesini sık sık almak.
(Özturan, 2014: 79)
Burnu Gaf dağında olmak: Havalı olmak. (Özturan, 2014: 79)
Burnu galkkın olmak: Kendini beğenmiş, herkese yukarıdan bakan, gururlu,
kibirli olmak. Burnu havalı olmak. (Özalp, 2008: 208)
Burnu gırarmak: Gelmek üzere olmak. (Çınkır, 2016: 180)
Burnu habar alır Toros’tan, kendisi gorkar horuzdan: Her şeye müdahale eder,
ama ödleğin de tekidir. (Çınkır, 2016: 180)
Burnu küşne nohudu olmak: Burnu küçük, güzel olmak. (Özturan, 2014: 79)
Burnu Mora baldırcanı gibi olmak: Burnu hem çok iri, hem de renkli olmak.
(Özalp, 2008: 208)
Burnu sallanmak/uzamak: Memnun olmadığı belli olmak, kırılmak, yeise
kapılmak. Suratı asılmak, morali bozulmak. (Okumuş, 2006: 165; Özalp, 2008: 209)
Burnu tahra gibi: Burnu çok kemerli ve iri. Burnunun üstü ince, ucu sivri.
(Özalp, 2008: 208)
Burnu yere düşse eğilip de almamak: Aşırı gururlu olmak. (Özturan, 2014: 79)
Burnuna kokmak/tütmek: Birini özlemek. (Okumuş, 2006: 165; Uzun vd.,
2012c: 70)
Burnuna üfürmek: Birini birine karşı tahrik etmek, doldurmak. (Özalp, 2008:
209)
Burnundan gelmek: Sıkıntıya uğramak. (A. Kurt, 2017: 7)
Burnundan getirmek: Zorluk çıkarmak. (A. Kurt, 2017: 7)
Burnundan gıl aldırmamak: Davranışlarına karşı söz söyletmemek. (Gökçebey,
1999: 83; Şen, 2006: 101)
Burnundan solumak: Çok sinirli olmak. (Bilgin, 2007c: 123)
Burnunu dayamak: Bir şeye arkalanmak. Birine dayanarak hayatı götürmek.
(Özturan, 2014: 80)
Burnunun b..unu yemek: Çok cimri davranmak. Artırmak için boğazının
harcamasını bile kısmak. (Özturan, 2014: 80)
Burnunun deliğine sokmak: Yaptığı iyilik karşısında sessiz kalmamak. (Sultan
Kamalak)
Burnunun deliğini yere getirmek: Utandıracak şeyler yapmak. (Özturan, 2014:
79)
Burnunun dikine gitmek: Bildiği gibi hareket etmek. (A. Kurt, 2017: 7; Faruk
Zülkadiroğlu)
Burnunun direği sızlamak/yanmak: Çok üşümek. (Ahmet Yenikale)
Burnunun yivi olmamak: Utanmayı bilmemek. (Arslan, 2011: 353; Çınkır, 2016:
180; Özturan, 2014: 80; Şen, 2006: 100)
Burnuyla yitmek: Beğenmemek, ekelik etmek, kibir göstermek, nimeti kabul
etmemek. (Özturan, 2014: 79)
Burtu bazlaması gibi: Yüzü geniş, etli, yassı ve çok ablak insan. (Özalp, 2008:
209)
109
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Burun gırın etmek: Gönülsüzlük, hoşnutsuzluk göstermek. (Akbaş, 1985)


Burun vermek: Soğan, patates gibi bitkilerin dikilmeden kendi kendine
filizlenmesi veya dikildiklerinde filizlenen kısmının toprak üstüne çıkması. (Özalp,
2008: 209)
Burup burup atmak: Yufka ekmeği bükerek, dürerek, kıvırarak yemek. Hızlı
hızlı, iştahlı iştahlı yemek. Çok büyük lokmalarla, ağzı iyice doldurarak yemek. (Özalp,
2008: 209)
Buy çalmak: Çok üşümek. (Aksu, 2013: 245)
Buyacan olmak/gelmek: Aşırı üşümek. Aşırı üşüme hissiyle yaşamak. Üşüme
hastalığına yakalanmak. (Özturan, 2014: 80)
Buyurduk da mahkemeden govdular: Buyurun diyene şaka olsun için verilen
karşılık. (Özturan, 2014: 80)
Buz baba: Soğuk, sosyal olmayan insan. (Özturan, 2014: 80)
Buzağı burnu olmak: Bir işi tam olarak değil de idare edecek kadar yapmak.
(Polat, 2016: 61)
Buzağı gazzığı gibi: Kısa boylu insan. (Özturan, 2014: 81)
Buzağı/inek emse de bir tas südü var, emmese de: Sabit geliri var. Yapılan işten
kâr edilse de edilmese de onun sabit geliri var. Kâr edilmesi, edilmemesi umurunda
değil. (KA, 2018: 103; Özturan, 2014: 81)
Buzdağımını çıkarmak: Bir şeyi paramparça etmek, onarılmazcasına
parçalamak. (Çınkır, 2016: 182)
Bühtan etmek: İsyan etmek. Örnek: Yusuf’u götürüp gurtlar yedi diye bühtan
ettiler. (Temiz, 2005: 100; Uzun vd., 2012a: 82)
Bünelek/büvelek dutmak: Büvelek denilen böceğin sığırları ısırması ve onların
sığınacak gölgelik ve ahır aramak için son sürat koşması. Büvelek gölgede, kapalı yerde
sığırları ısırmaz. (Aksu, 2013: 246; Özalp, 2008: 210)
Büngül büngül ağlamak: Sesli sesli ve bol gözyaşıyla ağlamak. (Özalp, 2008:
210)
Büngül büngül ganamak: Kan, kaynak suyunun kaynaması gibi akmak. Güçlü
bir şekilde ve devamlı akmak. (Özalp, 2008: 210)
Bürgü çalmak/çalınmak: Bürgüyle, bürümcükle örtünmek, bürünmek. (Özalp,
2008: 210)
Büyük büyüklüğünü, küçük küçüklüğünü bilmek: Büyükler, büyüklüğün icabını;
küçükler, küçüklüğün icabını bilmek. (Özturan, 2014: 77)
Büyük lafı dinlemek: Tecrübe sahibi büyüklerin lafını dinlemek. (Özturan, 2014:
77)
Büyük su dökmek: Tuvalet ihtiyacını gidermek. (Özturan, 2014: 77)
Büzüdü büzüdü gitmek: Büzülerek gitmek. Üşüyormuş gibi omuzları kaldırıp
beli kamburlaştırarak gitmek. (Özalp, 2008: 210)
Büzüdüğü galmak: Herhangi bir etkiyle ölmek, ölürken de vücut büzülüp
kıvrılmak. (Özalp, 2008: 210)
Büzündürük gibi: Büzündürüğe benzer. Büzülmüş gibi, tortop olmuş, boynunu
içine çekmiş halde olan. (Özalp, 2008: 210)
Büzzüğü balmumuna dönmek: Yapılan işten memnun olmak. (Özturan, 2014:
81)
Büzzüğü sıkmak: Zorluklara direnmek, karşı koymak, korkmamak. (Özturan,
2014: 81)
Caaart caaart gaba kağıt: Fazla atma. (Şen, 2006: 101)
Caba satmak: Gösteriş yapmak. (Özalp, 2008: 211)
Cabalı cubalı: Ele ayağa sığmayan, kontrolü güç olan. (Ekici, 2005: 67)
Cacık gibi göm göv olmak: Henüz olgunlaşmamış olmak. (Özturan, 2014: 81)
Cadı gibi: Cadıya benzer tarafı olan. (Şen, 2006: 101)
Cahil cemeke: 1. Cahil, bilgisiz kimse. 2. Cahiller topluluğu, gençler, hareketleri
cahilce olanlar. (Özalp, 2008: 211; Özturan, 2014: 81)
Caka satmak: Büyüklük, üstünlük taslamak. Örnek: Vergi kaçırıp da caka
satanın ödünü patlatmak yakışır sana. (Sarıyıldız, 2012: 203)

110
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Callan cort, ağabeylim zort: Rastgele, dengesiz, bastığı yeri bilmeyen, zart zurt
hareket eden, hareketleri oturaklı olmayan, sözleri istikrarsız, her hali rastgele,
uyumsuz, cıvık. (Özalp, 2008: 211)
Calp suya kesmek: Karın su özelliğine girmesi, ortalığın suyla kaplanması.
Karın ilkbahara doğru erirken tamamen sulanmış veya toprağın suya belenip iyice
cıvıklaşmış hali. (Özalp, 2008: 211)
Cambul cumbul: Islak, sulu. (Mercimek, ?: 2)
Camız gırıştırmak/tokuşturmak: Manda dövüştürmek, toslaştırmak. Örnek:
Döller, babam ölsün ki Millet Bahçesi’nde camız gırıştırıcılarmış, ben izlemeye
gidiyorum. (Bilgin, 2006: 54; Özalp, 2008: 211)
Camızın suya s..tığı gibi: Camız yani manda patavatsız bir biçimde pisler.
Bunun gibi, bazı insanlar da patavatsız konuşur. Hatır gönül düşünmez. Gönül kırar,
hatır yıkar ve insanları incitir. Bu tip insanların konuşma biçimini anlatmak için böyle
denir. (Özalp, 2008: 211; Özturan, 2014: 81)
Cami gapısı bilmeyip sofuluk taslamak: Namaz kılmayıp sofuluk taslamak.
(Özturan, 2014: 81; Şen, 2006: 101)
Can ciğer olmak: Birbiriyle içli dışlı arkadaş olmak. (Körük, 2005: 33)
Can derdine düşmek: Başkalarını bırakıp kendini kurtarmaya çalışmak. (Kozan,
2007: 219)
Can gözüyle incelemek: Dikkat ve ilgiyle bakmak. (Yalman, 1977: 516)
Can ummak: Can istemek. Örnek: Minaremiz can umuyor. (Uzun vd., 2012a:
79)
Cana can gatmak: Sevinci, mutluluğu artırmak. Örnek: Cana can katardın
Reyhan hemşire. (Sarıyıldız, 2012: 395)
Cana gelmek: Usanmak, bıkmak, dayanamaz hale gelmek, patlamaya varmak,
isyan edecek hale gelmek. (Okumuş, 2006: 166; Özalp, 2008: 212)
Cana/canına sinmek/sinmemek: İnsanın içine sinmek, beğenmek. (Gözükara-
Özalp, 2011a: 108; Özturan, 2014: 82)
Canciğer guzu sarması olmak: Çok iyi ahbaplık ediyor olmak. (Özturan, 2014:
81)
Cangalak basmak: Bir işi doğru düzgün yapmamak. Örnek: Cangalık bastı, heç
sorma. (Çınkır, 2016: 189)
Cangama etmek/çalmak/çıkartmak: Yüksek sesle ağız dalaşı yapmak, tartışmak,
gürültü etmek. Savaş mektubu anlamında olup Maraş’ta gürültü çıkarma anlamında
kullanılır. (Aksu, 2013: 246; Bilgin, 2007a: 70; Bulut, 1998: 95; Çınkır, 2016: 189; DS,
2009: 856; Derebent, 2015: 191; Erdem-Kirik, 2011: 328; Erşahin, 2011a: 71; Gökçe,
2014: 257; Gökhan-Koç, 2009: 316; Kapanoğlu, 2009: 131; Kaya-Kozan, 2003: 38;
Kılıç, 2008: 165; Kuyumcu, 1995: 145; Kurt, ?: 161; Mercimek, ?: 2; Okumuş, 2006:
183; Özalp, 2008: 41; Özalp, 2008: 212; Şen, 2006: 101)
Cangul cungul: Gürültü, çocuk gürültüsünü anlatır. (DS, 2009: 843)
Canı ağzına gelmek: Ölme noktasına gelmek. (Özturan, 2014: 82)
Canı ariye gidene gadar malı gitmek: Acıktığında doymam sanarak fazlaca satın
aldığı yiyecekleri yemeye başlayıp tıka basa doyduktan sonra hala içinde var olan kalan
yiyeceği de bitirme isteğinin önüne geçmek. Örnek: Git oğlum git, üzümü yiye yiye
neredeyse çatlayacağım lan. Ben kalanını bırakacağım, canım araya gidene kadar malım
araya gitsin. (Bilgin, 2006: 54)
Canı berk olmak: Tahammüllü, dayanıklı olmak. (Özturan, 2014: 82)
Canı çekinip çekinip çarpmak istemek: Hız alıp alıp kolunu kaldırıp geriye
çekerek bütün gücüyle vurmak istemek. (Özalp, 2008: 212)
Canı dinlenmek: Rahat etmek. (Erşahin, 2011a: 71)
Canı garar almamak: Sabredememek, tahammül edememek, bekleyememek.
(Özalp, 2008: 212)
Canı gırt gırt etmek: İçten içe üzülmek. (Özturan, 2014: 82)
Canı hulkuna gelmek: Usanmak. (Çınkır, 2016: 189; Yalman, 1977: 516)
Canı öksüz dağından gar istemek: Kendisiyle aynı durumda olandan yardım
istemek. (Polat, 2016: 46)

111
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Canı tez olmak: Çevik, çabuk, herkesten evvel davranmak. Hantal ve tembel
olmamak. Sabırsız olmak, beklemeye tahammül edememek. (Okumuş, 2006: 166;
Özalp, 2008: 212)
Canı yeğni olmak: Bir işi erinmeden, çabuk yapmak, hareketli olmak. Örnek:
Celil’im bambaşkaydı, canı yeğniydi der durur yengem. (Çınkır, 2016: 190; Özturan,
2014: 83)
Canım canım [iş dutmamak]: Seve seve, içten gelerek iş yapmamak. (Özalp,
2008: 212; Özturan, 2014: 83)
Canına [bağrına] tak etmek/demek: Sıkıntılara, zorluklara dayanamaz hale
gelmek. Örnek: Canına bağrına tak ettiği halde susuyordu. (Bilgin, 2007c: 108; Erşahin,
2011a: 71; Özturan, 2014: 83)
Canına car yetmek: İmdat, yardımcı gelmek. Kuvvet destek gelmek. (Özalp,
2008: 212)
Canına garezi olmak: Kendini yorarak canına eziyet etmek. (Özturan, 2014: 84)
Canına okumak: Dersini vermek. Hizaya getirmek. (Körük, 2005: 33; Özturan,
2014: 83)
Canına sazan olmak: Zor durumda kalan birinin ihtiyaçlarını karşılayacak durum
ortaya çıkmak. (Elife Akkurt)
Canına sine: Keyfine göre. Örnek: Canına sine iş yapıyor, hiç kimseye eyvallahı
yok. (Çınkır, 2016: 190)
Canına susamak: Ölümüne sebep aramak. (Özturan, 2014: 83)
Canına yandığım: 1. Kurban olduğum. 2. Allah’ın belası. (Özturan, 2014: 83)
Canına yetmek: İmdadına yetmek. (Özturan, 2014: 83)
Canından aziz bilmek: Canından daha kıymetli bilmek, canından daha fazla
değer vermek. (Özturan, 2014: 83-84)
Canından bezmek: Canından usanmak. (Özturan, 2014: 84)
Canından ileri tutmak: Kendinden daha çok sevmek. (Uzun vd., 2012c: 137)
Canını cendereye vermek: Birini maddi manevi aşırı sıkıntıya sokmak,
sıkıştırmak. Birine işkence, eziyet etmek, sıkıntı çekmesine sebep olmak. (Özalp, 2008:
212)
Canını dişine takmak: Son bir hamle yapmak. İş hususunda kendini zorlamak.
(Özturan, 2014: 84)
Canını gapmak: Canını hiçe sayar gibi sahiplenmek. (Özturan, 2014: 84)
Canını gısmak: İşe tam sarılmamak. (Özturan, 2014: 84)
Canını su etmek: İşi ağırdan alarak savsaklayarak karşıdakini rahatsız etmek.
Örnek: Canımı su etti anam. (Özalp, 2008: 212; Özturan, 2014: 83)
Canının derdine düşmek: Kendi başının çaresine bakmak. (Ahmet Yenikale)
Canının gıymetini bilmemek: Kendini fazla yıpratmak. (A. Kurt, 2017: 7)
Canının suyu çıkmak: Çok zahmet çekmek. (Özturan, 2014: 83)
Canıyla cebelleşmek: Canı ile uğraşmak, canının derdine düşmek. (Özturan,
2014: 84)
Canıyla dövüşmek: Sağlığı can verme durumunda olmak, zor ayakta durmak.
(Özturan, 2014: 84)
Canlı cenaze olmak: Ayakta zor durmak. (Körük, 2005: 33; Okumuş, 2006: 166;
Özturan, 2014: 85)
Canlı mizah: Varlığı, duruşu, yaptığı iş gülünecek olan kimse. (Özturan, 2014:
85)
Cansız goyundan süt sağmak: Olmayacak iş yapmak. (Karalar, 1998: 48)
Car car etmek: Sesli ve çok konuşmak. (Özturan, 2014: 85)
Car etmek/eylemek/istemek/ummak: İmdat etmek, yardım istemek, destek
beklemek. Örnek: Senden o kadar car umdum, ama bakıp başını bile sallamadın.
(Bilgin, 2006: 55; Atalay, 2008: 141; Çınkır, 2016: 190; Özalp, 2008: 212; Temiz,
2005: 698)
Carhada devrilmek: Aniden ve ayaktan düşmek, yorgunluktan, baygınlıktan
kendiliğinden düşmek. (Özalp, 2008: 212)
Cart curt etmek: Hava atmak. Gözdağı verir gibi konuşmak. (Özturan, 2014: 85)

112
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Cartada yırtılmak: Ses vererek aniden sesli bir şekilde yırtılmak. (Özturan, 2014:
85)
Cartayı çekmek: Ölmek, gebermek. (Çınkır, 2016: 191; Kaya-Kozan, 2003: 38)
Cartlağı yarılmak: 1. Güreşte yıkılmak, yenilmek. 2. Bir şeyin (minder, döşek)
karnı yarılmak, içi dışına çıkmak. (Özalp, 2008: 212)
Carttan curttan: Asılsız esassız. (Özturan, 2014: 85)
Cavık cıvık: Hoşa gitmeyeni bulup buluşturup yapılan uydurma yemek. (DS,
2009: 866)
Caya girmek: Bahse girmek. Örnek: Caya girelim mi? Ne dersin? (Çınkır, 2016:
191)
Cayır cayır para harcamak/saymak: Bedel olarak pek çok para harcamak.
(Özturan, 2014: 85)
Cayırtı gopmak: Silah sesi gibi bir ses çıkmak. (Özturan, 2014: 85)
Caykıl gitmek: Aniden düşmek. Örnek: Caykıl gitti. (Çınkır, 2016: 192)
Cebi delik: Parası yok. (Özturan, 2014: 85)
Cebilhanık gibi olmak: Açgözlü ve iştahlı olmak. (Elife Akkurt)
Cebinde yok beş guruş harçlık, şeyin/s..in vermiyor dışlık: Cebinde beş kuruş
parası olmadığı halde kadın-kız veya büyük işler peşinde koşan kimselere söylenir.
(Özalp, 2008: 212)
Cebine girene bakmak: Şana, şerefe bakmamak, cebine giren paraya bakmak.
(Özturan, 2014: 64)
Cec etmek/olmak: Tane haline koymak, saçılmak, dökülmek. Örnek: Yine mi
tespihim cec oldu çocuklar, hiç eliniz durmuyor. (Bilgin, 2006: 56; Caferoğlu, 1995:
163)
Ceceli keçisi gibi ötürmek: Sesli ishal olmak. (Özturan, 2014: 85)
Ceciği/cecikleri/cıcığı gevşemek: Kadın-kız veya menfaat, çıkar karşısında
gevşemek, iradesi zayıflamak; dolayısıyla suça meyletmek, kötü işler yapmak. Daha
önce istemediği bir şeylere karşı bazı sebeplerden istek duymaya başlamak. Örnek:
Yemeğin yanına iki de soğan gırdım mı herifin cıcığı gevşer vallaha. (Akbaş, 1985;
Bilgin, 2007c: 62; Kapanoğlu, 2009: 19; Özalp, 2008: 212-213; Özturan, 2014: 85; Şen,
2006: 101)
Cehenneme gadar yolu var: Defolup gitsin, bizden uzak olsun. (Gökçebey, 1999:
86)
Cehennemin dibi: Çok uzak ve gidilmesi uzak yer. (Gökçebey, 1999: 86)
Celbe dutmak: Grup tutmak, çete kurmak. (Özalp, 2008: 213)
Cellat etmek: Bir işe sebepçi aramak. (Erşahin, 2011a: 71)
Cellatı gibi olmak: Cellat gibi sert, tavizsiz, astığı astık, kestiği kestik olmak,
sözünü geçiren olmak. Örnek: Bak hele şu Memo’nun zibidisine, uyuz it gibi gittiydi,
cellat gibi olmuş gelmiş. (Bilgin, 2006: 56)
Cellattan can ummak: Görevi can almak olandan kendi canı için ricada
bulunmak. Cellada benzer insandan medet ummak. (Özturan, 2014: 85)
Cen cen etmek: 1. Köpek yavrusunun çıkardığı ses. 2. İnsanların zayıf sesle
rahatsız edici bir şekilde, ama kale alınmadan konuşmaları. (Özturan, 2014: 86)
Cendereden geçmek: Zorluklardan, sıkıntılardan geçmek. Sıkıntılar, perişanlıklar
geçirmek, bir sürü badire atlatmak, macera geçirmek. (Özalp, 2008: 213)
Cenderme gibi olmak: Çok sert, acımasız, zorba olmak. (Elife Akkurt)
Cened kanad etmek: Parça parça etmek. (Erşahin, 2011a: 71)
Cengir cengir etmek: Boşu boşuna konuşmak. (Elife Akkurt)
Cengir cengir etmek: Büyüklere karşı saygısız bir şekilde karşılık vermek.
(Özalp, 2008: 213; Özturan, 2014: 86)
Cenk donuna girmek/giymek: 1. Yapılacak işle ilgili iş elbisesini giymek. 2.
Çalışmaya, kavgaya ve her türlü sıkıntıya hazır olmak. Bütün hazırlıklarını yapıp işe
başlamaya hazır olmak. (Özalp, 2008: 213; Özturan, 2014: 86)
Cennette düğün olmak: Hem yağış olup hem güneş doğarsa cennette düğün
olduğu yorumu yapılır. (Özturan, 2014: 86)
Cepte cephane tükenmek: Parası bitmek, züğürt düşmek. (Şen, 2006: 101)
Cerek gibi: İnce ve uzun boylu. (Özalp, 2008: 213)
113
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ceren gibi/yapılı: Yeni boy atan, ince yapılı, boylu poslu, güzel olan, fiziği
düzgün. (Ekici, 2005: 37; Özalp, 2008: 213)
Cerre çıkmak: Eskiden gayr-i resmi hocaların para veya daha çok erzak
karşılığında, özellikle ramazanda köylere dağılıp imamlık ve müezzinlerinin karşılığı
olarak belirlenen ücretlerini halktan toplaması. Örnek: Eskiden Elbistan’daki hocalar
ramazan geldi mi Çukurova’ya giderlerdi, bayramdan sonra cerre çıkarlar paralarını alıp
gelirlerdi. (Bilgin, 2006: 57; Çınkır, 2016: 198; Kaya-Kozan, 2003: 40; Yalman, 1977:
410)
Ceviz çuvalı gibi şakırdamak: Çok konuşmak. (Arslan, 2011: 354)
Ceviz diker, gızılcık biter: Yaptığı işten istemediği sonucu alır. (Şen, 2006: 101)
Cezası bulanmak: Bir şeye heveslenmek, arzulamak, eskiden alıştığı bir şeyi
hatırlamak. (Özalp, 2008: 213)
Cezekârlık yapmak: Kârı ortak olmak üzere bir kumarcıya para verip kumar
oynatmak. (Özalp, 2008: 213)
Cıbalağı çıkmak: Sırılsıklam ıslanmak, iyice ıslanmak. (Çınkır, 2016: 209;
Dalkıran, 2005: 55)
Cıbıl cıbıl etmek: Çırılçıplak. (DS, 2009: 891)
Cıbıldız etmek: Bir şeyi bilerek saklamak, aldatmak. Örnek: Bizim parayı
cıbıldız ettiler. (DS, 2009: 4472)
Cıdıllı etmek/olmak: Birini, çıldıracak derecede çok kızdırmak. Deli gibi olmak.
(Özalp, 2008: 213)
Cıfıt olmak: Söz dinlemez hale gelmek. Bozulmak. (Özturan, 2014: 86)
Cığı dağılmak: Evi yıkılmak, ocağı sönmek, kötü duruma düşmek. (Çınkır,
2016: 202)
Cılıs inkar etmek: Hiç tereddüt etmeden, başka bir şekle ihtimal vermeden,
yüklenen bir suçu toptan ve fevri olarak reddetmek, yapmadığını söylemek. (Özalp,
2008: 213)
Cılk olmak: 1. Çok yorulmak, hiçbir yeri tutmamak. Yorgunluktan ayağa
kalkamayacak hale gelmek. 2. Yumurtanın bozulması. (Özalp, 2008: 213)
Cılkı/cılkını çıkmak/çıkarmak: Bir işi sulandırmak, seyrinden çıkartmak,
neticesiz hale getirmek. Özelliği bozulmak Örnek: Ya işin cılkını çıkarttın ha, bu kadar
da sulu olunmaz heri. (Bilgin, 2006: 58; Çınkır, 2016: 204; Özalp, 2008: 213)
Cıllım cırt olmak: İşe yaramaz hale gelmek, ezik, çürük olmak. (Özturan, 2014:
86)
Cıllısını yazmak: Bir kimseyi oyunbozan olarak ilan etmek. (Çınkır, 2016: 204)
Cımcılık etmek: Olabildiğince sulu hale getirmek. (Bilgin, 2007a: 186)
Cıncık bebek gibi: Cam bebek gibi, camdan yapılmış gibi, pırıl pırıl, çok güzel.
Yüzü kırmızı, üstü başı çok temiz çocuklar için söylenir. (Özalp, 2008: 213)
Cıngar/cingar çıkarmak: Birçok kişinin dahil olabileceği olayı başlatmak,
gürültülü bir dövüşe sebep olmak. Örnek: Şu İsmail de ne gıcık döl lan, her gün bir
cıngar çıkarmazsa rahat etmez. (Bilgin, 2006: 59; Bilgin, 2007c: 238; Çınkır, 2016: 213;
Kaya-Kozan, 2003: 40; Özalp, 2008: 214)
Cıngıl cıngıl ağlamak: Sesli sesli, biraz da başkalarını suçlayacak ve merhamet
celbedecek şekilde ağlamak. (Özalp, 2008: 214)
Cıngıldağı çıkmak: Çok ıslanmak. (Özturan, 2014: 87)
Cıngıllı püngüllü: Süslü püslü. (DS, 2009: 923)
Cır cır cırmalamak: Aşırı derecede çabalamak. Birilerini rahatsız edecek,
bıktıracak kadar uğraşmak, ısrar etmek, yapamayacağı bir şey için zorlamak.
Durmadan, devamlı tırmalamak. Bir işin yapılması için aşırı gayret göstermek. Kendini
paralamak, aşırı çaba sarf etmek. (Özalp, 2008: 214)
Cırık cücüğü gibi: Ufak tefek, cırık yavrusu gibi. (Özalp, 2008: 214)
Cırık gibi düşmek: Vurulmuş kuş gibi, bir yerden, tutunmaya fırsat bulamadan
aniden düşmek. Örnek: Cırık cücüğü gibi düştü. (Özalp, 2008: 214)
Cırlavuk olmak: Sabrı taşmak, beklemekten cırcır böceği gibi sesler çıkartmak.
Örnek: Ulan vereceğiz dedik işte, ne cırlavuk oluyorsun, akşam vakti cır cır böceği gibi
ötüp duruyorsun. (Bilgin, 2006: 59; Özalp, 2008: 213)

114
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Cırnazlık etmek: Sırnaşmak, arsızlık etmek, rahatsız edecek şekilde ısrar etmek.
(Özalp, 2008: 214)
Cıs cıplak galmak: 1. Üstü başı açık kalmak. 2. Parasız, pulsuz ortada kalmak.
(Erşahin, 2011a: 71)
Cıyındırık gibi olmak: Aşırı zayıflamak. (Özalp, 2008: 214)
Cızıdan çıkmak: Doğru yoldan çıkmak. (DS, 2009: 948; Özalp, 2008: 214)
Cibilliyeti bozuk olmak: Karakteri bozuk olmak. (Özturan, 2014: 87)
Cidal/cıdal çalmak: Ağız kavgası yapmak, tartışmak, nizah çıkarmak. Haklı olup
olunmadığı belli olmayan bir konuda, hak iddiasında bulunmak, hak iddia ederek
tartışmak, ağız kavgası yapmak. Örnek: Ne yavuz adamdı yahu, cidal çalmadığı adam
kalmadı nerdeyse. (Bilgin, 2006: 58; Özalp, 2008: 214; Özturan, 2014: 86)
Ciggel gibi: Çok zayıf, ufak tefek. (Özalp, 2008: 214)
Ciggir ciggir öttürmek: Sıkıştırmak, zorlamak. (Özturan, 2014: 87)
Ciğer acısı: Evlat. (Özturan, 2014: 87)
Ciğer canlı olmak: En yakınından en uzağına tüm akrabalarına bağlı olmak,
onları çok sevmek, onlar için her fedakarlığı yapmak. (Özalp, 2008: 216)
Ciğer gibi: Koyu kırmızı. (Özalp, 2008: 216; Özturan, 2014: 87)
Ciğeri beş guruş etmemek: Kalitesiz, değersiz olmak. (A. Kurt, 2017: 8)
Ciğeri bişmek: Çok sıcak olmak. (Ahmet Yenikale)
Ciğeri yanmak: Büyük üzüntü ve acı duymak. (Gökçebey, 1999: 84; Körük,
2005: 33; Okumuş, 2006: 166; Uzun vd., 2012a: 80)
Ciğeri/ciğerini dağlamak: Büyük bir acıya uğramak. (Gözükara-Özalp, 2011b:
221; Şen, 2006: 135; Uzun vd., 2012c: 81)
Ciğerini delmek: Kişiyi dayanılmaz bir acı içinde bırakmak. (Uzun vd., 2012a:
90)
Ciğerini gapmak: Candan ilgilenmek. (Özturan, 2014: 87)
Ciğerini sökmek: Zoru yaşatmak. (Özturan, 2014: 87)
Ciğerini yakmak: Sıkıntı içini yakmak. (Gözükara-Özalp, 2011a: 144)
Ciğerleri alışmak: Çok acı çekmek. (Çınkır, 2016: 214)
Cikir cikir emmek: Meme vs. bir şeyi sesli sesli emmek, somurmak. (Özalp,
2008: 214)
Cil gibi çekmek: Yavaş yavaş, sinsi sinsi, hissettirmeden sömürmek. (Özalp,
2008: 215)
Cim garnında bir nokta: Birilerine göre, büyüğe kıyasla çok küçük, cahil.
(Özturan, 2014: 87)
Cima çalgını: Zinaya bağlı hasta. (Özturan, 2014: 87)
Cimcik atmak: Cimciklemek, çimdiklemek. Örnek: Cimcik atmayı bile öğrenmiş
cadaloş. (Çınkır, 2016: 212)
Cin Ali gaşağısı vurmak: Göz boyar gibi kandırmaca iş yapmak. (Özturan, 2014:
87)
Cin arabası/atı: Bisiklet. (Bilgin, 2007a: 218; DS, 2009: 974; Şen, 2006: 101)
Cin atına binmek: 1. Bisiklete binmek. 2. Çok öfkelenmek, çatacak yer aramak,
sağa sola saldırmak. (Özalp, 2008: 215)
Cin çeliği/eniği/tokmağı: Anasının gözü. (Çınkır, 2016: 212)
Cin çocuğunu yitirir olmak: Ortalık aşırı karışık olmak. Bir şey bulunmaz halde
olmak. (Özturan, 2014: 87)
Cin düdüğü gibi bağırmak: İnce ve yüksek sesle bağırmak. (Özalp, 2008: 215)
Cin olmadan adam çarpmak: Yaşı küçük veya o meslekte yeni olmasına rağmen
insanları aldatmaya çalışmak. (ATKVE, 2011: 135; Özturan, 2014: 87)
Cin/cinin cücüğü: Diri, gözü açık, zeki çocuk. (Çınkır, 2016: 213; Kapanoğlu,
2009: 78; Özalp, 2008: 215)
Cincalapçı cücüğü: Küçük olduğu halde gözü açık, açıkgöz. (Özalp, 2008: 215)
Cini başına/depesine çıkmak: Kızmak, asabileşmek, sinirleri tepesine çıkmak,
aşırı derecede sinirlenmek, kavga çıkarmak için çok güçlü istek duymak. (Özalp, 2008:
215; Ahmet Yenikale)
Cini ciddiriği tutmak: Aşırı sinirlenmek. (Özturan, 2014: 87)

115
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Cinin yattığı yeri bilmek: Her şeyi bilmek. (Çınkır, 2016: 213; Özturan, 2014:
87)
Cininde cıdırında sevmemek: Biriyle yıldızı barışmamak, hiç sevmemek,
hoşlanmamak. (Özalp, 2008: 215)
Cip dadını gaçırmak: Fazla ileri gitmek. Yapılması hoş olmayan şeyin fazlasını
yapmak. (Özturan, 2014: 88)
Cip gırmızı: Çok kırmızı. Cip kelimesi sıfatların başına gelerek olumlu-olumsuz
anlamda "çok, fazla" manası verir. "cip bol", "cip az" gibi. (Özalp, 2008: 215)
Ciride çıkmak: At yarışına çıkmak, kalmak veya koşuya çıkmak. (Özalp, 2008:
214)
Cirit atmak: Ortalıkta durmadan dolaşmak. (Körük, 2005: 33; Okumuş, 2006:
166)
Cirit govmak: Çocuklar için, hızlı bir şekilde koşturmak. (Özturan, 2014: 88)
Cirlavuk şirketi: Dolandırmak için bir araya gelmiş ekip. (Özturan, 2014: 88)
Civ civ gitmek: Önünde hiçbir engel olmadan çabuk, rahat, hızlı hızlı gitmek.
(Özalp, 2008: 215)
Civan gibi: 1. Yeni gelişen, ince, narin, kibar genç. 2. Yeni ağaç, fidan, yeni
sürgün filiz. (Özalp, 2008: 215)
Civik civik aramak: Köşe bucak aramak, hiç gizli yer koymamacasına her tarafı
inceden inceye araştırmak, en ücra, en gizli yerlere kadar girip çıkmak. (Özalp, 2008:
215)
Civik civik sokulmak: Köşe bucak sokulmak. Gizli yerler bulup saklanmak.
(Özalp, 2008: 215)
Civindiz gibi gaybolmak: Kimseye hissettirmeden çabucak kaybolmak.
(Özturan, 2014: 88)
Cobulu çıkmak: Bollaşmak, çoğalmak. (Özalp, 2008: 216)
Cof cof eder şu keyiş, saz çalar bizim ibiş: Beş parasız olmak. Bir şeyin aslı
olmamak. (Akın, 2014: 41; Horasan, 1992: 208; Şen, 2006: 101)
Combul coş oynamak: Suda koşarak hoplayıp zıplayarak seke seke oynamak.
(Özalp, 2008: 216)
Cop atmak: Kızılan bir kişiye elleriyle hareket yapmak. Örnek: Sarıgüzel’de
öğretmenken bir öğrenci aniden rehber öğretmenin odasına girdi: “Hocam, şu çocuk
bana cop attı.” dedi. (Kapanoğlu, 2009: 21)
Copur copur emmek: Bir şeyi güçlü bir şekilde ve cop cop diye ses çıkararak
emmek. (Özalp, 2008: 216
Copur copur/corpada delmek: Delici bir aleti delinecek yere kuvvetle saplayıp
delik açmak. (Özalp, 2008: 216)
Coşa coşa çağlamak: Su, kabararak akmak. (Göçer, 2010: 73)
Cörül cörül akmak: Suyun meyilli bir yerden akarken çıkardığı ses. (Özalp,
2008: 216)
Cubbal cücüğü gibi: Ufak tefek, zayıf, çelimsiz. (Özalp, 2008: 216)
Cubbal gadar galmak: Çok küçülmüş, çok zayıflamış. (Özturan, 2014: 88)
Cubbal gibi: Çelimsiz, zayıf kimse. Örnek: Yav bizim torun var ya Ahmet
Kerem taman, çocukcağız cubbal gibi galmış. (Adem Pırnaz)
Culk culk yutmak: 1. Büyük lokmalarla yemek. 2. Çok acele, çabuk çabuk ve az
çiğneyerek yutmak. (Özalp, 2008: 216)
Culuk ayaklı olmak: Çok gezmek. (Özturan, 2014: 88)
Culuk cücüğü gibi: Hindi yavrusu gibi. Ağır, hantal, kilolu, tembel olup
düştüğünde kalkamayan, yardım bekleyen çocuklara denir. Hindi yavruları özellikle
sırtüstü düştüklerinde kalkamaz ve kaldıran olmazsa o vaziyette ölebilir de. (Özalp,
2008: 216)
Curruğunu çıkarmak: İyice tepeleyip ezmek. Ezerek peltesini, posasını, pestilini
çıkarmak. (Özalp, 2008: 216)
Cücüğü yuvaya goymak: Birileriyle birleşmek, zina etmek. (Özturan, 2014: 88)
Cücük çıkartmak: Para kazanmak, artırmak. (Özturan, 2014: 88)
Cücük yaymak: Hamilelikte dikkat hali. (Özturan, 2014: 88)
Cücükçülük yapmak: Faize para vermek. (Özturan, 2014: 88)
116
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Cümbür cemaat: Hep beraber, toplu olarak. (Şen, 2006: 101)


Çabam çabam çabalamak: Çok fazla uğraşmak, fakat bir sonuç alamamak.
(Dalkıran, 2005: 54)
Çadırı yanmış cingan gibi yaygara etmek: Ortalığı velveleye vermek, gürültü
çıkarmak. (Şen, 2006: 101)
Çağıl çağıl/cağıl cağıl/cıgıl cıgıl/cığıl cığıl akmak: Bol suyun sesli sesli akması.
(Bilgin, 2007a: 45; Erşahin, 2011a: 71; Özalp, 2008: 211; Uzun vd., 2012b: 159)
Çahıp conmak: Dövmek, her tarafına vurmak. (DS, 2009: 1040)
Çakıldak bağlamak: 1. Vücut, elbise, ev vs.nin çok kirlenmesi, çok pis olması. 2.
Katı bazı maddelerin buğday, mercimek, nohut, fındık vs. büyüklüğünde topaklanarak
bir yerde birikmesi. Bu durum insanlarda da hayvanlarda da olur. (Özalp, 2008: 218)
Çakıldak gibi: Çok, sık, bol. Sebze ve meyvelerin veriminin çok iyi olması.
Dallardaki meyve ve sebzelerin çok sık ve bol olması. Örnek: Çakıldak gibi elma, erik,
domates çıkmış. (Çınkır, 2016: 970; Özalp, 2008: 218)
Çakır çukur: Engebeli. Girintili çıkıntılı, düzgün olmayan, pürüzlü (yer, arazi,
yol vs.) (Özalp, 2008: 218)
Çakmak daşı gibi: Daha çok buğday için söylenmekle birlikte nohut, fasulye,
mercimek gibi taneli tahılların yabancı maddelerden iyice temizlenmiş, katkısız,
tertemiz olmuş halini anlatmak için kullanılır. (Özalp, 2008: 218)
Çal çapıt: Eski püskü, giyilmeyen, yer silmeye yarayan bez parçaları. (Özalp,
2008: 218)
Çal çene olmak: Ağız kavgası yapmak. (Okumuş, 2006: 166)
Çala coplama: Tam usta değil. Yarım yamalak iş yapar. (Özturan, 2014: 89)
Çala çala bir havaya dönmek: Tecrübe ede ede bir şeyi bellemek, düzgün bir
şekilde yapmaya başlamak. (Çınkır, 2016: 225; Okumuş, 2006: 152; Özturan, 2014: 89)
Çalgın çolak: Davranış bozukluğu, düzgün olmayan. (Özturan, 2014: 89)
Çalgın olmak: Çarpılmak. Sonradan akılca, bedence birtakım arızalara uğramak,
sakatlanmak. (Özalp, 2008: 218)
Çalgına dönmek: Ruh sağlığını yitirmişe benzemek. (Özturan, 2014: 89)
Çalı cızzığı gibi: Yazısı okunaklı değil. (Özturan, 2014: 89)
Çalımın para etmez: Havan beş para etmez. (Şen, 2006: 101)
Çalımından geçilmez olmak: Havasından geçilmez olmak. (Özturan, 2014: 89)
Çalının yırttığı, çobanın dürttüğü: İşe yaramaz adam. (Şen, 2006: 101)
Çalınıp ele geçirememek: Aceleyle, telaşla arayıp bulamamak. (Özalp, 2008:
219)
Çalıp çalıp azarlamak: Sık sık azarlamak. (Özturan, 2014: 89)
Çalıp kesesini yoklamak: Zarara uğrayıp uğramadığına bakmak. (Özturan, 2014:
89)
Çalıyı tepesinden sürümek: Bir işi tersinden yapmak. Lafı uygunsuz anlatmak.
Örnek: Huyu gurusun, çalıyı hep tepesinden sürür. (Arslan, 2011: 354; Çınkır, 2016:
227)
Çalinkar etmek: Cin çarpmaya uğramak. (Çınkır, 2016: 227)
Çaliydi çırpiydi amma evimidi, ayidi mayidi amma gocamıdı: Hikâyesi: Ayı
kadını kaçırır. Kadını beş on gün sonra kurtarırlar. Fakat kadın, ayının hizmetine
alışmıştır. Ona dayanamayarak bu sözü söyler. (Özturan, 2009a: 249)
Çalkalanıp durulmak: Serkeşlikten sonra durgun bir hayata başlamak. (Özturan,
2014: 89)
Çalkamaç akıllı olmak: Aklı gelip gitmek, gel-git akıllı olmak, doğru karar
verememek, hareketlerini ayarlayamamak, aklı oturaklı olmamak, tutarsız konuşmak,
bir sözü bir sözünü, bir işi bir işini tutmamak. Hafif akıllı olmak. (Özalp, 2008: 218)
Çalsa alışmaz olmak: Tahrik etse de harekete geçmemek. (Özturan, 2014: 89)
Çalsırt etmek: Bir kavgayı üstüne almak. Bir sorunda, gelişmede taraf olduğu
kesimin davasının gayretine düşmek. (Çınkır, 2016: 228)
Çaltak çultak: Biçimsiz. (Özturan, 2014: 89)
Çam isi gibi sinmek: Cuk diye oturmak, birbirine çok yakışmak. (Çınkır, 2016:
229)
Çam sakızı, çoban armağanı: Küçük hediyenin mazeret ifadesi. (Şen, 2006: 102)
117
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Çam yarması gibi: İri yarı. (Çınkır, 2016: 229)


Çamış gatır: İnat, direnç gösteren, karşı çıkmayı seven, yaygaracı. (Özturan,
2014: 89)
Çamla çırayla aramak: Yana yakıla aramak. (Özalp, 2008: 219)
Çamla çırayla arasa bulamamak: Kıymetli bir şeyi çok dikkatli bir şekilde
aramak, ama bulamamak. (Özturan, 2014: 89)
Çamur atmak: İftira etmek. (Özturan, 2014: 90)
Çamur çaylak: Sulu ve çok bulaşıcı çamur. Yağmurlu ve karların eridiği
zamanlarda ortalıkta oluşan çamurlu durum. (Özalp, 2008: 219)
Çamura basıp çalıya asmak/sermek: Elbiseleri çok kirletmek, ezmek, paçavrasını
çıkarmak, değer bilmemek, kıymet vermemek. (Dalkıran, 2005: 52; Özalp, 2008: 219)
Çamura çökmek: Bir işte zora girmek, işini götürememek. (Özturan, 2014: 89)
Çamura yatmak: Söylediği sözün arkasında durmamak. (Ahmet Yenikale)
Çapağını yüzüne sıvamak: 1. İyi temizlememek, temizliği tam yapmamak, kiri
tam çıkarmamak, kirleri, pislikleri temizleme yerine diğer yerlere de bulaştırmak,
üstünkörü temizlemek. 2. İşleri üstünkörü yapmak, berbat etmek. (Özalp, 2008: 219)
Çapanoğlu’nun abdest suyu gibi: İçeceklerin çok açık olması. (Özturan, 2014:
90)
Çaput çürüğü: Hanımın sözüne uyan erkek. Örnek: Adam adam değil, çaput
çürüğü. (Arslan, 2011: 354; Çınkır, 2016: 231; Özturan, 2014: 90; Şen, 2006: 102)
Çaput erkeği: Kadını karşısında varlık ortaya koyamayan erkek. (Özturan, 2014:
90)
Çaputlu şeytan: Kadının şerlisi. (Çınkır, 2016: 231; Özturan, 2014: 90)
Çarhıdı çıkmak: Kullanılamaz hale gelmek, çok eskimek, arızalanmak. (Çınkır,
2016: 233)
Çarı çaputu olmamak: Çok fakir olmak. (Ahmet Yenikale)
Çarığının yarısı içerde yarısı dışarıda olmak: Bir yerde fazla durmamak.
(Erşahin, 2011a: 71)
Çark şeytanı gibi: Cin gibi, açıkgöz, her taşın altından çıkan, her işin üstesinden
gelen, biraz da kötü işler yapıp yakayı ele vermeyen. (Özalp, 2008: 220)
Çarpanası çıkmak: Güneşte yanmaktan veya rüzgara maruz kalmaktan yüzün
rengini kaybetmesi, hatta kabuk bağlaması. (Özalp, 2008: 220)
Çarşıbaşı’nda bir yalan söyleyip hökümetin önünde kendi de inanmak: Söz,
ağızda dolaşırken farklılaşmak ve herkesin inanacağı hale gelmek. (Özturan, 2014: 90)
Çarşıbaşı’nda it de ölüyor: Sevilmeyen birinin ölümüne duyulan his. (Özturan,
2014: 90)
Çarşıdaki ete soğan doğramak: Ortada elle tutulacak, iş yapılacak hiçbir şey,
hiçbir imkan yokken birtakım hesaplar, planlar yapmak. (Özalp, 2008: 220)
Çavgınlayıp gelmek: Alelade, üstünkörü bakıp dikkat etmeden göz atıp gelmek.
(Özalp, 2008: 220)
Çavuş’un gatırı gibi: Yavaş iş gören kimse. (Hüseyin Korkmaz)
Çaya deri ıslamak: Çay içirmemek için yapılan oyalama, bahane. (Özturan,
2014: 90)
Çaydan devşirmemek/süpürmemek: Bir şeyi kolay, beleş kazanmamak. Örnek:
Halil emmi, biz parayı çaydan süpürmüyoruz. (Özturan, 2014: 90; Saime Pırnaz)
Çayı gayfesi içilir: Hatır gönül bilir, efendi. (Özturan, 2014: 90)
Çedene [içi] gibi: Zarif, zayıf, küçük insan. (Özalp, 2008: 220; Özturan, 2014:
90)
Çeke çalmak: Hesaba katmak, kaile almak, sözünü dinlemek, kıymet vermek,
adam yerine koymak. (Özalp, 2008: 220)
Çekinip çekinip çarpmak: Çekinip çekinip hız, kuvvet alıp alıp vurmak, kolu
yukarı kaldırıp veya geriye doğru çekip kuvvet alarak güçlü bir şekilde vurmak. (Özalp,
2008: 220)
Çekip çevirmek: Bir yönetimi, kişiyi dağınıklıktan, boşluktan kurtarıp düzene
sokmak. (Erşahin, 2011a: 71; Körük, 2005: 33; Okumuş, 2006: 166)
Çekirdeksiz incir: Zahmetsiz kazanç. (Özturan, 2014: 90)

118
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Çekirdekten yetme/yetişme: Küçüklükten öğrenme. (Arslan, 2011: 354; Özturan,


2014: 90; Şen, 2006: 101)
Çekiye çekmek: Hesaba çekmek, hesap sormak, sorgulamak, ifadesini almak.
(Mercimek, ?: 92; Özalp, 2008: 220; Özturan, 2014: 90)
Çektiği damar gurumak: Kendisine çekilen kimsenin soyu kurumak. (Özalp,
2008: 220)
Çem basmak: Konuyu kapatmak, olayı görmemezlikten gelmek. Örnek: Sen o
tarafa çem bas. (Çınkır, 2016: 241; DS, 2009: 1127; Şen, 2006: 102; Sultan Kamalak)
Çene yormak: Boş muhabbet etmek, şundan bundan konuşmak. (Körük, 2005:
33)
Çenedi/çenedini ayırmak: Bacağından tuttuğu canlıyı ikiye ayırmak. Örnek:
Adam gibi konuş, şimdi tuttuğum gibi çenedini ayırırım vallaha. (Bilgin, 2006: 72;
Çınkır, 2016: 243; Özalp, 2008: 221; Özturan, 2014: 91)
Çenesini zorlamak: Anlatmak, ikna etmek için çok fazla konuşmak. (Özturan,
2014: 91)
Çer böceği: Zararlı olan, zarar veren, yaramaz, insanları inciten kimse. (Özalp,
2008: 221)
Çer tutmak: Sevilmeyen birinin hastalamak. (Aksu, 2013: 248)
Çer yemek: Zehir yemek. (Özalp, 2008: 221)
Çerçi eşşeğinden usta olmak: Beceriksiz birisi eli maşalı birinin yanında
ustalaşmak. (Elife Akkurt)
Çet çet gonuşmak: Ters ters, uğursuz uğursuz, şom şom konuşmak. (Özalp,
2008: 221)
Çet gelmek: Ters, uğursuz gelmek. (Özalp, 2008: 221)
Çete bayramı gibi: Çok kalabalık, bayram yeri gibi. (Özturan, 2014: 91)
Çevirdik çevresi galdı, iki yanıyla yabası galdı: Yüzdük yüzdük, kuyruğuna
geldik. (Özalp, 2008: 221)
Çevrim çiçek dönmek: İnsan, kendi etrafında dönmek. (Aksu, 2013: 248; Özalp,
2008: 221; Özturan, 2014: 91)
Çezip belemek: Bir konuyu sık sık gündeme getirmek. (Özalp, 2008: 221)
Çıbalağı çıkmak: İyice ıslanmak. (Şen, 2006: 102)
Çıbık çıbık gonmak: Çok huylu, kibirli, akıl almaz derecede onuruna düşkün.
(Çınkır, 2016: 249)
Çıbık içmek: Sigara içmek. Örnek: Yedi tever kese diktim, Ali’m çıbık içer diye.
(Çınkır, 2016: 249)
Çıggacını çıkarmak: Öcünü, ahdini, intikamını, acısını almak. (Özalp, 2008:
221)
Çıgmışı olmak: Evliliklerde, özellikle nişanlı iken oğlan tarafının kız tarafına
verdiği her şey. (Özalp, 2008: 221)
Çıgmışını almak: Nişanlı iken ayrılık olması halinde, erkeğin kadına verdiği
takıları geri alması. (Özalp, 2008: 221)
Çığırı yitirmek: Yolu kaybetmek, çığırdan çıkmak. Örnek: Öyle edepsiz döller
adama çığırını yitirtirler de belanın içine düşersin sonra. (Bilgin, 2006: 75; Çınkır, 2016:
250; Kaya-Kozan, 2003: 48; Yalman, 1977: 517)
Çığşar daşmaz, gaynar bişmez: İş üretmeyen savsaklayan kimse. (Çınkır, 2016:
251)
Çıkıma durmak: Birçok kişi, belli bir alanda aynı anda yolma, galıç veya orağa
başlamak. (Özalp, 2008: 221)
Çıkrığın azası, gönlünün gezesi gelmek: İşten usanmak, doğru dürüst iş
çıkaramaz olmak, gönlü gezmek istemek, istirahat etmek istemek. (Özturan, 2014: 91)
Çıtırık ceviz: Aksi, ters inatçı, aşırı pazarlıkçı, geçimsiz insan. (Özalp, 2008:
221)
Çibidik çalmak: Alkış tutmak, alkış çalmak. (Kapanoğlu, 2009: 22; Şen, 2006:
102)
Çiftçi aldık adamı, başlamadan gırdı sabanı: İş yapsın, bize faydalı olsun diye
adam aldık, bize daha çok zararı oldu. (Akın, 2014: 39; ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com )
119
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Çiftçinin haberi yok, serçeler birbirini gırıyor: Çok telaşlı olmak. (Sultan Pırnaz)
Çiğ süt emmiş olmak: Soyca bozuk, yaradılışça kötü olmak. (Erşahin, 2011a:
71)
Çiğ yiyip bişik sıçmak: Abuk sabuk konuşmak. İnsanları inciteceğini
düşünmeden ileri geri konuşmak. (Özturan, 2014: 91)
Çiğ yumurta bişmemiş, adam eline düşmemiş olmak: Daha ham olmak,
yaşadıkça olgunlaşmak, hayattan çok şey öğrenecek olmak, toplum kendini
olgunlaştırmak. (Özturan, 2014: 91-92)
Çil yavrusu gibi gaçışmak: Dört bir yana dağılarak kaçmak. (Erşahin, 2011a: 71)
Çildir çildir bakmak: Küçük çocuk, yatırıldığı halde uyumamak. (Özalp, 2008:
221)
Çileye tutmak: Kilo almak, etlenmek, tavlanmak, şişmanlamak. (Özalp, 2008:
221)
Çimdin mi kel gız, tarandım bile: İşleri hızlıca yapma durumu. (Saime Pırnaz)
Çimiş çimiş gaşınmak: Özellikle yaralar, iyileşirken tatlı tatlı ve devamlı
kaşınmak. (Özalp, 2008: 222)
Çimiş çimiş/çisen çisen yağmak: Yağmur; yavaş yavaş, ince ince, ahmak ıslatan
gibi yağmak. (Özalp, 2008: 222)
Çingenenin garı boşadığı zaman: Akşam vakti. (Çınkır, 2016: 260)
Çinke vurmak: Fiske vurmak. (DS, 2009: 1229)
Çirişsi çirişsi kokmak: Çiriş kokusuna benzer koku gelmek. Bu koku
duyulduğunda yılanların uyandığı söylenir. (Özalp, 2008: 222)
Çirterip durmak/oturmak: Korkarak, utanarak, suçlanarak büzülüp durmak.
(Özalp, 2008: 222)
Çirtermesinden belli olmak: Hal ve hareketlerinden yapacağı iş belli olmak.
Örnek: Çirtermesinden belliydi zaten o haltı işlediği. (Çınkır, 2016: 262)
Çirtikli guruş etmemek: En kıymetsiz para bile etmemek. (Özturan, 2014: 92)
Çit çıbık sahibi: Zengin, varsıl. (Çınkır, 2016: 262)
Çitilde gezdirmek: Omzunda gezdirmek. (Özturan, 2014: 92)
Çivisi boşanmak: Elden, kontrolden çıkmak. (Özturan, 2014: 92)
Çizmeden yukarı çıkmak: Haddi aşmak. (Özturan, 2014: 88)
Çoban Şibil’in gelin yolu kesmesine dönmek: İş, hayal kırıklığına uğramak.
Hikâyesi: Atın üzerinde kocasının evine giden gelinin yerdeki keçi ya da koçu kaldırıp
atın boynunun üzerinden öbür tarafa koyması eski bir gelenektir. Bu gelenek en son
yöremizin ünlü milli güreşçisi Bekir Böke’nin ablası Selver Hatun tarafından amcası
oğlu Veli Efendi’ye gelin giderken yaşatılır. Olay Afşin’in Kabaağaç köyü ile mezrası
olan Akçırı arasında 1946 yılında yaşanır. Dede Böke’nin kızı ve Olimpiyat şampiyonu
milli güreşçi Bekir Böke’nin kız kardeşi olan Selver, amcasının oğlu Veli Efendi’ye
gelin gitmek üzere davul-zurna eşliğinde ata binmiş, yolculuk başlamıştır. Mezra ile köy
merkezinin arası ise 2 km.dir. Köyün açıkgöz çobanı Şibil Özdemir, bu gelenekten
yararlanıp ya bir koç kazanmayı ya da koçun değerinde para almayı ummaktadır.
Sürünün içinden kiloda ağır olan (62 kg) bir koç hazırlayıp heyecanla düğün alayını
bekler. En ağırını seçmesindeki sebep, gelin koçu attan inmeden kaldıramayacak, o
zaman ya koçu veya değerinde bahşiş alacaktır. Beklediği an gelmiş, çoban Şibil atı
durdurmuş, koçun ön ayaklarını kaldırıp geline uzatmış. Bekir Böke kardeşi Selver’e:
“Ha bacım! Ha bacım! Kendini göster, Böke ailesini düğün alayına karşı mahcup
etme!” demesiyle Selver gelin attan inmeden koçu tutup yerden kaldırdığı gibi hiç
zorlanmadan öbür tarafa bırakır. Bir alkış tufanı ile karşılanan Selver gelin yoluna
devam eder. Böylece Çoban Şibil Özdemir’in hayal ettiği hem koç hem de bahşiş suya
düşer. Ancak düğün sahibi, aynı zamanda çavuş namı ile anılan yörede sofrası açık,
tanınmış cömert bir kişi olan Mehmet Böke, mahzun olmaması için Çoban Şibil’e
bahşiş vermeden de edemez. Olay o günden beri unutulmayan anılar içine girip akıbeti
kötü olacak bir iş meydana geleceği zaman “İş, Çoban Şibil’in gelin yolu kesmesine
dönmesin.” denilip gülüşülür. (Demir, 2011: 66-67; Göçer, 2004: 63-64)
Çocuğu olmazsa ondan bilmek: Birini çok fazla korkutmak. Örnek: Çocuğum
olmazsa senden bilirim. (Özturan, 2014: 92)
Çocuk mezarı gibi: (Ayakkabı için) Kocaman. (Özturan, 2014: 93)
120
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Çocuk oyuncağı: Çok kolay. (Çınkır, 2016: 264)


Çocuk pisi sürmek: Yaşça büyük olduğu halde çocuk gibi hareket etmek. Örnek:
Çocuk gibi davranma. Bari uygun yerine çocuk pisi sürelim. (Özalp, 2008: 218)
Çocuk sidiği gibi: Suyun çok ince, az akması. (Özturan, 2014: 93)
Çocukçu başı deli Omar: Çocuklarla oynayan, çocuklar gibi davranan yaşlı
kimse. (Özalp, 2008: 222)
Çocukla çocuk, büyükle büyük olmak: Her seviyeden insanla uyum sağlamak.
(Özturan, 2014: 92)
Çocukları yuvadan uçurmak: Oğlan, kız evermek. Evi boşaltmak. (Özturan,
2014: 93)
Çoh desen de gedici, çüş desen de gedici: Bildiğini okuyan, söz dinlemeyen
kimse. (Çınkır, 2016: 264; Özturan, 2014: 93)
Çok çayır dişlemek: Çok tecrübe geçirmek, deneyimlerden geçmek, sıkıntılar
atlatmak, kurnazlaşmak. (Özalp, 2008: 222)
Çok yemiş garnı patlamış olmak: Şişko, aşırı kilolu olmak. (Özturan, 2014: 93)
Çoluğa çocuğa garışmak: Evlenmek, çocuk sahibi olmak. (Özturan, 2014: 93)
Çoluğu çocuğu, yanını yönünü almak: Çocukları çoğalmak, kendisine yardım
edecek yaşa gelmek. (Özturan, 2014: 93)
Çoluk çocuk sahibi olmak: Evlenmek, çocukları olmak. (Kılıç, 2008: 94)
Çom durmak: Dik durmak, tavrını korumak. Örnek: Koca öldü, ev yandı, gelir
yok. Gene de çom durdum, çocukları besledim. (Erdem vd., 2009: 2547)
Çom olmak: Dalı, yaprağı gitmek. Sırf gövdesi ve bedenleri kalmak. (Özalp,
2008: 222)
Çomak sokmak: Bir işe fitne bulaştırmak. (Okutucu, 2000: 13)
Çomruk [gibi] olmak: Tek başına kalmak, ailesini, çevresini, eşini dostunu
kaybetmek. Küçülmek, yaşlanmak, büzülmek. (Özalp, 2008: 222; Özturan, 2014: 93)
Çomu hoşaf olmak: Karmakarışık olmak, ortalık toza dumana bürünmek. Kimin
ne yaptığı belli olmamak. (Özalp, 2008: 222)
Çomunu çıkarmak: Kavlatmak. (Özturan, 2014: 93)
Çon olmak: Kütük olmak, kütük gibi olmak. Bedensiz, dalsız kalmak. Kolunu
dalını kaybetmek. Eli, kolu, ayakları tutamamak, bunları kullanamamak. (Özalp, 2008:
222)
Çor çocuk: Aile topluluğu. (Erşahin, 2011a: 71)
Çor olmak: Öksürüğe yakalanmak, soğuk almak. (Özalp, 2008: 222)
Çorap söküntüsü gibi: Birbiri ardınca. (Çınkır, 2016: 267)
Çoru tutmak: Sara krizine tutulmak. Örnek: Gene mi çoru tutmuş Hamza’nın.
Kele nereden tebelleş oldu bu hastalık gız. (Bilgin, 2006: 81; DS, 2009: 1273; Şen,
2006: 101)
Çot olmak: Yürüyemez olmak. (Çınkır, 2016: 268)
Çökeleği it derisine basmak: Değerli bir şeyi değersiz hale getirmek. Hikâyesi:
Elbistan'da hacca gidip ibadetinde olan bir hacı efendi, sol bir partiden belediye başkan
adayı olur. Camii çıkışında cemaatten oy ister. Cemaatin verdiği cevap ise çok nefistir:
“Sen çökeleği it derisine basmışsın.” (Şirikçi, 2006: 11)
Çökelek gibi: Birini rahatsız edercesine oturup kalkmak. Örnek: Çökelek gibi
çöktü meymenetsiz. (Çınkır, 2016: 269)
Çökelik derisi gibi: Kıvırcık saçlı. (Özturan, 2014: 94)
Çöl etmek: Uykuda yatağı ıslatmak, işemek. (DS, 2009: 1283)
Çömelen olmak: Tavukların bir çeşit hastalığa yakalanması. (Özalp, 2008: 223)
Çöp tükürüp eline vermek: Yanlış ve hileli hesapla birinin zarar görmesine
neden olmak. (Çınkır, 2016: 270)
Çöpten çalı/çele: Çok zayıf. Çok güçsüz kimse. (Özalp, 2008: 223; Saime
Pırnaz)
Çöreklenip galmak: İstenilmeyen bir yerde uzun müddet durmak, kalmak.
(Özalp, 2008: 223)
Çörü düşmek: Zayıf düşmek. Hastalık ve beslenememe dolayısıyla
gelişememek, çelimsiz kalmak. (Özalp, 2008: 223)

121
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Çötel çötel yürümek: Doğru düzgün yürüyememek, güçlükle yürümek. Örnek:


Çötel çötel yürümeye başladı trafik kazasından sonra. (Çınkır, 2016: 271)
Çubuk gibi: İnce dalan, uzun boylu. (Özturan, 2014: 91)
Çuha giymediğinden kenarını bilmemek: Görmediğini bilmemek. (Özturan,
2014: 94)
Çukura yitmek: Çıkmaza sokmak. (Özturan, 2014: 94)
Çukurda galmak: Çıkmazda kalmak. (Özturan, 2014: 94)
Çul çaput: 1. Eskimiş, çapıtlaşmış. 2. Horlanmış, 3. Paçavra. (Özalp, 2008: 223)
Çul gibi bitmek: Tarlaya ekilen tohumun tamamı biterek tarlayı kaplamak, sık
bitmek. (Özalp, 2008: 223)
Çul içinde küheylan: Dış görünüşü kötü ama içi iyi kimse. (Çınkır, 2016: 272;
Özturan, 2014: 94; Şen, 2006: 102)
Çul olmak: Yükünü çekmek. Örnek: Gurbet sırtımıza çul oldu edem. (Sarıyıldız,
2012: 34)
Çuldur etmek: Kapıp kaçmak. (DS, 2009: 1302)
Çuvalla lafı olmak: Çok konuşmak, lafı bitmemek. (Özturan, 2014: 94)
Çuvallar şaptiye çıktığı mevsim: Zahirenin bittiği mevsim. Kışın sonu. (Özturan,
2014: 94; Şen, 2006: 102)
Çürüğün delisi gibi: Deliliğe benzetme. Dağınık, pinti. (Özturan, 2014: 94)
Çürük çarık: İşe yaramaz. (Özturan, 2014: 94)
Çürük tahtaya basmak: Sonu tehlikeli bir işe girmek. (Şen, 2006: 102)
Çüş eşşeğine dönmek: Uslanmak, aklı başına gelmek. (Çınkır, 2016: 273)
D….. kebabı yapmak: 1. Soğuk günlerde güneşe çatını verip oturmak, zaman
öldürmek. 2. Harlı yanan ateşte bacaklarını açarak ısınmak, kızınmak. (Çınkır, 2016:
288; Özturan, 2014: 98)
D…..ı döşünde bitmek: Erkekleşmek, sözünü esirgememek, erkek gibi
davranmak. (Özturan, 2014: 98)
D…..ı gıllıya çatmak: Kendinden daha belalıya çatmak. (Özturan, 2014: 98)
D…..ı üç okka gelmek: İtibarlı, sözü dinlenir olmak. (Karalar, 1998: 49)
D…..ını gümüşlemek: Birine değer vermek. Bir şeyi istemek, rica etmek.
(Özturan, 2014: 98)
D…..ını okkalamak: Övmek, yaltaklanmak, birinin hoşuna gidecek söz
söylemek. (Çınkır, 2016: 288)
Daan demeden sabah/öğlen/akşam olmak: Vakit çok çabuk geçmek. (Elife
Akkurt)
Daancı olmak: Duyulan bir sözü unutmayıp her yerde abartarak söylemek. (Elife
Akkurt)
Daara çekmek: Asmak. (Yalman, 1977: 517)
Daban diremek: Direnmek, inat etmek. (DS, 2009: 1314)
Daban döşemek: Çok gidip gelmek. (Özturan, 2014: 95)
Daban patlatmak: Çok yol yürüyerek yorulmak. (Özturan, 2014: 95)
Dabanı gıçına değmek: Korkudan kaçarken çok hızlı koşmak. (Özturan, 2014:
95)
Dabanı yağlamak: Kaçmak. (Çınkır, 2016: 990)
Dabanını yıkmak: Birini ayağının altından dövmek, falakaya yatırmak. (Özturan,
2014: 95)
Dabanının altı aşınmak: Çok fazla yol yürümek, hareket halinde olmak.
(Özturan, 2014: 95)
Dabanının altı bişmek: Yürümekten ayaklarımın altı ağrımak. (Özturan, 2014:
95)
Dabaz olmak: Alerji olmak. (Özalp, 2008: 224)
Dabıl dubul: Yalınayak. (Mercimek, ?: 2)
Dadandığı yere darı ekmek: Birine yarar sağlamak ve isteklerini yaptırmak için
aynı kişileri kullanmak. Kendi isteklerini yapmaya mecbur gibi hareket etmek. (Polat,
2016: 62)
Dağ bayır dolaşmak: Dağda, bayırda gezip dolaşmak. Bir iş için çok dolaşmak,
çok yer gezmek veya rastgele, amaçsız, çokça gezip dolaşmak. (Özalp, 2008: 224)
122
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dağarcıkta unumuz, gıt gıt eder canımız: Yiyeceğimiz bir yerlerde durur, biz de
onu yemeyip bekleriz. Aklımız, fikrimiz, kalbimiz onunla meşgul olur. Canımız
istediği, bize sıkıntı verdiği halde onu yemeyiz. Bu da bizi boş yere meşgul eder.
(Özalp, 2008: 226)
Dağda domuzları eksik olmak: Varlıklı olmak, her şeyi var olmak. (Özturan,
2014: 94)
Dağdan gelip bağdakini govmak: Sonradan işe girmek, öncekilerin ayağını
kaydırmak. (Özturan, 2014: 94)
Dağdan serin durmak: Kaygısız olmak. (Göçer, 2004: 84)
Dağın delisi: İşi gücü olmadığı halde geç vakitlere kadar gezen. Örnek: Sen
nerdesin dağın delisi? Ellerin çocukları geleli saatler oldu. (Çınkır, 2016: 276)
Dağına gar yağmak/yağdırmak: 1. Umut bağladıklarının insanı sükutu hayale
uğratması, onlardan beklediğini bulamaması. 2. Saçları ağarmak. Örnek: Kara gözlüm,
dağıma kar yağdırdın, acımadın gözümün yaşına. (Bilgin, 2006: 85; Çınkır, 2016: 276;
Kaya-Kozan, 2003: 53)
Dağlar Memmed Ali çağırmak: İkna etmede çok zorlanmak. (Özturan, 2014: 94)
Daha canı sağ olmak: Bu kadar cömertliği ölünceye kadar yapamaz olmak.
(Özturan, 2014: 95)
Daha Hanya’yı Konya’yı bilmez, devenin gevişine güler: Kendi cahilliğine
bakmaz, başkasına sataşır. (Şen, 2006: 102)
Dahle gitsin: Boş ver gitsin. (Şen, 2006: 103)
Dahli geçmek/geçmemek: Birinin birine sözü, nazı geçmek/geçmemek.
Dediğini, istediğini yaptırabilmek/yaptıramamak. (Kuyumcu, 1995: 147; Özalp, 2008:
224)
Daire edip daire çevirmek: Korunmak istenen bir şey için, koruyucu kabul edilen
bazı sure ve ayetler okunup o şeyin etrafına çepeçevre üflenerek "Sur ettim, sur
çevirdim." veya "Daire ettim, daire çevirdim." denir. (Özalp, 2008: 227)
Dakıntı dakmak: Nişanda, düğünde gelin olacak kimseye altın cinsinden bir
şeyler takmak. (Özalp, 2008: 224; Özturan, 2014: 96)
Dakıp dakıştırmak: Zorlanarak da olsa ortaya bir şeyler koymak, süslenmek.
(Özturan, 2014: 96)
Dal bacak/d…..: Bacağı açık, çıplak. Ayağında don olmamak, donsuz. (Özalp,
2008: 224)
Dal gol olmak: Birini korumak, himaye etmek, kollamak. Birine yardımcı
olmak, öncülük yapmak, yol göstermek. (Özalp, 2008: 224)
Dala dakılık davar gibi ne bağırıyorsun?: Çok ağlayan çocuklara söylenir.
(Çınkır, 2016: 280)
Dalak dalak yağ bağlamak: Kat kat, üst üste yağ bağlamak, aşırı yağlanmak.
(Özalp, 2008: 225)
Dalap olmak: Dişi hayvan çiftleşmek istemek, erkek istemek. (DS, 2009: 1334;
Özalp, 2008: 225; Özturan, 2009b: 266; Özturan, 2014: 96)
Daldan eğme değil, kökten sürme olmak: Bir işi sonradan öğrenme değil,
temelden kapmış olmak, çekirdekten yetişmek. Örnek: Bu meslek, daldan eğme değil,
kökten sürme olarak ustalarını yetiştirme fırsatını bulmuştur. (Bilgin, 2007b: 154;
Özalp, 2008: 225)
Daldan eğme: Sonradan eğilme, sonradan olma, sonradan görme, görgüsüz.
Temelinde bir şey olmama, nesi varsa sonradan olma. (Özalp, 2008: 225; Özturan,
2014: 96)
Dalına binmek/düşmek: 1. Birinin peşine düşmek, kovalamak. 2. Birini
sıkıştırmak, rahatsız etmek. 3. Birinin açığını aramak, zarar vermek. (Özalp, 2008: 225)
Dalına dakmak: Bir elbiseyi giymemek, o elbiseyi eleştirmek. (Elife Akkurt)
Dallayıp püllemek: Bir şeyin dallarını, yapraklarını kesmek, doğramak,
budamak. (Özalp, 2008: 225)
Dalyan gibi: Çok uzun boylu. Örnek: Maşallah dalyan gibi adammış, boyu evin
tavanına değer de geçer bile. (Bilgin, 2006: 86)
Dam deliği, dana büzzüğü: İş yapmayan tembel kadın, kız. (Özturan, 2014: 96)

123
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dam demek, darı dememek: Nuh deyip Peygamber dememenin Maraşçası.


(Çınkır, 2016: 282; Özturan, 2009b: 330; Özturan, 2014: 96)
Dam s..ine, mertek g..üne olmak: Kaygısız olmak, hiç bir şey umurunda
olmamak. (Özturan, 2014: 96)
Dam üstünde saksağan, vur beline gazmayı: Alakası olmayan bir laf
söylüyorsun. (Şen, 2006: 102)
Dama duvara sığmaz olmak: Çok geveze olmak. (Özturan, 2014: 96)
Damağı cuflamak: Kanı kaynamak, kanı ısınmak. Örnek: Damağım cufladı ne
yalan söyleyeyim. (Çınkır, 2016: 282; Özturan, 2014: 96)
Damağı şipirdemek/takılamak/takıldamak: Yemeğe, mala, makama, şöhrete
karşı bir şeyi çok istemek, bir şeye heveslenmek, arzu duymak, aşırı arzu, heves ve
isteğe kapılmak, iştahlanmak, iştahı kabarmak, kuvvetli istek duymak, ağzının suyu
akmak. Örnek: Şimdi damağın takıldıyor, ama ben evvelden sana dediğimde yüzünü
ekşitiyordun. (Bilgin, 2006: 86; Özalp, 2008: 225)
Damarına basmak: Birinin hassas olduğu konuların üzerine gitmek. (Özturan,
2014: 96)
Dambıra g..lü: Zayıf, kalçası dar. (Özalp, 2008: 225)
Damda duvarda durmamak: Çok geveze olmak. (Özturan, 2014: 96)
Damdan düşük gibi olmak: Her tarafı ağrır olmak. (Özturan, 2014: 97)
Damdan/eşşekten düşeni bulmak: Düştüğü sıkıntıyı daha önce yaşamış birini
bulmak, ona akıl danışmak. Örnek: Bana eşşekten düşeni bulun. (Özturan, 2014: 62;
Adem Pırnaz)
Damla damla düşmek: Yağmur, gözyaşı tane tane dökülmek. Örnek: Damla
damla düştüm yanaklarına. (Sarıyıldız, 2012: 143)
Damlayıp düşmek: Bir yere hemen gelmek. (A. Kurt, 2017: 8)
Dana dili gibi: İnce, narin. (Özalp, 2008: 225)
Dangır dangır dangırdamak/etmek: Sürekli ve yüksek sesle, bağıra çağıra
konuşmak. Örnek: Git lan şuradan, dangır dangır edip durma, vallaha bir kalkarsam
ayağımın altına alırım seni. (Bilgin, 2006: 87; Özalp, 2008: 226)
Dangırdayıp durmak: Devamlı yüksek sesle konuşmak. (Özalp, 2008: 226)
Danışık danışmak: Bir konuda akıl danışmak, fetva istemek. (Özturan, 2014: 97)
Dank etmek: Aklı başına gelmek, akla getirmek, fark etmek. (Çınkır, 2016: 285;
Kaya-Kozan, 2003: 55)
Dar çıkmak: Daralmak. (Atalay, 2008: 131)
Dar gün: Az gün, yetersiz gün, zamanın kafi gelmediği gün, sıkıntılı gün.
(Özturan, 2014: 97)
Dar vakit: Sıkışık zaman. İşlerin çok, vaktin az olduğu an. İşlerin az zamana
sıkıştırılması gerektiği vakit. Akşama yakın bir zaman. (Özalp, 2008: 226; Özturan,
2014: 97)
Dar yere d…..ını gıstırmak/sıkıştırmak: Çok sıkıntılı olmak. (Özalp, 2008: 226;
Özturan, 2014: 97)
Dara durmak: Saygı göstermek. (Aksu, 2013: 249)
Dara düşmek: Bir müşkülat karşısında çaresiz kalmak, fakir düşmek, parasız
kalmak. Örnek: Mahmut, bu aralar çok dara düştüm, çoluk çocuk aç susuz kaldı.
(Bilgin, 2006: 88; Özalp, 2008: 226)
Daraltı gelmek: Ruhu sıkılmak. (Özturan, 2014: 97)
Darendelinin çerçi eşşeği gibi kokmak: Aşırı koku sürünmek. (Özturan, 2014:
102)
Darende'nin topalına Hindistan'da rastlamak: Darendelilerin her yere gidip iş
yaptıklarını belirtmek için söylenir. (Özalp, 2008: 229)
Darı b..una dadanmak: Külfetsiz, zahmetsiz kazanmaya, menfaat sağlamaya
alışmak. (Özalp, 2008: 224)
Darısı bulaşmak: Mutluluk başkasına bulaşmak. (Özturan, 2014: 97)
Darısına yatmak: Olmasını istediği bir şeyi düşünmek. (Özalp, 2008: 226)
Darıyandı oynamak: Sürekli ayakta durmak, oturmamak. (Özalp, 2008: 226)
Darphane gibi çalışmak: Çok para kazanmak. (Özturan, 2014: 97)
Darz çekmek: Naz, kahır, yük çekmek. (Özalp, 2008: 227)
124
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dasdingil galmak: Kimsesiz, sahipsiz, yarı çıplak kalmak. (Özalp, 2008: 227)
Daş atıp da golu yorulmamak: Çalışıp kazanmamak. Bedavadan mala konmak.
(Kuyumcu, 1995: 39; Özturan, 2014: 97)
Daş atmak: Söz atmak, söz vurmak, söz dokundurmak. (Özturan, 2014: 97)
Daş çatlasa: En kötü ihtimalle. (Şen, 2006: 111)
Daş değmiş it gibi gaçmak: Hızlı koşmak. (Özturan, 2014: 97)
Daş üstüne daş goymak: İş yapmak, işi büyütmek. (Özturan, 2014: 97)
Daş yerinden oynamak: İş olur hale gelmek. (Özturan, 2014: 97)
Daşa kâr etmek ona kâr etmemek: Söz dinlememek. (Özturan, 2014: 97)
Daşı atıp başını altına dutmak: Taşı atıp başını altına tutacak kadar sinirlenmek.
Kendini kaybetmek. Deli gibi hareket etmek. Öfkesinden ne yapacağını bilememek,
kendine zarar verici hareketlerde bulunmak. (Özalp, 2008: 227; Özturan, 2014: 97)
Daşı gediğine goymak: Yerinde laf konuşmak. (Göçer, 2004: 112; Göçer, 2007:
192; Göçer, 2010: 68; Özturan, 2014: 98)
Daşı sıktı mı suyunu/ununu çıkarmak: Becerikli olmak, her işin üstesinden
gelebilmek. (Erşahin, 2011a: 77)
Daşlık gibi gızarmak: Koyu kırmızı renge girmek, bürünmek. (Özalp, 2008: 227)
Daştan yumuşağını yemek: Yemek seçmemek, dişinin keseceği her şeyi yemek.
(Özturan, 2014: 98)
Datdırı datdırı gelmek: Hesaplaya kitaplaya gelmek. (Özturan, 2014: 98)
Datlı ekmeğini acı etmek: Tatlı ekmeğini yenilmez etmek. Riske girerek ağzının
tadını bozmak, kendi eliyle rahatını bozmak. (Özturan, 2014: 98; Adem Pırnaz)
Datlı gelmek: Nezakete, adaba uygun hareket etmek. Hikâyesi: Kız gelin gider,
ama baba evine sık sık gelir. Babası kızının sık sık gelmesinden, ağzının tadı kaçar
düşüncesiyle rahatsız olur ve “Gızım datlı gel.” der. İş uzar, söz uzar, kız küser.
Babasının evine seyrek gelmeye başlar. Böyle seyrek gelmelerin birinde baba: “Hoş
geldin, datlı geldin” der. Kız hatasını anlar. (Özturan, 2009a: 246-247)
Datsız tarhana: Güleç olmayan, somurtkan, huysuz çocuk. Bazen azarlama,
bazen da iltifat için sevgiyle söylenir Örnek: Gel buraya seni datsız tarhana. (Özalp,
2008: 224)
Davar damı gibi: Basık yer. (Özturan, 2014: 98)
Davar gibi yayılmak: Bulduğunu yemek, helal haram dememek. (Özturan, 2014:
98)
Davara gitmek: Bir kazanç elde edememek. Boşuna çalışmak. (Özturan, 2014:
98; Şen, 2006: 103)
Davarı bize güttürüp telemeyi ele yedirmek: İşi kendilerine yaptırmak, ama işin
kârlı yanını başkalarına vermek. (Karalar, 1998: 49)
Davasını çalmak: Hak aramak, hakkını aramak, hakkını istemek. (Özalp, 2008:
227; Özturan, 2014: 95)
Davayı sulhta goymak: Anlaşmazlığı çözmek, iki tarafın kavgasını önlemek.
(Özturan, 2014: 95)
Davulcu o…uğu: Güçsüz. Bir şey ifade etmez. Kimse tarafından fark edilmez.
(Özturan, 2014: 98)
Davulla düğün tutmak, melçiğini g..üne gıstırmak: Hem herkesin içinde, ortalık
yerde bir şeyler yapıp hem de yaptığı işi gizlemeye, insanların anlamamasını sağlamaya
çalışmak. (Özalp, 2008: 227)
Davulu soluna dövmek: İşleri hep tersine yapmak, olumsuz şekle sokmak. Suyu
yukarı doğru akıtmaya çalışmak. Yolu yokuşa sürmek. (Özalp, 2008: 227)
Davulunu çalmak: Başkasını övmek, reklamını yapmak. (Özturan, 2014: 98)
Dayak yiye yiye bir hoş olmak: Dayak yemekten aklı bir hoş olmak. (Özturan,
2014: 99)
Debdiği/debdiceğizi keçe, emeği/emekçeğizi heçe: Boşa kürek çekmek gibi.
Plansız, programsız, hedefsiz iş yapan kimseler için “Bütün çalışmaları, emekleri boşa,
eline hiçbir şey geçmez" anlamında kullanılır. (Özalp, 2008: 228; Özturan, 2014: 101)
Dededen, atadan böyle mi görmek: Büyüklerinden işin doğrusunu öğrenmek.
Örnek: Ne yapıyorsun kardeşim sen? Biz dededen, atadan böyle mi gördük? (Sarıyıldız,
2012: 273)
125
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dedesini düşünde görmek: Kendisinden beklenmeyen iş yapmak. (Özturan,


2014: 99)
Dedesiyle inne değişmek: Birine yaşının çok büyük olduğunu ifade etmek. (Elife
Akkurt)
Dediği dedik, çaldığı düdük olmak: İnadından sözünün dışına çıkmamak.
(Özturan, 2014: 99)
Def yarıldı, maymun yoruldu: İşler bitince yorgunluklar, bitkinlikler,
bıkkınlıklar ortaya çıkar. Çalışırken işin verdiği heyecanla, hevesle bunlar fark edilmez.
(Özalp, 2008: 228)
Defteri dürülmek: Unutulmak, öldürülmek. (Alparslan-Yakar, 2009: 88; Irmak:
2013: 208; Kaya-Kozan, 2003: 56; Yalman, 1977: 414)
Defterini dürmek: (Birinin, bir şeyin) Hesabını görmek, işini bitirmek, öldürmek,
yok etmek. Örnek: Ecel gelip defterimi dürmeden geçip giden baharlarda bul beni.
(Avcı, 2008: 111; Bilgin, 2006: 90; Çınkır, 2016: 293; Gözükara-Özalp, 2011a: 181;
Kaplan, 2017: 40; Kurt, ?: 27; Okumuş, 2006: 128; Özalp, 2008: 228; Özturan, 2009b:
331; Şen, 2006: 103)
Değen yer duvar olmak: İsabet ettirememek. (Özturan, 2014: 99; Şen, 2006:
103)
Değerine değmezine bakmamak: Fiyatını, değerini bulmadan satmak. Değerini
bulup bulmadığına bakmadan, değerinden daha düşük fiyata satmak. (Özalp, 2008: 226)
Değirmen gibi yemek: Çok yemek, sürekli yemek. (Özturan, 2014: 99)
Değirmen sele/selintiye gidip şakşakısını/çakıldağını aramak: İş çığırından
çıkmak, her şey bitmiş, batmış olmak, ama hala işin fakında olmamak, eğlence peşinde
olmak. (Göçer, 2010: 19; Özalp, 2008: 226)
Değirmenci beygiri gibi yatmak: İş yapmamak, çalışmamak. (Özturan, 2014: 99)
Değirmenden çıkmışa dönmek: Üstü toz toprak olmak. (Özturan, 2014: 95)
Değirmene vardım derdimi yanmaya, değirmen başladı hırıl hırıl dönmeye:
Birilerine derdimi anlatmaya, çare aramaya gittim, onlar benden önce dertlerini
anlatmaya başladılar. (Özalp, 2008: 226-227)
Değirmenin abarasından aşağı atsa diri çıkmak: Kurtulması imkansız olarak
kabul edilen durumdan kurtulan dayanıklı ve güçlü kimse olmak. (Çınkır, 2016: 304;
Özturan, 2014: 99)
Değiş olmak: Naklolmak, yer değiştirmek. (DS, 2009: 1402)
Değiştiğine değmemek: Başkasını kendine tercih ettiğine değmemek. (Özalp,
2008: 203)
Değiştirdiğini yitiren abdala dönmek: Eldeki, avuçtakini yitirmek. (Çınkır, 2016:
306)
Değme babayiğit: Beribenzer olmayan babayiğit. (Özturan, 2014: 99)
Değneğin sapına tükürmek: Değneği, sopayı ele almak. (Özalp, 2008: 226)
Değneğini suya batırmak: Yılın bol, bereketli ve yağışlı geçmesini çoban
aracılığı ile Allah’tan istemek. (Ertekin, 1997: 110)
Deh düşmek: Farkına varmak, dikkat etmek, yaramazlık yapmamak, rahat
durmak. (Çınkır, 2016: 295)
Dek durmak: Rahat, uslu durmak, yaramazlık yapmamak. Örnek: Dek
durmayana depik olmazmış derler. (Bilgin, 2006: 90; Çınkır, 2016: 295; Kaya-Kozan,
2003: 56; Özalp, 2008: 228)
Dek/denk düşmek: Bir şeye tam karşılık olarak gelmek, rast gelmek. Örnek: Dek
düştü gerçekten. Hani derler ya tencere yuvarlandı kapağını buldu diye, aynen öyle
oldu. (Çınkır, 2016: 295; Şen, 2006: 102)
Deldah etmek: 1. Yerleştirmek, toparlamak. 2. Değiş tokuş yapmak. (Özalp,
2008: 228)
Deleme gibi dönmek: 1. Acıdan kıvranmak, bir darbeden dolayı kendi etrafında
dönmek. 2. Çok telaşlı bir şekilde işini takip etmek. (Özalp, 2008: 228; Özturan, 2014:
103)
Deli bayrak: Yüksek sesle, patavatsızca konuşan. (Özturan, 2014: 100)
Deli börkü/kürkünü devre giymek: Ortalığı birbirine katmak, devirmek.
(Özturan, 2014: 100)
126
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Deli dese deli, akıllı dese akıllı olmamak: Kendisi akıllı olmak, ama yaptığı iş
akıllı işi olmamak. (Özturan, 2014: 100)
Deli farlak: Çabuk parlayıp sönen, alası dışında tutarsız. (Çınkır, 2016: 297)
Deli gavurun gabırlık gezdiği gibi: Sürekli arayış içinde gezmek, dolaşmak.
(Özturan, 2014: 100)
Deli gız ağıtı: Durmaksızın yağan yağmur. (Çınkır, 2016: 297)
Deli gız yapığı gibi: Çok karışık. (Özturan, 2014: 100)
Deli Melemir gibi olup akıllıya hasret galmak: Konuşmaları, davranışları ve
insanlarla ilişkileri genel kabul görmüş ilkelerin dışında olmak. (Çınkır, 2016: 297;
Özturan, 2014: 100)
Deli mi deplek mi?: Ne olduğu bellisiz. Akıllı değil. (Özturan, 2014: 100)
Deli sevindiren gibi: Deliye uygun delilik yapmak. Deliye, benden daha kötüsü
varmış dedirtecek şekilde. (Özturan, 2014: 100)
Deli Vannis işi: Aptal tüccar işi. Hikâyesi: Deli Ohannes’ten geliyor olmalı.
Delivannis, adını deliye çıkarmıştır. On meteliğe aldığı kavunu dokuz meteliğe satar,
ama terazi hilesiyle kar eder. Bundan dolayı kârsız, üstelik zararına satış yapana Deli
Vannis derler. (Çınkır, 2016: 297)
Deliği yakın dilki gibi: Bir zarar verip kaçan ve hemen bir yerlere saklanan, ilk
fırsatta yeniden ortaya çıkan ve bu işi sık sık tekrarlayan kimse. (Özalp, 2008: 228)
Delikli guruş etmemek: Değersiz olmak. (Özturan, 2014: 101)
Deliliği dutmak: Aşırı sinirlenmek, kontrol dışına çıkmak. (Özturan, 2014: 101)
Delinin aklına daş düşürmek: Kötü niyetli kimselerin eline koz vermek. Birine
bilemeyeceği, düşünemeyeceği şeyleri öğretip daha fazla kötülük yapmasına, zarar
vermesine sebep olmak. (Özalp, 2008: 228)
Delinmedik/oyulmadık gabağa girmek: Çok kurnaz olmak, yapılması imkansız
şeyleri bile yapmak. (Özalp, 2008: 228; Özturan, 2014: 216; Adem Pırnaz)
Delisi dutmak: 1. Bir şeye bağımlı olmak. Bir şeyin zararı dokunmak. 2.
Davranışları kötüleşmek. (Barış Karaköse; Saime Pırnaz)
Deliyi bulup değneğine galmak: Deli yokken deliye değnek aramak. Bir şey
hazır değilken onun ayrıntılarını hazırlamaya çalışmak. (Özturan, 2014: 100)
Dellek gibi dolanmak: Hiçbir iş yapmadan, avare avare, boş boş ortalıkta dolaşıp
durmak. (Özalp, 2008: 228)
Dellek gibi: Uzun boylu. Hamam tellağı gibi yarı açık gezmek. (Özalp, 2008:
228; Özturan, 2014: 101)
Dem sürmek: Rahat bir hayat yaşamak. Örnek: Az yaşayıp dem sürmesi yeğ
imiş. (Atalay, 2008: 153)
Dember dember dönmek: Herhangi bir sebeple duyulan şiddetli acıyla
kıvranmak. (Özalp, 2008: 229)
Demir kertiği gibi: Çok sağlam, noksansız yapılan muamele. (Özalp, 2008: 229)
Demir leblebi: Zor adam, yanılması, ikna edilmesi zor insan. (Özturan, 2014:
101)
Demiri yumuşak: Huyu güzel, yumuşak tabiatlı, hoşgörülü, uzlaşmacı, başkaları
ile iyi geçinen, sevecen. (Özalp, 2008: 229)
Dengine düşürmek: Tavına düşürmek. (Özalp, 2008: 229)
Denizde gum, onda para: Zengin, kuru parası çok. (Özturan, 2014: 103)
Denize girse gurutur: Uğursuz, beceriksiz. (Arslan, 2011: 354; Özturan, 2014:
103; Şen, 2006: 103)
Densizlik etmek: Gevezelik etmek. (Özturan, 2014: 99)
Depdim keçe oldu, sivrilttim külah oldu; gey başına, get işine: Hikâyesi: Çocuğu
keçeciliğe vermişler. Çocuk akşam olup da eve gittiğinde annesi, “Bir şeyler öğrendin
mi oğlum?” demiş. Çocuk da “Bunda ne var ki deptim keçe oldu, sivrilttim külah oldu,
gey başına get işine.” diye cevap vermiş. (Özturan, 2009a: 213)
Depesi atmak: İfade edilemeyecek kadar sinirlenmek. (Şen, 2006: 103)
Depikçisi guvvetli: Tahrik edeni fazla. (Şen, 2006: 103)
Derde dutulmak: Önemli bir hastalığa yakalanmak. (Özturan, 2014: 101)
Derdine derman, yarasına melhem olmak: Sıkıntısına çare olmak. (Erşahin,
2011a: 71)
127
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Derdini deşmek: Sıkıntı duyduğu konuları öğrenmeye çalışmak, hatırlatmak.


(Özturan, 2014: 102)
Derdini dışına vurmak: Sıkıntısını başkalarına açmak, sıkıntısını gizli olmaktan
çıkarmak. (Özturan, 2014: 102)
Derisi dolu derdi olmak: Çok fazla derdi, sıkıntısı olmak, tükenmez derdi olmak.
(Özalp, 2008: 229)
Derisi yuka: Fakir. (Özturan, 2014: 102)
Derisini yüzmek: Birini çok zor durumda bırakmak, perişan etmek. Örnek: Daha
ne alacaksın? Adamın bir şeyi yok, derisini mi yüzeceksin? (Göçer, 2010: 133; Özturan,
2014: 102)
Derma yazmak: Derma denilen deri hastalığının üzerine kopya kalemiyle "Em
ebremû ermen fe-emmâmübrimûn." yazmak. (Özalp, 2008: 229)
Dert Deli Ahmet'in başına: Herkes işten, sıkıntıdan, mesuliyetten kaçar. Bütün
yük ya iyi niyetli, merhametli ya da çok saf kimselerin başına kalır. (Özalp, 2008: 229;
Özturan, 2014: 102)
Dert delisi: Hastalıktan kurtulamayan. (Çınkır, 2016: 304)
Dert diyene marat demek: Bir kimse, bir olayda alttan almamak, olayı daha çok
körüklemek. (Çınkır, 2016: 304)
Dert dutmak: Sıkıntıya düşmek. Bir şeyin sıkıntısını yaşamak. (Özturan, 2014:
102)
Dert küpü: Sıkıntısı çok kimse. (Özturan, 2014: 102)
Dert yürekte düğün gibi, her gün açsan bugün gibi: İçe atılan derdin tazeliğini
koruması. (Özturan, 2014: 102)
Dertli dertli ağlamak: Sıkıntılı, üzüntülü bir biçimde ağlamak. Örnek: Dertli
Memo, dertli dertli ağlıyor. (Kozan, 2007: 214)
Deve arayıcısı: Sofra kuruluyken gelen misafir. (Çınkır, 2016: 308)
Deve dişi gibi: İtibarlı, sözü geçen, etkili nüfuzlu. (Özalp, 2008: 230)
Deve gevişine gitmek: Galıçla ekin biçerken işçiler yan yana durup yarışırcasına
hızlı çalışmak. (Özalp, 2008: 230)
Deve kinli olmak: Kini büyük olmak, kinini hiç unutmamak. (Özalp, 2008: 230;
Özturan, 2014: 102)
Deve potuğunun ardından gitmek: Büyük, küçüğün arkasından gitmek. (Özturan,
2014: 103)
Deve tabanı gibi başında gidip gelmek: Yanında sürekli dolaşarak rahatsız
etmek. (Özturan, 2014: 102)
Devenin nalbanda baktığı gibi bakmak: Yardım edecek gibi bakmamak.
(Özturan, 2014: 103)
Devenin üstünde guduz dalamak: Ne kadar yüksekte dursa da ne kadar korunsa
da dertler, sıkıntılar kendisini bulmak. (Özalp, 2008: 230)
Deveyi gucağına alıp garıncaya binmek: Büyük, kârlı işi bırakıp küçük işle
ilgilenmek. (Akın, 2014: 40; Gökçebey, 1999: 82; Horasan, 1992: 207)
Deveyi hamuduyla yutmak: Haksız kazanç sağlamak. (Arslan, 2011: 355;
Özturan, 2014: 103)
Devlet düşkünü: Zenginken fakir olan, çok varlıklı yaşarken bir anda muhtaç
hale düşen. (Özturan, 2014: 103)
Deyişat söylemek: İrticalen şiir söylemek. Örnek: Deyişat söyleyerek mazisini
canlı tutardı her dem. (Gözükara-Özalp, 2011a: 70)
Dıbık atmak: Kazık atmak, kazıklamak. (Özalp, 2008: 230)
Dıdısının dıdısı: Çok uzak akraba, akrabasının akrabasının akrabası. (Mercimek,
?: 93; Özalp, 2008: 230; Özturan, 2014: 103)
Dıkberim olmak: Gök gürültüsü, top, bomba sesinden korkup sıçramak,
titremek. Örnek: Çocuk dıkberim oldu. (DS, 2009: 1454)
Dıldırık gibi: Gayet ince, arkasını hemen gösterecek durumda olan, kolayca
yırtılabilen, çok ince bez vs. (Özalp, 2008: 230)
Dımırı atmamak: Gönülsüz, içinden gelmeyerek. (Bilgin, 2006: 95)
Dıngırcını avlamak: Bir olayın ayrıntısını öğrenmeye çalışmak. Örnek:
Dıngırcını avlamazsa gözüne uyku girmez. (Çınkır, 2016: 314)
128
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dır dır etmek: Çok konuşmak. (Ahmet Yenikale)


Dırava çalmak: Dava etmek, iddia etmek, hak iddia etmek. (Özalp, 2008: 230)
Dırnağı yer dutmak: Tutunmak. (Özturan, 2014: 103)
Dırnağına daş değsin istememek: En küçük zarar görsün istememek. (Özturan,
2014: 104)
Dırnağıyla gözünü kör etmek: Çok yavuz, çok tehlikeli olmak. (Özturan, 2014:
29)
Dırnak dutmak: Durumu iyi bir hale gelmek. (Mevliye Pırnaz)
Dış gapının dış mandalı: Çok çok dışarı. Kimsenin dikkate almadığı. (Özturan,
2014: 104)
Dış gapıya goymak: İşe yaramayanı gözden çıkarmak. (Okumuş, 2006: 166)
Dışarı gitmek/yelmek: Evliyken başka bir kadınla ilişki kurmak. Örnek: Şuna
bak ya, eline geçirmiş de gül gibi avradı sanki onun hakkını avucuna koyuyormuş gibi
bir de dışarı gitmeye dadanmış. Hay senin gibi beyinsizlerin aklına turp suyu sıkayım.
(Bilgin, 2006: 95-96; Kaya-Kozan, 2003: 60; Özalp, 2008: 230)
Dışarıya seğirtmek: Aniden bulunduğu yerden dışarı çıkmak. Örnek: Yerinde bir
defa hopladıktan sonra dışarıya seğirtti. (Bilgin, 2007c: 62)
Dışı eli yakar, içi beni yakar: Dışarıdan bakıldığında herkesi kıskandıracak kadar
güzel, içyüzü sahibi için üzücü. (Özalp, 2008: 230; Özturan, 2009a: 219)
Dışı galaylı, içi vayvaylı: Dış görünüşü iyi, pırıl pırıl, ama içi harap, çok kötü.
Dışarıdan çok iyi görünen, yakınlık kuruldukça, yakından tanıdıkça kötülükleri ortaya
çıkan kimse. (Özalp, 2008: 231; Özturan, 2014: 104)
Dışı güzel dağ elması: Dağ elması gibi dışı güzel, ama içi bozuk, sert, tatsız.
(Özturan, 2014: 104)
Dışına yalaz: Her şeyi dışında, pisliğinin hepsi dışında. (Özturan, 2014: 104)
Dışlığı gaçmak: Vakit geçmemek. (Fadık Pırnaz)
Dışlığı gelmek/gelmemek: Dışarı, eşin dostun yanına çıkıp ferahlama isteği
duyacak kadar canı sıkılmak. Örnek: Böyle uyuşuk uyuşuk oturmanız benim dışlığımı
getirdi. (Arslan, 2011: 354; Bilgin, 2006: 96; Çınkır, 2016: 315; Derebent, 2015: 192;
Kaya-Kozan, 2003: 60; Özalp, 2008: 231)
Dışlık ağacı: Kadın anlamında olup genellikle küçük çocuklarla ve bekârlarla
dalga geçmek için söylenen söz. (Aksu, 2013: 250)
Dibe dilik, dibi delik olmak: Hayrını, faydasını görmemek. (Özalp, 2008: 231)
Dibi başı bir olmak: Her tarafı aynı olmak. (Özturan, 2014: 104)
Dibi dibacesi: Sonu, aslı astarı aynı. (Özturan, 2014: 104)
Dibil dibil etmek: Yavaş yavaş, aheste aheste hareket etmek. (Özalp, 2008: 231)
Dibildeyip durmak: Yavaş yavaş çabalayıp durmak. (Özalp, 2008: 231)
Dibine sağlam olmak: Abdestini tutmak. (Özturan, 2014: 104)
Dibine yanmak: Bir işin olması için kendini zorlamak. Örnek: Dibine mi
yandın? (Özturan, 2014: 104)
Dibini dövdürmek: Kadın için fuhuş yapmak. (Özturan, 2014: 104)
Dibiyle başıyla gitmek: Sermayesi dahil her şeyiyle gitmek. (Özturan, 2014:
104)
Didim dırnak biriktirmek: Zor şartlar altında biriktirmek. (Özturan, 2014: 105)
Dikatılı düşmek: Uyurken veya uyanıkken şiddetli bir şekilde irkilmek. (Bilgin,
2006: 97; Özalp, 2008: 231)
Dikbalan olmak: Aniden dikkat kesilmek. (Özturan, 2014: 105)
Dikeç gibi: Zayıf, ince ve dimdik duran kimse. (Özalp, 2008: 231)
Diki diki ederim/yaparım ha!: Parçalayarak öldürürüm, parça parça ederim.
(Özturan, 2014: 105; Şen, 2006: 103)
Dikicik gibi ortada galmak: Hiçbir şeyi, kimi kimsesi olmaksızın ortada kalmak.
(Özalp, 2008: 231)
Dikili ağacı/çitili olmamak: Yoksul olmak, elinde avucunda bir şey olmamak.
(Özturan, 2014: 105)
Dikili/dipili düşmek: Aniden ortaya çıkmak. Örnek: Mestan, beş yıldır gayıptı.
Dün akşamüstü dipili düştü. (Çınkır, 2016: 323; Selahattin Kamalak)
Dikine yukarı gitmek: İnatlaşmak. (Şen, 2006: 103)
129
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Diktiği giyilmek, pişirdiği yenmek: Hamarat olmak. (Kozan, 2007: 211)


Dil ağız vermemek: Ağır hastalık, baygınlık gibi çeşitli sebeplerden dolayı
konuşamamak. (Özalp, 2008: 231)
Dil damak: Sözü tatlı, üslubu tatlı insan. Örnek: Adam dediğin böyle dil damak
ola ki konuşurken ağzından bal damlıyor sanasın. (Bilgin, 2006: 98; Özalp, 2008: 231)
Dil dibeği, [değirmen söbeği]: 1. İnsanı kandıracak şekilde konuşan kız çocuğu.
2. Çenesi düşük, çok konuşan. (Dalkıran, 2005: 55; Özalp, 2008: 232; Özturan, 2014:
105; Şen, 2006: 102; Şen, 2006: 103)
Dil otu yemek: Ağzı laf yapmak, güzel, düzgün ve ikna edici konuşmak. Örnek:
Zeliha teyzemin küçük kızı Dilek, büyük adamların bile konuşamayacağı kadar güzel
konuştuğu için herkes ona “aman anam bu kız dil otu yemiş” derdi. (Bilgin, 2006: 98;
Özalp, 2008: 232; Özturan, 2014: 105)
Dil uzun, g.. çepenis: Dili uzun, çok konuşuyor, iyi şeyler söylüyor, ama arkası,
pratiği yok, arkası boş. Ortada bir şey yok. (Özalp, 2008: 232)
Dilbazlık etmek: Tatlı dili ile herkesi kandırmak. (Dalkıran, 2005: 55)
Dilden özlemek: Gönülden özlemek. Örnek: Hacı bibin seni dilden özlüyor.
(Bilgin, 2007c: 163)
Dile düşmek: Hakkında kötü sözler söylenmek. (Körük, 2005: 33; Okumuş,
2006: 166)
Dile tabire sığmamak: Çok özel olmak. (Kılıç, 2008: 167)
Dileği eksik dilemek: Gerçekleşmesi istenilen bir şeyi eksik söylemek. Hikâyesi:
Topal lakaplı Gökahmetler’in Hüseyin Efendi, Maraş Harbi’ne gidince annesi Habibe
nine, “Oğlum sağ salim gelsin de bir tarafı eksik gelsin.” der. Akabinde maalesef
Hüseyin Efendi ayaksız gelir. Hüseyin Efendi’nin karısı da “Gelsin yeter ki şu
çocuklarım ölsün!” der. Hüseyin Efendi gelince iki çocuğu ölür. Bu nedenle bu söz
söylenir. (Demir, 2011: 115-116)
Dilencilik bellettim sana, gapı bırakmadın bana: Ustasının yanında kısa bir süre
çalıştıktan ve mesleğin inceliklerini tam olarak öğrenmeden kendine iş yeri açan ve
ustanın emeğine mani olacak hareketlere girişen çıraklara ustanın söylediği bir deyim.
(Çınkır, 2016: 320; Özturan, 2014: 105)
Dilene devşire biriktirmek: Zor şartlarda mal biriktirmek. (Özturan, 2014: 105)
Dilenip deşirmek: Dilenerek toplamak. (Özalp, 2008: 232; Özturan, 2014: 105)
Dili aşınmak: Çok konuşmak. (Özturan, 2014: 106)
Dili boğazına akmak: Korkudan konuşamamak. (Çınkır, 2016: 320; Karalar,
1998: 50; Özturan, 2014: 105)
Dili burnuna yetmek: Dili uzamak, her şeye aklı yeter olmak. (Özturan, 2014:
105)
Dili çalık: Konuşması bozuk, peltek konuşan. (Kaya-Kozan, 2003: 61)
Dili dibinden çekilmek: Çok konuşmak, ona buna hakaret etmek, diliyle
insanları rahatsız etmek. (Özalp, 2008: 232)
Dili dönmemek: Yanlışsız söyleyememek, konuşamamak. (Çınkır, 2016: 578)
Dili gırılmak: Dili bozulmak, dilini olduğundan farklı göstermek. İstanbul
Türkçesi ile konuşmaya çalışmak, ama başaramamak. (Bilgin, 2007a: 32)
Dili gısalmak: Konuşmayı azaltmak. (Özturan, 2014: 105)
Dili her şeye dönmek: Her iftirayı atmak. (Özturan, 2014: 105)
Dili hıfzetmek: Dili, kötü söz, yalan vs.den korumak. (Özalp, 2008: 232)
Dili sulu olmak: Konuşkan, tatlı dilli olmak. (Özalp, 2008: 232)
Dili sulu, memeği kör olmak: Bir konuda yardım etmesi beklenen bir kimsenin o
konu hakkında güzel konuşmalar yapması fakat iş icraata gelince kendisinden beklenen
maddi ve manevi yardımı yapamaması. Örnek: Ünal ağabeyi yirmi yıldır tanırım. Ona
fazla bel bağlamayın dernekçilikte. Onun dili sulu, memeği kördür. (Çınkır, 2016: 320;
Özturan, 2014: 105; Faruk Zülkadiroğlu)
Dili şişmek: Konuşacak birini bulamamaktan konuşacakları birikmek,
konuşmamaktan içi sıkılmak. (Özturan, 2014: 105)
Dili uygun olmak: Konuşmaya yatkın olmak. (Okumuş, 2006: 166)
Dili uzun olmak: Konuşkan olmak. (Körük, 2005: 33)

130
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dili varmamak: Konuşmaya çalışmak, ama konuşamamak. (Körük, 2005: 33;


Okumuş, 2006: 166)
Dili yağlı, eli bağlı: Dilinde var, elinde yok. Diliyle çok iltifat eder, ancak eliyle
bir şey vermez/yapmaz. Dili yağlı, çok güzel şeyler söylüyor. Çok ümitler dağıtıyor,
ama arkası yok, eliyle bir şey vermiyor. Cimri. (Özalp, 2008: 232)
Dilin kemiği yok ki batsın, her tarafa döner: Dil her tarafa döner. İyiyi, doğruyu
da söyler, kötüyü de. Lehte de konuşur, aleyhte de. Önünde bir engel olmadığı sürece
böyle devam eder. (Özalp, 2008: 232)
Dilinde olmak: Bilmeyen, konuşmayan olmamak. Örnek: Dünkü olay, bir
Maraş’ın dilinde. (Özturan, 2014: 70)
Dilinden çekmek: Konuştuklarından zarar görmek. (Özturan, 2014: 106)
Diline dolak etmek/dolamak: Bir şeyi çok sık söylemek. (Çınkır, 2016: 320;
Okumuş, 2006: 166)
Diline gıl dolaşmamak: Önünde hiçbir engel olmamak. Ağzı boşa gelip
konuşmak, iyi konuşmak, iyi hatip olmak, çok seri konuşmak. (Özalp, 2008: 232)
Diline pelesenk olmak: Dilinde tespih gibi çok konuşulur olmak. (Özturan,
2014: 106)
Diline yavuz: Konuşmaya, hakarete, sövüp saymaya yavuz. (Özalp, 2008: 232)
Dilini dibine çekip oturmak: Konuşmamak, konuşmadan oturmak. (Özturan,
2014: 106)
Dilini dişini çiğnemek: Korku veya çekinme -hatır kırmamak için vs.- yüzünden
karşısındakine bir şey söyleyememek, karşılık vermemek. (Özalp, 2008: 232)
Dilini yutmak: Konuşamamak. (Kozan, 2007: 219; Körük, 2005: 33)
Dilinin cürmünü çekmek: Önceden konuştuklarının zararını çekmek. (Özturan,
2014: 106)
Dilinin ucuna gelmek: Hatırlamaya çalışmak, aklına getirmek. (Körük, 2005: 33;
Okumuş, 2006: 166)
Dilki deliğine sığmamış, guyruğuna çalı bağlamış: Bir yere zoraki sığınan,
rahatsızlık veren kimsenin, aynı yere başkalarını da getirmeye kalkması. Kendisi sığıntı
olduğu halde birilerini daha getirmesi. (Özalp, 2008: 232)
Dilki gibi dönüp dolaşmak: Bir işin peşine düşmek, durmadan dolaşmak.
(Özturan, 2014: 106)
Dilki mevlidi: Metninde soytarılık, hicviye ve gevezelik bulunan şiirleştirilmiş
hikâyelere denilir. Örnek: Köroğlu hikâyesi olmaktan çıkmış dilki mevlidine dönmüş.
(Çınkır, 2016: 321; Özturan, 2014: 106)
Dilki sancısı tutmak: Bir işten kaytarmak için yalancıktan hastalanmak, bahane
üretmek. (Özalp, 2008: 232)
Dilki şafağı: Günün çok erken saatleri. Örnek: Önünde eşeği omzunda tahrası
dilki şafağında ormana gidiyordu. (Çınkır, 2016: 320; Özturan, 2014: 106)
Dilkinin guyruğunun ağ yeri: Çok kurnaz insan. (Özturan, 2014: 106)
Dilli dibek: İnsanı kandıracak şekilde güzel konuşan. (Özturan, 2014: 107)
Dilli dişli, kekiç başlı olmak: Çok şey bilmişler için -çocuklarda- kullanılır. Hem
konuşkan hem de diretmeyi, kafa tutmayı, iş yapmayı, boyun eğmemeyi bilmek. (Özalp,
2008: 232-233)
Dilli dişli: İyi, güzel konuşan. (Özalp, 2008: 232)
Dilli düdük etmek: Bir insanın, bir kimsenin bütün gizli taraflarını, sırlarını,
hatalarını, kusurlarını, suçlarını ortaya dökmek. Çok çok, bol bol dedikodusunu
yapmak. Dile düşürmek. (Özalp, 2008: 233)
Din iman bir miltan gitmek: Çok sinirlenmek. Gözü bir şey görmemek. (Elife
Akkurt)
Dinde yayan, imanda piyade olmak: İnanç yönünden zayıf olmak. (Çınkır, 2016:
322; Özturan, 2014: 107)
Dinden imandan çıkmak: Çok öfkelenip yasak olan şeyleri yapmak. (Körük,
2005: 33; Ahmet Yenikale)
Dinelen tutmak: Bitkilerin durduğu yerde kurumasına yol açan hastalığa maruz
kalmak. (Çınkır, 2016: 322)

131
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dinelip galmak: Görülen bir haksızlık, hakaret, kötülük veya çirkin bir işten
dolayı şaşırıp ne yapacağını bilemeyerek ayakta şaşkın bir şekilde kalakalmak. (Özalp,
2008: 233)
Dingama çalmak: Münakaşa etmek, tartışmak, ağız dalaşı yapmak. Boş sözlerle
ortalığı karıştırmak. Tartışmak, bağırıp çağırmak. (Özalp, 2008: 233)
Dingil dingil dingildemek: Dingildemek. Olduğu yerde titrer gibi hareket etmek,
kıpırdanmak. (Özalp, 2008: 233)
Dingiline çıkmak: Bir şeyin en üst noktasına, tepesine, doruğuna çıkmak.
(Özalp, 2008: 233)
Dingiş gibi: Dimdik ve zayıf insan. (Özalp, 2008: 233)
Dini bütün: İmanlı, dinin gereklerini yerine getiren kimse. (Yalman, 1977: 518)
Dini imanı taya goymak: Din ve imanı bir tarafa koymak. (Özturan, 2014: 107)
Dini polatlı olmak: (Okumuş, 2006: 166)
Dini yok, imanı gıt olmak: Müslümanlığı yok, inancı zayıf olmak. (Özturan,
2014: 107)
Dinine gadar doldurmak: Çok fazla doldurmak. (Özturan, 2014: 107)
Dinini yıkmak: Yalan yere yemin edip din hayatına zarar vermek. (Çınkır, 2016:
323; Özturan, 2014: 107)
Dinleyip g..üne çalmak: Dinlemek, ama gereğini yapmamak. (Özturan, 2014:
104)
Dinsiglere sokulmak: Kuytu, karanlık, en gizli yerlere saklanmak, girmek.
(Özalp, 2008: 233)
Dipçiğini delmek: Bir şeyin sonunu getirmek, sonuna kadar gitmek, gizli bir şey
bırakmamak, her şeyi öğrenmek, tüketmek, bitirmek. (Özalp, 2008: 233)
Dipli köşeli olmak: Malına çok bağlı olmak ve onu herkese vermekten
çekinmek. Örnek: Dipli köşeli olmuş. Eskiden böyle değildi. Belli ki hanımının sözüne
uymuş. (Çınkır, 2016: 323)
Dipsiz ambar, boş külek: Maddi yönden oldukça güçlü olunan bir evde ya da iş
yerinde savruk davranılması neticesinde ortaya çıkan durum. (Çınkır, 2016: 323-324;
Özturan, 2014: 107)
Dirdibik dutturmak: Birisini sıkıştırmak, ne yapacağını şaşırtmak, şaşkına
çevirmek. (Çınkır, 2016: 324)
Dirile çatlamak: Göz gördüğü halde elden bir şey gelmemek. Bir şey
yapamamanın acısını, stresini çekmek. (Özalp, 2008: 233)
Dirisi beş para etmeyenin ölüsü bin para etmek: Yaşarken önemi olmamak,
öldüğünde kıymetlenmek, değere binmek. (Gökçebey, 1999: 83)
Dirseğine vurmazsa sokum düşmemek: Zorlamayınca yedirmeyi sevmemek.
(Özturan, 2014: 107)
Dirsek göstermek: Tehdit etmek, dışlamak. (Özturan, 2014: 107)
Diş çalmak: Koparmayacak derecede ısırmak, dişlemek. Örnek: Anne, kim bu
elmaya diş çalmışsa o yesin. (Bilgin, 2006: 99; Özalp, 2008: 233)
Diş dırnak meydana getirmek: Zor şartlarda büyütmek, elde etmek. (Özturan,
2014: 107)
Diş göstermek: Korkutmaya çalışmak, sırtarmak. (Çınkır, 2016: 325; Mercimek,
?: 116)
Diş kirası: Verilen davete icabet edenlere yemekten sonra verilen armağan.
Örnek: Salih amca mevlide davetli herkese kendi imalatı olan keser, muştu ve künkü diş
kirası olarak verdi. (Çınkır, 2016: 325)
Diş yazmak: Dişi ağrıyan için bir kağıda "Yâ Şem'ûn!" yazarak, gözlü harflerin
gözünden çiviyle bir yere çakmak. (Özalp, 2008: 233)
Dişi azmak: İhtilam olmak, rüyada cünüp olmak. (Özalp, 2008: 233)
Dişi b.. kesmez olmak: Uğradığı bir haksızlıktan dolayı ne yapacağını
bilememek. Eli, ayağı tutulmak, bir şey yapamaz hale gelmek, ne yapacağını şaşırmak,
karar verememek, çok şaşırmak, çaresiz kalmak. (Özalp, 2008: 233)
Dişi ganlanmak: Saldırganlaşmak. Örnek: Dişi kanlandı kafirin. (Çınkır, 2016:
325) Şen, 2006: 103)

132
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dişi kitlenmek: (Sara nöbetinde olduğu gibi) Çok öfkelenmek, hırslanmak,


büyük üzüntü duymak ve bundan dolayı bir süre çene kaslarını kullanamamak, dişlerini
açamaz olmak. Örnek: Emine bacı oğlunun ölümünü duyunca dişi kitlendi. (Bilgin,
2006: 100)
Dişi sakızlı: Ser verip sır vermeyen, ketum. Örnek: Sana en çok güvenmemin
sebebi dişi sakızlı oluşun ede. (Bilgin, 2006: 100; Özalp, 2008: 234; Özturan, 2014:
108)
Dişine çakmak: 1. Birinin yüzüne vurmak, yanlışını, hatasını yüzüne karşı
söylemek. 2. Birinin dişine, ağına yumrukla vurmak. (Özalp, 2008: 234)
Dişine gan değmek: Menfaat elde etmek, hoşuna gitmek. (Özturan, 2014: 108)
Dişine yatmak: İstek duymak, arzulamak, biraz da normalin üstünde istemek.
(Özalp, 2008: 234)
Dişini sıkıp guyulmak: Dişlerini birbirine geçirecek kadar sinirlenerek işlerini
birbirine kenetleyerek hırsla, öfkeyle saldırmak. (Özalp, 2008: 234)
Dişinin dibi gicişmek: Dövüş, kavga çıkarmaya hazır olmak. (Özalp, 2008: 234)
Dişinin dibini yoklamak: Suçu kendinde aramak. (Özturan, 2014: 89)
Dişinin ganını somurmak: Yoksulluk içinde günleri geçmek. (Özturan, 2014:
108)
Dişlerin bendini sökmek: Dişlerini kırmak, dövmek. Örnek. Vurunca dişlerin
bendini sökerim. (Atalay, 2008: 141)
Divan durmak: Emre amade, hazır vaziyette durmak, beklemek. (Özalp, 2008:
236)
Dize getirmek: Yola, hizaya getirmek. (Özturan, 2014: 108)
Dizin dizin yürümek: Sürünerek yürümek. (Özturan, 2014: 108)
Dizinin bağı çözülmek: Korkudan, heyecandan yürüyemez olmak. (Özturan,
2014: 108)
Dizinin tapı kesilmek: Çok yorulmak, yürüyemez olmak. (Çınkır, 2016: 329)
Dizlerini dövmek: Pişman olmak. (Erşahin, 2011a: 71)
Dobura dobur: Dolambaçlı yollara sapmadan gerçeği söylemeyi anlatır. (DS,
2009: 1534; Özalp, 2008: 234; Özturan, 2014: 108)
Doğurmamış, dokumamış olmak: Bekâr olmak. (Özturan, 2014: 108)
Dok evin aç çocuğu/iti: Ailesi varlıklı olduğu, her istediğini alabildiği halde
başkalarının daha az, daha değersiz şeylerinde gözü olan, açgözlü kimse. (Özalp, 2008:
234; Özturan, 2014: 108)
Dok garnına dokuz bazlama yemek: Çok fazla yemek. (Çınkır, 2016: 330;
Gökçebey, 1999: 83; Özturan, 2014: 109)
Doksancık cücüğü gibi seyretmek: Yüksek bir yerde olayları izlemek. (Özturan,
2014: 109)
Dokuz doğurmak: Heyecandan yerinde duramamak. (Körük, 2005: 33)
Dokuz oğlan doğurmuş avrat gibi oturmak: Çok havalı olmak. (Özturan, 2014:
108)
Dolanıp çevrinmek/çevrilmek: Gezmek, dolaşmak, aradığını bulamadan
gezinmek, şaşkın şaşkın gezinmek, boş, maksatsız gezmek. (Erşahin, 2011a: 71; Özalp,
2008: 234)
Doldura doldura sövmek: Ağır bir şekilde sövmek. (Özturan, 2014: 109)
Dolduruşa gelmek: Birinin tahrikine, dolduruşuna kapılmak, oyuna gelmek.
(Özalp, 2008: 235)
Dolu kesmek: O yıl dolunun az yağması dileği ve inancıyla ailenin ilk çocuğu,
ilk yağan doluyu ikiye bölmek. (DS, 2009: 3955)
Doluya goysa almamak, boşa goysa dolmamak: Öyle bir durumda ki ne yapsa
nasıl yapsa olmamak. Yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal. (Özalp, 2008: 235)
Dom dom gonuşmak: Sözünü sakınmadan konuşmak. (Özalp, 2008: 235)
Dombalak aşmak/dönmek: Takla atmak, yuvarlanmak. (Aksu, 2013: 250; DS,
2009: 1551; Derebent, 2015: 192; Özalp, 2008: 235)
Dombalak o…uğu: Gelip geçici. (Özturan, 2014: 109)
Dombalı fırını devirip yatmak: Sağ veya sol taraf üstüne yatmak. (Özalp, 2008:
235)
133
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dombur dombur terlemek: Domur domur, kuvvetli bir şekilde terlemek. (Özalp,
2008: 235)
Domuz ağnaklığı: Yaşanılmaz yer. (Salih Kamalak)
Domuz topu etmek: Bir şeyi şekilce yuvarlak hale getirmek. (Adem Pırnaz)
Domuzdan bir gıl goparmak: Cimri insana para harcatmak. (Özturan, 2014: 109)
Domuzdan gıl çekmek: Düşmandan veya sevilmeyen kimselerden çeşitli
şekillerde bir şeyler koparmak, almak. (Özalp, 2008: 235)
Don atmak: Şiddetli soğukta bazı yiyecek maddelerinin donarak bozulması.
(Özalp, 2008: 235)
Don değişmek: Çamaşır değişmek. (Özalp, 2008: 235)
Don değiştirmek: Bir şekilden başka şekle girmek. (Özturan, 2014: 109)
Don gazanı gibi gafası olmak: Kafası kalın olmak. İşi, konuşulanı anlamamak.
(Özturan, 2014: 109)
Don yıkayacağız diye küllüğe s..mak: İş yapacağım diye çevreyi kirletmek.
(Özturan, 2014: 109)
Don/tuman giymek, g..üne değdirmemek: Hem bir iş yapmak hem de ilişkiyi
kabullenmemek. (Özturan, 2014: 248; Mehmet Öztürk)
Doncu o…uğu: Sıradan. (Özturan, 2014: 109)
Dostlar alışverişte görsün: İş yapıyor görünmek. (Adem Pırnaz)
Döklüm saçlım: Darmadağın, düzensiz. Düzensizlik, her tarafın karmakarışık
olması. Her şeyin intizamsızlığı. (Özalp, 2008: 235)
Döktüre döktüre ağlamak: Ağlamaklı konuşarak ağlamak. (Özturan, 2014: 110)
Döl dökmek: 1. İlkbaharda hayvanlar yavrulamak. 2. Döl meydana getirmek.
Salatalık, acur, karpuz, kabak gibi sebzeler mahsul vermeye başladığında "Döl
döküyor" denir. (Bilgin, 2006: 100; DS, 2009: 1576; Özalp, 2008: 236)
Döle töle garışmak: Çoluk çocuğa karışmak. (Özturan, 2014: 110)
Dölecek yarması olmak: Birine işi düşmek. (Polat, 2016: 62)
Dölek ayakkabı olmamak: Güvenilir birisi olmamak. (Çınkır, 2016: 341)
Dölek durmak/basmak: Akıllı, uslu, yaramazlık yapmadan durmak, davranmak.
Örnek: Aferin bak, her zaman böyle gezmede dölek durursanız sizi gene götürürüm.
(Bilgin, 2006: 106; Çınkır, 2016: 341; Kaya-Kozan, 2003: 63; Özalp, 2008: 236; Adem
Pırnaz)
Döllü döşlü: Çoluk çocuk sahibi. (Özalp, 2008: 236)
Dönelgesi ağır olmak: Yavaş iş görmek, mızmız olmak. (Çınkır, 2016: 342)
Döngün döngün durmak: Kırgın kırgın bakmak, kalmak. (Özturan, 2014: 111)
Dör dör dövüşmek: Sürekli kavga etmek, ağız kavgası yapmak. (Özalp, 2008:
236)
Dört dört govalamak: Birinin peşine takılıp nereye giderse bırakmamacasına
kovalamak. (Özalp, 2008: 236)
Dört oması bir: Her yeri birbirine uygun, düzgün yapılı, yerli yerinde. (Özalp,
2008: 236)
Dört tepe domuzu etmek: Her yandan eleştiri yağdırmak. (Çınkır, 2016: 343)
Dört ucu b..lu örme: Her tarafı pislik. Sağlıklı bir iş değil. Hiç el atılacak gibi
değil. (Özturan, 2014: 110)
Dört ucunu bir araya getirememek: Yetirememek. (Özturan, 2014: 110)
Dört ucunu bir etmek: Toparlamak. (Özturan, 2014: 110)
Döş dövmek: Karşıdakini tehdit ederken göğüs dövmek, öfkenin, kinin
büyüklüğünü göstermek. (Özalp, 2008: 236)
Döşlükte durmak: Kuş avlarken kuşların tam karşıda durması hali. Açıkta
kolayca vurulacak biçimde durması. (Özalp, 2008: 236)
Döşşeği galınlatmak: Misafir olunan evde uzun süre kalmak. (Özalp, 2008: 236)
Döşşek altı etmek: Unutturmak, aldığı bir şeyi vermemek. (Özturan, 2014: 110)
Döşşek esiri olmak: 1. Hasta olarak uzun süre yataktan çıkamamak. 2. Yatalak
olup ömür boyu yatağa mahkum olmak. (Özalp, 2008: 236)
Döşüne basmak: Konuyu dışarıya açmak. (Özturan, 2014: 110)
Döşünü dövmek: Pişman olmak. (Göçer, 2004: 92)

134
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dövmek dövdürmemek, sevmek sevdirmemek: Kendi çocuğunu dövmek,


sevmek, ama başkasına el vurdurmamak. (Özturan, 2014: 111)
Dövüş diye azı dişi sızlamak: Dövüş, kavga diye yanıp tutuşmak. (Özalp, 2008:
235)
Dudağı pıt pıt etmek: Dudakların kendi kendine konuşuyormuş, bir şey
okuyormuşçasına sessizce kıpırdaması. (Özalp, 2008: 234)
Dudağını çirtertmek: Dudağını büzmek, sallamak, surat asmak. (Özalp, 2008:
234)
Dudakları şakılamak: Herhangi bir şeye karşı aşırı istek ve arzu duymak. (Özalp,
2008: 234)
Dudu guşu gibi ötmek: Küçük kız çocuğu, kandıracak şekilde konuşmak.
(Özturan, 2014: 111)
Dul avrat dölü: Cimri, yiyeceğini, imkanlarını kıskanan, esirgeyen. Örnek: Senin
gibi dulavrat dölü görmedim, neredeyse cebindeki leblebinin kabuğunu bile kimseye
vermeden yiyeceksin. (Bilgin, 2006: 107; Özalp, 2008: 236; Şirikçi, 2006: 159)
Duluğu duluğuna geçmek: Çok zayıflamak, avurtları birbirine geçmek.
Dişsizlikten veya zayıflıktan dulukları damaklarına yapışmak. (Çınkır, 2016: 347;
Özalp, 2008: 236; Özturan, 2014: 111)
Duluğu güzel: Eskiden kabakulak olan çocukların yanaklarına kopya kalemle
ayet veya dua yazılarak iyileştirilmeye çalışılırdı. Kabakulak olup da kulağı yazılan
çocuklara duluğu güzel denirdi. (Kaya-Kozan, 2003: 64)
Duluğu sirkeli: Kadın, kız. (Özalp, 2008: 236; Özturan, 2014: 111)
Duluğuna duluğuna çakmak: Birinin avurduna yumrukla defalarca, üst üste
vurmak. (Özalp, 2008: 236)
Duluğunu delmek/sıkmak: Fiziksel şiddette bulunmak. (Ahmet Yenikale)
Duluğunu şişiririm ha: Karşıdakini dövmekle tehdit etme. (Çınkır, 2016: 347;
Özturan, 2014: 111)
Duluk duluğa gitmek: Yolculukta çok yakın olmak. (Ahmet Yenikale)
Dumanı tepesinden çıkmak: Çok sinirli olmak. (Ertekin, 1997: 50)
Dur gününde doğmamış olmak: Çok geveze olmak. (Özturan, 2014: 111)
Durmadan üğütmek: 1. Hiç durmadan konuşmak, âdeta nefes almadan, kimseye
fırsat vermeden konuşmak. 2. Aralıksız, durmaksızın yemek. (Özalp, 2008: 236)
Durup durup aklı başına gelmek: Aklı başına geç gelmek. (Özturan, 2014: 111)
Dutalgası dutmak: Birinin sarası, sara nöbeti tutmak, dalgası gelmek, sinir krizi
geçirmek. (Özalp, 2008: 236; Özturan, 2014: 112)
Duvara bir çöp sokun: Bu işi yapmazdı, ama yaptı. İşaret olsun diye duvara çöp
sokun. (Özturan, 2014: 112)
Duvarı yıkıp heliğini ayıtlamak: Bir konu açıp üzerinde konuşmak, vakit
geçirmek. Örnek: Bir duvar yıkın da heliğini ayıtlayalım. (Okumuş, 2006: 151; Özturan,
2014: 68-69)
Duvarların dili olsa da söylese: Şu duvarların arasında neler neler konuşuldu.
(Özturan, 2014: 112)
Duyduk duymadık demeyin: Söyleyeceklerimi herkes dinlesin. (Erşahin, 2011a:
71)
Duymazdan gelmek: Konuşulan bir sözü işitmemiş gibi davranmak. (Özturan,
2014: 112)
Duz çorağı: Fazla tuz atılmış yemek. (Özturan, 2014: 112)
Duz ekmek halel et: Yedik içtik, ömür geçirdik, yaşlandık, hakkını helal et.
(Özturan, 2014: 112)
Duz ekmek hatırı: Arada dostluk, tuz ekmek olmanın hatırı var, bu hatır için bir
takım şeyleri sineye çekeriz. (Özturan, 2014: 112)
Duz gibi dağılmak: Darmadağın olmak. (Özturan, 2014: 112)
Duz torbamız: Her an yardımcımız. Her zaman elimizden tutan, bize yardım
eden, işimizi bitiren, ihtiyacımızı karşılayan. (Özalp, 2008: 237; Özturan, 2014: 112)
Duzlu sölme gibi kokmak/burnunda tütmek: Aşırı hasretlik çekmek, özlemek.
(Özalp, 2008: 237)

135
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Duzlucanın yohuşu, şu galçama çöküşü, er duzunu veremem, ben duzuma


gıyamam: Hikâyesi: Adam tarladan eve dönerken tuz gölünden tuz getirirmiş. Karısı da
ona buna dağıtırmış. Adam bir gün karısını da tarlaya götürmüş. Akşama kadar tarlada
çalıştıktan sonra birer torba tuz sırtlanıp köye dönmüşler. Yaş tuz ağır olur. Kadın iyice
yorulmuş. Akşam olup da komşular tuz istemeye gelince bu sözü söyleyerek onlara tuz
veremeyeceğini söylemiş. (Özturan, 2009a: 246)
Duzluya mal olmak: Pahalıya mal olmak. (Özturan, 2014: 112)
Duzsuz boranı: Normal halinin dışında neşesiz duran, surat asan, halinden
memnun olmayan çocuklara yarı sever yarı azarlar bir şekilde söylenir. (Özalp, 2008:
237)
Duzunan dutulmamak: Çok sinirli bir kişinin sakinleşmesine engel olamamak.
(Elife Akkurt)
Düdüğe goyup öttürmek/üfüttürmek: Dedikodusunu yaparak etrafa yaymak,
itibarsızlaştırmak. (Özturan, 2014: 29; Özturan, 2014: 113; Adem Pırnaz)
Düğün aşıyla dost dutmak: Beleşçilik yapmak. (Deniz, 2015: 67)
Düğün bayram etmek: Çok sevinmek. (Yalman, 1977: 402)
Düğün çalmak/gurmak/tutmak: Düğün yapmak. (ATKVE, 2011: 178; Bahça,
2001: 46; Gökçe, 2014: 110; Gözükara-Özalp, 2011a: 379; Gözükara-Özalp, 2011b: 70;
Gözükara-Özalp, 2011b: 106; Uzun vd., 2012a: 87; Yalman, 1977: 351; Zülkadiroğlu,
1964: 18)
Düğüne gider zurna beğenmez, hamama gider gurna beğenmez: Hiçbir şeyden
memnun olmaz, her şeye itiraz eder. (Okumuş, 2006: 153; Özturan, 2009a: 214)
Düğür/dünür/düğürcülüğe gitmek: Kız görmeye ve istemeye gitmek. (Aksu,
2013: 251; DS, 2009: 1626; Ertekin, 1997: 87; Gözükara-Özalp, 2011b: 72; Özturan,
2014: 112; Uzun vd., 2012a: 149; Uzun vd., 2012c: 392)
Dükkanı açık galmak: Pantolonun ön kısmı açık kalanlara uyarı mahiyetinde.
(Özturan, 2014: 55)
Dülüğü düşmek: Sofranın hazırlanmasına sabredemeyip ayakta açlıktan ölecek
gibi bir şeyler yemek. Örnek: Yavaş ye yahu dülüğün mü düştü? (Dalkıran, 2005: 55;
Şen, 2006: 102)
Dün bir bugün iki: Olay daha yeni oldu. Aradan çok zaman geçmedi. (Özturan,
2014: 113)
Dün yumurtadan çıkmış cücük, bugün anasına tiftik belletiyor: Küçüklerin
büyüklere akıl vermeye, yol göstermeye, iş öğretmeye kalkışmaları. (Özalp, 2008: 237)
Dün yumurtadan çıkmış, bugün gabuğunu beğenmez: Havalı, içinde bulunduğu
ortamı beğenmeyen. (Şen, 2006: 103)
Dünür olmak: Hısım olmak. Örnek: Dünür olmuş ele kalan Gülperi’m. (Erdem-
Kirik, 2011: 343; Gözükara-Özalp, 2011a: 259)
Dünya ahret anası/bacısı olmak: Anılan ve söyleyen şahsın yaşına, cinsiyetine
göre birine karşı gösterilen iyi niyeti, yakınlığı, beslenilen güzel duyguları ve gönülde
verilen makamı belirtmek. Yani şahıs ana, baba, kardeş, bacı ya da evlat yerine konur.
Duygu o kadar yoğun ve güçlüdür ki hem dünyayı, hem de ahreti içine alıyor. (Özalp,
2008: 237)
Dünya bir ...: Başına geldiği kelimeye "dünya kadar, pek çok" anlamı katar.
"Dünya bir iş", "dünya bir zaman", "dünya bir adam" gibi. (Özalp, 2008: 237)
Dünyada ciğer verip ahrete et almak: Büyük karşılıklar vaat edip küçük çıkarlar
koparmaya çalışmak. (Özalp, 2008: 237)
Dünyada rızkı varsa değirmenin boğazına goysan diri çıkar: Vadesi yetmeden
hiç kimse ölmez. (Şen, 2006: 103)
Dünyada ummamak: Ondan hiç beklememek. (Çınkır, 2016: 355)
Dünyalar onun olmak: Çok mutlu olmak, sevinmek. (Erşahin, 2011a: 71)
Dünyanın altı mı çok, üstü mü çok?: Bu dünyanın bir de öbür dünyası var.
Haram yemeye, günah işlemeye değmez. (Özturan, 2014: 114)
Dünyanın b..unu yemek: Her türlü pisliği yapmak. (Özturan, 2014: 113)
Dünyanın doğrusu sen misin?: Her zaman doğru olmama tavsiyesi. (Özturan,
2014: 113)
Dünyanın g..üne parmak atmak: Her konuyla ilgilenmek. (Özturan, 2014: 114)
136
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dünyası gararmak: Büyük bir sıkıntıya uğramak. (A. Kurt, 2017: 10)
Dünyasını bitirmek: Yapmadığı pislik kalmamak. (Özturan, 2014: 114)
Dünyaya bir daha gelmemek: Dünya hayatını iyi yaşamak. (Özturan, 2014: 114)
Dünyaya direk galmak/galmamak: Ölmeyecekmiş gibi hareket etmek. (Özturan,
2014: 114)
Dünyayı gabarlamaya çalışmak: Dünyayı sahiplenmek istemek. (Salih Kamalak)
Dürgün düşkün olmak: Sakatlanarak veya yaşlanarak ele bakımlı, başkalarına
muhtaç hale gelmek. Hasta, yatalak olmak. Eli ayağı tutmaz olmak. (Özalp, 2008: 238)
Dürte çoma yaşamak: Zor şartlar içinde yaşamak. (Özturan, 2014: 113)
Dürtüp çommak: İtip kakmak. (Özturan, 2014: 113)
Dürülüp dürülüp ağzına gelmek: Konuşma yeteneği çok iyi olmak. (Özturan,
2014: 113)
Düşe galka yolu bulmak: İyi kötü işini yapabilmek. (Okumuş, 2006: 166)
Düşman çatlatmak: Karşıdakini kıskandırmak. (Körük, 2005: 33; Okumuş, 2006:
166)
Düşünde görmediğini döşünde görmek: Hayalinden bile geçirmediği güzellikler
kendisini bulmak. (Çınkır, 2016: 358; Özturan, 2014: 113)
Düşüne yatmak: Bir şeyin olabilirliğini enine boyuna düşünmek. (Çınkır, 2016:
358)
Düşünüp taşınıp bir dala gonduramamak: Karar verememek, tercih yapamamak,
çeşitli alternatiflerden birini seçememek, çok düşündüğü halde bir karara varamamak.
(Özalp, 2008: 238)
Düttürü Leyla: Hafif kadın. (Çınkır, 2016: 358; Özturan, 2014: 113; Şen, 2006:
102)
Düve yüzlü: Genç görünüşlü. (Özturan, 2014: 114)
Düzdüreceği olmak: Bir ricası, isteği, çıkarı olmak. (Özturan, 2014: 114)
Düzüp goşmak: 1. Uydurup söylemek. 2. Bazı malzemeleri bir araya getirip yeni
bir şeyler yapmak. (Özalp, 2008: 238)
Ebcede çıkmak: Elif cüzünün sonlarına doğru bir bölüm. Amme cüzüne geçişin
işareti. (Özalp, 2008: 239; Özturan, 2014: 115)
Ebcik ebcik oynamak: Evlilik oyunu oynamak. (Özturan, 2014: 115)
Ebem beni sana gattı: Hikâyesi: Vaktiyle Maraş’ta bir evin tembel mi tembel bir
oğlu vardır. Çocuk biraz da akıldan yana zayıftır. Bir gün komşuları dağa oduna
gidecekken tembel çocuğun anası, komşularından oğlunu da dağa götürmelerini, birlikte
kendilerine de odun toplamalarını ister. Komşu kabul eder. Tembel oğlanı komşularına
emanet eden annesi: “Oğlana biraz göz kulak olun, dikkat edin. Bilirsiniz biraz
avaredir.” der. Dağa vardıklarında komşuları, “Hadi odun toplayalım.” der. Tembel
oğlan, “Ebem beni sana kattı. (Annem beni size kattı, benim işimi de sen yap)” diye
cevap verir. Komşuları odunları toplar. “Hadi eşeğe yükle.” der. Tembel oğlan yine:
“Ebem beni sana kattı.” diye cevap verir. Yol boyunca komşuları ne iş buyurdularsa da
çocuk, “Ebem beni sana kattı.” der. Sonunda da komşularının mesuliyet duygusunu
kullanarak bu sözle her işi onlara yaptırmayı başarır tembel oğlan. (Polat, 2016: 78-79)
Ebenin Bağdat'tan geldiği gibi: Çok ağır yürüyen, aheste aheste giden, işleri çok
yavaş ve ağır yapan kimseler için söylenir. (Özalp, 2008: 239)
Ebenin dedenin günü olmamak: Zaman, zihniyet değişmek. (Özturan, 2014:
115)
Ebesinin duzunu dökmek: Düşüp bir yerini ağrıtan ve ağlayan çocukları
avutmak için söylenir. Örnek: Hüs, hüs, ağlama, ebeyin duzunu dökdün. (Özalp, 2008:
239; Özturan, 2014: 115)
Ebesinin öldüğü babasına yaramak: Ebesinden kalan miras babasına yaramak.
(Özturan, 2014: 115)
Ebilkubul olmak: Barışmak, dostça toplanmak, geçinmek. (DS, 2009: 1657)
Ebir übür etmek: Kem küm etmek. (Çınkır, 2016: 362)
Ebrişim gibi olmak: Sözü yumuşak, kalbi yumuşak, merhametli, ipek gibi
olmak. Huyu, ahlakı güzel olmak. (Özalp, 2008: 239)
Eceline susamak: Ölüme neden olabilecek davranışlar sergilemek. (Körük, 2005:
33)
137
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ecene deliği gibi: Çok küçük veya herhangi bir sebeple çok kısılmış göz. (Özalp,
2008: 239)
Ecer geyer yok gibi, eski geyer b.. gibi: Yaptığı hareketler tutarsız. (Çınkır,
2016: 15; Özturan, 2014: 115)
Ecer giyeni cimciklemek: Eski zamanda usul. Yeni giyene çimdik atarlar.
(Özturan, 2014: 115)
Eceri yok gibi, eskisi b.. gibi: Bkz: “Ecer giyer b.. gibi, eski giyer yok gibi”
(Dalkıran, 2005: 52)
Eciş bücüş: Çirkin, biçimsiz, eğri büğrü. (Özturan, 2014: 115)
Ecrini çekmek: Cezasını çekmek. (Özturan, 2014: 115)
Edik goyduğun taya bak, hizmet ettiğin ağaya bak: Kocasına elinden gelen
hizmeti yaptığı halde karşılığını göremeyen kadınlarımızın söylediği bir deyim. (Çınkır,
2016: 365; Özturan, 2014: 116)
Efil efil efilemek: 1. Hızlı çalışmaktan veya koşmaktan dolayı nefesini
toparlayamamak. Sesli sesli nefes alıp vermek. Kehilemenin hafifi. 2. Çarpıntı, yürek,
kalp çarpıntısı. (Özalp, 2008: 239)
Efil efil esmek: Hafif ve serinletici esmek. (Özturan, 2014: 116)
Efin tefin etmek/olmak: Saçıp savurmak, har vurup harman savurmak, harap
olmak, bozulmak. (DS, 2009: 1669; Özalp, 2008: 239; Özturan, 2014: 116)
Eğere de semere de gelmek: Her işi tutmak, olgun, uyumlu olmak. (Arslan,
2011: 355; Özturan, 2014: 115; Şen, 2006: 103)
Eğirip sarmak: Bir konuyu, bir işi durmadan, tekrar tekrar, dönderip dönderip
anlatmak. Sürekli gündeme getirmek. (Özalp, 2008: 190)
Eğlenceye almak: Alay etmek, dalga geçmek, alaya almak. (Özalp, 2008: 185;
Özturan, 2014: 19)
Eğleni eğleni gitmek: Sevinerek hoşça vakit geçirerek gitmek. (Gökçe, 2014:
111)
Eğleşip galmak: Oyalanmak, bir yerde kalkma isteği olmadan oturup kalmak.
(Özalp, 2008: 185; Özturan, 2014: 19)
Eğri düzü beğenmez, o da bizi beğenmez: Kötü iyiyi beğenmez, o da bizi
beğenmez. (Okumuş, 2006: 153)
Eğri mi demek/söylemek doğru mu demek/söylemek: İşin doğrusu can
sıkacağından doğruları söylemeye çekinmek. (Erşahin, 2011a: 72; Özturan, 2014: 115)
Eğriye çekmek: Bir sözü, bir işi maksadının dışında değerlendirmek,
yorumlamak, kötü, yanlış anlam vermek, kötüye yorumlamak. (Özalp, 2008: 190)
Ehvenlik yapmak: Adilik yapmak. (Özturan, 2014: 116)
Eke eke gonuşmak: Kendine aşırı güven içinde konuşmak. (Özturan, 2014: 116)
Eke toha olmak: Kendisinden beklenmeyen bir işi yapacakmış gibi hareket
etmek. (Elife Akkurt)
Eke toka: Çok eke, çok bilmiş. İşini menfaatini bilir. Kurnaz. Aldatılması zor.
Gözü açık. (Özalp, 2008: 239)
Ekilmişi olmak: Tarlaya buğday, arpa, nohut, mercimek gibi tahılları ekmiş
olmak. Kişinin ekilmiş tahıllarının olması. (Özalp, 2008: 239)
Ekin iti gibi gezmek: Etrafı çok kolaçan ederek dolaşmak. (Özturan, 2014: 116)
Eklem seklem: Çarpuk çurpuk, parçalı, inişli çıkışlı. (Özturan, 2014: 116)
Ekmeden biçmek: Beleşe konmak. (Erşahin, 2011a: 72)
Ekmedim garpuz, yemedim bostan: Bu işi hiç yapmadım, kabul ediyorum.
(Kuyumcu, 1995: 25; Özturan, 2014: 117)
Ekmeği guyuya düşmüş it gibi bakmak: Bir şeye dalıp gitmek. (Çınkır, 2016:
373)
Ekmeği yenir, misafiri ağırlanmaz: Yemeği iyi yapar, ama misafirperver
değildir. (Çınkır, 2016: 373)
Ekmeği yenir: Yemeği, ekmeği yenir, misafir ağırlamayı bilir insan. (Özturan,
2014: 116)
Ekmeğin duzu olmamak: İyi niyetle herkese gereken ilginin yapılmasına rağmen
kimseye yaranamamak, yapıp edilenin bir ikramdan sayılmadığı gibi tam aksine iyilik

138
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

görenlerin kötülüğüne duçar olmak. Ne yaparsa yapsın kimseye beğenilmemek. (Bilgin,


2006: 116)
Ekmeğinde duz olmamak: Kadir kıymeti olmamak. (Çınkır, 2016: 373)
Ekmeğine göz goymak: Başkasının işini almaya çalışmak. (Okumuş, 2006: 166)
Ekmeğine guru, ayranına duru dememek: Yediğinin içtiğinin kritiğini
yapmamak. (Özturan, 2014: 116)
Ekmeğine sebep olmak: Geçimine yardımcı olmak. (Özturan, 2014: 116)
Ekmeğine yağ sürmek: Kendisinin amacı olmadığı halde bir başkasının işine
yarayacak hareketlerde bulunmak. (Özturan, 2014: 37)
Ekmeğini daştan çıkartmak: Geçimini her türlü temin etmek. (Körük, 2005: 33)
Ekmeğinin duzu olmamak: Yaptığı iyiliklere, ikramlara rağmen kimseye
yaranamamak, beğenilmemek, aksine, iyilik yaptıklarından kötülük görmek. (Özalp,
2008: 239)
Ekmek datlılandırmak: Bir şeyin değerini artırmak için çaba harcamak, düzen
kurmak. (A. Kurt, 2017: 10)
Ekmek elden, su gölden: Bedavadan, çalışmadan, emek vermeden yaşayan,
başkalarının sırtından geçinen asalak, tufeyli kimseleri belirtir. (Özalp, 2008: 239-240)
Ekmek sahibi: Ekmek yedirir. Cömert. (Caferoğlu, 1995: 144; Erdem vd., 2009:
2543; Özturan, 2014: 117)
Ekmekten saca varamamak: Beceriksiz olmak. (Elife Akkurt)
Ekmekten-aştan galmak/olmak: İştahı kesilmek, yiyip içmeden kalmak. Örnek:
Vallahi bu oğlan âşık diyorum size. O kız buradan gitti gideli, bu ekmekten aştan
kesildi, ne yiyor ne içiyor. (Bilgin, 2006: 116-117; Yalman, 1977: 519)
Eksiği gediği çok olmak: Eksiği, boşluğu çok. Alınması gereken çok şey var.
(Özturan, 2014: 20)
Eksik etek: Kadın, kız. (Kaya-Kozan, 2003: 69; Kozan, 2007: 261; Özalp, 2008:
190; Özturan, 2014: 115; Şen, 2006: 104)
Eksik hacet dilemek: Aleyhinde olacak bir şeyi istemek. (Özturan, 2014: 117;
Şirikçi, 2008: 330)
El [yüz] kiri: 1. Aileye, topluma yakışmayan. 2. Para, gereksiz, önemsiz. (Çınkır,
2016: 375; Özturan, 2014: 118; Şen, 2006: 104)
El ağzı ile pilav yemek: Başkasının ağzıyla iş yapmak. (Polat, 2016: 48)
El altında durmak: Emre hazır olarak beklemek. Örnek: Bak oğlum ustanı
kızdırma, el altında dur ki gerek merek olursan salacağı yere salsın. (Bilgin, 2006: 117)
El aşı, el guşu: Başkasının işine yarar. (Özturan, 2014: 117)
El atmak: Yardımda bulunmak. (Özturan, 2014: 117)
El ayak çekilmek: Ortalıkta kimse kalmamak. (Erşahin, 2011a: 72)
El ayak üfelemek: 1. Birilerinin karşısında aciz kalmak, şaşırmak, ne yapacağını
bilemez hale düşmek. 2. Birisinde bir isteği olmak, onu almak için karşısında küçülmek,
yalvar yakar olmak. 3. Birisinin karşısında korkudan diz çökmek ve yalvar yakar olmak.
4. Birine vereceği olan kişi, borcunu verememekten dolayı mahcup olmak, küçülmek.
(Özalp, 2008: 240)
El benim elim değil, Fatma Ana’nın eli: Eli faydalı, kerametli olmak.
(Alparslan-Özturan, 2010: 151; Yalman, 1977: 499; Sultan Kamalak)
El bırakmak: Doğumlarda doktor, çocuğu ve anayı kurtarmak için müdahale
etmek. (Özalp, 2008: 240)
El deliye biz akıllıya hasretik: İçimizde hiç düzgün biri yok. (Özturan, 2009a:
214)
El elde, baş başta: Bütün emekler boşa gitti, bir şey kazanamadık. Sıfıra sıfır,
elde var sıfır. (Özalp, 2008: 240)
El etmek: Yardıma çağırmak, işaret etmek. (Aksu, 2013: 251)
El gapısı: Gelin gidilen kapı. (Özturan, 2014: 118)
El gapısında çerçi eşşeğinden uslu durmak: El kapısında kendi evindeki gibi
rahat edememek. (Çınkır, 2016: 374; Özturan, 2014: 123)
El gelmez, göz görmez: Gurbet. (Özturan, 2014: 118)
El gınamaz ayrılığı: Ölüm. (Özalp, 2008: 458; Özturan, 2014: 118)
El gol olmak: Sahiplenmek, korumak, kollamak. (Özturan, 2014: 118)
139
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

El goymak: Bir malı buyruğu altına almak. (Göçer, 2010: 35)


El gördülük etmek: Yapılması, edilip tutulması gerçekte istenilmediği ve gerekli
olduğuna inanılmadığı halde sırf kınanmamak, beğenilmek veya başkalarından geri
kalmamak için o şeyleri yapmak. (Bilgin, 2006: 118; Bilgin, 2007a: 62; Özalp, 2008:
240)
El gün/elalem/obalar ne der?: Herkes, konu komşu, eş dost, hısım akraba,
çevredeki insanlar ayıplamaz mı? Başkaları ne söyler? (Çınkır, 2016: 827; Dalkıran,
2005: 32; Özalp, 2008: 240)
El iyisi, ev delisi olmak: Dışarıda iyi, ama evde kötü olmak. (Özturan, 2014:
117)
El kesesinden ağalık yapmak: Başkasının parasıyla yardım yapmak. (Okumuş,
2006: 166)
El Müslim seyrine gitmek: Çoğunluğa göre hareket etmek, topluma uymak.
(Çınkır, 2016: 375)
El oğlu: Yabancı, tanıdık olmayan. (Uzun vd., 2012a: 345)
El olmak: Aile, arkadaşlık bağları zayıflamak, birbirinden uzaklaşmak. Örnek:
Nice dost bilirdim el oldu edem. (Sarıyıldız, 2012: 35)
El olup da göç mü çekicim?: Bundan sonra varlık sahibi olup kervan mı
kaldıracağım? (Özturan, 2014: 118)
El ulağı: Ufak işlere yardımcı olan. (Özturan, 2014: 118)
El uzatmak: Yardım etmek. Örnek: Oralara el uzatmak gerek. (Bilgin, 2007b:
253)
El üstünde tutmak: Kıymet, değer vermek. (Körük, 2005: 33)
El yumruğu yememiş olmak: Başkasından kötülük görmemiş olmak. (Özturan,
2014: 118)
El/elin gızı: Gelin. Yeni gelinler için ve eş için kullanılır. (Özalp, 2008: 240;
Özturan, 2014: 118; Şen, 2006: 104)
Elbaş etme: Oyun sırasında dinlenme isteği, mola arzusu. Örnek: Dur eri,
görmüyor musun? Elbaş ediyorum sabahtan beri. (Bilgin, 2006: 117)
Elbiri olmak: 1. Birinin işbirlikçisi olmak. Casusu olmak. 2. Arabulucu olmak.
(Özalp, 2008: 241)
Elbistan tazısı gibi: Çok zayıf kimseleri tanımlamada kullanılan bir söz. (Çınkır,
2016: 47; Özturan, 2014: 35)
Elcik olmak: Kuşlar için ele alışık, ele gelir olmak. (Gökçe, 2014: 258)
Elde avuçta olmamak: Hiçbir şeyi olmamak, malı parası tükenmek. (Dalkıran,
2005: 55)
Elde biri: Yabancı. (Özturan, 2014: 118; Sultan Pırnaz)
Elden alim ele verim, gulağımı kesim sana mı verim?: Zaten durumum zayıf,
içinde olduğum durumdan da kötü mü olayım? (Özturan, 2009a: 214)
Elden çıkarmak: Satmak. (Kozan, 2007: 219)
Elden gel: Tebrik etmek. (Özturan, 2014: 118)
Ele avuca sığmamak: Çok hareketli, kontrol edilemez olmak. (Özturan, 2014:
119)
Ele bakımlı olmak: Yardıma muhtaç olmak. (Erdem-Kirik, 2011: 492)
Ele gidecek mal olmamak: İyi olmak. Dosta gitse daha iyi olmak. İyi kız olmak.
(Özturan, 2014: 119)
Ele güne hecil olmak: Ele, aleme, herkese rezil olmak. (Özalp, 2008: 241)
Ele güne karşı: Başkalarını sevindirecek şeyler yapmamak. (Kapanoğlu, 2009:
30; Özturan, 2014: 119)
Ele ipek, eve köpek gibi: Yabancılara, ailenin dışındaki insanlara karşı çok iyi,
ama aileye karşı çok kötü. (Özalp, 2008: 241)
Ele satmak: Başlık parası karşılığında evlendirmek. (Çınkır, 2016: 376)
Eleğini duvara asmak: İşi bitmiş olmak, iflas etmek. (Özturan, 2014: 119)
Eleğini kepeğine gatmak: İşleri bozulmak, düzeni tersine dönmek, emekleri boşa
gitmek. (Elife Akkurt)
Elek g..ü gadar: Daracık yer. Örnek: Elek g..ü kadar yere kim sığacak merak
ediyorum. (Çınkır, 2016: 377; Özturan, 2014: 119)
140
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Elham çakıştırmak: Söyleşmek, sohbet etmek. (Çınkır, 2016: 378)


Eli acımıyor, gıçı/g..ü gicimiyor: Nasıl olsa başkası çalışıp kazanıp getiriyor,
kendisi kullanıyor, çalışıp yorulmuyor, elleri nasır bağlamıyor, terlemiyor. Onun için de
har vurup harman savuruyor. (Özalp, 2008: 241; Özturan, 2014: 122)
Eli açık olmak: Cömert olmak. (Körük, 2005: 33; Okumuş, 2006: 166)
Eli ağzına yetmek: Şımarmak. (Özturan, 2014: 119)
Eli avucu gurumak: Parası, sermayesi kalmamak. (Özturan, 2014: 120)
Eli ayağı dökülmek: Korkmak, eli ayağı tutmaz olmak. Acı bir haber karşısında
şaşırmak. (Özturan, 2014: 119)
Eli ayağı it canağında/yalağında yunmak: Hizmetleri değersiz, yaptığı yardımlar
kıymetsiz olmak, itibarsız olmak. (Çınkır, 2016: 379; Özalp, 2008: 242; Özturan, 2014:
120)
Eli azzıklısı değil, g..ü gazzıklısı bulmak: Hep zararı dokunan insanlar ile
karşılaşmak. (Çınkır, 2016: 378; Özturan, 2014: 119; Şirikçi, 2006: 174)
Eli başına yetmek: Buluğa erip kendi kendini idare edecek hale gelmek. (DS,
2009: 1715)
Eli belinde galmak: Olaylar, yapılan haksızlık ve nankörlükler karşısında aciz
kalmak. Olayları önleyememek. (Özalp, 2008: 241)
Eli bol olmak: 1. Cömert olmak, ikram etmeyi sevmek. 2. Zengin, paralı olmak.
(Özalp, 2008: 241)
Eli bolluğa yetmek: Maddeten rahatlamak, refaha kavuşmak. Öndeki engel,
mani ve hasımların ortadan kalkması. Rakipsiz kalmak. (Özalp, 2008: 241)
Eli burnuna yetmek: Kendi başına iş yapabilmek. (Özturan, 2014: 119)
Eli cebine uzak olmak: Cimri olmak. (Okumuş, 2006: 166)
Eli çahır: Hırsız. (Özturan, 2014: 119)
Eli de dili de olmak: İyi iş yapmak, ona göre konuşmak. (Özturan, 2014: 119)
Eli değmemek: İşlerin çokluğundan bir şeye zaman ayıramamak, fırsat
bulamamak. Meşguliyetin çokluğundan bazı şeylere vakit ayıramamak. Eli değmemek.
(Özalp, 2008: 241)
Eli deli olmak: Çok para harcamak. (Özturan, 2014: 119)
Eli ermemek, gözü görmemek: Kontrol edememek. Gözünden ırak olmak.
(Özturan, 2014: 120)
Eli g..ünde gezmek: Havalı, kabadayı olmak. (Özturan, 2014: 120)
Eli g..üne yetmek: Adam olmak, varlıklı hale gelmek. (Çınkır, 2016: 378;
Özturan, 2014: 119)
Eli gulağına atmak: Uzun hava ve benzeri türkü söylemeye başlamak. (Özturan,
2014: 119)
Eli gulağında: Gelmek üzere. O iş olmak üzere. (Özturan, 2014: 119)
Eli hamur ovalamak, gözü tana govalamak: Bir iş yaparken dikkatini başka yere
vermek. (Çınkır, 2016: 378)
Eli işe yakışmak: Yaptığı işi güzel yapmak. (Özturan, 2014: 120)
Eli işte, gözü oynaşta olmak: İşine kendini vermemek, etrafı ile ilgilenip işini iyi
yapmamak. (Dalkıran, 2005: 55; Gökçebey, 1999: 82; Horasan, 1992: 208)
Eli sulu: Birilerine yuva kurdurmada şanslı ve becerikli hanım. Örnek: Senin bu
işi yapsa yapsa Ayşe yapar, onun eli suludur. (Çınkır, 2016: 378; Özturan, 2014: 120)
Eli terazi olmak: Ölçme işini iyi bilmek. (Erşahin, 2011a: 72)
Eli uz olmak: Maharetli, usta, hünerli olmak. (Okumuş, 2006: 166)
Eli uzun: Hırsız. (Dalkıran, 2005: 55)
Eli yok, diline ne diyek?: Hem çalışmayan hem de bir karış dili olana. (Çınkır,
2016: 378; Özturan, 2014: 120)
Eli yüreğinin üstünde olmak: Kötü haber beklemek. (Özturan, 2014: 121)
Eli yüzü çarık gibi olmak: El ve yüz, güneşin yakmasından ve rüzgardan renk
değiştirmek, çirkinleşmek. (Özalp, 2008: 242)
Elif demeden elhama çıkmak: Öğrenmeden biliyormuş gibi yükselmek.
(Özturan, 2014: 120)
Elifi elifine: Gözü gözüne, tamı tamına, aynen. (Özturan, 2014: 120)

141
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Elifi görünce mertek sanmak, [keyişi görünce eşşek sanmak]: Okuma yazma
bilmediğinden elifi değnek sanmak, perişan halde papaz görse eşek sanmak. (Çınkır,
2016: 378; Özturan, 2014: 120)
Elimizin eğri çöveni: Getir götür işlerimizi yapan çocuk, elimizin ulağı. Örnek:
Elimizin eğri çöveni. Ona bakmayıp da kime bakacağız. (Çınkır, 2016: 379; Özturan,
2014: 121)
Elin bulaşığı: Azdan çoktan verilen. (Özturan, 2014: 122)
Elin gavuru: Yabancı kimse. (Karalar, 1998: 51)
Elin gözü, gıçımın sazı: Elin konuştuğunu umursamam. (Özturan, 2014: 122)
Elin hamuruyla erkek işine garışmak: Beceremediği bir işi yapmaya çalışmak.
(Gökçebey, 1999: 82)
Elin iti gider, guyruğunda goz getirir; bizim it de gider, toz getirir: Başkasının
çalışanı iş yapar, bizimkisi yapılan işi bozar. (Şahiner, 2017: 34)
Elin p..i halıma goymuyor ki babasına benzer oğlan doğurayım: Beni kendime
bıraksalar düzgün iş çıkaracağım. (Özturan, 2014: 122)
Elin tavuğuna kiş demek: Başkasının işine karışmak. (Okumuş, 2006: 166)
Elinde çevirmek: Biri üzerinde istediği gibi nüfuz sağlamak. (Adem Pırnaz)
Elinde eneke etmek: 1. Elinde iş edinmek. Vakit geçirmek için ufak tefek bir
şeyler yapmak. 2. Herhangi bir iş, bir yerlere gidebilmek için bir bahanesi, sebebi
olmak. (Özalp, 2008: 242)
Elinden emekli: Emek harcanarak zor ve zahmetli kazancını sağlayan, kazancını
rençberlik yaparak sağlayan. (Çınkır, 2016: 379; Özturan, 2014: 121)
Elinden gelse içinde gışlamak: Elinden gelse karısının yatağından çıkmayacak
olmak. (Özturan, 2014: 121)
Elinden iş gelmez, g..ünden çiş gelmez: Beceriksiz, işe yaramaz, hiçbir iş
yapamaz. (Özalp, 2008: 242)
Elinden sarı öküz saman yemez: Ne yemek yaparken temizdir ne de iş yaparken
titizdir. Onunla kimse teşviki mesaide bulunmak istemez. (Çınkır, 2016: 379; Özturan,
2014: 121)
Eline ayağına gapanmak: Yalvarmak. (Göçer, 2004: 205)
Eline b..lu çomak vermek: Birine yaranmaya çalışmak, dalkavukluk yapmak, laf
taşımak. (Özalp, 2008: 242)
Eline çabuk: Hızlı iş tutar. (Özturan, 2014: 121)
Eline değmek: Birisine gönderilen bir şey, eline değmek, ulaşmak, o şeyi almak.
(Özalp, 2008: 242)
Eline demir baston almak, ayağına demir çarık giymek: Ağır iş yapmak.
(Erşahin, 2011a: 72)
Eline diline sahip olmak: Hareketlerine, konuşmasına dikkat etmek. (Okumuş,
2006: 166)
Eline geçse canını çıkarmak: Arzu etmek, ama sonuç alamamak. (Özturan, 2014:
121)
Eline goz vermek: Karşıdakine fırsat vermek. (Okumuş, 2006: 166)
Eline ocağına düşmek: Başkasına muhtaç olmak. (Okumuş, 2006: 166)
Eline su [bile] goyamamak/dökememek: Onunla denk olması mümkün
olmamak. (Bulut, 1998: 96; Erşahin, 2011a: 72; Körük, 2005: 33)
Eline vurmadan dürümünü almak: Yüzü yumuşak olmak. (Özturan, 2014: 121)
Elini attığı dal gurumak: İş bulamamak, iş kuramamak, her işten zarar etmek.
(Özturan, 2014: 122)
Elini ayağını öpmek: Yalvarmak, muhtaç olmak. (Demir, 2011: 151)
Elini eteğini çekmek: İşlerden, uğraşlardan uzak durmak. (Arslan, 2011: 355)
Elini golunu bağlamak: Çaresiz kalmak. (Gökçe, 2014: 265)
Elini gorkak alıştırma: Elini kaldırmışken vur. (Çınkır, 2016: 379; Özturan,
2014: 120)
Elini vurmamak: İş yapmamak, çalışmamak, tenezzül etmemek. (Erşahin,
2011a: 72)
Elini yumak: Zarar etmek. O iş olmadığı için geri çekilmek. (Özturan, 2014:
122)
142
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Elinin altında yetme olmak: Biri tarafından dövülüp çalınmak, incitilmek, aşırı
çalıştırılmak. (Özalp, 2008: 242)
Elinin eti galmak: Bir iş için çok çalışmak. Örnek: Allah hakkı için elimin eti
kaldı desem yalan söylememiş olurum. (Çınkır, 2016: 379)
Elinin ucuyla iş dutmak: Çok gevşek ve isteksiz çalışmak. (Ahmet Yenikale)
Elinizin artığı: Sizin yediklerinizden daha az değerli. Örnek: Celil Bey’e misafir
olduk. Elinizin artığı bir şeyler getirdiler, yedik. (Çınkır, 2016: 379; Erdem vd., 2009:
2547; Şen, 2006: 104)
Eliyinen cebinin arası altı aylık yol olmak: Cimri olmak. (Çınkır, 2016: 379;
Özturan, 2014: 120)
Eller akıl bölüşürken sen atçı çayırında at mı güdüyordun?: Herkes bir şeyler
öğrenir, bir şeyler yaparken sanat edinirken sen neredeydin? Akılsızca davranan, söz
dinlemeyen, serseri tipli çocuklara anne-babaları böyle der. (Özalp, 2008: 243)
Ellere galmak: Başkasına yar olmak. Örnek: Nişanlın ellere galdı neyleyim.
(Uzun vd., 2012a: 137)
Ellere yerinmek: Başkasına hayıflanmak. Örnek: Eller bebek sevdikçe ben ellere
yerinirim. (Kozan, 2007: 217)
Elleri yaprak sarması gibi olmak: İnce, narin, küçük olmak. (Özturan, 2014: 123)
Ellerinden öpmek: İş kendisini beklemek. (Çınkır, 2016: 381)
Ellerine el, dillerine dil yetmemek: Şirret olmak. Ellerine, dillerine düşmek.
(Özturan, 2014: 123)
Elleşip çıkmak: Helalleşip anlaşıp çıkmak. Güreş sona erdiğinde pehlivanların el
sıkışıp ayrılmaları. (Özalp, 2008: 243; Özturan, 2014: 123)
Elli ayaklı: 1. İri yapılı, kilolu. 2. Eline de ayağına da çabuk. Örnek: Elli ayaklı
biri lazım bu işe. (Çınkır, 2016: 381; Dalkıran, 2005: 55; Özalp, 2008: 243; Özturan,
2014: 123)
Elli dilli: Hem eli hem de dili ile becerikli. Konuşmayı bilen ve her çeşit işi
yapabilen. (Dalkıran, 2005: 55; Özalp, 2008: 243; Özturan, 2014: 123)
Elliği felliği dökülmek: Heyecandan korkudan eli ayağı tutmaz olmak. (Özturan,
2014: 123)
Elliğine eyi olmak: Yakınlarına göstermediği ilgi ve alakayı başkalarına
göstermek. (Elife Akkurt)
Ellik ellik aşırmak: Uzak yerlere, gurbete, başka memleketlere göndermek.
(Özalp, 2008: 243)
Ellik gavuru: Ermeni. (Özalp, 2008: 243; Özturan, 2014: 123)
Em ederken s..amaz etmek: Yarar yerine zarar getirmek. (Çınkır, 2016: 383)
Emdiği süte çekmek: Anasına çekmek. (Özturan, 2014: 123)
Eme yaramak: İşe yaramak, faydalı olmak. (DS, 2009: 1735)
Emeği sinmek: Emeği ile bir şeye katkıda bulunmak. (Özturan, 2014: 123)
Emeğini eline vermek: Hakkını vermek. (Erşahin, 2011a: 72)
Emek semek: Özenerek, çok emek vererek, çok çalışarak. (Özalp, 2008: 243)
Emekler Omarça’nın emeğine dönmek: Emekler boşa gitmek. Hikâyesi:
Çukurhisar’da asıl adı Ömer olan Omarça, kendi köyünden bir kızı sevmektedir. Kızı
ister, ama kızı vermezler. Hatta bu yüzden kızın kardeşiyle aralarında kavga çıkar.
Çünkü her iki aile arasında eskiden beri gelen bir düşmanlık vardır. Son zamanlarda pek
düşmanlık yok gibi görünse de kızın kardeşleri Omarça’yı istememektedir. Omarça, bir
gün her şeyi göze alır. Kız evde yalnızken kızı sırtına alıp köyün arkasındaki dağa
kaçırır. Tam her şey bitti, bütün zorlukları aştım derken vara vara kızın odun yapan
kardeşlerinden birinin üzerine varırlar. Kardeşleri kızı Omarça’nın elinden alıp
Omarça’ya iyi bir dayak atarlar. O günden sonra bir işin bütün zorluklarını bitirip son
safhada işi elinden kaçıranlar, “Emekler Omarça’nın emeğine döndü.” diye yakınırlar.
(Polat, 2016: 84)
Emin sekin: Yavaş yavaş, acele etmeden, sakin sakin. (Özalp, 2008: 243)
Emir büyük yerden gelmek: Emir önemli yerden gelmek. Verilen emrin dışına
çıkamamak. (Özturan, 2014: 123)
Emiş akış/yakış olmak: Kaynaşmak, birbirlerine yakınlaşmak. Yapış yapış
olmak. (Çınkır, 2016: 384; Özalp, 2008: 243)
143
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Emmeye de gömmeye de gelmek: Her işe gelmek. Her işte uyumlu ve verimli
çalışmak. (Özturan, 2014: 123)
Emmiden dayıdan fayda görmemek: Hısım akrabadan yarar görmemek. (Uzun
vd., 2012c: 405)
Emmim eşşeğim, dayım d…..ım: Ne emmi/amca tanırım ne de dayı. Yanımda
hiçbir değerleri yoktur. Ben onları sadece kullanırım. (Özalp, 2008: 243)
Emniyete almamak: Önemsememek, küçümsemek, ciddiye almamak. (Bilgin,
2006: 121)
Emzikten kesmek: Sütten kesmek. (Özturan, 2014: 123)
En akıllısı değirmene yoğurt öğütmeye gitmek: Hepsi zır deli olmak. (Gökçebey,
1999: 84)
En son dediğine inanmak: Çok yalan söylemek. Örnek: Arif ağanın lafları
birbirini tutmuyor, onun en son dediğine inanın. (Özturan, 2014: 123; Özturan, 2014:
235)
Endeze düzmek: Takım oluşturmak. (Özturan, 2014: 123)
Endeze gonak, üç gün oturak: Çok hızlı ve gayretli olmaya lüzum yok. (Çınkır,
2016: 387; Özturan, 2014: 123)
Eneğim enek: Kâr da zarar da etmemek. (Özturan, 2014: 124)
Enekten turşulu olmak: Eneğe dokunmak, tekrar atılacak olmak. (Çınkır, 2016:
388)
Engin daldan murt yememek: Kibirli olmak. Örnek: Engin daldan murt yemez
olmuş beyefendi. (Çınkır, 2016: 388)
Eniği cücüğü/eniğinden cücüğüne/enikten cücüğe: Küçük büyük hepsi. En
küçüğünden en büyüğüne kadar. Canlı olarak kim ve ne varsa. Örnek: Aman anam bir
davet vereyim dedim, enikten cücüğe kadar herkes gelmiş. (Bilgin, 2006: 122; Bilgin,
2007c: 34; Bilgin, 2017: 205; Çınkır, 2016: 389; Özalp, 2008: 244; Özturan, 2014: 124)
Enine yivine bakmak: Alınacak bir malı, bir şeyi inceden inceye tetkik etmek,
kontrol etmek, araştırmak, gizli hiçbir yeri kalmamacasına bakmak. (Özalp, 2008: 244)
Enli döşlü: Geniş göğüslü. (Yalman, 1977: 519)
Ense yapmak: İş yapmadan zaman geçirmek. (Özturan, 2014: 124)
Ensesi tuz öğütmek: Arkasındaki kişinin fazla nefesine maruz kalmak. Örnek:
Hacı Mustafa arkamda namaz kılarken ensem tuz öğütüyor. (Demir, 2011: 45)
Epcik gibi: Ufacık yer. (Özturan, 2014: 124)
Epcik yapmak: Oyuncak ev yapmak. (Özturan, 2014: 124)
Epçit gapmak: Araba tekerleğine çember geçirmek. (DS, 2009: 1762)
Epelek gibi: Ufak tefek. (Özalp, 2008: 244)
Epeneği gırmak: Kolu kanadı kırmak. Örnek: Eğer o ağacın bir dalını kes, senin
epeneğini kırarım, seni kolsuz kanatsız bırakırım. (Bilgin, 2006: 123)
Eplim eplim dökülmek: Lime lime, parça parça olmak, eskimekten dolayı parça
parça, lime lime dökülmek. (Özalp, 2008: 244)
Er günüz: Hava kararmadan. (Özturan, 2014: 124)
Eri evde, keyfi beyde olmamak: Kendisine baskı yapan erkeği evde olmamak,
bundan dolayı da keyfi beyde olmamak. (Çınkır, 2016: 393; Özturan, 2014: 124)
Erik gurusu: İçte beslenen intikam duygusu, ukde. Örnek: Erik gurusu hiç
çıkmaz yüreğimden. (Çınkır, 2016: 392-393; Özalp, 2008: 244)
Erim erim erimek/eritmek: Aşırı ve hızlı şekilde erimek. Örnek: Koca ulus erim
erim eriyor. (Gözükara-Özalp, 2011a: 353; Gözükara-Özalp, 2011b: 355)
Erindiğinden eşşeğe dayı demek: Çok tembel, üşengeç olmak. (Özalp, 2008:
244; Özturan, 2014: 124)
Erkek damarı dutmak: Kızmak, sinirlenmek. (N. Aksoy, 1998: 71)
Erkek diye gezmek: Bir erkeğin yapacağını yapmamak, ama erkek diye gezmek.
(Özturan, 2014: 124)
Erkek eşşeği d…..ından bilmek: Aklı çok şeye ermemek, belli kuralların dışına
çıkmamak. (Özturan, 2014: 125)
Erkek sinekten gaçmak: Mahremiyete çok önem vermek. (Özturan, 2014: 125)
Esamesi okunmamak: İsmi, şöhreti, değeri bilinmemek. (Özalp, 2008: 244;
Özturan, 2014: 125)
144
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Eselcesi esmek: Deliliği tutmak. (Özalp, 2008: 245)


Esikli üceli: İnişli çıkışlı, alçaklı yüksekli. (Özturan, 2014: 125)
Eski ağıtını ağlamak: Birisi eskiden ne yapıyorsa onu yapmak, bilmediği bir işe
girişmemek. (Özalp, 2008: 245)
Eski çamlar bardak olmak: Eski işler, örfler, âdetler, güzellikler devrini
tamamlamak, yerini başka şeylere bırakmak. (Özalp, 2008: 245)
Eskiden gözü gara, şimdi yüzü gara olmak: İşe yararken övülmek, şimdi işe
yaramadığı için kötü olmak. (Özturan, 2014: 125)
Estek köstek demek/gonuşmak: Sözü geçiştirmek, lafı eveleyip gevelemek, açık
konuşmamak, doğru dürüst cevap vermemek. Anlamsız, saçmasapan konuşmak. Örnek:
Ulan yavrum, estek köstek konuşmada birincisin ha, Maraş’ın kurtuluşu nere,
İstanbul’un fethi nere. (Bilgin, 2006: 125; Özalp, 2008: 245)
Eşeleği gararmak: Kız, ilerleyen yaşına rağmen evlenememek. (Çınkır, 2016:
397; Özturan, 2014: 125)
Eşki datlı bağımızın goruğu: İyi kötü ailemizden biri. (Özturan, 2014: 125)
Eşkisi datlısı olmamak: Ne kötü tarafı, kötü sözü, sövmesi, küfrü ne kimseye
zararı olmak ne de iyi tarafı, neşesi. (Özalp, 2008: 245)
Eşşeğin aklına garpuz gabuğu düşürmek: Durup dururken birinin aklında
olmayan, ama çok düşkün olduğu şeyi aklına düşürmek. (Özturan, 2014: 126; Faruk
Zülkadiroğlu)
Eşşeğin büyüğü ahırdaymış: Biz ona kızarken daha büyük eşeklik yapan
yanımızdaymış. (Özturan, 2014: 126)
Eşşeğin guyruğu gibi ne uzamak ne gısalmak: İşi ne büyümek ne küçülmek.
Geliri ne artmak ne azalmak. (Özturan, 2014: 126)
Eşşek başı olmak: Bir yerin sorumlusu olmak. (Özturan, 2014: 73)
Eşşek beyni yemiş gibi olmak: Eşşeklerin beyninin çalışmadığı, düşünemediği
fikrinden hareketle aklı kıt, düşüncesi zayıf olmak. (Özalp, 2008: 245)
Eşşek bizim amma çulu kimin ola?: El malıyla gösteriş yapanlar için. (Özturan,
2014: 126)
Eşşek dili yemiş gibi olmak: Çok az ve zoraki konuşmak, sorulan sorulara bile
çok isteksiz bir şekilde cevap vermek. (Özalp, 2008: 245)
Eşşek gaçtı, kürtün düştü: Küçük, basit şeylerden dolayı hemen parlayan,
öfkelenen, olayları büyüterek bağırıp çağıran, ortalığı birbirine katan kimselerin hali.
(Özalp, 2008: 245)
Eşşek gibi aananmak: Yuvarlanmak. Örnek: Gubarlara aanana aanana eşşek gibi
yuvarlanmaktan kendilerini alamazlardı. (Bilgin, 2007a: 14)
Eşşek gitmez yolları çok olmak: Yapılmaması gereken işleri çok sık yapmak.
(Çınkır, 2016: 397; Adem Pırnaz; Elife Akkurt)
Eşşek tepmişe dönmek: Dayak yemişe benzemek. (Gökçebey, 1999: 83)
Eşşekle bir farkı olmamak: Kafası çalışmamak. (Özturan, 2014: 126)
Eşşekler gibi ödünçlü gaşınmak: Karşılıklı birbirini övmek, birbirini karşılıklı
yedirip içirmek. (Özalp, 2008: 245)
Eşşekliğine bakmayıp topuk çalmak: Haddini bilmeden her konuya maydanoz
olmak. (Çınkır, 2016: 400)
Eşşekliğine doymamak: Yaptığı yanlış işlere devam etmek. (Özturan, 2014: 125)
Eşşekten düşmüşe dönmek: Şok olmak, şaşkın olmak. (Çınkır, 2016: 400)
Eştiğinden gömdüğünden haberi olmamak: Ne yaptığını, nasıl yaptığını
bilmemek. Yaptığı işten, söylediği sözden haberi olmamak. Söylediklerini, yaptıklarını
bilinçsizce söyleyip yapmak. (Özalp, 2008: 245)
Ete düşmek: Kudurmak, delirmek. (Özalp, 2008: 246)
Eteği kirli: Namusundan, iffetinden şüphe edilen kadın. (Özturan, 2014: 127)
Eteğine düşkün/pis: Hovarda, çapkın. Örnek: Eteğine düşkün adamdan ne
avradına hayır gelir ne de anasına babasına. (Bilgin, 2006: 126-127; Bilgin, 2006: 127;
Özalp, 2008: 246)
Eteğini topla: Evlenecek çağa gelen delikanlının annesine komşu kadınları bu
sözü söylerler. (Ertekin, 1997: 87)

145
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Etekleri yellenerek iş dutmak: Telaşlı bir şekilde koşuşturarak iş tutmak.


(Özturan, 2014: 127)
Eti etini yemek: Çok öfkelenmek. Öfkesini kendine zarar vererek çıkarmak.
(Özalp, 2008: 246)
Eti kütükte olmak: Eli mahkum olmak. (Özalp, 2008: 246)
Eti senin, kemiği benim: Okula ya da bir işe ilk kez götürülen çocuğun babası bu
sözü söyler. (Bilgin, 2007: 241)
Eti yenmez, kemiği kemirilmez: Bir işe yaramaz, iyi geçinmek gerekir.
(Özturan, 2014: 127)
Etine aş vermek: Birine karşı aşırı derecede kin beslemek, elinden gelse onu çiğ
çiğ yemek istemek. (Elife Akkurt)
Etine gudurmak: Koca derdine düşmek, kızgın olmak. (Özturan, 2014: 127)
Etine mi düştün, ganına mı butsun?: Kanına mı susadın? (Akbaş, 1985)
Etli g..lü: Etine dolgun kadın. (Özturan, 2014: 127)
Etliye sütlüye garışmamak: Başkalarının işine karışmamak. (Özturan, 2014: 127;
Şen, 2006: 104)
Etme bulma dünyası: Bu dünyada ne yaparsan yaptığının karşılığını görürsün.
(Gökçebey, 1999: 84)
Etmediğini gomamak: Baskıyla, zorbalıkla yıldırmak. (Bilgin, 2007a: 109)
Ettiğini çekmek: Yaptıkları karşısına çıkmak. Örnek: Bana ettiğimi çektirdin
felek. (Göçer, 2010: 56; Ulu, 2013: 84)
Euzüyü bile bilmemek: Hiçbir şey bilmemek, cahil olmak. (Özalp, 2008: 189)
Ev bark bilmemek: Evine yeteri kadar ilgi göstermemek. (A. Kurt, 2017: 11)
Ev görmeye gitmek: Ev yaptırana veya alana, bir hediyeyle hayırlı olsuna
gitmek. (Özalp, 2008: 246; Özturan, 2014: 128)
Ev horantası: Ev halkı, aile, hanım. (Gözükara-Özalp, 2011b: 84; Kaya-Kozan,
2003: 95)
Ev olamamak: İktidarsız olmak. (Yalman, 1977: 491)
Evcik oynamak: Çocuklar; topraktan, taştan vs. ev yapıp oynamak, evcilik
oynamak. (Özalp, 2008: 246)
Evde oturup gazel olacağına gezip güzel olmak: Evde sıkıntıdan keyfi
kaçacağına gezip rahatlamak. (Çınkır, 2016: 402; Özturan, 2014: 128)
Evden çıkana gadar gosgovuk ötmek: Çok ağır hareket etmek. (Sultan Pırnaz)
Evden yetme: (Hayvanlar için) Evden yetişme, doğma büyüme, evin malı.
(Özalp, 2008: 246)
Eveleyip gevelemek: Lafı ağzında dolaştırmak. (Göçer, 2004: 189)
Everse seslenmemek: (Şaka mahiyetinde) Kendisi için ne yapılırsa yapılsın rıza
göstermek. Örnek: Eversen bile seslenmem sana ede. (Özturan, 2014: 128)
Evi ayrı, yolu sapa olmak: Akraba olmak, ama bir çatı altında oturmamak.
(Çınkır, 2016: 402)
Evi barkı yıkmak: Ortalığı tarumar etmek. (Gözükara-Özalp, 2011a: 12)
Evin duz torbası: Evin geçimini sağlayan baba, kardeş, koca. (Özturan, 2014:
128)
Evin yakınına buyurmak: Evin yakınından geçeni eve davet etmek. (Özturan,
2014: 128)
Evin yolunu yitirmek: Doğru yoldan çıkmak, aileye ihanet etmek, evden
soğumak, eve gelmez olmak. (Özturan, 2014: 128)
Evini başına yıkmak: Darmadağın, perişan etmek. (Erşahin, 2011a: 72)
Evladım olsun: Çok beğenilen delikanlı için söylenen söz. (Özturan, 2014: 128)
Evraaç gibi: Zayıf, kara, ince uzun. (Özturan, 2014: 129)
Evvel yoktu hırı, gomşuya dokandı şerri: Önceleri iyiydi, sonradan huyu değişti,
şerri komşuya bile dokunur oldu. (Özturan, 2014: 129; Özalp, 2008: 246)
Eyaları sayılmak: Çok zayıf olmak. (Çınkır, 2016: 405)
Eyası gızmamak: Tembel, hareketsiz, aldırışsız olmak. (Özalp, 2008: 246)
Eyasına basmak: Birinin inadına, zıddına gitmek. Birini kızdıracak şekilde
hareket etmek. (Özalp, 2008: 246-247; Özturan, 2014: 129)

146
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Eyer vursan at, semer vursan eşşek: Her işe yakışır, her işi yapar. Yapmayacağı,
yapamayacağı iş yok. (Çınkır, 2016: 406; Özalp, 2008: 247)
Eyi hal, kötü hal bu güne gadar getirmek: Sabretmek, iyi kötü bu güne gelmek.
(Özturan, 2014: 129)
Eyyam dümbeleği: Yağcı, dalkavuk. Her yere, her çevreye uyan. Günün adamı.
Rüzgara göre yön değiştiren, güçlülere kul köle olan, çanak yalayıcı. (Çınkır, 2016:
407; Özalp, 2008: 247; Mercimek, ?: 87; Şen, 2006: 104)
Eyyam gitmek: Havanın güzel, yumuşak gitmesi. (Özalp, 2008: 247)
Ezik üzük: Ezilmekten mütevellit şekil değiştirmiş, deforme olmuş. (Özalp,
2008: 247)
Ezim ezim ezmek/ezilmek: Çok fazla ezmek, ezilmek, eziyet vermek. (Özalp,
2008: 247; Özturan, 2014: 130)
Ezip suyunu içmek: Bir işe istediği gibi yön vermek. (Özturan, 2014: 130)
Faciayı atlatmak: Zorlukları, sıkıntıları bitirmek. (Okumuş, 2006: 166)
Fal bakar, açlıktan nefesi kokar: Forsuna düşkün, ama hiçbir şeyi yok. (ATKVE,
2011: 135)
Falan/filan feşmekan: Şu şu ve başkaları. (Özalp, 2008: 248; Özturan, 2014:
131)
Fan fan ulumak: Issızlık. (Dalkıran, 2005: 55; Özturan, 2014: 130; Şen, 2006:
104)
Fanıl fanıl fanılamak: Rüzgar estikçe devamlı fanıl fanıl ses çıkarmak. Ortalığın
ıssızlığını anlatmak için de kullanılır. (Özalp, 2008: 248)
Far far esmek: Ses çıkararak esmek. (Özturan, 2014: 130)
Farfar gibi iş dutmak: Şahbaz, becerikli olmak. (Özturan, 2014: 130)
Faro yapılı: Hikâyesi: 1935 Kale ilçesi doğumlu olan Faro, âdeta toplumun
sevgilisi olup popüler hale gelmiştir. Hatta bazılarının sevmediği birisine söz başı
geldiğinde onu yermek için “Faro yapılı”, bazılarının da övmek için “Faro yapılı”
dediğine rastlanılır. Aslında Faro boş adam değil, ama boş adamlar onun boş biri
olduğunu sanır. Faro kimseden harçlık istemez, harçlıksız da kaldığı görülmez. Onun
cebine birkaç kuruş bırakan kendini mutlu sayar, o gün işinin rast geleceğine inanır.
Faro işte böyle bir adam. Ayrı duygunun adamı olan Faro, kendi dünyasının bir nevi
müzisyenidir de. Fabrika dışında, çok güzel flüt çalar. Can kulağı ile dinleyenler, onun
çaldığı makamlardan bir şeyler kapmaya çalışır. Onun bu sevimli hali, 1950'lerde
Malatya Mensucat fabrikasına işçi olarak alınmasına vesile olmuş, uzun süre de burada
çalışmıştır. Ancak onu rahatsız eden, sinirlenmesine yol açan husus, kendisi flüt
çalarken başta çocuklar olmak üzere avam takımından bazılarının ıslık çalmaları, Faro!..
Faro!...” diye seslenmeleridir. Bir gün o, aşka gelmiş, anlam dolu, huşu içinde güzel
güzel flüt çalmaktadır. Bu hâli alkışlanacağı yerde aşırı ıslık çalan, “Faro!.. Farooo!...”
diye seslenen bir soytarı ekibine fazla sinirlenen Faro'nun, etrafa zarar vermesi
ihtimalinin artması üzerine onu yakından tanıyan bir dostu, sinir doktoru Fikret Bey'e
götürür. Muayene sırasında doktorun sorularına ıslık çalarak cevap verir. Buna
sinirlenen doktora, Faro: “Doktor bey, doktor bey! Ben birkaç ıslık çalmamla sen
hemen sinirlendin, küplere binip havalara sıçradın. Malatya'nın o cahillerden oluşan bir
grup insanı sabahtan akşama kadar peşim süre; “Faro!..., Faro!...” diye seslenerek
üstelik ıslık çalarak kafamı şişirmeleri karşısında onlara sinirlenmemi bana çok mu
görüyorsunuz? Yine sabırlıyım, yine dimdik ayaktayım.” der. (Göçer, 2004: 141-142)
Fasa fiso: Sonu boş, sonu yok, boş çıkan. (Kaya-Kozan, 2003: 75; Mercimek, ?:
94; Özturan, 2014: 130; Mehmet Öztürk)
Fatma/Habba potuk/çocuk doğurdu, Godallı'ya goyurdu: Çoluk çocuğuna, evine
barkına, malına mülküne sahip olmamak, her şeyi başıboş bırakmak, başkalarının sırtına
yıkmak. (Kuyumcu, 1995: 77; Özalp, 2008: 248; Özalp, 2008: 276)
Fel fel bakmak: Takatsiz bir biçimde bakmak. (Erşahin, 2011a: 72)
Fel fel etmek: Yaşlılıktan takati bitmek, sarsılarak ya da düşmeye vararak
yürümek. Örnek: Ya bir ayağı çukurda her tarafı fel fel ediyor, yine de ben evleneceğim
diyor. (Bilgin, 2006: 132; Çınkır, 2016: 412; Kaya-Kozan, 2003: 75)
Feleğe küsmek: Talihine, bahtına, dünyaya küsmek. (Okumuş, 2006: 166)
Feleği şaşmak: Dünyası kararmak. (Kozan, 2007: 219; Okumuş, 2006: 166)
147
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Feleğin çemberinden geçmek: Başından çok iş geçmek. (Şen, 2006: 104)


Felek eşşeğine çüş demek: Eski gücünü, kuvvetini, güzelliğini kaybetmek,
yaşlanmak. (Çınkır, 2016: 413)
Felek vurgunu olmak: Talihsiz olmak. (Okumuş, 2006: 166)
Felek yar olmamak: Şansı kötü gitmek. (Çınkır, 2016: 413)
Fellik fellik aramak: Köşe bucak aramak, her köşeyi, hiçbir yer bırakmadan
aramak. (Özalp, 2008: 248; Özturan, 2014: 130)
Fellik fellik gaçmak: Köşe bucak kaçmak. (Özturan, 2014: 130)
Ferfecir okumak: Gözleriyle etrafa şeytanca bakınmak. Örnek: Gözleri ferfecir
okuyordu zillinin. Boşuna almamış o lakabı. (Çınkır, 2016: 414)
Ferik gibi: Yeni yetme düzgün kız. (Özturan, 2014: 130)
Fıllanıp dolanmak: Etrafı, çevreyi dolaşmak, dolanmak. (Özalp, 2008: 248)
Fıngılıs oynamak: Oyun oynamak, oyuna getirmek, düşürmek. (Özalp, 2008:
248)
Fır atmak: Yazı tura atmak. (Özturan, 2010: 23)
Fır çalmak/dolanmak: Dört dönmek. Sık sık gelip gitmek, sık sık gözetlemek.
(Özalp, 2008: 248)
Fırıştak gibi gıvırmak: Bulunduğu vaziyetten güzel bir duruma kavuşmak.
Hikâyesi: Andırınlı abdallardan biri gece yarısı ölür. Sabahı bekleyemezler. Yakınları
hemen mezar kazar ve gömmeye başlarlar. O sırada mezarlığa gelen cenazenin
yakınlarından biri itiraz eder ve “Yav bu kadar da dinsiz imansız gömmeyelim.” der.
Tartışma sonunda adama hak verirler. Mezarda dua etmesi için gidip bir imam
çağırırlar. Gecenin bir yarısı mezarlığa gelen imam der ki: “Mezarı yanlış kazmışsınız,
böyle gömemeyiz.” Cenazeden bir an önce kurtulmak isteyen çevredekiler de diretirler.
“Sen duanı oku, olur olur.” derler. İmam: “Okumam” der. Onlar diretir, o diretir. En son
abdallardan biri der ki: “O sağlığında çok güzel gıvırtırdı. Biz defnedelim, siz de duasını
okuyun. O alttan fırıştak gibi gıvırır, sizin dediğiniz gibi başını kıbleye çevirir. Hiç
merak etmeyin.” (Kalaycı, 2010: 83)
Fırladılık bazlama: İşe yaramaz insan. (Özturan, 2014: 131)
Fırsat esiri olmak: Yakaladığı fırsatı, imkanı mutlaka kullanmak, kaçırmamak.
Müsamahasız, merhametsiz olmak. (Özalp, 2008: 249; Özturan, 2014: 131)
Fırsat gollamak: Uygun zamanı beklemek. (Kozan, 2007: 219)
Fırsatı ganimet bilmek: Çıkan fırsatı iyi değerlendirmek. (Göçer, 2010: 221)
Fıs fıs akıllı: Küsmeyi âdet edinen, sık sık küsen. (Özalp, 2008: 249)
Fıtık vermek: Sürgün vermek. Ağaçlar ve otlar, yeni dal, filiz çıkarmak. (Özalp,
2008: 249)
Fıttırık Fatma: Aklı noksan, hareketleri tutarsız kimse. (Özalp, 2008: 248)
Fıttırık gibi: Deli gibi hareket etmek, çok yaramaz aklını kaçırmışa benzemek.
Örnek: Ben o herifle bir yere gitmem, nereye gitsek fıttırık gibi hareket ediyor, ne
durdan anlıyor ne duraktan. (Bilgin, 2006: 135; Özalp, 2008: 248)
Figan etmek/goparmak: Yüksek sesle ağlamak. Örnek. Figan etti yüce dağlar.
(Atalay, 2008: 144; Gözükara-Özalp, 2011a: 221; Özalp, 2008: 248)
Filan fiştan: Bu, şu. Öte, beri. (Erşahin, 2011a: 72)
Fiş vermek: Şüpheye düşürmek, şüphe ile yanlış iş yaptırmak. (Özalp, 2008:
249)
Fit olmak: Paylaşımda veya maddi manevi bir hesaplaşmada ötekine söyleyecek
söz bırakmayacak şekilde ödeşmek, birbirini razı etmek. Örnek: Bak bir sen yendin bir
de ben, fit olduk işte daha ne üstüme geliyorsun ki? (Bilgin, 2006: 136; Horasan, 1992:
209)
Fitne ficir/fücur: Fitne fesat peşinde koşan, kötülük arayan. (Özturan, 2014: 131;
Yalman, 1977: 520)
Fitne gumguması: Fitne kaynağı. (Özalp, 2008: 249)
Fitnenin içinden fitne çıkarmak: Fitne peşinde koşmak, sürekli fitne çıkarmak,
fitneyi büyütmek. (Özturan, 2014: 131)
Foddurup gitmek: Surat asıp gitmek. (Özalp, 2008: 249)
Fol yok, yumurta yok: Kavga sebebi olacak bir şey yok. (Özturan, 2014: 131;
Faruk Zülkadiroğlu)
148
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Fonalalak fos: Bomboş. (Özalp, 2008: 249)


Ford ford etmek: 1. Küsmek. 2. Surat asıp kendi kendine söylenmek. (Özalp,
2008: 249)
Fos çıkmak: Boş çıkmak. (Kuyumcu, 1995: 150)
Fosur fosur o…mak: Sık sık, çok çok osurmak. (Özalp, 2008: 249)
Fotur fotur etmek: Öfke zamanında, söylenecek sözü açık değil, ağzın içinde ve
anlaşılmayacak şekilde ama sert söylemek. (Özalp, 2008: 249)
Fuhara-yı sabirin: Fakirliğini kimseye bildirmeyen, Allah'tan başkasından bir
şey beklemeyen, aç olduğu halde tok gibi davranan, gözü gönlü tok, alnı açık, yüzü ak,
başı dik kimse. (Özalp, 2008: 248)
Fukara gazetesi: Dedikodu yapan. (Özturan, 2014: 131)
Fukara sümüğü gibi yapışmak: Birinin peşini bırakmamak. (Karalar, 1998: 52;
İsmail Orhan; Faruk Zülkadiroğlu)
Fukara yazı: Sonbaharda yaşanan sıcak günler. (Özalp, 2008: 248; Özturan,
2014: 131)
G.. [içi] gadar: Küçücük, çok küçük yer. (Çınkır, 2016: 521; Özturan, 2014: 154;
Salih Kamalak)
G.. atmak: Verdiği sözden dönmek. (Çınkır, 2016: 521; Ayşe Koçak)
G.. g..e düşmek: Arka arkaya düşerek yürümek. (Özturan, 2014: 154)
G.. g..e: Peş peşe. (Çınkır, 2016: 521)
G.. gerek: Yürek gerek, cesaret gerek. (Özalp, 2008: 265; Özturan, 2014: 154)
G.. oyunu etmek: Hile yapmak. (Çınkır, 2016: 521)
G.. poçalamak: Oyalamak, savsaklamak. (Çınkır, 2016: 521)
G.. sornuğu: Çapa işçilerinin iki saat süreli öğlen dinlenmeleri. (Çınkır, 2016:
521)
G.. tokuşturmak: Araları çok iyi olmak, ilişki kurmak, kaynaşmak. (Çınkır,
2016: 521)
G.. üstü galmak: Kızlar için evde kalmak, evlenememek. (Özalp, 2008: 266)
G..e yakın yerden et, [engin daldan murt] yememek: Kibirli davranmak. (Çınkır,
2016: 521; Karalar, 1998: 53)
G..süz elif: Kalçası dar ve zayıf olan. (Özalp, 2008: 265)
G..te durmayan o…uk gibi: Yerinde duramayan, her işe karışan, her yerde biten
ve münasebetsizlik eden. (Özalp, 2008: 265)
G..ten bacak: Kısa boylu. (Kılıç, 2008: 109)
G..ü açık: Yoksul. (Ahmet Yenikale)
G..ü başı açılmak: Üstü başı açılmak. (Ahmet Yenikale)
G..ü batman dövmek: Kalçası geniş etli olmak. (Özturan, 2014: 154)
G..ü boşanmak: Arkası gelmez olmak. (Özturan, 2014: 154)
G..ü cıvık: Oturmayı sevmez, çok dolaşır, her yere girer. (Özturan, 2014: 154)
G..ü çakıldaklı: Beceriksiz, işe yaramaz kimse. (Çınkır, 2016: 521; Özturan,
2014: 154)
G..ü çıkmak: Çok yorulmak. (Saime Pırnaz)
G..ü çürük: Sağlıksız ve sık sık hasta olan kimse. (Çınkır, 2016: 521)
G..ü düşmek: Bir işe, bir yükün altına girmekten kaçınmak. Örnek: Şu işi yapsan
sanki götün düşer. (Özalp, 2008: 265)
G..ü garpuz dilimi gibi olmak: Hasta olmak. (Adem Pırnaz)
G..ü gışlı: Bir kimse bir yere gittiğinde oraya kar, fırtına, soğuk veya kötü bir hal
gelirse o kimse için "Uğursuz, uğursuzluk getirdi." anlamında söylenir. Özellikle de
yukarıdaki şartlarla birlikte bir eve gelin gelenler için kullanılır. (Özalp, 2008: 265)
G..ü gızıl olmak: Tembel olmak. İşi ve çalışmayı sevmemek. İşten kaçmak.
(Çınkır, 2016: 521; Özalp, 2008: 265; Özturan, 2014: 154; Saime Pırnaz)
G..ü gızmak: İşten kaçmak için bahane aramak. (Özalp, 2008: 265)
G..ü gurtlu: Yerinde duramayan. (Çınkır, 2016: 521)
G..ü patlasa: En fazla, en çok, olsa olsa. (Çınkır, 2016: 521)
G..ü soğumak: Çok mutlu olmak. (Çınkır, 2016: 521)
G..ü tırrik tutmaz olmak: Olay ve gelişmeler karşısında korkar olmak. (Özturan,
2014: 154)
149
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

G..ü vırrıklamak: Sözünde durmamak, sözü ağır gelmek. (Özturan, 2014: 154)
G..ü yeğni olmak: Hafif, çevik, çabuk olmak. Her işe koşmak, işten kaçmamak.
İşe başlarken üşengeçlik göstermemek. (Çınkır, 2016: 521; Özalp, 2008: 265-266;
Özturan, 2014: 154)
G..ü yememek: Bir işe girişmeyi göze alamamak, bir işten çekinmek. (Çınkır,
2016: 521)
G..ü yer dutmamak: Oturmayı sevmemek, sebat etmemek, bir yerde duramamak,
oturamamak, çok gezmek. (Özalp, 2008: 266)
G..ü yerden galkmaz olmak: Tembelleşmek, hareket kabiliyetini yitirmek.
(Özturan, 2014: 155)
G..ü yere yakın olmak: Bacakları kısa, gövdesi uzun, bu sebepten kıçı yere yakın
olmak. Fitneci olmak. (Çınkır, 2016: 521; Özalp, 2008: 266; Özturan, 2014: 155)
G..ün buz gibi oldu mu?: Yaptığın işin neticesini gördün mü? Bu kötü olaydan
haz mı duyuyorsun? Yaptığın işten memnun oldun mu? (Özturan, 2014: 156)
G..ün g..ün gitmek: Arka arka, geri geri, anarya gitmek. (Çınkır, 2016: 521;
Özalp, 2008: 266)
G..ün g..ün göle düşmek: Pek de haklı olmadığı halde mala mülke kavuşmak.
(Çınkır, 2016: 521; Özturan, 2014: 155; Şirikçi, 2006: 11)
G..ün varsa: Bu işi yapmaya cesaretin varsa. (Ahmet Yenikale)
G..ünde balta/kürek sapı doğrulmak: Çocukluktan çıkmak. (Özalp, 2008: 266;
Özturan, 2014: 155)
G..ünde bir batman çakıldak olmak: Çok hareketli olmak, yerinde duramamak.
(Ahmet Yenikale)
G..ünde bülbül bardağı gaynamak: Çok aceleci olmak. (Özturan, 2014: 155)
G..ünde gurt gaynamak: Çok hareketli olmak, yerinde duramamak. (Arslan,
2011: 356; Özturan, 2014: 155)
G..ünden gıl aldırmamak: Kendini hep yukarıda ve üstün görmek. Her yaptığını
doğru bilmek ve tenkit kabul etmemek. (Özalp, 2008: 266)
G..ünden gonuşmak: Anlaşılmaz konuşmak. (Özturan, 2014: 155)
G..ünden haberi olmamak: Dünyadan, kendinden haberi olmamak. (Özturan,
2014: 155; Saime Pırnaz)
G..ünden icat çıkarmak: Kendi kafasına göre iş yapmak. (Ahmet Yenikale)
G..ünden iş gullanmak: Kendi kafasına göre hareket etmek. (Saime Pırnaz)
G..ünden işemek: İshal olmak. (Adem Pırnaz)
G..üne baka baka dönmek: İsteğine ulaşamadan geri dönüp gelmek. Hiçbir şey
elde edemeden, aradığını bulamadan, eli boş olarak dönmek. (Özalp, 2008: 266;
Özturan, 2014: 155)
G..üne bostan dikmek: Birine yalakalık yapmak. (Adem Pırnaz)
G..üne daş döşemek: Birine yalakalık yapmak. (Özturan, 2014: 155)
G..üne depik vurmak: Kovmak, dışlamak, hesaba getirerek ayırmak. (Özturan,
2014: 155)
G..üne dolanmak/düşmek: Birinin arkasına, peşi sıra dolanmak. Faydalanmaya
çalışmak. Bir işi yaptırmak veya ihtiyacı olan bir şeyi almak için birinin peşinden
ayrılmamak. (Çınkır, 2016: 521; Özalp, 2008: 266)
G..üne gabak asmak: Deliymiş gibi davranmak. (Özturan, 2014: 155)
G..üne gitmek: Zarar etmek, sermayeden yemek. (Çınkır, 2016: 521)
G..üne güvenmek: Kendine güveni çok olmak. (Çınkır, 2016: 522)
G..üne şeytan: Hile yapan, kurnaz. (Çınkır, 2016: 522; Fadık Pırnaz)
G..üne vura vura büyütmek: Komşu, mahalle, akraba çocuklarını büyütmek. Onu
ben büyüttüm, elimin altında, yanımda büyüdü. Çok iyi tanırım anlamında. (Özalp,
2008: 266)
G..üne yapışmak: Erkek çocuklara tecavüz etmeye veya tecavüze kalkışmak.
(Özalp, 2008: 266)
G..üne/s..ine çalmamak: Hesaba katmamak, adam yerine koymamak,
aldırmamak, görmezlikten gelmek. (Özalp, 2008: 266; Özalp, 2008: 327; Özturan,
2014: 155; Adem Pırnaz)

150
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

G..ünü açmak: Suçunu, günahını, açığını ortaya dökmek, koymak. (Özturan,


2014: 155)
G..ünü çula/hasıra sürtmek: Kaçınmak, bahaneler üretmek. (Çınkır, 2016: 522;
Özturan, 2014: 155)
G..ünü galdırmaya mürdün gerek: Yerinden kalkmayı sevmez. (Özturan, 2014:
155)
G..ünü kiraya verip elini garşı dutmak: Gayr-i meşru ama kârlı işlere girip
riskine katlanmamak. (Özalp, 2008: 266)
G..ünü örtmek/yumak: Ayıbını örtmek. (Çınkır, 2016: 522; Özturan, 2014: 155)
G..ünü toplamak: Birinin eksiklerini gidermek, hatalarını düzeltmek. (Züleyha
Çevik)
G..ünü vermek: Çok istekli olmak, her türlü fedakarlığa hazır olmak. (Özturan,
2014: 155)
G..ünü yere sürmek: Çatlamak, kıskançlıktan deliye dönmek, kafasını duvarlara
vurmak, öfkeden kudurmak. Örnek: Elleme onu bırak g..ünü yere sürsün. (Özalp, 2008:
266)
G..ünü yumasını bilmemek: Bilgisiz, beceriksiz olmak. (Özturan, 2014: 155)
G..ünü yumasını bilmeyen akıl vermek: Hiçbir şeye aklı ermeyen bile akıl
veriyor olmak. (Özturan, 2014: 155)
G..ünün ağzında olmak: Çok yakınında, burnunun dibinde olmak. Örnek:
Hökümet g..ümüzün ağzında diye o kadar söyledim hakim bey, gene de dinletemedim,
gavga ettiler. (Çınkır, 2016: 522)
G..ünün b..uyla: Yaşı küçük olduğu halde büyüklerin arasına karışmaya çalışan,
büyüklerin işlerine karışan, onların sohbetlerine katılmak isteyen kimselere "Sen daha
küçüksün, böyle şeylere aklın ermez, anandan evvel ahıra girme." türünden,
küçüklüğünü, bazen da haddini bildirmek için söylenir. Örnek: G..ünün b..uyunan bana
iş belletmeye çalışıyor. (Çınkır, 2016: 522; Özalp, 2008: 266)
G..ünün çakıldağıyla durmak: Tecrübesiz ve toy olmak, hayatı bilmemek.
(Özturan, 2014: 156)
G..ünün galıbını yitirmek: Eski düzenini kaybetmek. (Salih Kamalak)
G..ünün gılı ağarmak: Yaşlanmak, çok ihtiyarlamak. Örnek: G..ünün gılı
ağarmış, daha cami yolu bilmez. (Çınkır, 2016: 522; Özalp, 2008: 266; Özturan, 2014:
156)
G..ünün gulağı bile duymamak: Hisssiz, alakasız, umursamaz olmak. (Özturan,
2014: 156)
G..ünün gulağıyla dinlemek: Dikkatsizce dinlemek. (Saime Pırnaz)
G..ünün hayırcığını görmek: Yaptıklarının karşılığını görmek. (Sultan Pırnaz)
G..ünün kârı olmamak: İşi yapabilecek düzeyde olmamak. (Ahmet Yenikale)
G..ünün kenarı: Tahkir ifadesi, küçümseme. (Özturan, 2014: 155)
G..ünün kokusunu dinlemek: Sevmediğinin kahrını çekmek. (Özturan, 2014:
156)
G..ünün üstüne oturmak/oturtturmak: Birinin dersini, ağzının payını vermek, onu
konuşamaz etmek. (Özturan, 2014: 156; Salih Kamalak)
G..üyle dinlemek: Konuşulan lafları dinlememek. (Özturan, 2014: 154)
G..üyle köy yıkmak: Düzensiz, intizamsız bir şekilde hareket ederek sağa sola
çarparak kırıp dökerek insanları itip kakarak dolaşmak. (Çınkır, 2016: 522; Özalp,
2008: 266-267; Özturan, 2014: 154)
Gaba guşluk: Sabah saat dokuz on sırası, öğleye yaklaşık iki saat kala. (Çınkır,
2016: 425; Ekici, 2005: 135; Özalp, 2008: 250)
Gabadayılığa b.. çalmamak: Karşılaştığı zorluğu kimseye hissettirmeden
kabadayılığını sürdürmek. (Özturan, 2014: 132)
Gabağına çekilmek: Etliye sütlüye karışmamak. (Özturan, 2014: 132)
Gabak çiçeği gibi açılmak: Her şey meydana çıkmak. (Şen, 2006: 107)
Gabak teyaa (tiyek) gibi açılmak: Kuvvetli, güçlü bir şekilde gelişmek,
serpilmek, çabuk büyümek, zenginleşmek, tanınmak, itibar sahibi olmak. (Özalp, 2008:
250)

151
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gabala almak/vermek: Parçaları veya küçük bölümleri hesaba katmadan toptan


pazarlık yapıp toptan almak. Örnek: Adam bağı yevmiye yerine gabala aldı, üç günlük
bel işini iki günde bitirdi. (Bilgin, 2006: 139; Caferoğlu, 1995: 155; Gökhan-Koç, 2009:
319; Kaya-Kozan, 2003: 102; Özalp, 2008: 250; Özturan, 2014: 132)
Gabırıma mı götürücüm?: Vermeyeceğim, harcamayacağım da mezarıma mı
götüreceğim? (Özturan, 2014: 132)
Gabırlık gumarcısı: Kumara çok düşkün. Ölünceye kadar kuman bırakmaz.
(Özturan, 2014: 132)
Gaçak güreşmek: Hileye kaçmak, işin hilesine kaçmak. (Özturan, 2014: 132)
Gaçı gaç guruş?: Maddi değeri yok. (Özturan, 2014: 132)
Gaçıntı gaypıntı: Oradan buradan, rastgele çıkıp gelen. Kim ve ne olduğu
bilinmeyen. Rastgele kimseler, şeyler. İpini koparan geliyor gibi. (Özalp, 2008: 250)
Gaçma göçme olmamak: Kadınlar, erkeklerden kaçmamak, sakınmamak.
(Özalp, 2008: 250)
Gadalara gurban gitmek: Kazalara uğramak, kazaya uğrayarak ölmek. (Özalp,
2008: 250)
Gadana beygiri/gatırı gibi: İriyarı, tombul, ağır hareket eden, kilolu insanlara,
kadanaya benzetilerek böyle denir. (Özalp, 2008: 250; Ahmet Yenikale)
Gadası gara yere, sırtı guru yere gelmek: Kazası, belası yere gitmek, sırtı sağlam
yere yaslanmak veya kazasıyla, belasıyla ölmek, sırtı mezara, yere yaslanmak/gelmek.
(Özalp, 2008: 251)
Gadasını almak: 1. Birinin kazasının, belasının kendisine gelmesini dilemek,
temenni etmek. 2. Hesabını görmek. (Arslan, 2011: 355; Çınkır, 2016: 428; Körük,
2005: 33; Özalp, 2008: 251; Yalman, 1977: 403)
Gadı evinden gaygana mı gelici?: Rahat rahat oturuyorsun, büyük yerden misafir
mi gelecek? (Özturan, 2014: 133)
Gadınlık golay oldu, samanlık seyran oldu: Kadınların işleri kolaylaştı, keyifleri
de yerinde. (Özalp, 2008: 251)
Gadli garezi olmak: Köklü, derin, gizli garezi olmak. (Özalp, 2008: 251)
Gafa değil don gazanı: Anlatılanı anlayamıyor, kafasız. (Özturan, 2014: 133)
Gafa doldurmak: Dalga geçmek. (Adem Çömez)
Gafa gafaya vermek: Birlikte hareket etmek. (Ahmet Yenikale)
Gafadan aşşağa: Yukarıdan aşağı. (Ahmet Yenikale)
Gafadan atmak: Uydurmak. (Şen, 2006: 105)
Gafadan gontak: Kafası çatlak, ani çıkış yapar. (Özturan, 2014: 133)
Gafası almamak: Dinlediği konu ağır olmak, algılamakta zorlanmak. (Özturan,
2014: 133)
Gafası bozulmak: Canı sıkılmak, sinirlenmek. (Kozan, 2007: 219)
Gafası çalışmamak: Akıl yönünden zayıf olmak. (Ahmet Yenikale)
Gafası çatlak: Fazla akıllı değil. (Özturan, 2014: 134)
Gafası don gazanı gibi olmak: Kafası büyük olmak. (Ahmet Yenikale)
Gafası galın: Algılaması zayıf. (Özturan, 2014: 134)
Gafası tırahalı olmak: Kafası yerinde olmak. (Özturan, 2014: 134)
Gafası yelli olmak: Aklında noksanlık olmak. (Özturan, 2014: 134)
Gafasına dank etmek: Gerçeklerle yüz yüze gelmek. (Özturan, 2014: 134)
Gafasında gırk tane dilki dolaşmak, guyrukları birbirine değmemek: Çok kurnaz
olmak. (Özturan, 2014: 134)
Gafasında mıh yülümek: Birine herhangi bir konuda çok ısrarcı davranmak, aşırı
zorlamak, ona âdeta eziyet etmek. (Elife Akkurt)
Gafasından aşağı gaynatma gazanıyla gızgın su dökülmek: Ani bir sıkıntıyla,
acıyla karşılaşmak. (Özturan, 2014: 133)
Gafasını küllük tutmak: Birdirbir oynarken, rükua varmış gibi yatanın, dik duran
kafasını, atlayanların ayakları değmemesi için boyundan itibaren olabildiğince eğmek.
Örnek: Kafasını küllük tutmadı, atlarken az kalsın ayağım boynunu kıracaktı. (Aksu,
2013: 252; Bilgin, 2006: 141; Çınkır, 2016: 430; Kaya-Kozan, 2003: 78; Özalp, 2008:
251; Özturan, 2010: 35; Özturan, 2014: 133)
Gafasının dikine gitmek: Kendi başına buyruk hareket etmek. (Ahmet Yenikale)
152
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gafasının içi don küllüğüne dönmek: Konuşulanlardan dolayı başı ağrımak.


(Çınkır, 2016: 430; Özturan, 2014: 133)
Gafasının tahtası noksan olmak: Aklı kıt, kafası çalışmaz, geri zekalı, az biraz
delice olmak. (Özalp, 2008: 251)
Gafayı yemek: Delirmek. (Özturan, 2014: 134)
Gafılım gadalardan gitmek: Beklenmedik ani kazadan, ölümden gitmek.
Umulmadık kazalara uğramak ve ölmek. (Özalp, 2008: 251)
Gağnısı gıcırdayana binmek: Güçlünün yanında olmak. (Deniz, 2015: 69)
Gah gahlayarak vermek: Köpek yerine konulmak. Örnek: Adama bak ya beş
kuruşluk yardım edecek, onu da bizi adam yerine koymadan gah gahlayarak verici.
(Bilgin, 2006: 142)
Gah/gaha gelmek: Usanmak, bezmek, sabrı taşmak, artık gırtlağına kadar
dolmak. Örnek: Yeter lan yeter, gah geldim diyorum anlamıyorsun. (Bilgin, 2006: 142;
Özturan, 2014: 135)
Gahrını çekmek: Yükünü, zahmetini çekmek. Örnek: Çok kahrını çektim,
çürüdü bünyem. (Gözükara-Özalp, 2011a: 80; Gözükara-Özalp, 2011b: 84)
Gak deyince et, guk deyince süt vermek: Avantadan, beleş beslemek. (Özturan,
2014: 135)
Gal gal gurumak: İyice kurumak, yaşlığı kalmamak. (Özalp, 2008: 252)
Galabalığı galkmak: Ortalıkta görünmez olmak, ölmek. (Çınkır, 2016: 433)
Galbi bozuk olduğundan gurrası bozuk çıkmak: Kalbi kötü olduğundan niyeti de
kötü olmak. (Horasan, 1992: 208; Şen, 2006: 107)
Galbi dar olmak: Ferah olmamak, soğuk olmak. (Okumuş, 2006: 167)
Galbi efilemek: Kalbi titremek, kalbi atmak, oynamak. (Özalp, 2008: 252)
Galbi gara olmak: Kindar olmak, en ufak bir hatayı dahi affetmemek, karşılığını
mutlaka vermeye çalışmak. (Özalp, 2008: 252)
Galdırım mühendisi: İşsiz, amaçsız olarak yollarda, kaldırımlarda dolaşan.
(Özturan, 2014: 135)
Galem oynatmak: Yazı yazmak. (Özturan, 2014: 135)
Galemi düzgün: Fiziği düzgün, vücut yapısı, görünüşü düzgün, hoş. (Özalp,
2008: 252)
Galeminden gan damlamak: Yazılan şey çok etkili olmak. (Özturan, 2014: 135)
Galemini batırmak: Yazmaya başlamak. (Özturan, 2014: 135)
Galıbını basmak: Teyit etmek. (Özturan, 2014: 135)
Galıbının adamı olmamak: Kendisinden beklenilen hareketleri yapmamak.
(Özalp, 2008: 252; Özturan, 2014: 135)
Galın kesmek: Başlık parasını konuşup karara bağlamak. (Çınkır, 2016: 435)
Galle çekmek: Esnaf, gün boyu yaptığı alışverişin hasılatını dükkanı kapatacak
vakitte kalleden almak. Örnek: Bayramüstü işler eyiydi baba. 15 Bin gale çekmişiz.
(Özalp, 2008: 252; Özturan, 2014: 136)
Galp gazanmak: Birini sevindirmek. (Okumuş, 2006: 168)
Galp gırmak: Birini üzmek. (Okumuş, 2006: 168)
Galp olmak: İstenenden, ihtiyaçtan daha büyük, daha ağır, hantal olmak. (Özalp,
2008: 252)
Gam gasafet bırakmamak: Kafada düşünce, kalpte gam kasavet bırakmamak.
(Özturan, 2010: 13)
Gam gasafet çekmek/dağıtmak/dolmak: Sıkıntı çekmek, dağıtmak. Örnek: Şimdi
üstümüz akmıyor, ama içimiz gam gasavet dolu. (Caferoğlu, 1995: 143; Özturan, 2010:
15; Özturan, 2014: 136; Yalman, 1977: 349)
Gamalağın başında saz çalmak: Ağustos böceği ötmek. (Ayşe Koçak)
Gamalak etmek: Karlı havada keklikleri yorarak canlı avlamak. (DS, 2009:
2613)
Gamalak sırtlı olmak: Sırtı düz olmak. (Erşahin, 2011a: 74)
Gambır gambır üstüne etmek: Yanlış yanlış üstüne, yük yük üstüne etmek.
(Özturan, 2014: 136)
Gamlı durmak: Hisli, üzüntülü durmak. Örnek: Niye gamlı durun eller yüzünde.
(Bilgin, 2007b: 113)
153
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gan ağlamak/ağlatmak: Çok büyük üzüntü duymak. Örnek: İsmi geçen tahrirat
katibi kan ağlamış. (Bilgin, 2007b: 166; Göçer, 2004: 182; Yalman, 1977: 524)
Gan çekmek: Ana ya da baba tarafının huyuna benzemek. (Okumuş, 2006: 167)
Gan ekmeği: Zor kazanılan ekmek. (Özturan, 2014: 136)
Gan gusup gızılcık şerbeti içmek: Dertlerini, sıkıntılarını, kötü durumlarını
saklamak, açığa vurmamak. Açığa çıkan durumlarını da gizlemeye çalışmak. (Özalp,
2008: 395)
Gan kokutmak: Dövüş, kavga çıkarmak, insanlara rahatsızlık vermek,
huzursuzluk çıkarmak. (Özalp, 2008: 252)
Gan tohumu dökmek: Aşırı derecede yalvarmak, ısrar etmek. (Özalp, 2008: 252)
Gan uydurmak: Uyuşturmak, kan oturmasına neden olmak. Örnek: Nasıl vurdun
elime bak, kan uydurdun. (DS, 2009: 4534)
Gan uykuda olmak: Çok derin uykuda olmak, uyumak. (Özalp, 2008: 252)
Gan yaş akıtmak: Acı gözyaşları dökmek, çok fazla ağlamak. (Özalp, 2008: 252)
Gana gana içmek: İstekli bir şekilde çok çok içmek. Örnek: Hakiki ilham
kaynağından gana gana içmeye başlamıştım. (Bilgin, 2007b: 110; Gökçebey, 1999: 83)
Ganadı eline geçmek: Yakası eline geçmek. (Özturan, 2014: 136)
Ganadı gırık tavuk gibi oturmak: Yerinden kalkmamak. (Özturan, 2014: 136)
Ganadını golunu gırmak: Birini çaresiz durumda bırakmak. Örnek: Yalan
dünyada gırdın ganadımı golumu. (Kozan, 2007: 214)
Ganalgası tez: Çabuk aldanır, çabuk inanır. (Arslan, 2011: 355; Çınkır, 2016:
438; Özalp, 2008: 252; Özturan, 2014: 136; Şen, 2006: 105)
Gancık eşşek şansı olmak: Tüm beklentilere fazlasıyla kavuşmak, aradığını
kolayca bulmak. Örnek: Ulan yavrum, arkasında dolandığın kızı aldın, okulunu
takıntısız bitirdin, bitirir bitirmez de iş buldun. Vallahi sende iyi gancık eşşek şansı
varmış. (Bilgin, 2006: 145; Çınkır, 2016: 439; Özalp, 2008: 252; Özturan, 2014: 136)
Gancık gısrak gibi kişnemek: Fingirdemek. (Karalar, 1998: 57)
Gangardaş olmak: Çok yakın arkadaş olmak. (Erşahin, 2011a: 74)
Gangılığı çıkmak: Çok zayıflamak. (Çınkır, 2016: 439)
Ganı ciğeri beş guruş etmemek: İşe yarar tarafı olmamak, değer verilecek insan
olmamak. (Özturan, 2014: 137)
Ganı donmak: Şok geçirmek. (Kozan, 2007: 219; Okumuş, 2006: 167)
Ganı gaçmak: Soğuk su ve diğer sıvılar hafifçe ısınmak, ılımak. (Özalp, 2008:
252)
Ganı garrah olmak: Ganimete üşüşmek, çoğalıvermek. Örnek: Hösüyün ağanın
öldüğü günün akşamı Allah etmeye meresçileri ganı garrah oldular. (Çınkır, 2016: 439-
440)
Ganı gaynamak: 1. Çok hareketli olmak. 2. İlk defa gördüğü birine karşı ilgi,
sevgi, yakınlık duymak. (Erşahin, 2011a: 74; Özalp, 2008: 252)
Ganı gurumak: Kanı tükenmek, kansız kalıp ölmek. (Özalp, 2008: 252)
Ganı soğuk/şirin olmak: İnsanlara karşı mesafeli, sevimsiz olmak. (Elife Akkurt)
Ganın gaynak, gıçın oynak zamanı: İlk gençlik çağının verdiği hareketlilikle
yerinde duramama ve karşı cinse fazlaca ilgi duyma zamanı. Örnek: Oğlum kalan
gençlere göz kulak ol. Onların kanının kaynak, kıçının oynak zamanı, başımıza bir iş
açmasınlar. (Bilgin, 2006: 145-146; Adem Pırnaz)
Ganına aş yermek: Kanını dökme arzusu duymak. (Özturan, 2014: 137)
Ganını satın almak: Suç, sıkıntı, hastalık, borç, sıkışıklık gibi zor bir durumda
olan birini her türlü fedakarlığı yaparak kurtarmak. (Özalp, 2008: 253)
Gani gani rahmet dilemek: Baş sağlığı dilemek. (Bilgin, 2007a: 103)
Ganlı kinli olmak: Düşman olmak. Örnek: Dirgen Ali, Dıbıcılar ile ganlı kinli
olup çocukları ve yeğenleriyle birlikte Antep hapishanesine düşer. (Demir, 2011: 54)
Gantar gibi: Çok ağır. (Özturan, 2014: 137)
Gap şıkırtısına oynamak: Oynamayı sevmek. (Özturan, 2014: 137)
Gapağı galın olup buğusu çıkmamak: Koruyucusu, kusurlarını örteni olup
ayıpları, kusurları ortaya çıkmamak, belli olmamak. (Özalp, 2008: 253)
Gapalı gutu: Sırrını vermeyen. (Özturan, 2014: 137; Şen, 2006: 107)

154
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gapan gaptı, sen ağzını poyraza aç: Herkes işini bitirdi, sen kaygısız durmaya
devam et. (Şen, 2006: 107)
Gapçık gibi olmak: İçi boşalmış gibi olmak, aşırı derecede zayıflamak, karnı
beline yapışmak. (Özalp, 2008: 250)
Gapının palavarına boyu yetmemek: Küçük olmak, boyu kısa olmak. (Özalp,
2008: 254)
Gapıp goyurmak: Başıboş bırakmak. (Arslan, 2011: 355; Bilgin, 2007a: 129;
Bilgin, 2007b: 216; Erşahin, 2011a: 74; Şen, 2006: 105)
Gapısında büyümek: Ekmeğini yiyerek büyümek. (Özturan, 2014: 137)
Gapısını aşındırmak: Çok gidip gelmek. (Özturan, 2014: 137)
Gapısını çalmamak: Hor görmek, ziyaret etmemek. (Irmak: 2013: 208)
Gapısız yerden çıkmış olmak: Kapıyı kapatma alışkanlığı olmamak. (Özturan,
2014: 137)
Gapıya gonacak mal olmamak: (Mal, şahıs vs.) Beğenilmemek. (Özturan, 2014:
137)
Gapıyı beklemek: Evi beklemek. (Erşahin, 2011a: 74)
Gapıyı gırıp odun etmek: Durumu zayıf olmak, yakacak sıkıntısı çekmek.
(Özturan, 2014: 137)
Gaplumbağa gibi evi sırtında olmak: Belli bir mekânı olmamak. (Okutucu, 2000:
181)
Gar anası, kor anası: Evladına soğuk ana, evladına sıcak ana. (Özturan, 2014:
137)
Gar gabağa s..mak: Kimse dışarıya çıkamamak, çok soğuk olmak. (Özturan,
2014: 139)
Gar küçük devenin guyruğunda olmak: Kar çok yağmak, hatta alçak boylu
devenin kuyruğuna kadar çıkmak. (Özalp, 2008: 254)
Gara batağa batmak: Çoktandır görünmemek, suyun altından yüzmek. (Özturan,
2014: 138)
Gara bayram: Acılı bayram. (Özturan, 2014: 138)
Gara cahil: Hiçbir şey bilmez. (Özturan, 2014: 138)
Gara çalmak: İftira atmak. Örnek: Gız mademki sen şu masum yavruya gara
çalmaya uğraştın, Allah da seni çaldığın gara gibi garardır da utancından hiç dışarı
çıkamaz olursun inşallah. (Bilgin, 2006: 147; Özalp, 2008: 254; Özturan, 2014: 138)
Gara eşşek gapıda bağlı olmak: Binecek araç kapıda hazır durmak. (Özturan,
2014: 138)
Gara gaderini gasara vursa ağarmamak: Talihi çok kötü olmak. (Şirikçi, 2008:
327)
Gara gaplı kitabı indirmek: Hüküm vermek için fetva kitabını indirmek.
(Özturan, 2014: 138)
Gara gara düşünmek: Kötü kötü düşünmek, çıkmazda olmak. (Körük, 2005: 34;
Özturan, 2014: 138)
Gara garmaç olmak: Kara gömülmek, sulanmak, karışmak, batmak, belenmek.
Karda yatıp yuvarlanmak. (Özalp, 2008: 254)
Gara günlü olmak: Bahtı, talihi kötü olmak. (Okumuş, 2006: 168)
Gara haberini salmak: Ölüm haberini, acı haberini ulaştırmak. (Erşahin, 2011a:
74)
Gara papaz gibi garşısında durmak: Üstü başı dağınık durmak. (Özturan, 2014:
138)
Gara sakız gibi yapışmak: Sıkı sıkı tutmak, bırakmamak, âdeta tek vücut olmak.
(Özalp, 2008: 254; Özturan, 2014: 138)
Gara yere gark olmak: Kara yere, toprağa gömülmek. (Özalp, 2008: 254)
Garababa çıkarmak: İyileşmeyecek, iflah etmeyecek, öldürecek yara çıkarmak.
(Özalp, 2008: 254)
Garabataktan gitmek: Suyun altından gitmek. (Özturan, 2014: 192)
Garabekirli’den hatun aldık, davayı başımıza satın aldık: Güçlü, kalabalık,
zengin bir aileden gelin aldık, ama onlarla baş edemiyoruz. Başımıza altından
kalkamayacağımız işler açıyorlar. (Özalp, 2008: 254)
155
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Garaçalıyı atmak: Barışmak. (Irmak: 2013: 209)


Garada ölüm olmamak: Şansla, varlıkla sıkıntı yaşamamak. (Özturan, 2014:
138)
Garahan olmak: Çok mesut olmak. (Kılıç, 2008: 168)
Garalar bağlamak: Yas tutmadan dolayı karalar giyinmek. (Atalay, 2008: 154;
Çınkır, 2016: 443; Göçer, 2010: 75; Gözükara-Özalp, 2011a: 59; Gözükara-Özalp,
2011b: 63; Okumuş, 2006: 124; Temiz, 2005: 100; Uzun vd., 2012a: 111)
Garanlıkta göz gırpmak: Gizliden iş çevirmek. (Özturan, 2014: 138)
Gararbazara hareket etmek: Plansız hareket etmek. Örnek: Gararbazara hareket
etmesinden bıktım, usandım. (Çınkır, 2016: 444)
Garartı etmek: Işığını, güneşini kapatacak şekilde gölge yapmak. (Özturan,
2014: 138)
Garartısı galkmak: Varlığı ortadan kalkmak, ölmek veya başka yere gitmek.
(Özalp, 2008: 254)
Garartıya gurşun sıkmak: Bilinmeyen bir konuda hüküm vermek, konuşmak.
Görmeden, bilmeden, delilsiz, şahitsiz karar vermek. İnsanları haksız yere suçlamak,
karalamak. (Özalp, 2008: 254)
Garartma vermek: Kötülemek. (Çınkır, 2016: 444; Özturan, 2014: 138)
Garcaş Maraş garcaş, inniyi bulan buldu: Hikâyesi 1: Yokluk yıllarında Maraş’ın
dağ köylerinden birinde askerliği dışında hiç köyden dışarı çıkmayan Mehmet Emmi
isimli biri vardır. Yaşı ilerlemiş, yüzü ihtiyarlığa dönmüştür. Köylüler Maraş’a gitmeyi
ne kadar isteseler de o gitmek istemez. Bir gün köylüler kolundan tutup zorla Maraş’a
getirmeye karar verirler. Sonunda gönülsüz de olsa Mehmet Emmi köylülerle yola
çıkar. Epey yürüdükten sonra Mehmet Emmi yerde bir şeyin parladığını görür. Durup o
parlayan şeyi eline alır, biraz inceler. Bulduğu şey de dikiş iğnesidir. Etrafına bakar
kimsenin görmediğini anlayınca içi rahatlar. İğneyi hemen cebine atar. Biraz daha
yürümeye başlar. Mehmet Emmi yürür ama içi hiç rahat değildir. Hani olur ya iğnenin
sahibi çıkıp gelirse. Mehmet Emmi’nin içi içini yemeye başlar. “Ulan şimdi iğnesini
kaybeden adam gelmez mi?” diye düşünür. En sonunda yola çıktıkları kişilere: “Ben
Maraş’a gitmekten vazgeçtim.” der. Köylüler hayretle, “Bre Mehmet Emmi aha Maraş
göründü. Bu kadar yol geldikten sonra vazgeçmek mi olur?” deseler de Mehmet Emmi
kafaya koymuş bir kere dönecek. Nesine gerek Maraş. O bulacağını bulmuş. Köylüler
ne söyledilerse de onu fikrinden döndüremeyince söylene söylene kendi yollarına
devam ederler. Mehmet Emmi de içinden derin bir oh çeker, geri dönmeye başlar.
Mehmet Emmi gelen giden var mı diye arkaya dönüp bakmayı da ihmal etmez. Vakit
artık akşam olmuştur. Emmi arkasına dönüp baktığında ne görsün Maraş’ta ışıklar yanıp
sönüyor, ama ışıklar uzakta. Emminin içi o yüzden rahat. Mehmet Emmi nerden bilsin
Maraş koca şehir olmuş, gördüğü ışıklar şehrin ışıkları. Meğer Mehmet Emmi, bütün
Maraş ellerinde ışıklarla iğneyi arıyor sanmış. Keyifle arkasına bir daha dönüp şu sözü
söylemiş: “Garcaş goca Maraş garcaş, inniyi bulan buldu.” Hikâyesi 2: Eskiden
köylerden şehre çok seyrek gelinirdi. Özellikle kadınlarda hayatı boyunca şehre
inmeyen olurdu. Böyle bir zamanda bir kadın şehre gelmiş. Kıbrıs Meydanı’nın oralarda
gezerken bakar ki bir kalabalık. Kimileri geliyor kimileri gidiyor. Kadın yolda gördüğü
birine “Aman bunlar ne arıyor, nere gidip geliyor?” demiş. Maraş’ın adamı da saf
köylüleri makaraya sarmayı çok severdi eskiden. Adam da “Bacı bir iğne kayboldu da
onu arıyorlar.” demiş. İğne Türkiye’de olmayan dışarıdan gelen önemli bir şey o
zamanlar. Kadın gezerken yerde bir iğne bulmuş. Hemen almış yakasına takmış.
“İnneyi bulan buldu garcaş Maraş garcaş. Siz hemen gidin gidin gelin, ben inneyi
buldum.” demiş. (Özturan, 2014: 185; Polat, 2016: 82)
Garda yürüyüp izini belli etmemek: Yaptığını, niyetini kimseye sezdirmemek.
Geri planda oynamak. (Özalp, 2008: 254; Özturan, 2014: 138)
Gardaş gardaşa yapmamak: Büyük iyilik yapmak. Kardeş kardeşe bu kadar
büyük iyilik yapmamak. (Özturan, 2014: 139)
Garemet atmak: İftira atmak, bühtanda bulunmak. (Bilgin, 2006: 148)
Garez etmek: Birine kötülük etmek, malına, canına zarar vermek. (Özalp, 2008:
255)

156
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Garga b..unu yemeden erkenden gelmek: Çok erkenden gelmek. (Özturan, 2014:
139)
Garga gibi: Çok zayıf. (Özturan, 2014: 139)
Gargadan başka guş tanımamak: Bildiğinden şaşmamak. (Özturan, 2014: 139)
Gargalar da senin tavuğun olsun, yumurtlamadıktan sonra: İşe yaramaz,
verimsiz, faydasız ne varsa hepsi senin olsun. (Özalp, 2008: 255)
Garın ağrısı: Değersizi dikkate aldığına değmez. (Özturan, 2014: 139)
Garıncası çalmak: Karınca ezildiğinde çıkan kötü koku gibi koku çıkmak.
Yemeklerin lezzetinin bozularak böyle kokması. (Özturan, 2014: 139)
Garıncayı düzüp belini incitmemek: Çok sinsi, çok sessiz çalışmak, belli
etmeden arkadan vurmak. Kalleş olmak. Dost görünen düşman, münafık olmak. (Özalp,
2008: 255; Özturan, 2014: 139)
Garışık ipeğin buruşuk bezi: Değersiz kimse veya şey. (Karalar, 1998: 57)
Garışmadığı gara boya: Her şeye karışan, her işe giren. (Özturan, 2014: 140)
Garıya dişini saydırmak: Hanımın emrine girmek. (Şen, 2006: 107)
Garip yiğit: Çalışıp yiyen, fakir, emeğiyle geçinen, kendi yağıyla kavrulan
kimse. (Çınkır, 2016: 448; Dalkıran, 2005: 55; Kapanoğlu, 2009: 22; Özalp, 2008: 255;
Özturan, 2014: 140; Şen, 2006: 105)
Garlı dağları kendi yaratmak: Aşırı havalı olmak. (Özturan, 2014: 140)
Garma gatma kel Fatma: Her şey birbirine girmiş, karışmış, ayırt edilemez hale
gelmiş. (Özalp, 2008: 255)
Garman çorman: Düzensiz, çok karışık, alt üst olmuş. Örnek: Bir kavga
dolayısıyla mahkemede şahitlik yapacak adama söz verilince “Vallahi hakim bey,
köyden bir traktör adam geldi, indiler mi iniciler mi anlamadım, bir de baktım ki
garman çorman olmuşlar.” demiş. (Bilgin, 2006: 149; Mercimek, ?: 85)
Garnı ağrımak: Birisinden incinmek ve ona öfke duymak, kötülük yapmayı
düşünmek, kıskanmak, çekememek. (Çınkır, 2016: 672; Özalp, 2008: 253)
Garnı beline geçmek/yapışmak: Zayıflıktan, açlıktan karnı iyice küçülmek, yok
gibi olmak, beline yapışmak, karnıyla beli birbirine geçmek. (Özalp, 2008: 253;
Özturan, 2014: 140; Ahmet Yenikale)
Garnı bozulmak/gitmek: İshal olmak. (Özturan, 2014: 140)
Garnı burnunda olmak: Hamile kadın doğurması yakın olmak. (Çınkır, 2016:
672; Sarıyıldız, 2012: 184)
Garnı dar olmak: Kıskanç olmak. (Dalkıran, 2005: 55)
Garnı davul gibi şişmek: Çok yediği için karnı kocaman olmak. (Özturan, 2014:
140)
Garnı doyunca depik atmaya çalışmak: Rahata kavuşunca zarar vermeye
çalışmak. (Mehmet Kamalak-3)
Garnı ekmeğe doymak: Durumu iyileşmek. (Adem Pırnaz)
Garnı eksilmek: Acıkmaktan dolayı mide ve karın küçülmek. (Özalp, 2008: 253)
Garnı ekşimek: Bir şekilde kırılmak, kinlenmek. (Özalp, 2008: 253)
Garnı gabarmak: Kırılmaktan, incinmekten veya zarar görmekten dolayı birisine
karşı kin beslemek, kin tutmak. (Özalp, 2008: 253)
Garnı garnına geçmek: Çok acıkmak. (Özalp, 2008: 253; Özturan, 2014: 140)
Garnı gurtlanmak: Kıskanmak, hasetlenmek. Örnek: Kimsenin malında gözün
olmasın yavrum, karnın ne kadar kurtlanırsa kurtlansın, karnının kurtla dolmasından
başka eline ne geçer? Hiç. (Bilgin, 2006: 149; Özalp, 2008: 253)
Garnı kitli olmak: Yemek yememek. (Erşahin, 2011a: 74)
Garnı küp gibi, bacağı çöp gibi: Karnı büyük, şişman; bacakları ince.
Vücudunun üst kısmı iri, kalın, şişman olduğu halde bacakları ince kimse. (Özalp, 2008:
253)
Garnı yememek: Birinin başarısını hazmedememek. (Özturan, 2014: 140)
Garnı yüklü olmak: Gebe, hamile olmak. (Özalp, 2008: 253)
Garnı zil çalmak: Çok acıkmak. (Şen, 2006: 105)
Garnı zil gibi olmak: Karnı iyice küçülmek, dümdüz, yok gibi olmak. (Özalp,
2008: 253)
Garnın dokuz aylık mı?: Neden çalışmıyorsun? (Özturan, 2014: 140)
157
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Garnın içi garışmak: Kafası bulanmak, kararsız kalmak. (Kılıç, 2008: 168)
Garnına gazan gazan aş sığdı da bir çift laf mı sığmadı?: Laf taşıyanlara, sır
saklamayanlara denir. (Özalp, 2008: 253)
Garnında çamaşır yunmak: Çok su içmek. (Özturan, 2014: 140)
Garnında/içinde erik gurusu olmak: Kin duygusu olmak, kin beslemek. (Çınkır,
2016: 626; Özalp, 2008: 253; Özturan, 2014: 180)
Garnındaki gadıdan olmak: Kendini çok yukarılarda tutmak. (Özturan, 2014:
140)
Garnından başka garaltı istememek: Kendisinden başkasının iflah olduğunu
istememek. (Özturan, 2014: 140)
Garnını burnunu doyurmak: İhtiyaçlarını karşılamak. (Erşahin, 2011a: 74)
Garnının derdinde değil, gadrinin derdinde olmak: Boğazının değil, talihinin
derdinde olmak. (Arslan, 2011: 357)
Garnının doyduğuna bakmak: Başka işlere kafa yormamak, para kazandığına
bakmak. (Özturan, 2014: 230)
Garnının yağları erimek: Zevklenmek, keyiflenmek, mutluluktan çıldırmak.
(Çınkır, 2016: 672)
Garpuz calağı gibi yere yuvarlanmak: Düşmek, yuvarlanmak. (Erşahin, 2011a:
74)
Garpuzu gazana goymak: Korkudan sıfırı tüketmek, çok korkmak, aşırı derecede
korkmak. (Özalp, 2008: 255)
Garşıdan garşıya almalı bağlar: Bol bol vaatte bulunma, ama vaadini yerine
getirmeme. (Özturan, 2014: 141)
Gart horuz: Yaşlı bekâr, zampara, söz ustası. (Çınkır, 2016: 450; Özturan, 2014:
141)
Gas gas durmak: Çalım satmak, kurumla, fiyakayla durmak. (Akbaş, 1985)
Gasaba et borcu mu var?: Çok zayıf kimse için söylenir. (Elife Akkurt)
Gasavet dağıtmak: Üzüntüsünü gidermek. (Adem Pırnaz)
Gasıla gasıla oturmak: Gerinerek oturmak. (Gözükara-Özalp, 2011a: 72)
Gaş göz bulgur gibi: Güzel. (Arslan, 2011: 356)
Gaşı galem gibi: Kaşı güzel, düzgün, hoşa gider şekilde. (Özturan, 2014: 141)
Gaşı gözü yerinde olmak: Güzel. (Özturan, 2014: 141)
Gaşığın burnuyla vermek: Kaşığı bile doldurup vermeye kıyamamak. (Özalp,
2008: 255)
Gaşık çakıştırmak: İçli dışlı, yemekte falan beraber olmak. (Özturan, 2014: 141)
Gaşık çalımı: Ortalığın kararmaya başladığı, akşam yemeği zamanı. (DS, 2009:
2680)
Gaşıkla verip sapıyla göz çıkarmak: Az verip çok almak. (Özturan, 2014: 192)
Gaşıklık sıçanı gibi: Küçük, minyon tip. (Özturan, 2014: 141)
Gaşınan gözünen kerç etmek: Kaş göz işaretleri ile aşağılamak. (Özturan, 2014:
141)
Gaşınan yerini çalıya sürtmek: Yarasını deşmek. (Mustafa Kaypak)
Gaşını yıkmak: Surat asmak. (Yalman, 1977: 525)
Gaşla göz arasında olup bitmek: Bir anda, aniden gerçekleşmek. (Gökçebey,
1999: 84)
Gatabil gibi: İri yarı. (Adem Pırnaz)
Gataöl etmek: Apar topar göndermek. (Kılıç, 2008: 168)
Gatı b.. gibi durmak: Tembellik yapıp ağır hareket edip büyüklük taslamak.
(Özturan, 2014: 141)
Gatlayıp atmak: Ekmeği ağza basmak. (Özalp, 2008: 251)
Gatlı garezi olmak: Kini olmak, aşırı garazı olmak. Aşırı, köklü, derin, gizli
garezi olmak, çok hıncı olmak, çok kin beslemek. (Özalp, 2008: 255)
Gav gibi: Çok hafif. (Özturan, 2014: 141)
Gavağın gazeline oynamak: Oynak, gamsız, neşeli insan; düğünsüz, bayramsız,
özel bir gün olmaksızın çalıp oynamak. Bazen de gereksiz yere heyecanlanıp
telaşlanmak. (Özalp, 2008: 256)
Gavara çekmek: O…mak. (Özalp, 2008: 256)
158
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gavga gaşağısı olmak: Çok kavga etmek, kavga çıkarmak, dövüşmek için yanıp
tutuşmak. (Okumuş, 2006: 168; Özalp, 2008: 256)
Gavgaya çanak dutmak: Ortalığı kızıştırmak. (Kozan, 2007: 219; Okumuş, 2006:
168)
Gavur dininden sağlam olmak: Epeyce sağlam olmak. (Özturan, 2014: 141)
Gavur ölüsü gibi: Ağırlık ölçüsü. Çok ağır. (Özalp, 2008: 256; Özturan, 2014:
141)
Gavur parasıyla beş guruş etmemek: Değersiz olmak. (Özturan, 2014: 142)
Gaya gölgesi gibi: Serin yer. (Özturan, 2014: 142)
Gaya kekici gibi: Ufak tefek ve çirkin kadın. (Çınkır, 2016: 457; Özalp, 2008:
256)
Gaygı etmek: Tasalanmak. (Uzun vd., 2012a: 276)
Gaygısı sana mı düştü?: Senin tasalanman gerekmeyen bir iş, karışma ve kafanı
yorma. (Özturan, 2014: 142)
Gaygısız yattığı gece gomşusunun eşşeğini gurt yemek: Dikkatsiz, tedbirsiz
hareket ettiği, vurdumduymaz davrandığı zaman, yakınlarına, konuya komşuya mutlaka
bir zarar gelmek. (Özalp, 2008: 256)
Gayıl olmak: Razı olmak. (Çınkır, 2016: 459; Ekici, 2005: 152; Kaya-Kozan,
2003: 80; Temiz, 2005: 702; Uzun vd., 2012a: 152)
Gayıtsız olmak: Aldırış etmemek. (Erşahin, 2011a: 74)
Gaymağını yemek: En kârlı kazancı almak. (Özturan, 2014: 142)
Gaynana çatlatan: İkindi üzeri yenen yemek. (Özturan, 2014: 142)
Gaynana garası: Kaynana iftirası. (Özturan, 2014: 142)
Gaynanası sevmek: Yemeğin üzerine gelmek. Örnek: Gel ede gel. Gaynanan
seviyormuş sofraya buyur. (Özturan, 2014: 142; Şen, 2006: 105)
Gaypaklık yapmak: Hile yapmak, sözünde durmamak. Örnek: Ermeni’nin
sonradan gaypaklık yapacağını ummamış. (Paköz, 2011: 14)
Gaza bakıp da g..ünü yırtmak: Başkalarına bakıp da kendi ölçüsünün dışına
çıkmak. (Özturan, 2014: 142)
Gaza mı yetişim, duza mı yetişim, evdeki gıza mı yetişim?: Ev ihtiyaçlarını
karşılamanın zorluğu. (Özturan, 2014: 142)
Gazanı su dökülmüş gibi olmak: Kazanının altı söndürülmek, ocağında yemek
pişmez olmak. (Özturan, 2014: 142-143)
Gazanıp gavudup getirmek: Çalışıp çabalayıp kazandıklarını birilerine getirmek,
vermek veya yedirmek. (Özalp, 2008: 256)
Gazele dönmek: Yüzünün rengi kaçmak, zayıflamak, çökmek. (Özturan, 2014:
143)
Gazı goz anlamak: Sözü yanlış anlamak, söylenen sözü ters anlamak, ters
yorumlamak. (Özalp, 2008: 256)
Gazım gazım gazınmak: Öfkeden, kıskançlıktan deliye dönmek. (Özalp, 2008:
256)
Gazma kürek takırtısı: Cenaze evinde ölü gömüldükten sonra bir ziyafet verilir.
Buna “kazma kürek takırtısı” denir. (Ateş, 2010: 75)
Gazzık atmak: Ticaretle aldatmak. (Kaya-Kozan, 2003: 81)
Gece geçmek: Üzerinde durmamak, görmezden gelmek. (Çınkır, 2016: 463)
Gece görse gorkmak: Çok çirkin olmak. (Özturan, 2014: 143)
Gece katibi: Kocasına olanı biteni anlatan kadın. (Özturan, 2014: 143)
Gece yatınca guzeyi güneye, güneyi guzeye daşımak: Sağı solu, eşi dostu ve
üstüne düşmeyen işleri çok düşünmek, uyuyamamak ve çok çeşitli düşüncelerle
uğraşmak. (Özalp, 2008: 256)
Gecenin bir otu/okdu: Gecenin ilerlemiş bir vakti. (Çınkır, 2016: 464; Özalp,
2008: 257)
Geçi can derdinde, gasap yağ derdinde: Kimileri için kaygı kimileri için bol
kazanç kaynağı. (Özturan, 2009a: 216)
Geçi gafalı: İnat. (Özturan, 2014: 143)
Geçi getirik kahya gibi oturmak: Düğünlerde hediye olarak keçi getiren
muhtarlar gibi fiyakalı oturmak. Hikâyesi: Eski zamanlarda düğünler, işlerin bittiği
159
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

zamanlarda genelde kışın yapılırmış. Tahmin edilir ki düğünler pek seyrek olurmuş.
Nüfusun az yoğun olmasına bağlı olarak düğün yapılmaya karar verildiğinde düğüne
davet, sözlü davet (teklif) ya da şimdiki gibi okuntulu davet olurmuş. Okuntulu davette
kadeh (bardak) kibrit, iğne, krem yağı gibi ihtiyaç maddeleri dağıtılırmış. Düğünler
cuma başlayıp pazar günü bittiği gibi, salı başlayıp cuma günü bittiği de olurmuş.
Düğünde çaba (misafirlerden kısmi olarak zorla para toplama) olmazmış. Daha doğrusu
atılan her parayı aptal alırmış yani düğün sahibine para kalmazmış. Durumu, hali vakti
iyi olanlar (kahyalar) ağalar, beyler düğüne gelirken beraberinde keçi (davar)
getirirlermiş. Düğünde kesilmesi için. Artık düğüne kesilmesi için keçi getiren birinin
nasıl karşılandığını, nasıl ağırlandığını ve nasıl oturduğunu varın siz düşünün. İşte o
adam geçi getiren kahyadır. Onun oturma şekli malum şimdilerde ise rahat, mağrur
oturmak. O zamana atfen geçi getirik keye gibi oturmak deyimi söylenegelmiştir. Gelin
geldiği zaman da keçi getirenlere at torbası veya heybe verilirmiş. (Çınkır, 2016: 465;
Özalp, 2008: 257; Özturan, 2014: 143; Faruk Zülkadiroğlu)
Geçi mezhepli: Namus anlayışı fazla toleranslı olan. (Özturan, 2014: 143)
Geçi sakallı: Sırf çenesinde sakalı olan ve sakalına bakmayan kimse. (Özalp,
2008: 257)
Geçim dünyası: Üzerinde bulunduğumuz dünya. (Özalp, 2008: 397)
Geçimi olmamak: Uzlaşması, dostluğu olmamak. (Özturan, 2014: 143)
Geçimi yaptık da hacca gitmesi galdı: Evin ihtiyaçlarını karşılayamadık daha.
(Çınkır, 2016: 466; Özturan, 2014: 143)
Geçmiş gün: Çok eski bir zamanda. Eskiden bir olayı anlatırken kullanılan ifade.
(Özalp, 2008: 257; Özturan, 2014: 143)
Geçmişin üzerine bir tapan çekmek: Geçmişte olanların üzerini kapatmak.
(Göçer, 2007: 173)
Geçti ağam onun modası: Hikâyesi: Eskiden düğünlerde düğün sahibi geniş bir
odayı misafirler için minderle döşetirmiş. Ancak baş mindere kim zengin, kim tanınmış
ise o otururmuş. Bir adam da Fatmalı kasabasından düğün davetine icabet eder.
Misafirler gösterilen yerlere otururlar. Abdal, düğüne gelen misafirlere davul çalıp
karşılarında oynar. Abdal bahşiş almak için baş minderde oturan kadının (hakimin)
yanına gelip başlamış çalıp oynamaya. Kadı o günün hükmüne göre bir miktar para
bırakır, ama o tanınmışlığına, o zenginliğine göre bıraktığı para azdır. Sıra Fatmalı
kasabasından düğüne gelen adama gelince adam para kesesini davulun üstüne gönderir.
Bunu gören kadı huylanıp sinirlenir ve abdala: “Dön geri abdal!” der. Adamın para
kesesini davulun üzerine boşaltmasından etkilenen abdal kadıya cevaben: “Geçti ağam
onun modası.” şeklinde cevap verir. (Polat, 2016: 82-83)
Gedik adamı: Henüz yeri doldurulmamış, saygın, rütbeli. Örnek: Babam bir
gedik adamı. (Ekici, 2005: 59)
Gel buna bir deve boğazla: Anlatılan sıkıntının büyüklüğü. (Özturan, 2014: 143)
Gel gel diye getirmek, gıçını/g..ünü kesrene batırmak: İyilik yapıyormuş gibi
yaklaşıp yanına çağırıp kötü yollara düşürmek, yoldan çıkarmak. Başına kötü işler
getirmek. (Özalp, 2008: 257)
Gel gelelim: Kısaca, sadede gelelim. (Erşahin, 2011a: 72)
Geldi semer demek olmaz, getti semer demek olmaz: Hikâyesi: Eskiden
Maraş’ta bir semerci vardır. Semerci bir gün öğle namazını kılmak için camiye gider,
dükkanı da çırağa emanet eder. Usta namazda iken dükkana gelen bir adam semer
almak ister. Çırak çala semeri adama satar. Usta gelip bakar ki çala semer yok. Çırağa:
“Oğlum buradaki semeri ne yaptın?” der. Çırak da “Vallahi usta, bir müşteri geldi.
Semeri iyi bir paraya sattım.” Usta, “Getti semer demek olmaz” diye söylenir. Meğer
usta o semerin içine paraları saklarmış. Para gitti diye canı sıkılsa da kimseye
söyleyemezmiş. Aradan üç yıl geçer, o semeri alan adan tekrar gelir: “Usta ben bu
semeri buradan aldıydım, eskidi hele tamir ediver.” der. Usta semerini hemen tanır.
Paraları yoklar bakar ki hepsi yerinde duruyor, adama: “Al gardaş bunun yerine yeni bir
semer vereyim.” der. Yeni semeri adama verir ve adama, “Nerelisin gardaş, nereden
gelip nereye gidiyorsun?” diye sorar. Adam da: “Buhara’danım” der. Usta adama
Buhara’da ne iş yaptığını sorar. “Buhara, Semerkant buralarda dolaşır, seyyar çerçilik
yaparım.” der adam. Adam yeni semeri alır gider. Usta bu sefer de “Geldi semer demek
160
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

olmaz.” diye söylenir. Çırak dayanamaz, “Usta semer gidişin, ‘getti semer demek
olmaz’ dedin. Bu sefer de ‘geldi semer demek olmaz’ dedin. Bu semer gelişin yenisini
verdin. Bu semerin sırrı ne?” diye sorar. Usta da çırağa durumu anlatır. (Polat, 2016:
77-78)
Gelen ağam, giden paşam: Herkesle geçinmek, kimseye tavır almamak.
(Özturan, 2014: 143)
Gelen gedene rahmet okutmak: Gelen gideni aratmak. (Özturan, 2009a: 216)
Gelhay edip vurmak: Habersizce, aniden, beklenmedik bir anda vurmak. (Özalp,
2008: 257)
Gelin etmek/gelmek: Evlendirmek, evlenmek. (Erdem-Kirik, 2011: 239; Uzun
vd., 2012a: 108)
Gelin geldi de kele kele demesi mi galdı?: Eksiklerimizi gideremedik, normal
hayat sürmeye başlayamadık ki lüks şeyler alalım. Hikâyesi: Bir eve gelin gelecektir.
Fakat ev halkı geline nasıl hitap edecekleri konusunda birbirleriyle fikir alışverişinde
bulunurlar. Evin küçük oğlu “Abla!”, kaynana “Kızım diye hitap ederim.” der. Evin
büyük kızı düşünür. Abla dese kendinden küçük, bacı dese olmaz, “Ben ‘kele’ derim.”
der. Gelinin kayınbabası bakar ki gelin gelmeden ev halkı telaşa düşmüşler, geline ne
diye sesleneceklerini bulmaya çalışıyorlar. Bunun üzerine adam: “Gelin gelsin hele,
nasıl olsa bir şey deriz. Gelin geldi de kele kele demesi mi galdı?” der. (Çınkır, 2016:
684; Okumuş, 2006: 155; Polat, 2016: 84-85)
Gelin över gibi övmek: 1. Birini karşısına alıp uzun uzun nasihatte bulunmak. 2.
Birinin karşısına geçip olmadık şeyler söylemek, hakaret etmek. (Özalp, 2008: 257)
Gelin yüklü, gız nişanlı, [garı hasta ölücü, bu işi kim görücü?]: Herkesin
bahanesi var, işleri kim yapacak? (Kuyumcu, 1995: 77; Özturan, 2014: 144)
Gelinlik etme/etmek/yapmak: Yeni gelin, kendinden büyük olan herkese gelinlik
eder, erkek evinden hiç kimseyle konuşmaz. Kaynanasıyla bir yıl konuşmadığı olur.
Kayınbabasıyla çok uzun bir süre, bazen ömür boyu gelinin konuşmadığı olur. Gelin
sadece el kol hareketleriyle, mimikleriyle anlaşmaya çalışır. Gelinin çocukları evlendiği
zaman artık kayınbabasıyla konuşmaya başlayabilir. Kayınbaba ya da kaynana gelinin
konuşması için ekonomik durumuna göre çeşitli hediyeler (düve, inek, koyun, keçi,
tarla…) vererek artık kendisiyle konuşmasını ister. Günümüzde böyle bir uygulama
artık yoktur. (Arslan, 2011: 109; Bilgin, 2006: 156; DS, 2009: 1981; Ertekin, 1997: 102;
Karaoğlan, 2010: 129; Mercimek, ?: 18; Özalp, 2008: 257; Özturan, 2014: 144;
Yalman, 1977: 363)
Gelinlik gız gibi süzülmek: Gelinlik kız gibi sessiz, sakin, saygılı, emre hazır ve
söze karışmadan beklemek. (Özalp, 2008: 257)
Gelip gidip yellemek: Sık sık gelip birini kışkırtmak, tahrik etmek. (Özalp, 2008:
257)
Gelirse ikime, gelmezse s..ime: İş olursa güzel olur, olmazsa üzülmem. (Arslan,
2011: 355)
Gelmez yanını getirmek: Eksiğini tamamlamak. (Özturan, 2014: 144)
Gelmez yeri olmak: Bir iş ya da durumda tedirgin olmak. (Elife Akkurt)
Gelmez yola gitmek: Çıkmaz işe girişmek. (Erşahin, 2011a: 72)
Gemi azıya almak: İşi sonuna kadar götürmek. Bir şeye niyet etmek. (Bilgin,
2007a: 61)
Gemiğini gemirtmemek: Yeri ve zamanı geldiğinde hakkını savunmak, hakkını
kimseye yedirmemek. (Polat, 2016: 52; Elife Akkurt)
Gen gen durmak: Geri geri durmak, uzak uzak durmak. (Özalp, 2008: 257;
Özturan, 2014: 146)
Gençliğinin gününü görmemek: Perişanlıkla, sıkıntıyla günleri geçmek. (Uzun
vd., 2012b: 20)
Gençlikle gocalığın arasında: Orta yaşlılıkta, henüz ihtiyarlamadan. (Özturan,
2014: 144)
Gençlikten gocalığa mal saklamak: Kocalıkta satıp yemek üzere mal biriktirmek.
(Özturan, 2014: 144)

161
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gepir güpür depelemek/yürümek: Sert bir şekilde, gürültülü bir biçimde


yürümek. Örnek: Göbeğine kadar yağmış karı gepir güpür depeliye depeliye evlerinin
yolunu tutar. (Bilgin, 2007a: 30; Özalp, 2008: 258)
Gers gelmek: Büyük gelmek. (Özalp, 2008: 258)
Gevil güvül etmek: Eveleyip gevelemek, açık ve net konuşmamak. (Özalp,
2008: 258)
Gevreğini içine dürmek: Ayıbını, açığını gizlemek. (Arslan, 2011: 355; Çınkır,
2016: 477; Okumuş, 2006: 167)
Gevrek gevrek gülmek: Bir nevi koyun melemesine benzer şekilde gülmek.
(Özalp, 2008: 258; Özturan, 2014: 146)
Gıblesi Ahır Dağı olmak: Uygunsuz iş yapmak. Hikâyesi: Şehrin kenarındaki
okullardan birinde öğrenciler cuma günü öğlen vakti cuma namazına gitmek için izin
isterler. Öğrencilere izin veren idareci aslında öğrencileri takip etmek için izin vermiştir.
Öğrenciler şehrin iyice kırağına çekilip bir ağacın altında sigaralarını yakarlar.
Öğrencileri takip eden idareci aniden onlara yaklaşır. Onu gören öğrenciler ne
yapacaklarını şaşırırlar. Birisi hemen elindeki sigarayı fırlatıp namaza durur. Yalnız bu
arada kıbleyi de şaşırmıştır. Yönü Ahır Dağı’na doğrudur. İdareci o günden sonra o
öğrencilere “Kıblesi Ahır Dağı olanlar.” diye takılır. (Kalaycı, 2010: 83)
Gıblesi poyraza dönmek: Kıblesini şaşırmak. (Özalp, 2008: 260)
Gıcık vermek: Dedikodu yapıp iki kişiyi birbirine düşürmek, kışkırtmak. (DS,
2009: 2784)
Gıcılamaz gağnı: Aldırış etmeyen, vurdumduymaz, sorumsuz, işe yaramaz.
(Özalp, 2008: 259; Özturan, 2014: 146; Adem Pırnaz)
Gıcılayıp gıcılayıp düşmek: Çok öfkelenip saldırmak, öfkesini yenemeyerek
durup durup hücum etmek. (Özalp, 2008: 259)
Gıç gırmak: Pazarlıkta anlaşmak. (Şirikçi, 2006: 19)
Gıçgırıp gıçgırıp düşmek: Öfkelenip öfkelenip saldırmak, durup durup
saldırmak. (Özalp, 2008: 259)
Gıçı gırık: 1. İnsan, hayvan ve eşya için, ayağı, bacağı kırık. 2. Ufak tefek,
çelimsiz, 3. İmkanı olmayan. (Özalp, 2008: 259; Özturan, 2014: 146)
Gıçı yanık it gibi dolaşmak: İşsiz, güçsüz gezip durmak. (Çınkır, 2016: 699)
Gıçını dağlamak: Isıtılmış maşa veya demir ile bir çocuğun kıçını canını acıtacak
kadar yakmak. Daha çok altını ıslatan çocukları korkutup altına işemelerini terk
ettirmek için bir âdettir. Örnek: Ulan senin gıçını dağlayım da gör. (Bilgin, 2007: 196)
Gıçını gıpırdatmamak: Hiç hareket etmemek. (Özturan, 2014: 146)
Gıçını gırıp oturmak: Haddini bilmek. Örnek: Gıçımı gırıp oturmasını bilirim
ben, yeter ki ağız datlılığı olsun. (Çınkır, 2016: 481; Özalp, 2008: 259; Özturan, 2014:
146)
Gıçıyla başıyla yok olmak: Ortadan kaybolmak. (Saime Pırnaz)
Gıdıl gıdıl gelmek: Yavaş yavaş gelmek. (Özalp, 2008: 259)
Gıkı çıkmamak: Sesi, soluğu çıkmamak. (Kozan, 2007: 219)
Gıl ayrık köküne benzemek: Tüm insanlar birbirleriyle akraba olmak. (Elife
Akkurt)
Gıl gıl gırılmak: Aşırı hatır saymak. (Özturan, 2014: 147)
Gıl yutmak: Yemeği çok ağır yemek. (Özalp, 2008: 259)
Gılabı gözünün önünden gitmemek: Şekli, görüntüsü bir türlü gözünün önünden
gitmemek. (Özalp, 2008: 259)
Gılav vermek: İnsanları kavgaya hazır olarak bekletmek. (Salih Kamalak)
Gıldır sıldır: Şöyle böyle, yavaş yavaş, acele etmeden, ufak ufak. (Özalp, 2008:
260)
Gılı gılına uymak: Tam uymak, yerine oturmak, cuk oturmak. (Özalp, 2008:
260)
Gılı gırk yarmak: İnce ayrıntısına kadar bakmak. Örnek: Seçerken dostlarını, gılı
gırk yarıp da seç. (Sarıyıldız, 2012: 232; Şen, 2006: 108)
Gılıcı darı deşirmek: Toplumda sözü geçerli olmak. (Erşahin, 2011a: 74;
Özturan, 2014: 147)

162
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gılıcının önü de kesmek, ardı da kesmek: Her dediğini yaptırmak. (Özturan,


2014: 147)
Gılıç artığı: Savaşta kılıçtan kurtulanlar. (Özturan, 2014: 147)
Gılığına bakıp adam sanmak: Dış görünüşüne bakıp adam sanmak. (Özturan,
2014: 147)
Gılınıp gırkılmak: Bir kimsenin bir yandan iyiliğine, itibarına özenmek, onun
gibi olmaya çalışmak, bir yandan da onunla eşit muamele görmek istemek. İtibar, kredi
yarışına kalkışmak. (Özalp, 2008: 260)
Gıllanıp tellenmek: 1. Süslenmek. 2. Zaman geçirmek, ağırdan almak. Ağır ağır
iş yapmak, acele etmemek. (Özalp, 2008: 260)
Gıllı gırık: Ufak tefek basit iş. (Dalkıran, 2005: 55; Özturan, 2014: 147)
Gımıl gımıl iş görmek: Yavaş yavaş, çok yavaş iş görmek. (Özalp, 2008: 260)
Gımıl gımıl yatmak: Yavaş yavaş, sakince yatmak. Örnek: Kan ter içinde gımıl
gımıl yatıyor. (Bilgin, 2007c: 66)
Gımıldar hali olmamak: Çok yorulmak. (Erdem-Kirik, 2011: 314)
Gına gaşığı gibi: Ufak, zayıf, narin. (Özalp, 2008: 260)
Gınaa gelmek: Usanmak, bıkmak. (Dalkıran, 2005: 55)
Gınacı gitmek: Kına yakmak için gelin evine gitmek. (Uzun vd., 2012a: 91)
Gınaya gınaya gıncığını çıkarmak: Bir şeyi çok abartmak. (Saime Pırnaz)
Gınayı gınayı gırk batman etmek: Birini çok tenkit etmek, çok ayıplamak.
(Özalp, 2008: 260)
Gıngılı gundak: Orta yaşlı kadınların genç kızlar gibi süslenmeleri hali. (Özalp,
2008: 260)
Gınına ğuymak: Sıkıştırmak, acele ettirmek. (Aksu, 2013: 254)
Gıpgızıl haram olmak: Tamamen haram olmak. (Özturan, 2014: 148)
Gır bayır: İşe yaramaz, ekime elverişsiz, verimsiz arazi. (Özalp, 2008: 260)
Gır çebiş: Yaşlanmış, saçı sakalı ağarmış olduğu halde yanlış hareketlerde
bulunan. (Özalp, 2008: 260)
Gıraca yayılmak: Eli boşa çıkmak, çalışıp çabalayıp bir şey kazanamamak, hak
ettiği şeyleri başkaları elinden almak. (Özalp, 2008: 260)
Gıran girmek/dıkılmak: Ölüm girmek, toplu ölümler, hastalıklar görülmek.
Örnek: Helete köyüne gıran girmiş. (Çınkır, 2016: 485; Gözükara-Özalp, 2011a: 398;
Özalp, 2008: 260; Özturan, 2014: 148)
Gırçıl buzağı: Rengi boz insan. (Özalp, 2008: 260)
Gırdığı ceviz gırkı geçmek: Çok hata yapmak, çok suç işlemek. (Özturan, 2014:
148)
Gırfacanına guymak: Birini çok sıkıştırmak, canını yakmak. (Özalp, 2008: 260)
Gırfacanını gırmak: Öldürmek, aşırı şekilde dövüp kımıldamaz etmek. (Bilgin,
2006: 160)
Gırgıbak goparmak: Ortalığı yaygaraya vererek başına kalabalık toplamak.
(Dalkıran, 2005: 55; Şen, 2006: 105)
Gırık gırpık/gırtık: Ağaç ve odun parçaları. Kurumuş ve dökülmüş çalı çırpı,
çerçöp. (DS, 2009: 2826; DS, 2009: 4557)
Gırık sırık: İşe yaramaz eşya. (Özalp, 2008: 261; Özturan, 2014: 148; Ahmet
Yenikale)
Gırık yanını yere vermemek: Sırrını kimseye bildirmemek, açığını söylememek.
(Özturan, 2014: 148)
Gırılmış gibi çalışmak: Kendini parçalarcasına aşırı şekilde çalışmak. (Çınkır,
2016: 487; Özturan, 2014: 148)
Gırıp geçirmek: Ortalığı darmadağın etmek. (Erşahin, 2011a: 74)
Gırk atlıdan yüzünü çevirmemek: Erkeklerden kaçmamak. (Özturan, 2014: 148)
Gırk gargaya bir sapan daşı: Azlık ifadesi. (Özturan, 2014: 147)
Gırk kişi olmak gırkı da birbirini bilmek: Birbirini çok iyi tanıyan insanlar
olmak. (Özturan, 2014: 73)
Gırk mazlumun gözünün yağını toplayıp bir zalimin g..üne sürmek: Zalimden
yana olmak. (Özturan, 2014: 148)
Gırk o…ukta bir o…uk: Hissenin azlığı. (Özturan, 2014: 148)
163
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gırk öküzle bir mağarada galmak: Yerinden şikayet etmek, çok sıkışık vaziyette
kalmak. (Özturan, 2014: 148-149)
Gırk yerinden gırılmak: Eski, nazik olmak. Çabuk alınmak. (Özturan, 2014: 149)
Gırk yılda bir bulup adını Mulla goymak: Çok geç bulunan oğlan çocuğu olmak,
zor bulunan şey olmak. (Özturan, 2014: 147)
Gırk yılın bir başı: Kırk yıllık bir sürenin yıl dönümü gibi çok seyrek
gerçekleşen beklentiler için kullanılır. (Bilgin, 2006: 161; Özalp, 2008: 260; Özturan,
2014: 147)
Gırkı garışmak: Her iki çocuğun da doğumu kırk gün içinde olmak. (A. Kurt,
2017: 12)
Gırkında şaşırıp da Halep’e saza gitmek: Belli bir yaştan sonra azmak. (Karalar,
1998: 58)
Gırklısı gırk yaşında olmak: Küçükleri bile büyük gibi, büyümüş de küçülmüş
gibi olmak. (Özalp, 2008: 260)
Gırla gitmek: Hızlı gitmek. (Okutucu, 2000: 39)
Gırmav olmak: Kedi, cinsel istek duymak. Çiftleşmeye hazır olmak. (Özalp,
2008: 261)
Gısboğmiye getirmek: Darda bırakmak, zorunlu bir iş yaptırmak. (Dalkıran,
2005: 55; Özturan, 2014: 149)
Gısboğum etmek: Dara düşürmek, zora getirmek. (Kaya-Kozan, 2003: 83;
Özalp, 2008: 281)
Gısmeti itin g..ünden çıkmak: Umulmadık yerlerden bir şeyler gelmek, hiç emek
vermeden kazanmak. (Özalp, 2008: 261)
Gışlakçı gezmek: Kiracı olmak, kirada oturmak. (Özalp, 2008: 261)
Gıtır gıtır kesilmek: Yavaş yavaş kesilmek. (Okutucu, 2000: 20)
Gıvış gibi: Ufak tefek. (Özalp, 2008: 261)
Gıvış yavış etmek: Bir işe niyetlenmek. (Özturan, 2014: 149)
Gıvış yavuş: Ağız sulanmak için. (DS, 2009: 4559)
Gıy döğmek: Yemin etmek. (KA, 2018: 103)
Gıyık gibi: Tertemiz. (A. Kurt, 2017: 12)
Gıyılı gıpılı: Eli ayağı düzgün, terbiyeli. (Şirikçi, 2006: 11)
Gız benim bir oğlum olsa, şu gavağa çıksa da düşüp ölse ya ben ağlamiyim de
kimler ağlasın: Hikâyesi: İmirballıların kızı hüngür hüngür ağlamaktadır. “Ne
ağlıyorsun” diye sorulduğunda böyle cevap verir. Bir gün İmirballıların kızı ahıra
girmiş, ahırdan çıkmamış. Bunun üzerine annesi ahıra gitmiş, bakmış ki kızı ağlıyor.
“Kızım niye ağlıyorsun?” diye sormuş. “Niye ağlamayayım ana, ‘Ben evlensem benim
çocuğum olsa sonra kavağa çıksa kavaktan düşüp ölse sen ağlamaz mısın?’” deyince
ikisi bir ağlamaya başlamış. Sonra babası gelmiş. “Kızım niye ağlıyorsunuz burada?”
demiş. Kız yine aynı sözü söyleyince babası da ağlamaya başlamış. Daha sonra kızın
dayısı gelmiş. Yine aynı şeyler söylenince dayı da ağlamaya başlamış. (Özturan, 2009a:
247)
Gız bitirmek: Kız istemek. (ATKVE, 2011: 178; Özturan, 2009b: 263; Ahmet
Pırnaz)
Gız giren dul çıkmak: Verilen işi, malzemeyi bozmak, daha kötü hale getirmek.
(Özturan, 2014: 150)
Gız iken gıtlığını çekmek: Kızken erkeklerle hiç konuşmamış, onlarla
konuşmaya istekli olmak. (Özturan, 2014: 150)
Gız iyeli gız: Henüz evlenmemiş, bakire biri, uygunsuz bir iş yaptığında "Gız
iyeli gız bunu nasıl yapar? Utanmaz mı?", "Kız başına", "Bir de kız olacak" anlamında
kullanılır. Ayrıca başarılarını da ifade eder. (Özalp, 2008: 262)
Gız olsun, baldırı düz olsun, hem de ucuz olsun: İşin kolayını, zahmetsizini
istemek. (Çoğalan, 1982: 115)
Gıza dolanmak: Gayr-i meşru olarak kız peşine düşmek. (Özalp, 2008: 262)
Gızan olmak: Kedi ve köpeklerde çiftleşme arzusu belirmek. Örnek: Geceleyin
itler acayip sesler çıkarıyordu, Tavukçu Mehmet’e sorunca, onlar kızan oluklar dedi.
(Bilgin, 2006: 163; Çınkır, 2016: 708; Kaya-Kozan, 2003: 109; Özalp, 2008: 262)
Gızanda boğulmuş ite dönmek: Dövüşte fazla yara almak. (Şirikçi, 2006: 177)
164
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gızgın saca damla düşük gibi olmak: İhtiyacı olan birine küçük de olsa ikramda
bulunmak. (Özturan, 2014: 150; Elife Akkurt)
Gızgını başına vurmak: Kadın veya erkek, karşı cinse aşırı istek duymak.
(Özturan, 2014: 150)
Gızılca gıyamet goparmak: Bağırarak çağırarak herkesin dikkatini çekerek asabi
hareketlerde bulunmak. (Özturan, 2014: 150)
Gızlar içinde oğlan eşek: Uygunsuzluk. (Bilgin, 2007b: 221)
Gızzak yolu gezdirmek: Bir şeyi yanlış yerde aratmak. (Çınkır, 2016: 708)
Gicivik olmak: Kaşıntı olmak, kaşınma ihtiyacı duymak, çokça kaşınmak.
(Özalp, 2008: 262)
Gidor gidor olmak: Perişan olmak, sıkıntıya düşmek, çok yorulmak. (Özalp,
2008: 262)
Gildir gildir etmek: Küçükler, büyüklere karşı saygısızca ve âdeta nefes
almamacasına konuşmak. (Özalp, 2008: 262)
Gişi gızı: İyi yetişmiş, insanca davranan, saygılı, uyumlu kız, kadın. (Özalp,
2008: 262)
Gişisi govmak: Kocası kovmak, kocası tarafından kovulmak. (Özalp, 2008: 262)
Gişiye varmak: Kocaya gitmek, evlenmek. (Ahmet Yenikale)
Gişiye vermek: Kocaya vermek, evlendirmek. (Çınkır, 2016: 496)
Gitti gelmez, yitti bulunmaz: Gidip de çabuk gelmeyen. (Özturan, 2014: 146)
Giyimlikten sırımlık çıkarmak: İşini bilmek, cimri davranarak tasarruf sağlamak.
(Özalp, 2008: 259)
Giyip guşanıp şam şam şakımak: Güzel, kendine yakışan elbiseler giymek, pırıl
pırıl olmak. Bütün güzelliği, çekiciliği ortaya çıkmak, göz alıcı hale gelmek. (Özalp,
2008: 259)
Gizgaha binmek: Gayrete binmek, gayrete gelmek, gayretlenmek. (Özalp, 2008:
262)
Goca dölü: Yaşlılıkta kazanılmış zayıf çocuk. (Özturan, 2014: 151)
Gocaya gocaya Gamber ağanın guşuna dönmek: Çok yaşlanmış olmak.
(Özturan, 2014: 151)
Gocayı gocayı gondala çıkmak: Çok yaşlanmak, işe yaramaz hale gelmek.
(Özalp, 2008: 263)
Gocunduğu yere kor goymak: İnsanların çok sevdiği, koruduğu, sakladığı
şeylerine zarar vermek. (Özalp, 2008: 263)
Goddul goddul gitmek/gelmek/dolanmak/yürümek: Eke eke, kurumlu kurumlu
gitmek/gelmek/dolaşmak/yürümek. (Özalp, 2008: 263)
Gof vermek: 1. Fit vermek, kışkırtmak, tahrik etmek. 2. Birini/bir şeyi şişirmek,
olduğundan iyi göstermek. (Özalp, 2008: 263)
Golan gıracak gadar yemek: Yemeği zarar verecek kadar çok yemek. (Özturan,
2014: 151)
Golları mimbar dolması: Kolları hoşa gidecek şekilde dolgun. (Özturan, 2014:
151)
Goltuğa gelmek: Göreve, makama gelmek. (Özturan, 2014: 151)
Goltuk çıkmak: Maddi destekte bulunmak. (Özturan, 2014: 151)
Goltuk vurmak: Kavga çıkarmak amacıyla kolu ile vurmak. (Özturan, 2014:
151)
Gomşu çatlatan: Her şeyi çok olan, her işi yapan, işleri iyi giden, komşuların
hasedini çeken. (Özalp, 2008: 263)
Gonduru gonduru gonuşmak: 1. Sözü yerli yerinde, oturtarak söylemek. 2. Ağır
ağır ve vurgulu konuşmak. (Özalp, 2008: 263)
Gonuşmasına bakınca Kâbe şıkı sanmak: Konuşmasına göre hoca sanmak.
(Ayşe Koçak)
Gonuşmasında halevet olmamak: Konuşmasında tat olmamak, konuşması zevk
vermemek. (Özturan, 2014: 152)
Gonuşup goysaşmak: Konuşup danışmak. (Akbaş, 1985)
Gopmak guvartmak: Bırakmak. (Erşahin, 2011a: 75)

165
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gorkudan altına s..mak: Aşırı derecede, çok korkmak. (Özalp, 2008: 264;
Özturan, 2014: 152)
Gorkudan garpuzu gazana goymak: Aşırı derecede, çok korkmak. (Özalp, 2008:
264)
Gos gos etmek: Şişinerek gezinmek, yaptığı bir işten dolayı gereğinden fazla
böbürlenmek. (Atalay, 2008: 134; Çınkır, 2016: 507; Özturan, 2014: 152)
Gosga Bedir çam Ali: Çok süslenenlerin hali. (Özalp, 2008: 264)
Gosgos etmek: Kıvanç duymak. (DS, 2009: 2931)
Govaladığı deliğe yel dolmak: Umutları boşa çıkmak. (Özturan, 2014: 152)
Goynu dolu olmak: Hamile olmak. (Akbaş, 1985)
Goynu dolu, gucağı boş olmak: Evli olmak, ama çocuğu olmamak. Örnek:
Bilmem ki anam aha güz gelince dört yıl olacak, ama kızın koynu dolu kucağı boş.
(Bilgin, 2006: 168; Kaya-Kozan, 2003: 85)
Goynu gümanlı: Gebe, hamile olması muhtemel, şüpheli. (Özalp, 2008: 264)
Goyun akıllı: Düşünmeden birilerinin aklı ile hareket eden. (Özturan, 2014: 152)
Goyun guzuya garışmak: Herkes birbirine girmek, ortalık karmakarışık olmak,
kimin ne yaptığı belirsiz olmak. (Özalp, 2008: 264)
Goz yuvarlamak: Goz (ceviz), burada bir insanın maharetini, becerisini ifade
eder. Ancak bu olumsuz durumlar için kullanılır. Deyim olarak karşıdaki gibi
olamamak. (Elife Akkurt)
Gozu çatal görmezse daş atmamak: Garantili kâr bırakacak işe emek vermek.
(Özturan, 2014: 152)
Göbeği savuşmak: Göbeği düşmek. Ağır bir şey kaldırmaktan dolayı göbek
çevresinde ağrılar olmak. (Özalp, 2008: 264)
Göbeğinden atmak: 1. İçinden gelmek, arzu duymak. 2. Cesaret etmek, gözü
kesmek. (Özalp, 2008: 264)
Göbeğini kesmek: Büyüklerine karşı haddini bilmeden ve senli benli konuşan,
onlara emmi, dayı yerine ismiyle hitap eden yaşça küçükler için söylenen bir söz.
Örnek: Göbeğini sen mi kestin? (Çınkır, 2016: 510; Özalp, 2008: 312)
Göbek dövmeçli vurmak: Güreşte rakibi, sırtı yere değecek, karın ve göğsü
havaya bakacak, itiraz götürmeyecek şekilde yenmek. Tuş yapmak. (Özalp, 2008: 264)
Göçü çekmek: Tüm eşyalarını yükleyip oturduğu beldeyi temelli terk etmek.
Örnek: Arlı namuslu adam kızı o haltı yiyince göçü çekip memleketi terk etmesin de
neylesin. (Bilgin, 2006: 169; Özalp, 2008: 264; Yalman, 1977: 342; Yalman, 1977: 520)
Göğe çıkılır mı dense merdiveni bizde demek: Her şeyde öne atılmak. (Özturan,
2014: 156)
Göğe daş atıp başını altına dutmak: Densizlik yapmak, bela aramak. (Çınkır,
2016: 513)
Göğe tabanca sıkmak: Asi olmak, her şeye meydan okumak. (Özturan, 2014:
156)
Gök gibi gümleyip oturmak: Hışımlı, asabi olmak. (Erşahin, 2011a: 72)
Gökte ararken yerde bulmak: Bulamayacağını sandığı bir şeyi kolaylıkla
bulmak. (Gökçebey, 1999: 84)
Gökten Türkan Şoray yağsa bizim başımıza Necdet Tosun düşer: Güzellikler
içinde kötü olanlar bizi bulur. (Faruk Zülkadiroğlu)
Göl etmek: 1. İdrar yaparak yatağı veya ortalığı ıslatmak. 2. Bol su ile etrafı
ıslatmak, ortalığı göle çevirmek. (Özalp, 2008: 265)
Gölge çevirmek: Çalışmamak, üretmemek, rahatı yerinde olmak. (Özturan,
2014: 196)
Gölgede bırakmak: Gölgede kalmasını sağlamak. Varlığı, gücü ile birilerini geri
plana düşürmek. (Özturan, 2014: 196)
Gölgesi ağır: 1. Heybetli, ağırlığı olan, karizmatik, etkileyici. 2. Korkutucu,
acımasız. (Bilgin, 2007a: 102; Özalp, 2008: 296)
Gömbece dönmek: Takla atmak, çevirmek. (Aksu, 2013: 254)
Gömgöv zengin olmak: Çok zengin olmak. (Özturan, 2014: 153)
Gönlü akmak/düşmek: Bir kadına meyletmek, sevgi duymak. (Erşahin, 2011a:
72; Özturan, 2014: 152)
166
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gönlü bir şeyin aşını istememek: Ne yapacağını şaşırmak, canı bir şey istemez
olmak. (Özalp, 2008: 264)
Gönlü gırık olmak: Küskün olmak. (Dalkıran, 2005: 55)
Gönlü gövermek: Âşık olmak, birine gönlünü kaptırmak. Örnek: Elbistan’a
gönlü gövermiş bir delikanlı olarak döndü. (Bilgin, 2007c: 23)
Gönlü kör olmak: Kalbi kötü olmak. Örnek: Gönlü körler bu acıyı görmezler.
(Gözükara-Özalp, 2011b: 76)
Gönlü kötü olmak: Hamile kadın aşermek. (Dalkıran, 2005: 55)
Gönlü olmak: Âşık olmak. (Dalkıran, 2005: 55; Uzun vd., 2012a: 170)
Gönlü vurulmak: Âşık olmak, sevmek. (Erşahin, 2011a: 72)
Gönlü yerincekli galmamak: Hevesi içinde kalmamak. (Özturan, 2014: 152)
Gönlüne gomamak: Haline koymamak. (Erşahin, 2011a: 72)
Gönlüne köz yaşı: Gönlünü sustur. (Özturan, 2014: 153)
Gönlünü almak/eylemek/avutmak: Birinin istemediği hareketleri uygun
davranışlarla olumlu vaziyete çevirmek. (Bilgin, 2007c: 239; Erşahin, 2011a: 72; Uzun
vd., 2012a: 97)
Gönlünü gırmak: Kalp kırmak. (Göçer, 2010: 63)
Gönlünün göbeği olmak: Keyfinin kahyası olmak. (Özalp, 2008: 263)
Gönlünün pası galkmak/silinmek: Üzüntüsü, sıkıntısı geçmek. (Yalman, 1977:
520)
Gönlüyle iş dutmamak: Tembel olmak. (Özturan, 2014: 152)
Gönül alçak: Lütfen. Örnek: Bu gece gönül alçak bizim eve gelir misiniz? (DS,
2009: 2155)
Gönül düştü bir b..a, o da mis gibi koka: Gönlün düştüğü güzel görünür. İnsan
sevdiğinin kusurlarını, eksiklerini görmez. (Özturan, 2014: 162)
Gönül gaptırmak: Birine sevgi duymak. Örnek: Emiş’e gönül gaptırdığı da
söylentiler arasındadır. (Gözükara-Özalp, 2011a: 47)
Gönül vermek: Sevmek. (Yalman, 1977: 521)
Gönülsüz olmak: Yaptığı işi istemeyerek yapmak. (Dalkıran, 2005: 55)
Gördüğünden göz kirası istemek: Her gördüğünü gönlü çekmek, istemek, her
gördüğünden biraz almak, faydalanmak. (Özalp, 2008: 265; Özturan, 2014: 153)
Göre gapa almak: Çok iyi karşılamak, izzet ikram etmek, gerekli saygıyı,
hürmeti göstermek. Güler yüzle, tatlı dille karşılamak. İtibar etmek, ağırlamak,
ilgilenmek. (Özalp, 2008: 265)
Gören görmeyen adam sanmak: Dış görünüşüne bakan adam sanmak. (Özturan,
2014: 153)
Gören sanır ağ atlısı iniyor, boz atlısı biniyor: “Gelenim gidenim çok.” diye
eşiyle, dostuyla övünen kimseler için, “Yalan söylüyor, şişiyor, büyütüyor.” anlamında
kullanılır. (Özalp, 2008: 265)
Göresi gelmek: Özlemek. (Kaya-Kozan, 2003: 86)
Görmezine pazarlık etmek: Hiç görmeden o şeyin pazarlığını yapmak, satın
almak. (Özturan, 2014: 154)
Görücü gitmek: Kız bakmaya, istemeye gitmek. (Dalkıran, 2005: 32)
Götürgeyi galdırmak: 1. Değirmen taşını yukarı kaldırıp öğütülen unun,
bulgurun daha iri olmasını sağlamak. 2. İş kapasitesini artırmak, işi hızlandırmak,
enerjiyi, yürümeyi, koşmayı artırmak. Her işi, her hareketi hızlandırmak,
çabuklaştırmak. (Özalp, 2008: 266)
Gövdene bak da utan: İriyarı olduğu halde iş yapmayan, iyi iş görmeyen
kimseler için söylenir. Kendinden küçüklerle uğraşanlara da denir. (Özalp, 2008: 264)
Gövdesi güvermek: Vücudu morarmak. Yara bere içinde kalmak. (Özalp, 2008:
264)
Gövdesinde bir çeynem et: Yetişmiş oğlan/kız çocuğu. (Özturan, 2014: 156)
Gövdesinde diken olmak: Yaptığı hata zarar vermek. (Özturan, 2014: 156)
Gövünecek bir çakımlık gavı olmamak: Herhangi bir olay ya da sözü üzerine
almamak. Örnek: Bir çakımlık gavım yok ki gövünsün. (Çınkır, 2016: 152)

167
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Göz ağartmak/belertmek: Gözdağı vermek, tehdit etmek, korkutmak. Örnek:


Hem kabahatlisin hem de göz belertiyorsun. (DS, 2009: 2176; Özalp, 2008: 267;
Karalar, 1998: 53)
Göz değil, gön deliği: Gözünün önündekini arayıp da bulamayan. (Çınkır, 2016:
524)
Göz değmek: Nazar değmek. (Bilgin, 2006: 171; Kaya-Kozan, 2003: 86)
Göz gararı: Ölçülerek değil gözle oranlanarak belirlenen miktar. (Bilgin, 2007a:
36; Bilgin, 2007c: 221)
Göz gırpmak: İşaret vermek. (Göçer, 2004: 29; Mercimek, ?: 124)
Göz göğünçüsü olmak: Olumsuz bir durumu gözü görmek, ama elinden bir şey
gelmemek, çaresiz kalmak. (Elife Akkurt)
Göz göze gelmek: Bakışları karşılaşmak. (Kozan, 2007: 219)
Göz gözü görmemek: Hiçbir şey görülemez olmak. (Göçer, 2010: 54)
Göz güheri, diş artığı: Çok çalışıp az harcayarak mal, mülk, para sahibi olan
birine nereden ve nasıl kazandığı sorulduğunda, “Çok fazla çalıştım, kazandım, yiyip
içmedim, biriktirdim.” anlamında böyle der. (Özalp, 2008: 267)
Göz hakkı vermek: Gören birine o maddeden ikramda bulunmak. (Özturan,
2014: 157)
Göz kesimi: Göz kararı, oranlama. (DS, 2009: 2182)
Göz ummak: Canı bir şey istemek. (Özalp, 2008: 267)
Göz var, izan var: Göz ve izan ölçüleri içerisinde senin dediğin asla olmaz.
(Özturan, 2014: 157)
Göz yummak: Görmezlikten gelmek. (Göçer, 2004: 23)
Gözdağı vermek: Tehdit etmek. (Göçer, 2010: 34)
Gözden ırmak/ırmamak: Gözden uzak tutmak/tutmamak. Örnek: Abbas,
Yemliha’yı gözümden ırmam. (Gözükara-Özalp, 2011a: 92; Özalp, 2008: 267; Özturan,
2014: 157)
Gözden sürmeyi çekmek: Hırsızlıkta çok usta olmak. (Özalp, 2008: 267)
Göze [nefese] gelmek: Nazar değmek. (Okumuş, 2006: 167; Özturan, 2014: 158)
Göze girmek: İlgi ve önem kazanmak. (Yalman, 1977: 521)
Göze gözükmek: Ziyarette bulunmak. (Özturan, 2014: 158)
Gözleri ateş saçmak: Çok sinirlenmek. (Bilgin, 2007c: 62)
Gözleri fal daşı gibi açılmak: Hayret, öfke ve şaşkınlığını belirtmek. (Bilgin,
2007c: 111)
Gözleri felfecir okumak: Gözleri fitne fesat içinde olmak. (Özturan, 2014: 158;
Şen, 2006: 105)
Gözleri filcimbir okumak: Gözleri devamlı hareket halinde olmak, fıldır fıldır
dönmek, devamlı sağı solu gözetlemek. (Özalp, 2008: 267)
Gözleri gan ağlamak: Çok üzüntülü olmak. (Kurt, ?: 132)
Gözleri mileviş olmak: Gözleri hastalıklı, bulanık olmak. (Özalp, 2008: 267)
Gözleri pıllık pıllık olmak: Gözleri yaşla dolmak, dolu dolu olmak. Gözler yaşla
dolup ağlayacak hale gelmek. (Özalp, 2008: 267)
Gözlerinden fer gaçmak: Halsiz ve donuk bakmak. (Yalman, 1977: 521)
Gözlerinden perpi tanesi gibi dökmek: Gözyaşı dökerek ağlamak. (Özturan,
2014: 158)
Gözlerine boz inmek: Göz sağlığı bozulmak. (Gözükara-Özalp, 2011b: 161)
Gözleriyle yemek: Nazar ederek sonunu getirmek. (Özturan, 2014: 158)
Gözü açık gitmek: İsteklerini, arzularını gerçekleştiremeden ölmek. (Göçer,
2010: 110)
Gözü akmak: Gözünün yuvarlağı kaymak. Gözü arızalanmak. (Özturan, 2014:
158)
Gözü bağlı guş: Dünyadan habersiz, masum. (Özturan, 2014: 158)
Gözü bol olmak: Cömert, yardımsever olmak. (Özalp, 2008: 267; Kozan, 2007:
211)
Gözü çildirdemek: Gözü ışılamak, parlamak. (Özalp, 2008: 268; Özturan, 2014:
158)
Gözü dönmek: Saldıracak durumda olmak. (Körük, 2005: 33)
168
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gözü ecene deliğine dönmek: Gözü küçük olmak. (Özalp, 2008: 268)
Gözü gararmak: Yorgunluktan gözleri göremez olmak. (Körük, 2005: 33)
Gözü gızıl olmak: 1. Tembel olmak, iş sevmez olmak. 2. Gözü kara, cesur
olmak, gözünü budaktan esirgememek, söylenmesi gereken sözü söylemek. (Özalp,
2008: 268)
Gözü göğe yapışmak: Ölürken gözleri açık kalmak, muradına eremeden ölmek,
gözü arkada kalmak. (Özalp, 2008: 268)
Gözü görmemek, eli ermemek: İhtiyar, takatsiz olmak, az görmek, eli zor
tutmak. (Özturan, 2014: 160)
Gözü gulağı mı var?: Tutulacak işin zor olmadığı. (Özturan, 2014: 159)
Gözü güvermek: 1. Zorluktan, işin ağırlığından, yük taşımaktan gözü yılmak.
Aşırı yorulmak. 2. Darbe alan göz siyahlaşmak. (Özalp, 2008: 268)
Gözü halaka dönmek: Bakışları canlı olmak, gözleri alev alev yanmak. (Ekici,
2005: 41)
Gözü ısırmak: Bir kimseyi daha önce görmüş gibi olmak. (Kozan, 2007: 219)
Gözü içinde galmak: Birine verdiği şeyi gönül rızası ile vermemek, zorunlu
vermek. (Dalkıran, 2005: 55)
Gözü küllü: Kandırılmaya, dolandırılmaya müsait, saf kimse. (Karalar, 1998: 54;
Özturan, 2014: 159)
Gözü perdelenmek: Basiretsiz olmak, gerçekleri görememek. (Elife Akkurt)
Gözü süzülmek: Yorgun olmak. Örnek: Uykum yok, gözüm süzüldü. (Gökçe,
2014: 180)
Gözü zibillikte açılmak: Değersiz ve pis şeyler ile uğraşmak. (Çınkır, 2016: 526;
Özturan, 2014: 159)
Gözü, büyük gız gözüne dönmek: Dalgınlaşmak. Büyümüş, evlenme çağına
gelmiş, koca isteyen, bu yüzden de dalgınlaşan, gözü iş güç görmeyen kızların halinden
kinaye, bu durumdaki gençleri anlatır. (Özalp, 2008: 267)
Gözün g..üme: Böyle söyleyince nazar değmeyeceği inancı. (Özturan, 2014:
161)
Gözün gözün etmek: Bir şeyi birinden kaçırmak, uzaklaştırmak. Örnek: Benden
gözün gözün etti. (Özalp, 2008: 268)
Gözün iki abdal gördü değil mi?: Gözün iki fakir insan gördü değil mi?
(Özturan, 2014: 161)
Gözün önü aydınlamak: Hastalık, açlık, bela vs.den kurtulmak, selamete çıkmak,
güçlenmek, kuvvetlenmek. (Özalp, 2008: 268)
Gözünde tütmek: Çok özlemek. (Göçer, 2004: 68)
Gözünden gaçmak: Bir şeye dikkatli bakmamak. (Avcı, 2008: 33)
Gözünden gorkulmak: Gözü değmek, nazarından korkulmak. (Özturan, 2014:
160)
Gözüne batmak: Davranışları hoşa gitmemek. (Okutucu, 2000: 15)
Gözüne betiren akmak: Gözüne sıcak zift akmak, kör olmak, mil çekilmek.
(Özalp, 2008: 268)
Gözüne bir görükür olmak: Belanın üzerine gitmek. (Arslan, 2011: 355; Çınkır,
2016: 526; Özturan, 2014: 158; Elife Akkurt; Sultan Pırnaz)
Gözüne çakılmak: İstemediği şeyler önüne çıkmak. Örnek: Yapılan iyilikleri,
ikramı inkar edersen gözüne çakılır. (Özturan, 2014: 160)
Gözüne düşman görükmek: Gıcık kapmak. (A. Kurt, 2017: 12)
Gözüne girmek: Hareketleriyle işe yarar olmak. (Kılıç, 2008: 93)
Gözüne görünmemek: Ortalıkta dolaşmamak. (Göçer, 2010: 97)
Gözüne püssük o..mak: Gözü kızarmak ve şişmek. (Özturan, 2014: 161)
Gözünen devirmek: Göz değerek insana zarar vermek. (Özturan, 2014: 29;
Özturan, 2014: 161)
Gözünü belertmek: Gözünü ağartmak. (Çınkır, 2016: 526)
Gözünü çildirdetmek: Elle boğazı sıkılarak öldürülen insanın gözlerinin
yuvasından fırlayıp parlaması gibi yapmak. (Bilgin, 2006: 172)

169
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gözünü daldan budaktan sakınmamak/esirgememek: Cesaretli olmak. Örnek:


Gözünü daldan budaktan sakınmaz, bir o yana bir bu yana koştururdu. (Bilgin, 2007b:
58; Özturan, 2014: 161)
Gözünü güvertmek: 1. Tehdit etmek, gözdağı vermek. Gözünün akını çıkartıp
belerterek karşıdakini korkutmaya çalışmak. 2. Birinin gözüne vurup morartmak.
(Özalp, 2008: 269)
Gözünü ığdırarak bakmak: Göz ucuyla bakmak. Bakmıyormuş gibi görünerek
baktığını belli etmemeye çalışarak bakmak. (Özalp, 2008: 269)
Gözünü irmemek: Sürekli aynı yöne bakmak. (Kaya-Kozan, 2003: 87)
Gözünü melefe gibi açmak: Hayrete düşmek. Çıkar karşısında gözlerini açmak.
(Özturan, 2014: 161)
Gözünü pürtletmek: Birinin gözünü yerinden çıkartmak. (Özalp, 2008: 269;
Özturan, 2014: 161)
Gözünü yivindirmek: Gözünü çevirmek, gözünü kaçırmak, hedeften çevirmek,
kapamak. (Özalp, 2008: 269)
Gözünün cücüğü düşmek: Bir şeyi çok istemek ve arzulamak. Dolayısıyla ona
hasretle, istekle, hırsla bakmak. (Özalp, 2008: 268)
Gözünün ırdığı yere gadar bakmak: Gözün gördüğü, görebildiği yere kadar
bakmak. (Özalp, 2008: 268)
Gözünün içinde bir göz daha olmak: Çok uyanık olmak. (Çınkır, 2016: 19-20)
Gözünün kirişi gırılmak: Çok korkmak, bir işe girişmekten caymak. Örnek:
Daha işe başlamadan gözünün kirişi gırıldı. (Çınkır, 2016: 526; Özalp, 2008: 269;
Özturan, 2014: 161)
Gözünün kökü gövermek: Özellikle kadınlar için aşırı özlem çekmek. Örnek:
Gözümün kökü göverdi elimde değil ki. (Çınkır, 2016: 526; Dalkıran, 2005: 55;
Karalar, 1998: 54; Özturan, 2014: 161; Şen, 2006: 105)
Gözünün üstünde gaşın mı var dedim?: Neyine karıştım? Sana bir şey mi dedim?
Seni kıracak, incitecek, küstürecek ne söyledim? Hangi işine karıştım, engel oldum?
(Özalp, 2008: 269; Özturan, 2014: 158)
Gözünün yaşını silmeye çarşaf gerekmek: Aşırı ağlamak. (Özturan, 2014: 161)
Gözüyle yıkmak: Gözü fazla değmek, nazar ettiğine zarar vermek. (Özturan,
2014: 158)
Guba düşmek: Tuzağa düşmek. (Özalp, 2008: 269)
Gubara gubara gezmek: Hava atarak gezmek. Örnek: Meydanda sırtı yere
gelmez pehlivan gibi gubara gubara gezer. (Bilgin, 2007c: 27)
Gubarıp durmak: Havalanmak. Örnek: Bir kutlu kuşu kurtarmanın gönenci ile
gubarır dururduk. (Bilgin, 2007b: 133)
Gubbun gubbun okutmak: Çok soru sormak. (Özturan, 2014: 162)
Gucağına oturup sakalını yolmak: İyilik yaptığı, evinde büyüttüğü kişi, kendine
zarar vermek. (Özturan, 2014: 162)
Gucak açmak: Yardımda bulunmak. (Okutucu, 2000: 22)
Gudurup etine düşmek: Çılgın gibi davranmak. Kendi kendinin etini yer gibi
davranmak. Karşı cinse aşırı istekli davranmak. (Özturan, 2014: 162)
Guduz bekler gibi: Uyumamak, uyumaksızın sürekli konuşmak, konuşarak
sabahlamak. (Özturan, 2014: 162)
Gul köle olmak: Birine aşırı bağımlı olmak. (Kozan, 2007: 219; Körük, 2005:
34)
Gulağı delik olmak: Her şeyi bilir, duyar olmak. (Okumuş, 2006: 168)
Gulağı kesik olmak: Konuşulanlardan, her şeyden haberi olmak. (Okumuş,
2006: 168)
Gulağı Malatya çiri: Kulağı düzgün. (Özturan, 2014: 162)
Gulağı ses duymak: Ergenlik çağındaki kız evlenme çağına gelmek. (Elife
Akkurt)
Gulağı yamsıtmak: Duymazlıktan gelmek, aldırmamak. (Özalp, 2008: 269)
Gulağın tözü: Kulağının arka tarafı, kulak zarı. (Özturan, 2014: 163; Şen, 2006:
105)
Gulağına doldura doldura sövmek: Aşırı, fazla sövmek. (Özturan, 2014: 163)
170
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gulağına gar suyu kaçmak: Tedirgin olmak, duyduğu laflardan endişeye


düşmek. (Özturan, 2014: 163)
Gulağına gurşun akmak: Duymamak yahut duymazlıktan gelmek. (Çınkır, 2016:
529; Özturan, 2014: 163)
Gulağına gurt düşmek: Kulağı hasta olmak, duymamak. (Özturan, 2014: 163)
Gulağında ağırlık olmak: Kulağı iyi duymamak. (Özturan, 2014: 163)
Gulağından dutup dışarı atmak: Kulağından tutarak kovmak. (Özturan, 2014:
163)
Gulağından guzlacı olmak: 1. Yüksek sesten, konuşmadan, gürültüden rahatsız
olmak. 2. Kinaye olarak kulağından guzlacı, yani gebe, hamile olmak. 3. Çok meraklı,
bir ortamda konuşulan her şeyi duymak istemek. (Çınkır, 2016: 733; Özalp, 2008: 269;
Özturan, 2014: 163)
Gulağını bükmek: İkaz etmek, uyarmak. (Özalp, 2008: 269)
Gulağını çekmek: Birini müjdelemek. Örnek: Yaşav bugün onun gulağını
çekerim ben. (Karalar, 1998: 59)
Gulağını gemirmek: Bir sözü tutturmak için çok konuşup usandırmak, kulağını
yormak. (Özturan, 2014: 162)
Gulağını kes, dışarı at: Sen yokken senin arkandan konuşuyorlar. Dışarıdaki
konuşulanları duy. (Polat, 2016: 68)
Gulağının arkası bile duymamak: Konuşulanlardan haberi bile olmamak.
(Özturan, 2014: 163)
Gulağının böceği ötmek: Kulağı sağır olmak. (Özturan, 2014: 163)
Gulak ardı/arkası etmek: Dinlememek, dikkate almamak, önemsememek,
duymazdan gelmek. (Okumuş, 2006: 168; Özturan, 2014: 163)
Gulak asmak/asmamak: Önemsemek, dikkate almak/almamak. (Erdem-Kirik,
2011: 250; Gözükara-Özalp, 2011a: 273; Okumuş, 2006: 168; Özturan, 2014: 162)
Gulak misafiri olmak: Yakınında konuşulanları istemeden dinlemek. (Göçer,
2010: 196)
Gulak sağır, baş ağır olmak: Kulağı zor duymak. (Özturan, 2014: 163)
Gulak vermek: Konuşulanları dinlemek. (Celil Kamalak)
Gulaklarını çınlatmak: Dedikodusunu yapmak. (Körük, 2005: 34; Okumuş,
2006: 168)
Gulaklarını düşürmek: Yemeği itiraz etmeden sessizce yemek. (Adem Pırnaz)
Gulaklarını tıkamak: Duymamak. (Okutucu, 2000: 40)
Gulaktan pat küt bir şeyler bellemek: Okuldan değil, duyarak düzensiz bilgi
edinmek. (Özturan, 2014: 163)
Guluncu galkmak: Sırtta, kürek kemikleri arasında yorgunluktan ağrılar
oluşmak. (Özalp, 2008: 270)
Gumguma gaynatmak: Bol bol laf üretmek, topluca konuşmak. (Özalp, 2008:
270)
Gumu gumu gursak, mimi mimi mimbar: Hikâyesi: Ana mimbar pişirmiş, ama
tam yiyecek zaman misafir gelmiş. Ana çocuklara tembih etmiş, “mimbardan söz
etmeyin” diye. Misafir kalkmamış. Çocuk acıkmış, kendi kendine bu sözü söylemiş.
(Özturan, 2009a: 247)
Gumucak atmak: Sinek vs. için yumurtadan larva, kurtçuk çıkmak. (Özalp,
2008: 270)
Gurbağalar gısır galır: Kurbağalar akşam vakti ötmeye başlar, ortalık kurbağa
sesinden geçilmez olur. Kurbağaların olduğu yere atılan ufak bir taş ya da taciz edici bir
ses, kurbağaların susmasına neden olur. İnsanlar arasında bir olay meydana geldiğinde
her şeye maydanoz olan biri, güya son sözü söyler ve ortalık sessizleşir. (Elife Akkurt)
Gurban adamak: Gerçekleşmesi istenen bir olaydan sonra kan akıtmayı temenni
etmek. (Uzun vd., 2012a: 91)
Gurban düşmez etmek: Yoksullaştırmak. (Özturan, 2014: 164)
Gurban etmek: Bir şeyi ölse de vermemek. Örnek: Gurban ederim vallaha.
(Bilgin, 2007a: 187; Ekici, 2005: 14; Özalp, 2008: 270; Özturan, 2014: 164)
Gurban olmak: Canını feda etmek. (Erdem-Kirik, 2011: 210; Körük, 2005: 34;
Temiz, 2005: 703; Uzun vd., 2012a: 84)
171
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gurdun ağzına guyruk asmak: Kurdun istediği olmak. (Özturan, 2014: 164)
Gurk/gurka bastırmak/yatmak: Kızışan tavuğun altına vücudu ile örtebileceği
kadar yumurtayı koyup civcive yatırmak. (DS, 2009: 3009; Gökçe, 2014: 104; Özalp,
2008: 273)
Gursağına dayanamamak: Pisboğaz olmak. (Çınkır, 2016: 533)
Gursaksız olmak: Yemeğe düşkün olmak. (Erşahin, 2011a: 75)
Gurşun döktürmek: Nazarı bozdurmak. (Erşahin, 2011a: 75)
Gurt gibi olmak: Becerikli, akıllı, işinin ehli olmak. (Elife Akkurt)
Gurtlu kelek: Kıskanç, başkalarını çekemeyen, kimsenin iyiliğini istemeyen,
iyiliklerden rahatsız olan kötülüklere, zararlara sevinen. (Özalp, 2008: 270)
Gurtlu olmak: Çok haset, şüpheci olmak. Örnek: Ne kadar gurtlu oldun? (Çınkır,
2016: 814; Özalp, 2008: 307)
Gurttan gulağı eksik: Çok çirkin, yakışıksız, paspal kimse. (Özalp, 2008: 270)
Guru fasulyeyi de nimetten saymak: Değersiz bir şeyi önemli kabul etmek.
(Karalar, 1998: 59)
Guru galabalık: Bir şey ifade etmeyen, alışveriş yapmayan vs. kitle. (Özturan,
2014: 164)
Guru gürültüye pabuç bırakmamak: Bağırıp çağırarak sahte kabadayılıkla iş
yaptırmak isteyenlerden korkmamak. (Özturan, 2014: 164)
Guru yere gurt düşürmek: Fitnenin olmadığı yere fitne sokmak. (Özturan, 2014:
164)
Guruya yüzmek: Bedavaya çalışmak. Örnek: Kuruya yüzmekten gına geldi.
(Çınkır, 2016: 736; Şen, 2006: 108)
Guskunu gırık olmak: Bir eksiği bulunmak. Örnek: Guskunu gırık zavallının
yoksa bu hallere düşecek adam mıydı? (Çınkır, 2016: 534)
Guş çift olmazsa daş atmamak: Kazanç çok olmazsa peşine düşmemek.
(Özturan, 2014: 165)
Guş guş etmek: Küçük çocuğu iki kişi koltuk altlarından tutarak havalandırmak
ve o şekilde götürmek. İki elinden tutarak yürütmeye çalışmak. (Özturan, 2014: 165)
Guş kanadıyla, yılan göbeğiyle çıkamamak: Yüksek yerlerin yüksekliği, sarp
yerlerin sarplığı böyle anlatılır. (Özalp, 2008: 270)
Guş/güvercin gursaklı: Çok az yemek yer. (Özturan, 2014: 165; Özturan, 2014:
168)
Guşlar ganadını dökmek: Acıklı bir olaya herkes çok üzülmek. (Özturan, 2014:
165)
Guvalmadan başka işi olmamak: Övünmekten, şişmekten, kabarıp
gururlanmaktan başka işi olmamak. (Özalp, 2008: 271)
Guyruğu çal omuz etmek: Gayrete gelmek. (Çınkır, 2016: 737)
Guyruğu çöp deşirmek: Yoksul düşmek, çok yoksullaşmak. (Çınkır, 2016: 737)
Guyruğu doğru it görmemek: İtin, kötü karakterlinin her işi yanlış, eğri olmak.
(Özturan, 2014: 165)
Guyruğu dövülük at: İşçimen, çalışkan kadın. (Özturan, 2014: 165)
Guyruğu düğümlü at gibi gitmek: Çok hızlı, çabuk ve arkasına bakmadan
gitmek. (Özalp, 2008: 271)
Guyruğu gapıya sıkışmak: Zorda kalmak. (Özturan, 2014: 150)
Guyruğu gıllan gıllan etmek: Yaltaklanmak, göze girmeye çalışmak. (Çınkır,
2016: 737)
Guyruğu gıstalamak: Sessizce kaçmak, korkup kaçmak. (Çınkır, 2016: 737)
Guyruğu guş bişirmek: Aşırı telaşlı olmak. (Çınkır, 2016: 536; Çınkır, 2016:
737; Dalkıran, 2005: 56; Özturan, 2014: 165; Şen, 2006: 108)
Guyruğu guyruğa sarmak: İşbirliği yapmak. (Özturan, 2014: 165)
Guyruğu ile oynamak: Boş yere vakit geçirmek. (Çınkır, 2016: 737; Özturan,
2014: 165)
Guyruğu olmak: Sevgilisi olmak. (Özturan, 2014: 165)
Guyruğu tava sapına dönmek: Çok memnun ve mutlu olmak. (Çınkır, 2016: 738)
Guyruğu titiretmek: Ölmek. (Çınkır, 2016: 537)
Guyruğuna teneke bağlamak: Soytarılığa almak. (Özturan, 2014: 165)
172
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Guyruğuna yapışmak: Peşine düşmek. (Özturan, 2014: 165)


Guyruğundan gıl aldırmamak: Çok dikbaşlı olmak, kimseye eyvallah etmemek,
alınganlık göstermek. (Çınkır, 2016: 738)
Guyruğunu doğrultmak: Yeni alınan bir şey için kurban kesmek, yemek vermek.
(Özturan, 2014: 165; Elife Akkurt)
Guyruğunu guyruğuna dolamak: Anlaşmak, işbirliği yapmak, iyilikte ve
kötülükte birlikte hareket etmek. (Özalp, 2008: 271)
Guyruğunu kahkeleyip gitmek: Suçlu ve güçsüz bir şekilde gitmek. (Özturan,
2014: 165; Şen, 2006: 107; Şirikçi, 2006: 229)
Guyruk doğumu: Ağustos ayının on sekizinci günü. Havaların özellikle geceleri
serinlemeye başladığı ve suların çoğaldığı zamanın başlangıcı. Bu zaman için kimileri
1, kimileri de 15 Ağustos'u gösterir. (Aksu, 2013: 256; Özalp, 2008: 271)
Guyruklu yalan: İnanılması imkansız yalan. (Özturan, 2014: 166)
Guyulup düşmek: Hücum etmek, saldırmak. (Özalp, 2008: 271)
Guzgun fikirli: Fikirlerini çok büyük hesap üzerine oturtan. (Özturan, 2014: 166)
Guzlatıp guzusunu almak: İşine yarayacak netice almak. (Özturan, 2014: 166)
Guzularınan gırkılmak: Kendinden çok daha genç kimselerle düşüp kalkmak.
(Çınkır, 2016: 538)
Guzuluğundan gurutmak: 1. Temelden, hepten yok etmek. 2. Öfkelenip
azarlayarak, hakaret ederek, birini konuşamayacak, kendini savunamayacak hale
düşürmek. (Özalp, 2008: 271)
Guzusunu gurt almış goyun gibi: Çok üzgün, çaresiz, umutsuz. (Gözükara-
Özalp, 2011b: 363)
Güccük dağları ben yarattım demek: Kibirli, büyüklük kompleksi içinde olmak.
(Özturan, 2014: 166)
Güccük sınmak: Küçük görmek. (Özturan, 2014: 166)
Güccük şahna: Zalim valilerle daha aşağıdaki devlet memurlarının yanı sıra,
devlet memuru olmadığı halde güçlü olup da halka zulüm, eziyet eden zorbaları da
anlatır. (Özalp, 2008: 271)
Güce gitmek: Onura dokunmak, kırılmak. (DS, 2009: 2207)
Gücül mücül: Zoru zoruna. (Özalp, 2008: 271)
Gücünü göstermek: Ağırlığını hissettirmek. (Okumuş, 2006: 167)
Gücünün yettiğine güccük şahna kesilmek: Zalim valiler, kaymakamlar ve diğer
devlet adamları gibi davranmak. (Özalp, 2008: 271)
Güldü mü otuz iki dişini göstermek: Aşırı gülmek, gülerken ağzını sonuna kadar
açmak. (Özturan, 2014: 166)
Güle güle aklı pırtmak: Kendini kaybedercesine gülmek, gülmekten katılmak.
(Özalp, 2008: 272; Özturan, 2014: 166)
Güle güle bir olmak: Çok fazla gülmek, katıla katıla gülmek. (Özalp, 2008: 272;
Özturan, 2014: 166)
Güle güle büyütmek: Çocuğu olan ailelere dua. (Ertekin, 1997: 80)
Güle güle güccüğü çıkmak: Kız çocuğu için aşırı gülmekten altına işeme
noktasına gelmek. (Özturan, 2014: 166)
Güley damdan gel: Olmayacak bir söz veya işle karşılaşıldığında söylenir. Âdeta
"Ölme eşeğim ölme, yaz gelince çayır çimen bol olur." gibi. (Özalp, 2008: 272)
Güllük gülistanlık olmak: Rahat içinde olmak. (Erşahin, 2011a: 73)
Gülmesini getirmek: Gülme arzusu yokken gülme haline girmek. (Özturan,
2014: 142)
Gülüm sarım olmak: Dostça, kardeşçe, problemsiz yaşamak. Sarmaş dolaş
olmak, çok yakın dost olmak. (Erşahin, 2011a: 73; Özalp, 2008: 272)
Gün alıp gün satmak: Sermayesiz iş yapmak. Satacağını günlük alıp günlük
satarak geçim doğrultmak. (Özturan, 2014: 166-167)
Gün anasının goynuna girerken: Akşamüzeri. (Özturan, 2014: 167; Ayşe Koçak)
Gün bugün, saat bu saat: Vakit bu vakit. (Mehmet Karaköse)
Gün burnuna: Sabahın erken vakti. Örnek: Sabahınan gün burnuna. (Uzun vd.,
2012a: 263; Uzun vd., 2012b: 286)

173
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gün çarpması: Güneş dokunması, çarpması, daha ziyade küçük çocuklarda olur.
(Özalp, 2008: 272)
Gün değmek: Güneş doğmak, ışınlarını bir yerlere ulaştırmak, gün başlamak.
(Özalp, 2008: 272)
Gün dönümü: Akşam vakti. (Göçer, 2010: 18)
Gün dönüp devran geçmek: Bir zaman bitip diğer zaman gelmek. (Erşahin,
2011a: 73)
Gün gavuşması: Güneş batımı zamanı. (DS, 2009: 2229)
Gün gazanıp gün yemek: Gün içinde çalışmak, ücretinin karşılığı ile geçinmek.
(Özturan, 2014: 167)
Gün geçtiğinden bellisiz: Günün güzel geçmesi. (Özturan, 2014: 167)
Gün görmemek: Feraha ve huzura kavuşamamak. Örnek: Bu dünyada gün
görmedim. (Uzun vd., 2012a: 225; Yalman, 1977: 521)
Gün günden kötü gelmek: Günbegün iş kötüye gitmek. (Özturan, 2014: 167)
Gün ışımak: Sabah olmak. (DS, 2009: 2229)
Gün inmek: Güneş, batmaya yaklaşmak. (Özalp, 2008: 272)
Gün öğlen olmak: Vakit çabuk geçmek. (Adem Pırnaz; Elife Akkurt)
Gün sala gelmek: (Kuyumcu, 1995: 128)
Gün salığı kesmek: Düğün tarihini belirlemek. (Sultan Kamalak)
Gün yavuzun kendir hırsızın: Gün hayat şarlatanlarının. (Özturan, 2014: 167)
Gün yüzü görmek: Rahata erişmek. Örnek: Yakında sen de gün yüzü göreceksin.
(Sarıyıldız, 2012: 341)
Günde gider ava, tüy bile getirmez eve: Bir işin peşinden sürekli gitmek, ama
sonuç alamamak. (Elife Akkurt)
Günde yediği/gördüğü küllü çörek olmak: Aynı yaşantısı değişmeden devam
etmek. (Çınkır, 2016: 741; Özturan, 2014: 198)
Günden gölgeye ulaştırmaz: Çok zehirli, kısa zamanda halleder. (Özturan, 2014:
167)
Günden yanına gölge, yelden yanına dulda olmak: Birini güneşten, rüzgardan,
her türlü tehlikeden korumak. (Özalp, 2008: 272)
Gündüz babıç çürüdür, gece gaz yağı çürüdür: Gündüz gezer, gece lamba
yakarak dedikodu yapar. (Özturan, 2014: 167)
Gündüz gözü: Gün içinde, gündüz vakti, gündüzleyin. (Özalp, 2008: 272)
Gündüz külahlı, gece silahlı olmak: Gündüz işinde, gece eşkiya olmak.
(Özturan, 2014: 167)
Güneş çavmak: Güneş dağlara yayılmak. (DS, 2009: 2228)
Güneş yalamak: Güneş renkleri soldurmak. (Özalp, 2008: 272)
Güneşin bağrı: Güneşin tam karşısı. (Özturan, 2014: 167)
Günleri sayılı olmak: Ölmeye yakın olmak. (Körük, 2005: 33; Okumuş, 2006:
167)
Günü ayı dolmak: Ölme vakti yaklaşmak, gelmek. (Erşahin, 2011a: 73)
Günü gününe uymamak: İşi düzensiz olmak. (Körük, 2005: 33; Okumuş, 2006:
167)
Günün yağı erimek: Akşam yaklaşmak. (Özturan, 2014: 168)
Günün yağı üstünde olmak: Günün sıcağı üzerinde olmak. (Özturan, 2014: 168)
Günün yağı varken: Güneş’in yakıcı ve ısıtıcı etkisi devam ederken. (Elife
Akkurt)
Gününü gün etmek: Eğlenerek vakit geçirmek. (Körük, 2005: 33)
Güp güp güğürmek: Refah seviyesi, keyfi yerinde ve kaygısız olmak. (Elife
Akkurt)
Gürgür baba: Gök gürültüsü. Bu sözü eskiden kapı komşumuz olan Mustafa
ağabeyin torunları, kendisine hitap ederken söylerdi. Çocuklar, Mustafa ağabeyin
kamyonundan çıkan sesten dolayı dedelerine bu şekilde hitap ederlerdi. (Yazarın notu)
(Özalp, 2008: 273)
Gürrede ayağa galkmak: Bir topluluk hep birden ve seslice ayağa kalkmak.
(Özalp, 2008: 273)
Gürül gürül yanmak: Ses çıkararak yanmak. (Bilgin, 2007a: 102)
174
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Güvendiği dağlara gar yağmak: Güvendiği kimseden fayda gelmemek. (Şen,


2006: 105)
Güzlek vermek: 1. Filiz vermek, fıtık vermek. Kökten fışkırmak. 2. Yaşlı
erkeğin veya doğum yapma sınırında olan kadının çocuğu olmak. (Özalp, 2008: 273)
Ha Ali Yülük ha Veli Yülük: Birbirinden farkı yok. (Özturan, 2014: 168)
Ha geldi ha gelecek: Gelmesi an meselesi. (Şen, 2006: 105)
Ha s..tın ha yüreğin gitti: Yaptığın iş aynı. (Sultan Kamalak)
Ha varlığı ha yokluğu: Varlığı yokluğu bellisiz. (Özturan, 2014: 168)
Habar icar olmamak: Gurbetteki birinden, kaybolan biri veya bir şeyden hiçbir
haber alınamamak, hiçbir belirti, iz bulunamamak. (Özalp, 2008: 274)
Habara goz anlatmak: En büyük, en önemli haberleri dahi bilemeyen birine
küçük laf anlatmaya çalışmak. (Elife Akkurt)
Haber kesmek: Bilgi edinmek. (Adem Pırnaz)
Habul gubul: Hep beraber. (Özturan, 2014: 169)
Hacca giden geldi, saca giden gelmedi: Kâbe’ye giden geldi, cehenneme giden
gelmedi. (Şen, 2006: 105)
Hacet gapısı açık olmak: Dua kapısı açık olmak. (Erşahin, 2011a: 73)
Hacı emmi olmak: Zengin olmak. (Özalp, 2008: 274)
Hacı güccükzadelerden: Ufak tefek insan. (Özturan, 2014: 169)
Hacil düşürmek: Utandırmak, küçük düşürmek. (Kaya-Kozan, 2003: 90)
Haçını puçunu bir araya gatmak: Çok fazla hırpalamak. (Özturan, 2014: 169)
Hafıl hafıl etmek: Haf haf diye ses çıkarmak. Nefes nefese, soluk soluğa kalmak.
(Özalp, 2008: 274)
Hafılayıp hafılayıp başına yetmek: Çok öğünmek. (Şen, 2006: 106)
Hafil huful yemek: Acele acele, çabuk çabuk, kıtlıktan çıkmışçasına yemek.
(Özalp, 2008: 274)
Hafta sekiz, cuma/gün dokuz: Bir işin sürekliliği. (Çınkır, 2016: 551;
Kapanoğlu, 2009: 76; Özalp, 2008: 274; Özturan, 2014: 169; Şen, 2006: 106)
Hak dünyada haklaşmak: Öteki dünyada hesaplaşmak. (Özturan, 2014: 169)
Hak guşu gibi beklemek: Hak ettiğinin karşılığını beklemek. (Özturan, 2014:
169)
Hak söylemek: Doğru söylemek. (Yalman, 1977: 521)
Haket söylemek: Hikâye anlatmak. (Erşahin, 2011a: 73)
Hakk’a el açmak: Allah’a dua etmek, yalvarmak. (Gözükara-Özalp, 2011a: 320)
Hakka yetişmek: Ölmek. (Yalman, 1977: 521)
Hakkı b..unu/b..una ödemek/ödememek/yetmemek: Maliyetini
kurtarmak/kurtaramamak, ana parayı çıkarmak/çıkaramamak. (Çınkır, 2016: 552;
Özalp, 2008: 274; Özturan, 2014: 169)
Hakkından gelmek: Dersini vermek. (Özturan, 2014: 169)
Hakkını avucuna goymak/vermek/dürmek: Haddini bildirmek, boyunun
ölçüsünü vermek. Örnek: Ben sana yapacağımı biliyorum dur, akşam gelince hahını
avıcına goymazsam bana da Abdurrahman demesinler. (Bilgin, 2006: 180; Çınkır, 2016:
553; Özalp, 2008: 274; Özturan, 2014: 169; Şen, 2006: 105; Şirikçi, 2006: 177; Sultan
Kamalak)
Haklısın, amma alacağın yok: Haklısın, ama benim sana vereceğim bir şey yok.
(Özturan, 2014: 169)
Hal danışı etmek: Müşavere etmek, istişare etmek, akıl danışmak, durum
değerlendirmesi yapmak. (Özalp, 2008: 274)
Halakaya düşmek: Konu komşunun diline düşmek, dedikodusu yapılmak.
(Çınkır, 2016: 553)
Halbırınan su çekmek/daşımak/getirmek/suya gitmek: Olmayacak bir işi vaat
etmek. Yeteneği olmadığı işte beyhude çalışmak. Örnek: Senin düğününde halbırınan su
çekeceğim. (Bilgin, 2006: 181; Gökçebey, 1999: 84; Özalp, 2008: 274-275; Özturan,
2014: 112; Elife Akkurt)
Halden anlamaz, haber dinlemez: Hiçbir şekilde hizaya gelmez. (Özturan, 2014:
170)
Haldır huldur: Kaba saba, paldır küldür. (Özalp, 2008: 275)
175
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Halep gınası gibi çıkmamak: Bir yakıştırma veya iftira iz bırakmak. (Özturan,
2014: 170)
Halep ordaysa arşın burda: Önceden yaptığın işle yeterliliğini kanıtlamış
olmazsın. Hadi şimdi de yap görelim. (Özturan, 2009a: 218; Şen, 2006: 106)
Halep yolunda eşşek izi aramak: Bulunması imkansız bir şeyin peşine düşmek.
(Çınkır, 2016: 555)
Halep'in o…..suysa da başından bir tas su goyup almak: Ne kadar kötü olursa
olsun temiz kabul ederek almak. (Özalp, 2008: 275)
Halepli cücüğü gibi: (Şen, 2006: 106)
Haleye dinelmek: Halaya durmak, halay çekmek. (Aksu, 2013: 256)
Hali gılığı meydanda olmak: Davranışından, kılığından ne olduğu, ne durumda
olduğu belli olmak. (Özturan, 2014: 170)
Hali vakti iyi/yerinde olmak: Durumu iyi olmak. (Erdem vd., 2009: 2546;
Okumuş, 2006: 167)
Halin dirliğin ne diyen olmamak: Durumu kötü olmak. Arayan, soran olmamak.
(Özturan, 2014: 170)
Haline bakmadan Hasan Dağı’na oduna gitmek: Sağlığı, imkanı yerinde
değilken aşırı iş yapmak. (Özturan, 2014: 170)
Haline bakmayıp halaya girmek: Durumunu hiçe sayıp iş yapmak. (Körük, 2005:
43; Kuyumcu, 1995: 31)
Haline goymamak: Gönlüne bırakmamak. (Çınkır, 2016: 555; Özturan, 2014:
170)
Haline yanmak: Durumuna üzülmek. (Erşahin, 2011a: 73)
Halis eşşek olmak: Olmayacak bir işe, zarar edeceğini bile bile girişmek. Çok
kaba bir davranışta bulunmak. Bilerek bir kabalık, kusur işlemek. (Çınkır, 2016: 555;
Özalp, 2008: 275; Özturan, 2014: 170)
Haliyle halleşmek: Durumu, vaziyeti göz önüne alarak hareket etmek. Örnek:
Halımızınan hallaşak. (Kapanoğlu, 2009: 73; Özturan, 2014: 170)
Halt etmek: Bir iş yaptığını sanmak. (Bilgin, 2007a: 213; Göçer, 2004: 30)
Ham almak: 1. Kış boyu pek az ve kısa mesafeli dışarı çıkarılan hayvanlar, yazın
uzun süreli iş ve otlama gezilerine hazırlık olarak birkaç saat çıkarılarak dolaştırılmak.
2. İnsanlar, uzun süre yapmadıkları bir işe başlayacakları zaman önce bir iki gün kısa
süreli idman kabilinden başlayıp vücutlarını alıştırmak. Alıştırma, idman, antrenman
yapmak. (Özalp, 2008: 275)
Ham armut gibi boğazına galmak: Satamamak, elinde kalmak. (Özturan, 2014:
170)
Ham keyf olmak: Uykudan yeni kalkmak. (Özturan, 2014: 170)
Ham şor ustası olmak: Ham söz ustası, lafazan, laf ebesi, palavracı olmak. Laf
üretmeyi bilmek. (Özalp, 2008: 275)
Hamam gapısından kötü olmak: Kapı sürekli açılıp kapanmak. (Elife Akkurt)
Hamam tellalı, çarşı göbeleği olmak: Değersiz olmak. (Özturan, 2014: 174)
Hamamcı olmak: Rüyada ihtilam olmak. (Erşahin, 2011a: 73)
Hamgeme camgeme: Telaş, gürültü. (Kılıç, 2008: 170)
Hamızası bitmek: Ekeleşmek, yaşlanmak, artık olgunlaşmak, bir şeyde usta
olmak. Örnek: Onun bırak hırtlağını her yerinden hamızası bitik kardeşim. (Bilgin,
2006: 182; Özalp, 2008: 276)
Hampasını çalmak: Bir başkasının davasını o kişiden daha çok savunmak,
kraldan çok kralcı kesilmek. (Bilgin, 2006: 183; Özalp, 2008: 276)
Hampaya binmek: Açık aramak, küçük düşürmek için bir insanı gölge gibi takip
etmek. Örnek: Ya aylardır yapışıp kaldın, in artık hampamdan da kendimize gelelim ya.
(Bilgin, 2006: 183)
Hampış gibi oturmak: Olduğu yerde oturup kalkmamak. (Şen, 2006: 105)
Hampiş külahı: Çok uyuyan kişi. (Aksu, 2013: 256)
Hamsı çalmak: Sebze ve meyveler olgun tadından çok, ham tadı vermek. Yemek
ve çay tam pişmemek, kıvama gelmemek, demlenmemek. (Özalp, 2008: 276)
Hamur hurt olmak: Hamur gibi yoğrulmak, iyice ezilmek, kemikleri kırılacak
kadar ezilmek. (Özalp, 2008: 276)
176
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Hamurluklu çamurluklu: Etine dolgun kadın. (Özturan, 2014: 170)


Hana vardık, yağmur dindi: Umut üzerine direnerek iddiasını sürdüren insanların
birdenbire olumsuz bir durumla karşılaşması halinde kullanılır. Örnek: Hana vardık,
yağmur dindi. Şimdi ne yapacaksın bakim? (Çınkır, 2016: 557; Özturan, 2014: 170)
Hanası harap olmak: Evi yıkılmak. İşi, gücü, tüm varlığı, ailesi yok olmak.
(Özalp, 2008: 276)
Handa galmış tokalı çanak: Onca zarardan sonra bu da bir şey mi? (Çınkır, 2016:
558)
Handa hapiste olmamak: Bir yere bağımlı olmamak, özgür olmak. Örnek: Handa
hapiste değildin, niye gelmedin yanıma? (Özturan, 2014: 170)
Hanek çıkarmak: Olay çıkarmak, eğlence yapmak, iş çıkarmak, oyun çıkarmak,
iş açmak. (Özalp, 2008: 276)
Hangır hangır gülmek: Yüksek sesle, gürültülü ve terbiyesizce konuşmak.
(Özalp, 2008: 276)
Hangir hingir: Güle oynaya. (Özalp, 2008: 276)
Hanım dölü olmak: Pısırık, korkak olmak. (Bilgin, 2007a: 32)
Hani bilin ya: Sen de bilirsin ya. (Özturan, 2014: 170)
Hanya’yı Gonya’yı göstermek: Tehdit etmek, dersini vermek. (Özturan, 2014:
170)
Hap gibi yutmak: 1. Başkası gücüne kıyasla çok cılız kalmak. 2. Duyulan söze
ses çıkaramamak. (Özturan, 2014: 170)
Hap hapa olmak: Karşılaşmak. (Gökçebey, 1999: 84)
Hapahap gelmek: Karşı karşıya, yüz yüze gelmek, karşılaşmak. (DS, 2009:
2277)
Hapap gibi oturmak: Bir malzeme, monte edilmesi gereken yere cuk diye
oturmak. (Çınkır, 2016: 559)
Hapbap gibi: Takunya gibi, kaba ve sağlam. (Özalp, 2008: 276)
Hapı yutmak: Kurtuluş yolu olmamak. Kötü bir duruma düşmek. (Kaplan, 2017:
71; Kozan, 2007: 219; Mercimek, ?: 30; Okumuş, 2006: 167)
Hapın galmak: Çaresiz kalmak, bütün imkanlarını, gücünü kaybetmek. (Özalp,
2008: 276)
Hapısası duzlu: Hikâyesi: Yeni gelin hapısaya tuz atılıp atılmayacağını
bilememiş. Birine sormak için kapıya çıkmış. Yaşlı bir adam geçiyormuş. “Neriye
hapısası duzlu emmi.” demiş. Yaşlı adam da “Aman gızım hapısiye duz atılır mı?”
demiş. Kız anlamış ki hapısaya tuz atılmaz. (Özturan, 2009a: 248)
Hapışını yere atıp oturmak: Kıçını, kalçasını yere koyup oturmak. (Özalp, 2008:
276)
Har vurup harman savurmak: Aşırı derecede müsriflik ederek para harcamak.
(Körük, 2005: 33; Kuyumcu, 1995: 44)
Harama hile garıştırmak: Harama bir başka haramı karıştırmak. İç içe pis iş
yapmak. (Özalp, 2008: 277; Özturan, 2014: 171)
Harama uçkur çözmek: Kötü iş yapmak. (Karalar, 1998: 55)
Harap olmak: Bozulmak. (Uzun vd., 2012a: 79)
Harcı b..unu ödememek: Yapacağı iş masrafını karşılamamak. (Özturan, 2014:
171)
Harcı içinden çıkmak: Yapılan iş masrafını karşılamak. Örnek: Bunun harcı
içinden çıkar, fazla hesap kitaba boğulma. (Çınkır, 2016: 562; Özturan, 2014: 171)
Harç harç batmak: Üst üste ve sert sert batmak, batarken de harç harç diye ses
çıkarmak. (Özalp, 2008: 276)
Hardalaş olmuş it gibi: Hardalaşmış, boğuşmuş, birbirine girmiş, birbirini
yaralayıp paralamış köpek gibi. Her tarafı kanlı, kirli. (Özalp, 2008: 277)
Harf atmak: Laf atmak. (Karalar, 1998: 55)
Harıl harıl akmak: Su ses çıkararak akmak. Örnek: Harıl harıl akar Orçan
çayları. (Alparslan-Yakar, 2009: 12; Kozan, 2007: 214)
Harıl harıl çalışmak: Var gücüyle durmadan çalışmak. Örnek: Tarlalarda harıl
harıl çalıştığını görüyordum. (Bilgin, 2007c: 67)

177
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Harman üstüne gelmek: Mahsulün, paranın, her şeyin bol ve çok olduğu zamana
denk gelmek, rastlamak. (Özalp, 2008: 277)
Harman yeri dişlemek: İçki ve fuhuş meclislerinde bulunmak, her pisliğe
bulaşmak. (Çınkır, 2016: 564; Özturan, 2014: 171)
Harmancı durmak: Harman mevsiminde harman işlerini yapmak için birine işçi
durmak. (Özalp, 2008: 277)
Harmandan yiyip Hurman'dan içmek: Bedavadan, çalışmadan, emek vermeden
yaşamak. Başkalarının sırtından geçinmek. Asalak, tufeyli kimse olmak. (Özalp, 2008:
277)
Harmanı vurdurmak: Servetini kaybetmek. (Çınkır, 2016: 564)
Harpada ısırmak: Birdenbire, aniden, habersizce, harp diye ısırmak. (Özalp,
2008: 277)
Harpadan tarpadan: Aniden. (Özturan, 2014: 171)
Harran gürran: 1. Gürültülü patırtı. 2. Düşe kalka. Bazen iyi, güzel, kolay bazen
zor, sıkıntılı. (Özalp, 2008: 277)
Hasan Ali türküsü etmek: Bir işi bir türlü bitirememek. (Polat, 2016: 66)
Hasan emmim eşşeğe binmiş, ayakları yerde sürünüyor: Dengi olmayan küçük
işlerle uğraşıyor. (Özturan, 2014: 171)
Hasan evde, gıçı gövde olmak: Çok yavaş iş tutmak. (Özalp, 2008: 277;
Özturan, 2009a: 248)
Hasbirik oynamak: Cinsel yakınlaşmada bulunmak. (Adem Pırnaz)
Hasır üstünde galmak: Bütün servetini kaybetmek. (Özturan, 2014: 171)
Hasta ne sahanda gor ne tasta: Hasta ama iyi yemek yiyor. Hasta olduğuna
inanmaz oldum. (Özturan, 2014: 171)
Hastalığı satmak: Grip gibi bir hastalığı başkasına satarak iyi olmak şakası.
(Özturan, 2014: 171)
Hastalığı sırtına sarmak: Hastalıktan kurtulamamak. (Adem Pırnaz)
Hastaya gar sormak: İhtiyacı olana ihtiyacın var mı demek. (Özturan, 2014: 171)
Hastaya gara, yare habere salmak: Ağır, aldırmaz, umursamaz olmak. O kadar
ağır, o kadar aldırmaz, umursamaz ki hasta için kara göndersen, hasta ölmeden gelmez.
Yare haber yollasan yar bekler bekler, haber gelmediği için çeker gider. (Özalp, 2008:
277)
Haşa buradan/huzurdan: Sözlerim, aşağılayıcı konuşmalarım, küfürlerim
buradakilerin dışında kalanlar içindir. (Çınkır, 2016: 567; Erşahin, 2011a: 73)
Haşne fişne: Sarmaş dolaş. (Mercimek, ?: 49)
Hatçe ebenin ç..ü: Sürekli kız doğuranın yine kız doğurduğunda söylenen söz.
(Özturan, 2014: 172)
Hatın etmek: Bir bayana, olur olmaz iş buyurmamak, onu çok rahat ettirmek.
(Çınkır, 2016: 569)
Hatın gezmek: Bir kadının etrafında çok hatırlı, kıymetli bilinmesi. (Çınkır,
2016: 569)
Hatın gibi: Terbiyeli, işçimen, evini iyi idare eden kadın. (Özalp, 2008: 278;
Özturan, 2014: 172)
Hatın gişi: Terbiyeli, işçimen, evini iyi idare eden kadın. (Kapanoğlu, 2009: 73;
Kılıç, 2008: 113)
Hatır gönül bilmek: Vefalı olmak, iyilik bilmek, hatır saymak, gönül almak.
İnsan değeri, insanlık değeri bilmek. Yapılan iyilikleri bilmek, nankörlük yapmamak.
Dostlara, dostluklara değer vermek. (Özalp, 2008: 278)
Hatırına muriyet: Kusura bakma, alınma, darılma, hatırın kırılmasın ama.
(Özalp, 2008: 278)
Hatırlı gönüllü: Hatır almayı, gönül yapmayı bilen. (Özalp, 2008: 278)
Hatlı hükümlü gelmek: Gitmemek üzere gelmek. (Özturan, 2014: 172)
Hava burhanlık olmak: Hava güzel olmak. (DS, 2009: 2307)
Hava cıncık gibi/çınta [ayaz olmak]: Havada, dışarıda tek bulut olmamak. Hava
tamamen açık olmak. Dışarı cıncık gibi ayaz olmak. (Arslan, 2011: 356; Özalp, 2008:
214; Özalp, 2008: 230; Özalp, 2008: 264; Özalp, 2008: 278; Özturan, 2014: 172; Şen,
2006: 105)
178
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Hava çok acı olmak: Hava şiddetli, kuvvetli, çok soğuk olmak. (Özalp, 2008:
278)
Hava ezik olmak: Hava yağışa yakın, yağdı yağacak durumda olmak. (Özalp,
2008: 278)
Hava girenlenmek: Hava hafif bulutlanmak. (Özalp, 2008: 278)
Havada atmak, gökte dutmak: Bir şeyi kolayca yapabilmek. (Erşahin, 2011a: 73)
Havada vurmak, tavada yemek: Avantadan geleni yemek. (Özturan, 2014: 172)
Havanda su dövmek: Sonuç alınamayacak bir işte uğraşmak. (Kuyumcu, 1995:
44)
Havanın ağzı yanış olmak: Hava mevsim insanlara zarar verecek durumda
olmak. (Özalp, 2008: 278)
Havf yüreğim havf, [güp yüreğim güp]: Korkudan, heyecandan, endişeden
yüreğim güp güp atıyor. Bir şey olacak korkusu içinde yaşıyorum. Başıma ne
geleceğini, ne yapacağımı bilemediğimden korku, endişe ve merakla her an bir şey
olacakmışçasına bekliyorum. Bu yüzden kalbim gümbür gümbür atıyor. (Özalp, 2008:
274; Özturan, 2014: 169)
Hay çekmek: Gözdağı vermek, tehdit etmek, göz korkutmak, azarlamak. (Özalp,
2008: 278)
Hay etmek: Bir işi çabuk bitirmek için birçok kişi gayretle çalışmak. Örnek:
Haydin ele bir hay edek de akşam olmadan işi bitirelim. (Bilgin, 2006: 185; Kaya-
Kozan, 2003: 92; Özalp, 2008: 278)
Hay haşam, dut paşam: El altısın, mahkumsun, işin yoksa tut. (Özturan, 2014:
173)
Haya damarı gırık olmak: Utanma duygusu olmamak. (Özturan, 2014: 173)
Haya gelmek: Dolduruşa gelmek, birinin tahrikine kapılmak. (Özalp, 2008: 278)
Hayalet sahibi olmak: Korku hastalığına yakalanmak. (Özturan, 2014: 173)
Hayatı yalan dolan, dek dubara olmak: Hayatı pislik olmak, dolandırıcı olmak,
şunu bunu hesaba getirmek. (Özturan, 2014: 173)
Hayır dua etmek: Güzel temennilerde bulunmak. (Uzun vd., 2012a: 85)
Hayır galmamak: Halsiz düşmek, iş yapacak durumu kalmamak. (Kılıç, 2008:
170)
Hayır hasıt galmamak: Tutar yanı kalmamış olmak. (Akbaş, 1985)
Hayırlı ise yönü beri: Hayırlı olacaksa bize kısmet olsun. (Özturan, 2014: 173)
Hayma dalı eskitmemek/sarartmamak: Bir yerde fazla kalmamak, sürekli yer
değiştirmek. (Kozan, 2007: 219; Okumuş, 2006: 167; Elife Akkurt)
Hayra şerre aklı erer olmak: Reşit olmak, akıl baliğ olmak, kârı zararı bilir yaşa
gelmek. (Özturan, 2014: 173)
Hayyalesselayı dutturmak: Uluorta konuşmaya, bağırmaya başlamak. (Özturan,
2014: 173)
Hazıra hanık, pişmişe gonuk: Hazırı seven insanların halini anlatır. (Çınkır,
2016: 558)
Hazırki halından da olmak: Bulunduğu konumunu, durumunu da yitirmek.
(Erşahin, 2011a: 73)
Hazırlık görmek: Bir iş için hazırlık yapmak. (Erşahin, 2011a: 73)
Hazreti Eyüp sabrı: Tükenmez sabır. (Özturan, 2014: 173)
He hey zılgıt: Ortalık düğün yeri gibi: (Şen, 2006: 105)
Hecil etmek: Birini rezil, kepaze etmek. (Özalp, 2008: 279)
Hecin gibi: İriyarı, babayiğit. Örnek: Zayıf delikanlı hecin gibi adamı devirdi.
(Bilgin, 2006: 187; Çınkır, 2016: 589; Özalp, 2008: 279; Özturan, 2014: 173)
Heç etmek: Bir işi gerçekleştirmek amacıyla verilen emekleri, yapılıp edilenleri
boşa çıkartmak. (Bilgin, 2006: 187)
Heder etmek: Perişan etmek. (Alparslan-Yakar, 2009: 89)
Heftik etmek: Boş vakit geçirmek, oyalanmak. (Kaya-Kozan, 2003: 93)
Hehey avarası olmak: En küçük teklifte hemen işe başlamak. (Özturan, 2014:
174)
Hela daşına benzemek: Gelen içine etmek, giden içine etmek. (Özturan, 2014:
174)
179
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Helal süt emmiş: İyi aile çocuğu. (Şen, 2006: 106)


Helat almak: Ödül, hediye almak. (Özalp, 2008: 279)
Hele hüle: Önemsiz, sıradan. (Aksu, 2013: 257)
Hellembeç gibi olmak: Yal kıvamında, yal gibi olmak. (Özalp, 2008: 279)
Helva demesini de havla demesini de bilmek: Yeri gelince kibar, yeri gelince
kaba konuşmak. (Özturan, 2014: 174; Şen, 2006: 106)
Helvası yenmek: Ölmek. (Çınkır, 2016: 582)
Hem ağlayıp hem gitmek: Hem üzüntü içinde olmak hem de yoluna devam
etmek. Düğünde gelin odaya alındıktan sonra genç kızlar, gelinin de katılımı ile içeride
oynarlar. Ancak gelin genellikle üzüntülü rolü yapar ve bu rol baba evinden itibaren
başlar. Çoğu zaman baba evinden ağlayarak çıkar. Bu söz de bunun için söylenmiştir.
(ATKVE, 2011: 181)
Hem uyuz hem yavuz olmak: Hem suçlu hem güçlü olmak. (Özturan, 2014: 174)
Hem ziyaret hem ticaret: Ziyaret için gidilen yerde ticaret de yapmak. (Özturan,
2014: 174)
Hemi kel hemi fodul olmak: Görüntüsü çirkin olduğu, hoş görünmediği halde
kendisini güzel kabul edip ona göre davranmak. Kötü, rezil, alçak bir yaşantısı olduğu
halde iyi bir hayat sürme görüntüsü vermek. (Karalar, 1998: 55; Özalp, 2008: 279)
Henik çenik: Parça parça, dağınık. (Özturan, 2014: 174)
Hep dedikçe et, hüp dedikçe süt vermek: Bir kimseye yapılabilecek tüm desteği
vermek. Örnek: Hep dedikçe et, hüp dedikçe süt ver, on ay eve misafir alma, sen de
misafirliğe gitme. Namık Kemal dersine çalışsın ve mektebini bitirsin yenge. (Çınkır,
2016: 583; Özturan, 2014: 174)
Her boyaya girmek: Her işe girişmek, her renge girmek, her şeyden gözükmek.
(Özturan, 2014: 174)
Her boyayı boyadık, fıstık yeşili galdı: Sanki her işin üstesinden gelmiş gibi bir
de bu işe mi bulaşacağız. (Özturan, 2014: 174; Şen, 2006: 106)
Her eve bir yumurta: Maddi isteklerde bir kişiye fazla yüklenmemek gerektiği.
(Özturan, 2014: 175)
Her gafadan bir avaz çıkmak: Herkes farklı şekilde ilgisiz, alakasız konuşmak.
(Şen, 2006: 105; Sultan Kamalak)
Her havaya oynamak: Her işe, her kılığa girmek. (Özturan, 2014: 175)
Her lafı bir eşşek gıçı gırmak: Konuştuğunda her sözü insanları incitmek,
rahatsız etmek. Kırıp dökmek. İnsanları birbirine düşürmek, aralarında fitne çıkarmak.
(Çınkır, 2016: 584; Özalp, 2008: 279)
Her para her yere harcanmak: Fazla hesap yapmamak. Örnek: Her para her yere
harcanıyor, fazla hesap yapma. (Özturan, 2014: 175)
Her tarafı borç kokmak: Borcu çok olmak, her tarafa borcu olmak. (Özturan,
2014: 175)
Her tarladan bir kesek, ne hoş oynar şu eşşek: Konuşmaları anlamsız, konudan
konuya geçen, hiçbir konuyu sonuna kadar anlatamayan, ne dediği, ne söylediği
belirsiz, anlaşılmaz kimse. (Özalp, 2008: 279)
Her tarladan bir tezzek almak: Her şeyden azar azar olmak, hiçbir şey içinde tam
olmamak. (Çınkır, 2016: 584; Kozan, 2007: 219; Özturan, 2014: 175)
Her/herinen heç: Olur olmaz her şey, boş ve gereksiz. Örnek: Ciddiydi here heçe
gülmezdi. (Dalkıran, 2005: 55; Gözükara-Özalp, 2011b: 298; Özalp, 2008: 279;
Zülkadiroğlu, 1964: 10; Ahmet Yenikale)
Herkes cine kesmiş: Herkes kurnaz olmaya kalkmış. (Arslan, 2011: 356; Şen,
2006: 105)
Herkes gider Mersin'e, biz giderik tersine: Elalem doğru işler yapıyor, biz ise
sürekli yanlış iş yapıyoruz. (Özturan, 2009a: 219)
Herkes işi derdinde, Fatiş gişi/kendi derdinde: Akıllı olanlar, aklı başında olanlar
işleri güçleriyle uğraşırken akılsızlar boş şeylerin peşinden koşarlar. (Çınkır, 2016: 586;
KATEDEG, 2012: 72; Özalp, 2008: 280)
Herkes kendi başındakinden usanmış olmak: Fazla birini istememek. Kendi
başındakiler kendine yetmek. (Özturan, 2014: 175)

180
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Herkese şapur şupur da bize gelince ya Rabbi şükür mü?: Herkesin istediğini
yapıyorsun? Bizimkini neden yapmıyorsun? (Özturan, 2009a: 219)
Hesaba gelmemek: Sayılamamak, sayılamayacak kadar çok olmak. (Yalman,
1977: 522)
Hesabını görmek/kesmek: Birinin işini bitirmek. (Erşahin, 2011a: 73; Adem
Pırnaz)
Heves güves: Büyük bir hevesle, kuvvetli istekle. (Özalp, 2008: 278)
Heyle bebecik, öyle gocacık: Küçüklüğü nasılsa büyüklüğü de öyle. (Karalar,
1998: 55)
Hezen gibi: Uzun ve kalın. (Özalp, 2008: 280; Özturan, 2014: 176)
Hıçkıra hıçkıra ağlamak: Yüksek sesle, bağırarak ağlamak. (Okutucu, 2000: 42)
Hık mık etmek: İsteksiz davranmak. (Özturan, 2014: 176)
Hılafım yok: Yalanım yok, yalan söyleniyorum, uydurmuyorum. (Özalp, 2008:
280)
Hıldır hış: Kırık, kırtık. Bir işe yaramaz şeyler. (Özalp, 2008: 280)
Hılım hırçık: Hırpani kılıklı, üstü başı dökülen. Bulaşık yıkarken eve doğru
giden hılım hılçık bir adam görmüş. (Demir, 2011: 41)
Hılt etmek: Güvendirip yarı yolda bırakmak. (Kuyumcu, 1995: 153)
Hıltan gibi boğazına yığılmak: Bütün yük üzerine kalmak, omuzlarına binmek.
(Özalp, 2008: 280)
Hımır hımır gonuşmak: Usul usul, kısık sesle konuşmak. (Özturan, 2014: 176)
Hımsı hımsı kokmak: Küfsü küfsü kokmak. (Özalp, 2008: 280)
Hınaza hırtık: Kıskanç, başkalarını çekemeyen, istemeyen. (Özalp, 2008: 280)
Hınçarıp oturmak: Surat asıp hiçbir şeyle ilgilenmeden oturmak. (Özalp, 2008:
280)
Hıngı zıngına varınca: İş ciddileşince. (Çınkır, 2016: 591)
Hır gür etmek: Yüksek sesle, bağıra çağıra çekişmek, tartışmak. Ağız kavgası
yapmak. Ufaktan dövüş çıkarmak. (Özalp, 2008: 280; Özturan, 2014: 176)
Hır söylemez: İyi şey, hayırlı bir şey söylemez. Hep kötü haber verir. Hayır
söylemez. (Özalp, 2008: 280)
Hıra düşmek: Zayıf düşmek. (Özalp, 2008: 280)
Hırp deyi kesmek: Bir şeyi birdenbire bırakmak. İlgiyi, alakayı hemen kesmek.
(Özalp, 2008: 281)
Hırp olmak: Aniden bitmek, susamak. Örnek: Hacı Ahmet Efendi’nin nefesi de
kuvvetliydi anam. Bizim döl yeni doğduğunda gece gündüz durmadan ağlardı, götürüp
okutunca hırp oldu kesti ağlamayı. (Bilgin, 2006: 190)
Hırpadak kesmek: Su, ses vs. aniden, birden kesilmek. Örnek: Şimdi başımda
ağrı kalmadı, hırpadak kesti. (Göçer, 2010: 193; Özalp, 2008: 281)
Hırsından dişleri dişlerini yemek: Çok sinirli olmak. (Erşahin, 2011a: 73)
Hırsıza kendir yakışır gibi yakışmak: Giydiği elbise, yaptığı iş kendine uymak.
(Özalp, 2008: 281)
Hırsızın aklına iş düşürmek: Kötü işler yapan insanın hoşuna gidecek şeyler
söylemek. (Okumuş, 2006: 155)
Hırsızlığına gitsen, döve döve öldürürler: Bir şeyin ucuzluğunu anlatmak.
(Özturan, 2014: 176)
Hırt zort: Gereksiz, önemsiz. (Caferoğlu, 1995: 133)
Hırtıbı kestirmek: İstediğini engellemek. (Özturan, 2014: 176)
Hıs hıs gitmek/gelmek: Sessiz sessiz, kendini belli etmeden, sinsi sinsi
gitmek/gelmek. (Özalp, 2008: 281)
Hısdacı çıkmak: Hisseci çıkmak, pay sahibi olmak. Nispeten de sonradan ortaya
çıkmak. (Özalp, 2008: 281)
Hısdasına çalı çekmek: Bir aileye, gruba, topluluğa hakaret edilirken veya
eleştiri yöneltilirken onlardan olup da orada hazır bulunan kimsenin nezaketen gönlünü
almak. "Sözümüz sana değil, senin dışındakileri kastediyoruz, sen üstüne alma."
anlamında. Örnek: Sen hısdana çalı çek. (Özalp, 2008: 325)
Hıshırp olmak: Kendisi için yapılmış gibi, tam uymak, yerini bulmak, noksansız
fazlasız, ihtiyaç duyulduğu, istendiği gibi, ölçüşünce olmak. (Özalp, 2008: 281)
181
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Hısım çıkmak: Aramızda aile bağları olduğunu anlamak. (Arslan, 2011: 356;
Özturan, 2014: 176; Şen, 2006: 106)
Hısım garım: Akrabalar, eş dost. (Kılıç, 2008: 170)
Hısımlık ummak: Akrabalık, yakınlık ummak. (Erdem-Kirik, 2011: 343)
Hısımmış, köprüden geçerken g.. g..e değmiş: Çok çok uzak akrabalıkları, izi,
belirtisi kalmamış. Hatırdan gönülden silinmiş akrabalıklar. (Özalp, 2008: 281)
Hış etmek: 1. Bir şeyin hışmı çıkarmak, haşat etmek, ezmek, posa haline
getirmek. 2. Birini aşırı yormak. (Özalp, 2008: 281-282)
Hış olmak: Sayısız, küçük parçalara ayrılmak. Örnek: Şu dölüne bir şey de
yoksa ben diyeceğimi biliyorum. Dün aynayı kırdıydı, bugün de bir yığın ekmeği hış
etmiş koymuş. (Bilgin, 2006: 191; Zülkadiroğlu, 1964: 31)
Hışı çıkmak: Çok yorulmak, kımıldayamaz olmak, paramparça olmak. Örnek:
Sabahtan beri bağda üzüm topluyorum vallahi hışım çıktı. (Bilgin, 2006: 191; Bilgin,
2007a: 175; Bilgin, 2007c: 66; Çınkır, 2016: 593; DS, 2009: 2376; Kuyumcu, 1995:
153; Özalp, 2008: 282)
Hışımla inmek: Aniden, sertçe inmek. Örnek: Sanki gök tepesine hışımla
iniyordu. (Sarıyıldız, 2012: 221)
Hiç mi güzel görmedik: Havan kime? (Şen, 2006: 105)
Hile hurda bilmemek: Hile nedir bilmemek. (Özalp, 2008: 282)
Hile keşfetmek: Bir hileyi, oyunu, kurnazlığı kendisine ya da başkasına
kurulacak olan tuzağı fark etmek. (Elife Akkurt)
Him gaymak: Evin temelini yaptıran kişinin isteğine uygun olarak yapmak.
Örnek: Siz böyle dinele dinele üç ay bile geçse gene bu himi gayamazsınız, aha burayı
belleyin. (Bilgin, 2006: 192; Özalp, 2008: 282)
Him hime: Temel temele bitişik. (Özalp, 2008: 282)
Himi bir olmak: Düşünceleri, fikirleri, çıkarları bir olmak. Özellikle hile,
kötülük yapma konusunda ortak hareket etmek. (Özalp, 2008: 282; Özturan, 2014: 177)
Hinoğlu hin: Kalitesiz adam. (Özturan, 2014: 211)
Hobbacık/hop etmek: Küçük çocuğu sallayıp sırta, omuza almak, bindirmek.
Havaya kaldırmak. (Atalay, 2008: 136; DS, 2009: 2405; Özalp, 2008: 282; Şen, 2006:
106)
Holluğu inmek: Çok istediği bir şeyi yapıp tatmin olmak. Örnek: Tereyağında
bulguru kavurmasa holluğu inmezdi. (Çınkır, 2016: 598-599)
Homur homur etmek: Kaba kaba homurdanmak. (Özalp, 2008: 283)
Honca honça dağıtmak: Bol bol vermek, cömertçe dağıtmak. (Özalp, 2008: 283)
Hontu hont: Kavgalı insanlar birbirine sırtarmak. (Şen, 2006: 106)
Hop oturup hop kalkmak: Yerinde duramamak, heyecanlı olmak. (Göçer, 2010:
80)
Hopaza minaza: Çocuklar, tarhana çorbasının içinde pişen pancarı çöpe takıp
"Hopaza minaza!" diye koşarlar. (Özalp, 2008: 283)
Hoplayıp zıplamak: Yerinde duramamak. Örnek: Derdin nedir, niye hoplayıp
zıplıyorsun? (Sarıyıldız, 2012: 222)
Hopucuna bindirmek: Omzuna almak, sırtına bindirmek. (Ahmet Yenikale)
Hopuna almak/binmek: Omzuna almak, sırtına binmek. (Çınkır, 2016: 600;
Özturan, 2014: 177; Şen, 2006: 105)
Hopur hopur tepelemek: Kerpiç çamurunu, mayısı güçlü bir şekilde, horp horp
diye ses çıkararak ayakla tepelemek. (Özalp, 2008: 283)
Hor bakmak/görmek: Küçümseyerek bakmak. Örnek: Neden bize hep hor bakar.
(Okumuş, 2006: 124; Önder, 2008: 23; Uzun vd., 2012c: 402)
Hor hor hotlamak: Çok öfkelenmek, sinirlenmek, öfkeden hoplayıp zıplamak,
aşırı sinirlenmek, bağırıp çağırmak, çok çabalamak. (Özalp, 2008: 283)
Hora geçmek: İyiliğe, makbule geçmek. (Kaya-Kozan, 2003: 95)
Horalı horalı gonuşmak: İnsanı güldürecek bir şekilde konuşmak. (Özturan,
2014: 177)
Horalı şor vermek: Mübalağalı konuşmak. (Şirikçi, 2006: 176)
Hort atmak: Övünmek. (Kaya-Kozan, 2003: 96)
Horu hopu: Olanı, tamamı, topu topu, toru topu. (Özalp, 2008: 283)
182
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Horuz dövüşü: Birbirine karşılıklı elleriyle vurarak dövüşen kimselerin dövüşme


şekli. (Özalp, 2008: 283)
Horuz kesintisi gibi: Çok ufak tefek kimse. (Özalp, 2008: 283)
Horuz öldü, dava bitti: Dövüş sebebi ortadan kalktı, kavga sona erdi. (Özturan,
2014: 177)
Horuz ötüm vakti: Günün erken saati, sabah namazı vakti. (Özturan, 2014: 177)
Horuzluk etmek: Kabadayılık etmek. (Özturan, 2014: 177)
Hoş beş etmek: Merhabalaşmak. (Erşahin, 2011a: 73)
Hoşafını çıkartmak: Ezmek, hırpalamak, dövmek. (Özturan, 2014: 177)
Hoşuna gideni heybenin ön gözüne, hoşuna gitmeyeni de arka gözüne atmak:
İşine geleni yapmak, işine gelmeyeni yapmamak. (Göçer, 2004: 85)
Hota çalmak: Sevinç ve coşku çığlığı atmak. (Temiz, 2005: 704)
Hota sallamak: 1. Öfkelenip öfkesini yenemeyip insanlara bağırıp çağırmak,
tehdit savurmak, hakaret etmek. 2. Gösteriş yapmak, caka satmak. (Özalp, 2008: 283)
Hotur yara olmak: Derin, yaygın, çok yara olmak. Her yeri yara kaplamak.
(Özalp, 2008: 283)
Hoy hoy günü: Keyif, eğlence günü. (Özturan, 2014: 177)
Höddük gibi oturmak: Yaşlılar gibi oturmak. Hiçbir işe yaramadan oturup
hizmet beklemek. (Özalp, 2008: 284; Özturan, 2014: 177)
Hödüğüne gitmek: Bir söz ya da olay utanmaya sebep olmak. (DS, 2009: 2427)
Höggem daşı gibi: Ağırbaşlı, oturaklı, sözü dinlenir, dediğini yaptırır, ne
yaptığını bilir kimse. (Özalp, 2008: 284)
Hölbüroğlu musun?: Çok zengin misin ki böyle bol para harcıyorsun? (Özturan,
2014: 177)
Hönk olmak: Çok zengin olmak, her şeyi yeterinden fazla olmak. Örnek: Kim
Almanya’ya gittiyse hönk oldu geldi. Yalnız bizim Durdu’nun Haceli’si başka, o
Alaman’a bile borçlanıp gelmiş diyorlar. (Bilgin, 2006: 194)
Hööre hööre ağlamak: Anlamsız, yüksek, uzun boylu ses çıkararak ağlamak.
(Özturan, 2014: 177)
Hörmetine börtmek: Şımarmak, gördüğü saygıyı hazmedememek. (Çınkır, 2016:
606)
Hörrüük hörrük, [g..ü büyük gaynım] seni de görrük: Seni de göreceğiz, Başına
bir iş geldiğinde veya benim durumuma düştüğünde senin de nasıl davranacağını
görürüz. (Özalp, 2008: 284; Özturan, 2014: 230; Şirikçi, 2006: 129; Mehmet Öztürk)
Hötüm derken g..üm demek: Karıştırarak konuşmak. (Özturan, 2014: 177)
Hötüm olmak: Sakat, kötürüm olmak, gözü görmemek, kulağı duymamak, eli
ayağı tutmamak gibi durumlara düşmek. (Özalp, 2008: 284)
Hulgu daralmak: İçi sıkılmak, canı sıkılmak, ruhu daralmak. (Çınkır, 2016: 608;
Kaya-Kozan, 2003: 96; Kuyumcu, 1995: 154; Okumuş, 2006: 167; Özalp, 2008: 284;
Özturan, 2014: 178)
Humar gibi gözleri olmak: Çok iri gözlü, baygın bakışlı olmak. (Özalp, 2008:
284)
Hurdahaş olmak: İyice ezilmek, haşat olmak. (Özalp, 2008: 284)
Hurma gözlü: Çok iri ve güzel gözlü. (Özalp, 2008: 284)
Huyuna gulak asmamak: Huyu iyi olmamak. (Özturan, 2014: 178)
Hücum Ali gibi: Vurum kırım havasında. Saldırmayı sever. (Özturan, 2014: 178)
Hükümet gibi adam: Oturaklı, ağırbaşlı, hükmeder gibi konuşan adam. (Özturan,
2014: 177)
Hüngür hüngür ağlamak: Bağırarak ağlamak. (Göçer, 2010: 19; Göçer, 2004:
150)
Hüsgüd durmak: Sessiz, konuşmaksızın durmak. (Özalp, 2008: 284)
Hüsnü güzel: Huyu, ahlakı güzel. (Özalp, 2008: 284)
Hüt Dağı gibi şişmek: Hastalıktan dolayı karnı şişmek. (Özturan, 2014: 178)
Icığını cıcığını çıkarmak: Bir şeyin bütün ayrıntılarını öğrenmek. Gizlilik, sır,
hatta mahremiyet bırakmamak. (Özalp, 2008: 285)
Iğdıra ığdıra bakmak: Gözünü süzerek, göz ucuyla bakmak. (Özalp, 2008: 285)
Ih çökmek: Diz çökmek, ıhmak, bir şeyin önünde çökmek. (Özalp, 2008: 285)
183
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ilgımını almak: Demini almak, zamanı gelmek. (Kaya-Kozan, 2003: 97)


Ilgıt ılgıt ağıt etmek: Yanık yanık, acı acı, hafif ve dokunaklı bir sesle ağıt
söylemek ve ağlamak. (Özalp, 2008: 285)
Ilgıt ılgıt akmak: Yavaş yavaş akmak. (Gözükara-Özalp, 2011a: 129; Gözükara-
Özalp, 2011b: 145)
Ilgıt ılgıt esmek: Rüzgar için yavaş yavaş, tatlı tatlı, ılık ılık, okşayıcı bir şekilde
esmek. (Özalp, 2008: 285)
Ilımadan çıkarmak: Hazmedemeden çıkarmak, kusmak. Yenilen bir şeyi
hazmedememek, yani yararlı hale getiremeden, yararlanamadan çıkarmak, kusmak veya
gayr-i meşru elde edilen bir malı, faydalanamadan elden kaçırmak. (Özalp, 2008: 285)
Inır zınır etmek: Yan çizmek, kaçmak, eveleyip gevelemek, sözü dosdoğru
söylememek. (Özalp, 2008: 285)
Ipırahat durmak/olmak: Uslu uslu durmak. (Erşahin, 2011a: 73; Ahmet
Yenikale)
Irast gelmek: Rast gelmek, karşılaşmak. (Gökhan-Koç, 2009: 319; Kaya-Kozan,
2003: 98)
Isıl tısıl: Yavaş yavaş. Örnek: Isıl tısıl evin yolunu tutardı. (Bilgin, 2007c: 79)
Iskartaya çıkartmak: İşe yaramaz olunca bir kenara atmak. (Şen, 2006: 107)
Islık avarası olmak: Her dövüşe gönüllü gitmek. (Çınkır, 2016: 621; Şen, 2006:
107)
Ismarıç ısmarlamak: Sipariş etmek. (Bilgin, 2006: 199; Özalp, 2008: 286;
Özturan, 2014: 178)
Issını bilmek: Sahibini tanımak. (Kaya-Kozan, 2003: 98)
Issız eve it girer gibi girmek: Bir eve izin almadan girmek. (Özturan, 2014: 179)
Işığı gören çıkmış: Çok sayıda çocuk sahibi olmuşlar. (Çınkır, 2016: 622)
Işık deliği var mı?: Ümit var mı? (Çınkır, 2016: 622; Şen, 2006: 107)
Iylım ıylım akmak: Arkası kesilmeden, yavaş yavaş, sürekli akmak. (Çınkır,
2016: 623)
Izbandut gibi: İri yarı. (Şen, 2006: 107)
İbibik de geldi fiş artırdı: Aykırı, alışılmamış şekilde sözler söyleyenlere, iş ve
hareket yapanlara denir. (Özalp, 2008: 287)
İbicek atmak: Kura çekmek. (Özalp, 2008: 287)
İbiği gızarmak: Benzine kan gelmek, iyileşmek. (KA, 2018: 103)
İbiği gızarmak: Benzine kan gelmek, kanı hareketlenmek, iyileşmek. (Kaya-
Kozan, 2003: 99)
İbiğini üstüne atmak: Arkasına düşmemek, artık ilgilenmemek, yaptıklarına
karışmamak. (Özturan, 2014: 179)
İbraz-ı kemal eylemek: Olgunluk göstermek. (Yalman, 1977: 523)
İcabına bakmak: Gereğini yapmak, hakkını, dersini vermek, canını yakmak,
azarlamak, dövmek. (Özalp, 2008: 287)
İç dedik diye çeşmeyi de gurut demedik ya!: Ye iç dedikse hepsini ye iç
demedik ki! (Özturan, 2014: 179)
İç geçirmek: Bir şeyin olmasını istemek, ama olmadığı için hayıflanmak.
(Bilgin, 2007b: 217)
İç güveysinden hallice olmak: Yaşantısı çok iyi bir düzeyde olmamak. (Arslan,
2011: 356; Çınkır, 2016: 625; Dalkıran, 2005: 55; Özturan, 2014: 179; Şen, 2006: 106)
İç/iş kilim atmıyor: Birinden hazlanmamak, bir işi yapmak istememek. (Arslan,
2011: 356; Şen, 2006: 107)
İçeride bir topak eti olmak: O tarafın ailesine gelin gitmiş bir kızı olmak.
(Çınkır, 2016: 626; Özturan, 2014: 179)
İçi daralmak: Canı sıkılmak. (Kozan, 2007: 219)
İçi gan ağlamak: Canı çok sıkkın olmak, büyük üzüntü duymak. Örnek: İçimiz
kan ağladığı halde birimizin de gıkı çıkmadı. (Bilgin, 2007b: 46; Göçer, 2004: 85;
Özturan, 2014: 179)
İçi kef kef geçmek: Dermansızlaşmak, dermansız kalmak. Açlıktan takatsiz
düşmek, ayağa kalkma gücü bulamamak. Âdeta vücudunu hareket ettiremez hale
gelmek. (Özalp, 2008: 288)
184
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İçime atıp macca olacağıma, dışıma atim Hacce olim: İçime atıp hasta olacağıma
söylerim, küfrederim rahatlarım. (Özturan, 2014: 180)
İçimi iyi olmak: Su, tütün vs. güzel olmak. (Özalp, 2008: 288)
İçin için inlemek: Büyük acı duymak. (Bilgin, 2007a: 73)
İçinde adam yiter: Çok geniş. (Özturan, 2014: 180)
İçinden pazarlıklı: Gizli hesapları olan, sözünde, işinde açık olmayan, her zaman
şüphe uyandıran kimse. İkiyüzlü, münafık, içi başka, dışı başka. Gizli düşman. (Özalp,
2008: 288)
İçine .... lira düşmüş: Bu iş şu kadar liraya yapılır. (Özturan, 2014: 180)
İçine atmak: Sıkıntısını, derdini içinde saklamak, açığa vurmamak. (Özalp,
2008: 288)
İçine bir ateş düşmek: Sıkıntı basmak. (Erşahin, 2011a: 74)
İçine çalmak: 1. Az bir şeyi, aynı cinsten çok bir şeye katmak, karıştırmak. 2.
Kendine ait olmayan bir şeyi, malı, parayı alıp kendine mal etmek. Geri vermemek,
inkar etmek. (Özalp, 2008: 288)
İçine gaçırtmak: Bir işin gereğinden fazla üzerinde durmak. (Adem Pırnaz)
İçine ılıtmak: Başkasının malını bir şekilde alıp yok etmek, kaybetmek, ortadan
kaldırmak. Başkalarının bir şeylerini alıp geri vermemek, inkar etmek, kendine mal
etmek. (Özalp, 2008: 288)
İçine s..mak: İşi araya vermek. (Özturan, 2014: 181)
İçini dinlemek: Kalbini dinlemek. (Kozan, 2007: 219)
İçtiği şovra gadar kendi döşüne dökmek: Karşısındakinden çok fazla tecrübeli
olmak. (Çınkır, 2016: 921; Özturan, 2014: 231)
İflah olmak/olmamak: Rahata kavuşmak/kavuşamamak. (Erdem-Kirik, 2011:
488; Temiz, 2005: 705; Yalman, 1977: 523)
İflas köyneğini fırın damında giymek: İşleri kötüye gitmek, iş yerini kapatmak.
(Özturan, 2014: 181)
İğdiş ettirmek: Burmak, erkekliğini aldırmak. (Özturan, 2009b: 361)
İğne batırana çuvaldız batırmak: Kötülük edene fazlasıyla karşılık vermek.
(Özturan, 2014: 62)
İğne değişmek: Aynı ay içinde doğuran kadınlar, kırkının diğerini basacağı
endişesiyle dikiş iğnesini değişmek. (Elife Akkurt)
İğne iplik getir, örneğinden götür: Çocuğumuzu beğenmiyorsan örneğini yapıp
götür. (Özturan, 2014: 185)
İğne yutmuş it gibi dolaşmak: Durmaksızın, ara vermeden, gayesi gezip
dolaşmak. (Özalp, 2008: 289)
İğne yutmuş ite dönmek: Kötü bir duruma düşmek. (Şirikçi, 2006: 229)
İğneden iplik, gözden kirpik: 1. Çok titiz, kuralcı, her şeyden bir anlam çıkaran,
çok tenkit eden kimse. 2. Oyunlarda kuralların sıkı, tavizsiz uygulanacağını göstermek
için oyuna başlarken söylenir. (Özalp, 2008: 289)
İğnenin deliğinden Hindistan'ı görmek: Ferasetli, ileri görüşlü, tecrübeli olmak.
(Çınkır, 2016: 639; Özalp, 2008: 290; Özturan, 2014: 185)
İğnenin ucu çatal herhal: Yırtık elbise giyenlere. (Özturan, 2014: 185)
İğneye ip ayet hadis okumak: Sihirle uğraşmak. (Özturan, 2014: 185)
İki ayağını bir pabuca sokmak: Birini işini yapması için çok zor durumda
bırakmak. (Şen, 2006: 107)
İki ayaklı itini de görse hizmet etmek: Hizmet etmeye değer görse itine de
hizmet etmek. Onlara karşı kusuru olmamak. (Özturan, 2014: 181)
İki camii arasında beynamaz: Cami bolluğunda namaz kılmaz. (Özturan, 2014:
181)
İki canlı olmak: Hamile olmak. (Erşahin, 2011a: 74)
İki de öndüç (ödünç) ayak alıp gitmek: İstenilen, arzu edilen yere âdeta
koşarcasına gitmek. (Özalp, 2008: 288)
İki dinden avara olmak: Ne Müslüman ne Hristiyan olmak. (Özturan, 2014: 181)
İki dişli garı gibi olmak: Çok yaşlı, dişleri dökülmüş, ağzında iki dişi kalmış karı
gibi olmak. Yaşlı görünmek. (Özalp, 2008: 288; Özturan, 2014: 181)

185
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İki dönümü bir akşam: Çok ağır hareket eden, verilen işleri çok geç ve yavaş
yapan, ağır ağır çalışan tembel kimse. (Özalp, 2008: 288)
İki ekmekten çomağı, şap şap eder damağı: Kanaatsiz, hep çok isteyen,
doyumsuz, gözü doymaz, çok iştahlı. (Özalp, 2008: 288)
İki eli yağlı gara: İftiraya yatkın, dili her şeye yatkın. (Özturan, 2014: 182)
İki elim sığır mayısı, dinelim de aynaya mı bakim?: Bu kadar yoğun işin
arasında kendime nasıl vakit ayırayım? (Özturan, 2014: 182)
İki eşşeği olan birini satıp yemek: Çok gecikmek, herkesi bekletmek. (Özturan,
2014: 182)
İki gapılı: Kendi evinde gevezeliklerinden dolayı sıkıştırıldığında dedesi gibi bir
yakınına sığınmayı âdet edinmiş kimse. (Özturan, 2014: 182)
İki garnın yok ki birine bıçak sokasın: Abes, çirkin, içinden çıkılmaz durumlarla
ne yapılsa ikna edilemeyen kimse. (Özalp, 2008: 288)
İki geçi versen, birini gaçırır: İşini duyarsız yapar. Akıllı değil. (Özturan, 2014:
182)
İki gönün arasından bir sırım çekmek: Her şart altında, her yapılan işten küçük
de olsa bir çıkar sağlamak. (Çınkır, 2016: 628; Özturan, 2014: 182)
İki gözü gan ağlamak: Çok büyük acı ve üzüntü duymak. (Uzun vd., 2012a: 80)
İki gözümü yumarım, anam evinden umarım: İhtiyacı olan gelin kızın ana
evinden isteği. (Özturan, 2014: 182)
İki keçi versen güdemez: İşini sahiplenmeyen, işinin hakkını veremeyen.
(Özturan, 2014: 182)
İki kişiden birinin dediğini dutmak: Her zaman kendi bildiğine gitmemek.
Uyumlu olmak, laf dinlemek. (Özturan, 2014: 182)
İki kişiye sormak, ne derlerse razı olmak: Anlaşmazlığı iki kişiye sormak,
sözlerine göre hareket etmek. (Özturan, 2014: 182)
İki sözün ikisini de söylemek: Karşıdakinin vereceği cevabı da söz içinde
vermek. (Özturan, 2014: 182)
İki şak olmak: İkiye bölünmek, ayrılmak. (Özalp, 2008: 288; Özturan, 2014:
182)
İki şilte bir yastık, onu da terkiye astık: Sabit bir yerim yok. (Şen, 2006: 106)
İki ucu b..lu örme/sopa: Her tarafı pislik. Olacağı, müdahale edileceği yok.
(Özturan, 2014: 183; Faruk Zülkadiroğlu)
İki ucunu bir araya getirmek/getirememek: Gelir az, gider fazla olmak. (Özturan,
2014: 181)
İki yakası bir araya gelmemek: Hiçbir zaman yeterli bir geliri olmamak. Örnek:
O kargışlı, asla iki yakası bir araya gelmeyecek. (Çınkır, 2016: 629)
İki yumurtadan bir garıştırma çıkarmak: Hiç yoktan bir olay, bir karışıklık, bir
tatsızlık çıkarmak. (Özalp, 2008: 288)
İkindinin öğleni, âdetiniz böyle mi?: Hikâyesi: Geçmiş zamanda Afşin’in Sevin
köyünde bir kadın düğüne gider. Gittiği yerde öğle yemeğini ikindin verirler. Öğlen
vaktinde aç kalan kadın, yemeğin gelmediğini görünce mani şeklindeki şu sözleri
söyler: “İkindinin öğleni/Gel söyleni söyleni/Acımızdan ölüyok/Âdetiniz böyle mi?”
(Polat, 2016: 83-84)
İkisini bir çite goymak: İkisini de aynı kefe koymak. (Şen, 2006: 106)
İkram yükletmek: Birilerinden bir şekil ikram sözü almak. (Özturan, 2014: 183)
İliğini gemiğini somurmak: Birini sürekli kendi menfaatleri doğrultusunda
kullanmak. (Elife Akkurt)
İlik gibi bembeyaz: Beyaz tenli. (Özturan, 2014: 183)
İlim ilim ilinmek: Her köşeye, her bucağa sokulmak, sinmek, girmek, her tarafa
yayılmak, her tarafta bulunmak. (Özalp, 2008: 289)
İlim ilim kokmak: Yayılarak her tarafa sinerek bayıltıcı, mest edici bir biçimde
kokmak. (Özalp, 2008: 289)
İlk akşamdan yatmak: Erkenden, çok erken yatmak. Örnek: Paşa Ali ile karısı
daha hava kararmadan ilk akşamdan yatıyorlar. (Özalp, 2008: 289)
İlk taksit, son nefes: Borcu vermeye pek niyeti olmamak. (Özturan, 2014: 183)
İlle bir ucunu eğri getirmek: Bir tarafını kötü getirmek. (Özturan, 2014: 183)
186
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İlle de kendini iki çöpünen öne sürmek: Her işte kendini öne çıkarmak. Değersiz
şeylerle bile kendini öne çıkarmak. (Özturan, 2014: 183)
İllengeç gibi yürümek: Yan yan yürümek. (Özturan, 2014: 183)
İlmin arkasına çalışmak: Kurnazlık yapmak. (Erşahin, 2011a: 74)
İlmin arkasını bulmak: İşin bilinmeyen yönünü keşfetmek. (Erşahin, 2011a: 74)
İlvan gomayıp çıkarmak: Çeşit çeşit şaklabanlıklar, soytarılıklar, icatlar yapmak.
(Özalp, 2008: 289)
İlvan ilvan savuşmak: Gösterişli gösterişli gitmek. Örnek: Yiğidi vuran düşman
ilvan ilvan savuşuyor. (Uzun vd., 2012c: 64)
İmamın gayığına binmek: Ölmek, tabuta girmek. (Özturan, 2014: 183)
İman tahtası: Göğüs. (Şen, 2006: 106)
İmanı gevremek: Çok çalışmaktan, çok ve çeşitli sıkıntılardan dolayı perişan
olmak. (Arslan, 2011: 356; Özalp, 2008: 289)
İmarattan yemek, gastaldan sulanmak: Hiçbir şeye masraf etmeden bedavadan
geçinmek. (Çınkır, 2016: 635; Özturan, 2014: 184)
İmi bir olmak: Aynı düşüncede, aynı kanıda olmak. (DS, 2009: 2536)
İmi timi galmamak: Yok olmak, ortadan kalkmak, izi bile kalmamak. (Çınkır,
2016: 636; Özalp, 2008: 289)
İmir’in iti gibi: Aç, susuz, perişan bir halde. (Çınkır, 2016: 636; Özturan, 2014:
184)
İmirballı delisi: Dışarıdan bakılınca biraz sevimli, komik ve garip davranışlı.
(Özturan, 2014: 184; Elife Akkurt)
İmlaya gelmek: İş, yapılabilir hale gelmek, iş şimdi yapılabilir olmak. (Özturan,
2014: 184)
İmrihor olmak: 1. Bulunduğu yere çabuk uyum sağlamak, kaynaşmak. 2. Üst
üste yığılıp yumak haline gelmek. (Özalp, 2008: 289)
İn hopumdan: Beni bırak artık, sırtımdan düş. (Şen, 2006: 107)
İnce ağrı: Verem. (DS, 2009: 2538; Horasan, 1992: 210; Okumuş, 2006: 186)
İnce çek sırımlık olsun: Biraz aşağıdan, ölçülü, nazik konuş. (Özturan, 2014:
184)
İnce dalan: Zayıf, uzun boylu. (Özturan, 2014: 184; Adem Pırnaz)
İnce düdüğünü berk çekmek: Gönlü oyun istemek. (Özturan, 2014: 184)
İncele incele g..üne girmek: Aşırı sosyetik konuşmaya özenmek. (Özturan, 2014:
184)
İncirden düşmek: Kadınla yatarken sakatlanmak. (Özturan, 2014: 184)
İndir bindir dünyası: İçinde bulunduğumuz dünya istikrarı olmayan, her an yeni
işler, yeni sıkıntılar veya iyilikler getiren bir dünyadır. Örnek: Ne yaparsın işte indir
bindir dünyasında didinip duruyoruz. (Çınkır, 2016: 387; Özalp, 2008: 389; Özturan,
2014: 124)
İneği meledi, gönlü diledi: Sonunda istediği oldu. (Çınkır, 2016: 638)
İnek almam diyor, buzağı emmem diyor: Bir durum karşısında iki kişinin de
inatçı olma durumu. (ATKVE, 2011: 136)
İnek içti, çamura s..tı: Heba oldu, ziyan oldu. (Özturan, 2014: 184)
İnil inil esmek: Yavaş yavaş esmek. Örnek: İnil inil eser garbi. (Uzun vd.,
2012c: 339)
İnne gıyık birbirine uyuk: Birbirine uyan, uyum sağlayan şeyler ve bir birbiriyle
iyi geçinen, uyumlu, bir birbirini seven insan. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş
gibi. (Çınkır, 2016: 639; Özalp, 2008: 289)
İnne otu işlemek: Zor bir iş yapmak, karanlıkta iş yapmak. (Aksu, 2013: 259)
İnne yutmuş it gibi dolaşmak: Hiç durmadan amaçsızca dolaşmak. (Çınkır,
2016: 639)
İnneli beşik: Sıkıntılı durum. (Çınkır, 2016: 639)
İntile etmek: Rezil etmek. (Sarıyıldız, 2012: 68)
İntizar etmek: Beddua etmek. (Temiz, 2005: 705; Uzun vd., 2012a: 345; Uzun
vd., 2012c: 392; Halil Çevik)
İp Allah, sivri külah: Serseri, başıbozuk. (Özturan, 2014: 185)

187
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İp ilmek dutmaz olmak: O işin artık olacağı, yapılacağı kalmamak. (Özturan,


2014: 185)
İp takmak: Asmak. (Yalman, 1977: 523)
İp tutmaz tazı gibi: 1. Başıboş, serseri, serazat. Bir yere bağlanmaz. 2. Paranın,
malın kıymetini bilmez, hemen elden çıkarır, savruk. (Özalp, 2008: 287)
İpe sapa gelmez: Mantıksız, abuk sabuk. (Özturan, 2014: 185)
İpi bir araya atmak: 1. Anlaşmak, işbirliği yapmak. 2. Gayr-i meşru ilişki
kurmak. (Özalp, 2008: 290)
İpi gırmak: İnsan için denetimden çıkmak. (Özturan, 2014: 185)
İpi goparmak: Görüşmeyi kesmek. (Çınkır, 2016: 640)
İpin ucu o….. çocuğunun elinde olmak: İş kötü insanın elinde olmak. (Özturan,
2014: 186)
İpin ucunu bırakmamak: Yönetim kendinde olmak. (Körük, 2005: 33)
İpinen guşak, s..inen d..... : Çulsuz kimse. (Şirikçi, 2008: 338)
İpini üstüne atmak: Vazgeçmek, kendi haline bırakmak, ilgiyi kesmek. (Özturan,
2014: 186)
İplik ıyıp bez dokumak: Bir yere, bir eve durmadan sık sık gidip gelmek, taciz
edercesine gidip gelmek. (Özalp, 2008: 287)
İpsiz sapsız olmak: Sağı solu belli olmamak, serseri olmak. (Körük, 2005: 33;
Okumuş, 2006: 167)
İpte ilmekte durmamak: Çok hareketli olmak. (Bulut, 1998: 96; Erşahin, 2011a:
74)
İrezil etmek: Birini cemiyet nazarında aşağılık göstermek. (Bilgin, 2007a: 61;
Caferoğlu, 1995: 156)
İrisini ipe, ufağını çöpe dizmek: (Şen, 2006: 107)
İspat dutmak: Şahit göstermek. (Kılıç, 2008: 170)
İstemeye yüzü olmak: Utanmaksızın açık alınla bir şey isteyebilmek. Bir ayıbı
olmadan birinden bir şey istemek. (Özturan, 2014: 186)
İstenmeyen ocakta galır: Bazen istenmeyen evlat evde kalır. (Özturan, 2014:
186)
İsterse gözümün ışığı olsun: İnatlaşmada, adalette bildiğinden şaşmamak.
(Özturan, 2014: 186)
İstifil olmak: Anlaşmak, kararlaştırmak. (Çınkır, 2016: 1070; Özalp, 2008: 290;
Özturan, 2014: 186)
İstintaha çekmek: Sorguya çekmek. (Özalp, 2008: 290)
İş atmak: Karşı cinsle irtibatta olduğunu hissettirmek. (Mustafa Karasu)
İş bitirmek: Birilerinin işine yardımcı olmak, gelmeyen yerini getirmek.
(Okumuş, 2006: 167; Özalp, 2008: 290; Özturan, 2014: 186)
İş çatallanmak: İş çok başlı hale gelmek, karışmak. (Özturan, 2014: 186)
İş çığırından çıkmak: İş düzeninden, normal seyrinden çıkmak. (Şen, 2006: 106)
İş değil çiş dutmak: İş yerine zarar verici iş tutmak. (Özturan, 2014: 186)
İş duta duta kör itin gözünü açmak: Tembel olmak, iş tutmamak. (Özturan, 2014:
186-187)
İş essaha binmek: Önce şaka gibi başlamak sonra gerçek olmak. (Özturan, 2014:
187)
İş görmek: Birine yardımcı olmak, birinin işini bitirmek. (Okumuş, 2006: 167)
İşdandan atmak: 1. İçinden gelmek, istek duymak. 2. Yapabileceğinden emin
olmak. (Özalp, 2008: 290)
İşe döleşmek: İşin püf noktasını kavramak. (Çınkır, 2016: 647)
İşgili atmak/atmamak: Bir işi severek gönülden istememek, o işe bir türlü
ısınamamak. Bir işe karşı ilgisiz olmak. (Elife Akkurt)
İşi Allah’a galmak: İşi berbat olmak, işi ancak Allah tarafından düzelecek
olmak. (Şen, 2006: 106)
İşi arsızlığa/deliliğe buldurmak/vurdurmak: İşin içinden çıkmak için deli
numarası yapmak. (Özturan, 2014: 187; Adem Pırnaz)
İşi başından aşmak: Çok fazla işi olmak. (Körük, 2005: 33)

188
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İşi beşir edip beş gaba goymak: Çok becerikli olmak, az zamanda güzel işler
yapmak, hızlı davranmak. (Elife Akkurt)
İşi bişirmek: Aralarında gizlice anlaşmak. (Çınkır, 2016: 648)
İşi bozuğa gitmek: İşi bozulmak, kötüye gitmek. (Özturan, 2014: 187; Adem
Pırnaz)
İşi doğrultmak: Bozuk giden işi düzeltmek, kazanır hale gelmek. (Özturan, 2014:
187)
İşi duman olmak: İşlerin hali çıkmaza girmek, zor olmak. (Yalman, 1977: 524)
İşi gırık: İşi iyi değil. (Özturan, 2014: 187)
İşi gücü ırast gelmek: Şansı açık olmak, işleri iyi gitmek, başarılı olmak, iyi
kazanmak. (Özalp, 2008: 290)
İşi kokutmak: İşi bozmak. (Özturan, 2014: 187)
İşi yalap şap yamak: Bir işi önemsemeden üstünkörü yapmak. (Elife Akkurt)
İşi yok it daşlamak: Hiçbir şey yapmadan gezip tozmak. Başıboş, serseri serseri
dolaşmak. (Çınkır, 2016: 648; Özalp, 2008: 290; Özturan, 2014: 188; Şirikçi, 2006:
229)
İşi yokuşa sürmek: İşi çıkmaz duruma sokmak. (Kozan, 2007: 219; Okumuş,
2006: 167)
İşin içinde bir bit yeniği olmak: İşin içinde ters giden bir durum olmak. (Şen,
2006: 106)
İşin nereye varacağı belli olmamak: İşin sonucu belli olmamak. (Özturan, 2014:
188)
İşine gelmek: Çıkarlarına uygun olmak. (Okumuş, 2006: 167)
İşine topal: İyi iş yapamayan, tembel, işi iyi bilmeyen. (Özalp, 2008: 290)
İşini [aşını] bilmek: Görevini yapma bilinci olmak. Hesabını kitabını iyi
yapmak. Başkasına muhtaç olmadan geçinmek. (Kozan, 2007: 219; Elife Akkurt)
İşinin gadirdi/gaddiriği: İşini düzenli yapan. Örnek: Kız Hatice, benim küçük
olduğuma bakma, işimin gaddiriğiyim. (Dalkıran, 2005: 55; Mehmet Öztürk)
İşkembeden atmak: Palavra atmak. (Şen, 2006: 106)
İşmar etmek: Gizlice şaret etmek, işaretle çağırmak. Örnek: Ne kıza işmar edip
duruyorsun, aşağı inersem gebertirim seni taman. (Akbaş, 1985; Bahçe, 1972; Bilgin,
2006: 208; Bilgin, 2007c: 66; Çulha, 1984; DS, 2009: 2566; Kaya-Kozan, 2003: 101;
Özalp, 2008: 290; Özturan, 2014: 188)
İştahı gursağında galmak: Bir işi yapma hevesi kaçmak. (Okumuş, 2006: 167)
İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri: İşte geldik gidiyoruz, şen olasın
dünya. (Özturan, 2014: 187)
İşten iş, mamadan keyiş çıkarmak: İş içinden iş çıkarmak. (Ahmet Yenikale)
İt ağası: Köpek beslemeyi, köpekleri yedirip içirmeyi seven. (Özturan, 2014:
188)
İt akıllı olmak: Aklı az olmak. (Okumuş, 2006: 167; Elif Pırnaz)
İt ayağı yemiş gibi gezmek: Üşenmeden her yere gitmek. Çok gezip tozmak.
(Çınkır, 2016: 649; Dalkıran, 2005: 55; Özalp, 2008: 290; Özturan, 2014: 188)
İt b..u çam sakızı: Hiçbir iyi yanı, işe yarar tarafı yok. (Özturan, 2014: 189)
İt b..u eme yaradı, o da s..tı gömdü: Aşağılık birinden ancak onun yapacağı bir iş
istendi o da esirgedi. (Çınkır, 2016: 649)
İt çenesi yemek: Geveze, çenesi düşük olmak. Lüzumsuz yere çok konuşmak.
(Çınkır, 2016: 650)
İt dağının başı: Issız, şehir ve köylerden uzak, yerleşim bölgesi olmayan yer.
(Özalp, 2008: 290)
İt dambırası/dandırası çalmak: Aşırı üşümek. (Aksu, 2013: 259; Özturan, 2014:
189)
İt daşlamak: Avaralıkta vakit öldürmek. (Özturan, 2014: 189)
İt derisine basılmak: Değersiz olmak. (Şirikçi, 2006: 229)
İt dırıltısı: Gereksiz, faydasız laf. (Çınkır, 2016: 650; Şen, 2006: 107)
İt doydu da Haydar galdı: Kendi doydu da başkası kaldı. (Özalp, 2008: 290;
Özturan, 2014: 189; Şirikçi, 2006: 230)
İt edip guyruk gomamak: Rezil etmek. (Çınkır, 2016: 650)
189
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İt g..ü gırpmak: Bir ihtiyacı karşılamak için her işi yapmaya razı olmak. (Özalp,
2008: 291)
İt gadar haysiyeti olmamak: İt kadar haysiyeti, şerefi olmamak. (Özturan, 2014:
189)
İt garmacı olmak: Köpekler gibi alt alta, üst üste dalaşmak, boğuşmak, birbirine
girmek. (Özalp, 2008: 291)
İt gevelemiş aptal değneği olmak: Çok yıpranmak. (Çınkır, 2016: 650)
İt gıçı yeyik gibi gezmek: Fazla gezmek. (Çınkır, 2016: 650)
İt gıçından çok olmak: Gereğinden çok fazla sayıda olmak. (Çınkır, 2016: 650)
İt gılı gırkmak: Boş, ucuz iş yapmak. Hikâyesi: Kahramanmaraş’a yeni gelen bir
hakim vardır. Bu hakim şehir merkezinde bir apartmanda kalmaktadır. Apartmanın
zemin katında berber dükkanı vardır. Hakim devamlı orada tıraş olmaktadır. Hakim
güler yüzlü bir insan olup berberde her tıraştan sonra mutlaka bahşiş verir. Yine bir gün
hakim tıraş olurken berberin bir arkadaşı gelir. Selam faslından sonra berbere der ki,
“Hüseyin abi, 700 kağıt borcum var. Bana borç verir misin?” Berber Hüseyin parası
olmadığını anlatmak için, “Gardaşım beş kuruşa it gılı gırkıyoruz. Sana yardım
edemeyeceğim.” der. Tabi bu arada hakimin suratı değişir. Fakat berber Hüseyin fark
edemez. Berberin arkadaşı üsteler “Ya Hüseyin abi hiç olmazsa yarısını ver. Bugün
ödemem var. Bir hafta içinde sana öderim.” der. Hüseyin: “Gardaşım anlamıyor musun?
Bir guruşa it gılı gırkıyoruz. Yok, yok, yok.” Mustafa para alamadan gider. Az sonra
tıraşı biten hakim, sert ve asık bir süratle ve bahşiş vermeden dükkandan çıkar. Hakimin
bu tavrına anlam veremeyen berber orada oturanlara “Ya buna ne oldu? Suratını asmış.
Her zaman bahşiş verirdi. Bahşiş de vermedi.” der. Orada oturanlardan biri: “Sen ‘üç
guruşa it gılı gırkıyoruz’ deyince onun surat değişti. Galiba o deyimi bilmiyor. Sen git
durumu anlat, özür dile.” der. Berber koşarak hakimin evine gider. Evden çağırtır,
durumu anlatır. Onun bir deyim olduğunu, parasızlığı anlattığını ifade eder. Üstüne der
ki: “Ben bir itlik ettim, siz etmeyin.” Hakim bakar ki art niyetli değil ama sapla samanı
birbirine karıştırıyor. “Tamam, anladım” der. Berber sevinçle döner. (Kalaycı, 2010: 70-
71; Özturan, 2014: 186; Özturan, 2014: 189; Özturan, 2014: 221)
İt gibi çalınmak/çemkirmek: Hırçınlık yapmak, azarlamak, insanları rahatsız
etmek, tedirgin etmek, köpek gibi dişlerini göstermek. Köpeğin çemkirmesi, hınçarması
gibi hareketler yapmak. (Özalp, 2008: 291)
İt gibi dalamak: Birine saldırmak. Kavga etmek. (Şirikçi, 2006: 229)
İt gibi guyruğunu gıstırmak: Zor durumda kalmak. (Şirikçi, 2006: 229)
İt gibi siğmek: Köpek gibi, bir duvar dibinde veya ona benzer yerlerde ayakta
işemek. (Özalp, 2008: 291)
İt gibi sinilemek/ulumak: Acıya dayanamayıp inlemek. (Gökçebey, 1999: 84;
Özalp, 2008: 291)
İt göçtü havası: Usule makama uymayan, beğenilmeyen melodi. (Özturan, 2014:
189)
İt ite olmak/düşmek: Sevilmeyen kimseler birbirine girmek, dalaşmak, tartışmak.
(Özalp, 2008: 291; Özturan, 2009b: 212)
İt linlinisine binmek: Seke seke, sekerek gitmek. (Özalp, 2008: 291)
İt mi, imirgazı mı belli değil: Hatırlı biri mi, hatırsız biri mi belli değil. (Özturan,
2014: 189)
İt o…uğu: Değersiz şey. (Şirikçi, 2006: 230; Ahmet Yenikale; Mustafa Öztürk)
İt o…up yel götürmek: Birilerinin sorununu dikkate almamak. (Çınkır, 2016:
650; Özturan, 2014: 189)
İt oturmaz ev: Çok kötü ev, insan yaşayamaz. (Özturan, 2014: 215)
İt oturuşu: Otururken it gibi oturmak eylemi. (Ahmet Yenikale)
İt uyuz, kendi gicimik: (İflah olmayanlar için) Topluma ters, davranışı bozuk,
perişan. (Alparslan- Özalp, 2008: 291; Çınkır, 2016: 650; Özturan, 2010: 235; Özturan,
2014: 189; Şirikçi, 2006: 194)
İt yatmış yonca tarlası gibi: Darmadağınık, karman çorman görüntüde olan saç,
bıyık, sakal. Örnek: Ulan oğlum böyle okula mı gidilir? İt yatmış yonca tarlası gibi
saçını bile taramamışsın. (Bilgin, 2006: 208-209)
İt yitiği: Değersiz olan şey. (Polat, 2016: 51)
190
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İt yüzlü olmak: Yüze çabuk çıkmak. (Özturan, 2014: 189)


İte atacak daş olmak: Değeri kalmamak, değersiz hale gelmek. (Özturan, 2014:
190)
İte biner, göçten geri galmaz: Saçmasapan iş yapar. (Şirikçi, 2006: 229)
İte püsüğe rezil olmak: Herkese rezil olmak. (Arslan, 2011: 356; Şen, 2006: 107)
İti ite boğdurmak: İki zararlı insanı birbirine düşürmek. (Şirikçi, 2006: 194)
İti olmak: Çok değersiz, aşağılık olmak. (Erdem-Kirik, 2011: 542; Özalp, 2008:
292)
İti püsüğü söz sahibi etmek: Değersiz kişiliksiz kimseleri söz sahibi yapmak.
(Özturan, 2014: 190)
İti suya atıp yüzgeçlik belletmek: Bilmeyene bilmediğini zora sokarak öğretmek.
(Özturan, 2014: 190)
İti zığartmak: Şımartmak. (Çınkır, 2016: 650)
İtin ağzına kemik atmak: Birini susturmak. (Şirikçi, 2006: 230)
İtin aklına düşürmek: Birinin aklına yapmayacağı bir telkinde bulunmak.
(Kozan, 2007: 219)
İtin ayağına düşmek: Çok ucuzlamak, değerini yitirmek. (Çınkır, 2016: 651)
İtin ayağından diken çıkarmak: Yumuşak yaklaşımları ile herkesle iletişim
kurabilmek. İyiliği aşırı sevmek. (Özturan, 2014: 190; Polat, 2016: 67)
İtin ayağını daştan esirgememek: Aşağılık birine acımamak. (Okumuş, 2006:
167; Şirikçi, 2006: 229)
İtin b..u ayaza çıkmak: Kötü adamın kötülüğü açığa çıkmak. (Özturan, 2014:
190)
İtin b..u eme yaramak: Değersiz bir şey işe yaramak. (Çınkır, 2016: 649; Özalp,
2008: 292)
İtin b..undan yağ çıkarmak: Değersiz, önemsiz bir şeyden bile kâr sağlamak.
(Adem Pırnaz)
İtin b..undan/g..ünden gırk/elli dirhem aşağı: Çok ucuz, değersiz, itibarsız, itin
pisliği kadar değeri olmayan şey ya da kimse. (Çınkır, 2016: 649; Çınkır, 2016: 651;
Özturan, 2014: 190; Şirikçi, 2006: 230)
İtin b..unu yemek: Lüzumsuz iş yapmak. (Uzun vd., 2012b: 187)
İtin belden gerisi: Aşağılık, kalitesiz. (Çınkır, 2016: 651)
İtin dırnaktan attığı: Yaramaz, çok kötü, çok zararlı, ahlaksız, boş yere çok
gezen, dolaşan kimse. (Özalp, 2008: 291)
İtin dikene goyduğu: Yaramaz, çok kötü, çok zarar veren ahlaksız kimse. (Özalp,
2008: 291)
İtin dişi, domuzun derisi: Birbiri ile kavgalı iki kişi. Ne halleri varsa görsünler.
(Çınkır, 2016: 651; Özalp, 2008: 292)
İtin g..üne sokup çıkarmak/çekmek: Bir kimseyi çok kötü sözlerle, hakaretlerle
rezil kepaze etmek. (Çınkır, 2016: 651; Özalp, 2008: 292; Özturan, 2014: 190; Şirikçi,
2006: 230; Adem Pırnaz)
İtin hali, kendinin hali: Perişan, rezil bir hayat süren kişinin hali. (Dalkıran,
2005: 55; Özturan, 2014: 191)
İtin nar yediği gibi yemek: İştahsız ve az yemek. (Özturan, 2014: 191)
İtin öldüğü yer: Çok uzak, ulaşımı zor olan yer. (Dalkıran, 2005: 55)
İtin püsüğün lafıyla iş yapmak: Önemsiz kimselerin sözleriyle hareket etmek.
(Karalar, 1998: 56)
İtin püsüğün maskarası olmak: Önemsiz kimselerin oyuncağı olmak. (Ahmet
Yenikale)
İtin soğana baktığı gibi: İlgisiz kalmak. (Çınkır, 2016: 651)
İtin tüyünü yatkınına suvamak: Kötülük gelebilecek birisinin huyunca
davranmak. (Çınkır, 2016: 651)
İtin yağarlıkta b.. yemesi: Çok uygunsuz iş yapmak. (Çınkır, 2016: 651)
İtinen çuvala girmek: Değersiz biriyle birlikte hareket etmek. (Karalar, 1998: 56)
İtinen gopuğunan uğraşmak: İtle, kopukla, serserilerle uğraşmak. (Özturan,
2014: 190)
İtinen püsüğünen uğraşmak: Değersiz kimselerle uğraşmak. (Ahmet Yenikale)
191
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İtinin g..ü: Gereksiz. (Sultan Kamalak)


İtler de ana olmasın: Analıktan pişmanlık ifadesi. Zor şartlarda ana olma ifadesi.
(Özturan, 2014: 191)
İtler s..madan: Çok erkenden. (Özturan, 2014: 191)
İtli püsüklü olmak: Kedi köpek gibi kavgacı olmak. (Çınkır, 2016: 651; Özalp,
2008: 292)
İtten çok, b..tan ucuz: Değersiz. (Çınkır, 2016: 651)
İtten guzu doğmak: Değersiz insandan değerli insan doğmak. (Özturan, 2014:
190)
İtten irezil geçinmek: Durumu çok kötü olmak. (Erdem-Kirik, 2011: 492)
İvikleyip diviklemek: Bir şeyi en ince ayrıntısına kadar öğrenmek. (Mehmet
Kamalak-2)
İyi bulduk yitirmezsek: Sıkıntılı bir şeyin bulaşması. (Özalp, 2008: 247;
Özturan, 2014: 129)
İyi lafı alıp cebine goymak: Hoşuna giden, faydalı olan sözü kendine düstur
edinmek. Örnek: Bağ yiğen, ben iyi lafı alır cebime koyarım. (Mustafa Öztürk)
İyi olursa bahtından, kötü olursa bizden bilirler: Bir şey güzel olursa kaderden,
kötü olursa bizden bilirler. (Şen, 2006: 106)
İyilere garşı eğilmek: İyilerle, iyiliklerle karşılaşmak. (Özalp, 2008: 247)
İyiliğin gıymetini bilmek: İyiliği unutmamak, değerini bilmek. (Özturan, 2014:
129)
İyilik diyek iyi olak: “Nasılsın, iyi misin?” diyene verilen cevap. İyi değiliz, ama
iyimser olalım da başımıza iyilikler gelsin. (Özturan, 2014: 129)
İyisi mi?: Doğrusu şöyle yapsak. (Özturan, 2014: 129)
İz azdırmak: İzini belli etmemek, gizlenmek. İlgisi yokmuş gibi davranmak.
Suret-i haktan görünmek. (Çınkır, 2016: 653; Özalp, 2008: 292)
İzi gökte olmak: Bir yerde durmamak, sürekli gezmek. (Elife Akkurt)
İzinin üstüne geri dönmek: Vardığı yerde eğleşmeden çabucak dönmek.
(Erşahin, 2011a: 74; Özturan, 2014: 191)
İzlam olmak: Anlaşmak, sulh olmak. (Özalp, 2008: 292)
İzoğlu'nun sığırını kim güdüyor?: Bir mecliste alakasız şeylerden bahsedilmesi,
bir şey konuşulurken sadet haricine çıkılması ya da sırf konuşmak için konuşulması gibi
durumları anlatır. (Özalp, 2008: 292)
Kâfiri fincan gibi yere vurmak: Düşmana fırsat vermemek. (Özturan, 2014: 192)
Kâğıt elden, tütün emanet: Bedavadan geçinmek. (Karalar, 1998: 57)
Kaye nefesi gibi: Soğuk ve serin esen rüzgar, yel. (Özturan, 2014: 192)
Keçeyi suya atıp çıkan yerini daşlamak: Hiç kimsenin ayıplamasına, kınamasına
aldırış etmeden kötü işlere, ahlaksızlığa devam etmek. Hayattan bir beklentisi kalmamış
olmak. (Dalkıran, 2005: 55; Özalp, 2008: 293; Özturan, 2014: 192)
Keddim şah: Büyümüş de küçülmüş, çok bilmiş, eke, işini bilir kimse. (Özalp,
2008: 293)
Kedi olalı bir sıçan dutmak: Sonunda bir işe yaramak. (Gökçebey, 1999: 82)
Kef kef geçmek: Yorgunluktan, dermansızlıktan dökülmek, hareket edemez
duruma düşmek. Elleri, kolları, bütün vücudu tutmaz olmak. (Özalp, 2008: 293)
Kefen parası olsun: Verilen parayı helal etmemek. (Özturan, 2014: 192)
Kegme kegmeye binmek: 1. Horozlar, dövüşürken yorulup çarpışmayı
bıraktıklarında gagalarıyla dövüşmeye başlamak. 2. Dövüşte kavgada kafa kafaya,
yumruk yumruğa vuruşmak. Kıyasıya, kıran kırana dövüşmek. (Özalp, 2008: 293)
Keh keh gülmek: Arsız arsız gülmek. (Özturan, 2014: 192)
Kehil kehil kehilemek: 1. Hızlı çalışmaktan veya koşmaktan dolayı nefesini
toparlayamamak. Sesli sesli nefes alıp vermek. 2. Yürek, kalp çarpıntısı olmak. (Özalp,
2008: 293; Özturan, 2014: 192)
Kekeç’in p.. attığı gibi: Çocuklarına sahip olmayan, her şeyi ortada gezen,
saklısı gizlisi olmayan, hiçbir şeyine sahip olmayan kimseleri anlatır. (Özalp, 2008:
293)
Keklik ötmez, keven bitmez olmak: Issız, sapa, verimsiz bir yer olmak. (Erşahin,
2011a: 74)
192
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Kel Ali’nin bağına dönmek: Ortalık karman çorman olmak. (Polat, 2016: 52)
Kel başa gurt düşmek: Olmayacak şey meydana gelmek. (Özturan, 2014: 192)
Kel başa şimşir tarak: Züğürt insanın durumuna uymayan işler yapması.
(Alparslan-Özturan, 2010: 278)
Kel gız da yelpigli oğlanı sevindirdi ya: Her malın bir alıcısı olur. Kurtlu, bozuk
malları alabildiği için sevinen kimseler de vardır. (Özalp, 2008: 294)
Kel gişi: 1. Her işe karışan, rahatsız edecek derecede müdahaleci, her şeyi kendi
istediği gibi yaptırmaya çalışan kimse. 2. Kötü koca. (Özalp, 2008: 294)
Kel yenge: Her şeye karışan, maydanoz olan. (Özalp, 2008: 294)
Kel yoluk etmek: Başında saç koymamak, iyice hırpalamak, yolmak. (Özturan,
2014: 193)
Kelebi dolaşmak: İşler düzenini yitirmek, içinden çıkılamaz duruma gelmek.
(Çınkır, 2016: 684)
Kelemişliğine ne verek?: Çalımına, havasına ne verelim? (Çınkır, 2016: 684)
Kelep kelep akmak: Sürekli ve kesiksiz akmak. (Özalp, 2008: 294)
Keli gızmak: Sinirlenmek. (Özturan, 2014: 193)
Kelimeleri sündüre sündüre anlatmak: Lafı yavaş yavaş anlatmak. Örnek:
Dayının duluğu duluğuna geçmiş, kelimeleri sündüre sündüre anlatmaya başladı.
(Bilgin, 2007b: 123)
Kelini önüne alıp düşünmek: Ne olup bittiğini makul bir şekilde düşünmek.
(Özturan, 2014: 193)
Kelle goltuğunda savaşmak: Ölümle her an burun buruna, her an ölebilecek
durumda savaşmak. (Bilgin, 2007b: 258)
Kelle gucaklamak: Ölümü göze almak, bir tehlike karşısında kelle koltukta
olmak. Örnek: Oğlum, arıtsak süpürgesi gibi şu kız kelle kucaklamaya değer mi
sanıyorsun? (Bilgin, 2006: 216; Yalman, 1977: 525)
Kelli felli/kerli ferli: Düzgün. Kılık kıyafeti, kalıbı, dış görünüşü iyi. Yaşlı başlı,
ağırbaşlı. Örnek: Kerli ferli iki efendi adamın hayret ve öfkeyle açılmış gözlerine
bakıyor. (Bilgin, 2007b: 14; Mercimek, ?: 19; Özalp, 2008: 294; Özturan, 2014: 193)
Kem göze uğramak: Nazar değmek. (Çınkır, 2016: 687; Yalman, 1977: 525)
Kem küm etmek: Lafı ağzında gevelemek. (Paköz, 2011: 38)
Kemalini takınmak: Aklını başına almak, olgun düşünmek. (Ekici, 2005: 94)
Kendi başını bağlayamaz, Hunu’ya baş bağlamaya gider: Kendi işini yapamaz,
başkalarına yardım etmeye kalkar. (Kuyumcu, 1995: 34; Özalp, 2008: 258)
Kendi başını boyayamaz, oturmuş el başı boyar: Kendi işini yapmaktan aciz,
başkasına yardım eder. (Okumuş, 2006: 157)
Kendi belinden inmemiş olmak: Çocuğu kendinden değil, evlatlık olmak.
(Fadıma Kiraz)
Kendi de az olmamak: Belli etmemek, ama yaman olmak. Örnek: Kendi de az
değil vallaha. (Adem Pırnaz)
Kendi eliyle sıyırgısını sıyırmak: Kendi eliyle değerini, itibarını düşürmek,
davranışları, hareket ve sözleriyle itibarını kaybetmek. (Özalp, 2008: 258)
Kendi g..ündeki hezeni görmeyip elin g..ündeki samanı görmek: Başındaki
büyük belayı, sıkıntıyı görmeyip başkasının ufak tefek sıkıntılarını görmek. (Karalar,
1998: 58)
Kendi garnının gürültüsünden gorkmak: Çok korkak olmak. (Özturan, 2014:
144)
Kendi gönlünden gelin güvey olmak: Kendi hesabına göre iş yapıp netice almak.
(Özturan, 2014: 145)
Kendi gözündeki merteği görmeyip elin gözündeki çöpü aramak: Kendi büyük
sıkıntısını gidermeden başkasının küçük sıkıntısına çare aramak. (Özturan, 2009a: 216)
Kendi parmağını kendi gözüne sokmak: Kendi kendine zarar vermek. (Özturan,
2014: 144)
Kendi yağı ile gavrulmak: Kazancı ile yetinmek, hayatı sürdürmek. (Özturan,
2014: 145)

193
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Kendi yok Allah’ı var: Kendisi huzurda, mecliste değil, ama hepimizi gören,
bilen Allah hazır ve nazır. O anda orada bulunmayan birinin hakkını teslim. (Özalp,
2008: 258; Özturan, 2014: 145)
Kendinden ileri gelmek: Kendinden kaynaklanmak. (Özturan, 2014: 145)
Kendinden yemli: Kolay kilo alan, doğuştan toplu, az yediği, iyi beslenemediği
halde kilo kaybetmeyen, vücudu kilo almaya müsait olan. (Özalp, 2008: 258)
Kendine yontmak: Kazançtan kendi kârlı çıkmaya çalışmak. (Özturan, 2014:
145)
Kendini alamamak: Kendini tutamayıp yapmak. (Okumuş, 2006: 168)
Kendini elletmemek: Kadın, kendisine eşini cinsel anlamda dokundurtmamak.
Örnek: Bu nasıl iş kız, bunlar gerdeğe gireli nerdeyse iki hafta oldu, gelin daha kızmış.
Kendini hiç elletmemiş. (Bilgin, 2006: 157; Özalp, 2008: 258)
Kendini külhanbeyi sanmak: Kabadayı değilken kendisini kabadayı yerine
koymak. (Özturan, 2014: 145)
Kendini vermek: Tüm gücünü bir iş yapmaya adamak. (Erşahin, 2011a: 74)
Kendinin bileceği şey: Kabul etmezse netice kendine ait. (Özturan, 2014: 145)
Kendirine bir bıçak çalmak: Derdine bir çare bulmak. Örnek: Şu kendirimize bir
bıçak çal. (Özturan, 2014: 244)
Kendirlik mi sıçiin?: Helada çok uzun kalana. (Özturan, 2014: 193)
Kendisi için ölen çok olmak: Başka yerlerde kendisine rağbet eden çok olmak.
(Özturan, 2014: 140)
Kep avcısı: Fırsatçı, fırsat kollayan, kelepirci. İhtiyacı olanları, düşmüşleri
yakalayıp malını çok ucuza, âdeta bedavaya alan, almaya çalışan kimse. (Özalp, 2008:
294)
Kepeği tükenmek: Ömrü sona ermek, ölmek. (Elife Akkurt)
Kepek yemek: Güçsüz olmak, gücü yerinde olmamak. (Özturan, 2014: 193)
Kepekli gonuşmak: Abartılı konuşmak. (Özturan, 2014: 193)
Kepenek olmak: Öksürmek, aksırmak. (Bilgin, 2006: 217)
Kepezi düşmek: İbiği düşmek, çok yorulmak, itibar ve güç kaybetmek. (Özalp,
2008: 294)
Kepir hış olmak: Çok yorulmak, ayakta duramayacak hale gelmek.
Yorgunluktan hışı çıkmak, yere serilmek. Hiç kullanılmayacak hale gelmek, iyice ezilip
posası çıkmak. (Özalp, 2008: 294)
Kepir kepir dökülmek: Açlıktan, yorgunluktan, hastalıktan iyice dermansız
kalmak, ayakta duramaz olmak, yere serilmek. Kollarını kaldıramamak, bacaklarını
oynatamamak. (Özalp, 2008: 294)
Kerç etmek: Alay etmek, dalga geçmek. (Kapanoğlu, 2009: 76; Kuyumcu, 1995:
155; Özalp, 2008: 295; Ali Pırnaz)
Kerem’in arpa tarlası gibi sıcak olmak: Çok sıcak olmak. (Hüseyin Korkmaz)
Kerestesi düzgün/yerinde: Fiziği düzgün, kalıbı ölçüleri yerinde. (Çınkır, 2016:
685; Özalp, 2008: 294; Özturan, 2014: 193)
Kerestesini üstünde daşımak: Kadın kadınlık malzemesini üzerinde taşımak.
(Özturan, 2014: 193)
Keriz ayağı gibi: Göz önünde olan lavabo borularının tiksinti vermesi. (Elife
Akkurt)
Kerkez’in etleme gaptığı gibi: Kerkez’in fırsat kollayıp etlemeyi kaptığı gibi
fırsatı düşünce hemen değerlendirmek. (Özturan, 2014: 193)
Kersene batırmak: Pisliğe batırmak. (Özalp, 2008: 295)
Kesbar etmek: Lokmayı iyi öğütmemek. Dişi olmadığı veya yemeği acele yediği
için lokmayı iyice çiğneyememek. (Özalp, 2008: 295)
Kesek hadlamak: Bilmeyerek hata yapmak. Birilerinin yanında, onları rahatsız
edecek, zarar verecek veya sır sayılan, bilinmemesi gereken şeyleri söylemek. (Özalp,
2008: 295)
Kesen kesilir, kel minareye asılır: Keseni keser teşhir ederler. (Özturan, 2014:
194)
Kesere gitmek: Çapaya gitmek. (Özalp, 2008: 295)

194
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Kesesinden yemek, bir de akıl vermek: Hem sermayeden yemek hem de


başkasına akıl vermek. (Özturan, 2014: 194)
Kesesine galmamak: Belasını bulmak. (Şen, 2006: 108)
Kesesine goymamak: Birinin yaptıklarını yanına bırakmamak. (Erşahin, 2011a:
74)
Kesilen kelleyi goyun sanmak: Ölmeyi, öldürmeyi, savaşı kolay sanmak.
(Özturan, 2014: 194)
Kesim kesmek: Sözleşme yapmak. (Çınkır, 2016: 695; Özturan, 2009b: 181)
Kestaneyi çizdirmek: 1. Bekâretten olmak. 2. Kıl dönmesi ameliyatı olmak.
Örnek: Eksik aklınla İstanbul kaltaklarına uyarsan böyle kestaneyi çizdirirsin. (Bilgin,
2006: 219)
Kestirip atmak: Kesin olarak reddetmek. (Özalp, 2008: 295)
Keşen olmak: Yara iltihaplanmak, cerahat bağlamak. (Özalp, 2008: 295)
Keşkek aşı bişirmek, hatın g..ü deşirmek: Hizmetçilik yapmamak, hanımların
kahrını çekmemek. (Çınkır, 2016: 697; Özturan, 2014: 194)
Keşkek aşıyla gabak sulusunu kim yediyse gelinin yanına o gitsin: Hikâyesi:
Düğünlerde damatla geline gerdeğe girmeden önce âdet gereği velime yemeği yedirilir.
Düğün sırasında damadın dedesi yaşlı olduğu için dışarı çıkmamış, düğün telaşı
arasında unutulmuş, kendisine yemek verilmemiştir. Yaşlı adam acıkınca damat ve
gelin için hazırlanmış kabak yemeğini kendisi için sanmış, oturmuş yemeği yemiş. Sıra
gerdeğe girme zamanı geldiğinde önlerinde yemek olmadığını, yemeği de dedesinin
yediğini gören damat, yarı şaka yarı ciddi olarak “keşkek aşıyla gabak sulusunu kim
yediyse gelinin yanına o gitsin” demiştir. (Alparslan-Özturan, 2010: 103; Özturan,
2014: 194)
Ketekülleye getirmek: Hesaba getirmek, kandırmak. (Özturan, 2014: 194)
Keyf kösürlemek: Artırarak fazlasıyla keyif yapmak, keyfini daha da artırmak.
(Özturan, 2014: 194)
Kibarlığı garşısına çıkmak: Yaptığı bir iyiliğin sayesinde kötü bir olaydan
kurtulmak. (Özturan, 2014: 194)
Kilim hırsızını camiye mütevelli etmek: Hırsızlığı belli olanı para ile ilgili
göreve getirmek. (Özturan, 2014: 195)
Kilit çözdürmek: (Erşahin, 2011a: 75)
Kilon gaça?: Senin gibi insanlardan çok var, senin ağırlığın yok. (Özturan, 2014:
195)
Kim kime dum duma: Kimse birbiriyle ilgilenmiyor. (Körük, 2005: 43)
Kim vurduya gitmek: Kimin vurduğu belli olmamak. (Körük, 2005: 34;
Okumuş, 2006: 168)
Kim yitirmiş ki ben bulayım?: Benim kısmetim zaten dar, bir yitiren olmazsa
ben nereden bulacağım? Ben öyle fırsatları yakalayacak kadar şanslı değilim. (Özturan,
2014: 195)
Kime şişiyorsun lan?: Kime güvenerek böyle kabadayılık yapıyorsun lan? Bana
hava yapma! (Özturan, 2014: 195)
Kimi eşikte, kimi beşikte olmak: Çocuğu çok olmak. Kimi karında, kimi yerde,
beşikte olmak. (Özturan, 2014: 195)
Kimi ununa gider, kimi ününe gider: Kimi kazanç için iş yapar, kimi şöhret için.
(Özturan, 2014: 195)
Kimine akıtmak, kimine bakıtmak: Kimine bol bol vermek, kimine esirgemek.
(Özturan, 2014: 195)
Kimine hay günü, kimine vay günü olmak: Kimine keyif günü, kimine yas günü
olmak. (Özturan, 2014: 195)
Kimler uyuyup uyanıp da goynunda görücü seni?: Acaba kiminle evleneceksin?
(Özturan, 2014: 195)
Kimsenin eline bakmamak: Kendi geçimini kendi temin etmek. (Erdem-Kirik,
2011: 409)
Kimsenin eteğinin altında başı olmamak: Kimseye eyvallahı olmamak.
Saklayacak, gizleyecek, korkacak hiçbir şeyi olmamak. (Özalp, 2008: 295)

195
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Kimseye düzdüreceği olmamak: Gelmeyen yerini getirmek için kimseye


eyvallah etmeye ihtiyacı olmamak. (Özturan, 2014: 195)
Kin bağlamak/dutmak: Düşman olmak. Örnek: Ertesi gün durumu öğrenen
Ömer küser, küsme ne ki âdeta kin bağlar. (Göçer, 2004: 110; Gözükara-Özalp, 2011a:
70)
Kiri kirpiğinden akmak: Çok kirli, pasaklı olmak. (Çınkır, 2016: 710; Özturan,
2014: 196)
Kirli çamaşırlarını ortaya dökmek: Birinin gizli kalmış yanlarını ortaya dökmek.
(Karalar, 1998: 59)
Kirli çıkı/çıkın: Cimri ve tamah zengin, gizli zengin. (Özturan, 2014: 196: Şen,
2006: 108)
Kirmen gibi dönmek: 1. Şiddetli ağrıdan, acıdan, sancıdan oturamamak,
yatamamak, kendini yerden yere atmak. (Özalp, 2008: 296; Özturan, 2014: 196)
Kirtik gadar galmak: Hastalıktan iyi beslenememek ve çok çalışmaktan
mütevellit aşırı zayıflayıp küçülmek. Örnek: Ana-baba hasretinden yemedi, içmedi
böyle kirtik gadar galdı. (Bilgin, 2006: 220; Özalp, 2008: 296; Özturan, 2014: 196)
Kitabı dışından okumak: Kitabı okuyup hayatına girdirmemek. (Özturan, 2014:
196)
Kizir gibi dolaşmak: Durmaksızın dolaşmak, gezip durmak. (Özalp, 2008: 296)
Kokladığı torbayı başına geçirmek/takmak: Bir kız hakkında dedikodu çıkaran,
laf atan, sarkıntılık eden ya da seven birini onunla evlenmeye mecbur etmek. (Özalp,
2008: 282; Özturan, 2014: 177)
Köklü mü eşşek?: O kadar da değil. (Şen, 2006: 107)
Kökten sürme: Soylu, çekirdekten yetişme. (Özalp, 2008: 296; Özturan, 2014:
196)
Kökü kömeci belli olmak: Soyu sopu, ailesi belli olmak. (Özalp, 2008: 296;
Özturan, 2014: 196)
Kökünde bozukluk olmak: Soyunda bazı hoş olmayan durumlar olmak.
(Özturan, 2014: 196)
Köküne ayran suyu gonmak: Kökü, soyu kesilmek, kurumak. (Özalp, 2008: 296)
Kömür saymak: Nazar değdiğine inanılan bir kimsenin nazardan kurtulması için
közü suda ıslatarak dua ile suyunu sürmek veya içirmek. (Çınkır, 2016: 724)
Könnüğüne kötü olmak: Uykusuna dayanamamak. (Çınkır, 2016: 724)
Köpeksiz köy: Sahipsiz yer. (Göçer, 2010: 145)
Köpeksiz köyde değneksiz dolanmak: Sahipsiz bir yerde veya zayıf bir toplumda
keyfine göre, hiçbir ahlaki endişe duymadan, herkese zarar verecek şekilde hareket
etmek. (Özalp, 2008: 296)
Köprüden geçerken g.. g..e değmiş/tokuşmuş: Çok uzak akraba. (Çınkır, 2016:
725; Özturan, 2014: 197)
Kör arayışı: Dikkatli aramama. (Özturan, 2014: 197)
Kör ebem de yapar: Yaptığın iş çok kolay. (Özturan, 2014: 197)
Kör itin gözünü açmak: İmkansız bir iş yapmak. Yapılan bir işten netice
alamamak. Örnek: Beyefendi ben okuyacağım diyor. Okuya okuya kör itin gözünü açtı
sanki. (Adem Pırnaz; Ahmet Yenikale)
Kör itin öldüğü yer: Çok uzak yer. Örnek: Kör itin öldüğü yere gelin vermişler.
(Çınkır, 2016: 725; Özturan, 2014: 197)
Kör ocağın bir umudu olmak: Ocağı tüttürecek, aileyi devam ettirecek tek çocuk
olmak. (Özalp, 2008: 297)
Kör olup köklere dolaşmak: Gözleri görmez, sakat, hasta olup bu yüzden
belalara sıkıntılara uğramak. (Özalp, 2008: 297)
Kör öküzün küşneye çöktüğü gibi çökmek: Aç gözlü olup nezaketsizce ve
sabırsızca hareket etmek. (Elife Akkurt)
Kör yola gitmek: Ölmesi bir işe yaramamak. Boş yere ölmek. (Özturan, 2014:
197; Ahmet Pırnaz)
Köresi geçmek: Ailesi yok olmak, odu ocağı sönmek. (Çınkır, 2016: 726)
Köroğlu gelmeden ünü gelmek: Şanlı, şöhretli, hatırı sayılır biri gelmeden namı,
sanı gelmek. (Özturan, 2009a: 220; Özturan, 2014: 197; Faruk Zülkadiroğlu)
196
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Körün d…..ı kesilmek: Umut kapısı kapanmak. (Özturan, 2014: 197)


Kös kös dinlemek: Hiç hareket etmeden anlamlı hiçbir davranışta bulunmadan
dinlemek veya dinlemiş gibi yapmak. (Bilgin, 2006: 224; Özalp, 2008: 297)
Kös kös oturmak: Karamsar olmak. (Aksu, 2013: 260)
Köşger kütüğü gibi: Kısa, kalıplı, geniş vücutlu. (Özalp, 2008: 297)
Köteği yiyip ceremeyi vermek: Dayağı yiyip cezasını çekmek, ama yine
bildiğini yapmak. (Özturan, 2014: 264)
Köten gibi çalışmak: Çok çalışmak. (Özalp, 2008: 297)
Köy yüzüne hasret galmak: Evden, köyden uzakta çalışıp uzun süre köyü
görememek. (Özalp, 2008: 296)
Köyden gelip köy olmak: Küçük yerden gelip çoğalmak, geniş nüfus olmak.
(Özturan, 2014: 198)
Köylü gulağı gibi: Büyük kulak. Şehirliler, köylülerin kulaklarının, çok toz
toplamak için büyük olduğunu söylerlermiş. (Özalp, 2008: 296)
Köyneksiz gelip köy sahibi olmak: Ekonomisi kötü halde gelip zengin olmak.
(Dalkıran, 2005: 56; Özturan, 2014: 198)
Köze basık abdal gibi sıçramak/hodlamak: Bir zarar görüldüğünde çok
çabalamak, önlemek için emek harcayıp yorulmak. (Özalp, 2008: 297; Özturan, 2014:
198)
Közü gucağına deşmek: Her işte kendisi faydalanmak. Başkalarına hak
tanımamak, aslan payını kendisi almak. Nalıncı keseri gibi hep kendine yonmak.
(Çınkır, 2016: 731; Özalp, 2008: 297)
Küfül küfül esmek: Rüzgar, hafif ve serinletici bir şekilde esmek. Püfür püfür
esmek. (Özalp, 2008: 297; Özturan, 2014: 198)
Kül hış/külhavış etmek: Bir şeyi çok küçük parçalar halinde kırmak, paramparça
etmek. Örnek: Hazındamında yığılı duran ekmeği kim öyle külhış etti. (Bilgin, 2006:
225; Çınkır, 2016: 739; Özalp, 2008: 298)
Kül o…mak: Boş konuşmak. (Mustafa Öztürk)
Külahına anlatmak: Söyledikleri inandırıcı olmamak. (Gökçebey, 1999: 83)
Külahları değişmek: Araları bozulmak. (Gökçebey, 1999: 83)
Küllü beleş olmak: Kişinin yaptığı her işini toptan beleşe getirdiğini anlatmak.
(Kılıç, 2008: 108)
Küllü beleşe getirmek: Hepsini bedavaya getirmek. (Kılıç, 2008: 171)
Küllük küllük öksürmek: Kuru kuru öksürmek. Örnek: Sabaha kadar küllük
küllük öksürdü. (Çınkır, 2016: 740)
Küllümen yalan olmak: Tamamen yalan olmak. (Özalp, 2008: 298)
Küllümün hasarat: Ele alınır tarafı yok. (Çınkır, 2016: 740)
Külünü göğe savurmak: Bitirmek, sonunu getirmek, adını silmek. Hatırasını bile
koymamak. (Özturan, 2014: 198)
Kümürt kümürt yemek: Tarhana gibi sert şeyleri kümürt kümürt ses çıkararak
yemek. (Özalp, 2008: 298)
Küpe binip göğe akmak: Çok öfkelenmek, çok sinirlenmek. Öfkesine, sinirine
hakim olamamak, kendisini kontrol edememek, kendini kaybetmek. (Özalp, 2008: 298)
Küpü küllüğü b../bozuk: Namus duygusu yok. Kötü yolun yolcusu. (Özturan,
2014: 198)
Küpü küllüğü gırmak: Her türlü ilişkiyi koparmak, saygı göstermeyi bir yana
koymak. (Çınkır, 2016: 742; Özturan, 2014: 198; Şirikçi, 2008 :81)
Küpü yıkayıp güne koymak: İşi bitirmek. (Özturan, 2014: 198)
Kürdanı bol olmak: Kendini yüksekten göstermek. (Polat, 2016: 68)
Kürt küvere: Bilinmedik yabancı adam. (Özturan, 2014: 198)
Küsersen küllüğüme, b.. goyim terliğine: Küsmen benim umurumda olmaz.
(Özturan, 2014: 198)
Küstüğü dağın odununu yakmamak: Dargın olduğu insanla hiçbir şekilde
konuşmamak. (Özturan, 2014: 198)
Küşneli ahır: Yiyeceğin bol olduğu yer. (Çınkır, 2016: 745)
Küşüm çekmek: Kaygılanmak, üzülmek. (DS, 2009: 3053)
Kütükten silmek: Yok etmek, gözden çıkarmak. (Özturan, 2014: 198)
197
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

La deyip lo dememek: İnadından dönmemek, Nuh deyip peygamber dememek.


(Özalp, 2008: 299; Özturan, 2014: 198)
La yestevi hak, bu iş sana müstehak: İşin layığı sensin. (Özturan, 2014: 199)
Labbıç gibi oturmak: Yamyassı, geniş, çok yer kaplayarak oturmak. (Özalp,
2008: 299)
Laf ağzına dürülüp gelmek: Duraklamadan konuşmak. (A. Kurt, 2017: 4)
Laf dalaşına gitmek: Bir konu hakkında tartışmak. (Elife Akkurt)
Laf daşımak: Dedikodu yapmak. Sözü bir yerden bir yere taşımak. (Özturan,
2014: 199)
Laf ebesi olmak: Konuşma sanatını iyi bilmek. (Özalp, 2008: 299; Özturan,
2014: 199)
Laf lafı açmak: Bir laf konuşurken başka bir konu akla düşmek, o konuya
geçmek. (Göçer, 2004: 33; Özturan, 2014: 199)
Laf o…turmak: Çok fazla laf konuşarak vakit öldürmek. (Özturan, 2014: 199)
Laf ola, beri gele: Laf ola, güzel ola, beri gele. (Özturan, 2014: 199)
Laf sokuşturmak: Dokundurucu, incitici sözleri konuşmak. (Özturan, 2014: 199)
Laf söyledi bal gabağı: Güya laf söyledi, ama abuk sabuk konuştu. (Özturan,
2014: 199)
Laf vermek: Sohbet etmek. (Göçer, 2010: 77)
Laf yok, lakırtı yok: Alakasız birinin hiç yoktan problem çıkarması veya ilgisiz
bir konunun birilerince ortaya atılıp sorun haline getirilmesi durumunda söylenir. Fol
yok yumurta yok, gibi. (Özalp, 2008: 299)
Lafa bak, hizaya gel: Lafın ne kadar yersiz olduğuna dikkat et. (Özturan, 2014:
199)
Lafa boğmak: Bir konuşanın konuşmasını bir başkası, aşırı konuşma ile anlamsız
hale getirmek. Çok laf konuşarak karşıdakinin konuşmasına fırsat vermemek. (Özturan,
2014: 199)
Lafa dalmak: Oyalanmak. (A. Kurt, 2017: 13)
Lafa dutmak: Konuşarak oyalamak. (Göçer, 2010: 30; Özturan, 2014: 199)
Lafa yatmamak: Söze gelmemek. Anlatılanı dinleyip ikna olmamak. (Özturan,
2014: 199)
Lafı ağzında gevelemek: Söyleyeceği şeyi bir türlü söyleyememek. Örnek:
Dişsizlikten ne yerse gevelediği gibi lafı da ağzında geveler. (Bilgin, 2007b: 123)
Lafı ağzında: Kalbi temiz. (Çınkır, 2016: 746)
Lafı çevirmek: Daha önce savunduğu şeyden vazgeçmek. (A. Kurt, 2017: 13)
Lafı g..ünden anlamak: Sözü ters anlamak. (Özturan, 2014: 199)
Lafı gediğine yerleştirmek: Uygun konuşmak. Söylediği söz maksat ve konuya
uygun düşmek. (Yalman, 1977: 527)
Lafı hotazlandırmak: Bir olayı abartarak anlatmak. (Elife Akkurt)
Lafı ver etmek: Heyecanlı heyecanlı, gizli saklı laf anlatmak. (A. Kurt, 2017: 13)
Lafın ardından önünden gonuşmak: Nerede, ne zaman, ne söyleyeceğini
bilememek. (Elife Akkurt)
Lafın dişisi: Lafın kalp kırmayanı, yumuşağı. (Çınkır, 2016: 746; Özturan, 2014:
200)
Lafın erkeği: Lafın sert, kalp kıranı, dobura dobur olanı. (Özturan, 2014: 200)
Lafın eyasına [eyasına] basmak/vermek/vurmak: Sargın bir sohbete dalmak.
Sohbeti koyulaştırmak. Örnek: Ramazan aylarında bir arkadaşımızın evinde toplanıp
kendimizi lafın eyasına eyasına vururduk. (Bilgin, 2006: 230; Bilgin, 2007c: 117;
Çınkır, 2016: 746; Özalp, 2008: 299; Özturan, 2014: 200)
Lafın yalanı yok, yanlışı çok: Anlatılan lafta yalan yok, ama yanlış var. (Celil
Kamalak)
Lafını ağzına tıkamak: Konuşmasını karşı konuşmayla engellemek. (Özturan,
2014: 200)
Lafını ortalığa düşürmek: Sözlerinin herkes tarafından alay konusu edilmesini
önlemek. (Demir, 2011: 79)
Lafıyla hareket etmek: Çocuk konuşmasına göre hareket etmek, soruşturmadan
davranış içine girmek. (Özturan, 2014: 92)
198
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Laftan laf çıkarmak: Sözde olmayan anlamı söze yüklemek. Lafta olmayanı lafı
özeyerek çıkarmak. (Özturan, 2014: 199)
Laklahı şakşahı: Zevk içinde. (Özturan, 2014: 200)
Lambanın cıncığı gırılmak: İş berbat olmak. (Özturan, 2014: 200)
Langır lungur: Tantanalı, gürültülü. (Çınkır, 2016: 747)
Langir lingir, paldır küldür gitmek: Doğru dürüst, düzgünce gitmemek. (Erşahin,
2011a: 75)
Langir lingir: Hareketli, oynak, hafif. (Özturan, 2014: 200)
Larhada düşmek: Ani olarak sıkıntıdan veya hastalıktan dolayı iyice zayıflamak,
yatağa düşmek. (Özalp, 2008: 300)
Lavgat/lavgıya etmek/almak: Alaya almak, alay etmek, hor görerek eğlenmek.
(Bilgin, 2006: 230; Çınkır, 2016: 747; Kuyumcu, 1995: 157; Özalp, 2008: 300)
Lebedir etmek: El çabukluğuyla yok etmek, ortadan kaldırmak, iç etmek,
gizlemek. Başkasına ait bir şeyi alıp saklamak, kendine mal etmek. (Özalp, 2008: 300)
Lecce dutuşmak: İddiaya tutuşmak. (Özalp, 2008: 300)
Leccine gitmek: İnadına gitmek, iddiasında, savında çok ısrarcı olmak. (Özalp,
2008: 300)
Lef lef yürümek: Kendini öne atar gibi yürümek. (Özturan, 2014: 200)
Lengeri ağır: Ağırlığı sebebiyle zor hareket eden, kalçası geniş. (Özturan, 2014:
201)
Leyleği yatarken görmek: O yıl evde kapalı kalmak. (Özturan, 2014: 200)
Leyleğin aş bişirmesi: Leylekler yuvalarına yiyecek bir şey getirdiklerinde
kafalarını havaya kaldırıp gagalarını birbirine vurarak takır takır ses çıkarırlar. Bu olay
çevrede böyle ifade edilir. (Özalp, 2008: 299-300)
Leyleğin yuvadan attığı: Eşi ölen leyleğin yavrusunu veya yumurtasını yuvadan
atarak dışladığı gibi dışlanan, aşırı geveze kimse. (Özturan, 2014: 200; Sultan Kamalak)
Leylime verip sıkmak: Bir kimseye aşırı derecede baskı yapmak, canını yakmak.
(Çınkır, 2016: 749)
Lık lık gülmek: Süratle gülmek ve alay etmek. (Atalay, 2008: 135; Çınkır, 2016:
749)
Ligsi ligsi kokmak: Küfsü küfsü kokmak. (Özalp, 2008: 300)
Lik lik, keski başı bir yemlik: Her şeye, her işe atılan, seyreden. (Özalp, 2008:
300)
Lipir lipir yanmak: Parlak ışık saçarak yanmak. (Özturan, 2014: 201)
Liranın babası guruş, bunu söyleyen Hacı Durmuş: (Şen, 2006: 108)
Lirpeden açılmak: Bir şey aniden açılmak. Örnek: Vakti geldiğinde gözümüz
lirpede açılır. (Bilgin, 2007c: 66)
Lobutu şişirmek: Küsüp bir köşeye çekilerek hiç konuşmamak, somurtmak.
(Çınkır, 2016: 751)
Loğ daşı gibi: Şişman. (Çınkır, 2016: 751)
Lokma yerken deve gibi, yüke gelince poduk gibi olmak: Yerken deve gibi çok
yemek, iş yaparken deve yavrusu gibi iş tutmak. (Özturan, 2014: 201)
Lök gibi: Yerinden kalkmayan insan. (Özturan, 2014: 201)
Lügat parçalamak: Tumturaklı konuşmak, meydan nutku atmak. Edebi
konuşmak. (Özturan, 2014: 201)
Macca etmek/olmak: Bekleye bekleye hastalanmak, strese girmek. Örnek: Yav
iki gündür neredesin sen, şu bilmediğim yerlerde macca oldum vallahi. (Bilgin, 2006:
238; DS, 2009: 4584; Dalkıran, 2005: 56; Gözükara-Özalp, 2011a: 413; Kapanoğlu,
2009: 47; Kuyumcu, 1995: 157; Özalp, 2008: 302; Özturan, 2014: 201)
Maccası yarılmak: Sinir bozukluğundan ölmek. (Çınkır, 2016: 754; Özturan,
2014: 201)
Maccır maccır çiğnemek: Ses çıkararak çiğnemek. (Erşahin, 2011a: 75)
Macını çıkmak: İyice ezilmek. (DS, 2009: 3099)
Maçça bağlamak: Hastalanmak, derde kalmak. (Çınkır, 2016: 754)
Maççuk muççuk yemek: Ağzı şapırdatarak yemek. (DS, 2009: 3101)
Mag cücüğü gibi bakmak: Mazlum mazlum bakmak. (Çınkır, 2016: 755)
Mağara adamı: Yabani kimse. (Özturan, 2014: 201)
199
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Mahallıkta galmak: Ara yerde, ortada kalmak. (Çınkır, 2016: 755)


Mahcup olmak: Utanmak. Örnek: Amel defterimiz açıldığında, o zaman utanır
mahcup olurum. (Sarıyıldız, 2012: 367)
Mahmuza çıkarmak: Hayatı bellemek. Kartlaşmak. (Özturan, 2014: 202)
Mahsus söylemek: Bilerek, özellikle söylemek. (Özturan, 2014: 201)
Makam dutturmak: Bir usul, bir yol tutturmak. Haklı çıkmak için bir izah tarzı
içine girmek. (Özturan, 2014: 202)
Maksat çal düğün olsun: İnsanları birbirine düşürmeye çalışmak. Ortalığı
karıştır, insanları birbirine düşür, sen seyret. Hiç yoktan bir eğlence, olay çıkar da eğlen.
(Özalp, 2008: 218)
Mal benim değil mi, istersem barut gor attırırım: Bu mal benim malım, istediğim
gibi tasarruf ederim. (Özturan, 2014: 202)
Mal bıllık bıllık etmek: Semiz olmak. Malın eti elde dalgalanmak. (Özturan,
2014: 202)
Mal bulmuş mığrıbı gibi: Menfaatperest, bulduğu, her şeye saldıran, helale,
harama aldırmayan, kazanmak için her şeyi yapan, bulduğu her şeye sahip olmak
isteyen kimse. Eline, kullanabileceği bir koz geçirdiğini sanan. (Özalp, 2008: 302;
Özturan, 2014: 202)
Malamat etmek/olmak: Birinin ayıbını açığa çıkararak onu utanacak duruma
sokmak, herkese rezil olmak. (Aksu, 2013: 262; Bilgin, 2006: 239; DS, 2009: 3112;
Dalkıran, 2005: 56; Demir, 2011: 190; Derebent, 2015: 194; Gökhan-Koç, 2009: 320;
Kaya-Kozan, 2003: 115; Mercimek, ?: 26; Özalp, 2008: 302; Özturan, 2009b: 305;
Temiz, 2005: 706; Yalman, 1977: 527; İsmail Orhan)
Malamatlık çıkarmak: Rezillik çıkarmak. (Erdem-Kirik, 2011: 457)
Malı da canı da emanet olmak: Gerçek bir dost bulmak, ona malını da canını da
vermek istemek. (Özalp, 2008: 247)
Malı yağma, başı cellat olmak: Başına bela gelmek. (Erşahin, 2011a: 75)
Malını it, bağrını bit yemek: Malını başkası yemek, ama kendisi yoksulluk
içinde olmak. (Sultan Pırnaz)
Malını namırsına siyeç yapmak: Malını namusuna set yapmak. Hikâyesi: Bir gün
baba iki oğlu ve bir kızına mirasını eşit bir şekilde paylaştırmak ister, ancak erkek
çocuklar bu şekilde bir miras hissesinin adaletli olmadığını, kendilerine kız
kardeşlerinden daha fazla pay verilmesini söylerler. Baba bunun üzerine kız çocuğuna
çırılçıplak soyunmasını söyler. Kız kabul etmez, “Baba ağabeylerimin yanında nasıl
soyunabilirim.” der. Baba tekrar soyun der. Kız da kocasının arkasına geçer ve soyunur.
Baba erkek çocuklarına dönerek “Bakın kızım kocasının arkasına sığındı gördünüz mü?
İşte ben malımı, namırsıma siyeç yaparım.” der. (Şen, 2006: 108)
Malıyla malamat olmak: Malı çok ama perişanlık içinde yaşamak. Malıyla rezil
olmak. (Çınkır, 2016: 760; Özturan, 2014: 202; Şen, 2006: 108)
Mamıcığını çıkarmak: Ezmek. Örnek: Adamcağız çamın altında kalınca
mamıcığı çıkar. (Çınkır, 2016: 760)
Mana mana oynatmak: Bir kişiyle alay edercesine uğraşmak. Onu oyalamak.
(Çınkır, 2016: 761; Dalkıran, 2005: 56; Özturan, 2014: 202; Şen, 2006: 108)
Mancalar düzmek: Özel, kıymetli, her zaman yenilemeyen mükellef yemekler
yapmak. (Özalp, 2008: 302)
Mangılı batmak: Adı geçmez olmak, yitip gitmek. (Çınkır, 2016: 762)
Manisa keteni gibi sündürmek: Birine gereken dersi vermek. (Adem Pırnaz)
Mank olmak: 1. Sersem olmak. 2. Güzel bir şey karşısında çok duygulanmak.
(DS, 2009: 3125)
Mars etmek: Oyunu hiç sayı vermeden kazanmak. (Aksu, 2013: 262)
Mart da çıktı, dert de çıktı, oğlaklarım yaza çıktı, hu hu guzularım hu hu:
Hikâyesi: Bir mart ayının son gününde köylü kadın, oğlak ve keçilerini alıp kıra
götürmüş. Mart çıktığı için artık kış bitti diye sevinerek bu sözü söylemiş ve sevincini
terennüm etmiş. Kadının bu sözlerine alınan Mart Karısı, Nisan’a giderek “Nisan
kardeş, bana bir gün ver.” demiş. Nisan da Mart’a gün vermiş. Mart ayı bu yüzden 31
çekermiş. Böylece Mart, Nisan’dan bir gün alınca havayı tekrar bulandırmış, gökler
gürlemeye, şiddetli bir yağmur yağmaya başlamış. Kadının keçilerini, oğlaklarını ve
200
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

kendisini bir kazana doldurup dereye atarak azgın sularda boğarak öldürmüş. (ATKVE,
2011: 147)
Martaval/maval okumak: Yalanlı bir şekilde palavra atmak. Palavralarla
aldatmak. (Özturan, 2014: 73; Özturan, 2014: 203)
Marzıman eşşeğinden kötü olmak: Kafası çalışmadığından bir işi becerememek.
(Çınkır, 2016: 765; Özturan, 2014: 203)
Masraf gapısı açmak: Harcama alanı çıkarmak. (Özturan, 2014: 203)
Maşa dururken elini yakmamak: Zarar göreceği bir işe girişmemek. O işi
başkasına yaptırmak istemek. (Göçer, 2010: 105)
Maşkına bakmak: Sınamak, denemek, ne olacağını görmek için sınavdan
geçirmek. (Çınkır, 2016: 766)
Maşkını almak: Ağzının payını almak. (Çınkır, 2016: 766)
Matemin donunu giymek: Hüzünlü, üzüntülü, sıkıntılı olmak. Örnek: Bizler de
matemin donunu giydik. (Gözükara-Özalp, 2011a: 214)
Mavra atmak: Gevezelik, amaçsızca söyleşmek, palavra atmak. (Çınkır, 2016:
767)
Mavra şişirmek: Havadan sudan konuşmak. (Çınkır, 2016: 767)
Mayası bozuk olmak: Sütü bozuk, ailesi bozuk olmak. (Okumuş, 2006: 168;
Özalp, 2008: 303; Özturan, 2014: 203)
Mayıl mayıl bakmak: Melül mahzun baygın baygın, kendinden geçmişçesine
bakmak. (Bilgin, 2006: 240; Gözükara-Özalp, 2011b: 98; Özalp, 2008: 303; Uzun vd.,
2012a: 351)
Mayil olmak: Şaşırmak. (Ekici, 2005: 152)
Maymala çalmak: Başıboş dolaşmak, işi gücü olmamak. (DS, 2009: 3143;
Özturan, 2014: 203)
Maymun diye getirdik, sırıtmadan gitti: İşe yarayacağı umup getirdik,
beklentilere cevap vermedi. (Çınkır, 2016: 770)
Maymunun gözü açılmak: Bir kez aldatıldıktan sonra ikinci kez aldatılmamak.
Hikâyesi: Bir esnaf, eğitilmiş maymunu cuma namazına giderken iş yerini beklesin diye
gallenin başına bırakır. Fırsatçı biri işyerinden paraları almak için her yola başvurur.
Maymunun kültüründen anladığı için önce başını kaşır. Maymun da kaşır. Ayağını
kaldırır. Maymun da aynısını yapar. Dilini çıkartır. Yine aynısı... Adam eliyle iki
gözünü kapatır. Maymun da aynısını yapar. O arada fırsatçı el çabukluğu ile gallede
bulunan bütün paraları alır, oradan uzaklaşır. Maymun ise hala eliyle gözlerini
kapatmış, mal sahibini bekliyor. Esnaf namazı kılmış. İşyerine gelince maymunu eliyle
gözünü kapatmış vaziyette görür. Galle açılmış, paralar gitmiş. Maymuna tüm hışmı ile
bir tokat atar. Bir hafta sonra aynı fırsatı kollayan uyanık, cuma günü namaz vaktini
bekler. Adam namaza gidince aynı hareketleri yapmaya başlar. Maymun da her hareketi
aynen yapar. İş eliyle gözünü kapatmaya gelince maymun eliyle gözünü iyice açar.
"Pışıkkk..." der gibi yutmadım, der. Bizim uyanık kendi kendine: “Maymunun gözü
açılmış. Buradan bize ekmek yok.” der. (Şirikçi, 2006: 57)
Mazısı galın: İri kemikli, kalıplı. (Özalp, 2008: 303)
Mazman b..undan yumuşak olmak: Karşıdakini tehdit etmek. (Elife Akkurt)
Mecalden düşmek: Halden, takatten düşmek. Örnek: Yine derdim arttı mecalden
düştüm. (Kurt, ?: 132)
Meccimelek gibi: Ufak tefek, zayıf. İnce yapılı, narin. (Özalp, 2008: 303)
Mecikleye mecikleye gitmek: Dört ayak üstünde sürünerek gitmek. (Özturan,
2014: 203)
Mecnun olmak: Deli olmak. Örnek. Mecnun oldum terk eyledim vatanımı.
(Atalay, 2008: 146)
Meddah yetirmek: İş yapmak yerine meddah gibi laf üretmek. Laf edene lafla
katılmak. (Özturan, 2014: 203)
Meftun olmak: Bağımlı olmak. Örnek. Aşkın mecnun olmuş meftun olalı.
(Atalay, 2008: 151)
Mekke faresi/fukarası gibi: Çok fakir. (Çınkır, 2016: 775; Şen, 2006: 108)
Melemir gibi: Ufak tefek, kibar ve narin yapılı. (Çınkır, 2016: 775; Özalp, 2008:
303)
201
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Melemir Hemek: Bir işi eline yüzüne bulaştırmak. İşi isteksiz ve üstünkörü
yapmak. (Polat, 2016: 69)
Melil melil durmak: Mahzun mahzun durmak. (Uzun vd., 2012c: 26)
Memeğinden emmediysem on parmağından emdim: Anası babası dışında insana
çok faydası dokunan, emeği geçen kimselere -yakın aile büyükleri, konu komşu-
söylenir. (Özalp, 2008: 303)
Memo gibi hareket etmek: Ağır hareket etmek. Hikâyesi: Elbistan’da belediye
aracını ikinci vitesten daha yukarı sürmeyen, oldukça ağır hareket eden Memo Ağa, bu
ilçenin sembolü olmuştur. Yavaş hareket eden insanlar için Memo gibi hareket etmek
deyimi halk arasında kullanılmıştır. (Bilgin, 2007b: 119)
Mengilig dokanmak: Geçici süreyle deli olmak. (Özalp, 2008: 303)
Merağı gızmak: Sinirlenmek. (Elife Akkurt)
Merdivenin başında olmak: Yeni evli kızlar hayatın başında olmak, işe daha yeni
başlamak. (Özturan, 2014: 203)
Merkezini aldırmak: Tavını bulmak, iyice ilerlemek, son haddine varmak,
ihtiyaca tam yetmek. Yerini aldırmak, gerekeni gerektiği gibi yapmak, noksansız, tanı
yapmak. (Özalp, 2008: 303)
Mermerde yayılmak: Çok zayıflamak. (Çınkır, 2016: 780)
Mertek gibi: Uzun boylu. (Özturan, 2014: 204)
Mesbu olmak: İtibar edilmek, muteber olmak, sözü geçerli olmak, sorumlu
olmak. (Özalp, 2008: 303)
Meseleme getirmek: Misal vermek. Örnek: Meseleme getirecek olursak senin
işin sonu yaş. (Caferoğlu, 1995: 160; Çınkır, 2016: 781)
Meslek değil kimya: Çok para kazandıran meslek. (Özturan, 2014: 204)
Mesten mesten etmek: Yumuşak yumuşak dokunarak sevmek. (Özturan, 2014:
204)
Mevlit Hacı namazı gılmak: Yavaş hareket etmek. Hikâyesi: Mevlit Hacı isimli
bir adam bir gün Hüsne isminde bir kız kaçırır. Kız gönüllüdür, fakat ailesi
istememektedir. Hüsne’nin ağabeyleri olayı duyar duymaz, Mevlit Hacı’yı dövmeye
gelirler. “Mevlit Hacı nerde?” diye evdekilere sorarlar. Evdekiler: “Namaz kılıyor”
derler. Bunu duyan Mevlit Hacı dayak yememek için namazı uzattıkça uzatır. Fakat
dayak yemekten kurtulamaz. Bu olaydan sonra birisi namazı fazla uzatsa: “Mevlit Hacı
namazı mı gıldın?” denilir. (Polat, 2016: 85)
Mevsiminde para etmek: Bir ürünü mevsiminde satıp para kazanmak. (Özturan,
2014: 204)
Mevsimlik deli: Deliliği belli mevsim gelir, sona geçer. (Özturan, 2014: 204)
Meyil aldırmak: Gönlü kaptırmak, birine âşık olmak. Örnek: Adam bir güzele
meyil aldırırsa böyle kendinden geçip peril peril bakar durur. (Bilgin, 2006: 243)
Meyil vermek: Gönül vermek. Örnek. Her olur olmaza meyil vermez. (Atalay,
2008: 161)
Mezar altından işemek: Rahatsızlık veren bir söz söylemek, ama kendini belli
etmemek, açık olmamak. Karnından konuşmak, içten pazarlıklı olmak. (Çınkır, 2016:
786; Özturan, 2014: 204; Şen, 2006: 108)
Mezarımdan daş çalma da şefaatine ihtiyacım yok: Bana zarar verme yeter,
senden menfaat beklemiyorum. (Özturan, 2014: 204)
Mezarına dut dikmek: Birine gıcık olmak. (Polat, 2016: 69; Temiz, 2005: 100)
Mezhebi geniş olmak: Namus konusunda dikkatli olmamak. (Okumuş, 2006:
168)
Mıdığını mıttırmak: Küsmek. (Çınkır, 2016: 786)
Mıh yülümek: Fırsat vermeyecek şekilde başında beklemek. (Özturan, 2014:
204)
Mıheyt (mukayyet) olmak: Sahip olmak, mukayyet olmak. (Aksu, 2013: 262;
Dalkıran, 2005: 56; Kaya-Kozan, 2003: 118)
Mık gırığı: Çok cimri, kimseye bir şey vermeyen. (Dalkıran, 2005: 56; Özturan,
2014: 204)
Mık gibi: Sağlam. (Özalp, 2008: 304; Özturan, 2014: 204)
Mıklı barut: İş yapmaya istekli. (Özturan, 2014: 204)
202
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Mıllımıcır olmak: Ezilerek karmakarışık olmak. Örnek: Meyveler hep mıllımıcır


olmuş. (DS, 2009: 3185)
Mın mın etmek: Açık konuşmamak, meramını açıkça anlatamamak, eveleyip
gevelemek. (Özalp, 2008: 304)
Mıncırığı çıkmak: Mıncık mıncık olmak. (Çınkır, 2016: 788)
Mıntıka temizliği yapmak: Çevre temizliği yapmak. (Erşahin, 2011a: 75)
Mır olmak: Ölmek, tükenmek, yok olmak. (Özalp, 2008: 304)
Mırın gırın: İstekli isteksiz. (Mercimek, ?: 43)
Mızmız edip durmak: Arı gibi ses çıkarıp rahatsız etmek. (Özturan, 2014: 205)
Midesini daşlamak: Bir köşeye çekilip yemek yemek. (Çınkır, 2016: 789;
Özturan, 2014: 205)
Mimbar gibi: Kolları etli, dolgun. (Özturan, 2014: 205)
Minare gırığı gibi: Çok iri yapılı kimse. (Çınkır, 2016: 792; Özalp, 2008: 304)
Minder atmak, döşşek atmak: Birine nezakette bulunmak. (Erşahin, 2011a: 75)
Minnetçi göndermek: Birine yalvarmak. (Erşahin, 2011a: 75)
Mit senenin adamı/evi: Yılların adamı, çok senenin adamı, yaşlı. Mit senenin
evi, eski ev. (Özalp, 2008: 305)
Mitili çıkmak: Eskimek, çok yorulmak. (Çınkır, 2016: 794; Özturan, 2014: 205)
Mitili Mustafa’ya yıkmak: Geçimi dahil bütün yükünü, sorunlarını birisinin
üstüne yıkmak. (Çınkır, 2016: 794)
Mitili sermek: Bir yere devamlı gitmek. Uzun süre bir yerde kalmak. (Dalkıran,
2005: 56; Özturan, 2014: 205; Şen, 2006: 108)
Mitmit etmek: Çok yavaş davranmak. (DS, 2009: 3206)
Mor şalalak: Yeni yetme, genç, körpe. Örnek: Aman benim guzularım her birisi
mor şalalak. Ne hallarınan büyüttüm, değirmenden un çekerek. (Kaya-Kozan, 2003:
119)
Möhlet gocası olmak: Yük çekmekten, hastalık vs.den dolayı vaktinden önce
yaşlanmak. (Özalp, 2008: 305)
Mucuk gibi: Çok küçük şey. (Özalp, 2008: 305; Özturan, 2014: 205)
Muhanete gısmak: Birinin isteğini yapabileceği halde zorluk çıkartmak,
uğraştırmak, muhanete muhtaç olmak. (Çınkır, 2016: 798)
Muhatereli iş dutmak: Tehlikeli iş yapmak. (Özturan, 2014: 205)
Mum dutturmak: Diken üstünde oturtmak. Örnek: Onunki de iş değil yani
geleceğim diyor gelmiyor, bize resmen mum dutturuyor. (Çınkır, 2016: 799-800;
Özalp, 2008: 305)
Mumbuş nohudu gibi: Ufak tefek, ağzı burnu düzgün çocuk. (Özalp, 2008: 305)
Mundar etmek: Eti yenmez etmek. İşi bozmak. (Özturan, 2014: 206)
Mundar şişmek: 1. Bıçak yetişmeden İslami usulün dışında ölmek. 2. Kötü, pis,
istenilmeyen bir ölümle ölmek. (Özalp, 2008: 305)
Munzuruya indirmek: Birini sıfıra indirmek, varını yoğunu tüketmek. Birinin,
elindekini avucundakini bir şekilde harcayıp bitirmesine, iflasına vesile etmek. (Özalp,
2008: 305)
Murçur gara kömür olmak: Ziyan olmak, tümüyle telef olmak. (Çınkır, 2016:
801)
Musallat olmak: Dadanmak. (Çınkır, 2016: 801)
Musdulluk satmak: 1. Olduğundan başka görünmek, kötü olduğu halde kendisini
iyi göstermeye çalışmak. 2. Hayvanlar ve insanlar, bir tehlike anında ölü gibi görünerek
ölü taklidi yaparak tehlikeyi savuşturmaya çalışmak. (Özalp, 2008: 306)
Muşmula suratlı: Çirkin. (Özturan, 2014: 206)
Muştu olmak: Müjdeli haber gelmek. (Paköz, 2011: 6)
Mut vermek: Ücretsiz vermek. Örnek: Mut verdiysem ben verdim, ona
danışacak değilim ya. (Çınkır, 2016: 802)
Muval vermek: Verim vermek. (Özalp, 2008: 306)
Müjdelik beklemek: Ödül beklemek. (Özturan, 2014: 206)
Müşir Paşa’nın torunu musun?: Senin ayrıcalığın ne? (Özturan, 2014: 206)
Müzevirlik etmek: Bozgunculuk etmek. Laf getirip götürmek. (Özturan, 2014:
206)
203
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Nabza göre şerbet vermek: Birinin hoşlanacağı davranışlarda bulunmak. (Arslan,


2011: 357; Şen, 2006: 109)
Nahır gibi: Çok kalabalık. (Özturan, 2014: 206)
Nahıra girer gibi girmek: Toplu halde birbirini sıkıştırarak girmek. (Özturan,
2014: 207)
Nahırcılık yapıyorum ki sıpanın iyisini seveyim diye: Emelime ulaşayım diye iş
yapıyorum. (Şen, 2006: 109)
Nahırönülüler gibi birbirini ağırlamak: Karşılıklı iltifatlarla birbirinizi
ağırlamayın. (Özturan, 2014: 207)
Nalıncı keseri gibi hep kendine yontmak: İçine dönük keser gibi hep kendi
çıkarına çalışmak. (Özturan, 2014: 206; Şirikçi, 2007: 86)
Nalıncı keseri olmak: Yaptığı işleri kendi çıkarına yapmak. (Okumuş, 2006:
168)
Nalını çekmeye/sökmeye ölmüş eşşek aramak: Zor durumda, sıkışık vaziyette
olan birinin satışa çıkardığı şeyi almak için yok pahasına teklif vermek. (Çınkır, 2016:
808; Çınkır, 2016: 845; Özalp, 2008: 314; Özturan, 2014: 207; Şen, 2006: 109)
Nalları dikmek: Ölmek. (Gökçebey, 1999: 83)
Nallı Fatma: Erkeksi kadın. (Özturan, 2014: 207)
Nallı gatır: Çemkirik, yüzü susuz. (Özturan, 2014: 207)
Namaz gocamak: Namazın vakti çıkmak üzere olmak. (Özturan, 2014: 207; Elif
Pırnaz)
Namazınan arası iyi olmamak: Namazı ara sıra kılmak. (Özturan, 2014: 207)
Namza vurmak: Söz dokundurmak. (Çınkır, 2016: 810)
Narı naçar galmak: Tamamen çaresiz kalmak, hiçbir çaresi kalmamak, bütün
imkanlarını, gücünü kaybetmek. (Özalp, 2008: 307)
Nazar/nazarı kişelemek: Dikkat dağıtmak, dikkatleri başka yere çekmek. Var
olan şeyleri yok göstermek. (Bilgin, 2007a: 19; Özalp, 2008: 307; Özturan, 2014: 207)
Nazara gelmek/uğramak: Göze gelmek. Örnek: Mehmet Bey’i nazara
uğratmışlar. (Çınkır, 2016: 813; Temiz, 2005: 99)
Ne b.. yiyeceğini bilmemek: Ne pislikle uğraşacağını, ne iş tutacağını
bilememek. (Özturan, 2014: 207)
Ne bağırıyorsun lan, d…..ını mı sıkıyorlar?: Çok eziyet çekiyormuş gibi ne
bağırıyorsun? (Özturan, 2014: 207)
Ne diyip de ne söylemek: Çaresizlik içinde kalmak. (Erşahin, 2011a: 75)
Ne emmeye gelir ne gömmeye: Hiçbir işe yaramaz. (Şen, 2006: 109)
Ne eşkisi ne datlısı olmak: Ne kötü tarafı, kötü sözü, sövmesi, küfrü ne kimseye
zararı, iyi tarafı, neşesi olmak. Ne konuşmak ne gülmek ne dostluğu ne düşmanlığı belli
olmak. (Çınkır, 2016: 814; Özalp, 2008: 307)
Ne gızı ver ne düürcüyü küstür: Orta noktayı bul, iki tarafı da küstürme.
(Kapanoğlu, 2009: 79)
Ne güne durmak: Birine yardıma hazır olmak. Örnek: Gız Fatma merak etme sen
biz ne güne duruyoruz. (Erşahin, 2011a: 75)
Ne hana minnet ne hancıya: Kendi başının çaresine bakmak. (Çınkır, 2016: 814;
Özalp, 2008: 307)
Ne has: Nasıl düşünebildin, nereden esti, nasıl oldu da? (Özalp, 2008: 307)
Ne oldum delisi olmak: Görmemiş birine imkan verildiğinde şımarmak, aslını ve
çevresini unutmak. (Çınkır, 2016: 814)
Ne olur ondan doğandan: Doğan da kendisi gibi olur. (Şen, 2006: 109)
Ne öyle ne bir şey, onun niyeti başka: Asılsız sözlerle oyalıyor, esas niyeti
başka. (Özturan, 2014: 208)
Ne söz/şor ne heykat: Ne laf ne hikâye. (Ahmet Yenikale)
Ne Şam'ın şekeri, ne Arap’ın yüzü: Kendi başımın çaresine bakarım, kendi işimi
kendim yaparım. Kimseye muhtaç olmam. (Özalp, 2008: 307; Özturan, 2009a: 221)
Ne vermek ne inkar etmek: Borcunu ne vermek ne de vermeyeceğini söylemek.
(Özturan, 2014: 208)
Ne yer ne yedirir ne babasına rahmet dedirir: Kendine de başkasına da faydası
yok. (Dalkıran, 2005: 50)
204
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Neçe neçe sonra: Çok zaman sonra, nice zaman geçtikten sonra. (Özalp, 2008:
308)
Nefesi tummak: Bebekler, ağlamanın şiddetinden nefes alamaz olmak. Örnek:
Furkan’ın bir ağıda başladığında nefesi tumardı. (Bilgin, 2006: 251)
Nefesine gavi olmak: Nefesi kerametli olmak. Örnek: Gidelim de muska
yazdıralım, onun nefesine kavi diyorlar. (Bilgin, 2007: 184)
Nefsi sinmek: Arzusu içinde kalmak. (Özturan, 2014: 209)
Nefsinden aşağısı olmamak: Kimseyi küçük görmemek. (Özturan, 2014: 209;
Şen, 2006: 109)
Nefsine camış: Nefsine düşkün, aç gözlü, gözü doymayan. (Özalp, 2008: 308)
Nefsine çalmak: Nefsine uymak. (Özalp, 2008: 308)
Nem cüm etmek: Tereddütlü konuşmak, açık açık söylememek. Lafı eveleyip
gevelemek, doğru dürüst cevap vermemek. Açık konuşmamak. Bilmezlikten gelmek.
(Özalp, 2008: 308)
Nen çalmak: Ninni söylemek. (Çınkır, 2016: 817; Erşahin, 2011a: 75)
Nenni diyom olmuyor, hopuş diyom olmuyor, [doluya goysam almıyor boşa
goysam dolmuyor]: 1. Ne yapsam yerini bulmuyor. Ne yapsam yaranamıyorum, takdir
edilmiyorum. Kıymetim bilinmiyor. 2. Ne yapsam ne etsem yola gelmiyor, bir türlü
olmuyor. (Özalp, 2008: 308; Özturan, 2014: 209)
Nenni nenni değirmen daşı gibi avrat: Etli canlı, geniş vücutlu kadın. (Özalp,
2008: 308)
Nerdeyse altına yatmak: Çok alttan almak, çok yağcılık yapmak. (Özturan, 2014:
209)
Neresine yiyor bellisiz olmak: Yemek, ama karnı doymamak, kilo almamak.
(Özturan, 2014: 209)
Neslini gurutmak: Soyunu tüketmek. (Kozan, 2007: 219; Okumuş, 2006: 168)
Nevri dönmek: Rengi değişmek. (Şen, 2006: 109)
Neyin nesi?: Kimlerdenmiş? (Erşahin, 2011a: 75)
Nırgı kesilmek: Kökü kurumak, nesli tükenmek. (Aksu, 2013: 263)
Nikah dakmak: Nikah yapmak, evlenmek. (Özalp, 2008: 308)
Nimet zarınç olmak: Sofrada yemeği bekletmek, yemek üzülmek. (Özturan,
2014: 206)
Nizah çalmak: Haksız olduğu halde hak iddia etmek ve bunu devam ettirmek.
(Özalp, 2008: 309)
Nizanım gelmek: Kesin olarak bilmediğini söylemek, inkar etmek, bilmiyormuş
gibi davranmak. (Özalp, 2008: 308)
Noksanlık yapmak: Yanlış iş, yakışmayan iş yapmak. (Özturan, 2014: 210)
Nucik gibi: İnsanların zayıflık, hastalık, ihtiyarlık sebebiyle küçücük kalması
hali. (Özalp, 2008: 309)
Nuh deyip peygamber dememek: Düşüncelerinde direnmek. (Erşahin, 2011a:
75)
Nuh nebiden galma olmak: Çok eski olmak. (Özturan, 2014: 210)
Numarasını yutmak: Aldatmasına kanmak. (Özturan, 2014: 210)
Nutku uçmak/dutulmak: Şaşırıp kalmak, hayretler içinde kalmak. (Dalkıran,
2005: 56; Şirikçi, 2006: 10)
Nüfus kahadi eskimek: Yaşlanmak, ölümü yakın olmak. (Özturan, 2014: 211)
O ayağını galdırık bu basık: Birbirinin aynısı. (Özturan, 2014: 211)
O b..un sineği olmamak: O işi yapacak kapasitede olmamak. (Özturan, 2014:
211)
O değilden ağız aramak/yoklamak: Çaktırmadan ağız aramak. (Çınkır, 2016:
826; Özalp, 2008: 310)
O değilden bakmak: Hiçbir şeyden habersizcesine bakmak. (Çınkır, 2016: 826)
O değilden sormak: Bilmezden gelerek sorular sormak. (Çınkır, 2016: 826)
O dilleri kendisinden istemek: Şimdi konuştuğu lafları daha sonra hatırlatmak.
(Özturan, 2014: 78)

205
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

O günün behrinde/hökmüne: O günün değerinde, hesabında. O zamanki fiyat


değerine göre. (Caferoğlu, 1995: 166; Erşahin, 2011a: 75; Gözükara-Özalp, 2011b: 72;
Özturan, 2014: 211)
O işte bir hikmet/iş olmak: Yapılan işte bir güzellik olmak, işin içinden başka iç
çıkmak. (Erşahin, 2011a: 75)
O misilli: İyi, temiz, güzel, ne güzel, ne iyi, güzelim. Örnek: Nazar değmiştir
kele o misilli kıza. (Bilgin, 2007b: 184; Çınkır, 2016: 834; Kapanoğlu, 2009: 75; Özalp,
2008: 310; Özturan, 2014: 211)
O nerenin itiymiş: O neci oluyormuş? O bu lafları edecek adam mı? (Özturan,
2014: 211)
O sokak bu sokak gezmek: Her yeri gezmek. (Erşahin, 2011a: 75)
O zamana çıkan canlar övünsün: O ileriki günlere sağ olarak çıkan insanlar bu
güne çıktık diye övünsünler. (Özturan, 2014: 211)
O/it ne bilir bayramı, lak lak içer ayranı: (Çınkır, 2016: 649; Horasan, 1992:
207; KATEDEG, 2012: 78; Şen, 2006: 109)
O…a o…a yatmak: Sorumsuz bir şekilde yatmak. Tembel ve sorumsuz olmak.
(Özturan, 2014: 215)
O…san duyulur: Kısa mesafe, çok yakın yer. (Özturan, 2014: 215)
O…uğu cinli: Sinirli, çabuk parlayan. (Çınkır, 2016: 838)
O…uğu düğümlenmek: Çok korkmak. (Çınkır, 2016: 838)
O…uğunu dutamamak: İleri derecede yaşlanmak. (Çınkır, 2016: 838)
O…uğunun kokusunu duymayım diye eşşeği satmak: Sıkıntısız yaşamak
istemek. Sıkıntılı işe girmemek. (Özturan, 2014: 125-126)
O…uk değmemiş: Yatılmamış, kullanılmamış. (Özturan, 2014: 215)
O…uk tohumu: Çabuk alınan. (Özturan, 2014: 215)
O…unca oması pırtmak: Zayıf, güçsüz, dayanıksız olmak. (Çınkır, 2016: 838;
Özturan, 2014: 215)
Obanın dölü: Elin çocuğu. (Çınkır, 2016: 827)
Ocağı [gar suyu gibi] geçmek: Ailesi, malı, varlığı, her şeyi bitmek. (Özalp,
2008: 310; Özalp, 2008: 311)
Ocağı batmak: Yurdu, yuvası, evi barkı dağılmak, ocağı tütmemek. (Özalp,
2008: 310; Temiz, 2005: 100)
Ocağı kör galmak: Çocuğu olmamak, neslini devam ettirecek biri olmamak.
(Özturan, 2014: 212)
Ocağı tütmez olmak: Ailesi dağılmak. (Ertekin, 1997: 50)
Ocağı yanmak: Evi, ocağı, ailesi yaşamak, devam etmek. (Özalp, 2008: 311)
Ocağına ataş/od düşmek: Çok acı bir durumla karşılaşmak. (Gökçe, 2014: 129;
Özalp, 2008: 311; Uzun vd., 2012b: 372; Uzun vd., 2012c: 175)
Ocağına düşmek: Birinin eline düşmek, aman dilemek. "Ben ettim, sen etme"
demek. Yalvar yakar olmak. (Ertekin, 1997: 50; Kozan, 2007: 219; Özalp, 2008: 311;
Özturan, 2009b: 274; Özturan, 2014: 212)
Ocağında baykuş ötmek: Uğursuz bir şey meydana gelmek. (Irmak: 2013: 209)
Ocağını batırmak/söndürmek: Ailesini, yuvasını dağıtmak. (Gözükara-Özalp,
2011b: 350; Kozan, 2007: 219; Uzun vd., 2012b: 270; Uzun vd., 2012c: 272)
Ocak saymak/sayılmak: Bir şeyi tabu saymak. (DS, 2009: 3265; Okumuş, 2006:
168)
Odun gelip masırık gitmek: Öncesi de sonrası da işe yaramaz olmak. (Özturan,
2014: 212)
Oduna gidene ip, suya gidene gap vermek: Tembel olmak. İşini başkalarına
yaptırmayı sevmek. (Özturan, 2014: 212)
Odunluk suluk, kör yoluk: Her işe yarayan insan, her işi tutan çırak. (Özturan,
2014: 212)
Odunlukta balta sapı bulmak: Uygunsuz yerde uygun olanı bulmak. (Özturan,
2014: 212)
Of deyince tütünü başından çıkmak: Aşırı derecede sıkıntılı olmak, içi yanmak.
(Özalp, 2008: 311)

206
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Oful oful ofulamak: Derin bir üzüntü içinde olmak. (Gözükara-Özalp, 2011b:
80)
Oğlan delisi olmak: Oğlan çocuğuna çok düşkün olmak. (Özturan, 2014: 211)
Oğlan evermedi, gız gelin etmedi: Hayatın başında. (Özturan, 2014: 211)
Oğlan içinde gız eşşek: Uygunsuzluk. (Bilgin, 2007b: 221)
Oğlan mısın, gız mısın?: Getirdiğin haberler iyi mi, kötü mü? (Özturan, 2014:
211)
Oğlanlık dutmak: Havale gelmek, epilepsi olmak, nöbet geçirmek. (Özturan,
2014: 211)
Oğlu gibi evermek, gızı gibi gelin etmek: Çocuk kendisinin olmak, ama
başkasınınmış gibi muamele etmek. (Özturan, 2014: 212)
Oğlumun ç..ü gibi: Beni hiç ilgilendirmez. (Özturan, 2014: 212)
Oğlunu öldürüp ocağına düşmek: Birine muhtaç olmak. (Çınkır, 2016: 829;
Özalp, 2008: 311)
Oğlunun ç..ünün o yanına da bu yanına da: Umurumda bile olmaz. Umurumda
değil. (Özturan, 2014: 212)
Oğşal oğşal yürümek: Şişman insan, kalçasını oynata oynata yürümek. (Çınkır,
2016: 830)
Oğul balı: Oğlun oğlan evladı. Oğlandan türeyen nesil. (Özturan, 2014: 211)
Oğul vermek: Arılar türemek. (Ahmet Yenikale)
Ohum derken b..um demek: Ne söylediğini bilememek. İyi, faydalı sözler
söyleyeyim, nasihatler edeyim derken hep tersini söylemek. Kötü, çirkin, zarar verici
sözler söylemek. Kaş yapayım derken göz çıkarmak. (Özalp, 2008: 311)
Okkası çamdan: Düzeysiz, ağırbaşlı olmayan kimse. (Çınkır, 2016: 831)
Oklava yutmak/yutmuş gibi yürümek: Dimdik yürümek. (Deniz, 2015: 76;
Özturan, 2014: 213)
Oklavadan eli sacaya varmamak: İşi çok yoğun olmak, fırsat bulamamak.
(Çınkır, 2016: 831)
Okrası/ofrası/ufrası gızmak: Canlanmak, ısınmak, konsantre olmak. (Çınkır,
2016: 831; Kaya-Kozan, 2003: 122; Şen, 2006: 109)
Okumadan hoca, yazmadan katip olmak: Okuryazar gözükmek, ama cahil
olmak. (Özturan, 2014: 212)
Okuntu gelmek: Düğün için davetiye gelmek. (Erşahin, 2011a: 76)
Okuntu oğlağı gibi: Malın kötüsü. Örnek: Ne bu böyle okuntu oğlağı gibi, bula
bula koskoca pazarda bunu mu buldun? (Çınkır, 2016: 832; Özturan, 2014: 213)
Okuntusunu ayrı istemek: Kendini ağırdan satmak, değerli biri olduğunu
hissettirmek. (Çınkır, 2016: 832)
Okuyup da gırmızı gayışlı davul mu çalacaksın?: Fazla okumana gerek yok.
(Alparslan-Özturan, 2010: 57)
Okuyup da kör itin gözünü açmak: Okuyup da olmazı oldurmak istemek.
(Özturan, 2014: 212)
Okuyup da müderris (profesör) mi olacaksın?: Fazla okumana gerek yok.
(Alparslan-Özturan, 2010: 57)
Okuyup yükselmek: Okuyup ilmini, mevkiini yükseltmek. (Özturan, 2014: 212)
Okuyup/o…up obaya gelmek, sonradan tövbeye gelmek: Suç işleyen, kötülük
yapan ve bu yüzden memleketini terk eden biri kötülükten vazgeçip tövbe etmek,
memleketine dönmek. (Çınkır, 2016: 832; Özturan, 2009a: 222; Özalp, 2008: 312-313;
Özturan, 2014: 212)
Olanca aklını derdine salmak: Derdinden başka hiçbir şey düşünmemek, her
şeyden elini eteğini çekmek. Örnek: Sabahtan akşama kadar olanca aklını derdine salık,
culluk gibi düşünüp duruyor. (Bilgin, 2006: 256; Çınkır, 2016: 833; Yalman, 1977: 530)
Oldu olacak, gırıldı nacak: Madem bu kadar oldu, zarar da görsek varsın biraz
daha olsun. (Özturan, 2014: 213)
Oldum olası: Kendimi bildim bileli. (DS, 2009: 4614)
Omacını çıkartmak: Ezmek, avuçlamak, deforme etmek. (Çınkır, 2016: 834)
Omaç gibi etmek: Karıştırmak, birbirine karıştırmak, katmak, ezmek. (Özalp,
2008: 311)
207
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Oması pırtmak: Zor yürümek, yaşlı veya rahatsız olmak. Alay etmek için
kullanılır. (Çınkır, 2016: 834; Özturan, 2014: 213)
Omuzu galabalık: Rütbeli asker. (Özturan, 2014: 213)
On doğurmuş Osman anası: Çok sayıda oğlan doğurmuş, kendini naza çeken
kadın. (Özturan, 2014: 214)
On parmağından emmek: Birinden çok fayda görmek, birinin birisi üzerine çok
emeği olmak. (Özalp, 2008: 311)
Ona gelene gadar günün şafağı atmak: İstediği işi ona vermemek. (Çınkır, 2016:
904)
Ondan aşağısı bel soğukluğu: O çok adi adam. Ondan daha adisi zührevi
hastalık. (Özturan, 2014: 214)
Ondan geri galır yeri olmamak: Ondan arkada, geride kalır tarafı olmamak.
Onun gibi, hatta daha fazla olmak. (Özturan, 2014: 214)
Ondan golay ne var: O iş zahmetsizce yapılır. (Erşahin, 2011a: 76)
Ondan gorkacağına garnının gürültüsünden gorkmak: Ondan çekinmemek,
korkmamak. Karnının gürültüsü bile ondan daha çok korkutucu olmak. (Özturan, 2014:
230)
Onu bulana gadar yedi havan dibi delmek: Çocuk sahibi oluncaya kadar çok
zorluk çelmek. (Özturan, 2014: 73)
Onulmaz derde düşmek: Çaresi, devası olmayan hastalığa yakalanmak. (Bilgin,
2007a: 177)
Onun için ağlayan göze yazık olmak: Onun için üzülmeye değmemek. (Özturan,
2014: 65)
Onun işi, dağların gışı: Sorumsuz ve savruk kimse. (Çınkır, 2016: 836; Özturan,
2014: 214; Adem Pırnaz)
Onun sözü, itin o…uğu: Onun sözünü dikkate almaya değmez. (Özturan, 2014:
214)
Onunla altın bulsam bölüşmem: Çok güzel işlerde bile onunla birlikte olmam.
(Şen, 2006: 109)
Ora senin, bura benim: Durmadan gezmek. (Erşahin, 2011a: 76)
Oralı olmamak: Konuşulanlara tepki vermemek, duymazlık etmek. Örnek: Ben
evli barklı adamım desem de hiç oralı olmuyorlardı. (Bilgin, 2007c: 67)
Oraya bakarken buraya bakarken: Sağa sola bakarken. (Erşahin, 2011a: 76)
Oraya gadar okumamak: O konuları bilmemek. (Özturan, 2014: 214)
Orayı burayı gurdalamak: 1. Her tarafı kurcalamak, karıştırmak. 2. Laf, ağız
aramak. Çeşitli konularda sır veya bilgi koparmak için insanları soruşturmak. (Özalp,
2008: 312)
Orta güz: Ekim ayı. (Özalp, 2008: 312)
Ortalığı batırmak: Her yeri berbat etmek. (Bilgin, 2007a: 111)
Ortalığı cingan şovrası gibi gaynatmak: Ortalığı karmakarışık etmek. (Özturan,
2014: 214)
Ortalığı Kel Ali'nin bağına döndermek: Ortalığı karıştırmak, tahrip etmek.
(Çınkır, 2016: 838; Özturan, 2014: 214)
Ortalık birbirine girmek: Ortalık karmakarışık olmak. (Erşahin, 2011a: 76)
Ortalık nohut sapı olmak: Bir yer dağınık olmak. Bir olayın nereden gelip nereye
gideceği bilinmemek. (Çınkır, 2016: 838; Özturan, 2014: 214)
Ortalık toz dumana garışmak: Kavga, kargaşa çıkmak. (Erşahin, 2011a: 76)
Oruç ağız: Oruçlu oruçlu. (Özalp, 2008: 312)
Oruç duttuğuyla bayram etmemek: Arkadaşlığı kalıcı olmamak. Kimseyle
geçinememek. (Arslan, 2011: 347; Özturan, 2014: 215; Şen, 2006: 109)
Osman Konak huylu olmak: Soğukkanlı davranmak. Hikâyesi: Şair Osman
Konak ile şair Cuma Şahin, atışma halinde iken bir anda dinleyiciler arasında “yangın
vaaarrr” nidası yükselir, herkes atışmayı bırakıp yangın yerine gider. Hint horozlarının
kavgası misali atışma halindeki Osman Konak ile Cuma Şahin, bir de bakarlar ki
kahvehanede kimde kalmamış. İster istemez atışmaya son verip yangın mahalline
hareket ederler. Yangın mahalline vardıklarında, bir de ne görsünler yanan ev, Şair
Osman Konak'ın evi. İtfaiye ekipleri olanca gücü ile yangını söndürmeye çalışmaktadır.
208
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Herkes “Şairimize yazık oldu. Bütün emeği boşa gitti. Kocaman eviyle birlikte ev
eşyalarının da bir kısmı yandı, ah! vah!..” deyip üzüntüsünü dile getirirlerken birçokları
da yangınzede Osman Konak'a, “Geçmiş olsun, cana gelen mala gelir.” temennisinde
bulunur. Teselli etmek için kalabalığı yara yara yanına yaklaşıp yüz yüze geldikleri
Osman Konak sanki hiçbir şey olmamış gibi soğukkanlılıkla sinema filmi izliyor, hatta
ara ara da çehresinden tebessüm eksik olmuyor. “Şaşılacak bir durum.” denebilir. Fakat
bu kişinin bir özelliği var, o da ne denecek elbette. Arz edelim; Osman Konak, hoşuna
gideni heybenin ön gözüne, hoşuna gitmeyeni de arka gözüne atanlardan. Bu his ve
duygudaki insanların çok yaşadığı kanısı hakimdir bu toplumda. Osman Konak da o his
ve duyguyu taşıyanlardan. O duygunun sahibi olduğu için telaşa kapılmamakta,
şüphesiz ki bu açılan ekonomik yarayı nasıl saracağının hesabını yapmakta, bu hayali
kurarken de tebessüm etmektedir. Bu tuhaflık karşısında, Afşin'in tanınmış ailelerinden
yakın komşusu ve yakın dostu olan Kurracı Ahmet, öfke ve şaşkınlıkla: “Ne gülüyorsun
ulan? Sersem herif, yanan ev senin evindir. Bizim içimiz kan ağlarken sen yılışıyor,
tebessüm ediyorsun?” demesi karşısında; “Ölü dirilir mi komşu? Olan olmuş.
İtfaiyeciler de sağ olsunlar bütün güçleriyle yangını söndürmeye çalışmaktadırlar. Can
sağ olsun. Çok şükür can kaybımız yok. Bu evi veren de Allah, alan da Allah!.. İçime
atıp da kriz geçirsem, bayılıp düşsem, stresten kendimi kaybetsem daha mı iyi olacak?
Her şeyin başı sağlıktır. İnşallah yeniden bu evi yapar, içine girer, bu sıkıntıyı bir gün
unuturuz.” diye cevap verir. Olay, o günden beri bir “darbımesel” haline gelmiş olup
herhangi bir dramatik olay karşısında soğukkanlı davrananlara, “Osman Konak huylu
adam” denilir. (Göçer, 2004: 86-87)
Osmanlı döküntüsü: Osmanlı askerlerinin savaşta yenilerek parça parça geriye
dönüşünü veya ölmeden geriye dönenlerin perişan hali. Sınırların dışında kalanların,
muhacirlerin perişanlık ve derbederlikle memleketimize gelişlerini de anlatır. (Özalp,
2008: 313)
Ot atıp bıyık gıvıriik: Maraşlı birine “ne yapıyorsun?” diye sorulduğunda bu
kalıp sözle karşılık verilir. (Kapanoğlu, 2009: 88)
Ot atmak: Tütün ve meşe külü karışımını emmek. (DS, 2009: 4618)
Ot yoldurmak: Çok fazla sıkıştırarak iş yaptırmak. (Özturan, 2014: 215)
Otlu köstekli: Yerli yerinde, en güzel, en iyi şekilde. (Özalp, 2008: 311)
Otura otura g.. büyütmek: Fazla hareket etmemekten, çalışmamaktan kalçaları
büyümek. (Özturan, 2014: 215)
Oturağında çıban çıkmak: Düzgün oturmamak. Örnek: Oturağında çıban mı
çıktı? (Özalp, 2008: 313)
Oynadı güldü, yerini buldu: İşi rast gitmek. Kısmeti yolunda olmak, olmazsa da
gelmek. (Özturan, 2009a: 222)
Oyuncak etmek: 1. Bir şeyi oyun haline getirmek. 2. İnsanlarla alay etmek, dalga
geçmek. 3. İnsanları kendi emellerine alet etmek, onlara her istediğini yaptırtmak.
(Özalp, 2008: 313)
Ozok’ta, Bozok’ta böylesini görmemek: Emsalsiz kötü huylu olmak. (Özturan,
2014: 216)
Ödü yarılmak/yırtılmak/patlamak: Ansızın çok korkmak. Örnek: Aslan
öğürtüsünden ödün yırtılır. (Atalay, 2008: 141; DS, 2009: 3314; Gökçebey, 1999: 84;
Sarıyıldız, 2012: 203)
Öğlenin çataçat sıcağında: Öğle vaktinin aşırı sıcağında. (Özturan, 2014: 220)
Öğüdü özünde, parmağı gözünde: Kendi başına buyruk, kimseden fikir almaz,
kemiğini kemirtmez. (Özturan, 2014: 216)
Öğür olmak: Bir şeyin müptelası olmak. O olmadan yaşayamamak. (Polat, 2016:
70)
Öksüz galmak: Annesiz kalmak, annesi ölmek. (Uzun vd., 2012a: 260)
Öküz olmadan göpe s..mak: Yaşının üstünde davranışlarda bulunmak. (Arslan,
2011: 347; Gökçe, 2014: 278)
Öküz öldü, gağnı sındı: Öküz öldü, kağnı kırıldı, ortalık bozuldu. (Özturan,
2014: 217)
Öküze ho, g..üne ko: Öküze öküz. Öküzlüğün ötesine geçemez. Kafası çalışmaz.
Aptal. (Özturan, 2014: 217)
209
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Öküzü sabanı satmak, şora bir yalan gatmak: Abartarak söze yalan katarak
konuşmak. (Horasan, 1992: 208; KATEDEG, 2012: 80; Şen, 2006: 109)
Öküzün altında buzağı aramak: Akla uymayan bahane be sebeplerle suç ve suçlu
bulmaya çalışmak. (Şen, 2006: 109)
Ölçüp dökmek: Uzun uzun düşünmek, plan yapmak. (Özalp, 2008: 314)
Öldü geddi ...: Cümle başına gelip “ölene dek, son anına kadar" anlamı katar.
Örnek: Öldü gitti inadından vazgeçmedi. (Özalp, 2008: 314)
Öldüğünden değil, goz ağacından tabut istiyor: İş yapmayı hiç düşünmediğinden
iş yapmak için çok üst düzey malzemeler istiyor. (Özturan, 2014: 217; Şen, 2006: 109)
Öldürseler ganı akmaz: Çok zayıf. (Şen, 2006: 109)
Ölenin ağıtçısı, galanın öğütçüsü olmak: Duruma göre vaziyet almak. (Özturan,
2014: 217)
Ölgün bişirmek: İyice pişirmek, yumuşacık pişirmek. (Özalp, 2008: 314)
Ölme eşşeğim ölme, [yaz gelince çayır çimen bol olur]: Geleceğe yönelik
vaatlerde bulunmak. (Gökçebey, 1999: 82; Özalp, 2008: 314)
Ölmeye eli değmemek: İş çok olmak, yorgun olmak. (Çınkır, 2016: 845; Özalp,
2008: 314)
Ölmüş olup ağlayanı olmamak: İşi çok kötüye gitmek, ama farkına varıp ah vah
eden olmamak. (Özturan, 2014: 217)
Ölü bey: Çevresine zararı olmayan, parasız bey. (Çınkır, 2016: 846)
Ölü canına değmemek: Ona yapılan iyilik Allah indinde makbule geçmemek.
Öylelerine yapılan iyilik geçmişlerine rahmet olmamak. (Özturan, 2014: 218)
Ölü fiyatına: Yok pahasına. (Çınkır, 2016: 846)
Ölü g..ü parmaklamak: Ölü yıkamak, gassallık yapmak. (Özalp, 2008: 314)
Ölü yemez olmak: Bir yemek çok lezzetli olmak. (Çınkır, 2016: 846)
Ölümden öte yol olmamak: Davasından, uğraşından asla vazgeçmemek.
(Özturan, 2014: 218)
Ölümlük dirimlik: Yaşlılıkta kullanılmak üzere saklanan para. (Özturan, 2014:
218)
Ölümü gösterip ısıtmie mum etmek: Çok zararı gösterip az zarara razı etmek.
(Özturan, 2014: 218)
Ölümün gözünü sevmek: Başındaki hal ölünden daha kötü olmak. (Özturan,
2014: 218)
Ölüne ağlatmaz, dirine söyletmez: Çıkardığı gürültü ile insana rahat vermeyen
evcil hayvanlar için söylenir. Aksi insanlar için de kullanılır. (Çınkır, 2016: 846)
Ölünün çamaşırı gibi ağzı aşşağı sermek: Bir işi ters yapmak. (Sultan Pırnaz)
Ölünün g..üne ösa sokar gibi: Kabalık. (Özturan, 2014: 218)
Ölüp gitse de baygınlık vermemek: Ne kadar zor durumda olsa da bozuntuya
vermemek. (Özturan, 2014: 218)
Ölüp gitse de guyruğu dik gitmek: En kötü duruma düşse de kimsenin yardımını
istememek. (Çınkır, 2016: 846; Özturan, 2014: 219)
Ölüsü de dirisi de beş guruş etmemek: Değersiz olmak. (Özturan, 2014: 219)
Ölüsü ölmüşe benzememek: Cenazesi varmış gibi durmamak, gülerek
konuşmak. (Özturan, 2014: 219)
Ölüyü güldürür olmak: Çok komik olmak. (Özturan, 2014: 217)
Ömrünü özünü yemek: Birine rahatsızlık vermek. Birinin başının etini yemek.
Örnek: Geberesice, benim ömrümü özümü yedi. (Bilgin, 2007c: 105)
Ömrünü tüketmek: Birine akla hayale gelmedik rahatsızlık vermek. (Çınkır,
2016: 846)
Ömrünü vermek: Yıllarını feda etmek. (Gökçebey, 1999: 84)
Ömür çürütmek: Uzun zaman emek vermiş olmak. (Kozan, 2007: 219; Körük,
2005: 34; Okumuş, 2006: 168)
Ömür düşmanı/törpüsü: Hayatı zora sokan, hayatı yaşanmaz hale getiren.
(Gökçebey, 1999: 84; Özturan, 2014: 219)
Ön safta namaz gılmak: Ön safta namaz kılmak, ama dine pek de uymayan
hareketleri olmak. (Özturan, 2014: 220)

210
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Önaa vermek: Dayanak vermek, destekleyerek yıkılmasını önlemek. (A. E.


Paköz, 2013: 305)
Önü darı/gavurga gavurur, arkası harman savurur: Ön tarafı sıcak, arka tarafı
soğuk. (Özalp, 2008: 311; Şen, 2006: 109)
Önü sıra gitmek: Aklı sıra gidip yumuşatmak. (Özturan, 2014: 219)
Önünden yağlamak, arkasından galaylamak: Birini yüzüne karşı övmek, ama
arkasından eleştirmek. (Adem Pırnaz)
Önüne dağlar dayanmaz olmak: Bir şeye güç yetirememek. (Erşahin, 2011a: 76)
Önüne gatmak: Kovalamak. (Özturan, 2014: 220)
Önüne halı yazmak, ardına guyu gazmak: Birinin yüzüne iyi davranıp
arkasından kötülük düşünmek. (Çınkır, 2016: 848)
Önüne somun atmak: Kendisine yalakalık yapması için birine sahte iyilik
yapmak. (Yahya Özdemir)
Öpmedik g.. goymamak: Herkesin ayağına gitmek, herkese yalvarmak. (Adem
Pırnaz)
Ör dutmak: Aygır kısrakla çiftleşmek. (DS, 2009: 3352)
Ör kök: Soy sop. (Özalp, 2008: 315)
Örceleş olmak: Musallat olmak, ısrarcı olmak, kene gibi yapışıp bırakmamak,
vazgeçmemek. (Özalp, 2008: 315)
Örken olmuş öküz gibi öksürmek: Çok öksürmek. (Özalp, 2008: 315)
Örkünü uzatmak/uzun etmek: Birisinin yetkisini artırmak. Belli oranda serbest
bırakmak. (Çınkır, 2016: 851; Özalp, 2008: 315)
Örlü köklü olmak: Soylu soplu olmak. Belli, tanınmış bir aileye mensup olmak.
(Özalp, 2008: 315)
Örtbasır/örtbastır etmek: Bir suçu, ceza verilmesi gereken işi kapatmak. Suçu,
hatayı, kusuru örtmek, örtbas etmek, saklamak, gizlemek. (Özalp, 2008: 315; Özturan,
2014: 219)
Örü kökü belli yerden gız almak: Bilinen, sayılır, saygın aileden kız almak.
(Özalp, 2008: 315)
Örük örük yığmak: Lafı tekrarlamak. (Polat, 2016: 70)
Örüp yığmak: Yalanlı yanlışlı konuşmak, dayanaksız, temelsiz konuşmak,
saçmasapan konuşmak. (Çınkır, 2016: 853)
Öşün aydınlanması: Havanın aydınlanması. Örnek: Öş aydınlanmadan
değirmene varmalıyız. (Çınkır, 2016: 853)
Öşün çökmesi: Havanın kararmaya yüz tutması. Örnek: Öş çökmeden evin
yolunu tutmalısın. (Çınkır, 2016: 853)
Öte bağırmak, beri bağırmak: Sağa sola bağırmak. (Erşahin, 2011a: 76)
Öte etmek, beri etmek: Çıkar yol bulamamak. Düşünüp durmak. (Erşahin,
2011a: 76)
Öte git diyen olmamak: Karışanı olmamak. (Özturan, 2014: 219)
Öteberi almak: İhtiyaç giderecek alışveriş yapmak. (Özturan, 2014: 219)
Öteberiyi ariye vermek: Malzemeyi ziyan etmek. (Ömer Kalaylı)
Öteden beriden gonuşmak: Dedikodu yapmak. (Özturan, 2014: 219)
Öten gağnıya binmek: Zenginlerin, güçlülerin yanında bulunmak. Onların
tarafını tutmak, onların adamı olmak. (Çınkır, 2016: 855; Özalp, 2008: 315)
Ötesi olmamak: Korkulacak bir şey göze alınmak. Örnek: Ben dağa gideceğim,
ötesi var mı? (Çınkır, 2016: 855)
Ötüm derken g..üm demek: Dengesiz konuşmak. (Elife Akkurt)
Ötürük olmak: İshal, sürgün olmak. Örnek: Çocuk ötürük olmuş, ortalığa ötürüp
durur. (DS, 2009: 3361; Özalp, 2008: 316)
Ötürüklü geçi gibi: Sağlıklı değil. (Özturan, 2014: 220)
Övek/öveklik etmek: Acele etmek, acelecilik etmek. (Özalp, 2008: 316; Özalp,
2008: 346)
Öyle edip böyle edip razı etmek: Karşıdaki kimseyi bir şekilde ikna etmek.
(Erşahin, 2011a: 76)
Özrü gabatahinden büyük olmak: Bir kabahat için özür dilerken daha büyük
kabahat işlemek. (Adem Pırnaz)
211
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Özü bayvermemek: Katlanmamamak, iç kaldırmamak. Örnek: Zavallının özü


bayvermedi. (Çınkır, 2016: 858)
Özü dövmemek: Acıya dayanamamak, yapmaya ya da bakmaya cesaret
edememek, kıyamamak. (DS, 2009: 3375)
Özü gövünmek: İçi kıpırdamak. Örnek: Sesi güzeldi ve özü gövünerek söylerdi.
(Gökçe, 2014: 115)
Özü olmamak: Acıya dayanıklı olmamak. (Özturan, 2014: 220)
Özüne ateş atmak: İçine sıkıntı düşmek. (Temiz, 2005: 100)
Özünü yakmak: İçini yakmak. (Gözükara-Özalp, 2011a: 92)
Pabucunu eline vermek: İşine son vermek, kovmak. (Özturan, 2014: 55)
Pabuç pahalı olmak: İşin sonu kötü olmak. (Özturan, 2014: 56)
Paçavrasını çıkartmak: Çok söz söyleyerek bozmak. Yalanını ortaya çıkarmak.
(Özturan, 2014: 220)
Padişahın devesi de yalın: Yalınlık sade bize mahsus değil. (Özturan, 2014: 220)
Padişahın kütüğünde yazılı olmak: Bir kimsenin, toplumun iyi veya kötü halleri
herkesçe bilinmek, meşhur olmak. Örnek: Bizim köyün Halk Partililiği padişahın
kütüğünde yazılı. (Özalp, 2008: 317)
Padişahın püsküllü oğlağı olmak: Ayrıcalığı olmak. (Özturan, 2014: 220)
Paf çıkmak: Bekleneni vermemek. (Özturan, 2014: 220)
Paful puful yemek: Çok acele ve ağzı çok doldurarak sesli sesli yemek yemek.
Ağız çok dolu olduğu için nefes almakta zorlanarak yemek. (Özalp, 2008: 317)
Pahalıya mal olmak: Masraflı olmak. (Okumuş, 2006: 168)
Palas pandıras: Hazırlıksız bir şekilde. (Özturan, 2014: 220)
Palavara boyu yetmemek: Küçük olmak, kısa olmak. Gelinlerden, gelin
geldikleri eve gelin olarak ilk defa girerlerken kapının palavarına bir miktar tereyağı
yapıştırması istenir. Bunun anlamı, gelin geldiği eve, palavara yapıştırdığı yağ gibi
yapışması, yabancılık çekmemesi veya aileyi benimsemezlik etmemesidir. Bazı
gelinlerin yaş küçüklüğü dolayısıyla palavara boyu yetmez. (Özalp, 2008: 317)
Palazı çıkmak: Yorgunluktan yere serilmek. (Çınkır, 2016: 860; Kaya-Kozan,
2003: 125)
Palazlanıp gelmek: Hızlanıp gelmek, koşarak yelyepelek, düşe kalka, hınçla,
hırsla gelmek. (Özalp, 2008: 317)
Paldır küldür: Nizam, intizam, usul erkân olmadan. (Özturan, 2014: 220; Tüten,
1999: 93)
Pampal pay etmek: Parça parça etmek, küçük parçalara bölüp ortadan kaldırmak.
Kısa zamanda paylaşmak. (Özalp, 2008: 317)
Pamuk gibi: Çok yumuşak. (Çınkır, 2016: 861)
Pamuk ipliği ile bağlı olmak: Bağları zayıf olmak. (Özturan, 2014: 221; Fatih
Çevik)
Pamuk şiltesi gibi: Çok saf. (Özturan, 2014: 221)
Pançuk punçuk etmek: Sinirlenerek parçalamak. (Özturan, 2014: 221)
Pandılı düşük: Elbisesi düzensiz, üzerine oturmamış. (Özturan, 2014: 221; Şen,
2006: 110)
Pandır palas: Apar topar. (Çınkır, 2016: 862)
Para ağzını galdırmak: Para kendisini havalandırmak. (Özturan, 2014: 221)
Para gırmak: İyi para kazanmak. (Özturan, 2014: 221)
Para isteme benden, buz gibi olurum senden: Benden para isteyenle dostluğu
bozarım. (Dalkıran, 2005: 50; Özturan, 2014: 221; Şen, 2006: 110)
Para peşin, gırmızı meşin: Veresiye olmaz, para peşin olacak. (Özturan, 2014:
221)
Para tuzağı: Sırf para kazanmak için yapılmış iş. (Özturan, 2014: 221; Şen,
2006: 110)
Para yedirmek: Birine ekonomik tasarrufta bulunmak. (Şirikçi, 2008: 146)
Para zoruyla: Yapılamayacak işi para sayesinde yapmak. (Özturan, 2014: 221)
Paradan yıkılacağı galmamak: Çok zengin olmak. (Erşahin, 2011a: 76)
Paranın kokusunu almak: Para olduğunu anlamak. (Özturan, 2014: 221)

212
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Paranın turşusunu gurmak/vurmak: Para harcamamak, cimri davranmak. (Şeref


Dere)
Paranın ucunu görmek: Paranın geleceğini fark etmek. Kazancı görmek.
(Özturan, 2014: 222)
Parası çoksa b..a verip yemek: Para ile her şeyi yaptıracağını sanmak. Parası
olup şımarık hareket etmek. (Özturan, 2014: 222)
Parasını it ölüsü sürüyerek gazanmak: Hikâyesi: Yıl 1918. İt ölüsü sürüyerek
para kazanma olayı Kahramanmaraş'ta yaşanır, durum şöyle seyreder: Hacı Ahmet
Zaloğlu ve kardeşi Hacı Mehmet Zaloğlu Maraş’ta tüccardırlar. Meşhur Tuzcu Han
kendilerine aittir. Olacak ya, bir gün sabahleyin dükkana vardıklarında mağazalarının
önünde bir it ölüsü. Hacı Ahmet Efendi, etraftakilere “Bu it ölüsünü sürüyüp çöpe atana
bir sarı lira vereceğim (Sarı lira altın).” der. Hiç ses yok. Ar ve diğer deyimle onur
meselesi yaptıkları kendiliğinden anlaşılmaktadır. Kimse bu güzel ödüle talip olmaz.
Temiz ve güzel elbise giyinmeye özen gösteren, o gün kürkünü de giyen Hacı Ahmet
Efendi’nin önüne dikilen kardeşi Hacı Mehmet, “Abi bunlar bu it ölüsünü sürümeyi ar
etmekte, onur meselesi yapmaktadırlar. Baksana hiç gelen olmadı. Atalarımızın ‘Ar
eden, kâr etmez.’ sözünü ya duymamışlar ya da bu altından daha kıymetli söze
uymamaktadırlar. Bu işe ben talibim.” der. Bir çuval alır. Köpeğin başından geçirip
gövdesine doğru çektiği gibi sürüyüp arkadaki çöplüğe atıp geldikten sonra, “ver sarı
lirayı” der. Oğlu İsmail'i çağırır. “Şu parayı al. Handa çalışan hamallar başta, tüm
dükkan komşularımıza bugün öğle yemeği ziyafeti çek.” talimatı verir. Emir yerine
gelmiş, yemek faslı başlamıştır. O anda lokantaya giren Hacı Mehmet Zaloğlu, topluca
yemek yiyen dostlarına şöyle seslenir: “Yiyin, yiyin kardeşler yiyin. Ben bu yemeğin
parasını it ölüsü sürüyerek kazandım, helaldir yiyin.” Bu ibret verici olay anılar içine
girmiş, o yıllardan beri unutulmamış, yeri ve zamanı geldiğinde söylenip gülüşülmeye
devam edilmektedir. (Göçer, 2004: 132-133)
Parasını koklatmamak: Durumunu, varlığını kimseyle paylaşmamak. (Özturan,
2014: 222)
Parasıyla rezil olmak: Parasını yerinde kullanamamak. Parasıyla perişan olmak.
(Özturan, 2014: 222)
Parasıyla şeker yemek: Kendisini üzmemek. Kendi parasını istediği gibi
harcamak. (Özturan, 2014: 221)
Parasızlığı sevilmek: Bazı insanlar parasızken mütevazi olur, bu haliyle sevilir.
Zenginlikte şımarık davranır, sevilmez olur. (Özturan, 2014: 53)
Paraya para dememek: Çok zengin olmak. (Şirikçi, 2008: 146)
Paraya tapmak: Parayı çok sevmek, parayı öne çıkararak iş yapmak. (Özturan,
2014: 222)
Parayı denize atmak: Parasını boş yere harcamak. (Şirikçi, 2008: 147)
Parayı gabırına götürmek: Para harcamamak, cimri olmak. (Özturan, 2014: 222)
Parayla arası iyi olmamak: Paraya değer vermemek, para umurunda olmamak.
Cimri olmak. (Özturan, 2014: 222)
Parayla gardaş olmak: Parayı çok sevmek. (Özturan, 2014: 222)
Parayla top oynamak: Çok zengin olmak. (Adem Pırnaz)
Parça pinçik etmek: Kırıp dökmek, parçalamak. (Çınkır, 2016: 863; Mercimek,
?: 15; Özturan, 2014: 222)
Parmağına dolamak: Birini oynatmak, kullanmak. (Özturan, 2014: 56)
Parmağını verse ısırmamak: Çok terbiyeli, uysal, efendi, sakin olmak. (Elife
Akkurt)
Parmağını verse ısırmamak: İyi huylu, sessiz olmak. Hak aramasını bilmemek.
(Özturan, 2014: 57)
Parmağıyla gözünü çıkartmak: Kısmetini tepmek, kendi kendine zarar vermek.
(Özturan, 2014: 57)
Parmak atmak: İlgilenmek. (Özturan, 2014: 57)
Parmakla gösterilecek adam etmek: Birini çok değerli bir konuma getirmek.
Örnek: Hollandalı, Karaca’ya “Seni parmakla gösterecek adam ederim.” dedi. (Halil
Çevik)

213
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Parmakla gösterilmek: Çok öne çıkmak. İdeal insan, örnek gösterilir olmak.
(Karalar, 1998: 62; Özturan, 2014: 56; Faruk Zülkadiroğlu)
Partı yarılmak: Karnı yırtılmak, karnı deşilmek. Örnek: Şu huysuz öküzü
keselim, geçen sene sarı inekle buzağısının partını yardıydı. (Bilgin, 2006: 267; Özalp,
2008: 318)
Partutuş/pırnı tutuş olmak/olmamak: Gelen veya gelecek olan bir zarardan,
tehlikeden korunmak için çok acele harekete geçmek. Heyecana kapılmak,
kaygılanmak, tasalanmak. (Çınkır, 2016: 874; DS, 2009: 3405; Kılıç, 2008: 174; Özalp,
2008: 318; Özturan, 2014: 222; Sultan Pırnaz)
Pasaportunu eline vermek: Kovmak. (Özturan, 2014: 222)
Paşa mayası gibi: Etine dolgun. (Özturan, 2014: 222)
Patetis elemek: Lüzumsuz konuşmak. Örnek: İşi yok akşama kadar car car
patetis eliyor. (Çınkır, 2016: 865)
Patır kütür gonuşmak: Patavatsız konuşmak. (Özturan, 2014: 222)
Patırdı çıkarmak: Gürültü çıkarmak. (Özturan, 2014: 223)
Patıspanya gibi: Düzgün etli. (Özturan, 2014: 223)
Payas'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak: Hazır iş güç varken ve
yeterince kazanılıp ihtiyaç karşılanırken beğenmeyip yeni bir iş peşine düşmek ve bu
yeni işi elde edemeyip veya başaramayıp öbür işi de kaybetmek. (Özalp, 2008: 318)
Pazara batman mı ulaştıracaksın?: Acele etmenin ne gereği var? (Özturan, 2014:
62)
Pel pel bakmak: Baygın baygın, masum masum bakmak. (Gökçebey, 1999: 84)
Pendir ekmek, aba köynek: Dünyamız yerinde değil. Yediğimiz peynir ekmek,
giydiğimiz aba köynek. (Özturan, 2009a: 246; Özturan, 2014: 208; Şirikçi, 2006: 171)
Penes gibi düşmek: Değeri, itibarı düşmek. (Özalp, 2008: 318)
Per per bakmak: Gözü açarak, avanak avanak, avanakça bakmak. Hiçbir şey
yapmadan, hiçbir şeye karışmadan durup öylece bakmak, bakakalmak. (Özalp, 2008:
318)
Peram peram olmak: Darmadağın, parça parça olmak. Örnek: Çok kalabalık bir
kabileydiler. Gıran girmiş gibi peram peram olup dağıldılar. (Bilgin, 2006: 268; Özalp,
2008: 318)
Perpi tanesi gibi gözünden yaş dökülmek: Çok fazla ağlamak. Gözünden yaş
damla damla akmak. (Özturan, 2014: 223; Şen, 2006: 110)
Pers/perse olmak: 1. Yüzükoyun düşerek yüzü gözü berelenmek, ezilmek. 2.
Paylanan kimse terslenmek, dikleşmek. Örnek: İtin dölünü kovalayım derken ayağım
ayağıma dolaştı pers olup ağzımı burnumu kanattım. (Bilgin, 2006: 268; DS, 2009:
3434)
Persengi bozulmak: Zarar görmüş olmak. Rengi, görüntüsü bozulmak. İnsan,
hayvan, bitki, ölü için rengini, durumunu kaybetmek. Performansını, canlılığını
yitirmek. (Özalp, 2008: 318)
Persi çıkmak: İçi dışına çıkmak, ters yüz olmak. Örnek: Minbarı yemez olaydım,
kusa kusa kursağımın persi çıktı. (Bilgin, 2006: 268)
Pervaz açmak: Kanat açmak, kanatlanıp uçmak, göçmek. Örnek: Leylekler
göçmeyi kararlaştırıp pervaz açmışlar. (Bilgin, 2006: 268; Özalp, 2008: 318)
Pıhadan gülmek: Aniden gülmek. (Şen, 2006: 110)
Pılısını pırtısını toplamak: Eşyalarını toplamak. (Özturan, 2014: 223)
Pıllık pıllık ağlamak: Gözlerinden yaşlar dökerek ağlamak. Örnek: Pıllık pıllık
ağladım da derdin nedir diye soran olmadı. (Çınkır, 2016: 874)
Pırnı pırnı olmak: Bir gurubun içerisinde kısa sürede gözden kaybolmak. (Elife
Akkurt)
Pıtı sınmak: Ümidi kesilmek, ümitsizliğe düşmek. Manen çökmek, maneviyatı
bozulmak. İsteğini, gücünü kaybetmek. (Özalp, 2008: 319)
Pıtık pıtık olmak: Tavlanmak, etli canlı olmak. (Özalp, 2008: 319)
Pilava gaşık sokmak: Evlenme isteğini belirtmek. (Ertekin, 1997: 87)
Pinçik pinçik eylemek: Küçük küçük parçalamak. (Aksu, 2013: 264)

214
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Pirpirim gibi: Arka arkasına, aralıksız, sürekli. Örnek: Ne pirpirim gibi


akıtıyorsun, derdini söyle de bana ne edeceksem edeyim. (Bilgin, 2006: 271; Özalp,
2008: 319)
Pis boğaz: Çok yiyen, bulduğunu yiyen. (Özturan, 2014: 223)
Pis meret: Kötü insan. (Özalp, 2008: 319)
Pis pisi olmak: Varlık içinde yokluk çekmek, cimri olmak. (Elife Akkurt)
Pisi pisine: Hiç yere. (Özturan, 2014: 223)
Pisini yutmuş gaz gibi süzülmek: Dimdik, hareketsiz durmak, somurtmak.
İnsanlarla ilgilenmeden, kimseyle konuşup gülmeden, asık bir yüzle durmak. (Özalp,
2008: 319)
Pisini yüzüne suvamak: Birinin suçlarını, pisliklerini, kötülüklerini suratına
çarpmak. (Özalp, 2008: 319)
Piskevit çocuğu: Nazik, narin, hanım evladı çocuk. (Çınkır, 2016: 878)
Pislene gislene gitmek: Suçlu gibi, suçluluk hissi duyarak, görünmek
istemiyormuş gibi gitmek. (Özalp, 2008: 319)
Pof pof pofulamak: Sokranarak nefes almak. (Özturan, 2014: 223)
Polasız yumurtlamak: Asılsız şey söylemek, olur olmaz şeylerden bahsederek
konuşmak. (Çınkır, 2016: 879)
Posta atmak: Meydan okumak. (Özturan, 2014: 223)
Pot gırmak: Beklenmedik bir hata yapmak. (Kozan, 2007: 219)
Poyrazdan alıp yele vermek: Emek vermeden kazanmak, ama hesapsızca elden
çıkarmak. (Çınkır, 2016: 881)
Pöçü pöçü/puçu puçu etmek: Yaltaklanmak, eyvallah etmek. Birine dalkavukluk
etmek, yağcılık, yalakalık etmek. Birinin önünde eğilmek, övmek, pohpohlamak.
(Özalp, 2008: 320)
Pöhneği bozulmak: Aslı ortadan kalkmak. Orijinal yapı bozulmak. (Elife
Akkurt)
Punduna düşürmek/getirmek: Fırsatını, boşluğunu yakalamak. (Çınkır, 2016:
883; Özturan, 2014: 224)
Püsen püsen yağmak: Yağmur yavaş yavaş, ara ara yağmak. Ahmak ıslatan
yağmurunun yağma şekli. (Özalp, 2008: 320; Özturan, 2014: 224)
Püsküllü bela olmak: Büyük sıkıntı vermek. (Körük, 2005: 34)
Püsküllü dert: Büyük bela. (Yalman, 1977: 530)
Püsüğe püs demek, gönlüne hüs demek: Canı gönülden istediği bir şeyden
vazgeçmek. (Çınkır, 2016: 886; Özturan, 2014: 224)
Püsüğü çuvala/torbaya goymak: Aşırı derecede korkmak. Korkudan sesini
kesmek, bir kenara çekilmek, sinmek, ortadan kaybolmak. (Özalp, 2008: 319; Özturan,
2014: 224; Şen, 2006: 110; Elife Akkurt)
Püsük çenedi ayırmak: Rakibe veya muhatabına daha işin başındayken gözdağı
vermek. Örnek: Aynı zamanda evlenen iki arkadaştan biri hanımına her dediğini
yaptırırken diğeri tam tersine hanımının dediğini tutar olmuş. Bir gün kılıbık olan bunu
nasıl becerdin diye sorunca öteki, gerdek gecesi götürdüğüm pisiğin çenedini ayırıp
attım bir tarafa. Ondan korkmuş olacak ki her gün, her dediğimi itirazsız yapar oldu
demiş. Bizim kılıbık da hemen bir pisik bulmuş ve akşam odalarına girer girmez, pisiğin
çenedini ayırıp atmış bir kenara. Amma hanımı gürlemiş, geçti Bor’un pazarı sür
eşeğini Niğde’ye. (Bilgin, 2006: 271-272; Özalp, 2008: 319)
Püsük gadar garnı olmak: Çok az yemekle doymak. (Özturan, 2014: 224)
Püsük gibi olmak: Uysal, sakin olmak. (Ahmet Yenikale)
Püsük guranı okumak: Yalan yanlış gerekçelerle bir şeyi açıklamak. (Çınkır,
2016: 886-887)
Püsük o…uğu: Varlığı ha var ha yok. (Özturan, 2014: 224)
Rabbi yesirde üç yanlışı var, Cami-i Ümmiye'de imam beğenmez: En küçük bir
ibareyi okuyamaz, ama hiçbir hocayı, hiçbir alimi beğenmez. (Özalp, 2008: 321)
Rafa galdırmak: Konuşulan konunun üstünü kapatmak. (Adem Pırnaz)
Rahatlık g..üne batmak: Rahatlıktan rahatsız olmak, rahatlığın kıymetini
bilmemek. (Özturan, 2014: 224)
Raporlu deli: Hastaneden onaylı akıl hastası. (Özturan, 2014: 224)
215
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Remil atmak: Bir çeşit fal bakmak. (Özturan, 2014: 225)


Remile bakmak: Fal bakmak. (Erşahin, 2011a: 76)
Resmiyetten hoşlanmamak: Ciddi olmayı sevmemek. (Okumuş, 2006: 168)
Rezillik çıkarmak: Hoşa gitmeyen davranışlar sergilemek. (Erdem-Kirik, 2011:
457)
Ruhu dolaşmak: Ruhun varlığını hissetmek. (Özturan, 2014: 225)
Ruhuna bağışlamak: Ruhuna hediye etmek. (Özturan, 2014: 225)
Ruhunu incitmek: Ölünün aleyhine konuşmak. (Özturan, 2014: 225)
S.. da yerine yat: Haddini bil, yapamayacağın işin peşine koşma. (Özalp, 2008:
325)
S..amaz ite döndürmek: Çok zor duruma sokmak, zor durumda bırakmak.
(Özturan, 2014: 232)
S..e bedellik: Haraç. Güçlü birinin gücüne güvenerek zorla aldığı şey. Güce,
zorbalığa bedellik. Gücün, zorbalığın karşılığı, hakkı. (Özalp, 2008: 327)
S..e sürtecek akıl olmamak: Hiç akıl olmamak. (Özalp, 2008: 327)
S..ıp batırmak: Rezil etmek. (Özturan, 2014: 232)
S..i g..üne denk gelmek: İşleri yolunda olmak. (Özalp, 2008: 327)
S..i g..üne/gıçına denk, daşşakları trampet çalıyor: İşleri yolunda, tıkır tıkır
yürüyor. (Özalp, 2008: 327; Faruk Zülkadiroğlu)
S..i hıyar yemek: Birinin her istediğimi yapmak, yapmaya mecbur olmak. Özalp,
2008: 327)
S..inin derdine düşmek: Kocasından bulamadığını gayr-i meşru ilişkide bulmak.
(Adem Pırnaz)
S..tı Cafer bez getir, tırlatmadan tez getir: İşler birbirine karıştı. (Faruk
Zülkadiroğlu)
S..tığı yere gadar govalamak: Birini, peşini bırakmamacasına kovalamak,
sözünün sonuna kadar takip etmek. (Özalp, 2008: 325; Özturan, 2014: 232)
Saat gaçı dövüyor?: Saat kaç? (Çınkır, 2016: 891)
Sabah seni de görrük: Şimdi atıp tutuyorsun, ama yarın senin başına gelirse seni
o zaman görürüz. (Özturan, 2014: 226)
Sabahı bulmamak: Gün doğmadan olacak meydana gelmek. (Özturan, 2014:
226)
Sabahı diri dutmak: Gece hiç uyuyamamak, hiç uyumadan sabahı etmek,
uykusuz sabahlamak. (Özalp, 2008: 322)
Sabahın köründe: Sabahın bu kadar erken vaktinde. (Özturan, 2014: 226)
Sacağı gıçı olmak: Bir arada olmak, güç birliği yapmak. (Özturan, 2014: 226)
Sacayı ataşa atmak: Çok kızmak. (Çınkır, 2016: 109)
Saç yolmacı çıkarmak: Kadınlar arasında kavga çıkmak. (Özturan, 2014: 226)
Saçı Mersin ipeği: Saçı yumuşak ve güzel. (Özturan, 2014: 226)
Saçı uzun, aklı kısa: Kadın. (Şen, 2006: 110)
Saçını/sakalını değirmende ağartmak: Yaşlandığı, saçı sakalı beyazladığı halde
akıllıca hareket etmemek, aklını başına toplamamak, yaşına uygun davranmamak,
delidolu hareket etmek, kaba, kırıcı, terbiyesiz olmak. (Özalp, 2008: 322; Özturan,
2014: 227)
Saçıp savurmak: Bol bol harcamak, rastgele dağıtmak, sonuna kadar bitirmek.
(Özalp, 2008: 322; Özturan, 2014: 227)
Safız dedi isek gözü küllü demedik: O kadar enayi değiliz. (Faruk Zülkadiroğlu)
Sağı solu gurdalamak: Etrafı karıştırmak, olan bitene burnunu sokmak. (Özturan,
2014: 225)
Sağlam ayakkabı olmamak: Çürük, bozuk insan olmak. (Özturan, 2014: 225)
Sağlığını almak: Haberini olmak. (Özturan, 2014: 227)
Sağmen gezmek: Boşu boşuna dolaşmak. (Çınkır, 2016: 896)
Sağmen gitmek/salmak: Düğüne gelin getirmeye giden erkekler, gelin alayı.
(Ekici, 2005: 37; Uzun vd., 2012b: 283)
Sahip çıkan olmazsa benim: Sahipliğini dolaylı yoldan anlatmak. (Özturan,
2014: 226)
Sak durmak: Kendini korumak, uyanık olmak. (Çınkır, 2016: 898)
216
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Sakalı ağ olmasına rağmen sözü dutulmamak: Sakalı ağarmak, çok fazla


tecrübesi olmak, ama kendisine itibar edilmemek. (Özturan, 2014: 227)
Sakalı yerine bağlamak: Yaşın veya saygınlığın icabını yapmak. (Özturan, 2014:
227)
Sakalım yok ki sözüm dinlensin: Yaşça küçük olduğum için düşüncelerim
dikkate alınmıyor. (Çınkır, 2016: 898)
Sakalına göre tarak vurmak: Nabzına göre konuşmak, nabza göre şerbet vermek.
Huyu neyse o şekilde konuşmak. (Özturan, 2014: 227)
Sakalını gaptırmak/yoldurmak: Hanımın, çocukların veya bir yakının sözünden
çıkamaz olmak. (Özturan, 2014: 70; Özturan, 2014: 227)
Sakalının altından geçmek: Müspet ve menfi olmak üzere iki anlamlıdır. 1.
Samimi olarak teklifte -davet, yardım vs.- bulunmak. 2. Yapmayacağı halde, sırf hatır
almak için teklifte bulunmak. (Özalp, 2008: 323; Özturan, 2014: 227)
Sakalının her birinin altında bir şeytan yatmak: Çok şirretli olmak. (Ali Çömez)
Sakallı öksüz: Bakanı olmayan yaşlı. (Özturan, 2014: 227)
Sakallıya selam yok mu?: Yaşlıyım diye selam vermeden mi geçiyorsun?
(Özturan, 2014: 227; Sultan Pırnaz)
Saldım çayıra Mevla’m gayıra: Yönetilmesi gereken hayvanları ya da çocukları
başıboş bırakmak. (Özturan, 2009a: 223)
Salını salını gezmek: Sakin sakin, rahat rahat gezmek. Örnek: Karşımda böyle
salını salını gezersin ha! (Bilgin, 2007c: 63)
Salkım saçak: Salkım gibi sarkmış. (Özturan, 2014: 227)
Salla başını, al maaşını: İş üretmeden avantadan maaş almak. (Özturan, 2014:
228)
Sallan/salma seyip: Başıboş, amaçsız, kendini bırakmış halde gezen. (Çınkır,
2016: 902; Özturan, 2014: 228)
Sallayıp sırtına almak: Birine sahip çıkmak, kollamak, müdafaa etmek,
kayırmak, bir suçu üstlenmek, üste çıkmak. (Özalp, 2008: 323)
Sallı sartlı deli: Zırdeli, azgın deli. (DS, 2009: 3530)
Saman altından su yürütmek: Kendisinin yaptığını belli etmeyerek ortalığı
karıştırmak. (Gökçebey, 1999: 83; Kozan, 2007: 219)
Samanlıkta iğne aramak: Çok karışık bir yerde bir şey aramak. (Özturan, 2014:
228)
Samırsak dövece gadar: Kısa boylu. (Çınkır, 2016: 903; Özturan, 2014: 228)
San eylemek: Ün salmak. (Ekici, 2005: 37)
Sana bişmişse bana soğumuş: Sana uygunsa senin işine geliyorsa benim için
haydi haydi uygundur. (Çınkır, 2016: 904; Özalp, 2008: 323; Özturan, 2014: 229)
Sana öyle bir iş ederim ki Hüllüb’ün sabunu arıtamaz: Sana öyle bir iftira
ederim, öyle yağlı bir kara çalarım ki dünyanın en güçlü sabunları, deterjanları
temizleyemez. (Özalp, 2008: 323)
Sandığını açan da sinine s..an da olmak: Dua edeni de olmak, kötü söyleyeni de.
(Özturan, 2014: 228)
Sanı goynunda galmak: Arzusu gerçekleşmek. (Ekici, 2005: 166)
Sanki babamınoğlu: Çok da önemli biri değil. (Şen, 2006: 111)
Sap yiyip saman s..mak: Saçmasapan davranmak, konuşmak. (Çınkır, 2016: 905;
Özturan, 2014: 228)
Sapı silik: Şahsiyetsiz, kişiliksiz, hiçbir meziyeti olmayan, serseri. (Özalp, 2008:
323; Özturan, 2014: 228)
Sapır sapır dökülmek: Toplu halde dökülmek. (Özturan, 2014: 228)
Sapsız üzüm: Karışanı yok damat. (Özturan, 2014: 228)
Sararıp solmak: İyice halsiz düşmek, bitkin olmak. (Alparslan-Yakar, 2009: 17)
Sarı samanın altından su yürütmek, üstüne çıkıp vaaz vermek: Sinsi, ikiyüzlü
olmak, yapacağını hissettirmeden yapmak. Dost görünen düşman, arkadan vurucu,
münafık olmak. (Özalp, 2008: 423)
Sarı sıcak: Aşırı sıcak. (Özturan, 2014: 228)
Sarığı yere düşmek: Suçu ortaya çıkmak. (Özturan, 2014: 228)

217
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Sarını sakalını yerine bağlamak: Ağırbaşlı, oturaklı olmak. (Sultan Kamalak;


Sultan Pırnaz)
Sarlı saplı: Gösterişli kadın. (Özturan, 2014: 228)
Sası sası kokmak: Tazeliğini kaybederek kokmak. (Özalp, 2008: 324)
Satır atmak: Kırıp geçirmek. (Yalman, 1977: 532)
Satlık gumaş: Evlenme çağında genç kız. (Özturan, 2014: 228)
Savağı boşanmak: Arkası kesilmez olmak. (Özturan, 2014: 228)
Sayıda olup sallamada olmamak: Ortalıkta dolaşıp durmak, sayınca sayıya
girmek, ama hiçbir zaman adam yerine konmamak, fikri sorulmamak. (Özalp, 2008:
324)
Sayılı samırsak, dikili suvan: Her şey yerli yerinde, ölçülü, eksiği, fazlası yok,
planlı programlı. (Özalp, 2008: 324)
Sayış gayışa getirmek: Para ödememek için geçmiş zamanda alınanı verilene
saymak. (Özturan, 2014: 228-229)
Saza beze gitmek: Pavyona gitmek. Örnek: Oğlan saza beze gidermiş, sonra bir
de kız kaçırmış. (Çınkır, 2016: 913; Dalkıran, 2005: 36; Kaya-Kozan, 2003: 133)
Sazı santırı içinde olmak: Her türlü eğlencesi içinde olmak. (Özturan, 2014: 229)
Sebil olmak: Bir şey bol bol olmak. (Erşahin, 2011a: 76)
Seğertip yetememek, gavralayıp dutamamak: Eli, boyu, gücü yetmemek,
çalışmak çabalamak, bir şey elde edememek. (Özalp, 2008: 324)
Seksen gapıya doksan değnek vurmak: Bir işin olması için çok uğraşmak. O işle
ilgili yetkililerle görüşmek. (Çınkır, 2016: 918; Dalkıran, 2005: 56; Özturan, 2014: 229;
Şen, 2006: 110; Adem Pırnaz)
Sektrop sektrop yürümek: Topallayarak yürümek. (Çınkır, 2016: 918)
Sel gelmeden selinti gelmek: Bir işe zamanından önce girişmek. (Çınkır, 2016:
918)
Sel önünden kütük gapmak: Yağmalanan, çalınıp çırpılan, gayr-i meşru yenilen
malları çapulcuların, yağmacıların elinden kurtarmak veya birilerinin malını alelacele
yürütmek, çalmak. (Özalp, 2008: 324)
Selam verip borçlu çıkmak: Hiçbir alışverişi olmamasına rağmen yakınlık
kurunca zararlı çıkmak. (Özturan, 2014: 229)
Selamı sabahı kesmek: Artık onunla konuşmamak. (Özturan, 2014: 229)
Selbi (Selvi) yapılı olmak: Uyuşuk olmak, giyim kuşamına fazla önem
vermemek. Selvi, Kurtlar köyünde yaşayan yaşlı bir kadındır. Biraz uyuşuk ve sünepe
haliyle kendine has birisidir. (Elife Akkurt)
Sele yele gitmek: Zarar etmek. (Özturan, 2014: 229)
Seli gider, gumu kalır: Kârı gitse de sermayesi kalır. (Şen, 2006: 110)
Seli sümüğüne garışmak: Çok ağlamaktan gözyaşları her tarafı ıslatmak, bu
arada burundan gelen akıntıyla da birleşmek. Göz, ağız ve burundan çıkan sıvılar
birbirine karışmak. Örnek: Geçen seneye kadar seli sümüğüne garışan benim oğlan,
efendime arz edim büyümüş de sünnet olacak çağa gelmiş. (Bilgin, 2007b: 13; Özalp,
2008: 324)
Selintisi Bağdat’a/Bağdat’ta düşmek/inmek/gitmek/galmak: Yıkımının hikâyesi
çok uzaklarda duyulur olmak. Beceriksiz insanlara söylenir. (Arslan, 2011: 357; Çınkır,
2016: 919; Özalp, 2008: 324; Özturan, 2014: 229)
Semeri devirmek: Yan yatmak, şeytan azdırmak. (Çınkır, 2016: 920)
Sen açıp da kendi g..üne gül: Sen önce kendi ayıbına bak, gül. (Özturan, 2014:
229)
Sen bir b.. yemeye yiicin amma: Senin niyetini biliyorum, ama şimdilik sesimi
çıkarmıyorum. (Kapanoğlu, 2009: 47)
Sen çek dişini, ben bilirim işimi: Senden bana fayda gelmeyeceğini anladım.
(Özturan, 2014: 229)
Sen de mi kör püsüklerdensin?: Hikâyesi: Yıl 1960. Afşin küçük yer. Okumak o
zaman erkeklere yakıştırılan bir şey. Lorşunlu Kör Püsüklerden Ahmet’in eke bir kızı
vardır. Okuyacağım diye tutturur babasına. Ahmet, kızını yenemez ve gönderir Afşin’de
bir ilkokula. Kız okumaya doymaz okul bitince “İstanbul’a doktorluk okumaya
gideceğim” der. Babası Ahmet, karşı gelse de ne fayda. Kız sınavlarını verir okula
218
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

gitmeye hak kazanır. Köyde herkes Ahmet’i kınamıştır, kız çocuğu okur mu diye.
Babası “Salmam seni, elalem ne der.” dese de kızını ikna edememiş. Aynı köyden
İstanbul’u kazanan bir erkek çocuğunu da köylüsü Ahmet götürür İstanbul’a. Bir gün
okulda öğrenciler birbiriyle tanışırlarken kızla Mustafa Afşinliyiz demiş. Mustafa daha
sonra, “Bizim orda herkes sülalesinin ismiyle tanınır, bilinir. Beni Demiler’in
Süleyman’ın oğlu diye bilirler.” demiş. Bu kez kıza sormuşlar, “Sen ne diye bilinirsin.”
diye. Kız, “Kör Püsükler’denim” demeye utanmış olmalı ki bize de “Âma Kediler”
derler demiş. Bu söz üzerine Mustafa: “Bacım Afşin’deki Kör Püsükler buraya gelince
Ama Kediler mi oldu?” demiş. Bu olaydan sonra yerinden yurdundan utananlara Afşin
dolaylarında “Sende mi Kör Püsüklerdensin?” demeye başlanmıştır. (Polat, 2016: 75-
76)
Sen eşşek olursan semer vuran çok olur: Akıllı davranmazsan senin üzerinden iş
yapan çok olur. (Şen, 2006: 110)
Sen misin bunu diyen: Tepkilere sebep olmak. Bunu deyince kıyamet koptu.
(Özturan, 2014: 230)
Sen yaşarsın bensiz, ben de yaşarım sensiz: Birbirimize muhtaç değiliz. (Arslan,
2011: 357)
Senin başını gıçından ağır getirim ha!: Seni tepen üstüne diker, döverim ha.
(Özturan, 2014: 231)
Senin malın benim malım, benim malım yine benim malım: Senin malın da
benim, benim malım da. (Faruk Zülkadiroğlu)
Seninki gafa da bizimki dut küleği mi?: Sen kafanın çalıştığını söylüyorsun da
bizim kafamız çalışmıyor mu? (Özturan, 2014: 230)
Seninki para da bizimki o.…. pulu mu?: Senin paran kıymetli de bizim paramız
kıymetsiz mi? (Özturan, 2014: 230)
Sepet havası çalmak: Gelişigüzel bir şey çalmak, baştan savmak, sepetlemek.
(Özturan, 2014: 231)
Sepet örene çöp/çubuk vermek: Kavga etmeye yatkın insana kavgaya sebep
olacak kozlar vermek, fitneci olmak. (Okumuş, 2006: 168; Özturan, 2014: 231; Elife
Akkurt)
Ser verip sır vermemek: Ağzı pek olmak. (Kozan, 2007: 219)
Sersem semerci gibi olmak: Bir iş yaparken uyuşuk olmak. (Elife Akkurt)
Ses semit olmamak: Çıt ses çıkmamak. (Erşahin, 2011a: 76)
Ses vermek: Ses çıkarmak, konuşmaya başlamak. (Okumuş, 2006: 168)
Sesi berk gitmek: Bağırarak konuşmak. (Özturan, 2014: 231)
Sesinden zar gelmek: Yüksek sesle konuşmak. (Erşahin, 2011a: 76)
Sesine gulak vermek: Konuşulanı dinlemek. (Okumuş, 2006: 168)
Sesini kesmek: Susturmak. (Okumuş, 2006: 168)
Sıcak geçmek: Güneş çarpmak. (Çınkır, 2016: 928)
Sıcaktan ağzı ayrılmak: Aşırı sıcaktan hareketsiz kalmak. (Özturan, 2014: 232)
Sıçan olup çuval delmek: Güçlenmek, birine zarar vermek. (Özturan, 2014: 232)
Sıçanı (fareyi) çuvalın gulpuna bağlamak: Hırsıza mal güvenmek. (Çınkır, 2016:
933)
Sıdkı sıyrılmak: Umudunu kesmek, o işten fayda gelmeyeceğine inanmak.
(Çınkır, 2016: 928; Kaya-Kozan, 2003: 134)
Sıgmacı çıkmak: 1. Sırılsıklam ıslanmak. 2. Utanmaktan, sıkılmaktan maddi
manevi yorgunluk duymak. (Özalp, 2008: 325)
Sığırları gıvratmak: Sığırları derleyip toparlayıp önüne katmak. (Gökçe, 2014:
167)
Sıkboğaz etmek: Sıkıştırmak. (Özturan, 2014: 232)
Sıklat çökmek/basmak: Hava bunaltıcı olmaya başlamak ya da olmak. (Çınkır,
2016: 930; Özalp, 2008: 325)
Sıngını doğrultamamak: Zararı, ziyanı tam olarak karşılayamamak, kaybedilen
şeyi kazanıp yerine koyamamak. Hastalıktan kalan izleri, etkileri silememek. Nekahat
dönemini tam olarak atlatamamak, tamamen iyileşememek. (Özalp, 2008: 326)
Sıpa cırıdına binmek: Sıpalar gibi koşup oynamaya çıkmak, oynamak. Sıpalar
gibi kıç atarak koşmak. (Özalp, 2008: 330)
219
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Sır’ın gızları eteğini galdırdı: Rüzgar estiğinde söylenir. (Sultan Kamalak)


Sırhıdı sırhıdı vermek: Zorla, istemeyerek, zorlanarak vermek. Mümkün olduğu
kadar az vermeye çalışmak. Cimrice vermek, analık gibi vermek. (Özalp, 2008: 326)
Sırrı içine olmak: Gizli durumlarını açığa çıkarmamak. (Kozan, 2007: 219)
Sırrına berk olmak: Sırrını kimseye açmamak, vermemek. (Özturan, 2014: 232)
Sırrına muttali olmak: Sırrını öğrenmek. (Özturan, 2014: 232)
Sırt değiştirmek: Elbise değiştirmek. (Erşahin, 2011a: 76)
Sırt sırta vermek: Birlikte hareket etmek. (Körük, 2005: 34; Okumuş, 2006: 168)
Sırtı değnek istemek: Dayak isteyecek işler yapmak. (Özturan, 2014: 233)
Sırtı kirlenmek: Âdet olmak. (Saime Pırnaz)
Sırtı sağlam: Arkasında birileri olan. (Şirikçi, 2008: 325)
Sırtı yanır olmak: Yük taşımaktan sırtı yara olmak. (Özalp, 2008: 326)
Sırtı yere gelmemek: Zengin, varlıklı olmak. (Şirikçi, 2008: 325)
Sırtına şelek olmak: Birine yük olmak. (Arslan, 2011: 357)
Sırtında daşımak: Senelerce hizmet etmek, yardım etmek. Örnek: Anamla
babamı yıllarca sırtımda daşıdım, şu omzumdan alıp şu omzuma goydum, yine de
yaranamadım. (Özturan, 2014: 233; Adem Pırnaz)
Sırtında değnek gırmak: Çok fazla dayak atmak. (Özturan, 2014: 233)
Sırtında gambur olmak: Birine yük olmak. (Özturan, 2014: 233)
Sırtından atmak: Yükünden kurtulmak. (Özturan, 2014: 233)
Sırtını dağa dayamak: Arkasını sağlama almak. (Şirikçi, 2008: 325)
Sırtını tıpışlamak: Gönlünü kazanmak, iltifat etmek. (Özturan, 2014: 233)
Sırtlan olmak: Süt dişleri çıkarılmayan kimse, dişlerinin dibinden ikinci bir diş
çıkmak, dişleri çarpıklaşmak. (Özalp, 2008: 327)
Sıtaralı olmak: Kıymetli, değerli, itibarlı olmak. (Özalp, 2008: 327; Özturan,
2014: 233)
Sıtaran başıma: Keşke senin kadar şansım olsaydı. (Çınkır, 2016: 934)
Sıtarası bir yerde olmamak: Çok itibarlı, kıymetli, değerli olmak. Kıymeti,
değeri, itibarı yüksek olmak. Örnek: Onun sıtarası bir yerde yok. (Özalp, 2008: 327)
Sıtırım sıtması: Tuttuğunu bırakmayan, yapışkan kimse. (Çınkır, 2016: 935)
Sıvışıp gitmek: Kimseye haber vermeden kaçmak. Örnek: Sıvışıp gittiler.
(Paköz, 2011: 12)
Sıyağı olmak: Yaşıtı olmak. (Özturan, 2014: 65)
Sıyırdıcı dutmak: Su bekçisi tutmak. (Özalp, 2008: 327)
Sızılar sinek olmamak: Kimsecikler olmamak. (Özturan, 2014: 233)
Sicim gibi yağmak: Kesiksiz yağmur yağmak, sanki damla damla değil de bir
bütün gibi yağmak, şiddetli yağmak, aralıksız ve ip görüntüsünde yağmak. (Özalp,
2008: 327)
Sicim gibi: İnce, zayıf. (Özturan, 2014: 233)
Sidiğine basan uyuz olmak: İlişkiye giren, teşviki mesaide bulunan zarar
görmek. (Çınkır, 2016: 937)
Sidik saçmak: Önüne kim gelirse sataşmak, sarkıntılık etmek, kavga aramak.
(Çınkır, 2016: 937; Gökçe, 2014: 257)
Sidik yarıştırmak: Harcama, varlık gösterişi yarışında bulunmak. (Özturan,
2014: 233)
Sidikli yuriddin: Gereksiz kimse. (Adem Pırnaz)
Sifli sifli dolanmak: Kötü kötü dolaşmak, gizli saklı dolanmak, dolaşmak.
(Özalp, 2008: 327)
Sildir sildir etmek: Hafif rüzgarda hafif hafif sallanmak. (Özalp, 2008: 327)
Sileçeke yemek: Tamamını, hepsini yiyip bitirmek. (Özalp, 2008: 327)
Silkinip siftinmek: Silkinip silkelenmek. (Akbaş, 1985)
Sille tokat girişmek: Birine çok dayak atmak. (Körük, 2005: 34)
Simon’un iti gibi gezmek: Başıboş gezmek (Şen, 2006: 110; Ahmet Yenikale)
Sineğin ganadından yağ çıkarmak: Cimrilik yapmak. (Özturan, 2014: 233)
Sinesi daşa kesmiş olmak: Katı kalpli olmak. (Özturan, 2014: 234)
Sinesini dağlamak: İçi yanmak. Örnek: Zalim felek şu sinemi dağlıyor. (Kozan,
2007: 214)
220
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Sinil sinil sinilemek: Pek çok inlemek. (Özturan, 2014: 234)


Sinileyen sinek olmamak: Her taraf bomboş olmak, hiç kimse olmamak. Sinek
sesi kadar bile ses olmamak. (Özalp, 2008: 328)
Sinileyen sinek uykuya yatmak: Ortalık bomboş, sessiz olmak. Örnek: Sinileyen
sinek uykuya yattı, siz daha gevezelik ediyorsunuz yav. (Bilgin, 2007a: 21)
Sirifi düşmek: Eski şaşaasını, otoritesini kaybetmek. (Çınkır, 2016: 942)
Soba gaymak: Sobayı yakmak. Sobayı doldurup yakmak. (Çınkır, 2016: 944;
Özalp, 2008: 328; Özturan, 2014: 272)
Sofrayı yola sermek: Gösteriş düşkünü olmak. Sanki sadece kendisi yemek
vermek, başkaları kendisi gibi olmamak. (Sultan Pırnaz)
Sofuluğu dutmak: Aşırı dindar davranmak. (Özturan, 2014: 234)
Sofunun soyputtuğu, gadının gaypıttığı: Sofunun da kadının da adam edemeyip
başından savdığı. (Özturan, 2014: 234-235)
Soğuk bakmak: Sevgi göstermemek. Örnek: Anam bana soğuk bakar. (Uzun vd.,
2012a: 183)
Sohum sohum/sokur sokur sokranmak: Sürekli, kızgın bir şekilde kendi kendine
söylenmek, homurdanmak. Örnek: Ne sohum sohum sokranıyorsun, karnında kaynayan
bir avuç kurt ile baş edemiyorsun elleham. (Bilgin, 2006: 290; Bilgin, 2007c: 32;
Özturan, 2014: 235)
Sokak püsüğü gibi bırakmak: Kimsesiz, sahipsiz hale getirmek. (Özturan, 2014:
235)
Solağına davul dövmek: Bir sözü yanlış, ters anlamak, anlatmak, açıklamak.
Umulanın tam aksi yönünde davranmak. (Çınkır, 2016: 946)
Solağına gelmek: Ters gelmek. (Çınkır, 2016: 946)
Solak çomça: Solak kimse. (Özalp, 2008: 328)
Soluğu çıkmaz olmak: Nefesi zor olmak. (Özturan, 2014: 235)
Soluğu g..ünden çıkmak: Zor nefes almak. (Özturan, 2014: 235)
Soluğunu g..ünden almak: Çok yorulmaktan veya nefes darlığından dolayı zor
nefes almak. (Özalp, 2008: 328)
Soluk almak: Nefes almak, dinlenmek. Örnek: Azcık soluk aldım. (Bilgin,
2007c: 90)
Soluk almaz olmak: Ölmek. (Özturan, 2014: 235)
Somun pehlivanı: Kalıbı yerinde, ama göründüğü gibi güçlü değil. İyi ekmek
yer. (Özturan, 2014: 235)
Son güzlek: Sonradan doğan çocuk. (Özalp, 2008: 328)
Son pürtük: En son çocuk. (Özturan, 2014: 235)
Son sahibini aramak: Bir mal, eşya, araba, vs. çok eski olmak. (Çınkır, 2016:
948; Özturan, 2014: 235)
Son sokumu gapıda yemek: Yemekten sonra gitmek. Çarhacı olmak. (Özturan,
2014: 235)
Soyha/soykalar/soykası galmak: Ölen insanın üzerinden çıkarılmış da bir yana
konmuş elbise gibi kimsesiz, ilgisiz ve değer verilmez bir halde kalmak. Örnek: Etme
bulma dünyası, canını yakmadığı adam koymadı, millet sıtkını sıyırınca soyka kaldı aha
böyle. (Bilgin, 2006: 291; Özalp, 2008: 328; Uzun vd., 2012a: 171; Yalman, 1977: 533)
Soykası soyulmak: Ölüp nesi varsa mal, mülk, servet hepsini, her şeyini geride
bırakmak. (Özalp, 2008: 328)
Soylu soplu: Bilinir kimse. (Sultan Pırnaz)
Sozalıp galmak: Umduğunu bulamamak, apışıp kalmak, süzülüp kalmak.
(Çınkır, 2016: 951)
Sökün etmek: Bir şey, özellikle canlılar bir yerden sayısı bellisiz bir çoklukta
çıkmak, gelmeye başlamak. Örnek: Sığırcık vurmaya gittiğimizde birden bir sürü sökün
etti. (Bilgin, 2006: 292; Özalp, 2008: 328-329; Özturan, 2014: 235)
Sömeği pırtmak: Düzeni bozulmak, canından bezmek. (Çınkır, 2016: 954;
Kapanoğlu, 2009: 60; Özturan, 2014: 235; Şen, 2006: 110)
Sössöbe sünmek: Uygunsuzca, töreye aykırı bir biçimde yatmak. (Çınkır, 2016:
955)
Sövdürecek iş yapmak: Haksız iş yapmak. (Özturan, 2014: 235)
221
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Söyleye söyleye ağzı dili gurumak: Bir şeyi tekrar ede ede usanmak. (Gökçe,
2014: 260)
Söz alıp söz vermek: Sözleşmek, anlaşmak. (Kılıç, 2008: 96)
Söz daşa işlemek, ona işlememek: O kadar söylediği halde söz ona kar etmemek.
(Özturan, 2014: 237)
Söz dinletmek: Akıllı olmak. Örnek: Büyüklere söz dinletir. (Uzun vd., 2012c:
100)
Söz dutmamaya yemin etmek: Asla söz dinlememek, bildiğinde inat etmek.
(Özturan, 2014: 236)
Söz gatmak: Laf söylemek. Örnek: Ali Kahya’nın gızı söz gatıyor. (Uzun vd.,
2012b: 125)
Söz kesmek: Evlenmek için ilk adımı atmak. (Arslan, 2011: 81)
Söz/sözü ayağa düşmek/düşürmek: Sayılmamak, sözü dinlenmemek. (Çınkır,
2016: 956; Okumuş, 2006: 169; Yalman, 1977: 533; Zülkadiroğlu, 1964: 72)
Söze ganmamak: Kandırılmamak. Örnek: Âşık Hüseyin söze ganmaz. (Uzun
vd., 2012a: 172)
Söze yatmak: Verdiği sözü yerine getirmemek. (Gözükara-Özalp, 2011a: 318)
Sözü ağır olmak: Sözü insana ağır gelmek, konuşması incitici olmak. (Özalp,
2008: 329)
Sözü b..una direk olmamak: Sözünde durmamak. (Özturan, 2014: 237)
Sözü goz anlamak: Sözü ters anlamak. (Özturan, 2014: 237)
Sözü kâr etmemek: Laf dinletememek. (Gözükara-Özalp, 2011a: 92)
Sözü özemek: Tafsilatıyla konuşmak. (Özturan, 2014: 237)
Sözü samana gazzık çakmaya benzemek: Sözünün kalıcılığı olmamak. Örnek:
Be gardeşim, senin sözün samana gazzık çakmaya benzer. (Ali Dalkıran)
Sözü söz değil, itin o…uğu olmak: Sözünün bir değeri olmamak. (Özturan,
2014: 237)
Sözü yeğni olmak: Lafı dokunmamak. (Çınkır, 2016: 956)
Sözünde halevet olmamak: Sözünde anlaşılırlık, tatlılık olmamak. (Özturan,
2014: 237)
Sözüne söz vermek: Konuştuğu söze söz vermek. (Okumuş, 2006: 169)
Sözünen yıkmak: Sözle yıkmak, hizaya getirmek. (Özturan, 2014: 237
Sözünü Maraş dondurması gibi uzatmak: Konuşurken gereksiz sözlerle sohbeti
uzatmak. (Horasan, 1992: 207)
Sözünü unutma: Karşıdakinin sözünü bölerken kullanılan ifade. Ben araya
giriyorum, ama sözünü unutma yine devam et. (Özturan, 2014: 237)
Sözünün eri olmak: Söylediği sözün arkasında durmak. (Körük, 2005: 34)
Su atınmak: Boy abdesti almak. (Gökçe, 2014: 257)
Su bıhcısı gibi çalışmak: Çok iyi iş yapmak. (Özturan, 2014: 238)
Su cücüğü: Sudan çıkmayan, suda çok oynayan çocuk. (Özalp, 2008: 329)
Su dökmek: İşemek. Örnek: Ali, sizin dışarı nere lan, su dökesim geldi. (Bilgin,
2006: 293; Erşahin, 2011a: 76)
Su dökünmek: Hamamda kumadan, evde içinde su ısıtılmış kaptan tasla su
alarak baştan, omuzlardan dökmek. (Erdem-Kirik, 2011: 192; Özalp, 2008: 329)
Su içse yaramak: Fazla yemediği halde yine de kilo almak. (Özturan, 2014: 238)
Su sancısına yatırmak: Endişe içinde bekletmek. (Özturan, 2014: 238)
Suç/suçunu bastırmak: Suçunu örtbas etmek için yaygara yapmak. (Erşahin,
2011a: 76; Özturan, 2014: 238; Sultan Kamalak)
Suda sulak, b..ta kürek olmak: Bir aile, cemiyet veya toplumda çeşitli sebeplerle
çok çalıştırılmak, her işe koşulmak, başkalarının yapması gereken işleri bile yapmak.
(Özalp, 2008: 329)
Sudan çıkmış sıçana dönmek: Darmadağın olmak. (Bilgin, 2007a: 186)
Sufra gediği: Sofraya yeni oturmaya başlayan küçük çocuk. (Özturan, 2014:
238)
Sufralı getmek/gelmek: Bir ferdi ölen ailenin matemden, yemek dahil ev işlerine
bakamayacağı düşünülerek bir komşuluk, bir arkadaşlık ve akrabalık dayanışması
içinde, hem o aile fertlerine ve hem de taziyeye gelen herkese bol bol yetecek kadar
222
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

herhangi bir yemeği hazırlatmak. Kuran okunan yerlere ekmek, ayran ve hatta meyve
götürüp hizmetini de bizzat yaparak veya yaptırarak hazırda bulunanlara ikram etmek.
Örnek: Cenazesi olanlara yemek vakitlerinde sufralı gideriz. (Bilgin, 2006: 293-294;
Özalp, 2008: 329)
Sufrasında bir guş sütü yok: Zengin sofrası. (Özturan, 2014: 238)
Sulak yerde büyümüş olmak: Çok uzun boylu olmak. (Özturan, 2014: 238)
Sulamadan satmak: Elinde bekletmeden satmak. (Özturan, 2014: 238)
Sultanahmet’te dilenir, Ayasofya’da sadaka verir: Bir yerde toplar, bir yerde
dağıtır. (Şen, 2006: 110)
Sulu dilli: Tatlı dilli, konuşkan. (Özalp, 2008: 330)
Sulu sufatlı: Güzel ve sulu yer. (Şen, 2006: 110)
Sulu sulu melemek: Bir işte çıkarı olan kimse, o işe bir an önce kavuşmak için
çabalamak. Güzel güzel, tatlı tatlı vaatlerde bulunmak. (Özturan, 2014: 239; Elife
Akkurt)
Sur edip sur çevirmek: Korunmak istenen bir şey için, koruyucu kabul edilen
bazı sure ve ayetler okunup o şeyin etrafına çepeçevre üflenerek “sur eddim, sur
çevirdim” veya “Dayre eddim dayre çevirdim” denir. (Özalp, 2008: 330)
Sur kesmek: Bir işin muhakkak olmasını veya olmamasını canı gönülden isteyen
kişinin, yaptığı zaman dileğinin gerçekleşeceğine inandığı, uğurlu saydığı çeşitli
hareketleri yapmak veya sözleri söylemek. (Bilgin, 2006: 294)
Suratı sallanmak: Canı sıkıntılı olmak. (Özturan, 2014: 239)
Suva yılanı: Sinsi hareket eden insan. (Özturan, 2014: 239)
Suya çalmak: Akan veya göllenmiş bir suda ileri geri hareket ettirerek üstünkörü
yıkamak. (Bilgin, 2006: 295; Çınkır, 2016: 960; Özalp, 2008: 330)
Suya düğüm vuracak gadar marifetli olmak: On parmağında on marifet olmak.
(Çınkır, 2016: 960; Şen, 2006: 111)
Suya sabuna dokunmamak: Davranışlarıyla kimseyi incitmeyecek bir tutum
içinde olmak. (Kozan, 2007: 219)
Suya sıçırtmalı deli: Suya pisleyecek kadar deli, zır deli, aşırı deli. (Özalp, 2008:
330)
Suyu ağır: Ağırlığı olan, sözü dinlenen. (Çınkır, 2016: 960)
Suyu bulandırmak: İşi çıkmaza sokmak. (Göçer, 2007: 142)
Suyu çekilik değirmen gibi olmak: Hiç ses kalmamak. (Özturan, 2014: 239)
Suyu çöpü ayrı olmak: Sulu yemeklerde iyi pişirilmemekten dolayı görünüş
çirkinliği olmak. (Özturan, 2014: 239)
Suyu getiren de bir desdiyi gıran da: İşi yapan da işi bozan da aynı değerde. İşi
bozan bazen daha üstün tutulur. (Özalp, 2008: 426)
Suyu görmüş eşşekler gibi: Eşekler suyu görünce ya da suya girince işemesinden
kinaye bir deyim. İnat olmak. (Bilgin, 2007a: 162)
Suyu görünce teyemmüm bozulmak: Şartlar oluşunca önceki iş sona ermek.
(Özturan, 2009a: 223)
Suyu görüp balık, puru görüp dilki olmamak: Hoşuna giden şeyleri görünce
tavrını değiştirmemek. (Gökçebey, 1999: 82)
Suyu sert olmak: Kaba saba, sinirli, öfkeli, kırıcı, sert mizaçlı olmak. (Özalp,
2008: 330; Özturan, 2014: 239)
Suyu üfürüp içenlerden olmak: Sofu olmak, çok inceleyenlerden olmak.
(Özturan, 2014: 239)
Suyu yaraya dokandırmamak: Hassas bir konuyu karşıdakini kızdırmadan
usulünce söylemek. (Elife Akkurt)
Suyuna tirit etmek: 1. Esas kazancı başkası yapmak, kendisi ucundan kıyından
biraz menfaatlenmek. 2. Zamparalık yapanı görüp de kendisi yapamamak. (Özturan,
2014: 240; Şen, 2006: 110)
Süllümden indim, sözümden döndüm: Önceden öyle demiştim, ama şimdi buna
uymuyorum. (Çınkır, 2016: 961; Özturan, 2014: 240; Şen, 2006: 111)
Sümüğünü çekmek/yalamak: Burnundan akan sıvıyı yalamak. (Ahmet Yenikale)
Süngüsü düşmek: Gücünü, itibarını, nüfuzunu kaybetmek. Sözü geçmez olmak.
Maneviyatı bozulmak. (Özalp, 2008: 331; Özturan, 2014: 241)
223
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Sürgün olmak: İshal olmak. (Özalp, 2008: 331)


Sürgünlük seyahat, hapislik/mapusane istirahat: Kötü, ahlaksız, kimsesiz, evsiz
barksız kimseler için devlet kesesinden sürgüne gitmek seyahat, hapis yatmaksa
bedavadan yiyip içmek ve istirahat demektir. (Özalp, 2008: 331; Özturan, 2014: 240)
Süt dokanmak: Bebek emzirirken hamile kalan kadınların emzirdikleri
bebeklerinin anne sütünden etkilenerek ölmesi şeklindeki, halk inanışı. (Kılıç, 2008:
175)
Süt iken burnu yanmak: Küçük yaşta acı bir olayla karşılaşmak. (Polat, 2016:
72)
Süt köpüğü gibi daşıp gitmek: Çabuk öfkelenip çabuk yatışmak. (Özalp, 2008:
330)
Süt köpüğü gibi tertemiz olmak: Suçu olmamak, saf ve temiz olmak. (Özturan,
2014: 241)
Sütlü sahanı gibi durmak: Sütlaç kabında nasıl hareketsiz, sessiz durursa öyle
durmak, terbiyelice, sessiz, sakin durmak. (Özalp, 2008: 330)
Sütten kesilmek: Sütü bitmek. (Karaoğlan, 2004: 1003)
Sütü bozuk olmak: Dalavereci, kalleş, hain olmak. (Körük, 2005: 34; Okumuş,
2006: 169)
Sütüne halibine/zümmetine: Sütüne havale etmek, insanlığına, anlayışına
bırakmak. (Özalp, 2008: 331; Özturan, 2014: 241)
Sütünen süzek arasında: Onca işin arasında. (Özturan, 2014: 241)
Sütünün hükmünü yapmak: Soyunun, aileden gördüğünün gereğini yapmak.
(Özturan, 2014: 240)
Şadalak dutmayıp ığrıbınan dutmak: İşi çabuk değil, yavaş tutmak. (Özturan,
2014: 241)
Şadalaklığı üstünde olmak: Yine çok hızlı iş tutmak, aceleciliği üstünde olmak.
(Özturan, 2014: 145)
Şafağı gapanmak: Gözü kör olmak. (Özalp, 2008: 332)
Şafak atmak: Aklı başına gelmek, uyanmak, anlamak. (Özturan, 2014: 64)
Şafak bendi: Tan kızıllığı. (DS, 2009: 3735)
Şah Budak’ın bağı var, üzümü yok yaprağı var: Hikâyesi: Elbistan’ı beylik
merkezi yapan Dulkadiroğullarının beylerinden olan Şah Budak, iki kere beylik tahtına
çıktıysa da yakın akrabaları ona iktidarı yar etmemiş ve amcası tarafından gözlerine mil
çektirilip sürdürülmüştür. Olaydan sonra beylik halkı onu çok sevdiğinden uzun süre
matem tutmuş ve ağıtlar yakmıştır. Bunu çağrıştırarak tantana ve büyük masraflarla bir
iş yapılıp da karşılığını alamayanlar için bu söz söylenegelmiştir. (Bilgin, 2006: 299-
300)
Şah iken şahbaz olmak: Ustalaşmak, kullanılırken kullanır hale gelmek.
(Özturan, 2014: 241)
Şaha şaha etmek: Parçalara ayırmak. (Çınkır, 2016: 968)
Şahan gibi: Güçlü, kuvvetli kimse. (Kılıç, 2008: 105)
Şakir Doğan’ın kendir düşürmesi gibi: Hikâyesi: 1960 yılında Elbistan’da
yaşanır olay. Şakir ve Bekir Doğan kardeşler çiftçidirler. Tarlada çalışıp yorulmuşlardır.
Şakir, ikindi sonu kağnıyla eve gelmek üzere yola çıkar. Bekir de “Sen git, ben biraz
daha çalışıp gelirim.” der. Olacak ya yolda kağnı üzerindeki kendirin arkadan yola
düştüğünü görür. Kardeşi Bekir’in biraz sonra arkadan geleceğini düşünür, o görüp alır
hesabından biraz da yorgunluktan olmalı inip almaya erinir, yoluna devam eder.
Akşama yakın gelen Bekir’e, “Kendir falan yolda düştü mü? Getirdin mi?” diye sorar.
Bekir de “O başkasının kendiri, haram olur diye almadım” diye cevap verir. Hemen
gidip alalım deyip geri dönerler. Kendirin düştüğü yere gelirler ki haramı helali
bilmeyen bir başkası alıp gitmiş, kendirin yerinde yeller esiyor. Olayı bilen bazı
komşular, yeri gelince bu durumu örnek gösterip “Şakir Doğan’ın kendir düşürmesi
olayı gibi” diyerek söz edip gülüşürler. (Göçer, 2004: 31)
Şam müftüsü olmak: Cahil insan alim kesilmek. (Polat, 2016: 72)
Şangur şungur sallanmak: Oraya buraya, boş boş sallanmak. (Sarıyıldız, 2012:
32)
Şapa oturmak: Belasını bulmak. (Özturan, 2014: 241)
224
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Şapta gibi: İnce, uzun boylu. (Özalp, 2008: 332; Özturan, 2014: 241)
Şar şar akmak: Suyun sesli bir şekilde akması. (Özturan, 2014: 241)
Şarpada vurmak: Aniden vurmak. (Özturan, 2014: 242)
Şavrı şaraba çıkmak: Pislikleri ortaya çıkmak. (Özturan, 2014: 242)
Şeddeli ganıtlamak: Bir şeyi iki kez kanıtlamak. (Sinan Özdemir)
Şekeri suya düşmek: Acele hareket etmek. Örnek: Şekerin suya mı düştü, nedir
bu telaşın? (Çınkır, 2016: 976)
Şeleği omzunu kesmek/kertmek: Birine yük olarak onu zor durumda bırakmak.
Yükü, sıkıntıları kendisini yıpratmak. (Okumuş, 2006: 169; Elife Akkurt)
Şeleği üstüne almak: Sorumluluğu üzerine almak. (Çınkır, 2016: 976)
Şelek çekmek: Düğünlerde damadın konuşması yasaktır. Eğer damat konuşursa
sağdıcı bunun cezasını verir. Bu duruma şelek çekme denilmektedir. (Erdem vd., 2009:
2552; Ertekin, 1997: 93)
Şelfeltiliği kim yapsın?: Boşu boşuna birine yardımda bulunmak. (Sultan Pırnaz)
Şemeği altın olsa ne olur?: Bir şeye, kişiye kıymet vermemek. Zerresi altından
dahi olsa. (Elife Akkurt)
Şemen dalı gibi: Boylu poslu, kibar, yakışıklı. (Özalp, 2008: 333)
Şer bardağı olmak: Çok sinsi, fitneci, kavgacı olmak. (Elife Akkurt)
Şer bardağı: Şer ehli, kavgacı, kavga çıkaran, kırıcı. (Özalp, 2008: 333; Özturan,
2014: 242)
Şer saçmak: Sıkıntı dağıtmak. (Okumuş, 2006: 169)
Şeraitin gözü gızgın olmak: İş sarpa sarmak, sonuç kötüye gitmek. (Çınkır,
2016: 978)
Şerha şerha dilmek/yarmak/dilinmek/yarılmak: Parça parça bölünmek. Örnek:
Yerler şerha şerha yarıldı birden. (Atalay, 2008: 143; Sarıyıldız, 2012: 184)
Şeriata gitmek: Bir anlaşmazlığı İslam hukukuna göre çözmek amacıyla hocaya,
kadıya gitmek. (Özturan, 2014: 242)
Şerim şerim, üstüne işerim: Ya dediğimi tutarsın ya da seni zora sokarım. Örnek:
Şerim şerim üstüne işerim, daha da üstüme gelirsen mezarını deşerim. (Çınkır, 2016:
979; Özturan, 2014: 242)
Şerrime ne veriyon?: 1. İçinden çıkılamayacak durumlar karşısında söylenir 2.
Haksız yere kavga çıkaran, sağa sola saldıran, kötülük yapan, insanları karşılık vermeye
zorlayan kimseler için "Şerrime ne veriyon diyor." şeklinde kullanılır. (Özalp, 2008:
333)
Şerrini sapaya satmak: Sorunu başkasıyla çözmek. (Çınkır, 2016: 979)
Şerrini sürtmek/bulaştırmak: İnsanları rahatsız etmek, kavgaya zorlamak,
insanlara bulaşmak, çatmak, pisliğini bulaştırmak. (Çınkır, 2016: 979; Gökçebey, 1999:
83; Özalp, 2008: 333)
Şeş atmak: Gelin geldikten bir gün sonra gelini duvaklı olarak bir bahçeye veya
dama çıkararak davul zurna ile yüzünü açmak. Örnek: Habibe’nin bir gün saçını
taradığını görmedim, ama nerede gelin varsa şeş atmaya gidenlerin içinde o da gider.
(Bilgin, 2007a: 28; Bilgin, 2006: 301-302; Özalp, 2008: 333)
Şeş çalınmak: Başı bürgü, bürümcük denilen tülbentle örtmek. (Özalp, 2008:
333)
Şeşi beş görmek: Yanlış görmek, gördüğü doğru olmamak. (Özturan, 2014: 242)
Şeydah etmek: Ortaya çıkarmak. Bir şeyi birden bire elde etmek. (Dalkıran,
2005: 56)
Şeytan azdırmak: İhtilam olmak, hamamcı olmak. (Çınkır, 2016: 979-980;
Özalp, 2008: 333; Özturan, 2014: 242)
Şeytan elini çekmek: Ölmek, şeytan onunla uğraşmaz olmak. (Özturan, 2014:
242)
Şeytan güccük, şerri büyük olmak: Kalıbından beklenmeyecek ölçüde kötülük
yapmak. (Özturan, 2014: 242)
Şeytan şaplama, gatıran gaplama: Şeytan şaplamağı, şeytan gibi sinsiliği,
vesvese vermesi, fitnesiyle şeytan gibi. (Özalp, 2008: 333)
Şeytanın beleş amelesi olmak: Menfaat beklemeden gerekli gereksiz her işte
çalışmak. (Çınkır, 2016: 980; Özturan, 2014: 243)
225
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Şıldır şıp: Bir işi el çabukluğuyla, bir anda yapıvermek. (Özalp, 2008: 334)
Şıltağına basmak/boğmak/boğdurmak: Bağırıp çağırarak ortalığı birbirine
katmak, velveleye vermek. Şirretlik etmek. (Bilgin, 2006: 302; Çınkır, 2016: 980;
Dalkıran, 2005: 56; Karalar, 1998: 64; Özalp, 2008: 334; Özturan, 2014: 243)
Şıngır mıngır oynamak: İçten oynamak. Örnek: Düğünlerde şıngır mıngır
oynayacak. (Kozan, 2007: 219)
Şibidik çalmak: Alkışlamak, el çarpmak. Bir ahenk içinde, havaya uygun olarak
çocukları oynatmak için el çırpmak. (Özalp, 2008: 334)
Şikara binmek: Kendini naza, kıymete geçmek, bir işe yaranacağı zaman uzak
durmak, kaçmak, ele geçmemek, nazlanmak. (Özalp, 2008: 334)
Şikara yaramak: Birisinin kendisine işi düşmek, ama naz yaparak karşıdakini
yormak. (Elife Akkurt)
Şikleti azgın/bozuk: Kızgın, öfkeli, çirkin. (Çınkır, 2016: 982)
Şilifi düşmek: Morali bozulmak, eski formunu kaybetmek. (Çınkır, 2016: 982;
Dalkıran, 2005: 56; Özturan, 2014: 243; Şen, 2006: 111; Elife Akkurt)
Şimden kelli: Bundan sonra. (Yalman, 1977: 414)
Şimşettiği gazık g..üne batmak: Yardımda bulunduğu kişinin kendine zararı
dokunmak. (Şirikçi, 2006: 17)
Şirifi düşmek: Saygınlığını yitirmek: (Karalar, 1998: 64)
Şirik gibi söz söylemek: Yerinde ve uygun konuşmak. (Özturan, 2014: 243)
Şirki azmak: Yüzünün nuru ve parlaklığı gitmek. (Elife Akkurt)
Şişim şişim şişmek: Bir sözü kaldıramamak. (Bilgin, 2007b: 212)
Şivil gavil olmak: İki veya daha fazla kişi aralarında iyi anlaşma, kaynaşmak,
neşeli, şen şakrak bir şekilde geçinmek. (Özalp, 2008: 334)
Şivil gavil: Şen şakrak, neşeli, sevecen. Toplumla çabuk kaynaşan. (Özalp,
2008: 334)
Şo dağın ardına bir umudu olmak: İşiyle alakalı umudu tükenmemek. (Özturan,
2014: 243)
Şor çıkartmak: Laf vermek. (Ahmet Yenikale)
Şor deyince yatıya gitmek: Konuşmayı, sohbet etmeyi çok sevmek. (Çınkır,
2016: 986; Özturan, 2014: 243)
Şor dinlemek: Laf dinlemek. Örnek: İki çift şor dinlemek için gittik. (Bilgin,
2007b: 184)
Şor etmek/vermek: Karşılıklı konuşmak, laflamak. (Bilgin, 2006: 304; Bilgin,
2007a: 49; DS, 2009: 3794; Gökhan-Koç, 2009: 325; Uzun vd., 2012a: 150; Kapanoğlu,
2009: 88; Özalp, 2008: 216; Özalp, 2008: 335)
Şor içinde galmak: Dedikodulara maruz kalmak. (Özturan, 2014: 243)
Şor verim derken oynaşını anlatmak: Laf anlatayım derken kendi sırlarını ortaya
dökmek. (Ahmet Yenikale)
Şöyle bakarsa bir adam sanan: Kalıbına bakınca bir insan sanın. (Özturan, 2014:
243)
Şu cebinden çıkarıp şu cebine goymak: Bir yerden kesip bir yere ilave etmek.
(Özturan, 2014: 243)
Şu yan bu yan tartışmak/gonuşmak: Hararetli bir muhabbete dalmak. (Erşahin,
2011a: 76)
Şurdan sıkıp şurdan yalamak: Çok cimri olmak. (Özturan, 2014: 244; Polat,
2016: 55)
Tabak d…..ı gibi girmediği boya galmamak: Her işe girip çıkmak, bulaşmadığı
iş kalmamak. (Özturan, 2014: 244)
Tabak olmak: Şap hastalığına yakalanmak. (Özalp, 2008: 336)
Tabbaç gibi oturmak: Şişman ve kilolu olmadıkları halde geniş yer kaplayarak
oturmak. (Çınkır, 2016: 990)
Tabla Zeynep gibi: Adı Zeynep olan bir kadın aşırı derecede şişmanlamış,
vücudu iyice genişlemiş, çok yer tutar hale gelmiş. Öyle ki yerinden kalkamaz olmuş.
Kadına bu hallerinden dolayı Tabla Zeynep demişler. Ondan sonra da şişman kadınlara
"Tabla Zeynep gibi" demek âdet olmuş ve deyim, darb-ı mesel haline gelmiş. (Özalp,
2008: 336)
226
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Tablı olmak: İyi olmak. (Özalp, 2008: 336)


Tahdalı köy: Ahiret. (Aksu, 2013: 267)
Takavıdı akmak: Zayıflıktan iskelet haline gelmek. (Deniz, 2015: 79)
Takım bozmak: Tarlalar arasındaki sınıra tecavüz etmek, kendi tarlasına katmak.
(Özalp, 2008: 336)
Takım oynatmak: Sınırı değiştirmek. (Özturan, 2014: 244)
Takım siviştirmek: Bağ, bahçe, tarla gibi arazilerin takımını kendi lehine
kaydırmak. (Özturan, 2014: 244)
Takım taklavat yerinde olmak: Kadının kadınlık ölçüleri yerinde olmak.
(Özturan, 2014: 244)
Takyanus soyundan olmak: Bu sözde Mağara ehlinin zulmünden kaçtıkları zalim
Dakyanus’a gönderme yapılır. İnsanlara biraz da işi şakaya vurarak bu söz söylenir.
(Gökçe, 2014: 262)
Tamah/tamahlık etmek: Cimrilik etmek. Örnek: Elbiselerine tamah eden bir
seyis tarafından öldürüldü. (Bilgin, 2007a: 203; Özturan, 2014: 96)
Tamtakır bambakır: Bomboş. (Özturan, 2014: 245)
Tan davulu çalınmak: Köy düğünlerinde tanyerleri ışırken davul çalınır. Bu
davulun, zurnanın bestesi hep aynıdır, değişmez. (Çınkır, 2016: 995)
Tandır gözlü: Gözü eşikte, çukurda olan. (Özalp, 2008: 336)
Tangoda Münevver Hanım: Asrileşmiş, açık saçık giyinen, saçını kısa kestiren,
yaptıran, başı açık, eteği ve kolları kısa kadın. (Özalp, 2008: 337)
Tangudu tungudu gelmek: Gürültülü bir şekilde gelmek. (Özturan, 2014: 245)
Tanrı misafiri olmak: Bir eve tanımadık bir insan gelmek. (Erşahin, 2011a: 77)
Tap gibi yatmak: İş güç tutmadan, bütün gün boyunca sırt üstü yatarak
geçinmek. (Çınkır, 2016: 997)
Tapan gibi uzanmak: Yere, yatağa boylu boyunca yatmak. (Özalp, 2008: 337)
Tapı kesilmek: Çok yorulmak. (Çınkır, 2016: 997)
Tapına düşmek/düşürmek: Denk düşmek, düşürmek. Örnek: Eşkıyalar bir tapına
düşürerek Cemal’i vururlar. (Çınkır, 2016: 998; Gözükara-Özalp, 2011a: 132)
Tapına getirmek: Uygun zamanına denk getirmek. (Çınkır, 2016: 998)
Tapıt hambalı gibi yürümek: İki yana dengeli bir şekilde basarak paytak paytak
yürümek. (Çınkır, 2016: 998)
Taplıyarak vurmak: Hesaplı vurmak. Örnek: Taplıyarak vur, bir yerini kırma.
(Çınkır, 2016: 999)
Tarla mı tezzekli, ben mi gaçamıyom/goşamıyom?: Bir işi yapamama,
becerememe durumu. (Arslan, 2011: 357; Şirikçi, 2006: 18)
Tartı dövmez: Ağırlığı az, pek bir şey tutmaz. (Özturan, 2014: 97)
Tartıp tartıp da g..ünden ağırını bulamamak: Herkesi denemek ve sınamak, ama
kendinden iyisini bulamamak. (Özalp, 2008: 227)
Tas tus: İriyarı, etli butlu, şişman, iri yüzlü, yamrı yumru. (Özalp, 2008: 337)
Taşkala etmek: Alay etmek. (DS, 2009: 3842)
Taşkalaya almak: Alaya almak, dalga geçmek. (Çınkır, 2016: 1000)
Tatavı çalmak: Boş ve gereksiz konuşmak. (Çınkır, 2016: 1001)
Tatavı olmak: Özensiz, gelişigüzel davranmak, yaptığı işin hakkını vererek
yapmamak, hep bir yerlerde eksik bırakmak. (Elife Akkurt)
Tatavır sanmak: Söylenti zannetmek. (Çınkır, 2016: 1001)
Tav olan çok: İstese gelecek çok. (Özturan, 2014: 73)
Tava ısındı, yağ ısınacak: İşin birinci aşaması oldu, ikinci aşama da olmak üzere.
(Paköz, 2011: 24)
Tavşan gibi bakmak: Şaşkın şaşkın bakmak. (Arslan, 2011: 357)
Tavşan pisiği gibi ne kokar ne bulaşır: Surat asan, utanan, soğuk, konuşmayan,
gülmeyen, insanlarla yakınlık kurmayan kimse. (Özalp, 2008: 227)
Tavşanın gaçışını görünce etinden usanmak: İnsanların haline, tavrına bakınca
yaptıkları işleri, karıştıkları pislikleri görünce insanlıktan usanmak. Bir işin zahmetini
görünce getirisi gözünde kalmamak. (Özalp, 2008: 227)
Tavuğunan tünemek: Erkenden yatmak. Örnek: Arkadaş dedemgil, akşamları
tavuğunan tünüyorlar ya. (Çınkır, 2016: 1003; Özalp, 2008: 337; Özturan, 2014: 245)
227
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Tavuk deyi tara gomazlar, eşşek deyi hana gomazlar: Adam yerine koymazlar.
(Özalp, 2008: 337)
Tavuk olmadan tara çıkmak, eşşek olmadan hana girmek: Yetişmeden,
olgunlaşmadan, işi iyice öğrenip ustalaşmadan bir işe başlamak. (Çınkır, 2016: 1003;
Özalp, 2008: 337)
Tavuk/deve gittiyse de b..u da beraber gitti ya: Faydalı olan gitti, ama onun
getirdiği zarar da beraber gitti. (Çınkır, 2016: 308; Çınkır, 2016: 1002; Özalp, 2008:
337; Özturan, 2014: 245)
Tay durmak: Denk durmak. Hayvana yük yüklenirken yükün yüklenen tarafının
düşmemesi için altına girerek veya tutarak düşmesini önlemek. (Özalp, 2008: 337)
Taysıya almak: Birini önemsememek. Örnek: Kız tarafı Cemal’i taysıya
almazlar. (Gözükara-Özalp, 2011a: 132)
Tazı bizim tazı, ama çulu değişmiş/başkasının: Yeni bir giysi giymiş olan
tanıdığa “güle güle eskit” anlamında şaka yollu söylenir. (Arslan, 2011: 357; Çınkır,
2016: 1004)
Tazı mı cins, ben mi cinsim: O mu değişik, ben mi değişiğim? (Şen, 2006: 111)
Tazısı tavşan alsa da böğür iti hale goymamak: İnsanları yaptığı işe bakarak
değerlendirmek her zaman doğru değildir. (Çınkır, 2016: 1004)
Teb demeden tebarekeye çıkmak/geçmek: Çabuk davranıp girmemesi gereken
konuya girmek. Bir işi doğru dürüst öğrenmeden ustalık yapmaya kalkışmak. (Çınkır,
2016: 1018; Özturan, 2014: 245)
Tebdili şaşmak: Tehlikeli ve sıkışık, acil durumlarda eli ayağına dolaşmak, ne
yapacağını şaşırmak, tedbir alamaz hale gelmek. (Özalp, 2008: 338; Özturan, 2014:
245; Temiz, 2005: 100; Yalman, 1977: 384)
Tebelleş olmak: Birine musallat, ısrarcı olmak, ısrar etmek. (Çınkır, 2016: 1005;
Özalp, 2008: 338)
Teberiği galmak: Birinin hatırası olarak kalmak. Örnek: Bu da teyzemden
teberik kaldı. (Çınkır, 2016: 1006; Özalp, 2008: 338)
Tedirgin etmek: Birini işinden etmek, üzmek, sıkıntı vermek. (DS, 2009: 3859)
Tefar olmak: Düzelmek, yola gelmek, hatalardan kurtulmak. (Bilgin, 2006: 309)
Teh durmak: Dikkatli durmak, tetikte durmak. Örnek: Aman döller, suyun
gırağında teh durun, sonra akıp gidersiniz de haberimiz olmaz vallahi. (Bilgin, 2006:
309)
Teh düşmek: Gözetlemek, dikkat etmek. Örnek: Çocuklar, şu adama teh düşün,
gördüğü elmadan alıyor mu, almıyor mu? (Bilgin, 2006: 309; DS, 2009: 3863;
Kapanoğlu, 2009: 73; Kaya-Kozan, 2003: 142; Özalp, 2008: 338; Şen, 2006: 111)
Teh tuluğu gibi: Şişman. (Özturan, 2014: 245)
Tehi yiyip de yatmak: Herhangi bir işe karışmamak, sesini kesmek. (Çınkır,
2016: 988; Özturan, 2014: 244)
Tekeden süt çıkarmak: Olmayacak, imkansız bir işi yapmak. (Okutucu, 2000:
57)
Tekeri ters dönmek: İşi bozulmak. (Özturan, 2014: 245)
Tekerine daş goymak: İşini engellemek. (Özturan, 2014: 245)
Tekesi tekesi kokmak: Erkeksi erkeksi kokmak. (Özturan, 2014: 245)
Tekne gazıntısı: Son çocuk. (Özalp, 2008: 338; Özturan, 2014: 245)
Telden almak: Fazla alıngan. (Özturan, 2014: 245)
Telden dönmek: Çabuk işkillenmek ve tavır değiştirmek. (Çınkır, 2016: 1010;
Özturan, 2014: 245)
Telef etmek: Boşa vermek, boşa harcamak. (Dalkıran, 2005: 56)
Teleme tuyra: Çok kıymetli, iş yaptırılmayan, ön planda tutulan. (Aksu, 2013:
268)
Telemesi çıkmak: Cılkı çıkmak, yorgunluktan, terden bitkin düşmek. (Özalp,
2008: 338)
Teltik durmak: Tetikte, çok dikkatli durmak. (Bilgin, 2006: 311)
Temcit pilavı gibi: Sürekli aynı konunun tekrar edilmesi. (Özturan, 2014: 246;
Şen, 2006: 111)
Temeli b.. olmak: İşin ilk kurgulanışı, temeli bozuk olmak. (Özturan, 2014: 246)
228
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Temiz yer görünce tavuk gibi midesi bulanmak: Etrafı, ortalığı, gittiği temiz
yerleri kirletmek. (Çınkır, 2016: 1012; Özalp, 2008: 338)
Teneşir paklamak: Ölmek, ancak ölüm temizlemek Örnek: Onu ancak teneşir
paklar. (Çınkır, 2016: 836; Özturan, 2014: 246; Şen, 2006: 109)
Teneşire bir o…uk borcu galmak: Dünyada işini bitirmek, ihtiyarlamak, hastalık
sebebiyle hiçbir işe yaramamak, ölüme yakın olmak. (Çınkır, 2016: 1013; Özalp, 2008:
338-339)
Tengir mengir tovarlana tovarlana gitmek: Doğru düzgün yürüyememek.
(Erşahin, 2011a: 77)
Tepeleme doldurmak: Ağzına kadar, dökülecek derecede, lebalep doldurmak.
Boş yer kalmayıncaya kadar doldurmak. (Özalp, 2008: 229)
Tepesini delip gözünü çıkarmak: İşi hemen bitirmek. (Arif Çevik)
Tepesini delip gözünü kör etmek: İşi çıkmaz hale getirmek. (Özturan, 2014: 101)
Tepip gitmek: Rahatça, hızlı bir şekilde, yorulmadan tepip gitmek. Kimseye
aldırmadan, kimseyi dinlemeden gitmek. (Özalp, 2008: 229)
Tepişmekten geri galmasın da iki ölçek arpa da çer olsun: Tepişmekten,
boğuşmaktan, gereksiz yerlere gidip gelmekten, insanlarla çene çalmaktan, dedikodu
yapmaktan, boş şeylerle uğraşmaktan iş yapmaya zaman ayıramayan kimseleri anlatır.
(Özalp, 2008: 229)
Ter ter tepinmek: 1. Bir şeyi, bir işi yapmak için aşırı emek sarf etmek,
çabalamak. 2. Bir işi yapmamak için inat etmek, gayret sarf etmek, diretmek. (Özalp,
2008: 229)
Terbiyeli elde yetişmek: Örf, âdet, gelenek ve göreneklere göre yetişmek.
(Özturan, 2014: 246)
Tereciye tere satmak: Bir işi bilene, işin ustasına iş öğretmeye kalkmak. (Kozan,
2007: 219; Özalp, 2008: 428; Özturan, 2009a: 224)
Terlenmeye yatmak: Ateşli bir hastalığa yakalanmak. (Çınkır, 2016: 1016)
Tertemiz olmak: Hastalık mastalık kalmamak. (Erşahin, 2011a: 77)
Teslim bayrağını çekmek: Yenilgiyi kabul etmek. (Erşahin, 2011a: 77)
Teti etmek: Küçük çocuk yeni yürümeye başlamak. (DS, 2009: 3900)
Tetiğe gomak: Emre hazır olmak. (DS, 2009: 3900)
Tevatür anlatmak: Anlattığı sözü kibar anlatmak. (Adem Pırnaz)
Tevellüdü eskimek: Yaşlanmak. (Özturan, 2014: 246)
Tevir tevir etmek: Çeşit çeşit olmak. (Uzun vd., 2012b: 302)
Tezkere bırakmak: Askerde tezkereden sonra memur olarak kalmak. (Özturan,
2014: 246)
Tezzek görmemiş elleri olmak: Elleri nazik olmak. (Özturan, 2014: 246)
Tıh etmek, hah etmek: Az bir çalışmaya ücret istemek. (Özturan, 2014: 246)
Tın tın etmek: Mırıldayıp durmak. (Şen, 2006: 111)
Tınaz etmek: Hor görmek, küçümsemek. Örnek: Tınaz etme ne olur, çalış senin
de olur. (Çınkır, 2016: 1023)
Tıpır tıpır dökülmek: Bir şey yavaş yavaş dökülmek. (Erşahin, 2011a: 77)
Tırafanlık zamanı: Gençlik, hızlılık, delikanlılık, güçlülük zamanı. Deli dolu
hareket etme çağı. (Özalp, 2008: 339)
Tıramp etmek: Takas etmek, bir ürünü benzeriyle veya fark vererek değiştirmek.
(Aksu, 2013: 268)
Tırık çalısı: Çirkin ve asık suratlı insan. (Aksu, 2013: 268)
Tırık olmak: İshal olmak, büyük abdesti tutamayacak duruma gelmek. (Özalp,
2008: 339)
Tiftiğini attırmak: Bir şeyin altını üstüne getirmek, parça parça, tiftik tiftik
etmek. (Özalp, 2008: 339; Özturan, 2014: 247)
Tingede atmak: Birden bire parlamak. Örnek: Ne kadar sinirlisin ya here heçe
tingede atıyorsun. (Bilgin, 2006: 314)
Tintin Hamit’in yolculuğu misali: Ağır yürümek. Hikâyesi: Elbistan’ın Güneşli
Mahallesi Çolaklar (Akkan) kabilesinden Tintin Hamit namı ile anılan Hamit Akkan,
Maraş’ta 4 yıla yakındır vatani görevini yapmakta iken terhisi gelmiş, yolculuk hazırlığı
başlamıştır. Yıl 1942. Aynı mahalleden ve de komşusu Terzibekiroğlu Mamet Ağa’yla
229
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

da aynı birlikte askerdirler. Ancak onun terhisine birkaç gün daha vardır.
Terzibekiroğlu, annesine bir mektup yazarak Tintin Hamit’e verir. Yaya olmak üzere
yolculuk başlar. Hamit bir felçli gibi yarı sakattır. Adımlarını yan yan attığı için halk
Tintin lakabını takmıştır. Bir çocuk yürüyüşünden biraz farklı olmak üzere Maraş’tan
başlayan Elbistan yolculuğu köyden köye, köyden köye 18 günde tamamlanır ve Tintin
Hamit ailesine kavuşur. Ertesi gün mektubu vermek için kapısını çaldığı Terzibekiroğlu
Mehmet’in annesi buyur eder. İçeri girmesi ve mektubu annesinin eline vermesi bir
olur. Bir de ne görsün arkadaşı Mehmet de terhis olup gelmiş, köşede oturuyor. Tam bir
sürpriz. Tintin Hamit’in evi Ulu Cami’ye oldukça yakın. Şimdi esnaf Zihni Kalkan’ın
işyeri. Yani, azami 80 adım. Öğle namazı çıkışı cami önündeki cemaate şöyle seslenir
Tintin Hamit: “Sevgili komşularım, kardaşlarım, arkadaşlarım! Malumunuz 4 yıla
yakındır Maraş’ta asker idim. Teskere aldım. İnsanoğlu sanki uçar bir kuş imiş. 18
günde Allah’a şükür Elbistan’a geldim.” deyip çabuk geldiğini övünerek müjdeler. Bu
espri o yıllardan beri her söz başı ve yeri geldiğinde “Tintin Hamit’in yoculuğu misali”
denilerek gülüşülmektedir. (Göçer, 2010: 157)
Tirşik bastırmak: Kalın giydirmek. Örnek: Çocuğu ne kadar kalın giydirmişsin,
tirşik mi bastırıcın? (Özturan, 2014: 247)
Tiyatura gızı: Giyim kuşamı ahlaksızca, açık saçık kız, kadın. (Özalp, 2008:
340)
Tiyniyeti bozuk olmak: Karakteri bozuk olmak. (Özturan, 2014: 246)
Tohuma gaçmak: Evlenme yaşı geçmek. (Özturan, 2014: 247)
Tohumluk olmak: Önder, lider olmak. Örnek: Seni tohumluk diye mi ayırdılar,
bunun için mi çalışmıyorsun? (Özturan, 2014: 247)
Tohumu dünyaya dağılmak: Çocuk sahibi olmak, çocuğu olmak. (Özalp, 2008:
340)
Tohumuna para mı verdim?: Benim tohumum değil. (Özturan, 2014: 247)
Tokalı camız gibi: İnsanları kale almayan, kendi bildiğini okuyan, hiç kimseyi
hesaba katmayan, kafası kalkkın, burnu havada, kimseyi adam yerine koymayan kimse.
(Özalp, 2008: 340)
Tolasına çimmek: Suçlu olmadığı halde birinin yerine suçlanmak ya da biriyle
suç ortağı durumuna düşmek. (Özalp, 2008: 340)
Tomusta domalan olmak: Temmuzda, yılın en sıcak zamanında çok üşümek.
(Özalp, 2008: 340)
Tomusta galmak: Sıcaklar başladığı halde yaylaya gidememek, sıcak günleri
şehirde geçirmek zorunda kalmak. (Çınkır, 2016: 1032)
Tongaya düşmek: Oyuna gelmek. (Şen, 2006: 111)
Toonak olmak: Dağılmak, yıkılmak. (Kaya-Kozan, 2003: 145)
Toprağa belenmek: Toprağa yatıp yuvarlanmak. (Karaoğlan, 2004: 1002)
Toprağa vermek: Cenazeyi gömmek. (Özturan, 2014: 247)
Toprağına büyümüş: Ölüp toprak olmak için büyümüş. (Özturan, 2014: 247)
Topraksı topraksı kokmak: Yaşlanmak, ölüm halleri üzerine sinmek. (Özturan,
2014: 247)
Topuğu gıllı: Aşağılık. Örnek: Geçen gördüğümüz herif,topuğu kıllı bir dağlı.
(Çınkır, 2016: 1034)
Topuğuna çıkamamak: Adamlıkta, iş yapmada, çalışmada, ustalıkta birinden çok
geride olmak. (Özalp, 2008: 341)
Tor g..ü torbaya girmek: Çalışmayan, tembel, işten kaçan birisi çalışırken
zorlanmak. Acemi, iş öğrenmek, disipline girmek. Acemi kimselere ders vermek, onları
ustalaştırmak, çalışmaya alıştırmak. (Özalp, 2008: 341)
Torba ağzı etmek: İşin büyük kısmını yapmak, tamamlamak. (Özturan, 2014:
247)
Torlayıp toplamak: Derleyip toparlamak. Örnek: Bacak kadar boyuyla tavlada
bütün taşları torlayıp topluyor. (Bilgin, 2006: 316)
Torusun çölde kaldığı gibi: Yalnız kalmak, imkanlarını kaybetmek, çevresi
boşalmak anlamlarına deyim. Her imkandan, her türlü hizmetten uzak, mahrum olmak.
(Özalp, 2008: 341)
Toz olmak: Kaybolmak, gözden uzaklaşmak. (Kaya-Kozan, 2003: 146)
230
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Tozu gubarı birbirine gatmak: Ortalığı dağıtmak. Örnek: İnanılmaz bir gayretle
tozu gubarı birbirine katarak kapışırdı. (Bilgin, 2007b: 104)
Tozuna ulaşamamak: Onun makamına, ustalığına yetişememek. (Özturan, 2014:
248)
Tulhum hıyarı gibi: Boyu kısa, eni fazla, şişman. (Bilgin, 2006: 318)
Tuluk çıkartmak: Kesilen hayvanın derisini ortadan ayırmadan tüm çıkarmak.
(Özturan, 2014: 248)
Tuluk gibi şişmek: Aşırı şişman olmak. (Özturan, 2014: 248)
Tumandan çıkar gibi: Sivri ve ani çıkış yapan. (Özturan, 2014: 248)
Turası silinmek: Karakterini, şahsiyetini kaybetmek, ahlaksızlaştırmak,
arsızlaşmak, kural tanımamak, utanmaz olmak. Örnek: Benim senin gibi turası silinmiş,
ne edeceği belli olmayan arkadaşım olmaz. (Bilgin, 2006: 318; Çınkır, 2016: 1042;
Özalp, 2008: 342; Şen, 2006: 111)
Turp gibi: Sağlıklı. (Saime Pırnaz).
Turpu yediği yerde o…mak: Menfaati olduğu yerde kalmak. (Özturan, 2014:
248)
Turşusunu vurmak: Bir kimseyi, bir şeyi öyle bekletmek. (Özturan, 2014: 248)
Tus beklemek: Düşmanını tuzağa düşürmek için beklemek, zaman kollamak.
(Özturan, 2014: 248; Şen, 2006: 111)
Tutsak ustura ağzında yaşamak: (Okutucu, 2000: 28)
Tuttuğu iş olmamak, eli boş olmamak: Devamlı çalıştığı halde bir üretim
yapamamak. (Dalkıran, 2005: 56; Özturan, 2009a: 214; Özturan, 2014: 111)
Tutu almak: Rehin almak. (Özalp, 2008: 236)
Tükürüğün bana, temran sana: Yardımın bana, sıkıntın sana. (Özturan, 2014:
249)
Tüliye tüliye Gamber ağanın guşuna dönmek: Başından iş geçe geçe, kaşarlana
kaşarlana artık hiçbir şeye aldırmaz, hiçbir şeyden etkilenmez olmak. (Özalp, 2008:
342)
Tüm tüs olmak: Dos doğru olmak. (Erşahin, 2011a: 77)
Türkü çağırmak/yakmak: Türkü söylemek. (Çınkır, 2016: 1047; Gökçe, 2014:
130; Kapanoğlu, 2009: 30; Karalar, 1998: 64; Uzun vd., 2012a: 268; Uzun vd., 2012b:
372)
Türkü düzmek: Methiye yapmak. (Atalay, 2008: 135; Çınkır, 2016: 1047)
Tütünü başından çıkmak: Sıkıntısı davranışından okunmak. (Özturan, 2014:
249)
Tütünü görünmedik yer: Çok uzak yer. (Özalp, 2008: 342)
Tüyleri asbaptan çıkmak: Çok sinirlenmek. (Çınkır, 2016: 1048; Özturan, 2014:
249; Şen, 2006: 111)
Tüyünü çekse yağ damlamak: Kârlı bir işle uğraşmak. (Erşahin, 2011a: 77)
Ubbun dubbun okutmak: Çok sıkıntı çektirmek. (Aksu, 2013: 269)
Ucu dönmez arazisi olmak: Çok geniş arazi sahibi olmak. (Özturan, 2014: 249)
Ucu ucuna zor getirmek: Geliri giderini ancak karşılamak. (Özturan, 2014: 249)
Ucu yanık mektup salmak: Birinin gelmesi için acele mektup göndermek.
(Özturan, 2014: 249)
Ucunu ardına ulaştıramamak: Kazandığından çok harcamak, israf etmek. (Özalp,
2008: 343)
Ucunu şimşetmek: Erkek çocuğunu sünnet ettirmek. Örnek: baharda Ahmet
Kerem’inkinin ucunu şimşettirelim. (Adem Pırnaz)
Uç vermek: Yaraların ucu çıkmak, bir şeyin ucu görünmek. (Çınkır, 2016: 1049)
Uçkur çözmek: Cinsel istekte bulunmak. Örnek: Höt deyince uçkur çözüyor
hayret. (Sarıyıldız, 2012: 209)
Uçmadan tusmayı öğrenmek: Küçük yaşta çeşitli hile ve hurdalar öğrenmek,
dalavereler çevirmek. (Özalp, 2008: 343)
Uçta yatıp ortada bulunmak: Emeği geçmediği halde pay almak. (Çınkır, 2016:
1050)
Ugba Kadı: Adaletsiz kişi. (Özalp, 2008: 343)
Uğrun uğrun ağlamak: Gizli gizli ağlamak. (Atalay, 2008: 152)
231
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Uğrun uğrun gülmek: Gizli gizli gülmek. Örnek: Gayri uğrun uğrun gül Duran
oğlu. (Kozan, 2007: 198)
Uğum uğum uğundurmak: Sürekli için için ses çıkartarak ağlatmak. (Bilgin,
2017: 215)
Uğur olsun: Ne olursa olsun, umurumda değil. (DS, 2009: 4032)
Ulu Cami’nin alt gapısında dilenip üst gapısında dağıtmak: Hem dilenmek hem
de başkalarına yardımda bulunmak. (Özturan, 2014: 250)
Uluk delik: Ulmuş, çürümüş meyve, sebze vs. (Özturan, 2014: 250)
Ulum ulum ulmak, Mevlası’ndan bulmak: Çok fazla hastalanarak yaptıklarından
dolayı Allah tarafından cezalandırılmak. (Özturan, 2014: 250)
Umar maaden de vermez eden: Falandan bir şeyler bekliyorsun, ama o
beklediğini, umduğunu vermez. Sen umarsın, beklersin, istersin ama kimse bir şey
vermez. (Özalp, 2008: 343)
Umsuluk olmak/etmek: Umduğuna kavuşamadığından sükut-u hayale uğramak.
Örnek: Gözümün önünde tavayı yediler de bana vermediler, umsuluk ettiler beni.
(Bilgin, 2006: 323; Bilgin, 2007a: 70; Çınkır, 2016: 1054; Kapanoğlu, 2009: 76;
Mercimek, ?: 19; Okumuş, 2006: 189; Özalp, 2008: 344; Özturan, 2014: 250)
Umudunu üzmek: Üzmek, kopmak. (Çınkır, 2016: 461)
Umut demit Kör Hamit: Olup olacağı, varı yoğu bu, başka bir şeyi yok. (Özalp,
2008: 344)
Umut gözlemek: Umut beklemek. Örnek: Kuzular da umut gözler. (Uzun vd.,
2012c: 167)
Un çuvalı gibi, vurdukça tozumak: Pisliği, tozu toprağı bitmemek. (Özturan,
2014: 250)
Un ufak olmak: Parçalanmak. (Özturan, 2014: 250)
Un yerken ıslık çalmak: Bir işi hiç olmayacak bir zamanda yapmak. (Elife
Akkurt)
Unsuz evin kepeğini kesmek: Birinin varını yoğunu elinden almak. Zaten fakir,
yoksul olan bir ailenin nesi var, nesi yoksa yemek, tüketmek. (Özalp, 2008: 344)
Unu elemiş, eleği güne dayamış olmak: Her türlü işini yoluna koymak, işi
bitirmek. (Dalkıran, 2005: 56)
Unu olana öndüç ekmek vermek: Karşılık alacağı birine ödünç mal vermek.
(Özturan, 2014: 250)
Ununu eleyip kepeğini savurmak: İşini bitirmek, iflas etmek. (Özturan, 2014:
250)
Urgan örüp bez çekmek: Bir yere, bir iş için sürekli gidip gelmek. (Elife Akkurt)
Uru durmak: Ayakta durmak. (DS, 2009: 4043)
Us bahası: Zarar görülen bir olay sonrası söylenen söz. Akıl pahası, tecrübe
pahası. (Özturan, 2014: 250)
Ustası Şam’dan gelmek: Basit bir şeyi kırmak. (Polat, 2016: 73)
Ustuful olmak: Uyuşmak, anlaşmak. Örnek: Kendi kendilerine ustuful olsunlar.
(DS, 2009: 4046)
Usturuplu gonuşmak: Lafı oturtarak konuşmak. (Özturan, 2014: 250)
Usul basmak: Yere yavaş basmak. Örnek: Aman ede yavaş yürü usul bas.
(Zülkadiroğlu, 1964: 44)
Usul etmek: Alışkanlık haline getirmek, kural haline getirmek. (Özturan, 2014:
251)
Usul usul anlatmak: Yavaş yavaş, sakin sakin anlatmak. (Göçer, 2007: 46)
Uydur buydur: Önemsiz, kıymetsiz, vasıfsız. (Aksu, 2013: 269)
Uyku geldi bedene, ne mutlu galkıp gidene: Yatma vakti geldi, artık evinize
gidin. (Şen, 2006: 112)
Uykusundan zeriklemek: Çok uykusu geldiğinden sersemlemek. (Şen, 2006:
112)
Uyuz olmak: Birine kafayı takmak. (Gökçebey, 1999: 84)
Uz durup bek sokmak: Kendisinden beklenmeyen kötü davranışları yapmak.
(Dalkıran, 2005: 56; Özturan, 2014: 251; Şen, 2006: 112; İsmail Orhan)
Üç aşşağı beş yukarı: Yaklaşık olarak. (Özturan, 2014: 251)
232
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Üç beş bismillahla gidecek şeytan olmamak: Bulaştığı yerden kolay kolay


ayrılmamak. (Çınkır, 2016: 1061; Özturan, 2014: 251)
Üç eşşek yaşında olmak: 90-100 yaşlarında, koskoca insan olmak. (Özturan,
2014: 251)
Üç yaşında çocuk: Aklı çocuk kadar. (Özturan, 2014: 251)
Üçe gadar yolu olmak: Bir şeyin belli bir süresi olmak. (Erşahin, 2011a: 77)
Üçün birini almak: Ödülde gırgıra almak. (Özturan, 2014: 252)
Üleş yemiş it gibi: Leş yemiş köpek gibi ağzı, yüzü, eli, her tarafı kana
bulanmış. Ağzı burnu kan içinde. (Özalp, 2008: 346)
Ününü şanını araya vermek: Şöhretini bitirmek. (Erşahin, 2011a: 77)
Ürüp o…mak: İleri geri konuşmak. (Çınkır, 2016: 1063; Sultan Pırnaz)
Üstünden bir boğaz galkmak: Geçim sıkıntısı içinde olmak, o gidince sıkıntısı
biraz azalmak. (Özturan, 2014: 252)
Üstüne gök gürlememiş olmak: Zoru görmemiş, gayretsiz olmak. (Çınkır, 2016:
1064; Özturan, 2014: 252)
Üstüne gül koklamak: Karısının yerine başka biriyle beraber olmak. (Özturan,
2009b: 275)
Üstüne ölü toprağı serpilmek: Hareketsiz, hissiz olmak. (Özturan, 2014: 252)
Üyür olmak: Hayvan için alışmak. (DS, 2009: 4086)
Üzüm aşkına bağ budamak: İlerdeki beklenti için bedava çalışmak. (Özturan,
2014: 253; Polat, 2016: 73)
Üzüm iti gibi titremek: Çok üşümek, üşümeden tir tir titremek. (Özalp, 2008:
346)
Üzüm yiyen ayıyı bekmez s..ana gadar govalamak: Zarar vereni sonuna kadar
kovalayıp takip etmek. (Çınkır, 2016: 1067; Özturan, 2014: 253)
Üzzük büzzük: İp kırıntısı, ip veya bez parçası gibi ufak parçaların genel adı.
(Aksu, 2013: 270)
Vadesi yetmek: Ölümü yaklaşmak, ölmek. (Özturan, 2014: 253; Uzun vd.,
2012a: 240; Uzun vd., 2012b: 312; Yalman, 1977: 535)
Vadesiyle ölmek: Eceliyle ölmek. (Uzun vd., 2012a: 94)
Vadır vadır etmek: Güçlü bir sesle bağıra çağıra konuşmak. (Özalp, 2008: 347)
Vahır vahır etmek/gaşınmak: Sürekli kaşınmak. (Erşahin, 2011a: 77)
Vahit akşam, köy yırak: Misafirlikten kalkmak istenirse böyle söze başlanır.
Vakit geç oldu. Gidecek uzun yol var. (Arslan, 2011: 358; Çınkır, 2016: 1068; Özturan,
2014: 253; Şen, 2006: 112)
Vahit öldürmek: Zamanı değerlendirmeden yaşamak. (Özturan, 2014: 253)
Vakit vangırdamak: Vakit çoktan geçmek. (Çınkır, 2016: 1068)
Vakitli vakitsiz: Zamanlı zamansız. (Özturan, 2014: 253)
Vakti geçmek: Zamanı geçmek. (Erşahin, 2011a: 77)
Vakti olmamak: Zamanı olmamak. (Okumuş, 2006: 169)
Vakti zamanında: O vakitlerde, o zamanlarda. (Erşahin, 2011a: 77)
Var hesap et: İnanılması güç olayları anlatırken. (Çınkır, 2016: 1070)
Var varanın, sür sürenin: Eski dönemlerde işi yapanın fayda gördüğü bir kalıp
ifade. (Paköz, 2000: 110)
Var varlığını vermek: Bir işin gerçekleşmesi için elindeki imkanlarını sonuna
kadar kullanmak. (Elife Akkurt)
Varacaan arga, vuracan garga: Ne telaşlanıyorsun, ne var? Yapacağın iş belli,
harcayacağın emek belli. Böyle ortalığı velveleye vermenin bir anlamı var mı? (Bilgin,
2006: 327)
Velfecre okumak: Her türden kötülüğü yapabilecek yapıda olmak. (Çınkır, 2016:
1073)
Velhan etmek/olmak: Bir sene sonra ekilecek tarlayı sürüp hazırlamak; tarlayı
bir yıl dinlendirmek. (Erşahin, 2011a: 77; Kaya-Kozan, 2003: 149; Özalp, 2008: 347)
Velhandan yiyip bora s..mak: Her şeyini beleşe getirmek. (Elife Akkurt)
Velveleye vermek: Telaş ve heyecana düşürmek. (Yalman, 1977: 535)
Ven ven etmek: Köpek yavruları kesik kesik havlamak. (Özalp, 2008: 347)

233
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ver yiyim, ört yatim, bastır canım çıkmasın: Tembel insan. (Çınkır, 2016: 1073;
Özturan, 2014: 254)
Verdik gırkı, gitti gorku: Bedelini verdik, korkuyu alt ettik. (Şen, 2006: 112)
Verdikleri bir/iki yumurta, canımı aldılar dürte dürte: Yapılan iyiliği başa
kakmak. (ATKVE, 2011: 138; Arslan, 2011: 358; Özturan, 2014: 254)
Veresiye dayak yemek: Boşu boşuna iş yapmak. (Adem Pırnaz)
Verilmiş sadakası varmış: Başa felaket geldiğinde. (Şen, 2006: 112)
Verip de pişman olacağıma, vermeyip pişman olayım: Kendimi hiç sıkıntıya
sokamam. (Şen, 2006: 112)
Verip veriştirmek: Ağza geleni söylemek. (Özalp, 2008: 347)
Verirken canı çıkmak: Para, mal vermeyi sevmemek. (Özturan, 2014: 254)
Veryansın etmek: Karşı tarafa ithamda bulunmak. (Özturan, 2014: 254)
Vetsiz vetsiz gonuşmak: Düzgün konuşmamak. (Arslan, 2011: 358)
Vıccırığını çıkarmak: Macun gibi ezmek. Örnek: Kapının önünde birisi sıçana
basıp sıçanın vıccırığını çıkarmış. (Bilgin, 2006: 328; Çınkır, 2016: 1075)
Vıcırdım oynamak: Meydanı boş bularak rahatça oynamak. (Çınkır, 2016: 1075)
Vıngırık gibi: Çok kalabalık. (Çulha, 1984)
Vır vır etmek: Sinirleri bozacak şekilde konuşmak. (Özturan, 2014: 254)
Vırç olmak: Çok sulu, çamur gibi olmak, çok ezilmek, iyice çürümek, suya
kesmek. (Özalp, 2008: 347)
Vıttırı vızzık: Uyduruk, değersiz, boş. (Mercimek, ?: 10; Özturan, 2014: 254)
Vız gelip tırıs gitmek: Bir şey kendisini hiç ilgilendirmemek, umurunda
olmamak. (Gökçebey, 1999: 84; Özturan, 2014: 254)
Villik dönmek: Kendi etrafında dönmek. (Aksu, 2013: 270)
Villik goparmak: Velvele koparmak. (Özalp, 2008: 347)
Viran etmek: Ortalığı dağıtmak. (Gökçe, 2014: 273)
Virane olmak: Ortalık dağılmak. Örnek: O kireçten konaklar virane olur.
(Atalay, 2008: 138)
Vitesten sallamak: Yalanlı konuşmak. (Şahiner, 2017: 34; Ökkeş Armut)
Viyasına uymak: Mecazen dümen suyunda gitmek. (Bilgin, 2007b: 165)
Vur abalıya: Vur fakire. Ceza, zahmet fakirlere. (Özturan, 2014: 255)
Vurdukça yamışmak: İstenmedikçe, kovuldukça, tekmelendikçe, hakaret
edildikçe daha çok yaklaşmak, sırnaşmak. (Özalp, 2008: 348)
Vursa ölecek, vurmasa payını elinden alacak olmak: Bir darbede ölecek gibi
duran güçsüz, zayıf kimselerle ve arsız, yüzsüz, yalancı, iftiracı ve dolandırıcılarla
uğraşmak, mücadele etmek. Örnek: O kadar zayıf, güçsüz ki vursam ölecek, başımı
belaya sokacak, ölür korkusuyla vurmasam yalan dolanla hakkımı, malımı elimden
alacak. (Özalp, 2008: 348)
Vurunca deleme gibi döndermek: Vurursa çok fena yapmak. (Özturan, 2014:
255)
Vurunca otuz iki dişini dökmek: Vurunca ağzını burnunu kırmak. (Özturan,
2014: 255)
Vücudu çimiş çimiş olmak: Soğuğa bağlı yanmada vücudun yaşadığı hal.
(Özturan, 2014: 255)
Y….ını almak: Hiçbir şey alamamak (Özalp, 2008: 351)
Ya ç..ümü dutarsın ya üstüne işerim: Ya dediğimi tutarsın ya sana zarar veririm.
(Özturan, 2014: 255)
Ya dam ya mertek yanacak: Ya sen ya da ben, iki dosttan biri yarışmayı, oyunu
kaybedeceğiz. (Çınkır, 2016: 1078)
Ya deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin: Ya bu işi yaparsın ya da buradan
gidersin. (Gökçebey, 1999: 82; Özturan, 2009a: 225; Özturan, 2014: 255)
Ya herro ya merro: Ya bu işi yaparız ya da bu işin altında kalırız. (Şen, 2006:
112)
Ya müftüye danışmak ya da bir gavur bir müslümana sormak: Kimin haklı
olduğunu birilerine sormak. (Özturan, 2014: 255)
Ya sayı bilmiyorsun ya da kötek yememişsin: Sen ya bu işi bilmiyorsun ya da
hayat tecrüben yeterli değil. (Özturan, 2014: 230)
234
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yaannını vermek: Güvenmek, güvenç duyarak kazanmak. (Bilgin, 2006: 331)


Yabana atmak: Önem vermemek. (AŞA, 1992: 60)
Yafırcın olmak: Çok telaşlanmak. Bir an önce sonuca varmak için sağa sola
çarpma pahasına acelecilik Yapmak. Örnek: Kız düğüne gideceğim diye yafırcın olmuş
gibi akşamdan beri elli kuruşunu arıyor. Aklı sıra iki yol kendini oynamaya çekerlerse
onların parasını vermek istiyormuş. (Bilgin, 2006: 331-332; Özalp, 2008: 349)
Yağ yemiş it gibi yılışmak: Oldukça memnun bir görüntü sergilemek. (Çınkır,
2016: 1080)
Yağarsa darıma, yağmazsa harmanıma: Ne olursa olsun, işime gelir. (Çınkır,
2016: 1080)
Yağcı yamalak b..tan tuvalak: Dalkavuk, yalaka kimsenin kötülüğü. (Özalp,
2008: 349)
Yağı yarılmak: Ağır yük kaldırmaya bağlı vücutta hastalık meydana gelmek.
(Özalp, 2008: 349; Özturan, 2014: 255)
Yağlayıp yüzleyip göndermek: Alacaklı olan birisine alacağının yerine güzel
güzel laflar söyleyerek göndermek. (Çınkır, 2016: 1081; Özalp, 2008: 350)
Yağlı böreğin içinde olmak: Her imkana sahip olmak. (Arslan, 2011: 358)
Yağlı gapı: Zengin kapısı. (Özturan, 2014: 255)
Yağlı gurşunlardan gitmek: Kurşunla veya başka sebeplerle ölmek. (Özalp,
2008: 350)
Yağma gılmak: Yağma ettirmek. Örnek: Çarşılara yağma kıldın malını. (Atalay,
2008: 139)
Yağmasa da gürlemek: Bol bol konuşmak, ama icraatı olmamak. (Özturan,
2014: 256)
Yağmur nereye yağarsa tarlayı oraya götürmek: Menfaati neredeyse oraya
gitmek. (Özturan, 2014: 256)
Yağmur yağmadan sele gitmek: Bir olay meydana gelmeden olaydan zarar
görmek. (Özturan, 2009a: 225)
Yağmuru var, dolusu yok: Zararsız. (Özturan, 2014: 256)
Yakası açılmamış laf: Edep dışı, konuşulmamış laf. (Özturan, 2014: 256)
Yakasından geçirmek: Evlat edinmek. (Çınkır, 2016: 1083)
Yakasını gurtarmak: Elinden kurtulmak, birliktelikten kurtulmak. (Özturan,
2014: 256)
Yakasını üstüne etmek: Ne isterse öyle yapmasına izin vermek, karışmamak.
(Çınkır, 2016: 1083)
Yakıp viran etmek: Ortalığı darmadağın etmek. (Alparslan-Yakar, 2009: 28)
Yal yediği çanağa işemek: Nankörlük etmek. (Çınkır, 2016: 1083)
Yalama olmak: 1. Susuzluktan, güneşten dudaklarda bir tür rahatsızlık oluşmak.
2. Laçka olmak, laçkalaşmak. (Özalp, 2008: 349)
Yalama yannık: Geveze insan, laubali, boşboğaz. (Dalkıran, 2005: 56)
Yalamağın gıyısından uçmak: Kötü sonuçlanacak bir olaydan son anda
kurtulmak. (Çınkır, 2016: 1084)
Yalan buçuktan: Yalandan yere. (Kılıç, 2008: 93)
Yalan dolan: Hile ile iş yapmak. (Sultan Kamalak)
Yalan olmak: Yok olmak, bitmek, tükenmek. Örnek: Yalan oldun şimdi sen
Efirağızlı. (Uzun vd., 2012a: 71)
Yalancı pehlivan gibi dolanmak: Kabadayı kabadayı dolaşmak. (Özalp, 2008:
349)
Yalavuç olmak: Utanma duygusunu yitirip iyice arsızlaşmak. Örnek: Boş ver o
hergeleyi, iyice yalavuç olmuş gayrı, ne utanır yüzü kalmış ne de kovulmaktan
örselenecek ruhu. (Bilgin, 2006: 333)
Yalı yiyip davara gitmemek: Bir işin karşılığını almak ve üzerine düşeni
yapmamak. (Elife Akkurt)
Yallah deyince: Haydi bakalım deyince. (Erşahin, 2011a: 77; Özturan, 2014:
257)
Yalp yalp yanmak: Parıl parıl parlamak. (Gültekin, 2004: 911)

235
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yamacında kimse galmamak: Çevresinde tanıdık kalmamak. (Erşahin, 2011a:


77)
Yambıl yumbul: Eğri büğrü, yamrı yumru, yampiri. Örnek: İtin ayağına taşı
vurunca nasıl da yambul yumbul gitmeye başladı. (Bilgin, 2006: 333; Çınkır, 2016:
1088)
Yamrı yumru: İriyarı, etli butlu, tas tus. (Özalp, 2008: 350; Özturan, 2014: 257)
Yamyast/yamyasdı etmek: Bir şeyi yassılaştırmak. (Özalp, 2008: 350; Özturan,
2014: 257)
Yan peşe kesilmez: Yakın olanlar, akrabalar, eş-dost, sevilenler birbirlerine
kesilmez, kötülenmez, karalanmaz. (Özalp, 2008: 350)
Yana yakıla aramak: Kaybedilen bir şeyi büyük bir çaba ile aramak (Erşahin,
2011a: 77)
Yanbağı gelmek: Bir yanına yaslanmak, yan gelmek. (DS, 2009: 4163)
Yandım dellie düşmek: Aşkından çıldırmak. (Kılıç, 2008: 177)
Yangına düşmek: Kumarda çok kaybedip kaybettiklerini geri kazanmak için
durmadan oynama isteği duymak, oynamaya doyamamak. (Özalp, 2008: 350)
Yanı yere gelmek: Sırtı yere gelmek. (Özalp, 2008: 350)
Yanına gomamak: İntikamını almak istemek. (Erşahin, 2011a: 78; Körük, 2005:
34)
Yanına yakmak: Birine eşlik etmesi için diğer bir kişiyi yanına vermek. (Çınkır,
2016: 1091)
Yanını sürümek: Perişan bir hayat sürmek, yarı aç yarı çıplak, perişan vaziyette
sürünmek. (Özalp, 2008: 350)
Yanını vermek: 1. Sırtını vermek, arkasını vermek. 2. Güvenmek, yararlanmak.
(Özalp, 2008: 351)
Yanını yivini belirsiz etmek: Yanını yönünü belli etmemek. (Çınkır, 2016: 1091;
Temiz, 2005: 710)
Yaptığı iş kendisine yazzık, başkasına azzık olmak: Yaptığı işin yanlışlığından
dolayı kendisine ahrette sual sorulmak, başkasına da sevap verilmek. (Özturan, 2014:
257-258)
Yaptığı iyilik hiçe gitmek: Emekleri boşa gitmek. (Erşahin, 2011a: 78)
Yaptığım iş değil, elim boş değil: Hiç boş durmuyorum, ama ortada elle tutulur
bir şey de yok. (Sultan Kamalak)
Yaptığını deli olan yapmamak: Çok akılsız iş yapmak. (Özturan, 2014: 100)
Yar yetimi galmak: Sevdiğini kaybetmek, ondan uzak ayrı yerde kalmak.
(Çınkır, 2016: 1093)
Yaralı parmağa işememek: Kimseye faydası olmamak. (Özturan, 2014: 258)
Yaraya duz basmak: Üzüntüsünün üstünü kapatmak. Örnek: Ben yaramı tuz
basarak bağladım. (Gözükara-Özalp, 2011a: 324)
Yaraya köz basmak: Yarayı yeniden açmak. (Özturan, 2014: 258)
Yarenlik etmek: 1. Söyleşmek, birlikte eğlenmek. 2. Şaka yapmak. (DS, 2009:
4184)
Yarım ağız söylemek/çağırmak: İsteksiz isteksiz söylemek, söylemiş olmak,
yasak savmak için söylemek. (Bilgin, 2006: 334; Özalp, 2008: 351; Özturan, 2014: 258)
Yarım olmaya az galdı: Bitti mi sorusuna verilen şaka yollu cevap. (Özturan,
2014: 258)
Yarısı yerin altında olmak: Kısa boylu olup çok kurnaz olmak. (Özturan, 2014:
258)
Yarıya it d…..ı çekmek: Hiçbir iş tutmamak, boşta gezmek, haylazlık etmek.
(Çınkır, 2016: 1095)
Yarması gaynamamak: Yıldızı barışmamak, anlaşamamak. (Akbaş, 1985)
Yarnak sıçanı gibi: 1. Arklarda, kanallarda, tarlalardaki suyun girip çıktığı
ağızlarda bulunup buralarda delikler açarak su kaçağı yapan fare gibi. 2. Yamakları
parçalayarak su çalan kimse gibi. 3. Geniş, bol ağızlı, ağzı büyük, büyük ağızlı. (Özalp,
2008: 351)
Yartmaç yartmaç golları olmak: İri iri, kalın kalın kolları olmak. (Özalp, 2008:
351)
236
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yas/yasını dutmak: Arkadaşının, birisine küsmesi ile hiç alakası olmadığı halde
sırf arkadaşına yaranmak niyetiyle onunla birlikte ötekine küsmek, onunla birlikte
hareket etmek. Örnek: Şuna bak ya, oğlum sana ne yaptık da Osman’ın yasını tutup
bizimle konuşmaz oldun? (Atalay, 2008: 154; Bilgin, 2006: 335; Gözükara-Özalp,
2011a: 130)
Yaş dalı ayırmak: Doğru, düzgün bir işi berbat etmek. (Göçer, 2010: 74)
Yaş tahtaya basmamak: Tedbirli olmak. (Erşahin, 2011a: 78; Özturan, 2014:
258)
Yaşı başına gardak gelmek: Yaşı başına dar gelmek, yaşı başına birçok
felaketler, belalar getirmek. (Özalp, 2008: 352)
Yaşı kesilmek: Ölmek, ömrü sona ermek. (Özturan, 2014: 259; Özalp, 2008:
352; Elife Akkurt)
Yaşı ne başı ne?: Daha çok küçük, akıl baliğ olmamış çocuk. (Çınkır, 2016:
1097)
Yaşın yaşın ağlamak: İçli içli, gözlerinden yaş akıtarak ağlamak. Örnek: Yemen
türküsünü her dinleyişte, çocukları bile her sevişte yaşın yaşın ağlar. (Bilgin, 2007b:
228; Gözükara-Özalp, 2011b: 219)
Yaşına ömrüne doymamak: Çok yaşamamak. (Özalp, 2008: 352)
Yaşları gara gelmek: Bir an önce ölmek. (Çınkır, 2016: 1097)
Yatan öküze galk dememek: Etliye sütlüye karışmamak, kimsenin işine
karışmamak. (Çınkır, 2016: 1098; Özalp, 2008: 352)
Yavan herifin biri: Sevimli biri değil. (Özturan, 2014: 259)
Yavan yavan gonuşmak: Gerekmez konuşmak. (Özturan, 2014: 259)
Yavuz turacı gibi dönmek: Vurmayı bilmek. İyi, kuvvetli, çabuk çabuk vurmak.
(Özalp, 2008: 352)
Yayan yapıldak: Yürüyerek gelmek. (Çınkır, 2016: 1100)
Yayılıp yayılıp gelmek, ötürüp durmak: Boş boş dolaşmak, bir işe yaramamak.
(Ali Kayabaşı)
Yaz var güz var, Kerhan’da goz var: Borç ertelenmesi. Borcunu ödemeye niyeti
yok. (Özturan, 2014: 259)
Yaza çıkardık danayı, beğenmez oldu anayı: Çocukları büyüttük, şimdi bizi
beğenmiyorlar. (Şen, 2006: 112)
Yazıda bulmak: Beleş olmamak. Örnek: Getir lan el arabamı, yazıda bulmadık
onu. (Aksu, 2013: 271)
Yazının yüzü/ortası: Meydanda, herkese açık, tehlikeye açık. (Aksu, 2013: 271;
Erşahin, 2011a: 78)
Yazının yüzünde galmak: Kimse sahip çıkmamak, yalnız bırakılmak. (Aksu,
2013: 271)
Yazıya düşmek: Kimse sahip çıkmamak, çaresiz kalmak. (Aksu, 2013: 271)
Yazıya sermek: Kıymetini bilmemek, heba etmek. (Aksu, 2013: 271)
Yazıyı dolanmak: Her tarafı aramak. (Aksu, 2013: 271)
Yazzaneye gitmek: Tuvalete gitmek. (Mehmet Öztürk)
Yedi denizin dışarı attığı: Çok yaramaz, çok geveze. (Özturan, 2014: 260)
Yedi gad el: Akrabalığın geriye doğru yedi göbek devam ettiği düşünülerek el
olanları, yabancıları ifade etmek, bu yedi göbeğin dışında, zerrece akrabalık bağı,
yakınlık olmadığını anlatmak. (Özalp, 2008: 352-353)
Yedi köyü bir eşşeğe bindirmek: Yavuzluk, yamanlık yapmak. (Çınkır, 2016:
1103)
Yedi yerinden ağlamak: Karşılaştığı herkese derdini anlatmak. (Özturan, 2014:
260)
Yedi yıllığını yetirmek, bıyığını bitirmek: Artık yaşı epey olmak, kendi yoluna
gidecek olmak. (Özturan, 2014: 260)
Yedi zembil buçuk demek: Eski Maraş'ta namaz kılarken bağda kesilen üzümü
aklından geçirerek "Allahuekber" yerine yedi zembil buçuk denirdi. (Özturan, 2014:
260)
Yediği çanağa/gazana işemek/pislemek/s..mak: Nankörlük etmek, iyilik görülen
insanlara kötülük etmek. (Okumuş, 2006: 169; Özalp, 2008: 352; Ahmet Yenikale)
237
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yediği önünde, yemediği arkasında olmak: Varlık içinde yaşam sürmek.


(Dalkıran, 2005: 56)
Yediği yemeğin nereye gittiğini bilememek: Telaştan, sıkıntıdan nasıl yemek
yediğini bilememek. (Özturan, 2014: 260)
Yediğin b..un kepçesini yanında daşı: Sigara içtiği halde çakmak ya da kibriti
olmayanlara şaka yollu söylenir. (Çınkır, 2016: 1103)
Yeğni gaptan su içmemek: Basit ve seviyesine uygun olmayan işler yapmamak.
(Özturan, 2014: 260)
Yeğnilik etmek: Hafif davranmak. (Özturan, 2014: 260)
Yekdir hop/bas yekdir hop/bas varmak/gitmek: Topallayarak gitmek. (Erşahin,
2011a: 78)
Yel almak: Şüphelenmek, kötü koku almak. Örnek: Babam, o dölün gelip
gidişinden bir yel aldı zaten, meğer hırsızlık niyeti varmış. (Bilgin, 2006: 337; DS,
2009: 4233; Özalp, 2008: 353; Yalman, 1977: 535)
Yel eleği gibi: Çok hızlı yürüyen, hiç zorlanmadan çok hızlı iş yapan. Örnek:
Emmimgile bir herif yel eleği gibi geldi, yel eleği gibi gitti. (Bilgin, 2006: 337)
Yel eleği, yelfe külahı: Hafif insan. (Çınkır, 2016: 1106; Özturan, 2014: 260)
Yel gelen deliği bilmek: Dedikodunun kaynağını bilmek. (Çınkır, 2016: 1106;
Özalp, 2008: 353; Özturan, 2014: 261)
Yel girmek: Kas tutulması olmak. (Özturan, 2014: 261; Özalp, 2008: 353)
Yel yepelek, [yelken kürek]: Çok hızlı, telaşlı. Örnek: Maşallah, bak nasıl da
işini biliyor, ortalıkta yel yepelek dolaşıp hangi işin ucundan tutuyorsa, onu hak ediyor.
(Bilgin, 2006: 337; Özturan, 2014: 261)
Yelden guzdan esirgemek: Bir kimseyi her türlü musibetten ve kötülüklerden
korumak. (Çınkır, 2016: 1106)
Yele yağmura atılmak: Her işe koşmak, atılmak, her şeye karışmak. Gereksiz
bela ve sıkıntılara girmek. Gerekli-gereksiz her işe, olaya burunu sokmak. Olur olmaz
her tehlikeye karşı durmak, göz kırpmadan atılmak, koşmak. İlgili ilgisiz her işe
atılmak. (Özalp, 2008: 353)
Yelim yelim yeldirmek: Kafası kesik tavuk gibi sağa sola koşturmak. (Çınkır,
2016: 1107)
Yeline dulda, güneşine gölge olmak: Birinin işlerine yardımda bulunmak.
(Göçer, 2010: 29)
Yemediği bir o b.. galmak: Karışmadığı bir o iş kalmak. (Özturan, 2014: 261)
Yemek dökmek: Yemek vermek, ziyafet çekmek. (Özalp, 2008: 353)
Yemeyip içmeyip yetiştirmek: Bir şeyi dedikoduyu, sırrı, haberi hemen gidip
haber vermek, yetiştirmek. Örnek: Ali’nin ettiğini görüyor musun? Sen yeme içme
yetiştir. (Özalp, 2008: 353)
Yemin etse başı ağrımamak: Doğru söylemek. (Arslan, 2011: 358; Çınkır, 2016:
1109; Şen, 2006: 112)
Yeni yetme: Yeni yetişen delikanlı. (Bilgin, 2007a: 125; DS, 2009: 4249)
Yer köteği, verir ceremeyi: Dayağı yer, ağıtı söyler. (Şen, 2006: 112)
Yer sermek: Yatak açmak, yatağı yatacak olanlara hazırlamak. Örnek: Ana galan
yerimi ser de yatayım. (Bilgin, 2006: 339)
Yer yarılıp dibine girmek: Ortalıktan kaybolmak. (Gökçebey, 1999: 83)
Yerden yere çalmak: Birini çok sert bir şekilde dövmek, acınacak duruma
sokmak. Örnek: Omuzla sırtına yerden yere çal. (Sarıyıldız, 2012: 85)
Yere bakan: Sinsi, iki yüzlü. (DS, 2009: 4252)
Yeri göğü inletmek: Ortalığı velveleye vermek. (Bilgin, 2007c: 34)
Yeri varsa ikram et: Kâr payın kurtarıyorsa fiyatı biraz indir. (Özturan, 2014:
262)
Yerin dibine batmak: Rezil, kepaze olmak. (Gökçebey, 1999: 83)
Yerin zemmine geçirmek: Birisi, diğerini olmadık zamanda yaptığı bir
davranıştan veya sarf ettiği sözünden dolayı yerin dibine girmeyi isteyecek kadar
utandırmak. Örnek: Eşşek oğlu eşşek, koskoca kaymakamın yanından gelip ananın
dediği öyle bağıra çağıra denir mi? Beni yerin zemmine geçirdin. (Bilgin, 2006: 338-
339)
238
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yerinde bir avuç gurt gaynamak: Yerinde duramamak. (Özturan, 2014: 262)
Yerini garıncalandırmak: Bulunduğu yeri tartışılır hale getirmek. (Özturan,
2014: 262)
Yerini sevmek: Ağaç, çiçek, sebze gibi şeylerin ekildiği, dikildiği yerde iyi
gelişmesi, uyum sağlaması. (Özalp, 2008: 354)
Yerniği değil, yornuğu olmak: Gelinlerden çok çeken kaynanalar söyler bu sözü.
Örnek: Ben gelinin yerniği değil, yornuğuyum. (Çınkır, 2016: 136)
Yernik gitmek: Hasret gitmek, özlemine kavuşmamak, üzülmek. Örnek: Yernik
gitti kara yiğit. (Ekici, 2005: 77; Uzun vd., 2012a: 247; Uzun vd., 2012b: 282; Uzun
vd., 2012c: 141)
Yernik olmak: Aşermek. (Özalp, 2008: 354)
Yersen gabacık, yemezsen gapı açık: Düzen bu şekilde, işine geliyorsa. (Çınkır,
2016: 1112; Şen, 2006: 112)
Yersi yersi kokmak: 1. Toprak gibi topraksı topraksı kokmak. 2. Nemli toprakta
bekleyip küfsü küfsü kokmak. (Özalp, 2008: 354)
Yettiğine yetmek, yetmediğine börkünü atmak: Tutabildiği kadar iş tutmak,
yetişemediğine işaret koymak. (Özturan, 2014: 263)
Yıkıldığı yere han yaptırmak: Destek olmak, arkasında durmak. (Özturan, 2014:
263)
Yıkılmaz zengin olmak: Çok zengin olmak. (Özturan, 2014: 263)
Yıl on iki ay: Bir yıl boyunca. (Adem Pırnaz)
Yılan gırkan gibi: 1. Yaramaz çocuk. 2. Konu komşusuna zarar veren kadın.
(Özalp, 2008: 354)
Yılan gibi akmak: Sessizce, habersizce gitmek. (Hasan Koçak)
Yılan gursağından çıkık gibi: Çok düzgün. (Çınkır, 2016: 1115)
Yılana ağvermek: Çevresindeki insanları azdırmak, yoldan çıkarmak, birbirine
düşürmek. Örnek: O öyle bir yılana ağveren biri ki meleği bile şeytanın yoldaşı eder.
(Bilgin, 2006: 339-340)
Yılana göz gırpmak: Çalışıp kazanmadan birilerinin sırtından geçinmek. (Polat,
2016: 74)
Yılanı kendi dutmak, gözüne el bakmak: İş kendisi yapmak, kendisi yorulmak,
ama başkası para kazanmak. (Özturan, 2014: 263)
Yılanın gurbağayı somurduğu gibi: Uzun bir şeyi bir ucundan ağzına alıp
çiğneyen, yuttukça da dışarıda kalan kısmını ağzına çeken, bu arada da birtakım sesler
çıkaran. (Özalp, 2008: 355)
Yıldır yıldır yanmak: Göz alıcı bir şekilde parlamak. (Çınkır, 2016: 1116;
Özturan, 2014: 264)
Yıldız akmak: Yıldız, kayıp yer değiştirmek. (DS, 2009: 4270)
Yıldız sağılmak: Yıldız kaymak. (DS, 2009: 4270)
Yılın ağzı azgın olmak: Hava, mevsim insanlara zarar verecek durumda olmak.
(Özalp, 2008: 355)
Yırtık dondan çıkan s.. gibi: Her taşın altından çıkan, her şeye karışan. (Özalp,
2008: 355)
Yırtık pırtık: Eski ve yırtık elbise. (Özturan, 2014: 264)
Yırtılan Kelecoğlu’nun yakası: Umurunda mı, o niye üzülsün, sıkıntı etsin?
Nasıl olsa kendisine bir şey olmuyor. Bütün sıkıntıyı ben çekiyorum. (Özalp, 2008: 355)
Yimbeş guruşu olsa yimbeş gavur öldürmek: Hiç parası olmamak. (Özturan,
2014: 264)
Yiten gitmez, çeken gelmez: Çözümü olmayan müşkül bir durumda olan
kimsenin hali. (Çınkır, 2016: 1117)
Yitirmezsek eyi bulduk: Belayı başımıza sardık. (Özturan, 2014: 264)
Yitirsen tuh demezsin, bulsan oh demezsin: Değersiz şey. (Fadık Pırnaz)
Yivgin olmak: Başlayıp bırakmaktan dolayı usanmışlık olmak. (Özturan, 2014:
264)
Yivi seti galmamak: Sözüne güvenilmemek, haram yiyebilmek, hırsızlık
yapabilmek ve en önemlisi de yaptıklarından utanmamak. (Çınkır, 2016: 1120)
Yiyecek guru b.. aramak: Bela aramak. (Özturan, 2014: 264)
239
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yiyici takımı: Eli ekmek tutmayanlar. (Özturan, 2014: 264)


Yiyim mi ölim, yemim mi ölüm? Yiyim ölim: Her iki halde de öleceksem
perhizi bozar öyle ölürüm. (Özturan, 2014: 264)
Yiyip ağlamak, içip ağlamak, s..ıp ağlamak: Küçük çocuklara kızarken söylenen
söz. Örnek: Yer ağlar, içer ağlar, s..ar ağlar. (Özturan, 2009a: 246)
Yiyip doymayacak, uyuyup ganmayacak zamanı: Çocukluktan çıkıp
delikanlılığa girdiği zaman. (Özturan, 2014: 264)
Yiyip içip ağzını silmek: Yiyip içmek teşekkürü, sofra toplamayı, bulaşık
yıkamayı bilmemek. (Özturan, 2014: 261)
Yoğurdu yumruğuyla yemek: İsraf etmek. (Karalar, 1998: 66)
Yoğurtçu beygiri gibi: Ağır hareket eden kimse. (Özturan, 2014: 264)
Yok yoksul musun?: Varlıklısın, fakir değilsin. Durumu iyi olup da para
harcamayana eleştiri. (Özturan, 2014: 265)
Yok yoksul, kör öksüz: Durumu iyi olmayan kimse. (Ayşe Koçak)
Yol açığı yapmak: Düğünden bir hafta ya da on gün sonra damat tek başına kız
evine el öpmeye gider. Buna “yol açığı yapma” denilir. Heybesine, üzüm, lokum, çerez
vs. koyar, kız evine gider. Kız evi damatlarını 1-2 gün kendi evlerinde misafir ederler,
damadın sabrını deneyecek oyunlar oynatılır. Kızlarına çok iyi baksın diye, damada çok
iyi davranılır, yedirilip içirilir. (Arslan, 2011: 108)
Yol beklemek: Giden birinin gelmesini beklemek. Örnek: Yetimleri yol
bekliyor. (Gökçe, 2014: 192)
Yol çekmek: Yol gitmek. (Erşahin, 2011a: 78)
Yol dağıtma: Düğün başlayacağı zaman akraba, eşe ve dosta duyuru niteliği
taşıyan işlem. (Bahça, 2001: 40)
Yol üstüne uzatmak: Kimsesizleri yol kenarına gömmek. Örnek: Garip miydin
Mulla Kerim? Yol üstüne uzatmışlar. (Kaya-Kozan, 2003: 155)
Yol yolak bilmek: Usul erkan bilmek. (Özturan, 2014: 265)
Yola revan olmak: Yola koyulmak, yolculuğa çıkmak. (Caferoğlu, 1995: 174)
Yola yoğurt sermek: Aşırı cömertlik yapmak. (Çınkır, 2016: 1123)
Yolu eline almak: Yola koyulmak. (Karalar, 1998: 66)
Yolu yaklaştırmak: Mesafeyi azaltmak. (Erşahin, 2011a: 78)
Yolunu gözlemek/değnemek: Birinin yolunu, gelmesini beklemek. Örnek:
Aslanoğlu her gün yolunu gözlüyor. (Bilgin, 2007c: 163; Gözükara-Özalp, 2011a: 110;
Uzun vd., 2012a: 401; Uzun vd., 2012c: 126)
Yorgacalık gomayıp çıkarmak: Çeşitli hareketlerle insanları rahatsız etmek, taciz
etmek, huzursuzluk vermek, yormak. (Özalp, 2008: 356)
Yorgan alıp yola düşmek: Bir yere gitmek üzere yola çıkmak. (Özturan, 2014:
266)
Yorgan döşşek yatmak: Ağır hasta olmak. (Özturan, 2014: 266)
Yornuk/yornuğunu almak: İstirahat etmek, dinlenmek. Örnek: Ben azcık
kavağın altında yornuğumu alacağım. (Bilgin, 2006: 341; Çınkır, 2016: 1126; Derebent,
2015: 196; Kaya-Kozan, 2003: 155)
Yoz iti gibi dolaşmak: Başıboş dolaşmak. (Özturan, 2014: 266)
Yönü öte olmak: 1. Bir ayağı çukura gitmek, ölmesi an meselesi olmak. Örnek:
Yazık, epeydir yönü öte oldu, ama canı çıkmadı bir türlü. Çekip durdu aylarca. 2. Bir
şeyi beğenmeyip arkasını dönmek, yüz çevirmek. Örnek: Niye yönünü öte dönüyorsun,
önce sen beğenmedin mi? (Bilgin, 2006: 341)
Yörep atmak: Boşa harcamak, israf etmek. (Aksu, 2013: 272)
Yörü canlarım yörü: Ah boşa harcadığım zamanlarım ah. (Adem Pırnaz)
Yövmiyeyi doğrultmak: Gündeliğini kazanmak. (Özturan, 2014: 266)
Yuduğu g.. öğlene galmayıp kokmak: Sağlam iş tutmamak, tuttuğu iş netice
vermemek. (Özturan, 2014: 266)
Yuka adam: Hafifmeşrep insan. (Özturan, 2014: 266)
Yularından pırtmış beygir gibi: Durdurulamaz hale gelmek. (Bilgin, 2007a: 24)
Yularını üstüne atmak/etmek: Artık işine karışmamak. (Çınkır, 2016: 1131;
Özturan, 2014: 266)

240
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yumulup düşmek: Yorgunluktan bükülüp bir yere oturmak. (Özturan, 2014:


266)
Yumuş buyurmak: Emir vermek. Adana'da pamuk otlarını kazmak için tutulan
işçinin adına "Yumu uşağı” derler. K. Maraş'ta yumuş uşağı veya oğlanı, kendisine iş
buyrulan evin hizmetçisi veya bir ferdi (kızı, oğlanı)'ne denir. Hizmetkar erkek olursa
dışarı işlerine, kadın olursa ev işlerine bakar. Ahır temizliği ve hayvanların bakımı
erkek hizmetkara aittir. Adana'da buna "eldeci” adı verilir. Eskiden her evin bir
hizmetkarı olurdu. Günümüzde bazı isim ve şekil değişikliği ile bu usul devam
etmektedir. Apartman kapıcılığı aslında birden fazla evin hizmetini görmek demektir.
Bunların adı, görev ve sorumluluğu bir kısım kanuni formalitelere bağlanmıştır.
Önceleri hizmetkarlık evin, ailenin gönlüne bağlıydı. (Kaya-Kozan, 2003: 156; Özturan,
2014: 266)
Yumuş dutmak: Söylenen, yapılması istenen bir şeyi yapmak. (Çınkır, 2016:
1132)
Yumuş uşağı: Verilecek yumuşları yerine getirmekle görevli olan, yumuşa sık
sık salınan insan. Örnek: Getirmiyorum işte, babanın yumuş uşağı mı var? (Bilgin,
2006: 342; Özalp, 2008: 356)
Yumuşa salmak: İş yapmaya göndermek. (Erşahin, 2011a: 78)
Yurt b..çusu: Mirasyedi, miras malları kısa sürede sonuna kadar yiyip bitiren.
(Bilgin, 2006: 342; Özalp, 2008: 357)
Yücesinde kekik biter, keklik öter; ovasında turaç gezer, pirinç yeter: Maraşlı,
evinin bahçesinde güller, çiçekler arasında ev fışkırtılı havuzun kenarında bir yandan
doruğunda poyrazın kudurduğu Ahır Dağı’nı bir yandan da güneşin kasıp kavurduğu
ovayı seyrederken memleketini övmekten kendini alamamış ve bu sözü söylemiştir.
(Tankut, 2008: 60)
Yükünü teğlemek: Yükünü denkleştirmek. Örnek: Ömer yükünü teğlemiş.
(Uzun vd., 2012a: 267)
Yükünü tutmak: Zengin olmak. (Özturan, 2014: 267)
Yükünü üceye yığmak: Bir işe razı olduğu halde belli etmemek, kendini naza
çekmek. (Çınkır, 2016: 1135; Dalkıran, 2005: 56; Şen, 2006: 112)
Yüreği acımak: Üzüntülü olmak. (Erşahin, 2011a: 78)
Yüreği ağzına gelmek: Çok korkmak. (Bilgin, 2007c: 110; Bilgin, 2007c: 63;
Kozan, 2007: 219; Körük, 2005: 34)
Yüreği b..un içinde gömülü olmak: Korkak olmak. (Özturan, 2014: 267)
Yüreği bir garış yağ bağlamak: Kötü kalpli olmak. (Şen, 2006: 112)
Yüreği bulanmak: Midesi kalkmak. (Bilgin, 2007a: 176; Temiz, 2005: 100)
Yüreği cız etmek: Birden içi sızlamak. (Bilgin, 2007b: 217)
Yüreği düşmek: Aşırı derecede korkmak. (Dalkıran, 2005: 56; Elife Akkurt)
Yüreği gan ağlamak: Çok büyük acı içinde olmak. (Kurt, ?: 82)
Yüreği gövünmek: Çok acı çekmek. (Özturan, 2009b: 85)
Yüreği hop etmek: Korkmak. Örnek: Yanımda hırıl hırıl bir ses duydum,
yüreğim hop etti. (Bilgin, 2007c: 66)
Yüreği oynamak: Korku ve heyecandan dolayı kalbi hızlı hızlı çarpmak. Örnek:
Söylediği haberi essah sandım, yüreğim oynadı. (Bilgin, 2006: 343)
Yüreği sızlamak: İçi sızlamak. Örnek: Her gördüğünden bir şüphe kapınca
yüreği sızladı, benzi sarardı. (Göçer, 2007: 39)
Yüreği yağ bağlamak: Mutluluktan içi içine sığmamak. (Çınkır, 2016: 1137;
Özturan, 2014: 267)
Yüreği yanmak: Çok üzülmek, acı çekmek. Örnek: Oyundan alıkonulduğu için
yüreği yanarak eve gelir. (Bilgin, 2007a: 61; Bilgin, 2007a: 106; Gözükara-Özalp,
2011a: 343)
Yüreği yekinmek: Midesi bulanmak. (Özturan, 2014: 267)
Yüreği yufka: Yufka yürekli, merhametli. (Özalp, 2008: 357)
Yüreği/yüreğini dağlamak: Acısını bastırmak. Örnek: Öksüzler, yetimler yürek
dağlardı. (Gökçe, 2014: 265; Gözükara-Özalp, 2011a: 59; Gözükara-Özalp, 2011b: 23;
Sarıyıldız, 2012: 60)
Yüreğinde at tepişip durmak: Korku içine beklemek. (Özturan, 2014: 267)
241
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yüreğine buz değmek: Bir olay karşısında aşırı sevinmek. (Polat, 2016: 74)
Yüreğine gan indirmek: Yaşadığı olay sebebiyle yüreğine ölüm sebebi sayılacak
kan damlamış gibi olmak. (Özturan, 2014: 267)
Yüreğine oturmak: Hazmedemeyecek hale gelmek. (Özturan, 2014: 267)
Yüreğini böbreğini düşürmek: Çok korkutmak. (Özturan, 2014: 267)
Yüreğinin başı yağ bağlamak: İyi yönde gelişen olaylar sebebiyle çok sevinmek.
(Özturan, 2014: 268)
Yüreğinin şişi inmek: Öfkesi yatışmak. (Çınkır, 2016: 1137)
Yüreğinin yağı erimek: Ferahlamak. (Okumuş, 2006: 169)
Yüz ağartmak: Memnun etmek. (Arslan, 2011: 358; Körük, 2005: 34; Şen, 2006:
112)
Yüz azdırmak: Yüzünü bozmak. (Özturan, 2014: 268)
Yüz değil camız gönü: Yaptığından dolayı bir kimseye olmadık laflar söylendiği
halde bunlardan hiç nasibini almayan hatta oralı bile olmayanlar için söylenir. (Çınkır,
2016: 1138; Özalp, 2008: 357)
Yüz göz olmak: Aradaki mesafeyi koruyamamak. (Kapanoğlu, 2009: 46;
Özturan, 2014: 268)
Yüz verdik Ali'ye/deliye geldi s..tı halıya: Yüz verdik, arka çıktık, ama bize
zarar veriyor. Yapılmaması gerekeni yapıyor. (Özalp, 2008: 437; Özturan, 2014: 268)
Yüz verince astar istemek: Kendisine verilen ilginin daha fazlasını istemek.
(Okutucu, 2000: 57)
Yüz vermek: İlgi göstermek. Örnek: Gelin bize yüz vermedi. (Gözükara-Özalp,
2011a: 313)
Yüze çıkmak/çıkarmak: Üstüne fazla gittiğinden karşıdakini saygısız olmak
zorunda bırakmak. (Körük, 2005: 34; Okumuş, 2006: 169; Özalp, 2008: 358; Özturan,
2014: 269)
Yüze yüze kertiğine gelmek: Bir işte sona yaklaşmak. (Özturan, 2014: 269)
Yüzsuyu göğe çekilmek: Utanmaz olmak. Haya, edep kalmamak. (Özturan,
2014: 268)
Yüzsüzlük etmek: Yalakalık yapmak. (Körük, 2005: 34)
Yüzü azgın olmak: Sinirli olmak. (Erşahin, 2011a: 78)
Yüzü gızarmak: Utanmak. (Göçer, 2010: 68)
Yüzü gölgeli: Canı sıkkın, bir şeyden incinmiş. (Özalp, 2008: 358; Özturan,
2014: 269)
Yüzü olmamak: Hatır gönül bilmemek, utanma duygusu olmamak. (Özturan,
2014: 55)
Yüzü turşu satmak: Surat asmak. (Karalar, 1998: 66)
Yüzünde su galmamak: Utanma duygusu kalmamak. (Özturan, 2014: 269)
Yüzünden bit yağmak: İstenmeyen bir olay etkisiyle, surat asmak, azgınlaşmak,
gülmemek. Örnek: Akşam eve geldim geleli avradın yüzünden bit yağıyor. (Bilgin,
2006: 47)
Yüzünden nur damlamak: Çok güzel olmak. (Erşahin, 2011a: 78)
Yüzünden sabunlu su akmak: Ölecekmiş gibi hasta olmak. (Özturan, 2014: 269)
Yüzüne bakanın eşşeği ölmek: Yüz hatları korkunç olmak. (Özturan, 2014: 269)
Yüzüne bakılmamak: Önemsiz biri olmak. (Önder, 2008: 86)
Yüzüne baksa garnı doymak: Çok güzel olmak. (Özturan, 2014: 269)
Yüzüne bastık sermek: Yüz güzelliğine önem vermemek. Örnek: Yüzüne bastık
mı sericin? (Özturan, 2014: 269)
Yüzüne bir elek vermek: Utanmış gibi davranana kızmak. (Özturan, 2014: 269)
Yüzüne gözüne bulaştırmak/sıvamak: İşi berbat etmek. (Kozan, 2007: 219;
Özturan, 2014: 270)
Yüzüne havas olmamak: Onu görmenin heveslisi olmamak. (Özturan, 2014:
270)
Yüzüne yüzbaşı, arkasına abdal ağası demek: Önünden konuşurken övmek,
arkasından konuşurken yerin dibine girdirmek. (Mustafa Öztürk)
Yüzünü ağartmak: Övünç duyulacak bir durum kazandırmak. (Göçer, 2007: 172)
Yüzünü azdırmak: Surat asmak. (Erşahin, 2011a: 78)
242
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yüzünü dolayıp gitmek: Yapılan yanlışlığı görmek, ama görmezden gelerek


gitmek. (Çınkır, 2016: 1139; Özturan, 2014: 270)
Yüzünü eşkitmek: Surat asmak. (Bilgin, 2006: 343; Şen, 2006: 112)
Yüzünü gölgeli görmek: Canı sıkkın görmek. (Özturan, 2014: 270)
Yüzünü ölü görmek: Sevgi duyduğu bilinen, hatırının geçtiği birine naz yapmak
için söylenir. (Özalp, 2008: 358)
Yüzünü yere getirmek: Utanılacak duruma düşürmek. Örnek: Öte dünyada
adamın yüzünü yere getirirler. (Kapanoğlu, 2009: 22)
Yüzünün akıyla çıkmak: Bir işi eksiksiz bitirmek. Hikâyesi: Ağa bir adama yüz
koyun vermiş, ortağız demiş. Sonunda adam bir deri, bir satır yoğurtla gelmiş: “Beş
toklu, onu verdik kasaba, onu katma hesaba, kurt yedi birisini, getirdim öbürünün
yarısını” şeklinde hesap vermiş. Ağa yoğurdu adamın başından aşağı dökmüş. Adam da
“yüzümüz ak çıktık.” demiş. (Özturan, 2014: 65-66)
Yüzünün suyunu dökmek: Birine istediğini yaptırmak için yalvarmak. (Sultan
Pırnaz)
Zad zahra: Kışlık yiyecek. (Aksu, 2013: 272)
Zahra dutmak: Yıllık zahireyi (zahra) hazırlayıp hazındamına, kilere
yerleştirmek. (Özalp, 2008: 359)
Zallan zort, abilim cort: Tutarsız ve cıvık hareket edenleri anlatır. Hareketleri
cart curt, tutarsız, nizamsız, intizamsız, istikrarsız. (Özalp, 2008: 359)
Zamanın behrinde (bağrında): Çok önceki zamanlarda, o zamanda. (Aksu, 2013:
272; Çınkır, 2016: 1142)
Zangır zangır etmek: Tir tir titremek. Örnek: Tüm vücudunun zangır zangır
edeceğini bildiği halde suya girmekten çekinmezdi. (Bilgin, 2007a: 12)
Zankada/zarkadak galmak/durmak: Korkup birden durmak. (DS, 2009: 4349;
Özturan, 2014: 271; Şen, 2006: 112; Temiz, 2005: 710; Uzun vd., 2012b: 191)
Zarar altında galmak: Büyük zarara uğramak. (Erşahin, 2011a: 78)
Zarınç olmak: Bizar olmak, bıkmak, usanmak, aşırı rahatsız olmak. (Özalp,
2008: 359)
Zavır zort etmek: Bağırıp çağırmak, azarlamak. (Özalp, 2008: 359)
Zayi olmak: Perişan olmak. Örnek. Düşünmekten aklım fikrim zayi oldu.
(Atalay, 2008: 149; Erdem-Kirik, 2011: 210)
Zebella gibi şişmek: Aşırı derecede kilo almak. (Erşahin, 2011a: 78)
Zehir damlamak: Hava çok soğuk olmak. (Elife Akkurt)
Zehir yemiş horuz gibi düşünmek: Aşırı durgun durmak. (Özturan, 2014: 271)
Zekarete döşenmek: Can çekişmek. (Çınkır, 2016: 1148)
Zembereği çözülmek: Çok ve gereksiz konuşmak. (Yalman, 1977: 536)
Zemhari garısına dönmek: Bir kimse, bazı sebeplerden dolayı korkunç,
korkutucu bir görüntüye bürünmek. (Özalp, 2008: 360)
Zengin galkışı galkmak: Misafirlikten yavaş yavaş değil de birdenbire kalkmak.
(Alparslan-Özturan, 2010: 70; Özturan, 2014: 271)
Zer zambıl yatmak: Patavatsız bir biçimde yatmak. (Sultan Kamalak)
Zevki sefa sürmek: Gününü gün etmek, rahat bir hayat sürmek. (Erşahin, 2011a:
78)
Zıbaryat yemeği: Yatacak vakit yenen yemek, yatsıdan sonra yenen yemek.
(Şen, 2006: 112)
Zılgıt yemek: Azar işitmek. (Şen, 2006: 112)
Zımaranın sırtı: Ne halt edersen et. (Çınkır, 2016: 1153; Mercimek, ?: 89; Şen,
2006: 112)
Zınarçılık etmek: Mızıkçılık yapmak. (Ahmet Yenikale)
Zır cahil: Hiç bilgisi olmayan, çağdaş aydın. (Şen, 2006: 112)
Zır zır etmek: Gereksiz konuşmak. (Kılıç, 2008: 177)
Zırf olmak: Okumada tatil olmak. (Şen, 2006: 112)
Zırgıf vermek: Sıkıştırmak. (DS, 2009: 4379)
Zırnığını bile gurban etmek: Birine küçücük bir nesne bile vermemek. (Özturan,
2009a: 234)
Zıs zırman deli olmak: Tamamen deli olmak. (Erşahin, 2011a: 78)
243
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Zıvanadan çıkmak: Fıttırmak, delirmek, cinlenmek, bağından boşanıp


kontrolden çıkmak. Örnek: Ulan adamı zıvanadan çıkarma ha, anam avradım olsun seni
ayağımın altına alır, vıccırığını çıkarırım. (Bahçe, 1972; Bilgin, 2006: 349)
Zibil çekmeye gitti: Babasını soran çocuğa şaka sözü. (Özturan, 2014: 272)
Zillinin biri: Utanmazın biri: (Şen, 2006: 112)
Zilzurna sarhoş olmak: Ayakta duramayacak kadar içki çimek. (Karalar, 1998:
67
Zokayı yutmak: Aldatılarak büyük zarara uğramak. (Şen, 2006: 112)
Zop aptalı gibi dolaşmak: Hiçbir iş yapmadan başıboş dolaşmak, avare gezmek.
(Çınkır, 2016: 1159)
Zopcuk gibi galmak: Zopcuk olmuş ağaç gibi, tek başına, yapayalnız kalmak.
(Özalp, 2008: 360)
Zoplak gibi: İri vücutlu, iş yapmasını sevmeyen. Örnek: Ne yatıyorsun zoplak
gibi. (Gökhan-Koç, 2009: 324)
Zopzeykir gibi: 1. Güçlü kuvvetli, iriyarı. 2. Gayesiz, düşüncesiz dolaşmak.
(Özalp, 2008: 360)
Zora çekmek: İşi çıkmaza sokmak. (Kozan, 2007: 219)
Zordeli’nin dediği gibi bu lafın gırmızı: Hikâyesi: 1915 yılında askerlik anılarını
anlatan Zordeli, “Arkadaşlar arkadaşlar, benim bir kadana atım vardı. Her nalı bir okka
gelirdi.” diye desteksiz bir söz atar ortalığa. Dinleyenlerden itiraz eden olmaz. Ancak 10
yaşındaki Süleyman isimli çocuk, küçük olmasına rağmen biraz beri gelip söze
karışarak; “Mustafa Dede! Mustafa Dede, hiç bir tek nal bir okka gelir mi? Bu lafın
kırmızı.” deme cesaretini gösterir. Bastonunu kapan Zordeli: “Ulan, sen benim atımın
seyisi miydin? Benden daha mı iyi biliyorsun?” deyip peşine düşer, ama hızlı kaçtığı
için yetişip bastonu vuramaz. Bu durum unutulmayan anılar içine girer. Yeri ve zamanı
gelip abartarak konuşan olduğunda, “Zordeli'nin dediği gibi, bu lafın gırmızı” diye
takılırlar. (Göçer, 2007: 137)
Zoruna gitmek: Onuruna dokunmak, gururunu incitmek. (Çınkır, 2016: 1160)
Zöhürde kamil olmak: Erken yetişmiş, çok bilmiş çocuk. (Özalp, 2008: 361)
Zumzuk delisi olmak: Canı dayak istemek. (Çınkır, 2016: 1161)
Zurnanın zort ettiği yer: Bir işin can alıcı yeri. Örnek: Şimdi zurnanın zort ettiği
yerdeyiz, müfettiş bugün gelmese bile yarın gelir. (Çınkır, 2016: 1161-1162)
Zuru bağlanmak: Bir kişi ne yaparsa yapsın başarılı olamamak. Kısmeti
bağlanmak. Kısmeti kapalı olmak. (Arslan, 2011: 358, Şen, 2006: 112; Şirikçi, 2008:
330)
Züğürt olmak: Parasız kalmak. Örnek: Vatanında züğürt olmak yeğ imiş.
(Atalay, 2008: 153)
Zürüzüplek ortada galmak: Her şeyini kaybederek ortada kalmak. (Özalp, 2008:
361)

3.2. Atasözü

Deyimlerden sonraki en kalabalık kalıp söz grubu atasözleridir. Bu çalışmada


Kahramanmaraş’ta söylenen 2640 atasözünü bir araya getirdik. Yöreden tespit ettiğimiz
atasözlerinin çoğu genel dilde var olan atasözleridir. Bununla beraber bazı atasözleri
yöreye hastır. Kimi atasözü de genel dilde var olan atasözlerinin yöresel birer versiyonu
gibidir.

3.2.1. İnceleme/Tasnif

Atasözlerini işlev, yapı, yaygınlık-kullanım durumu, oluşum, anlatım ve


anlamlarına göre inceledik.

3.2.1.1. İşlev
1. Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme
Avrat var, zavranı zort; avrat var, çepeli mürt; avrat var, hazreti mülk.
244
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Çalışmayla zengin olunsa Fatmalı eşeği zengin olurdu.


2. Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme
Türk ya suyun kenarına oturur ya gölgeye.
Hıdırellez’e kadar bir tutam, Hıdırellez’den sonra tutam tutam.
Müşteri velinimettir.
3. Eğitim ve Kültürü Genç Kuşaklara Aktarma
Can, ciğerden datlıdır.
Ekmeksiz aş, sevdasız baş olmaz.
4. Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma
Evladın akıllı, malı ne edersin? Evladın deli, malı ne edersin?
Ölürsem avrat elin, mal mirasçının.
Ele şor heykat gerek.
5. Protesto
Gişinin iki gaşığı varsa birini gırıcın.
İslam’ın şartı beş, altıncısı haddini bilmek.
Aç yanından kaç.
6. Dini İnançları Yansıtma
İsim, semadan gelir.
İmam evinden aş, ölü evinden yas çıkmaz.
7. Ahlâki Değer Bildirme
Ahlakı ahlaksızdan öğren.
Gizli zina yapan aşikar doğurur.
8. Öğüt-Tavsiye Bildirme
Bekmezi küpten, gelini kökten al.
Etme bir gün bulursun, itler gibi ulursun.
9. Gözlem ve Tecrübeleri Yansıtma
İnat gelir, göz gararır; inat gider, yüz ağarır.
Kürt yer, çarığına bakar.
10. Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Eken biçer.
Otu çek, köküne bak.
11. İletişime Yardım Etme
Kâr, zararın ortağı.
Kendi düşen ağlamaz.
12. Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme
Mahkemede dayın olsun.
Mart yağar, nisan öğünür; nisan yağar, çiftçi öğünür.
13. Düşünce-Kanaat Bildirme
Üç olursa suç olur.
Üren itin üstüne varılmaz.

3.2.1.2. Yapı

İki kelimeden oluşan atasözleri vardır:


Eken biçer.
Ölenle ölünmez.
Atasözleri genellikle kısa cümlelerden oluşur:
Çakalsız köy olmaz.
Laf çakılıyı batırır.
Az da olsa uzun cümle şeklinde atasözleri vardır:
Mallının malı tükenmiş de dillinin dili tükenmemiş.
Olmayasın üç beldenin birinden: Elbistan'dan, Darende'den, Gürün’den.
Eksiltili yapıda olan atasözleri vardır:
Mal dededen, evlat bedenden
Önce selam, sonra kelam
Bazı atasözleri birden fazla yargı taşır:

245
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Hacı hacı olmaz gitmekle Mekke’ye, dede dede olmaz gitmekle tekkeye.
Hafif çalıyı yel alır, ağır çalı yerinde galır.
Bazı atasözleri devrik cümle yapısındadır:
Çabalayan gider çüte.
Doğdu guyruk, galmadı goruk.
Karşılıklı konuşma yapısında olan atasözleri vardır:
Merese demişler “nereye gediin”, o da demiş “meres olmaya gediim”.
Gargaya “b..un ilaç” demişler, denizin ortasına s..mış.

3.2.1.3. Yaygınlık-Kullanım Durumu

1. Genel/Ulusal Atasözleri
Kurtlu baklanın kör alıcısı olur.
Kaza geliyorum demez.
2. Mahalli/Yöresel Atasözleri
Çalışmayla zengin olunsa Fatmalı eşşeği zengin olurdu.
Öküzden öörün çit sürülmez.

3.2.1.4. Oluşum

3.2.1.4.(1). Ortam Bakımından

1. Genel Halk Ortamında Konuşulan Atasözleri


Haddini bilmeyene, bildirirler.
Hasta başında mevta oturur.
2. Özel Ortamlarda Oluşan (Argo) Atasözleri
Gahvenin pezevengi sigara, kebabın pezevengi pervaz, Acem pilavının pezevengi
havuç ekşilemesi.
Malım ariye gideceğine garnım ariye gitsin.

3.2.1.4.(2). Hikâyesi Bakımından

1. Hikâyesi Olan Atasözleri


Hayırsız evlat, sağ iken adamın dübürünü oydurur, öldüğünde de belini gırdırır:
Çölbeylerin Mekseline Ağa, oğlu Havı İsmail’in vukuatlarından bıktığı için bazen
dayanamayıp “Yarabbi şu oğlanın canını al” diye beddua edermiş. Bir gün Hacı İsmail’i
çarşıda bir kişi vurup öldürür. Afşinli hiçbir kimse şahitlik etmeyince Mekselina Ağa
kısmi felç geçirir. Bu olay öyle zoruna gitmiş ki bu sözü söylediği söylenir.
Garıyı guyuya atmışlar, “eşşek nerde?” demiş: Vaktiyle bir evde bir kadın;
oğlu, kızı, gelini ve damadıyla birlikte yaşamaktadır. Bu ailenin de bir eşeği vardır. Aile
bütün geçimini bu eşekle sağlar. Yaşlı kadın her akşam çocukları eve gelince “Eşşeği
bağladınız mı, yemini suyunu verdiniz mi?” diye sorar. Çocuklar da yaşlı kadının
sürekli sorduğu bu sorularından bıkarak “Öff heeri! Biz bilmiyor muyuz sanki? Tabi ki
de bağladık, yemini suyunu verdik, biraz sus sen. Biz hepsini yaptık.” derler. Buna
rağmen yaşlı kadın eşeği hep sorar. Bir gün çocuklar kadının bu huyundan bıkarlar ve
kadını kuyuya atmaya karar verirler. “Karıyı kuyuya atarsak çenesinden kurtuluruz.”
diye düşünürler ve karıyı kuyuya atarlar. O gün akşam olup da eve geldiklerinde herkes
kendi telaşına düşmüş, kimse aklına eşeği getirmez. Bahçedeki kuyunun içinde duran
kadın çocuklarının eşeği hatırlamalarını bekler, ama nafile. Kimsenin aklına eşek
gelmez. Kuyudaki karı: “Eşşek nerde?” diye bağırır. Çocuklar birden panik olurlar.
Hepsi birbirine eşeği sorar, ama hiçbirinin eşekten haberi yoktur. O zaman annelerinin
değerini anlarlar ve yaptıklarından utanırlar. (Polat, 2016: 80)
2. Hikâyesiz Olan Atasözleri
Ekmeğin sesi berk gider gelir.
El gün şamataya doymaz.
Gurcalama sivilceyi çıban edersin.

246
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

3.2.1.5. Anlatım

3.2.1.5.(1). Mensur-Manzum Oluşu Bakımından

1. Mensur Atasözleri
Aba altında aslan yatar.
Kirli çabut, boya çıkınlamaya gerek olur.
2. Manzum Atasözleri

Olmayasın üç beldenin birinden


Elbistan’dan, Darende’den, Güründen. (11’li hece ölçüsü)

İnat gelir göz gararır,


İnat gider yüz ağarır. (8’li hece ölçüsü)

Rüzgarlı havanın guytusu,


Yağmurlu havanın uykusu. (9’lu hece ölçüsü)

3.2.1.6. Anlam

3.2.1.6.(1). Gerçek-Mecaz Oluşu Bakımından

1. Gerçek Anlamlı Atasözleri


Damınki sıvak, gelininki duvak.
Darı unundan baklava, incir ağacından oklava olmaz.
2. Mecaz Anlamlı Atasözleri
Tavuk gelen yerden yumurta esirgenmez.
Sarımsağı hesap eden paça içmez.

3.2.1.6.(2). Düz-Ters Oluşu Bakımından

1. Düz Anlamlı Atasözleri


Her zamanın bir padişahı olur.
Hırsız evde ise bulması zor olur.
2. Ters Anlamlı Atasözleri/Olumsuz Atasözleri
Din yıkılmayınca düşman yıkılmaz.
Elden dilen, evden barın.

3.2.1.6.(3). Paralel-Zıt Oluşu Bakımından

1. Paralel Anlamlı Atasözleri


Hamarat gız mahallesinde galır./İyi gız elinden çıkmaz.
Ölüm girmeyen ev olmaz./Ölüm bir devedir ki herkesin gapısına çöker.
2. Birbirinin Zıddı Gibi Olan Atasözleri
Gelin çıkmayan ev olur, ölü çıkmayan ev olmaz./Gelin girmeyen ev olmaz.
Az veren candan, çok veren maldan./Az veren maldan, çok veren candan verir.

3.2.2. Liste

Aba altında aslan yatar: Görüntüye bakıp aldanma. O görüntünün altında çok
güçlü bir insan olabilir. (Özturan, 2014: 25)
Aba da bir yaba/kebe da/de bir giyene, güzel de bir çirkin de bir sevene: Bir işi
yapmak istiyorsan ayrıntılara takılma. (Şen, 2006: 98;Faruk Zülkadiroğlu)
Aba vakti aba, yaba vakti yaba: Çalışacak zaman çalış, dinleneceğin zaman
dinlen. (Özturan, 2009a: 208)

247
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Aba vakti yaba, yaba vakti aba: Kişi, kendine lazım olan şeyleri değerinin ucuz
olduğu zamanlar almalıdır. (Şen, 2006: 98)
Abası olan abalanır, ekmeği olan babalanır: 1. Ekmeği olan yer, karnını doyurur,
abası olan da abasını giyer, korunur. 2. Abası olduğu halde giymez, ekmeği olduğu
halde yemez. Var ama yemez, giymez. (Bilgin, 2006: 15; Özalp, 2008: 181)
Abdal abdala çatmayınca gasnak boyna girmez: Abdal kelimesi "görgüsüz, kaba
kişi" demektir. İki kaba insan aralarında bir münakaşaya tutuştuğunda haksız olan iki
taraftan birisi kazanır ve bunun cezasını ikisi de çeker. Durum böyle olduğunda
aralarına girmemeli, onların bu münasebetsizlikten ders almaları beklenmelidir. (KA,
2017a: 389; Şen, 2006: 98)
Abdal ata binmeyinen bey oldum sanır, küllük büyümeyinen dağ oldum sanır:
Görgüsüz, akılsız bir kimse ata binerse bey oldum sanır, gururlanır. Küllük de, kül
dökülüp büyüyüp kabardıkça kendini dağ oldum sanır ve şişer. Abdallar, budalalar,
akılsızlar, görgüsüzler ellerine bir imkan, zenginlik, mevki ve makam geçtiğinde
kendilerini bir şey sanmaya, övünmeye, şişmeye, ne oldum delisi olmaya başlarlar.
Kendilerini herkesten üstün, başkalarını aşağı görür, insanlara tepeden bakarlar. (Özalp,
2008: 298; Özalp, 2008: 365)
Abdal ata/eşşeğe binince ağa oldum, [şalgam çorbaya/aşa girince/gonunca yağ
oldum] sanır: Görgüsüz biri beklemediği bir zamanda rahata kavuşsa bu vaziyet
kendinin hakkıymış gibi aptalca böbürlenir. (ATKVE, 2011: 134; Çoğalan, 1982: 114;
Dalkıran, 2005: 47; Gökhan-Koç, 2009: 312; Kozan, 2007: 218; Körük, 2005: 30;
Okumuş, 2006: 150; MİY, 1967: 194; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 98; Şen, 2006:
116; Yakar, 1997: 60)
Abdal daşın büyüğüne sarılır: Abdal, kavgada kazanamayacağı için mahsustan
büyük bir taşa sarılır. (Özturan, 2009a: 208; Özturan, 2014: 26)
Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz: Bir kimse sevdiği işi sürekli yapmak
ister, bu durumdan usanmaz. (Arslan, 2011: 345; Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006:
150; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 98)
Abdal/ahmak çabalar/üver, iş olacağına varır: Ahmak ve akılsız insanlar ne
kadar acele ederlerse, çırpınırlarsa, yorulurlarsa faydası yoktur. İş olacağına varır.
Sonuçta Allah'ın dediği olur, takdir-i ilahi yerini bulur. (Kozan, 2007: 217; Kuyumcu,
1995: 17; Okumuş, 2006: 149; Özalp, 2008: 368; Özturan, 2009a: 209; Şen, 2006:
106Faruk Zülkadiroğlu)
Abdala malum olur: Abdal diye saf ve temiz kimselere denir ve Allah’ın bazı
sırları onlara malum ettiğine inanılır. (Özalp, 2008: 365)
Abdalın bir oğlu olmuş çekince ç..ünü goparmış: Bkz: “Görgüsüzün/görmemişin
bir oğlu olmuş, çekmiş ç..ünü goparmış” (Kozan, 2007: 218)
Abdalın dostluğu köy görünene gadar: Kötü insanın yardımseverliği menfaati
bitene kadar olur. (Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 98)
Abdalın eli ağulu olur: Yabancının eli zehirli olur. Zararı sana dokunabilir.
Böylelerinden uzak durmak gerekir. (Sultan Pırnaz)
Abdestsiz babana/emmine namaz mı dayanır?: Usulsüz, kuralsız, rastgele, kötü
iş yapana iş mi dayanır? (Özalp, 2008: 181; Özturan, 2014: 43)
Acar çoban ya geç ya aç getirir: İşini bilmeyen insan bir işi zamanında yapamaz,
yapsa da güzel yapmaz. (ATKVE, 2011: 134)
Acar elek yükseğe asılır: Yeni olan bir şeye değer verilir. (Çınkır, 2016: 15)
Acele bir ağaçtır, meyvesi pişmanlık: Telaşla, sabırsızca ve ivedilikle yapılan
işler genellikle kötü sonuçlar doğurur. Kişiyi pişmanlığın içine iter. (Şen, 2006: 98)
Acele giden ecele gider: Acele ile iş yapan felakete varan sonuçlarla karşılaşır.
(Özturan, 2009a: 208)
Acele işe şeytan garışır: Hızlı yapılan iş bozuk olur. (Özturan, 2009a: 208)
Acele işin altı ay hükmü var: İş ne kadar acele de olsa yapılması için belli süresi
vardır. (Özturan, 2014: 26)
Acele yürüyen yolda galır: İşini hızlı yapayım diyen işini bitiremez. (Şen, 2006:
98)
Aceleci sinek, süte düşer: Acele ile iş yapan kimse, yaptığı işten zararlı çıkar.
(Polat, 2016: 5)
248
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Acemi gatır, gapı önüne yük indirir: İşini iyi öğrenemeyen insan, yerinde
davranış sergilemez. (Karalar, 1998: 18)
Acemi marangozun talaşı, tahtasından çok olur: Acemi kişi, işin püf noktasını
bilmediğinden işi eline yüzüne bulaştırır. (Göçer, 2010: 55)
Acemi nalbant, Kürt eşşeğinde beller: Her acemi sanatkar; işini, sanatını, işten
iyi anlamayan kimselerin işlerini bozarak, kırıp dökerek, zarar vererek yapar. (Özalp,
2008: 366)
Aceminin elinden a… gavağa çıkmış: İşi acemiye verirsen berbat eder. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Acı acıyı, [su sancıyı] bastırır/giderir: Eski acıyı yeni acı bastırır, unutturur.
(Okumuş, 2006: 149; Özturan, 2014: 26; Şirikçi, 2007: 88)
Acı baldırcanı/tiyeği mehrican çalmaz: İşe yaramayan kişinin bozulacak malı
yoktur. (Dalkıran, 2005: 48; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 99;Faruk Zülkadiroğlu)
Acı soğan gabını acıtır: Kötü, zararlı insanlar önce kendine ve etrafına zarar
verirler. (KA, 2017a: 389)
Acı söyletme, doku gımıldatma: Durumu kötü olanı konuşturma, vaziyetinden
şikayetçi olur; durumu iyi olanı kımıldatma, rahatı kaçar. (Dalkıran, 2005: 50)
Acıkan bilmez dediğini, acışan bilmez yediğini: Aç insan söylediğini, acı çeken
yediğini bilmez. (Deniz, 2015: 18)
Acıkan doymam, susayan ganmam sanır: Çok acıkanın çok yemek, çok
susayanın da çok su istediği gibi, fakir ve görgüsüz insanlar da göz doymazlığı
sebebiyle çok mal mülk ister. Her iki durumda da açgözlülük ve doyumsuzluk vardır.
(Özalp, 2008: 366; ATKVE, 2011: 134; Okumuş, 2006: 149; Özturan, 2009a: 208; Şen,
2006: 99)
Acıkınca guru ekmek bal olur, susayınca Köze deresi yol olur: Yokluk
zamanında en kötü şey bile değerli olur. (Deniz, 2015: 18; Polat, 2016: 5)
Acıkmış gatıra gül koklatılmaz: Birine ilgisi olmayan şey teklif edilmez. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Acımış/acışan eşşek, attan/gatırdan yürük gider/olur: Canı yanan, çok üzülen
insanlar, ilgili konularda daha gayretli, daha fedakar olur. (ATKVE, 2011: 134; KA,
2017a: 389; Özalp, 2008: 366; Şen, 2006: 99)
Acın goynunda azzık/ekmek eğlenmez: Aç kimse, eline geçen yiyeceği hemen
yer. Ne yarın ne yiyeceğini düşünür, ne de başkalarını. Fakirlik de aşağı yukarı böyledir.
(Dalkıran, 2005: 50; Özalp, 2008: 366; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 99;Faruk
Zülkadiroğlu)
Acın üstüne dokuz yorgan örtmüşler, gene uyuyamamış: Aç insan, her türlü
sıhhi tehlikeye açık olur. Ne kendini hastalıklardan koruyabilir, ne de vücudu
güçlendirici refleksleri gösterebilir. Hatta uyku bile uyuyamaz. Sağlık, ancak uygun
biçimde beslenerek korunabilir. (Özalp, 2008: 366)
Acındırırsan arsız, acıktırırsan hırsız olur: Korumaya çalıştığın kimse arsız olur.
Hakkının karşılığını vermediğin kimse de hırsız olur. (Okumuş, 2006: 149)
Acışan gider, gidişen gelir: Rahatsız olan gider, rahatsız olmayan gelir.
(Özturan, 2014: 27)
Acıyan çok da ekmek veren yok: Hale acıyan var, ama çare olan, yardım eden
yok. (Özturan, 2014: 27; Şen, 2006: 99)
Acıyan yer başka, acıkan yer başkadır: Hayati ihtiyaçlar her şeyden önce gelir.
İnsanın başına ne gelirse gelsin, neresi ne kadar ağrırsa ağrısın, ne kadar hasta olursa
olsun, hayati fonksiyonları devam eder. Nefes alır, yemek yer. Kalp, ciğer, böbrek ve
bağırsakları çalışır. Kısacası, hiçbir kötü durum, hayatı sürdürme istek ve arzusuna mani
olamaz. (Özalp, 2008: 182)
Aç aç ile yatınca arada dilenci doğar: Yokluğun olduğu yerde yokluk hasıl olur.
(Polat, 2016: 5)
Aç aman/yok bilmez, [çocuk zaman bilmez]: Aç kimse susturulamaz. Çocuk da
bir şey istedi mi beklemek bilmez. (ATKVE, 2011: 134; Okumuş, 2006: 149; Şen,
2006: 99)
Aç doymam, tok acıkmam sanır: Durumu kötü olan daha iyi olmak ister.
Durumu iyi olan da varlığı devam eder sanır. (Okumuş, 2006: 149)
249
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Aç gatık istemez, uyku yastık istemez: Aç büyük bir nimet istemez, karnını
doyursa yeter. Uyumak için de rahat yere gerek yoktur. (Faruk Zülkadiroğlu)
Aç goyma/bırakma hırsız eden, çok söyleme yüzsüz/arsız eden: İnsanları aç
koyarsan karınlarını doyurmak için gayr-i meşru yollara giderler, hırsızlık bile yaparlar.
Fakirlik de açlık gibidir. Birine bir şey söylediğinde de ister azarlama, tersleme veya
hakaret, isterse de nasihat şeklinde olsun aşırıya gitme, ölçüyü kaçırma. Vasat, yani orta
yolu izle. (Dalkıran, 2005: 45; Körük, 2005: 30; Özalp, 2008: 366; Özturan, 2009a: 208;
Şen, 2006: 98)
Aç gurt aslana saldırır: Kişioğlu muhtaç duruma düştüğünde en olunmaz işleri
yapar. (Şirikçi, 2007: 88)
Aç gurt yavrusunu yer: Açlık çok kötü bir durumdur. Bu durumda olanlar akla
ziyan işler yapabilir. (Şirikçi, 2007: 88)
Aç ile arkadaş olma, yemem der de sömürür: Durumu kötü olan bir peşine
yapıştı mı bırakmaz. Böylelerinden uzak dur. (Şen, 2006: 99)
Aç it/köpek fırın yıkar/deler/yakar: Aç kalan, sınır tanımaksızın gücünün
yetmeyeceği engellerle çarpışır, istediğini de alır. (ATKVE, 2011: 134; Okumuş, 2006:
149; Özalp, 2008: 366; Şen, 2006: 99; Şirikçi, 2006: 230; Şirikçi, 2007: 88)
Aç ne yemez, tok ne demez: Yoksul kimse eline geçen şeyin iyisine kötüsüne
bakmaz, varlıklı kişi ise en güzel şeyde bile kusur bulur. (Şen, 2006: 99)
Aç ölmez, gözü gararır: Açlıktan kolay kolay kimse ölmez, ama illa ki açlığın
zararı dokunur. (Şirikçi, 2007: 88)
Aç tavuk düşünde/rüyasında, kendini darı ambarında görür/zanneder: (Dalkıran,
2005: 47; Körük, 2005: 30; Kozan, 2007: 217; Kuyumcu, 1995: 17; Okumuş, 2006:
149; Özturan, 2009a: 208)
Aç yanından gaç: Aç kimsenin yanında durma, sana zararı dokunur. (Şirikçi,
2007: 88)
Açgözlüyü ancak toprak doyurur: Hiçbir şeyle tatmin olmayan kişi, ölünceye
kadar doyumsuz olur. (Okumuş, 2006: 149)
Açık yaraya duz ekilmez: Acısı henüz taze, başına gelen musibetin ilk etkisini
henüz tam olarak üzerinden atamamış kimsenin üzüntüsü, bir takım söz ve davranışlarla
hatırlatılmamalı ya da arttırılmamalıdır. (Okumuş, 2006: 149; Özturan, 2009a: 208; Şen,
2006: 99)
Açılan solar, ağlayan güler: İşler elbet tersine döner. Bugün iyiysen yarın kötü
olursun. Dün ağladıysan bugün gülersin. (Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 149)
Açın garnı doyar, gözü doymaz: Açlık içinde olan kimsenin karnı doysa da yine
aç kalırım korkusuyla gözü doymaz. (Şirikçi, 2007: 88)
Açın uykusu gelmez: Aç insan uyuyamaz. (Şirikçi, 2007: 88)
Açla dost olma: Durumu iyi olmayan kimseyle arkadaşlık kurma. (Şirikçi, 2007:
88)
Açlıkta darı ekmeği, helvadan ala gelir: Zor durumdayken insanın imdadına
yetişen küçücük bir şey, o anda her şeyden daha kıymetlidir. (KA, 2017a: 38; Şen,
2006: 99)
Açma el gapısını [el ucuyla], açarlar gapını [er gücüyle]: Başkasının işine
karışma, senin işine de karışabilirler. (Dalkıran, 2005: 44; Körük, 2005: 30; Kuyumcu,
1995: 19)
Açma sırrını [sırrını söyleme] dostuna, o da söyler dostuna, [sonra saman
basarlar postuna]: Seni felakete götürecek sırlarını en yakın dostuna, hatta karına dahi
söyleme. Gün olur, olaylar olur; onlar da başkalarına söylerler ve seni beladan belaya
atarlar. (Çoğalan, 1982: 115; Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 149; Özalp, 2008: 367;
Özalp, 2008: 424; Şen, 2006: 110)
Açma/açtırma gutuyu, söyletme kötüyü: Sakın insanların hatalarını, kusurlarını
ve kötü taraflarını ortaya dökme. Onlar da seninkileri ortaya dökerler. (Kuyumcu, 1995:
16; Özalp, 2008: 367; Özturan, 2014: 27; Faruk Zülkadiroğlu)
Adam adam kadri bilir, sarraf altın kıymeti: Herkes ilgi alanı olan alanda
uzmanlaşır, bilgi sahibi olur. (Şen, 2006: 99)
Adam adama gerek olur, çöp atmaya kürek olur: İnsanlar birbirlerine muhtaçtır.
Birlikte hareket ederek iş yaparlar. (ATKVE, 2011: 134)
250
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Adam adama lazım olur: Bkz: “Adam adama gerek olur, çöp atmaya kürek olur”
(Şirikçi, 2007: 80)
Adam adama yük, can gövdeye mülk değil: Hatırlı olmak gerek. İnsan insana
gerek olur. Can baki değildir, fanidir. (Okumuş, 2006: 149)
Adam adamdır olmasa da pulu, eşşek eşşektir olsa da çulu: İnsanlığın değeri
para ile ölçülemez. Değersiz insan da kılık kıyafetle değer kazanmaz. (Şen, 2006: 99)
Adam başına iş, dağ başına gış düşer: İnsanın yaşadıkça başına birçok iş gelir.
Belalara, sıkıntılara uğrar. (Özalp, 2008: 367)
Adam gıymetini adam bilir: Adam olmayan, insan olmayan adamın, insanın
kıymetini bilmez. (Özalp, 2008: 367)
Adam olana bir söz yeter: Lafı anlayana bir kez söz söylemek yeter. (Okumuş,
2006: 149; Özturan, 2009a: 208)
Adam şaşırınca avradına dezze der: Kişioğlu şaşırdığı zaman ağzından yanlış
kelam çıkabilir. (Akın, 2014: 40; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 97)
Adam zengin olamaz, zengin adam olamaz: Dürüst insan zengin olamaz, zengin
insan da dürüst olamaz. (Akın, 2014: 40; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 97)
Adama dayanma ölür, ağaca/duvara dayanma gurur/yıkılır: Ne çoluğuna
çocuğuna ve diğer insanlara ne de malına mülküne güven. Sonuçta hepsi fani ve
geçicidir. Kimi ölür, kimi kurur. Sonunda elin boşa çıkar. Yalnızca Allah’a güven, O
sana yeter. (Özalp, 2008: 367; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 98)
Adamdan eşşek olmasa adama güç yetmez: Bazı insanlar, eşek gibi davranıyor.
Eğer böyle olmasa iyi adamların değeri ortaya çıkmaz. (Okumuş, 2006: 149)
Adamdan eşşek olmasa eşşeklere güç mü yeter?: Bkz: “Adamdan eşşek olmasa
adama güç yetmez” (Özturan, 2009a: 208)
Adamın yanına adam gelir: Kaliteli insanın kaliteli ahbapları olur. (Özturan,
2009a: 208)
Adamın yere bakanından, suyun durgun akanından gorkacaksın: Duygu ve
düşüncelerini açığa çıkarmayan insan yavaş yavaş akan su gibidir. Tehlikeli olur.
(Faruk Zülkadiroğlu)
Adamın yüzüne gülmeli: İnsanlara tebessümle yaklaşmalı. (Özturan, 2014: 29)
Adana selden, Maraş yelden: Adana ili çukurda olduğundan ve deniz kenarında
olduğundan seli çok olur, Maraş’ın ise yeli çok olur. (Adem Pırnaz)
Adın gader olacağına gaderin gader olsun: Başına kötü işler gelmesin, kaderin
iyi olsun. (Özturan, 2009a: 208; Faruk Zülkadiroğlu)
Af büyükten, suç küçükten: Suçu küçük işler, büyük affeder. (Şen, 2006: 98)
Ağ gız ayıbını göstermez: Güzellik, kötü işleri bastırır. (Dalkıran, 2005: 47)
Ağ goyun ağ bacağından, gara koyun gara bacağından bağlanır: Doğru olan
ödüllendirilir, kötü olan da cezalandırılır. (Okumuş, 2006: 149)
Ağ goyun/g.., gara goyun/g.. geçitte belli olur: İyi insan, kötü insan, iyi dost,
kötü dost ihtiyaç anlarında, insanlar ve dostlar için bir tehlikeyi veya zararı göğüslemek
gerektiğinde, menfaat ve çıkarlar bahis mevzuu olduğunda, adaletle ilgili bir durumla
karşılaşıldığında belli olur. (Özalp, 2008: 365; Özturan, 2009a: 208)
Ağ goyundan gara guzu da doğar: İyi şeyler bazen kötü sonuç verebilir. (KA,
2017a: 389; Faruk Zülkadiroğlu)
Ağ gün ağardır, gara/sarı gün garardır/sarardır: Günün nasıl geçtiği hayat için
önemli. İyi gün, iyiliklere vesile olur, kötü gün de kötülüklere. (Özturan, 2009a: 208;
Özturan, 2014: 19)
Ağ it gara it, hepisi bir it: Köpeğin rengi değişmekle köpekliği değişmez. İster
beyaz, ister siyah olsun. Sonuçta köpek köpektir, köpekliğini yapar. Bunun gibi
insanların da şekli, görüntüsü sizi aldatmasın. En güzel görünüşlü insanlar da kötü ve
zalim olabilir. (Özalp, 2008: 365)
Ağ itin pamukçuya zararı var/olur: Özellikle ticarette, benzer olan veya aynı işi
gören malların ortaya çıkması, benzeri malları satanların ticaretini etkiler. Bundan
kinaye olarak beyaz köpek pamuk ekene, satana zarar verir. (Çınkır, 2016: 22; Körük,
2005: 30; Okumuş, 2006: 150; Özalp, 2008: 365; Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 97)
Ağaca çıkan geçinin dala bakan/çıkan oğlağı olur: Küçükler büyüklerinden
gördüklerini yapmaya özenirler. (Çınkır, 2016: 832; Faruk Zülkadiroğlu)
251
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ağaca çıkan oğlağın düşmesi muhakkaktır: Belli bir yeteneğe sahip olmayan
kimselerin istidatlarının üzerine çıkmaya çalışmaları sonlarını hazırlar. (Polat, 2016: 37)
Ağacı gurt, insanı dert yer: Kurt ağaca nasıl zarar verirse sıkıntı da insanı yiyip
bitirir. (Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 149)
Ağacı güçlü olanın gulu suçlu olur: Güçlü birine sırtını dayayan kişi, herkese
kafa tutar, güvendiği kişi için suç işler. Gerekirse o kişinin işlediği bir suçu üstlenebilir.
Genelde kuvvetli kimselerin suçları yanındakilere yüklenir. (Okumuş, 2006: 149)
Ağaç dalıyla gürler: İnsanların gücü kuvveti, itibarı ancak çevresiyle ölçülür.
Tehlikeli bir duruma düştüğünde, darda kaldığında arkasında duran geniş bir çevreye -
baba, kardeş, amca, dayı, çocuk ve diğer akrabalar- sahip kimse, bunları haklı haksız
her yerde kullanabiliyorsa güçlü, itibarlı olur ve işleri kolay yürür. (Gökçe, 2014: 180;
Gözükara-Özalp, 2011b: 162; Kuyumcu, 1995: 16; Özalp, 2008: 366; Özturan, 2009a:
208)
Ağaç gırılır küt eder, dal gırılır çıt eder: Zararın büyüklüne göre etkisi olur.
(Polat, 2016: 6)
Ağaç ne gadar uzasa da balta dibinde hazırdır: İnsan herhangi bir konuda ne
denli yükselirse yükselsin, her zaman bir yerde durur. Erişilmesi doğa yasalarına aykırı
olan yüksekliğe çıkamaz ve bunun sınırlarını aşamaz. Allah doğayı ve içindeki tüm
canlıları bir sınırı, bir haddesi olacak şekilde yaratmıştır. (Şen, 2006: 98)
Ağaç ne gadar uzasa da göğe ermez: İnsan ne kadar yükselirse yükselsin, bir
yerde durur. (Şen, 2006: 98)
Ağaçtan maşa, abdaldan paşa olmaz: Yeteneksiz, beceriksiz kimse önemli
görevlerde bulunamaz. (Şen, 2006: 98)
Ağalık vermekle, beylik/yiğitlik alma/dövme/vurma ile olur: Çevrende tanınır
olmak istiyorsan yardımlarda bulunacaksın. Yiğit olmak istiyorsan savaşta vurucu
olacaksın. (Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 99; Faruk Zülkadiroğlu)
Ağanın eli mi tutulur?: Bol harcayan ağaların eli tutulmaz. Ağalar istedikleri
kadar harcarlar. (Özturan, 2014: 25)
Ağanın eli tutulmaz: Yardım ve iyilik yapacağın zaman istediğin gibi yardımda
bulunabilirsin. (Faruk Zülkadiroğlu)
Ağanın malı, hizmetçinin canı gider: Ağanın yani patronun malına bir zarar
gelirse hizmetçilerinin, işçilerinin canına zarar gelmiş gibi olur. Hizmetçiler, işçiler
daha fazla acı duyarlar, canları gidiyormuş gibi davranırlar. (Özalp, 2008: 370)
Ağası yiğit olanın etbası da yiğit olur: Ağa; yiğit, güçlü, gayretli olursa bağlıları
da onun yiğitliğine dayanarak yiğit olurlar. Bu yiğitlik hem iyilik hem de kötülük için
geçerlidir. (Özalp, 2008: 371)
Ağası yiğit olanın sırtı yere gelmez: Arkasında güçlü birileri olan kişiyi alt
etmek, devirmek çok zordur. Çünkü onu sahiplenen birileri var. (Özturan, 2009b: 134)
Ağası yiğit olanın, adamı yavuz olur: Başı büyük olanın çevresi de çevik olur.
(ATKVE, 2011: 134)
Ağaya da gabahat bulak ama abıla da gız doğurmuş: Herkes kendince haklıdır.
(Çınkır, 2016: 24)
Ağılda guzusu doğsa ovada otu biter: Allah her yaratığın rızkını birlikte yaratır.
İşler yolunda gider.(Faruk Zülkadiroğlu)
Ağır daşınan batman/altın döverler/dartarlar, yeğni daşınan g../it
silerler/daşlarlar: (Çınkır, 2016: 9; Çınkır, 2016: 649; Çoğalan, 1982: 115; Dalkıran,
2005: 52; Okumuş, 2006: 149; Özturan, 2009a: 208; Sultan Pırnaz; Adem Pırnaz)
Ağır gamga yerinde galmış, yeğni gamgayı yel atmış: Ağır, ağırbaşlı olan, yere
ve zamana uygun davranabilen kimse yerini, durumunu, itibarını korur. Hafif karakterli,
ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmeyen, uygunsuz işler yapan ve başkalarının
dolduruşu ile hareket eden kimse ise kısa zamanda her şeyini kaybeder. (Özalp, 2008:
370)
Ağır gamgayı yel galdırmaz: Ağırbaşlı olan kimse, ufak tefek hadiseler
karşısında tavrını bozmaz. (ATKVE, 2011: 134)
Ağır harman, geç galkar: Tembel kimsenin elinden iş geç çıkar. (Özturan,
2009a: 208; Özturan, 2009b: 328; Şen, 2006: 99)

252
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ağır ol [da] molla desinler: Ağırbaşlı, sözü dinlenen insan ol, sana saygı
göstersinler. (Okumuş, 2006: 149; Özturan, 2014: 20)
Ağır otur, batman gel: Aklı başında ol ki değerin üstün tutulsun. (ATKVE, 2011:
134)
Ağırlık altın gala, yeğnilik başa bela: Ağır olmak iyi, hafif meşrep olmak kötü.
(Dalkıran, 2005: 49; Özturan, 2009a: 208; Özturan, 2014: 20)
Ağıt ölünün başında olur: Ağıt yakmak, cenaze yerinde olur. Uzaktan uzağa
üzülme, el gördülük bir iştir. (Mehmet Pırnaz)
Ağlarsa anam ağlar, gayrisi/gerisi yalan ağlar: Anaların üzülmesi içtendir.
Başkaları yüzeysel olarak üzülür. (Dalkıran, 2005: 44; Okumuş, 2006: 149)
Ağlatanın yanına var, güldürenin yanına varma: Kişiye kötülük edeceği bilinen
kimsenin niyeti bellidir. Ama iyiymiş imajı veren kimseler beklenmedik davranışlarda
bulunabilirler. (Deniz, 2015: 19)
Ağlayanın malı gülene hayır etmez: Zulmen, cebren birinin malını alıp onu
ağlatan kimse, o maldan hayır göremez. (Çoğalan, 1982: 114; Dalkıran, 2005: 49;
Gökhan-Koç, 2009: 312; Kozan, 2007: 218; MİY, 1967: 194; Özalp, 2008: 369;
Özturan, 2009a: 208; Şen, 2006: 97; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 59; İbrahim Pırnaz)
Ağlık, güzelliğin yarısı: Beyaz tenlilik, güzelliğin yarısıdır. (Alparslan-Özturan,
2010: 288; Dalkıran, 2005: 47)
Ağrımaz başım, çekilmez dişim: Her şeyim az olsun, kafam rahat olsun.
(Özturan, 2014: 20)
Ağrına giden iş hakkında hayırlı olur: Bazen külfetli ve çok emek isteyen işler
bizi yorar, ama işin sonu güzel biter. Mutluluk ülkesine giden bütün yollar ıstırap
vadisinden geçer. (Göçer, 2007: 139)
Ağrısız baş olmaz: Herkesin bir sıkıntısı, derdi vardır. (Özturan, 2009a: 208)
Ağustos ayında ekilen darıdan, oğul vermeyen arıdan, sabahleyin gocasından
sonra galkan garıdan hayır gelmez: Vaktinde yapılmayan işten hayır, fayda gelmez.
(KATEDEG, 2012: 42)
Ağustosta yatanı, zemheride büvelek tutar: Vaktinde çalışmayan fırsat kaçtıktan
sonra çalışmanın zor olduğu günlerde geçim sıkıntısı yaşar, perişan olur, yoksulluk
çeker. Yoksulluğun olduğu yerde de pislik, böcek, sinek olur. İnsana musallat olur.
(ATKVE, 2011: 134)
Ağzı büyük olan büzer, gözü olan büyük süzer, burnu büyük nerde gezer/vay
burnu büyük olanın haline: Bazı kusurlar gizlenebilse de bazı kusurlar mümkün
değildir. Ağzı büyüklerin ağızlarını küçük göstermek için büzebileceği, gözü büyüklerin
gözlerini kısabileceği ama burnu büyüklerin burunlarını hiçbir şekilde
saklayamayacakları düşüncesinden hareketle örtülmesi, kapatılması mümkün olan
küçük kusurlar bir şekilde kapatılır, ama büyük kusurlar, suçlar hiçbir şekilde
gizlenemez. (Alparslan-Özturan, 2010: 288; Özalp, 2008: 196)
Ağzın dolu gan olsa da el yanında gusma: Sırrını kimseyle paylaşma. (Dalkıran,
2005: 46)
Ağzını açma, gözünü aç: Uyanık ol. (Polat, 2016: 6)
Ah, yerde galmaz: Zulmeden cezasını çeker. (Şen, 2006: 98)
Ahali isterse padişahı tahttan indirir: Milletin üstünde bir güç yoktur. Birlik
olunursa her şey yapılabilir. (Özturan, 2009a: 208)
Ahlakı ahlaksızdan öğren: En iyi niyetli ahlak öğreticileri, ahlaksızlardır.
Ahlaksızların çirkin, kötü ve tiksindirici davranışları insanı iyiye, güzele ve doğruya
sevk eder. (Özalp, 2008: 368)
Ahlaksız esnafın ahlaksız müşterisi olur: Her insan kendine denk insanlarla
düşüp kalkar. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com )
Ahmağa yüz, abdala söz vermeye gelmez: İşin cılkını çıkaranlarla yakınlık
kurmak iyi değildir. (Okumuş, 2006: 149; Şen, 2006: 98)
Ahmak her lafın başında yemin eder: Dürüst olmayan kişi, karşı tarafa güven
vermek için yemin eder. (Şirikçi, 2007: 32)
Ahmak misafir, ev sahibini davet eder: Konuk, ev sahibinin kendisine
göstereceği ilgiyi ve bulunacağı ikramı kendisi, ev sahibine yapmaya kalkarsa ahmaklık
etmiş olur, düşüncesizlik etmiş sayılır. (Kuyumcu, 1995: 15)
253
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ahrette b..u çıkmazsa bu dünyada işin iş: Sonunda ters bir durumla
karşılaşmazsan şimdilik işin iyi. (Faruk Zülkadiroğlu)
Akan çay her zaman kütük getirmez: Her iş senin çıkarına olmaz. (ÖD,
29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com )
Akan su pis tutmaz: Akan su pislikleri alıp götürür, arkadan gelen, temiz kalır.
Çünkü arkadan gelen kaynaktan temiz olarak çıkıp gelmektedir. Bir nevi "İşleyen demir
pas tutmaz" gibi. (Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 149; Özalp, 2008: 367; Özturan,
2009a: 208)
Akara kokara bakma, çuvala girene bak: İnce eleyip sık dokuma, menfaatine
bak. (Faruk Zülkadiroğlu)
Akarsuya inanma, eloğluna ganma: Akışı ne kadar yavaş olursa olsun, akarsuya
girmek tehlikelidir. İnsan sürüklenip burgaca rastlayıp boğulabilir. Bunun gibi birkaç
beğenilir durumuna bakıp eloğluna güvenmek doğru değildir. Anlaşamayacağınız, sizin
için zarara yol açan tutumları bulunabilir. (Okumuş, 2006: 149)
Akça/mal akıl öğretir, [don yürüyüş belledir/gösterir]: Parası olanlar, zenginler
akıllı sanılırlar. Sözleri dinlenir, önerileri uygun görülür, şahısları da itibar görür. Aynı
durum, iyi ve pahalı elbiseler giyenler için de geçerlidir. Paraya sahip olanlar, pahalı
elbiseler giyenler akılsız, görgüsüz, cahil ve kötü dahi olsalar itibar görürler. (Özalp,
2008: 367; Özturan, 2009a: 220; Şirikçi, 2007: 81)
Akıl adama/yiğide sermaye: Akıl her şeyin temelidir. Akılsız hiçbir iş
yapılamaz, hiçbir iş başarılamaz. Her baş için akıl şarttır, dolayısıyla akıl en büyük
sermaye, Allah'ın insanlara bahşettiği en büyük nimettir. (Çınkır, 2016: 37; Özalp,
2008: 367)
Akıl akıldan üstün, arşa çıkana gadar: Dünyada hiç yanılmayan, aklı her şeyi en
iyi anlamaya yeten bir insan yoktur. Her akıllı insandan daha bir akıllısı her zaman
vardır. Onun için hiç kimse, benden akıllısı yoktur, benim bilmediğim hiçbir şey yoktur
diye düşünmesin. Mutlaka, bilmediği pek çok şey vardır. Kendisinden akıllı ve
bilmediğini bilen kimseler vardır. (Özalp, 2008: 367)
Akıl defter değil ki yazılsın unutulmasın: Akıl unutur. (Özturan, 2014: 30)
Akıl olmayınca neylesin sakal, çarpanayı dağlara düşürür çakal: Akıl yaşta değil
baştadır. Başta akıl olmazsa yaşın ve sakalın bir şey yapması mümkün değildir. (Özalp,
2008: 368)
Akıl parayla satılmaz: Delice iş yapan zenginler olduğu gibi akıllıca iş yapan
fakirler de vardır. Eğer böyle olmasaydı akıl para ile satılırdı. (Okumuş, 2006: 149)
Akıl yanmaya başladığı zaman gönül olur: Akıl sevda ateşine düştüğü zaman
sevgi başlar. (Şen, 2006: 99)
Akılları pazara dökmüşler, herkes kendi aklını beğenmiş: Herkes kendi tuttuğu
işi akıllı adam işi kabul eder, herkes kendi aklını beğenir. (Özturan, 2009a: 208;
Özturan, 2014: 31)
Akıllı düşman, akılsız dosttan yeğdir: Aklını kullanmayan dost, arkadaşı için iyi
şeyler yaptığını sanır, ama farkında olmadan ona zarar verir. Akıllı düşmanın yapacağı
hamleleri ise insan tahmin edebilir. (Şen, 2006: 98)
Akıllı düşününceye/saygı yayana gadar deli oğlunu evermiş: Az düşünen ama
çabuk karar veren kimse, çok düşünüp karar veremeyen kimseden daha hızlı olur.
(ATKVE, 2011: 134; Okumuş, 2006: 150)
Akıllı düzeltir, ahmaksa bozar: Aklı olan yapıcı olur, ahmak yıkıcı olur.
(Sarıyıldız, 2012: 65)
Akıllı misafir ev sahibinin işine garışmaz: Misafir olunan yerde ev sahibine akıl
vermek yakışık almaz, akıllı insan akıl vermez. (Göçer, 2007: 122)
Akıllı olup da tembel ise ikaz et, akılsız olup da çalışkan ise dikkat et: Aklını
kullanabilen ama iş yapmaktan kaçan kimseyi uyar. Akılsız olan ama çalışana ise dikkat
et, kötülük yapabilir. (Şen, 2006: 98)
Akıllı tavuk cücükleri horoza güttürür: İşini bilen anne, çocuklarının eğitimini
babaya bırakır. (Şirikçi, 2006: 24)
Akılsız başın cezasını/derdini ayaklar çeker: Bkz: “Akılsız başın elinden ne
çeker sefil ayaklar” (Dalkıran, 2005: 47; Gökçebey, 1999: 81; Körük, 2005: 30;
Okumuş, 2006: 150; Özturan, 2009a: 208)
254
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Akılsız başın elinden ne çeker sefil ayaklar: Başta akıl olmazsa işler yanlış
yapılır, dolayısıyla çoğalır, yorucu olur. Bunun acısını da ayaklar ve vücut çeker.
(Özalp, 2008: 368)
Akılsız dostun olacağına, akıllı düşmanın olsun: Akılsız dost, neyi nasıl
yapacağını, neyin faydalı neyin zararlı olacağını bilmez. Dolayısıyla da fayda vereyim
derken zarar verir. Akıllı düşmansa, karşılığını göreceğini bildiği için kolay kolay zarar
vermeye kalkışmaz. (Özalp, 2008: 368)
Akılsız köpeği yol gocadır: Belli bir amacı olmadan iş yapan kimse, boşuna
uğraş verir. (Çınkır, 2016: 38)
Aklı gıt olan dilini dutamaz: Aklı zayıf olan sır tutamaz, ağzına geleni söyler.
(Faruk Zülkadiroğlu)
Aklı gıt olan kefil olur: Aklı zayıf olan büyük sıkıntıların altına girer. (Okumuş,
2006: 150)
Aklın var malı neden, aklın yok malı neden: Akıllı insan mal kaygısı çekmez,
malı kazanmak her zaman mümkündür. Akılsız insan ise malın kıymetini ve malı
korumayı bilmez, kısa sürede bitirir. Onun için akılsız insana malın gereği yoktur.
(Özalp, 2008: 367)
Aklın yolu bir: Mantıklı ve doğru olan, sonuçları tahmin edilebilir olan, gidişatı
iyi olan yol doğru yoldur. (Özalp, 2008: 367; Özturan, 2009a: 209)
Akmınına göre bostan ek: İşlerini imkanına göre ayarla. Gücünün yetmeyeceği
işlere kalkışma. İmkanını, gücünü zorlama. Sonra perişan ve pişman olur, büyük
sıkıntılara düşersin. “Ayağını yorganına göre uzat” atasözünün benzeri. (Özalp, 2008:
367)
Akrabanın akrabaya akrep yapmaz/etmez yaptığını/ettiğini [akrabanın akrabaya
kimse bilmez nettiğini]: Kişiye kimi zaman hısımı öyle kötülük yapar ki düşman bile
yapamaz yaptığı kötülüğü. Hısım, hısımının zaaflarını bilir. (Özalp, 2008: 295; Özturan,
2009a: 209; Şirikçi, 2006: 31;Faruk Zülkadiroğlu)
Akrabanın bacağı gevilcenli olur: Hısımın yaptığı iş, hastalıklı yani kötü olur.
(Körük, 2005: 30; Okumuş, 2006: 150; Polat, 2016: 7)
Aksine b.. tersine akar, başı dururken ortası galkar: Aksi adamda, doğru iş
olmaz. (Özturan, 2014: 34)
Akşam başı gişi başı, sabah başı gomşu başı: Akşam süslenmesi koca için, sabah
süslenmesi komşu için. (Özturan, 2014: 20)
Akşam pazarı, şaşkın pazarı: Akşama kalan iş ve ticaret faydalı olmaz. (Karalar,
1998: 43)
Akşamdan galanı yeme, gündüz olanı akşam herifine deme: Her işini doğruca
yap, dedikoducu olma. (Alparslan-Özturan, 2010: 96; Özturan, 2009a: 248)
Akşamın gızıllığı sabaha hoş, sabahın gızıllığı akşama gış gelir: Akşamın
kızıllığı ertesi gün havanın iyi olacağına, sabahları gökyüzünde görülen kızıllık ise o
akşam havanın soğuk olacağına işarettir. (Gökçebey, 1999: 81)
Akşamın hayrından sabahın şerri yeğdir/iyi olur: Akşam işlerin durduğu,
insanların ürktüğü zamanlardır. Bu zamanlarda insan başına hayır bile gelse sabahki şer
akşamki hayırdan evladır. (Gökçebey, 1999: 81; Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 150;
Özturan, 2009a: 208; Özturan, 2009b: 26)
Al eline gaşağıyı gir ahıra, yarası olan gocunur: İnsanların arasına, bir topluma
gir ve birtakım şeyler söyle. Bazı hataları, kusurları, suçları dile getir. O söylediklerin
kimde varsa o kendini belli eder ve hemen savunmaya geçer. (Okumuş, 2006: 150;
Özalp, 2008: 368)
Al görgülünün gızını iş tutsun ığranı ığranı, al görgüsüzün gızını iş tutsun
gıvranı gıvranı: İyi aileden alınan kız güzel iş yapar. Kötü aileden alınan kız da
istemeye istemeye iş yapar. (Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006: 97)
Al insan gızını görsün ığranı ığranı, alma it gızını yer gıvranı gıvranı: İnsan kızı
alırsan insan gibi davranır. Evini çeker çevirir, işleri iyi ve güzel yapar, hiç yüksünmez.
Ama it kızı, it gibi davranan bir kız alırsan iş yapması mümkün değildir, yapıp önüne
koyduğun yemeği bile güler yüzle yemez. (Özalp, 2008: 368)

255
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Al malın iyisini, çekme gaygısını: Malın iyisi her zaman kalitelidir. Kaygı
meydana getirmez. (Arslan, 2011: 344; Körük, 2005: 43; Özturan, 2009a: 209; Şen,
2006: 98)
Al sana bir gaya, nereye dayarsan daya: Al sana bir sıkıntı, ne yaparsan yap.
(Özturan, 2009a: 209; Özturan, 2014: 34)
Al zengin gızını döndersin babası evine, al fakir gızını göndersin babası evine:
Zenginden alınan gelin yeni evini babasının evi gibi yapar. Fakirden alınan gelin de
yeni yerindeki eline geçenleri babasının evine götürür. (Gökçebey, 1999: 83; Horasan,
1992: 208; Şen, 2006: 97)
Ala geçiyi gören içi dolu yağ sanır: Kafası dik, kimseden bir şey beklemeyen,
fakirse bile zengin gibi davranan kimseleri herkes zengin ve varlıklı sanır. (Özalp, 2008:
368; Şen, 2006: 98)
Alacağın bir iğne, çeliğin batmanından sana ne?: Ufak tefek bir iş yapacaksın,
büyük meselelere ne diye karışıyorsun? (Faruk Zülkadiroğlu)
Alacak gız ay görünür, evleri saray görünür: Aşkın gözü kördür. İnsan istediği
bir şeyin, durumun olumlu tarafını düşünür. (Dalkıran, 2005: 44)
Alacakla borç ödenmez: Başkasındaki alacağını karşılık göstererek borcunu
ödeyemezsin. Yahut sevaplarınla günahlarını karşılayamazsın. (Özalp, 2008: 368;
Özturan, 2014: 34)
Alacaklı gapının iti, gider gider gelir: Borcuna sadık olmayanlar için alacaklı
tiplemesi. (Özturan, 2014: 34)
Alacasını bilmeyen kilim ıymasın: İşin pif noktasını bilmeyen, tecrübe sahibi
olmayan iş yapmasın. (Çınkır, 2016: 43)
Alan bir ganlı, aldıran bin ganlı: Bir suçu, bir hırsızlığı yapan yalnızca işlediği
suçun cezasını çeker, ama suç kendisine karşı işlenen veya malı çalınan kimse bu
konuda durmadan düşünür, birçok suçlu üretir ve birçok kimseye suç yükler. İşte bu
kimse, kaç kişiye suç yüklediyse o kadar günah işlemiş olur. Çünkü bunların biri doğru
olsa bile diğerleri yanlıştır. (Özalp, 2008: 368)
Alan keç der, satan ho ha der: Alıcı alacağı malın değersiz olduğunu söyler,
satıcı ise malını çok kıymetli gösterir. (Çınkır, 2016: 45)
Alçak eşşek binmeye, öksüz çocuk dövmeye golay: Güçsüz ve koruyucusuz
kişiyi emir altına almak, hırpalamak kolay olur. (Okumuş, 2006: 150)
Alçak yerde oturma/yatma sel alır, yüksek yerde oturma/yatma yel alır: İnsan
kendi durumuna göre davranmalı, hayatını ona göre kurmalıdır. Orta noktada
bulunmalıdır. (Okumuş, 2006: 150; Şirikçi, 2007: 81)
Aldığını aldık yere goy: Neyi nereden aldınsa oraya koy ki arayan kolay bulsun.
(Özturan, 2014: 35)
Alem yanılır, galem yanılmaz: Herkes zamanla bir işi yanlış anlayabilir ve
yapabilir, ama yazılan unutulmaz. Söz uçar yazı kalır. (Çınkır, 2016: 48)
Aleme cellat lazım, sen olmak ne ilazim: Toplumlara, yönetimlere cezaları
uygulayacak, hatta gerektiğinde insanları asacak, boynunu vuracak kimse lazımdır.
Ancak sakın sen olma! (Özalp, 2008: 369)
Alemin ağzı çuval değil ki büzesin: Dedikoduya müsait bir durum ortaya çıktı
mı herkes konuşmaya başlar. Kimsenin ağzını kapatamazsın. (Körük, 2005: 43;
Kuyumcu, 1995: 18)
Alet/endeze işler, el öğünür: Aletsiz el, hiçbir şey yapamaz. El, ancak aletle bir
şeyler yapabilir, fakat sonuçta övünen, ödül alan el olur. (Dalkıran, 2005: 48; Okumuş,
2006: 150; Özalp, 2008: 243; Özalp, 2008: 369; Özturan, 2009a: 214)
Alıcı guşun ömrü az olur: Zararlı, zalim, vurucu kırıcı kimsenin düşmanı çok
olur ve bir şekilde erken ölümüne sebep olurlar. (Özalp, 2008: 369; Özturan, 2009a:
209; Şen, 2006: 98)
Alıcının ahmağı fiyat verir: Pazarlıkta erken davranılmamalı. Zararlı çıkılabilir.
(Özturan, 2009a: 209)
Alın günü geçer amma garanın günü geçmez: Zevkli, eğlenceli, neşeli günler
çabuk ve kolay; üzüntülü, sıkıntılı günlerse çok zor geçer. (Özalp, 2008: 369)

256
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Alışmış gudurmuştan beter olur: Alıştığı işten vazgeçemeyen kimse,


kudurmuştan daha tehlikeli olur. (Dalkıran, 2005: 49; Gökhan-Koç, 2009: 312; Körük,
2005: 30; Özturan, 2009a: 209)
Alışveriş başka, dostluk başka: Pazarlıkta hatır gönül olmaz. (Özturan, 2009a:
209; Şen, 2006: 98)
Ali için Veli yanmaz: Biri için bir başkası zor duruma düşmez. (Karalar, 1998:
20)
Alimden kemlik gelmez: Bilgili insandan kötü davranış gelmez. (Özturan,
2009a: 208)
Alime hizmet eden alır mertebe, cahille sohbet eden döner merkebe: Bilgili
insana yapılan hizmet, insanı yükseltir. Cahille düşüp kalkmak ise insanı alçaltır. (Polat,
2016: 7)
Alime söyle kelamı, cahile söz mü yeter?: Sözünü bilgili kimseye söyle. Cahil
insanla uğraşılmaz. (Polat, 2016: 7)
Alimin rızgı alemin üstüne: Alimler çalışmaz bir şekilde rızkını çıkarır.
(Özturan, 2009a: 208)
Allah acışan yeri bilir: Allah, bir olay karşısında kimin nasıl davrandığını bilir.
Ateş düştüğü yeri yakar. (Özalp, 2008: 186)
Allah bir gapıyı gapatır, bir gapıyı açar: Allah’tan umut kesilmez. Bir çare
olmazsa başka bir çare hasıl olur. (Özturan, 2009a: 209)
Allah bir zalimi, başka bir zaliminen terbiye eder: Bir kötülük, başka bir
kötülükle düzelir. (Özturan, 2009a: 209)
Allah bir, söz iki: Önemli iki şeyin birincisi Allah, ikincisi ise sözdür. (Sultan
Kamalak)
Allah cıllıcıya mal vermez: Haksızlıkla bir şey kazanılmaz. (Çınkır, 2016: 52)
Allah dağına göre gış/gar verir: Allah herkese dayanabileceği kadar yük verir.
(Arslan, 2011: 344; Okumuş, 2006: 150; Özturan, 2009a: 209; Şen, 2006: 98;Faruk
Zülkadiroğlu)
Allah darda galanın yardımcısıdır: Allah zor durumda olan insanlara yardım
eder. (Göçer, 2010: 100)
Allah doğrunun yardımcısıdır: Doğru her zaman üstündür. Allah da doğrunun
yanındadır. (Özturan, 2009a: 209)
Allah evlenene, ev yaptırana yardım eder: Evlilikte keramet vardır. Allah hayırlı
olan işlere yardımını esirgemez. (Alparslan-Özturan, 2010: 238; Dalkıran, 2005: 43;
Okumuş, 2006: 154)
Allah fakiri sevindireceği zaman önce eşşeğini yitirtir, sona buldurur: Fakirin
sevinmesi, tatmin olması çok kolaydır. Eşeğini veya bir şeyini kaybeder üzülür, sonra
bulur. Sanki yeni bir şey kazanmış gibi sevinir. (Özalp, 2008: 369)
Allah gardaşı gardaş yaratmış, rızgını/kesesini ayrı yaratmış: Allah bazı insanları
kardeş yapmışsa da rızıklarını ayrı yaratmıştır. Kiminin rızkı az kimininki çoktur. Kimi
dar geçinir kimi bol. Her biri rızıklarını ayrı yerlerden temin eder. Kimi helal yer kimi
de haram. (Okumuş, 2006: 150; Özalp, 2008: 369; Özalp, 2008: 396)
Allah gulundan geçmez: Allah tüm kullarına eşit mesafededir. Hiç kimseyi
diğerlerinden ayırmaz.Allah’ın kimseye iltiması yoktur. Hiç kimseyi nimetlerinden
mahrum etmez. (Özalp, 2008: 369)
Allah gümüş gapıyı gaparsa altın gapıyı açar: İşi bozulan umutsuz olmamalıdır.
Allah’ın onu dahi iyi bir işe kavuşturacağını unutmamalıdır. (Okumuş, 2006: 150)
Allah yazdıysa onu kimse bozamaz, yazmadıysa da: Bu yazgı meselesi, kısmetse
olur. (Alparslan-Özturan, 2010: 80)
Allah’ın dediği olur: Allah ne dilerse o olur. (Özturan, 2014: 39)
Allah’ın günü darıdan çok: Günler, haftalar, aylar, yıllar tükenmeyecek kadar
çoktur. Bitip tükenmez, dolayısıyla aceleye, telaşa gerek yoktur. (Özalp, 2008: 186)
Allah’ın işi çok, pazarda gişi çok: Herkesin işi başından aşkındır. (Erşahin,
2011a: 68)
Allah’ın sevmediğini peygamber zopiinen govalar: Allah’ın olmasını istemediği
bir şeyi resulü de istemez. (Özturan, 2009a: 209)

257
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Allah’tan garaya su neylesin, sabun neylesin: Niyeti bozuk olanı hiçbir şey
düzeltemez. (Dalkıran, 2005: 47)
Alma dibine düşer: Bir kimse evvela yakınlarına faydalı olur. (Özturan, 2009a:
209)
Alma gara saçlının ahını, gökten endirir [Şahmerdan’ın] şahını: (Özturan, 2009a:
209; Şen, 2006: 98)
Alma o…..nun gızını, çeker geder ebesinin izine: Kalbi, niyeti bozuk olan
kimse, anne babasından öğrendiklerini uygular. (Özturan, 2009a: 209)
Almadan vermek Allah'a mahsustur: Almadan vermek insanların yapamayacağı
kadar büyük bir şeydir. Ancak Allah, hiç almadan verir. (Okumuş, 2006: 150; Özalp,
2008: 369; Özturan, 2009a: 209)
Almanın bir de vermesi var: Borç almanın bir de vermesi var. (Özturan, 2014:
39)
Almazsan da bak: Almasan bile malı incele. (Özturan, 2014: 39)
Alna yazılan başa gelir: İnsanın alnına yazılan şey kaderdir. Allah, kaderi nasıl
takdir ettiyse insanın başına öylece gelir. (Erşahin, 2011a: 68; Özalp, 2008: 370)
Altın ateşte, insan mihnette belli olur: Her şeyin değerinin anlaşılacağı bir ölçüt
vardır. (Şirikçi, 2007: 81)
Altın erir fire verir, akıllı olan mülke verir: Ev, arsa yatırımı yapanlar daima
kazanır. (Özturan, 2009a: 209)
Altın gapılının ağaç/gümüş gapılıya işi düşer: Zenginin de bir bakarsın fakire işi
düşer. Herkesin birbirine işi düşer, herkes bir başkasına muhtaç olabilir. (Göçer, 2010:
29; Özalp, 2008: 369; Özturan, 2009a: 209;Faruk Zülkadiroğlu)
Altın leğenin gan gusana ne faydası var: Ağır hasta olan kimseye zenginlik çare
olamaz. (Şen, 2006: 98)
Altın yerde paslanmaz, daş yağmurdan ıslanmaz: Üstün değeri olan kimse ya da
şey, uygunsuz koşullarda bile değerini kaybetmez. (Okumuş, 2006: 150)
Altın yere düşminen pul olmaz: (Özturan, 2009a: 209)
Altını yitiren gümüşü bulamaz: Büyük bir nimeti kaybeden küçüğünü de
bulamaz. (Şen, 2006: 98)
Altının değerini/gıymetini sarrafi bilir: Nasıl ki altının değerini sarraflar ve
kuyumcular bilirse iyi insanın değerini de insanlıktan anlayanlar bilir. (Özalp, 2008:
369; Özturan, 2009a: 209)
Aman diyene gılıç galkmaz: Aman dileyene, teslim olana asla kötü muamele
yapılmaz. Böyle kimse, misafir muamelesi görür. (Okumuş, 2006: 150; Özalp, 2008:
369-370; Özturan, 2009a: 209)
Amelenin kötüsü ikindi vakti iyileşir: İş bitmeye yakın bir zamanda çalışmayan
kişi, göze girmek için çok çalışmaya başlar. (Polat, 2016: 8)
An beni bir gozunan o da çürük çıksın: Küçücük bir cevizle dahi anılmak güzel
duygudur. O ceviz, çürük dahi olsa önemi yoktur. Önemli olan anılmak, hatırlanmaktır.
Sevgiyi, saygıyı, bağlılığı canlı tutan da bu duygudur. (Dalkıran, 2005: 51; Kuyumcu,
1995: 15; Özalp, 2008: 370; Özturan, 2014: 41)
An beni, anayım seni: Unutma beni, unutmayayım seni. (Özturan, 2014: 41)
Ana gezer gız gezer, bu çeyizi kim düzer?: Bir ailenin, bir topluluğun
yöneticileri ve yönetilenleri, yapılacak işleri boş verirlerse o işler düzenli olmaz.
(Dalkıran, 2005: 44)
Ana gızına tahtını vermiş de bahtını vermemiş: Bkz: “Ana-baba tahtı verir, bahtı
veremez” (Alparslan-Özturan, 2010: 73; Özturan, 2009a: 209)
Ana yiğidin galkanıdır: Anne baş tacıdır. (Karalar, 1998: 20)
Ana-baba tahtı verir, bahtı veremez: Ana baba ev, araba, para verebilir ama
mutluluk onların elinde değildir. (Özturan, 2009a: 209)
Anadan gerek yüleği, neylesin kösüre bileği: Bir işi yapmak için evvela o işin
eğitimini almak gerek. (Okumuş, 2006: 150)
Analı oğlak yarda oynar, anasız oğlak yerde oynar: Arkası sağlam olan her yerde
işini yapar, ama arkası olmayan, sahipsiz biri işlerini zar zor yapar. (ATKVE, 2011:
134; Çoğalan, 1982: 115; Dalkıran, 2005: 44; Körük, 2005: 30; MİY, 1967: 194;

258
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Okumuş, 2006: 150; Özturan, 2009a: 209; Şen, 2006: 97-98; Şen, 2006: 116; Yakar,
1997: 59)
Anam ağlar benim için, ben ağlarım yavrum için: Annem beni düşünür, ben de
benden doğan yavrumu. İnsan fıtratı gereği kendinden doğanların üzerine titrer. (Şen,
2006: 97)
Anam yayla balı, gaynanam gara çalı: Annemin değeri vardır, ama kaynanamın
bir değeri yoktur. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com )
Anan gibi saç uzatacağına baban gibi bıyık bırak: Toplumunun anlayışının
dışında saç sakal uzatanlar bu şekilde eleştirilir. (Özturan, 2009a: 209; Şirikçi, 2006:
135)
Anan öldü acından, ne umuyorsun bacından: Bkz: “Ne umarsın/umuyon
bacından, bacın ölüyor/ölür acından” (Şen, 2006: 99)
Anandan evvel/önce ahıra girme: Büyüklerinden, işi bilenlerden önce davranma.
Yapacağın işi onlara danış. (ATKVE, 2011: 134; Arslan, 2011: 345; Çoğalan, 1982:
115; Gökhan-Koç, 2009: 312; Kozan, 2007: 218; Kuyumcu, 1995: 17; MİY, 1967: 194:
Özalp, 2008: 370; Özturan, 2014: 42; Şen, 2006: 98; Şen, 2006: 116; Emine Pırnaz)
Ananın yandığını baba yanmaz, babanın yandığını oba yanmaz: Allah kimseye
evlat acısı vermesin. Evlatlarını kaybedenlerin söylediği bir söz. (Çınkır, 2016: 58)
Anası nerde, danası orda: Anne nerdeyse yavrusu da orada olur. (Deniz, 2015:
22)
Anası olmiyenin hamam dolusu anası olur, babası olmiyenin çarşı dolusu babası
olur: Yetim ya da öksüz olanlara herkes akıl verir. (Özturan, 2009a: 209)
Anasına bak gızını al, asdarına/kenarına bak bezini al: Kız çocuğu huylarını,
eğitimini annesinden alır. Anneyi tanıdığınızda kızını da tanırsınız. Bir kumaşın
kenarına, yüzüne bakan kumaşın her yerine bakmış gibi olur. (Bahça, 2001: 39; Körük,
2005: 30; Okumuş, 2006: 150; Özturan, 2009a: 209; Şen, 2006: 97; Şen, 2006: 108)
Anasını seven danasını da sever: Büyüğünü seven küçüğünü de sever. (Çoğalan,
1982: 115; Şen, 2006: 98)
Anasının geçtiği köprüden gızı da geçer: Gençler büyüklerin taklit eder. Kız,
anasının yolundan gider. (Özalp, 2008: 370)
Arap atı gocar da gönül gocamaz: İnsanların yaşı kaç olursa olsun gönülleri
kocamaz. (Çınkır, 2016: 66)
Arap atı, gıl çul içinde de belli olur: Bir insanda olan cevher, oturduğu yerde bile
belli olur. İnsanın görüşüne baktığınızda onun çalışkan mı tembel mi olduğu anlaşılır.
(Çınkır, 2016: 66; Özturan, 2009a: 209)
Arayan Mevla’sını da belasını da bulur: İyi yolda olanlar iyiyi, kötü yolda
olanlar kötüyü bulur. (Şen, 2006: 99)
Arda galan derde galır: Bir işi zamanında yapmayan sıkıntı içinde kalır.
(ATKVE, 2011: 134; Çoğalan, 1982: 115; Gökhan-Koç, 2009: 312; MİY, 1967: 194;
Özturan, 2009a: 209; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
Ardıcın/çamın közü, yalancının sözü olmaz: Ardıç ağacının közü çabuk geçer.
Yalancının sözüne de güvenilmez. (ATKVE, 2011: 135; Arslan, 2011: 345; Çoğalan,
1982: 114; Kozan, 2007: 218; Körük, 2005: 30; MİY, 1967: 194; Okumuş, 2006: 152;
Özturan, 2009a: 212; Şen, 2006: 98; Şen, 2006: 102; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60;
Faruk Zülkadiroğlu)
Arhazın (sağı ve dilsiz) dilinden anası anlar: Bir işi ehli olan bilir. (KA, 2017a:
389)
Arı bal alacağı çiçeği bilir: İster iyi niyetle olsun ister kötü niyetle işin ustası
olan kimse, kimden nasıl faydalanacaklarını iyi bilir. (Kozan, 2007: 218; Özalp, 2008:
370)
Arı işini, kirpi dişini göstermez: Arı çok çalışır işini belli etmez. Kirpi de dişini
belli etmez. (Deniz, 2015: 23; Polat, 2016: 9)
Arı sahibini bilmez: Arının sahibini bile sokması gibi bazı insanlar da
kendilerine iyilik edenlere zarar verir. (Özturan, 2009a: 209)
Arığa su gelene gadar gurbağanın gözü patlar: Geciken yardımlardan dolayı
fakirlerin, ihtiyaç sahiplerinin, perişanların hali harap olur.Böyle kimseler, çok büyük
sıkıntılar çekerler. (Özalp, 2008: 403)
259
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Arık öküzün gılbası (kıblesi), poyrazı belli olmaz: Fakirin, yoksulun, güçsüzün
zayıfın yönü, gideceği yer, nerede düşeceği belli olmaz. Çünkü o ne aklını ve iradesini
doğru dürüst kullanabilir ne de ayakta duracak gücü vardır. (Özalp, 2008: 370)
Arının inine çöp sokma: Durup dururken ortalığı karıştıracak hareket yapma.
(Dalkıran, 2005: 49)
Arif ise anlar, cahil ise dinler: Bilgili, kafası çalışansa konuşur, yoksa
konuşulanları dinler. (Özturan, 2014: 20)
Arife tarif ne hacet: Bilgili kimseye açıklama yapmaya gerek yoktur. O
anlayacağını anlar. (Caferoğlu, 1995: 159)
Ark altından bostanlık bağışlamak golay olur: Birine yerine getirilemeyecek
taahhütlerde bulunmak kolay olur. (Okumuş, 2006: 150)
Ark arınmış da ad arınmamış: Su solu temizlenir, ama kötüye çıkmış ad
temizlenmez. (Özturan, 2009a: 209)
Arka gerek arka, düşman göre gorka: Bkz: “Arka gerek arka, kimi utana kimi
gorka” (Akın, 2014: 40; Dalkıran, 2005: 49; Şen, 2006: 97)
Arka gerek arka, kimi utana kimi gorka: İnsanların arkası, sahibi varsa başkaları
onlara kolay kolay sataşamazlar. Çünkü kimisi utanır kimisi de korkar. (Özalp, 2008:
370)
Arkadakiler öne düştü, öndekiler çöle düştü: İnsana değer verilmez oldu.
Arkadakiler öne düştü, öndekiler kayboldu. (Özturan, 2014: 44)
Arkadaş ağzı düz gerek: Arkadaşlar söz birliği, fikir birliği içinde olmalı.
(Özturan, 2009a: 209; Özturan, 2014: 44)
Arkadaş cebinin içi: En önemli arkadaş, cebindeki paradır. Paran olursa
arkadaşların çok olur. (Özturan, 2014: 44)
Arkı görmeden çemrenme: İşin yapılabilirliğini görmeden kabul edip hazırlığa
başlama. (Okumuş, 2006: 150)
Arklar temizlenir, namus temizlenmez: Her türlü kötülük, pislik zamanla
unutulur, ama namus bozukluğu hiç unutulmaz. (Özalp, 2008: 277)
Armudu say da, elmayı soy da ye: Armut aşırıya gitmemek kaydıyla sayılarak
elma kabuğu da soyularak yenilmelidir. (Okumuş, 2006: 150)
Armudun iyisini ayılar, irisini dayılar yer: Güzel şeyler, genellikle ona layık
olmayanların eline geçer. (Faruk Zülkadiroğlu)
Arpa ağarı g.. yırtar: Arpa unu kılçıklı olduğundan hazmı zordur. (Çınkır, 2016:
71)
Arsız erimez, çayır çürümez: Kaygısız kimse, olumsuzluklardan pek etkilenmez.
Vurdumduymaz kişi yıpranmaz. (KA, 2017a: 389; Şen, 2006: 99)
Arsızın yüzüne tükürsen yağmur yağıyor sanır: Arsız, utanmaz insanlar hakareti
hiç üstlerine almazlar, aldırmazlar. Hakaret için yüzlerine tükürseniz, "Allah'a şükür,
elhamdülillah yağmur yağıyor." deyip geçip giderler. (Özalp, 2008: 371)
Artık içen altın bulur: Artık su içenin zengin olacağına inanılır. (ATKVE, 2011:
144)
Artıklağı mal göz çıkarmaz: Fazla mal göz çıkarmaz. (Çınkır, 2016: 73; Özturan,
2009a: 209; Şen, 2006: 99)
Asalet terbiyeden önce gelir: Asillik doğuştandır, terbiye sonradan kazanılır.
(Polat, 2016: 9)
Asbap yakışırken eller bakışırken: Her şey gençlikte olur. Elbise gençlikte
yakışır, insanlar sana gençlikte bakışır. Ne yapacaksan gençlikte yap. (Özalp, 2008:
190)
Asıl azmaz, bal kokmaz; [kokarsa yağ kokar onun aslı ayrandır]: Asil olan,
melezleşmemiş, ikinci ürün olarak ortaya çıkmamış şeyler azmaz, yoldan çıkmaz ve
kalitesini korur. Ama ikinci ürün olan yağ bozulur. Asaleti olmayandan her şey
beklenir. İyi, temiz, inançlı, terbiyeli aileden gelen nesil kötü olmaz. İyilikler de boşa
gitmez. (Alparslan-Özturan, 2010: 75; Bilgin, 2006: 29; Göçer, 2004: 72; Gökhan-Koç,
2009: 312; Özalp, 2008: 371; Özturan, 2009a: 209; Şen, 2006: 98; Şen, 2006: 99)
Asıl şaşmaz: Asaletli olan asaletinin dışına çıkmaz. (Özturan, 2014: 46)
Asi guzuyu gurt yemez: Huysuz olana kimse dokunmaz. (Faruk Zülkadiroğlu)

260
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Asi it yareninden belli olur: Huysuz olan kimse sevdiğinden belli olur. (Mustafa
Kiraz)
Aslan pençesi, devenin tekmesi: Aslan güçlü bir hayvandır, pençesi öldürücüdür.
Devenin de tekmesi tehlikelidir. (Şen, 2006: 99)
Aslan yatağından belli olur: Toplumda başarılı olan insanlar, genellikle düzen
sahibi kişilerdir. Bu tip insanların barındıkları yer de tertipli ve düzenli olur. (Özturan,
2009a: 210)
Aslı olmayanın nesli olmaz: Öncesi olmayanın sonrası da olmaz. (Karalar, 1998:
21)
Aslına çekmeyen haramzade: Bkz: “Aslını inkar eden haramzadedir” (Özturan,
2014: 46)
Aslını inkar eden/saklayan haramzadedir/kafirdir: Geçmişi inkar etmek, soyu
sopu belli olmayan insanların işidir. Kişioğlu, değersiz bir kuşaktan gelmekle değersiz
olmaz. Cemiyet nazarındaki yerini kendisi kazanır. (Kozan, 2007: 218; Körük, 2005:
30; Okumuş, 2006: 151; Özturan, 2009a: 210; Şirikçi, 2006: 116)
Aş da sabah, iş de sabah: İnsan, işini vakitlice yapmalı, geç vakte
bırakmamalıdır. (KA, 2017a: 389; Özturan, 2009a: 210; Özturan, 2014: 46; Şen, 2006:
99)
Aş daştı, çomçanın pahası olmaz: İş işten geçtikten sonra hesap yapmanın
faydası yoktur. (Göçer, 2010: 262)
Aşa dökülen yağın zararı olmaz: Gerekli yerde kullanılan şeyler boşa gitmiş
olmaz. Akrabalarla yapılan alışverişlerde fazladan verilen paranın zararı olmaz. (KA,
2017a: 389; Özturan, 2009a: 210; Şen, 2006: 99)
Âşıka Bağdat sorulmaz: Amacını iyi belirleyip ona göre hareket edenler amacına
mutlaka ulaşır. Bu uğurda her fedakarlık yapılır. (Okumuş, 2006: 151)
Aşın ne gadar çok, işin o gadar çok: Ne kadar varlıklıysan o kadar sorunun olur.
(Dalkıran, 2005: 46)
Aşına bakma, gaşına bak: Göstermelik ikramına, yaptığı yemeğe, ikramlarına
bakma; yüzüne, kaşına bak. Dost mu, düşman mı belli olur. Eğer yüzü, kaşı çatıksa
onda hayır yoktur, ikramları göstermeliktir, samimi, dost değildir. (Özalp, 2008: 191)
Aşk ağlatır, dert söyletir: Âşık olup kavuşamayan devamlı ağlar, dertli olansa
önüne gelene derdini söyler ve anlatır. (ATKVE, 2011: 134; Bahça, 2001: 46; Kozan,
2007: 218; Okumuş, 2006: 151; Özalp, 2008: 371; Bayram Gazioğlu)
At alınlı, yiğit burunlu gerek: Alnı iri ve geniş at ile burnu iri erkek güçlü olur.
(Özalp, 2008: 371)
At beslenirken kız istenirken [verilmeli]: At beslenirken satılır, kız istenme
çağında alımlıyken verilir. (Alparslan-Özturan, 2010: 71; Dalkıran, 2005: 44; Özturan,
2009a: 210; Özturan, 2014: 47)
At binenin gılıç kuşananın: Her şey, onu gereği gibi kullanmasını, ondan
yararlanmasını bilene yakışır. İş, ehli olan kimsenin hakkıdır. İşi ehli olmayana vermek
zulümdür. (Şirikçi, 2007: 88)
At binenin, don giyenin: Ata binemeyen kimsenin at, elbiseyi iyi giyemeyen
kimsenin de pahalı elbise sahibi olmasının bir değeri yoktur. İş ve sanat da onu iyi
yapanındır. (Özalp, 2008: 371)
At binicisini tanır: Atı hızlı koşturan ona her türlü hareketi yaptıran iyi binici
olduğu gibi, her işi de iyi yapan o işin ustasıdır. At iyi biniciyi hemen hisseder ve
kendini ona kolayca teslim eder. İnsanlar da böyledir. İyi idareciyi bilirler ve itaat
ederler. Atlar acemi ve kötü biniciye, insanlar da acemi ve kötü yöneticiye itaat
etmezler. (Özalp, 2008: 371)
At gaçar it goşar, ikisi birlikte varır yurda: İş olacağına varır. (Çınkır, 2016: 82)
At gademi, it gademi, ille de avrat gademi: At, köpek ve kadın ayağından belli
olur. (Özturan, 2009a: 210)
At ile avrat, yiğidin bahtına/gaderine: Hayatta bazı şeyler çalışıp çabalama
sonucu elde edilmez. Bunlar kısmet meselesidir. At kültürümüzün simgesidir. Çok
değerli bir hayvandır. Kadın da namustur. Dolayısıyla at ve kadın, yiğidin şansınadır.
(Dalkıran, 2005: 44; KA, 2017a: 389; Okumuş, 2006: 151; Şen, 2006: 99)

261
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

At olacak tay gafasından belli olur: İyi, güçlü at olacak tay küçüklüğünde
kafasıyla, vücut yapısıyla, hareketliliğiyle kendini belli eder. Büyüyünce adam gibi
adam olacak, iyi, güzel, faydalı işler yapacak çocuklar da daha çocukluklarındaki iş ve
davranışlarıyla kendilerini belli ederler. (Özalp, 2008: 371)
At olur, meydan olmaz; meydan olur, at olmaz: Bir işi başarabilmek için gerekli
koşullar her zaman eksiksiz olarak ele geçmez. Biri bulunur, öteki bulunmaz. (Özturan,
2009a: 210;Faruk Zülkadiroğlu)
At ölür, nalı galır; yiğit/adam ölür, namı galır: Yaşayan elbet ölür, ancak ona
bağlı izler geride kalır. (Özturan, 2009a: 210; Şen, 2006: 97; Şen, 2006: 99)
At sahibine göre kişner: Her iş, yapana göre şekillenir. İyi ustalar, sanatkarlar iyi
iş, kötü usta ve sanatkarlarsa kötü iş çıkarırlar. Sonuçta yaptıkları işe göre
değerlendirilirler, not alırlar. (Okumuş, 2006: 151; Özalp, 2008: 371; Özturan, 2009a:
210)
At tepişir, [arada] eşşek ölür: Bkz: “Atınan gatır boğuşurken arada eşşeğin canı
çıkar” (Okumuş, 2006: 151; Özturan, 2014: 48;Faruk Zülkadiroğlu)
At verir, meydan vermez; meydan verir, at vermez: Bazı insanların aklı, zekası,
gücü kuvveti olur. Bunları başarıya çevirecek imkanları olmaz. Bazı insanların da her
türlü imkanı olur, bu imkanları kullanacak aklı, zekası, gücü olmaz. Allah hiçbir insanı
dört başı mamur, eksiksiz yaratmaz. İnsanların mutlaka hataları, kusurları, noksanları
olur. (Özalp, 2008: 372)
At yedi günde, it yediği günde belli eder: Her zaman kaliteli yemeklerle
beslenen kimseler, yediklerini hemen göstermezler, ama iyi beslenemeyen kimseler, bir
gün kaliteli yemekler yeseler hemen gösterirler. (Özalp, 2008: 372; Özalp, 2008: 410;
Şirikçi, 2006: 229)
At yedi günde, it yediği günde sahibine alışırmış: Bkz: “At yedi günde, it yediği
günde belli eder” (Özturan, 2009b: 25)
At, boş torba ile bir kez tutulur: Birini ancak bir kez tongaya düşürebilirsin. Bir
daha aynı hataya kimseyi düşüremezsin. (Faruk Zülkadiroğlu)
At, yiğidin yoldaşıdır: Eski Türklerde kahramanın en önemli yardımcısı atıdır.
Kahraman; at üstünde doğar, büyür, yaşar, savaşır, yemek yer ve ölür. At, yiğidin her
zaman yanındadır. (Okumuş, 2006: 151)
At/ız (az) ver, dost ol; gız ver, düşman ol: İnsanlara iyilik yaptığınız zaman dost
olursunuz, ama bir aileye kız verdiğinizde ileride illa ki sorunlar ve husumetler olur.
Dolayısıyla düşman olursunuz. (ATKVE, 2011: 134; Çınkır, 2016: 82; MİY, 1967: 194;
Özturan, 2009a: 219; Şen, 2006: 98; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60; Adem Pırnaz)
Ata da ite de soy gerek: Soy sop önemlidir. İyinin de kötünün de kökü olmalıdır.
(Okumuş, 2006: 151)
Ata dost gibi bak, düşman gibi bin: At besliyorsan ona iyi bak, iyi besle, ondan
ihtiyacı olan hiçbir gıdayı esirgeme. Ama ihtiyacın olup da binmen gerekirse hiç acıma.
En sert hareketlerle bütün gücünü kullanmasını sağla. (Özalp, 2008: 372)
Atalar sözünü duymiyeni/dutmayanı yabana atarlar: Büyüklerinin geleneklerini,
göreneklerini bilmeyen ve uygulamayanı herkes dışlar. Böyle kimseler, toplum
nazarında dışlanırlar. (Özturan, 2009a: 210; Şirikçi, 2007: 87)
Ataların ariye gitmiş sözü/lafı yok: Atasözleri boşa söylenmez. İsabetli ve
doğrudur. (Kapanoğlu, 2009: 72; Özalp, 2008: 192)
Atasını bilmeyen Allah’ını bilmez: Büyüğünü bilmeyen, yaratıcısını da bilmez.
(Faruk Zülkadiroğlu)
Ateş düştüğü yeri yakar: Her kötü olay ve durum, kimin başındaysa orası üzgün
ve sıkıntılı olur. (Şirikçi, 2007: 88)
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz: Bir olayın meydana gelmesi için gizli
olmayıp âşikar olan belirtilerine bakmak gerekir. İz varsa olay da vardır. (Gökçebey,
1999: 81)
Ateşe, soğuğa yiğitlik olmaz: İnsan dayanamayacağı, kaldıramayacağı şeylere
kafa tutarsa sonu hüsran olur. (Dalkıran, 2005: 51)
Ateşin dostluğu olmaz: Ateş tehlikelidir. İnsana zarar verir. (Şirikçi, 2007: 88)
Ateşle barut bir arada durmaz: Patlamaya hazır olan şeyler bir arada bulunmaz.
(Şirikçi, 2007: 88)
262
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Atı taydaşlı yerden, gızı gardaşlı yerden al: Atı, başka atların da bulunduğu
beraber hareket edip birçok şey öğreneceği yerden; kızı da kendisi koruyup kollayacak,
kötü hareket etmesini önleyecek, iyi yetişmesinde etkili olacak kardeşleri bulunan
yerden al. (Özalp, 2008: 372)
Atılan ok geri dönmez: Elden çıkan fırsat geri gelmez. (Şirikçi, 2007: 88)
Atım at olanacaa (olana kadar) istifim fet olur: İşlerimi düzene koyana kadar, iş
için biriktirdiklerim heba olur. (Çınkır, 2016: 83)
Atım büyük olsun da çit sürmezse sürmesin: Yanımda birileri olsun da isterse
yararı olmasın. (Özturan, 2009a: 210)
Atın g..ünde sinek de hacca gider: Ata yapışık sineğin hacca gittiği gibi, haccı
tutmayanlar hacca gitse bile düzelmez. Mühim olan hacca gitmek değil, tutmak.
(Özturan, 2009a: 210; Özturan, 2014: 47)
Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler: Doru atlar daha güçlü olur. Yiğit,
atak, haksızlığa katlanmaz, kimsesizleri kollar, sözünü dudaktan, gözünü budaktan
esirgemez. Hiçbir güçlükten yılmaz kimselere de deli derler. Gerçek yiğitler
böyleleridir. (Özalp, 2008: 372; Özturan, 2009a: 210)
Atın yerine eşşeği bağlama: Sevilen birinin yerine sevilmeyen birini getirme.
(ATKVE, 2011: 134; Özturan, 2009a: 210)
Atınan gatır boğuşurken arada eşşeğin canı çıkar: Güçlüler, kuvvetliler, büyükler
savaşır, vuruşurken arada zayıflar, küçükler ezilir, yok olur. (Özalp, 2008: 192)
Atla yola giden eşşeğin vay haline: Birbirine denk olmayan kimseler eşit şartlar
altında mücadele edemez. (Şirikçi, 2007: 88)
Atlı [gonak] sığmış, itli [gonak] sığmış, çocuklu [gonak hiçbir yere] sığmamış:
Çocuklarla hiçbir yerde rahat edilmez. (Çınkır, 2016: 84; Özturan, 2009a: 210)
Atta garın, yiğitte burun: Atın karnı, yiğidin burnu önemlidir. (Polat, 2016: 9)
Attan düşen ölme0miş de eşşekten düşen ölmüş: Vadesi yeten ölür. (Özturan,
2009a: 210)
Attan düşene yorgan döşşek, eşşekten düşene gazma kürek: Asil insan,
başkasına zarar vermek istemez. Aşağılık insanın açtığı felaket ise hüsranla sonuçlanır.
(ATKVE, 2011: 134; Faruk Zülkadiroğlu)
Attan inip eşşeğe binilmez: Elindeki nimetlerin kıymetini bilmeyen daha aşağı
seviyedeki işlerle uğraşmaya mecbur kalabilir. Varlığının değerini bilmek gerekir.
(Özturan, 2009a: 210)
Av gazana yakın gerek: Bir işin sağlıklı yapılabilmesi için yer ve zaman
faktörünü göz ardı etmemek gerek. (Okumuş, 2006: 151)
Av yerlisiynen avlanır: Yabancı biri iş göremez. Yapılan işin ortamını, şartlarını
iyi bilmek gerekir. (Özturan, 2009a: 210)
Avareyle akılsızdan gork: Başıboş kimse ile akılsız kimse tehlikeli olur,
bunlardan uzak dur. (Deniz, 2015: 24)
Avludaki iti sofaya s..ırma: İşe yaramaz bir adamı yanına yaklaştırma. (Çınkır,
2016: 87)
Avradı ar zapteder, er değil: Namus duygusu olmadıktan sonra, erkek ne yaparsa
yapsın kadın bildiğinden geri kalmaz. (Deniz, 2015: 23)
Avradı kahya yapmışlar, zemheride geçi gılı gırktırmış: İşini ehline vermezsen
yanlış iş yapar. (Çınkır, 2016: 87)
Avradı olmayanın aklı olmaz: Erkek, karısının yardımı ve önerileriyle işlerini
daha düzenli yapar. Karısı olmayan insanlar, tek başına hareket ederler. (Dalkıran,
2005: 46; Gökhan-Koç, 2009: 312; Kozan, 2007: 218; MİY, 1967: 194; Şen, 2006: 98;
Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
Avradı/garıyı gaynına, parayı goynuna güven: Namusunu senden başka eşinin
ailesi korur. Ancak paranı onlar da koruyamaz sadece sen koruyabilirsin. (Kozan, 2007:
218; Körük, 2005: 30; Okumuş, 2006: 151; Özturan, 2009a: 216)
Avradın dırdırı goca azdırır, intile eyleyip candan bezdirir: Çok konuşan kadın,
kocasını canından bezdirir. (Sarıyıldız, 2012: 63)
Avradın eyisi altı ayda ölür: Eskiden kadın işlerini kolaylaştıran malzemeler
yoktu. Kadın sabah erken kalkar, eşine çocuklarına çorba hazırlar, evin işlerini yapardı.
İşte bu yüzden çalışkan kadınlar hor kullanılır ve erken ölürdü. (Özturan, 2009a: 210)
263
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Avradın iyi; ne işin var düğün evinde? Gir gir oyna, çık çık oyna: Kadının iyiyse
mutlu olmak için düğünde olman gerekmez. Kendi evinde de mutlun olursun. (Yalman,
1977: 504)
Avradın iyisi buyumuş, donu bırakmış uyumuş: Kaygısız hareket eden bir kadın
çamaşır yıkarken bile uyur. (Dalkıran, 2005: 44)
Avradın iyisi işinden, atın iyisi dişinden belli olur: İyi kadın yaptığı işlerden belli
olur. Sağlıklı ve kuvvetli at da dişinden. (Dalkıran, 2005: 46)
Avradın iyisi yat demeden yatar, evladın iyisi galk demeden galkar: Eğitimini iyi
verirsen sana tabi olanları uyarmana gerek kalmaz. (Özturan, 2009a: 210)
Avradın kötü; ne işin var yas evinde? Gir gir ağla, çık çık ağla: Kadının kötüyse
hüzünlü olmak için cenazede olman gerekmez. Kendi evinde de hüzünlü olursun.
(Yalman, 1977: 504)
Avradın kötüsüne çocuk birikir, tarlanın kötüsüne cücük birikir: Kötü, işini
bilmeyen kadın sürekli çocuk doğurur. Bakımlı olmayan tarlaya da kuşlar üşüşür.
(Özturan, 2009a: 210)
Avradın malı gapı mandalına benzer; girerken gafasına değer, çıkarken gafasına
değer: Kadın kısmı, malını erkeğin başına kakmayı sever. Arada bir onu hatırlatır.
(Özturan, 2014: 48)
Avradın malı gapının süvesi; girerken çakılır, çıkarken çakılır: Avrattan,
kadından, karından gelen mala güvenme. Ondan hayır gelmez. Her fırsatta söz olur,
başa kakılır, rahatsızlık verir. (Özalp, 2008: 372)
Avradın oynaşını gocası getirir, gızın oynaşını gardaşı getirir: Bkz: “Bacının
oynaşını gardaşı, avradın oynaşını gişisi getirir” (Sultan Kamalak)
Avradın yaşlısı, öküzün çağmel başlısı, tarlanın iri daşlısı eyi olmaz: Avradın
yaşlısı kadınlık yapamaz, yeterince iş göremez. Çağmel öküzün boynuzlarıysa tehlikeli
olur. Tarlanın taşlısı da hem iyi işlenemez hem de ekini iyi olmaz. (Özalp, 2008: 372)
Avrat gerek bey doğura, gısrak gerek tay doğura: İşinde, alanında uzman olanlar
kaliteli iş çıkarırlar. (KATEDEG, 2012: 44)
Avrat gısmı herifin eline bakar: Kadın kısmı, herifi kazancı ile sever. Hakiki ev
hanımı, erkeğinin getirdiğine bakar. Kötü kadınlar, erkeği parası için sever. (Özturan,
2014: 48)
Avrat gısmı yoğu bilmez: Kadın kısmı varlığı sever. Hayatını benzerlerinin
hayatından üstün tutar. Evin ihtiyacı ne ise onun temin edilmesini ister. (Özturan, 2014:
48)
Avrat gişi birbirine küsmüş de aklı olmayan inanmış: Karı koca, birbirine kızsa
da hemen barışır. Onların bu durumuna bakan başkaları ise gerçekten büyük bir sorun
olduğunu düşünür. (Özturan, 2009a: 210)
Avrat ile Allah’ın işine garışmayacaksın, dediğini dutacaksın: Erkekler Allah’ın
hikmetinden sual etmezler, emirlerini dinlerler. Bu durum kadınlar konusunda da
geçerlidir. Erkekler kadınlarından da korkar, onların işlerine karışmazlar. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Avrat var ev yapar, avrat var ev yıkar: Bkz: “Avrat var, otu çöpü aş eder; avrat
var, pişmiş aşı daş eder” (Polat, 2016: 10)
Avrat var, zavranı zort (savurgan); avrat var, çepeli mürt (pasaklı); avrat var,
hazreti mülk (erdemli): Zavranı zort, evi bırakır komşuda vakit geçirir. Çepeli mürt,
evini temiz tutmaz. Hazreti mülk, erken kalkar işini tutar gezmesine gider. Kadın
tasnifi. (Çoğalan, 1982: 115; KATEDEG, 2012: 77; Özturan, 2014: 49)
Avrat var, otu çöpü aş eder; avrat var, pişmiş aşı daş eder: İşini bilen kadın
yetersiz malzemeden bile güzel iş çıkarır. İşini bilmeyen kadınsa güzel işleri berbat
eder. (Dalkıran, 2005: 46)
Avrat yiğidin şansına: İyi kadın herkese nasip olmaz. (Özturan, 2009a: 210)
Avrat yok, akıl yok: Karısı yok, hayatını sağlıklı yaşayamıyor. Karısının
yokluğu, dengesizliğe yol açıyor. (Arslan, 2011: 352; Çoğalan, 1982: 115; Özturan,
2009a: 210; Özturan, 2014: 49; Şen, 2006: 98)
Avratlar akıllı olsa d…..ları döşlerinde bitmez: Kadınların akılsız olduğu bu
şekilde anlatılır. (Özalp, 2008: 193)

264
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Avratlık golay oldu, samanlık seyran oldu: Kadınların işleri kolaylaştı, keyifleri
de yerinde. (Özalp, 2008: 193)
Ay var, yılı besler; gün var, ayı besler: İnsanların kazançları her zaman bir
olmaz. Bazen bir aylık kazanç bir yıl yeter, bazen de bir günlük kazanç bir ay yeter.
(Özturan, 2009a: 210)
Ayağa değmedik daş olmaz, başa gelmedik iş olmaz: Hiç hata etmeyen, hiç zarar
vermeyen, hiç kusursuz insan olmaz. Yaşadıkça insanın başına bin bir çeşit iş gelir.
(ATKVE, 2011: 134; Özalp, 2008: 372)
Ayağını ısıcak tut, başını serin; kendine bir iş bul, düşünme derin: Soğuk insana
ayaktan tesir eder ve birçok hastalıklar soğuk ve ayak kanalıyla gelir. Sıcak ise başı kötü
etkiler ve o kanalla hastalıklar getirir. Derin derin, ince ince düşünmekse sinir sistemini
mahveder. (Özalp, 2008: 372)
Ayıdan post, gavurdan dost olmaz: Değersiz şeylerden kaliteli iş çıkmaz.
(ATKVE, 2011: 134)
Ayının gırk türküsü olur/var, gırkı da armut/ahlak üstüne: Herkes düşüncesine
göre hareket eder. (Özturan, 2009a: 210; Şen, 2006: 99)
Ayının otuz iki türküsü var, elma ile armut üstüne: Bkz: Ayının gırk türküsü
olur, gırkı da armut üstüne” (Faruk Zülkadiroğlu)
Ayının otuz iki türküsü var, otuz ikisi de alıcınan armut üstüne: Bkz: Ayının gırk
türküsü olur, gırkı da armut üstüne” (Özturan, 2009a: 210)
Ayıya gül vermişler, almış gıçını silmiş: Bir şeyi değerini bilmeyene verirsen
onun kıymetini bilemez. (Faruk Zülkadiroğlu)
Ayrandan/ekmekten aşağı gatık olmaz: Ayran, süt ürünlerinin kalitesi en aşağı
seviyede olanıdır. Ondan daha aşağı bir yemez olmaz. Yapılacak bir işi kolaylaştırmak
için seçilen uygun bir nesneden daha aşağısı olmaz. (Çınkır, 2016: 373; Dalkıran, 2005:
47; Şen, 2006: 99)
Az ağrıyı aş, çok ağrıyı iş bastırır: İnsan, bazen yemek yemekten ve iş
yapmaktan dolayı kendini, dolayısıyla da ağrılarını unutur. (Özalp, 2008: 372)
Az laf, çok iş: Az konuşmak, çok iş yapmak lazım. (Şirikçi, 2006: 11)
Az sabırda çok keramet var: Birazcık sabır, birçok sorunun halledilmesinde çok
fayda sağlar (Özturan, 2009a: 210)
Az sadaka çok bela savar: Birazcık yardım, iyilik insan başına gelebilecek
birçok sorunun yok olmasına vesile olur. (Özturan, 2009a: 210)
Az tamah, çok ziyan getirir: Aza kanaat etmezsen, daha çok kazanca tamah
ederek gücünün üstünde işlere girersin. Bu da sana çok zarar, hatta felaket getirir.
(Okumuş, 2006: 151; Özalp, 2008: 373),
Az veren candan, çok veren maldan: Bkz: “Az veren maldan, çok veren candan
verir” (Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 151; Şirikçi, 2007: 81)
Az veren maldan, çok veren candan verir: 1. İnsanlar iyilik ve hayır için para,
mal verirlerken az verirlerse inaldan gitti diye düşünürler. Bu durum fazla sıkıntılı
olmaz. Ama çok vermek durumuna düşerlerse, sanki canından veriyormuş gibi sıkıntı
duyarlar, zorlanırlar. Az vermek insana sıkıntı vermez, maldan gider. Çok vermekse
candan vermek gibidir, insanı perişan eder. "Mal vermek can vermekten zordur" da
derler. 2. Az veren, istemeyerek verdiği için az ve yalnızca malından verir. Çok verense
can u gönülden, isteyerek ve severek verir. Vermenin hayrını, sevabını bildiğinden çok
ve gönlünden koparak verir. (Özalp, 2008: 373; Özturan, 2009a: 210)
Az yaşa çok yaşa, ahiri ölüm: Ne kadar yaşarsan yaşa, bir gün öleceksin.
(Özturan, 2009a: 210)
Az yiyen çok yemiş, çok yiyen b.. yemiş: Her şeyi idareli yapacaksın. (Çınkır,
2016: 94)
Az yiyen döker, çok yiyen çöker: Yemeği az yiyen kimse, fazlasını çöpe döker.
Çok yiyen de sağlığını yitirir. Ölçüyü tutturmak gerekir. (Polat, 2016: 10)
Aza “nereye” demişler, “çoğun yanına” demiş: Toplumlarda çoğunluk azınlığa
hükmeder, azınlıklar çoğunluğa uyar. Ekonomide de zayıf sermayeliler, güçlü
sermayelilere tabi olurlar. Az paranın çok paraya tabi olması gibi. Para parayı çeker.
(Özalp, 2008: 373; Özturan, 2009a: 210; Özturan, 2014: 52)

265
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Aza ganaat etmeyen çoğu bulamaz: Yokluk zamanında kanaatkar olmayan


kimse, feraha kavuşamaz. (Özturan, 2009a: 210)
Azdan az, çoktan çok gider: İşin büyüklüğüne göre götürüleri olur. (Özturan,
2009a: 210)
Azı garar, çoğu zarar: Her şeyi idareli yapmak gerek. Her şeyin çok fazlası
insana zarar verir. (Özturan, 2009a: 210)
Azıcık aşım, gaygısız başım: Çok zengin ve varlıklı değilim, ama derdim de yok.
Kendi kendime yetiyorum. (Kozan, 2007: 218; Şirikçi, 2007: 81)
Azın az, çoğun çok derdi var: Bir işin az olması az sıkıntılara sebebiyet verir,
çok olması ise beraberinde büyük sıkıntı getirir. (Özturan, 2009a: 210)
Azzığı yalnız yiyen, dengi/yükü dişiyinen galdırır: Başkasına yardımı olmayan,
başkasından yardım da isteyemez. (Çınkır, 2016: 96)
Azzıksız yola gidilmez: Yola çıkarken ihtiyaçları giderecek kadar hazırlık yapıp
öyle çıkmak gerekir. (Deniz, 2015: 25)
B.. al b.. sat, b.. oğlu b..a muhtaç olma: Ne iş yaparsan yap, ama kötü insana
muhtaç olma. (Alparslan-Özturan, 2010: 249; Çoğalan, 1982: 115; Özturan, 2014: 74;
Şirikçi, 2006: 135; Faruk Zülkadiroğlu; Sultan Pırnaz)
B.. b..u sahat küleğinde bulur: Aynı ayarda olan insan birbirini bulur. (Özturan,
2009a: 211)
B.. yiyen keşgenini/mendilini/gaşığını yanında daşır: Bir iş yapacak olan veya
yapmayı düşünen kimse, gerekli tüm hazırlıkları önceden yapar, malzemelerini tedarik
eder. İşe başladığında kapı kapı dolaşıp ondan bundan bir şey istemez, beklemez.
(Özalp, 2008: 377; Faruk Zülkadiroğlu; Sultan Kamalak)
Baba oğluna bir bağ bağışlamış, oğlu babasına bir çiltim üzümü vermemiş: Ana
baba evlatlarına her şeylerini verirler. Evlatlarsa ananın, babanın kendilerine
verdiklerinin en küçük bir parçasını dahi onlara vermek istemez. (Dalkıran, 2005: 46;
Okumuş, 2006: 151; Özalp, 2008: 374)
Babadan miras galır, adamlık galmaz: Baba; kazancını, malını mülkünü evladına
bırakabilir, zaten olması gereken de budur. Karakter ise genetik olarak aktarılamaz, o
sonradan öğrenilir. (Polat, 2016: 10)
Babamın öleceğini bilsem gulak dolusu darıya satardım: Mallarımın, servetimin
hepten elimden gideceğini, iflas edeceğimi bilseydim onları ucuz bir fiyata satardım.
(Çınkır, 2016: 98; Özalp, 2008: 198; Özturan, 2014: 55; Şen, 2006: 100)
Babası ağaca çıkanın, oğlu dal dal gezer: Baba neyse evlat da odur. (Gökçebey,
1999: 81)
Bacı bacıyı sevse üstüne varmaz: İnsanların birbiriyle anlaşması, birbirini
sevmesi çok zor bir iştir. Bu durum kardeşler için de geçerlidir. Dinimizde pek uygun
olmayan iki kardeşin bir adamla evlenmesi seyrek de olsa vardır. (Şirikçi, 2006: 13)
Bacının oynaşını gardaşı, avradın oynaşını gişisi getirir: Bacısı olan erkekler,
arkadaşlarını evlerine götürmesinler. Çünkü arkadaşı ile bacısı arasında gayr-i meşru
ilişkiler gelişebilir. Aynen öyle, evli erkekler de arkadaşlarını evlerine götürmesinler.
Çünkü aynı gayr-i meşru ilişki karısı ile arkadaşı arasında da doğabilir. (Özalp, 2008:
374)
Bağ babadan, zeytin dededen galmalı: Bağ bir kuşak sonra iyi ürün verir. Zeytin
ise iki kuşak geçince ürün verir. (Çoğalan, 1982: 114; Dalkıran, 2005: 48; MİY, 1967:
194; Özturan, 2009a: 210; Şen, 2006: 100; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60),
Bağ dikme bağlanırsın, ev dutma eğlenirsin: Dikili ağacı olan kimse oraya
bağlanır, bir yere ayrılamaz. Ev tutmak ise ev yapmak ya da evlenmek olarak
anlaşılabilir. Evlenen kişi bulunduğu yerde eğleşir kalır. (Elife Akkurt)
Bağa bak üzüm olsun, yemeye yüzün olsun: Bir işten verim almak istiyorsan
gerekli harcamaları yapacaksın. Yoksa hangi yüzle verim bekleyeceksin. (Dalkıran,
2005: 50; Şirikçi, 2007: 82)
Bağa girmeye üzüm olsun, üzüm yemeye yüzün olsun: “Bkz: Bağa bak üzüm
olsun, yemeye yüzün olsun” (Faruk Zülkadiroğlu)
Bağın daşlısı, gızın gardaşlısı: Taşlı bağ değerli olur. Kardeşli kız da iyi olur.
(Özturan, 2009a: 210)

266
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Bağırması çok olanın dostu az olur: Çevresinde huzursuzluk meydana getiren bir
kişinin dostu fazla olmaz. (Polat, 2016: 10)
Bahanesiz dost bağına/köyüne varılmaz: Bir yere gitmek için bir sebep
olmalıdır. (Gözükara-Özalp, 2011a: 413; Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 151;
Özturan, 2009a: 220;Faruk Zülkadiroğlu)
Bahçıvan diktiğini söker: Anne-baba çocuğuna ne aşıladıysa ya da öğretmenler,
nesli geliştirme adına ne yapmışlarsa onun karşılığını görürler: (Karalar, 1998: 22;
Polat, 2016: 37)
Bahşiş atın dişine bakılmaz: Hediyede ayıp aranmaz, olduğu gibi kabul edilir.
(Özalp, 2008: 375; Şirikçi, 2007: 88)
Bakarsan bağ, bakmazsan dağ [olur]: Bakılan, onarılan şeyler işe yarar.
Bakılmayan, değer verilmeyen şeyler ise bir kenarda kaybolur gider. (Özturan, 2009a:
210)
Bakımsız hasta gırk gün evvel ölür: Yardıma muhtaç olan kimse, yeterli yardımı
görmediği takdirde daha fazla çöker ve erken ölür. (Adem Pırnaz)
Bakmakla gasap olunsa itler gasap olurdu: Hiçbir iş yapmadan sadece bakmakla
ustalık öğrenilmez. (Dalkıran, 2005: 48)
Bakmakla görülmez, her gördüğüne bakılmaz: Bakmak ve görmek farklı
şeylerdir. Bir şeye baktığınızda onu tam olarak göremezsiniz, her görülen şeye de
bakılmaz. (Polat, 2016: 11)
Baktın aş guyul düş, baktın iş bir yana sıvış: Aş, yemek, ucuz, kolay, zahmetsiz
kazanç bulursan hemen çök. Çalışmak, iş ve zorlukla elde edilecek kazanç olursa kaç.
(Özalp, 2008: 199)
Bal elin yoksa bal dilin olsun: Kuvvetli bir yardımın olmayacaksa destek verici
bir ağzın olsun. (Dalkıran, 2005: 49; Özturan, 2009a: 210)
Bal eski petekten yenir: Eski arkadaşlıklar daha iyi olur. (Özturan, 2009a:
210;Faruk Zülkadiroğlu)
Bal tutan parmağını yalar: Bir işi yapan faydalarını da görür. (Gökçebey, 1999:
81; Kuyumcu, 1995: 20; Özturan, 2009a: 210)
Balı dibinden, yağı yüzünden al: Balın dibi, yağın yüzü güzeldir. Değerleri
derinleştikçe artan ve yüzeyde kalan insanlar da vardır. (ATKVE, 2011: 134)
Balı; parmağı uzun olan yemez, gısmeti olan yer: Allah'ın nimetlerini güçlüler,
zorbalar yemez. Ancak Allah kime kısmet ettiyse o yer. (Özalp, 2008: 374)
Balık baştan kokar: Önderin tutumu bozuksa tebaa da bozulur. (Özturan, 2009a:
211; Şen, 2006: 100)
Bana bağ sahibi gerek, kendi değil oğlu gerek: Bir işi asıl sahibinden bitirmek
güzeldir. (Özturan, 2014: 62)
Bana dohanmiyen yılan bin yaşasın: Bana zararı olmayan kişi istediği kadar
yaşasın. (Özturan, 2009a: 211)
Baskısız gamgayı yel alır: Başıboşluk kötü sonuç doğurur. (KA, 2017a: 389)
Basmanın iyisini geydim, tarda gözüm galmadı; yarın güzelini sevdim, yarda
gözüm kalmadı: İyi olanların sahibi oldum, gözüm arkada kalmadı. (Özturan, 2009a:
211)
Baş ağır, gulak sağır gerek: Rahat etmek istiyorsan, huzursuzluktan kaçıyorsan
ağırbaşlı ol, toplumun işine karışma. Kulağın da sağır olsun. Söylentileri duyma,
kimseye de duyurma. (Özalp, 2008: 374)
Baş başa vermeyince daş yerinden galkmaz/oynamaz: İnsanlar güç, imkan, bilgi
ve tecrübe birliği yapmazlarsa büyük işler yapamaz, büyük başarılar elde edemezler.
(ATKVE, 2011: 134; Özalp, 2008: 374-375)
Baş bozulursa ayak b..a bulaşır: Lider, öncü kimsenin düzeni bozulursa
arkasındakiler zor durumda kalır. (Karalar, 1998: 22)
Baş ol da ne başı olursan ol: Baş olanlar bir şekilde köşeyi döner. Bunun için de
baş olmaya heveslenenler çok olur. (Dalkıran, 2005: 49; Özalp, 2008: 375)
Baş sağ oldukça börk eksik olmaz: İnsan ölmedikçe evinde misafir eksik olmaz.
(Faruk Zülkadiroğlu)

267
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Başa gelen çekilir: İnsan olanın başına her iş gelir. Gelen ne olursa olsun
üstesinden gelinmeye çalışılır. (Göçer, 2010: 105; Okumuş, 2006: 151; Özturan, 2009a:
211)
Başak ne kadar büyürse büyüsün, insan boyunu geçemez: Her şeyin bir ölçüde
ve sistemli yaratıldığını anlatmak için demişler ki: Başak ne kadar büyürse büyüsün,
insan boyunu geçemez. (Akın, 2014: 39; ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com )
Başı ağriyen tıraş olmaz: Zarar görecek olan risk altına girmez. (Özturan, 2009a:
211)
Başı büyük bey olur, ayağı büyük çoban: Herkes yeteneklerine göre iş yapar.
(ATKVE, 2011: 135)
Başına gelmeyenin hoşuna gelir: Bir sıkıntının büyüklüğüyle baş başa kalmayan
hafif bir durum sanır, önemsemez. (Dalkıran, 2005: 49)
Başında dazı olanın dağlar gadar nazı olur: Kel olanlar nazlı olur. (Özturan,
2009a: 211)
Başından büyük işe garışma: Altından kalkamayacağın, çekip çeviremeyeceğin
işe karışma, perişan olursun. (Kozan, 2007: 218)
Bedava/beleş sirke, baldan datlıdır: Çalışmadan, emeksiz, kolay kazanç
insanların hoşuna gider. (Çoğalan, 1982: 115; Özalp, 2008: 375; Özturan, 2009a: 211;
Şen, 2006: 100)
Bekâra/ergene avrat/garı dövmesi/boşamak golay gelir/olur: Güçlüklerle,
sıkıntılarla karşılaşmamış olanlar, o işi kolay sanırlar. Başkasının başına gelenleri kendi
başlarına gelse kolayca yapılır sanırlar. (Çoğalan, 1982: 115; Dalkıran, 2005: 46;
Gökçebey, 1999: 81; Özalp, 2008: 389; Özturan, 2009a: 211; Şen, 2006: 100)
Bekârlık rezillik, evlilik vezirlik: Evli insan, işlerini yoluna koyar. Eşiyle de iyi
anlaşabilirse dünyalar onun olur. (Dalkıran, 2005: 46)
Bekmez gibi malın olsun, Antakya’dan sinek gelir: Güzel malı olan kimsenin
reklam yapmasına gerek yoktur. En uzak yerden bile alıcısı seni bulur. (ATKVE, 2011:
137; Çınkır, 2016: 63)
Bekmezi küpten, gelini/gadını kökten al: Yiyecek bir şeyin temiz bir kaptan
alınması gerektiği gibi alınacak kadının da iyi bir sülaleden alınması gerek. (ATKVE,
2011: 137; Dalkıran, 2005: 44)
Bekmezi vakit bişirmez, ataş bişirir: Beklemeyle bir işin gerçekleşmesi mümkün
değildir. Ancak İşi halletme yolunda yapılan gayretler sonuç verecektir. (Polat, 2016:
37)
Bela nerden geleceksin? Öllüyün köründen: Musibete nerden geliyorsun
demişler, seni ilgilendirmez demiş. (Özturan, 2009a: 211; Özturan, 2014: 63)
Beleş olsun da deve tepiği olsun: Beleş olsun da isterse ucunda tehlike olsun.
(Özturan, 2009a: 211; Özturan, 2014: 63)
Beleş peynir fare gapanında bulunur: Hiçbir şey karşılıksız değildir. Beleş olarak
elde etmek istediğin şey sana zarar olarak geri dönecektir. (Karalar, 1998: 22)
Beleş/peşkeş atın dişine bakılmaz: Emek verilmeden kazanılan bir şeyin
kusurlarına, artısına eksisine bakılmaz, hemen kabul edilir. (ATKVE, 2011: 137; KA,
2017a: 389; Faruk Zülkadiroğlu)
Beleşin Allah’ı var: Bedava, masrafsız olan şeyi herkes sever. (Mustafa Kiraz)
Belle de duvar govuğuna goy/sok: Her şeyi öğren, zamanı gelince işine yarar.
(KA, 2017a: 389; Özturan, 2014: 63)
Ben ağa sen ağa, bu ineği kim sağa?: Herkesin ağalık ettiği, emir verdiği yerde iş
çıkmaz. Herkes kenara çekildiğinde iş ortada kalır. (Arslan, 2011: 353; Özturan, 2014:
64; Şen, 2006: 101)
Ben az diyorum, sen çok anla: Söz çok. Ben az diyeyim, sen gerisinin nasıl
olduğunu anla. Basiretli ol. (Özturan, 2014: 64)
Ben gapalı bir gutuyum; açarsan pis, açmazsan misk kokarım: Ben sırları olan
biriyim. Öğrenmek istersen zararlı olabilirim. (Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006: 100)
Ben sana iyilik etmedim ki sen bana kötülük ediyorsun: İnsanlar iyilik yaptığı
yerlerden kötülük görür. (Özturan, 2014: 64)
Ben umarım bacımdan, bacım ölür acından: Bkz: “Ne umarsın/umuyon
bacından, bacın ölüyor/ölür acından” (Körük, 2005: 30; Özalp, 2008: 203)
268
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ben yanarım yavruma, yavrum yanar yavrusuna: Büyük, küçüğünü kaygı eder.
Küçük de kendinden daha küçük olanı. (Dalkıran, 2005: 44; Özturan, 2009a: 211)
Bereketin onda dokuzu Hicaz’da, hasedin onda dokuzu hocada: Kâbe, bereketli
bir yerdir. İslam’ın merkezidir. Kıskançlığın büyük çoğunluğu da hocalardadır. (Polat,
2016: 11)
Besle gargayı, oysun gözünü: İyilik yapıp büyüttüğün kimse, en büyük zararı
kendisi sana verir. (Kozan, 2007: 218)
Besledik büyüttük danayı, tanımaz oldu anayı: Evladı meydana getirdik,
büyüttük, bizi beğenmez oldu. (Dalkıran, 2005: 50)
Besleme dırnak uzatır, pis olur; hanım dırnak uzatır, süs olur: İnsanların yaptığı
işler, konumları ve durumlarıyla değerlendirilir. Eğer önemli biriysen yaptığın iş güzel
olur. Önemsiz biriysen yaptığın iş de çirkin olur. (Dalkıran, 2005: 47)
Besleme gırdı, köteğe layık; hanım gırdı, eline sağlık: Bkz: “Besleme dırnak
uzatır, pis olur; hanım dırnak uzatır, süs olur” (Dalkıran, 2005: 47)
Beslemeden gadın olan hamam yıkar ses ile halayıktan gadın olan gurna deler
tas ile: Besleme olarak büyüyen kadının sesi güçlü olur, halayıktan kadın olan da
kuvvetli olur, sağa sola zarar verir. (KATEDEG, 2012: 43)
Beş guruşun üstüne oturmak için on guruşluk g.. gerek: Servetin üzerine
oturmak için ahlaki, ruhi olgunluk gerek. (Çınkır, 2016: 142; Özturan, 2014: 65)
Beş paralık eşşeğin üç paralık sıpası olur: Adi insanın kendinden daha adi
çocukları olur. (Çınkır, 2016: 142)
Beş parmağın beşi de bir olmaz: İşler her zaman yolunda gitmez. (Özturan,
2009a: 211)
Beşik arkası bile gurbet: Bazen en yakın yer bile gurbet sayılır. (KA, 2017a:
389)
Beşir et (becer), beş-gabına (cebine) goy: İşin üstesinden gelen, ücreti hak eder.
(KA, 2017a: 389)
Beterin beteri var: Sıkıntılı bir durum içinde kalan kişi, daha kötü bir durumla
karşılaşabileceğini unutmamalıdır. (Özturan, 2009a: 211; Sarıyıldız, 2012: 169)
Bey buyurur, cellat keser: Cellat suçsuzdur, emir kuludur. Baskın kişinin haksız
emirlerini uygular. Suçlu, emri verendir. (Çınkır, 2016: 144)
Bey olana her gün düğün bayram: Durumu iyi olan için sıkıntılı bir hal yoktur.
Her gün, istediği gibi bir yaşar. (Özturan, 2009a: 210)
Beyazın adı var, esmerin dadı var: Beyaz tenli olan güzel görünür, fakat gerçek
güzellik esmer olandadır. (Özturan, 2009a: 211)
Beyden bir at isteyeceğim; verirse biner gelirim, vermezse döner gelirim: Ben
bir istekte bulunacağım. İsteğim gerçekleşirse sevinirim, gerçekleşmezse kaybedeceğim
bir şey olmaz. (Özturan, 2014: 62)
Bez alırsan Musul’dan, gız alırsan asıldan al: Musul’un bezleri kalitelidir. Kızın
da kökü belli olanı iyidir. (Hunç, 2017: 58)
Bıçağını gavga mahallesine verme: Olumsuz bir durumla karşılaştığında kendini
garantiye al, suçlu çıkma. (MİY, 1967: 194; Şen, 2006: 101; Şen, 2006: 116; Yakar,
1997: 60)
Bıçak [kendi] sapını yontmaz/kesmez: İnsanlar mensup oldukları yere, eşine
dostuna, akrabalarına, yakınlarına zarar vermez. (ATKVE, 2011: 135; Dalkıran, 2005:
48; Özalp, 2008: 421; Özturan, 2009a: 211)
Bırak danayı, bulur anayı: Sen onu serbest bırak, dananın anasını bulduğu gibi o
da yapılacağı kavrar, yapar. (Özturan, 2014: 66)
Bildiğinin bir huyu, bilmediğinin bin huyu var: Tanıdık olan daha iyidir, kötü
yanını bilirsin, ama yabancının bir sürü ters işlerini bilemezsin. (Alparslan-Özturan,
2010: 74; Özturan, 2009a: 211;Faruk Zülkadiroğlu)
Bilen bilir de bilmeyen bir dal maydanoz/mercimek sanır: Olayı yaşayan bilir,
yaşamayan görünüşe aldanarak önemsiz zanneder. (Çınkır, 2016: 149; Özturan, 2014:
67; Faruk Zülkadiroğlu)
Bilgisiz gafa saman haralına benzer: Cahil insan, saman haralına benzer. Çünkü
samanın fazla ağırlık yapmaması gibi cahilin kafası da boş olur, bir ağırlığı olmaz.
(Polat, 2016: 12)
269
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Bilirim diyen dürtünmüş, bilmem diyen gurtulmuş: Her şeye burnunu


sokmamak, kaygısız durmak gerekir. (Özturan, 2009a: 211)
Bilmediği beş vakit namaz, onu da bilir de şeytan bırakmaz: Her şeyi bilir, ama
işine gelmeyenleri yapmaz. (Özturan, 2009a: 211)
Bilmediğin b..u git mektebinde oku: Öğrenmediğin bir bilgiyi sağdan soldan
değil, aslından öğren. (Karalar, 1998: 23; Sultan Kamalak)
Bilmediğin köyün beri yanında yat: Bilmediğin işi yapma. Tanımadığın
kimselerle düşüp kalkma. Huyunu, ahlakını bilmediğin kimselerle dost olma. Sonra
sana büyük kötülükler yapar. (KA, 2017a: 389; Özalp, 2008: 375; Özturan, 2009a: 211;
Özturan, 2014: 67)
Bilmeyene iş beğendirmek [zor]: Bilmeyene işi tarif, izah zor. (Özturan, 2014:
67)
Bin dersten/nasihatten bir musibet yeğdir: Yanlış yolda olana yapılan nasihatler
onu doğru yola iletmez. Başına yıkıcı bir olay geldiğinde aklı başına gelir. (Göçer,
2004: 39; Özturan, 2009a: 211)
Bin goyunlu baban olacağına, bir eşşekli anan olsun: Ana, babadan daha cana
yakındır. (Faruk Zülkadiroğlu)
Bin işçi, bir başçı/başçıl: İşlerin düzenli, iyi ve faydalı bir şekilde yapılabilmesi
için idarecilere ihtiyaç vardır. Nerede idareci yoksa veya kötü ve zayıf idareci varsa
orada haksızlıklar, kavgalar, karışıklıklar, kazalar, hatta zulüm ve felaketler eksik
olmaz. (Dalkıran, 2005: 47; Özalp, 2008: 375; Özturan, 2014: 74; Şirikçi, 2007: 83)
Bin kere söyle eşşeğe, bir dirhem inmez aşşağa: Cahil kimseye öğüt kâr etmez.
(KA, 2017a: 389)
Bir adama gırk gün hasta dersen hasta olur: Bir kişinin aklına sürekli aynı şeyleri
söylemek, bilinçaltına bazı fikirleri yerleştirebilir. (Özturan, 2009a: 211)
Bir ağaca bir gurt girmesin, [çıkmaz]: Bir vücuda bir dert girmesin, çıkmaz.
Vücudu iflah etmez. (Özturan, 2014: 67)
Bir ağaçta gül de biter, diken de: Bir ailede, işte iyiler de olur, kötüler de.
(ATKVE, 2011: 135)
Bir baba dokuz oğlanı besler, dokuz olan bir babayı besleyemez: Ananın,
babanın çocuklarına verdikleri emeğin, çocukları için yaptıkları fedakarlığın sınırı
yoktur. Çocuklar ise bu fedakarlığın onda birini bile yapamazlar. Bu yüzden, ana
babalar, yaşlılıklarında çok perişan olmaktadırlar. (Özalp, 2008: 375)
Bir başa, iki yumruk vurulmaz/çok: Yapacağın hamleyi bir kez yapacaksın.
(Dalkıran, 2005: 49; Göçer, 2007: 105)
Bir çiçekle yaz gelmez: İstisnalar kaideyi bozmaz, kurallar çoğunluğa göre
teşekkül ettirilir. Azınlık çoğunluğu temsil edemez. Bir toplumda az sayıda kimselerin
iyi ve temiz olması o toplumu iyi ve temiz yapmaz. (Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995:
19; Özalp, 2008: 375; Özturan, 2009a: 211)
Bir dana/inek bir nahırı b..lar: Bir ailede bir ahlaksız tüm aileyi mahveder.
(Dalkıran, 2005: 51; Özturan, 2009a: 211;Nazlı Karaköse)
Bir darlığın bir bolluğu, bir bolluğun bir darlığı: İşler her zaman aynı seyirde
gitmez. Bir anda tersine dönebilir. Varlıklı isen yoksul, yoksul isen varlıklı olursun.
(Şen, 2006: 100)
Bir defa tökezleyen atın başına vurulmaz: Kul olanın başına her iş gelir. Patlak
veren bir hadiseye hemen tepki göstermemek lazım. Önceden faydası olan bir insan,
yanlış bir iş yaptığında hemen tavır değiştirmemek gerek. (Göçer, 2004: 11)
Bir deli bir guyiye bir daş atmış, gırk akıllı çıkaramamış: Bazen bir insan
öylesine delice iş yapar ki birçok akıllı bir araya gelir, düşünür ama durumu düzeltemez.
(Gökçebey, 1999: 82; Özturan, 2009a: 211; Şen, 2006: 100)
Bir deriden/goyundan iki post çıkmaz: Bir kimseden bir şeyi bir kez alabilirsin.
İkinci kez almaya çalışmak, boşuna uğraş vermektir. (Özturan, 2009a: 211; Şen, 2006:
100)
Bir dirhem et, bin/gırk ayıp örter: Yapılan iyi ve güzel bir iş, birçok kusuru
kapatır. (Alparslan-Özturan, 2010: 288; Dalkıran, 2005: 47; Özalp, 2008: 376; Özturan,
2009a: 211)

270
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Bir dost gırk yılda gazanılır: Dostluklar kolay kazanılmaz. Uzun tanıma ve
tecrübelerden sonra edinilir. (Şen, 2006: 100)
Bir dostun, bir düşman gadar gahrı olur: Dostluk kolay elde edilmez. Hakiki dost
olana kadar zorlukları yenmek gerekir. (Şen, 2006: 100)
Bir ekmek dokuz aç, durma oradan gaç: Yoksul bir insan, kendisini ve
çocuklarını ancak doyurur, hatta doyuramaz. Bir de sen onlara yük olma. (Şen, 2006:
100)
Bir elmayı bin akçeye soy, bir armudu bir akçeye soyma: Bazı işleri çok ucuza
yap, o iş ileride sana döner. Bazı işleri de fırsatı düştüğü zaman çok pahalıya yap. (Şen,
2006: 100)
Bir erkeği vezir eden de avradı, rezil eden de avradı: Kadının iyi olursa sıkıntın
olmaz, kötü olursa elaleme rezil rüsva olursun. (Özturan, 2009a: 211)
Bir evde düzen olunca düzenbaz olmaz: Kötülüğün olmadığı yerde hileli iş
olmaz. (Şen, 2006: 100)
Bir evde iki gız, biri çuvaldız biri biz: İki kız kardeş sürekli didinirler,
anlaşamazlar. (Dalkıran, 2005: 44)
Bir evin bir gızını alma, bir evin bir oğluna varma: Evde tek olan çocuklar, hem
nazlı olur hem de aileleri üzerlerine titrerler. Dolayısıyla bu tip kişilerle evlenme.
(Karalar, 1998: 23)
Bir gafaya iki göz gerek: Her işte dört dörtlük olmak gerekir, zaten bir kafaya da
iki göz lazımdır. (Şen, 2006: 100)
Bir galeye bir yumruk yeter: Durumu zayıf olan bir insan küçük bir darbede erir
gider. (Özturan, 2014: 69)
Bir garerde bir Allah: İnsanlar işlerini yürütürken istikrarlı bir şekilde hareket
edemezler. Bazen iyi, faydalı, bazen de kötü, zararlı işler yaparlar. Bir karar, hep
istikrarlı, hep iyi, faydalı iş yapmak Allah'a mahsustur. (Özalp, 2008: 376)
Bir garıyla iki goca, dır dır eder her gece: Karı kocalar birbiriyle sürekli ağız
kavgası yaparlar. (Şen, 2006: 100)
Bir gatarda iki deve kükremez: Bir toplulukta bir tane baskın lider olur. (Şen,
2006: 100)
Bir gıram et dolu (bir sürü) ayıp örter: Dilini sıkı tut. (Özturan, 2009a: 211)
Bir goca gerek hak demeye, bir garı gerek yok demeye: Bir eve; zikir, tespih
çekip ibadet, dua edecek veya doğruları söyleyip hakkı hatırlatacak bir ihtiyar erkekle, -
gençlerin yüzü tutmayacağı için- bir şey istemeye gelenlere yok diyecek bir koca karı
gerekir. (Özalp, 2008: 376)
Bir goltuğa iki garpuz sığmaz: İki büyük işi bir kişi yapamaz. (Dalkıran, 2005:
49)
Bir gorkak bir orduyu bozar: Korkak bir kişi, kaygı ve telaşıyla büyük bir
topluluğa zarar verir. (Şen, 2006: 100)
Bir göz hatırına çok göz sevilir: Bir kişi hatırına etrafı da sevilir. (Özturan, 2014:
69)
Bir guş gelir bir çalıya sinenir: Bir zavallı, biçare, fakir, garip gelip güçlü birine
sığınır. Güçlünün onu koruması gerekir. (Özalp, 2008: 376)
Bir guyruklu yıldız, gırk yılda bir doğar: Bir fırsat insan ömründe bir kez ele
geçer. (Şen, 2006: 100)
Bir gül için bin dikene gatlanılır: İyi bir şey için bir sürü sıkıntıya dayanılır.
(Şen, 2006: 100)
Bir gün olur, yüz yüze bakılır: Onun için Maraş’ta son söyleyeceğini ilk önce
söyleme derler. (Şen, 2006: 100-101)
Bir günün beyliği de beyliktir. Bir makamda bir gün bile oturmak, büyük bir
şeref ve gurur vesilesidir. Bir gün de olsa sefa sürmek; bey gibi, zengin gibi yaşamak
iyidir, beyliktir, kardır. (Özalp, 2008: 376; Özturan, 2009a: 211; Özturan, 2014: 69;
Sultan Pırnaz)
Bir hatır (sabır), iki hatır (sabır), üçüncü de vur yatır: Eğer birileri yaramazlık
yapıyor, zarar veriyorsa birincide ve ikincide hatır için sussan bile üçüncüde gereğini
yap, hesabını gör. (Dalkıran, 2005: 52; Özalp, 2008: 376; Özturan, 2009a: 211; Özturan,
2014: 70)
271
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Bir istemeye gız verilmez: Bir talep, ilk istemede kabul edilmez. (Özturan,
2009a: 211)
Bir it ürümekle bir kervan geri dönmez: Büyük işler, ufak tefek şeyler yüzünden
bırakılmaz. (Şen, 2006: 99)
Bir it, bir deriyi sürükler: Bir erkek bir evin ihtiyaçlarını karşılar, aileyi
geçindirir. Kadını idare eder. (Özturan, 2014: 70)
Bir kez horozluk yapan, ömür boyu tavukluk yapar: Öfkeyle kalkan zararla
oturur. (Polat, 2016: 70)
Bir kişinin azzığı, iki gişiyi aç goyar: Bir kişiye yetecek yemek iki kişiyi
doyurmaz. Aynen onun gibi bir kişinin işi iki kişiyi memnun etmez. (Dalkıran, 2005:
46)
Bir kötü gidince yerine daha iyisi gelmez: Zalimin yerine mazlum gelmez. Yine
zalim gelir. (Şen, 2006: 100)
Bir kötünün yedi mahalleye hıtı/zararı dokanır: Kötülerin zararı yalnız
kendilerine ve bulundukları bölgeye değil, tüm topluma dokunur. (Özalp, 2008: 376;
Şen, 2006: 100)
Bir köye varırsan ağadan önce köpekleri garşılar: Bir yere gittiğinde önce oranın
güvenlik sorumlularıyla karşılaşırsın. (Karalar, 1998: 23)
Bir külek bal, anası akıllı gızını al: Bir ailede anne akıllı ise o aileden kız alınır,
çünkü kız da anasından eğitim almıştır. (ATKVE, 2011: 134; MİY, 1967: 194; Özturan,
2009a: 211; Şen, 2006: 101; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
Bir laf de ki lafa benzesin: Bir söz söyle ki anlamlı, mantıklı olsun, biz de
dinleyelim. (Özturan, 2014: 70)
Bir malı alan ile satan bilir, güzeli de o güzel ile yatan bilir: Bir şeyin değerini o
işle ilgilenen bilir. Güzelin değerini de güzelle beraber olan bilir. (Göçer, 2010: 109)
Bir mıh bir nal gurtarır, bir nal bir at gurtarır, bir at bir er gurtarır: Küçük
görünen bir iş, büyük sonuçlar doğurabilir. Hiçbir şeyi hafife alma. (Şen, 2006: 100)
Bir müşteri için dükkan açılmaz: Bir kişiye hitap edilen bir esnaflık yoktur. Çok
müşteri için dükkan açılır. (Şen, 2006: 100)
Bir o…uk, bin doktordan iyidir: Gazdan dolayı meydana gelen ağrı ve şişkinlik,
yellenerek giderilir. Doktora gerek olmaz. (Özalp, 2008: 205)
Bir olur, iki olur, üç olur, ondan sonra suç olur: Bkz: “Bir hatır (sabır), iki hatır
(sabır), üçüncü de vur yatır” (Özturan, 2014: 70)
Bir rızık, iki olmaz: İnsana verilen rızık çoğalmaz. (Özturan, 2009a: 211)
Bir senden büyüğünün lafını dinle, bir de senden küçüğünün: Büyük de olsa,
küçük de olsa insanların fikrini al. (Özturan, 2014: 70)
Bir sıçıran çekirge, iki sıçıran çekirge: Kötüler ne kadar zeki ve kurnaz olurlarsa
olsunlar sonunda adaletin pençesine düşerler. Yakayı ele verirler, foyaları meydana
çıkar, maddi manevi cezalarını çekerler. (Özalp, 2008: 376)
Bir sürçen atın başı kesilmez: Bkz: “Bir defa tökezleyen atın başına vurulmaz”
(Şen, 2006: 100; Şirikçi, 2007: 88)
Bir sürüye bir gurt/çoban yeter: Bir yerde bir baş gerek. İki baş, düzeni bozar.
(Şen, 2006: 100)
Bir sürüye gurt dalmış, vay birlinin başına: Malı çok olana küçük zararlar
dokunmaz, ama fakir olanın malı azdır, onu da kurt yerse vay haline. (Çınkır, 2016:
152-153)
Bir şeyi çok çekersen gırılır: Bir meselede gereğinden fazla müdahalede
bulunursan işi daha kötü hale getirirsin. (Şen, 2006: 100)
Bir şeyi yapacaksın, yıkacaksın, bir daha yapacaksın: İlk yapılan şeyde acemilik
olur. Deneyerek tekrar yapacaksın. (Özturan, 2014: 71)
Bir şeyin önüne bakma, sonuna bak: İşlerin görünen kısmına bakma, sonucuna
bak. (Şen, 2006: 100)
Bir şeyin yokluğu yokluktur: En küçük, en basit bir şey yoksa o bile yokluktur.
Gerek olduğu zaman, yokluğunu belli eder. (Özalp, 2008: 377)
Bir tarafım deniz, bir tarafım domuz: Çevremde iyiler kadar kötü, kötüler kadar
da iyi var. (Şen, 2006: 101)

272
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Bir tavuğun zekatı, bir yumurta: Durumu zayıf olanlardan maddi açıdan fazla
fedakarlık beklememek lazım. Azın zekatı az. (Özturan, 2014: 71)
Bir uyuz geçi, bir sürüyü pisler: Bkz: “Bir dana bir nahırı b..lar” (Şen, 2006:
101)
Bir yalan söyle ki bir yalana benzesin: Yalan söylüyorsun, ama yalanın
dinlenmeyecek kadar kötü. Yalan söyleyeceksen yalanı iyi planlayıp söyle. (Özturan,
2014: 71)
Bir ye, bin şükret: Kanaatkar ol, haline şükret. (Şen, 2006: 101)
Bir yemem diyenden gork, bir de yerim diyenden: Çok hırslı olduğu, çok istediği
halde hırsını, aşırı isteğini gizleyip istemiyormuş gibi yapan kimse ile hırsını ve aşırı
isteğini gizlemeyip nimetlere saldıran kimse çok tehlikelidir. Bu gibi insanlardan
sakının, böylelerine mevki ve makam vermeyin. (Özalp, 2008: 376)
Bir yer yıkılmayınca bir yer yapılmaz: Düzen bozulmadan onarım yapılmaz.
(Şen, 2006: 101)
Bir yiğit, gırk yılda yiğit olur: İnsan önemli mevkilere zaman içinde ulaşır, ha
demeye olmaz. (Şen, 2006: 101)
Bir yükü, götüreceğin gadar yükle: Bir işi kapasiten doğrultusunda,
yapabileceğin kadar yap. (Şen, 2006: 101)
Bir zibillikte iki horuz ötmez: Bir yerde iki kabadayı olmaz. Bir köyde iki
muhtar olmaz. (Özturan, 2009a: 211)
Biraz işten, biraz dişten: Artırma biraz işten kısmakla, biraz da boğazdan
kesmekle olur. (Özturan, 2014: 72)
Bire büyür bit olur, enik büyür it olur: Her varlığın yavrusu büyüyünce ebeveyni
gibi olur. Başka bir cinse benzemez. (Özalp, 2008: 376)
Bire de hey, bine de hey: Küçük de olsa büyük de olsa bir işte gayret sarf etmek
lazım. (Özturan, 2014: 72)
Bire için yorgan yakılmaz: Bir yaramaz için bir aile, bir toplum feda edilmez. En
iyisi yaramaz olanı, zarar vereni, kötüyü bir şekilde bertaraf etmektir. (Özalp, 2008:
376)
Bire itte, bit yiğitte bulunur/olur: Vermeyi bilmeyen, cömert olmayana alıp
kaçan (hırsız, uğursuz) musallat olur. Cömert insana, iyilik yapana muhtaç olan, ona
katkıda bulunmak isteyen, alıp kaçmayan gelir. (Bilgin, 2017: 27; Okumuş, 2006: 159;
Şirikçi, 2006: 229)
Birer birer bin olur, damlaya damlaya göl olur: Küçük şeyler birike birike büyük
olur. Büyük olunca da bir değeri olur. (Şen, 2006: 101)
Bişmiş aşa su gatılmaz: Yolunda giden iş bozulmaz. (Dalkıran, 2005: 49)
Bişmiş aştan kâr olmaz: Müdahale edecek durumu kalmayan şeyden kar
beklenmez. (ATKVE, 2011: 137)
Bitli buğdayın kör alıcısı olur: Bkz: “Gurtlu paklanın kör alıcısı olur” (Arslan,
2011: 345)
Bitli gaşınır, humsuz umunur: Vücudu kaşınan kimseler kaşınırken boğazı
büyükler, oburlar acaba koynundan bir şeyler çıkarıp bana mı verecek diye umunur.
(Özalp, 2008: 204)
Bitmedik iş dünyaya gelmez: Her iş bitirilir. (Özturan, 2009a: 211)
Biz ondan yoğurt umarız, o bizden ayran umar: Biz ondan yardım bekliyoruz, o
bizim istediğimiz yardımın daha küçüğünü bizden istiyor. (Özturan, 2014: 73)
Biz seni yoharda da gördük o hatınsın, aşşağıda da gördük o hatınsın: Hatun evin
yukarısında da aşağısında da aynısın. Değişen tarafın yok. (Özturan, 2009a: 211;
Özturan, 2014: 172)
Bize bizden gelir, her ne olursa; için rahat olur, dilin durursa: Kişiye düşmandan
ziyade kendi yakınları zarar verir. Buna engel olmak için dile sahip çıkmak, olur olmaz
her şeyi konuşmamak gerekir. (Polat, 2016: 12)
Boğazda bostanlık olmaz: Emek içeride olmaz, dışarıdan gelir. (Özturan, 2009a:
210)
Bol bol yiyen, bel bel bakar: İdareli olmasını bilmeyen, yarını düşünmeyen
kimse, aval aval bakar. (Okumuş, 2006: 151)

273
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Borcun iyisi vermek, derdin iyisi ölmek: Borç ödenirse iyi olur. Dertten kurtuluş
ise ölüm ile olur. (Şirikçi, 2007: 83)
Borç iyi güne galmaz: Borç kötü günde gelir. (Özturan, 2009a: 211; Şirikçi,
2007: 83)
Borç ödemeynen, yol yürümeynen tükenir: Her iş, başına geçip yapmakla yürür
ve biter. İşin başına geçilmezse, iş olduğu yerde durur. Ne iş biter, ne başarı kazanılır,
ne de üretim yapılır. Arabanın tekeri dönünce varabilirsin gideceğin yere. (Özalp, 2008:
377)
Borç yiyen, kesesinden yer: Borçlanıp yemek insana kolay gelir. Kolay geldiği
için de bol bol yenir, içilir ve borç dağlar gibi birikir. Sıra ödemeye gelince insan çok
zorlanır, sıkıntıya düşer. Bazen borç yüzünden faize bulaşır, sonunda her şeyini
kaybeder, iflas eder. Bu yüzden, ihtiyaçlarını borçla temin ediyorsan iyi düşün, borcu
ödemek zorunda olduğunu bil. Ölçüyü kaçırma, gücünün dışında borçlanma. Kanaatkar
ol. (Kozan, 2007: 218; Kuyumcu, 1995: 20; Okumuş, 2006: 152; Özalp, 2008: 377)
Borçlu ölmez, benzi sararır: Borçlu borcunu zamanında ödeyemezse alacaklının
karşısında hep mahcup olur, yüzü kızarır, bozarır, sararır. Suçlu da polisin ve adaletin
karşısında korkudan sararır. (Özalp, 2008: 377; Özturan, 2009a: 211; Şirikçi, 2007: 83)
Borçsuz çoban, yoksul beyden yeğdir: Dertsiz, sıkıntısız olmak, işi iyi olmayan
insandan daha iyidir. (ATKVE, 2011: 135)
Boş çuval ayakta/dik durmaz: Kesesi, kafası ve kalbi boş olanlar dik duramazlar.
Fakirler, bilgisizler ve inançsızlar hep ezilmek, ona buna kul köle olmak durumuna
düşerler. (Özalp, 2008: 377; Özturan, 2009a: 211)
Boş duracağına beleş çalış: Kişi, hiçbir işle uğraşmadan durursa tez çöker. Beleş
bile olsa sağlık için çalışmak gerekir. (Polat, 2016: 12)
Boş gezen ayağa b.. bulaşır: Çok gezenin başına bela gelir. (Çoğalan, 1982: 115)
Boş itin menzili olmaz: Hedefsiz olanın gideceği, duracağı bir yer yoktur.
(Çınkır, 2016: 164)
Boş söz, garın doyurmaz: Sırf konuşmak, insanlara hiçbir şey kazandırmaz.
Kazandıracak olan çalışmak, emek vermek ve gayret etmektir. (Özalp, 2008: 377)
Boş torbayınan at dutulmaz: Asılsız, yalan bir şeyle kimseyi bir yere
bağlayamazsın. (Özturan, 2009a: 211)
Boşboğazı cehenneme atmışlar, “odun yaş” diye bağırmış: Sırf konuşmak için
konuşan kimse, abuk sabuk konuşur, yerinde ve doğru şekilde konuşmaz. (Polat, 2016:
45; Şirikçi, 2007: 83)
Boşboğazlık para etmez: Gereksiz konuşmanın değeri olmaz. (ATKVE, 2011:
135)
Boya bosa bakma/değil, huya husa bak: (ATKVE, 2011: 134; Çoğalan, 1982:
114; Dalkıran, 2005: 46; MİY, 1967: 194; Şen, 2006: 100; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997:
60)
Boyu gısadan şer bekle: Kısa boylu olanlar hasetli kimselerdir. Toplumumuzda
böyle bir anlayış vardır. (Şahiner, 2017: 36)
Boyuma göre boy buldum da huyuma göre huy bulamadım: Cismine uygununu
bulabilirsin, kafana uygununu bulamazsın. (ATKVE, 2011: 134)
Bozuk para puşta yarar: Bozuk para, harcamayı sevene yarar. (Özturan, 2014:
77)
Bu gadar gusur gadı gızında da olur: Herkes hata yapabilir, çok fazla ayrıntıya
takılma. (Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 211)
Bu milletin ne önünden gedilir, ne ardından: Kimseye yaranamazsın. Herkes
yaptığın bir işe kusur bulur. (Özturan, 2009a: 211)
Bu saatten sonra ya hancı ya demirci Eyüp: Bu geç vakitte ancak o gelir.
(Özturan, 2014: 78)
Bugün bana, sabah/yarın sana: Birisine bir kötülük, hırsızlık, zulüm yapıldığını
gördüğün zaman bana ne deyip geçme, onu önlemeye çalış. Aksi halde sıra sana da
gelir. Çünkü kötüler, kötülük yapmaktan kolay kolay vazgeçmezler. Onları önlemek,
durdurmak iyilerin görevidir. İyiler de kötüler kadar cesur olmak zorundadırlar. (Özalp,
2008: 377)

274
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Bugün dünya, yarın ahiret: İnsanlar kendi kendilerine ve başkalarına haksızlık


yapmamayı, kötü yola gitmemeyi bu sözle öğütlerler. Kötü iş yapanları, işleyenleri ikaz
etmek gerek. (Özalp, 2008: 207)
Buğday tarlan varsa bereket evinde, ceviz ağacın varsa paran cebinde: Buğday
bereketli olur. Ceviz de değerli bir yemiştir. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Buğdayla goyun, gerisi oyun: İşlerinin iyi olmasını istiyorsan tarım ve
hayvancılıkla uğraş. (Şirikçi, 2006: 24)
Buyuran yorulmamış: Oturduğu yerde sağa sola yumuş buyurup emrederek iş
yaptıran kimse tabii ki yorulmaz. (Gözükara-Özalp, 2011a: 12; Özalp, 2008: 378)
Buyurmadan dutan evlat, galk demeden galkan avrat, deh demeden giden at, bir
adamda olursa gir oyna, çık oyna: İnsanı rahat ettirecek her şey bir adamda bulunursa
işleri de iyi giderse o adama zevkten, oynamaktan başka ne kalır ki. (Özalp, 2008: 378)
Bülbülün çektiği dili belası: İnsanlar ne çekerlerse dillerine sahip olamamaktan
çekerler. Başın selamet olsun istiyorsan diline sahip ol. (Özalp, 2008: 378; Özturan,
2009a: 211)
Büyük balık küçük balığı yutar: Güçlü olanlar, güçsüzleri ezer. (Özturan, 2009a:
211)
Büyük başın derdi büyük olur: Sorumluluklarının farkında olurlarsa zenginlerin,
büyük mevki sahiplerinin sorumlulukları da ağır olur. (Özalp, 2008: 377; Özturan,
2009a: 211)
Büyük gısmı sağır gerek, kör gerek: Büyük, ulu kimseler, küçüklerin bazı
hareketlerini görmez ve duymaz. Çünkü büyüklük bunu gerektirir. (Karalar, 1998: 24)
Büyük sokum ye/sok, büyük söz/şor söyleme/gonuşma: Sakın seni aşan, altından
kalkamayacağın büyük sözler söyleme. Sözler başını sıkıntılara, belalara sokar. Dile
sahip olmak, çok zordur. Büyük söylemek, sözle kendini zora sokmak yanlıştır.
(Dalkıran, 2005: 49; Özalp, 2008: 377-378; Özturan, 2009a: 211)
Büyük sözü dinlemeyenin burnu b..tan çıkmaz: Bkz: “Ulu sözü dinlemeyen
uluyagalır” (Kozan, 2007: 218)
Büyükler boğuşurken aralarına girme, boynuzu g..üne gider: Büyükler,
zenginler, güçlüler kendi aralarında çekişirken boğuşurken küçükler, fakirler, zayıflar
uzak dursunlar. Yakın dururlar, aralarına girerlerse bir kötülük görür, zarara uğrarlar.
(Özalp, 2008: 377)
Cahile söz dinletmek, deveye hendek atlatmaktan zordur: Deveye hendek
atlatamazsın. Cahile söz anlatmak bundan daha güçtür. Cahil insan, bildiğinde diretir.
Yanlışını düzeltemezsin. (Kozan, 2007: 218)
Cahilin dostluğundan, alimin düşmanlığı yeğdir: Bkz: “Akıllı düşman, akılsız
dosttan yeğdir” (Özturan, 2009a: 212)
Cahilin sofusu, şeytanın masgarası: Şeytanın tuzağına düşmemek, ihlasla
beraber ilimle, ihlas da ancak doğru ilimle mümkün olur. İlimle ihlas, bir arada
olduğunda şeytan pisliklerini icra edemez. (Özalp, 2008: 379)
Cahilin sözü, eşşeğin anırması: Cahilin konuşması boşunadır. Kimse dinlemez.
(Şen, 2006: 101)
Cama dayanma, çocuğa çok güvenme: Sonu kötü olacak, patlak verecek işler
yapma. (Dalkıran, 2005: 45)
Cami/cemaat ne gadar çok/büyük olursa olsun, hoca bildiğini okur: Bir insanın
mevkii ne kadar büyük olursa olsun, ancak bilgisine göre hareket eder. O mevkii
doldurabilecek bilgiye sahip değilse hep küçük kalmaya mahkumdur. (Körük, 2005: 43;
Kuyumcu, 1995: 21; Özalp, 2008: 379; Özturan, 2009a: 212)
Caminin malını yiyen itin gözü kör olur: Cami Beytullah’tır, yani Allah'ın
evidir. Camiye tecavüz eden, Allah'ın hakkına tecavüz eder, dolayısıyla iflah olmaz.
(Özalp, 2008: 379)
Can aziz[dir]: Her varlığın canı, hayatı tatlıdır, kıymetlidir, ama en kıymetlisi
insan canıdır. Diğer canlılar insan içindir. İslam'ın ana gayelerinden biri de insanın can
emniyetini sağlamaktır. (Özalp, 2008: 379)

275
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Can boğazdan gelir/biter/geçer: İnsanın canlı, kanlı, güçlü kuvvetli olması


yemesine bağlıdır. İnsan iyi beslenirse sağlıklı olur. (Kozan, 2007: 218; Özalp, 2008:
211-212; Özalp, 2008: 379)
Can cefadan da usanır, sefadan da: İnsan güzel şeylerden de usanır, çirkin
şeylerden de. (Arslan, 2011: 354; Şen, 2006: 101)
Can çıkar huy çıkmaz: Bkz: “Can çıkmayınca huy çıkmaz” (Gökçebey, 1999:
81)
Can çıkmayınca huy çıkmaz: Huy, insan ile birlikte doğar. İnsanın kişiliği ile
birlikte huyu da oluşur. Ölünceye kadar da bu böyle sürer. (Kozan, 2007: 218; Özturan,
2009a: 212)
Can yakanın canı yanar: Kötülük yapan elbet kötülük görecektir. Eden, bulur.
(Özturan, 2009a: 212)
Can, ciğerden datlıdır: İnsanların canları, ciğerleri olan evlatlarından tatlıdır.
Canlarını evlatlarından daha çok severler. Zaman zaman da kendi canları için evlatlarını
feda ettikleri olur. (Özalp, 2008: 379)
Cana gelen mala gelir: Kişiye bir zarar geldiğinde malına da gelir. (Göçer, 2004:
85; Göçer, 2007: 139; Göçer, 2010: 18)
Canı yanan eşşek attan berk/yürük/hızlı gider/sıçrar/goşar: Canı yanan,
sıkıştırılan zayıf ve güçsüz insanlar, güçlü insanlardan daha fazla çalışır. Dolayısıyla
daha başarılı ve faydalı olurlar. (ATKVE, 2011: 135; Çınkır, 2016: 141; Gökçebey,
1999: 81; Özalp, 2008: 379; Özturan, 2009a: 212)
Canımı alan gelsin, yarimi alan gelmesin: Sevdiğimi elimden alanı görmeye bile
dayanamam. (Özturan, 2014: 83)
Cecit giyer cebi boş, götür/galdır bunu çüte goş: Donu, tüyleri parlak olan
sığırın, sağlıklı, güçlü, kuvvetli olduğu ve dolayısıyla iyi çift süreceği (çüte koşulacağı)
tecrübeyle bilinir. Eline para geçer geçmez giyime kuşama yatıran, sonra da başka
ihtiyaçları için ellere muhtaç olan bu tip insanların, sığır gibi olduğunu vurgulamak için
söylenmiş. Örnek: Hiç akıl yok sende, on ceketin, yirmi pantolonun var belki, bir
pantolon daha alacağım diye borç para arıyorsun, cecit giyer cebi boş, götür bunu çüte
koş lafını tam senin için söylemiler elleham. (Bilgin, 2006: 56; Kuyumcu, 1995: 21)
Cefayı çekmeyen âşık, murada eremez: Bkz: “Cefayı çekmeyen âşık, sefanın
gadrini bilmez” (Okumuş, 2006: 152)
Cefayı çekmeyen âşık, sefanın gadrini bilmez: Sıkıntı çekmeden, çalışıp
yorulmadan sevdiğine kavuşan, zengin olan kimse bunların kıymetini bilmez.
Hovardaca harcar. Bundan dolayı mirasyediler, çabucak iflas ederler. (Özalp, 2008:
379)
Cehdin elinden cahit gurtulamamış: Cehd, gayret, istek gibi anlamlara gelir.
Gayretli, istekli, çalışkan insanlar her işin, her zorluğun üstesinden gelirler. Her işi
yaparlar, her engeli aşarlar. Onları hiçbir engel, hiçbir güç durduramaz. (Özalp, 2008:
379)
Cenabetten keramet umulmaz: Kötü insandan iyi iş çıkmaz. (ATKVE, 2011:
135; Şen, 2006: 101)
Cennetin gapısını cömert açar: Güzelliklere erişecek olanlar iyi insanlardır.
(ATKVE, 2011: 135; Tankut, 2008: 105)
Cırcır böceğinin ömrü az olur: Ağustos böceği üç ay yaşar. (ATKVE, 2011: 135)
Cihanı yıkan zulümdür, gazma kürek değil: Zorbalık en büyük yıkıcı illettir.
Zalimler, dünyaya en büyük zararı verenlerdir. (Polat, 2016: 13)
Cimri cimriyi şey yapmış, çıplak dölü çıkmış: Bkz: “Çıplak çıplağı s..miş, çıplak
çocukları olmuş” (Sultan Kamalak)
Cin başka, şeytan başka, ecinni de [ayrı] bir oymak/millet: Başkalarına, çevreye,
örf ve âdetlere uymayan kimseleri ifade etmek için, âdeta herkesten başka, değişik birisi
der gibi kullanılır. Değişik, alışılmadık şeyler söyleyen, çevrenin gelenek ve
göreneklerine uymayan hareketler yapan kimseleri anlatmak için söylenir. (Çınkır,
2016: 363; Özalp, 2008: 215)
Cingana beylik vermişler, önce babasını asmış: Eğitimsiz insan ne yaptığını
bilmez, çok yakınına bile zarar verir. (Özturan, 2009a: 212)

276
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Cömert derler, maldan ederler; yiğit derler, candan ederler: Dalkavuk, yalaka,
başkalarının sırtından geçinen, birilerinin gölgesinde yaşamayı sanat edinmiş kimseler
birilerini pohpohlayarak, yiğitsin, cömertsin diyerek mallarını yerler, canlarını da
tehlikeye attırırlar. (Okumuş, 2006: 152; Özalp, 2008: 436; Şen, 2006: 101)
Cömert eli kimse kesmez: Fayda görülecek kaynağa kimse zarar vermez, aksine
herkes ondan faydalanır. (ATKVE, 2011: 135)
Çabalayan gider çüte: Kim işin çabuk yapılması için uğraşıp çabalıyorsa işe önce
o başlar. Çoğunu, hatta hepsini o yapar. Çünkü o iş çabalayan için daha önemlidir, onun
için çabalamaktadır. (Özalp, 2008: 380)
Çağrılan yere erinme, çağrılmayan yere görünme: Çağrılan yere hemen git,
çağrılmadığın yere ayağını basma. (Arslan, 2011: 345; Dalkıran, 2005: 46; Özturan,
2009a: 212; Şen, 2006: 102)
Çakalı çuvala gomuşlar, ç..ü aykırı çıkmış: Kötüyü, kötüleri ne kadar kontrol
altında tutarsan tut, zararlarından kurtulamazsın. (Özalp, 2008: 380)
Çakalsız köy olmaz: Her beldenin kötü, çürük insanı olur. (Şen, 2006: 101)
Çal dişinin dibini yokla: Suçu kendine ara. (Özturan, 2014: 89)
Çalıda gül bitmez, cahile laf yetmez: Cahile ne kadar öğütte, tavsiyede
bulunursan bulun fayda etmez. Kurumuş çalıda da gül olmaz. (KATEDEG, 2012: 79)
Çalışan gazanır, çalışmayan ne gazanır: İş yapan sefasını sürer. Yapmayan ise
avucunu yalar. (Göçer, 2010: 130; Göçer, 2010: 156)
Çalışmayan öküze saman verilmez: Faydası olmayan kimseye ona lazım olan
nimetler verilmez. (Şirikçi, 2008: 264)
Çalışmayla zengin olunsa Fatmalı eşşeği zengin olurdu: Çok çalışmakla zengin
olunmaz. (Şen, 2006: 102)
Çalma el gapısını [yüzük gaşıyla/dil ucuyla], çalarlar gapını [hançer başıyla/el
ucuyla]: Bkz: “Değme el gapısına el ucuyla, değerler gapına gol gücüyle” (KATEDEG,
2012: 43; Özturan, 2009a: 212; Şen, 2006: 102; Şirikçi, 2006: 187)
Çam ağacından odun, abdal gızından gelin olmaz: Çam ağacı is çıkarır, iyi ateşi
olmaz. Kötü insanın kızı da kendisi gibi kötü olur, işine yaramaz. (Körük, 2005: 30;
Okumuş, 2006: 152)
Çam dalından ağıl, eloğlundan oğul olmaz: Bkz: “Çam ağacından odun, abdal
gızından gelin olmaz” (Çınkır, 2016: 229)
Çam ışkınlamaz, gatır guzlamaz: Gerçekleşmesi imkansız olan şeyler vardır.
Çamın ışkını, katırın yavrusu olmaz. (Şirikçi, 2006: 177)
Çanlı geçi gaybolmaz: İşareti, belirtisi olan şey, kolay kolay kaybolmaz. (Polat,
2016: 14)
Çarşı iti ev beklemez: Başıboş gezen kimse, disiplinli iş yapmaz. (Özturan,
2009a: 212)
Çarşı iti ile ava gidilmez: Bkz: “Çarşı iti ev beklemez” (Faruk Zülkadiroğlu)
Çarşıdaki/gasaptaki ete soğan doğranmaz: Elde mevcut olmayan bir şey için
hazırlık yapmak hoş değildir. Nasıl olsa temin ederiz dediğin şey temin edilmediğinde
bütün hazırlıklar boşa gider. (Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995: 22; Özturan, 2009a:
216)
Çatal gazzık yere batmaz/geçmez/çakılmaz: İki uçlu olan, çatal olan hiçbir kazık
yere çakılamaz. İki inançlı, iki dinli olan kimse de hakka ulaşamaz. Mesela hem
müslüman hem de şucu bucu olunamaz. (ATKVE, 2011: 135; Arslan, 2011: 354;
Dalkıran, 2005: 48; Özalp, 2008: 380; Özturan, 2009a: 212; Şen, 2006: 102)
Çay iç, su iç, içki içme: Güzel meşrubatları iç ama zararlı, haram olanları içme.
(Şen, 2006: 102)
Çaydan geçerken at değişilmez: Tehlikeli zamanlarda iş, durum, tavır
değiştirilmez. (Özalp, 2008: 380)
Çayı görmeden paçaları sıvama: Gerçekleşmeyen bir olay karşısında sanki iş
olmuş gibi davranma. (Körük, 2005: 30)
Çayır piresi üflemekle ölmez: Kişinin ölçüsüne göre tepki göstermek gerekir.
(Karalar, 1998: 24)
Çekişmeyince pekişmez: Düşünceler tartışılmadan sonuca ulaşılmaz. (Şen, 2006:
102)
277
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Çeliğin yüzü soğuk olur: Kılıç gibi çelikle yapılmış aletler, insana zarar verir.
(Özturan, 2009b: 127)
Çemkiren itin üstüne varılmaz: Dişini gösteren, karşı koyan kimsenin üstüne
varılmaz. (Özalp, 2008: 380)
Çengi ölüsü çalgıya galkar: İnsan nasıl yaşarsa o şekilde ölür. Hayatı sefa içinde
geçen kimse, zor zamanlarında bile eğlenceden geri kalmaz. (KA, 2017a: 389; Şen,
2006: 102)
Çerçi başındakini çağırır: Herkes kendi işiyle uğraşır. Çerçi, camekanındaki
mallarını reklam eder. İnsanlar da kendi mallarını, derdini, sıkıntısını veya sevincini
reklam eder. Asıl olan inancını ilan edebilmektir. (KA, 2017a: 389; Özalp, 2008: 380)
Çerçi yükünden yemez: İnsanlar, emekleriyle kazandıkları parayı rahat
harcayamaz. (KA, 2017a: 389; Şen, 2006: 102)
Çeynemeden yutulmaz: Hiçbir iş kolay değildir. Her iş emek ister, yorulmak
ister. Hazır lokma bile, çiğneme zahmetine katlanılmadan yutulmaz. (Özalp, 2008: 380)
Çıbııkan çıtılamayan, ağacıkan kütülemezimiş: Küçükken iş öğrenmeyen,
büyüdüğünde hiçbir işe yaramaz. (Çınkır, 2016: 255)
Çıkmadık candan umut kesilmez: Ölümcül hasta ölmedikçe iyileşeceğinden
umut kesilmez. Bir iş sonuçlanmadıkça umut hala var demektir. (Özturan, 2009a: 212)
Çıkmış gız çiğden dışarı[dır]: Gelin gitmiş kız evden dışarı olur. (Özturan, 2014:
91; Şen, 2006: 102)
Çıksan çağırsan deli derler, yatsan uyusan ölü derler: Sözün doğrusunu desen
deli derler, hiç karışmasan ölü derler, en iyisi ortasını bulmak. (Özturan, 2009a: 225;
Özturan, 2014: 91)
Çıplak çıplağı s..miş, çıplak çocukları olmuş: Fakir fakirle, yoksul yoksulla
evlenmiş, çocukları da fakir, yoksul olmuş. Fakirin, yoksulun işi de ufak tefek, kendine
göre olur. (Özalp, 2008: 221)
Çırak çoban tütün içti, ağzımızın dadı gaçtı: Büyük küçük, ağa yanaşma
birbirine karıştı, ortalığın tadı kaçtı. (Özturan, 2014: 91)
Çiftçi gabarır, harman gabarır, çelik verir hesabı: Harmanın kabarık durması,
çiftçinin beklentisinin fazla olması önemli değil, buğday çelikle ölçülünce belli olur.
(Özturan, 2014: 92)
Çirkefe daş atma üstüne sıçrar: Kötü bir işle uğraşma, şerri sana da bulaşır.
(Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 152)
Çirkine şor eksik değil, güzele yar eksik değil: Çirkinler itilir kakılır, kimse
beğenmez. Herkes güzelin peşinden koşar. (Özalp, 2008: 222; Özturan, 2009a: 212;
Şen, 2006: 102;Mehmet Yiğit)
Çirkininki çininde, güzelinki gapı ardında: 1. Çirkin kadınlar kocalarını ellerinde
tutmak için ona iyi bakarlar. Güzel kadınlarsa, kendilerini kıymetli gördüklerinden
kocalarını horlarlar. 2. Erkeklerin yanında çirkin kadınlar daha kıymetli olur,
omuzlarında taşırlar. Güzel kadınlar ise horlanırlar, itilip kakılırlar. (Özalp, 2008: 222)
Çoban uyudu mu gurt emin olur: Şartlar oluştuğunda iş kolayca yapılır. (Şen,
2006: 101)
Çobana verme gızı, ya goyun güttürür ya guzu: Önemli bir işi inceliğini
bilmeyen bir kişiye yaptırma. İnceliğe yakışmayan tutumla iş yapar. (Dalkıran, 2005:
45)
Çobanın gönlü olursa tekeden teleme çalar: İnsanların gönlü olur, can u
gönülden ister ve çalışırlarsa umulmadık işleri yapabilir, başarılı olabilirler. (Alparslan-
Özturan, 2010: 260; Özalp, 2008: 380; Özturan, 2009a: 212)
Çobansız davar, gurda guşa yarar: Başsız olmak, düzeni bozar, zarar verir.
(Dalkıran, 2005: 50)
Çobansız sürüyü gurt gapar: İdarecisiz hiçbir iş yürümez, karmakarışık olur.
İdarecisiz, yöneticisiz bir toplumda kısa sürede fitne çıkar, darmadağın olur.
Düşmanların tuzağına düşüp mahvolur. (Özalp, 2008: 380)
Çocuğa iş/yumuş buyur, ardınca da sen git: Çocuk ehliyetsizdir, ehliyetsiz kişiye
iş verilirse sıkı bir şekilde takip edilmesi gerekir. "İşi ehline veriniz!" düsturunu
unutmamak gerekir. (Çınkır, 2016: 1132; Dalkıran, 2005: 45; Özalp, 2008: 381)

278
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Çocuğu babaya anası sevdirir: Çocukların ilk ilgileneni annedir. Babaya


çocuğunu sevdiren de annesidir. (Özturan, 2009a: 212)
Çocuğu çok olanın derdi eksik olmaz: Ne kadar çocuğun varsa o kadar sıkıntın
vardır. (Gökçebey, 1999: 82)
Çocuğun olduğu yerde gıybet olmaz: Çocuklar işittiklerini ulu orta konuştukları
için onların yanında önemli meseleler konuşulmaz. (ATKVE, 2011: 135)
Çocuğunan gitme yola, getirir başına bela: Çocuk iyi niyetli de olsa farkında
olmadan büyük felaketlere sebep olabilir. Bir kibritle bir evi yakabilir. Attığı bir taşla
arkadaşına zarar verebilir. (Kuyumcu, 1995: 22; Özturan, 2009a: 212)
Çocuk düşe galka büyür: Çocuklar olgunlaşıncaya kadar çok düşer, orasını
burasını yaralar. Acemiler de çocuk gibidir. İş öğrenirken yapar, bozar, zarar verir,
sonunda öğrenir ve usta olurlar. (Özalp, 2008: 381)
Çocuk hocadan, avrat gocadan gorkmalı: İtaat edilen kişiye tabi olmak gerek.
(Dalkıran, 2005: 45)
Çocuk tembelin bir elini, şahbazın iki elini bağlar: Tembel insan çok çalışmaz,
çocukla da pek ilgilenmez. Çalışkan insan ise işini iyi yaptığından çocuk yüzünden
işlerini yapamaz hale gelir. (Dalkıran, 2005: 45)
Çocukla garı gısmının çok akıllısı ile baş edilmez: Çocuklar ve kadınlar, çok
akıllı olurlarsa bilmişlik yaparlar, aile düzenini bozabilirler. (Dalkıran, 2005: 45)
Çocuksuz avrat meyvesiz ağaca benzer: Çocuğu olmayan kadın, meyve
vermeyen ağaç gibidir. (Özturan, 2009a: 212)
Çocuktan al haberi: Çocukların yanında gizlilik değeri olan sohbetler yapılırsa
çocuklar ulu orta konuşabilirler. Dolayısıyla çocuklar, insanları zor durumda bırakabilir.
(Özturan, 2009a: 212)
Çok arpa atı çatlatır: Her şeyin çoğu zarardır. Fazla yemek insanı öldürebilir.
(KA, 2017a: 389; Şen, 2006: 102)
Çok çalışmak, selintiye kürek sallamış gibi olur: İş büyük olunca sen ne kadar
çalışırsan çalış, boşuna uğraş verirsin. (Bayram Gazioğlu)
Çok çocuk cingana yarar: Cinganlar, çocukları dilendirdikleri için onlara çok
çocuk gerekir. (Özturan, 2009a: 212)
Çok dövüş ya cana ya mala [zarar verir]: Çok dövüş, felaket getirir. (Alparslan-
Özturan, 2010: 238; Özturan, 2009a: 212)
Çok eğilme basarlar, çok yükselme asarlar: Toplum içinde olman gereken
seviyede ol. Çok liyakatli olayım dersen seni ezerler. Çok göze görünür olayım dersen
öldürürler. (Karalar, 1998: 25)
Çok gezen ayağa b.. bulaşır: Çok gezen insanların başına kötü olaylar gelir.
Sağda solda çok dolaşanlar mutlaka pisliklere bulaşırlar. En azından iftiraya
uğrayabilirler. (Özturan, 2009a: 212; Özturan, 2014: 93)
Çok gezen çok bilir: Çok gezen insan, gezip gördüğü yerlerde yeni şeyler
öğrenir. (Özturan, 2009a: 212)
Çok gezen insan, hele gadın şora galır: Çok gezen insanlar, özellikle kadınlar
iftiraya uğrar. (Özturan, 2014: 93)
Çok gezen tavuk, ayağında pislik getirir: Bkz: “Çok gezen ayağa b.. bulaşır”
(ATKVE, 2011: 135; Gökçebey, 1999: 81; Kuyumcu, 1995: 21; Özalp, 2008: 398)
Çok gezilen yerde ot bitmez: Bir işin üzerinde çok durursanız bir sonuç elde
edemezsiniz. (Şen, 2006: 101)
Çok gülmek galbi garartır: Gülmek de ölçülü olmalı, fazlası zarar verir.
(Özturan, 2009a: 212)
Çok havlayan köpek ısırmaz: Çemkiren kimse, kuru gürültü yapar. Ama bu
durumu icraata dökmez. (Şirikçi, 2007: 85)
Çok kâra yeltenen acından ölür/kârsız galır: Kısa yoldan zengin olmak isteyen
kimse, elindekini de kaybeder. (Dalkıran, 2005: 47; Özturan, 2009a: 212)
Çok kendi kendini tutturur, azken yutturur: Varlıklıyken varlığından istifade
edebilirsin. Varlıklı değilsen varlığın da tükenir. (Şen, 2006: 101)
Çok laf atan derviş abdest ibriği tutamaz: Çok konuşan çok yanılır ve maneviyatı
azalır. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com )

279
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Çok naz âşık usandırır: Hiçbir işte aşırıya kaçılmamalıdır. Âşıklar birbirinden
usanmaz, ama çok naz usandırabilir. (Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 212; Şen,
2006: 102)
Çok övme garamaya gerek olur, çok garama övmeye gerek olur: İnsanları çok
övme, methetme. Bir gün hatalarını görürsün, karaman, kötülemen gerekir. Çok da
karama/kötüleme ki, bir gün gelir iyiliklerini görüp övmen gerekir. Bu duruma gelinirse
çok övdüğünün hatalarını söyleyemez, çok kardığını, yani kötülediğini övemezsin.
Dolayısıyla da iki taraflı yanlış yapmış olursun. (Özalp, 2008: 381)
Çok pasaklı ile çok titiz olanın evine misafir gelmez: Bazı şeyleri çok uç noktada
benimseye kişilerin fazla ahbabı olmaz. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com )
Çok sabır adamı şerden çıkarır: Sabreden, kötülüğe meyilli işlerden uzak olur.
(Önder, 2008: 47)
Çok söyleme arsız edersin/olur, aç bırakma hırsız edersin/olur: Bkz:
“Acındırırsan arsız, acıktırırsan hırsız olur” (Okumuş, 2006: 152; Şen, 2006: 102)
Çok söz/laf yalansız, çok mal/para haramsız olmaz: Çok konuşan kimse,
mutlaka konuşmasına yalan katar. Çok malı, parası olan kimsenin de malına haram
karıştırması kaçınılmazdır. (ATKVE, 2011: 135; Dalkıran, 2005: 50; Özturan, 2009a:
212)
Çok yaşayacaksan gon göç, tez öleceksen yap sat, zengin olacaksan al sat: Çok
gezersen çok yaşarsın. Erken ölmek istersen yapıp satmalısın. Zengin olacaksan da
ticaret yapacaksın. (Polat, 2016: 14)
Çok yiyip çoban olacağına az yiyip azap dut: Angarya iş yapan bazı insanlar,
angarya işlerini başkalarına yıkarlar. Bu tip insanlara bu atasözü söylenir. (Özturan,
2009a: 212)
Çomçayı tutan benden olsun da isterse yerim dış gapının yanı olsun: Dağıtan
benden olsun isterse yerim en uzakta olsun. O beni düşünecektir. (Özturan, 2014: 93)
Çömçe tutan benim olsun, dış gapıdan yerim olsun: Bkz: “Çomçayı tutan benden
olsun da isterse yerim dış gapının yanı olsun” (ATKVE, 2011: 135)
Çul gızdırmaz: Çul, gözenekleri büyük olduğu için ısıtmaz. Aynen onun gibi
uyduruk şeyler, insana yaramayan malzemeler insanlara fayda vermez. (Özturan, 2009a:
212)
Çul içinde aslan yatar: Bir insanın değeri kıyafetiyle değil, kişiliğiyle ölçülür.
(Özturan, 2009a: 212)
Çürük merdivenle dama çıkılmaz: Ayağını sağlam yere basmazsan yukarılara
çıkamazsın. (ATKVE, 2011: 135)
Çürük tahta çivi/mıh dutmaz: Bir işi yapabilecek kapasitede olmayanlardan
fayda beklenilmez. (Gökçebey, 1999: 81; Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 152)
Çüş eşşeğin canına minnet: Zor bir işte çalışan insana küçük bir mola, yeni bir
hayat bağışlamak gibidir. (Çınkır, 2016: 400)
Dabancanın dolusu bir gişiyi, boşu gırk gişiyi gorkutur: Kişi dolu tabancayla bir
kişiyi vurur. Artık ondan kimse korkmaz. Boş tabanca ise birçok kişiyi korkutur,
harekete geçirir. (ATKVE, 2011: 138)
Dadananla guduran duramaz: Bkz: “Dadanmış gudurmuşdan beterdir” (Şen,
2006: 103)
Dadandırma dana gelir, dadanırsa yine gelir: Yılışık birine çok yüz vermeye
gelmez, alışırsa seni bıktırır. (ATKVE, 2011: 135; Çınkır, 2016: 275)
Dadanmış gudurmuşdan beterdir: Bir kimse bir şeye dadanır/alışır, tadını alırsa
ondan asla vazgeçemez. (ATKVE, 2011: 135; Özalp, 2008: 382; Şen, 2006: 102)
Dadanmışla gudurmuşun çaresi olmaz: Bkz: “Dadanmış gudurmuşdan beterdir”
(Okumuş, 2006: 152)
Dağ adamı, hasta eder sağ adamı: Dağda yaşayanlar için zaman mefhumu hemen
hemen hiç yoktur. Gayet ağır davranırlar, çabuk hareket etmezler. Aldırışsız,
vurdumduymazdırlar. Normal insan, buna pek tahammül edemez. (Çınkır, 2016: 276;
Özalp, 2008: 382; Özturan, 2009a: 212; Özturan, 2014: 94)
Dağ başına gış gelir, gişi başına iş gelir: Dünyaya imtihan için gönderilmiş olan
insanlar, her an imtihandadırlar. Bu yüzden de her an değişik hallerle, işlerle
karşılaşırlar. (Özalp, 2008: 382)
280
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dağ başında harman savrulmaz: Kimsenin görmediği yerde bir iş yapılmaz.


(KA, 2017a: 389)
Dağ başından duman eksik olmaz: Büyük adamların sıkıntıları eksik olmaz.
(ATKVE, 2011: 135)
Dağ dağ/daş daş üstüne olur, ev ev üstüne olmaz: İki ailenin bir arada yaşaması
pek mümkün olmaz. Aile içinde aile olmaz. (ATKVE, 2011: 138; KA, 2017a: 389; Şen,
2006: 102)
Dağ dağa gavuşmaz, adam adama gavuşur: İnsanlar dağ gibi cansız değiller.
Birbirinden uzak düşmüş dostlar, elbet birbirine kavuşurlar. (Özturan, 2009a: 212)
Dağ ne gadar yüce olursa olsun, yol üstünden geçer/aşar: En yüksek dağların
başına bile çıkılabilmektedir. İnsanlar da böyledir. Ne kadar büyük, ne kadar alim
olurlarsa olsunlar, muhakkak birtakım boşlukları vardır. (ATKVE, 2011: 135: Okumuş,
2006: 152; Özalp, 2008: 382; Şirikçi, 2007: 84)
Dağ yıkılmaz, dere dolmaz: Gerçekleşmesi güç olan durumlar vardır. Bunlardan
ikisi de dağın yıkılması, derenin dolmasıdır. (Şen, 2006: 102)
Dağa gidenin işini, [gabiş geçinin yaşını] Allah bilir: İnsanlardan farklı bir iş
yapanın işini, tavrı, düşüncesi farklı olanın işini ancak Allah bilir. (Kozan, 2007: 218;
Körük, 2005: 30; Okumuş, 2006: 152)
Dağda garın varsa, evde garın var: Eskiler, kar varsa varlık var derler. Çünkü
karın yoğun yağdığı seneler tarladaki mahsul bereketli olurmuş. Bu yüzden varlık
muhabbeti artırır, yokluk ise kavgaya ve ayrılığa sebep olur. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Dağda guşun gırkı bir akçeye: Bkz: “Dağda öten kekliğin gırkı gırk para” (Şen,
2006: 102)
Dağda öten kekliğin gırkı gırk para: İnsanın elinde olan önemlidir. Elinde
olmayan ne kadar çok olsa da kendisi için kıymeti yoktur. (Özturan, 2014: 94)
Dağdan gelen dargın olur: Dağ şartları zor bir yerdir. Buralarda yaşayan
insanlar, şehirdeki insanlara göre daha agresif olurlar. (ATKVE, 2011: 135)
Dağına göre gış, başına göre iş: Zenginlerin, mevki sahiplerinin sorumlulukları,
sıkıntıları, işleri daha çoktur. (Özalp, 2008: 226)
Dağına göre odun, sapına göre saman olur: Her isteğe göre malzeme, ürün olur.
İnsan, imkanlarına göre bir şeyler elde edebilir. (KA, 2017a: 389; Şen, 2006: 102)
Dağlar, beylerden muriyetli[dir]: Dağlar, beylerden cömert, yardımseverdir.
Kendilerinde bulunan hiçbir şeyi hiç kimseden esirgemezler. Beyler ise dağlar kadar
cömert değildir. Hele şimdilerde beyler, ağalar, toplum önderleri, cömert olmadıkları ve
vermeyi sevmedikleri gibi, özellikle almayı düşünmektedirler. (Özalp, 2008: 382)
Dağların gadısı gamalak, müftüsü çamdır: Dağlar çetin yerlerdir. (Yalman,
1977: 372)
Dağların verdiğini ağalar beyler vermez: Allah doğaya öyle zenginlikler
vermiştir ki buraların verdiğini ağalar beyler veremez. (Sultan Kamalak)
Dal altında dal büyümez: Büyüğün yanında büyük olmaz. (Dalkıran, 2005: 50;
Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 152; Özturan, 2009a: 212; Şen, 2006: 103)
Damdan düşen halden bilir: İnsanın başına gelen olayı, aynı olayı yaşayan bilir.
(Okumuş, 2006: 152)
Damgalı eşşeği alem tanır: Bir beldede adı çıkanı yedisinden yetmişine herkes
tanır. (Şen, 2006: 102)
Damınki sıvak, gelininki duvak: Evi sıva, boya, badana; gelini ise duvak
gösterir. (Özalp, 2008: 225)
Damlaya damlaya göl olur, [damlacıktan sel olur]: Küçük şeyler birike birike
büyük olur. (Gökçebey, 1999: 81; Özturan, 2009a: 212)
Dana b..u sıvak dutmaz: Her malzeme her yerde, her insan da her işte
kullanılmaz. (Çınkır, 2016: 283)
Dana yediği daşı bilir: İnsan zarar gördüğü yeri unutmaz. (Şen, 2006: 103)
Danışan dağ aşmış, danışmayan yolda/düzde şaşmış: Bilinmeyen meselelerde
yardım almak kişiye yol gösterir. (ATKVE, 2011: 135; Arslan, 2011: 345; Körük, 2005:
43; Kuyumcu, 1995: 23; Özturan, 2009a: 212; Şen, 2006: 102)

281
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Darendeli’ye yük vermek bir şey değil, bir de tay duracaksın: Bazı kimselere bir
şeylerini verirsin yetmez, bir de taşımak zorunda kalırsın. (Özalp, 2008: 229)
Darı sömeğinden, ana bebeğinden belli olur: Herkesin, her şeyin değerini belli
eden ölçüler vardır. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com )
Darı unundan baklava, incir ağacından oklava olmaz: Uygun olmayan aletlerle
iyi ve güzel şeyler başarmak zordur. Bir işin kalitesi o işi yapanların kalitesine bağlıdır.
(ATKVE, 2011: 135; Çınkır, 2016: 831)
Darlıkta verilen lokma unutulmaz: Zor zamanlarda yapılan iyilik unutulmaz.
(Ahmet Kamalak)
Daş düştüğü yerde ağırdır: Kişinin değerini en iyi bilen yakın çevresidir.
(Özturan, 2009a: 212; Şen, 2006: 123; Yalman, 1977: 354)
Daş ol, baş yar: Göze görünür bir şeyler de sen yap ki adam yerine koysunlar.
Örnek: Kalıbından utan. Teğdeşleriyin hepsinin altında birer arabası, başını sokacağı
birer yuvası, akşam olunca da kapattıkları birer darabası var. Senin neyin var? Daş ol da
baş yar. (ATKVE, 2011: 138; Çınkır, 2016: 30; Çınkır, 2016: 287; Özturan, 2014: 97)
Daşı havaya atma, başını altına dutma: Kendi eliyle kendi başına iş açma. Riskli
bir işe plansız programsız başlama ve kötü sonuçlar doğurmasına sebep olma. (Bilgin,
2006: 308)
Daşıma suyla değirmen dönmez: Yeterli araç gereç olmadığı sürece, şunun
bunun yardımıyla, küçük uğraşlarla iş yapılmaz. (Kozan, 2007: 219)
Datlı datlı ye, datlı datlı gonuş: Güzel şeyler ye, güzel şeyler konuş. (Özturan,
2009a: 212)
Datlı datlı yemenin, acı acı çıkarması/o…ması olur: İştahla, tatlı tatlı, severek
çok yersen sonunda sıkıntıya düşersin. Miden rahatsız olur, hazımsızlığa uğrarsın,
bağırsakların bozulur. Bir de başkalarının, ikramlarından düşünmeden bol bol
yararlanırsan karşılığını verirken rahatsız olur, sıkıntı çekersin. (Özalp, 2008: 382;
Özturan, 2009a: 212)
Datlı olma yerler tükedirler, acı olma diler tüketirler: Ne çok sevilen biri ol ne de
sövülen biri. Orta noktada ol. (Özturan, 2009a: 212)
Davacın gadı olursa, yardımcın Allah olsun: Eğer bir konuda hasmın, aynı
zamanda karar verme mevkiindeyse sana Allah'tan başkası yardım edemez. (ATKVE,
2011: 135; Özalp, 2008: 383)
Davarı çevir etlensin, goyur sütlensin: Yapılan işten iyi bir verim almak istersen
o işin inceliklerini bilmelisin. (Sultan Kamalak)
Davetsiz gelen döşşeksiz oturur: Davet edilmeden, habersiz gelen kimse, ev
sahibi hazırlıksız olduğu için yeterince ve beklediği gibi ağırlanamaz. Bulduğu ile
verilenle yetinmek zorunda kalır. (Dalkıran, 2005: 46; Okumuş, 2006: 152; Özalp,
2008: 383; Özturan, 2009a: 212; Şen, 2006: 103)
Davşan yamaca geçmeden işini yap: Bir avcı, yakınındaki avı rahatça
avlayabilir, ama o av elinden kaçarsa artık onu avlamak mümkün değildir. Ele geçen
fırsat değerlendirilmelidir. (Elife Akkurt)
Davul [bile] dengi dengine [vurur]: Herkes birbirinin ayarında olanlarla yakınlık
kurmalıdır. (Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 213)
Davulun layığı düdük, b..un layığı sidik: Her şey, herkes kendine layık, uygun
olanla beraber olur. Uymuyorlarsa ayrılırlar. (Özalp, 2008: 227)
Debbah sevdiği deriyi yerden yere vurur: Bkz: “Köşger sevdiği gönü yere çalar”
(ATKVE, 2011: 135)
Dedenin yediği guru b.., torunun dişini gamaştırır: Yaşlı insanın söylediği torunu
gücendirir. (Özturan, 2009a: 213)
Değirmen iki daşlı/daştan, muhabbet iki başlı/baştan [olur]: Tek kişilik
muhabbet olmaz. (ATKVE, 2011: 135; Dalkıran, 2005: 50; Özturan, 2014: 99; Şen,
2006: 103)
Değirmen sele gitmiş, şakıldak aranmaz: Büyük bir zarar karşısında ufak tefek
zararın peşine gidilmez. (Şirikçi, 2006: 177)
Değirmenden gelenden paç umarlar: Bir yere çalışmaya gidip para kazanarak
eve gelenden, bir imkanı olandan veya bir yerlere gidip dönenlerden, durumlarına göre
az veya çok bir hediye umulur, beklenir. (Özalp, 2008: 383)
282
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Değirmene gelen nöbetini bekler: Bazı işler sırayla olur. Değirmene gelen
sırasını beklemek zorundadır. (Karalar, 1998: 25)
Değme el gapısına el ucuyla, değerler gapına gol gücüyle: Sen birilerini hafifçe
incitirsen, onlar seni çok daha fazla ve güçlü bir şekilde incitirler. Sakın kimseyi
incitme! (Özalp, 2008: 225)
Değme sarhoşa yıkılana gadar gitsin: Dokunma, tutma kötü, ahlaksız, söz
dinlemez adamı. Belasını buluncaya kadar gitsin, kendi sonunu bulsun. (Özalp, 2008:
382; Özturan, 2014: 66)
Değmeyen tüfek olmaz, arkasında yüz gerek: İşitilmeyen söz olmaz,
kaldırabilecek yürek gerek. (ATKVE, 2011: 135)
Değneği yiyenle sayan bilir: Sıkıntıyı çeken bilir. Bir işin zorluğunu o işi
yapanla o işten etkilenen bilir. (KA, 2017a: 389; Şen, 2006: 102)
Dek durana depik yok: Uslu durana kimse ilişmez. (Çınkır, 2016: 295; Özalp,
2008: 228)
Deli arlanmaz, sahibi arlanır: Bkz: “Deli arsınmamış, sahibi arsınmış” (ATKVE,
2011: 135)
Deli arsınmamış, sahibi arsınmış: Deliyi kollamak, korumak, onun birilerine
zarar vermesini engellemek sahibinin görevidir. Çünkü delinin ne sorumluluğu vardır,
ne de utanması. Ama sahibinin hem sorumluluğu vardır hem de utanır. (Özalp, 2008:
383)
Deli avradın çocuğu olmaz, deli gurkun cücüğü olmaz: İşini iyi ve doğru
yapmayanın fayda göreceği işleri de olmaz. (Sultan Pırnaz)
Deli çeşit çeşit; zır deli var, zırzır deli var, hınzır deli var: Çeşit çeşit akıl hastası
var. Kimisi de hınzırlığından deli gibi davranır. (Özturan, 2014: 100)
Deli deliden, imam ölüden hoşlanır: Her insan, ilgi alanı olan ve yarar
sağlayacağı şeylerle meşgul olur. (ATKVE, 2011: 135; Özturan, 2009a: 213)
Deli deliyi görünce akıllanır: Deli kendisi gibi birini görünce uysallaşır.
(Özturan, 2009a: 213)
Deli deliyi görünce değneğini gırk arşın yerden atar: Bkz: “Deli deliyi görünce
değneğini saklar” (Göçer, 2007: 76)
Deli deliyi görünce değneğini saklar: Herkes hasmını tanır, onu görünce de
dikkatli olur. Hasmını uyandıracak, dikkatini üzerine çekecek davranışlardan sakınır.
(Arslan, 2011: 345; Özalp, 2008: 383; Özturan, 2009a: 213; Serap Işık)
Deli deliyi, imam ölüyü sever: Bkz: “Deli deliden, imam ölüden hoşlanır” (Şen,
2006: 102;Faruk Zülkadiroğlu)
Deli eşşekten akıllı sıpa doğmaz: Kötü insandan iyi çocuk dünyaya gelmez.
(ATKVE, 2011: 135)
Deli gız aynaya bakar, lakabını ele takar: Akılsız kız, kendi vasfını elde görür.
(Özturan, 2014: 100)
Deli ile gitme yola, başına getirir [her türlü] bela: Deli kendisiyle arkadaşlık
eden kimsenin başına türlü türlü bela açar. (Dalkıran, 2005: 50; Erşahin, 2011a: 68;
Özturan, 2009a: 213; Şen, 2006: 103)
Deli ineğin deli anası/buzağısı/danası olur: Anası sıkıntılı olanın kendisi de
sıkıntılı olur, kendisinden doğan da. (Kozan, 2007: 218; Körük, 2005: 30; Okumuş,
2006: 153)
Deli söyler, akıllı inanır: Deli kimse ortaya bir laf attığında akıllı olanlar bile ona
inanır. (Karalar, 1998: 25)
Deli söyletmiş de akıllı oynatmış: Deli insanın konuşmaları tutarsızdır,
başkalarını söyletir. Akıllı kimse, sözleriyle işlerini yaptırır. (Şen, 2006: 102)
Deli uslanmaz, demir ıslanmaz/paslanmaz: Her şeyin değiştirilemeyen özelliği
vardır. Çılgın kimse uysallaşmaz, demir su içine de atılsa yumuşamaz. (Özturan, 2009a:
213; Ahmet Ataş)
Deli ya düğünde ya bayramda gerek: Düğün ve bayramlar şen olur. Böyle
zamanlarda ortamı daha da renklendirecek kişiler lazım olur. (Dalkıran, 2005: 47;
Özturan, 2009a: 213)

283
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Deliden al akıllı haberi: Deliler çocuklara benzer, bildikleri olayları, haberleri


çarpıtmadan, dosdoğru söylerler. Değiştirmeyi ve çarpıtmayı düşünmezler. (Özalp,
2008: 383)
Deliden dostun olacağına, akıllıdan düşmanın olsun: Deli dost ne yapacağını
bilmez, fayda yerine zarar verir. Akıllı düşman ise hesabını kitabını bilir, zarar
vermekten kaçınır. (Özalp, 2008: 383)
Delidir, ne yapsa yeridir: Delinin ne yapacağı belli olmaz. Yaptığı işin de iyisine
kötüsüne bakılmaz. (Özturan, 2009a: 213)
Delikanlının adresi belli olmaz: Genç insan, hareketlidir. Ne zaman nerede
olacağı belli olmaz. (Özturan, 2009a: 213)
Delikli daş/demir yerde galmaz, belikli gız evde galmaz: Bir özelliği olan şeyler
ilgi görür; muhakkak taliplileri çıkar ve alıp götürürler. Afşin-Elbistan yöresinde
evlenemeyen, bahtı kilitli erkeklere “kirik” derler. Kirikler ve bahtlarının kapalı
olduğuna inanan genç kızlar, Arıstıl köyündeki delikli taşı ziyaret ederler ve bu sözü
söylerler. (Dalkıran, 2005: 44; Ertekin, 1997: 87; Özalp, 2008: 383; Özalp, 2008: 415;
Özturan, 2009a: 211)
Delinin davası olmaz!: Bkz: “Delidir, ne yapsa yeridir” (Erşahin, 2011a: 68)
Delinin galemi olmaz: Akıllı olmayan kimse, okuma yazmayı da bilmez.
(Mehmet Pırnaz)
Delinin rızkını görüp gızını verme: Bir işin görünen kısmına bakıp sonra pişman
olacağın hareket yapma. (Şen, 2006: 102)
Delinin sakızı bir batman: Akıllı davranmayan, düşünemeyen makul bir iş
yapamaz. (Özturan, 2014: 101)
Deliye bal tattırma, köyde gatran tulumu gomaz: Bkz: “Deliye bal tattırmışlar,
çarşıda gatran bırakmamış” (ATKVE, 2011: 135)
Deliye bal tattırmışlar, çarşıda gatran bırakmamış: Aklı zayıf insan, hoşuna
giden bir nesneye benzettiği şeyi, gerçekte benzemese de elde etmeye çalışır. (Şen,
2006: 102)
Deliye geçit yoklatırlar: İyi bilinmeyen, tehlikeli yerlere önce aklı hafif kimseleri
gönderirler ki tehlikeli olup olmadığı anlaşılsın. (Özalp, 2008: 383)
Deliye hediye gelmiş sevinmiş, akıllıya hediye gelmiş üzülmüş: Deli aldığı bir
şeyin karşılığını vermeyeceğinden gelen hediyeye sevinir. Akıllı ise karşılığı olduğu
için üzülür. (Dalkıran, 2005: 51)
Deliye her gün bayram: Hiçbir yükümlülük ve dert altında olmayan günlerini
istediği gibi geçirir. (Özturan, 2009a: 213; Şen, 2006: 102)
Deliyi bulduk da değneği galdı: İşleri hallettik de güzelliği kaldı. (Özturan,
2009a: 213)
Deliyi düğüne çağırmışlar, ya oduna ya suya: Delinin toplumda yeri olmaz, onu
bir yere çağırmışlarsa mutlak iş gördürmek için çağırmışlardır. (Özalp, 2008: 384)
Deliyi düğüne salmışlar, “burası bizim evden iyi” demiş: Deli insan, doğru
düşünemez. Hareketleri, tavırları dengesizdir. (Arslan, 2011: 345)
Deliyi salmışlar düğüne, bekle ki dönsün evine: Başıboş gezenlerin sabit bir yeri
yoktur. (Körük, 2005: 30; Okumuş, 2006: 153)
Deme dostuna, söyler/der dostuna: Bkz: “[Açma sırrını] sırrını söyleme dostuna,
o da söyler dostuna, [sonra saman basarlar postuna]” (Özturan, 2009a: 213; Şahiner,
2017: 36)
Deme elin azını, dedirtme çoğunu: Birilerinin ufak tefek kusurlarını ortaya
dökersen, senin de büyük kusurların ortaya dökülür. (Özalp, 2008: 229)
Deme Mecnun’a deli, her kişi bir gün deli: Kendini her zaman akıllı sanma.
Hayat şartları bir gün seni de sıkıntılı duruma düşürebilir. (Özturan, 2009a: 213)
Demir tavında dövülür: Bkz: “Demir tavında, dilber çağında” (Alparslan-
Özturan, 2010: 71; Özturan, 2009a: 213)
Demir tavında, dilber çağında: Her şey uygun yer ve zamanında güzeldir. Demir
uygun sıcaklıkta yumuşar. Güzeller de körpe ve taze iken alımlıdır. (Şen, 2006: 103)
Demir tavında, ölü pininde: Bkz: “Demir tavında, dilber çağında” (Kozan, 2007:
218)

284
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Denemeyi/sınamayı gurt yememiş: Sınamaktan, denemekten, tecrübe etmekten


zarar gelmez. Bir kere denemekte fayda vardır. (Özalp, 2008: 424; Özturan, 2014: 101)
Deniz kenarında guyu gazılmaz: Olmayacak bir iş yapılmaz. (Caferoğlu, 1995:
158)
Denize düşen dal arar: Büyük bir tehlike içinde olan kimse, kendisine faydası
dokunmayacak şeylerden bile medet umar. (Göçer, 2004: 80; Göçer, 2007: 129)
Derdin yoksa söylen, borcun yoksa evlen: Başında bir sıkıntın yoksa istediğin
gibi konuş. İşlerin, halin, vaziyetin iyiyse evlen. (Şen, 2006: 103)
Derdini söylemeyen derman bulamaz: Çözüm yolu bulamadığımız bir sıkıntıyı
başkalarıyla paylaşırsak bize çare olabilirler. (Özturan, 2009a: 213)
Dere geçerken at değiştirilmez: Bir vaziyetten başka bir vaziyete geçerken
tehlikeli durumlardan uzak durmak gerek. (Özturan, 2009a: 213)
Dere kenarına bağ dikme sel alır, gocalıkta genç avrat alma el alır: Yararına
olmayacak yerlere yatırım yapma, boşa uğraş verirsin. Yaşlılık vaktinde genç, güzel
hatunla evlenme, sen ölünce başkasına varır. (Özturan, 2009a: 213)
Dereye varmadan çemreneceksin: İnsan, başına bir iş gelmeden tedbirini
almalıdır. (Elife Akkurt)
Dert ağlatır, aşk söyletir: Bkz: “Aşk ağlatır, dert söyletir” (Şirikçi, 2007: 81)
Dert çekmeden bal yenmez: Sıkıntı çekmeden rahata erişilmez. (Özturan, 2009a:
213)
Dert yürekte düğüm gibi, her gün atsan bugün gibi: Bazı sıkıntılar kalıcıdır,
geçmez. Yürekte ağrısı devam eder. (Özturan, 2009a: 213)
Dertsiz baş bostan gorkuluğunda olur: Dertsiz, sıkıntısız, insan olmaz. Çünkü
Allah insanı dünyada hiçbir üzüntüsü, sıkıntısı olmasın diye değil imtihan için
yaratmıştır. İmtihan ise başlı başına üzüntüdür, sıkıntılıdır. Allah'ın en çok sevdiği
insanlar peygamberleridir. Dünyada en çok sıkıntıyı onlar çekmiştir. Öyleyse dünyada
dertsizlik mümkün değildir. (Özalp, 2008: 384)
Dertsiz baş olmaz: Her insanın az ya da çok sıkıntısı vardır. (Körük, 2005: 30)
Destursuz bağa girenin zopa yemesi çok olur: Bkz: “Destursuz bağa girilmez”
(Özturan, 2009a: 213)
Destursuz bağa girilmez: İzinsiz yapılan bir işin sıkıntıları hayli fazla olur.
(ATKVE, 2011: 135)
Deve bir pula, getir bir pulu: Para olmadıktan sonra bir şey ucuz olmuş neye
yarar? (Özturan, 2014: 102)
Deve denginen, boya renginen: Devenin gücü üzerindeki yükle belli olur.
Boyayı boya yapan ise renginin güzelliği ve kalitesidir. (Özturan, 2009a: 213)
Deve gırk yılda intikam almış, “ne erken oldu” demiş: Bazı insanlar kendilerine
yapılan kötülüğü asla unutmazlar. Fırsatını buldukları anda intikamını alırılar. (ATKVE,
2011: 135)
Deve terzi olmaz: Yaşlanmış, sinir sistemi bozulmuş, aklı zayıflamış kimseler
ince işleri, ince sanatları öğrenip yapamaz. (Özalp, 2008: 384)
Deve/eşşek Kâbe’ye gitmekle Hacı olmaz: İşe yaramaz adam, ne kadar tövbe de
etse adam olmaz. (ATKVE, 2011: 135; Ahmet Ataş)
Deveciden dostu olanın palavarı yüksek gerek: Zengin, varlıklı, yüksek mevki
sahibi kimselerle oturup kalkanlar, onlara ayak uydurmak zorundadırlar. (Özalp, 2008:
230)
Deveden büyük fil var: Büyüklenip mağrurlanma. Senden büyükler de vardır.
Bir kişi ne kadar büyük olursa olsun muhakkak daha bir büyüğü vardır. Hiç kimse
yoksa Allah vardır. (Özalp, 2008: 384)
Deveye binip yara pusulmaz: Ön planda iş yaparken gizlenmeye çalışmak
olmaz. (Özturan, 2014: 103)
Deveye hendek atlatan bir tutam ottur: Bkz: “Deveyi yardan atan/uçuran bir
tutam ot” (Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 151)
Deveye puş gerek olursa boynunu eğer: Kişiye bir şey gerek olursa gerek olan
şeye yakın olur. (Veli Özdemir)

285
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Deveye sormuşlar “yokuşu mu çok seversin, inişi mi?” diye, “düzlüğe gıran mı
girdi?” demiş: Bir işin kolay yolu varken zorluğu tercih etmek akıl karı değildir.
(Osman Cülfük)
Deveyi yardan atan/uçuran bir tutam ot: İnsanları badirelere, tehlikeli durumlara,
felaketlere sürükleyen menfaattir, çıkardır. (Dalkıran, 2005: 51; Okumuş, 2006: 153;
Özalp, 2008: 384; Özturan, 2009a: 213; Şen, 2006: 103)
Devlet guşu bir kere gonar: Büyük bir şans, bir ömürde ancak bir kez insanın
başına gelir. (Şen, 2006: 103)
Dırnağın varsa başını gaşı: Başkalarından fayda bekleme, kendi işini kendin yap.
Başkalarının yaptığından hayır gelmez. (Çoğalan, 1982: 115; Özalp, 2008: 384;
Özturan, 2014: 103; Şen, 2006: 111)
Dibi görünmeyen guyudan su içilmez: Bir işin tüm özelliklerini bilmeden işe
girişme. (Körük, 2005: 30; Özturan, 2009a: 213)
Dibi görünmeyen sudan geçme: Bkz: “Dibi görünmeyen guyudan su içilmez”
(Şen, 2006: 103)
Dibi yok gazanda bir şey durmaz: Aç insanların evine bir şeyler girse de aç yine
açtır. (Özturan, 2009a: 213)
Dikeni battığı yerden çıkartırlar: Zararını zarar verenden çıkarırsın, intikamınızı
da sana kim kötülük yaptıysa ondan alırsın. Sakın gerçek muhatabından başkasına zarar
verme, kötülük yapma. (Özalp, 2008: 385; Özturan, 2009a: 224; Şen, 2006: 111)
Dikiş nakış b.. iş, önemli olan pek iş: Ivır zıvır ile uğraşmaktansa önemli işle
uğraşmak gerekir. (Saime Pırnaz)
Dil küçük cürmü/belası büyük: Dil küçük, ama işlediği suçlar çok büyüktür. Dile
sahip olunmaz. Akla gelen, ağza gelen söylenir, büyük konuşulur, sırlar ifşa edilirse
insanın başına çok büyük sıkıntılar, belalar getirir. (Özalp, 2008: 385; Şen, 2006: 103)
Dil uzaset, baş selamet: Dil iyi kullanılır, dile sahip olunur, dille sağa sola
saldırılmazsa baş selamet, rahat olur. (Özalp, 2008: 232)
Dilden gelen elden gelse her dilenci padişah olurdu: Kişi her söylediğini
yapamaz. Her istediğini elde edemez. (ATKVE, 2011: 135)
Dilencinin heybesi dolmaz: Dilenmeye, istemeye, onun bunun sırtından
geçinmeye alışmış kimselerin ihtiyacı bitmez. Aldıkça daha çok almak ister. Çünkü
başkasının sırtından çok iyi yaşama peşindedir. (Özalp, 2008: 385)
Dilenciye acur/hıyar vermişler, eğri diye beğenmemiş: Hem gereksinim duyduğu
konuda yardım istiyor hem de yapılan yardımı beğenmiyor. (Özturan, 2009a: 213;
Faruk Zülkadiroğlu)
Dilim, başıma giydirir kilim: İnsanın yerinde konuşmayı bilmeyişi başına
sıkıntılar getirir. (Dalkıran, 2005: 49; Özturan, 2014: 30; Şen, 2006: 99; Faruk
Zülkadiroğlu; Sultan Kamalak)
Dilin cirmi küçük, cürmü büyüktür: Bkz: “Dil küçük, cürmü/belası büyük”
(Okumuş, 2006: 153)
Dilin kemiği yok, [nereye çeksen oraya gider]: Dil, söylenilen bir lafı her yöne
çekebilir. Önce söylediğin aleyhine karşına çıkabilir. (Özturan, 2009a: 213; Salih
Kamalak)
Dilki dilkiliğini bildirene gadar post elden gider: İnsanlar bazen kendilerini
tanıtmakta zorlanırlar. Hatta kendilerini tanıtıncaya kadar bazı sıkıntılara, tatsızlıklara
katlanmak zorunda kalırlar. Canlarından bile olabilirler. (Özalp, 2008: 385)
Dilki yağ yediği deliği gırk yıl unutmazmış: Kimi insan menfaatlendiği yeri sık
sık yoklayıp tekrar tekrar yararlanmaya çalışır. Meşru veya gayr-i meşru. (Özalp, 2008:
385)
Dilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü düveni (dükkanı): Bir kişi ne kadar
başıboş yaşarsa yaşasın, sonunda ait olduğu yere gelecektir. (Özturan, 2009a: 213)
Dilkiye “tavuk güden mi?” demişler, “ne dediniz de dutmadım” demiş: Haram
helal ayrımı yapmadan, başkalarının hakkını çekinmeden yiyen insanlara bir emanet
bırakılırsa yapılan iş çok yanlış olur. (Çınkır, 2016: 321; Özturan, 2014: 106)
Dilkiye “tavuk güder misin?” diye sormuşlar, hüngür hüngür ağlamış: Bir
kimseye çok istediği şeyi verirsin de sevincinden ağlamaz mı? (Faruk Zülkadiroğlu)

286
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dilkiye tavuk güttürülmez: İnsanlara menfaati olan iş yaptırılmaz. (Dalkıran,


2005: 51)
Din yıkılmayınca düşman yıkılmaz: Düşmanı, dini yakarak yalan söyleyip iftira
atarak yenmeyi, yıkmayı öğütleyen yanlış bir tavsiye. (Özalp, 2008: 385)
Dinsizin elinden imansız sorulmaz: Aşağılık birine daha aşağılık biri sorulmaz.
(Gözükara-Özalp, 2011b: 410)
Dinsizin hakkından imansız gelir: Acıması olmayan birini kendinden daha
acımasız olan yola getirir. (Gökçebey, 1999: 82; Özturan, 2009a: 213; Şen, 2006: 103)
Dirgene dayanamayan porsuk buğday harmanına gelmesin: İşin zahmetine
katlanamayan iş yapmaya gelmesin. (Özturan, 2009a: 213)
Dirlik edene dirlik çok: Dirlik etmek isteyen dirlik bulur. (Özturan, 2014: 107)
Dirlik nerde, devlet orada: Bir yerde sebat varsa orada düzen de vardır. (Arslan,
2011: 354; Şen, 2006: 103)
Diş kevranı baş kevranını yenmiş: Yiyip içme, israf etme, aşırı harcama yapma
kişinin bütün kazancını bitirdiği gibi daha fazlasını da götürür ve o kişiyi iflas ettirir. Ne
kadar çalışırsan çalış, ne kadar kazanırsan kazan yemede, içmede, giyinip kuşanmada
israfa kaçarsan asla yetiştiremezsin, perişan olursun. (Özalp, 2008: 385)
Dişi/gözü ağrıyan otaciyi bulur: Bir sıkıntısı olan sıkıntının çaresi kimdeyse onu
arar bulur. (Özturan, 2009a: 213)
Doğan doğandan datlı, doğacak daha/hepsinden datlı: Çocuklar tatlı. En son
doğacak daha tatlı. (Dalkıran, 2005: 45; Özturan, 2009a: 213; Özturan, 2014: 108)
Doğdu guyruk, galmadı goruk: Ağustos ayının son günlerinde yetmemiş bir
meyve kalmaz. (Kozan, 2007: 219)
Doğmamış çocuğa don biçilmez: Olmadık bir iş için önceden hazırlık yapılmaz.
(Dalkıran, 2005: 45; Özturan, 2009a: 213)
Doğruluk dostun gapısı: Dostluk; doğruluk, dürüstlük ve samimiyetle kazanılır,
korunur. Dostluk doğrulukla mümkündür. Eğri büğrü hareketlerle, yalan dolanlarla,
aldatmalarla dostluk olmaz. (Göçer, 2004: 152; Özalp, 2008: 235)
Doğrulukta ölüm olsa yine ayrılma sadık ol: Sen her zaman dürüst ol, sonunda
ölüm bile olsa dürüstlüğünden taviz gösterme. (Şen, 2006: 103)
Doğurdum ağam oğlan, büyüttüm paşam oğlan, everdim gomşum oğlan:
Doğurup büyütüp everdiğin oğlan eşiyle bir olur senden uzaklaşır, seninle komşu gibi
olur. (Özturan, 2014: 108)
Dok ağırlaması zor olur/güçtür: Karnı tok olana yemek beğendirmek zor olduğu
gibi, her şeyin iyisine, kıymetlisini alışmış olanlara da bir şey beğendirmek zor olur.
Çok ve derin bilgi sahibi kimseleri basit bilgilerle tatmin etmek mümkün değildir.
(ATKVE, 2011: 138; Dalkıran, 2005: 46; Özalp, 2008: 385; Şen, 2006: 111)
Dok, açın halinden anlamaz: Varlıklı, fukaranın halinden anlamaz. (Dalkıran,
2005: 50; Özturan, 2009a: 213)
Doktorun hatasını toprak örter: Doktorluk can kurtarma mesleğidir. Eğer doktor
bir hata yaparsa bu hatanın sonu ölüm olabilir. (Şen, 2006: 103)
Doku gımıldatma, acı söyletme: Tok zor hareket eder, aç zor konuşur. (Özturan,
2014: 108)
Dokuz ayın çarşambası bir araya gelmez: İşler, uğraşlar bir araya gelmez.
(ATKVE, 2011: 135)
Dokuz günlük ölüye on günlük yiyecek gerek: Dokuz gün yaşayacak insana on
günlük yiyecek lazımdır. Tedbirli olmak gerek. (Özalp, 2008: 385)
Dolu bardak düşmana verilir: Bardak çok fazla doldurulursa o bardak
sevilmeyen insana verilir. (Özturan, 2009a: 213)
Dolu bardakla boş bardak gırılmaz, [it gibi bakmayla bir şey olmaz]: Durup
dururken boşuna bir hata yapılmaz. İt gibi bakmayla da hiçbir şey olmaz. (Demir, 2011:
181)
Domuz derisinden post, eski düşmandan dost olmaz: Domuz, İslam dinine göre
pis bir hayvandır. Hiçbir şeyi işe yaramaz. Eski düşman da böyledir. Asla dost olmaz.
(ATKVE, 2011: 135)
Domuzdan post, gavurdan dost olmaz: Bkz: “Domuz derisinden post, eski
düşmandan dost olmaz” (Bilgin, 2007c: 33)
287
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Don büyümez amma doğdaç büyür: Elbise, giyecekler büyümez, ama doğan
çocuk büyür. Yeni giyecekler ister. (Özalp, 2008: 235)
Don giyip gıçına değdirmeyecek olur mu?: Bir iş yapıp da zararına
katlanmayacak olur mu? (Faruk Zülkadiroğlu)
Don yakışırken el bakışırken: Her şey gençken, her şey gençlikte olur. (Özalp,
2008: 235)
Don yürüyüş gösterir/öğretir, [mal akıl gösterir]: Bkz: “Akça akıl öğretir, don
yürüyüş belledir” (KA, 2017a: 389; Özturan, 2009a: 213)
Donsuzun/tumansızın aklından bir top bez geçer: Herkes ihtiyaçlarını düşünür,
tasavvur eder. (Arslan, 2011: 349; Şen, 2006: 103; Şen, 2006: 111)
Dost acı söyler, iyilik eyler: Gerçek dost, insanı zamanında uyararak arkadaşına
iyilik yapar. İçinden çıkılması mümkün olmayan felaketlerle baş başa kalmasını önler.
(Okumuş, 2006: 153)
Dost başa, düşman ayağa bakar: Herkes için güzel giyinmek gerekir.
Yükselmeni isteyen başına, alçalmanı isteyen ayağına bakar. (Gökçebey, 1999: 82;
Özturan, 2009a: 213; Şen, 2006: 103)
Dost gusura bakmaz, düşman hizmet beğenmez: Yakın arkadaş, yapılan ikramı
beğenmezlik yapmaz. Diğerleri ise yapılan ikramı beğenmez, daha büyük ikram ve
hizmet ister. (Körük, 2005: 43)
Dost kötü günde belli olur: İyi arkadaş, insanın büyük sıkıntıları olduğu
dönemlerde tanınır. (Özturan, 2009a: 213)
Dosttan ne gelirse kerem o: Dost ne ikram yaparsa o bir iyiliktir. (Dalkıran,
2005: 51; Özturan, 2009a: 213; Özturan, 2014: 109)
Dostun attığı daş baş yarmaz: Yakın kimsenin söylediği laf, yaptığı iş ve hareket
dokunmaz. (Şen, 2006: 103)
Dostunun bir yüzünü, düşmanının iki yüzünü öp: Düşmandan zaten düşmanlık
beklenir, ama dost güvenilirdir. Dostun düşmanlığı tahrip eder. (Polat, 2016: 16)
Dört atanın hakkı bir: Örfümüzde öz ana, baba ile kaynana, kayınbabanın hakları
eşit sayılmıştır. Öz anaya, babaya yapılan iyilikler, kaynanaya, kayınbabaya da yapılır.
(Göçer, 2004: 42; Özalp, 2008: 386)
Dört ayaklı ite sormuşlar, “nerden geliyorsun” diye, demişkine “dul avradın
duluğuna siğdim de ordan geliyorum”: Toplumumuzda kocasını kaybetmiş kadınların
işi çok zordur. İpsiz sapsız kimseler, böylelerini rahatsız ederler. (Özturan, 2014: 110)
Dövüşün sermayesi olmaz: Kavga sebepsiz yere patlak verir ve başlar. (Özturan,
2009a: 213)
Dul avradın altı oğlu da olsa perişan olur: Dul kadın, kendisine yardım edecek
ne kadar oğlu da olsa perişan olur. Kocasızlığı her yerde karşısına çıkar. (Özturan,
2009a: 213)
Dul avradın duluğuna siyen (işeyen) çok olur: Bkz: “Dört ayaklı ite sormuşlar,
‘nerden geliyorsun’ diye, demişkine ‘dul avradın duluğuna siğdim de ordan geliyorum’”
(Özturan, 2009a: 213)
Duran su barlanır, akan su paklanır: İş yapmayan, hareket etmeyen rahatsızlanır,
sağlık sorunları ortaya çıkar. İş yapan, hareket eden sağlığını ve düzenini korur.
(Özturan, 2009a: 214)
Dut gurusu ile avrat sevilmez: Ucuz hediyelerle avrada yaranılmaz. Maraşlı dut
kurusunu hafife alır. (Alparslan-Özturan, 2010: 248; Deniz, 2015: 32; Özturan, 2009a:
224; Özturan, 2014: 248)
Duttuğu iş değil, eli boş değil: Hiç boş değil ama ürettiği bir şey yok. Çalışıyor,
ama üretken değil. Devamlı çalıştığı halde bir üretim yapamıyor. (Dalkıran, 2005: 56;
Özturan, 2009a: 214; Özturan, 2014: 111)
Dutulan sakal yolunur: Sakalını kaptırma, sözünü dinlet. (Çınkır, 2016: 1044;
Şen, 2006: 111)
Duvarı nem, insanı gam öldürür: Nem yapılara zarar verir. İnsanı da dert,
düşünce, tasa yer bitirir. (Dalkıran, 2005: 49)
Duvarın öte yüzü gurbettir: Gurbet, biz sevdiklerimizden ayıran yerdir. Duvarın
öbür tarafına geçen dostlarımız da bizden ayrıldığı için duvarın öbür yüzü, arkası gurbet
sayılmıştır. (Özalp, 2008: 429)
288
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Duz ekmek hakkını bilmeyen kör olur: İyilik görülen bir yere saygısızlık ve
hainlik edenin cezasını Allah verir. (ATKVE, 2011: 138)
Düğün aşıyla dost gönüllenmez: Başkasının kesesinden ikram yapılmaz. (KA,
2017a: 389)
Düğün aşıyla it tavlanmaz: Beleş yapılan iş, fayda getirmez. Bkz: “Düğün aşıyla
dost gönüllenmez” (Şirikçi, 2006: 229)
Düğün iki kişiye, gaygısı/tasası/derdi deli gomşuya: Akılsız insan, kendisiyle hiç
ilgisi olmayan şeyleri bile dert eder. (Dalkıran, 2005: 46; KA, 2017a: 389; Özturan,
2014: 112; Şen, 2006: 103)
Düğünde Gara Fatma'yı kim tanır: Küçük bir yerde, küçük bir toplumda meşhur
olan bir kimse, büyük toplumlara, kalabalık yerlere girdiğinde kaybolur, kendisini
kimse tanımaz. (Özalp, 2008: 386)
Düğüne gelen/giden oynar, ölüye giden ağlar: Kişioğlu duruma ve şartlara göre
tavrını değiştirir. (Ateş, 2010: 82; Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 131)
Düğünsüz ev olur, ölümsüz ev olmaz: Ölüm muhakkaktır. Her insan bir gün
ölecektir. Dolayısıyla oturulan her evden ölü çıkar, ama her evde düğün olmayabilir.
(Şirikçi, 2007: 84)
Dünya bir, işi bin: Dünya bir tane, ama bin bir çeşit hali ve işi vardır. Dünya
üzerinde yaşayan insanın başına da bin bir çeşit hal ve iş gelir. (Özalp, 2008: 386-387)
Dünya bol olmuş neyime, ayakkabım dar olduktan sonra: Ayakkabın darsa,
ayağını sıkıp kavuruyorsa dünyanın bolluğu bir işe yaramaz. Dar ayakkabı, dünyayı
insanın başına dar eder. Bunun gibi, darlık ve yoksulluk içindeki bir adanı zengin bir
toplumda yaşasa da bir şey değişmez. (Özalp, 2008: 387)
Dünya Sultan Süleyman'a bile galmamış: Ne kadar büyük olursan ol, elbet bu
dünyadan göçüp gideceksin. (Özturan, 2009a: 214)
Dünyada ne ucuz, elin çocuğu ele ucuz: Dünyada en kolay şey, elin çocuğuna
emir vermek, onu dövmek. (Özturan, 2014: 115)
Dünyanın malı dünyada galır: Öteki dünyaya malını, mülkünü, paranı
götüremezsin. Hepsi bu dünyada kalır. (Erşahin, 2011a: 68)
Dünyaya az meylet ki hür yaşayasın: Hırslı olma, dünyalık işlerle fazla meşgul
olma ki rahat olasın. (Şen, 2006: 103)
Dünyaya gelen eşşek, anırmadan gitmez: İnsan kötü laf konuşmadan ölmez.
(Özturan, 2009a: 214; Şirikçi, 2006: 135;Faruk Zülkadiroğlu; İsmail Orhan)
Düş olmayınca iş olmaz: Bir şeyi çok arzu etmezsen amacına ulaşamazsın.
(Dalkıran, 2005: 51)
Düş uykudan sonra olur: Bir iş gerçekleşmeden ayrıntıları ortaya çıkmaz.
(Çınkır, 2016: 357)
Düşenin dostu olmaz: Varlıklı ile herkes ilgilenir, beraber olur. Varlığını
kaybedersen kimse senin yanında olmaz. (Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 103)
Düşman, adama hayır soluk solumaz: Düşman, insana iyi söz söylemez, iyi yol
göstermez, iyi nasihat vermez. Bütün çabası yanıltmak, şaşırtmak ve kötü duruma
düşürmek içindir. (Özalp, 2008: 386)
Düşmanın garıncaysa da hor görme: Uyanık ol, düşmanın büyüğü, küçüğü
olmaz. Gafil bir anını yakaladı mı seni mahveder. (Okumuş, 2006: 153; Özalp, 2008:
386)
Düşmez galkmaz bir Allah: İnsanların hayatı istikrarlı değildir, zikzaklıdır.
Bazen iyi, bazen kötü duruma düşer. Bir iner, bir çıkar. İstikrarlı olan, inmeyen,
çıkmayan, düşüp kalkmayan ancak Allah'tır. (Okumuş, 2006: 153; Özalp, 2008: 387;
Özturan, 2009a: 214)
Düşmüş ağaca balta vuran çok olur: Bkz: “Düşenin dostu olmaz” (Polat, 2016:
17)
Düşte gör, hayalde gör, [düşte gör], hele bir de düş de gör: Bir şeyi hayal
edebilirsin, ama işin gerçek yüzünü işle karşı karşıya kaldığında görebilirsin. (Özturan,
2009a: 214; Şen, 2006: 103)
Düven/gem süren öküzün ağzı bağlanmaz: Harmanda gem/düven çeken öküzler
harmanda ne varsa -arpa, buğday- yiyip karınlarını doyururlar. Yemelerine engel olmak
için ağızları bağlanmaz. Yanınızda çalıştırdığınız insanların da hakkını, emeğinin
289
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

karşılığını vermeniz gerekir. Vermezseniz aç bırakmış, ağzını bağlamış olursunuz.


(Göçer, 2007: 96; Özalp, 2008: 398)
Ecel geldi cihana, baş ağrısı bahane: Sebepsiz ölüm olmaz. Her ölüme bir sebep
vardır. Baş ağrısı da sebeplerden biridir. (Okumuş, 2006: 153; Özalp, 2008: 365;
Özturan, 2009a: 214)
Eceli gelen eşşek, gurdun ayağına anırarak gider: İşi iyi gitmeyen, batacak
duruma gelen kimse tehlikeye, batmaya bile bile gider. (Özalp, 2008: 181)
Eceli/ölümü gelen it, cami duvarına/mescide işer/siyer: Şaşıran, ne yapacağını
bilemeyen, kendi felaketine davetiye çıkaran insanlar halkın kutsal kabul ettiği
kurumlara, fikirlere ve şahıslara saldırmaya başlar. (Gökçebey, 1999: 81; Kozan, 2007:
218; Okumuş, 2006: 153; Okumuş, 2006: 159; Özalp, 2008: 366; Özturan, 2009a: 214;
Şirikçi, 2006: 229)
Edebi edepsizden öğren: Bkz: “Ahlakı ahlaksızdan öğren” (Okumuş, 2006: 153)
Eden bulur, [inleyen ölür]: Başkalarına kötülük eden karşılığını ya kötülük ettiği
kimselerden ya da Allah'tan bulur. Çok şikayetçi olan kimse de sonunda şikayet ettiği
şeye yakalanır. (Göçer, 2007: 173; Göçer, 2010: 37; Kozan, 2007: 218; Körük, 2005:
30; Özalp, 2008: 388; Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 104; Şirikçi, 2006: 187)
Eğil eğil/yat yat galk, gabul eden Hak: Sen namazını kıl, kabul edecek olan
Allah’tır. (Özturan, 2014: 115; Özturan, 2014: 259)
Eğreti ata binen çabuk iner: Geçici olarak başkasının malını ve yetkisini
kullanan kimse, çok geçmeden bu mal ve yetkiyi asıl sahibine bırakmak zorunda kalır.
(Şirikçi, 2007: 88)
Eğri ağaca yayım, her gördüğüne dayım deme: İşine gelen her şeye sahip çıkma.
(Şen, 2006: 103)
Eken biçer, [gonan göçer]: Toprağa tohum eken ürün alır. İnsanlara iyilik eden
iyilik bulur, kötülük eden de kötülük. Dünyaya gelen gider, bir yere emaneten oturan da
sonunda göçüp gider. (Göçer, 2004: 182; Okumuş, 2006: 153; Özalp, 2008: 388;
Şirikçi, 2007: 82)
Ekici ol, bilici/biçici olma: Tohumu tarlaya ek, ama sonucunu bilmeye kalkma.
Çünkü sonuç gaiptir ve Allah'a aittir. Gaybı ise sadece Allah bilir. Sakın gaybı taşlama.
(Erşahin, 2011a: 68; Özalp, 2008: 388)
Ekinler bağ vermeden kör buzağı topallamaz: Bazı işler vakti zamanı gelmeden
olmaz (Polat, 2016: 17)
Ekmeği ekmekçiye ver, bir ekmek de üste ver: İşi; işin ustasına, iyi yapana ver,
ücretinin üstüne de bir ücret daha ver. (Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995: 26; Özalp,
2008: 388; Özturan, 2014: 116)
Ekmeği gatığa denk eden bir vakit aç galmaz: İşlerini tertip ve düzen içinde
yapan dert, sıkıntı çekmez. (Özturan, 2009a: 214)
Ekmeği yalnız yiyen kendiri dişinen çeker: Güzel şeyleri yalnız yapan zorluklara
da yalnız katlanır. (Özturan, 2009a: 214)
Ekmeğin sesi berk gider gelir: Yapılan ikram çabuk duyulur, her yerde anlatılır.
(Özturan, 2014: 117)
Ekmeksiz aş, sevdasız baş olmaz: Ekmek olmadan karın tam anlamıyla doymaz.
Her gönülder de bir sevda yatar. (Şen, 2006: 104)
El adamıynan eyi geçinmek istiyorsan gulağını sağır et, başını ağır et: İş
yaptırdığın adamlarla iyi geçinmek, işlerin iyi ve temiz yapılmasını istiyorsan bazı
şeyleri görme, duyma. Çevrendeki, toplumdaki insanlar için de geçerli olan bir kuraldır
bu. (Özalp, 2008: 388)
El ağzına bakan avradını/garısını tez boşar: Başkasının yönlendirmelerine boyun
eğen, onların sözünü dinleyen kimse, zarara uğrar. (Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006:
104)
El atına binen tez iner: Elin malını, eşyasını kullanan onu çabuk kaybeder.
(ATKVE, 2011: 135; Gökçebey, 1999: 81; Özalp, 2008: 388)
El benden sebep Allah’tan: Ben kendim işimi yaparım, Allah vesile olur. (Sultan
Kamalak)
El bize gurban olsun, biz de bize: Biz bize sahip çıkmalıyız. (Özturan, 2014:
117)
290
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

El el için ağlamış da gözünden bir damla yaş akmamış: Kimse başkasının


sorunlarıyla can-ı gönülden ilgilenmez. (Özturan, 2009a: 214)
El el üstünde olmuş da ev ev üstünde olmamış: Çoğu şey birlikte yapılabilir,
ama bir evde birden fazla aile yaşayamaz. (Özturan, 2014: 117)
El elden üstün, arşa çıkana gadar: İnsanların birbirinden üstün tarafları vardır.
Üstünlük bir kişiye mahsus olmayıp insanlar farklı üstünlüklere, becerilere sahiptir.
(Özalp, 2008: 388; Özturan, 2009a: 214)
El eli yur, el de [döner] yüzü yur: Sen başkalarına iyilik edersen, onlar da dönüp
karşılık olarak sana iyilik ederler. (Çınkır, 2016: 374; Dalkıran, 2005: 49; Özalp, 2008:
388; Özturan, 2009a: 214; Özturan, 2014: 117; Şen, 2006: 104)
El elin eşşeğini türkü çağıra çağıra arar: Birinin sıkıntılarına çare bulacak kişi,
üzülerek değil sevinerek bu işi yapar. (Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 104)
El elin eşşeğini zırtlatarak sürer: İnsan başkasının malını hor kullanır. (ATKVE,
2011: 135)
El elin ölçüsü, terazisi: Dışarıdan bakanlar insanı daha iyi ölçer. (Özturan,
2009a: 214; Özturan, 2014: 117)
El eliyle yılan tut, [onu da yalan tut]: Başkasının ağzıyla, yardımıyla iş yapma.
İşini kendin yap, sağlam yap. (ATKVE, 2011: 135; Çoğalan, 1982: 115; Dalkıran, 2005:
50; Özturan, 2009a: 214; Şirikçi, 2006: 14)
El gapısı adamı ırbığın bol/geniş yerinden girdirir, dar yerinden çıkarır: El kapısı
zordur. El, ele acımaz. Çalıştırırken canını çıkarır. (Özalp, 2008: 240; Özturan, 2009a:
214)
El gün şamataya/temaşaya doymaz: Elalem başkasının rezilliğini, bağırığını
seyretmeye doymaz. (Okumuş, 2006: 153; Özturan, 2014: 118; Sultan Kamalak)
El haya, vel iman: Hayalı olmak, imandandır. (Özturan, 2009a: 214)
El için ağlayan gözden, [yar için ağlayan dizden] olur: Başkasının dertleriyle
fazla meşgul olanın kendisi de zarar görür. (ATKVE, 2011: 135; Okumuş, 2006: 153)
El için guyu gazan, önce/evvela kendi düşer: Kötü niyetli, başkalarına kötülük
yapmak isteyen, tuzaklar kuran kimse, kötü düşüncelerinin ve hareketlerinin kurbanı
olur. (ATKVE, 2011: 135; Özalp, 2008: 389)
El için yanma nara, yak çubuğunu/çıranı keyfini/sefanı ara: Sakın el için,
başkaları için tehlikeye girme, kendini ateşe atma. Büyük felaketlere uğrasalar bile
yardım etme, keyfine bak. (Dalkıran, 2005: 50; Özalp, 2008: 389)
El ile gelen bozgun, düğün: Bkz: “Elden gelen düğün bayram” (Özalp, 2008:
242)
El ile ver, ayağın ile ara: İstenilen bir şeyi rahatça verirsin, ama geri almak için
çok zorlanırsın. (ATKVE, 2011: 135)
El mi yaman, bey mi yaman?: Güçlü bir insan bir toplumla karşı karşıya
geldiğinde toplum, o güçlü adamı ezip geçer, yok eder. Toplum ondan daha güçlüdür.
Toplumun karşısında bir kişinin hiçbir hükmü yoktur. (Özalp, 2008: 388; Özturan,
2009b: 274)
El mizan, göz terazi: Kimi alışverişlerde öyle anlar olur ki satılacak nesneler
ölçülmeden, tartılmadan göz kararı yapılarak verilir. Sürekli olarak aynı tartı işlemini
yaptığında ağırlık konusunda bir deneyim sahibi olursun. (Çınkır, 2016: 375; Özturan,
2014: 118)
El öpmeyle dudak aşınmaz: Birilerine saygıda, hürmette bulunmakla
küçülmezsin. Aksine daha kıymetli olurdun. (Şen, 2006: 104)
El şeyi ile gerdeğe girilmez: Tek kişinin yapabileceği iş, başkasının yardımıyla
yapılmaz. (Faruk Zülkadiroğlu)
El üstünde alacağın/hakkın olsun: Borçlu, dertli olmaktansa başkası sana borçlu
olsun. Başkası dertli olsun. (Özturan, 2009a: 214)
El üstündeki köynek eskimez: Ödünç verilen mallar, eşyalar ölmez, yitmez,
eskimez. Sahibine nasıl verdiyse öyle döner. (Özalp, 2008: 388)
El yahşi biz yaman, el buğday biz saman: İnsanlar birbirine muhtaçtır. Ancak
birlik olunduğunda bazı değerler ortaya çıkar. (Polat, 2016: 18)

291
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

El yarası onulur, dil yarası onulmaz: Elle açılan yaralar maddi, bedeni yaralardır.
Zamanla iyileşir. Ama dille açılan yaralar, manevi olup gönül yarasıdır. Gönül yarası ise
iyileşmez. (ATKVE, 2011: 135; Okumuş, 2006: 154; Özalp, 2008: 389)
El yardımın yoksa dil yardımın da mı yok?: İnsan insana her zaman muhtaçtır.
Dostluk ve arkadaşlık zor zamanlarda belli olur. Kişi eğer üstüne düşeni göstermiyorsa
bu şekilde yerilir. Burada el yardımı maddiyatı, dil yardımı ise teselliyi ve arkadaşının
yanında olmayı ifade eder. (Elife Akkurt)
El yumruğu görmeyen/yemeyen kendi yumrunu gantar/batman/demir sanır:
Başkalarının yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu çok ağır zanneder. Başkalarının
derdinden haberi olmayan kimse kendi basit derdini çok büyük sanır. (ATKVE, 2011:
135; Çınkır, 2016: 120-121; Özalp, 2008: 389; Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 104)
Elçiye zeval olmaz: Bir kimsenin sözünü başkasına tebliğ etmekle bir şey olmaz.
(Özturan, 2009a: 214)
Elde neler var neler, içli içli köfteler var: Ellerde çok şeyler vardır. Umulmadık,
görülmedik çeşit çeşit işler vardır. (Özalp, 2008: 241)
Eldeki yara, duvardaki govuk: Elin, başkasının derdi, sıkıntısı, başlarına gelen
her türlü kötülük bir başkası için hiç önemli değildir. Bundan dolayı herhangi bir acı
duymaz. (Dalkıran, 2005: 49; Özalp, 2008: 241)
Elden dilen, evden barın: Başkasından dilenerek al, evi doldur, evinde rahat
rahat ye. (Özturan, 2014: 118)
Elden galan elli sene galır: İşini zamanında yap, ertesi güne bırakma. Yarına
bırakırsan yeni bir iş daha çıkar, ikisi birleşince ağır gelir, daha ertesi güne ertelenir.
Böylece birike birike hiçbiri yapılamaz olur. (Özalp, 2008: 389)
Elden gelen düğün bayram: Toplum içinde yalnız bir kişinin sırtına yüklenen
sıkıntıya katlanması güçtür, ama herkese gelen sıkıntı hafifleşir. Çünkü herkes aynı
durumdadır. (Özturan, 2009a: 214; Özturan, 2014: 121; Mehmet Gün)
Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz/gelmez/olmaz: Elin getirdiği
yemek doyuracak kadar olmaz, öğün savmaz. Kaldı ki elden gelen hiçbir zaman
vaktinde de gelmez. (Dalkıran, 2005: 46; Gökçebey, 1999: 82; Kozan, 2007: 218;
Özalp, 2008: 389; Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 104; Şirikçi, 2006: 23; Şirikçi, 2007:
83)
Elden gelen öğün olmaz, olsa da karın doyurmaz: Bkz: “Elden gelen öğün
olmaz, o da vaktinde bulunmaz/gelmez” (Çoğalan, 1982: 115)
Ele şor heykat gerek: Elin insanı laf üretmeyi sever. (Özturan, 2014: 119)
Ele verir talkını, kendi yutar salkımı: Ele nasihat eder, herkesi iyiliğe, mertliğe,
doğruluğa çağırır, ama kendisi hep tersini yapar, her haltı yer. (Dalkıran, 2005: 50;
Okumuş, 2006: 154; Özalp, 2008: 389; Özturan, 2009a: 214)
Eli işli olanın ağzı aşlı olur: Çalışan, kazanan yemeye hak kazanır, her zaman da
yemeye bir şeyler bulur. (Özalp, 2008: 242)
Eli kirli adamın yüzü temiz galmaz: Davranışları kötü kimsenin niyeti de
kötüdür. (Akın, 2014: 39)
Eli kirli adamın yüzü temiz galmaz: Kişinin bir tarafına kir bulaşmış ise diğer
yerlerine de bulaşacaktır. Tıpkı bir yerdeki hastalığın başka yerlere sıçraması gibi. (ÖD,
29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Eli olmayanın dili olmaz: Bir işte maddi manevi yardımı olmayan insanın eleştiri
hakkı da yoktur. (Özturan, 2009a: 214)
Elin ağzı torba değil ki çekip/ağzını büzesin: Millet; insanların hakkında her
şeyi, işine geldiği gibi konuşur, engel olamazsın. (Dalkıran, 2005: 49; Göçer, 2004: 28;
Okumuş, 2006: 154; Özalp, 2008: 242; Özturan, 2014: 122)
Elin attığı daş ırak gider: Başkalarının yaptığı iş daha tesirli olur. (Göçer, 2007:
105)
Elin delisine doyulmaz, deli ocaktan gerek: Tanımadığın biriyle uğraşmak
zordur. Tanıdığın birilerinin huyunu bilip ona göre hareket edersin. (ATKVE, 2011:
135)
Elin gapısı açarsam pis kokar, açmazsam mis kokar: Dışarıdan bakıldığında bir
ev çok güzel görünür, ama içine girdiğinizde belki de ne sıkıntılar vardır. (Çınkır, 2016:
374; Özturan, 2014: 122)
292
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Elin gülü ele kokmaz: Sevgi görecelidir, insana göre değişir. (KA, 2017a: 389;
Özturan, 2009a: 214; Şirikçi, 2006: 77)
Elin iyisi olmaz, itin dayısı olmaz: Yabancı adamın huyunu bilmezsin, sana
zararı dokunur. Aşağılık insanın da ahbabı olmaz. (Dalkıran, 2005: 51)
Elin oğlu yumurtaya gulp takar: Kişioğlu, en umulmadık bir şeye bile bahane
bulur, iftira atar. (Şirikçi, 2007: 83)
Elin tavuğu ele gaz, elin gelini ele gız görünür: İşin içinde olmayan, sadece
dışarıdan bakmakla her şeyi olduğundan daha büyük, daha güzel görür, ama işin aslı hiç
de öyle değil. (Göçer, 2010: 136)
Elin vergisi, gönlün/canın sevgisi/vergisi: İyilik, yardım edersen sevilirsin.
(Dalkıran, 2005: 49; Özalp, 2008: 242; Özturan, 2009a: 214; Özturan, 2014: 122)
Elin/ellerin nesine gerek: Herkesin sıkıntısı, tasası yok. Bizimle mi uğraşacaklar.
(Uzun vd., 2012b: 307)
Elini her deliğe sokma ya yılan çıkar ya akrep/çıyan: Her işe burnunu sokma,
sana zararı dokunur. (Çoğalan, 1982: 114; Kuyumcu, 1995: 24; MİY, 1967: 194;
Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
Elinin hamuru ile erkek işine garışma: Yapamayacağın işlerle uğraşma.
(Gökhan-Koç, 2009: 312)
Ellerin gapısı, demirden yapısı: El evine gelin olmak zor. (Özturan, 2014: 123)
Elma tane tane, dut avuç avuç: Elma tane tane yenmeli, dut avuç avuç. (Arif
Bilgin)
Eloğlu avradı sağlıklı sever: İşler olumlu ise iyi olur. (Özturan, 2009a: 214)
Eloğlu üçte: Bir becerebilmek için üç defa teşebbüs edebilmek gerek. (Özturan,
2014: 123)
Emanet ata binen tez iner: Başkasının malını, eşyasını kullanan kısa zamanda
bunlardan mahrum kalır. Çünkü malın ve eşyanın sahibi gelip elinden alır. (Dalkıran,
2005: 48; Özalp, 2008: 370)
Emanet ata binen ya düğünde iner ya bayramda: Emanet mala güvenerek iş
yapmak doğru değildir. (KA, 2017a: 389)
Emanet atın/hayvanın/eşşeğin pandılı/yuları yokuşta gırılır: Üzerine çok
titrenilen bir şey, hiç umulmadık zamanda hasara uğrar. (Çoğalan, 1982: 115; Dalkıran,
2005: 51; Özturan, 2009a: 209; Şen, 2006: 104; Faruk Zülkadiroğlu)
Emanete hıyanat olmaz: Bize korumamız için teslim edilen bir şeyi korumamak,
üzerine titrememek göreneklerimize uymaz. (Körük, 2005: 30; Özturan, 2009a: 209)
Emanetin ganadı gırık olur: Bir kimseye koruma için teslim edilen şeyin genelde
iyice korunmadığı âşikardır. (Arslan, 2011: 346)
Emanetin golanı gevşek olur: Emanetin başına her an her iş gelebilir. Dikkatli
olmak gerek. (Elife Akkurt)
Emanetin gulağı gözünün önünde gerek: Emanete sahip çıkmak önemli bir iştir.
Bunun için emaneti göz önünde bulundurmak lazımdır. (Halil Gök)
Emanetin ya gözü ya gulağı: Emanet olarak bırakılan bir şey, büyük de olsa
küçük de olsa ziyana uğrar. (Gökçebey, 1999: 82)
Emek edenin elleri nasırlı olur: Çalışan insan yıpranır. Vücudunda izler kalır.
(ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Emelsiz alim, semersiz eşşek gibidir: Hiçbir planı, programı, gelecek kaygısı
olmayan insan, semeri olmadan işe yaramayan eşeğe benzer. (Şen, 2006: 104)
Emir, demiri keser: İtaat ederek buyruğu yerine getirmek gerekir. (Göçer, 2004:
33; Göçer, 2010: 30)
Emmim dayım, hepsinden aldım payım: Emmimden, dayımdan, diğer
yakınlarımdan bir fayda görmedim aksine zarar gördüm. (Özalp, 2008: 243)
En güvendiğin baban, o da ananı öper: Hayatta hiç kimseye gereğinden fazla
güvenmeyeceksin. Az da olsa çok da olsa sana ziyanı olur. (Faruk Zülkadiroğlu)
En kötüsü saz bellemek/çalmak, onu da belle duvar govuğuna sok: En kötüsü de
olsa sanat iyi bir şeydir, öğrenmek lazım. (Alparslan-Özturan, 2010: 249; Özturan,
2014: 130; Faruk Zülkadiroğlu)
En sonra davulcular duyar: Düğünden en son davulcuların haberi olur. Düğünün
hazırlığının sonunda davulcular görev alır. (Özturan, 2014: 130)
293
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Endeze olmasa el işlemez: Alet olmasa el bir iş yapamaz. İşçi, amele olmadan da
usta bir iş göremez. Bkz: “Alet/endeze işler, el öğünür” (Özalp, 2008: 243-244)
Enik it, ürmeye hevesli: Küçükler, büyüklerini taklit etmeye, onlar gibi
davranmaya çalışır. Küçük olan, büyüğü nasılsa onun gibi olmaya çalışır. (Çınkır, 2016:
389)
Er dediğinin yüzü gölgeli olmalı: İş ciddi olmalıdır, özünü dışarıya belli etme.
(Okumuş, 2006: 154)
Er ekmeği meydan ekmeği, gardaş ekmeği gan ekmeği: Kardeşler, genellikle
birbiriyle anlaşamaz. Araları çoğunlukla diğer insanlara göre kötü olur. Yiğidin her şeyi
meydandadır. Kardeşler için durum tam tersi. (Dalkıran, 2005: 46)
Er gocar, gönül gocamaz: İnsan cismen yaşlanır ancak kalbi, gönlü hep taze
kalır. (Şen, 2006: 104)
Er olan ekmeğini daştan çıkarır: İşini bilen, her şartlarda geçinmesini, hayatını
sürdürmesini bilir. (Özturan, 2009a: 214)
Er sözü, el sözüne benzemez: Bir söz verdin mi arkasında duracaksın ki erkek
olduğun belli olsun. Başkaları gibi önce söylediklerini sonradan inkar etmeyeceksin.
(Okumuş, 2006: 154)
Er/erken galkan/giden yol alır, er/erken evlenen döl alır: Erken kalkan, erken
davranan başkalarının önünde olur. İşlerini vaktinde yapar, yoluna kor. Allah'ın izniyle
işleri iyi gider. Erken evlenenin de erkenden çocukları olur. Gençken, güçlüyken onları
yetiştirir ve adanı olmalarına vesile olur. (Alparslan-Özturan, 2010: 71; Dalkıran, 2005:
45; Kozan, 2007: 218; Körük, 2005: 30; Kuyumcu, 1995: 24; Okumuş, 2006: 154;
Özalp, 2008: 389; Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 104)
Er/oğlan dayıya, gız bibiye çeker/benzer: Kız çocuklarının halaya, erkek
çocukların da dayıya çeker. (ATKVE, 2011: 135; Ertekin, 1997: 81; Özalp, 2008: 389;
Özturan, 2009a: 214; Şen, 2006: 109)
Ergen gözüyle gız, gece gözüyle bez aranmaz/varıla bezi alma: İnsan hiçbir şeyi
incelemeden, araştırmadan yapmamalıdır. Sonra pişman olur. (ATKVE, 2011: 135;
Çınkır, 2016: 392; Dalkıran, 2005: 46)
Ergene var ergene, gaygısız gir yorgana: Bekâra var, yorgana yalnız gir. Öbür
kadına gitti kaygısı taşıma. (Çınkır, 2016: 392; Özturan, 2014: 124)
Eri olmayanın feri olmaz: Yardımda bulunmayanın etkisi olmaz. (Dalkıran,
2005: 46; Özturan, 2009a: 214)
Erim er/evde olsun, evim/yerim çalı dibinde olsun: Önemli olan erkeğimin
olması, ev sonra gelir. Erim evimde olsun, evim basit de olsa önemsemem. (Çınkır,
2016: 393; Okumuş, 2006: 154; Özturan, 2014: 124)
Erim iyi diyenle ediğim sarı diyen utanmış: Edik, ayakkabı zamanla rengini
kaybeder. Erim iyi diyen de gün gelir iyi dediği adamdan şikayetçi olur. (Özturan,
2009a: 214)
Erim/gişim Eşe derse, alem paşa der: Kocam beni sever, tutarsa herkes de
hatırımı sayar, bana itibar eder. (Özalp, 2008: 244; Özturan, 2009a: 217; Özturan, 2014:
151)
Erinenin oğlu gızı/uşağı olmamış: Tembel işçi, tembel sanatkar, tembel çiftçi,
ortaya hiçbir eser koyamaz. Çünkü çalışacak, üretecek gücü hiçbir zaman bulamaz.
Hiçbir iş yapamaz, hiçbir yere varamaz ve hiçbir başarı sağlayamaz. (Dalkıran, 2005:
44; Özalp, 2008: 244; Özalp, 2008: 431; Sultan Kamalak)
Erkek adamın erkek çocuğu/dölü/oğlu/damadı olur: Toplumumuzda erkeklik
ölçütlerinden biri de erkek evlada sahip olmaktır. (Bilgin, 2007a: 129; Bilgin, 2007c:
152; Kozan, 2007: 261; Özturan, 2014: 124)
Erkek aslan dişisinden guvvet alır: Adam, karısının desteği ile büyük iş yapar.
(ATKVE, 2011: 135)
Erkek eşşeğin sıpası olmaz: Babalar çocuklarını yanlarında taşıyamazlar. Bu
analara ait bir iştir. Çocuklar daha ziyade anneleriyle anlaşır, birlikte hareket eder,
babayı devreden çıkarırlar. (Özalp, 2008: 244)
Erkek kedi gibi hem s..ip hem bağırma: Hem işin sefasını sürüp hem de ortalığı
karıştırma. (Faruk Zülkadiroğlu)

294
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Erkek oğlaktan teke seçmişler, önce anasına çıkmış: Aklı olmayan insan düzgün
iş yapamaz. (ATKVE, 2011: 135)
Erkek sel, avrat göl: Erkek dışarılıktır, dışarıda kazanır ve eve sel gibi akıtır. Eve
giren kazancı korumak, iktisat yapmak, erkeğin kazancının çarçur edilmesini önlemekse
kadının işidir. (Çoğalan, 1982: 115; KATEDEG, 2012: 77; Okumuş, 2006: 156; Özalp,
2008: 389; Özturan, 2014: 125)
Erkek söyler, gadın dinler ev düzgünlüğü; gadın söyler, erkek dinler ev
bozgunluğu: Kadınlar, kocalarına itaat etmelidir. Bunun tam tersi olduğunda aile bir
yıkıma uğrayabilir. (Akın, 2014: 39; Gökçebey, 1999: 83; Horasan, 1992: 208;
KATEDEG, 2012: 44)
Erkekte güzellik, veresiyede pazarlık aranmaz: Bazı durumlarda şart aranmaz.
Tıpkı erkekte güzelliğin, veresiyede pazarlığın aranmadığı gibi. (Mehmet Kamalak-3)
Erken galkan padişahın avradına söver: İnsanoğlu her beğenmediği iş için
devlete söver. (Özturan, 2014: 125)
Erken öten horuzun başını keserler: İşleri vakti gelmeden, olgunlaşmadan
yapmaya kalkışan perişan olur, sıkıntılara düşer. Her işin vakti olduğunu, vakitsiz gül
açmayacağını bilmek gerekir. (Özalp, 2008: 389; Özturan, 2009a: 214)
Eski dost düşman olmaz: Eski dostlar yıllar içinde kazanılmıştır. Arada küçük
dargınlıklar olsa da asla eski dostluk bozulmaz. (Dalkıran, 2005: 49; Kozan, 2007: 218;
Körük, 2005: 30)
Eski gaçmış, inne iplik geri getirmiş: Yeniler eskir ve sökülür, yırtılır. Yırtılan
elbiseler de atılır. Eskiden kimse eskisini atmazdı. Kadınlar eskiyen, yırtılan elbiseleri
yamayarak giyilir hale getirirlerdi. O zamanlar sık sık yeni elbise alınamazdı. Bu
yüzden de yama yapmak çok önemliydi. (Özalp, 2008: 389-390)
Eski pamuktan bez olmaz, kötü demirden gılıç olmaz: Kalitesiz malzemeden
gayet güzel bir ürün ortaya çıkmaz. (Özturan, 2009a: 214)
Eski tavuk kişe kişe, ecer tavuk pine pine: Yaşlanmış, işe yaramaz olmuş dışarı;
genç, güzel, işe yarar olan içeri. (Çınkır, 2016: 396; Özturan, 2014: 125)
Eskisi olmayanın yenisi/acarı olmaz: İşte, güçte, günlük hayatın büyük bir
bölümünde eski ama yırtık pırtık olmayan elbiseler giyilir. Böylece yeniler korunur,
özel günlerde, düğünde, bayramda giyilir. Devamlı ve her yere yeniler giydirse yeniliği
kalmaz. (ATKVE, 2011: 135; Çınkır, 2016: 15; Özalp, 2008: 390; Özturan, 2009a: 214)
Eskiye rağbet/itibar olsa, bitpazarına nur yağar: Herkes yeni ister, eskiyi kimse
beğenmez. Eskiye istek olsa eskiciler zengin olurdu. (ATKVE, 2011: 135; Özalp, 2008:
390)
Eskiyi beğenmeyen yeniyi bulamaz: Bkz: “Eskisi olmayanın yenisi/acarı olmaz”
(Körük, 2005: 30)
Esnafın avradı guşluğa gadar aç galır: Esnaf genelde güneş doğmadan kalkar,
işinin başına gider. Sabah müşterileri dağıldıktan sonra kahvaltısını yapar. Esnafın
karısı da kocasıyla beraber yemek yediği için o da neredeyse öğle yarısına kadar aç
kalır. (Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006: 104)
Eşli eşine bakar, yalnız işine bakar: Eşli olan birbirine bakar. Yalnız insan
sadece işiyle ilgilenir. (Özturan, 2009a: 214)
Eşşeğe binmek bir ayıp, inmek iki ayıp: Başaramayacağın, gücünün yetmeyeceği
bir işe bile bile başlamak bir ayıp, bırakmak iki ayıptır. (Özalp, 2008: 390)
Eşşeğe gücü yetmeyen kürtününü döver: Kızdığı kimse güçlü olup da ona bir
şey yapamayan, onun adamlarını, emri altındaki kişileri hırpalar. (Özalp, 2008: 245)
Eşşeğe iş, dön ardına düş: Kafası çalışmayana buyruk verdiğinde uzaktan uzağa
takip etmen gerek. (Çınkır, 2016: 400; Özturan, 2014: 125)
Eşşeğe naz et demişler, zartadan o…muş; deveye gerdan gır demişler, otuz iki
düven yıkmış: Bazı insanların eğitimi zayıf olur. Laf verirken hatalar yapar, pot kırar.
(Özturan, 2009a: 215)
Eşşeği ahıra çekmekle at olmaz: Kalitesiz adama emek vermekle düzgün olmaz.
(ATKVE, 2011: 135)
Eşşeği olmayanın oturacak çulpazı olmaz: Kazanç sağlayacağı bir şeyi olmayan
insanın malı da olmaz. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)

295
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Eşşeği süren o…uğuna gatlanır: Hayatın nimetlerinden faydalanan, faydalanmak


isteyen, getireceği zorluklara da razı olur. (Okumuş, 2006: 154; Özalp, 2008: 390;
Özturan, 2009a: 214)
Eşşeği yoldan çıkarır sıpanın oynaması: Çocuklarınıza dikkat edin, onları iyi
yetiştirin. Eğer onlar kötü yetişerek büyürlerse sizi de yoldan çıkarırlar. Yaratılıştan
gelen çok güçlü bir duygudur, çocuk sevgisi. Bu sevgi dolayısıyla ana-baba, çocuğu için
her fedakarlığa katlanır. (Özalp, 2008: 390)
Eşşeği zayıf olanın yükü ağır olur: Sıkıntılarla mücadele edecek kudreti olmayan
kimseye, sıkıntılar ağır gelir. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Eşşeği zorunan oduna salan da ne gadar odun getirir?: Gönülsüz iş yapan sağlıklı
sonuç elde edemez. (Özturan, 2009a: 214)
Eşşeğin gazancı at için: Saf kazanır, akıllı yer. (Okumuş, 2006: 154)
Eşşeğin guyruğunu [el içinde] kesme, kimi uzun der kimi gısa: Toplumda fazla
öne çıkarak iş yaparsan, herkes yerli yersiz eleştirir. İşlerini herkesin önünde yaparsan,
her şeyini ortalığa dökersen her çeşit söze, tenkide katlanmak zorunda kalırsın.
(ATKVE, 2011: 136; Özalp, 2008: 390; Özturan, 2014: 126)
Eşşeğin semeri eşşeğe yük olmaz: Kişiye kendisinin ve yakınlarının işini görmek
ağır gelmez. (Özturan, 2009a: 215)
Eşşeğin yıkıldığı yere han yapılmaz: Dinlenme yeri tembel kişiye göre değil, işin
gereğine göre yapılır. (Özturan, 2009a: 215)
Eşşeğin yoksa enişten de mi yok?: İşlerini yapmanda yardımcı olması için eşeğin
yoksa eniştenden yardım al. (Özturan, 2014: 126;Şirikçi, 2006: 62)
Eşşeğin/itin hatırı yoksa sahibinin de mi yok?: Sevilmeyen, değeri olmayan,
sözü geçmeyen birine, hatırlı bir yakınından dolayı kötü davranmamak gerek. (Karalar,
1998: 28; Kuyumcu, 1995: 32; Özturan, 2014: 191)
Eşşeğini dövemeyen kürtününü döver: Bkz: “Eşşeğe gücü yetmeyen kürtününü
döver” (Okumuş, 2006: 154; Özturan, 2009a: 214)
Eşşeğini övmeyen çerçi olmaz: Herkes kendi yaptığı işi veya sahibi olduğu
nesneyi över. (KA, 2017a: 389; Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 215; Şen, 2006:
104)
Eşşeğini sağlam gazığa bağla, gomşunu hırsız etme: İşini sağlam tut, tedbirli ol,
kimseyi hırsızlıkla suçlama. (Özturan, 2014: 126)
Eşşek bile çamura bir defa/kere çöker: İnsanların dikkatli olması, bir kere
düştüğü yere bir daha düşmemesi gerekir. Aksi halde eşekten bile akılsız duruma düşer.
Nitekim Peygamber Efendimiz "Müslüman bir delikten iki defa sokulmaz"
buyurmuşlardır. (Dalkıran, 2005: 51; Gökçebey, 1999: 81; Kuyumcu, 1995: 26; Özalp,
2008: 390; Özturan, 2009a: 215)
Eşşek bilmediği otu yerse ya başı ya dişi ağrır: Üzerinde bilgi sahibi olunmayan
iş, şöyle ya da böyle kişiyi zarara uğratır. (ATKVE, 2011: 135)
Eşşek büyümeyinen kervanbaşı mı olur?: İnsanlar ne kadar irileşirse irileşsin, ne
kadar büyürlerse büyüsünler akılları yoksa hiçbir işe yaramazlar. İnsanları
değerlendiren, Allah'ın verdiği akıl ve iradedir. Şartı ise bu aklı ve iradeyi iyi yolda
kullanmaktır. (Özalp, 2008: 390)
Eşşek çamura çökerse sahibinden yiğidi/gayretlisi olmaz: İşler sarpa sarar, kötü
duruma düşerse herkesten önce sahibi harekete geçer. Yükün ağırlığını, en büyük
zorlukları sahibi çeker. Nimet külfet dengesi. (Akın, 2014: 40; Çoğalan, 1982: 114;
Dalkıran, 2005: 51; Gökçebey, 1999: 83; Kozan, 2007: 218; Körük, 2005: 31; MİY,
1967: 194; Okumuş, 2006: 154; Özalp, 2008: 390; Özturan, 2009a: 215; Şen, 2006:
104; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
Eşşek çamura çökerse yol gösteren çok olur: İşler tersine giderse akıl veren çok
olur, ama kişinin işlerini kişiden daha gayretli yapan olmaz. (Okumuş, 2006: 154)
Eşşek gocamakla tavla başı olmaz: Bkz: “Eşşek büyümeyinen kervanbaşı mı
olur?” (Şirikçi, 2007: 82)
Eşşek hoşaftan ne anlar, suyunu içer tortu galır/tenesini gor: İşi bilmeyen, işten
anlamayan kimse bir şey yaparken faydalı şeklini değil, faydasız şeklini yapar. Bir şey
alırken en faydalısını değil, daha az faydalısını alır. (Okumuş, 2006: 154; Özalp, 2008:
245-246; Özturan, 2009a: 215)
296
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Eşşek odun sattırır, deve ününü sattırır: Deveye de eşeğe de vurulan yük aynıdır,
ama deve büyük olduğundan odunu az sanılır, eşek küçük olduğundan odunu çok
sanılır. Devenin ünü olmasına rağmen eşeğin yükü kolay satılır. (Çınkır, 2016: 400;
Özturan, 2014: 126)
Eşşek ölür, semeri galır; insan ölür, eseri galır: Herkes ölümlüdür fakat geriye
ilgi, alaka ve özelliğine göre izleri kalır.Bkz: “At ölür, nalı galır; yiğit/adam ölür, namı
galır” (Özturan, 2009a: 215)
Eşşek tokanağa birken uğrar: Kişi, bir kez tuzağa düşer. (Çınkır, 2016: 1030)
Et borca olur da ciğer borca olmaz: Kasaptan birkaç kilo et veresiye alınabilir,
ama ciğer çabuk bozulduğundan veresiye almak, yanlış olur. Ticarette de durum böyle.
Büyük şeyler borca alınabilir ama küçük şeylerin pek veresiyesi olmaz. (Kuyumcu,
1995: 25)
Et ganlı, yiğit canlı gerek: Etin ateşte yanmaya yakın derecede pişirilmesi iyi
değildir, yarayışlı olan hafifçe pişenidir. Yiğidin de tabii ki canlı kanlı, güçlü kuvvetli
olması gerekir. (Çınkır, 2016: 400; Özalp, 2008: 390; Özturan, 2009a: 215; Şen, 2006:
104)
Et girmeyen eve dert girer: Proteinin önemi. (Özturan, 2009a: 215)
Et yiyenin eti yenilmez: Yırtıcı hayvanların eti yenilmez. (Faruk Zülkadiroğlu)
Eteğini açanın dostluğu olmaz: Ahlaksızlık yapanın dürüst arkadaşlığı olmaz.
(Özturan, 2014: 127)
Eti ne ki budu ne ola?: İnsanın yapamayacağı, üstesinden gelemeyeceği işlerle
uğraşması durumunda söylenir. (Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995: 25)
Etinen dırnak birbirinden vazgeçmez: Birbiriyle yakın ilişki içerisinde olan
insanlar arasında dargınlık olsa da asla birbirinden vazgeçmezler. (Özturan, 2009a: 215)
Etler içinde eya yiğitler içinde güva, [ille de ilk güva]: Eye eti lezzetli olur,
güvey de kıymetli olur. İlle de ilk güvey. (Alparslan-Özturan, 2010: 76; Dalkıran, 2005:
46; Kapanoğlu, 2009: 72; Özturan, 2014: 127; Şen, 2006: 104; ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Etme bir gün bulursun, itler gibi ulursun: Yanlış iş yapma, yaptığın hata bir gün
mutlaka karşına çıkar. Cezasını ise ağır bir şekilde ödersin. (KATEDEG, 2012: 43)
Ettin bir hayır, tut çenedini ayır: Madem bir hayır yaptın yarım olmasın, tam
yap. (Özturan, 2014: 127)
Ev alma, gomşu al: Komşuluk ilişkisi insanın huzuru, rahatı ve güveni için
oldukça önemlidir. Komşun kötüyse, güzel bir evde otursan bile rahatın kaçar.
(Alparslan-Özturan, 2010: 65; Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 215)
Ev danası/malı öküz olmaz: Evden yetişen insanların veya belli çevreden
kişilerin büyüdüğü, adam olduğu kabul edilmez, onlara hep küçük kalmış, büyümemiş
muamelesi yapılır. (ATKVE, 2011: 135; Özalp, 2008: 391; Özturan, 2009a: 215;
Şirikçi, 2006: 55)
Ev dururken mescit haram: Yardımlar önce en yakınlara yapılır. Ev; yakınları,
akrabaları temsil eder, mescid ise yakın ve akraba olmayanları. Zaten İslam'ın açık emri
de önce en yakınlara yardım edilmesi yolundadır. (Özalp, 2008: 391)
Ev ev üstünde olmaz: Aile içinde aile olmaz. (Dalkıran, 2005: 44)
Ev kenesi ya ömrü ya keseni bitirir: Kadın. (Özturan, 2014: 128)
Ev olsun da goz gabuğundan olsun: İnsanın başını sokacağı bir evi olsun da
isterse çürük olsun, değersiz olsun. (KA, 2017a: 389; Şen, 2006: 104)
Ev sahibinin gaşığına bakma, gaşına bak: Ev sahibinden maddi menfaat
bekleme, güler yüz bekle. (Çınkır, 2016: 402)
Ev yapanla evlenene/oğlan everene Allah yardım eder: Ev yapana ve evlenene
insanlar ilgi duyarlar ve yardım ederler. Aslında Allah yardımını, o insanları vasıta
kılarak yapmaktadır. Bunların ikisi de Allah'ın değer verdiği insan bayatı için elzem
olan şeylerdir. Evlenmek neslin türemesi için şart, ev ise insanların barınması, soğuktan,
sıcaktan korunması, mahremiyetin temini, her türlü saldırı ve tecavüzden emin olması
kısacası rahat ve huzurlu yaşayabilmesi için şarttır. (Kozan, 2007: 218; Özalp, 2008:
391)
Evceğizim evceğizim, saklar benim sırcağızım: Ev içinde olan meseleler, evde
kalır. (Dalkıran, 2005: 43; Özturan, 2009a: 215)
297
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Evde galmış gızın gaygısı emmisi oğluna düşer: Kız çocuğu evde kalmışsa bu
sorun yakın akraba üyelerinden biri ile giderilmeye çalışılır. (Alparslan-Özturan, 2010:
74; Dalkıran, 2005: 44; Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 154; Özturan, 2009a: 215)
Evdeki hesap çarşıyı dutmaz: Sen ne kadar hesaplama yaparsan yap, işler senin
dediğin gibi olmaz. (Özturan, 2009a: 215)
Evden yiyen çökmüş, elden yiyen bıkmış: Zahmet etmeden elde edilen şeyden
fayda gelmez. (Karalar, 1998: 28)
Eve avrat gerek, şehre bey: Bir evi çekip çeviren hanımdır. Bir beldeyi yöneten
ise önderdir. (Dalkıran, 2005: 43)
Eve gerekse mescide haramdır: bkz: “Ev dururken mescid haram” (Okumuş,
2006: 154)
Eve suvak, geline duvak [yakışır]: Evi sıva, badana, boya; gelini ise duvak
gösterir. (Dalkıran, 2005: 44; Özalp, 2008: 246)
Evecen/öven/üven it, gözsüz enik guzlar: İşlerinde acele eden, ölçüp biçmeden,
plansız programsız yapanlar başarılı olamazlar. İşleri noksan, hatalı, kusurlu yaparlar.
(Kaya-Kozan, 2003: 112; Özalp, 2008: 420; Özalp, 2008: 431; Özturan, 2009a: 215)
Evi ev eden avrat, [yurdu şen eden devlettir]: Evde kadın olmazsa otel gibi olur.
Ne tertip düzen, ne de canlılık olur. Çünkü çocuk yok, neşe yok, hayat yoktur. Kupkuru
dört duvar. Ancak kadının ve çocukların varlığı, kadının sıcaklığı, sevgisi, şefkati ve
sağladığı huzur ortamı bir yapıyı gerçek anlamıyla ev yapar. Ailenin vazgeçilmezinin
ikincisi olan erkeği de eve çeker ve bağlar. Aynı durum ülke için de geçerlidir. Devlet,
hükümet, lider olmadıktan sonra ülke bir anlam ifade etmez. (ATKVE, 2011: 135;
Özalp, 2008: 391)
Evi ev eden de avrat, evi dev eden de avrat: Bkz: “Evi ev eden avrat, [yurdu şen
eden devlettir]” (Dalkıran, 2005: 43)
Evin sözü evde galır: Evde edilen meseleler dışarıda anlatılmaz. Evin şahsi
meseleleri evde kalır. (Özturan, 2009a: 215)
Evinde yok bulgur aşı, kendi gezer bölükbaşı: Evinde zahire yok, kendi gezip
dolaşır. Sorumsuz aile reisi. (ATKVE, 2011: 135; Dalkıran, 2005: 47; Gökçebey, 1999:
82; Horasan, 1992: 207; MİY, 1967: 194; Özturan, 2009a: 215; Özturan, 2014: 128;
Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
[Evine göre bişir aşını], erine göre bağla başını: Evinin ihtiyaçlarını, eşyalarını
alırken aile fertlerinin sayısını, evin büyüklüğünü gözeterek al. Elbiselerini, süslerini de
kocanın yaşına ve diğer durumlarına göre ayarla. Yemek yaparken de ailenin bütçesine
göre hareket et. (Dalkıran, 2005: 45; Özalp, 2008: 391; Şen, 2006: 104)
Evine var evine, seni gören sevine, [seni görüp beğenmeyenin gaç evinden,
evine]: Bir yere gittiğinde seni gören sevinsin, muhabbet etsin. Senle muhatap
olmayanlardan uzak ol, onların olduğu yerlerde durma. (Dalkıran, 2005: 43; Özturan,
2009a: 215)
Evini alçak yere yapma sel alır, yüksek yere yapma yel alır: Bkz: “Alçak yerde
oturma sel alır, yüksek yerde oturma yel alır” (Dalkıran, 2005: 44)
Evini temiz tut, gafil misafir gelir; kendini temiz tut, gafil ölüm gelir: Her işte
her an hazırlıklı, tertipli ol. (Dalkıran, 2005: 44)
Evini yık, yüzünü ağart: Evini yıkmak pahasına da olsa evine gelenlere gereken
ikramları yap, onları memnun et. (Özalp, 2008: 246)
Evire devire g.. gerek bu değirmeni çevire: İşleri yapmak, ağırlığı kaldırmak,
yani zor işleri yapabilmek için yiğit, çalışan adam gerek. (Özalp, 2008: 246)
Evladı sen doğuriin de, gönlünü sen görmiin: Evladı doğurursun, büyütürsün,
yedirir içirirsin, ama gönlünü sen yapamazsın. (Özturan, 2009a: 215)
Evladın akıllı, malı ne edersin? Evladın deli, malı ne edersin?: Akıllı evladı olan
kaygısız olur, güvendiği bir varisi vardır. Deli evladı olan da kaygısız olur, zira onun
için malın mülkün bir önemi yoktur. (Göçer, 2010: 33)
Evladın var mı derdin var: Dertsiz insan olmaz. Evlatların da dertleri olur. Ana-
baba ise evlatlarının dertleriyle dertlenir. O yüzden, evladı olan insanlar, onlar sayısınca
dert sahibi olurlar. Ana-baba, ne kadar büyürlerse büyüsünler evlatlarını hep çocuk
sayarlar. Her ihtiyaçlarında, sıkıntılarında sorumlu olduklarını düşünürler ve aynı
sıkıntıları çekerler. (Özalp, 2008: 391; Özturan, 2014: 129)
298
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Evlat derdi g.. derdi: Evlat namus gibidir, atılmaz satılmaz vazgeçilmez.
(Özturan, 2014: 129)
Evlat yetir, aklını yitir: Ana baba, evladı meydana getirir, onların tüm
sıkıntılarını çekerler. (Çınkır, 2016: 403; Dalkıran, 2005: 44; Özturan, 2009a: 215;
Adem Pırnaz)
Evlenmesi bir alaca guş, geçinmesi bora ile guş: Evlenmek, işe başlamak kolay
olur, fakat önemli olan sonrasıdır. Gerçek sıkıntılar, dertler o zaman başlar. İşte bu
zamanlarda sabırlı olmak gerek. (Şen, 2006: 104)
Evlensene para yok, çalışsana g..ü gızıl: Evlenmek için para, eşya ve ev olmalı;
çalışmak için de tembel olmamalı. (Özalp, 2008: 246)
Evli evinde, köylü köyünde gerek: Evli, ev sahibi insan boş zamanlarını dışarıda
geçirmek yerine evinde, çoluğunun çocuğunun içinde geçirmelidir. Aslında herkes
kendi evinde mekânında rahat ve huzur bulur. Köylü de mekânı olan köyünde rahat
eder. (Okumuş, 2006: 154; Özalp, 2008: 391)
Evvel can, sonra canan: İnsan önce kendi canını ve çıkarını sonra sevdiğini
düşünür. (Özturan, 2009a: 215)
Evvel insan bön idi, giydiği aba don idi; şimdi insan gurnaz oldu, garnı ekmeğe
doymaz oldu: Önceleri lüks, şatafatlı bir hayat şartları yoktu. Kişioğlu idareli olmasını
biliyordu. Şimdi hiçbir şeyi beğenmiyor. Şükretmesini bilmez oldu. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Evvel nafaka, sonra fiyaka: Önce geçimini sağlayacaksın, sonra fiyakana para
harcayacaksın. (Özturan, 2014: 128)
Evvel yoldaş, sonra yol: Bir yere çıkmadan evvel yol arkadaşı bulmak lazım,
sonra yola çıkılır. (Polat, 2016: 20)
Evvelden/önceden/vaktinde gerekti tımar, öldü eşşek galdı semer: Terbiye
küçükken verilir. Zarar ziyandan sonra terbiye etmeye çalışmanın anlamı yok. (Çınkır,
2016: 1068; Dalkıran, 2005: 51; Gökçebey, 1999: 82; Horasan, 1992: 207; KATEDEG,
2012: 80; Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995: 24; Özturan, 2014: 129; Özturan, 2014:
253; Şen, 2006: 109; Hüseyin Korkmaz)
Fakir işini bilse fakir olmaz: İnsan aklını, kafasını kullanmalıdır, yoksa işleri
düzlüğe çıkaramaz. (Dalkıran, 2005: 47)
Fakirin aklı olsa çuha giyerdi: Ucuz kumaş çabuk eskir ve sık sık değiştirilir. Bu
da daha pahalıya mal olur. Halbuki çuha pahalı ama sağlam ve dayanıklıdır. Uzun yıllar
eskimeden giyilebileceği için öbürlerinden daha ucuza gelir. (Özalp, 2008: 393)
Fakirin gaşığı bulamaçta gırılır: Fakirler genelde şanssız olur. (KA, 2017a: 389)
Fakirin ölüsü çabuk gaybolur: Toplum nazarında önemsiz görülen bir hadise
dikkat çekmez, unutulur. (Gökçebey, 1999: 83)
Fakirin sakızı burnunun ucunda gerek: Fakir kısmı malına dikkat etmelidir.
Zaten malı az, onu da kaybetti mi hiçbir şeyi kalmaz. (Faruk Zülkadiroğlu)
Fakirin/fukaranın başucunda olacağına, zenginin ayakucunda öl: Fakir insandan
menfaat göremezsin. Varsa yoksa zengin. (Özturan, 2009a: 215; Faruk Zülkadiroğlu)
Fakirin/fukaranın/yoksulun yüzü soğuk olur: Durumu olmayana kimse bakmaz.
(ATKVE, 2011: 138; Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 154)
Fakirlik ayıp değil, tembellik ayıp: Fakir olmak, zengin olmak kimsenin elinde
değildir, Allah vergisidir. Tembel olmaksa insanın kendisine bağlıdır, bu yüzden de
tembellik ayıptır. (Özalp, 2008: 393)
Fakirlik, ateşten gömlektir: Yoksulluk çok zor bir meseledir. İnsanlar yaşamın
tüm sıkıntılarını omuzlarında hissederler. (ATKVE, 2011: 135)
Fare çıktığı deliği bilir: Gizli saklı iş yapan kişi, zor durumda sığınacağı yeri
bilir. (ATKVE, 2011: 135)
Farz sünneti bastırır: Farz Allah'ın emri ve kesin olarak yapılması gerek şarttır.
Sünnet ise Hz. Peygamberin yaptıklarıdır. Tabii ki Allah'ın emri her şeyin üstündedir ve
elzemdir. Ayrıca hayatta mutlak zaruri olan şeyler, daha az gerekli olandan önce gelir
ve yapılır. (Özalp, 2008: 393)
Faydasız baş mezara yakışır: İşe yaramayan, değeri olmayan adamın ölmesi
daha hayırlıdır. (ATKVE, 2011: 135)

299
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Fazla aş ya garın ağrıtır ya baş: Her şeyin idareli yapılması gerekir. Azı
yetmeyeceği gibi çoğu da zarar verir. (ATKVE, 2011: 135)
Fazla merak, maraz getirir: Bir mesele ya da durumla fazla ilgilenmek, beyhude
sıkıntılara sebebiyet verir. (Kuyumcu, 1995: 27)
Felek kimine gavun yedirir, kimine kelek: Hayatta insanların elde ettiği
imkanlar, nimetler farklıdır. Kimi çok bol nimete nail olur, kimiyse mahrumiyet içinde
yaşar. Hayatta mutlak eşitlik diye bir şey yoktur. (Özalp, 2008: 393)
Feriştahlar gibi abdest al, gocalar gibi namaz kıl: Melekler gibi abdest al, yaşlılar
gibi yavaş yavaş namaz kıl. (Özturan, 2014: 131)
Fırsat her zaman ele geçmez: Fırsatlar, imkanlar bazen insanın ayağına kadar
gelir. Değerlendiren yararlanır. Meşru olan fırsatlardan yararlanmakta bir mahzur
yoktur. (Özalp, 2008: 393)
Fırsatı fevt etme: Meşru olsun, gayr-i meşru olsun her fırsattan yararlan. Ama bu
doğru değildir. Meşru olandan faydalan, meşru olmayanı tekmele gitsin. (Özalp, 2008:
393)
Fısıltı ev/yuva yıkar: Bir ailede, bir toplumda açık tavır yok da gizli gizli işler
yapılıyor, gizli gizli konuşuluyorsa şüpheler, fitneler, güvensizlikler doğar ve aileler,
yuvalar ve dolayısıyla toplum yıkılır. Onun için herkesin açık ve açık sözlü olması
gerektir. (Özalp, 2008: 249; Özalp, 2008: 393)
Fiili bozuk olanın elifi yanlış gelir: Kötü niyetli olan insanın karşısına da daima
kötüler, kötülükler çıkar. (KA, 2017a: 389; Şen, 2006: 105)
Fireze bas, gara bas: Ekinlerin biçilmesiyle, ekin biçme mevsimiyle birlikte
soğukların da başladığını bildiren bir tabir. (Özalp, 2008: 249)
Fiyakanın düşkünü, beyaz giyer kış günü: Giyim kuşamına ilgili olan kimse,
yanlış zamanda yanlış seçimler yapar. (Dalkıran, 2005: 47)
Fukara adam çibidik çalmiinen, tabut daşımaya yarar: Yoksul insan, ya düğünde
ya cenazede gerek olur. (Özturan, 2009a: 215)
Fukara adamın gucağına gavurma goymuşlar, “ç..üm yanıyor” demiş: Bazı
fakirler kadir kıymet bilmez, yapılan bir işe abuk sabuk cevap verir. (Özturan, 2009a:
215)
Fukara hırsızlığa çıkmış, ay akşamdan doğmuş: Fakirlerin işleri ters gider.
(Özalp, 2008: 393)
Fukara küsmüş, nasibini kesmiş: Fakir, kendisine yardım eden birilerine küserse
yardımdan mahrum kalır, nasibini kesmiş olur. (Özalp, 2008: 393)
Fukara oklavayı hacetten sayar: Fakir kimse, bazı durumları yanlış anlar. (Şen,
2006: 105)
Fukaranın cebi boş, galbi doludur: Fakir insanın parası olmaz belki ama zengin
bir kalbe sahiptir. (ATKVE, 2011: 135)
Fukaranın tavuğu tek tek guzlar/yumurtlar: Durumu iyi olmayanın, yoksul
insanın talihi de yaver gitmez. (ATKVE, 2011: 135; Özturan, 2009a: 215)
G.. gısmetten çıkarsa, uçkur yedi yerinden gırılır: Eğer bir iş olacaksa sen ne
yaparsan yap engelleyemezsin. (Faruk Zülkadiroğlu)
G.. öpmeyinen ağız pis olmaz: İş, menfaat için birilerine eyvallah etmek,
dalkavukluk yapmak, hatta kirli işlere bile katlanmak gerek. (Özalp, 2008: 398; Şirikçi,
2006: 18; Adem Pırnaz)
G..ü g..e değiştikten sonra g..ümün suçu ne?: Malımı, eşyamı aynı cinsten, dengi
bir şeyle değişmenin bir anlamı, faydası yok. (Özalp, 2008: 265)
G..ünü sıkarsan gıllıyı kesersin: Gayret edersen, çalışırsan, sıkılıp bıkmazsan işi
bitirirsin. (Özalp, 2008: 266)
G..ünün üstüne oturmasını belle: Yerine göre oturmasını öğren. (Özturan, 2014:
156)
Gabadayı tükürdüğünü yalamaz: Sözünde duran insan, mert olur. Asla
yaptıklarından geri adam atmaz. (Şen, 2006: 107)
Gabahat samur kürk olsa, kimse sırtına/sırtına almaz: Kabahat, suç olduğundan
çok değerli bir şey de olsa kimse üzerine almak istemez. (Okumuş, 2006: 156; Şen,
2006: 107)

300
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gabahati gelin etmişler, kimse gerdeğe girmemiş: Suçu kimse kabul etmez.
(Faruk Zülkadiroğlu)
Gabı olmayanın gazancı da olmaz: Çalışmayan, ön hazırlığı olmayan insanın
kazancı olmaz. (Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 156; Özturan, 2009a: 215)
Gaçan balık büyük olur: Kaçan her iş, her fırsat, ne getirip ne götüreceği
bilinmeden büyütülür, mübalağalı bir şekilde anlatılır. (Özalp, 2008: 394; Özturan,
2009a: 215)
Gaçan guş zor tutulur: Giden fırsat, bir daha kolay kolay ele geçmez. (Özturan,
2009a: 215)
Gaçanın anası ağlamamış: Tehlike geldiğinde karşı duranlar, mücadele edenler
zarar görür, ezilir, hatta ölebilirler. Ama kaçan kurtulur. (Özalp, 2008: 394; Özturan,
2009a: 215)
Gadı anlatışa göre fetva verir: Kadı karar verirken tarafların ve şahitlerin
ifadesini esas alır. (ATKVE, 2011: 136; Özalp, 2008: 394)
Gadı bildiğini okur: Herkes bildiğini bildiği kadar söyler. İyiyi bilen iyi, kötüyü
bilen kötü söyler. Mevkisi ve makamı ne kadar yüksek olursa olsun, insanlar
bildiklerine göre hareket ederler. Eğer az biliyorlar veya yanlış biliyorlarsa
söyleyecekleri de ona göre olur. (Özalp, 2008: 394)
Gadının fendi, erkeği yendi: Kötü niyetli kadınlar daha kurnaz ve hilekar olurlar.
Hileleriyle erkeği alt ederler. Erkekler yaradılış itibariyle kadına daha çok meyyaldirler
ve daha kolay inanırlar. Kötü niyetli kadınlar, erkeklerin bu durumundan yararlanırlar.
(Özalp, 2008: 394)
Gadının sırtından sopayı, garnından sıpayı eksik etmeyeceksin: Kadınlar hemen
her toplumda hor görülmüştür. Kadınlara değer verilmemiştir. (Faruk Zülkadiroğlu)
Gadının uzun saçlısı, öküzün inek başlısı: Bazı şeylerin değeri kendine has
özellikleriyle ölçülür. Kadında uzun saç, inekte ipek baş değerlidir. (Polat, 2016: 52)
Gafası büyük devlet, ayağı büyük heybet, vay burnu büyüğün haline: Kafası
büyük olan akıllıdır, ayağı büyük olan heybetlidir, burnu büyük olmak da sıkıntılı bir
durumdur. (Alparslan-Özturan, 2010: 234)
Gahpe yanına eş ister, zubun yanına peş ister: Kötü iş yapan, ahlaksız insanlar
dikkat çekmemek için kendileri gibilerin çoğalmasını ister. Dürüst insanların arasında
az sayıdaki kötüler hemen dikkati çeker. Toplumda sayıları ne kadar çoğalırsa o kadar
rahat olurlar, kötülüklerini daha rahat icra ederler. Onun için, kötüler, kendileri gibi
olanların çoğalmasını isterler. (Özalp, 2008: 394)
Gahvenin pezevengi sigara, kebabın pezevengi pervaz, Acem pilavının
pezevengi havuç ekşilemesi: Bu yiyecek ve içeceklerin yanında bu yiyecek ve içecekler
gider. (Özturan, 2014: 135)
Galbi bozuk olanın gurrası bozuk/yanlış çıkar: Niyeti bozuk olanın yaptığı işler
de bozuk olur. (Gökçebey, 1999: 82; Horasan, 1992: 208)
Galbinin içini Allah bilir: İçinden geçenleri biz bilemeyiz, ancak Allah bilir.
(Özturan, 2014: 135)
Galdın oğlan/evlat eline, gulluk eyle/yalvar [deli] geline: Kocası ölüp oğluyla
oturmak zorunda kalan kadınları kast etmektedir. Eğer kocan ölmüş, dul kalmışsan
oğlunun, dolayısıyla da gelinin eline kalmışsın demektir. Böylece gelinin emrine
girmek, ona hizmet etmek durumundasındır. (Dalkıran, 2005: 46; KATEDEG, 2012:
44; Kuyumcu, 1995: 77; Özalp, 2008: 395)
Galırsan el, ölürsen yer beğensin: Değerli bir insansın. (Çoğalan, 1982: 115)
Galk demeden galkan evlat, tut demeden tutan avrat, günde devlet günde devlet:
Evladın ve karın iyi olur ve işlerini iyi yaparlarsa devlet gibi olursun. (Yalman, 1977:
504)
Galkacağın yere oturma: Senin olmayan ve kaldırılacağını bildiğin yere oturma.
Elinden alınacağını bile bile bir mala sahip olmaya kalkma. Sonra utanılacak duruma
düşer, mahcup olursun. (ATKVE, 2011: 136; Özalp, 2008: 394; Adem Pırnaz)
Galkanın yerini, ölenin avradını alırlar: Bazı durumlarda kişioğlu, elinde
bulundurduğu imkanlarını kaybeder, başkasına kaptırır. (Adem Pırnaz)
Galpten galbe yol gider: İlişki karşılıklı olunca insanları birbirine sevdirir ve
dost yapar. (Özalp, 2008: 394)
301
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gambersiz düğün olmaz: Sevgisiz düğün olmaz. (Gökçebey, 1999: 84; Özturan,
2009a: 215)
Gamı def, parayı saf etmeli: Kederden uzak olmalı, parayı da iyi
değerlendirmeli. (ATKVE, 2011: 135)
Gan ispatsız gaynar: Hısımlık, akrabalık şahide gerek kalmadan kişileri birbirine
yaklaştırır. (Özturan, 2014: 136)
Ganaat gibi devlet olmaz: İnsanları dünyada rahat ettiren, huzura erdiren en
önemli duygu kanaattir. Kanaatkar olanın aza, hakkına razı olanın hiç kimseye karşı
hasedi, kıskançlığı, düşmanlığı ve kötü niyeti olmaz. Dolayısıyla da ne rahatsızlığı ne de
huzursuzluğu olur. (Özalp, 2008: 395)
Ganaat tükenmez hazinedir: Bkz: “Ganaat gibi devlet olmaz” (ATKVE, 2011:
136)
Ganatsız guş uçmaz: Kanatsız kuş uçmadığı gibi, aletsiz de iş yapılmaz. Uçmak
için kuşa kanat ne kadar gerekliyse iş yapmak için insana da alet o kadar gereklidir.
Sanatkar için alet, kuşun kanadı gibidir. (Özalp, 2008: 395)
Gancık yalanmayınca erkek/köpek/it dolanmaz: Kadın-erkek münasebeti
açısından kadının tutumu çok önemlidir. Gayr-i meşru işler, kadının tavrına bağlıdır.
Kadın ümit vermeden, müsait davranmadan erkek onun peşine düşmez. Düşse bile
hiçbir şey elde edemez. Kadın böyle bir ilişkiye girmek istemedikçe erkek buna cesaret
edemez. Bu çirkin işin öncüsü, başlatıcısı kadındır. (ATKVE, 2011: 136; Çoğalan,
1982: 115; Kozan, 2007: 218; Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 156; Okutucu, 2000:
55; Özalp, 2008: 395; Özturan, 2009a: 215; Şirikçi, 2006: 230)
Ganı ganla yumazlar, ganı suyunan yurlar: Kötülük kötülükle, kin kinle,
düşmanlık düşmanlıkla ortada kaldırılamaz. Bunlar ancak afla, sevgiyle, dostluk ve
barışla ortadan kaldırılabilir. (ATKVE, 2011: 136; Göçer, 2004: 92; Özalp, 2008: 395;
Özturan, 2009a: 215; Şen, 2006: 107; Sultan Kamalak)
Gapı ardında yerim olsun, çomça tutan benim/elim olsun: Bulunduğum,
durduğum yer iyi olmasa da nimet dağıtan yakınım olursa nimetten bol bol
faydalanırım. (Özalp, 2008: 253; Şirikçi, 2006: 13)
Gapını bekçe gapa, gomşunu hırsız dutma: Önceden tedbirini al, sonradan
kimseyi suçlama. (KA, 2017a: 390)
Gar eriyince/galkınca itin b..u/pisliği açığa/meydana/ayaza çıkar: Kollayıp
koruyanlar aradan çekilince kollanan kişinin tüm pislikleri ortaya çıkar. (Çınkır, 2016:
649; Kuyumcu, 1995: 33; Özalp, 2008: 254; Şirikçi, 2006: 230; Faruk Zülkadiroğlu)
Gar yılı, var yılı: Kar çok yağarsa hem toprak suya doyar, daha az su ister hem
de su kaynakları daha bol olur, su sıkıntısı çekilmez. Böylece mahsuller bol bol sulanır
ve verimli olur. Karın çok yağdığı yılda, bolluk bereket olacağına inanılır. (Alparslan-
Özturan, 2010: 237; Alparslan-Özturan, 2010: 241; Dalkıran, 2005: 49; Karaoğlan,
2004: 1009; Özalp, 2008: 396; Özturan, 2009a: 216)
Gara bastın mı sapa bastın bil, sapa bastın mı gara bastın bil: Buğdayın hasat
edilmesi, kışın habercisidir. Karın yağması da yazın habercisidir. (Elife Akkurt)
Gara gader gasara vurmayla ağarmaz: İnsanın kaderi kara ise değişmez, çekilir.
(Özturan, 2009a: 216; Özturan, 2014: 138)
Gara gor, insana gar gibi gelir: Aşşa yeli denilen lodos yeli estiğinde, erimez
sanılan karı eritir, ama karı yalayıp geldiği için de insanın yüzünü kar yanığı gibi
kavurur. (Bilgin, 2006: 212)
Gara günü gasara goysan ağarmaz: Bkz: “Gara gader gasara vurmayla ağarmaz”
(Dalkıran, 2005: 52)
Gara haber tez ulaşır: Ölüm gibi haberler, ilgili insanlarca tez duyulur. (Kozan,
2007: 218; Özturan, 2009a: 216; Temiz, 2005: 99)
Garabekirli'den hatun aldık, davayı başımıza satın aldık: Güçlü, zengin kalabalık
bir aileden gelin aldık, ama onlarla baş edemiyoruz. Başımıza altından
kalkamayacağımız işler açıyorlar. (Özalp, 2008: 254)
Garaktersize derler puşt, cevap olarak derler oşt: İnsanlar karakter sahibi
olamazlar ise, kötü anılır ve onlar için kötü kelimeler kullanılır. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)

302
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Garamet gandan beter/çetin: İftira etmek, insan öldürmekten, cinayetten daha


kötüdür. Çünkü iftira hem kan dökülmesine, hem de başka bir sürü kötülük ve belaların
ortaya çıkmasına sebep olur. (Bilgin, 2006: 148; KA, 2017a: 389; Kuyumcu, 1995: 28;
Özalp, 2008: 255; Şen, 2006: 105)
Garartın nerde, gararın orda: Varlığın kimin yanındaysa kendin de oradasın.
(Özturan, 2014: 138)
Gardaş evi gış evi, kenarı gamış evi, içinde anan yoksa o da bir tanış evi:
Evlenen kardeşe yabancılık. (Özturan, 2014: 139)
Gardaş gardaşı sevse ölünce avradını almaz: Ölen kardeşin karısı ile evlenmek,
izahı güç bir olaydır. Belki sevgisizlik ile izahı mümkündür. Ama zaman içinde
geliştirilmiş örf, âdet, töre, hatta zaruret ve çaresizlikleri unutmamak gerekir. Mesela
evdeki geline hiçbir masraf yapmadan yapılan evlilik ile yeni geline yapılacak masraflar
düşünülünce bu iş fakirler için bir zaruret halini alıyor. Öte yandan, ölen kardeşin karısı
ile evlenmeyi şart sayan, namus meselesi durumuna sokan töreyi de düşünmek gerekir.
Bu durumda miras konusu da önemlidir. (Gökçebey, 1999: 83; Özalp, 2008: 395;
Şirikçi, 2006: 13)
Gardaş gardaşın ne öldüğünü ister, ne de onduğunu: Kardeş kardeşin acısına
dayanamaz, dolayısıyla öldüğünü istemez. Ancak kıskandığı için de iyi olduğunu, hele
kendisinden iyi olduğunu da istemez. (ATKVE, 2011: 135; Çınkır, 2016: 835; Özalp,
2008: 395-396)
Gardaş/bacı gardaşı/bacıyı atmış, yar başında da dutmuş: Kardeş kardeşi ne
kadar sevmese de kötü duruma düştüğünde muhakkak sahip olur, yardım eder.
(Dalkıran, 2005: 45; Okumuş, 2006: 156; Özalp, 2008: 395; Özturan, 2009a: 216)
Garga demiş ki: “çocuklar büyüdü büyüyeli burnum batasiye bir b..
yiyemedim”: Analar, babalar kendileri çok az yiyip içerek her şeyin çoğunu, iyisini
çocuklarına yedirip içirmekten zevk alırlar. Dolayısıyla da daha az yemek durumunda
kalırlar, hele fakir olurlarsa. (Özalp, 2008: 396; Özturan, 2009a: 216)
Gargaya demişler ki “boynun ne diye eğri”, “Gglinim gardaşımın gızı” demiş:
Gelin, kardeş kızı olunca her şey konuşulamaz, içe atılır. (Özturan, 2014: 139)
Gargaya/leyleğe “b..un ilaç” demişler, denizin ortasına s..mış: Muhanet, cimri
kimse malından, parasından insanları faydalandırmamak için her çareye başvurur.
(Karalar, 1998: 35; Özalp, 2008: 255)
Garı goca sarıla sarıla, hısım akrabalık varıla varıla: Eşler, hısım akrabalar
birbiriyle iyi geçinmeli, ilişki içinde olmalı. (Dalkıran, 2005: 46; Gökçebey, 1999: 83;
Horasan, 1992: 208)
Garı guru deme, sıradan geri goma: Gördüğün günden geri kalma. (Özturan,
2014: 139)
Garı var çerden çöpten aş eder, garı var pişmiş aşı daş eder: Bkz: “Avrat var, otu
çöpü aş eder; avrat var, pişmiş aşı daş eder” (KATEDEG, 2012: 44)
Garı yalan, sözü yılan: Karı yalan konuşuyor, sözü de acı verici. (Özturan, 2014:
139)
Garıcık yerse diricik: Boğazına bakarsan iyi olursun. (Dalkıran, 2005: 45)
Garıların yaptığı işi şeytan yapamaz: Bayanlar daha uyanık olur. (Erşahin,
2011a: 69)
Garıncanın sidiğinin denize faydası olur: Yapılan iş, çok az da olsa faydası olur.
(Deniz, 2015: 45)
Garıncaya demişler, “yılda gaç buğday yersin?” demiş, “yılda iki”. Dört buğday
vermişler, deliğine hapsetmişler. İki yıl sonra açmışlar, bakmışlar ki üç yemiş, bir
artırmış. Demişler, “niye böyle yaptın?”. Demiş, “siz Allah mısınız?”: Allah kulunu
unutmaz. Kul, takip ettiği işi unutur. (Özturan, 2014: 139)
Garıya da iş var, guruya da: Herkese göre iş var. (Özturan, 2014: 140)
Garıyı guyuya atmışlar, “eşşek nerde?” demiş: Kişi, takip ettiği işle ilgilenir.
Tıpkı dervişin fikri neyse zikri de odur misali. Hikâyesi: Vaktiyle bir evde bir kadın;
oğlu, kızı, gelini ve damadıyla birlikte yaşamaktadır. Bu ailenin de bir eşeği vardır. Aile
bütün geçimini bu eşekle sağlar. Yaşlı kadın her akşam çocukları eve gelince “Eşşeği
bağladınız mı, yemini suyunu verdiniz mi?” diye sorar. Çocuklar da yaşlı kadının
sürekli sorduğu bu sorularından bıkarak “Öff heeri! Biz bilmiyor muyuz sanki? Tabi ki
303
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

de bağladık, yemini suyunu verdik, biraz sus sen. Biz hepsini yaptık.” derler. Buna
rağmen yaşlı kadın eşeği hep sorar. Bir gün çocuklar kadının bu huyundan bıkarlar ve
kadını kuyuya atmaya karar verirler. “Karıyı kuyuya atarsak çenesinden kurtuluruz.”
diye düşünürler ve karıyı kuyuya atarlar. O gün akşam olup da eve geldiklerinde herkes
kendi telaşına düşmüş, kimse aklına eşeği getirmez. Bahçedeki kuyunun içinde duran
kadın çocuklarının eşeği hatırlamalarını bekler, ama nafile. Kimsenin aklına eşek
gelmez. Kuyudaki karı: “Eşşek nerde?” diye bağırır. Çocuklar birden panik olurlar.
Hepsi birbirine eşeği sorar, ama hiçbirinin eşekten haberi yoktur. O zaman annelerinin
değerini anlarlar ve yaptıklarından utanırlar. (Polat, 2016: 80)
Garibe bir selam, bin altın yerine geçer: Garip kimsenin çevresi olmaz.
Dolayısıyla ona bir selam vermek onun için büyük bir onurdur. (Karalar, 1998: 29)
Garip guşun yuvasını Tanrı/Allah yapar: (ATKVE, 2011: 135; Özturan, 2009a:
216)
Garip itin guyruğu g..ünde/döşünde gerek: İnsan yabancısı olduğu yerde çok
dikkatli ve tedbirli olmalı. Kendi muhitinde olduğu gibi rahatça konuşup hareket
etmemelidir. Her şeye kanmamalı, her işe burnunu sokmamalı, öne çıkmamalı, aceleci
olmamalıdır. Konuşması ve hareketleri kısıtlı olmalıdır. Yoksa orada barınamaz, çok
rahat harcanır. (Çınkır, 2016: 343; Özalp, 2008: 396)
Garip kim, kör o: Garip kimse kör gibidir. Gideceği yeri, adresi bilemez, şaşırıp
kalır. (Özalp, 2008: 396)
Garlı sene, varlı sene: Bkz: “Gar yılı, var yılı” (Özalp, 2008: 396)
Garpuz gabuğunan beslenen eşşeğin ölümü sudan olur: İnsan hangi uğraşla
meşgul olursa sorunları da o işle olur. (Özturan, 2009a: 216)
Garpuz kesmeyinen yürek soğumaz: Size kötülük yapandan başka birine zarar
vermekle intikam almış olmazsınız. (ATKVE, 2011: 136)
Garpuzla avrat erkeğin şansına: İki şeyin iyi çıkması erkeğin kaderi. (Özturan,
2014: 140)
Garşı dağdan garşı dağa ürünmez: Birinin arkasından laf söylenmez.
Söylenecekse yüz yüze söylenmelidir. (Özturan, 2009a: 216)
Gart öküz baltadan gorkmaz: Deneyimli, tecrübeli kimse, zorluklardan kaçmaz.
(Karalar, 1998: 33)
Gasap et bulamaz yiyecek, köşger ayakkabı bulamaz giyecek: Bir alanda
uzmanlaşmış kimse, başkalarına faydalı olur. Ama kendi işinden faydalanmaya zamanı
olmaz. (Okumuş, 2006: 156)
Gaşık g..ü yalamayınan garın doymaz: Fayda sağlamayacak işle uğraşmakla
sonuç elde edilmez. (Adem Pırnaz)
Gaşınan göz, gerisi söz: Güzeli gösteren kaşla gözdür, gerisi laftan ibarettir.
(Dalkıran, 2005: 47; Özalp, 2008: 396; Özturan, 2009a: 216)
Gatır bildiği yokuşu iner: Bilindik bir işi yapmak, yabancısı olunan bir şeyi
yapmaktan daha evladır. (Şahiner, 2017: 36)
Gatran gaynatmakla olur mu şeker, [cinsini sevdiğim/s..tiğim cinsine çeker]:
İnsanları ne kadar eğitirsen eğit, ne kadar terbiye edersen et, sonunda döner dolaşır
soyuna çeker. Soyu iyiyse iyi, kötüyle kötü olur. (ATKVE, 2011: 136; Alparslan-
Özturan, 2010: 75; Özalp, 2008: 255; Özturan, 2009a: 216)
Gatrandan olmaz şeker, olsa olsa cinsine çeker: Bkz: “Gatran gaynatmakla olur
mu şeker, [cinsini sevdiğim/s..tiğim cinsine çeker]” (ATKVE, 2011: 136)
Gavak ağacından odun, halayıktan gadın olmaz: Bkz: “Çam ağacından odun,
abdal gızından gelin olmaz”(ATKVE, 2011: 136)
Gavgadan öte yol uzar: Kavga, halledilecek işi halledilmez eder. (Özturan, 2014:
141)
Gavun değil ki g..ünü koklayasın: Dıştan bakmakla ne olduğunu bilemiyorum,
kavun olsa koklarım. (Özturan, 2009a: 216; Özturan, 2014: 141)
Gavura gızıp oruç yenmez: Başkasının sizi ilgilendirmeyen özelliklerine kızıp
kendi işlerinizi yapmamanız doğru olmaz. (Özturan, 2009a: 216)
Gavura göre Kürt Müslüman’dır: Tanımadığınız bir adamın huyundan
tanıdığınızın huyu daha iyidir. (Faruk Zülkadiroğlu)

304
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gavurun ekmeğini yiyen, gılıcını çalar/guşanır/sallar: İnsan kim tarafından


bakılıp besleniyorsa ona hizmet eder. Bu kimse gavur da, kafir de, en büyük zalim de
olsa önemli değildir. Onun için Müslüman çok çalışmalı, zalime, gavura muhtaç ve
dolayısıyla bunların gavurluğuna, zalimliğine alet ve yardımcı olmamalıdır. (ATKVE,
2011: 135; Özalp, 2008: 396; Özturan, 2009a: 216)
Gaygana bişti, gayıtı sana mı düştü?: Seni ilgilendirmeyen işlere karışma.
(Kuyumcu, 1995: 27)
Gaygısız başım, ağrımaz dişim: Bkz: “Ağrımaz başım, çekilmez dişim”
(Özturan, 2014: 142)
Gayın avradının sufrada gaşığı, helada b..u dövüşür: Hısımlıklarla kurulan
ilişkilerde genellikle kadınlar birbirini sevmez, rakip olarak görür. (Özturan, 2009a:
216)
Gaynana gaynar gazan: Gelinler, umumiyetle kaynanalarıyla anlaşamaz. Onları
bu şekilde tanımlarlar. (Çoğalan, 1982: 115)
Gaynar gazan köpük tutmaz: Bkz: “Gaynayan gazan gapak tutmaz” (Özturan,
2009a: 216)
Gaynayan gazan gapak tutmaz: Gizli gizli büyüyen bir olay patlak verir.
(Okumuş, 2006: 156; Şen, 2006: 107)
Gaza geliim demez: Kaza beklenmedik bir anda gelir. (Özturan, 2009a: 216)
Gazan g..üm gara demez, [sacadan bulaştı der]: Kimse kendi yanlışını, ayıbını,
hatasını üzerine almak istemez. Suçu başkalarına yükler. (Özturan, 2009a: 216;
Özturan, 2014: 142)
Gazan yuvarlanmış, gapağını bulmuş: Birbirine denk olanlar, birbirini bulur.
(Körük, 2005: 31)
Gazanacaksan dost gazan: En önemli meziyetlerden biri dost kazanmaktır. Eğer
ille de bir şey elde edilecekse dost kazanılmalıdır. (Karalar, 1998: 33)
Gazara gaza olmuş Andırın gazası, oğlak gütmeden gelir meclis umum azası:
Kapasitesi, durumu uygun olmayan işin görevlileri de uygun olmayan kişilerden seçilir.
(ATKVE, 2011: 220)
Gazaya rıza gerek: Kaza Allah'ın takdirinin ortaya çıkmasıdır. Buna razı olmak,
asi olmamak, sabretmek gerekir. (Özalp, 2008: 396)
Gazın ayağı öyle gider: Bazı işler başında nasılsa sonunda da öyle olur.
(Özturan, 2009a: 216)
Gazma elin guyusunu, gazarlar guyunu: Sen birilerine kötülük yapmayı
düşünürsen karşılığını Allah'tan da, insanlardan da mutlaka bulursun. Yaptığın kötülüğe
karsı kötülük, zulme karşı zulüm, düşmanlığa karşı da düşmanlık bulursun. (ATKVE,
2011: 136; Okumuş, 2006: 156; Özalp, 2008: 396-397)
Gece ayaz, gündüz bulut, o yıl azgını; saçı sarı, gözü göv, o da gul azgını:
Gecenin ayaz, gündüzün bulut olması havayı soğutacağından yılın bu bakımdan azgın
olacağını, kışın, soğuğun şiddetini ima eder. Yöremizde de sarı saçlı, mavi gözlü insan
çok az bulunur, nadirattandır. Bu tip insanlara alışık olunmadığı, biraz da Avrupalılara
benzedikleri için savaşlardan doğan kin dolayısıyla bu tipleri uğursuz saydıklarından
kul azgını ifadesi kullanılmış olmalı. (Özalp, 2008: 256-257)
Gece işi, kör işi: Gecenin karanlığında, yaptığın işi görmeden çalışırsan kör gibi
iş yaparsın. Sonuçta yaptığın bozuk olur, bir şeye benzemez. Bunun için "Akşamın
(gecenin) hayrından sabahın (gündüzün) şerri yeğ" demişler. (Özalp, 2008: 397)
Geceler gebedir: Gecenin karanlığında, iyi niyetli, kötü niyetli birçok insan iş
yapar. Kimi iyi yapar kimi kötü. Ama ne yaptıklarını gündüz oluncaya kadar kimse
bilemez. Bu bakımdan gecelere dikkat etmeli, tedbirli olmalıdır. (Özalp, 2008: 397)
Gecenin sonu seher, gışın sonu bahar: Hayat, bir döngü içindedir. Geceden sonra
sabah, kıştan sonra bahar vardır. İnsanlar da böyledir. Ölümden sonra ahret vardır. Kötü
bir hadiseden sonra iyi şeyler meydana gelir. (Göçer, 2010: 21)
Geçen ömür, geri gelmez: Hayat kronolojik olarak ileriye gitmektedir. Yaşanılan
geri gelmez, anılarda yaşar. (ATKVE, 2011: 135)
Geçi dağda, gılı sırtındadır: Bazı insanların bütün zenginliği sırtındadır.
(Okumuş, 2006: 156)

305
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Geçi iken geçi yattığı yeri temizler yatar: Keçi bile yattığı yeri temizleyip yatar.
Temizliğin önemi. (Özturan, 2009a: 216)
Geçide/geçinin de sakal/sakalı var: Sakalda keramet yoktur. Ne varsa insanların
inancında ve amelindedir. Sakal gerçekten çok önemli olsaydı başta papazlar olmak
üzere çeşitli şekillerde ve çeşitli düşüncelerle sakal bırakanlar Müslüman sayılırdı.
Müslüman, Müslüman olduğu için Hz. Peygamber'e ve İslam büyüklerine uyarak sakal
bırakır. Müslüman’ın sakalı bu sebepten önemlidir. (Özalp, 2008: 397;Özalp, 2008:
422; Faruk Zülkadiroğlu)
Geçme namert köprüsünden go aparsın su seni, yatma çakal gölgesinde go yesin
aslan seni: Namerde, çakal tıynetlilere eyvallah edersen, onların yardımlarını kabul
edersen, hele hele onlara yardımcı olursan ölmekten beter durumlara düşersin. (Özalp,
2008: 397)
Geçmişi gurdalama gurdu çıkar: İnsanın geçmişte yaptığı yanlış iş ve hareketleri
gündeme getirmemesi gerekir. Böyle hadiselerin unutulması daha iyidir. (Kuyumcu,
1995: 28)
Gel demek golay, git demek zordur: Güç durumda olan birini yanınıza almanız,
bakmanız, yedirip içirmeniz kolaydır. Ama gitmesi gerektiğinde göndermeniz çok
zordur. Ona "Artık gitmen gerekiyor, bundan sonra sana faydamız dokunmaz, başının
çaresine bak" demek her insanın harcı değildir. (Özalp, 2008: 397)
Gel gel olsun da gil gil olsun: Gelsin de ne gelirse gelsin. Gelen şey ne kadar
değersiz olursa olsun, yeter ki gelsin. (Özalp, 2008: 257)
Gelen gideni aratır: Değeri bilinmeyen birinin yerine başka biri geldiğinde
önceki insan aranır. (Okumuş, 2006: 155)
Gelen hediyenin azı olmaz, evde galmış gızın nazı olmaz: Hediyenin büyüğü
küçüğü, iyisi kötüsü olmaz. Hediye hediyedir. Evde kalan kız da kendini ağırdan
satmaz. (Dalkıran, 2005: 45; Gökçebey, 1999: 83; Horasan, 1992: 208; KATEDEG,
2012: 80; Özturan, 2009a: 216; Şen, 2006: 105)
Gelene git denmez: Sana gelen bir konuğu kabul etmemek Türk töresine
yakışmaz. (Özturan, 2009a: 216)
Gelin [altın] köşk/kürsü/taht getirmiş, çıkıp kendi/üstüne oturmuş: Gelinin
çeyizi, malı, nesi varsa kendisine aittir. İstemezse kimseye kullandırmaz. (ATKVE,
2011: 135; Dalkıran, 2005: 45; Özalp, 2008: 398; Özturan, 2009a: 216)
Gelin binmiş deveye, gör kısmeti nereye: Takdir, tedbiri bozar. İnsanın niyeti ne
olursa olsun, kısmeti ne ise o olur. İnsanın her istediği eline geçmez. (Alparslan-
Özturan, 2010: 54; Dalkıran, 2005: 45; Erdem-Kirik, 2011: 453; Horasan, 1992: 208;
Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 155; Özalp, 2008: 398; Özturan, 2014: 144; Şen,
2006: 105)
Gelin çıkmayan ev olur, ölü çıkmayan ev olmaz: Her evde bulunan kız
evlenemeyebilir, ama ölüm haktır, herkes bir gün ölecektir. (Dalkıran, 2005: 43)
Gelin çiçek, her dediği gerçek; gaynana yılan, her dediği yalan: Gelinler
kaynanalarını sevmez, onlarla anlaşamaz. Bu durum kaynanalar için de geçerli.
(ATKVE, 2011: 136; Şen, 2006: 105)
Gelin gaynana toprağına çeker: Gelin, gelin gittiği yörenin göreneklerine uyum
sağlar. (Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 155)
Gelin geldiği yeri, oğlan doğduğu evi sever: İnsanlar doğduğu, büyüdüğü evi
unutamaz. Bilhassa gelinler, ayrıldıkları baba yurdunu çok özler. (Özturan, 2009a: 216)
Gelin girmeyen ev olmaz: Her ev, bir aile yuvasıdır. Dolayısıyla her eve gelin
girer. (Özturan, 2009a: 216)
Geline “oyna” demişler, “yerim dar” demiş, yer açmışlar “yenim dar” demiş:
Kendisinden beklenen işi beceremeyen kişi çeşitli bahanelerle beceriksizliğini
gizlemeye çalışır. (Faruk Zülkadiroğlu)
Geline etme, gızında bulursun; üveye etme, özünde bulursun: Kime ne yaparsan
aynısını kendi yakınlarında bulursun. Etme bulma dünyası. (Dalkıran, 2005: 45)
Gelini biz değil güva sevmeli: Gelinle geçinmesi asıl olan güveydir. Gerisi
sonraya gelir. (Özturan, 2014: 144)
Gelinin iki, etlerin diki: Gelin kaynanasını sevmez, hele ki iki gelinin varsa işin
çok kötü. (Dalkıran, 2005: 45)
306
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gelinin yüzünü örten duvak, duvarın çapağını örten suvak: Bkz: “Eve suvak,
geline duvak [yakışır]” (Özturan, 2009a: 216)
Gelmesen iyiydi amma hoş geldin gara gün: Gelmesen iyiydi kara gün ama
geldin, kaderdir, çekeceğiz. (Özturan, 2014: 144)
Gemisini gurtaran/yüzdüren gaptan: Yetenekli insan, zor durumda tehlikeli işleri
atlatarak işini iyi bir şekilde sonuçlandırır. (Özturan, 2009a: 216)
Gençliğin gıymeti ihtiyarlıkta bilinir: Gençlik, insanın kanının coşkun olduğu
yıllardır. Bu dönemde nimetlerin farkına varılmaz. İnsan yaşlandığı zaman elden giden
gençliğin değerini anlar. (ATKVE, 2011: 135)
Gençlik bir guştur, ihtiyarlık naçar iştir: Gençlik insanın güzellikler devridir.
İnsan yaşlanınca çaresiz bir duruma düşer. (ATKVE, 2011: 136)
Gençlikte gazan, gocalıkta ye: Gençlik; güçlülük, hareketlilik ve sorumluluk
zamanıdır. Kocalıksa gücün kaybolduğu, hareketin ağırlaştığı bir dönemdir. Akıllı bir
insan gençliğinde çalışır, kazanır ve yaşlılığına hazırlık yapar. Çünkü yaşlanınca
çalışma şansı çok azalır. (Özalp, 2008: 397)
Gereği gerekmezken sakla: Lazım olacak bir şeyi lazım değilken bir yere sakla.
Zamanı gelince lazım olur. (ATKVE, 2011: 135)
Getir gavurmayı da gör savurmayı: Yetki ve imkan verilirse çok güzel şeyler
yaparım. (Çınkır, 2016: 456)
Getir gişiyi, dutum işi: Bana lazım olanı ver, ben de gerekli olan işleri yapayım.
(Adem Pırnaz)
Getir Hıdırellez’i gösterim yazı: Hıdırellez, baharın habercisidir. Bahardan sonra
da yaz gelir. (Elife Akkurt)
Getir seyisi, götür döyüsü: İşe al, kafana yatmazsa işine son ver. (Çınkır, 2016:
476; Özturan, 2014: 146)
Getir varlığı, göstereyim garılığı: Sen beni rahat yaşatırsan ben de sana istediğin
muamleyi yaparım. (Şen, 2006: 105)
Gılavuzu tomuzlan olanın burnu b..tan çıkmaz: Kötü kimsenin arkasına düşen
kişi de kötü iş ve eylemlerden kurtulamaz. (Gökçebey, 1999: 83)
Gılba (kıble), gara kor gibi, insana gar gibi değer: Ilık olan kıble rüzgarı, kara
ateş gibi dokunup eritirken insana kar gibi soğuk gelip üşütür. (Özalp, 2008: 260)
Gılık tavşan almaz: Kılık kıyafet, giyim kuşam kötüleri iyi yapmaz, sadece göz
boyar. (Özalp, 2008: 398; Özturan, 2009a: 216)
Gınama başına gelir: Başkalarının başına geleni kınama, senin de başına gelir.
(Özturan, 2014: 147)
Gınanın yolu ayrı, gelinin yolu ayrı: Kınaya gidilen yoldan gelin alınmaya
gidilmemesi, ayrı yolların kullanılması gerekir. (Karaoğlan, 2010: 128)
Gırk avradın aklını bir tavuğa vermişler de kümesi bulamamış: Kadınların aklı
zayıf olur. (Özturan, 2009a: 216)
Gırk dedi mi vücudunu zorlarsan hırk eder: Yaş kırkı geçtikten sonra vücudu
zorlamaya gelmez. (Özturan, 2014: 148)
Gırk yıl tavuk olacağına bir yıl horoz ol: Erkekliği kadınlığa, aktifliği pasifliye
tercih et. (Özturan, 2014: 149)
Gırk yılda bir guyruklu yıldız doğar: Önemli fırsatlar seyrek düşer. (Özturan,
2014: 147)
Gırk yıllık Gani, olur mu Yani?: Kırk yıllık Müslüman asla kafir, gavur olmaz.
Bazı tavizleri, kusurları, noksanları olsa da hatta gavur gibi görünse yaşasa da sonunda
geleceği, sığınacağı İslam'dır. (Özalp, 2008: 398; Şirikçi, 2007: 86)
Gırkından sonra alınan murat, mezarda noktalanır: İnsan, belli bir zaman
diliminden sonra refaha kavuşsa da bu durum sürekli değildir. Sonu ölümle sonuçlanır.
(Okutucu, 2000: 175)
Gırkından sonra azan ip, ilmek tutmaz: Belli bir zamandan sonra yanlış iş yapan
iflah olmaz, geri de dönemez. (Özturan, 2009a: 216)
Gırkından sonra azanı teneşir paklar: Kırk yaşına kadar iyi bir yaşam sürdürüp
kırk yaşından sonra azan, kötü yola düşen kimse asla düzelemez. İnsanları onun
pisliğinden ancak ölüm kurtarır. (Okumuş, 2006: 157; Özalp, 2008: 398; Özturan,
2009a: 217)
307
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gırkından sonra gelen evladın da avradın da ...: Bkz: “Gırkından sonra gelen
evlattan da servetten de hayır gelmez” (Özturan, 2009a: 217)
Gırkından sonra gelen evlattan da servetten de hayır gelmez: Kırk yaşından
sonra gelen evlat ve servet çok geç kaldığı için insana fayda vermez. (Özturan, 2009a:
217)
Gırkından sonra gelen/doğan evlat, babalığının eşşeğini güder: Öz baba için çok
kıymetli olan ve gelecekte de ümit bağladığı çocuk, gençlik çağına erip de babasına
yardım etmeye fırsat bulamadan genellikle baba yaşlanıp ölür. Dul kalan kadınlar da
yalnız kalmasın diye evlendirildiğinden yetim çocuk, babalığın eline kalır ve onun her
işini görür, eşeğini de güder. (Bilgin, 2006: 161; Özalp, 2008: 398-399)
Gırklı iken belleğini, gırkına gadar unutma: Küçükken öğrendiğini unutma.
(ATKVE, 2011: 136)
Gırlangıcın zararını Yemen'e sor: Hiçbir varlık yüzde yüz iyi, zararsız olmaz. Bir
yerde sevilir, zararsız olur. Ama başka yerlerde zarar da verir, sevilmez de. Bkz:
“[Guşun] en sefili gallangıç (kırlangıç), onu da git Yemen’den sor” (Özalp, 2008: 395)
Gırmızı olsun, gırk guruş fazla olsun: Pahalı bile olsa kaliteli eşyayı diğerlerine
tercih et. (Özturan, 2014: 149)
Gısa gısa gül ağacı, uzun uzun çam ağacı: Kısa kadın gül ağacı, uzun kadın çam
ağacı. (Özturan, 2014: 149)
Gısa günün kârı az olur: Vakit darsa süren kısa ise yapacağın iş de az olur.
Ayrıca sermayen, malın az ise ticaretin, kazancın, kârın da haliyle az olur. (Özalp, 2008:
399)
Gısalardan köselerden gorkulur: Abdulhamit zamanında çok kısa insanlar
İstanbul’a alınmazmış. Bu insanlar, problemlidir ve tehlikeli olur. (Özturan, 2009a: 217)
Gısmet gökten zembille inmez: Gökten nimet yağdığı görülmüş müdür? Herkes
kısmetini, rızkını çalışarak, emek vererek Allah'ın bol bol lütfettiği bu dünyadan,
topraklardan çıkarır. (Özalp, 2008: 399)
Gısmeti kesilen it bayramda uykuya yatar: Kısmet kapalıysa uygun şartlar bir
anda uygunsuz hale gelir. Bir sonuç elde edemezsin. (Şirikçi, 2006: 229)
Gısmetinde ne varsa gaşığında o çıkar: Talihinde ne varsa karşına o çıkar.
(Okumuş, 2006: 157)
Gısmetse gelir Hint'ten/Halep’ten Yemen’den, gısmet değilse ne gelir elden:
Kısmetinde hayırlı bir iş varsa en uzak yerlerden bile nasibin gelir. Yoksa da yapacak
bir şey yok. (Dalkıran, 2005: 48; Özturan, 2009a: 217)
Gısmetten çıkarsa uçkur, gırk yerinden gırılır: Elindeki imkan, kısmetin değilse
bir şey yapamazsın. İmkanın bir bahane ile elinden gider. (Arslan, 2011: 346; Şen,
2006: 107)
Gısmetten ziyade olmaz: İnsanın kaderinde ne yazılıysa o olur. (Özturan, 2009a:
217)
Gış gelince herkesin ocağı kendine yeter: Kış vakti, insanların zorlukla mücadele
ettiği zamandır. Bu dönemde her ailenin ihtiyaçları kendine yeter. (Özturan, 2009a:
217)
Gış gış gerek, yaz yaz gerek: Kış kış gibi olmaz, soğuk ve yağışlı geçmezse
dünya yaza iyi hazırlanamaz. Toprak suya doymadan yaza çıkar, bitkiler çok su ister. Su
kaynakları iyi beslenmediği için kaynaklar zayıf olur, hatta kurur ve sulama işleri
yapılamaz. Yaz da sıcak olmaz ise mahsuller yetişip olgunlaşamaz ve yeterli ürün elde
edilemez. Sonuç olarak kıtlık ve sıkıntı olur. (Özalp, 2008: 399; Özalp, 2008: 435)
Gış gözü garanlık: Kış; zorluklarla, imkansızlıklarla doludur. (Özturan, 2014:
149)
Gış gününde av avlanmaz, yaz gününde at bağlanmaz: Her şey mevsiminde olur.
(Temiz, 2005: 99)
Gış havada gışlamaz: Kış, er geç mutlaka gelir. (Özturan, 2014: 149)
Gış zengin harcı: Kış şartları fakirler için zordur. (Özturan, 2014: 149)
Gışın yaşa, yazın daşa oturma: Yapılmaması gereken zamanlarda yanlış iş
yapma, zararı dokunur. (Dalkıran, 2005: 52)

308
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gışlakçı ev, oynaş namus b..lar: Kiracı evi kirletir, malzemeleri kırar, evi kötü
kullanır. Oynaş yani gayr-i meşru dost, sevgili ise namusu kirletir ki bir daha
temizlenemez. (Özalp, 2008: 261)
Gıtlık gırk gün, [ona da gözün alışır]: Kırk günde insan yokluğa da alışır.
(Özturan, 2009a: 217; Özturan, 2014: 149)
Gıtlıkta sokulan sokum unutulmaz: Dar günde yapılan iyilik unutulmaz. Bkz:
“Darlıkta verilen lokma unutulmaz” (Özturan, 2009a: 217)
Gıyıp yemediğin malın hesabı, şeytan elinde: Sen yemezsen elin adamı yer.
(Çınkır, 2016: 706)
Gız anadan beller sofra açmayı/düzmeyi/yazmayı, oğlan/döl babadan beller
sokak gezmeyi: Bkz: “Oğlan/evlat babadan beller/öğrenir sufra düzmeyi/yazmayı, gız
anadan beller gomşu/oba/sokak/gezme gezmeyi” (ATKVE, 2011: 136; Çoğalan, 1982:
115; Dalkıran, 2005: 44; Körük, 2005: 31; MİY, 1967: 194; Okumuş, 2006: 157;
Özturan, 2009a: 217; Yakar, 1997: 60; Şen, 2006: 107; Şen, 2006: 116)
Gız beşikte, cehiz sandıkta: Bir işin zamanı gelince hazırlığa başlamak gerekir.
(Kapanoğlu, 2009: 91)
Gız boğazı, gısrak boğazı: Eskiden, erken uyanıp erkeklerle ilgilenmesin diye
kızları iyi beslemezlerdi. Bu yüzden olsa gerek, kızlar da gizli-açık ne bulurlarsa
yerlerdi. Bundan dolayı, kızların kısraklar kadar çok yediği ima edilir. (Özalp, 2008:
262; Özturan, 2009a: 217)
Gız çocuğu yedi gün yermezlerse yerini alır: Ne kadar istenmese de kız çocuğu
yedi gün içinde kendini sevdirir, yerini sağlamlaştırır. (Özturan, 2014: 150)
Gız evi, naz evi: Halk arasında öteden beri gelen bir âdettir. Kız evi usul gereği
naz evi olur. (Dalkıran, 2005: 44)
Gız gısmı çamura benzer, attığın yere yapışır: Eskiden kız çocuklar gittiği ailede
kalır, oranın bir üyesi olurdu. Şimdi öyle değil tabi. (Özturan, 2009a: 217)
Gız gısmı gelin olmayı bir şey sanır, ilk gecesinde usanır: Kızlar evliliği
gözlerinde çok büyütürler. Gerdek gecesi de usanırlar. (Dalkıran, 2005: 45)
Gız halaya/bibiye, oğlan dayıya çeker: Bkz: “Er dayıya, gız bibiye çeker/benzer”
(Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 217)
Gız ile altın gizli gerek: Bazı şeylerin gizli kalması daha hayırlıdır. Kız
namustur, ulu orta meydana çıkarılmaz. Altın da değerli bir şeydir, gizli kalması
gerekir. (Karalar, 1998: 34)
Gız kısmını ölürse yer beğensin, galırsa el beğensin: Kız kısmı pek de önemli
değildir. Ölürse toprağın altına gider, kalırsa başka kapıya gelin gider. (Dalkıran, 2005:
44)
Gız yükü, duz yükü: Kıza hamile kadının yükü fazla olur. Kız hamileliği, anneye
ağır gelir. (Özturan, 2014: 150)
Gız, anasının bahtına: Kızın bahtı, anasının bahtıdır. (Özturan, 2014: 149)
Gızamık çıkmadan çocuk senin sayılmaz: Kızamık hastalığı geçmeden çocuklar
sağlığına kavuşamaz. (Özturan, 2009a: 217)
Gızı gardaşlı yerden, tarlayı daşlı yerden al: Taşlı yerdeki tarla ve kardeşli kız
değerli olur. (Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 157)
Gızı gız iken görme, gelin iken gör; gelin iken görme, [eşik dibinde gör; eşik
dibinde de görme], beşiğin ardında/dibinde gör: Kızların en güzel çağları evlenmeden
önceki halleridir. Evlendikten sonra eski güzellikleri kaybolur. Her çocuk
doğurmasından sonra bozulurlar. (Dalkıran, 2005: 45; Özturan, 2009a: 217; Sultan
Kamalak)
Gızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya: Kızın daha
doğrusu gençlerin tercihleri genellikle zevkten, eğlenceden yanadır. Bu yüzden,
büyükler gençleri iyiliklere, faydalı şeylere, zamanı iyi değerlendirmeye
yönlendirmelidir (Alparslan-Özturan, 2010: 74; Dalkıran, 2005: 44; Kozan, 2007: 218;
Özalp, 2008: 399; Özturan, 2009a: 217)
Gızı olana gırmızı [boncuk] haramdır: Kızı olanın sorunları da olur. Kız çocuğu
olan hal ve hareketlerinde dikkatli olmalı. (Arslan, 2011: 346; Özturan, 2009a: 217)
Gızı ya yanağının alı ya babasının malı sattırır: Kızlar iki şekilde alımlı olur, ya
güzel olmalı ya da babası zengin olmalı. (Dalkıran, 2005: 44)
309
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gızım sana mı inanim, gözüm sana mı inanim?: Kızım sen öyle diyorsun, ama
ben öyle görmedim, daha farklı gördüm. (Özturan, 2014: 150)
Gızım sana söylüyorum, gelinim sen anla: Herhangi birine uyarı yapılmak
istendiğinde fark ettirmeden dolaylı olarak yapılmalıdır. (Gökçebey, 1999: 81; Kozan,
2007: 218; Özturan, 2009a: 217)
Gızımın saçını guru göreceğime, güvamın yüzünü ölü görim: Damadım erkeklik
yapsın da isterse kocam ölsün. (Özturan, 2014: 150)
Gızın gocaya gidesi olursa gapları birbirine çalar: Evlenmek isteyen kız,
durumunu belli eder. (Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 157)
Gızını dövmeyen dizini döver, [oğlunu dövmeyen bağrını/özünü döver]:
Çocuklarına zamanında iyi eğitim vermeyen aileler sonraları bu durumun cezasını
kendileri çeker. (ATKVE, 2011: 136; Alparslan-Özturan, 2010: 52; Dalkıran, 2005: 44;
Gökçebey, 1999: 81; Okumuş, 2006: 157; Özturan, 2009a: 217)
Gızlar gelir, iş artırır; garılar gelir, gov artırır: Gençler iş görürler, iş bitirirler.
Yaşlılar da oturup dedikodu yaparlar. (Özalp, 2008: 399)
Gızlara goca gerek, o da zamanında gerek: Kız namustur, vakti geldiğinde
iffetiyle evlendirilmesi gerekir, ancak zamanında evlendirilmesi gerekir. Yoksa evde
kalabilir. (Adem Pırnaz)
Gideceğin Antep, yiyeceğin bekmez: Eski Antep’e gidersen pekmezden başka
yiyecek bulamazdın. (Özturan, 2014: 143)
Gideceğin Yemen, yiyeceğin güman: Yemen’de yiyeceğin tek şey gümandır.
(Polat, 2016: 50)
Gidip de gelmemek, gelip de görmemek var: Uzun bir ayrılığa çıkan kimse
gittiği yerde ölebilir. Geldiği zaman da çok sevdiği kişileri görmeyebilir. (Özturan,
2009a: 216)
Gişi gazançlı olursa avrat düzençli olur: Erkek iyi para kazanırsa kadın da
işlerinde düzenli olur. (Özturan, 2009a: 217)
Gişinin ayıbını bir avuç toprak örter: Bkz: “Doktorun hatasını toprak örter”
(ATKVE, 2011: 136)
Gişinin dırnağını uzatmayacaksın: Kocayı servet sahibi yapmayacaksın,
servetini harcatacaksın. Yoksa ikinciye evlenir. (Özturan, 2014: 151)
Gişinin iki gaşığı varsa birini gırıcın: Bkz: “Gişinin dırnağını uzatmayacaksın”
(Özturan, 2014: 151)
Gişinin kendine ettiğini kimse etmez: İnsan bazen kendine farkında olmadan
öyle büyük bir hata yapar ki düşmanı bile bu kadar büyük hata yapamayabilir.
(ATKVE, 2011: 136)
Gitme cahil ile yola, başına olur bela: Cahil insan, farkında olmadan her türlü
bela açabilir insana. Böylelerinden uzak olmak lazım. (Okumuş, 2006: 155)
Gizli zina yapan aşikar doğurur: Gizli hamile kalan açıkta doğurur. Gizli ilişki
kurup gebe kalan, doğumu açıktan yapar, gizleyemez. Gizlice işlenen suçlar, bir gün
açığa çıkar. (Özturan, 2009a: 217)
Goca öküze gart büvelek: Her şey dengi dengine. (Özturan, 2014: 151)
Goca öküzün gılbası (kıblesi) olmaz: Yaşlanmış insanın aklı sağlıklı olmaz.
(Özturan, 2014: 151)
Gocam var diye güvenme, başın yastığa düşmeyince: Kocanın değeri, kadın
yatağa düşünce belli olur. (Deniz, 2015: 46)
Gocamış/yaşamış eşşekte, yıllanmış akıl olur: Yaşlı, tecrübeli de olsa akılsız
kişinin fikri olmaz. (KA, 2017a: 390; Özturan, 2009a: 217)
Goça boynuzu yük değil: İnsana çoluğu çocuğu, ailesi, sevdikleri kendine yük,
ağırlık olmaz. Çünkü onlar kendisinin tabii parçalarıdır, onları seve seve taşır. (Özalp,
2008: 399; Şirikçi, 2006: 77)
Goğulama gomşunu ya gapıda ya bacada: Komşunun dedikodusunu yapma,
anında senin de başına gelir. (Gökçebey, 1999: 83)
Gol gırılır yen içinde, [baş yarılır fes içinde]: Yakın çevrede olan olaylar,
tatsızlıklar dışarıya sızdırılmaz. Aile ve çevre içinde sır olarak saklanır. Aile sırları asla
dışarıya taşınmaz, yabancılara söylenmez. (ATKVE, 2011: 136; Özalp, 2008: 399)

310
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gomşu boncuğunu çalan gece dakınır: Komşu ile her an yüz yüze
olunduğundan, ondan kolay kolay bir şey gizlenemez. Sakın ondan bir şey çalayım
deme, çalarsan ancak gece yahut onun bulunmadığı yerlerde kullanabilirsin. (Özalp,
2008: 399)
Gomşu gomşunun hambalıdır: Komşular her zaman birbirine muhtaçtır. Her
zaman birbirlerinin ihtiyaçlarını, sıkıntılarını gidermekle sorumludur. Kişi istese de
istemese de komşunun başına gelen şeyden etkilenir. (Elife Akkurt)
Gomşuda bişer, bize de düşer: Yakınlarımızın güzel şeylere kavuşması bizim de
güzel şeylere kavuşmamıza sebep olur. (Özturan, 2009a: 217)
Gomşudan gız alma ev ıssız galır, gomşudan tavuk alma pin ıssız galır:
Yakından aldığın gelin ikide bir baba evine gider, ev boş kalır. Yine yakından aldığın
tavuk her gün alıştığı eski pinine gider. (Dalkıran, 2005: 46; Özturan, 2009a: 217)
Gomşun kör ise gırptır, topal ise yektir: İnsan, çevresine uyum sağlamalı ve
etrafındakilere göre hareketlerine yön vermelidir. (KA, 2017a: 390)
Gomşun kötü göç gurtul, [gişin kötü geç gurtul]: Kötü komşu insanı huzursuz
eder. Kötü koca da karıyı huzursuz eder. Bu durumda bazı önlemler almak gerekir.
(Alparslan-Özturan, 2010: 65; Özturan, 2009a: 217)
Gomşuna iki iste ki sana bir versin: Komşunu kıskanma, onun iyiliğini iste.
Komşunun iyiliği için Allah'a dua et ki Allah sana da versin. (Özalp, 2008: 400)
Gomşunu aşına, gişini işine alıştırma: Komşu sürekli yemek ister, koca da
sürekli hanım çalışsın ister. (A. Kurt, 2017: 12)
[Gomşunun avradı gomşuya gız görünür], gomşunun tavuğu gomşuya gaz
görünür: Komşu, komşunun en yakınında bulunur. Birbirlerinin her şeylerini bilirler.
Birinin durumunun biraz iyi olması diğerini rahatsız eder ve aralarında kıskançlıklar
doğar. Birbirlerinin azını çok görürler. (Dalkıran, 2005: 47; Özalp, 2008: 400; Özturan,
2009a: 217)
Gomşunun çatısındaki buza değil, eşiğindeki çamuruna bak: Komşunun dışına
değil içine bak. (Körük, 2005: 30)
Gomşunun gözü körüse gırdır, topalısa yekdir: (Özturan, 2009a: 217)
Gomşunun ürüşü, gelinin işi sevdirir: Komşunun güzel güzel konuşmaları,
gelinin de işi insanı sevdirir. (Özturan, 2009a: 217)
Gork Allah’tan gorkmayandan: Allah’tan korkmayandan her çeşit kötülük gelir.
Böylelerinden sakın. Çünkü böyleleri kötülük ve zulüm yapmaktan, hatta namusa
tasalluttan bile çekinmezler. (ATKVE, 2011: 136; Dalkıran, 2005: 51; Özalp, 2008:
400; Özturan, 2009a: 217; Şen, 2006: 107)
Gork aprilin/nisanın beşinden, öküzü ayırır eşinden: April'in beşi, normal kış
aylarının dışında ve mahalli bir olay üzerine isimlendirilmiş, beş gün süren bir soğuk
dalgasıdır. Bazı yıllar, çok şiddetli soğuk olur ve canlıların ölümüne bile yol açar.
(Okumuş, 2006: 157; Özalp, 2008: 400)
Gork kelden, körden ille de topaldan: Toplum nazarında kel, kör ve topal kişiler
tehlikeli kişilerdir. (Şahiner, 2017: 35)
Gorkak tacir, ne kâr eder ne zarar: Ticarette hesaplı, planlı ama aynı zamanda
cesaretli yani müteşebbis ve atak olunmalıdır. Aksi halde ne büyük ne de küçük olunur.
Yerinde sayılır. (Özalp, 2008: 400)
Gorkak, tehlike olmadığı zaman yumruğunu sallar: Korkak insan, kimse yokken
yiğitlik taslar. (Şen, 2006: 108)
Gorku, dağları bekler: 1. Zulüm ve işkence görmek istemeyen insan dağlara
kaçar. 2. Korku insanı frenletir. (Özturan, 2009a: 217)
Gorkulu düş görmektense uyanık dur: Bkz: “Gorkulu düş/rüya görmektense
uyanık yatmak iyidir/evladır” (Özturan, 2009a: 217)
Gorkulu düş/rüya görmektense uyanık yatmak iyidir/evladır: Korku içinde
uyursam başıma neler gelir diye düşünerek uyuyunca kabuslar görmektense uyumamak,
uykusuzluğun zorluğunu çekmek daha iyidir. Tedbirsizlik ve tembellik edip geleceği
endişe ile beklemekten uyanık, tedbirli olmak ve birtakım zorluklara katlanmak daha
iyidir. (ATKVE, 2011: 136; Özalp, 2008: 400)
Govcu guvalak, b..tan yuvarlak: Laf taşıyıcılık, dedikoduculuk, arabozuculuk
kötüdür. (Özalp, 2008: 263)
311
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Goy beni yılan yesin, gıymetimi bilen yesin: İnsanın değerini bilmeyen büyük
hataya düşer. Değer bilen kişi yılan kadar kötü de olsa kıymet bilmeyenlerden daha
iyidir. (Kuyumcu, 1995: 34)
Goy suyu goy bulguru, gör hayır bereket nerde: Malzemeleri artırırsan bereket
kendiliğinden gelir. (Özturan, 2014: 152)
Goyma su ile değirmen dönmez: İş yapacak olanda gerekli alt yapı olmadıkça
şunun bunun yardımıyla iş yapamaz. (Kuyumcu, 1995: 34)
Goymayla guyu dolmaz: Bkz: “Goyma su ile değirmen dönmez” (Polat, 2016:
21)
Goyun ölür de guzu ölmez mi?: Ölüm herkes içindir. (Özturan, 2014: 152)
Goyunu güden gurdu görür: Bir işin sorumluluğunu üzerine alan kimse, gelecek
zarara karşı önlemini alır, ihtiyatlı davranır. (Karalar, 1998: 34)
Goyunu köpeğe teslim eden, kebabı ele yedirir: Bir işi o işe en büyük zarar
verebilecek olana verirsen faydasını da başkasına teslim etmiş olursun. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Goyunun guyruğu kendine yük olmaz: Birbirinden fayda görenler birbirine yük
olmaz. (ATKVE, 2011: 136)
Goyunun olmadığı yerde, geçiye Abdırahman Çelebi derler: Adam gibi
adamların olmadığı yerde, adam olmadığı halde adam gibi görünenlere değer verilir,
hürmet edilir. (Özalp, 2008: 400)
Goz olur da govugsuz olur mu?: Cevizin olduğu yerde çürük de olur. Hatasız
insan olmaz, iyi bir toplulukta kötüler de olur. (Özalp, 2008: 400; Özturan, 2009a: 217)
Göç geri dönerse topal eşşek kervanbaşı olur/öne düşer: İş tersine dönerse işe
yaramayan işe yarar hale gelir. (Çınkır, 2016: 400; Okumuş, 2006: 155)
Göç giderken düzülür: Hayatta her şey muntazam olmaz. İnsanın eksikleri
zaman içerisinde tamamlanır. (Özturan, 2009a: 217)
Göç oldu, kemer galdı; at öldü, semer galdı: Eski dirlik düzen bozuldu, geride
yıkıntı döküntü diyecek hal kaldı. (Gökçebey, 1999: 83; Horasan, 1992: 208; Şen, 2006:
105)
Gökten ne yağdı da yer onu gabul etmedi: Yukarıdan aşağı ne iner ne gelirse ne
ikram edilirse aşağı onu kabullenir. Küçükler büyüklerden geleni; alt makamlar, üst
makamlardan geleni kabullenir. Kaderde olup kazaya dönüşmüş olan her şey kabul
edilir. Kahrı çekilir. (Özalp, 2008: 400; Özturan, 2009a: 217; Özturan, 2014: 156)
Göl yerinde su eksik olmaz: Zengin evlerinde her zaman her şey bulunur.
(Özturan, 2009a: 217; Yusuf Kamalak)
Gölgesiz ağacın meyvesi de gerekmez: Faydası olmayan insanın diğer vasıfları
da gerekmez. (ATKVE, 2011: 136)
Gön yuka/ince yerden delinir: Her şey en zayıf yerinden eskir, yırtılır. Ağaç en
ince yerinden kırılır. Kumaşlar en ince, zayıf yerlerinden eskir. (Çınkır, 2016: 516;
Özalp, 2008: 400; Özturan, 2009a: 217; Şen, 2006: 105)
Gönül düştü bir b..a, o da mis gibi koka: Gönül aşk ateşiyle kötüyü de iyiye
çevirir. (Özturan, 2009a: 217)
Gönül gocamaz: İnsanın bedeni yaşlanır, ama gönlü hep genç kalır. (Özalp,
2008: 400)
Gönül kârda gezer: İnsanlar kar etmeyi kazanç sağlamayı sever. (Özturan,
2009a: 218)
Gönül kimi severse güzel odur: Herkesin güzellik anlayışı başkadır. Herkesin
güzeli kendi gönlüne göredir. Birine çirkin görünen diğerine güzel görünür. (Özalp,
2008: 400; Özturan, 2009a: 218)
Gönül umduğuna küser: İnsan sevdiği, sevgi beklediği, yakınlık duyduğu
kimselere küser. (Özalp, 2008: 400)
Gönül ummadığı yere küser: İnsan hiç beklenmeyecek bir şeye küser. (Özturan,
2009a: 218; Şen, 2006: 105)
Gönül verme güzele, vazgeçmesi güç olur: Gönül muhabbeti insanı yıpratır.
Birine gönlünü kaptırırsan kolay kolay vazgeçemezsin. (ATKVE, 2011: 136)

312
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gönülsüz yenen aş/yapılan iş, ya garın ağrıtır ya baş: Gönülsüz ve zoraki


yaptırılan her şey insanı rahatsız eder. (Dalkıran, 2005: 51; Kozan, 2007: 218; Özalp,
2008: 400; Özturan, 2009a: 218; Sultan Kamalak)
Gördüğün gördük, duyduğun duyduk yerde galsın: Lafçılık yapma, olur olmaz
şeyleri toplum içinde söyleme. (Dalkıran, 2005: 49)
Gördün bir iş, hemen/durma siviş; gördün bir aş, hemen/yumul yanaş/düş: İş
varsa oradan hemen uzaklaş. Faydalanacağın bir durum varsa hemen işe sarıl. (Çınkır,
2016: 538; Dalkıran, 2005: 48; Özturan, 2009a: 217; Şen, 2006: 105)
Gören göze yasak olmaz: Göz kör değilse, olaylar da herkesin ortasında cereyan
ediyorsa göz görecektir. Kimse yasak koyamaz. (Özalp, 2008: 400-401)
Görgüsüzün/görmemişin bir oğlu olmuş, çekmiş ç..ünü goparmış: Görgüsüz,
görmemiş iş yapayım derken kötülük yapar. Görgüsüz, en yakınlarına bile zarar verir.
(Karalar, 1998: 29; Okumuş, 2006: 155; Özalp, 2008: 401; Özturan, 2009a: 217)
Görmemiş görmüş, bayılmış ölmüş: Görgüsüz biri günün birinde beklemediği
bir duruma kavuşursa bayılır ölür. (ATKVE, 2011: 136)
Görücüyü söze tut, yüzünü köze tut: Çirkin kızı, oğluna almak için gelenleri
kızın iyi huy ve becerilerini anlatarak zihinsel olarak meşgul et. Kız da yüzünü çok
göstermeyip köze tutsun ki kanlı canlı görünsün. (Dalkıran, 2005: 46)
Görüm görüm göz daşı, göründükçe vur daşı: Gelinler görümcelerini sevmezler.
(Özturan, 2009a: 217)
Görünen köyün/dağın uzağı/yırağı olmaz: Bir durumun nasıl sonuçlanacağı belli
olunca sonucu çok geçmeden gerçekleşir. (Özturan, 2009a: 217; Mehmet Yiğit)
Göz değeceğine söz değsin: Birisi nazar ile söz söylerse yere tükürülür ve “Göz
değeceğine söz değsin” denir. (Karaoğlan, 2004: 1003)
Göz gördüğünden gorkar: Yapılan işi göz gördüğü zaman korkar. (Özturan,
2009a: 217)
Göz görür, gönül gatlanmaz: İyi veya kötü, göz bir şeyi görürse gönül
katlanmaz. Kötülüğü önlemek, iyilikten de yararlanmak ister. (Özalp, 2008: 401)
Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur: İnsan, gözünün önünde olmayan, sık
sık görmediği kimseleri zamanla unutur. (Kozan, 2007: 218; Özalp, 2008: 401; Özturan,
2009a: 217; Adem Pırnaz)
Gözü namazda değil ki gulağı ezanda olsun: Dinle pek ilgisi olmayan kimse dini
uyaranlara da dikkat etmez. (Gökçebey, 1999: 82)
Gözü yükseklerde olan guyuya düşer: Mal-mülk, şah-şöhret peşinde olanlar,
bulunduğu konumu da yitirirler. (Özturan, 2009b: 120)
Gözünün biri kör gerek: Bazı şeyleri görmezden geleceksin. (Özturan, 2014:
161)
Guduz it ne kendini iflah eder ne de ısırdığını: Kendi başı dertte olan ne kendisi
iflah olur, ne de sıkıntı verdiği iflah olur. (Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 157)
Guduz ölür amma daladığı da ölür: Kötüler, zalimler sonunda zarar görürler,
perişan olurlar. Ama kötülük yaptıkları, zulmettikleri de zarar görüp perişan olurlar.
(Özalp, 2008: 401)
Gul azmayınca Hak yazmaz: Bkz: “Gula bela gelmez Hak yazmayınca, Hak bela
yazmaz gul azmayınca” (Kozan, 2007: 218)
Gul bunalmazsa/sıkışmayınca Hızır yetişmez: İnsan, başı derde düşmedikçe
bütün gücüyle çalışıp derdine çare olmaz. (Alparslan-Özturan, 2010: 236; Kozan, 2007:
218; Özturan, 2009a: 218)
Gul gısmetini yer: Herkes, kendisine sunulan nimetlerden faydalanır. (Sait Nur
Kılıçsallayan)
Gul guldan, gul Allah’tan: Kul kuldan sebeplenir, kul da Allahtan. (Özturan,
2014: 162)
Gul gusursuz olmaz: İnsanoğluna kusursuzluk verilmemiştir, şöyle veya böyle
kusurludur. (Okumuş, 2006: 158; Özalp, 2008: 401)
Gula bela gelmez Hak yazmayınca, Hak bela yazmaz gul azmayınca: Kaderde
olmadıkça insanın başına bela gelmez. Kul yoldan çıkmadıkça Allah, kulun başına bela
musallat etmez. (Özturan, 2009a: 218)

313
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gurbete giden gızın gaşı gözü gara gerek: Ele yapılan işin çok güzel, düzgün ve
mükemmel âdeta kusursuz olması gerekir. (Özalp, 2008: 270)
Gurbette daşa yaslanmayan, evdeki halının gıymetini bilmez: Rahatın değerini
bilmek için rahatsızlığı tatmak gerekir. (ATKVE, 2011: 136)
Gurcalama sivilceyi çıban edersin: Küçük bir meseleyi deşme, daha büyük
sıkıntı meydana getirir. (Şen, 2006: 107)
Gurda “boynun niye galın” demişler, “kendi işimi kendim görrüm” demiş: İşini
başkasına güvenmeyerek kendisi gören rahat eder. (Özturan, 2009a: 218)
Gurdun adı yese de yavuz yemese de: Adın bir kere kötüye çıktıysa bir işi
yapsan da senden bilirler yapmasan da. (Elife Akkurt)
Gurdun bulduğu guşunan, guşun bulduğu çalı başında: Ananın, babanın, aile
büyüklerinin kazançları çocukları içindir. Onlara yedirir içirirler, miraslarını da onlara
bırakırlar. Ama çocuklar çalışıp kazanmaya başladıklarında kazançlarını kendilerine
saklarlar. Burada kurt anayı, babayı kuş da çocukları işaret etmektedir. Ayrıca cömert,
hayırsever insanlar varlıklarını herkesle paylaşırlar, ama cimriler, kötüler kendi
kazançlarını yalnız yedikleri gibi başkalarının kazançlarına da ortak olmaya çalışırlar.
(Özalp, 2008: 401-402)
Gurdun kısmeti itin g..ünden çıkar: İnsan ummadığı zamanda nimete kavuşur.
(Çınkır, 2016: 649)
Gurkun cücüğü güzün sayılır: İşi sonuçlandır da başarını o zaman görelim.
(Çoğalan, 1982: 114; Dalkıran, 2005: 49; Gökhan-Koç, 2009: 312; Kozan, 2007: 218;
Körük, 2005: 31; Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995: 29; MİY, 1967: 194; Özturan,
2009a: 218; Özturan, 2009b: 195; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
Gursak gavurgasını ister: Herkes kendi dengini ister, hak eden hakkını alır.
(Çınkır, 2016: 456)
Gurt buhranlı havayı sever: Kendi işi için fırsat kollayan kimse, işi için en uygun
zamanı bekler. (Körük, 2005: 31; Özturan, 2009a: 218)
Gurt eniği gurt olur: İnsan nasılsa yavrusu da öyle olur. (Çınkır, 2016: 736)
Gurt gocayınca köpeğin maskarası olur: Kurt tabiatlılar, yiğitler, köpek
karakterlileri yıldıranlar yaşlanıp gücünü kaybedince köpek tabiatlılar fırsat bulup
onlarla oynamaya, dalga geçmeye başlarlar. (Özalp, 2008: 401; Özturan, 2009a: 218;
Şen, 2006: 108)
Gurt gomşusunu yemez: İnsanlar komşusuna kem gözle bakmaz. (Alparslan-
Özturan, 2010: 64; Özturan, 2009a: 218)
Gurt ile köpek dost ise mutlak biri haindir: Değerli insan ile değersiz insan bir
arada olmaz. Eğer olursa birinde hainlik vardır. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Gurt ulusundan gördüğünü işler: Çocuklar, gençler, cahiller analarını, babalarını,
hocalarını örnek alırlar. Onlardan gördüklerini yaparlar. Onun için bu kimseler hep iyi
örnek olmak zorundadır. (Özalp, 2008: 401; Özturan, 2009a: 218)
Gurt, yediği yeri günde yedi defa yoklarmış: Kişi menfaat gördüğü yere sürekli
gider. (Göçer, 2010: 46)
Gurtla goyun, silahla oyun olmaz: Saldırgan ile güçsüzün, zarar veren ile zarar
görenin birlikte olduğu yerde tehlike vardır. (Okumuş, 2006: 158)
Gurtlar birbirine düşünce çakala gün doğar: İyi insanlar anlaşmazlığa düşünce
kötü fıtratlı olana fırsat doğar. (Gökçebey, 1999: 81)
Gurtlu paklanın kör alıcısı olur: Ne kadar kötü olursa olsun, her malın bir
müşterisi, her kadının bir alıcısı olur. (Özalp, 2008: 401)
Guru guru gadanı alim, tahır tahır yoluna ölim: Kendi yükümlülüğüne uymayıp
bol vaatlerde bulunmamak gerek. Kuru kuru seversem, takır takır da yoluna ölmüş
olurum. (Çınkır, 2016: 534; Dalkıran, 2005: 47; KATEDEG, 2012: 70; Özalp, 2008:
270;Şen, 2006: 105)
Gurunun yanında yaş da yanar: Suçlunun yanında suçu olmayan da ceza görür.
(Özturan, 2009a: 218)
Gusursuz dost arayan dostsuz galır: Kusursuz insan yaratılmamıştır. Dostlarımızı
da insanların arasından seçeceğimize göre kusursuz dost arayacak olursak dost
bulamayız. (Özalp, 2008: 402; Özturan, 2009a: 218)
314
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Guş darıya fırlar: İnsanlar sevdiği, menfaati olduğu şeyin etrafında dolanır.
(Dalkıran, 2005: 49; Özturan, 2009a: 218)
Guş ganadı kira istemez: Kişi kendi işi için harcayacağı çabadan dolayı
başkasından karşılık beklemez. (Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 158)
Guş menendiyle uçar: Herkes kendi dengiyle arkadaşlık kurar. Kendinden üstün,
zengin kimselerle arkadaşlık etmek isteyen onlara ayak uyduramaz, perişan ve rezil
olur. (Özalp, 2008: 402; Özturan, 2009a: 218)
Guş teneye dolanır: İnsanlar menfaatleri peşinde koşar. (Çınkır, 2016: 535;
Özalp, 2008: 270-271)
Guş var et yer, guş var et yedirir: Bazı insanlar var ki onları en ağır işlerde
kullanırız. Bazıları da var ki onlar bize iş yaptırır. (ATKVE, 2011: 136)
Guş var gurt yer, gurt var guş yer: Bkz: “Guş var et yer, guş var et yedirir”
(ATKVE, 2011: 137)
Guştan gorkan darı ekmez: Zarardan ve zarar verecek şeylerden korkan hiçbir iş
yapamaz. İş, ticaret yapan insanlar zararı, riski göze almalıdırlar. (Dalkıran, 2005: 50;
Özalp, 2008: 402; Özturan, 2009a: 218)
[Guşun] en sefili gallangıç (kırlangıç), onu da git Yemen’den sor: Kırlangıç gibi
sefil bir hayvanın Yemen’de karabiber tohumlarını yiyerek zarar verdiği gibi en sefil
insanın bile kötü huyu olabilir. (Çınkır, 2016: 386; Özturan, 2009a: 215; Özturan,
2009a: 218; Özturan, 2014: 130)
Guzguna yavrusu zümrüdüanka görünür: Kişi kendi yavrusunu çirkin de olsa
diğerlerinden üstün ve güzel görür. (Okumuş, 2006: 158; Özturan, 2009a: 218)
Guzlacı oğlak b..undan belli olur: İş yapacak insan, hal ve hareketlerinden belli
olur. (Özturan, 2009a: 218)
Guzulu goyun dışarı gitmez: Korunmaya muhtaç yavruları olan savunmasız
yerlere gitmez. (Gözükara-Özalp, 2011a: 309)
Güç olmasın da geç olsun: İşler sıkıntılı olmasın da isterse çok zaman sonra
olsun. (Özturan, 2009a: 218)
Güdüğüm güdüğüm, başında gitti püsküllü ediğim: Kızı büyütüyorum, ama
sonunda ayağına püsküllü ediği giyip gelin olup gidiyor. (Özturan, 2014: 166)
Güleğen olan vereğen olur: Kadınların özellikle yabancılara karşı gülmesi hoş
karşılanmaz. Yabancılara karşı gülen kadınlar, gide gide namuslarını da verebilirler.
(Özalp, 2008: 402)
Gülerek gelen puşttan, geç gelen gıştan gorkulur: Tehlikeli kimsenin güler yüzlü
olmasının altında bir sebep vardır, böylesi kişilere dikkat edilmelidir. Mevsiminden
sonra gelen kış da tehlikeli olur. (Karalar, 1998: 30)
Güllü dul var, küllü dul var: Varlıklı dul var, fakir dul var. Günü iyi geçen dul
var, kötü geçen dul var. (Çınkır, 2016: 541; Özturan, 2014: 166)
Gülün dalı/siyeci gülden yüce gerek: Evlilikte erkeğin kadından yaşça büyük
olması gerek. (Deniz, 2015: 40; Özturan, 2009a: 218; Özturan, 2014: 166)
Gün bugün, saat bu saat: Bu işin uygun olduğu saat bu saattir. Bu saat geçtikten
sonra değeri kalmaz. (Özturan, 2014: 167)
Gün doğmadan galk, gazanın altını yak: Erken kalkmak ve çalışmak faziletlidir.
Gün içerisinde yapılan rutin işler, erkence yapılmalıdır. (Akın, 2014: 39; ÖD,
29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Gün doğmadan neler doğar: İnsan ümitli olmalı. Ummadığı zamanlarda istediği
şeylere kavuşabilir. İstemediği şeylerle de karşı karşıya gelebilir. (Özturan, 2009a: 218)
Gün ola, harman ola: Her şeyin bir vakti vardır. Beklemek gerekir. (Özturan,
2009b: 208)
Gün olur aldırır, gün olur sattırır: Zaman olur, halin vaktin iyi, paran pulun çok
olur evine eşya, mülk, araba alırsın. Zaman olur, başına birtakım işler, felaketler gelir.
Paranı pulunu harcar bitirirsin. Yetmez mülkünü, arabanı, eşyalarını, hatta evini dahi
satmak zorunda kalırsın. (Özalp, 2008: 402)
Gündüz eser derinkuyu, gece yatar yüzükoyu: Bkz: “Kim eşer derin guyu, kendi
düşer yüzün guyu” (Akın, 2014: 41; Horasan, 1992: 207)
Güne göre hırka giymek gerek: Şartlara ve durumlara göre hareket etmek lazım.
(Karalar, 1998: 30)
315
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Güneş yeryüzüne düşmekle payimal olmaz: Zekatı verilen para veya iyilik yapan
kişi, bundan dolayı zarara uğramaz. (Şen, 2006: 105)
Gürültü istemeyen, bakırcı/demirci dükkanına girmez: Kafası dinlenmek isteyen,
rahat edilmeyecek yerde bulunmaz. (ATKVE, 2011: 136; Şen, 2006: 105)
Güvenme varlığa, düşersin darlığa: İnsan elindeki nimetleri her zaman
koruyamayabilir. Onun için tedbirli olmak lazım. (Dalkıran, 2005: 49; Dalkıran, 2005:
50; Özturan, 2009a: 218; Şen, 2006: 105)
Güz gelmeden yele gitme: Önümüzdeki günlerde gündem yaratacak bir konu
hakkında olayın sıcaklığına kendini kaptırarak erken konuşma. (Çınkır, 2016: 547;
Özturan, 2014: 168)
Güz güneşinde gızım, yaz güneşinde gelinim olsun: Durumumun iyi, rahatımın
güzel olduğu zamanlarda kızım, kötü olduğu zamanlarda ise gelinim olsun. (ATKVE,
2011: 135)
Güzel bürünür, çirkin görünür: İşler bazen mantıken tam tersi olacak şekilde
yürür. (Şen, 2006: 105)
Güzel göz için, akıllı gönül için: Fiziki güzelliği göz ile görebilirsin, ama akıllı
olan için gönül gözü lazım. (Şen, 2006: 105)
Güzel huylu olanın can verirler sözüne, çirkin huylu olanın kimse bakmaz
yüzüne: Huyu güzel olana saygı duyarlar. Kötü olanınsa yüzüne bile bakmazlar. (Şen,
2006: 105)
Güzel kızlar ya guyumcuya ya Almancıya gelin gider: Güzeller alımlı olur.
Talipleri de varlıklı insanlar olur. (Dalkıran, 2005: 44)
Güzele bak güzel olsun, [ayva ve gamzeli olsun, elma ye yanakları gırmızı
olsun]: Gebe kadına söylenen öğüt. (Akben, 2010: 442-443)
Güzele küpen yakışır, çirkine allar neylesin: Güzele her şey yakışır. Çirkine en
güzel şeyler bile fayda etmez. (Dalkıran, 2005: 47)
Güzelin ardına düşerler, çirkini çifte goşarlar: İyinin peşinden giderler, kötüyü
dikkate almazlar (ATKVE, 2011: 135)
Güzelin bahtı ayağının altında, çirkinin bahtı alnının çatında: Güzeller kadersiz
olur. (Özturan, 2009a: 217)
Güzelin kadrini ne bilir ahmak, mürüvvet değil mi yüzüne bakmak: Ahmak olan
güzelin değerini bilmez. (Şen, 2006: 105)
Güzelin uykudan galkışı, çirkinin hamamdan çıkışı: Güzelin uykudan kalkışı
bile diğerinin hamamdan çıkışına eşdeğerdir. (Dalkıran, 2005: 47; Özturan, 2009a: 217)
Güzellik on, dokuzu don: Giyim kıyafet güzellikte çok önemlidir. (ATKVE,
2011: 136; Alparslan-Özturan, 2010: 288; Özturan, 2009a: 217)
Ha anan ölmüş öksüzsün ha baban: Ana da baba da aile kurumu için çok
önemlidir. Anne de ölse baba da ölse acı büyük olacaktır. (Şen, 2006: 105)
Haber anlamazın arkasına teneke bağlamışlar, “bu gürültü nedir?” diye sormuş:
Duyarsız ve gamsız insan, kendi yaptığı bir işin bile farkında olmaz. (Okumuş, 2006:
155)
Haber anlamazın g..üne gazzık çakmışlar, “bu takırtı nerden geliyor” demiş:
Bkz: “Haber anlamazın arkasına teneke bağlamışlar, “bu gürültü nedir” diye sormuş:”
(Çınkır, 2016: 548; Özturan, 2014: 168-169)
Hacetin kötüsü olmaz: İş yapmaya yarayan alet -az da kullanılsa- zarar etmez.
Zamanı geldiğinde işe yarar. (Özalp, 2008: 403)
Hacı hacı olmaz gitmekle Mekke’ye, dede dede olmaz gitmekle tekkeye: Bir işi
biçimsel olarak yapmakla o iş tam anlamıyla yapılmış olmaz. (Şen, 2006: 105)
Hacı hacıyı bulur Mekke'de, derviş dervişi bulur tekkede: Her meşrep ve din
sahibi kendi meşrebinden, dininden olan kimseleri din ve meşreplerinin merkezi olan
yerde bulur. (Özalp, 2008: 403)
Hacı hacıyı Mekke’de, hoca hocayı tekkede, ib.. ib..yi dakikada bulur: Bkz:
“Hacı hacıyı bulur Mekke'de, derviş dervişi bulur tekkede” (Faruk Zülkadiroğlu)
Haddini bilmeyene, bildirirler: Çevresinde yetkili olmadığı konularda yüksekten
uçanlara gereken dersi verirler. (Şen, 2006: 106)
Hafif çalıyı yel alır, ağır çalı yerinde galır: Ağırbaşlı olmak, sözünü sohbetini,
davranışlarını bilmek gerek; aksi halde gözden düşersin. (Şen, 2006: 106)
316
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Hak değirmende olur: Hak ancak umuma ait yerlerde, işlerde, mallarda veya
sıralı, nöbetli işlerde olur. (ATKVE, 2011: 136; Özalp, 2008: 403)
Hak deyince akan sular durur: Hak deyince hak ortaya girince bütün ihtilaflar,
anlaşmazlıklar biter. (Özalp, 2008: 403; Özturan, 2009a: 218)
Hak yerini bulur: Hak yerde kalmaz, her hak er-geç sahibine döner, ulaşır.
(Özalp, 2008: 403)
Haklı haksızı Bağdat’tan çevirir: Hak eden hakkını mutlaka alır. (Şen, 2006:
106)
Hal halın yoldaşıdır: Aynı halde, aynı karakterde olanlar veya aynı sıkıntılara
düşenler birbirleriyle daha kolay kaynaşırlar. (Özalp, 2008: 403; Özturan, 2009a: 218;
Özturan, 2014: 169)
Halayıktan gadın olan gurnayı deler tasla, köleden müezzin olan minareyi deler
sesle: Bkz: “Sonradan müezzin olan minareyi yıkar sesinen, sonradan hatın olan çunuru
gırar tasınan” (Şen, 2006: 106)
Halçalı (kalçalı) avrat al ki, pençeli oğlan doğursun: Güçlü kuvvetli, geniş
kalçalı kadınlar, güçlü oğlanlar doğurur. Güçlü ortağın olsun, güçlü iş yaparsın. (Özalp,
2008: 403)
Halına göre Hasan Ağa olmalı: Herkes durumu ölçüsünde hareket etmelidir.
(Karalar, 1998: 30)
Halının tozu tükenir, delinin sözü tükenmez: Aklı olmayan patavatsızca konuşur.
Bir türlü susmak bilmez. (Faruk Zülkadiroğlu)
Hamama giden gurnaya, düğüne giden zurnaya âşık olur: Herkes, her şey
dengiyle muhatap olmak ister. (Şen, 2006: 106)
Hamama/deliğe giren porsuk/pezevenk terler/terlemeden çıkmaz: Bir işe giren,
evlenen kimse onun sıkıntılarına, getirdiği yüklere katlanır. (KA, 2017a: 389;
Kuyumcu, 1995: 30; Özalp, 2008: 403; Özturan, 2009a: 218; Şen, 2006: 106)
Hamarat gız mahallesinde galır: Bkz: “İyi gız elinden/köyünden çıkmaz” (ÖD,
29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Hambala “nerden gelirsin” demişler, “ilk defa candan” demiş: Hamallık yapmak
zor iştir. Sürekli sırtında yük taşımak gerekir. Dolayısıyla hamala nerden geliyorsun
diye sorulduğunda ilk defa candan geliyorum, der. (Şen, 2006: 106)
Hambala semeri yük gelmez: İnsan, kazanç elde ettiği şeylerden sıkılıp usanmaz.
(KA, 2017a: 389)
Hamur yoğurmadan, oğlan doğurmadan olur: Bir iş için gerekli alt yapı hazır
olursa sonuç alabilirsin. (Polat, 2016: 22)
Hancının gızinen yoldaki incir çabuk yeter/olgunlaşır: Kullanılmaya müsait
yerde olanlar, diğerlerine göre kendini belli eder. (Özturan, 2009a: 218; Şen, 2006: 105-
106)
Hangi daş gatıysa/büyükse başını/gafanı ona çal/vur: Borcunu ödemek
istemeyen, birilerine haksızlık yapan, zulmeden kimselerce alacaklıya, haksızlığa,
zulme uğrayan kimselere "Alacağını alabilmek, haksızlık ve zulümden kurtulabilmek
için kime, nereye gidersen git, benden hiçbir şey alamazsın!" anlamında söylenir.
"Derdini Marko Paşa'ya anlat!" gibi. (Özalp, 2008: 276; Özturan, 2014: 168)
Hanım gırarsa gaza, hizmetçi gırarsa ceza: Yüksek tabakadan biri bir suç işlese,
çeşidi tevil ve bahanelerle cezadan kurtarılır. Aynı suçu aşağı tabakadan biri işlediğinde
derhal cezalandırılır. (Özalp, 2008: 403)
Hanım o…ursa gaza, besleme o…ursa ceza: Bkz: “Hanım gırarsa gaza, hizmetçi
gırarsa ceza” (Faruk Zülkadiroğlu)
Hanımın hısımı gelince oklavalar tıkır tıkır, beyin/erkeğin hısımı gelince dişler
şıkır şıkır: Kadın, kendi akrabalarına güzel ikramlar yapar. Kocasının akrabaları gelince
de söylenmeye başlar. (Akın, 2014: 39; Gökçebey, 1999: 83; Horasan, 1992: 208;
KATEDEG, 2012: 44)
Hapşıra hapşıra can gelir, esneye esneye can gider: Kişi, hapşırdığı zaman daha
dinç olur. Esnediği zaman da uykusu gelir. (Şirikçi, 2006: 77)
Har sirke küpünü çatlatır: Öfkesine hakim olmayı bilmeyen insan, kendi kendine
zarar verir. (KA, 2017a: 389)

317
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Haramın binası/mirası olmaz: Gayr-i meşru yollardan kazanan iflah olmaz,


perişan olur. Zulümle abad olanın ahiri berbat olur. (Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006:
155; Özalp, 2008: 403;Özturan, 2009a: 218)
Harman yel ile düğün el ile: Her işin gerçekleşmesi için bazı koşullar gereklidir.
Yel olursa harman savrulur. Hısım, akraba, eş, dost da düğün için gereklidir. (Özturan,
2009a: 218; Şen, 2006: 106)
Harman yerinde çöp eksik olmaz: Umumun, toplumum olduğu yerde kusur da
olur. (Faruk Zülkadiroğlu)
Hasta başında mevta oturur: Hastanın başını bekleyen belki ölüme daha
yakındır. (Özturan, 2014: 171)
Hasta ol benim için, ölüyüm senin için: Sen benim için küçük bir fedakarlıkta
bulun, ben senin için kat kat fazlasını, ölüm pahasına olanını yapayım. (Özalp, 2008:
277)
Hasta olan ölmez, eceli gelen ölür: Hiçbir hastalık, ecel gelmeyince insanı
öldürmez. Hastalık sadece basit bir sebeptir. (Özalp, 2008: 403)
Hasta olmayan sağlığın gıymetini bilmez: Elden gitmeyince hiçbir nimetin
kıymeti layıkıyla bilinmez. Sağlık da böyledir, ancak hasta olunca değeri anlaşılır.
(Özalp, 2008: 403)
Hasta ölmemiş de başında bekleyen ölmüş: Allah imandan ayırmasın, hepimiz
ölümlü dünyadayız, o yolun yolcusuyuz. Ölüm döşeğindeki hastayı teselli etmek için
söylenen söz. (Şen, 2006: 80)
Hastalık da sağlık da bizim için: Hastalık ve sağlık insanlar içindir. Hastalık ve
sağlık hayatın iki gerçeğidir. Yaratan Allah hastalıkla da sağlıkla da bizleri imtihan
eder. (Özalp, 2008: 403)
Hastaya çorba sorulur mu?: Bkz: “Hastaya gar sorulmaz” (Şen, 2006: 106)
Hastaya gar sorulmaz: Bir kimseye çok sevdiği veya çok ihtiyaç duyduğu şey
teklif edilmez, sorulmadan verilir. (Çınkır, 2016: 567; Özalp, 2008: 277)
Hatın getir bey doğursun, [gısrak getir tay doğursun]: İyi bir aile terbiyesi ile
yetiştirilmiş kız kendisi gibi terbiyeli çocuklar yetiştirir. (Çınkır, 2016: 569; Dalkıran,
2005: 45; Özturan, 2014: 172; Sultan Kamalak)
Hatının doğurduğu ata biner ok atar, beslemenin doğurduğu şalgam alır turp
satar: Hanımın çocuğu sefa sürer. Beslemenin çocuğu iş yapıp cefa sürer. (Özturan,
2009a: 218)
Hatınlık soydan, hanımlık çerden çöpten: Hatunluk soydan gelme asaletle olur,
hanımlık varlıkla olur, asalet gerektirmez. (Özturan, 2014: 172)
Hatır için b.. yenmez: Hiç kimsenin hatırı için kötü, pis iş yapılmaz. Yalan
söylenmez, yalancı şahitlik yapılmaz. (Özalp, 2008: 403-404)
Hatır için çiğ tavuk yenir: Kişioğlu, sevdiğinin hatırı için her şeyi yapar. (Şen,
2006: 106)
Hatırda galmaz da satırda galır: Söz unutulur, yazı kalır. (Özturan, 2009b: 80)
Hayası olmayanın imanı olmaz: Utanma duygusunu bilmeyenin imanı olmaz.
(Erdem-Kirik, 2011: 496)
Hayat insana ödenmiş değil, ödünç verilmiştir: İnsan fanidir, bir gün ölecektir.
Allah insanlara hayatı geri almak üzere ödünç vermiştir. (Şen, 2006: 106)
Haydan gelen huya gider, [sudan gelen sele/suya gider]: Havadan gelen para, işe
yaramayacak şekilde harcanır. (Gökçebey, 1999: 81; Körük, 2005: 43; Kozan, 2007:
218; Kuyumcu, 1995: 29; Okumuş, 2006: 155; Özturan, 2009a: 218)
Hayır dile gomşuna, hayır gelsin başına: Eğer insanlar için iyi düşünüyor ve
yapıyorsan insanlar da senin için aynı şeyi yaparlar. Allah da iyiliklerinizin,
hayırlarınızın karşılığını verir. (Dalkıran, 2005: 50; Özalp, 2008: 404; Özturan, 2009a:
218)
Hayırsız evlat, sağ iken adamın dübürünü oydurur, öldüğünde de belini gırdırır:
Hikâyesi: Çölbeylerin Mekseline Ağa, oğlu Havı İsmail’in vukuatlarından bıktığı için
bazen dayanamayıp “Yarabbi şu oğlanın canını al!” diye beddua edermiş. Bir gün Hacı
İsmail’i çarşıda bir kişi vurup öldürür. Afşinli hiçbir kimse şahitlik etmeyince
Mekselina Ağa kısmi felç geçirir. Bu olay öyle zoruna gitmiş ki bu sözü söylediği
söylenir. (Demir, 2011: 104)
318
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Hayma sarartmaz, haraldan geniş olur: (Akın, 2014: 39; Horasan, 1992: 208)
Hazıra dağ dayanmaz: Hazırdan yemeye dağ kadar para olsa dayanmaz. Bir
yandan yerken bir yandan da kazanmak gerek. (Körük, 2005: 30; Kuyumcu, 1995: 32;
Özturan, 2009a: 218)
Hazırlıksız abdest bozmaya oturan, domalı domalı daş arar: Hazırlıksız,
hesapsız, kitapsız, plansız, programsız, düşünmeden ve bilgisizce acele iş yapmaya
kalkan kimse işi kötü, yanlış yapar ve berbat eder. Düzeltmek için de kötü ve yanlış
yollara sapar, el etek öpmek durumuna düşer ve şerefini, haysiyetini yitirir. Rezil rüsva
olur. (Özalp, 2008: 404)
Hekim hekim değil, başından geçen hekim: Bir meseleyi, olayı yaşayan daha iyi
bilir. (Özturan, 2009a: 218)
Hekimden sorma, çekenden sor: Hastalığı hekime değil, daha önce bu hastalığa
yakalanana sor. (Karalar, 1998: 30)
Helva helva demekle ağız şirin olmaz: Boş boş beklemekle nimet elde edilmez.
(Şirikçi, 2007: 81)
Hepsinin akıllısı beşikte başını sallar: (Şen, 2006: 106)
Her adama bir göz, bir anaya bir gız gerek: Herkese fayda sağlayacak olan
şeylerin bir tane de olsa olması lazım. (Dalkıran, 2005: 44)
Her ağlamanın gülmesi olur: İnsan, çok mutlu olduğu durumlardan sonra
üzüntülü bir durumla karşılaşır. (ATKVE, 2011: 136)
Her avradın adı bir, keviklikte/garanlıkta dadı bir: Kadınların hepsi kadın olup
verdikleri zevk birdir. Değişik kadın aramanın anlamı yoktur. (Çınkır, 2016: 87; Özalp,
2008: 279)
Her başın derdi vardır, değirmencininki galdı: Bkz: “Her gulun bir derdi var,
değirmencinin su derdi var” (ATKVE, 2011: 136)
Her buluttan yağmur yağmaz, her anadan oğlan doğmaz: Her yapılan işten aynı
sonuç alınmaz. Her anadan da oğlan doğmaz. (Dalkıran, 2005: 46)
Her daş baş yarmaz: Her kötü görünen insan kötülük yapmaz, zarar vermez.
(Özalp, 2008: 404)
Her daşı galdırma ya yılan ya çiyan çıkar: Bkz: “Elini her deliğe sokma ya yılan
çıkar ya akrep/çıyan” (Gökçebey, 1999: 82)
Her deliğe elini sokma, kiminden/ya yılan çıkar, kiminden/ya çıyan/arhap: Her
işe karışma, her yere girip çıkma, her sözün peşine takılma, sonra çeşit çeşit belalara
uğrarsın. Bkz: “Elini her deliğe sokma ya yılan çıkar ya akrep/çıyan” (Dalkıran, 2005:
49; Özalp, 2008: 404; Özturan, 2009a: 218; Şen, 2006: 106)
Her düğünün bir matemi olur: İnsanlar çok sevindiği zaman genellikle başlarına
belalar gelir. (Özturan, 2009a: 218)
Her düşmeye bir akıl, ne düşme biter ne akıl: İnsanlar düştükçe bir şeyler
öğrenir, ama ne düşme biter ne de öğrenecekleri. Düşe düşe yeni bilgiler, yeni
tecrübeler edinirler. Musibetler, nasihatlerden daha uyarıcı ve faydalı olur. (Özalp,
2008: 404)
Her evin/yerin bir soğan doğraması olur: Her ailenin, yörenin farklı bir yaşam
tarzı vardır. (KA, 2017a: 389-390)
Her gararan gış olmaz: Her sıkıntı, her kötü gün felaket getirmediği gibi her
hastalık, kaza da ölüm getirmez. Bunların arkasından iyilikler, aydınlıklar da gelebilir,
gelir. Her kötü görünenin kötü olması gerekmez. Kim bilir o kötü görüntülerin
arkasında ne iyilikler vardır. (Özalp, 2008: 404)
Her gördüğünü emmin sanma: Bkz: “Her sakallıya baba deme” (Özturan, 2014:
175)
Her gulun bir derdi var, [çeker gider kimse bilmez]: İnsanoğlunun mutlaka bir
derdi vardır. Başkaları bilmez dertlerini. (Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 155)
Her gulun/herkesin bir derdi var, değirmencinin su derdi var: Hayatta ne iş
yaparsan yap muhakkak sıkıntılı, riskli bir tarafı vardır. Sıkıntısız, risksiz iş olmaz.
Değirmencinin suyu akar, taşı döner. Ya suyu kesilirse? (Özalp, 2008: 404; Özturan,
2009a: 219; Özturan, 2014: 175)
Her gurt bir çalıya pisler: (Polat, 2016: 23)

319
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Her guşun eti yenmez: Bazı kişiler acımadan her işte çalıştırılır. Bazıları da var
ki iş yaptırmak bir yana sen onlara hizmet edersin. (Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a:
218)
Her gün atan okçu[dur]: Bir işi her zaman düzenli yapan kazançlıdır. İşinin
eridir. (Dalkıran, 2005: 48)
Her gün baklava börek yense bıkılır: Her zaman aynı iş yapılsa, aynı şey yense
insan bıkar. (ATKVE, 2011: 136)
Her gün eşşek ölmez, gırk köfte on para olmaz: Her zaman piyasaya değersiz
şeyler hakim olmaz, dolayısıyla da bolluk ve ucuzluk görülmez. (Özalp, 2008: 404)
Her güzelin bir huyu vardır: Hiçbir insan göründüğü gibi değildir. Herkesin
çeşitli acayiplikleri vardır, görmeyince bilinmez. (Özalp, 2008: 404)
Her horuz kendi küllüğünde/çöplüğünde/zibilliğinde öter: Herkes kendi evinde,
kendi mekânında, kendi iş ve sanatında söz sahibidir. Sahasının dışında konuşması, fikir
yürütmesi doğru olmaz. (Gökçebey, 1999: 81; Özalp, 2008: 404; Özturan, 2009a: 218)
Her işin başı sağlık: Sağlıksız hiçbir işin tadı olmaz. Hasta insan, ne işten ne
yemekten ne ibadetten hiçbir şeyden tat, zevk almaz. Her şeyin güzelliği, zevki
sağlıkladır. (Özalp, 2008: 405)
Her sakallıya baba deme: Her önüne gelene, her iyi görünene yaklaşma. Zarar
görebilirsin. İyi gördüğün insan, iyi görünmeyi menfaati gereği yapan ikiyüzlü, mürai
biri olabilir. (Özalp, 2008: 405)
Her şey gönlünce olmaz, gomşudan gelen öğün olmaz: Hayatta her şey insanın
istediği gibi olmayabilir. Komşunun yardımı da yeterli olmayabilir. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Her şey hesabınan, dut avuç avuç/pança pança: Her şeyin bir ölçü birimi vardır.
Dut da avuç avuç hesap edilir. (Çınkır, 2016: 862; Özturan, 2009a: 218)
Her şey sultan pazarında ucuz: Büyük pazarda ucuz olur her şey. (Özturan,
2009a: 218)
Her şeyin erkeği, lafın dişisi makbul: Sözün hoşa gideni güzel olur. (Özturan,
2009b: 27)
Her şeyin hazırı kibar: Hazır olan da iyidir. Zamandan tasarruf sağlar. (Özturan,
2009a: 218)
Her şeyin vakti var: Hayatta her şeyin bir zamanı vardır. Her şey zamanında
yapılmalıdır. (Özturan, 2009a: 218)
Her şeyin yenisi, dostun eskisi makbuldür: Eski dost değerli olur. Diğer şeylerin
ise yeni olanı iyi olur. (ATKVE, 2011: 136)
Her tarlada bir tahıl, her gafada bir akıl [vardır]: Herkesin kendine göre bir
düşüncesi vardır, her insanın düşüncesi farklı farklıdır. (KA, 2017a: 390; Özturan,
2009a: 218)
[Her yazın bir gışı], her inişin bir yokuşu var: Bkz: “Her yokuşun bir inişi, her
inişin bir yokuşu vardır” (Dalkıran, 2005: 48; Özturan, 2009a: 218)
Her yerde hokka dört yüz dirhem: Ölçüler her yerde aynıdır. Ülkelere, şehirlere
göre değişmez. (Özalp, 2008: 405)
Her yokuşun bir inişi, her inişin bir yokuşu vardır: Hayat imtihanlarla doludur ve
dümdüz değildir. Bir iner, bir çıkar. İnsanoğlu bu iniş-çıkışlara tabidir. Bir hasta
olursunuz, bir sağlam; bir zengin olursunuz, bir fakir; bir itibarlı olursunuz, bir hakir;
bir düşersiniz, bir kalkarsınız. Her yükselmenin bir düşmesi, her düşmenin bir
kalkması/yükselmesi vardır. (Özalp, 2008: 405)
Her zaman geçi gelmez, bazen da geçe gelir: Her insan, hayatında beklentiler
içinde olabilir. Ancak bu beklentiler her zaman gerçekleşmeyebilir. Bir insan, işyerine
gider, kazanç için müşteri bekler. Akşam olur ama beklediği müşteri gelmez.
(Kuyumcu, 1995: 30)
Her zamanın bir padişahı olur: Her dönemde ülkelere, milletlere, devletlere ve
toplumlara hükmeden birileri bulunur. İdarecisiz ülke, toplum ve millet olamaz.
İdareciler de içinden çıktıkları topluma ve yaşadıkları zamana uygun olurlar. (Özalp,
2008: 405)
Herif avradın sağını sever: Erkek kadının sağlıklı, gayretli, çalışkan olanını
sever. (Özturan, 2009a: 219)
320
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Herif dediğin avradını bir bakan başına taç eder, bir bakan g..üne tokaç eder:
Erkekler, hareketleriyle kadınları yüceltir de alçaltır da. (Özturan, 2009a: 219)
Herkes aklını beğenir: Her insan kendisini başkasından akıllı kabul eder ve kendi
aklını beğenir. Aklının yattığı işi yapar, başkasını dinlemez. (Özalp, 2008: 405)
Herkes anamı soruyor, babamı soran hiç yok: Herkes çıkarına uygun araştırma
yapar, karşıdakinin çıkarını düşünen yok. (Özturan, 2014: 175)
Herkes çiğner sakızı, Kürt gızı getirir dadını: Kürt kızı yapılan işi daha iyi yapar.
(Okumuş, 2006: 155)
Herkes gaşık yapar, ama sapını ortaya getiremez: Her insan iş yapar, ama dört
dörtlük yapamaz. (ATKVE, 2011: 136)
Herkes gediğinde sağ olsun: Eş, dost, akraba herkes bulunduğu yerde sağ olsun,
rahat olsun. (Özalp, 2008: 279-280; Adem Pırnaz)
Herkes gidişen (kaşınan) yerini gaşır: Söylenen sözü üzerine alan kişi gocunur.
(Çınkır, 2016: 586; Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006: 106)
Herkes güttüğü domuzun huyunu bilir: Her insan, yaptığı işin inceliklerini,
zorluklarını bilir. (Faruk Zülkadiroğlu)
Herkes kendi ölüsüne ağlar: İnsanlar ancak kendilerinin veya yakınlarının
menfaatleri doğrultusunda hareket ederler. Yine ancak kendilerinin ve yakınlarının
acılarından etkilenirler. (Özalp, 2008: 280)
Herkes soyunun hükmünü işler: Her insan, büyüklerinden öğrendiğini uygular.
(Özturan, 2009a: 219)
Herkese yorulduğu yerde han yapmazlar: Herkesin istediği gibi iş olmaz.
(ATKVE, 2011: 136)
Herkesin gazanı örtük gaynar: Herkes yaptığı işi gizli kapaklı yapar. (ATKVE,
2011: 136)
Herkesin geçtiği köprüden geç: Herkes hayatı nasıl yaşıyorsa sen de öyle yap.
Aynı yoldan köprüden geç. (Özturan, 2014: 175)
Hesapsız gasap, ya bıçak gırar ya masat: Bkz: “İşini bilmeyen gasap, g..üne
gider masat” (ATKVE, 2011: 136; Şen, 2006: 106)
Heylece çocuk, öylece büyük/gocacık: İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de
odur. (Çınkır, 2016: 588; Dalkıran, 2005: 45; Özturan, 2014: 176)
Hıdırellez’e gadar bir tutam, Hıdırellez’den sonra tutam tutam: Hıdırellez’e
kadar malını idareli kullan, Hıdırellez’den sonra bolluk bereket olur. (Şen, 2006: 106)
Hınçaran itin üstüne varılmaz: Dişini gösteren, kafa tutan, karşı koyan
insanlardan çekinilir, uzak durulur. (Özalp, 2008: 405)
Hırlayan itten değil, gıvranan itten gork: Sağa sola bağırıp çağıran, sesini
yükseltenden değil; acısı, yarası olandan kork. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Hırsız evde ise bulması zor olur: Ev içindeki hırsızlığa çözüm bulmak güçtür.
Evin içindeki hırsız, yapacağı işin ustalığını iyi öğrenir. (ATKVE, 2011: 136; Çoğalan,
1982: 114-115; MİY, 1967: 194; Özturan, 2009a: 219; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997:
60)
Hırsıza “yemin et” demişler, eve müjdeci göndermiş: Hırsız için yeminin bir
önemi, değeri yoktur. Çünkü yalan yere yemin etmekle hırsızlık arasında fark
bulunmamaktadır. İkisi de bir hakkı ortadan kaldırmak için yapılır. Onun için hırsıza
yemin teklif etmek, kurtulduğunu müjdelemektir. (Özalp, 2008: 405)
Hırsıza beylerin de borcu var: Hırsız için bey, paşa, padişah fark etmez. Nerede
ve kimde bulursa çalar. Hiç kimsenin mevkiine, makamına bakmaz. Hiç kimsenin
hatırına itibar etmez. (Göçer, 2007: 99; Özalp, 2008: 405; Özturan, 2014: 62)
Hırsızın aklına iş düşürme: Bir işi yapmaya hevesli olanın aklına iş düşürme.
(Okumuş, 2006: 155)
Hırsızlık bir ekmekten, o…..luk bir öpmekten: Hırsızlık da, o…..luk da çok
küçük yanlışlarla başlar. Yanlışlar büyüdükçe de sonuca ulaşılır. Ne hırsızlık, o…..luk,
ne de diğer kötülüklerin hiçbiri yaratılışın icabı değildir. Bunların hepsi sonradan
edinilen alışkanlıklardır. (Özalp, 2008: 405)

321
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Hırsızlık/o…..luk soy sürmez, heves etmeye bakar: O…..luk, hırsızlık ve her


türlü kötülük aileden, soydan gelmez, sonradan öğrenilir. (Özalp, 2008: 281; Özalp,
2008: 312)
Hısda (hisse) edene hısda galmaz: Pay edene pay kalmaz. Pay eden kimse,
kendisine söz getirmemek için başkalarına daha çok verip kendisi az ayırır veya iyi
ayarlayamayıp önden bol bol verir. Sona kaldığı için kendisine az kalır ya da hiç hisse
kalmaz. (Özalp, 2008: 281)
Hısım hısımı atmış da gene geri yar başında dutmuş: Bkz: “Gardaş gardaşı atmış
yar başında da tutmuş” (Özturan, 2009a: 219)
Hısımı hısım da yapan avrat, hısımı hasım da yapan avrat: Akrabalar arasındaki
yakınlaşmayı da uzaklaşmayı da hanımlar yapar. (Şirikçi, 2006: 25)
Hısımınan ye iç alışveriş yapma: Akraba ile yapılan alışverişler, genellikle kötü
sonuçlanır. Akrabayla ticaret yapılmamalıdır. (Alparslan-Özturan, 2010: 74)
Hıyar akçesiyle alınan merkebin ölümü sudandır: Çok ucuz alınan mal, işe
yaramaz olur. (Şen, 2006: 106)
Hızlı giden atın b..u seyrek düşer: Bir işi, gereğinden acele yapmamak gerekir.
Sonuçları kötü ve istenilmeyen şekilde olabilir. (Faruk Zülkadiroğlu)
Hile ile iş gören/yapan, mihnet ile can verir: Dalavere ile iş yapan sıkıntılı bir
şekilde canından olur. (Dalkıran, 2005: 50; Özturan, 2009a: 219)
Hilekar, dokuz ocak yıkmayınca bir ocak yapamaz: Düzenbaz kimse, bir iş
yapabilmek için birçok insana zarar verir. (KA, 2017a: 390; Şen, 2006: 106)
Hocanın dediğini tut, gittiği yoldan gitme: Kötü olan, para için vicdanını, hatta
dinini satan alimleri kastetmektedir. Söylediği doğru, ama yaptıkları yanlış olan, ilmini
menfaati için kullanan kimselerin arkasından gitmemek gerekir. Çünkü bu tip alimler,
hocalar insanları yoldan, hatta dinden çıkarırlar. (Özalp, 2008: 405)
Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma: Bkz: “Hocanın dediğini tut, gittiği
yoldan gitme” (Özturan, 2009a: 219)
Horoz ölür, gözü çöplükte galır: Kişinin sevdiği şeylere olan ilgisi ölene kadar
devam eder. (Şirikçi, 2007: 84)
Horozu çok olan yerin sabahı erken olur: Bir mesele üzerinde çok konuşulursa o
meselenin çözüme kavuşması gecikir. (Özturan, 2009a: 219)
Huy canın altında, can çıkmayınca huy çıkmaz: Huy yaratılıştan gelir, can
çıkmadıkça da çıkmaz. Bazı huylar doğuştan gelir, asla yok edilemez. Ölünceye kadar
devam eder. (Özalp, 2008: 406)
Huylu huyundan vazgeçmez: Bir huy edinmiş birini edindiği huyundan
vazgeçirmek olanaksızdır. (Göçer, 2010: 197; Özturan, 2009a: 219)
Huylu huyunu tergerse ya hedir olur ya gudur olur: Prensiplerin dışına
çıkmamak gerek. (Özturan, 2009a: 219)
Hülya ile pilav pişmez: Hayal etmek ile iş yapılmaz. (ATKVE, 2011: 136)
Hüsen (susan) gonuşanı yenmiş: Susan, sükut eden, küfürlere, hakaretlere cevap
vermeyen, konuşanı, küfredeni yener. Çünkü karşılık vermeyenin hali öbürünü
düşündürür, pişman olmasını, özür dilemesini sağlar. (Özalp, 2008: 406)
Ihlamurdan odun, beslemeden gadın olmaz: Dayanıksız ağaçtan odun olmaz,
elde büyütülen kızdan da kadın olmaz. (ATKVE, 2011: 136; Arslan, 2011: 346;
Özturan, 2009a: 219; Şen, 2006: 107)
Irmak kenarına çeşme yapılmaz: Uygun olmayan yere beyhude iş yapılmaz.
(ATKVE, 2011: 136)
Irmaktan geçerken at değiştirilmez: Bir işten başka bir işe geçerken tehlikeli
davranışlardan sakınmak gerekir. (Körük, 2005: 30)
Isıracak it ürmez: Isıracak köpek havlamadan, haber vermeden ısırır. (Özalp,
2008: 407)
Isıramadığın eli öp de başına goy: Varlığını hissettiremediğin kimseye saygı
duymasını da bil. (ATKVE, 2011: 136; Şen, 2006: 107)
Isırganla taharet olmaz: İyi bir iş yapmak için zararlı bir araç kullanılmaz.
(ATKVE, 2011: 136)
Isıtması var, yangını var: Bir iş çok kolay olmaz, sonradan sıkıntıları çıkabilir.
(Özturan, 2014: 178)
322
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Islanmışın yağmurdan pervası/gorkusu yoktur/olmaz: Bir işin dip noktasında


olanlar daha kötü duruma düşmekten korkmazlar. (ATKVE, 2011: 136; Özturan, 2009a:
219; Şirikçi, 2007: 86)
Islanmışın, yağmura eyvallahı yoktur: Zor durumda kalan insan, her şeyi göze
alır. Bkz: “Islanmışın yağmurdan pervası/gorkusu yoktur/olmaz” (KA, 2017a: 390)
Ismarlama dua olmaz: Bkz: “Ismarlama hac gabul olmaz” (Şen, 2006: 107)
Ismarlama hac gabul olmaz: Başkasına ısmarladığın, emanet ettiğin iş istediğin
gibi olmaz. Ismarlama, sipariş iş yerini bulmaz. Çünkü başkaları senin işini önemsemez.
(Özalp, 2008: 407)
İbadet de gizli, gabahat de: Nafile ibadetlerin gizli yapılması gerekir. İnsanlar
suçlarını ise zaten gizlerler. İbadetin farzı açıktan yapılır, çünkü borçtur. Borç ödemekte
riya, gurur, kibir olmaz. Nafile ibadet ise insanın kendine kalmıştır, ister yapar ister
yapmaz. Nafile ibadet borç olmadığı, fazladan yapıldığı için bunda riya, gurur, kibir
olabilir. Bu durum da insanı manen mahveder. (ATKVE, 2011: 136; Özalp, 2008:
408;Şen, 2006: 107)
İbibik ibibik, sende bu g.. oldukça daha çok yuva kokutursun: İşten kaçan, sık
sık iş değiştiren, durmadan onu bunu kötüleyen, kötü huylu bir kişi, nereye giderse
gitsin çevresine kötülük saçar. Hangi işe el atsa o işi berbat eder. (Özalp, 2008: 287)
İbibik, sende bu g..t olduktan sonra daha çok dereler b..larsın: Bkz: “İbibik
ibibik, sende bu g.. oldukça daha çok yuva kokutursun” (Arslan, 2011: 346)
İç güveyisi, iç ağrısı: Kayınbaba evine yerleşen damat, aileye yük olur. (Şen,
2006: 106)
İçki bardakta, garı yatakta bekletilmez: Bazı şeylerin yapılması, sonlandırılması
gereken bir zaman dilimi vardır. (Şen, 2006: 107)
İdris’i eve goyan yok, “okumu yayımı nere asıyım” der: Eve konmayan, evde
istenmeyen, sevilmeyen, adam yerine konmayan, itibar edilmeyen kimseler, durumlarını
düşünmeden yük olduğu insanlara yeni yükler getirir, başlarına iş açarlar. (Özalp, 2008:
288)
İflah olmayacak hasta, döşşeğe bırakır, yastığa s..ar: İşi bilmeyen, beceremeyen
kimse, işlere hep ters taraftan, yanlış yerden başlar ve dolayısıyla başarılı olamaz.
(Özalp, 2008: 408)
İflah olmayan döyüsün var bir başının ağrısı: İş yapan, ama karşılığını
göremeyenin bir sebebi mutlaka vardır. (Özturan, 2009a: 219)
İğde de var bekerede de, onu eğiren gahbede de var: Suç her taraflı. (Özturan,
2014: 179)
İğneyi girdiği yerden çıkarırlar: Bkz: “Dikeni battığı yerden çıkartırlar” (Karalar,
1998: 31)
İğneyi kendine, gıyığı başkasına batır: İnsan, kendine yapılmasını istemediği bir
şeyi başkasına yapmamalıdır. Başkasını incitmeden önce aynı durumun küçük bir
örneğinin kendi başımıza gelmiş gibi düşünülmesi, doğru yolun bulunmasına yardımcı
olur. (Gökçebey, 1999: 81; Özturan, 2009a: 219)
İki at bir gazzığa bağlanmaz: Başına buyruk hareket eden iki kişi, aynı işte
çalışamaz. Aralarında kavga çıkar. (Özturan, 2009a: 219)
İki çatsam baca olur, kime varsam goca olur: Elimden her iş gelir. Kimle
evlensem onu kendime erkek yaparım. (Şen, 2006: 106)
İki çıplak bir hamama yaraşır: Evlenecek iki kişiden biri yoksul ise ötekinin az
çok bir şeyleri olmalı ki barınabilecekleri bir evleri olabilsin. (Özturan, 2009a: 219;
Dalkıran, 2005: 48)
İki deli bir araya gelirse kendiri gırar: Deli deliyle anlaşamaz. (ATKVE, 2011:
136; Çınkır, 2016: 689)
İki deliye bir uslu gonur: Anlaşamayan insanların arasını birileri çıkıp bulur
onları anlaştırır, barıştırır. (Özalp, 2008: 408)
İki el bir baş için: Allah, insana işlerini yapabilmesi için gerekli uzuvları
vermiştir. Bu uzuvları dosdoğru kullanmak gerekir. (Karalar, 1998: 31)
İki gaptan bir gemiyi batırır: Bir yerde iki başçıl olmaz, olursa oranın düzeni
bozulur. (Şirikçi, 2007: 83)

323
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İki gardaşın arasına aslan bile giremez: Kardeşlerin, ailenin, dostların kimse
giremez. Aile mahremiyet esasına göre yaşadığı için yabancılar oraya rastgele giremez.
(Özalp, 2008: 408)
İki garpuz bir goltukta olmaz: İki büyük iş, aynı anda yapılamaz. (Kozan, 2007:
218)
İki gaynar bir caşar, güzelin aşı tez bişer: Güzel kadınların işler rast gider.
(Özturan, 2009a: 219)
İki gılıç bir gına girmez: Bkz: “İki garpuz bir goltukta olmaz” (Özturan, 2009a:
219)
İki göç, bir bozgun yerini tutar: İnsan hayatında iki kez bulunduğu yerden başka
yere taşınırsa bozguna uğramış kadar olur. (ATKVE, 2011: 136)
İki gözümü yumarım, anam evinden umarım: Ana-baba her zaman kekilir,
yenilir. Gelin gitmiş kız, ana evinden her zaman faydalanır. (Dalkıran, 2005: 45)
İki güzel bir yastığa baş gomaz: Evlenen kişilerin ikisi de güzel olmaz. (Özturan,
2009a: 219)
İki kişi dinden, bir kişi candan: İki şahit, dinini yıkar ve yalan söylerse dinden
olurlar. Aleyhinde şahitlik ettikleri kimse ise idama kadar ceza alabilir. (Özalp, 2008:
408)
İki Kürt bir kervan, iki avrat bir hamam: İki Kürt bir kervan kalabalığı kadar, iki
kadın bir hamam kalabalığı kadar gürültü çıkarır. (Özturan, 2014: 182)
İki ölç, bir biç: Yapılacak bir işi iyi düşün, tasarla. İşe ondan sonra başla.
(Özturan, 2009a: 219)
İki söz bir büyüğe geçer: Bir söz ne kadar çok konuşulursa etkisi artar. (Çınkır,
2016: 628; Özturan, 2014: 182)
İkram var, dayaktan/kötekten beter: Yedirirken başa kakma. (Kuyumcu, 1995:
32; Özturan, 2014: 183)
İkramın azı-çoğu olmaz: İkram edilen şeyde ölçü aranmaz. (Karalar, 1998: 31)
İkramından aciz galdık, şalgamın zayi olmasın: Bize sık sık ikram ettiğin
şalgamlı çorbadan usandık, içmeden dökmeye başladık. Artık ikramdan vazgeç de
şalgamın ziyan olmasın. (Özturan, 2014: 183)
İlim sahibine dost, mal sahibine düşman gazandırır: İlim, dostluklar
kazandırmaya vesile olur. Fazla mal ise düşman kazandırır. (Karalar, 1998: 31)
İlim yalnız cehli giderir: İlim insanın cahilliğini alır, eğer o insan eşekse eşekliği
baki kalır. (Şen, 2006: 106-107)
İlk atılan daş uzak düşer: İlk yapılan iş hevesli, gayretli olur. (Özturan, 2009a:
219)
İlk bahtım, altın tahtım: İlk evlilik güzel iyi olur. Sonraki evlenmelerde pek
fayda görülmez. (Çınkır, 2016: 633; Dalkıran, 2005: 45; Özturan, 2014: 183)
İllet ile dirilen mihnet ile can verir: Başkasının zararından faydalanan kar etmez.
(KA, 2017a: 390)
İmam evinden aş, ölü evinden yas çıkmaz: İmamların aşı kendine yettiği için
evden dışarı çıkmaz. Cenaze evinde de hüzün eksik olmaz. (ATKVE, 2011: 136)
İmamın evinde aş, ölünün gözünde yaş olmaz: Eskiden imamlar şimdiki gibi
ekonomik olarak iyi düzeyde değildi, dolayısıyla imamların durumları zayıftı. Evlerinde
yeteri kadar yemek olmadığı için dışarı yemek de çıkmazdı. Ölmüş birinin de gözünde
yaş olmaz. (Özturan, 2009a: 219)
İnanma dostuna, saman doldurur postuna: Kimseye güvenme, arkandan iş
çevirir. Bkz: “[Açma sırrını] sırrını söyleme dostuna, o da söyler dostuna, [sonra saman
basarlar postuna]” (ATKVE, 2011: 136)
İnanma gış gününün yazına, inanma yaz gününün gışına: Kış günlerinde havalar
ne kadar iyi ve sıcak olursa olsun sakın inanıp tedbiri elden bırakma. Yaz günleri için de
durum aynıdır. Burada asıl anlatılmak istenen şey, düşmanın dost olacağına, dostun da
düşman olacağına inanmamak gerektiğidir. Kış düşman gibi, yazsa dost gibidir. (Özalp,
2008: 408-409)
İnat da bir, murat da bir: İnat da istekte aynıdır. (Özalp, 2008: 289; Özturan,
2014: 184)

324
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İnat eden geçi kendini daştan atar: Davranışında ısrarcı olan kimse, bu durumdan
zararlı çıkar. (Şahiner, 2017: 36)
İnat gelir, göz gararır; inat gider, yüz ağarır: İnsan, bir şeye inat ettiği zaman
gözünün önü kararır. İnadından vazgeçerse hatasından dönmüş olur ve başkalarına
bakacak yüzü olur. (Şen, 2006: 107)
İnat için b.. yenir mi? Külek külek: İnat uğruna yapılmayacak işler yapılır. İnat
için yapılmayacak iş yoktur. (Özturan, 2014: 184)
İnce bele gümüş kemer yakışır: Zarif olana, güzel olana değerli şeyler yakışır.
(Caferoğlu, 1995: 148)
İnce yoğun bir imiş, incelmesem yeğ imiş: Herkes aynı muameleyi görüyor.
Tavrımı değiştirmesem daha iyiymiş. (Dalkıran, 2005: 47)
İnersin gönül inersin, attan eşşeğe binersin: Hiç belli olmaz, gün gelir yoksulluğa
düşersin. Bugün beğenmediğin şeylere yarın muhtaç olursun. Bkz: “İnesin gönül inesin,
attan inip eşşeğe binesin, eşşekten de inip yayan galasın” (Özturan, 2014: 124)
İnesin gönül inesin, attan inip eşşeğe binesin, eşşekten de inip yayan galasın:
Gözü gönlü yüksekte, ulaşamayacağı yerlerde olanlar, gücünün üstünde iş yapmaya
kalkanlar, sonunda en aşağı seviyelere düşerler. Bu yüzden herkesin kendini tanıması,
haddini bilmesi gerekir. (Özalp, 2008: 244)
İnsan arkadaşı ile ölçülür: İnsan dengiyle muhatap olur, değeri de onunla bilinir.
(Göçer, 2004: 138)
İnsan beşer, bir gün şaşar: İnsanoğlu, her zaman işlerini doğru yapamaz.
Yanlışlıkla da olsa şaştığı, hata yaptığı zamanlar olur. (Şen, 2006: 107)
İnsan cüsün cüsün, yer damar damar: İnsanlar çeşit çeşittir, biri diğerine
benzemez. Yer, dünya da damar damar olup birbirinden farklıdır. (Özalp, 2008: 290;
Özturan, 2009a: 219)
İnsan dediğin ot köküne benzer: Geçmişleri araştırıldığında insanların aynen ot
kökü gibi birbirlerine bağlı oldukları görülür. Birbirlerine büyük ölçüde akrabadırlar.
(Özalp, 2008: 290)
İnsan demirden sert, daştan berk, gülden naziktir: İnsan, yeri geldiğinde çok sert
mizaçlı olur, yeri geldiğinde de çok narin bir varlık olur. (Şen, 2006: 107)
İnsan doğduğu yerde değil, doyduğu yerde yaşar: İnsan, annesinden doğduğu
baba ocağında değil, rızkı neredeyse oraya yerleşir ve yaşar. (Şen, 2006: 107)
İnsan her zaman bir olmaz, bazen eşref saati, bazen eşşek saati olur, bazılarının
da saati durur: İnsanın iyi günü de kötü günü de olur. Bazısının da bu dünyadaki işi
biter, ölür. (Şen, 2006: 107)
İnsan insana gerek olur, iki serçeden börek olur: İnsanlar, yaradılışı gereği
birbirine lazım olur. Tıpkı bir serçeden yeterli yemek olamayacağı gibi. (Şen, 2006:
107)
İnsan kendini beğenmezse çatlar ölür: Her insan, her nefis kendini beğenir, üstün
görür. Aksi halde kendinden iyiler, güzeller, üstünler karşısında kendini aşağı görür ve
hayattan zevk alamaz olur. (Özalp, 2008: 409)
İnsan ne çekerse dilinden çeker: İnsanların en büyük zaaflarından biri, dillerine
mukayyet olamamalarıdır. Dolayısıyla insan ne çekerse dilinden çeker. (Karalar, 1998:
32)
İnsan sümüğü (eti) ağırdır: İnsanlar hastalık ve ölüm sebebiyle hareket
kabiliyetlerini kaybedince onları kaldırmak zor olur. Çünkü ayakta duramadıklarından
ağırlıklarını tam olarak hissettirirler. (Özalp, 2008: 409)
İnsan yedisinde neyse yetmişinde odur: Huylu insan huyundan vazgeçmez.
Küçükken öğrendiğini ölene kadar unutmaz, bırakmaz. (Özturan, 2009a: 219)
İnsana dayanma ölür, ağaca dayanma gurur: Kimseye gereğinden fazla yük
olma. İnsana yük olursan ölür, ağaca yük olursan kurur. (ATKVE, 2011: 136)
İnsanı sözünden, hayvanı boynuzundan tanırlar/tutarlar: İnsanı konuşmalarıyla,
hayvanı da iş yaparlığı bakımından boynuzuyla tanırlar. Herkesi kendine has
özellikleriyle bilirler. (ATKVE, 2011: 136; Çoğalan, 1982: 115; Körük, 2005: 31; MİY,
1967: 194; Okumuş, 2006: 156; Özturan, 2009a: 219; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
İnsanın alacası içinde, hayvanın alacası dışındadır: Hayvanın hiç gizlisi olmaz,
nesi varsa açıkta olur. İnsanın ise ahlaken kötü tarafları mümkün mertebe gizlenir,
325
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

vücudunun mahrem yerleri de örtülür. İnsan özellikle kötü taraflarını, kötü niyetlerini
saklar. Ama hayvanın ne hali varsa dışındadır, olduğu gibi görünür. (ATKVE, 2011:
136; Özalp, 2008: 409; Şen, 2006: 106)
İnsanın söylemezinden, suyun şarlamazından gorkulur: Uz durandan korkulur,
ne yapacağı belli olmaz. Konuşmayan insan bir şey düşünüyordur. (ATKVE, 2011: 136;
Şen, 2006: 107)
İnsanın yere bakanından, hayvanın göğe bakanından gorkulur: Yere bakan insan
her zaman tehlikelidir. (Şen, 2006: 107)
İrkmenin yağı çok çıkar: Bez torba içinde tutulan yoğurt ya da ayran, suyunu
bırakacağı için yağı daha çok olur. (ATKVE, 2011: 136)
İsim, semadan gelir: Kainattaki tüm varlıkları tanımlamak için bir isim verilir.
İsim Arapça bir kelimedir. İsmi Allah verir. (Şen, 2006: 162)
İslam'ın şartı beş, altıncısı insaf/haddini bilmek: İnsaf, insan hayatında çok
önemli bir faktördür. İnsaflı insanlar cemiyette denge unsurudurlar. İnsanlara iyi gözle
bakarlar, hatalı insanlarla iyi münasebetler kurup ıslah olmalarını sağlamaya çalışırlar.
Hataları büyütüp fitne çıkarmazlar. Bu ve daha birçok sebeplerden vicdan-insaf halk
arasında İslami bir motif haline gelmiştir. (Özalp, 2008: 409-410; Özturan, 2014: 186)
İstanbul’un lafı Üsküdar'da edilir: Çok erkenden bir konu hakkında konuşma.
Konu önüne geldiği zaman konuş. (Özturan, 2009a: 219)
İstediğini söyleyen, istemediğini işitir: Patavatsız konuşan insan istemediği
hakaretlerle karşı karşıya kalır. (Özturan, 2009a: 219)
İstenmeyen aş, ya garın ağrıtır ya baş: İnsanlar istemedikleri, sevmedikleri
işlerden, yemeklerden vs. rahatsız olurlar, huzurları kaçar. (Özalp, 2008: 409)
İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü [gara]: Birinden bir şey isteyen utanır.
Çok dil dökmesine rağmen istediğini vermeyen kişi daha çok utanır. (Şen, 2006: 107)
İş bilenin, gılıç guşananın: Her şey ondan yararlanmasını bilene yakışır. (Arslan,
2011: 346; Şen, 2006: 107)
İş bilmez gelin, garpuzu ortasından keser: İşinde tecrübeli olmayan kimse, fayda
yerine zarar verir. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
İş bitiricinin kötüsü olmaz: Meseleleri çözüme kavuşturmak iyi bir şeydir. İşleri
halleden insanın kötüsü olmaz. (Karalar, 1998: 32)
İş eşşeğe benzer, ço dersen gider, çüş dersen durur: İş yapıldıkça yürür, yani
insanın çalışmasına bağlıdır. İnsan çalışmayı bırakırsa iş de durur. Eşek nasıl sürünce
giderse, iş de görüldüğü, yapıldığı zaman yürür. (Özalp, 2008: 410)
İş iyi olsa abdallar tutar: İş tutmamak için bahane. (Özturan, 2014: 187)
İş köşede değil kösede: İş dükkanın yerinde değil, ustasında, esnaflıkta.
(Özturan, 2014: 187)
İş olacağına varır, [ahmak çabalar]: İnsan ne yaparsa yapsın bir iş, koşullar neyi
gerektiriyorsa o yönde gelişir. Ahmaksa sadece çabalar. (Caferoğlu, 1995: 136;
Özturan, 2009a: 219; Şirikçi, 2007: 83)
İşçinin kötüsü paydosta işe, gadının kötüsü herif işe giderken s..e sarılır: İşçi iş
bitmeye yakın olunca göze girmek için iyi çalışıyormuş gibi yapar, kadın da uygunsuz
zamanda kocasına kadınlık yapar görünür. (Faruk Zülkadiroğlu)
İşi, eşi, aşı bilen perişan olmaz: İşini, eşini ve aşını bilen insan sıkıntı çekmez.
(Şen, 2006: 106)
[İşin yoksa git] hamam önünde kil sat: İş bulamıyorum diyorsan işten
üşeniyorsan hor görülen bir işle uğraşıyorsan git hamam önünde kil sat. (Alparslan-
Özturan, 2010: 159; Çınkır, 2016: 582; Özturan, 2014: 174; Şen, 2006: 105; Şirikçi,
2006: 162)
İşin yoksa it b..u topla: Ne yaparsan yap, mutlaka bir iş tat. İşe adi, pis deme. En
kötü iş, işsizlikten iyidir. (Özturan, 2014: 188)
İşini bilmeyen gasap, g..üne gider masat: İşini bilmeyen, esnaflık kurallarına
uymayan zarar eder. (Dalkıran, 2005: 48; Özturan, 2014: 188)
İşini bilmeyen Kel Gamber; gündüz balmumu yakar, gece garanlıkta oturur: İşini
bilmeyen insanlar ellerindeki imkanları nerede, nasıl kullanacaklarını bilmezler. Yanlış
yerlerde heder eder, sonunda perişan olurlar. Ellerindeki imkanları yararlı olacak

326
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

yerlerde hiç kullanmazlar. Yararı olmayacak yerlerde, belki de zararlı olacak yerlerde
kullanıp heder ederler. (Özalp, 2008: 410)
İşini gış dut, yaz çıkarsa bahtına: Yapılan iş için en olumsuz durumlar
düşünülerek tedbir alınmalıdır. (KA, 2017a: 390; Şen, 2006: 106)
İşini, eşini, aşını bilen fakir olmaz: Hayatta önemli olan bazı şeylerin değerini
bilenler zor durumda kalmazlar. (Şirikçi, 2007: 83)
İşkembesi dolu olan, lafı horalı anlatır: Sıkıntısı olmayan adam keyif sahibidir
ve anlattıklarını keyifle anlatır. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
İşleyen demir ışıldar: Tembel tembel oturan gün geçtikçe hantallaşır. Çalışan
insan ise gün geçtikçe daha iyi işler yapmaya başlar, atikleşir. (Özturan, 2009a: 219)
İşten artmaz, dişten artar: Ne kadar çok çalışıp para kazanmaya çalışırsan çalış,
tasarruflu olmazsan birikim yapamazsın. (Gökçebey, 1999: 81; Kozan, 2007: 218; Şen,
2006: 106)
İt atar, aslan/gurt gapar: Birine gerekmeyen şey bir başkasına hazine olabilir.
(Özturan, 2009a: 219; Özturan, 2014: 188)
İt bile ekmek yediği çanağa s..maz: Bkz: “İt yal yediği çanağı bilir/pislemez”
(Özturan, 2014: 188-189)
İt de yağlı amma eti yenmez: Her insanla konuşulmaz. (Özturan, 2014: 189)
İt derisinden post olmaz: Aşağılık bir şeyden gerekli bir ürün elde edilmez.
(Özturan, 2009a: 219)
İt eti borca olmaz: Değersiz şeylerin ötesi berisi olmaz. (Şirikçi, 2006: 229)
İt gağnı gölgesinde yürür, kendi gölgesi sanır: Başkasının korumasıyla iş yapan
akılsız insan, desteklendiğini sanır, kendi gücüne inanır. (Şen, 2006: 106)
İt gapıda zabın gerek: Köpek sadık olur, kimin yanındaysa ona çalışır. Arkanda
sana yalakalık yapacak birisi olsun. (Çınkır, 2016: 649)
İt gılından urgan olmaz: İt kılı kısa olur, bağlantısı yapılamadığından ip haline
dönüşemez. Kötü işten fayda gelmez. (ATKVE, 2011: 136)
İt gibi tutup gurt gibi yemeli: Bir şeyi elde etmek için çok çalışmalı, ama bu şeyi
kullanırken asil davranmalı. (Polat, 2016: 25)
İt ile çuvala girilmez: Köpeğe benzeyen, ahlaksız, kötü insanlarla ne iş yapılır ne
de bir arada yaşanır. Çünkü bu tip insanlar her an kötülük yapmaya, zarar vermeye
hazırdırlar. (ATKVE, 2011: 136; Dalkıran, 2005: 49; Özalp, 2008: 411; Özturan, 2009a:
220)
İt ile çuvala, kedi ile kilere girilmez: Bzk: “İt ile çuvala girilmez” (Polat, 2016:
25; Şen, 2006: 106)
İt ile zenginin notacağı (ne yapacağı) belli olmaz: İt, beklenmedik bir zamanda
insana zarar verebilir. Zengin de böyledir. Ne zaman ne yapacağı belli olmaz. (Özturan,
2009a: 220)
İt ite buyurur, it de döner guyruğuna [buyurur]: Bir kimse bir kimseye bir iş
buyurur, o da dönüp aynı işi bir başkasına buyurur. (Çınkır, 2016: 649; Gökçebey,
1999: 81; Kapanoğlu, 2009: 97; Özalp, 2008: 291; Özturan, 2009a: 219; Özturan, 2014:
189; Şirikçi, 2006: 230; Sultan Kamalak)
İt iti ısırmaz: Aynı kafada olanlar, birbiriyle iyi geçinmek zorunda olanlar
birbirine zarar vermez. (Kozan, 2007: 218; Kuyumcu, 1995: 33; Okumuş, 2006: 156;
Şirikçi, 2006: 229; Sultan Pırnaz)
İt itin emmisinin oğludur: Kötü mizaçlı olanlar, birbirinin aynısıdır. (Faruk
Zülkadiroğlu)
İt itin guyruğuna basmaz: Aynı inançta aynı fikirde, aynı meslekte olanlar, eş,
dost, akrabalar birbirlerini incitmezler, aksine kayırırlar. Birbirlerinin aleyhine de hiçbir
şey yapmazlar. Hatta başkalarının haklarının gasp edilmesine bile göz yumarlar. (Özalp,
2008: 410; Şirikçi, 2006: 229)
İt itin imrihoru: İt iti kayırır. Benzer kimlikler birbirine yardımcı olur. (Çınkır,
2016: 650; Özturan, 2014: 189; Şirikçi, 2006: 177; Şirikçi, 2006: 230)
İt itin peşini/guyruğunu bırakmaz: Yaradılışları gereği birlikte yaşayanlar
birbirinin peşini bırakmaz. İyi iyiyle, kötü kötüyle birlikte olur. (Körük, 2005: 31;
Okumuş, 2006: 156; Saime Pırnaz)
İt itken sahibini ısırmaz: Bkz: “İt sahibini ısırmaz” (Özturan, 2009b: 235)
327
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İt küser, gısmetini keser: Küskün olmak, kişiye zarar verir. (Çınkır, 2016: 649)
İt ne yemez, insan ne demez: İt önüne geleni yer, ayrım yapmaz. İnsan ise diline
sahip çıkamazsa ağzına geleni söyler. (Sultan Kamalak)
İt sahibini ısırmaz: İnsanlar kendilerini koruyan, bakıp besleyen kimselere
kötülük yapmazlar. (Özalp, 2008: 410)
İt ürür, kervan yürür: Doğru yolda gidenlere çatanlar, kervana ürüyen itlere
benzerler. Bu türden engellemeler yapılan işi engellemez. (Özturan, 2009a: 219)
İt ürür, yel götürür: Kötü niyetlilerin sözleri seni etkilemesin. Onlar bir şekilde
unutur, kaybolup giderler. Sen işine bak, yoluna git! (Özalp, 2008: 410)
İt yal yediği çanağı bilir/pislemez: Köpekler kendilerine bakan, besleyen
kimseleri, sahiplerini tanır ve onları tehlikelere karşı korur, ihanet etmez. İnsanların da
iyilik gördüğü kimseleri koruması, onlara ihanet etmemesi gerekir. İnsan olan, ikram
gördüğü yere kötülük yapmaz. Çünkü bu işi köpekler bile yapmaz. (Özalp, 2008: 410)
İt yatağında ekmek ufağı bulunmaz: İtin yattığı yer çöplüktür. Ekmek ufağı
çöplükte olmaz. Kültürümüzde ekmek, çok kutsal bir nesnedir. İt kendine verilenlerle
beslenen bir canlıdır. Üretim yapma şansı yoktur. Dolayısıyla kendine verileni anında
yediği için itin olduğu yerde ekmek olmaz. (ATKVE, 2011: 136; Çınkır, 2016: 649;
ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
İt yaza çıkar ya, derisi ne çeker: Bkz: “İt yazı bulur amma bir de ona sor”
(Çınkır, 2016: 649)
İt yazı bulur amma bir de ona sor: Her tarafın karla kaplı olduğu, yiyecek
atıklarının üstünün örtülü olduğu kış mevsiminde köpekler çok zorlanarak yazı bekler.
Durumu kötü olan insanlar, kötü günleri bir şekilde atlatırlar, ama çok badireler
atlatırlar bu sürede. (Özturan, 2014: 189)
İt yer, şeytan duasını deşirir/okur: Yapılan iyilik, kötülere yarar. (Çınkır, 2016:
650; Özturan, 2014: 190)
İt, ekmek yediği gapıyı tanır: İnsanlar da, hayvanlar da ikram gördükleri,
barındıkları yeri tanırlar ve dönüp dolaşıp oraya gelirler. Bkz: “İt yal yediği çanağı
bilir/pislemez” (Özalp, 2008: 410)
İte “günde gaç daş yersin” demişler, “veledizinenin ıraslaması bilir” demiş:
Köpeğe taş atmak, vurmak, dövmek, incitmek kötü, ahlaksız insanların işidir. Hayvanlar
böylelerine ne kadar çok rastlarsa o kadar çok taş yer. (Özalp, 2008: 291)
İte bak, yattığı yere bak: Herkes layık olduğu yerde tutulmalı. Aşağılık biri,
güzel bir yerde veya mevkide olmamalı. (Çınkır, 2016: 649; Şirikçi, 2006: 230)
İte biner, göçten geri kalmaz: Durumu yok, ama şeyliği, hava atmayı elden
bırakmaz. (Çoğalan, 1982: 115; Horasan, 1992: 207; Özturan, 2014: 190)
İte bulaşacağına/dalaşacağına çalıyı dolaş: İnsan, yapacağı işte sevmediği biriyle
çalışacaksa işine o kişiyle karşılaşmayacağı bir yoldan devam etmelidir. (Dalkıran,
2005: 49; Okutucu, 2000: 151; Özturan, 2009a: 220; Şen, 2006: 107)
İte gem vurmuşlar, kendini küheylan zannetmiş: Değersiz bir kimseye ona layık
olmayan bir mertebe verdiğinizde kendini olduğundan daha üstün görmeye başlar.
(Şirikçi, 2006: 230)
İte gem vurulmaz: Bkz: “İte gem vurmuşlar, kendini küheylan zannetmiş”
(Şirikçi, 2006: 230)
İte/itin ağzına paklov (baklava) haram: Değersiz kişiye, değerli şeyler verilmez.
Hikâyesi: Kerimli köyü Örencik obasından Gö Emine ve iki arkadaşı bir gün köydeki
diğer yolcu kafilesine dahil olup Maraş’a giderler. Üç dul, şehirdeki alışveriş işlerini
bitirdikten sonra geri dönme hazırlığı yapar. Bu arada bir dükkandaki tatlılara gözleri
ilişir, canları tatlı çeker. Dükkana girip baklava isterler. İçlerinden biri cebinden
çıkardığı mecidiyeyi tatlıcıya verir. Tatlıcı mecidiyeyi görünce “alın şu paranızı, itin
ağzına paklov haram” der. Kadınlar arkalarına baka baka dükkandan ayrılırlar.
(Dalkıran, 2005: 55; Kapanoğlu, 2009: 47; Şen, 2006: 107; Şirikçi, 2006: 229; Sultan
Kamalak)
İti an, çomağı/daşı hazırla: Saldırgan biriyle karşılaşacak olan kimse, kavga için
hazırlıklı olmalıdır. (ATKVE, 2011: 136; Körük, 2005: 31; Şen, 2006: 106)

328
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İti döverler, istinin hatırını sayarlar: Yaramazlık yapan, insanlara zarar veren
kötü kimselere kötü muamele yapılır, ama hatırlı sahipleri varsa onların hatırına
bağışlanırlar, affedilirler. (Özalp, 2008: 411)
İti öldürene sürütürler/daşıtırlar: İşleri kim bozar, berbat ederse düzeltmesi de
ona aittir. Bir işi bitirmek, onu başlatana düşer. (ATKVE, 2011: 136; Arslan, 2011: 356;
Çınkır, 2016: 649; Dalkıran, 2005: 51; Özalp, 2008: 411; Özturan, 2009a: 220; Özturan,
2009b: 31; Özturan, 2014: 190; Şen, 2006: 106; Şirikçi, 2006: 230)
İti/Yahudi’yi öldürmekten gorkutmak daha hayırlıdır/iyidir: Ölüm bir
kurtuluştur. Bazılarını korkutarak terbiye etmek gerekir. (ATKVE, 2011: 138; Okumuş,
2006: 156)
İtin akılsızı/aklı eksiği, baklavadan pay umar/ister: Bir şeye ulaşamayacak olan
onun hayalini kurar. (Dalkıran, 2005: 51; Okumuş, 2006: 156)
İtin aksaklığı tavşanı göreneçe (görene kadar): İnsanın durgunluğu menfaati ile
karşı karşıya kalana kadardır. (Çınkır, 2016: 649)
İtin ayağı göçten esirgenmez: Bazı horlanan insanlara acınmaz. (Gökçebey,
1999: 82; Özturan, 2009a: 220)
İtin b..u ayaza çıkar: Kötü ve gizli işler çeviren kimse, ancak it değerindedir.
Yapılan gizli işler, elbet gün yüzüne çıkacaktır. Hiçbir şey gizli kalmaz. (Elife Akkurt)
İtin canı cezada gerek: Bazı insanlar rahata gelmez. Bu tip insanları çalıştırmak
gerek. (Özturan, 2009a: 220)
İtin dayısı olmaz: Kötü bir kimseye âşikar olarak hiç kimse sahip çıkmaz.
(Çınkır, 2016: 649)
İtin derneği olmaz: Bkz: “İtin dayısı olmaz” (Çınkır, 2016: 649)
İtin dişi, domuzun derisi: İtin dişi, domuzun derisi değerli değildir. Beş para
etmez. (Özturan, 2009a: 220; Şirikçi, 2006: 230)
İtin dostluğu/gardeşliği olmaz: Köpek tıynetli, köpek ahlaklı kimselerin dostluğu
olmaz. Böylelerine güvenilmez. Ne kadar iyilik yapmış olursanız olun size her an bir
kötülük yapabilir. Çünkü kadir-kıymet ve iyilik bilmezler, nankör olurlar. (Özalp, 2008:
411; Özturan, 2009a: 220; Şirikçi, 2006: 229)
İtin duası gabul olsa, havadan sütlü ekmek yağar: Aşağılık birinin istedikleri
olsaydı, dünya sadece kendine yarayan başkalarına rahatsızlık veren bir ye olurdu. (Şen,
2006: 106)
İtin eceli gelirse mescide yakın s..ar: Bkz: “Eceli/ölümü gelen it, cami duvarına
işer/siyer” (Özturan, 2009a: 220)
İtin eniği it olur: Bkz: “İtin sülalesi ittir” (Dalkıran, 2005: 51)
İtin goştuğu yolda, püsük eğleşmez: Her varlığın kendi ahengi ve özelliği var.
Fıtratlarının gereğini yaparlar. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
İtin gursağı/midesi [sade] yağı galdırmaz/götürmez: Bir işi hak etmeyen, ya da
yememesi gereken şeyi yiyen kimse, bu durumdan zararlı çıkar. (Çınkır, 2016: 649;
Şen, 2006: 106)
İtin guyruğuna bas, avazını dinle: Birilerinin düşüncesini öğrenmek istiyorsan
damarına basıp kızdır. (Özturan, 2014: 190-191)
İtin ölümü gelince cami duvarına işer: Bkz: “Eceli/ölümü gelen it, cami duvarına
işer/siyer” (Özalp, 2008: 411)
İtin sülalesi ittir: Aşağılık insanın soyu sopu da aşağılık olur. (Irmak: 2013: 221)
İtin şeriatı değnek: Laftan anlamayan kişi, kötekten anlar. (Şirikçi, 2006: 177)
İtin yavuzu üleş başında belli olur: İşinde maharetli olan iş esnasında kendini
belli eder. (Çınkır, 2016: 649)
İtin yediğini ürüdüğüne sayarlar: Kötü birinin yaptığı işi yediğine sayarlar.
(Özturan, 2009a: 220; Sultan Pırnaz)
İtin yemediği ot, başını ağrıtır: İnsanlar yapmadığı bir iş yüzünden sıkıntıya
girebilir. (Şirikçi, 2006: 230)
İtle yatan, bitle galkar: Kötü mizaçlı biriyle beraber olan kimse, onun
özelliklerine kendisi de bürünmeye başlar. (Bilgin, 2017: 27)
İtten de ölse kâr, gurttan da ölse kâr: Kötülerin, düşmanın hangisinden eksilirse,
ölürse kardır. (Özalp, 2008: 291)
İtten guzu doğmaz: Kötü insandan faydalı iş çıkmaz. (Okumuş, 2006: 156)
329
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İven gız ere varmaz, varsa dahi baht bulamaz: Acele etmekle koca bulunmaz.
Bulunsa da aceleci kız eşini iyi seçemeyeceğinden mutlu olamaz. (Şen, 2006: 106)
İyi desem göz ederler, kötü desem söz ederler: İnsanlarla uğraşılmaz. Bir şeyi
övsen nazar değerler. Kötülesen arkandan konuşurlar. (Özturan, 2014: 129)
İyi evladın varsa neylersin malı?: Bkz: “Evladın akıllı, malı ne edersin? Evladın
deli, malı ne edersin?” (ATKVE, 2011: 136)
İyi gız elinden/köyünden çıkmaz: Çevresinde örnek teşkil eden bir kızı başka
diyara kaptırmazlar. (Dalkıran, 2005: 44; Fadıma Toslak)
İyi gitmeyince işin, muhallebi yerken gırılır dişin: İşler rast gitmeyince olmadık
yer ve zamanda başına kötülük gelir. (Dalkıran, 2005: 50)
İyi günde iyiydik de kötü günde kötü mü olak?: İyi günlerde iyi olduk, kötü
günlerde kötü mü olalım? Yine iyi olalım. (Caferoğlu, 1995: 143)
İyi hoca ilminden, iyi goca derdinden belli olur: İlim insanın mertebesini,
değerini yükseltir. İyi koca olmak da aile içerisinde iyi geçinmekten, sıkıntılara göğüs
germekten geçer. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
İyi ipek kendini gırdırmaz, iyi avrat/gadın kendini dövdürmez: İşini iyi yapanın
başına yaptığı işten dolayı kötülük gelmez. (Özturan, 2009a: 215; Şen, 2006: 106)
İyi ve kamil insanı güneş, uykuda görmez: Tertipli, düzenli, kamil bir insan gün
doğmadan işlerinin başında olur. (Şen, 2006: 106)
İyiliğe iyilik her yiğidin/gişinin, kötülüğe iyilik er yiğidin/gişinin karıdır: İyiliğe
karşı iyiliği herkes yapar. Gerçek iyilik, kötülüğe karşı iyilik yapmaktır. İnsanlar
yapılan iyiliğin altında kalmak istemez, karşılığını vermeye çalışırlar. İnsanlığın gereği
de budur. Ama gerçek yiğit, iyi insan kendisine yapılan kötülüklere karşılık da iyilik
yapar. (Özalp, 2008: 391; Özturan, 2009a: 215)
İyilik et gomşuna, iyilik gelsin başına: Komşunla iyi anlaş ki senin de başına
iyilikler gelsin. (Şen, 2006: 106)
İyilik etme, evine yetme: Birine yapılan iyilikler bazen ters teper. İyilik ettiğiniz
insan size kötülük yapabilir. Bunun için iyilik etme. (Özturan, 2009a: 215)
İyilik iki başlı olur: Karşılıksız ve devamlı iyilik ve ikram Allah'a mahsustur.
İnsanlar ise zayıf ve acizdir, yorulurlar, usanırlar, karşılık görmek isterler. Onun için,
her zaman karşılıksız iyilik beklememeli, zaman zaman görülen iyiliklerin bir şekilde
karşılığı verilmelidir. (Özalp, 2008: 392)
İyiyi gınasam başıma gelmez, kötüyü gınasam akşama galmaz: Bazen hayatta
terslikler olur. İyiyi dileyenin başına iyilik gelmez. Kötüyü ise dilemeye bile kalmadan
insanın başına gelir. (Dalkıran, 2005: 51)
Kâr eden ar etmez: Namusuyla çalışıp kazananın alnı açık, yüzü ak olur.
Utanmasını gerektiren bir sebep yoktur. (Dalkıran, 2005: 48; Göçer, 2004: 132; Özalp,
2008: 412; Şen, 2006: 98-99)
Kâr ortaya, zarar martaya: Kârlı olursa bölüşürüz, zararlı olursa havaya gider.
(Çınkır, 2016: 667)
Kâr, zararın ortağı: Ticarette kâr etmek de vardır, zarar etmek de. Zararsız kâr,
faize girer. (Özalp, 2008: 412; Özturan, 2009a: 220)
Kedi şeyini görmüş, yaram var sanmış: Korkak, canı taze kimseler küçük bir
çizikleri olsa kocaman yaraları var sanırlar. Küçücük zararları çok büyütürler. (Özalp,
2008: 293)
Kedi ulaşamadığı ciğere mundar dermiş: Kişi, elde edemediği bir şeyi
istemiyormuş gibi görünür. (Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 220)
Kedinin boğazına ciğer asılmaz: Zarar verici, kötülük yapmayı seven, çalan
çırpan kimselere ne mal ne de para emanet edilir. (Özalp, 2008: 412)
Kedinin ganadı olsaydı, guşun adı olmazdı: Allah kötülere öyle kısıtlı imkanlar
vermiş ki zarar verebilecekleri kimselere ulaşamazlar. (Polat, 2016: 39)
Kedinin gözü sıçan deliğinde olur: Herkes kendi çıkarlarıyla ilgili olan şeylerle
ilgilenir. (KA, 2017a: 390)
Kediyi sıkıştırırsan yüzünü çızar: En zayıf, en aciz, en miskin ve en efendi
insanların da canını yakarsan sana zarar verebilirler. (Özalp, 2008: 412)
Kefilin ya saçı, ya sakalı: Bir kişiye kefil olan, ona gelecek sıkıntılara ortak olur.
Borcunu ödeyemezse kefil olan öder. Kefil de ödeyemezse gelecek hakaretlere,
330
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

hücumlara ikisi bir katlanır. (Okumuş, 2006: 156; Özalp, 2008: 412; Özturan, 2009b:
176)
Kefin alıcının gözü yaşlı gerek: Yaptığınız işlere göre yüz hatlarınız değişmeli.
(Özturan, 2009a: 220)
Keklik kekliğin yüzüne takılar/öter: Herkes dengiyle ölçülür. (Okumuş, 2006:
156; Özturan, 2009a: 220)
Kel gız “yıkandın mı?”, “yıkandım arındım bile, saçımı ördüm bile”: Kel kız,
saçı az olan kız, kolay yıkanıp temizlenir. (Özturan, 2014: 192-193)
Kel gızın kekili küllükte gezer: Fakirlerin, kimsesizlerin, zayıfların, biçarelerin
mallarının da kendilerinin de bir değeri olmaz. (Özalp, 2008: 294)
Kel ölür, sırma saçlı olur; kör ölür, ela gözlü olur: Kişi, elinden çıkan önemsiz
bir işi çok önemliymiş gibi anlatır. (Gökçebey, 1999: 84)
Kel/kör gız gelin olurken çarşı pazar gapanır/kitlenir: İşi ters giden insana, kırk
yılda bir fırsat doğsa bile o fırsatı gerçekleştirmek için -aranmadığı zaman kolayca
bulunacak kadar- gereken şeyler, birden nerede aranırsa aransın bulunmaz olur ve fırsat
kaçar. (Bilgin, 2006: 215; Kuyumcu, 1995: 35; Özalp, 2008: 294; Özturan, 2009a: 220)
Kelin emi olsa başına sürer: Fakirin, yoksulun yiyeceği veya parası olsa kendi
ihtiyacında kullanır, başkasına ikram edemez. (Okumuş, 2006: 157; Özalp, 2008: 412)
Keller gurnaz olur: Kel insan akıllı, kurnaz olur. (Özturan, 2009b: 283)
Kem aletinen kemalat olmaz: Kötü bir aletle mükemmel bir iş yapılmaz.
(Özturan, 2009a: 220)
Kem söz, sahibinindir: Bkz: “Kem sözünen geçmez akça sahibinindir” (Okumuş,
2006: 157)
Kem sözünen geçmez akça sahibinindir: Kötü söz karşıdakine hiçbir zarar
vermez, ama dönüp sahibine zarar verir. Geçmez parayı ise kimse kabul etmez,
sahibinde kalır. (Özalp, 2008: 412)
Kenarın dilberi nazik olsa da nazenin olmaz: Eğitimli olmayan ne kadar da güzel
olsa bir yerde pot kırar. (Alparslan-Özturan, 2010: 274; Dalkıran, 2005: 47; Özturan,
2009a: 220)
Kendi döşeğimizi ele tepeletmeyelim, kendi gahrımızı ancak kendi birbirimiz
çeker: Türkmenlerde yakın akraba evlilikleri oldukça fazladır. Kendi soylarından
özelliklerini ve huylarını bildikleri, uyuşabileceğine inandıkları yakın akrabalarındaki
kız ve erkekleri evlendirirler. (Ateş, 2010: 79)
Kendi düşen ağlamaz: Yanlış işlerinden dolayı zarar eden birinin ağlamaya
hakkı yoktur. (Özturan, 2009a: 216)
Kendi söyler/gonuşur kendi güler, o eşşeğin zekeri; kendi söyler/gonuşureller
güler, o adamın/insanın şekeri: İnsanın sevimlisi, tatlısı; konuştuğunda, espri yaptığında
başkalarını güldürebilendir. Kendisi söyleyip kendisi gülenler hoş karşılanmaz. (Özalp,
2008: 258; Özturan, 2009a: 216)
Kendisi çiş yemeyen, itine şiş yediremez: Yasa dışı menfaat elde edemeyen
yavrusuna da bakamaz. Yolsuzluk yapan insanlara karşı söylenmiş bir söz. (Demir,
2011: 145)
Kepenek altında aslan yatar: Umulmayan yerlerde, umulmayan kimselerde ne
cevherler vardır. Görünüşüyle hiç belli olmayan nice insanlarda ne yiğitlikler ne
mertlikler ne iyilikler ne yüreklilikler vardır. Kolay kolay belli olmaz. (Özalp, 2008:
294)
Kervan her zaman aynı yoldan gider: Bilinen yer her zaman daha güvenlidir.
(ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Kesemediğin eli öp başına goy: Üstünlük sağlayamadığın bir kimseye saygı duy.
(Özturan, 2009a: 220)
Kesilen baş yerine gonmaz: Yok ettiğiniz hiçbir canı yerine koyamazsınız,
karşılayacak bir bedel de yoktur. (Özalp, 2008: 412)
Kibir eşşek gönlü almaz: Kibir olan, yemek beğenmeyen, özel yemek arayan
kimse aç kalır ve iflah olmaz. Bu kural hayvanlar için de geçerlidir. (Özalp, 2008: 412-
413)

331
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Kim bilir ölen zalim, öldüren mazluma ne yaptı?: Her zaman öldüren zalim
olmaz. Bazen da öldürülenin yaptığı zulümler, öldürülmesine sebep olur. (Özalp, 2008:
295)
Kim eşer derin guyu, kendi düşer yüzün guyu: İnsanlara tuzak kuranlar, kötü
şeyler düşünenler o tuzaklara zamanı gelince kendileri düşer. (Özturan, 2009a: 220)
Kim gazana kim yiye, sohbet ona yaraya: Biri kazanır biri yer, sohbet yiyene
yarar. (Özturan, 2014: 195)
Kiminin başının ulaştığı yere kiminin ayağı ulaşır: Bazı insanların çok rahat
edebildiği, kolaylıkla ulaşabildiği bir yere bazılarının ayağı zor ulaşır. (Okumuş, 2006:
157)
Kiminin parası kiminin duası: Yapılan herhangi bir iyilik karşısında, iyiliğin
karşılığını parayla ödeyemeyecek olan kimselere, iyiliği yapan kişinin söylediği kalıp
sözdür. Kişi yaptığı işin karşılığı olarak sadece dua istemektedir. (Kılıç, 2008: 106)
Kimse ayranım eşki, [yoğurdum gıllı] demez: Hiç kimse malının ve işinin
kötülüğünü kabul etmez. (Özalp, 2008: 413; Özturan, 2009a: 220)
Kimse kimsenin gısmetini yemez: Herkes Allah'ın kendisine tayın ettiği kısmeti,
rızkı yer. Başkasına tayin edilen kısmeti ve rızkı kimse yiyemez. (Özalp, 2008: 413)
Kimse yediği ciğere kokuk demez: Kimse yaptığı bir işi beğenmezlik etmez.
(Özturan, 2009a: 220)
Kimseye borç eyleme yavan ye, aşın dilin rahat durursa rahattır başın: Başkasına
borç edip perişan olacağına azıcık, gösterişsiz ye. Dilin rahat durursa başın da rahat
olur. (Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006: 108)
Kirli çabut, boya çıkınlamaya gerek olur: Hiçbir işe yaramaz sanılan, horlanan,
hakir kabul edilen, kötü bilinen kimseler de bazen gerek olur, işe yarar. (Özalp, 2008:
295)
Kirpi sırtını sıvazlamış, “ne gadar yumuşak tüyüm var” demiş: İnsanlar
kendilerine ait her şeyi iyi, hoş görürler, gösterirler. En kötü yanlarını, iş hareketlerini
dahi çok iyi göstermeye çalışırlar. (Özalp, 2008: 295)
Kirpi yavrusunu pamuğum diye severmiş: İnsanlar kendi çocuklarını çok
severler. Onların hata, kusur ve suçlarını görmez, görmezden gelir, hatta meziyet
sayarlar. (Özalp, 2008: 295; Şen, 2006: 107)
Köpekle dalaşmaktansa çalıyı dolaşmak daha yeğdir: Bkz: “İte
bulaşacağına/dalaşacağına çalıyı dolaş” (Okumuş, 2006: 157)
Köpeksiz sürüye gurt girer: Koruyucusuz halka düşman saldırır. (ATKVE, 2011:
136)
Köprüyü geçene gadar ayıya dayı denir: Menfaatin için bazı şeyleri işin
bitinceye kadar görmezden gelmelisin. (Özturan, 2009a: 220)
Kör Allah'a nasıl bakarsa, Allah da köre öyle bakar: Muhtaç olan kimseler,
iktidar ve güç sahiplerine nasıl davranırlarsa onlardan da öyle karşılık görürler. İtaat
edip boyun bükenler ikram görür, kafa tutanlarsa zulüm görürler, ezilirler. (Özalp, 2008:
413)
Kör bile düştüğü çukura bir daha düşmez: Bkz: “Eşşek bile çamura bir defa/kere
çöker” (ATKVE, 2011: 136)
Kör gider, yol gider: Bir şey alışıldığı gibi ilerler. Hedefsiz, maksatsız iş yapıp
yol alma. (Özturan, 2009a: 220; Özturan, 2014: 197)
Kör gözden yaş umma: 1. Durumu olmayandan yardım bekleme. 2. Kalp gözü
kör, acımasız, gaddar olandan merhamet bekleme. (Özturan, 2009a: 220)
Kör göze çöp düşeğen olur: En çok zarar; hassas, çok korunan, itina edilen
yerlere ve kimselere dokunur. Çok korunan soğuktan, sıcaktan çok sakınılan kimseler,
bunlarla karşılaşınca hemen rahatsız olurlar. Oysa soğukla, sıcakla içice yaşayan,
korunmayan kimselere kolay kolay bir şey olmaz. Fakir, hasta, sakat birinin başına yeni
sıkıntılar geldiğinde de söylenir. (Özalp, 2008: 296)
Kör öküzün gılbası (kıblesi) olmaz: Sakat insanlardan yardım bekleme.
(Özturan, 2009a: 220)
Kör/kötü bıçak ele, kötü avrat/gişi dile yavuz/keskin [olur]: Kötü alet işe
yaramaz olur, ama keserek veya başka şekillerde insana zarar verip canını yakar. Kötü
insan da diliyle kötü sözler ve hakaretlerle insanların canını yakar. (Arslan, 2011: 346;
332
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dalkıran, 2005: 44; Gökçebey, 1999: 82; KA, 2017a: 390; Özalp, 2008: 297; Özalp,
2008: 413; Özturan, 2009a: 220; Şen, 2006: 107)
Körler diyarında rüzgar etek galdırmaz: Kalbi iyi olanlar kötüye, harama
meyletmez. (Şen, 2006: 107)
Köroğlu gelmeden ünü gelir: Meşhur adam gelmeden ünü duyulur, gelir.
(Özturan, 2009a: 220; Özturan, 2014: 197)
Körü gözsüz, dağı ıssız sanma: Her şeyin, herkesin bir sahibi vardır. (Özturan,
2009a: 220)
Körün aradığı/istediği bir göz, Allah verdi iki göz: İnsanlar, az bir şeye razı iken
istedikleri iki katına ve daha fazlasına kavuşur. Az bir şey isterken istediğinden çok şey
bulurlar. (Göçer, 2004: 17; Özalp, 2008: 297)
Körün daşı adres seçmez: Bkz: “Körün daşı berk değer” (Şahiner, 2017: 35)
Körün daşı berk değer: Kör attığı yeri bilmez, ama attığı taş adresini bulur, değdi
mi de hızlı değer. (Özturan, 2009b: 52)
Körün deyneği yanda gerek: İnsanların ne ihtiyacı varsa yanında olmalı.
(Özturan, 2009a: 220)
Körün istediği köfte: Sakatlar bakım, beslenme gibi her çeşit ihtiyaçlarının
karşılanmasını ister. Fazla bir şey beklemez. (Özalp, 2008: 297)
Köşger sevdiği gönü yere çalar/yerden yere vurur: İnsanlar sevdiklerini geleceğe
hazırlamaya çalışır. Bundan dolayı da onlara zor gelecek, sıkıntı verecek işler
yaptırırlar. Onları işle yorar, azarlarlar. Bazen da dayak vs. cezalar da verirler.
(Dalkıran, 2005: 48; Özalp, 2008: 413; Halil Gök)
Köşgerin/marangozun/nacarın gapısı sırımla bağlı olur: Bir kimse, uzmanlığını
kullanarak başkasına faydalı olur, ama kendi işine faydası olmaz. (Dalkıran, 2005: 48;
KA, 2017a: 390; Okumuş, 2006: 158; Şen, 2006: 109; Şirikçi, 2006: 55)
Kötü çamın çakıldağı/gozalağı çok olur: Avare, başıboş, işsiz güçsüz, vakti bol,
hiçbir işe yaramayan insanların çocukları çok olur. Yani işi gücü yok, hep evdedir, hep
karısının yanındadır. Dolayısıyla çocuğu da çok olur. (Özalp, 2008: 297; Polat, 2016:
28)
Kötü gomşu adamı/insanı hacet sahibi yapar/eder: Kötü komşu, kişiye istediği
emaneti vermez. Kişi de gidip o ürünü satın alır, böylece mal sahibi olmuş olur.
(ATKVE, 2011: 136; Dalkıran, 2005: 47; Özturan, 2009a: 220)
Kötü köşger, ya iğneyi yitirir ya tizi: İşinin erbabı olmayan kimse, acemilik
yapar. (Sultan Pırnaz)
Kötü söyleme eşine, ağu gatar aşına: Eşine kötü söz söyleme, işlerine çomak
sokar. (Dalkıran, 2005: 46)
Kötü söz gurşun gibi olur: İnsanlara ağır bir söz söylendiğinde bu durum
kurşunun verdiği acı kadar etkili ve tesirli olur. (Ahmet Ataş)
Kötülük kem kişinin, iyilik er kişinin kârıdır: Kötü adam kötü iş, iyi adam iyi iş
yapar. (Okumuş, 2006: 157)
Köyde dırnak uzatırsan pis olur, şehirde dırnak uzatırsan süs olur: Bazı şeylerin
değeri yere ve zamana göre değişir. Köyde yapılan bir şey kötü olursa aynı durum
şehirde güzel olabilir. (Çınkır, 2016: 315)
Köyden köye it ürmez: Bkz: “Garşı dağdan garşı dağa ürünmez” (Çınkır, 2016:
649)
Köynek yivine kesilmez/govlanmaz: Her şeyi usulüne uygun yapmak gerekir.
(Özturan, 2009a: 220)
Köyneksizin gönlünden gırk arşın bez çıkar: Her insan, olmasını istediği şeyleri
düşünür. (Dalkıran, 2005: 51)
Küçük gızın gocaya gidesi gelirse büyük gıza yol gösterir: Kardeşler arasındaki
evlenme sırası genel olarak büyükten küçüğe doğrudur. Fakat bazen büyük kız
evlenmediğinde küçük kızın da evlenmemesine sebep olur. Küçük olan da bu durumun
çaresine bakar. (Sultan Pırnaz)
Küçük suda büyük balık olmaz: Küçük bir işte büyük hayaller olmaz. (Özturan,
2009a: 218)
Küllükte yatar, padişahı düşünde görür: Aç tavuk rüyasında kendini darı
ambarında sanır. Kendisi fakir olduğu, perişan bir halde yaşadığı halde, ulaşması
333
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

mümkün olmayan hayaller kurup insanlara anlatan kimselerin durumu. (Çınkır, 2016:
740; Özalp, 2008: 298)
Kürkçünün kürkü, börkçünün börkü olmaz: İnsan, yaptığı işten faydalanamaz.
(ATKVE, 2011: 137)
Kürt yer, çarığına bakar: İşi biten insan, bir an önce gitmek ister. (Özturan,
2009a: 220)
Kürt'ün aklı sonradan gelir: İyi düşünemeyen insanların akılları tecrübe ile düşe
kalka başlarına gelir. İşleri de bata çıka, yavaş yavaş düzelir. (Özalp, 2008: 413)
Küsme kötünün sözüne, bilse daha iyisini söyler: Kötü olan birinin
söylediklerine küsme. Elinden gelse daha güzel konuşur. (Körük, 2005: 31; Okumuş,
2006: 158)
Laf çakılıyı batırır: Üretmeyen insan ne kadar zengin olursa olsun sonunda batar,
iflas eder. (Çınkır, 2016: 746)
Laf lafı açar, laf da döner g.. açar: İnsanlar konuştukça konuşur, sözden söze
geçer. Yeni sözler söylenir. Bu arada sözüne hakim olamaz, kendini kontrol edemez,
sırlarını da söyler. Bu sırlar yayılır ve sır vereni, sır sahibini perişan, rezil rüsva eder.
(Özalp, 2008: 414; Adem Pırnaz)
Laf torbaya girmez: Nerede ne konuşulacağını iyi bilmek gerekir, çünkü
konuşulan bir durumun üstü kapatılamaz. (Özturan, 2009a: 220)
Lafın bayatı olur, adamın bayatı olmaz: Eskiden kalma söz olur, ama insan için
durum öyle değildir. İnsan fanidir. (Adem Pırnaz)
Lafın iyisi şaka ile söylenir: Bir laf vermek ya da dokundurmak istiyorsan şaka
ile karışık söyle. (ATKVE, 2011: 137)
Lafınan pendir (peynir) gemisi yürümez: Şöyle yaparım, böyle yaparımla
yapılması gereken bir iş yapılmaz. (Özturan, 2009a: 220)
Leyleğinin ömrü/günü laklakı ile geçer: Tembel, işe yaramaz boş insanların
zamanı boş konuşmayla geçer. (Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995: 36; Özalp, 2008:
414)
Leylek leyleğin yüzüne takılar: İnsanlar birbirlerine ne söyleyeceklerse arkadan
söylemek yerine yüzüne karşı söylemelidir. (Özalp, 2008: 414)
Lezzeti dişinin dibine veren Allah: Her şey Allah'ın takdiri, dilemesi ve vermesi
ile olur. İnsan vücudunda çok harikalar vardır, lezzet alma hassası da bunlardan biridir.
(Özalp, 2008: 417)
Lodosun gözü yaşlı olur: Lodos rüzgarı yağmur getirir. (ATKVE, 2011: 137)
Lokma çiğnemeden yutulmaz: Çalışmadan yaşamak olmaz. En kolay iş dahi
emek ister. (ATKVE, 2011: 137)
Mahallede it, itte bit eksik olmaz: Hayatta olumsuzluklar vardır. Bu
olumsuzluklar aynı zamanda hayatın bir parçasıdır. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Mahkeme gadıya mülk değil: Hiç kimse bu dünyada ebedi kalıcı değildir. Ne
kadar malı mülkü, zenginliği ve hükmü olursa olsun bırakıp gitmek zorundadır.
Makamlar da dünya gibidir. Süresi dolan gider, yenisi gelir. Ne dünyada ne de
makamlarda ebedi kalmak mümkündür. (Özalp, 2008: 415; Özturan, 2009a: 220)
Mahkemede dayın olsun: Bir işi yapmak için sana destek olacak arkan olsun.
(Okumuş, 2006: 158)
Mal adama hemi dost hemi düşman: Mal, para insanın ihtiyaçlarını
karşılamasında, hayır hasenat yapmasında, sevap kazanmasında yardımcı olduğu için iyi
bir dosttur. Amma zıddı yapılır, hayır hasenat yerine zulüm, günah kazanma aracı
olarak kullanılırsa da çok kötü bir düşmandır. Ayrıca insanların hasedini çekerek de
düşmanlık kazandırır. (Özalp, 2008: 415)
Mal bucakta, güzel gucakta yatar: Her şey olması gereken yerde olur. (Özturan,
2009a: 220)
Mal canı gazanmaz, can malı gazanır: Sağlıklı insan, sıfırdan başlayıp çalışarak
birçok mal kazanabilir ve kazanmaktadır da. Amma mal, hiçbir zaman bir canı
kazanamaz. (Özalp, 2008: 415)
Mal canın yongasıdır: Malına zarar gelen bir kişi, canı gidiyormuş gibi üzülür.
(Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 220)
334
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Mal dededen, evlat bedenden: Dededen kalan mal, kıymetli ve kalıcı olur. Evlat
da bedenden yani öz olursa iyi olur. (Özturan, 2009a: 220)
Mal gazanmakla şan gazanılmaz: Zengin olmakla şah şöhret elde edilmez.
(Şirikçi, 2007: 87)
Mal malamatı örter: Zenginlik, kişinin kusurlarını kapatır. (Dalkıran, 2005: 48)
Mal sahibi, kâr sahibi: Mal sahibi yaptıracağı işi önceden hesap eder onun için
ustalık hakkı önce onundur. Yapansa tarif edileni yapar. (Özturan, 2014: 202)
Mal sahibini, ten toprağını bulur: Herkes, her şey ait olduğu yeri bulur. (Atalay,
2008: 64)
Mal sahibinin canı çıkmazsa işçinin teri çıkmaz: Mal sahibi işçileri sürekli
çalıştırmak ister. Sıra işçilerin hakkını vermeye geldiğinde canı çıkıyormuş gibi olur.
(Özturan, 2009a: 220)
Mal vermek, can vermekten zordur: Mal vermek güçtür, insanın zoruna gider.
(Özalp, 2008: 415)
Malım ariye gideceğine garnım ariye gitsin: Hazırlanan yemeğin fazlasını
atmaya kıyamayıp karnın, midenin, hatta sıhhatin bozulacağını bile bile yemek. (Özalp,
2008: 302; Özturan, 2014: 202)
Malım seni verim mi kötü/rezil olim, vermim de mi kötü olim?: İnsanlar,
genellikle kendilerinden istenilen bir şeyi verdiklerinde perişan yani kötü olurlar. Ama
istenilen şeyi vermediklerinde yine kötü olurlar. (Dalkıran, 2005: 52; Özturan, 2009a:
221; Özturan, 2014: 202)
Malın iyisi gözünden/özünden, insanın iyisi sözünden belli olur: İyi mal kendini
hemen belli eder. İyi insan da konuşmalarından belli olur. (ATKVE, 2011: 137; MİY,
1967: 194; Şen, 2006: 108; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
Malına sahip/mıheyt ol, gomşunu hırsız etme: Kişioğlu, elinde
bulundurduklarına iyi sahip çıkmalıdır. Çünkü elindeki bir şeyi kaybettiğinde ilk hesap
soracağı kişi komşusu olacaktır. (Dalkıran, 2005: 49; Özturan, 2009a: 221; Şen, 2006:
108)
Mallının malı tükenmiş de dillinin dili tükenmemiş: Mal sahibinin malı
tükenebilir, ama sürekli konuşanın konuşması bitmek bilmez. (Özturan, 2009a: 221)
Maraşlılar geçmişlerine söven değil, geçmişlerini öven bir millettir: Maneviyatı
yüksek olan yerdir Kahramanmaraş. Bu yüzden Maraşlılar, geçmişlerini de hayırla yad
ederler. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Marifet iltifata tabidir: Bilgili olmak, saygı duyulmaya layıktır. (Özturan, 2009a:
221)
Mart ayı, dert ayı: Mart ayı, kışın sonu baharın başı sayılır. İnsanlar kışlık
ihtiyaçlarını kıt kanaat hazırlayıp yazı iple çekerler. Mart'ta bahar gelecek, havalar
ısınacak diye düşünürler. Mart ise bazı seneler çok soğuk olur, özellikle yakacak
maddeleri tükenmiş olanların başına sıkıntı ve dertler açar. (Özalp, 2008: 415)
Mart yağar, nisan öğünür; nisan yağar, çiftçi öğünür: Martta yağan yağmurla
ekinler nisanda gelişir. Nisanda yağan yağmurla başaklar olgunlaşır. Bu durum da
çiftçiyi sevindirir. (Okumuş, 2006: 158)
Martın arpası, nisanın körpesi: Mart ayı arpaya, nisan ayı da kuzuya yarar.
(Polat, 2016: 29)
Martta yağmasın, nisanda dinmesin: Coğrafyamızda mahsullerin kaliteli ve iyi
olması için bu şekilde bir temennide bulunulur. Martta yağmur yağması ekinler için
zararlı ama nisanda yağması çok faydalıdır. (Özturan, 2009a: 221)
Maşa dururken niye elimi yakayım?: Bkz: “Maşa dururken/varken elini yakma”
(Göçer, 2010: 105)
Maşa dururken/varken elini yakma: Senin yerine kendisini tehlikeyi atacak
adamların varsa onları kullan, kendini tehlikeye atma. (Özalp, 2008: 415; Özturan,
2009a: 221)
Mazlumun ahı yerde kalmaz: Bkz: “Mazlumun ahı, [tahttan] indirir şahı” (Şen,
2006: 108)
Mazlumun ahı, [tahttan] indirir şahı: Mazlumlara, zayıflara yapılan zulüm ve
onların bedduasını almak çok kötü bir şeydir. Onların bedduası ve ahı ind-i ilahide

335
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

yerini bulur ve zalim zulmünün cezasını acı bir şekilde çeker. Şahları, padişahları
tahtlarından eder. (Dalkıran, 2005: 50; Özalp, 2008: 417)
Merdiven basamak basamak çıkılır: Hiçbir yükselme dimdik, ani ve tek basamak
şeklinde, tek hamlede olmaz. Yavaş yavaş, zamanla, basamaklar tek tek, hak edilerek
çıkılır ve yükselir insan. (Özalp, 2008: 414)
Merese demişler “nereye gediin?”, o da demiş “meres olmaya gediim”: Kişi
kendi kazandığını bol keseden harcayamaz. Mirası ise evlatları tarafından har vurulup
harman savrulur. (Özturan, 2009a: 221)
Merhametten maraz doğar: Birine çok fazla yardımda bulunmak kötü sonuçlar
doğurabilir. (ATKVE, 2011: 137; Özturan, 2009a: 221; Sultan Kamalak)
Meşhur olucun mu? Cami duvarının dibine işe: Herkesin dikkatini çekecek iş
yap. (Özturan, 2009a: 221)
Meteliksiz adam pazardan uzak durur: Kişinin hali ve imkanları nasılsa ona göre
davranmak zorundadır. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Meyil verme evliye, eve gider unutur: İş sahibi, hele işini seven bir insanla dost
olup vakit geçirmek, eğlenmek istersen aldanırsın. Çünkü o, işinin başına geçti mi sana
zaman ayıramaz, hatta seni unutur bile. Evli insan da evine, ailesine, eşine, kavuştu mu
dışarıdakileri, dış dünyayı unutur. Sakın evliye gönlünü kaptırma, onu elde edemezsin
ve üzülürsün. (Özalp, 2008: 416)
Meyveli ağacı taşlarlar: Bilgili, becerikli kimselere sataşırlar. (Dalkıran, 2005:
52; Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 221)
Meyvesiz ağacı keserler: Fayda vermeyen kişilerden uzak durulur. (Özturan,
2009a: 221)
Mezar daşı ile övünülmez: Kişi geçmişteki atalarıyla değil, ancak kendi değeri
ile övünebilir. (ATKVE, 2011: 137)
Mızdara murdar helal: (Göçer, 2004: 77)
Mızrak çuvala sığmaz: Herkesin gözü önündeki gerçekler örtbas edilmez. (Şen,
2006: 108)
Mızrak çuvalda gizlenmez: Bkz: “Mızrak çuvala sığmaz” (Dalkıran, 2005: 51)
Millet kör püsüğe benzer: İnsanlar yapılan iyilikleri çabuk unutur. (Özturan,
2014: 205)
Milletinen baş edilmez: İnsanlarla baş etmek zordur. (Özturan, 2014: 205)
Milyoner baban olacağına okuyucu anan olsun: (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Mirasçıdan mal gaçıran iflah olmaz: Miras verilecek her kişiye adaletli
davranılmalıdır. Ölüm hak miras helaldir. Diğer mirasçıları hiçe sayan iflah olmaz.
(Dalkıran, 2005: 49)
Misafır gısmetiynen gelir: Her insanının tayin edilmiş bir kısmeti, bir rızkı
vardır. Misafirliğe giderken de kısmetiyle ve rızkıyla gider. (ATKVE, 2011: 137; Özalp,
2008: 416; Özturan, 2009a: 221)
Misafir almak marifet değil, değneğini eline vermek marifet: Marifet misafiri
eve almak değil, onu iyi ağırlamak, incitmeden yolcu etmektir. (Özalp, 2008: 416)
Misafir ev sahibine tabi: Ev sahibi görevini yapsın diye misafir anlayış gösterir.
(Özturan, 2009a: 221; Özturan, 2014: 205)
Misafir ev sahibinin guzusu: Misafir ev sahibinin işine karışmaz, oturttuğu yerde
oturur, yatırdığı yerde yatar, verdiği yemeği yer. Âdeta kuzu gibi ona itaat etmek
durumundadır. (Özalp, 2008: 416; Özturan, 2014: 205)
Misafir misafiri sevmez/istemez, ev sahibi hiçbirini sevmez/istemez: Aynı evde
misafir olan insanlar, çeşitli sebeplerden birbirlerini kıskanır, sevmezler. Belki de öbür
misafir olmasaydı ben daha iyi ağırlanırdım, rahat ederdim diye düşünür ve aralarında
problemler çıkar. Ev sahibi de eğer misafir ağırlamaktan sıkıntı duyan biri ise her ikisini
de sevmez, başından savmaya çalışır. (ATKVE, 2011: 137; ATKVE, 2011: 143; Arslan,
2011: 347; Gökçebey, 1999: 83; Okumuş, 2006: 158; Özalp, 2008: 416; Şirikçi, 2006:
31)
Misafir on gısmetinen gelir, birini yer dokuzunu gor: Örfümüzde misafirin
bolluk, bereket getirdiğine inanılır. Bu atasözü de bunun delilidir. (Alparslan-Özturan,
2010: 70; Özalp, 2008: 416; Özturan, 2009a: 221)
336
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer: Misafir, iyi ağırlanmayı ister, ama ev
sahibi evinde ne varsa onu ikram eder. (Alparslan-Özturan, 2010: 70; Kozan, 2007: 218;
Özturan, 2009a: 221)
Misafirden önce rızgı gelir: Ev sahibi, konuğu yük saymaz. Misafir gelinen evde
ya yiyecek bulunur ya da beklenmedik bir anda gelir. Misafirin kısmetinin Allah
tarafından gönderildiğine inanılır.(Dalkıran, 2005: 51)
Misafirin akılsızı ev sahibini ağırlar: Kendisinin ağırlanması gereken akılsız
konuk, ev sahibine yol gösterir gibi ağırlama işini üzerine alır. (ATKVE, 2011: 137)
Misafirisen bak otur, dilini dibine çek otur: Misafir, adaplı olmalıdır.
Hareketlerine ve konuşmalarına dikkat etmelidir. (Özturan, 2009a: 221)
Misafirlik üç gündür: Misafir olmak da misafir ağırlamak da zordur. Misafir, aile
mahremiyetini düşünerek kısıtlı bir şekilde hareket etmek durumundadır. Ev sahibi ise
hem aile mahremiyetini korumak, hem de misafirini en iyi şekilde ağırlamak
zorundadır. Bu durumda uzun süreli misafirlik çok sıkıcı olur. Mahremi olan biriyse
mesele yoktur. (Özalp, 2008: 416; Özturan, 2009a: 221)
Miyençinin torbası delik olur: Aracı, arabulucu veya elçi olan kimse, tarafların
birbiri hakkındaki kötü söz, hakaret gibi şeylerini duymazlıktan gelir, atar. Taraflara iyi,
güzel sözleri götürür. Bazen de hiç söylenmemiş, yapılmamış güzel söz ve hareketleri
kendiliğinden götürür. Tarafları yumuşatmak, barışı sağlamak için. (Özalp, 2008: 416)
Muhanet [gomşu] hacet sahibi eder: Komşuları, ihtiyaç duydukları ev aletlerini
vermeyen kimseler o aletleri alıp kendileri alet sahibi olurlar. (ATKVE, 2011: 137;
Özalp, 2008: 416)
Muhanetin derdi dağ odunundan zor: Muhanedin, namerdin derdini çekmek,
dağdan odun çekmekten zordur. (Özalp, 2008: 305)
Muhanetin gapısı çetindir: Kötü niyetli insandan fayda gelmez. (Şen, 2006: 108)
Mut/ucuz evlenme, yiğide sermaye: Evlilik masraflarını fazla yapmayan
kimseye iş yapacak bir sermaye bile kalır. (Dalkıran, 2005: 46;Özalp, 2008: 306)
Müslüman malı ortaklık: Müslümanlar mallarını ortak kullanmalı. (Özturan,
2014: 206)
Müşteri gapının ardında olur: İş yeri sahibi hiçbir zaman dükkanını
kapatmamalıdır. Dükkanın kapalı olduğu bir anda müşteri gelebilir. (Körük, 2005: 43;
Kuyumcu, 1995: 37)
Müşteri velinimettir: Ticarette, alışverişte müşteri olmadan işler yürümez.
Müşteri ticaretin olmazsa olmazıdır. (Özturan, 2009a: 221)
Müzevir boynunda babal bırakmaz: İnsanları şikayet eden her şeyi gider
insanlara anlatır. Kendinde vebal bırakmaz. (Özturan, 2009a: 221)
Namazda gözü olmayanın ezanda gulağı olmaz: Kişi yapmak istemediği işin
ayrıntılarıyla ilgilenmez. (Özturan, 2009a: 221)
Namert olan yaptığı iyiliği başa kakar: Bazı insanlar var ki yaptığı bir iyiliği
sürekli öne sürer. (ATKVE, 2011: 137)
Namırs öllüyün körü: Namus, kutsal bir vazifedir, korumak gerekir. Namuslu
olmak kolay değildir. Namuslu olmanın bir bedeli vardır, ne olursa olsun bunu ödemek
gerekir. (Özalp, 2008: 307; Şen, 2006: 109)
Namırsızdan namırsını sakla: Namus kavramı olmayan insanlar, namusuna
düşkün olanlarla beraber olduğunda onların namusuna da leke bulaştırır. (Dalkıran,
2005: 49)
Nasıl olsa bir gurt bir guzuyu parçalayacak: Evlenme çağına gelen bir kızı nasıl
olsa biri alacak. İşin sonucu nasıl olsa aynı olacak. (Alparslan-Özturan, 2010: 76)
Nasihat istersen tembele iş buyur: Tembel, kendisine buyrulan bir işi bahaneler
bularak yapmamaya çalışır ya da kendi bildiği gibi yapmaya çalışır. (ATKVE, 2011:
137)
Nazar; deveyi gazana, insanı mezara sokar: Nazar, toplumumuzda önemli bir
meseledir. Birine nazar değdiğinde o insanın iflah olmayacağına inanılır. (Arslan, 2011:
347; Özturan, 2009a: 221)
Ne avrat olduk heriflere söz dutturduk, ne ana olduk çocuklara söz dutturduk:
Kadın olmak zordur. Kocalarına karşı söz sahibi değillerdir. Çocukları da sözlerini
dinlemez. (Polat, 2016: 29)
337
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ne ettin ki elime, onu suvayım yüzüne: Bana ne yaptın, ne iyilik ettin ki


karşılığında onu sana vereyim. (Özalp, 2008: 307)
Ne goydun elime ki, ne çalim yüzüne: Bkz: “Ne ettin ki elime, onu suvayım
yüzüne” (Özturan, 2009a: 221)
Ne mezarlıkta uyu ne gorkulu düş gör: İşini sağlama al, ilerisini düşünmediğin
bir işi yapma. (ATKVE, 2011: 137)
Ne oldum deme, ne olacağım de: Kişi, kendisinin olan varlığı, durumu ile
çevresine tepeden bakmamalı. Zamanı geldiğinde işler tam tersine dönebilir. (Şen,
2006: 109)
Ne sözü kestir, ne dünürcüyü küstür: İnsanları ne küstür ne sevindir. İşlerini
herkesin işine gelecek şekilde hallet. (Dalkıran, 2005: 46)
Ne ucuz ne ucuz, elin oğlu/gızı ele ucuz: El elin kıymetini bilmez. (Özalp, 2008:
307)
Ne umarsın/umuyon bacından, bacın ölüyor/ölür acından: Bacında bir şey yok ki
ondan bir şey talep ediyorsun. O kendi başının çaresine bakamıyor. (ATKVE, 2011:
137; Arslan, 2011: 347; Çoğalan, 1982: 115; Dalkıran, 2005: 45; MİY, 1967: 194;
Okumuş, 2006: 159; Özturan, 2009a: 221; Şen, 2006: 116; Yakar, 1997: 60)
Ne verirsen elinle, o gider seninle: Dünya dolusu malın olsa öldükten sonra sana
hiçbir faydası olmaz. Sana faydası olacak mal, sağlığında hayır için, iyilik için, yardım
için harcadığın maldır. Geride bıraktığın mal, artık mirasçılarınındır. Senin hiçbir
hakkın kalmamıştır. (Kozan, 2007: 218; Özalp, 2008: 417; Özturan, 2009a: 221;Şirikçi,
2007: 82)
Nefesin varsa borazan başı ol: İmkanın varsa büyük işlere gir. (Çoğalan, 1982:
115)
Nefesine güvenen borazancı başı olur: Bkz: “Nefesin varsa borazan başı ol:”
(Şen, 2006: 109)
Nefsini bilmeyen Allah’ını da bilmez: Kendini tanımayan insan yaratıcısını da
tanımaz. (ATKVE, 2011: 137)
Nekes ile cömerdin harcı birdir: 1. Cimri de ölür, cömert de. 2. Cimri olan aldığı
şeylerin ucuzunu alır. Dayanıklı olmayan şey bozulunca birkaç kez yeniden alır. Cömert
ise bir malın kalitelisini alır. Sonuç olarak ikisinin de harcı bir olur. (ATKVE, 2011:
137)
Nene gerek elin beş geçisi?: Elin ne yaptığının peşine düşüp de kendine sorun
etme. (Özturan, 2014: 209)
Nerde birlik, orda dirlik: Aralarında duygu ve düşünce birliği olan topluluklar
dirlik, düzenlik içinde yaşarlar. (Dalkıran, 2005: 50; Özturan, 2009a: 221)
Nerde çokluk, orda b..luk: Çokluğun, kalabalığın olduğu yerde anlaşmazlık,
dedikodu, kavga, hırsızlık ve daha bir sürü kötü şeylerin olması kaçınılmazdır. (Özalp,
2008: 417; Özturan, 2009a: 221)
Nerde hareket, orda bereket: Durmadan çalışılan yerde bolluk olur. (ATKVE,
2011: 137; Dalkıran, 2005: 50; Kozan, 2007: 218; Özturan, 2009a: 221)
Nerde pilav, orda gılav: Nerde avanta, orda eğleşme. (Özturan, 2009a: 221;
Özturan, 2014: 209)
Neren ağrırsa canın ordadır: İnsanın neresinde bir ağrısı, sızısı, sancısı varsa canı
oradan yanar. (Özalp, 2008: 417; Özturan, 2009a: 221; Özturan, 2014: 209)
Nice bilin, galbince bilin: Herkes her şeyi kalbince bilir. (Özturan, 2014: 209)
Nikah ile ölüm günü şaşırmaz: İnsanın yaşadığı hayatı ve kaderi önceden
bellidir. (Dalkıran, 2005: 46)
Nizahsız işin karnı ağrısın: Yapılan işin bir eğlenceli tarafı olmalıdır. (KA,
2017a: 390; Özturan, 2014: 210)
Nolmak var, nolmamak var: Her türlü ihtimale hazırlıklı olmalıyız. Kötü şeyler
de olabilir. (Özturan, 2014: 210)
O hacı bu macı, kim olacak boyacı?: Herkes bir bahane ile işten kaçıyor. Peki bu
işi kim yapacak? (ATKVE, 2011: 137)
O….. tövbe tutmaz: Bir şeye alışan, tiryaki olan, bağımlılık kazanan o şeyden
kolayca vazgeçemez. (Özalp, 2008: 418)

338
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

O….. yanına eş, zubun yanına peş ister: Herkes, özellikle de kötü işler yapanlar
kendileri gibilerinin çoğalmasını, dikkatlerin kendi üzerlerinden dağılmasını ister.
(Özalp, 2008: 418)
O…..nun musdulu, döner suçunu bastırır: O…..nun, kötü kimselerin kurnazı,
yüzsüzü, utanmazı işlediği suçları başkalarının üzerine atar. Bağırır çağırır, suçunu
bastırır. Hem suçlu hem güçlü. (Özalp, 2008: 312)
O…..nun yüzüne tükürmüşler, “yağmur yayi” demiş: Aşağılık insanda utanma
duygusu olmaz. (Özturan, 2009a: 222; Özturan, 2014: 215)
O…..ya da yüz/sıfat/surat gerek: Bir insan kötü yola düşmüş olsa bile herhangi
bir insanla muhatap olduğu zaman güler yüzlü olmalı. Karşısındakini derdini, tasasını
belli etmeyen bir yüz ifadesiyle karşılaması icap eder. Örnek: Şuna bak sanki düşmanını
karşılıyor, ulan o…..ya da surat gerek, sen hiç terbiye görmedin mi? (Bilgin, 2006: 257;
Özalp, 2008: 312; Özturan, 2014: 215)
O…ma, s..ma, can alıcı var: Oturma, kalkma, hiçbir iş yapma. Bazı kötüler,
zorbalar böyle istiyor. (Özalp, 2008: 313)
O…uğu böyleyse, b..una doyum olmaz: Yaptığı iyi iş buysa kötü işinin vay
haline! (Arslan, 2011: 347)
O…ukçu gancıktan gurtçul enik olmaz: Kalitesiz insandan düzgün bir şey
beklenmez. (Şirikçi, 2006: 230)
O…uklu g..e arpa çöreği/ekmeği bahane: Herhalde arpadan yapılan ekmek fazla
gaz yapar ki sık sık bu işi yapıp sesi ve kokusuyla insanları rahatsız eden kimseye, arpa
ekmeği yediği için böyle olduğunu bahane ettiğinde bu şekilde cevap verilir. Yapılan
işlere bahane mi yok. Bir insan kötü bir iş yapmaya, pisliklere alışmışsa bunları huy
edinmişse başka şeyleri bahane etmesin. Suçlarına kılıf aramasın. (Özalp, 2008: 313;
Özturan, 2009a: 222;Faruk Zülkadiroğlu)
Oduncunun gözü omçada, [değirmencinin gözü suda] olur: Bkz: “Oduncunun
gözü omçada, dilencinin gözü çomçada” (Okumuş, 2006: 159; Özturan, 2009a: 221)
Oduncunun gözü omçada, dilencinin gözü çomçada: Herkes işine yarayan şeye
göz diker, onu elde etmeye çalışır. (Arslan, 2011: 347; Çoğalan, 1982: 115; Dalkıran,
2005: 48; KA, 2017a: 390; MİY, 1967: 194; Şen, 2006: 109; Şen, 2006: 116; Yakar,
1997: 60)
Odunu on eyle, bana da bir don eyle: Odunu çok getir, bana da bir elbiselik getir.
(Özturan, 2014: 212)
Odunun cinsi közünden, insanın seciyesi sözünden belli olur: Her şeyin değeri
kendine has özellikleriyle ölçülür. (Özturan, 2009a: 221-222)
Oğlan anası ırahat olmaz: Erkek evladı, uçarı kaçarı hareketlerle anneyi çok
yorar. (Şen, 2006: 109)
Oğlan arı, gırkı yarı: Doğumdan yirmi gün sonra bu söz söylenip çocukla loğusa
banyo yaptırılır. (Akben, 2010: 451)
Oğlan benim amma gönlü benim değil: Gönüllere kimse hükmedemez, evladın
dahi gönlüne hükmedilemez. Gönüllere hükmetmek Allah Teala'ya mahsustur. (Özalp,
2008: 418)
Oğlan çocuğu göz götürmez: Erkek çocukları ölen aileler, son doğan oğlan
çocuğunun saçını uzatarak kız gibi görünmesini isterler. Bu şekilde aileye musallat olan
kötü ruhların uzaklaştırılacağına inanılır ve bu söz söylenir. (Akben, 2010: 442)
Oğlan doğur ellere, çal g..ünü yerlere: Oğlan çocuğu evlendikten sonra baba
evinden çok kız evine gider gelir, orayla yakınlaşır. (Alparslan-Özturan, 2010: 76;
Özturan, 2009a: 221)
Oğlan doğuran at gibi yatar, gız doğuran it gibi yatar: Erkek çocuğu doğuran asil
gibi, kız çocuğu doğuran pısırık gibi davranır. (Özturan, 2009a: 221)
Oğlan evladı it getirir, gız evladı yiğit getirir: Oğlan çocuğu, sevilmeyen biriyle
evlenir. Kız çocuğu, yiğit biriyle evlenir. Gelin ve damada bakış açısı. (Kapanoğlu,
2009: 72)
Oğlan yedi oyuna gitti, çoban yedi goyuna gitti: Kendi çocuğun iş yapmaz,
gününü gün eder. Hizmetçi çalışır. (Özturan, 2009a: 221)

339
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Oğlan yetir, gız yetir, yine şeleği sen götür: Ana baba zorluklara dayanarak
çocuklarını büyütürler. Ancak onların kendilerine pek faydası olmaz. (ATKVE, 2011:
137; Çınkır, 2016: 977)
Oğlan/evlat babadan beller/öğrenir sufra düzmeyi/yazmayı, gız anadan beller
gomşu/oba/sokak/gezme gezmeyi: Erkek evlat; işi, çalışmayı, maişet teminini
babasından öğrenir. Kız çocuk ise gezmeyi, çene çalmayı, dedikodu yapmayı anasından
öğrenir. (Çınkır, 2016: 958; Gökçebey, 1999: 82; Horasan, 1992: 208; KATEDEG,
2012: 80; Özalp, 2008: 418; Şirikçi, 2006: 14)
Oğlu olmayanın oğlağı olmaz: Erkek evladı olmayan soyunu devam ettiremez.
Dolayısıylakanacağı malın mülkün de bir önemi yoktur. (Alparslan-Özturan, 2010: 51)
Oğlun akıllı malı neylesin, oğlun deli mal neylesin: Bkz: “Evladın akıllı, malı ne
edersin? Evladın deli, malı ne edersin?” (Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 159;
Özturan, 2009a: 221; Şen, 2006: 109)
Oğlun gibi ever, gızın gibi gelin et: Erkek çocuklar, evlendiğinde genellikle
hanım tarafıyla daha çok yakınlaşır. Gelin giden kız gibi olur. (Şen, 2006: 109)
Oğluna güvenme ölür, gavağına güvenme çürür: Dünyada hiçbir şeye güvenme,
bir şekilde yok olur. Ancak Allah'a güven, O bakidir, yok olmaz. (Özalp, 2008: 418)
Oğluna iyi deme goynuna el kızı girmeyince garına iyi deme yoksulluk
görmeyince: (Horasan, 1992: 208; KATEDEG, 2012: 80; Şen, 2006: 109)
Oğlunu dövmeyen özünü/bağrını, [gızını dövmeyen dizini] döver: Evladın
terbiyesini iyi vermek gerek. Daha sonra duyulan pişmanlığın fayda olmaz. (Arslan,
2011: 347; Çoğalan, 1982: 115; Özturan, 2009a: 221; Şen, 2006: 109)
Oğrun alınan, eşgere guzlar: Bkz: “Gizli zina yapan aşikar doğurur” (Özalp,
2008: 418)
Oha var öküz durdurur, oha var saban gırdırır: Ağızdan çıkacak sözlere dikkat
etmek lazımdır. Yanlış yerde ve zamanda yanlış konuşmayı yapmamak gerekir. (Polat,
2016: 30)
Oklavadan saca var da baklavalık açılmak senin olsun: Alçak gönüllü ol, aza
kanaat getir ki çoğu (iyisi, güzeli) senin olsun. (Çoğalan, 1982: 115)
Okur alim, tutmaz zalim: Bazı hocalar, okumasına, ilim tahsil etmesine rağmen
zalim gibi hareket eder. (Alparslan-Özturan, 2010: 275)
Olacakla öleceğe/yiteceğe çare yoktur: Kadere karşı, yazılana karşı çare yok
(ATKVE, 2011: 137; Özturan, 2009a: 222; Özturan, 2014: 213)
Olan bulgur gaynatır, olmayan s..ini oynatır: İmkanı olan işlerini yapar. İmkanı
olmayan ise baş işlerle meşgul olur. (Faruk Zülkadiroğlu)
Olan dört giyer, olmayan dert giyer: Zengin giyinir, kuşanır istediği gibi yaşar.
Fakir ise yoksulluğun acısını çeker. (Faruk Zülkadiroğlu)
Oldacı oğlak b..undan/doğumundan belli olur/bellidir: Bkz: “Guzlacı oğlak
b..undan belli olur” (Çoğalan, 1982: 115; Kozan, 2007: 218; Okumuş, 2006: 159)
Olmadık hacıyı, deve üstünde yılan sokar: İşler ters gittiği zaman en umulmaz
yerde ve zamanda bile başa bela gelebilir. (ATKVE, 2011: 137; Şirikçi, 2007: 82)
Olmadık iş yok, duymadık gulak çok: Dünyada başa gelmeyen iş yoktur, ancak
çoğu insanın haberi olmaz. Gerçi eskide kaldı o işler. Şimdi anında duyuluyor artık.
(Çınkır, 2016: 833)
Olmayasın üç beldenin birinden: Elbistan’dan, Darende’den, Gürün’den: Bu üç
belde de çetindir. Hikâyesi: Rivayete göre Darende name ile Elbistan ve Gürün kılıç ile
Müslüman olmuştur. Bu üç beldenin insanı makbul tutulmaz. Aynı zamanda bu atasözü
Karacaoğlan’ın bir şiirinde de geçer. (Özturan, 2009a: 222)
Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz: Hiçbir şey için olmaz deme. Dünyada
olmayacak şey yoktur. (ATKVE, 2011: 137)
Olsa ile bulsayı ekmişler, her ile heç çıkmış: Şu iş şöyle, bu iş böyle demekle
istediğin sonucu elde edemezsin. Elde etmek istediğin sonuca istekle değil, çalışmakla
ulaşabilirsin. (Dalkıran, 2005: 52; Özturan, 2009a: 222)
Olsun da gomşuda olsun: Yokluk kötü bir şeydir. Elde olmayan bir şey olsun da
bizde olmasa da olur. Yakınlarımızda olsun yeter. (ATKVE, 2011: 137)
Olursa aş suyu, olmazsa baş suyu: Sıcak su her işe yarar. Aş da pişer, gusül de
yapılır. (Özturan, 2014: 213)
340
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

On beşinde gız, ya erde ya yerde: On beş yaşamış kız evlenme çağına girmiştir.
Ya evlenmeli, ya da ölmelidir. Aksi halde bir sürü bahtsızlıklara, günahlara sebep olur.
(Özalp, 2008: 418)
On yol ölç, bir yol biç: Bir iş yapacağın zaman iyice düşün, plan program yap,
araştırma yap, her şey uygunsa başla. Bir işe başlamadan, bir sözü söylemeden defalarca
düşünmek gerekir. (Özalp, 2008: 418)
Oncacık (o kadar) gusur gadı gızında da olur: Her insan kusurludur, ama az ama
çok. (Dalkıran, 2005: 47; Özturan, 2009a: 221)
Ondan ne çıkar, bundan ne çıkar derken bir gız bir oğlan doğurmuş: Bazı işler,
hareketler basit görülür, önem verilmez, ondan, bundan ne çıkar diye geçiştirilirse
sonunda başa çok büyük işler açar, belalar getirir. (Özalp, 2008: 418)
Ormana balta girmiş, “sapı bendendir” demiş: Kötülüğe uğrayan kimse, kötülük
yapanların kendi yakınları olduğunu öğrenince büyük acı duyarlar. (ATKVE, 2011:
137)
Ortaklık iyi olsa, bir avrat iki gocaya/herife varır: Ortaklık iyi bir şey değildir.
Büyük kavgalar, hep ortak yapılan işlerden doğar. (Dalkıran, 2005: 48; Özturan, 2009a:
222)
Otu çek, köküne bak: Soy, sop önemlidir. (Alparslan-Özturan, 2010: 75; Arslan,
2011: 347; Bahça, 2001: 39; Çınkır, 2016: 840; Kuyumcu, 1995: 37; Özturan, 2009a:
222; Şen, 2006: 109)
Oturan aslandan gezen tilki yeğdir: İş yapmayan yiğitten, iş yapan kötü insan
daha iyidir. (ATKVE, 2011: 137)
Oturmam diyen yatmış, yemem diyen sofranın yamalağını gapmış: Bir şey için
önceden hüküm vermemek gerek. Şartlar değişebilir. Önceden söylediğin bir şey için
daha sonra kendi kendini yalanlamış olursun.(Dalkıran, 2005: 46; Özturan, 2009a: 222)
Otuz iki dişin duyduğunu, otuz iki gişi duyar: İki kişinin bildiği sır değildir.
Söylenmemesi gereken bir şeyi bir kişiye bile anlatsan o sırrı artık herkes öğrenir.
(Özturan, 2009a: 222)
Ovada at arayanın, düğünde gız arayanın aklı olmaz: Yanlış yerde yapılan işin
gerçek yüzü belli olmaz. Ovadaki at olduğundan besili olur, düğündeki kız da
makyajından ve süsünden dolayı güzel görünür. (Körük, 2005: 43)
Oynamaktan maksat utmak, okumadan maksat tutmak: Ne iş yaparsan kazanmak
için, başarmak için yapacaksın. Zamanını boşa harcamayacaksın. Emek verip
öğrendiklerini de vakti gelince uygulayacaksın. (Dalkıran, 2005: 48; Kapanoğlu, 2009:
49)
Oynaş bana bugün gerek, sabaha gişim de gelir: Arzu edilen, istenilen şey şimdi
lazım. Şimdi veriyorsan ver, yarın başkalarından da bulup ihtiyacımı gideririm. (Özalp,
2008: 313; Özturan, 2014: 216)
Oynaşa güvenen ersiz kalır: Çok önemli bir işi aldatıcıya yaptırabileceğine
inanan kişi, beklediği sonucu hiçbir zaman elde edemez. (Çoğalan, 1982: 115)
Oyun bilmeyen gelin,“yerim dar” der: İş bilmeyen, beceriksiz insanlar
kusurlarını örtmek için bin bir bahane uydururlar. (Özalp, 2008: 419; Özturan, 2009a:
222)
Öfke baldan datlıdır: Öfke geldi mi insan kendini alamaz. Çok sevdiği bir
şeyden vazgeçmediği gibi öfkeden de vazgeçmek istemez. (Özalp, 2008: 420)
Öfke gelir göz gararır, öfke gider yüz gararır: Öfkeye kapılan kimsenin gözü
kararır, kendini kontrol edemez. Şuursuzca hareketler yapar ve çevresine, insanlara
birçok zararlar verir. Öfkesi geçtikten sonra yaptıklarının kötülüğünü anlar ve utanç
duyar ama faydası olmaz. (Özalp, 2008: 420)
Öfkenin aklı yoktur: Kişi, öfkelenince mantıklı düşünemez. (Okumuş, 2006:
159)
Öğünen öküz sabana s..mış: Kendini yüksekte gören kişi, olmayacak pot kırar.
(Sultan Pırnaz)
Öksüz çam satmaya çıkarsa ay ilk akşamdan çıkar: Fakir kimse iş yapacağı
zaman işine engel bir durum hasıl olur. (Polat, 2016: 30)
Öksüz çocuk, göbeğini kendisi keser: Kimsesi olmayan kişi, kendi başının
çaresine bakar. (ATKVE, 2011: 137)
341
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Öksüze “beri gel” demişler, “beni s..ecek” sanmış: Öksüzler, yetimler, çok
hırpalanıp hakaret gördükleri için ürkek ve korkak olurlar. İyilik yapmak isteyenlere
bile kuşkuyla bakarlar. (Özalp, 2008: 419)
Öksüze acıyan çok, ama ekmek veren yok: Fakire, düşküne, yardıma muhtaç
olana herkes acır, üzülür. İş yardım etmeye gelince kimse elini taşın altına koymaz.
(Şirikçi, 2007: 82)
Öksüzü dövmüşler, “vay anam” demiş: Annesi olmayan çocuk, dayak yediğinde
yine anne diye ağlar. (Şirikçi, 2007: 82)
Öksüzün garnını doyur da s..acağı yere garışma: Öksüzün, yetimin, fakirin
ihtiyacını gider de sonra ne yapacağına karışma. (Özalp, 2008: 419)
Öksüzün hamamda anası, camide babası çok olur: Öksüz kimseye yardım edilir.
Hamamda kendisini yıkayan kadınlar olur. Cami cemaati de yardımda bulunur. (Polat,
2016: 30)
Öksüzün şeytanı bol olur: Öksüzlere karşı merhametli ve şefkatli davranılır. Bu
da öksüzü şımarık yapar ve çokça yaramazlık yapmasına sebep olur. (Özalp, 2008: 419)
Öküz olacak dana buzağılığından belli olur: Bkz: “At olacak tay gafasından belli
olur” (Bilgin, 2006: 260)
Öküz olmadan göpe sıçma: Yaşının üstünde davranışlarda bulunma. (Arslan,
2011: 347; Gökçe, 2014: 278)
Öküz ölür, gönü galır; yiğit ölür, ünü/namı galır: Bkz: “At ölür, nalı galır;
yiğit/adam ölür, namı galır” (Dalkıran, 2005: 51; Özturan, 2009a: 222)
Öküz, yem bitince çifte gideceğini bilir: İhtiyaç belirdiğinde çalışmak gerekli
olur. (KA, 2017a: 390)
Öküzden öörün çit sürülmez: Bir işi asıl sorumlusunun haberi olmadan yapmak
mümkün olmaz. (KA, 2017a: 390; Şen, 2006: 109)
Öküzü öğür olmayanın yağrısı yara olur: Malın olmazsa işi kendin yaparsın,
zararını da yine sen görürsün. (Okumuş, 2006: 159)
Öküzün aptalı gasabın bıçağını yalar: Kafasını kullanamayan kimse, kendisine
zararı dokunabilecek olanın yanında gezer. (Şeref Dere)
Öküzün büyük olsun da çüt çekmezse çekmesin: Bkz: “Atım büyük olsun da çit
sürmezse sürmesin” (Kuyumcu, 1995: 37)
Öl benim için, ölim senin için: Sen benim için iyi şeyler yaparsan ben de senin
için iyi şeyler yaparım. (Çoğalan, 1982: 115; Özturan, 2009a: 222; Özturan, 2014: 217;
Şen, 2006: 109)
Öl, söz verme; öl, sözünden dönme: Ölsen de birine söz verme. Eğer söz
vermişsen bu kez öl, ama sözünden dönme. (Özturan, 2009a: 222)
Ölecek ile olacağa çare bulunmaz: Gerçekleşmesi kesin olan şeylere çare
bulunmaz. (Şen, 2006: 109)
Ölenin malı da beraber ölür: İnsan öldüğü zaman evi barkı da bakımsızlıktan
eskir. Ölen insana, malın mülkün hiçbir faydası yoktur. (KA, 2017a: 390; Şen, 2006:
109)
Ölenle ölünmez: Ölüm takdir-i ilahidir. Ölenin acısı ile kimse ölmez. Hayat
devam eder. (Özalp, 2008: 420; Özturan, 2009a: 222; Şen, 2006: 109)
Ölme öldür, çaresi bulunur: Ölmemeye bak, öldürürsen cezadan kurtulmanın
yolu bulunur. (Özalp, 2008: 420)
Ölmüş eşşek, gurttan gorkmaz: Her şeyini kaybetmiş kimse, hiçbir şeyden
korkmaz. Kaybedecek bir şeyi olmayan kimse neden korksun ki? (Gökçebey, 1999: 83;
Özalp, 2008: 420; Özturan, 2009a: 222)
Ölü aşı yapmayanın ölü başını yer: Toroslarda böyle bir halk inancı vardır.
(Yalman, 1977: 402)
Ölü g..ü ballı olur, ölmüş eşşek nallı olur: Elden çıkan önemsiz bir şey, çok
önemliymiş gibi değerlendirilir. (Çınkır, 2016: 400; Emine Pırnaz)
Ölücüynen düğüncü boş dönmemiş: Ölü evinde ölü, düğün evinde de gelin-
damat vardır. Buralara giden kimse boşuna gitmez. Dolayısıyla evine de boş dönmez.
(Hayriye Sevmez)
Ölüden ne fayda, varsa varsa diriden: Ölmüş insandan fayda gelmez. Fayda diri
insandan gelir gelirse tabi. (Özturan, 2009a: 222)
342
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ölüm bir devedir ki herkesin gapısına çöker: Ölüm, her insanın başına gelen bir
olaydır. (KA, 2017a: 390; Şen, 2006: 109)
Ölüm cümlemize galdı: Dünya ve üzerinde yaşayan herkes fanidir. (Temiz,
2005: 99)
Ölüm girmeyen ev olmaz: Bkz: “Ölüm bir devedir ki herkesin gapısına çöker”
(Özturan, 2009a: 222)
Ölüm hak, meres halel: Allah, insanlara bahşettiği canı bir gün mutlaka
alacaktır. Ölen insanın geride kalan malı, mülkü de geride kalanlara helaldir. (Özturan,
2009a: 222; Şen, 2006: 109)
Ölüm ile öç alınmaz: Bir insan, öç almak istediği bir kişinin kendisinin ya da bir
yakınının ölmesine sevinmemelidir. (Şen, 2006: 109)
Ölüm inkar olunmaz: Ölüm inkar edilemez. Herkes zamanı gelince ölümü
tadacaktır. (Temiz, 2005: 99)
Ölüm olan başa her iş gelir: Fani olanın başına her iş gelir. En büyüğü de ölüm.
(Körük, 2005: 43)
Ölüm var, galım var: Gidilen, gezilen yerlerde, gelecekte neler olur bilinmez.
Ölüm de var, yaşamak da. (Çınkır, 2016: 846; Özalp, 2008: 420)
Ölümü gören sıtmaya razı olur: Felaketi gören hafif ziyana razı olur. (Şen, 2006:
109)
Ölünün gıçına su dökmekle ölü dirilmez: Fayda vermeyecek uğraş yapmakla
işleri eski haline getiremezsin. (Faruk Zülkadiroğlu)
Ölürsem anam ağlar, gerisi yalan ağlar: Bkz: “Ağlarsa anam ağlar, gayrisi/gerisi
yalan ağlar” (Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006: 109)
Ölürsem avrat elin, mal mirasçının: Öldüğüm zaman karım başkası ile
evlenebilir, malım mülküm de mirasçılar arasında pay edilebilir. İyisi mi yiyeyim. Sade
biriktirmeyeyim. (Özturan, 2014: 219)
Ölürsen örterler, gara yere dürterler: Ölmemeye bak, yoksa gömülmen kolay
olur. (Çınkır, 2016: 846; Özalp, 2008: 315)
Ölüsü olan bir/üç gün ağlar, delisi olan her gün ağlar: Ölüm acısı insanı birkaç
gün ağlatır. Ama delisi, iyileşemeyecek hastası olanlar devamlı ağlarlar. Devamlı acı ve
sıkıntı çeker. (ATKVE, 2011: 137; Arslan, 2011: 348; Çoğalan, 1982: 115; Göçer,
2010: 44; Kozan, 2007: 219; Körük, 2005: 31; MİY, 1967: 194; Okumuş, 2006: 159;
Özalp, 2008: 420; Özturan, 2009a: 222; Şen, 2006: 109; Şen, 2006: 116-117; Yakar,
1997: 60; Faruk Zülkadiroğlu)
Ölüye ağıt gerek değil, deliye öğüt gerek değil: Ölmüş insan için ağıtın, deli için
de nasihatin bir faydası yoktur. (ATKVE, 2011: 137)
Ömür biter, dert bitmez: İnsanoğlu, yaşamı boyunca sıkıntılarla uğraşır. Ölür bu
kez de sıkıntıları geridekilere kalır. (Özturan, 2009a: 222)
Ön teker nereye, arka teker oraya: Bir toplumun lideri, idarecisi, yol göstericisi
nereye giderse toplum da oraya gider. Aynen dört tekerli arabalarda olduğu gibi. (Özalp,
2008: 418; Özturan, 2009a: 222)
Önce selam, sonra kelam: Bir topluma varıldığında önce selam verilir, yani
onlara dua edilir. Selam duadır ve teminattır. Selam verilmekle "Allah'ın selameti,
rahmeti, bereketi üzerinize olsun. Size benden bir zarar gelmeyeceğine dair Allah adına
söz veriyorum." denilmiş olur ve kalpler yumuşatılıp konuşma kapısı açılır. (Özalp,
2008: 420)
Önce tamam, sonra gıyam: İş evvela konuşma ile yapılır, sonra eyleme dökülür.
(Özturan, 2009a: 222)
Öndüç (ödünç) güle güle gelir, ağlaya ağlaya gider: Ödünçte acaba geri gelecek
mi kaygısı olur. Gelince sevinirsin, gidince üzülürsün. (ATKVE, 2011: 137; KA, 2017a:
390)
Önünden çekarek, arkadan dökarek: Parayı, yiyecekleri, kullanılan her şeyi
önceleri kısıntılı olarak sonunda çok kalırsa bol bol, âdeta dökerek kullanmak gerek.
Harcamalara, yiyip içilmeye dikkat edilmelidir. Başta israf yapılmamalıdır, sonra
bakıldı ki çok fazla, bolca harcama yapılabilir. (Özalp, 2008: 312)
Öpülecek el ısırılmaz: Saygı gösterilmesi gereken kimse incitilmemelidir.
(ATKVE, 2011: 137)
343
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Öpülmüş elin davası olmaz: İş işten geçtikten sonra ne yaptığının çok da önemi
yoktur. (Şen, 2006: 109; Şirikçi, 2006: 115)
Örtülü pazar, dostluğu bozar: Başında konuşulmayan iş, sonunda dostluğa zarar
verir. Bu yüzden bir işe girişirken bütün detayları başında konuşmak lazımdır. (Çınkır,
2016: 852)
Öz ağlamayınca göz de ağlamaz: İnsanın gözünden bir yaş gelmesi içindeki
acıya bağlıdır. Bazı insanlar, göstermelik üzülür ve ağlar. Bu tip insanlar sahtekardır.
İçten ağlayan insanlara yardım etmek insanlık görevidir. (ATKVE, 2011: 137; Arslan,
2011: 348; Bahça, 2001: 46)
Paçayı içen samırsağın hesabını yapmaz: Büyük bir nimetten faydalanan kimse,
ufak tefek engellere takılmaz. (Özturan, 2009a: 222)
Padişahın bile ardından gonuşurlar: İnsanların mevkileri ne kadar yüksek olursa
olsun arkasından konuşulur, dedikodusu yapılır, çekiştirilir. (Özalp, 2008: 421)
Palamut çok biterse gış erken olur: Meteorolojik tespitlerle doğa olayları
üzerinde bu şekilde tahminde bulunulur. (ATKVE, 2011: 137)
Palıt (palamut) çefden çıkmış, “ağza bak ağza” demiş: Palamut, çefi sayesinde
aylarca palamut ağacında tutunur. Ancak çefden ayrılınca çefin ağzının açık oluşundan
dolayı onu beğenmez. İnsanlar bazen geldikleri yeri unuturlar, büyüklük taslarlar. (Elife
Akkurt)
Pancar alıcısının şalgam satıcısı olur: Satılan ne kalitede olursa olsun bir alıcısı
bulunur. (Özturan, 2014: 221)
Pancar satan ananın, şalgam satan gızı olur: Anne nasıl olursa kızı da öyle olur.
(Özturan, 2009a: 222)
Pantolonu gösteren ütü, gadını gösteren g..ü: Her şeyin kendini belli edecek
belirtileri vardır. (Faruk Zülkadiroğlu)
Papaz her gün pilav yemez: İnsan her gün, devamlı karlı iş yapamaz, bazen de
zarar eder. İşin, ticaretin kuralıdır. Zarar, karın ortağıdır. Zararsız kar, faizciliğe
mahsustur. (Özalp, 2008: 421; Özturan, 2009a: 222)
Para az, mendil yırak: Para biriktirmek mümkün değil. Eskiden paralar mendilde
biriktirilirdi. Para az kazanıldığından mendilde biriktirilemezdi. (Şen, 2006: 110)
Para buçuktan, inek bicikten olur: Azdan çok olur, küçük büyük olur. (ATKVE,
2011: 137)
Para datlı olur: Para her işi yapmanın ön koşuludur. Paran varsa değerli olursun.
(Özturan, 2009a: 222)
Para dediğin el yüz kiri: Para çok da önem verilecek bir şey değil. (Özturan,
2014: 221)
Para ile imanın kimde olduğu bilinmez/Allah bilir: Para, ortaya konulan bir şey
değildir. İman da kişinin içindedir. Kimin ne kadar parasının olduğunu, Allah’a ne
kadar yakın olduğunu kimse bilemez. (ATKVE, 2011: 137; Özturan, 2009a: 222)
Paran çoksa kefil ol, işin yoksa şahit ol: Tanık, sürekli işini bırakıp mahkemede
olur. Kefil de asıl borçlu borcunu ödemediği zaman gerekli parayı ödemek zorunda
kalır. Onun için tanıklık boş insanların, kefillik de parası çok olanların işidir. İkisinden
de uzak dur. (ATKVE, 2011: 137)
Paran varsa aklın var: Varlıklıysan itibar görürsün. (Özturan, 2014: 222)
Paran varsa biriktir, ya inada harca ya murada harca: Para her şey için gereklidir.
Zamanı gelince boşa da harca, gerekli olan yere de. (Özturan, 2009a: 222)
Parası aziz olan, kendisi rezil olur: Parası değerli olan, perişan olur. Cimri,
sıkıntı çeker. (KA, 2017a: 390; Şen, 2006: 110)
Paşa gardaşım olacağına, hambal gişim olsun: Evde kalan kızın serzenişi.
Evleneyim de erim isterse hamal olsun. Kardeşimin paşalığı bana yaramaz. (Özturan,
2009a: 222)
Pazarlık gılıç ağzı: Pazarlık tamamlandığı zaman her iki taraf da uymak zorunda.
(Özturan, 2014: 62)
Pehlivan kispeti yağından bellidir: İnsanların durumundan ne halde oldukları
açığa çıkar. (ATKVE, 2011: 137)
Perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir: İşin gidişatından sonucunun nasıl
olacağı bellidir. (ATKVE, 2011: 137; Özturan, 2009a: 222)
344
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Pilava dökülen yağ zarar etmez/ariye gitmez: Faydalı işlere verilen emek,
harcanan para zarar etmez. Akrabalara, dostlara, faydalı kimselere yapılan ikramlar da
zarar değildir. (Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995: 38; Özalp, 2008: 421)
Pilavdan dönenin gaşığı gırılsın: Karlı işten, kazançtan ve yiğitlikten, şöhretten
kaçılmaz. Bunlardan kaçanlar zaten makbul ve muteber kimseler değillerdir. (Özalp,
2008: 421)
Poyraz dedik esmez, sessiz dedik şoru kesmez: Bazen durumlar, beklediğimiz
gibi olmaz, insanlar da beklediğimiz gibi çıkmayabilir. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Pusat vurmakla eşşek at olmaz: İşe yaramayan birine ne kadar değer versen de
kıymetli, değerli biri olmaz. (Okumuş, 2006: 159)
Püsüğe ciğer emanet edilmez: Bir kimseye zarar verebileceği, kendine mal
edebileceği şey verilmez. (Özturan, 2009a: 222)
Rahvan at kendini yorar: Yavaş giden at kendini yorar. (Okumuş, 2006: 159)
Ramazanda yalan söyleyenin bayramda yüzü gara olur: Bir sözün yalan olduğu
bir zaman sonra gerçekleşen olaylarla meydana çıkar. İşte o zaman yalan söyleyen kişi,
utancından kimseye bakamaz. (ATKVE, 2011: 137)
Rızık ile ırz ile oynanmaz: Ekmek kapısıyla, namus ile uğraşılmaz. (Göçer,
2010: 31)
Riyakar dosttan, doğru sözlü düşman yeğdir: Yalancı dosttan, dürüst düşman
daha iyidir. (Arslan, 2011: 348; Şen, 2006: 110)
Rüşvet kapıdan girince insaf/dat bacadan çıkar: Rüşvetin, iltimasın olduğu yerde
masumiyet ortadan kalkar. (ATKVE, 2011: 137; Arslan, 2011: 348; Şen, 2006: 110)
Rüya ile hülya olmasa züğürdün vay haline: Hayal etmek de olmasa yoksullar
iyice ümitsiz olur. (Arslan, 2011: 348; Şen, 2006: 110)
Rüzgar eken fırtına biçer: Herkesin zarar görmesine sebep olan kişi, aslında en
büyük zararı kendisi görür. (Şen, 2006: 110)
Rüzgar esmeyince yaprak gımıldamaz: Her durumu doğuran bir etken vardır.
(Kozan, 2007: 219)
Rüzgara garşı tüküren, kendi yüzüne tükürür: Beyhude iş yapan kimse, kendine
zarar vermekten başka bir şey elde edemez. (ATKVE, 2011: 137)
Rüzgarlı havanın guytusu, yağmurlu havanın uykusu: Toplum içinde çatışma baş
gösterince yapılacak en iyi iş, çatışmadan uzak durmaktır. (Arslan, 2011: 348; Şen,
2006: 110)
Saat on, yatağa gon: Coğrafyamızda uyku saati genellikle akşam saat 10-11
arasıdır. Dinlenebilmek için bu saatlerde yatmak gerekir. (Mehmet Kiraz)
Sabah ola, hayır ola: Sabah yapılan iş, akşam yapılan işin olanaklarından daha
hayırlıdır. (Demir, 2011: 100; Özturan, 2009a: 223)
Sabaha ava gidecek tazı, akşamdan sinileyerek yatar: Ertesi gün yola çıkacak
veya işe gidecek kimse, akşamdan gerekli bütün eşyalarını, aletlerini hazırlar ve tam
olarak hazır hale gelir. (Özalp, 2008: 422)
Sabaha galan davadan gorkma: Ertelenen, araya zaman giren davadan,
problemden, öfkeden korkma. Çünkü zaman kinleri, öfkeleri yumuşatıp çözümü
kolaylaştırır. İşler normale döner. (Özalp, 2008: 422)
Sabahın sahibi Allah: Bu kadar karamsar olmayalım, yarın ne olacağını Allah
bilir. Yarın belki de çok iyi şeyler olacaktır. (Özturan, 2014: 226)
Sabahtan garnını doyuran, küçükken evlenen aldanmamış: Bir işi öncesinden
yapan, yapılacak işlerde erken davranan yararını görür. (ATKVE, 2011: 137)
Sabır acıdır, meyvesi datlıdır: Hayatta aceleci olmamak gerek. Sabır çoğu şeyin
ilacıdır. Sabrın sonuçları da güzel olur. (ATKVE, 2011: 137; Şen, 2006: 110)
Sabır ile ekşi goruk helva, [dut yaprağı atlas gibi] olur: Sabırla en zor işlerin
üstesinden gelinir. (ATKVE, 2011: 137; Kozan, 2007: 219; Okumuş, 2006: 160; Özalp,
2008: 422)
Sabır selamet, evmek (acele etmek) melanet: Sabrın sonu iyi, acele etmenin sonu
kötüdür. (KA, 2017a: 390)
Sabinin hatırına eşşeğin anırmasına gatlanılır: Arkadaş hatırına yakınına ses
çıkarılmaz. (Özturan, 2014: 225)
345
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Sabreyle işine, hayır gelsin başına: İşin zor ise sabret. Olgunlaşsın, sen de
olgunlaş. Gelecek faydadan da yararlan. (ATKVE, 2011: 137; Özalp, 2008: 422)
Sabrın sonu selamettir: Karşılaştığı güçlüklere dayanan kimse sonunda başarıya
ulaşır. (Erşahin, 2011a: 69)
Saç sefadan, dırnak cefadan uzar: Halk arasında şu inanç vardır: “İnsan keyifli
olursa saçı, dertli olursa tırnağı uzar.” (ATKVE, 2011: 137; Arslan, 2011: 348; Özturan,
2009a: 223; Şen, 2006: 110)
Saçı uzun olanın aklı gısa olur: Halk arasında saçı uzun olanların yani kadınların
aklının kısa olduğuna inanılır. (Kozan, 2007: 219; Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006:
160)
Saçın ak mı, gara mı önüne düşünce görürsün: Yaptığın iş iyi mi, kötü mü,
yaptığın işlerde, girdiğin imtihanlarda başarılı mısın, değil misin sonucunu görünce
anlarsın. (Özalp, 2008: 322; Özalp, 2008: 422; Özturan, 2014: 227)
Sade pirinç zerde olmaz, bal da gerek gazana; ata malı tez tükenir, evlat gerek
gazana: Bazı şeylerin yapılabilmesi için birtakım unsurların birleşmesi gerektir. İnsan,
kendi emeğiyle kazandığını babadan kalanla birleştirmezse babadan kalan mal tez
tükenir. (ATKVE, 2011: 137)
Sadık dost, akrabandan yeğdir: En yakın, samimi arkadaş kan bağı olan
akrabalardan daha iyidir. (ATKVE, 2011: 137)
Sağ (sağlam) baş yastık istemez: Sağlam insan, durup dururken yatmak istemez.
Yatmak isteyen kimse muhtemelen hastadır. (Dalkıran, 2005: 50)
Sağ gözün sol göze faydası yok: Kimseden kimseye fayda olmaz. (Özturan,
2014: 225)
Sağır duymaz, yakıştırır: Sağırlar, her ne kadar duymasalar da yanlarında
konuşanların jest ve mimiklerinden ne konuştuklarını tahmin ederler. Ancak bu sadece
bir tahminden ibarettir. (Dalkıran, 2005: 49; Körük, 2005: 31; Özturan, 2009a: 223)
Sağıra gırk kelle gamet gerek: Anlamayana anlatmak çok zor. (Özturan, 2014:
226)
Sağırlar körler/sığırlar, birbirini ağırlar: Aynı anlayışa, aynı meşrebe, aynı
inanca sahip insanlar birbirlerini sever, sayar ve kayırırlar. (Özalp, 2008: 423; Özturan,
2014: 226)
Sağlam sallanana gadar topal yellenir: İşi bilenler, ustalar nasıl olsa iş bizim için
kolay ve çabuk yaparız diye ihmalkarlık yaparlar. Acemiye gelince iş zor görünür,
gözünde büyür. Erkenden başlayayım da bir an evvel bitireyim diye düşünür. Hemen
işinin başına geçer ve öbürleri işe başlayıncaya kadar bir sürü iş yapar. (Özalp, 2008:
422)
Sahibinin bakışı ata tımardır: Sahibinin gözü atın üzerinden eksik olmazsa ata iyi
bakılır. Bir iş iyi denetlenirse düzenli olur. (Şen, 2006: 110)
Sahtekarla tamahkar çabuk anlaşır: Tamahkar insan malına fazla fiyat ister,
sahtekar insan parayı ödemeyeceği için o fiyata malı alır. (KA, 2017a: 390)
Sakınan göze çöp değer: Üzerine titrediğimiz şeyin başına herhalde bir iş gelir.
(Özturan, 2009b: 70)
Samanın sarısı, odunun gurusu makbuldür/martta gerek: Mart ayı, kışın bittiği
baharın başladığı aydır. Bu ayda gerekli olan malzemelerin iyi muhafaza edilmesi
gerektir. (ATKVE, 2011: 137; Arslan, 2011: 348)
Samanlık saray, avratlık golay [oldu]: Eskiden kadınlar zor şartlar altında
kadınlık yapardı. Şimdi işleri çok kolaylaştı. (Erdem-Kirik, 2011: 513-514; Özturan,
2009a: 223)
Samanlıkta yatan ite daş değmez: Zarar görmeyeceği bir yerde olan kimse,
saldırılara karşı kendini korur. (Özturan, 2009a: 223)
Samırsağı gelin etmişler, yılına gadar kokusu çıkmamış: Evlenen kızların, gelin
gittikleri evde gördüğü haksızlıklara, alışmadığı işlere, anasının evindeki gibi itibar
görmemeye sabretmesi gerekir. (Özalp, 2008: 422-423)
Samırsağı hesap eden paça içmez: Küçük sakıncalarını düşünerek bir işe
girişmeyen büyük menfaat elde edemez. (Dalkıran, 2005: 48)
Samırsak iken samırsak yılına gadar kokmamış: Bkz: “Samırsağı gelin etmişler,
yılına gadar kokusu çıkmamış” (Özturan, 2014: 228)
346
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Sana vereyim bir öğüt, kendi ununu kendin öğüt: Başkasından bir şeyler umarak
yaşama, kendi işlerini kendin hallet. (Polat, 2016: 32)
Sanat altın bilezik: Sanat, iş insanların hayat şartlarını teminde çok önemli bir
unsurdur. Altını ve altın bileziği olan kimse ihtiyacı olduğunda bunları satar ve
ihtiyacını karşılar. İşte sanat da böyledir, her an para kazandırır. (Özalp, 2008: 423;
Özturan, 2009a: 223)
Sanat sahibi öğleye gadar aç galır: İş erbabı kimseler, sabahın erken vaktinde
işlerinin başında olurlar. İş yoğunluğu sebebiyle sabah yemeleri gereken yemeği geç
vakitte yerler. (Yusuf Kök)
Sarhoşa mektup yazma, ya okur ya okumaz: Aklı başında olmayan kimse,
akıllıca iş yapmaz. (Özturan, 2009a: 226)
Sarı postalım sağ olsun, bulunmayan yar olsun: Ben varlıklı olayım da isterse
kadın bulamasam da olur. (Çoğalan, 1982: 115)
Sarı saman, vaktinde altın olur: Zamanında yapılan küçücük bir iyilik, her
şeyden daha değerlidir. (KA, 2017a: 390)
Satılık malın bir başı dışarıda gerek: Elden çıkarılacak olan bir şey, gidicidir.
(Özturan, 2009a: 223)
Satılık ziftin olsun, Selanik’ten kel gelir: İşe yaramaz bir malı satılığa çıkarırsan
ummadığın yerden talibi gelir. (ATKVE, 2011: 137)
Say beni, sayayım seni: Başkalarını sevmeyen, saymayan, itibar göstermeyen,
değer vermeyen, adam yerine koymayan kimse başkaları tarafından aynı muameleye
layık görülür. Sevmeyeni sevmezler, saymayanı saymazlar. (Özalp, 2008: 423)
Sayılı goyunu gurt gapmaz: Bir mal sayısız, hesapsız, kabala birilerine emanet
edilirse çalınabilir. Ama sayarak hesaplı emanet edilirse kimse el süremez. (Özalp,
2008: 423)
Sayılı günün ömrü az olur: Kara günün, hele de sayısı belli ise ömrü az olur,
çabukça geçer. (Özalp, 2008: 423)
Sebepsiz guş uçmaz: Sebepsiz hiçbir iş olmaz. Her iş için mutlak bir sebep
vardır. (Özalp, 2008: 423)
Sebepsiz ölüm yoktur: Sebepsiz olay yoktur, her olay bir sebebe dayanır. Ölüm
bile. (Özalp, 2008: 423)
Sefa ile yenen, cefa ile gazanılır: Kolaylıkla, rahatlıkla yenilen bir şey zorlukla
elde edilir. (ATKVE, 2011: 137)
Sehil yerin adamı dönek olur: Yayla veya dağlarda yaşayan insanlar mert olur.
Ovalarda yaşayan -iskan edilen- insanlar ise dönek olur. (Karalar, 1998: 37)
Sekiz abdal, dokuz gaşığı boş bırakmaz: Görgüsüz ve aç sekiz adam yemek
yerken o kadar çabuk hareket ederler ki önlerine dokuz kaşık koysan dokuzunu da
kullanırlar. (KA, 2017a: 390; Özalp, 2008: 423)
Sel gider gum/gumu galır: Yerli olmayan, temelsiz, geçici olan geçip gider.
Yerli, temelli olan, geçici olmayıp sabit olan yerinde kalır. (KA, 2017a: 390; Özalp,
2008: 423; Özturan, 2009a: 223)
Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa?: Evde herkes ağa olur, işlerin yapılmasını
başkasından beklerse hiçbir iş görülmez, hayat çekilmez olur. Herkes, evinin işçisi
olmalıdır. (Kapanoğlu, 2009: 52; Körük, 2005: 31; Özalp, 2008: 423; Özturan, 2009a:
223)
Sen bilin deyince değirmende dövüş olmamış: İnsanların suyuna gittikçe,
uzlaşmacı oldukça, taviz verdikçe, hakkını savunmadıkça dövüş, kavga olmaz. Hiçbir
problem çıkmaz. Senin dışındakilere hep taviz verirsen sen haklısın, en iyisini sen
bilirsin dersen herkesle iyi geçinirsin. (Özalp, 2008: 423; Özturan, 2009a: 223)
Sen de çıkarsın bu tahta, sallanırsın bir iki hafta: İnsan, büyük nimetlere
eriştiğinde, mal mülk sahibi olduğunda insanlık değerini kaybetmemelidir. Bir gün
elinde olan nimetleri kaybedebilir. (Körük, 2005: 43; Kuyumcu, 1995: 38)
Sen eşşek olursan, semer vuran çok olur: (Arslan, 2011: 348; Özturan, 2009a:
223)
Sen işten gorkma, iş senden gorksun: Tembel ve cesaretsiz olma, çalışmaktan
çekinme. Yapmak ister ve başlarsan iş sana itaat eder, önüne düşüp kuzu kuzu gider.
(Özalp, 2008: 424; Özturan, 2009a: 223)
347
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Sen ölme yeter ki, hemen unuturlar: Unutulmayacak kimse yoktur. Ölenler
unutulur. (Özturan, 2014: 230)
Sen seni övme, seni el övsün: İnsan kendini övmemelidir. Başkası tarafsız olarak
kendini övmelidir. (Özturan, 2009a: 223)
Senden büyükle dolaşma, boynuzu gıçına batar: Bir insan, kendi ayarında,
denginde olan kişilerle birlikte olmalıdır. (Okumuş, 2006: 160)
Senden çıkmış bir gada, kime giden imdada?: Vazgeçilemeyecek evlat.
(Özturan, 2014: 230)
Seni gayıran da bir, çekip budunu ayıran da: Seni seven de sana zarar veren de
bir. (Çoğalan, 1982: 115)
Serçeye çıbık pere: Serçe küçük bir kuştur, incecik bir çubukla da vursan onu
incitir. Çocuklara, hasta insanlara en küçük bir darbe çok acı verir. Bir de hassas, fakir,
bir konuda manen yaralanmış insanları en hafif bir söz, bir ima dahi çok üzer. Nazik,
narin insanları çok hafif bir fiske bile incitir. (Özalp, 2008: 424)
Sev seni seveni hak ile yeksan ise, sevme seni sevmeyeni Mısır'a sultan ise: Seni
seveni, sana dost olanı kim olursa olsun sev. Seni sevmeyeni, dost olmayanı da yine kim
olursa olsun sakın sevme. Korkarak, dalkavukluk olsun diye de sever görünme.
(ATKVE, 2011: 137; Özalp, 2008: 424; Şen, 2006: 110)
Severim sevdirmem, döverim dövdürmem: Kendi işimi kendim yaparım.
Sevsem de dövsem de. (Özturan, 2009a: 223)
Sevilmeyen gelinin aldığı büneldiğine yetmez: Sevilmeyen kimsenin en tabii
hareketleri bile ters yorumlanır. En iyi, en güzel işleri bile çirkin görülür. (Özalp, 2008:
325)
Sıcaktan zarar gelmez: Yeteri kadar sıcaklık her şeye faydalıdır. (Özturan,
2009a: 223)
Sıçan olmadan fak kesmeye galkma: Boyundan büyük işe kalkışma. (Çınkır,
2016: 928; Özturan, 2014: 232)
Sıçandan doğan dağarcık keser: Bir ailenin huyu, ahlakı, yaptığı iş ne ise
çocukları da o işi yapar. Çocuklar büyükleri gibi olurlar. Her cins, kendi cinsini türetir.
Türeyen de aynen türediğinin yani anasının babasının benzeri olur. Ana baba, insansa
türeyen de insan olur, insan gibi davranır. Ana baba fare ise yavru da fare olur ve öyle
davranır. (Özalp, 2008: 424)
Sıçanın südüğünün denize faydası olur: Her işte, o işe uygun en küçük bir
yardımın, katkının işin yapılmasına, tamamlanmasına faydası olur. (Özalp, 2008: 424)
Sık gidersen dostuna, yatar arka üstüne; seyrek git ki dostuna, galksın
ayaküstüne: (Göçer, 2010: 55)
Sıkıntı yaşamadan rahata kavuşulmaz: Hayatın belirli dönemlerinde zorluk
görmeden refaha kavuşulmaz. (Halil Gök)
Sıpa büyüye büyüye eşşek olur: Her işin belli bir vakti ve aşaması vardır. Bu
aşamalardan geçmeden olmaz. (Şen, 2006: 110)
Sinek bekmezciyi tanır: Kötü niyetli, asalak insanlar kimden yararlanacaklarını
çok iyi bilirler, ona yapışırlar. (Özalp, 2008: 424)
Sirke büyür bit/yavşak olur, enik/sıpa büyür it/eşşek olur: Bkz: “Yavşak büyür
bit olur, enik büyür it olur” (Bilgin, 2017: 27; Okumuş, 2006: 160)
Sirkesini samırsağını hesap eden paçayı içemez: Bkz: “Samırsağı hesap eden
paça içmez” (ATKVE, 2011: 137)
Sitte-i sevr, kütüğün büyüğünü ocağa devir: Sitte-i sevr bir sayılı kıştır. Bu
zaman geldiğinde çok soğuk olur, kütüğün büyüğü ocağa konur. (Özturan, 2014: 234)
Sofu soğan yemez, bulunca gabuğunu gomaz: Bazı kimseler, daha doğrusu
dindar olmadığı halde ikiyüzlülük yapıp dindar gözüken münafıklar, kendilerini haram
yemez olarak tanıtırlar, ama ellerine geçen hiçbir fırsatı kaçırmazlar. Harama boylu
boyunca batar, deveyi hamutuyla yutarlar. (Çınkır, 2016: 944; Özalp, 2008: 424;
Özturan, 2014: 234)
Soğanı samırsağı nerede yediysen o…uğunu orada kokut: (Faruk Zülkadiroğlu)
Soğanın acısını yiyen değil, doğrayan bilir: Bir işin zahmetini o işi yapan bilir.
(ATKVE, 2011: 137)

348
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Sokma akıl yedi gün sürer: Başkasının fikriyle hareket eden kısa süre yaya kalır.
(KA, 2017a: 390; Şen, 2006: 110)
Soluğu yeten zurna çalar: Durumu olan iş yapar. (İbrahim Pırnaz)
Soluğuna güvenen borozancıbaşı olur: Yeterli becerisi olan, çekinmeden o işe
girebilir. (KA, 2017a: 390)
Sona galan dona galır: Her türlü nimetin paylaşımında öne geçenler dolu dolu
alırlar. Arkaya kalanlar mahrum kalırlar, elleri boşa çıkar. (Özalp, 2008: 425; Özturan,
2009a: 223)
Sonradan görenden gork: Görmemiş insan, çevresine zarar verebilir. (ATKVE,
2011: 137)
Sonradan görme, askerden gelme, dininden dönme: Bu durumda olanların
davranışları bozuk olur. (Özturan, 2014: 234)
Sonradan müezzin olan minareyi yıkar sesinen, sonradan hatın olan çunuru gırar
tasınan: Eğitimin, görgünün önemi. Sonradan görmüş olanlar, alışılmışın dışında
gösteriş meraklısı olurlar. Kendilerini olduklarından daha üstün göstermeye çalışırlar.
(Özturan, 2009a: 223)
Soran yanılmamış: Sormak, öğrenmenin en kolay yoludur. İnsan, sorarak hem
öğrenmek istediği bilgiye hem gideceği yere kolayca ve yanılmadan dosdoğru ulaşır.
(Özalp, 2008: 425)
Sorma gişinin aslını, sohbetinden bellidir: İnsanları tanıyacağım diye uğraşıp
durma. Onlarla sohbet et, konuşurken sohbet ederken ne olduğunu açığa çıkarır. (Özalp,
2008: 425)
Soydur çeker, b..tur kokar: Kişi, genetik olarak soyuna çeker. B.. ise kokar.
(Karalar, 1998: 38)
Söyleyenden dinleyen arif gerek: Söyleyen ne kadar açık ve net söylerse
söylesin, dinleyen anlayışsızsa faydası yok, anlayamaz. Anlatanı iyi anlaması için
dinleyenin arif, yani anlayışlı olması gerekir. (Özalp, 2008: 425)
Söyleyene bakma, söyletene bak: İçinden geldiği gibi konuşan birinin sözleri,
bizim doğru çıkmasını istediğimiz şeylerse bunları ona Allah söyletiyor der, seviniriz.
(Okumuş, 2006: 160; Özturan, 2009a: 223; Şen, 2006: 110)
Söz ağızdan çıkar: Söz ağızdan ok gibi, kurşun gibi çıkar ve geri dönmez. Er
kişi, yiğit kişi, dürüst ve namuslu kişi, sözünün arkasında durur, sözüne sahip olur,
sonuçlarına katlanır. Söz ağızdan çıkmadığı sürece sen sözüne hakimsin ama söz
ağızdan çıktı mı artık o sana hakim, sen ona mahkumsun. Onun için konuşmadan önce
iyice düşün. (Özalp, 2008: 425; Özturan, 2009a: 223; Özturan, 2009b: 205)
Söz ayağa düşer: Verilen sözler, bir zaman sonra kıymetsiz hale gelir.
(Zülkadiroğlu, 1964: 72)
Söz bir Allah bir: Verilen söz, Allah’ın bir olduğu gibi doğrudur. (Özturan,
2009a: 223)
Söz sahibinden türer: Söz, o sözü konuşanın ağzından yayılır. (Özturan, 2014:
236)
Söz sahibini bilir: Söylenen söz, kimin için söylendiğini bilir. (Özturan, 2014:
236)
Söz tutmayan evlat, vur boynuna zırlat: Söz dinlemeyen evlat, dövülerek yola
getirilir. (Dalkıran, 2005: 45)
Sözü verenden alan uz gerek: Sözü verenden ziyade muhatap olunan kişinin
yapması gerekenler ön planda olmalıdır. (Özturan, 2009a: 223;Özturan, 2014: 237)
Su akar, deli bakar: İşi yapan yapar, sense bakarsın. (Şen, 2006: 110)
Su değneklenerek geçilir: Emin olunmayan işlerde temkinli davranılır. (Polat,
2016: 33)
Su goymayan guyu sulanmaz: Suyu tutmayan kuyuya su verilmez. Paranın
değerini bilmeyene para veya değerli şeyler teslim edilmez. (ATKVE, 2011: 137)
Su küçüğün sufra/söz büyüğün: Yemek yerken önce büyükler yemelidir. Suyu
ise küçükler içmelidir. Sözü de büyükler etmelidir. (Özturan, 2009a: 223; Şen, 2006:
110)
Su şıkırtısı, akçe şıkırtısı, ille de gelin kikirtisi datlı olur: Bazı şeylerin sesi
insanın hoşuna gider. (Özturan, 2009a: 246)
349
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Suç sırma kürk olsa kimse giymez: Suçu, kötü işi çok iyi, çok güzel görüntülere
büründürülse de kimse kabullenmez. (Özalp, 2008: 426)
Suçu [allı pullu] gelin etmişler, kimse gabul etmemiş: Suçu kimse kabul etmek
istemez. (Özturan, 2009a: 223; Özturan, 2014: 238)
Sufraya çıkan surat, siniye varan sıfat: Topluma çıkarılacak olan işler; iyi, güzel,
mükemmel, kaliteli olmalıdır. (Özalp, 2008: 328; Özalp, 2008: 329)
Suya yiğitlik olmaz: Su olmazsa insan yaşayamaz. Derin bir suya giren kişi
boğulabilir. (Özturan, 2009a: 223)
Suyu görünce teyemmüm bozulur: İstenilen şartlar ortadan kalkınca anlaşma
bozulur. (Özturan, 2009a: 223)
Suyu görüp balık, puru görüp dilki olma: Hoşuna giden şeyleri görünce tavrını
değiştirme. (Gökçebey, 1999: 82)
Suyun çağlamazından, adamın söylemezinden gork: Bkz: “Suyun durgun
akanından, insanın yere bakanından gork” (Dalkıran, 2005: 49; Özturan, 2009a: 223)
Suyun dostluğu olmaz: Su akıp gider, kalıcı değildir. Seni bırakır. (Özturan,
2009a: 223)
Suyun durgun akanından, insanın yere bakanından gork: Suyun durgun akanı,
durgunluğuna aldanan kimseler için büyük tehlike taşır. Aynı şekilde, yere bakan,
duygularını, düşüncelerini belli etmeyen insanlar da, ne yapacakları belli olmadığı için
tehlikelidirler. Bunlardan sakınmak gerekir. (Özalp, 2008: 426)
Sükut ikrardan gelir: Bir kişiye “sen şu işi yaptın mı?” diye sorulduğunda
karşılık vermiyorsa evet demiş kabul edilir. (Göçer, 2004: 190; Göçer, 2010: 30; Göçer,
2010: 153; Özturan, 2009a: 223)
Süpürgeyken süpürge, erim diye baş galdırmış: (Özturan, 2009a: 223)
Sür git dememişler, gör geç demişler: Bir sözün, bir olayın peşine takılıp
gitmeye, devam ettirmeye, uzatmaya, büyütmeye ve sonuçta fitne çıkarmaya gerek
yoktur. Bilakis kısa kesip kapatmak, çıkacak fitneyi önlemek gerekir. (Özalp, 2008:
426)
Süt sümüğü bozar: Süt, insanı ahlaklı da yapar ahlaksız da. (Ali Salman)
Süt vermeyen inek gasaba, bal vermeyen arı gırıma uğrar: Bekleneni veremeyen
ve üzerine düşen görevi yerine getirmeyen kişiler, saf dışı bırakılır. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Sütlü goyunu sürüden ayırmazlar: Akıllı, iş bilir, faydalı kimseleri herkes sever,
korur. Toplumun içinde kalmasını, topluma faydalı olmaya devam etmesini ister. Kimse
onu toplumun dışına atmak istemez. (Özalp, 2008: 426)
Sütü içen ineği yanında taşır: Bir işten menfaat sağlayan işini bırakmaz. (Faruk
Zülkadiroğlu)
Şahin ile deve avlanmaz: Küçük şeyleri elde etmek için gerekli olan bir araçla
büyük şeyler elde edilemez. (ATKVE, 2011: 137)
Şalgam çorbaya girince yağ oldum sanır: Bkz: “Abdal ata/eşşeğe binince ağa
oldum, [şalgam çorbaya/aşa girince/gonunca yağ oldum]” (Kozan, 2007: 218; Okumuş,
2006: 160)
Şalgamın sıkından seyreği iyi olur: Şalgam, toprağın altında çok sık olursa yeteri
kadar büyüyemez. (Çoğalan, 1982: 115)
Şapkayla boyunun köküne vur, yıkılmazsa gelin olur: Kızın gelinlik çağına
geldiğini sınama yöntemi. (Özturan, 2014: 241)
Şaşkın ördek g..ün g..ün yüzer: Akılsız, beceriksiz, iş bilmez insanlar her işi
tersine yapar, yolu yokuşa sürer. (Özalp, 2008: 427)
Şaşkın ördek, başını bırakır gıçından dalar: Ne yaptığını bilmeyen insan, işi
tersinden yapmaya kalkar. (ATKVE, 2011: 137)
Şer gapıdan girerse, şeriat bacadan çıkar: Bir yerde kötülük varsa oradan iyi ve
güzel olan şeyler uzaklaşır. (Özturan, 2009a: 224)
Şerre nalet, şerre nalet, şer gapıya gelmişse, şerden gaçana nalet: Kötülerden
uzak durmak gerek. Eğer kötülerle yüz yüze kalmışsan savaşmalısın. Kaçmak olmaz.
(Göçer, 2010: 51)
Şerri uzatırsan hayra döner, hayrı uzatırsan şerre döner: Kötü olan, kötülük
getirecek olan bir işi hemen yapma, beklet, düşün. Düşündükçe ve zamanı geldikçe
350
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

hayra, kötülükten iyiliğe götürecek bir yol bulunur. Eğer bir iş, iyi ve hayırlı ise hiç
bekletmeden yap, bekletirsen zamanla kötülüğe dönüşebilir. (Özalp, 2008: 427)
Şeytan azapta gerek: Şeytan insanları yoldan çıkarır. Şeytandan uzak durulması
gerekir. (Özturan, 2009a: 224)
Şeytan gişiyi gandırır, ama suyunu ısıtmaz: Şeytan, uykuda kişiyi kandırır,
kişinin ihtilam olmasını sağlar. Abdest alacağı zaman da kaybolur. (ATKVE, 2011:
137)
Şeytanla ceviz oynanmaz: İnsana zarar verebilecek, insanı yoldan çıkaracak
olanlarla oyun oynanmaz. (ATKVE, 2011: 137)
Şıh şıhı bulur Mekke'de, puşt puştu bulur tekkede: Bkz: “Hacı hacıyı bulur
Mekke'de, derviş dervişi bulur tekkede” (Özturan, 2009a: 224)
Şıh uçmaz, mürüd uçurur: Bir kimseyi lider olarak görenler, onu olduğundan
daha üstün görürler. Onda olağanüstü değerler bulunduğuna inanır ve buna başkalarını
da inandırmak isterler. (Özturan, 2009a: 224)
Şimşek çakmadan gök gürlemez: Bir iş olmadan önce belirtileri olur. (ATKVE,
2011: 137)
Şoförün parası pul, avradı dul: Şoförün parası değerli olmaz, karısı da tıpkı
kocası ölen dul kadınlar gibidir. (Dalkıran, 2005: 48)
Şor şovradan datlı gelir: Konuşmayı ve laf taşımayı seven insanlar sözü ve
sohbeti yemekten üstün tutarlar. (Çınkır, 2016: 986; Özturan, 2014: 243)
Tabirde gusur eden, takdire bahane bulur: Yorum yaparken hata işleyen kimse,
yapılan takdire bahane bulur. (ATKVE, 2011: 138)
Taht değişmekle baht değişmez: Birinden boşanıp biriyle evlenmekle kader
değişmez. Bkz: “Yastık değiştirilmeyle baht değiştirilmez” (Çoğalan, 1982: 115)
Takdir ile yazılan, tedbir ile bozulmaz: Alın yazısı başa gelir. (ATKVE, 2011:
138)
Tanırsan ilahı, bulursun felahı: Yaratıcıyı tanırsan rahata kavuşursun, huzurlu
olursun. (Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006: 111)
Tapusuz tarla nikahsız avrada benzer: Resmi olarak sahibi olmadığın şeyler,
elinden alınabilir. İşini sağlam yap. (Karalar, 1998: 38)
Tarla eve yakın, [at yere yakın], avrat ere yakın [olmalı]: İş yerinin kişinin evine
yakın olması zaman kaybını önlediği gibi zararlardan korunması bakımından da
önemlidir. Binecek araç, sağlam ve güçlü olmalıdır. Kadına gelince kadın kocasının
ihtiyaçlarını gidermeye, işlerinde yardımcı olmaya ve sadakatli olup onu rahatsız
etmemeye gayret ederse büyük bir nimettir, huzur ve rahatlık kaynağıdır. (KATEDEG,
2012: 86; Özalp, 2008: 428)
Tarlada buğdayım var deme, ambara girmeyince; oğlum var deme, el goynuna
girmeyince: Bir iş sonuçlanmadan çıkarımlarda bulunma. (Özturan, 2009a: 224)
Tarlada izi olmayanın sufrada/harmanda yüzü olmaz: Çalışmayan, kazanmayan
kimse elbette sofraya koyacak bir şeyler bulamaz, yiyemez. Ayrıca bir aile veya grupla
yemek yiyen bir kimse, o yemeğin kazanılmasında, hazırlanmasında bir katkıda
bulunmamışsa sofraya otururken elbette utanır. Bir de arkadaşları ona ne gözle bakarlar.
(ATKVE, 2011: 136; Özalp, 2008: 428; Sultan Pırnaz)
Tarlanın daşlısı, gızın gardaşlısı, yolun yoldaşlısı iyi olur: Taşlı tarla, kardeşli
kız, yoldaşlı yol iyi olur. (Dalkıran, 2005: 45)
Tas yitti, çunuru başına geçir/galdır: Ortalık karıştı. Kurallara uyacak zaman
değil. Başımızın çaresine bakalım. Hamamda tas yok, yiğitsen çunuru başına kaldır.
Hikâyesi: Eskiden Maraş’a çok pehlivan gelirmiş. Tabi Maraş’ın da babayiğit bir
pehlivanı vardır. Bu pehlivan Maraş’a gelecek pehlivanları hamamda beklemeye
koyulmuş. Bu arada hamamdaki bütün tasları kaldırtmış. Hamama gelen pehlivanlar
bakmış ki hamamda kimse yok. Sadece bir adam var, oturmuş çunuru başına kaldırıyor.
Allah allah deyip hayret etmiş pehlivanlar. Demişler ki: “Bu hamamda tas yok mu?”
Maraşlı pehlivan da: “Kardeşim buranın halkı tası bilmez, hep çunurla yıkanır.”
Adamlar şaşırıp: “Yahu buranın adamı ağır kaldırıyorsa ya pehlivanları nasıl olur?”
demişler ve hamamdan yıkanmadan çıkıp gitmişler. (Çoğalan, 1982: 114; Özalp, 2008:
337; Özturan, 2014: 245; Polat, 2016: 42; Faruk Zülkadiroğlu)

351
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Tavşan dağa küsmüş de dağın haberi bile olmamış: Önemsiz bir kişi önemli bir
kişiye küsse önemli kişinin haberi bile olmaz. (Özturan, 2009a: 213)
Tavşan yerlisiyle avlanır: Bazı işler o civarın yerlisi ile yapılır. (Özturan, 2014:
98)
Tavuğu pininde, ölüyü gününde: Her şey, zamanında ve yerinde bir anlam
kazanır. (Özturan, 2009a: 224)
Tavuğun zekatı bir yumurta: Gücü büyük işlere yetmeyen kişi, imkanları
çerçevesinde yardımda bulunur. (Şirikçi, 2006: 135)
Tavuk gelen yerden yumurta esirgenmez: Büyük menfaat elde edilecek iş için
küçük zararlara katlanılır. (Okumuş, 2006: 160)
Tazım tavşan alır, amma böğür iti hale gomaz: Gereksiz karışmalar olmazsa işler
yolunda gidecek. (Çınkır, 2016: 1004)
Tecrübe, dilsiz hocadır: Yılların birikimi kişiyi tecrübe sahibi yapar. Tecrübe
insana çok şey öğretir. (Polat, 2016: 33)
Tek ganadınan guş uçmaz: Toplumda tek kişi ile iş yapılmaz. Topluca, birlik ve
beraberlik içinde yapılırsa daha başarılı olur. Mutlaka da topluca yapılması gerekir.
(Özalp, 2008: 428)
Tekkeyi bekleyen çorbayı içer: İyi bir sonuç almak için işini yapan kişi,
mükafatını görür. (Kozan, 2007: 219; Kuyumcu, 1995: 40; Özturan, 2009a: 224)
Tembele “gapıyı gapat” demişler, “yel gelirse gapatır” demiş: Tembel kişiler,
vurdumduymaz olurlar. (Polat, 2016: 33)
Tembele iş, dön ardına düş: Tembel, iş tutmaz. (Özturan, 2014: 246)
Tembele yumuş buyur, sana akıl öğretsin: Tembel kimseye iş verme, verirsen
hem yapmaz hem de sana akıl öğretmeye kalkarak vaktini öldürür. (Özalp, 2008: 428)
Tembele yumuş buyurmuşlar, babamdan iyi akıl vermiş: Bkz: “Tembele yumuş
buyur, sana akıl öğretsin” (Özturan, 2009a: 224)
Temiz iş, altı ayda çıkar: Doğru dürüst yapılması istenen iş hemen yapılmaz,
zaman alır. (ATKVE, 2011: 138)
Temsilde hata olmaz: Bir durumla ilgili örnek verirken söylenen şey hatalı
olmaz. (Özturan, 2009a: 224)
Terazi var dartı var, her şeyin bir vakti var: Her şeyin bir ölçüsü ve zamanı
vardır. (Arslan, 2011: 349; MİY, 1967: 194; Özturan, 2009a: 224; Şen, 2006: 111; Şen,
2006: 117)
Tereciye tere satılmaz: Bir işi bilene, işin ustasına iş öğretilmeye kalkışılmaz.
(Kozan, 2007: 219; Özalp, 2008: 428; Özturan, 2009a: 224)
Terzinin işi kötü, yüzünü ağartan ütü: Dışı kalaylı içi vayvaylı. Yapılan iş iyi
olmasa da dışını düzenlemek onu iyi gösterir. Kız çirkindir, ama taranıp giyinmesi,
süslenip makyaj yapması onu güzel gösterir. (Dalkıran, 2005: 48)
Terziye “göç” demişler, “iğnem başımda” demiş: Kendisine gerekli olan şeyler
kolay taşınır olan kimsenin bir yerden başka bir yere göçmesi işten değildir. (Dalkıran,
2005: 48)
Testiyi gıran da bir, suyu getiren de: Kadir kıymet bilmezlerin, işten
anlamayanların, nankörlerin yanında işi layıkıyla yapanla berbat eden, batıran aynı
değerde olur. (Özalp, 2008: 384)
Tevekkelin eşşeğini gurt yemez: Allah'a hulus-i kalple tevekkül edenin,
güvenenin her şeyin koruyucusu Allah Teala'dır. Tevekkül edeni ve her şeyi Allah
korur. (Özalp, 2008: 429)
Tevekkelin gemisi batmaz: Bkz: “Tevekkelin eşşeğini gurt yemez” (ATKVE,
2011: 138)
Tezzekten terazinin b..tan olur dirhemi: Pis, kirli işlerin sonucu da pis ve kirli
olur. Kötü adamın ortakları, yardımcıları, kullandığı adamlar ve vasıtalar da hep kötü
olur. (Özalp, 2008: 339)
Topal geçi sürüden ayrı yayılır: Bazen engelleyici faktörler, kişileri ayrıştırır.
(ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Topalı aramışlar, caddede bulmuşlar: Herkes yapısına, karakterine göre olan
mekânlarda olmalıdır. Uygunsuz yerde olmamalıdır. Yürüyemeyen insanın ana yolda ne
işi var? (Özturan, 2009a: 224)
352
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Topalın duyduğunu kel yayar: Kusurlu kimseler, ortalığı karıştırır. (Polat, 2016:
34)
Toprak damar damar, insan çören çören: (Yalman, 1977: 370)
Topuk suyu içenden hayır gelmez: (Okumuş, 2006: 161)
Topuk suyu içenle eline gızgın sahan değenden hayır gelmez: (Kozan, 2007:
219)
Turpu yediğin yerde o…: Menfaat sağladığın yerde yaşa. (Özturan, 2014: 248)
Tusbayı şu bağdan almışlar şu bağa atmışlar, “o bağ olmazsa bu bağ olsun”
demiş: Başıboş gezenler için nerede olduklarının bir önemi yoktur. (Özturan, 2009a:
224)
Tüccar züğürtleşince eski defteri garıştırır: Zengin insan fakirleşince daha önce
kendisine borcu olan insanlarla durumunu düzeltmeye çalışır. (ATKVE, 2011: 138)
Türk karır, gılıcı karımaz: Türk, ihtiyarladığında bile eskisi gibi kılıç kuşanır.
(ATKVE, 2011: 138)
Türk ya suyun kenarına oturur ya gölgeye: Türk işini bilir, yapacağı şeyleri ona
göre yapar. (Ayşe Koçak)
Tüysüz itte bit olmaz, yavşaktan yiğit olmaz: Tüysüz yerde bit olmaz, adi
insandan da yiğit olmaz. (Bilgin, 2017: 27)
Ucuz alan pahalı almış olur: Bir malı ucuz alan kimse o malın kalitesizini almış
olur. Kalitesiz mal tez bozulur ve bir daha alınması icap eder. Bu işlem birkaç kez
tekrarlandığında ucuza alınan şey çok pahalıya mal olur. (ATKVE, 2011: 138)
Ucuz etin tiridi olmaz: Bkz: “Ucuz etin yahnisi yenmez” (Arslan, 2011: 349)
Ucuz etin yahnisi yenmez: Ucuz mal kötüdür. İstenildiği gibi yararlanılmaz.
(Şen, 2006: 112)
Ucuzdur vardır bir illeti, pahalıdır vardır bin hikmeti: Ucuz şey kalitesiz olur.
Pahalı olan şeyin çeşitli özellikleri vardır. (ATKVE, 2011: 138)
Ufkunda ot olanın rüyasında saman balyası olur: Kişi, neyi istiyorsa onun
hayalini görür. (Osman Artıkarslan)
Ulu sözü dinlemeyen uluyagalır/uluyup galmış: Büyüklerin, tecrübelilerin,
bilenlerin sözlerini tutmayanlar, onları dinlemeyip zıddına iş yapanlar sonunda büyük
zararlar görür, hüsrana uğrar ve büyük pişmanlıklar çekerler. Fakat son pişmanlık fayda
vermez. (Çınkır, 2016: 323; Çınkır, 2016: 1053; Dalkıran, 2005: 49; Okumuş, 2006:
161; Özalp, 2008: 430)
Ulular köprü olsa basıp geçme: Sakın büyükleri çiğneyip geçme, onları dinle.
Onların bilgilerinden, görgülerinden, tecrübelerinden yararlan. Onları hor görme.
Büyüklerin olmadığı yerde küçükler de olmaz. (Özalp, 2008: 430)
Ulusu olmayanın delisi olmaz: Büyüğü, önderi olmayanın küçüğü de olmaz.
(Kozan, 2007: 219)
Ummadığın delikten dilki çıkar: Beklemediğin bir yerden beklemediğin bir şeyle
karşılaşabilirsin. (Şirikçi, 2007: 83)
Ummadık daş, baş yarar: Elinden bir şey gelmez sandığımız bir kişi, kendinden
beklenmeyen önemli bir iş yapabilir. (Özturan, 2009a: 224)
Un elekten, çamur bilekten geçer: Her işin yapılma aşaması vardır. Un elenir,
çamur da bilekten geçer. (Arslan, 2011: 349; Şen, 2006: 112)
Un ile odun, sahibi gadın: Kadınlar, yemek yapma malzemeleriyle kendileri
ilgilenir. (ATKVE, 2011: 138)
Un yerken ıslık çalınmaz: Kişi bir işle meşgulken başka bir işle işinden
alıkonulmaz. (Deniz, 2015: 79)
Unu olana ödünç ekmek verilir: Karşılığı alınabilecek bir yere yardımda
bulunulur. (Dalkıran, 2005: 48)
Usta oğlu çırak olmaz: İşinde uzmanlaşan insanın çocuğu da sürekli yanında
çalışarak büyüdüğü için çırak olmaz. (Kuyumcu, 1995: 41)
Ustanın çekici bin lira: Marifetin değeri ölçülmez. Ustanın ustalık hakkı büyük.
(Özturan, 2009a: 224; Özturan, 2014: 250)
Ustanın evi, terzinin elbisesi olmaz: İnsanlar, uzmanlığıyla başkalarına faydalı
olur, ama kendi işlerini yapamaz. (ATKVE, 2011: 138)

353
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ustanın gapısı gıl ipinen bağlı olur: Usta, eli her işe yakışan kimsedir. Herkesin
kırığını döküğünü tamir eder, ama kendi evine bir türlü sıra gelmez, evine bir çivi dahi
çakamaz. Evin kapısı âdeta kıldan bir iple bağlıdır. (Elife Akkurt)
Ustası Tingir, şahidi Bavuk: Vasıfsız, elinden iş gelmeyen kimseler işbirliği bile
yapsalar bir işi beceremezler. Hikâyesi: Bu söz, vaktiyle Afşin ilçesinin Çoğulhan
kasabasında yaşanmış bir olaya dayanır. Vaktiyle yörede yaşayan, lakapları Tingir ve
Bavuk olan işe yaramaz iki arkadaş vardır. Lakabı Tingir olanın adı Hasan, Bavuk
olanınki ise Durdu’dur. Bu ikisi bir araya gelince iş beceremez, yaptıkları iş düzgün
olmaz. Bunlar bir gün bir iş yapmaya kalkar, doğal olarak da beceremezler, ama bunu
köylüye becermiş gibi anlatırlar. Onların söylediklerine inanmayan bir köylü: “Ustası
Tingir, şaadi (şahidi) Bavuk.” der. Köylü bu sözle: “İşi yapan sizin gibiler olunca
sonucu tahmin etmek hiç de zor değil.” demek istemiştir. Köylünün söylediği bu söz
zamanla darb-ı mesel olagelmiştir. (KA, 2017a: 388-389)
Ustasız kâr haramdır: Ustasız kazanç, aldatma ile olur. (Okumuş, 2006: 161)
Utananın oğlu gızı olmamış: Evlenmekten utananın, bu yüzden evlenemeyenin
haliyle çocuğu da olmaz. İş kurmak, iş istemek için utanan kimsenin de işi gücü, malı
mülkü olmaz. (Okumuş, 2006: 161; Özalp, 2008: 430)
Utanma/utandık pazar, dostluğu bozar: Ticarette, alışverişte tarafların açık
olması, açık açık pazarlık yapması ve öyle anlaşması lazımdır. Aksi halde güvene dayalı
alışverişte biri diğerini aldatır ve aralarındaki dostluk bozulur. (Dalkıran, 2005: 48;
Özalp, 2008: 430; Özturan, 2009a: 224)
Uyku küçük ölüm[dür]: İnsan, uyuduğu zaman ölü gibi hareketsizdir. (Özturan,
2009a: 224; Şen, 2006: 112)
Uysal atın çiftesi/tekmesi berk/pek olur: Hep uysal, itaatkar, vefakar, iyi
görünümlü kimselere dikkat et. Vururlarsa darbeleri çok ağır olur. Dost görünen, hiçbir
kötülük beklenilmeyen, yumuşak huylu, iyiliksever kabul edilen insandan gelen darbe,
kötülük daha yıkıcı olur. Düşmanın attığı taştan, dost bilinen birinin attığı gülün daha
yıkıcı olması gibi. Ayrıca bu gibi insanlara verilmiş önemli sırlar da olabilir. O sırlarla
vurması, yıkması daha kolay ve öldürücü olur. (Okumuş, 2006: 161; Özalp, 2008: 430)
Uyuyan yılanın guyruğuna basma: Sakın rahat duran, sana zarar vermeyi
düşünmeyen düşmanını harekete geçirerek öfkelendirecek davranışlarda bulunma.
(Özalp, 2008: 430)
Uyuyanın ardına uyanık düşmesin: Düşman, insanı pusuya düşürür. (Özturan,
2014: 251)
Uyuz itin etrafına gurt gelmez: Derdi olanın yanına kimse gelmez. (ÖD,
29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Uyuz itte gıllı d….. ne gezer: Kalitesiz adamda kaliteli iş olmaz. (Özturan,
2009a: 224; Şirikçi, 2006: 229)
Uyuz itte yara eksik olmaz: Sağlıklı olmayanda hastalık eksik olmaz. (Özturan,
2009a: 224)
Uz yürüme, ölü derler; berk yürüme, deli derler: Bkz: “Çıksan çağırsan deli
derler, yatsan uyusan ölü derler” (ATKVE, 2011: 138)
Uzun kösağı ucuna gadar yanmaz: Zalimlik ilelebet devam etmez. Bir gün son
bulur. (Kozan, 2007: 219; Körük, 2005: 31; Okumuş, 2006: 161; Sultan Pırnaz)
Uzun sözün gısası, gısa sözün kesesi: Sözü uzatmadan kısa ve öz konuşmak
gerekir. (Polat, 2016: 34)
Uzunlar uz olur, akıldan ırak olur, senede bir gerek olur, o da arısdak tuvar
çalmaya: Uzun boylular pek akıllı değildir. Uzun boyluluk bir marifet, meziyet değildir.
(Özalp, 2008: 345)
Üç goyun için çoban tutulmaz: Kâr edilmeyen bir şey için masrafın altına
girilmez. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Üç göç, bir yangının yerini tutar: Bkz: “İki göç bir bozgun yerini tutar”
(ATKVE, 2011: 138)
Üç guruşluk eşşeğin beş paralık sıpası olur: Ucuz etin yahnisi yenmez misali,
kötü olan, işe yaramaz malzemelerden yapılan ürünler de kötü olur. Bozuk, dejenere
tohumlardan elde edilen ürünler işe yaramaz. Karaktersiz, kötü ahlaklı bozuk tıynetli
insanların çocukları da kendileri gibi, hatta daha kötü olurlar. (Özalp, 2008: 431)
354
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Üç gün yatak, dördüncü gün toprak: Yatalak hasta olmaktansa fazla acı
çekmeden ölmek daha iyidir. (Özturan, 2009a: 228)
Üç olursa suç olur: Bir iki hata affedilir, ama üçüncü hata suç sayılır. (Özturan,
2014: 251)
Ümitle geçinen açlıkla ölür: İşini icraata dökmeyen hayal etmekle beklediği
sonucu alamaz. (Şen, 2006: 112)
Üren itin üstüne varılmaz: Dişini gösteren, öfkesini, kinini belli eden, bağırıp
çağıran, ortalığı velveleye veren kimseden uzak durulur. (Özalp, 2008: 431)
Ürmesini bilmeyen it, sürüye getirir gurt: Yersiz, zamansız, gereksiz konuşan
kimse başına bela getirir. Şartlara uygun biçimde konuşmayı bilmeyen kimseler, her
zaman hatalar işler. Karşılığında da ya düşman kazanır ya da kendisine devamlı şüpheli
muamelesi yapılmasına sebep olurlar. (Özalp, 2008: 431; Özturan, 2009a: 224)
Üveye etme özünden, geline etme gızından bulursun: Başkalarına kötülük etme.
Kötülük döner dolaşır seni bulur. (Karalar, 1998: 39)
Üviye derken öze dokanır: Sakın başkalarına kötülük dileme, beddua etme. Kötü
dileğin bedduan dönüp sana dokunur, yakınlarına zarar verir. (Özalp, 2008: 431)
Vakit nakittir: Zaman para gibi değerlidir. Boşa geçirilen her bir an bir daha geri
gelmeyecek üzere elden gider. (Göçer, 2010: 39; Özturan, 2009a: 224; Şirikçi, 2007:
86)
Var evi, kerem evi; yok evi, verem evi: Varlıklı aileler kerem sahibi, ikram
sahibi olurlar. Fakir ailelerse hep sıkıntı içinde olurlar. Sonuçta da iyi beslenememe ve
kötü şartlarda yaşama sebebi ile birçok ve tehlikeli hastalıklara yakalanırlar. (ATKVE,
2011: 138) (Özalp, 2008: 432; Özturan, 2009a: 224)
Vardığın evin aşına değil, gaşına bak: Bkz: Ev sahibinin gaşığına bakma, gaşına
bak (Dalkıran, 2005: 43)
Vardığın yer kör ise, sen de gözünü gapa: Bkz: “Vardığın yer körise gıp, topalısa
ayağını yek” (ATKVE, 2011: 138)
Vardığın yer körise gıp, topalısa ayağını yek: Vardığın, gittiğin, ulaştığın,
yabancısı olduğun yere bak, tetkik et. Örflerini, âdetlerini, geleneklerini iyice öğren ve
onlar gibi hareket et. İçine girdiğin toplum nasılsa öyle olmaya çalış, onlara uy. Aksi
halde rahat ve huzur bulamazsın. (Özalp, 2008: 432)
Vardığın yerin gözü kör ise kıpçıdı bak, ayağı topal ise yektiri bas: Bkz:
“Vardığın yer körise gıp, topalısa ayağını yek” (Dalkıran, 2005: 45)
Varın eli titremez: Varlıklı olan, zengin olan eğer cömertse yardımseverse
verirken zorluk çekmez, rahat verir. Fakir ise cömert de olsa rahat veremez.
Alışverişlerde de böyledir. Zenginler, alacaklarını fazla hesap yapmadan rahatça alırlar.
Fakirlerse uzun uzun hesap yaparak ve kısarak alırlar. Parayı verirken de gerçekten
elleri titrer. (Özalp, 2008: 432)
Varını veren utanmamış: Varını, olanını vermek bir erdemdir, fazilettir. Az bile
olsa yine fazilettir. Utanılacak bir tarafı yoktur. Çünkü olduğu kadarını veriyor.
(ATKVE, 2011: 138; Özalp, 2008: 432; Özturan, 2009a: 224)
Varışına gelişim, tarhana aşına, bulgur aşım: Her şey karşılıklıdır. Bana gelirsen
ben de sana gelirim. Ne kadar verirsen ben de o kadar veririm. Yani her şey karşılıklı,
ödünçlüdür. (Çınkır, 2016: 471; Özalp, 2008: 432; Özturan, 2014: 144; Ahmet
Yenikale)
Varlığa darlık olmaz: Durumu iyi olanın derdi olmaz. (ATKVE, 2011: 138)
Varlığa güvenilmez: Varlıklı olmaya, zenginliğe asla güvenilmez. Gün olur, işler
tersine döner. Ne varlığın kalır ne de zenginliğin. (Özalp, 2008: 432)
Varlık geçim gaynağı, yokluk dövüş gaynağı: Varlık geçimin, yokluk dövüşün
sebebi. (Özturan, 2014: 254)
Varlık gönendirir, yokluk söylendirir: Bkz: “Varlık seviştirir, yokluk
dövüştürür” (Okumuş, 2006: 161)
Varlık seviştirir, yokluk dövüştürür: Zenginlik insanı rahatlatır, yoksulluk ise
söylendirir, birbirine girdirir. (Arslan, 2011: 349; Çoğalan, 1982: 115; Özturan, 2009a:
224; Şen, 2006: 112)
Varlıktan zarar gelmez: Zenginlikten, kimseye zarar gelmez. (Özturan, 2009a:
224)
355
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Varsa hünerin her yerde vardır yerin: Hünerli kişinin toplum içinde her zaman
yer vardır. (ATKVE, 2011: 138)
Varsa pulun herkes gulun, yoksa pulun dardır yolun: Parası olana, herkes kul
kurban olur. Paran yoksa kimse yüzüne bakmaz. (Dalkıran, 2005: 50)
Ver Allah’ın verdiğine, vur Allah’ın vurduğuna: Allah bir insana yürü ya kulum
derse bu insan her işten para kazanır. Allah dilemezse de insan, yaptığı her işten zarar
eder. (Çınkır, 2016: 1073;Özturan, 2009a: 224)
Ver ekmeği ekmekçiye yarısını da yerse yesin: İşi ehline yaptırmak gerekir.
(KA, 2017a: 390)
Veren el, alan elden üstündür: İnsanlara faydası dokunan kimse, daha üstündür.
(Şen, 2006: 112)
Veren el, kesilmez: Gelir getiren hiçbir şey yok edilmez bilakis bakılır, beslenir,
verimi artırılmaya çalışılır. Altın yumurtlayan tavuk gibi. (Özalp, 2008: 432)
Veren eli herkes öper: Verene, ikram edene herkes yakın olmak ister. Hürmet
eder, saygı duyar. Ayrıca herkes verimli olan mahsule ve işe sahip olmak ister. (Özalp,
2008: 432)
Verin çobana, gitmez yabana: İyi insanlara, iş yapanlara, eşinize dostunuza
verin. Ziyan olmaz, boşa gitmez. (Özalp, 2008: 433)
Verip pişman olacağına, vermeyip pişman ol: Birilerine bir şeyler verirsin,
bakarsın ki adam senin verme amacının dışında kötü yollarda, kötü işlerde kullanıyor,
kötülüğe alet ediyor, haram yerlerde kullanıyor, insanlara zarar veriyor. Veya borç
verirsin, ondan sonra alabilmek için olmadık sıkıntılara düşersin. O zaman pişman olur,
acı duyarsın. En iyisi bu tip adamlara verme, düşman oluyorsa olsun. (Özalp, 2008:
433)
Verme sırrını dostuna, dostunun da dostu var, o da söyler dostuna: Bkz:
““[Açma sırrını] sırrını söyleme dostuna o da söyler dostuna, [sonra saman basarlar
postuna]” (Dalkıran, 2005: 46-47)
Vermekle mal tükenmez: Birilerine iyilik, yardım yapmakla varlık azalmaz.
(Şen, 2006: 112)
Vurma el gücüynen, vururlar var gücüynen: Dikkatli ol, kimseye en ufak bir
zarar verme, öfkelendirme. Sonra karşılığı çok büyük olur.Bkz: “Değme el gapısına el
ucuyla, değerler gapına gol gücüyle” (Özalp, 2008: 433)
Vurma gorkağa, cesur edersin: Zayıf, güçsüz kimsenin üzerine çok gidersen o
kişiyi olduğundan daha cesurlaşmış yaparsın. (Şen, 2006: 112)
Vurucunun sağı solu olmaz: Gözü dönen bir insan, yapmak istediği şey için her
yolu dener. Bunun için yer, yön, olay ve kişi ayrımı yapmaz. (Elife Akkurt)
Vücudunu kirden, ağzını küfürden, galbini kibirden goru: Vücuduna temiz bak,
küfürlü konuşma, başkalarına yukarıdan bakma. (Şen, 2006: 112)
Vücut gocar, gönül gocamaz: İnsanın bedeni kocayabilir, ama gönlü ilk günkü
gibi tazeliğini korur. (ATKVE, 2011: 138)
Ya harmana ya göle: Ya varlığa konacaksın ya yokluğa gidip boğulacaksın.
(Özturan, 2009b: 274)
Ya işi ya gişi: Evleneceğin insan, ya işi, parası olan biri olmalı ya da erkeklik
yapar olan biri. (KATEDEG, 2012: 70)
Ya taht ya baht: Ya zenginliği tercih edeceksin ya da mutluluğu. (Şen, 2006:
112)
Yabancı goyun kenarda yatar: Bir yere yeni gelen yabancı çevredekilerle hemen
içli dışlı olmaz. Zaten onlar da hemen onu aralarına almazlar. (ATKVE, 2011: 138)
Yağ yumurtada belli olur: Bir şeyin değeri onu değerli kılan şeyle ölçülür.
(Özturan, 2009a: 225; Özturan, 2014: 255)
Yağ/yal yiyen it, yüzünden beli olur: Varlıklı zengin olan, iyi yiyip giyen,
gerçekten bakımlı olan insanlar bakar bakmaz belli olur. Toplum içinde kolayca fark
edilirler. Bu fark edilmeyi sıhhatli oluşu, giyim kuşamı sağlar. (Çınkır, 2016: 1083;
Özalp, 2008: 434; Şen, 2006: 112)
Yağına göre tavası, guyusuna/suyuna göre govası: Herkesin durumu imkanına
göredir. (KA, 2017a: 390; Şen, 2006: 112)

356
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yağınan yavşancık da datlı olur: Yağ ile acı şey bile güzel olur. (Özturan, 2009a:
225)
Yağız at yemin artırır: At iyi ise sahibi de ona iyi bakar.(Özturan, 2009a: 225)
Yağız at, gır çuvalın içinde de belli olur: Bkz: “Arap atı, gıl çul içinde de belli
olur” (Dalkıran, 2005: 51)
Yağlı domuz, yağlı çama sürünür: Herkes kendi dengini, kendine uygun olanı
bulur. Kötüler kötüleri, zenginler zenginleri bulur. Herkes kendisine benzeyen, ahlakı,
inancı kendisine uyan kimselerle beraber olmak ister. Zenginler hep zenginlerle oturup
kalkarlar ve çıkar birliği yaparlar. (Özalp, 2008: 434)
Yağmur yağarken küpleri doldurmalı: İşler yolunda iken gerekli birikimler,
yapılmalı. (ATKVE, 2011: 138)
Yağmur yağmadan sele gitme: Bir olay tam anlamıyla meydana gelmeden
zararlı çıkma. (Özturan, 2009a: 225)
Yağmuru yel, insanı el azdırır: Her şeyin, herkesin başkalaşmasına sebep olan
şeyler vardır. (Polat, 2016: 35)
Yahşi yiğit yareninden belli olur: İyi insan iyi arkadaş edinir. Kişinin kalitesini
yani iyi mi, kötü mü olduğunu arkadaşından anlarsın. (Özalp, 2008: 434)
Yalan girer, iman çıkar: Yalanla iman bir arada durmaz. Bir kimse durmadan
yalan söylüyorsa iman zaafı var demektir. (Özalp, 2008: 434)
Yalan ile iman bir yerde durmaz: Bkz: “Yalan girer, iman çıkar” (ATKVE,
2011: 138)
Yalancının evi yanmış, kimse inanmamış: Yalancı, yalanlarıyla insanları
aldattığı için uğradığı en büyük felaketlere bile kimseyi inandıramaz. (ATKVE, 2011:
138; Özalp, 2008: 434)
Yalanın kemiği yok ki boğazına dursun: Bir sözün yalan olduğu bilinir, ancak
söylenmesi engellenemez. (Göçer, 2007: 86)
Yalını ver, iti ürdürme: Çalıştırılan kimsenin ücreti anında ödensin ki sağda
solda dedikodu yapmasın, ileri geri konuşmasın. (Çınkır, 2016: 1086; Özalp, 2008: 350)
Yalnız daş duvar olmaz, dağ dağ üstünde olur: Bazı işler tek başına olmaz.
Birlikle, yardımla işler halledilir. (Dalkıran, 2005: 44)
Yamalığı yağlık eden de avrat, yağlığı yamalık eden de avrat: Kimi kadın,
elindeki işe yaramaz şeyleri işe yarar hale getirir. Kimi kadın da işe yarayan bir şeyi işe
yaramaz hale getirir. (Özturan, 2009a: 225)
Yamalık ayıp değil yırtık ayıp: Düzgün bir elbisen olmayabilir. Elbiseyi
yamalıklı bir şekilde giyebilirsin, ama yırtık dolaşmak hoş değildir. (Özturan, 2009a:
225)
Yamalık küsmüş gitmiş, iğneyle iplik gene geri çağırmış: Bkz: “Eski gaçmış,
inne iplik geri getirmiş” (Özturan, 2014: 257)
Yanık yerde ot bitmez, biterse fidanı tutmaz: Her tohum her toprağa ekilmez.
Her fidan her yere dikilmez. Her görev herkese tevdi edilmez. Yapılacak iş için mutlaka
uygun yer, zaman veya kişi seçilmelidir. (Temiz, 2005: 99)
Yanlı yanlıyı bırakmış da, dinli dinliyi bırakmamış: Kan bağı olanlar, akrabalar,
hısımlar birbirlerini terk ederler. Ama din bağı, fikir bağı olanlar, gerçekten samimi ve
ihlaslı olarak aynı dine, fikre inananlar birbirlerini asla terk etmezler. Dine bağlılıkları
zayıf olanlar, münafıklar bu kuralın dışındadır. (Özalp, 2008: 435)
Yanlış hesap Bağdat'tan döner: Yanlış bir yolda olduğunu anlayan kişi ne kadar
ileri gitmiş olsa da yanlışından geri dönmelidir. (Özturan, 2009a: 225)
Yapalağa yavrusu datlı olur: Her canlıya, tabii insanlara da yavruları -hali,
durumu ne olursa olsun- çok tatlı, sevimli gelir. (Özalp, 2008: 435)
Yarası olan gocunur: Bir işte kusuru olan kişi telaşa düşer. (Özturan, 2009a:
225)
Yarım doktor/hekim candan, yarım hoca/fakih dinden eder: İşinin erbabı
olmayan kimse, çevresine fayda sağlayım derken zarar verir. (Kuyumcu, 1995: 33;
Özturan, 2009a: 225; Şirikçi, 2007: 86)
Yarım yerine yal olmaz: Çok az olan bir şey, ihtiyacının ya çok azını karşılar ya
da hiç karşılamaz. (Özturan, 2014: 258)

357
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yarınki tavuktan bugünkü yumurta iyidir: Bugün elimizde olan bir şey dururken
yarın elimize geçecek büyük bir şey tercih edilmez. Çünkü bugünkü gerçekleşmiştir.
Yarının ne olacağı belli değil. (Şen, 2006: 112)
Yastık değiştirilmeyle baht değiştirilmez: Bahtın kötüyse birinden boşanıp
başkasına da varsan sonuç değişmez. (Dalkıran, 2005: 46)
Yaş ağaç, tez eğilir: Bir şeyi öğrenme çağında olanlar anlatılanları daha iyi
kavrar ve öğrenir. (ATKVE, 2011: 138)
Yaş gırk, insanın içine bir gatır girer, her gün bir yerini tekmeler: Kırk yaşına
gelen insanın dertlerini başlar. (Özturan, 2014: 258)
Yaş kesen, baş kesen iflah olmaz: Bkz: “Yaş kesen, baş keser” (Çoğalan, 1982:
115)
Yaş kesen, baş keser: Yaş, taze ağacı kesen, insan başı kesmiş gibi olur. Yaş
ağaç kesmekle baş kesmek, yani insan öldürmek arasında fark yoktur. (Körük, 2005: 30;
Özalp, 2008: 435; Özturan, 2009a: 225)
Yaşlı geçi, beslemekle tekesek olmaz: Bir işi yapma zamanı geçmiş olan birine
iyi bakmakla yapamayacağı iş yaptırılamaz. (ATKVE, 2011: 138)
Yaşlılık gapiye gonacak mal değil: Yaşlılık, insanların istemediği bir dönemdir.
Kimse yaşlanmayı istemez. (Özturan, 2009a: 225)
Yatan aslandan gezen çeltik/dilki yeğ[dir]: Güçlü, kuvvetli ama tembel olan, iş
yapmayan adamdan ufak tefek, zayıf, güçsüz ama çalışkan, iş yapan, rızkını elinin
emeği alnının teri ile kazanan adam daha üstündür. (Özalp, 2008: 435; Özturan, 2009a:
225)
Yatan öküze yem vermezler: İş yapmayan birine boşu boşuna ücret verilmez.
(ATKVE, 2011: 138)
Yatan yılanın guyruğuna basma: Sana zararı olabilecek kişilere dokunma.
(Şirikçi, 2007: 86)
Yatanın guluncu, yontanın avucu ağrır: Hangi işle meşgul olursan o işle ilgili
rahatsızlığın olur. (ÖD, 29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Yatıp gazel olacağına gez de güzel ol: Kenarda, köşede durup zayi olacağına
kendini fark ettir rahata kavuş. (Faruk Zülkadiroğlu)
Yatma çakal gölgesinde, go yesin aslan seni: Çakal gibi korkak, bir işe yaramaz
kalleş birisine sığınacağına mert, yiğit birinin eliyle öldürül daha iyi. (Özalp, 2008: 434)
Yatmayınan yar ele geçmez, gecenin yastığı daş olmayınca: İnsan yatarak
tembel tembel oturarak hiçbir yere yetişemez, hiçbir şey kazanamaz. Kazanmak, hedefe
varmak, bir şeyler elde etmek, ancak gece gündüz demeden çalışarak, emek vererek
mümkün olur. (Özalp, 2008: 434)
Yavaşın eşşeğini gurt yemiş: İşini mıymıntılıkla yapan biri, elindekileri de
kaptırır. (ATKVE, 2011: 138)
Yavşak büyür bit olur, enik büyür it olur: Bir şeyin kökeni neyse kendi de o olur.
(ATKVE, 2011: 138; Çınkır, 2016: 389; Çoğalan, 1982: 115; MİY, 1967: 194; Özturan,
2009a: 225; Şen, 2006: 117; Yakar, 1997: 60)
Yavşak büyür bit olur, itin oğlu it olur: Bkz: “Yavşak büyür bit olur, enik büyür
it olur” (Özturan, 2009a: 225)
Yavuz hırsız, ev sahibini govalar/utlu eder: Suçlu kimse, şarlatan biriyse zarar
verdiği adamı susturur, hatta suçlu bile çıkarır. (Dalkıran, 2005: 51; Kozan, 2007: 219)
Yavuz itin sonu uyuz olur: Zamanında iyi işler yapan kimse sonraları
düşkünleşir. (Şen, 2006: 112)
Yavuz itin yarası eksik olmaz: Sürekli kavga halinde olan kimselerin yarası
eksik olmaz. (Şahiner, 2017: 35)
Yaya gözüyle at, bekâr gözüyle avrat alınmaz: Gerekli şartlar ve imkanlar
olmadan sağlıklı iş yapılmaz. (Polat, 2016: 35)
Yayla, itinen avrada yarar: Yayla sıcaktan bunalan itlere yarar. Sağlıklı erkek,
yaylada kadınlara daha iyi yaklaşır. (Özturan, 2009a: 225)
Yaz fukara köyneği: Yazı geçirmek fakir için kolay olur. (Özturan, 2014: 259)
Yaz gününün bulaşığı, gış gününe gatık olur: Yaz günü birikim yapmalı, zamanı
gelince gerek olur. (ATKVE, 2011: 138)

358
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yaz var güz var, hakkına ne söz var: Her şeyin bir zamanı vardır. Borç, zamanı
geldiğinde verilmelidir. (Kuyumcu, 1995: 42)
Yaza çıkardık danayı, beğenmez oldu anayı: Evladı doğurduk, büyüttük şimdi
bizi beğenmez oldu. (Arslan, 2011: 349)
Yazgıya bozgu olmaz: Kadere karşı gelinmez. (Karalar, 1998: 40)
Yazıcı dilinden, yazmacı elinden bellidir: Yapılan her işin uzmanlık isteyen,
beceri gerektiren yönleri vardır. Yazıcı, konuşmasından; el işi gören de elinden belli
olur. (Arslan, 2011: 349; Şen, 2006: 112)
Yazın artığı, gışın gatığıdır: Bkz: “Yaz gününün bulaşığı, gış gününe gatık olur”
(KA, 2017a: 390; Şen, 2006: 112)
Yazın başı pişenin gışın aşı pişer: Bkz: “Yazın beyni gaynamıyanın gışın gazanı
gaynamaz” (ATKVE, 2011: 138; Dalkıran, 2005: 49)
Yazın beyni gaynamıyanın gışın gazanı gaynamaz: Yazın sıcağın altında
sıcaktan beyni kaynayarak çalışıp kışlık yiyeceklerini, yakacaklarını hazırlamayan
kimse, kışın kazan kaynatamaz. Aç kalır, perişan olur. Ocağını, sobasını yakamaz. Ne
kendisi ısınabilir ne de yemeklerini pişirebilir. (Özalp, 2008: 435)
Yazın beyni gaynamıyanın gışın unu gar olur, sakın ona dokanma onun hulku
dar olur: Yazın sıcağın altında, sıcaktan beyni kaynayarak çalışıp kışlık yiyeceklerini
hazırlamayan kimse kışın un bulup ekmek yapamaz. Kardan başka yiyeceği de olmaz.
Böylesinden uzak durun, çünkü sinirli ve kavgacı olur. (Özalp, 2008: 435)
Yazın gölge hoş, gışın çuval boş: Yazın gölgede yatmak güzeldir, ama kışın
geçim sağlamak zor olur. (Özturan, 2014: 259)
Yazın soba, gışın yaba al: Mevsimi dışında alınan şeyler, ucuz olur. (Polat,
2016: 35)
Ye ekşiyi doğur Ayşe’yi, ye datlıyı doğur atlıyı: Anne, aşerme döneminde ekşi
yerse kızı, tatlı yerse oğlu olur inancı doğrultusunda bu söz söylenir. Gebe kadına
doğuracağı çocuğun cinsiyeti için öğüt. (Akben, 2010: 443; Ertekin, 1997: 71)
Yedi adım yolunan bir içim suyun hakkı var: Birlikte yapılan yolculuğun, bir
içim suyun hatırı vardır. (Caferoğlu, 1995: 164)
Yedik içtik, yüzden düştük: Misafirlikte yedik içtik artık gitme zamanı geldi.
(Özalp, 2008: 353; Özturan, 2014: 260)
Yedisinde neyse, yetmişinde o: İnsan, küçükken öğrendiklerini, huy
edindiklerini ölene kadar unutmaz. (Şen, 2006: 112)
Yeğnilik başa bela: Herkes, toplumun genel kaidelerine göre hareket etmelidir.
Hoşa gitmeyecek davranışlardan kaçınmalıdır. (Özturan, 2009a: 225)
Yel gayadan ne anlar/goparır: Kaya serttir, rüzgar çarpar geri döner. Kayadan en
küçük bir parça koparamaz. Bunun gibi zayıf, güçsüz insanlar kuvvetli insanlara,
fakirler de zenginlere hiçbir şey yapamaz. Yapmaya çalışırsa genellikle kendisi zarar
eder. (Özalp, 2008: 435; Özturan, 2009a: 225)
Yel gibi gelen sel gibi gider: Acele yapılan iş acele sonuçlanır. (Şirikçi, 2007:
86)
Yemeği yiyince ya sırt üstü yat ya da yedi adım at: Yemeğin iyi sindirilmesi için
halk arasında böyle bir anlayış vardır. (Dalkıran, 2005: 46)
Yemeyenin malını yerler: Pinti insanın yemeye kıyamadığı malını sağlığında
gücü yetmediği insanlar, öldükten sonra da mirasçıları yer. (Kozan, 2007: 219; Özturan,
2009a: 225)
Yemezidim tavuk eti nazınan, yedirdiler cücük burnu duzunan: Gelin serzenişi.
Baba evimizde her yemeği yemezdim ama koca evinde en beğenmediğim yemekleri
yemek zorunda kaldım. (Çınkır, 2016: 1108-1109; Özturan, 2014: 261)
Yenen ile yanana bir şey/dağlar dayanmaz: Sonucu kullanılamaz olacak olan ya
da bitecek olana hiçbir şey dayanmaz. (Arslan, 2011: 350; Dalkıran, 2005: 50; Özturan,
2009a: 225; Şen, 2006: 112)
Yeni hatun gurnayı gırar tasınan, yeni hoca minareyi yıkar sesinen: Her işe yeni
başlayan hevesli, istekli ve iştahlı olur. Onun için de gereğinden fazla, abartılı bir
şekilde çalışır. Bkz: “Sonradan müezzin olan minareyi yıkar sesinen, sonradan hatın
olan çunuru gırar tasınan” (Özalp, 2008: 354)

359
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yenilen yerde hayır bereket olur: Malını, sofrasını başkalarına açan insanların
olduğu yerde bereket olur. (Özturan, 2009a: 225)
Yer altında olmasın da bağ ardında olsun: Yeter ki ölmesin uzakta olsa da olur.
(Özturan, 2009a: 225)
Yerdeki yüzü/yüze kimse basmaz/tepelemez: Yüzü yumuşak, uyumlu,
yardımsever, insanlara faydalı olan kişileri herkes sever, sayar. Kimse onu tepeleyip
geçmez. (Karalar, 1998: 40; Özalp, 2008: 436; Şirikçi, 2006: 23)
Yerin gulağı var: İnsanın konuşmalarına dikkat etmesi gerekir. İki kişinin
konuştuğunu bir bakarsın herkes duyar. Sanki konuşma yeri, herkesin kulağıdır.
(Özturan, 2009a: 225)
Yerinden oynayan/galkan yetmiş iki gazaya/derde uğrar: Her şey, her insan
bulunduğu yerde, edindiği çevrede, akrabalarının, eşinin, dostunun içinde bir değerdir
ve emniyettedir. Yer değiştirdiği, yabancıların içine girdiği zaman ne değeri kalır ne de
emniyeti. O zaman da büyük sıkıntılara uğrar. (Özalp, 2008: 436; Özturan, 2009a: 225)
Yerine düşmeyen gız yerine yerine, boyuna düşmeyen esbabı sürüne sürüne
eskir: Bkz: “Yerini bulamayan gelin, yerine yerine ölür” (Dalkıran, 2005: 45)
Yerini bulamayan gelin, yerine yerine ölür: İstediği bir ortama gidemeyen gelin
yerine yerine helak olur. (Okumuş, 2006: 162)
Yersem namım artar, yemesem şanım artar: Yersem güçlenirim, yemezsem
zengin olurum. (Dalkıran, 2005: 47)
Yersen gabacık, yemezsen gapı açık: Şartlara razı olmayanın ayrılması gerekir.
(KA, 2017a: 390)
Yersin garnın büyür, s..arsın küllük büyür: Çok yersen faydası olmaz karnını
büyütür, şişmanlatır ve sırtına kilolarca yük yükler. Bu yükü sürekli taşımak zorunda
kalırsın. Yediğini boşalttığında -ki eskiden küllüklere yapılırdı- boşalttığın yer büyür.
(Özalp, 2008: 354)
Yeşil yaprak eden de gişi, gara toprak eden de gişi: Kadının kocaması, genç
kalması kocaya bağlıdır. (Özturan, 2014: 263)
Yeter ki ağartın olsun, sineğin Şam’dan gelir: Yoksulun yüzüne kimse bakmaz,
ama az çok bir şeyleri olanın eşi, dostu ve tanıdıkları çoğalır. Örnek: Adam fukara iken
kimse yüzüne bakmıyordu, piyango çıkınca ta nerelerden hısım akrabası çıktı. Boşuna
dememişler “yeter ki ağartın olsun sineğin Şam’dan gelir” diye. (Bilgin, 2006: 339)
Yıkılan [yiğit] güreşe doymaz: Kişi, mağlup olmayı kabullenemez. Kazanırım
diye tekrar güreşir yine mağlup olur. (Özturan, 2009a: 225; Şen, 2006: 112)
Yıkmak golay, yapmak zor: Bir şeyi uzun aşamalardan sonra yapabilirsin, ama
çok kısa sürede yıkarsın. İnsanları da kazanmak için çok zaman gerekir, fakat ufak bir
hatada arkadaşlıkları, dostlukları yerle bir edebilirsin. (Çoğalan, 1982: 115; Şen, 2006:
112)
Yıl azmaz, gul azar: Hayat şartları aynı şekilde devam eder. İnsan hayatına aynı
devam etmez. Bir bakarsın ki yoldan çıkmışsın. (ATKVE, 2011: 138)
Yılan eğrilir büğrülür, deliğine girerken dosdoğru/dümdüz girer/olur:
Yabancılarla olan ilişkisinde dürüst davranmayan kişi, yakınlarına karşı doğruluktan
ayrılmaz. (Alparslan-Özturan, 2010: 75; Özturan, 2009a: 225)
Yılanca yılan toprağı behriziynen yalar: Yılan bile iktisada, idareli yiyip içmeye
dikkat eder. İnsanların bu konuda daha dikkatli olması gerekir. (Özalp, 2008: 436)
Yılanı gören yılına gadar örmeyi atlamamış: Yılan görüp korkan kimse, bu
korkunun tesiriyle gördüğü ipi de yılan sanıp üstünden geçmezmiş. Herhangi bir tehlike
ile karşılaşan kimsenin, tekrar karşılaşmamak için uyanık olması gerekir. (Özalp, 2008:
436)
Yılanıken yılan toprağı gıdım gıdım yalar: Bkz: “Yılanca yılan toprağı
behriziynen yalar” (Özturan, 2009a: 225)
Yılanın sevmediği ot deliğinin ağzında biter: Bkz: “Yılanın sevmediği yarpız, o
da başında biter” (Özturan, 2009a: 225)
Yılanın sevmediği yarpız, o da başında biter: İnsanların sevmediği, hoşlanmadığı
şeyler ve insanlar sık sık karşılarına çıkar ve onları rahatsız eder. Hoşlanılmayan,
istenilmeyen veya korkulan durumlar için kullanılır. (Özalp, 2008: 436)

360
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yılanın soktuğu uyumuş, aç uyuyamamış: Açlık insan üzerinde zehirlenmekten


daha tesirlidir. Bu yüzden açların doyurulması, çıplakların giydirilmesi, fakirlerin
gözetilmesi gerekir. Aksi halde toplumda büyük fitneler, patlamalar ve felaketler
meydana gelir. (Özalp, 2008: 436; Özturan, 2009a: 225)
Yılın eğrisini mart doğrultur: Mart ayında hava mevsim normallerinde seyreder.
Hava dengelenir, ne soğuk kalır ne de sıcak. (Elife Akkurt)
Yıllanmış oduna zekat düşer: Elinde çokça beklettiğin bir şeye zekat düşer.
(Mehmet Kamalak-1)
Yırağın davulu goyu öter: Uzakta olan şey tez duyulur. (Polat, 2016: 36)
Yırtılan Kör Hasan’ın şalvarı: Hikâyesi: Kör Hasan, tartışan iki kişinin arasına
girer. Dövüşün arasında kalır, suçsuz yere şalvarı yırtılır. Daha sonra benzer durumlar
meydana geldiğinde herkes bu sözü söyler. (Deniz, 2015: 56)
Yiğidi yiğide ver, yatağı çalı gibi olsun: Kafa dengi olan insanları birleştir.
İsterse yatacak yerleri olmasın. (Göçer, 2010: 70)
Yiğidin acısı dabandan çıkar: Çok çalışan insan, ayakları üzerinde iş yaptığından
en büyük acıyı ayaklarından çeker. (ATKVE, 2011: 138)
Yiğidin anası tez ağlar: Yiğit kimse, her an tehlikeli ve ölümlü işlerle meşgul
olduğundan bu tip kimselerin anası da sürekli korku içinde olur. (Şahiner, 2017: 35)
Yiğidin malı gözünün önünde gerek: Bkz: “Yiğidin malı meydanda gerek”
(Özturan, 2009a: 225)
Yiğidin malı meydanda gerek: Cömert bir insanın malı herkesin faydalanmasına
açıktır. (Kozan, 2007: 219; Özturan, 2009a: 225)
Yiğidin sağlığı da sermaye yeter: Yiğit kimsenin sağlığı bile düşmana korku
verir. (Caferoğlu, 1995: 144)
Yiğidin sözü, demirin kertiğidir: Yiğit ölür, sözünden dönmez. Demirin kertiği
kolay kolay gitmez. (ATKVE, 2011: 138; Arslan, 2011: 350; Çoğalan, 1982: 114;
Körük, 2005: 31; MİY, 1967: 194; Okumuş, 2006: 162; Özturan, 2009a: 225; Özturan,
2009b: 177; Özturan, 2014: 264; Şen, 2006: 117; Yakar, 1997: 60)
Yiğit bin yaşar, fırsat bir düşer: İnsanlar ne kadar çok yaşarsa yaşasın, eline çok
fazla fırsat geçmez. Eline geçen fırsatı da değerlendiremez ise eline hiçbir şey geçmez.
Hayatta başarılı olamaz. (Özalp, 2008: 436; Özturan, 2009a: 225)
Yiğit döküntülü gerek: Yiğidin sağı solu olmaz. Karmaşık bir hayatı olur.
(Karalar, 1998: 40)
Yiğit olan ele sırrını bildirmez: Yiğit kimse, yabancı birine özel durumlarını
iletmez. (Yalman, 1977: 325)
Yiğit, gızdan gıymetli gerek: Erkek evlat, kızdan daha kıymetli olur. (Çoğalan,
1982: 115)
Yiğit/er lakabıyla/namıyla anılır: İnsanlar namlarıyla, çevrelerine bıraktıkları
izle anılırlar. (Bilgin, 2007b: 92; Erdem vd., 2009: 2542; Özturan, 2014: 124)
Yiğitlik dokuzdur; sekizi gaçmak, biri hiç görünmemek: Yiğitlik üzerine
söylenmiş, iğneleyici bir atasözü. (ATKVE, 2011: 138)
Yitme elin gapısını el ucuyla, yiterler gapını el gücüyle: Bkz: “Değme el
gapısına el ucuyla, değerler gapına gol gücüyle”(ATKVE, 2011: 138; Özturan, 2009a:
225)
Yiyemeyeceğin b..un başına geçme: Yapamayacağın işe bulaşma. (Özturan,
2014: 264)
Yiyen ağız utanır: Birine bir ikramda bulunursan daha sonra işlerini yaptırırsın,
çünkü yiyen ağız utanır, işlerini yapar. (Özturan, 2009a: 225)
Yoğurdun yüzünü yiyen, yolun düzünü yürüyen adamla baş edemezsin: İşin
kurnazlığını yapan insanla mücadele etmek zordur. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Yokluk, yiğidi kötü eder: Yokluk, insanı zor durumda bırakır. (Mehmet Pırnaz)
Yoksulun bir duvarı yıkık olur: Fakir kimse, işlerinin iki ucunu bir araya
getiremez. (Karalar, 1998: 41)
Yoktan var etmek Allah’a vergidir: Hiç kimse, olmayan bir şeyi meydana
getiremez. Bu iş Allah’a mahsustur. (ATKVE, 2011: 138)

361
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yol bilen kervana katılmaz: Kendi ayakları üzerinde durmasını bilen


başkalarından yardım almaz, başkalarıyla ortak hareket etmez. (ATKVE, 2011: 138)
Yol büke, çamur çöke: Gün olur hesap döner, fırsat bana da düşer. (Çınkır, 2016:
1123)
Yol sora sora bulunur: Gidilecek yol, ulaşılacak menzil ve öğrenilecek ilim
sorularak bulunur, öğrenilir. (Özalp, 2008: 437)
Yol yürümeynen, borç ödemeynen tükenir: Yolu yürümek, borcu ödemek, işi
yapmakla bitirebilirsin. (ATKVE, 2011: 138; Dalkıran, 2005: 48; Özalp, 2008: 437;
Özturan, 2009a: 225)
Yol, eğri yolda gerek: Bir işin kıymeti, zorluklar meydana çıktığında gerek olur.
(Özturan, 2009a: 225)
Yola giden beygirin hızı kesilmez: İş yapan kimse engellenmez. (ÖD,
29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Yola yoğurt döken var mı?: Malını mülkünü, parasını ortaya döken, yağma
ettiren kimse bulunabilir mi? Öbür taraftan ilmini, sanatını karşılıksız öğreten olur mu?
Aslında ilmi parasız öğreten olmalı. (Özalp, 2008: 437; Özturan, 2014: 265)
Yolcu yolunda gerek: Yolculuğa çıkacak kimse, zaman kaybetmemeli
yolculuğuna başlamalıdır. (Özturan, 2009a: 225; Özturan, 2009b: 305)
Yolcunun halından Allah bilir: Yolculuk yapmak, hele ki eski zamanlarda çok
çetin bir iştir. Yolculuk yapan insanın halini Allah bilir. (Özturan, 2009a: 225)
Yoldan gal, yoldaştan galma: Yapman gereken bir işi daha sonra da yapabilirsin,
ama arkadaşsız olma. (Dalkıran, 2005: 51)
Yoldan giden yorulmaz: Düz, doğru, bilinen yoldan bilerek, şuurlu olarak giden
kimse fazla yorulmaz, muhakkak menzile ulaşır. Yapacağı işleri de usulüne uygun
şekilde, bilinen metotlara uygun biçimde yapan kimse işi başarır ve gerekli verimi alır.
(Özalp, 2008: 437; Özturan, 2009a: 225)
Yorgan galkmadan/varıken döşşek galkmaz: Her işin bir düzeni, sırası vardır.
(Çınkır, 2016: 1126; KA, 2017a: 390; Özturan, 2009a: 225; Özturan, 2009a: 226)
Yorgun eşşeğin çüş canına minnet: Yorulan yolcuya, işçiye mola vermek, can
bağışlamak gibidir. Yorulan insanın ve hayvanın dinlenmesi şarttır. Dört gözle istirahat
verilmesini bekler. Bütün iş yerlerinde bu kurala uyulmalı, çalışanlar kısa da olsa
molalarla dinlendirilmelidir. Bu şekilde iş yerlerinin verimli ve ürünlerin kaliteli olması
sağlanır. (Özalp, 2008: 437)
Yularsız ata binilmez: Disipline bağlı olmayan kişiyle iş yapılmaz. (Özturan,
2009a: 226)
Yumurtlamadıktan sonra gargalar da senin tavuğun olsun: İşe yaramadıktan
sonra bütün dünya senin olsun. (Özalp, 2008: 355)
Yumuşak diken berk batar: Sessiz sakin insanın kızgınlığı çok kötü olur. (KA,
2017a: 390)
Yumuşak olma ezilirsin, sert olma gırılırsın: İnsanlara karşı çok yumuşak olma,
seni incitirler. Çok sert de olma. (Göçer, 2010: 55)
Yunsa yunmuş, yunmasa gümüş: Güzel; yıkansa bir türlü güzel, yıkanmasa bir
başka türlü güzeldir. Ama her halükarda güzeldir. (Özalp, 2008: 357; Özturan, 2014:
266)
Yurt bilmezsen yurda gon, hiç bilmezsen sor da gon: Üzerinde yaşayacağın bir
yer olsun. (ATKVE, 2011: 138)
Yuyucuya hak değsin de ölü ister cennete gitsin, ister cehenneme: Maddiyatı ön
planda tutan işini yapar. Onun için işin sonunun iyi ya da kötü olmasının bir önemi
yoktur. (Özturan, 2009a: 226)
Yüceye harman gurma yel alır, engine harman gurma sel alır, genç avrat alma el
alır: Zarar görebileceğin yerlerde iş yapma. Kendinden çok küçük kadınla da evlenme,
sen ölünce başkasına varır. (KATEDEG, 2012: 78)
Yük altında eşşek anırmaz: Ağır bir iş altında çalışan kimse, bu durumdan
kurtulmadan birtakım istekler peşinde koşmalıdır. (Şirikçi, 2007: 82)
Yük altında eşşek galır: İnsanlar, kendilerine yapılan iyiliklerin altında kalıp
ezilmez, mutlaka karşılığını verir. Bir işin başına geçince vazgeçmez, sonuna kadar
götürür. (Özalp, 2008: 437; Özturan, 2014: 267;Faruk Zülkadiroğlu)
362
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yükü ağır olan eşşeğin gidişi yavaş olur: Büyük işler yavaş ilerler. (ÖD,
29.11.2018, www.okkeslerdiyari.com)
Yükü öküz çeker, gıcırtıyı kağnı çıkarır: Bir işin zorluğunu biri yapar, bir
başkası da bu durumdan şikayetçi olur. (Karalar, 1998: 41)
Yükünde olan gocunur: Bir toplumda bir kişi eşyasının kaybolduğunu söylerse
ve o anda çantası başka birinin elindeyse gözler o kişiye çevrilir. Oysa kişi, kaybolan
eşyasını görenin olup olmadığını sorsa diğer kişi de elindeki çantasını açıp gösterse ne
kuşku kalır ne de yanlış düşünce. (Kuyumcu, 1995: 42)
Yürük at, yemini artırır: Gayretli, çalışkan, iyi ve temiz iş yapan, işten kaytarıp
zaman öldürmeyen kimseler hem itibarlarını, mevkilerini, makamlarını yükseltirler hem
de gelir, kazanç ve mükafatlarını artırırlar. (ATKVE, 2011: 138; Özalp, 2008: 437)
Yürüyen atın başına vurulmaz: İşini iyi yapan birini sıkıştırmak gerekmez.
(Dalkıran, 2005: 51; Özturan, 2009a: 226; Özturan, 2009b: 291)
Yüz verme arsız olur, az verme hırsız olur: Bkz: “Bkz: “Acındırırsan arsız,
acıktırırsan hırsız olur”” (Kozan, 2007: 219)
Yüz, yüzden utanır: İnsanlar birilerinin yanında olmadıkça kolay kolay
utanmazlar. Ancak yüz yüze geldiklerinde tavırları değişir ve utanma duygusunu
hissederler. (Özalp, 2008: 437; Özturan, 2009a: 226)
Yüzü/hüsnü güzele doyulmuş, huyu güzele doyulmamış: Yüz güzelliği olana
baka baka doyabilirsin, ama huyu güzel olanın davranışlarına doyamazsın. (Arslan,
2011: 350; Çoğalan, 1982: 115; Dalkıran, 2005: 47; Özturan, 2009a: 226; Şen, 2006:
112)
Yüzüne bakanın garnı doymaz, b..una basan iflah olmaz: Toplumda sevilmeyen
biriyle beraber olunmaz. Çünkü böylelerinden fayda görülmez. (Polat, 2016: 36)
Zahirenin ambarı, sabanın ucundadır: Tarlada iş yaparsan ambarın dolar.
(ATKVE, 2011: 138)
Zahmetsiz lokma yenmez: Bkz: “Zahmetsiz rahmet olmaz” (ATKVE, 2011:
138)
Zahmetsiz rahmet olmaz: Sıkıntı çekmeden güzel iş yapılmaz. (Dalkıran, 2005:
51)
Zaman sana uymazsa, sen zamana uy: Değişen dünya şartları kişiye uymaz.
Kişinin değişen şartlara ayak uydurması gerekir. (ATKVE, 2011: 138)
Zarardan gorkan kâr edemez: Yapılacak işin kötü yanını göze alamayacak olan
kimse, kazançlı çıkamaz. (ATKVE, 2011: 138; Şen, 2006: 112)
Zehir yiyen it, su arar: Zor durumda kalan biri, bu durumdan kurtulmanın
çarelerini arar. (Şahiner, 2017: 36)
Zehirden şifa, gahpeden vefa beklenmez: Kötü olanlardan, zarar verebilecek
olanlardan insana fayda gelmez. (Şen, 2006: 112)
Zemheride aç bırakılan öküz yaz baharda çite gitmez: Zamanında yardım
edilmeyen kişi, daha sonra işin düştüğünde sana yardım etmez. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Zemheride gar yağacağına gan yağsın: Kışın sert günlerinde kar yağması, o yıl
elde edilecek ürünlere zarar verir. Bu yüzden o yıl üründen verim alınamaz. (Deniz,
2015: 57)
Zemheride yorganın, tomusta (temmuzda) ayranın olacak: Her mevsimde o
mevsimdeki ihtiyaçlara cevap verecek malzemenin olması gerekir. (ÖD, 29.11.2018,
www.okkeslerdiyari.com)
Zengin acer giyerse hayırlı olsun derler, fakir acer giyerse “nerden buldun”
derler: Zengine her şeyin en iyisi rahatlıkla layık görülür, iltifat edilir. Fakir, ömründe
bir defa iyi bir elbise giyecek olsa kuşkuyla bakılır. Acaba çaldı mı, yoksa birisi hayrına
mı verdi gibi şüpheler meydana gelir. (Özalp, 2008: 438)
Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir/züğürt düz ovada yolun şaşırır: Zenginler
becerikli olur, işini iyi bilir, yardımcıları çoktur, işlerini para zoruyla bile yaptırırlar. Bu
yüzden de işleri tıkır tıkır yürür. Fakir bütün imkanlardan mahrum olduğu için işleri iyi
yürümez, en kolay işleri bile zora girer. (ATKVE, 2011: 138; Arslan, 2011: 350; Özalp,
2008: 438; Şen, 2006: 113)

363
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Zengin fakir olmuş, evinden gırk yıl nezahet gitmemiş; fakir zengin olmuş, gırk
yıl evinden koku gitmemiş: Zengine nezahet, fakire koku sinmiştir. (Demir, 2011: 58)
Zengin gabahat yapsa gaza, fakir yapsa ceza: Zenginin hataları anlayışla
karşılanır, ama fakirin hataları ceza vermeyi gerektirir.Bkz: “Hanım gırarsa gaza,
hizmetçi gırarsa ceza” (Dalkıran, 2005: 50)
Zengine zengin, fukaraya Allah için: Zengine zenginliği için, fukaraya Allah
rızası için hürmet etmek. (Özturan, 2014: 271)
Zengini hayırsız evlat, fakiri guru inat, memuru süslü avrat batırır: Malı mülkü
olan insanı, hayırsız evladı batırır. İnat fakiri batırır. Giyimine kuşamına düşkün olan
kadın da kocasını batırır. (Özturan, 2009a: 226)
Zenginin ayıbı, fukaranın hastalığı meydana çıkmaz: Zenginin ayını bilsen de
söylemeye çekinirsin, fukara da hastalığını söylemez çünkü aç kalır, kimse ona iş
vermez. (ATKVE, 2011: 138; Şen, 2006: 113)
Zenginin çocuğu iş deyi ağlar, fakirin çocuğu aş deyi ağlar: Zengin çocuğuna
işin iyiliklerini, faydalarını öğretir ve iş verip para kazandırarak bunu ispat eder. Onun
için zenginin çocuğu iş peşinde koşar. Ama fakirin böyle imkanları olmadığı için
çocuğu iş öğrenemez, boş kalır, boşluktan sıkıntıya düşer ve yeme içme peşinde koşar.
(Özalp, 2008: 438)
Zenginin gönlü oluncaya gadar, fukaranın canı çıkar: Zengin, bir şeyi beğenene
kadar, beğendiği işlerde çalışan insanın canı çıkar. (ATKVE, 2011: 138)
Zenginin malı, fakirin çenesini yorar: Züğürt olanlar, zenginlerin malı üzerinde
konuşur dururlar. Bu durum onların sadece çenesini yorar. (Dalkıran, 2005: 50)
Zenginin yükü dağdan aşar, fakirinki düz yolda şaşar: Bkz: “Zengin arabasını
dağdan aşırır, fakir/züğürt düz ovada yolun şaşırır” (Dalkıran, 2005: 50)
Zeytin dededen, incir babadan, bağı da kendin dikmeli: Zeytinin ve incirin
meydana gelmesi uzun zaman ister, ama bağ hemen meyvesini vermeye başlar.
(Karalar, 1998: 41)
Ziyan olan goyunun guyruğu yağlı olur: Kaçan balık büyük olur. Elden giden
fırsat, kıymetli olur. (ATKVE, 2011: 138)
Zor fendi/oyunu bozar: Çok güç, prensipleri bozar. (Özturan, 2009a: 226; Arif
Bilgin)
Zora dağlar dayanmaz: Zor kullanan kişilere, güçlü insanlar bile dayanamaz.
(Dalkıran, 2005: 49; Özturan, 2009a: 226)
Zorunan güzellik olmaz: Kişiye beğenmediği bir şey zorla beğendirilmez.
(Özturan, 2009a: 226)
Zurnada peşrev olmaz: Rastgele yapılan işte plan, yöntem aranmaz. (Özturan,
2009a: 226)
Züğürt olup düşünmektense uyuz olup gaşınmak yeğdir: Yoksul olup boş boş
durmaktansa uyuz olup kaşınmak daha iyidir. (ATKVE, 2011: 138)
Züğürtlük zadeliği bozar: Soylu kimse züğürtleşince soyluluğu unutulur.
(Özturan, 2009a: 226)

3.3. Beddua/Kargış

Yöreden derlediğimiz hacmi en fazla olan üçüncü kalıp söz grubu beddualardır.
Çalışmamızda 1085 adet beddua bulunmaktadır.

3.3.1. İnceleme/Tasnif

3.3.1.1. İşlev

1. Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme


Guru çayda sele gidesin.
Boş tüfek alnına takılasın.
2. Protesto
Emzirdiğim süt, burnundan gelsin.
Analık hakkım haram olsun.
364
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

3. Dini İnançları Yansıtma


Yedi minarede salan verile.
Vebali boynuna.
4. Küfür-Beddua Bildirme
Anan baban öle.
Ekmeği yedi gapıda bulamayasın.
5. Durum bildirme
Caminin cipine binesin.
Horozun ötmeye, bacan tütmeye.
6. Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Ayın bayın olasın.
Defteri dürülesice.

3.3.1.2. Yapı

1. Tek Kelimeden Oluşan Beddualar


Töremeyesice
Ölesice
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Beddualar
İsim tamlaması şeklinde beddua vardır: Öllüyün körü
İkileme şeklinde olan beddua vardır: Dert dert
3. Cümle Biçiminde Olan Beddualar
Bazı beddualar devrik yapıdadır:
Kör ola yokluğun gözü.
Kör olsun ananın gözü.
Bazı beddualar eksiltili yapıdadır:
Canın cehenneme
Cehennem beri sen daha öte
Cümle içerisinde ikilemelerle oluşmuş beddualar vardır:
Oymak oymak yanasın.
Oyum oyum oyulasın.
Bazı beddualar iki yargılıdır:
Çamı yaka da ölüyün yüzüne bakasın.
Ulunun sözünü tutmazsan uluya galasın.

3.3.1.3. Yaygınlık-Kullanım Durumu

1. Genel/Ulusal Beddualar
Ayağı kırılasıca.
Allah’tan bulasın.
2. Mahalli/Yöresel Beddualar
Feleğin sillesini yiyesin.
Of dedikçe gan tüküre.

3.3.1.4. Oluşum

3.3.1.4.(a). Ortam Bakımından

1. Genel Halk Ortamında Konuşulan Beddualar


Galbinin gününü göresin.
Felek vursun.
Gara gara dert.
2. Özel Ortamlarda Oluşan (Argo) Beddualar
Ananın ganlı tumanı başına.
Gan s..asıca.

365
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

3.3.1.5. Anlatım

3.3.1.5.(1). Mensur-Manzum Oluşu Bakımından

1. Mensur Beddualar
Ekmeğin aşın olsun da yiyecek halin olmasın.
Eşşeğin çamura çöksün.
2. Manzum Beddualar
Ölçülü- kafiyeli beddualar bulunmaktadır:

Alt yanında yılan yata,


Başucunda baykuş öte. (8’li hece ölçüsü)

Vurduğun yer et olsun,


Elin kolun küt olsun. (7’li hece ölçüsü)

Kimi çocuk oyunlarında veya tekerlemelerinde manzum beddualara rastlanır:

Arkam gala, önüm gala,


Bana bakan öksüz gala. (8’li hece ölçüsü)

Antep’in üstü gala, oynamayanı Allah ala.

3.3.1.5.(2). Vurgusuz-Vurgulu Oluşu Bakımından

1. Vurgusuz Beddualar
Felçler geçiresin.
Sakalı yolunasıca.
2. Vurgulu Beddualar
Hay gızak diye tabutlara binesin e mi?
Ocağın başına yıkılır inşallah!
Hay Allah belanı versin!

3.3.1.6. Anlam

3.3.1.6.(1). Düz-Ters Oluşu Bakımından

1. Düz Anlamlı Beddualar


Viran olası.
Uluya galasıca.
2. Ters Anlamlı Beddualar
Guru çayda sele gidesin.
Boş tüfek alnına takılasın.

3.3.2. Liste

Abdalın kestiğinden mahrum gedesin: (MİY, 1967: 194; Okutucu, 2000: 120;
Özturan, 2009a: 230)
Acı haberin her tarafa ulaşsın: (Ulu, 2013: 196)
Acı haberlerin gele: (ATKVE, 2011: 140)
Acıdan geberesin: (Şen, 2006: 94)
Acınacak hale düşesin: (Dalkıran, 2005: 63)
Acından ölesin: (Dalkıran, 2005: 63)
Acısına oturduğum: Birinin acısını, öldüğünü görmek. (Özturan, 2009a: 230)
Aç susuz perişan olasın: (Ulu, 2013: 197)
Açılan güllerin solsun: (Ulu, 2013: 197)

366
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Adı batasıca: Yok olasıca. Örnek: O adı batasıcayı gözüme gösterme. (ATKVE,
2011: 140; Arslan, 2011: 376; Bilgin, 2007b: 181; Çınkır, 2016: 20; Gökçe, 2014: 259;
Gökhan-Koç, 2009: 313; Özalp, 2008: 182; Özalp, 2008: 441; Özturan, 2009a: 230;
Özturan, 2014: 29; Şen, 2006: 94; Şen, 2006: 98Uzun vd., 2012c: 344)
Adı bilinmedik memleketlere gidesin: (Şahiner, 2017: 37)
Adı sanı/şanı galkasıca: (KA, 2017b: 132; Özturan, 2009a: 230)
Adı sönüp de şişemenlerden gelesice!: (KA, 2017b: 132)
Adı yeniden vurulasıca: (KA, 2017b: 132)
Adı/adın batsın/bata: Gebersin, adı unutulsun. (Erdem-Kirik, 2011: 460;
Gökçebey, 1999: 86; Özturan, 2014: 29)
Adın başkasına gona: (KA, 2017b: 132)
Adın bebeklere vurula: (Özalp, 2008: 441)
Adın gara yerden gele: (Özturan, 2009a: 230; Şen, 2006: 94)
Adın sanın batsın: (Şen, 2006: 94)
Adın sanın gurusun: (KA, 2017b: 132)
Adın söne: (Sultan Kamalak)
Adına gurban olsun: Taşıdığı ismin sahibine kurban olsun. (Özturan, 2014: 30)
Afacan yiyesice: (Özturan, 2009a: 230)
Afalan tufalan olasın: (Özturan, 2009a: 230)
Ağ donlu gısmet olmaya: (Deniz, 2015: 81)
Ağ güne hasret galasın: (Şahiner, 2017: 37)
Ağım ağım ağleyesice: (Özturan, 2009a: 230)
Ağım ağım dönesice: (Özalp, 2008: 442)
Ağıtların kesilmesin: (Ekem, 2015: 45; Ekem, 2015: 88; KA, 2017b: 132)
Ağlamaktan gülmeye zaman bulamayasın: (Ulu, 2013: 195)
Ağrıcığın yere gelsin: (Şen, 2006: 94)
Ağular içesice: (KA, 2017b: 132)
Ağzı büzülesice: (Bilgin, 2007c: 92)
Ağzı gapanasıca: (Şen, 2006: 94)
Ağzı/ağzın burnu/burnun yumulasıca/yumula: (Dalkıran, 2005: 63; Özturan,
2009a: 230)
Ağzıcığı gabarasıca: (ATKVE, 2011: 140)
Ağzıcığı/ağzın yumulasıca/yumula: Ölesice anlamında kullanılır. (Çınkır, 2016:
29; Kapanoğlu, 2009: 95)
Ağzına [it] s..sın: (Gözükara-Özalp, 2011a: 414; Mehmet Kamalak-3)
Ağzına yuyucu (yıkayıcı) eli gire: (Okutucu, 2000: 120)
Ağzına yuyucu (yıkayıcı) parmağı değe/değesice: (Özturan, 2009a: 230; Şen,
2006: 98)
Ağzında dilin lal olsun: (KA, 2017b: 132)
Ağzından burnundan gele: (Gökçebey, 1999: 87; Şen, 2006: 94)
Ağzından çıksın, yakana dağılsın: (Çınkır, 2016: 30)
Ağzının buğusu tükene: (Şen, 2006: 94)
Ah diyesin, kan tüküresin: (Şen, 2006: 94)
Ahım sende galmaya: (Şen, 2006: 94)
Ahla vahla ömrün bitsin: (Ulu, 2013: 197)
Aklı batasıca: (Ekem, 2015: 72)
Aklı/aklın soyha çıhasıca/çıka: (Kapanoğlu, 2009: 60; Özturan, 2009a: 230)
Aklıcığı guruyasıca: (ATKVE, 2011: 140)
Aklını alan canını ala: (Özalp, 2008: 441)
Aklının hayırcığı görülmeye: (Fadıma Yiğen)
Akşam diri yata, sabah ölü galkasın: (ATKVE, 2011: 140)
Akşama çıkmayasıca: (Özalp, 2008: 442)
Ala ganlı, gülgülü donlu olasın: (Özalp, 2008: 441)
Ala ganlı, yarı canlı gelesin: (Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005: 63;
Gökçebey, 1999: 87; Gökhan-Koç, 2009: 313; Horasan, 1992: 207; Körük, 2005: 41;

367
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

MİY, 1967: 194; Okumuş, 2006: 163; Özturan, 2009a: 230; Şen, 2006: 94; Yakar,
1997: 61)
Aldığın abdest, kıldığın namaz üstüne bulunmaya: (Özalp, 2008: 441)
Aldığın parayı doktora veresin: (Şen, 2006: 94)
Aldık [gidiyok] gızınızı, it yalasın yüzünüzü: Kızı aldık eyvallahımız kalmadı.
(Kuyumcu, 1995: 137; Özturan, 2014: 35)
Aldım oğlumu gızımı, canalıcı görsün yüzünü: Evlendim, çoluğum çocuğum
oldu, bana da koca bunun için gerekti, bundan sonra kocamın yüzünü Azrail görsün.
(Özturan, 2014: 35)
Alevin tependen çıka: (Ekem, 2015: 40)
Alıcılar alasıca: (Kozan, 2007: 217)
Allah ağzını çırpsın: (Özturan, 2009a: 230)
Allah aklını almış, canını da alsa da gurtulsak: (Özturan, 2009a: 230; Özturan,
2014: 36)
Allah aklını almış, darısı canına: (Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005: 63;
Horasan, 1992: 207; MİY, 1967: 194; Okutucu, 2000: 120; Şen, 2006: 94; Yakar, 1997:
61)
Allah az verip gezdirsin, çok verip azdırsın: (Şen, 2006: 94)
Allah belacığını versin: (Şen, 2006: 94)
Allah belanı vere, sıçan selanı vere, püssüktapıdı (tabutunu) galdıra, köpek
namazını gıldıra: (Özturan, 2009a: 243)
Allah belanı versin: (Dalkıran, 2005: 63; Gökçebey, 1999: 87; Gökhan-Koç,
2009: 313; Irmak: 2013: 214; Kozan, 2007: 217; Körük, 2005: 41; Okumuş, 2006: 163;
Özalp, 2008: 441; Ulu, 2013: 196)
Allah belanı, sıçan/köpek/hocalar selanı versin: (ATKVE, 2011: 140; KA,
2017b: 132; Özturan, 2009a: 230)
Allah cami gibi dert, minare gibi fitil versin: (Deniz, 2015: 84)
Allah canımı alsın: Canımdan bezdim, öleyim de kurtulayım. (Özalp, 2008: 186)
Allah canını ala/alasıca: (Dalkıran, 2005: 63; Gökçebey, 1999: 87; Özalp, 2008:
441; Ayşe Koçak)
Allah canını taksit taksit ala: (KA, 2017b: 132)
Allah cezanı versin/vere: (Gökçebey, 1999: 87; Körük, 2005: 41; Şen, 2006: 94)
Allah ç..lüce görmeyesin: (Özturan, 2009a: 230)
Allah darısına çıkarsın: (Özturan, 2009a: 230)
Allah derdine dert gatsın: (Ekem, 2015: 45)
Allah dilinde bitire: (Kapanoğlu, 2009: 32)
Allah el gınamaz ayrılığı vere: (Şen, 2006: 94)
Allah galabalığını [tez] galdıra/galdırsın: (Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005:
63; MİY, 1967: 194; Özturan, 2009b: 232; Şen, 2006: 94; Yakar, 1997: 61)
Allah galbine göre versin: (Özalp, 2008: 441)
Allah gençliğine doyurmasın: (Şen, 2006: 94)
Allah gınayanın başına versin: (Özturan, 2009a: 230)
Allah gözün ışığın alsın: (KA, 2017b: 132)
Allah gözünden yaşı eksik etmesin: (ATKVE, 2011: 140)
Allah hışmını versin: (Kozan, 2007: 217)
Allah iki dünyada yüzünü güldürmesin: (Ulu, 2013: 196)
Allah iki gözünü elinden alsın: (Elife Akkurt)
Allah kel versin, dırnak vermesin: Allah fırsat vermesin. (Dalkıran, 2005: 55;
Faruk Zülkadiroğlu)
Allah merhametler vermeye: (Sultan Kamalak)
Allah niniyem tekerler altında galasın. (KA, 2017b: 133)
Allah niyetine yetirmeye: (Özturan, 2009a: 230)
Allah ondurmasın: (Karalar, 1998: 74)
Allah sana beni unutturacak dert vere: (Karalar, 1998: 74)
Allah sencezi ahrete gataol ede (Apar topar yollaya): Kızılan kişinin ansızın
ölmesini, ahrete apar topar gitmesini isteyen bedduadır. (Kılıç, 2008: 114)
368
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Allah seni ala ki gurtulam: (Şen, 2006: 94)


Allah seni attan indirip eşşeğe bindirsin: (Şen, 2006: 94)
Allah seni bir solukluk etsin: (Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005: 63; Gökhan-
Koç, 2009: 313; MİY, 1967: 194; Özturan, 2009a: 230; Şen, 2006: 94; Yakar, 1997: 61)
Allah seni davul eylesin, beni de davul: Birisine ceza vermek isteyip de
veremeyenler söyler. (Çınkır, 2016: 52)
Allah seni gabır gomşusu etmesin: (Karalar, 1998: 74)
Allah seni gahretsin: (Şen, 2006: 94; Ulu, 2013: 197)
Allah seni iflah etmeye: (Şen, 2006: 94)
Allah seni nasıl biliyorsa öyle etsin/yapsın: (ATKVE, 2011: 140; Özturan,
2009a: 230; Şen, 2006: 94)
Allah seni şeytan azabına uğratsın: (ATKVE, 2011: 140)
Allah seni töretmeye: (Gökhan-Koç, 2009: 313; Şen, 2006: 94)
Allah tez günde canını alasıca: (Özturan, 2009a: 230)
Allah uyuz vere/versin de dırnak vermeye/vermesin: (Göçer, 2004: 190;
Özturan, 2009a: 230)
Allah yattığın yerden galdırmaya: (ATKVE, 2011: 140; Arslan, 2011: 380)
Allah yedirmesin/yedirmeye: (Körük, 2005: 41; Okumuş, 2006: 163; Özturan,
2014: 38)
Allah yetmeye ermeyesin: Annelerin çocuklarına kızdığında söylediği
bedduadır. (Sultan Pırnaz)
Allah yetmiyesin e mi?: (A. Kurt, 2017: 17; Karalar, 1998: 74)
Allah yüzünü güldürüp garnını doyurmasın: (KA, 2017b: 133; Kozan, 2007:
217)
Allah’a gurban ol: (Özturan, 2014: 38)
Allah’ın gahrına uğrayasın: (Özalp, 2008: 442)
Allah’ın hışmına uğrayasıca: (Özalp, 2008: 442)
Allah’ın hışmına, gazabına uğrayasın: (Şen, 2006: 94)
Allah’ından bul e mi?: (Özturan, 2014: 39)
Allah’ından bulasıca/bulasın/bulsun: (Dalkıran, 2005: 63; Körük, 2005: 41;
Okumuş, 2006: 163; Özturan, 2009a: 230;Uzun vd., 2012a: 84;Uzun vd., 2012a: 199)
Allah’ından kitabından bulasın: (Salih Kamalak)
Allah’la baş başa kal: (Körük, 2005: 41)
Allah’tan bulasın: (ATKVE, 2011: 140; Şen, 2006: 94)
Alnına gara yazıla: (Şen, 2006: 94)
Alt yanında yılan yata, başucunda baykuş öte: Bir evin çatısında baykuş öterse o
evden ölü çıkacağına inanılır, bundan dolayı sevilmeyen insanlar için “Alt yanında yılan
yata, başucunda baykuş öte” denilir. (Karaoğlan, 2004: 1004)
Altın leğenlere gan gusasın: (KA, 2017b: 133)
Altın üstün maraz döke: (KA, 2017b: 133)
Analığın batsın: (Uzun vd., 2012b: 65)
Analık elinde galasın: (Özturan, 2009a: 230)
Analık hakkım haram olsun: (Şen, 2006: 94)
Anan baban gızıl tabutta gide: (KA, 2017b: 133)
Anan baban öle: (Bilgin, 2007a: 232)
Anan ölsün: (Temiz, 2005: 99)
Anan saçlarını üstüne yola: (Özalp, 2008: 442)
Anan üstüne höğüre: (Özalp, 2008: 442)
Anandan doğduğuna pişman olasın: (Şen, 2006: 94)
Ananı derdini Allah ala: (Adem Pırnaz)
Ananı eşşek govalaya: (Şen, 2006: 97; Celalettin Ceyhan)
Ananın ganlı tumanı başına: Tecavüze uğramış ananın kanlı donu başına geçsin.
(Kapanoğlu, 2009: 53; Özalp, 2008: 454; Özturan, 2009a: 246)
Ananız dert yesin: (Özturan, 2014: 41)
Anasız [babasız] galasın: (Dalkıran, 2005: 63; Şen, 2006: 94)
Antep’in üstü gala, oynamayanı Allah ala: (KATEDEG, 2012: 74)
369
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Aranıza çarşamba soğukluğu gire: (Karalar, 1998: 74)


Arkam gala, önüm gala, bana bakan öksüz gala: Açık arazide tuvalete otururken
öteki arkadaşlarının kendisine bakmalarını önlemek için çocuklar bu sözü söyler.
(Özturan, 2009a: 243)
Arkan teneşire gele: (Şen, 2006: 94)
Arkan yere gele: (Gökhan-Koç, 2009: 313; Şen, 2006: 94)
Ataşlar canına yapışa: (Şen, 2006: 94)
Ateş düşüp yanasıca: (Gözükara-Özalp, 2011b: 360)
Avradı ellere galsın: (Ulu, 2013: 197)
Ayağı gırılasıca: (ATKVE, 2011: 140)
Ayağın başından ağır gele: (Özturan, 2009a: 230)
Ayağın çolak, başın gabak ola: (Şen, 2006: 94)
Ayağın daşa değe: (Şen, 2006: 94)
Ayağın gırılaydı da gelmez olaydın: (Şen, 2006: 94)
Ayağın gırılsın, [gözün kör olsun]: (Şen, 2006: 94;Ulu, 2013: 196; Ayşe Koçak)
Ayakların cot olsun: (Ekem, 2015: 67)
Ayaklarına gara sular ine: (Gökçebey, 1999: 86)
Ayın bayın olasın: (Şen, 2006: 94)
Baba çıka: Öl, geber anlamında ilenç olarak kullanılır. (DS, 2009: 449)
Babalar yiyesice: (KA, 2017b: 133)
Babalı [pis] başına/boynuna: Vebali başına. (Özalp, 2008: 198; Özturan, 2014:
54)
Babanın sinine ataş yağa: (Özturan, 2009a: 230)
Bacağını it dalasın: Memnun olmadığı bacanağından söz açıldığında ortaya
konan tepki. (Özturan, 2014: 55)
Bacan yıkıla: (Şen, 2006: 94)
Bacana baykuş gonsun: (Şen, 2006: 94)
Bacanda bayguş tüneye/töreye: (KA, 2017b: 133; Özturan, 2009a: 230)
Bacın öle: (Uzun vd., 2012c: 100)
Bağı boran galasıca: (Ekem, 2015: 73; KA, 2017b: 133)
Bağrına daş basasın: (Şen, 2006: 94)
Bağzın gurusun da bir yudum su verenin olmasın: (Ekem, 2015: 41)
Bahtın garara: (Şen, 2006: 94)
Basiretin bağlana: (Şen, 2006: 94)
Baş aşşağı gelesin: (Şen, 2006: 94)
Başı canı derdine düşesice: (Özturan, 2009a: 230)
Başı g..ünden ağır gelesice: (Özturan, 2009a: 230)
Başı kesilesice: (Gözükara-Özalp, 2011b: 226)
Başına benden büyük daşlar düşe: (Ulu, 2013: 200)
Başına benim/boyun gadar daş düşsün/yağsın: (ATKVE, 2011: 140; Özturan,
2009a: 230; Şen, 2006: 94)
Başına çal/çalınsın: (Erşahin, 2011a: 79; Irmak: 2013: 215; Kapanoğlu, 2009:
80; Ulu, 2013: 196)
Başına değirmen daşı düşesice: (KA, 2017b: 133; Özturan, 2009a: 230)
Başına mezar daşı dikile: (Şen, 2006: 94)
Başına tepene çalınsın: İşini iyi yapmayan kimselerle kendisinden bir şey istenip
de vermeyenlere söylenen söz. (Özalp, 2008: 201)
Başına toprak elene: (KA, 2017b: 133)
Başında bayguşlar öte: (Özturan, 2009a: 230)
Başında çırpınalar: (KA, 2017b: 133)
Başında gulplu taslar dönsün: (Özturan, 2009a: 230)
Başını yesin: (Fatih Ceyhan; Muhammet Akkurt)
Başını yitiresin: (Şen, 2006: 94)
Başını, [bağrını] yiyesice: Kudurup başkalarına kötülük yapmaya çalışan
kimselerin başkalarına zarar verememesini, kendi kendine zarar vermesini isteyen
bedduadır. (Arslan, 2011: 376; Özturan, 2009a: 230; Şen, 2006: 94)
370
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Baykuş ötsün ocağına: (Uzun vd., 2012a: 293)


Bayramlara çıkmayasın: (Dalkıran, 2005: 63; Özturan, 2009a: 230)
Bedenin çürüsün: (Irmak: 2013: 215)
Bedenin devrile: (Gökçebey, 1999: 87)
Bedenine gurt düşe: (Şen, 2006: 94)
Bedeniyin darbızı çekile: (Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005: 63; Horasan,
1992: 207; Gökçebey, 1999: 87; Gökhan-Koç, 2009: 313; Körük, 2005: 41; MİY, 1967:
194; Okumuş, 2006: 163; Özturan, 2009a: 230; Şen, 2006: 94; Yakar, 1997: 61)
Bedeniyin hayrını görmeyesin: (Dalkıran, 2005: 63; Şen, 2006: 94)
Bekâr galasın: (ATKVE, 2011: 140)
Belasını bulur inşallah: (Caferoğlu, 1995: 171)
Belasız günün geçmesin: (KA, 2017b: 133)
Beli gırılsın: (Irmak: 2013: 215)
Belin büküle: (ATKVE, 2011: 140; Şen, 2006: 94)
Bellediğin gibi unutasın: Özellikle doğru olmayan bir usulle öğrenilen şeyler
için söylenir. (Özalp, 2008: 203)
Ben büyüttüm gördüm, sen büyütüp göremeyesin: (Özturan, 2009a: 230)
Benden beter ol: (Şen, 2006: 94)
Benden beter yanasın: (Irmak: 2013: 215)
Benden uzak, [cehenneme direk] olsun: Benden uzak olsunlar da cehennemin
maliki, malzemesi, direği olsunlar. (Özturan, 2014: 64; Özturan, 2014: 65)
Beni sevmeyen setirik olsun, beni öpmeyen ötürük olsun: (Özturan, 2009a: 242)
Besleme olasın: (Dalkıran, 2005: 63)
Beterin beteri olasın: (ATKVE, 2011: 140)
Beynin delinsin: (Ulu, 2013: 201)
Bir göğsümden emdiğin gan, diğer göğsümden emdiğin irin olsun: (ATKVE,
2011: 140)
Bir lokma ekmeğe muhtaç olasıca: (Arslan, 2011: 377)
Bir solukluk olasın: (A. Kurt, 2017: 17)
Birbirinizden bulasınız: (ATKVE, 2011: 140)
Bitlenesin, gurtlanasın: (Şen, 2006: 94)
Bizi ağlatanı Allah da ağlatsın: (Elife Akkurt)
Boğazına bağ golu geçsin: Çok yiyecek isteyene beddua. (Özturan, 2014: 53)
Boğazına değirmen tekeri değe: Yemekten içmekten geri kalmıyor. (Özturan,
2014: 53)
Boğazında galsın: (Özturan, 2009a: 230)
Boğazında guş guyruğu çıksın: (Karalar, 1998: 75)
Boş tüfek alnına takılasın: (ATKVE, 2011: 140)
Boynu/boynun altında galasıca/gala/galsın: (Gökçebey, 1999: 87; Körük, 2005:
41; Özturan, 2009a: 230; Şen, 2006: 94)
Boyu budanasıca: (KA, 2017b: 133)
Boyu/boyun [bosu/bosun] devrile/devrilesice/devrilsin: (ATKVE, 2011: 140;
Arslan, 2011: 376; Bilgin, 2007b: 198; Dalkıran, 2005: 63; Gökçebey, 1999: 87;
Gökhan-Koç, 2009: 313; Kapanoğlu, 2009: 60; Körük, 2005: 41; Okumuş, 2006: 163;
Okutucu, 2000: 120; Özalp, 2008: 442; Özturan, 2009a: 230; Şen, 2006: 94)
Boyuna/boynuna/boylarına boz ip/ipler çekilsin/ölçüle/ölçülesice/vurulasıca:
Asılmayı temenni etmek. (ATKVE, 2011: 140; Arslan, 2011: 380; Çoğalan, 1982: 116;
Gökçebey, 1999: 86; Gökhan-Koç, 2009: 313; Horasan, 1992: 207; Kozan, 2007: 217;
Körük, 2005: 41; MİY, 1967: 194; Okumuş, 2006: 163; Okutucu, 2000: 120; Özalp,
2008: 442; Özturan, 2009a: 230; Şen, 2006: 94; Yakar, 1997: 61)
Burnu budanasıca: (ATKVE, 2011: 140; Özalp, 2008: 442; Özturan, 2009a: 230;
Şen, 2006: 94)
Burnun b..tan çıkmaya: (Şahiner, 2017: 38)
Burnundan [fitil fitil] gele/gelesice/gelsin: (ATKVE, 2011: 140; Gökçebey,
1999: 86; Özturan, 2009a: 230; Şen, 2006: 94)
Burnunun direği gırılasıca: (Özturan, 2009a: 230)

371
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Büklüm büklüm olasın: (KA, 2017b: 133)


Büyüdüğü gadar küçülesice: (KA, 2017b: 133)
Büyüdüğün gibi güccülesin: (Özalp, 2008: 442)
Büyük adam olasın, dallanasın, budaklanasın, tam güleceğin zaman ağlayasın:
(KA, 2017b: 133)
Büyümeyesice: (Erşahin, 2011a: 79)
Büzüm büzüm büzülesin: (ATKVE, 2011: 140)
Cahana akasın inşallah: (Karalar, 1998: 75)
Caminin cipine binesin: (Gökhan-Koç, 2009: 313)
Canı çıkasıca: (Dalkıran, 2005: 63; Kozan, 2007: 217; Körük, 2005: 41; Özalp,
2008: 442)
Canı gopasıca: (KA, 2017b: 133)
Canı/canıyın [ciğerinin] derdine düşesice/düşesin: (Çoğalan, 1982: 116;
Dalkıran, 2005: 63; Gökçebey, 1999: 86; KA, 2017b: 133; Körük, 2005: 42; Okumuş,
2006: 163; MİY, 1967: 195; Özturan, 2009a: 231; Yakar, 1997: 61)
Canın cehenneme: (ATKVE, 2011: 140; Kozan, 2007: 217)
Canın çıka e mi?: (Gökhan-Koç, 2009: 313)
Canın çıksın: (ATKVE, 2011: 140; Şen, 2006: 94)
Canında ciğerinde bulasıca: (Dalkıran, 2005: 63; Özturan, 2009a: 231)
Canından olasın: (Özalp, 2008: 442)
Canını gapasıca: (Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005: 63; Körük, 2005: 42;
MİY, 1967: 194; Özturan, 2009a: 231; Şen, 2006: 94; Yakar, 1997: 61)
Canının [malının] hayrını görmeyesice: (Kozan, 2007: 217; Körük, 2005: 42)
Canıyın dersine düşesin: (Şen, 2006: 94)
Canıyın ebciği söküle/uça: Ciğerin çıksın. (Gökçebey, 1999: 87; Dalkıran, 2005:
63; Horasan, 1992: 207; MİY, 1967: 195; Okutucu, 2000: 120; Özturan, 2009a: 231;
Şen, 2006: 94; Yakar, 1997: 61)
Cayır cayır yanasıca: (Gökçebey, 1999: 87)
Cehennem beri sen daha öte [gidesin]: (Kozan, 2007: 217; Özalp, 2008: 211;
Özturan, 2009a: 231; Özturan, 2014: 81)
Cehennem odunu olasın: (ATKVE, 2011: 140)
Cehennemde yanasın: (Dalkıran, 2005: 63; Temiz, 2005: 99)
Cehennemden çıkmayasın: (Uzun vd., 2012b: 197)
Cehennemin dibine, asparanın sapına: (Özalp, 2008: 211)
Cehennemin kör dibine git: (KA, 2017b: 133)
Cenazesi poşetlere goyulsun: (Ulu, 2013: 196)
Cenazesini gurt guş yesin: (Ulu, 2013: 197)
Cennet yüzü görmeyesin: (Dalkıran, 2005: 63; Şen, 2006: 94)
Cesedin poşetlerde gelsin: (KA, 2017b: 133)
Ciğer ateşiyle yanasın: (KA, 2017b: 133)
Ciğerciği ulasıca: (Elife Akkurt)
Ciğeri ağzından gelesice: (Şen, 2006: 101)
Ciğeri bişesice: (Özturan, 2009a: 231)
Ciğeri dökülesice/dökülsün: (Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005: 63; Erdem-
Kirik, 2011: 523; MİY, 1967: 195; Okumuş, 2006: 163; Şen, 2006: 94; Şen, 2006: 101;
Yakar, 1997: 61)
Ciğeri g..ünden gelesice: (Sultan Kamalak)
Ciğeri/ciğerciği/ciğerciğin [lepir lepir] dökülesice/dökülsün: (ATKVE, 2011:
140; Arslan, 2011: 376; Körük, 2005: 42; Özturan, 2009a: 231)
Ciğeri/ciğerin ağzından gele/gelesice/gelsin: (Bilgin, 2007a: 13; Gökçebey,
1999: 87; Kapanoğlu, 2009: 20; Körük, 2005: 41; Özalp, 2008: 442; Özturan, 2009a:
231; Şen, 2006: 94)
Ciğerinde ciller bitsin: (Özalp, 2008: 446; Özalp, 2008: 442)
Ciğerinden bul: (Özturan, 2009a: 231)
Ciğerinden lapa lapa gan gelesice: (Okumuş, 2006: 163)

372
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ciğerine bit düşe: (Ekem, 2015: 39; KA, 2017b: 133)


Ciğerini gapasıca: (Okumuş, 2006: 163)
Ciğerini, bağrını yiyesice: (ATKVE, 2011: 140)
Ciğeriyin sapından vurulasın: (ATKVE, 2011: 140; Çınkır, 2016: 214)
Ciğerlerin ağzından bölük bölük gele, garaltın galka: (Arslan, 2011: 377)
Ciğerlerin su gölü olsun: (Polat, 2016: 88)
Ciğerlerinden yanası: (Ulu, 2013: 197)
Cumaya varmayasın: (Şen, 2006: 94)
Ç..lüceği çömelmeye: (Özturan, 2009a: 231)
Çağı gopasıca: (Dalkıran, 2005: 63)
Çakır dikenlerinde yatasın: (Şahiner, 2017: 37)
Çalımın bata: (Irmak: 2013: 214)
Çam gibi devrilesin/devrilesice: (Bilgin, 2007a: 13; Bilgin, 2007a: 95; Körük,
2005: 41)
Çamı yaka/yakasın da ölüyün/ölücüğünün yüzüne bakasın: (ATKVE, 2011: 140;
Arslan, 2011: 381; Hürü Korkmaz)
Çar çar çatlayasıca: (Özalp, 2008: 442)
Çarşaflara dolanasın: (Şen, 2006: 94)
Çektiğin damar gurusun/guruya: (Özalp, 2008: 442; Özturan, 2009a: 231)
Çenen [tependen] çekile/çekilsin: (ATKVE, 2011: 140; Dalkıran, 2005: 63;
Gökçebey, 1999: 87; Özturan, 2009a: 231; Özturan, 2014: 88)
Çenen çatıla!: (KA, 2017b: 133)
Çenen çekile e mi?: (Gökhan-Koç, 2009: 313)
Çenene hırsızın daşı değe: (Özturan, 2009a: 231)
Çenesi çekilesice: (Kozan, 2007: 217; Körük, 2005: 42; Şen, 2006: 94)
Çer alasıca: (Çınkır, 2016: 244; Ekici, 2005: 35; Kaya-Kozan, 2003: 47;Uzun
vd., 2012b: 273)
Çer çıkarasın: (Özturan, 2009a: 231)
Çer yiyesin: (Bilgin, 2007c: 62)
Çerin kökünü ye: Zehrin kökünü, en kuvvetlisini ye! (Özalp, 2008: 221; Özalp,
2008: 443)
Çerliyesice: (Bilgin, 2006: 73; Özalp, 2008: 442)
Çeyizinin hayrını görmeyesin: (Şen, 2006: 94)
Çıban çıkasıca: (Ayşe Koçak)
Çıkasıca gözlerim: (Uzun vd., 2012c: 197)
Çıra gibi sönesin: (KA, 2017b: 133)
Çıracığını yaka da ölücüğüne bakasın: (Arslan, 2011: 381)
Çıraya kör bakasın: (KA, 2017b: 133)
Çifte bıçaklara gelesin: (Şahiner, 2017: 37)
Çiğ çiğine yunasınız: (Şahiner, 2017: 37)
Çiğneyecek diş bulamayasın: (KA, 2017b: 133)
Çilliğin çula yapışa: Bekâr kalasın. (Özturan, 2014: 92)
Çinliyesice: (Boz, 2004: 914)
Çocuklarına muhtaç galasın: (Şahiner, 2017: 38)
Çoluk çocuğunun hayrını görmeyesin: (Şen, 2006: 94)
Çöp gibi dineli gala: (Özturan, 2009a: 231)
Çula çaputa sarılasıca: (Şen, 2006: 94)
Çürüsün bedeni her yanı ulsun: (Ulu, 2013: 196)
Çürüyesice dillerim: (Uzun vd., 2012b: 386)
Dabanın şarka gelsin: (KA, 2017b: 134)
Dağılsın yuvası, ini: (Ulu, 2013: 197)
Dağlanasıca: (Şen, 2006: 94)
Dağlar daşlar başına kepsin!: (KA, 2017b: 133)
Dalın budağın budana: (Şen, 2006: 94)
Damarcığı dağlansın: (Özturan, 2009a: 231)
Damlarda (hapishane) leşin gala: (Şen, 2006: 95)
373
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dar bıçaklara gelesin: (ATKVE, 2011: 140)


Darısına yatasın: (Özalp, 2008: 443)
Darlık çekesin, bolluk yüzü görmeyesin: (Şen, 2006: 94)
Daş olasın/olasıca: (Erşahin, 2011a: 80; Özalp, 2008: 443)
Daşın dikile: (KA, 2017b: 133)
Datlı canından bulasıca: (Özturan, 2009a: 231)
Defterciğin/defteri dürüle/dürülesice: (Arslan, 2011: 378; Özturan, 2009a: 231)
Defterin solundan verilsin: (Ekem, 2015: 47)
Deli ağrısına yatasıca: (KA, 2017b: 133)
Delik delik delinesin: (ATKVE, 2011: 140; Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005:
63; MİY, 1967: 195; Okutucu, 2000: 120; Özturan, 2009a: 231; Yakar, 1997: 61)
Delikanlılığına doymayasın: (Dalkıran, 2005: 63)
Depesi delinesice: (KA, 2017b: 133)
Derdin devre gele: (Arslan, 2011: 380)
Derdine derman, yarana merhem bulunmaya: (Şen, 2006: 95)
Derini yüzeler: (Bilgin, 2007b: 259)
Derisi yüzülesice: (Şen, 2006: 94)
Derisi yüzülüp davul olasıca: (Okutucu, 2000: 120)
Derisi/derisine çekilesice: (Körük, 2005: 42; Okumuş, 2006: 163)
Dermansız dertlere düşesin/galasın: (Arslan, 2011: 379; Dalkıran, 2005: 63; Şen,
2006: 94)
Dert dert: Kızılan, sevilmeyen kimselere hastalık, sıkıntı, bela dilemek. (Özalp,
2008: 229)
Dert dutasıca/duta: (Özturan, 2009a: 231; Şen, 2006: 95)
Dertlerin bana gele: Karşıdakine dua ederken kendisine beddua etmek.
(Gökçebey, 1999: 85)
Dertlerin büyüğü duta: (KA, 2017b: 133)
Dertlerin devre yazından gelsin: (ATKVE, 2011: 140)
Dertlerinen bürünesin: (Kaplan, 2017: 23)
Devenin üzerinde guduz olasın: (Şen, 2006: 95)
Devrili devrili yüzülesin: (ATKVE, 2011: 140)
Dırnağına it s..asıca/s..sın: Çok kızılan, öfkelenilen çocuklara, zarar
vermelerinden, yaramazlıklarından dolayı söylenir. (Özalp, 2008: 230; Özalp, 2008:
454)
Dibe dilik, dibi delik olasıca: (Özalp, 2008: 443)
Dilceğizi çürüyesice: (ATKVE, 2011: 140; Arslan, 2011: 376)
Dilenemez dilenci olasın: (Özturan, 2009a: 231; Şen, 2006: 95)
Dilerim evine matemler dolsun: (Ulu, 2013: 196)
Dilerim gış olsun baharı yazı: (Ulu, 2013: 196)
Dili [dibinden] çekile/çekilesice: (Arslan, 2011: 376; Özalp, 2008: 232; Özalp,
2008: 443; Şen, 2006: 103)
Dili boğazına akasıca: (KA, 2017b: 133)
Dili gopasıca: (Özturan, 2009a: 231)
Dili sindi ile kesilesice: (KA, 2017b: 133)
Dili/dilin dependen/depesinden çekile/çekilesice: (ATKVE, 2011: 140; Çoğalan,
1982: 116; Dalkıran, 2005: 63; Gökçebey, 1999: 87; Horasan, 1992: 207; Kozan, 2007:
217; MİY, 1967: 195; Özturan, 2009a: 231; Şen, 2006: 94; Yakar, 1997: 61)
Dilin damağın guruya: (Özturan, 2009a: 231; Şen, 2006: 95)
Dilin dişin kitlene: (Gökçebey, 1999: 86)
Dilin dutmaz ola: (Deniz, 2015: 95)
Dilin gopsun: (Şen, 2006: 95)
Diline damla düşesice: (Özturan, 2009a: 231)
Dilini eşşek arısı soksun/soka emi: (Gökçebey, 1999: 86; Kapanoğlu, 2009: 90;
Özturan, 2009a: 231; Özturan, 2014: 106; Şen, 2006: 95)
Dillere düşesice: (ATKVE, 2011: 140)
Dilleri gapasıca: (Körük, 2005: 42)
374
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dillerin dutmaz ola: (Dalkıran, 2005: 63; MİY, 1967: 195; Yakar, 1997: 61)
Dillerin örs olsun: (KA, 2017b: 133)
Dillerinden asılasın: (ATKVE, 2011: 140)
Dinin imanın gide: (Bilgin, 2007a: 232)
Direğin doğrana: (Şahiner, 2017: 38)
Diri gelip de ölü gidesin: (ATKVE, 2011: 140)
Dirin gitsin, ölün gelsin: (Şen, 2006: 95)
Dişine kerpeten değe/uğraya: (Özturan, 2009a: 231; Şen, 2006: 95)
Dişleri dökülesice: (ATKVE, 2011: 140)
Dizin dizin sürünesin/sürünesice/yürüyesin/yürüyesice: (Arslan, 2011: 376;
Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005: 63; Körük, 2005: 42; MİY, 1967: 195; Okumuş,
2006: 163; Özturan, 2009a: 231; Şen, 2006: 94; Ulu, 2013: 198; Yakar, 1997: 61)
Dizine gözüne dura: (ATKVE, 2011: 140)
Dizinin dermanı yetmeye: (Şahiner, 2017: 38)
Dizlerinin bağı çözüle: (Şen, 2006: 95)
Dok garnına acım diye ağlıyasın: (KA, 2017b: 133)
Dokluğun bayramdan bayrama ola: (Şen, 2006: 96)
Doktor doktor gezesin de derdine derman bulunmaya: (Deniz, 2015: 96)
Dokuz avradın ola, bir yorganın ola: (Deniz, 2015: 96)
Dokuz minarede selan verile: (KA, 2017b: 133)
Domuz gribi olasın: (Ulu, 2013: 200)
Donacan tutasıca: (Şen, 2006: 103)
Dölsüz döşsüz galasın: (KA, 2017b: 133)
Dölü töremeyesice: (Körük, 2005: 42)
Döner daşın, öten guşun olmaya: (Deniz, 2015: 96; Şen, 2006: 95)
Dört adamın/hambalın omzunda gedesin/gelesin: (ATKVE, 2011: 140; Çoğalan,
1982: 116; Dalkıran, 2005: 63; Horasan, 1992: 207; MİY, 1967: 195; Özturan, 2009a:
231; Şen, 2006: 94; Yakar, 1997: 61)
Dört çıtanın üstüne binesin: (Deniz, 2015: 97)
Dört gol üstünde gidesin: (KA, 2017b: 133)
Dul ere duvaksız, kör gişiye nikahsız gidesin: (KA, 2017b: 133)
Dumanı tütmeyen eve gelin gidesin: (Ekem, 2015: 43)
Dutmaz olsun iki eli: (Ulu, 2013: 197)
Duttuğun dallar eline geline: (Körük, 2005: 41)
Dutulası sidiği: (Irmak: 2013: 215)
Duvağın başında galsın: (Şahiner, 2017: 37)
Düğününde gar yağsın: (Şen, 2006: 95)
Dümüğü (dimağı) durasıca: (Özalp, 2008: 443)
Dürüm dürüm dürülesin: (KA, 2017b: 133)
Ebciğin uça: (Şen, 2006: 95)
Ecdadının gabri eşşek nahırı ola: (KA, 2017b: 133)
Ecellerden ecel beğenesin: (Şen, 2006: 95)
Ecrin gabırın guruya: (Şen, 2006: 95)
Ekmeği yedi gapıda bulamayasın: (Körük, 2005: 41)
Ekmeğin aşın olsun da yiyecek halin olmasın: (Şen, 2006: 95)
Ekmeğin guru, ayranın duru ola: (Şen, 2006: 95)
Ekmeğin seni kör ede: (Şen, 2006: 95)
Ekmek atlı, sen yaya olasın da [goşa goşa] ulaşamayasın/yetişemeyesin:
(ATKVE, 2011: 140; Arslan, 2011: 377; Gökçe, 2014: 267)
Eksiğin, gediğin bitmeye: (Şen, 2006: 95)
El içinde davulun çalınsın: (KA, 2017b: 133)
Elaleme rezil olasın e mi?: (Bilgin, 2007b: 198)
Eli ayağı budanasıca: (Dalkıran, 2005: 63; Özturan, 2009a: 231)
Eli böğründe galasıca: (Okumuş, 2006: 163)
Eli golu budana: (Özalp, 2008: 443)

375
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Eli guruyasıca: (Gözükara-Özalp, 2011b: 415)


Eli ırbık dutmaya: (Özturan, 2009a: 231)
Eli sopalıya düşesin: (Şen, 2006: 95)
Eli/elin ayağı/ayağın döküle/dökülesice: (Dalkıran, 2005: 63; Özturan, 2009a:
231)
Eli/elleri/ellerin gırıla/gırılasıca/gırılsın: (Bilgin, 2007a: 73; Bilgin, 2007b: 124;
Bilgin, 2007c: 92; Erşahin, 2011a: 79; Irmak: 2013: 214; Okumuş, 2006: 163; Özalp,
2008: 443; Özturan, 2009a: 231)
Elin ayağın dutmaz ola: (Şen, 2006: 95)
Elin ayağın gırılsın: (Kozan, 2007: 217)
Elin ayağın top olsun: (KA, 2017b: 133)
Elin ekmek, belin guşak görmesin: (Şen, 2006: 95)
Elin golun çon olsun: (Özalp, 2008: 443)
Eline gözüne dursun: (Gökhan-Koç, 2009: 313)
Eline yüzüne gara gele: (Şen, 2006: 95)
Elini attığın yerden boş çıkasın: (Şahiner, 2017: 37)
Elini kör yılan soka: (KA, 2017b: 133)
Ellere galası: Kimsesiz, öksüz, yetim kalasın anlamında ilenç. (DS, 2009: 1721)
Ellere garışasın: (Şen, 2006: 95)
Elleri büzülsün: (Ayşe Koçak)
Ellerin ardına gele: (Polat, 2016: 88)
Ellerin kökünden gırılsın: (ATKVE, 2011: 140)
Emzirdiğim süt, haram olsun: (Şen, 2006: 95)
Emzirdiğim/emdiğin süt, burnundan gelsin: (Gökhan-Koç, 2009: 313; KA,
2017b: 133)
En son gonuşman ola/olsun: (Dalkıran, 2005: 63; Özturan, 2009a: 231)
Enkaz altlarında galasın: (ATKVE, 2011: 140)
Er bulup yer bulamayasın, [yer bulup da er bulamayasın]: (ATKVE, 2011: 141;
Şen, 2006: 95)
Erim erim eriyesin: (ATKVE, 2011: 140; Irmak: 2013: 214)
Eşin dostun olmaya: (Şen, 2006: 95)
Eşşeğin çamura çöksün: (Karalar, 1998: 76)
Etine düşesin: (Özalp, 2008: 443)
Etler gibi çürüyesin: (Irmak: 2013: 215)
Etleri dökülesice: (Şen, 2006: 95)
Etlerin liğme liğme döküle: (Şahiner, 2017: 37)
Etlerin topak topak ayrıla: (KA, 2017b: 132)
Ettiğini [teziye] bulasın: (Özturan, 2009a: 230; Şen, 2006: 95)
Ettim de çektim diyesin: (ATKVE, 2011: 140)
Ev içinde rezil olasın: (Ekem, 2015: 47)
Evde galasın: (Kapanoğlu, 2009: 28; Kaplan, 2017: 68)
Evi barkı viran olsun: (Ulu, 2013: 198)
Evi dini yıkılasıca: (Ahmet Pırnaz)
Evi/evin [başına] yıkıla/yıkılasıca/yıkılsın/kepe: (Arslan, 2011: 379; Dalkıran,
2005: 63; Erşahin, 2011a: 79; Gökçebey, 1999: 86; Gökhan-Koç, 2009: 313; Irmak:
2013: 215; Özalp, 2008: 443; Özturan, 2009a: 231; Şen, 2006: 95; Ulu, 2013: 197)
Evi/evin barkı/barkın yıkıla/yıkılasıca: (ATKVE, 2011: 141; Dalkıran, 2005: 63)
Evin yıkıla da virana ola: (Özturan, 2009a: 231)
Evinde baykuş öte/ötüşe: (Gözükara-Özalp, 2011b: 163; Körük, 2005: 41; Şen,
2006: 95)
Evine güneş doğmaya: (Şahiner, 2017: 38)
Evladından bul/bulasın: (ATKVE, 2011: 141; Özturan, 2009a: 231)
Evlat günü görmeyesin: (Özturan, 2009a: 231; Şen, 2006: 95)
Evlat yerine daş gucaklayasın: (ATKVE, 2011: 140)
Evlat yüzü görmeyesin: (Dalkıran, 2005: 63)
Evranlar sokasıca: (Özalp, 2008: 443)
376
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Evsiz [barksız] galasın: (Dalkıran, 2005: 63; Gökçebey, 1999: 86; Irmak: 2013:
214)
Fatihaların okunsun: (Ekem, 2015: 87)
Felaketlere uğrayasın: (Ekem, 2015: 47)
Felçler geçiresin: (ATKVE, 2011: 140)
Feleğin sillesini yiyesin: (Özturan, 2009a: 231; Şen, 2006: 95)
Feleğini şaşırasın: (Şen, 2006: 95)
Felek vursun: (Ekem, 2015: 47)
Fıtıklar olasın: (Ekem, 2015: 47)
Firengilere rast gelesin: (Şen, 2006: 95)
Fitnelerin belasına gelesin: (Şen, 2006: 95)
G..ü heladan galkmaya: (Özturan, 2009a: 232)
G..ün yere yapışa: (Özalp, 2008: 445)
Gabına yılanlar dolsun: (Şahiner, 2017: 38)
Gabır azabı çekesin: (Şen, 2006: 95)
Gabır gabır gezesice/gezesin: (ATKVE, 2011: 141; Arslan, 2011: 376; Çoğalan,
1982: 116; Dalkıran, 2005: 63; Gökçebey, 1999: 87; Horasan, 1992: 207; Körük, 2005:
41; MİY, 1967: 195; Okumuş, 2006: 163; Okutucu, 2000: 120; Özturan, 2009a: 231;
Şen, 2006: 95; Yakar, 1997: 61)
Gabırın zomburdasın: (Karalar, 1998: 78)
Gadalara gurban gidesin: (Özalp, 2008: 444)
Gadan gara yere, sırtın guru yere gele: Hem dua, hem beddua olarak kullanılır.
(Özalp, 2008: 453)
Gadanı gara yel alsın: (Körük, 2005: 41)
Gademsize rastlayasın: (Polat, 2016: 89)
Gafacığı kefinlenesice: (A. Kurt, 2017: 18)
Gafası gopasıca: (ATKVE, 2011: 141; Özturan, 2009a: 231)
Gafası kesilesice: (Şen, 2006: 95)
Gafasına daşlar düşesice: (ATKVE, 2011: 141)
Gafılım gadalardan gedesin: (Özalp, 2008: 444)
Gahır çekesin: (Şen, 2006: 95)
Galabalığı galkasıca: (Özturan, 2009a: 231)
Galbince iflah olasın: (Özalp, 2008: 444)
Galbinin gününü göresin: (Özturan, 2009a: 230)
Galkmazına yatasıca: (Özturan, 2009a: 232)
Gan dutasıca: (Özalp, 2008: 444)
Gan gatran olsun: (Özalp, 2008: 446)
Gan gusup köpükler üvesin: (Arslan, 2011: 380)
Gan işeyesin: (Özturan, 2009a: 231)
Gan s..asıca: (Özalp, 2008: 444)
Gan tüküresin: (Özturan, 2009a: 231)
Gan/ganlar gusasın/gusasıca: (ATKVE, 2011: 140; Arslan, 2011: 376; Körük,
2005: 41; Özturan, 2009a: 231)
Ganı/gancaazı guruyasıca: Öldürüldükten sonra akıtılan kanı aktığı yerde
kuruyasıca. (Bilgin, 2006: 146; Erşahin, 2011a: 80; Özalp, 2008: 444)
Ganın gurusun damarların su gölü olsun: (KA, 2017b: 133)
Ganın guş, etin it, gemiğin gurt yemi ola: (KA, 2017b: 133)
Ganın guş, etin it, kemiğin gurt yemi ola: (Şen, 2006: 95-96)
Ganın içine aka/akasıca: (Gökhan-Koç, 2009: 313; Özalp, 2008: 444; Özturan,
2009a: 231; Şen, 2006: 95)
Ganlı guburlar gusasın: (ATKVE, 2011: 141)
Ganlı hançerlere gelesin: (ATKVE, 2011: 140)
Ganlı köpük gusasıca: (Ekem, 2015: 60)
Ganlı köyneklerin gele: (ATKVE, 2011: 141)
Ganserlerden gidesice: (Elife Akkurt)
Gapı gapı gezesin: (Dalkıran, 2005: 63)

377
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gapılar üstüne gapana: (Şen, 2006: 96)


Gapıların/gapısı gapana/gapanasıca: (ATKVE, 2011: 140; Dalkıran, 2005: 63)
Gapına/gapısına gara kilit vurula/vurulasıca: (ATKVE, 2011: 141; Dalkıran,
2005: 63; Gökhan-Koç, 2009: 314; MİY, 1967: 195; Okumuş, 2006: 163; Özturan,
2009a: 231; Şen, 2006: 95; Yakar, 1997: 61)
Gara bayramlar edesice: (Dalkıran, 2005: 63)
Gara bayramların ola: (Şen, 2006: 94)
Gara gara çıbanlar çıkarırsınız da sırtınız gara daşlara gelir inşallah: (Bilgin,
2007a: 25)
Gara gara dert: (Özturan, 2009a: 231)
Gara gazanlarda gayna: (KA, 2017b: 133)
Gara gışlara gidesin: (Gökçebey, 1999: 87)
Gara gurşunlara gelesin: (Şen, 2006: 96)
Gara haberi/haberin gele/gelesice: (Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005: 63;
Gökçebey, 1999: 86; Okumuş, 2006: 163; Özturan, 2009a: 231)
Gara haberin tez gelir inşallah: (KA, 2017b: 133)
Gara sevdayla garnın ağrıya: (Şahiner, 2017: 38)
Gara yere gidesice: (Okumuş, 2006: 163; Şen, 2006: 105)
Gara yerin dibine gidesin/giresin: (Gökçebey, 1999: 86; Gökçebey, 1999: 87)
Garababa çıkarasıca: Daha çok hakkı olmayan veya nefsine uyarak fazlasını
yiyen için bir ilenme sözü olarak kullanılır. Örnek: Allah bir gün yediklerini burnundan
getirir elbet, sana diyorum garababa çıkarasıca, işine gelince duymuyorsun değil mi?
(Bilgin, 2006: 146-147; Özalp, 2008: 444)
Garababa yiyesice: (Özalp, 2008: 444)
Garanlığın galka: (Özturan, 2009a: 232)
Garartıcığın ırıla: (Gökçebey, 1999: 87)
Garartın galka e mi?: (Horasan, 1992: 207; Körük, 2005: 42; Okumuş, 2006:
163; Şen, 2006: 95)
Garartın/garartısı/garartıcığı galka/galkasıca: (Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran,
2005: 63; Gökhan-Koç, 2009: 314; MİY, 1967: 195; Okutucu, 2000: 120; Özalp, 2008:
444; Özturan, 2009a: 232; Yakar, 1997: 61)
Garga guzgun leşine gona: (Şen, 2006: 96)
Gargalar üleşine gona: (Özturan, 2009a: 232)
Garı, dilini soksun gızıl arı: (Özturan, 2014: 139)
Garımıyasın: (Özalp, 2008: 444)
Garın ağrılarına galasın: (ATKVE, 2011: 141)
Garlar gibi eriyesin: (Irmak: 2013: 215)
Garnı yırtılasıca: (ATKVE, 2011: 141)
Garnı yüreği ağrısın/eşkisin: (Kapanoğlu, 2009: 77; Özturan, 2009a: 232)
Garnı/garnın ağriyesice/ağrısın: (Erşahin, 2011a: 80; Kapanoğlu, 2009: 32;
Özturan, 2009a: 232; Özturan, 2014: 140; Şen, 2006: 96; Ahmet Yenikale)
Garnın ekmek, sırtın köynek görmeye: (Arslan, 2011: 378)
Garnıyın etleri yırtıla: (Ekem, 2015: 63)
Gaşın kirpiğin döküle: (ATKVE, 2011: 140)
Gavur elinde galasın: (Şen, 2006: 95)
Gavur gapılarına düşesin, yurdun yuvan olmaya: (Arslan, 2011: 378; KA,
2017b: 133)
Gavur mezarından sesi gelesice: (Arslan, 2011: 381)
Gaynanan her gün evine gele: (Kapanoğlu, 2009: 95)
Gaynar gazana düşesice: (Dalkıran, 2005: 63)
Gazandığın nar gabuğu olsun: (ATKVE, 2011: 141)
Geberesice: (ATKVE, 2011: 141; Bilgin, 2007a: 118; Bilgin, 2007c: 105;
Çınkır, 2016: 463; Gökçebey, 1999: 86; Gökhan-Koç, 2009: 314; Özalp, 2008: 444)
Gece sıcak yatıp sabah soğuk galkasın: (KA, 2017b: 133)
Gemiklerini un ufak edeler: (Şen, 2006: 96)
Genç yaşta dul galasın: (Karalar, 1998: 77)
378
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gençliğine doymayasın/doymayasıca: (Özalp, 2008: 444; Özturan, 2009a: 232)


Gençliğinin hayrını/yüzünü görmeyesin: (Gökhan-Koç, 2009: 314; Özturan,
2009a: 232)
Germece gerilesice: (Şen, 2006: 95)
Gettiğin gapılardan geri gele, sürüm sürüm sürünesin: (Arslan, 2011: 378)
Gettiğin gapılardan üç güne gadar geri gelesin: (Ekem, 2015: 63)
Gezdiğin yerlerde dikenler bitsin: (Erşahin, 2011a: 79)
Gezmesi batsın: (Erşahin, 2011a: 79)
Gıçı başında parçalansın: (Özalp, 2008: 259)
Gıldığı namaz, [duttuğun oruç, gittiğin hac] üstüne bulunmaya: (Özalp, 2008:
444; Özturan, 2009a: 232)
Gıldığı namaza gurban olsun: (Özturan, 2009a: 232)
Gınalı eller sıkmayasın, sürmeli gözler öpmeyesin: (Özalp, 2008: 444)
Gıran dıkılası/dıkılasıca/giresice/giresiceler/girsin/gire: (ATKVE, 2011: 141;
Arslan, 2011: 379; Bilgin, 2006: 160; Çınkır, 2016: 485; Çulha, 1984; Ekici, 2005: 35;
Ekici, 2005: 75; Gökhan-Koç, 2009: 314; Gözükara-Özalp, 2011a: 94; KA, 2017b: 133;
KATEDEG, 2012: 91; Kapanoğlu, 2009: 31; Kozan, 2007: 217; Körük, 2005: 42;
Özalp, 2008: 444; Özturan, 2009a: 232; Uzun vd., 2012a: 105; Uzun vd., 2012c: 209;
Hürü Korkmaz)
Gırılasıca ellerim: (Uzun vd., 2012b: 386)
Gırılsın ganadın gıçın: (Uzun vd., 2012b: 187)
Gırım gırım gırıla: (Özturan, 2009b: 269)
Gırtlağında galaydı yemez olaydın: (Şen, 2006: 95)
Gıtlıktan çıkamayasın: (Şen, 2006: 96)
Gız çocuğu değil mi, gızarı bişsin: (Özturan, 2014: 150)
Gızarı bişesice de tandıra düşesice: (Özturan, 2009a: 232)
Gızarı bişesiceler: (Özalp, 2008: 444)
Gızgın gurdu düşesice: (Özturan, 2009a: 232)
Gızgın yatasın da buz gibi galkasın: (KA, 2017b: 132)
Gızlıcaa gırk derede galasıca: (Özturan, 2009a: 232)
Gidişin ola/olsun da dönüşün/gelişin olmaya/olmasın: (Dalkıran, 2005: 63;
Gökçebey, 1999: 86; Gökhan-Koç, 2009: 314; Kozan, 2007: 217; Körük, 2005: 42;
Okumuş, 2006: 163; Özturan, 2009a: 232; Şen, 2006: 95)
Gocamayasın: (Özalp, 2008: 445)
Golu ganadı gırılasıca: (Kozan, 2007: 217)
Golu omuzdan gırıla: (Ulu, 2013: 197)
Gonuşamaz olsun dili dolaşsın/lal olsun: (Ulu, 2013: 196)
Gonuşan dili bağlana: (Ulu, 2013: 197)
Gonuşan dillerin ulsun: (Ulu, 2013: 200)
Gorktuğuna uğrayasın: (Şen, 2006: 96)
Govalayan govalı gala: (Özturan, 2009a: 232)
Govuk govuk dilenesin de ekmeğini ben verem: (Ekem, 2015: 75)
Govuklarda barınasın: (Kaplan, 2017: 23)
Gö (gök) tumanlıya hasret gidesin: (Özalp, 2008: 445)
Gönenemeyesin: (Şen, 2006: 95)
Gönlüne köz yapışa: (Özturan, 2009a: 232)
Gönlünün köçeği gırılsın: (Özturan, 2009a: 232)
Gördüğün gün benim ola!: (KA, 2017b: 133)
Gören gözlerinden eksilmesin nem: (Ulu, 2013: 196)
Görümün gördüğü dağlar yıkılsın: (Özturan, 2009a: 217)
Görüp göreceğin bu ola: (Özturan, 2009a: 232; Şen, 2006: 95)
Gövdecine yağlı gurşunlar çakılsın: (Özturan, 2009a: 232)
Gövden güvere: (Özalp, 2008: 445)
Gövdene gızgın gurtlar düşe de derdine derman bulamayasın: (Arslan, 2011:
377)

379
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Göverip yeşermeyesin: (Şen, 2006: 95)


Göz verip yeşermeyesice: (KA, 2017b: 133)
Gözleri gara toprağa akasıca!: (KA, 2017b: 133)
Gözleri kör olsun: (Ayşe Koçak)
Gözleri önüne akasıca: (Dalkıran, 2005: 63)
Gözleri/gözlerin kör ola/olasıca: (ATKVE, 2011: 141; Kozan, 2007: 217; Körük,
2005: 42; Okumuş, 2006: 163; Uzun vd., 2012a: 78; Uzun vd., 2012b: 379; Uzun vd.,
2012c: 211)
Gözlerin dura: (Körük, 2005: 41)
Gözlerin gapana: (Özalp, 2008: 445)
Gözlerine gara su ine: (KA, 2017b: 133)
Gözlerine habbe çöke: (Şen, 2006: 95)
Gözlerine mil çekilesice: (Özturan, 2009a: 232)
Gözlerinin ağı çekile: (Dalkıran, 2005: 63; MİY, 1967: 195; Okutucu, 2000:
120; Özturan, 2009a: 232; Yakar, 1997: 61)
Gözü açık gidesice: (Körük, 2005: 42)
Gözü çıkasıca/çıksın: (Arslan, 2011: 377; Bilgin, 2007c: 32; Dalkıran, 2005: 63;
Özalp, 2008: 445; Özturan, 2009a: 232; Ulu, 2013: 436)
Gözü göğe yapışa: (Özalp, 2008: 268; Özalp, 2008: 445)
Gözü güveresice: (Özalp, 2008: 445)
Gözü kör olasıca/olsun: (Arslan, 2011: 377; Dalkıran, 2005: 63; Ekici, 2005: 14;
Erşahin, 2011a: 79; Özalp, 2008: 445; Özturan, 2009a: 232; Özturan, 2014: 221;Uzun
vd., 2012a: 319)
Gözüme çakılsın: (Kapanoğlu, 2009: 50)
Gözün g..üne baka: (Şahiner, 2017: 38)
Gözün göre dilin gonuşmaya: (KA, 2017b: 133)
Gözün kör ola/olsun: (Erşahin, 2011a: 79; Irmak: 2013: 215; Şen, 2006:
95;Uzun vd., 2012b: 52)
Gözünden dizinden gelsin/gelesice: (Özturan, 2009a: 232; Adem Pırnaz)
Gözüne betiren akasıca: (Özalp, 2008: 445)
Gözüne betirenler ine: (Şahiner, 2017: 37)
Gözüne boz ine/inesice: (Çoğalan, 1982: 116; MİY, 1967: 195; Okumuş, 2006:
163; Polat, 2016: 88; Yakar, 1997: 61)
Gözüne çakılasıca: (Körük, 2005: 42)
Gözüne dizine dursun: (Özalp, 2008: 443)
Gözüne gurşunlar çekile: (ATKVE, 2011: 141)
Gözüne mıh (çivi) batasıca: (Çoğalan, 1982: 116)
Gözüne şişler çakıla e mi?: (Özturan, 2009a: 232)
Gözüne toprak serpile: (Şen, 2006: 95)
Gözüne/gözünüze dizine/dizinize dursun: (Erşahin, 2011a: 79; Kapanoğlu, 2009:
89; Özalp, 2008: 445; Özturan, 2009a: 232; Özturan, 2014: 160; Ulu, 2013: 195)
Gözünü toprak doyursun: Gözü aç olan, mala mülke doymayan insanlara
söylenen bedduadır. (Özturan, 2009a: 232)
Gözünün bebeği düşe: (Şen, 2006: 95)
Gözünün elifi çıkasıca/döküle/dökülesice: (Arslan, 2011: 377; Çoğalan, 1982:
116; Dalkıran, 2005: 63; Gökhan-Koç, 2009: 314; Kapanoğlu, 2009: 31; MİY, 1967:
195; Okumuş, 2006: 163; Okutucu, 2000: 120; Özturan, 2009a: 232; Şen, 2006: 95;
Yakar, 1997: 61)
Gözünün feri sönsün: (Şahiner, 2017: 38)
Gözünün şafağı sönesice: (KA, 2017b: 133)
Gözüyün pınarı gurumaya: (Karalar, 1998: 77)
Gubur gusasın, boyun devrile: (Arslan, 2011: 377)
Gudurasıca:(Dalkıran, 2005: 63; Özturan, 2009a: 232)
Guduru batasıca: (Özturan, 2009a: 232)
Gudurup etine düşesice: (Dalkıran, 2005: 63; Özturan, 2009a: 232)
Guduz itler gibi ağzın köpürsün: (Ekem, 2015: 40)
380
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gulağı gopasıca: (Dalkıran, 2005: 63; Yakar, 1997: 61)


Gulağın gutlu olsun, çöreğin datlı olsun, hocaya para/şadenlik getirmezsen,
yüzün gara olsun: Kuran kurslarında Kuran-ı Kerim’e geçen çocuklara hediye getirmesi
için söylenir. (Alparslan-Özturan, 2010: 58; Özturan, 2009a: 240)
Gulağına gurşun aka/akasıca/aksın: (ATKVE, 2011: 141; Bilgin, 2006: 261;
Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005: 63; Körük, 2005: 41; MİY, 1967: 195; Özturan,
2009a: 232)
Gulağına gurt düşesice: (Özturan, 2009a: 232)
Gulağından gurşunlanasın: (Şahiner, 2017: 38)
Gulakları çivilenesice: (Kozan, 2007: 217)
Gurban olduğum Mevla’m evine garalar düşe: (KA, 2017b: 133)
Gurban olsun: (Kılıç, 2008: 113)
Gurbetten gara haberin duyula: (Şahiner, 2017: 37)
Gurda guşa yem olasın: (Gökçebey, 1999: 86; Şen, 2006: 96)
Guru çayda sele gidesin: (ATKVE, 2011: 140)
Gurun gademin kesile: (KA, 2017b: 133)
Gusmuklu yaka koklamayasın: (Şahiner, 2017: 37)
Güle güle yemeyesice: (Özalp, 2008: 445)
Gülleri açmadan solsun: (Ulu, 2013: 198)
Gün bul dirlik bulma: (KA, 2017b: 133)
Gün dişlik bulamayasın: (ATKVE, 2011: 141)
Gün ekmeğine muhtaç olasın: (Şen, 2006: 95)
Gündüzün gece olsun: (Şen, 2006: 95)
Güvendiğin dağlar eline gele: (Özalp, 2008: 445)
Güvendiğin dağlara garlar yağa: (Özalp, 2008: 445; Şen, 2006: 95)
Güvendiğin dal elinde galsın: (Ekem, 2015: 50)
Hakkım haram olsun: (Okumuş, 2006: 163)
Hakkımı yiyen b..umu yesin: Hak yiyene. (Özturan, 2014: 169)
Haktan bulasın: (Yalman, 1977: 360)
Halin de batsın, keyfin de: (Erşahin, 2011a: 79)
Hanan inlesin: (Özalp, 2008: 446)
Hanan/hanın harap ola, [yurdun yuvan dağıla]: Evin yıkıla. (Gökhan-Koç, 2009:
314; Mercimek, ?: 111; Özalp, 2008: 445; (Özturan, 2009a: 232; Özturan, 2014: 170;
Şen, 2006: 95)
Har har canı çıksın: Canını zor versin. Can verirken boğazından korkunç sesler
çıksın. (Özturan, 2014: 171)
Haram olsun: (Özalp, 2008: 446)
Harap olasıca: (Bilgin, 2007c: 123)
Hasretin gıyamete gala: (KA, 2017b: 133)
Hastalığın dutulsun: (Özturan, 2014: 171)
Hay Allah belanı versin: (Ulu, 2013: 198)
Hay çar çar çatlayasın da sidikliğin gapana ilahim: (Bilgin, 2007b: 196)
Hay çar çar çatlayasın e mi?: (Bilgin, 2007b: 144)
Hay gızak diye tabutlara binesin e mi?: (Bilgin, 2007a: 106)
Hay gulağına gurşun aka e mi?: (Bilgin, 2007a: 105-106)
Hay ılımadan akıtasın e mi?: (Bilgin, 2007b: 222)
Hayrını görmeyesin/görmeyesice: (Okumuş, 2006: 163; Özturan, 2009a: 232;
Şen, 2006: 95)
Hayvah diyesin: (KA, 2017b: 133)
Hazara huzara, göz edenlerin gözleri bozara: (Karalar, 1998: 78)
Helal ekmek zehir olsun: (Temiz, 2005: 99)
Helvası yenesice: (Arslan, 2011: 381; Özturan, 2009a: 232; Şen, 2006: 95)
Her parçan bir dağda gala: (KA, 2017b: 133)
Her parçan bir yerden toplansın: (Ekem, 2015: 87)
Her zaman ağlayasın: (Erşahin, 2011a: 79)
Herif yolu gözleyesice: (ATKVE, 2011: 141)
381
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Hevesin gursağında galsın: (Şen, 2006: 95)


Hıs hıs canı çıksın: Hısımlar için. (Özturan, 2009a: 232)
Hışımlara uğrayasın: (Şen, 2006: 95)
Hiç yüzün gülmesin: (Erşahin, 2011a: 80)
Hocalar soka seni: (Karalar, 1998: 78)
Hocalar yıkaya: (Özturan, 2009a: 230)
Horozun ötmeye, bacan tütmeye: (Körük, 2005: 41; Özalp, 2008: 446)
[Hortum hortum] hortlayasıca: (ATKVE, 2011: 141; Gökçebey, 1999: 87)
Hörnecikler olasın: (ATKVE, 2011: 141)
Hörtükler çıkarasın/çıkarasıca/dutasıca: Hayrını görmeyesin. (Dalkıran, 2005:
63; Gökhan-Koç, 2009: 314; Horasan, 1992: 207; Körük, 2005: 42; MİY, 1967: 195;
Okumuş, 2006: 163; Okutucu, 2000: 120; Özturan, 2009a: 232; Şen, 2006: 95; Yakar,
1997: 61)
Huyu batasıca: (ATKVE, 2011: 141)
Huyun [suyun] gurusun: (Çınkır, 2016: 610; Kaplan, 2017: 68; Özturan, 2009a:
232; Özturan, 2014: 178; Şen, 2006: 95)
Ilımadan akıtasıca: Örnek: Aman ılımadan akıtasıca, sen nerede anandın gene?
(Bilgin, 2007b: 143)
Ilımadan çıkarasın: (Körük, 2005: 41; Özalp, 2008: 446)
Issı yatıp soğuk galkasın: (Şen, 2006: 95)
Işığın sönsün: (Şen, 2006: 95)
İçin dışın döküle: (Şen, 2006: 95)
İçtiğin burnundan gele: (Gökçebey, 1999: 86)
İflah olduğun gün aç galasın: (ATKVE, 2011: 141)
İflah olmayasın: (ATKVE, 2011: 140; Dalkıran, 2005: 63; Özturan, 2009a: 232;
Şen, 2006: 95)
İflahın kesile: (Dalkıran, 2005: 63; Şen, 2006: 95)
İğneli beşiklere belenesin: (Dalkıran, 2005: 63)
İki cihanda gün görmeyesin: (Şen, 2006: 95)
İki eli gırılasıca: (Ekici, 2005: 37)
İki gözü görmez ola: (Ulu, 2013: 198)
İki gözü kör olasıca: (Özturan, 2009a: 232)
İki yakan/yakanız bir araya gelmesin/gelmeye: (ATKVE, 2011: 141; Arslan,
2011: 378; Gökçebey, 1999: 86; Özturan, 2009a: 230; Şen, 2006: 95; Ulu, 2013: 195)
İki yakası bir olmasın: (Ulu, 2013: 198)
İki yakası birleşmeyesice: (ATKVE, 2011: 141)
İlaha gözün/gözlerin kör ola: (Temiz, 2005: 99;Uzun vd., 2012c: 64)
İlaham başına kepe: (Uzun vd., 2012c: 401)
İlaham golları gırılsın: (Uzun vd., 2012c: 66)
İlaham golum guruya: (Uzun vd., 2012c: 100)
İlahi haktan bulasın: (Caferoğlu, 1995: 139)
İlahi, çar çar çatlayasınız da ılımadan çıkarasınız e mi?: (Bilgin, 2007a: 24)
İlahim mahrum çıkasın: (Özalp, 2008: 446)
İliğin kemiğin guruya: (Deniz, 2015: 106; Şen, 2006: 95)
İmamın gayığına binesin: (Özturan, 2009a: 232; Şen, 2006: 95)
İmansız gidesin: (Şen, 2006: 95)
İnce derde düşesin: (Deniz, 2015: 106)
İnce dertlere galasın: (Şen, 2006: 95)
İneklerini bulamayasın, her biri bir dağa gitsin: (Erşahin, 2011a: 80)
İnim inim inleyesin: (Gökhan-Koç, 2009: 314; Şen, 2006: 95)
İnim inim inleyip sürüm sürüm sürünesin: (Kozan, 2007: 217)
İnşallah gençliğine doymayasın: (Kozan, 2007: 217)
İplere gerilesin: (ATKVE, 2011: 140; Arslan, 2011: 379)
İrin akıtasın: (Şen, 2006: 95)
İsmin gaybolsun: (Gözükara-Özalp, 2011b: 415)
İşin gücün rast gitmeye: (Şen, 2006: 95)
İt ağrılarından gidesice: (KA, 2017b: 133)
382
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İt mezarında yatasın: (Özturan, 2009a: 232; Şen, 2006: 95)


İte püsüğe yem olasın: (Özturan, 2009a: 232; Şen, 2006: 95)
İtin olasıca: (Çınkır, 2016: 649)
İtin olsun da gapında ten ten ürsün: (Çınkır, 2016: 649)
İtler gibi uluyasın: (KA, 2017b: 133)
İtler ısıra: (Dalkıran, 2005: 63)
İtler içesice: (Uzun vd., 2012a: 80)
İtten aç, yılandan çıplak galasın: (Şen, 2006: 95)
İyilik görmeyesin: (Dalkıran, 2005: 63)
Kefen paran olsun: (KA, 2017b: 133; Özturan, 2009a: 232)
Kefenin biçilsin: (Şen, 2006: 96)
Kellen kesile: (Uzun vd., 2012a: 234)
Kendisi gonsun mezara: (Temiz, 2005: 99)
Kepeği kesilesice: (Okumuş, 2006: 163)
Kesilesi dilimiz: Örnek: Böhtan etti kesilesi dilimiz. (Gözükara-Özalp, 2011a:
207)
Kesip attığı dırnağa gurban olsun: Değerli insanın kesip attığı tırnağa bile o kötü
adamı kurban ederim. (Özturan, 2014: 194)
Kim vurduya gidesin: (ATKVE, 2011: 140; Şen, 2006: 96)
Kime çekik, çekmez olasıca: (Özturan, 2014: 195)
Kimin kimsen olmasın: (Şen, 2006: 96)
Kirmenini bulamayasın: (Erşahin, 2011a: 80)
Kökceğizin geçe: (ATKVE, 2011: 140)
Kökün gurusun/guruya: (ATKVE, 2011: 141; Gözükara-Özalp, 2011b: 415)
Köküne ayran suyu döküle/dökülesice/goyulasıca: (ATKVE, 2011: 141;
Özturan, 2009a: 232; Özalp, 2008: 446)
Köküne kibrit suyu döküle/dökülsün: (Özturan, 2009a: 232; Şen, 2006: 96)
Kör gurşunlara gelesin/gidesin: (ATKVE, 2011: 140; Arslan, 2011: 379)
Kör kötürüm olasın: (Şen, 2006: 96)
Kör ola yokluğun gözü: (Gözükara-Özalp, 2011a: 98)
Kör ola, köklere dolaşasın: (Özalp, 2008: 446)
Kör olası/olasıca/olsun: (AŞA, 1992: 79; ATKVE, 2011: 141; Gökçe, 2014: 265;
Gökçebey, 1999: 86; Gözükara-Özalp, 2011a: 97; Gözükara-Özalp, 2011b: 87; Irmak:
2013: 214; Körük, 2005: 42; Okumuş, 2006: 129; Okumuş, 2006: 163; Okumuş, 2006:
201; Temiz, 2005: 99;Uzun vd., 2012a: 172)
Kör olsun ananın gözü: (Temiz, 2005: 99; Uzun vd., 2012c: 82)
Kör şeytan kör gözüne, pis şeytan pis yüzüne nalet: Şeytan tebelleş olduğunda
okunan lanet. (Özturan, 2009a: 247; Özturan, 2014: 197)
Kör yılanlar soka: (Gökçebey, 1999: 86)
Kül başına, toprak döşüne ekelenesice: (Arslan, 2011: 380)
Kül/küller başına/başınıza: Çok abes, müstehcen, çirkin durumlarla
karşılaşıldığında veya duyulduğunda söylenir. "Aman, küller başıma!" gibi. (Erşahin,
2011a: 80; Özalp, 2008: 298)
Kütüklü sellere gidesin: (Arslan, 2011: 379)
Lal olasın: (Şen, 2006: 96)
Leb leb/lepir lepir dökülesi/dökülesice: (Arslan, 2011: 380; Dalkıran, 2005: 63;
Gökçebey, 1999: 86; Horasan, 1992: 207; Özturan, 2009a: 232; Şen, 2006: 96; Şen,
2006: 108)
Leşin dağda gala: (Şen, 2006: 96)
Lime lime olasın: (Gökçebey, 1999: 86)
Limon gibi sararasıca: (Dalkıran, 2005: 63)
Lokman ağzında gala: (KA, 2017b: 133)
Mahrum çıkasıca: (Özalp, 2008: 446)
Makinalar altında galsın: (Şen, 2006: 96)

383
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Malımın fazlası garnımı ağrıtsın: 1. Alışverişlerde malın bir kısmını almak


istemeyen müşteriye söylenir. 2. Evlerde pişen yemeğe çok olmuş gibi itiraz edildiğinde
pişiren tarafından söylenir. (Özalp, 2008: 302)
Malından canından ol/olasın: (Özturan, 2009a: 233; Şen, 2006: 96)
Malının içine gömül: (Özturan, 2009a: 233)
Mana mana oynatasıca: (Dalkıran, 2005: 63)
Maphus damında çürüyesin: (ATKVE, 2011: 140)
Maphuslarda çürüyesin/çürüyesice: (Arslan, 2011: 378; Özturan, 2009a: 233;
Şen, 2006: 96)
Mehrecenler çalasıca: (KA, 2017b: 133)
Mer mer meleyesin: (Ekem, 2015: 49; Özalp, 2008: 446)
Meteliğe gurşun atasın: (Şen, 2006: 96)
Meyvesiz ağaç gibi guru galasın: (Karalar, 1998: 78)
Mezar mezar dolaşasın/gezesin: (Özalp, 2008: 446; Şen, 2006: 96)
Mezarında baykuş ötsün: (Ulu, 2013: 197)
Mezarında rahat yatma: (Ulu, 2013: 200)
Mırazın gözünde gala: (KA, 2017b: 133)
Minderine oturanın olmaya: (Şen, 2006: 96)
Muhabbetiniz dut yetimine gadar sürmeye: (Ekem, 2015: 61)
Mundar ölesice: (Dalkıran, 2005: 63)
Mundar şişesin/şişesice: (Arslan, 2011: 376; Gökçebey, 1999: 86; Özalp, 2008:
446; Özturan, 2009a: 233)
Muradın goynunda gala, gınalı parmak sıkmayasın: (Arslan, 2011: 379)
Muradına eremeyesin: (ATKVE, 2011: 141)
Naçar galasın: (Şen, 2006: 96)
Nafakan kesilsin: (Şen, 2006: 96)
Nan ekmene muhtaç olasın: (Özturan, 2009a: 233)
Nanen gatıran olsun: Benim hakkım ama beni bıktırdığın için senin olsun,
hakkımdan vazgeçiyorum. (Özturan, 2014: 206; Şen, 2006: 109)
Nazardan gidesin: (Şen, 2006: 96)
Nefesin gısıla: (Şen, 2006: 96)
Nikah gıyanın biri mağripte biri maşrıkta ola da dönüp evlenemiye: (Özturan,
2009a: 221)
Nikah gıyanın biri mağripte biri maşrıkta ola her b.. oğlu b.. evlenmeye:
Geçinemeyen evliler görüldüğünde söylenen söz. (Özturan, 2014: 209)
Nutku guruyasıca: (Şirikçi, 2006: 10)
Ocağı [gar suyu gibi] geçesice/geçsin: Nesli hiç iz bırakmadan, önü arkası
kalmadan kesilesice. Soyu kuruyasıca. (ATKVE, 2011: 141; Bilgin, 2006: 255; Bilgin,
2007a: 111; Bilgin, 2007c: 128; Bilgin, 2017: 215; Kozan, 2007: 217; Özalp, 2008:
446)
Ocağı başına yıkılasıca: (Arslan, 2011: 379)
Ocağı kör galasıca: (Dalkıran, 2005: 63; Özturan, 2009a: 233)
Ocağı/ocağın bata/batasıca/batsın: Yurdu yuvası, evi barkı dağılasıca. Örnek: O
ocağı batasıcanın biri, kendinin de oğullarının da millete ettikleri Tuna’yı aştı. (Bilgin,
2006: 255; Bilgin, 2007c: 123; Çınkır, 2016: 297; Çınkır, 2016: 827; Dalkıran, 2005:
63; Ekici, 2005: 15; Gökçebey, 1999: 86; Kapanoğlu, 2009: 19; Kapanoğlu, 2009: 27;
Kaya-Kozan, 2003: 121; Okumuş, 2006: 163; Özalp, 2008: 446; Özturan, 2009a: 233;
Şen, 2006: 96;Uzun vd., 2012a: 335)
Ocağı/ocağın geçe/geçesice: (Bolat-Türk, 2001: 152; Göçer, 2007: 64)
Ocağı/ocağın söne/sönesice/sönsün: (Ertekin, 1997: 50; Karaoğlan, 2010: 131;
Okumuş, 2006: 163; Ulu, 2013: 196; Ulu, 2013: 197)
Ocağın başına yıkılır inşallah!: (Okumuş, 2006: 163)
Ocağın bucağın bata: (Şen, 2006: 96)
Ocağın tütmeye: (Özturan, 2009a: 233; Şen, 2006: 96)
Ocağına ateş düşesice: (Özalp, 2008: 447)
Ocağına baykuş döne: (Ulu, 2013: 196)

384
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ocağına baykuş tünesin e mi?: (Okumuş, 2006: 163)


Ocağına baykuş/baykuşlar tünesin/tüneye: (Karaoğlan, 2010: 131; Okumuş,
2006: 163; Özalp, 2008: 447; Özturan, 2009a: 233; Şen, 2006: 96)
Ocağına baykuşlar tüneye, ettim buldum diyesin, öteki dünyaya ben varana
gadar ayakta dikili galasın: (Arslan, 2011: 378)
Ocağına ç..lü çömelmesin, ocağına kuş b..u sıvansın: (Karaoğlan, 2010: 131)
Ocağına ganlı baykuş dönesi: (Irmak: 2013: 215)
Ocağına gar suyu gaça: (Ertekin, 1997: 50)
Ocağına incir [ağacı] dikile/dikilsin: (Gökhan-Koç, 2009: 314; Körük, 2005: 42;
Okumuş, 2006: 163; Özturan, 2009a: 233; Şen, 2006: 96)
Ocağına it guzluya: (Gözükara-Özalp, 2011a: 98)
Ocağına kibrit suyu damlaya: (ATKVE, 2011: 141)
Ocağına odun girmiye: (KA, 2017b: 133)
Ocağına/ocağında baykuş ötsün/öte [e mi?]: (Dalkıran, 2005: 63; Gökhan-Koç,
2009: 314; Uzun vd., 2012a: 293)
Ocağını yakacak kimsen galmasın: (Özalp, 2008: 447)
Ocakta galmayasıca: (Gökhan-Koç, 2009: 314)
Odun ocağın kör gala: (Özturan, 2009a: 233)
Of dedikçe gan tüküre: Örnek: Beni yardan ayıran of dedikçe kan tüküre. (Uzun
vd., 2012c: 237)
Oğlun kızın yetim gala: (Ulu, 2013: 196)
Oğlundan gızından bulasın: (ATKVE, 2011: 141)
Olmaz olasıca/olsun: (Erşahin, 2011a: 80; Irmak, 2013: 214; Özturan, 2009a:
233; Şen, 2006: 96Uzun vd., 2012a: 80; Uzun vd., 2012a: 108; Uzun vd., 2012c: 88)
Otsuz ocaksız galasın: (KA, 2017b: 133)
Oymak oymak yanasın: (Gözükara-Özalp, 2011b: 415)
Oyum oyum oyulasın: (Şen, 2006: 96)
Öksüz galasın da beni anasın: (Şen, 2006: 96)
Öldüğü yerde bir daha ölesice/ölesin: (ATKVE, 2011: 141; Arslan, 2011: 381;
Özturan, 2014: 217)
Öldüğünü görür müyüm ola?: (Özturan, 2009a: 233;Özturan, 2014: 217)
Ölesice: (Dalkıran, 2005: 63; Şen, 2006: 109)
Öllüyün/öllümün körü: (Arslan, 2011: 357; Çınkır, 2016: 845; Göçer, 2010: 135;
Kapanoğlu, 2009: 119; Mercimek, ?: 1; Özalp, 2008: 314; Özturan, 2014: 217; Şen,
2006: 109)
Ölmeye de sürünesin: (Kaplan, 2017: 23; Ulu, 2013: 194; Uzun vd., 2012b: 199;
Hüseyin Korkmaz)
Ölmeyesin de yanın yanın gidesin: (Şen, 2006: 109)
Ölmeyesin, yitmeyesin sürüm sürüm sürünesin. (KA, 2017b: 133)
Ölmezsen geber: (Erşahin, 2011a: 80)
Ölü suyun ılıya, teneşirde galasın: (Arslan, 2011: 380)
Ölüm haberini alırım inşallah: (Şen, 2006: 96)
Ölün gele: (ATKVE, 2011: 140)
Ölün guzgunlara yem ola: (Şen, 2006: 96)
Ölün koka: (ATKVE, 2011: 140)
Ölün yazıdan gele: (Şahiner, 2017: 38)
Ölüp de ölemiyesice: (KA, 2017b: 133)
Ölüp ölüp dirilesin: (Şen, 2006: 96)
Ölüsü çıkasıca: (Dalkıran, 2005: 63)
Ölüsü ötürsün: (Özturan, 2009a: 233)
Ömrü/ömrün tükene/tükenesice: (Özturan, 2009a: 233; Şen, 2006: 96)
Ömrüne doymayasın: (Mustafa Kiraz)
Örnecikler olasın: (Ekem, 2015: 39)
Ötmez olasıca: (Uzun vd., 2012c: 158)
Özümü tükettin özü tükenesice: (Gökçe, 2014: 260)
Özüne ataşlar düşe: (Uzun vd., 2012a: 80)
385
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Paran pul ola, garın dul ola: (Şen, 2006: 96)


Parça parça olasın: (Şen, 2006: 96)
Parçam pinçik olasın: (KA, 2017b: 133)
Partı yarılasıca: (Özalp, 2008: 447)
Pisime basan iflah olmasın, yüzüme bakanın da garnı ekmeğe doymasın: Kuş
beslemeye ve uçurtmaya aileler pek sıcak bakmazlar. Çocuklarının okumayacağını, iş
güç sahibi olmayacağını öne sürerler. Çocuklarını bu işten uzak tutmak, onları
kandırmak için bu deyişi söylerler. (Akben, 2010: 117)
Püsük gibi miyavlaya: (Ekem, 2015: 89)
Rahmet yüzü görmeyesin: (Şen, 2006: 96)
Rezil kepaze olasın: (KA, 2017b: 133)
Rezil rüsva/hüsran olasın: (Arslan, 2011: 378; Şen, 2006: 96)
Rızkın kesilsin: (Şen, 2006: 96)
S..inde sivilce çıkasıca: (Özalp, 2008: 447)
Sabaha/sabahlara çıkmayasıca/çıkmayasın/çıkamayasın [e mi?]: Bu gece ölesin.
(ATKVE, 2011: 141; Bilgin, 2006: 345; Dalkıran, 2005: 63; Gökçebey, 1999: 86;
Gökhan-Koç, 2009: 314; Özalp, 2008: 447; Özturan, 2009a: 233; Şen, 2006: 96)
Saçına gıran girsin: (Şen, 2006: 96)
Sakalı yolunasıca: (Şen, 2006: 110)
Sakalı/sakalın [teneşirde] sabunlana/sabunlanasıca: (Şen, 2006: 96; Şen, 2006:
110)
Sana gelen bana gelsin: Karşıdakine gelecek kötülüğü üzerine alarak ona dua,
kendisine ise beddua etmek. (Özalp, 2008: 453)
Sana verdiğim emekler haram olsun: (Şen, 2006: 96)
Sarı sıtmaya uğrayasın: (Şen, 2006: 96)
Sebep gözün kör ola: (Gözükara-Özalp, 2011a: 10)
Sebepsiz gidesin: (Şen, 2006: 96)
Selamını samana gatıp yesin: (Özturan, 2014: 229)
Selası okunasıca: (Ekem, 2015: 73)
Sen beni güldürmedin, Allah da seni güldürmesin: (Özturan, 2009a: 233)
Sen de çok çileler bulasın: (Irmak: 2013: 214)
Ses verenin olmaya: (Şen, 2006: 96)
Sesi gara yerden gelesice: (Kapanoğlu, 2009: 76)
Sesin yerin dibinden gele: (ATKVE, 2011: 141)
Seslerin yer altından gele: (ATKVE, 2011: 140)
Sevmeyen sefirik olsun, öpmeyen ötürük olsun: Kıymetini bilmeyen her şeyden
beter olsun. (Özturan, 2014: 232)
Sırtlarındaki pırtılar ateşte yansın: (ATKVE, 2011: 141)
Sıtarası sıyrılasıca: (Özalp, 2008: 447)
Sidiği/sidikliği/sidikliğin dutula/dutulsun/dututasıca: (Çoğalan, 1982: 116; KA,
2017b: 134; Özalp, 2008: 447; Özturan, 2009a: 233)
Sidikliği gapanasıca: İşeyemez, küçük abdestini bozamaz olasıca. Örnek: Ben
sana her gün don mu yetiştireceğim sidikliği kapanasıca? (Bilgin, 2006: 295)
Sidikliğin dutula, gıvranasın: (Mustafa Kiraz)
Sinileyesice: (KA, 2017b: 133)
Sizin evladınız da size ede: (Karalar, 1998: 79)
Soluğu soğuyasıca: Nefes alması bitesice, aldığı son nefesini veremeyip ölesice
ve soğuyan vücudu ile birlikte o nefesi de içinde soğuyasıca. (Bilgin, 2006: 290)
Soluğun tükene: (Özturan, 2009a: 233)
Son attıcağın olur inşallah: (Kapanoğlu, 2009: 94)
Sonraya galanın canı çıksın: (Özturan, 2014: 234)
Soyka veren gala: (Saime Pırnaz)
Soyka/soykalar/soykacıklar gala/galsın/galasıca: (ATKVE, 2011: 141;
Gökçebey, 1999: 87; Horasan, 1992: 207; Temiz, 2005: 99;Uzun vd., 2012b: 273)
Soyka/soykası çıksın/çıkasın/çıhasıca: Ölesice, ölüp de teneşirde yıkanmak
üzere soyundurulasıca. Örnek: Vara seni doğurmaz olaydım kele, soykası çıkasıca ben
386
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

sana analıktan başka ne yaptım? (ATKVE, 2011: 141; Arslan, 2011: 381; Bilgin, 2006:
291; Bilgin, 2007a: 31; Bilgin, 2007b: 196; Bilgin, 2007c: 119; Çoğalan, 1982: 116;
Dalkıran, 2005: 63; Kapanoğlu, 2009: 59; MİY, 1967: 195; Okutucu, 2000: 120;
Özturan, 2009a: 233; Şen, 2006: 96; Uzun vd., 2012a: 342; Yakar, 1997: 62)
Soykacığından gelesice: (Körük, 2005: 42)
Soykası soyulasıca: (Özalp, 2008: 447)
Soyun sopun bata: (Şen, 2006: 96)
Söğütken sökülüp de çubukken gırılasıca: (KA, 2017b: 134)
Suyu suyuna yunasıca: (Özturan, 2009a: 233)
Sürgün edilesin: (ATKVE, 2011: 140)
Sürüm sürüm sürünesice/sürünesin: (ATKVE, 2011: 141; Dalkıran, 2005: 63;
Gökçebey, 1999: 86; Gökhan-Koç, 2009: 314; Irmak: 2013: 214; Kapanoğlu, 2009: 28;
Körük, 2005: 41; Özalp, 2008: 447; Özturan, 2009a: 233; Şen, 2006: 96)
Sürünesin: (Ulu, 2013: 200)
Sütüm haram olsun: (Özturan, 2009a: 233)
Şafağı/şafağın gapana/gapanasıca: Gözleri kör olasıca. Örnek: Hay şafağı
kapanasıca hay, bir de utanmadan yalan söylüyor. (Bilgin, 2006: 299; Bilgin, 2007a: 64;
Dalkıran, 2005: 63; Göçer, 2004: 191; Horasan, 1992: 207; Körük, 2005: 41; MİY,
1967: 195; Özalp, 2008: 448; Şen, 2006: 96; Yakar, 1997: 62)
Şah damarın tıkansın: (Ekem, 2015: 89)
Şah damarından vurulasın: (Ekem, 2015: 49)
Şaşı bakasın: (Şahiner, 2017: 38)
Şaşım şaşım galasın: (Şen, 2006: 96)
Şaşım şaşım şaşasın: (Özturan, 2009a: 233)
Şeytanın gulağına gurşun: (Şen, 2006: 93)
Şeytanından bulasın: (Şen, 2006: 96)
Şifasız dertlere düşesin: (Arslan, 2011: 379)
Şom ağzın yumulsun: (Karalar, 1998: 79)
Şorun garnında galsın: Söyleyeceğini söyleme. (Özturan, 2014: 243)
Tahtalı köye gelin gidesin: (Özturan, 2009a: 233)
Tahtın tacın yıkılsın: (KA, 2017b: 134)
Tangır/Tanrı canını ala/alasıca: Bu bedduanın Maraş’ta tam olarak telaffuz
edilişi “Tangır canını ala.” şeklindedir. (ATKVE, 2011: 141; Arslan, 2011: 381; Çınkır,
2016: 996; Dalkıran, 2005: 63; Gökhan-Koç, 2009: 314; Kapanoğlu, 2009: 60; Özalp,
2008: 337; Özalp, 2008: 448; Özturan, 2009a: 233; Özturan, 2014: 245)
Tanınmaz olsun siması: (Ulu, 2013: 197)
Tekerler altında galasın/galsın: (ATKVE, 2011: 140; Ulu, 2013: 197)
Tekerlere sıvanasın: (Gökhan-Koç, 2009: 314)
Tel tel olasın: (Şen, 2006: 96)
Teneşirde yunasıca/yunasın: (Dalkıran, 2005: 63; Özturan, 2009a: 233)
Teneşire/teneşirlere gelesin/gelesice: (ATKVE, 2011: 141; A. Kurt, 2017: 18;
Şen, 2006: 96)
Tepene daş yağsın: (Şen, 2006: 96)
Tez günde gelin olasın: (Ekem, 2015: 50)
Tımarhanelik olasın: (Şen, 2006: 96)
Tısım tısım tısılayasın: (KA, 2017b: 134)
Tohumu dünyaya dağılmayasıca: (Özalp, 2008: 448)
Tohumun guruya: (Şen, 2006: 96)
Torba belinden düşmeye: Dilenci olasın. (Şen, 2006: 96)
Torba dakıp dilenesin: (Özturan, 2009a: 233)
Töremeyesice/töremeyesin: Doğmayasıca, büyümeyesice, soyu tükenesice,
üremeyesice, çoluk çocuğu olmayasıca. (Bilgin, 2006: 317; Çınkır, 2016: 1039;
Dalkıran, 2005: 63; Demir, 2011: 119; Gökçebey, 1999: 87; Kapanoğlu, 2009: 61;
Kaya-Kozan, 2003: 146; Özalp, 2008: 441; Özalp, 2008: 448; Özturan, 2009a: 233 Şen,
2006: 96)
Trafik gazalarına gidesin inşallah: (Kapanoğlu, 2009: 28)
387
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Tufanlardan gidesice: (Karalar, 1998: 79)


Tünnük tünnük aşasın: (Gökçebey, 1999: 86)
Ucu yanık mektubun gelsin: (Ekem, 2015: 50)
Uğurun gademin kesile: (Şen, 2006: 96)
Ulum ulum ulasıca [da] lep lep/lepir lepir dökülesice: (Çoğalan, 1982: 116;
MİY, 1967: 195; Okumuş, 2006: 163; Okutucu, 2000: 120; Özturan, 2009a: 233)
Ulum ulum ulasın da Mevla’ndan bulasın: (Özturan, 2014: 250)
Ulum ulum ulasın/uluyasın/ulasıca/uluyasıca: Kişinin hastalıktan, acıdan vb.
olumsuzluktan dolayı sürekli inlemesini, bağırıp ağlamasını isteyen bedduadır.
(ATKVE, 2011: 141; Arslan, 2011: 377; Dalkıran, 2005: 63; Gökçebey, 1999: 86;
Horasan, 1992: 207; Özturan, 2009a: 233; Şen, 2006: 96; Şen, 2006: 108)
Ulumuna gurtlar düşe: (Ulu, 2013: 198)
Ulunun sözünü tutmazsan uluya galasın: (ATKVE, 2011: 138)
Uluya galasıca: (Özalp, 2008: 448)
Umduğunu bulamayasın: (Şen, 2006: 96)
Urganlara gelesin: (Şen, 2006: 96)
Üleşciği gelesice: (KA, 2017b: 134)
Üleşi kokasıca: (A. Kurt, 2017: 19)
Üleşine guzgunlar dönesice: (Çoğalan, 1982: 116; MİY, 1967: 195; Özturan,
2009a: 233; Şen, 2006: 96; Yakar, 1997: 62)
Ününü şeytan ala: (ATKVE, 2011: 141)
Üstücüğüne bulunmayasıca: (Özturan, 2009a: 233)
Üzüm üzüm üzülesin: (Şen, 2006: 96)
Varlık bul, dirlik bulma: (Şen, 2006: 96)
Vatanında ölmeyesin: (Şen, 2006: 96)
Vay ocağı geçesice: (Göçer, 2010: 31)
Verem olasın/olasıca: (Deniz, 2015: 118; Şen, 2006: 96)
Viran olası: (Yalman, 1977: 332)
Vurduğun yer et olsun, elin golun küt olsun: (Şen, 2006: 96)
Vurulasıca: (Şen, 2006: 96)
Ya mevlam benim ya senin canını ala: (Temiz, 2005: 99)
Yağlı gurşuna/gurşunlara gelesin: (ATKVE, 2011: 141; Dalkıran, 2005: 63)
Yağlı gurşunlardan gidesice/gidesin: (Gökçebey, 1999: 86; Özalp, 2008: 448)
Yaka paça yakalanasın: (Şen, 2006: 97)
Yalan söyleyenin anasının tumanı başına: Yalan söyleyen gülünç duruma
düşsün. (Özturan, 2014: 256; Şen, 2006: 112)
Yalan yiyen sabaha çıkmasın: (Şen, 2006: 97)
Yalanın bata: (Özturan, 2014: 257)
Yanı yere gelesice: (Şen, 2006: 97)
Yanın yanın git: (Çoğalan, 1982: 116)
Yanın yanın yürüyesice: (Özturan, 2009a: 234)
Yanın yatakta, gözün gapıda ola: (Şen, 2006: 97)
Yanları şişesice: (ATKVE, 2011: 141)
Yanların garara: (Gökçebey, 1999: 87)
Yardan yuvarlanasın: (Özturan, 2009a: 234)
Yarına çıkmayasın: (Şen, 2006: 97)
Yaşcağızın kesile: (Bulut, 1998: 98; Erşahin, 2011a: 80)
Yaşı [başı] kesilesice: (Gökçebey, 1999: 87; Körük, 2005: 41; Özalp, 2008: 448;
Özturan, 2009a: 234; Şen, 2006: 97)
Yaşı başına gardak gelesice: (Özalp, 2008: 448)
Yaşı ciğeri bişesice: (Kapanoğlu, 2009: 60)
Yaşı fırtasıca: (Özalp, 2008: 448)
Yaşı/yaşın ömrü/ömrün/ömrücüğün kesile/kesilesice: (Arslan, 2011: 378;
Çoğalan, 1982: 116; Körük, 2005: 42; MİY, 1967: 195; Okumuş, 2006: 163; Okutucu,
2000: 120; Özturan, 2009a: 234; Şen, 2006: 97; Şen, 2006: 112; Şen, 2006: 108; Yakar,
1997: 62)

388
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yaşın ömrün tükene: (Dalkıran, 2005: 63; Erşahin, 2011a: 80; Kapanoğlu, 2009:
59)
Yaşına [ömrüne] doymasın/doymayasın/doymayasıca: (Dalkıran, 2005: 63;
Erşahin, 2011a: 80; MİY, 1967: 195; Özalp, 2008: 448; Özalp, 2008: 449; Şen, 2006:
97; Yakar, 1997: 62)
Yaşına yılına varmayasın: (ATKVE, 2011: 140)
Yaşları pırtasıca: (Körük, 2005: 42)
Yatacak yer bulamayasın: (Şen, 2006: 97)
Yatağında yiyesin: (Okumuş, 2006: 163)
Yattığın yerde yatamayasın: (ATKVE, 2011: 141)
Yavruların yetim gala: (Özturan, 2009a: 234; Şen, 2006: 97)
Yaz günü göremeyesice: (KA, 2017b: 134)
Yazıklar olsun: (Şen, 2006: 97)
Yazın ayran görmeye, gışın yorgan görmeye: (Özturan, 2009a: 234)
Yedi camiden adın okuna: (KA, 2017b: 133)
Yedi canlı püsük gibi gıvranasıca: (Polat, 2016: 89)
Yedi ceddin geçe: (ATKVE, 2011: 141)
Yedi gat yerin dibine giresin: (Şen, 2006: 97)
Yedi minarede selan verile: (Çoğalan, 1982: 116; Dalkıran, 2005: 64;
Kapanoğlu, 2009: 30; MİY, 1967: 195; Okutucu, 2000: 120; Özturan, 2009a: 234; Şen,
2006: 97; Yakar, 1997: 62)
Yedi sene bir yanına yedi sene bir yanına sürünesin: (KA, 2017b: 134)
Yediğin ekmek gözüne dizine dursun: (Özturan, 2009a: 234)
Yedirdiğim burnuna bağzına dursun: (Özturan, 2009a: 234)
Yek yek yelesice: (Şen, 2006: 112)
Yeldiğin yele, emeğin sele gitsin: (ATKVE, 2011: 141)
Yellik günde yanasıca: (Karalar, 1998: 80)
Yere giresiniz: (Erşahin, 2011a: 80)
Yerin dibine giresin/geçesin: (Arslan, 2011: 380; KA, 2017b: 134)
Yerin yer altı olsun: (Özturan, 2009a: 234)
Yerin yurdun ataş ola: (Özturan, 2009a: 234; Şen, 2006: 97)
Yerinde yatamayasıca: (Özturan, 2009a: 234)
Yerlere batasıca: (Gökçebey, 1999: 87)
Yetmeden yerlere gidesice: (KA, 2017b: 134)
Yetmiş yedi köy öteye gelin gidesin: (KA, 2017b: 134)
Yetmiyesice: Büyümeyesice. (Erşahin, 2011a: 80; Kuyumcu, 1995: 166;
Özturan, 2009a: 234)
Yetmiyesin e mi?: (Özturan, 2009a: 230)
Yıkılasıca: (Ekici, 2005: 14; Gözükara-Özalp, 2011b: 250)
Yılan gibi sürünesin: (Irmak: 2013: 215)
Yılan/yılanlar soka/sokasıca: (ATKVE, 2011: 141; Özturan, 2009a: 234; Şen,
2006: 97)
Yılancıklar çıksın ayağında dizinde: (Uzun vd., 2012b: 199)
Yırtlıkan yıkılasıca: (Yılmaz Irmak)
Yiğidiken/yiğitlenirken yıkılasın/yıkılasıca [da dal iken devrilesin/devrilesice]:
(ATKVE, 2011: 140; ATKVE, 2011: 141; Arslan, 2011: 378; Çoğalan, 1982: 116;
Dalkıran, 2005: 64; Kapanoğlu, 2009: 60; Körük, 2005: 41; MİY, 1967: 195; Okumuş,
2006: 163; Özturan, 2009a: 234; Şen, 2006: 97; Yakar, 1997: 62)
Yiğit yanı/yanın yere gele/gelesice, [bağrın güne gele e mi?]: (Çoğalan, 1982:
116; Dalkıran, 2005: 64; MİY, 1967: 195; Okumuş, 2006: 163; Okutucu, 2000: 120;
Özalp, 2008: 449; Özturan, 2009a: 234;Şen, 2006: 97; Yakar, 1997: 62)
Yiğitliğin hayrını görmeyesin: (Dalkıran, 2005: 64)
Yirim yirim yirilesice: (KA, 2017b: 134)
Yoklara garışasıca: (ATKVE, 2011: 141)
Yollarda üleşi/üleşin gala/galasıca: (Dalkıran, 2005: 64; MİY, 1967: 195;
Okumuş, 2006: 163; Şen, 2006: 97; Yakar, 1997: 62)
389
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Yollarına boz dumanlar çökesice: (Özalp, 2008: 449)


Yolun cehenneme çıksın: (Şahiner, 2017: 38)
Yoluna boz duman çöke: (Karalar, 1998: 80)
Yoluna gara dumanlar çöksün: (Erşahin, 2011a: 80)
Yoluna toz duman çöksün: (MİY, 1967: 195; Yakar, 1997: 62)
Yolunu toz duman gaplasın: (Dalkıran, 2005: 64)
Yurdun yuvan dağıla/yıkıla: (Özturan, 2009a: 234; Şen, 2006: 97)
Yurt yuva dutmiyesin: (Özturan, 2009a: 234)
Yuvana baykuş tüneye e mi?: (Okumuş, 2006: 163)
Yuvasına figan düşe: (Ulu, 2013: 197)
Yüreciğinin sapı sarara: (Karalar, 1998: 80)
Yüreği sapından sararsın: (Özturan, 2009a: 234)
Yüreğin ağzına/ağzından gele: (Özturan, 2009a: 234; Şen, 2006: 97)
Yüreğine dert ola: (Şen, 2006: 97)
Yüreğinin yağı eriye: (Şen, 2006: 97)
Yürü Allah’ından bulasın: (Irmak: 2013: 214)
Yürü ciğeri dökülsün: (Dalkıran, 2005: 64)
Yüzlerine demir taraklar çakıla: (ATKVE, 2011: 141)
Yüzü [donu] kesilesice: (Özturan, 2009a: 234; Sultan Kamalak)
Yüzü soyulsun: (Fadık Pırnaz)
Yüzü yüzülesice: (ATKVE, 2011: 141)
Yüzü/yüzün gara ola/olasıca: (Arslan, 2011: 377; Şen, 2006: 97)
Yüzümü ölü göresin: Sevgi duyduğu bilinen, hatırının geçtiği birine naz yapmak
için söylenir. (Özalp, 2008: 358)
Yüzüne bakılmaz olasıca: (Dalkıran, 2005: 64)
Yüzüne it s..sın: (Ali Köse)
Yüzünü Azrail görsün: (Şahiner, 2017: 38)
Yüzünü şeytan görsün: (Karalar, 1998: 80)
Zar zambıl (zerzembil) olasın: (KA, 2017b: 134)
Zehir yiyesin [de gara haberin gele]: (Dalkıran, 2005: 64; MİY, 1967: 195;
Özalp, 2008: 449; Yakar, 1997: 62)
Zehir zemberek içesin: (ATKVE, 2011: 140)
Zehir zıkkım olsun: (Arslan, 2011: 380; Dalkıran, 2005: 64; Gökhan-Koç, 2009:
314; Irmak: 2013: 215; Özturan, 2009a: 234)
Zehir zıkkım ye: (Özturan, 2009a: 234; Şen, 2006: 97)
Zehrin kökünü yiyesin: (Özalp, 2008: 449)
Zıbar: (Şen, 2006: 97)
Zıkkım olsun: (Erşahin, 2011a: 80)
Zıkkım yiyesice/yiyesin: (Dalkıran, 2005: 64; Özalp, 2008: 449)
Zıkkımın dibini/kökünü ye: (ATKVE, 2011: 141; Özturan, 2009a: 234; Şen,
2006: 97)
Zımaranın sırtına gelesice/gelesin: Cehennemin dibi. (Dalkıran, 2005: 64; MİY,
1967: 195; Okutucu, 2000: 120; Yakar, 1997: 62)
Zımaranın sırtına, [esfele safiline] git: (Çoğalan, 1982: 116; Özturan, 2009a:
234)
Zımaraya gidesin: (Gökçebey, 1999: 87)
Zibil yiyesice: (Özalp, 2008: 449)
Ziftin pekini ye: (Şen, 2006: 97)
Zindanlarda çürüyesin: (ATKVE, 2011: 140)

3.4. Dua/Alkış

Çalışmamızda Kahramanmaraş yöresinden tespit ettiğimiz 625 dua/alkış yer


almaktadır.

390
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

3.4.1. İnceleme/Tasnif

3.4.1.1. İşlev

1. Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme


Allık bulluk, anama babama bin bin sağlık.
Teknede hamur, tarlada çamur, ver Allah’ım ver, sicim gibi yağmur ver.
2. Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme
Ahirette hurilere yoldaş olasın.
Gabır azabı çekmeye.
3. Dini İnançları Yansıtma
Allah başlara vermeye.
Allah bol rızık versin.
4. Dilek-Temenni Bildirme
Acı yüzü görmeyesin.
Allah dal dal uzatsın.
5. Ahlâki Değer Bildirme
Allah helal süt emmişe düşürsün.
Allah şeytanın şerrinden korusun.
6. Öğüt-Tavsiye Bildirme
Allah’ım baş gelemiim, garerimi ver!
Alnının akıyla, yüreğinin pakıyla yaşa.
7. Durum Bildirme
El öpenlerin çok olsun.
Elin avucun dolsun.
8. İletişime Yardım Etme
Cemaatinize bereket.
Rahmetlik.
9. Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme
Allah oğlum okuyup da üniversitelere profesör olasın.
Allah ömür versin.
10. Saygı-Sevgi Bildirme
Aziz Allah şefaati ya resulallah.
Gadasını aldığım.

3.4.1.2. Yapı

1. Tek Kelimeden Oluşan Dualar


Dallanasın
Gebermeyesice
2. Cümle Biçiminde Olan Dualar
Dualar genellikle kurallı cümle biçimindedir:
Ömrün uzun olsun.
Ömür boyu gönenesin.
Bazı dualar, devrik biçimdedir:
Taacık bana ver bir ekmekcik.
Gadılara gelin gidesin inşallah.
Bazı dualarda eksiltili bir yapı vardır:
Başının ağrısı çöre çöpe
Diline bal ile yağ
İkilemelerle oluşmuş cümle şeklinde dualar vardır:
Çoluk çocuğa garışasın.
Elin ayağın dert görmesin.
3.4.1.3. Yaygınlık-Kullanım Durumu

1.Genel/Ulusal Dualar
391
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Eksilsin, azalmasın.
Rahmet olsun.
2. Mahalli/Yöresel Dualar
Allah evinde gönendirsin.
Taacık, bana ver bir ekmekcik.

3.4.1.4. Anlatım

3.4.1.4.(1). Mensur-Manzum Oluşu Bakımından

1. Mensur Dualar
Yürüyüp gittiği yerler çayır çimen olsun.
Toprak diye avuçladığın altın olsun.
2. Manzum Dualar
Helal haram ver Allah’ım, bizim çocuklar yer Allah’ım.
Ocağın küllensin, bahçen güllensin.

3.4.1.4.(2). Vurgusuz-Vurgulu Oluşu Bakımından

1. Vurgusuz Dualar
Okun hedefine vara.
Kötü gün görmeyesin.
2. Vurgulu Dualar
Gadılara gelin gidesin inşallah!
Yüce Mevla’m senden razı olsun!
Allah evinize bereket getirsin.

3.4.1.5. Anlam

3.4.1.5.(1). Düz-Ters Oluşu Bakımından

1. Düz Anlamlı Dualar


Hacılar olasın.
Şükürler olsun.
2. Ters Anlamlı Dualar/Beddua Şeklindeki Dualar
Dilin damağın gurumaya.
Ocağı tütesice.
Gebermeyesice.

3.4.2. Liste

Acı yüzü görmeyesin: (Şen, 2006: 92)


Adım gader olmasın, gaderim gader olsun: (A. Kurt, 2017: 15)
Afiyet olsun: (Şen, 2006: 92)
Ağ (ak) bahtlı, altın tahtlı olasın: (Dalkıran, 2005: 62)
Ağacın gurumasın: (Ekem, 2015: 21)
Ağzın datlı olsun: Geline övgü sözü. (ATKVE, 2011: 221)
Ağzına sağlık: (Şen, 2006: 92)
Ağzınıza guru gaşık değmesin: (Şen, 2006: 98)
Ah vah demeyesin: (KA, 2017a: 264)
Ahirette hurilere yoldaş olasın: (Şahiner, 2017: 36)
Ahrette Fatma anamızda gomşu olasın: (Polat, 2016: 86)
Akıbeti hayrola: (Alparslan-Özturan, 2010: 126)
Aklının hayrını göresice: (Kapanoğlu, 2009: 24)
Aklınla bin yaşa: (A. Kurt, 2017: 15; Özturan, 2009a: 228; Şen, 2006: 92)
Aldığın sultan gızı ola: (Şahiner, 2017: 37)

392
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ali’nin gördüğü Yusuf’un yorduğu: Rüya görüp de birisine anlatıldığı zaman,


Hz. Yusuf'un rüya yorumculuğuna izafeten böyle denir. (Özalp, 2008: 186)
Alimler olasın: (ATKVE, 2011: 139)
Allah [bin] bereket versin: (Dalkıran, 2005: 62; Gökçebey, 1999: 84; Özalp,
2008: 450; Şen, 2006: 92)
Allah acı/acısını/acılarını göstermesin: Benden sonra ölesin de acını
görmeyeyim. (Arslan, 2011: 374; Özalp, 2008: 450; Özturan, 2009a: 228)
Allah acılarını vermesin: (Erdem-Kirik, 2011: 513)
Allah acısın: (Gökhan-Koç, 2009: 313)
Allah açlığınan terbiye etmesin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah ağ baht/bahtlar versin: Allah temiz, açık bahtlar versin. (ATKVE, 2011:
139; Arslan, 2011: 373; Çınkır, 2016: 52; Dalkıran, 2005: 62; Özturan, 2009a: 228)
Allah ağlatacak dert vermesin: (ATKVE, 2011: 139)
Allah ağrıtıp incitmesin: (ATKVE, 2011: 139; Kozan, 2007: 217)
Allah ahret muradımı versin: Kişinin ahrette istediği tüm muratlarına ulaşmasını
dileyen duadır. (Kılıç, 2008: 115)
Allah ahrette dinsiz, dünyada pinsiz etmesin: (Karalar, 1998: 68)
Allah akıl bayılığı (baliğliği) versin: Allah akıl zenginliği versin. (Özalp, 2008:
450)
Allah akıl fikir versin: (Kozan, 2007: 217; Okumuş, 2006: 170)
Allah akıl/akıllar versin: (Dalkıran, 2005: 62; Gökhan-Koç, 2009: 312; Özturan,
2009a: 228; Özturan, 2014: 36; Şen, 2006: 92)
Allah ambarın dibini göstermesin: (Karalar, 1998: 68)
Allah analı babalı büyütsün: (Arslan, 2011: 373; Ertekin, 1997: 80; Gökçebey,
1999: 85; Gökhan-Koç, 2009: 313; Özturan, 2009a: 228)
Allah anana babana yardım etsin: Kahrını çekmek zor. Allah kahrını çeken
anasına babasına yardım etsin. (Özturan, 2014: 36)
Allah ananıza, babanıza, ocağınıza bağışlasın: (Kapanoğlu, 2009: 17)
Allah anasına babasına bağışlasın: (Özalp, 2008: 450)
Allah aramızdan eksik etmesin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah arıca etek, guruca yatak nasip eylesin: (Şen, 2006: 92)
Allah ayakaltında gomasın: (Erdem-Kirik, 2011: 545)
Allah azay akıl, kamil iman versin: Allah iyi hal, iyi yaşam; akıl ve yanı sıra tam
ve sağlam iman versin. (Özalp, 2008: 450)
Allah bağışlasın: Allah ömür versin. (Özalp, 2008: 450; Özturan, 2014: 36)
Allah bahtını ağ etsin: (Okumuş, 2006: 170)
Allah bakarımdan, tutarımdan etmesin: Allah gözlerimden, ellerimden,
ayaklarımdan etmesin. Sağlam, çalışır halde olsunlar. (Özalp, 2008: 450)
Allah başa vermesin: (Erdem-Kirik, 2011: 450-451)
Allah başaca/başa gadar gönendirsin: (KA, 2017a: 264; Okumuş, 2006: 170)
Allah başımızdan eksik etmesin: (Özalp, 2008: 450; Özturan, 2009a: 228)
Allah başını bozmaya: (ATKVE, 2011: 139)
Allah başka acı göstermesin: (Alparslan-Özturan, 2010: 127)
Allah başka acı/dert vermesin: (Ertekin, 1997: 120; Özturan, 2009a: 228)
Allah başlara vermeye: Büyük sıkıntı. (Özturan, 2014: 36)
Allah beterinden esirgesin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah beynamaz etmeye: (KA, 2017a: 264)
Allah bir yastıkta gocatsın: (Özalp, 2008: 450)
Allah birini bin eylesin: (Ekem, 2015: 15)
Allah birlinin birini, binlinin binini bağışlasın: Allah herkesin azını da çoğunu da
bağışlasın, hepsine ömürler versin. (Özalp, 2008: 450)
Allah bol gısmetler versin: (Dalkıran, 2005: 62)
Allah bol rızık versin: (Okumuş, 2006: 170)
Allah böyle düşmanı bana da versin: Allah, akıllı ve zarar vermeyen, hatta iyilik
yapmaya, ara bulmaya çalışan düşmanlar versin. (Özalp, 2008: 450)
Allah bu çileyi kimseye vermesin: (Erdem-Kirik, 2011: 544)
Allah bugünümüzü aratmasın: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93; Adem Pırnaz)
393
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Allah bundan aşağı düşürmesin: (Erdem-Kirik, 2011: 576)


Allah canını almaya: Hafif yollu yakınma ifadesi. (Özturan, 2014: 36)
Allah cennet alaya gidenlerden eylesin: (KA, 2017a: 264)
Allah cennette cem eyleye: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 81)
Allah ciğer acısı göstermesin: (ATKVE, 2011: 139; Arslan, 2011: 373)
Allah çoluğunuzu çocuğunuzu elin ellerine gomaya: (Erdem-Kirik, 2011: 585)
Allah daha çok versin: (Erdem-Kirik, 2011: 552)
Allah dal dal uzatsın: (Arslan, 2011: 374)
Allah damda gezen bahtı versin: Allah damda gezen avare kız bahtı versin.
(Özturan, 2009a: 228; Özturan, 2014: 37)
Allah dara düşürmesin: (Dalkıran, 2005: 62)
Allah daraltır/sıkar, ama bunaltmaz, inşallah bir kapı açar: Geçim sıkıntısı
üzerine söylenen söz. (Demir, 2011: 175; Göçer, 2004: 166)
Allah darda bırakmasın: (Okumuş, 2006: 170)
Allah darda tuzakta gomasın: Allah geçim darlığı vermesin, başkalarına muhtaç
etmesin. Her türlü kötülükten korusun. (Özalp, 2008: 450)
Allah delalete düşürmesin: (Deniz, 2015: 5)
Allah derde gomasın: (ATKVE, 2011: 139)
Allah dert göstermesin: (ATKVE, 2011: 139)
Allah durdukça durasın: (Özturan, 2009a: 228)
Allah duttuğunu altın etsin/eylesin: (Arslan, 2011: 373; Dalkıran, 2005: 62;
Gökhan-Koç, 2009: 313; Okumuş, 2006: 170; Özturan, 2009a: 228; Şen, 2006: 93)
Allah dürgün düşkün etmesin: Allah yatalak olmaktan korusun! Sakatlanarak
veya yaşlanarak ele bakımlı hale getirmesin, başkalarına muhtaç etmesin! Eli-ayağı
tutmaz etmesin! (Özalp, 2008: 450)
Allah düşmanıma düşürmesin: İnsanın yakını olduğu halde kötülüklerinden
bıktığı kimseler/kötü durumlar için böyleleri/böyle şeyler düşmanımdan bile uzak olsun
anlamında kullanılır. (Özalp, 2008: 450)
Allah düştüğün gapıya yardım etsin: (Kapanoğlu, 2009: 52)
Allah ekmeğini boşa çıkarmasın: (Deniz, 2015: 6)
Allah eksik etmesin: (Özturan, 2014: 37)
Allah eksilen yeri doldursun: (KA, 2017a: 264)
Allah elden/ele ayağa/ayaktan düşürmesin: (ATKVE, 2011: 139; Arslan, 2011:
373; Erdem-Kirik, 2011: 506; Gökçebey, 1999: 85; Özturan, 2009a: 228; Şen, 2006: 93)
Allah elin diline düşürmesin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah emeğini ballı ede: (KA, 2017a: 264)
Allah emeğini boşa çıkarmasın: (KA, 2017a: 264)
Allah encamını hayretsin: (Okumuş, 2006: 170)
Allah esirgesin/esirgeye: Allah korusun. (Dalkıran, 2005: 62; Erdem-Kirik,
2011: 585; Erşahin, 2011a: 78; Gökhan-Koç, 2009: 312; Özalp, 2008: 450; Özturan,
2009a: 228; Özturan, 2014: 37; Şen, 2006: 92)
Allah etmesin: Kötü bir halin, olayın vukuunda Allah'a sığınmak; korunma,
esirgenme istenmek için söylenir. (Erdem-Kirik, 2011: 268; Özalp, 2008: 186; Özturan,
2014: 37)
Allah evinde gönendirsin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah evine buğday yağdıra: (KA, 2017a: 264)
Allah evinin çatısını goruya: (KA, 2017a: 264)
Allah evinize bereket getirsin: (Ertekin, 1997: 80)
Allah evlatlarının hayrını versin: (Dalkıran, 2005: 62)
Allah evlerin barkların ola: (ATKVE, 2011: 139)
Allah evvel gomşuya versin, sonra bize: (Karalar, 1998: 71)
Allah eyilerle garşılaştırsın: (Kozan, 2007: 217)
Allah eyiliğini versin: (ATKVE, 2011: 139; Okumuş, 2006: 170)
Allah eyilik sağlık versin: (Erdem-Kirik, 2011: 226)
Allah fazlından kereminden versin: Allah fazlından kereminden hak edene
fazlasıyla versin. (Özturan, 2014: 37)
Allah fırsat vermesin: (Özturan, 2014: 37)
394
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Allah gabrini geniş eyleye: (KA, 2017a: 264)


Allah gabul etsin: Allah hayrını, ibadetini kabul etsin. (Özalp, 2008: 450)
Allah gadirli gıymetli etsin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah galanlarınıza sağlık versin: (Alparslan-Özturan, 2010: 127)
Allah galbine göre versin: Allah niyetine göre versin. Kalbinden ne geçiyorsa
Allah'tan onu bulsun/bulasın. Kötü kalpliler için beddua, temiz kalpliler içinse dua
olarak kullanılır. (Özalp, 2008: 450; Özturan, 2014: 37)
Allah galbinin gününü göstersin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah gani gani rahmet etsin/eylesin: Allah bol bol, çok bol rahmet etsin.
(Arslan, 2011: 372; Özalp, 2008: 451)
Allah gara gözlü gızlar alasın: (ATKVE, 2011: 139)
Allah gara gözlü yarin ola: (Arslan, 2011: 374)
Allah gara gözlüsüne varasın: (ATKVE, 2011: 139)
Allah garakaşlı, garagözlü gızlar nasip etsin: (Gökhan-Koç, 2009: 313)
Allah garda gışta gomasın: (Karalar, 1998: 68)
Allah gavuştursun: (Gökçebey, 1999: 85)
Allah gaza bela vermesin: (Erdem-Kirik, 2011: 585)
Allah gazadan beladan esirgesin/gorusun/saklasın: (ATKVE, 2011: 139;
Dalkıran, 2005: 62; Gökçebey, 1999: 84; Gökhan-Koç, 2009: 313; Kozan, 2007: 217;
Okumuş, 2006: 170; Özalp, 2008: 451)
Allah gazalardan gorusun: (Ekem, 2015: 16)
Allah gecinden versin: (ATKVE, 2011: 139; Arslan, 2011: 374)
Allah gısmetini açsın: (Okumuş, 2006: 170)
Allah gıymet bilene düşürsün: (Özturan, 2009a: 228)
Allah gidip gelenlerden eylesin: (Deniz, 2015: 6)
Allah gorusun: (Bilgin, 2007c: 15; Özalp, 2008: 451)
Allah gökten versin: (Şahiner, 2017: 36)
Allah gönlüne göre versin: (ATKVE, 2011: 139; Dalkıran, 2005: 62; Kozan,
2007: 217; Okumuş, 2006: 170; Şen, 2006: 93)
Allah gönül zenginliği versin: (ATKVE, 2011: 139)
Allah gördüğümüz günden geri gomasın: (Özturan, 2009a: 228)
Allah görünmez, bilinmez gazadan beladan esirgesin: Allah her türlü gaza ve
beladan saklasın. (Özalp, 2008: 451)
Allah göstermesin: (Bilgin, 2007b: 206)
Allah gözüne ışık versin: (Elife Akkurt)
Allah gul başına vermesin: Allah bu halleri, böyle kimseleri hiçbir kuluna
vermesin. (Özalp, 2008: 451)
Allah gurtarmış: Hastalıktan çok çekmiş kimse öldüğü zaman arkasından
söylenir. (Alparslan-Özturan, 2010: 128)
Allah guru iftiradan gorusun: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93)
Allah guvvetini artırsın: (Elife Akkurt)
Allah gücünü artırsın: (Okumuş, 2006: 170)
Allah güzel bağdaşmak nasip etsin: (KA, 2017a: 264)
Allah güzelliğini bozmasın: (Kapanoğlu, 2009: 28)
Allah Halil İbrahim bereketi vere: (Ekem, 2015: 21)
Allah hayırlı bahtlar versin: (ATKVE, 2011: 139)
Allah hayırlı bir eş vere: (Deniz, 2015: 6)
Allah hayırlı etsin/eylesin: (Alparslan-Özturan, 2010: 82; Göçer, 2007: 85;
Göçer, 2010: 105; Şen, 2006: 93)
Allah hayırlı gazançlar vere: (Erdem-Kirik, 2011: 585)
Allah hayırlı gısmetler versin: (Dalkıran, 2005: 62)
Allah hayırlı ömürler versin: (Dalkıran, 2005: 62)
Allah hayırlı yolculuklar versin: (Erdem-Kirik, 2011: 586)
Allah hayırlısını versin: (Erdem-Kirik, 2011: 561)
Allah hayrını gabul etsin: Allah yaptığın hayrı kabul etsin. (Özalp, 2008: 451)
Allah hayrını göstersin: (Özturan, 2009a: 228)

395
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Allah hayrını vere/versin: Allah sana hayırlar versin. (ATKVE, 2011: 139;
Dalkıran, 2005: 62; Erşahin, 2011a: 78; Özalp, 2008: 451;)
Allah hazinesinden versin: (Şahiner, 2017: 37)
Allah helal süt emmiş birini nasip etsin: (Ekem, 2015: 15)
Allah helal süt emmişe düşürsün: (Dalkıran, 2005: 62)
Allah hep yanında ola: (Deniz, 2015: 7)
Allah her muradını versin: (Dalkıran, 2005: 62)
Allah hoş baht eylesin: (Şen, 2006: 97)
Allah huri gızlarına yoldaş eylesin: (Kozan, 2007: 217)
Allah ıslah etsin/eylesin: (ATKVE, 2011: 139; Şen, 2006: 93)
Allah iki eyilikten birini versin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah ikinizi bir yastıkta gocatsın: (Gökçebey, 1999: 85)
Allah iman versin: (Erdem-Kirik, 2011: 506)
Allah imandan Guran'dan ayırmasın: Yaşarken de, ölürken de Allah iman, Kuran
ve kendi yolu üzere olmamızı sağlasın. (Özalp, 2008: 451)
Allah istikametinden şaşırtmasın: (Deniz, 2015: 7; Ekem, 2015: 21)
Allah işini [gücünü] rast getirsin: İşlerin rast, yolunda gitsin. (ATKVE, 2011:
139; Arslan, 2011: 374; Caferoğlu, 1995: 174; Dalkıran, 2005: 62; Erşahin, 2011a: 78;
Gökhan-Koç, 2009: 313; Özalp, 2008: 451)
Allah it püsük aşı etmesin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah kem gözlerden esirgesin: Allah kötü gözlerden, nazardan, göz
değmesinden esirgesin, korusun. (Özalp, 2008: 451)
Allah kem gözlerden ırak eylesin/saklasın: Allah nazardan korusun. (Kozan,
2007: 217; Özalp, 2008: 451)
Allah kesene-ömrüne bereket versin: (Okumuş, 2006: 170)
Allah kimsenin ocağında it ürdürmesin: (Elife Akkurt)
Allah kimsenin ölüsünü de dirisini de sahipsiz bırakmasın: (Karalar, 1998: 69)
Allah kimsenin yavrusunu dürtüp çomacak etmesin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin: (Alparslan-Özturan, 2010: 49)
Allah kimseyi analık babalık eline bırakmasın: (Alparslan-Özturan, 2010: 53)
Allah kimseyi elden ayağa düşürmesin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah kimseyi gördüğü günden geri gomasın: (Dalkıran, 2005: 62; Özturan,
2009a: 228)
Allah kimseyi kimseye muhtaç etmesin: (Şen, 2006: 93)
Allah kimseyi kötülerinen dünyada da gabırda da yoldaş etmesin: (Deniz, 2015:
8; Özturan, 2009a: 228)
Allah kimseyi sonradan görmüşe düşürmesin: (Kapanoğlu, 2009: 22)
Allah kimseyi yazın ayransız, gışın yorgansız, bayramda oğlansız gomasın:
(Özturan, 2009a: 228)
Allah kötü gader yazmasın: (Kozan, 2007: 217)
Allah kötü sözden, kem gözden esirgesin: (Okumuş, 2006: 170)
Allah kötülüklerden uzak tutsun: (Kozan, 2007: 217)
Allah makamını cennet etsin: (Temiz, 2005: 98)
Allah muhafaza eylesin: (Temiz, 2005: 98)
Allah muhanede muhtaç etmesin: Allah, muhannete; iş bitirmeyen, zorluk
çıkaran, cimri, başa kakıcı, gaddar, zalim kimseye muhtaç etmesin. (Özalp, 2008: 451)
Allah muradını versin: (Şahiner, 2017: 36)
Allah münafıkların şerrinden gorusun: (Arslan, 2011: 372)
Allah namerde muhtaç etmesin: (ATKVE, 2011: 139)
Allah nazardan, beladan gorusun: (Ertekin, 1997: 80)
Allah nazardan/nazarlardan saklasın: (ATKVE, 2011: 139; Dalkıran, 2005: 62;
Okumuş, 2006: 170; Şen, 2006: 93)
Allah ne ettirsin ne buldursun: (Özturan, 2009a: 228; Özturan, 2014: 37)
Allah ne muradın varsa versin: (Dalkıran, 2005: 62; Gökhan-Koç, 2009: 313;
Kozan, 2007: 217; Şen, 2006: 92)
Allah neyleyim, ne edeyim dedirmesin: Allah; çaresiz kalıp ne yapayım, elimden
ne gelir ki diyecek duruma düşürmesin. (Özalp, 2008: 451)
396
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Allah niyetine göre versin: (Okumuş, 2006: 170)


Allah nur içinde yatırsın: (Alparslan-Özturan, 2010: 127)
Allah ocaklardan uzak etsin: Allah bu halleri, böyle kimseleri hiçbir kuluna
vermesin. (Özalp, 2008: 451)
Allah oğlum okuyup da üniversitelere profesör olasın: (Sultan Pırnaz)
Allah olmayanlara da versin: (Alparslan-Özturan, 2010: 49; Erdem-Kirik, 2011:
531)
Allah ömrümden alsın/ala, senin ömrüne goysun/goya: Sevilen ve iyilik-fayda
görülen kimselere sevgi ve minnettarlık göstergesi olarak böyle dua edilir. (Gökçebey,
1999: 85; Özalp, 2008: 451)
Allah ömür versin: (Temiz, 2005: 98)
Allah önü gelenli değil, sonu gelenli eylesin: (Şen, 2006: 98)
Allah önümüzden eksik etmesin: Allah uzun ömür versin de bize sürekli yol
göstersin. (Özalp, 2008: 451)
Allah pişman etmesin: (Alparslan-Özturan, 2010: 82)
Allah rahmet etsin/eylesin/eyleye: Ölen kişinin Allah katında önemli bir rahmet,
önemli bir değer bulmasını, ölen kişinin Allah’ın rahmetine kavuşmasını isteyen duadır.
(Alparslan-Özturan, 2010: 126; Alparslan-Özturan, 2010: 128; Dalkıran, 2005: 62;
Erdem-Kirik, 2011: 265; Erşahin, 2011a: 78; Kapanoğlu, 2009: 21; Kılıç, 2008: 110;
Şen, 2006: 81; Temiz, 2005: 98)
Allah razı olsun: Herhangi bir iyilik karşısında, mutlu olunan durum karşısında
bu iyilik ve mutluluğa neden olan kişilere teşekkür etmek için kullanılan duadır. Genel
dilde ve bölge ağızlarında teşekkür etmek için kullanılan yaygın bir kalıp sözdür.
(Erdem-Kirik, 2011: 409; Erşahin, 2011a: 78; Gökçebey, 1999: 85; Kozan, 2007: 217;
Kılıç, 2008: 114; Özturan, 2009a: 228)
Allah rızası için!: (Erşahin, 2011a: 79)
Allah rızasından ayırmasın: (ATKVE, 2011: 139)
Allah sabır versin: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93)
Allah sağ gözü sol göze muhtaç etmesin: Muhtaçlık çok zordur, muhannet birine
muhtaç olmaksa çok daha zordur. Bu yüzden, değil diğer bir insana muhtaç olmak,
insanın azalarının bile birbirine muhtaç olmaması temenni edilmektedir. (Özalp, 2008:
451)
Allah sana yeşil gözlü gelinler versin: (KA, 2017a: 264)
Allah satı bahası/bazarı versin: Allah satışını kolaylaştırsın. Müşteri göndersin.
(Çınkır, 2016: 52; Özalp, 2008: 324; Özturan, 2014: 37)
Allah selamet versin: (Özturan, 2009a: 228; Şen, 2006: 99)
Allah senden razı olsun: (Dalkıran, 2005: 62; Gökhan-Koç, 2009: 313)
Allah seni başımızdan eksik etmesin: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 92)
Allah seni dallandırıp budaklandıra: (KA, 2017a: 264)
Allah seni dört gözünen büyütsün: (ATKVE, 2011: 139)
Allah seni düşmanlarına garşı gülünç eylemesin: (KA, 2017a: 264)
Allah seni gara gözlüne bağışlasın: (KA, 2017a: 264)
Allah seni mesut etsin: (Ekem, 2015: 15)
Allah sevap versin, günah vermesin: (Arslan, 2011: 373)
Allah sevdiğine/sevdiklerine bağışlasın: Allah ömür versin de sevdiklerinle
birlikte yaşayasın. (Gökçebey, 1999: 85; Özalp, 2008: 451)
Allah seven gullarından etsin: (ATKVE, 2011: 139)
Allah sırtına vursun da ilerleyesin: (Şahiner, 2017: 36)
Allah son gününü sonradan versin: (Şahiner, 2017: 36)
Allah son nefeste iman Guran nasip etsin: Allah son nefeste imanlı gitmemizi
nasip etsin. (Özalp, 2008: 451)
Allah sonumuzu hayır ede: (Kapanoğlu, 2009: 49)
Allah sonunu hayır getire: (Özturan, 2009a: 228)
Allah süründürmesin: (Erdem-Kirik, 2011: 587)
Allah süvükte gezen deli dolu bahtı versin: (A. Kurt, 2017: 15)
Allah şeytanın şerrinden gorusun: (Kozan, 2007: 217)
Allah şifa versin: (Gökçebey, 1999: 85; Okumuş, 2006: 170)
397
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Allah tadıyla büyütsün: (Gökçebey, 1999: 85)


Allah tamamına erdirsin: (Alparslan-Özturan, 2010: 82)
Allah tekerine daş değdirmeye: (KA, 2017a: 264)
Allah temiz ölüm versin: (Erdem-Kirik, 2011: 545)
Allah tez zamanda döndüre: (Karalar, 1998: 69)
Allah toprağına gavuşturdu: Ölen kişiler için söylenen söz. (Karaoğlan, 2010:
129)
Allah utandırmasın: Bir işe başlanırken “Allah rast getirsin, kolaylık versin!”
anlamında söylenir. Kişi kendisi hakkında da kullanabilir. (Özalp, 2008: 451)
Allah uzun ömür/ömürler versin/vere: (Erdem-Kirik, 2011: 262; Ertekin, 1997:
80; Gökçebey, 1999: 85; Kozan, 2007: 217)
Allah üç gün yatak, dördüncü gün toprak nasip etsin: (Sultan Kamalak)
Allah vardığın yerde gönendirsin: (KA, 2017a: 264)
Allah yardım etsin/eylesin: Allah kolaylık versin. (Özalp, 2008: 451; Özturan,
2009a: 228; Temiz, 2005: 98)
Allah yardımcın/yardımcımız olsun/ola: Herhangi bir işe başlayacak olana veya
herhangi bir sınava girecek olan öğrenciye, karşılaşılan olumsuz durumlarla mücadele
edenlere vb. olaylar için Allah’ın yardımını isteyen duadır. (Gökçebey, 1999: 85; Kılıç,
2008: 114; Kozan, 2007: 217;Özalp, 2008: 451)
Allah yatacağın yeri nurla doldursun: (ATKVE, 2011: 139)
Allah yatak ömrü vermesin: (Özturan, 2009a: 228)
Allah yatanı utandırmasın, bakanı usandırmasın: (Şirikçi, 2006: 13)
Allah yavuz dilden, yaramaz elden uzak eylesin: (ATKVE, 2011: 139)
Allah yazdıysa bozsun: Allah bir kader yazdıysa bozsun. (Özturan, 2014: 38)
Allah yazdıysa olur inşallah: Kız istemede kızın ailesi damadı uygun bulursa bu
sözü söyler. (Ertekin, 1997: 88)
Allah yazımızı yaz, gışımızı gış eylesin: (Şen, 2006: 98)
Allah yazın ayransız, gışın köyneksiz, el içinde oğlansız etmesin: Allah yazları
en çok içtiğimiz ayrandan kışları ise bizi soğuktan koruyacak elbiselerden mahrum
etmesin. Ayrıca herkesin içinde çocuksuz bırakıp acı çektirmesin. (Özalp, 2008: 451)
Allah yazın ayransız, gışın yorgansız gomasın: (Çınkır, 2016: 489)
Allah yemek yedikten sonra eksilen yeri doldursun: (Deniz, 2015: 17)
Allah yerden göğe gadar razı olsun: Allah, her bakımdan ve çok razı olsun.
(Özalp, 2008: 451)
Allah yokluğunu göstermesin/vermesin: (Göçer, 2010: 32; Kapanoğlu, 2009: 99;
Özalp, 2008: 452)
Allah yoldan ayırmasın: (ATKVE, 2011: 139)
Allah yolunu açık eylesin: (Erşahin, 2011a: 79)
Allah yüzünü/yüzünüzü güldürsün: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93)
Allah zihin açıklığı versin: (Dalkıran, 2005: 62)
Allah zihnini açık etsin: (Ekem, 2015: 15)
Allah ziyade etsin/eylesin: (Alparslan-Özturan, 2010: 70; Şen, 2006: 93)
Allah, ikrah ve de içmeyecek gadar sabır versin: (Göçer, 2007: 198)
Allah, toprak diye avuçladığını altın etsin: (Dalkıran, 2005: 62)
Allah’a emanet olasın/olunuz: (Göçer, 2010: 33;Okumuş, 2006: 170)
Allah’a emanet, yollara selamet: (Özalp, 2008: 452)
Allah’a şükür[ler olsun]: İyi durumlar sonucunda kullanılan şükür duasıdır.
(Erdem-Kirik, 2011: 241; Erdem-Kirik, 2011: 323; Göçer, 2007: 127; Kılıç, 2008: 114)
Allah’ım baş gelemiim, garerimi ver!: (Erşahin, 2011a: 79)
Allah’ım beni kavuştur: (Temiz, 2005: 98)
Allah’ım dostu ağlatıp düşmanı güldürme: (Karalar, 1998: 69)
Allah’ım işimizi rast getir: (Alparslan-Özturan, 2010: 81)
Allah’ım sana şükürler olsun: (Göçer, 2010: 199)
Allah’ım verdiğine vereceğine çok şükür: (Alparslan-Özturan, 2010: 49)
Allah’ın bugününe şükür: (Erdem-Kirik, 2011: 521)
Allah’ın mağfireti üzerine olsun: (Okumuş, 2006: 170)
Allah’ın yoluna gitti: Ölen kişiler için söylenen söz. (Karaoğlan, 2010: 129)
398
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Allahaısmarladık: (Caferoğlu, 1995: 164)


Allı pullu gelin olasın: (Şen, 2006: 93)
Allık bulluk, anama babama bin bin sağlık: Gençler nehirde boy abdesti alırken
bu sözü söyler ve dua ederler. (Bilgin, 2007a: 12)
Alnın ak ola: (Gökhan-Koç, 2009: 312)
Alnının akıyla, yüreğinin pakıyla yaşa: (Okumuş, 2006: 150)
Altın bahtlı, altın tahtlı olasın: (Şen, 2006: 92)
Amirler, memurlar ardın sıra gelsin: (Arslan, 2011: 373)
Amirlere memurlara varasın: (ATKVE, 2011: 139)
Analı/ananla babalı/babanla büyüsün/büyüyesin: (Gökhan-Koç, 2009: 312;
Kapanoğlu, 2009: 28; Özalp, 2008: 452)
Anan baban gününü göre: (KA, 2017a: 264)
Anan baban nur içinde yatsın: (Özturan, 2009a: 228)
Anan baban sağ ola: (Şen, 2006: 98)
Anan harap olmaya: (Mehmet Yiğit)
Anana atana, yetmiş iki ecdadına rahmet: (Özalp, 2008: 452)
Anana babana rahmet: (Özturan, 2009a: 228)
Ananın babanın ruhu şad olsun: (KA, 2017a: 264)
Arlık durluk, pirlik paslık hepsi bu sulara gitsin: Banyodan çıkarken söylenen
dua. (Sultan Kamalak)
Atana [dedene] rahmet: (ATKVE, 2011: 139; Gökçebey, 1999: 85; Özalp, 2008:
452)
Ateşlerde yanmayasın: (ATKVE, 2011: 139)
Atıyın ayağı tökezlemesin: (Ekem, 2015: 16)
Avuçladığın toprak altın olsun: (Temiz, 2005: 98)
Ayağı gademli, başı devletli ola: (Özalp, 2008: 452)
Ayağına Kâbe’ler yazılsın: (Özalp, 2008: 452)
Ayda büyüyeceğine haftada büyüsün: (Erşahin, 2011a: 79)
Ayı gördüm Allah, amentü billah, ne günahlarım varsa affeyle Allah:
(Alparslan-Özturan, 2010: 55; Özturan, 2009a: 248)
Aziz Allah şefaati ya resulallah: (Erdem-Kirik, 2011: 373)
Baba ocağın sönmeye: (Deniz, 2015: 11)
Babana rahmet: Davranışlarından ve konuşmalarından hoşnut olunan kimselere
anında yapılan dua. Atana dedene rahmet şeklinde de kullanılır. (A. Kurt, 2017: 16;
Çınkır, 2016: 98; Özturan, 2009a: 228; Özturan, 2014: 54)
Babayın canına değsin: (Şen, 2006: 93)
Babayın canına nur yağsın: (ATKVE, 2011: 139)
Bağzın/bağzınız olsun: Yemek yiyenlerin yanına gelen kimse onlara şöyle der:
“Boğazınız sağlıklı olsun, yemeğiniz bereketli olsun. Afiyet olsun!” (Alparslan-
Özturan, 2010: 161; Derebent, 2015: 191; Özalp, 2008: 210; Özturan, 2014: 53)
Bahtın açık ola: (Gökçebey, 1999: 84)
Bahtın günün ağ ola/olsun, [anan baban sağ ola]: (A. Kurt, 2017: 16; Dalkıran,
2005: 62; Özturan, 2009a: 228)
Başa kadar gönenesin: Evlenenlere söylenir. (Şirikçi, 2008: 330)
Başın gözün ağrımasın: (Erdem-Kirik, 2011: 223)
Başın/başınız sağ olsun: (Alparslan-Özturan, 2010: 127; Gökçebey, 1999: 85;
Şen, 2006: 93)
Başının ağrısı çöre çöpe: Başının ağrısı senden uzak olsun. (Özturan, 2014: 61)
Başlardan uzak: (Özturan, 2014: 61)
Bey olasın: (Şahiner, 2017: 36)
Beytullah’a gidesin: (Ekem, 2015: 20)
Beytullah’a yüz süresin: (Polat, 2016: 86)
Bibin sana gurban olsun: (Karalar, 1998: 71)
Bir dalın bin ola: (Özalp, 2008: 452)
Bir yastıkta gocayasın/gocayasınız: (Alparslan-Özturan, 2010: 96; Dalkıran,
2005: 62; Şen, 2006: 93)
Birin bin ola: (Gökçebey, 1999: 85)
399
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Bismillah: Her işin başında söylenir. (Kılıç, 2008: 110)


Bolluğun başından aşa: (Polat, 2016: 86)
Boş beşik altında uyumayasın: (Ekem, 2015: 24)
Boy boy bebelerin olsun: (Ekem, 2015: 25)
Bulutlar yoldaşın ola: (Deniz, 2015: 12)
Can yoldaşın iman olsun: (Karalar, 1998: 71)
Canı sağ olasıca: Çok sevilen, sayılan birisi bir yanlış yaptığında veya bir zarar
verdiğinde, kendisini kırmadan sitem etmek, yanlışını ima yollu bildirmek için söylenir.
Örnek: Canı sağ olasıca, şu işi şöyle yapsaydı, böyle yapmasaydı daha iyi olurdu.
(Özalp, 2008: 212; Özturan, 2014: 83)
Canın sağ olsun: Bu dua, Maraş’ta ve bilhassa hal esnafınca “başının çaresine
bak” anlamında da kullanılır. (ATKVE, 2011: 139; Erdem-Kirik, 2011: 235)
Canına sağlık. (Erdem vd., 2009: 2543)
Canını sevsinler: (Şen, 2006: 93)
Cebin dolu, sofran bereketli olsun: (Okumuş, 2006: 170)
Ceddine rahmet: (Ekem, 2015: 16)
Cennet mekânın olsun: (Şen, 2006: 93; Temiz, 2005: 98)
Cennet-i ala yerin olsun/ola: (ATKVE, 2011: 139; Temiz, 2005: 98; Uzun vd.,
2012a: 356; Adem Pırnaz)
Cennette cem ola: (Alparslan-Özturan, 2010: 126)
Ciğer acısı görmeyesin: (Şen, 2006: 93)
Cömaate rahmet: (Alparslan-Özturan, 2010: 161)
Çıran her daim yakılı galsın: (Polat, 2016: 86)
Çocuk hasreti çekmeyesin: (Deniz, 2015: 5)
Çocukların gününü göresin: (Kapanoğlu, 2009: 28)
Çok bayramlar göresin: (A. Kurt, 2017: 16; Özturan, 2009a: 228; Şen, 2006: 93)
Çok gün göresin: (Gökhan-Koç, 2009: 313)
Çoluk çocuğa garışasın: (ATKVE, 2011: 139)
Çoluk çocuğunla bin yaşa: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93)
Dal budak salasın: (Polat, 2016: 86)
Dal dal olasın: (Şahiner, 2017: 36)
Dal dal uzayasın: (ATKVE, 2011: 139)
Dallanasın budaklanasın, bir iken bin olasın: (ATKVE, 2011: 139)
Dallanasın: (Şen, 2006: 93)
Dallanıp döllenesin: (Şahiner, 2017: 36)
Damızlığı töreyesice: Soyu devam edesice. (Arslan, 2011: 373)
Darısı başına olsun: (Ateş, 2010: 81)
Darısı bizlere: (Caferoğlu, 1995: 150)
Darısı çocuklarınıza: (A. Kurt, 2017: 16; Özturan, 2009a: 228)
Darısı dostlar başına: (Okumuş, 2006: 170)
Darısı gızına/oğluna olsun: (Ateş, 2010: 81)
Darlık yüzü görmeyesin: (Gökçebey, 1999: 85; Şen, 2006: 93)
Delili Guran ola: (Kapanoğlu, 2009: 21)
Derdini veren Allah dermanını da versin: (ATKVE, 2011: 139)
Dert görmeyesin: (Şen, 2006: 93)
Dertlerden uzak olasın: (Gökçebey, 1999: 84)
Dırnağına daş değmesin: (Okumuş, 2006: 170; Özalp, 2008: 452)
Diktiğin yeşersin: (Şahiner, 2017: 37)
Dilin damağın gurumaya: (Şen, 2006: 93)
Diline bal ile yağ: (Şen, 2006: 93)
Diline sağlık: Konuşulması gerekenleri konuştun. İyi ettin, dilin sağ olsun.
(Gökçebey, 1999: 85; Özturan, 2014: 106; Şen, 2006: 93)
Diyadın bugünlere varsın: (Arslan, 2011: 373)
Dostlar sağ olsun: (Gökçebey, 1999: 85)
Dört gözün arasında büyüsün: (Ertekin, 1997: 80)
Döşünde ağ tüyler bite: (KA, 2017a: 264)
Dövüşecek gişin, gov edecek gomşun eksik olmasın: (Özturan, 2009a: 213)
400
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Duttuğun altın ola: (Gökçebey, 1999: 85)


Duvaklı gelinler olasın: (Şen, 2006: 93)
Düğünün güzün ola, ela gözlü yarin ola: (Arslan, 2011: 374)
Dünya durdukça durasın: (ATKVE, 2011: 139)
Dünyalar galdıkça galasın: (Irmak: 2013: 213)
Düşmanıyın ömrü bu kadar olsun: Kısa zamanda netice almak. (Özturan, 2009b:
326; Özturan, 2014: 113)
Ebi ceddine rahmet: (Şen, 2006: 104)
Ecdadına rahmet: (A. Kurt, 2017: 16; Göçer, 2010: 214; Özalp, 2008: 452;
Özturan, 2009a: 228)
Ekenin doğuranın eksik olmasın: (Polat, 2016: 86)
Eksilsin, azalmasın: Yedirdin, içirdin, Allah yerine versin azalmasın. (Özturan,
2014: 20)
El öpenin/öpenlerin çok olsun/ola: Çocuklara el öptürüldüğünde söylenir. (A.
Kurt, 2017: 16; Arslan, 2011: 373; Çınkır, 2016: 375; Dalkıran, 2005: 62; Gökçebey,
1999: 84; Özalp, 2008: 452; Özturan, 2009a: 228; Şen, 2006: 93)
Elemtere fiş, kem gözlere şiş: (Yalman, 1977: 490)
Eli etli, ağzı datlı olsun: Misafir geleceği haber alındığında -daha ziyade kadınlar
tarafından- söylenir. (Özalp, 2008: 241)
Elin avucun dolsun: (Şahiner, 2017: 36)
Elin ayağın dert görmesin: (Kozan, 2007: 217)
Elin minderli, ocağın oğlanlı olsun: (Polat, 2016: 48)
Eline ayağına sağlık: (Şen, 2006: 93)
Eline/elinize sağlık: (Erdem-Kirik, 2011: 558; Gökçebey, 1999: 85)
Ellerin cehennem ateşi görmesin: (ATKVE, 2011: 139)
Ellerin dert görmesin/görmeye: (ATKVE, 2011: 139; A. Kurt, 2017: 16; Arslan,
2011: 373; Dalkıran, 2005: 62; Gökçebey, 1999: 85; Gökhan-Koç, 2009: 313)
Emdiğin süt gibi helal olsun: (Gökçebey, 1999: 85)
Ermişlerden olasın: (Polat, 2016: 86)
Evi yapılasıca: Muradı yerine gelesice, yurdu yuvası kurulasıca, duasını beddua
şeklinde söyleyerek sitemini ironik bir tarzda belli etme. (Bilgin, 2006: 128; Özalp,
2008: 453)
Evin yıkılmaya: (Erşahin, 2011a: 79; Özturan, 2009a: 228)
Evinde güle güle oturasın: (Şen, 2006: 93)
Evine bulgur yağasıca: (Çınkır, 2016: 403)
Evine Hızır uğraya: (KA, 2017a: 264)
Eviyin dirliği şenliği bozulmasın: (Ekem, 2015: 16)
Evlat acısı görmeyesin: (Şen, 2006: 93)
Evlatlarının hayrını göresin: (Şen, 2006: 93)
Eyi gapılara gelin gidesin: (Gökçebey, 1999: 85)
Eyi günlere eresin: (Gökçebey, 1999: 85)
Eyilerle garşılaşın: (Özalp, 2008: 453)
Eyiliğinin garşılığını göresin: (Şen, 2006: 93)
Fatma anamıza gomşu olasın: (Şen, 2006: 93)
Gabır azabı çekmeye: (Alparslan-Özturan, 2010: 126)
Gabrin nurla dolsun: (Temiz, 2005: 98)
Gadanı alam/gadasını aldığım: Birine gelecek kötülükleri, belaları almak. Sevgi
belirtmek için söylendiği gibi genellikle küçük çocuklara yaptıkları hareket ve
davranışlarından dolayı kızma-sitem edasında da söylenir. Örnek: Gadanı alayım
yavrum. (ATKVE, 2011: 139; Bilgin, 2006: 141; Bilgin, 2007a: 115; Caferoğlu, 1995:
172; Çınkır, 2016: 428; DS, 2009: 4530; Ekici, 2005: 41; Erdem-Kirik, 2011: 294;
Göçer, 2004: 148; Gökhan-Koç, 2009: 313; Gözükara-Özalp, 2011a: 336; Kapanoğlu,
2009: 20; Kaya-Kozan, 2003: 77; Kumtepe, 2009: 273; Kuyumcu, 1995: 109; Özalp,
2008: 453; Özturan, 2014: 133; Şen, 2006: 105; Temiz, 2005: 100; Temiz, 2005: 701;
Uzun vd., 2012a: 91;Yalman, 1977: 524)
Gadanı alım, kurbanın olam, yerine ölem: (Dalkıran, 2005: 62)
Gadılara gelin gidesin inşallah: (Kapanoğlu, 2009: 28)
401
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gadir kıymet verene düşesin: (Dalkıran, 2005: 62)


Gadir mevlam bana acı: (Temiz, 2005: 98)
Gal sağlıcakla: (Demir, 2011: 177)
Gara gaşlı gara gözlü nişanlın olsun: (KA, 2017a: 264)
Gara gözlü gara gaşlı yarin ola: (Gökçebey, 1999: 85)
Gara gözlü gızlar alasın: (ATKVE, 2011: 139)
Gara gün düşmanına gele: (Şahiner, 2017: 36)
Gara gün görmeyesin: (Şahiner, 2017: 36)
Gara haber duymayasın: (Şen, 2006: 93)
Garababa çıkmasın: (Özalp, 2008: 453)
Gatığınız bolca olsun: (Karalar, 1998: 71)
Gazanmadan garnın doysun: (Şahiner, 2017: 36)
Gebermeyesice: (Çınkır, 2016: 463)
Geceniz/gecemiz iyi olsun: Geceniz iyi olsun, iyi geceler, hayırlı geceler. Örnek:
Paşa Ali, bize her gelişinde gitmeden önce muhakkak gecemiz iyi olsun der. (Özalp,
2008: 256; Ali Pırnaz)
Geçenlerinize Allah rahmet eylesin: (Adem Pırnaz)
Geçmiş olsun: (Ertekin, 1997: 80; Şen, 2006: 93)
Geçmişin gandım diyenece rahmet olsun: (KA, 2017a: 264)
Geçmişine/geçmişinize/geçmişlerine rahmet: (Alparslan-Özturan, 2010: 161;
Erdem-Kirik, 2011: 458; Özalp, 2008: 453; Özturan, 2009a: 228)
Geçmişinin/geçmişlerinin canına değsin: (Arslan, 2011: 374; Dalkıran, 2005: 62;
Gökçebey, 1999: 85; Gökhan-Koç, 2009: 313; Kapanoğlu, 2009: 27; Adem Pırnaz)
Gençliğinin hayrını göresin: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93)
Getiren de, gönderen de sağ olsun: Birinden selam getiren kimseye söylenir.
(Özalp, 2008: 258; Özturan, 2014: 146)
Gılıcın keskin olsun: (Şahiner, 2017: 37)
Gınan gutlu olsun: (Polat, 2016: 87)
Gısmetin açık ola: (Dalkıran, 2005: 62)
Gısmetin bol olsun: (Şen, 2006: 93)
Gıyma kadir mevlam gıyma: (Temiz, 2005: 98)
Gollarının dermanı kesilmeye: (Şen, 2006: 93)
Golun çelik ola: (Şahiner, 2017: 37)
Goşa yaşayın: (Karı-koca için) Mutlu ve hep bir arada yaşayın. (Özalp, 2008:
453)
Gölün dola, dölün bol ola: (Şahiner, 2017: 37)
Gözün çıkmaya: (Gökhan-Koç, 2009: 313)
Gözünüz aydın [ola]: (Karalar, 1998: 71; Şen, 2006: 93)
Gulağı çinileyesice: Konuşma sırasında bulunmayan biri övülürken böyle
söylenir. Bir tür övgüyle anma. Örnek: Gulağı çiniliyesice emmi olsaydı şimdi burada
bize datlı datlı şor verirdi. (Çınkır, 2016: 529; Çınkır, 2016: 733; Özturan, 2014: 162)
Gulun gurbanın olam: (Gökhan-Koç, 2009: 313)
Gurbet yüzü görmeyesin: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93)
Guş gibi galkasın, daş gibi yatasın: (Şen, 2006: 93)
Güle güle büyütün: Çocuğu olan ailelere. (Ertekin, 1997: 80)
Güle güle eskit: (Şen, 2006: 93)
Güle güle galın: (Erdem-Kirik, 2011: 298)
Günün bahtın ağ ola: (ATKVE, 2011: 139; Özalp, 2008: 453)
Günün gününden güzel olsun: (Ekem, 2015: 20)
Gür olasın: (Şahiner, 2017: 36)
Hacılar olasın: (Dalkıran, 2005: 62)
Hacılara gidesin: (KA, 2017a: 264)
Hak indinde, melek olasın: (Irmak: 2013: 213)
Hakkın rahmetine gavuştu: Ölen kişiler için söylenen söz. (Karaoğlan, 2010:
129)
Hakkını helal et, bizden yana da helal olsun: Ölüm döşeğindeki hasta ile
helalleşme. (ATKVE, 2011: 216; Şen, 2006: 81)
402
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Hamdine şükür: (Erdem-Kirik, 2011: 506)


Hamdolsun: (Erdem-Kirik, 2011: 410)
Hanası hırtmıyasıca: (Gökhan-Koç, 2009: 313)
Hatır soranların çok olsun: (Polat, 2016: 86; Şen, 2006: 93)
Hayırlara tebdil ola: Bir düşü yorarken bir işi tutarken iyilik getirsin isteği.
(Özturan, 2014: 173)
Hayırların gabul olsun: (Dalkıran, 2005: 62)
Hayırlı [uğurlu] olsun: (Bilgin, 2007b: 13; Erdem-Kirik, 2011: 381; Kılıç, 2008:
107)
Hayırlı gapılara düşesin: (KA, 2017a: 264)
Hayırlı geceler: (Şen, 2006: 93)
Hayırlı gidip hayırlı gelesin: (KA, 2017a: 264)
Hayırlı işlerle garşılaşasın: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93)
Hayırlısıyla gidip hayırlısıyla dönesin/gelesin: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006:
93)
Hayrını göresin: (Okumuş, 2006: 170)
Helal haram ver Allah’ım, bizim çocuklar yer Allah’ım: (KATEDEG, 2012: 84)
Helal süt emmişe düşesin: (Dalkıran, 2005: 62)
Helali hoş olsun: (Erdem-Kirik, 2011: 404; Şen, 2006: 93)
Her ne derdin varsa güneş ile batsın: (Yalman, 1977: 499)
Her şeyi gönlüne göre vere Allah: (Gökçebey, 1999: 84)
Hızır/Nebi yoldaşın ola/olsun: (Dalkıran, 2005: 62; Özturan, 2009a: 228; Şen,
2006: 93)
Hicaz’a gidesin: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93)
Irahmatlık: Ölmüş insanın arkasından onu hatırlarken söylenir. (Erdem vd.,
2009: 2551; Kılıç, 2008: 96)
İki başlı hayırlı olsun: Her iki taraf için de hayırlı olsun. (Göçer, 2007: 170;
Özturan, 2014: 181)
İki cihanda aziz ol/olasın: (Şahiner, 2017: 36; Şen, 2006: 93)
İlarahmetullah: (Erşahin, 2011a: 79)
İlk suyu da son suyu da zemzem suyu olsun: Çocuk doğduktan sonraki ilk
ezandan sonra bir çay kaşığı zemzem suyu verilip bu söz söylenir, daha sonra anne sütü
verilir. (Ertekin, 1997: 77)
İmanı kamil ola: (Alparslan-Özturan, 2010: 126; Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006:
81; Şen, 2006: 93)
İnayet ola: Dilenciye para verilmediğinde böyle denerek gönderilir. (Özturan,
2014: 184)
İşi rast gelesice: (Caferoğlu, 1995: 162; Kapanoğlu, 2009: 70; Okumuş, 2006:
170)
İşin/gücün rast gelsin/gele: (ATKVE, 2011: 139; Gökçebey, 1999: 85; Kozan,
2007: 217; Özturan, 2009b: 123)
İtin dişi eğri çıksın, benim dişim doğru çıksın: Çocukların dişi çıktığında bu söz
söylenir ve yeni çıkacak dişin düz olacağına inanılır. (Sultan Pırnaz)
Kâbelere gidesin: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93)
Kendine mukayyet ol: (Bilgin, 2007c: 91)
Kesene [ömrüne] bereket: (Şen, 2006: 93; Şen, 2006: 107)
Kesenin dibini görmeyesin: (Polat, 2016: 87)
Kirmenin bulunup yünün eğrilmiş olarak bulunsun: (Erşahin, 2011a: 79)
Köklenesin: (Şahiner, 2017: 37)
Kökün bir olsun, dalın gür olsun: (Şahiner, 2017: 36)
Kötü gün görmeyesin: (Gökçebey, 1999: 85)
Malın mülkün çok ola: (Gökçebey, 1999: 85)
Martta yağmasın, nisanda dinmesin: (Alparslan-Özturan, 2010: 237)
Mekânı cennet ola/olsun: (Alparslan-Özturan, 2010: 126; Dalkıran, 2005: 62;
Erdem-Kirik, 2011: 513; Erşahin, 2011a: 79; Şen, 2006: 81)
Merhametler vicdanlar vere: (Sultan Kamalak)
Mevla kavuştursun: (Temiz, 2005: 98)
403
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Mevla’m yardım eylesin: (Temiz, 2005: 98)


Mezarında güller bitsin: (Temiz, 2005: 98)
Millete devlete hayırlı olasınız: (Karalar, 1998: 72)
Muhabbetiniz daim ola: (Polat, 2016: 87)
Mübarek olsun: (Temiz, 2005: 98)
Mürüvvetini göresin: (Okumuş, 2006: 170)
Nasibin gısmetin bol ola: (Polat, 2016: 87)
Ne Allah ettirsin ne Allah buldursun: Ne Allah kişinin kötülük etmesine
müsaade etsin, ne de cezalandırsın. (Özturan, 2014: 207)
Nedeyim ne işleyim demeyesin: (Özalp, 2008: 453)
Nenuzu billah: Allah korusun. (Çınkır, 2016: 818)
Nice bayramlar göresin: (Gökçebey, 1999: 84)
Niyetim guşluk, sen ver dışlık: (Yalman, 1977: 496)
Nur içinde yatsın/yatasın: (Kılıç, 2008: 110; Özturan, 2009a: 228; Şahiner, 2017:
36)
Ocağı tütesice: Çoluğu çocuğu, evi ve ailesi ile birlikte yaşayasıca, soyu devam
edesice duasının beddua edasıyla söylenişi. (Arslan, 2011: 374; Bilgin, 2006: 255;
Özalp, 2008: 453)
Ocağı yanasıca: Sitem ifadesi. (Çınkır, 2016: 827; Okumuş, 2006: 170; Özalp,
2008: 453; Özturan, 2014: 212)
Ocağı/ocağın batmaya/batmayasıca: (Arslan, 2011: 374; Erşahin, 2011a:
79;Ayşe Korkmaz)
Ocağın küllensin, bahçen güllensin: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93)
Ocağın tüte: (Ertekin, 1997: 50)
Ocağın yana: (Ertekin, 1997: 50; Özturan, 2009b: 268)
Ocağın yanadursun: (Şen, 2006: 93)
Ocağınız daima tütsün: (KA, 2017a: 264)
Ocak başlarından yırak: Kötülükler uzak olsun, Allah göstermesin anlamında
kullanılan bir dua. (Çınkır, 2016: 828; Temiz, 2005: 707;Uzun vd., 2012a: 202)
Ocaklardan kiş kiş ola: Ölümcül hastalık, ölüm-kalım konusunda bir şeyden söz
ederken söze başlamadan önce “Tanrı başa vermesin, başa gelmesin” anlamında
söylenir. (Çınkır, 2016: 828; Horasan, 1992: 208)
Ocaktan/ocaklardan yırak: Öyle sıkıntılar evlerden, ailelerden uzak olsun.
(Çınkır, 2016: 828; Dalkıran, 2005: 56; Erdem-Kirik, 2011: 228; Özturan, 2014: 212)
Odun, ocağın sönmeye: (KA, 2017a: 264)
Odun, ocağın yana: Sitem dolu dua. (Özturan, 2009a: 228; Özturan, 2014: 212)
Of demeyesin: (Şen, 2006: 93)
Oğlanlı gızlı olasın: (Özalp, 2008: 453)
Oğlanlı gızlı, torbası duzlu olsun: (Dalkıran, 2005: 62)
Oğlun gızın iyilerle garşılaşsın: (Özalp, 2008: 453)
Oğlunla oba/ordu, gızınla oba/gomşu olasın: (ATKVE, 2011: 139; Dalkıran,
2005: 62; Şen, 2006: 93)
Okun hedefine vara: (Şahiner, 2017: 37)
Okuyup da goca memurlar olasın: (ATKVE, 2011: 139)
Oturduğu yer padişah tahtı olasıca: (Karalar, 1998: 72)
Ölülerin canına değsin: (Yalman, 1977: 403)
Ölümü görmeyesin: (ATKVE, 2011: 139)
Ömrü köklü olsun: Yeni doğan çocuğun ilk yıkandığı su kanalizasyona
dökülmez, ağaç ya da gül dibine dökülür. Dökülürken de bu söz söylenir. (Ertekin,
1997: 75)
Ömrü uzayasıca: (Arslan, 2011: 374)
Ömrün uzun olsun, [düğünün güzün olsun, bir oğlun bir gızın olsun]: (Arslan,
2011: 375;Gökçebey, 1999: 85)
Ömrüne bereket: (Erdem-Kirik, 2011: 585; Özturan, 2009a: 228;Uzun vd.,
2012a: 91)
Ömür boyu gönenesin: (Alparslan-Özturan, 2010: 96)
Padişahlar ardın sıra yürüsün: (Arslan, 2011: 375)
404
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Para veren altın bulsun: (Şirikçi, 2008: 146)


Peygamber efendimiz şefaatçisi ola: (Alparslan-Özturan, 2010: 126; Dalkıran,
2005: 62; Kapanoğlu, 2009: 21; Şen, 2006: 81)
Rahmet olasıca/olasın: (Erdem-Kirik, 2011: 200; Kılıç, 2008: 96)
Resul Aleyhisselam seni gayıra: (Polat, 2016: 87)
Rızgın önüne döküle: (Şahiner, 2017: 37)
Ruhu aziz olsun: (KA, 2017a: 264)
Sabah olup dokuz oğlan ile galkasın: (KA, 2017a: 264)
Saçı sakalı/sakalın ağara/ağarasıca/ağarsın: (Özalp, 2008: 453; Özturan, 2009a:
233; Şen, 2006: 93; Sultan Kamalak)
Sağ olasıca: Yaşayasıca. Duruma göre, sevilen kimseler için sitem olarak da
söylenir. (Özalp, 2008: 324; Özturan, 2014: 226)
Sağ salim varırsın inşallah: (Adem Pırnaz)
Sağlığı galanlara olsun: (Ertekin, 1997: 120)
Sağlık suları olsun: Kırklama işlemlerinde kırk tane küçük taş toplanır. Her
birine İhlas Suresi okunarak çocuğun canını yakmayacak sıcaklıktaki ılık suya atılır.
Çocuk bu su ile yıkanır. Kırklama taşları bir kese içerisine koyularak saklanır. “Sağlık
suları olsun” denir. Kırklandıktan sonra annenin ve çocuğun yaşayacağına inanılır.
(Ertekin, 1997: 78)
Sakalı ağarasıca: Gençler için çok yaşayasın, ömrün uzun olsun anlamında
yaşlılarca alkış olarak kullanılan bir söz. (Çınkır, 2016: 898)
Sakalın göbeğine ine: (KA, 2017a: 264)
Sana ömür: Ölen kişinin adı geçince, o kişinin öldüğünü ve geride kalanlara
Allah’ın ömür vermesini isteyen duadır. (Erdem-Kirik, 2011: 300; Kılıç, 2008: 115)
Sayanın, sevenin çok olsun: (Şen, 2006: 93)
Sevdiğine varasın: (ATKVE, 2011: 139)
Siftah senden, bereketi Allah’tan: (Şen, 2006: 93)
Sofranda ekmeğin eksik olmasın: (Deniz, 2015: 16; Ekem, 2015: 24)
Soranlar sağ olsun: (Erdem-Kirik, 2011: 366)
Sormak ayıp olmasın: (Şen, 2006: 93)
Su gibi aziz ol/olasın: (Arslan, 2011: 374; Gökçebey, 1999: 85; Gökhan-Koç,
2009: 313; Kozan, 2007: 217; Özalp, 2008: 453; Şen, 2006: 93)
Su gibi git, su gibi gel: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93)
Su verenlerin çok olsun: (Deniz, 2015: 16)
Suali golay gele: (Alparslan-Özturan, 2010: 126; Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006:
81)
Sümüğüne ağırlık varmasın: Ölen bir kimsenin ardından söylenir. (Çınkır, 2016:
962)
Sütüm sana helal olsun: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93)
Süvükteki (penceredeki) serçe gadar hoş görünesin: Ailenin büyüğüne,
küçüğüne, akrabasına hısımına, eşine dostuna, konusuna komşusuna ne kadar yakını
varsa hepsine hoş görünesin. Hepsiyle sen, seninle de hepsi iyi geçinsin. Aranızda bir
problem olmasın. Yeni gelin olan kızlara söylenir. (Özalp, 2008: 453)
Şanın düvele duyula: (Şahiner, 2017: 36)
Şansın açık ola/olsun: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93)
Şerrine lanet deyip öte geçesin: (Şen, 2006: 93)
Şükürler olsun: (Erdem-Kirik, 2011: 346)
Taacık, bana ver bir ekmekcik: Maraşlı Ermeni’nin Türkçe duası. (Özturan,
2014: 244)
Tanrı/tangır canını almaya: Tanrı kelimesi yörede umumiyetle “tangır” şeklinde
telaffuz edilir. (Arslan, 2011: 375; Sultan Pırnaz)
Teknede hamur, tarlada çamur, ver Allah’ım ver, sicim gibi yağmur ver: (Ekem,
2015: 17)
Telli duvaklı düğün etsin: (Dalkıran, 2005: 62)
Tez gidip tez gelesin: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93)
Tez günde gavuşasın: (Arslan, 2011: 375)
Toprağı bol ola: (Dalkıran, 2005: 62)
405
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Toprak diye avuçladığın/gavradığın altın ola/olsun: (ATKVE, 2011: 139;


Özturan, 2009a: 228)
Toprak sıkmaya: (Şahiner, 2017: 36)
Tütünü tütesice: Gönenesice anlamındadır. Gönenmek: Mutlu ve rahat bir hayat
yaşamak. (Çınkır, 2016: 1048)
Uğurlar ola/olsun: (Alparslan-Özturan, 2010: 162; Dalkıran, 2005: 62; Şen,
2006: 93)
Uğurlu, gademli olsun: (Ertekin, 1997: 80; Şen, 2006: 93)
Uğurlu, gademli, hatırlı, haysiyetli olasın: (Dalkıran, 2005: 62)
Umduğunu bulasın: (Şen, 2006: 93)
Umup/umduğun umacağın bu olsun: 1. Ölen kimsenin cenazesinin gömülmeye
götürüldüğü yol üzerindeki evlerden bu söz söylenerek fakir kimselere yemek verilir.
Böylece ölümün kendi evlerinden uzak olacağı varsayılır. 2. Umma olan kişiye, umup
da yiyemediği yiyecekten bir miktar veya peynir soğan dürümü, “Umduğun umacağın
bu olsun!” diye habersizce sırtına vurularak yedirilir. Böylece rahatsızlık geçer.
(Karaoğlan, 2010: 129-130; Özalp, 2008: 344)
Vakitler hayır ola: (Şen, 2006: 93)
Var ol: (Şen, 2006: 93)
Var olasın, sağ olasın: (Karalar, 1998: 72)
Ya rabbi sen beni guluna borçlu, huzuruna suçlu çıkarma: (Karalar, 1998: 72)
Yağmurluca yazın olsun, dumanlıca gışın olsun: (Şen, 2006: 112)
Yannığın yağlı olsun: (KA, 2017a: 264)
Yara bere görmeyesin: (Şen, 2006: 93)
Yarabbi imansıza iman ver: (Sultan Pırnaz)
Yarabbi merhametsize merhamet ver: (Sultan Pırnaz)
Yaradan dardan gurtarır inşallah: (Karalar, 1998: 72)
Yaşı [ömrü] benzemesin: Bir kimseye genç yaşta ölen birisinin adını verirler ve
buna da adı sahibi derler. Adı konan kimseden bahsederken de ismi verilen kimsenin
ecelinin adı sahibi gibi erken olmaması anlamında söylenir. (Çınkır, 2016: 1097; KA,
2017a: 264; Özalp, 2008: 351-352; Özalp, 2008: 453; Özturan, 2014: 259)
Yaşı kesilmeyesice: (Arslan, 2011: 375)
Yaşı uzun olsun: (KA, 2017a: 264)
Yattığı yer nur ola/olsun: (Alparslan-Özturan, 2010: 126; Dalkıran, 2005: 62;
Kapanoğlu, 2009: 21; Şen, 2006: 81; Ayşe Koçak)
Yediğin ekmek helal olsun: (Şen, 2006: 93)
Yediğin önünde, yemediğin arkanda galsın: (ATKVE, 2011: 139)
Yel essin kokusu gelsin: (Emine Pırnaz)
Yeri nur olsun: (Erdem-Kirik, 2011: 346)
Yerin cennet olsun: (Temiz, 2005: 98)
Yetmiş iki ebiceddine rahmet olsun: (Karalar, 1998: 72)
Yetmiş iki milletin haberdar olsun: (Özalp, 2008: 453)
Yolu Hicaz olsun: (KA, 2017a: 264)
Yolun açık bahtın aydın olsun: (KA, 2017a: 264)
Yolun gül gülistan olsun: (Erşahin, 2011a: 79)
Yolun/yolunuz [uğrun] açık ola/olsun: (Dalkıran, 2005: 62; Erşahin, 2011a: 79;
Okumuş, 2006: 170)
Yurt yuva dutasın: (Dalkıran, 2005: 62)
Yuvanız şen, rızkınız bol olsun: (Göçer, 2007: 85)
Yüce hak rahmet eylesin: (Temiz, 2005: 98)
Yüce Mevla’m senden razı olsun: (Temiz, 2005: 98)
Yürüyüp gittiği yerler çayır çimen olsun: (Erşahin, 2011a: 79)
Yüzün ak olsun: (Caferoğlu, 1995: 169)
Yüzün gara çıkmayasın: (KA, 2017a: 264)
Zahmet görmeyesin. : (KA, 2017a: 264)
Ziyade olsun: (Arslan, 2011: 375; Erdem-Kirik, 2011: 558)
Züğürtlük görmeyesin: (Şen, 2006: 94)
Zürriyetin bol ola/olsun: (Dalkıran, 2005: 62; Şen, 2006: 93)
406
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

3.5. Sövgü-Küfür-Hakaret Sözü

Çalışmamızda 104 tane sövgü-küfür-hakaret sözü vardır.

3.5.1. İnceleme/Tasnif

3.5.1.1. İşlev

1. Protesto
Halep sürgünü.
Solak çomça.
2. Ahlâki Değer Bildirme
Forg gahpe.
Veledi zina.
3. Durum Bildirme
Düdük makarnası.
Yakanın iti.

3.5.1.2. Yapı

1. Tek Kelimeden Oluşan Sövgü-Küfür-Hakaret Sözleri


Zamazingo.
Dürzü.
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Sövgü-Küfür-Hakaret Sözleri
Sıfat tamlaması şeklinde olan sövgüler: Aç it, b..lu çomak
İsim tamlaması şeklinde olan sövgüler: Allah’ın odunu, alabaşlı iti
Fiilimsi grubu şeklinde olan sövgüler: Sinine s..tığım, babasının kabrine s..tığım
3. Cümle Biçiminde Olan Sövgü-Küfür-Hakaret Sözleri
Gidenlerden galık.
İtin önüne atsan yemez.

3.5.1.3. Oluşum

3.5.1.3.(1). Ortam Bakımından

1. Genel Halk Ortamında Konuşulan Sövgü-Küfür-Hakaret Sözleri


Ayayın birini galdır.
Alabaşlı iti
2. Özel Ortamlarda Oluşan (Argo) Sövgü-Küfür-Hakaret Sözleri
B..un dölü
Sersem s..in tohumu

3.5.2. Liste

Abılabut: Çirkin, gösterişsiz. (DS, 2009: 20)


Acıktıysan acık ye, kevikligde/zibillikte böcük ye, gaynanamın etini ye, gara
sıpanın/gayınbabamın g..ünü ye: Acıktım diyen çocuklara şaka yollu söylenir. (Özalp,
2008: 181; Özturan, 2014: 26)
Aç it: Fakirliğin, muhtaçlığın başa kakılması. (Özalp, 2008: 454)
Alabaşlı iti: Çemkirik insan. (Özturan, 2014: 34)
Allah seni yaratmış eşşeği niye yaratmış: (Adem Pırnaz)
Allah’ın odunu: Hissiz, yeteneksiz, işe yaramaz. (Özturan, 2014: 39)
Anasını avradını: (Ahmet Yenikale)
Asıdası duzlunun gızı: Bir kimseyi kötülerken kullanılır. Örnek: Asıdası
duzlunun gızı işte ne olacak, onun pişirdiği yemek ancak bu kadar olur. (Çınkır, 2016:
75)

407
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Ayayın birini galdır: Ayakta işeyenlere “Ayayın birini galdır” diyerek köpeğe
benzetilir. (Özturan, 2009a: 246)
B..lu çomak: Çomak diye dürüme denir. Müzevirlik yapan, söz taşıyan
kimselere, yaptığı hareketten dolayı, "Sözü yetiştirdiğin kimse eline b..lu çomak verdi
mi?" şeklinde kullanılan hakaret sözü. (Özalp, 2008: 206)
B..un dölü: Bir hakaret sözü. (Özturan, 2014: 75)
B..un eniği: Pisin, pisliğin çocuğu. (Özalp, 2008: 454)
Babamın b..unu ye: Yemek isteyerek bıktırana. (Özturan, 2014: 55)
Babasının gabrine s..tığım: Küfür. (Özturan, 2014: 55)
Bismillahsız: (Alparslan-Özturan, 2010: 235)
Boynuzlu: Pezevenk. (Özalp, 2008: 454)
Cıfıdın çocuğu: Fitneci, fesatçının çocuğu. (Özalp, 2008: 454)
Çarşı iti: Boş boğaz, işe yaramayan insan. (Çınkır, 2016: 234; Mercimek, ?: 85;
Özturan, 2014: 90; Şirikçi, 2006: 229)
Dağın b..u: Çok sıradan adam. (Özturan, 2014: 95)
Dağın delisi: İşini, nasıl davranacağını bilmeyen. (Özturan, 2014: 95)
Dağın eşşeği: Bir şey bilmeyen. (Özturan, 2014: 95)
Dırnağı b..lu: (Özalp, 2008: 454)
Dinsiz imansız: Dini, imanı olmayan kimseye söylenir. Kafir, gavur. (Özalp,
2008: 454)
Diremini yiyen it gudurur: İnsanın zor kaldıracağı ağır hakaret. (Özturan, 2014:
107)
Döyüsün kızı: (Uzun vd., 2012b: 197)
Dubaracı döyüs: Yalancı, fırıldak insan. (Özturan, 2014: 111)
Düdük makarnası: (Özturan, 2014: 113)
Dürzü: Bazen hakaret, bazen de sevgi ifade eder. (Özalp, 2008: 454)
Edepsiz hayasız: Utanmaz, arlanmaz. (Özalp, 2008: 454)
Elli sekiz: Ebcet hesabı elli sekiz "ibne"dir. Rakam üzerinden küfür. (Çınkır,
2016: 381; Özturan, 2014: 123)
Eşşeğin doğurduğu: (Özturan, 2014: 126)
Eşşek gafalı: Aptal. (Özturan, 2014: 126)
Eşşek herif: (Özalp, 2008: 454)
Forg gahpe: Bakire gibi evlendiği halde bakire çıkmayan kadınlara hakaret
olarak söylenir. (Özalp, 2008: 454)
G.. böceği: İnce yapılı, kemikleri ince çocuklara hakaret için söylenir. İbare
aslında tenya karşılığıdır. (Özalp, 2008: 265; Özalp, 2008: 455)
G..ü b..lu: Büyümüş, ama işi dürüst değil. Daha çocuk. Hakaret ifadesi.
(Özturan, 2014: 154; Ahmet Yenikale)
Gabırı b..lu: (Özturan, 2014: 132)
Gafa yok ki: (Ahmet Yenikale)
Gahbe analı: Anası kötü yolda olan, namussuz olan anlamında. Çok öfkelenilen
kimselere hakaret olsun diye söylenir. (Özalp, 2008: 454)
Gahbe avratlı: Kahpe karılı. (Özalp, 2008: 454)
Gahbe çocuğu: (Özalp, 2008: 454)
Gahbe dölü/dölleri: (Bilgin, 2007a: 73; Irmak: 2013: 219; Özalp, 2008: 455)
Gancık it: Kalleş. Arkadan vurucu, ikiyüzlü, hain vs. (Özalp, 2008: 252; Özalp,
2008: 455; Şirikçi, 2006: 230)
Gavurun çocuğu: (Kapanoğlu, 2009: 28)
Gavurun dölü: Çok yaramaz çocuklar için kullanılır. (Çınkır, 2016: 457; Şen,
2006: 105; Özturan, 2014: 142)
Gavurun eniği: (Ekem, 2015: 60; Adem Pırnaz)
Gavurun südüğü: Çok yaramaz çocuklar için kullanılır. Gavur dölü, gavur
soyundan gelmiş anlamında bir sövgü sözüdür. (Çınkır, 2016: 457)
Gavurun tohumu: Çok yaramaz çocuklar için kullanılır. (Çınkır, 2016: 457)
Gıçıgırık: Beş para etmez, değersiz, önemsiz kimse ya da şey. (Çınkır, 2016:
481; Gökçe, 2014: 111)

408
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Gırık dölü: Piç. Örnek: Ulan sana da hiç güven olmuyor ha, bir şöylesin bir
böylesin; sen gırık dölü müsün? (Bilgin, 2006: 160)
Gızgın o…..: Erkeğe düşkün. (Özturan, 2014: 150)
Gızıl gurt: Çetrefil olana hakaret. (Özturan, 2014: 150)
Gidenlerden galık: Burada kastedilen Kurtuluş Savaşı sonunda Anadolu’yu terk
etmek zorunda kalan düşman askerleridir (gavur). Kızılan kişilere bu şekilde hakaret
edilir. (Elife Akkurt)
Gidinin dölü: Pis, kötü, ahlaksız kişinin, düşmanın çocuğu. (Özalp, 2008: 455)
Gulağı çatılmadık eşşek: Eşeğin eşeği. Çok ham insan. (Çınkır, 2016: 733)
Halep sürgünü: Halep’ten gelip buralarda perişan olan ve muhtemelen kötü bir
kadın olan birinin düştüğü duruma düşmüş şeklinde hakaret amaçlı söylenir. (Elife
Akkurt)
Irzı gırık: Namusu bozuk, namussuz. (Bilgin, 2007c: 63; Ekem, 2015: 62;
Mercimek, ?: 74; Özalp, 2008: 286; Özalp, 2008: 455; Özturan, 2014: 178; Şen, 2006:
107)
İki ayaklı şeytan: Şeytan gibi fesat, kışkırtıcı, kötü. (Özturan, 2014: 181)
İki gapılı it: Seveni çok sorumsuz çocuk. (Özturan, 2014: 182)
İki gıçlı it: (Adem Pırnaz)
İpten gaçan kendire s..an: Serseri, ayak takımı. (Özturan, 2014: 185)
İt çanağı: (Ahmet Yenikale)
İt gılı: Seviyesiz, serseri basit insanlar için kullanılır. Örnek: O it gılına gız
vermem. (Dalkıran, 2005: 55; Özturan, 2014: 189)
İt herif: Köpek herif. (Özalp, 2008: 455)
İt oğlu it: (Caferoğlu, 1995: 161; Özalp, 2008: 455; Şirikçi, 2006: 229; Ahmet
Yenikale)
İt südüğü: Çocuklara, gençlere hakaret olarak söylenir. İt dölü, it yavrusu.
(Çınkır, 2016: 650)
İt yalı: (Irmak: 2013: 218)
İt yese gudurur: Çok ağıra gidecek söze veya küfre maruz kalanın pek
umursamamasından sonra biraz da onu kınama makamında söylenir. Örnek: Murtaza
kendine it yese guduracak sözler söyledi, ama o hiç oralı olmadı. (Bilgin, 2006: 209;
Çınkır, 2016: 650; Özalp, 2008: 291)
İt yitiği: Sık ortalıktan kaybolan aramakla zor bulunan insan. (Dalkıran, 2005:
55)
İtin dölü: Gerekmez adam. (Çınkır, 2016: 651; Özalp, 2008: 455)
İtin eniği: (Özalp, 2008: 455; Şirikçi, 2006: 229; Ahmet Yenikale)
İtin önüne atsan yemez: Rezil, pislik. (Özturan, 2014: 191)
Kel dıngır: Kel olanlara söylenir. (Özalp, 2008: 455)
Kel it: Kel olanlara söylenir. (Özalp, 2008: 455)
Kel pezevenk: (Ekem, 2015: 48)
Kelp oğlu kelp: İt oğlu it. (Özalp, 2008: 455)
Keyişin gızı: (Elife Akkurt)
Köpoğlu köpek: (Karalar, 1998: 78)
Kör it: Kör veya gözünde problem olanlara söylenir. (Özalp, 2008: 455)
Marzuman sıpası: Ahlakı bozuk, terbiyesiz, zorba. (Özalp, 2008: 455)
Murtadın çocuğu: Kafirin, gavurun çocuğu. (Özalp, 2008: 455)
Onu diyen semerinin otunu yemiş: Yanlış laf üreten için hakaret ifadesi.
(Özturan, 2014: 214)
Onun bunun çocuğu: (Çınkır, 2016: 836)
P.. gurusu: Ahlaksız, terbiyesiz, her türlü kötülüğü yapan. Yaramaz çocuklar için
kullanılır. (Özalp, 2008: 455)
Pezevengin eniği: (Özalp, 2008: 455)
Pezevenk: (Kılıç, 2008: 106)
Pis meret: Kötü insanlar için kullanılır. (Özalp, 2008: 456)
Pu yüzüne: (Ulu, 2013: 437)
Puşt oğlu puşt: (Özalp, 2008: 456)
Püsük d…..ı: (Ahmet Yenikale)
409
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Sakalı b..lu: Yaşlı insana hakaret şekli. (Özturan, 2014: 227)


Sapısilik: Boş gezen, işsiz güçsüz, serseri, kişiliksiz, karaktersiz, kendini bilmez.
(Çınkır, 2016: 905; Kaya-Kozan, 2003: 131; Mercimek, ?: 100)
Sersem s..in tohumu: Aklı zayıf, iş bilmez, tedbirsiz kimselere söylenen bir
hakaret sözü olup bazen akıllı bir adamı akılsızlıkla suçlamak için de kullanılır. (Özalp,
2008: 325; Özalp, 2008: 456)
Simon’un iti: Avara, boş. (Mercimek, ?: 60)
Sinine s..tığım: Geçmişine, cibilliyetine küfür. (Özturan, 2014: 234)
Solak çomça: Solaklar için kötüleme sözü. (Çınkır, 2016: 946)
Sütbesüt o….. çocuğu: Tam anlamıyla o….. çocuğu. (Özturan, 2014: 241)
Topal it: Aksak kimselere söylenir. (Özalp, 2008: 456)
Veledi zina: Zinadan meydana gelen çocuk, fırlama, piç. Zina çocuğu manasında
olup yaramaz, haylaz çocuklar için kullanılan sıfat. (Aksu, 2013: 270; Mercimek, ?: 38;
Özalp, 2008: 456)
Y…..ımı ye: 1. Sevilmeyen, hınç beslenilen biri bir şey, bir yiyecek istediğinde
söylenir. 2. Birinin malını, yiyeceğini haksız yere alan, yiyen kimselere "Haram olsun!"
der gibi söylenir. (Özalp, 2008: 351)
Yahudi tohumu: (Deniz, 2015: 118)
Yakanın iti: Birilerinin iti, köpeği, kulu, kölesi. (Özalp, 2008: 456)
Zamazingo: Zımbırtı. (Mercimek, ?: 95)
Zıkkımın kökü/dibi: Hiçbir şey beğenmeyen çocuklar için kullanılır. (Dalkıran,
2005: 56; Gökçebey, 1999: 86; Şen, 2006: 112)

3.6. Yemin

Çalışmamızda 89 tane yemin sözü vardır.

3.6.1. İnceleme/Tasnif

3.6.1.1. İşlev

1. Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma


Ben de oraya gidersem eşşeğimişim meğer.
Ben bu işi yaptımsa ateşlerde yanayım, ateş yerim olsun.
2. Dini İnançları Yansıtma
Guran çarpsın.
Daha abdestiminen duruyom.
3. İkna-İnandırmaya Yardım Etme
Öleyim ki.
Allah belamı versin ki.
4. Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Allah seni inandırsın.
Anam avradım olsun.
5. İletişime Yardım Etme
Babanın canı için.
Din Muhammed dini, ekmek buğday ekmeği.
6. Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme
Söz bir, Allah bir.
Ekmek çarpsın.

3.6.1.2. Yapı

1. Tek Kelimeden Oluşan Yeminler


Vallaha
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Yeminler
Edat grubu şeklinde: Çoluğunun çocuğunun başı için
İkileme şeklinde: Dinime imanıma, namusuma şerefime
410
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

3. Cümle Biçiminde Olan Yeminler


Ağzım arkama dönsün.
Allah gün yüzü göstermesin ki.

3.6.2. Liste

Ağzım arkama dönsün: (Özalp, 2008: 462)


Ahd olsun: (Özalp, 2008: 462)
Alım yeşilim üstüme dökülsün: (Özalp, 2008: 462)
Allah belamı versin ki: (Özalp, 2008: 462)
Allah bir hakkı için: Doğru söyleme isteği. (Özturan, 2014: 36)
Allah canımı alsın ki: Bir şeyi yapmadığına inandırmak için yapılan yemin.
(Özalp, 2008: 462; Özturan, 2014: 36)
Allah çarpsın ki: (Özalp, 2008: 462)
Allah gün yüzü göstermesin ki: (Şahiner, 2017: 38)
Allah için: Karşıdan doğruluk isteme. (Özturan, 2014: 37)
Allah seni inandırsın: İnan ki doğru söylüyorum. (Erşahin, 2011a: 80; Özturan,
2014: 37)
Allah’ın başı için: Dini inançları yansıtan kalıp sözdür. Genel olarak
karşıdakinin doğruyu söylemesi için veya bu sözü söyleyen kişiye yardımcı olması için
kullanılan kalıp sözdür. (Kılıç, 2008: 108)
Allah’ın gahrına uğrayım ki: (Özalp, 2008: 462)
Allah’ın gulu olmayım ki: (Özalp, 2008: 462)
Allah’ın hışmına uğrayım ki: (Özalp, 2008: 462)
Anam avradım olsun: (Özalp, 2008: 462; Özturan, 2014: 41)
Anam babam ölsün ki: (Bilgin, 2007b: 98; Özalp, 2008: 462)
Anam ölsün: (Özalp, 2008: 462)
Anamın yüzünü ölü göreyim: (Özalp, 2008: 462)
Avradım boş olsun ki: (Özalp, 2008: 462)
Avradım üçten dokuza boş olsun: (Şahiner, 2017: 38)
Ayağım gırılsın ki: (Özalp, 2008: 462)
Babalı boynuna: Bu söylediğinin bir günahı varsa ona yazılsın anlamında bir
söz, vebalini alayım ki anlamında bir tür yemin. Aynı zamanda beddua formatında da
kullanılır. Örnek: Babalı boynuna, ben onun yalancısıyım. (Çınkır, 2016: 98)
Babamın yüzünü ölü göreyim: (Özalp, 2008: 462)
Babanın canı için: (Bilgin, 2007a: 210)
Başıyın gözüyün hakkı için: Bir kimseye bir konu hakkında bildiklerini doğru
olarak söyletmek için verdirilen yemin benzeri bir söz. (Çınkır, 2016: 118; Özturan,
2014: 61)
Başıyın gözüyün sadakası için: Az sadaka çok kaza-bela savar denilecek yerde
kullanılır. (Özalp, 2008: 201)
Ben bu işi yaptımsa ateşlerde yanayım, ateş yerim olsun: (Karaoğlan, 2010: 131)
Ben de bu işi yapmazsam adam değilim: (Elife Akkurt)
Ben de oraya gidersem eşşeğimişim meğer: (Elife Akkurt)
Cehennemin narına yanayım ki: (Şahiner, 2017: 38)
Cenazem ortada galsın ki: (Şahiner, 2017: 38)
Çocuklarım dökülü galsın: (Özalp, 2008: 462)
Çocuklarım ölsün: (Özalp, 2008: 462)
Çoluğumun çocuğumun ölü yüzünü göreyim: (Özalp, 2008: 462)
Çoluğunun çocuğunun başı için: (Özalp, 2008: 222)
Daha abdestiminen duruyom: (Elife Akkurt)
Datlı canımdan olayım: (Özalp, 2008: 462)
Dilimde çıban çıksın: (Şahiner, 2017: 38)
Din Muhammed dini, ekmek buğday ekmeği: Bir şeyin doğruluğunu belirtmek
için kullanılır. (Özalp, 2008: 233)
Din Muhammed dini, yol külek boğazı: (Özturan, 2014: 107)
Dinim imanım gitsin: (Özalp, 2008: 462)
411
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Dinim talak gitsin: (Özalp, 2008: 462)


Dinime Allah’ıma: (Elife Akkurt)
Dinime imanıma: (Bilgin, 2007b: 255)
Ekmek çarpsın: (Özalp, 2008: 462)
Elim ayağım çon olsun: (Özalp, 2008: 462)
Elim ayağım gırılsın: (Özalp, 2008: 463)
Elim böğrüme dökülsün: (Özalp, 2008: 463)
Eşhedü billah: (Özalp, 2008: 463)
Gardaşlarım ölsün: (Özalp, 2008: 463)
Gençliğime doymayım: (Özalp, 2008: 463)
Gıblem poyraza dönsün: (Özalp, 2008: 463)
Gıblem ters olsun ki: (Şahiner, 2017: 38)
Gızımın yüzünü ölü göreyim: (Özalp, 2008: 463)
Golum dalım gopsun ki: (Şahiner, 2017: 38)
Gözlerim aksın ki: (Şahiner, 2017: 38)
Gözüm çıksın ki: Örnek: Burnumu sıksan çıkacak gibi canım sıkılıyordu gözüm
çıksın ki. (Bilgin, 2007c: 90; Özalp, 2008: 463)
Gözüm kör olsun: (Özalp, 2008: 463)
Gözüm önüme aksın ki: (Özturan, 2014: 160)
Gulağım gapansın: (Özalp, 2008: 463)
Guran çarpsın: (Özalp, 2008: 463)
Güle güle yemeyim: (Özalp, 2008: 463)
Hı deyip öleyim ki: (Şahiner, 2017: 39)
Ilımadan çıkarayım: (Özalp, 2008: 463)
İki gözüm aksın ki: (Özturan, 2014: 182)
İki gözüm avucuma gele: İnandırma sözü. (Özturan, 2014: 182)
İki gözüm kör olsun ki: (Özturan, 2014: 182)
Kefenime verilsin: (Özalp, 2008: 463)
Kör bakayım ki: (Şahiner, 2017: 38)
Malımın canımın hayrını görmeyeyim: (Şahiner, 2017: 38)
Namusuma şerefime: (Özalp, 2008: 463)
Nikâhımı inkar edeyim ki: (Şahiner, 2017: 39)
Oğlum gızım çığrışıp galsın: (Şahiner, 2017: 39)
Öleyim ki: (Özalp, 2008: 463)
Önüm arkama dönsün: Çarpılayım, kafam tersine dönmüş gibi yüzüm arkaya
geçsin anlamında bir yemin. Örnek: Kız kulağına kurşun atasıca duymuyor musun,
önüm arkama dönsün ki ben almadım diyorum. (Bilgin, 2006: 261; Kaya-Kozan, 2003:
123; Özalp, 2008: 463)
Öz çocuğundan bula mısın?: Bir yemin sözü. Yalansan çocuğunun başına bir şey
gelsin mi? (Özturan, 2014: 220)
Sevdiklerimi bir tahtada yuyum: (Özalp, 2008: 463)
Sidikliğim dutulsun: (Özalp, 2008: 463)
Söz bir, Allah bir: (Özalp, 2008: 463)
Şafağım gapansın: (Özalp, 2008: 463)
Vallah billah/vallahi billahi: (Erşahin, 2011a: 80; Kılıç, 2008: 105)
Vallaha: (Erşahin, 2011a: 80)
Verdiği beddua goynuma dökülsün: Eğer yalansam verdiği beddua tutsun.
(Özturan, 2014: 254)
Yağlı gurşunlardan gideyim ki: (Şahiner, 2017: 38)
Yaralara bulanayım ki: (Şahiner, 2017: 39)
Yaşıma ömrüme doymayım: (Özalp, 2008: 464)
Yavuz itlere yem olayım ki: (Şahiner, 2017: 39)
Yemin olsun: Örnek: Düşmanın orta yerine düşenlere yemin olsun. (Avcı, 2008:
73)
Yeşil Guran canıma garim olsun ki: (Özturan, 2014: 263)

412
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

3.7. Dini Söz

Çalışmamızda 50 tane dini söz mevcuttur.

3.7.1. İnceleme/Tasnif

3.7.1.1. İşlev

1. Dini İnançları Yansıtma


Allah yürü gulum demiş.
Allah gorkusu yok.
2. Dilek-Temenni Bildirme
Allah ya ona verir ya bana.
Allah’ını seven durmasın.
3. Öğüt-Tavsiye Bildirme
Allah adamın burnunu çırpar.
Allah’ın işine garışmam, bir kere karıştım bana b.. böceği yedirdi.
4. Düşünce-Kanaat Bildirme
Allah verdiği canı alamıyor.
Allah yüzüne bakmış.

3.7.1.2. Yapı

1. Tek Kelimeden Oluşan Dini Sözler


Suphanallah
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Dini Sözler
Evvel Allah
Allah ne verdiyse
3. Cümle Biçiminde Olan Dini Sözler
Veren Allah, alan Allah.
Seni Allah'a havale ettim.

3.7.2. Liste

Allah acelden aman verirse: Ölmez de sağ kalırsam, Allah ömür verirse. Örnek:
Kenan dayı Allah acelden aman verirse bu yaz Geben’de Esef Osman’ın haymasının
altında ya da Çatal Oluk’un başında kuzu çevirelim. (Çınkır, 2016: 52; Özalp, 2008:
186)
Allah adamın burnunu çırpar: Allah, yanlış iş yapanların cezasını verir. (Çınkır,
2016: 52; Özturan, 2014: 36)
Allah Allah Allah: Zikir ederken veya herhangi düşman üstüne yürürken
söylenen kalıp sözdür. (Kılıç, 2008: 113)
Allah bilir ya: Tam emin değilim, Allah bilir ya... Geleceği Allah bilir. (Erdem-
Kirik, 2011: 264; Özturan, 2014: 36)
Allah bir dediğine inanırım: Çok yalancı. Ona ancak Allah bir derse o da bir
olduğuna inandığım için inanırım. (Özturan, 2014: 36)
Allah boy vermiş, dibini delik goyuvermiş: Allah boy bos vermiş ama başka bir
özellik vermemiş. Akıllı biri değil. (Özturan, 2014: 36)
Allah can vermiş alamıyor: Allah can vermiş, almasını bekliyoruz ama müddeti
dolmadığı için almıyor. (Özturan, 2014: 36)
Allah galemi üzerinden galdırmış: Çok yaşlanmış. Artık Allah meleklerine
yaptığını yazdırmıyor. (Özturan, 2014: 37)
Allah gısmet ederse: Allah nasip ederse anlamında kullanılan kalıp sözdür.
Herhangi bir işin veya bir durumun eğer Allah kısmet ederse kişiye nasip olacağını
belirtmek için kullanılan kalıp sözdür. (Kılıç, 2008: 113)
Allah gorkusu yok: Allahtan korkmaz, doğru dürüst hareket etmez. (Özturan,
2014: 37)
413
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Allah ne verdiyse: Allah bize ne verdiyse onu yeriz. Allah’ın bana verdiği
yeteneklerin tümünü kullanarak yüklendim. (Özturan, 2014: 37)
Allah pis yüzüne bakmış: Çok tehlikeli ve yanlış işler yaptı, ama Allah yine de
onu korumuş. (Özturan, 2014: 37)
Allah seni bana bela mı verdi?: Allah seni bana imtihan sebebi mi yaptı?
(Özturan, 2014: 37)
Allah söyletiyor: Kalbinin saflığından Allah ona olacakları söyletiyor. (Özturan,
2014: 37)
Allah şikrini almış: Allah yüzünü sevilmez insanların yüzü gibi yapmış. Allah
yüzünün şeklini bozmuş, nurunu almış. (Özturan, 2014: 37)
Allah var: Doğrusunu söylemek lazım. (Özturan, 2014: 37)
Allah verdi demem ha!: Yakınımsın, Allah verdi ama çok oluyorsun.
Yaptıklarından dolayı sana bedelini ödetirim. (Özturan, 2014: 37)
Allah verdiği canı alamıyor: Haksız olan, aldığını vermeyen, borçlarını
ödemeyen kimseler için söylenir. (Özalp, 2008: 186)
Allah vere de...: İnşallah korktuğumuza uğramayız. (Özalp, 2008: 186; Özturan,
2014: 37)
Allah versin: Dilenciye para verilmediğinde böyle denerek gönderilir. Çok iyi
konumdasın, Allah devamını versin. (Özturan, 2014: 37)
Allah vurmuş, bir de biz vurmayalım: Kaderi kara. Başına gelmeyen kalmamış.
Bir de biz vurmayalım. (Özturan, 2014: 38)
Allah ya ona verir ya bana: Onunla her şeyimi kaybedene kadar mücadele
edeceğim. (Özturan, 2014: 38)
Allah yürü gulum demiş: Allah zengin olmayı dilemiş. (Özturan, 2014: 38)
Allah yüzüne/yüzümüze baktı da...: “Allah işini/işimizi rast getirdi de...”
anlamında kullanılır. (Özalp, 2008: 186)
Allah’a bir can borcum var: Kimseye borcum yok. Sadece Allah’ın emaneti olan
canı taşıyorum, Allah’a can borcum var. (Özturan, 2014: 38)
Allah’a galdı: Kulun yapacağı bir şey yok, olay sadece Allah’a kaldı. (Özturan,
2014: 38)
Allah’a gurban ol: Allahın adını sık sık anarak konuşan ama Allah’ın ismi
ağzına yakışmayan kötü insana söylenen laf. (Özturan, 2014: 38)
Allah’a şikayet olmasın amma, bir gün görmedim: Hiç iyi bir hayatım olmadı,
ama şikayetçi değilim. (Özalp, 2008: 186)
Allah’ın ağrına varmasın: Bunu seviyorum. Bu aşırı sevgim için Allah bizi
cezalandırmasın. (Özturan, 2014: 38)
Allah’ın işine garışmam, bir kere karıştım bana b.. böceği yedirdi: Allah’ın her
işinde bir hikmet var. Bir defa bu b.. böceğini neden yaratmış düşüncesine kapıldım,
hastalandığım zaman b.. böceğini ilaç yapıp bana yedirdiler. (Özturan, 2014: 39)
Allah’ını seven durmasın: Kızgın dövüşçülerce araya girip aralayacaklara mani
olmak veya birinden korkup kaçanlarca, tutulmalarını engellemek için söylenir. (Özalp,
2008: 186)
Allah’ını seven dutmasın: Ben şunu döveceğim, ben şu işi yapacağım, Allah için
bana engel olmayın. (Özturan, 2014: 38)
Allah’ını seven vursun: Bu namussuz, Allah’ın sevmediği adam. Allah’ı seven
buna vursun da cezalandıralım. (Özturan, 2014: 38)
Allah’tan gorkmaz, guldan utanmaz: Dinle, insanlarla arası iyi olmayan kimse.
(Temiz, 2005: 100)
Allah’tan mı arıyon?: Durmadan hayatından şikayet eden, memnun olmayan,
sağı solu rahatsız eden kimselere “Belanı mı arıyorsun; Allah'tan belanı mı istiyorsun?”
anlamında söylenir. (Özalp, 2008: 186; Özturan, 2014: 38)
Ettiğini bulacaksın: Dünyada ne yaptıysan yaptığının karşılığını er geç
bulacaksın. (Ulu, 2013: 198)
Evvel Allah: Herhangi her türlü şeyin üstesinden gelirim, her şeyi yaparım
anlamında kullanılan kalıp sözdür. (Kılıç, 2008: 113)
Hafızlığa mı çalışin?: Kur'an ezberlemeye mi çalışıyorsun? Görmüyor musun?
Kör müsün? (Özturan, 2014: 169)
414
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

İnd-i İlahide mesulsun: Allah yanında sorumlusun. Bunun hesabı senden sorulur.
(Özturan, 2014: 184)
İşi Allah’a galmış: (Varlık ya da sağlık yönünden) durumu çok kötü. (Çınkır,
2016: 648; Özturan, 2014: 187)
Kellim kellim la yenfa: Oku oku fayda yok. Okur ama belleyemez, Belleyip
faydalanamaz. (Özturan, 2014: 193)
O iş Allah’a galmış bir iş: O işten pek ümitli olmamak gerek. (Gökçe, 2014:
260)
Rabbi yesiri silinmiş: Yazısı turası silinmiş. Arı, namusu, utanmayı bir tarafa
atmış. (Özalp, 2008: 321)
Sana galan Allah’a galdı: Senden bize asla fayda gelmez. Senden geleceğin sonu
bellisiz. (Özturan, 2014: 229)
Secde-i rahmana başını goymamış: Namaz kılmamış. İbadeti yok. (Özturan,
2014: 229)
Senden gelen Allah’tan gelsin: Senden bize fayda olmaz. Senden fayda
umacağıma Allah’a dua ederim. (Özturan, 2014: 230)
Seni Allah'a havale ettim: Bana yaptıklarının hesabını Allah’a vereceksin.
(Özturan, 2009a: 233)
Suphanallah: Herhangi bir durumdan dolayı sinirlenen, kızan kişinin öfkesini
yatıştırmak için, ağzından kötü söz çıkmaması için söylediği kalıp sözdür. (Kılıç, 2008:
114)
Veren Allah, alan Allah: Ne yapalım rızkımızda yokmuş. (Göçer, 2007: 139)
Yüzü yok, Allah'ı var: Kendisi huzurda, mecliste değil, ama hepimizi gören,
bilen Allah hazır ve nazır, o anda orada bulunmayan birinin hakkını teslim, iyi bir
yönünü belirtmek için söylenir. (Özalp, 2008: 358; Özturan, 2014: 269)

3.8. Hitap Sözü

Çalışmamızda 19 adet hitap sözü listelenmiştir.

3.8.1. İnceleme/Tasnif

3.8.1.1. İşlev

1. Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme


Ede
Herif
2. İletişime Yardım Etme
Keleaz bacım
Kele anam
3. Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme
Suna boylum
Kömür gözlüm

3.8.1.2. Yapı

1. Tek Kelimeden Oluşan Hitap Sözleri


Bibi
Ede
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Hitap Sözleri
Kömür gözlüm
Kele edem

3.8.2. Liste
Babamoğlu: Kardeşim. (Kaya-Kozan, 2003: 26)
Bib’ızı: Halakızı. (Özalp, 2008: 36)
415
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Bibi: Hala, babanın kız kardeşi. (Atalay, 2008: 130; Kaya-Kozan, 2003: 33)
Biboğlu: Hala oğlu. Örnek: Bu ağaçlar ceviz vermez Biboğlu. (Çınkır, 2016:
147; Özalp, 2008: 36; Ulu, 2013: 135)
Bre: Erkeklere seslenme sekli. (Özalp, 2008: 37; Temiz, 2005: 697)
Day’ızı: Dayıkızı. (Özalp, 2008: 58)
Day’olu: Dayıoğlu. (Özalp, 2008: 58)
Ede: Ağabey. Büyük kardeş. Baba, amca ve dayıdan başka yaşça büyük herkes.
(Özalp, 2008: 67)
Gelin bacı: Amca veya dayının hanımı için kullanılan hitap sözü. (Aksu, 2013:
253)
Hele: Seslenme ünlemi. (Temiz, 2005: 704)
Herif: Aslında usta anlamındadır ama dilimizde evin erkeği anlamında
kullanılmaktadır. (Özturan, 2009b: 361)
İhvan bacı: Tarikatta kadın adı. (Özturan, 2014: 181)
Kele anam: Kadınların kullandığı söz başı hitabı. (Özalp, 2008: 294; Özturan,
2014: 193)
Kele bacım: Örnek: Yahu bacım, bacım bakar mısın? (Çınkır, 2016: 684; Temiz,
2005: 97)
Kele edem: (Çınkır, 2016: 684)
Kele: Bir alttan alma hitap biçimi. (Gökçe, 2014: 294; Kılıç, 2008: 101)
Keleaz bacım: (Kadınlar için) Acıma veya uyarma sözü. (Aksu, 2013: 260)
Kömür gözlüm: (Caferoğlu, 1995: 141)
Suna boylum: (Caferoğlu, 1995: 141)

3.9. Şaşkınlık Sözü

Çalışmamızda 12 tane şaşkınlık sözü bulunmaktadır.

3.9.1. İnceleme/Tasnif

3.9.1.1. İşlev

1. Protesto
Babanın derdini senin!
Buyur bakalım!
2. Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Aman anaam!
3. İletişime Yardım Etme
Ananı dingilini Allah ala!
Yaşa ki neler göresin!

3.9.1.2. Yapı

1. Tek Kelimeden Oluşan Şaşkınlık Sözleri


Anuu
Aboo
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Şaşkınlık Sözleri
Dostlar başına
3. Cümle Biçiminde Olan Şaşkınlık Sözleri
Ananı dingilini Allah ala.

3.9.2. Liste

Aboo!: Aman, amanın gibi şaşkınlık anlatmak vb. için kullanılan bir sözcük.
(Çınkır, 2016: 14; Kaya-Kozan, 2003: 13; Kılıç, 2008: 102)

416
KAHRAMANMARAŞ HALK KÜLTÜRÜNDE KALIP SÖZLER Ahmet PIRNAZ

Al ha!: “De ne yaparsan yap!”, “Haydi bakalım!”, “Buyurun bakalım!”, “Amma


yaptın ha!”, “Oldu mu ya!”, “Yaptığını beğendin mi?”, “Bunu nasıl yaptın?” anlamında
bir hayret ifadesi. (Özalp, 2008: 184)
Aman anaam!: Bir olay karşısında hayret belirtmek için söylenir. (Özalp, 2008:
187; Özturan, 2014: 41)
Ananı dingilini Allah ala!: Birinin yaptığı olağanüstü bir şeyi, hayretle anlatma.
(Özturan, 2014: 42)
Anuu!: Korku, şaşma, hayranlık bildiren ünlem. (DS, 2009: 242)
Babanın derdini senin!: Ne hilekar, ne yetenekli, ne kuvvetli, ne işini bilir
adammış. Hayret ifadesi. (Özturan, 2014: 55)
Bunu da duyak!: Bir hayret ifadesi. Duyulmamış, bilinmeyen, görülmemiş,
çevrenin örf ve âdetlerine uymayan hayret ve hayranlık uyandıran -gerek iyi-hayırlı,
gerekse de kötü-şerli- söz ve işler için söylenir. (Özalp, 2008: 209)
Buyur bakalım!: Ne istiyorsun, emret bakalım. Beklenmedik olay karşısında
şaşkınlık ifadesi. (Özturan, 2014: 80)
De bakalım?: Çaresizlik, şaşkınlık ifadesi. Örnek: De bakalım, şimdi ne
yapacağım? (Özalp, 2008: 228)
Dostlar başına!: Hayret ifadesi. Hayırlı bir işi dostlarına layık görmek. (Özturan,
2014: 109)
Man anaam!: Aman anam! Şaşkınlık belirtir. (Özalp, 2008: 302)
Yaşa ki neler göresin!: Hayret ifadesi. (Özturan, 2014: 259)

3.10. Selam

Çalışmamızda 4 tane selam sözü vardır.

3.10.1. İnceleme/Tasnif

3.10.1.1. İşlev

1. Dini İnançları Yansıtma


Aleykümselam
2. İletişime Yardım Etme
Cemaatinize bereket
Merhaba

3.10.1.2. Yapı

1. Tek Kelimeden Oluşan Selam Sözleri


Merhaba
Günaydın
2. Sözcük Öbeği Biçiminde Olan Selam Sözleri
Cemaatinize bereket

3.10.2. Liste

Aleykümselam: (Alparslan-Özturan, 2010: 161; Caferoğlu, 1995: 163; Kılıç,


2008: 108)
Cemaatinize bereket: Bir topluluğa uğrayan kimse böyle der. (Özalp, 2008: 216)
Merhaba: (Mustafa Kiraz)
Selamünaleyküm: (Alparslan-Özturan, 2010: 161; Caferoğlu, 1995: 163; Kılıç,
2008: 108)

417
SONUÇ-DEĞERLENDİRME Ahmet PIRNAZ

4. SONUÇ-DEĞERLENDİRME

Kalıp sözler; geçmişten günümüze bir toplumun kültürünü, inançlarını yansıtan,


insanların belirli durumlarda birbiriyle ilişkilerini ifade etmekte kullanılan, tecrübelerle
halkın belleğinde yer edinen söz varlıklarıdır. Ancak halk kültürünün üzerinde fazla
çalışılmamış bir sahasıdır.
Araştırmalarımız esnasında farklı kalıp söz algılarıyla karşılaştık. Bu kavramın
dilbilimcilere ve halkbilimcilere göre bazı farklılıklar taşıdığını gördük. Özellikle
dilbilim çalışması yapanların ekserisi kalıp sözlere deyim ve atasözlerini dahil
etmemektedir. Oysaki deyimler ve atasözleri halk kültürünün sözlü vesikalarındandır.
Biz, çalışmamızda bu sözlere de yer verdik.
Bu çalışmada kalıp sözlerle ilgili öncelikle teorik bir çerçeve oluşturmaya
çalıştık. Bu bağlamda kalıp söz teriminden, tanımından, bir kültür unsuru olarak kalıp
sözden, kalıp sözlerin özelliklerinden, tasniflerinden ve çeşitlerinden bahsettik.
Çalışmamızda tarama-derleme yaparak elde ettiğimiz kalıp sözleri hacimlerini
dikkate alarak deyim, atasözü, beddua/kargış, dua/alkış, sövgü-küfür-hakaret sözü,
yemin, dini söz, hitap sözü, şaşkınlık sözü ve selam olmak üzere on gruba ayırarak
inceledik. Daha önce yapılmış çalışmalardan da yararlanarak kalıp sözlerle ilgili bir
tasnif denemesi yaptık. Ancak daha önceki incelemelerden farklı olarak kalıp sözleri
işlevine göre on sekiz işlev; yapısına göre tek kelime, sözcük öbeği ve cümle biçimi;
yaygınlık-kullanım durumuna göre gene/ulusal ve mahalli/yöresel; oluşumuna göre
ortam (genel halk ortamı, argo) ve hikâye (hikâyeli, hikâyesiz); anlatımına göre mensur-
manzum ve vurgusuz-vurgulu; anlamına göre ise gerçek-mecaz, düz-ters ve paralel-zıt
oluşu bakımından inceledik.
Yaptığımız tasnifte deyimleri, atasözlerini ve bedduaları işlev, yapı, yaygınlık-
kullanım durumu, oluşum, anlatım, anlam ve tema-konularına göre alt başlıklara
ayırarak inceledik. Duaları, işlev, yapı, yaygınlık-kullanım durumu, anlatım ve anlam;
sövgü-küfür-hakaret sözlerini işlev, yapı ve oluşum; yeminleri, dini sözleri, hitap
sözlerini, şaşkınlık sözlerini ve selam sözlerini ise işlev ve yapı açısından
değerlendirdik. Kalıp sözleri tema-konu bakımından değerlendirmedik, çünkü bu
sözlerin konusu sınırsızdır. Dolayısıyla tema-konu sınıflaması yapmak imkânsız bir
uğraş olacaktır.
Tasnif ölçütleri kalıp sözlerin hepsi için uymamaktadır. Yukarıdaki şablonu tüm
söz kalıplarını ayrı ayrı inceleyerek oluşturduk. Örnek verecek olursak alkışları ve
kargışları anlam (gerçek-mecaz, paralel-zıt) bakımından incelemedik.
Kahramanmaraş Halk Kültüründe Kalıp Sözler adlı çalışmayı hazırlarken 79
adet derleme ve inceleme kitabı, 19 adet bildiri-makale, 17 adet ansiklopedi, 34 adet
sözlük, 4 adet antoloji, 32 adet tez (lisans-yüksek lisans-doktora) ve 4 tane İnternet
sitesi olmak üzere toplam 189 tane kaynaktan yararlandık. 80 kaynak kişiyle görüşme
yaptık ve kaynak kişilerden özellikle kalıp sözlerin anlamları konusunda istifade ettik.
Çalışmamızda 5808 deyim, 2640 atasözü, 1085 beddua/kargış, 625 dua/alkış, 104
sövgü-küfür-hakaret sözü, 89 yemin, 50 dini söz, 19 hitap, 12 şaşkınlık sözü ve 4 selam
sözü olmak üzere toplam 10.436 adet söz bulunmaktadır.
Kahramanmaraş ağzına ilişkin yazılan eserlerden tarama yaparken hayli
zorlandık. Eserlerde konuşma dilinden kaynaklı standart bir dilin maalesef
kullanılmadığını gördük. Bazı sözlerin -bilhassa madde başı için- konuşma dilinden
kaynaklı değişik yazımları bizi oldukça zorladı. Aynı sözün farklı kitaplarda farklı
madde başında sıralandığını fark ettik. Hatta aynı eserde bile aynı sözün farklı madde
başlarında yazıldığına şahit olduk.
Taradığımız kitaplarda karşımıza çıkan güçlüklerden biri de kalıp sözleri tasnif
etme meselesidir. Aynı söz bir kaynakta deyim, diğer bir kaynakta atasözü olarak
karşımıza çıkmaktadır. Hatta bir yazar, kitabının birinde deyim kısmında aldığı sözü
başka kitabında atasözü olarak ele almaktadır. Bu şekilde yapılan tasnifleri mümkün
mertebe düzelterek çalışmamızda ilgili kısımlara ekledik. Bundan sonraki çalışmalarda
bu hususların göz önünde bulundurulmasını istirham ediyoruz.
Çalışmamızda Kahramanmaraş’ta derleme-tarama yaparak topladığımız kalıp
sözlerle ilgili ulaştığımız sonuçlar şunlardır:
418
SONUÇ-DEĞERLENDİRME Ahmet PIRNAZ

1. Kalıp sözlerle ilgili çalışmalarda derleme yapmak kadar derlenen sözleri


anlamlandırmak da önem taşımaktadır.
2. Kalıp sözler üzerinde toplum hafızası oldukça önemlidir. İnsanlar yeri ve
zamanı geldiğinde söylediği sözleri düşüncelerine şahit olarak gösterirler.
3. Kalıp sözlerde dini hayat önemli bir yere sahiptir. Gök Tanrı inancından İslam
medeniyetine geçişte, yani kültürümüzün değişim aşamasında dini hayat, dilimize de
sirayet etmiştir. (Allah Halil İbrahim bereketi vere, Dinin imanın gide, Allah pis yüzüne
bakmış.)
4. İçerisinde Şam, Halep ve Bağdat gibi şehir isimleri geçen ve coğrafi mahiyeti
olan kalıp sözler oldukça fazladır. Bu durum Kahramanmaraş halkının bu coğrafi
bölgelerle geçmişte sıkı bir ilişki içerisinde olduğunu göstermektedir. (Halep yolunda
eşşek izi aramak, Ebenin Bağdat'tan geldiği gibi.)
5. Argo kalıp sözler, insanlar tarafından sıkça kullanılmaktadır. Böyle
kullanımların arka planında ince bir nükte, engin bir dünya görüşü saklıdır. (Emmim
eşşeğim, dayım d…..ım; Çalışmayla zengin olunsa Fatmalı eşşeği zengin olurdu.)
6. İçerisinde isim veya lakap geçen kimi sözler, yaşanmış bir hikâyeden kalan
etiket olabilir. (Deli Melemir gibi olup akıllıya hasret galmak.)
7. “Adam” sözü ile kurulmuş hayli kalıp söz vardır. (Adama çökmek, Adam
yerine goymamak.)
8. Hikâyeli kalıp sözler bulunmaktadır. Yörede tespit ettiğimiz hikâyeli kalıp
sözler; 42’si deyim, 7’si atasözü olmak üzere toplam 49 adettir.
9. İnsan uzuv ve organlarıyla kurulmuş hayli kalıp söz vardır. (Ağzı gara, Ayağı
gırılasıca.)
10. Kalıp sözlere roman, hikâye, şiir gibi türlerde yer verilerek güzel ve etkili
ürünler ortaya çıkarılabilir. Böylece yeni nesil, kalıp sözlere ilgi duyabilir ve
konuşmalarında kullanabilir.
11. Kalıp sözlerdeki kelime sayısı ile kalıp söz sayısı arasında ters orantı vardır.
Kalıp söz içerisinde kelime arttıkça kalıp söz sayısı azalmaktadır. Kalıp sözlerin ekserisi
az sayıda sözcükle kurulmaktadır.
12. Kalıp sözlerde “k, p, t” ile başlayan kelimeler yöremizde umumiyetle “g, b,
d” şeklinde telaffuz edilir. (Gan gusasın; Bekmezine su gatmak, alana satmak; Dırnağı
b..lu.)
13. Bazı kalıp sözler eksiltili yapıdadır. (At beslenirken gız istenirken
[verilmeli])
14. Bazı sözler soru yoluyla oluşturulmuştur. (Âlemi var mı?)
15. Ünlem yapısında olan kalıp sözler vardır. (Amanın yüzleriim!)
16. Genel dilde olan bazı kalıp sözler mahalli söyleyişe dönüştürülmektedir.
(Taşıma/Goyma su ile değirmen dönmez.)
17. Aynı kalıp sözün küçük farklılıklar taşıyan varyantları bulunmaktadır. (Aç
it/köpek fırın yıkar/deler/yakar, Ayağını ardıç/mercimek kütüğüne vermek/dayamak,
Köşgerin/marangozun/nacarın gapısı sırımla bağlı olur.)
18. Kalıp sözlerin kimi zaman kısaltılarak bütünü yerine bir bölümü dile
getirilmektedir. (İş olacağına varır, [ahmak çabalar])
19. Kafiyeli kalıp sözler vardır. (Acar geyer yok gibi, eski geyer b.. gibi.)
20. Kalıp sözler umumiyetle az sayıda sözcükten oluşur, ancak yörede tespit
ettiğimiz şu üç örnek oldukça uzundur:
-Evvel insan bön idi, giydiği aba don idi; şimdi insan gurnaz oldu, garnı ekmeğe
doymaz oldu.
-Garıncaya demişler, “yılda gaç buğday yersin?” demiş, “yılda iki”. Dört buğday
vermişler, deliğine hapsetmişler. İki yıl sonra açmışlar, bakmışlar ki üç yemiş, bir
artırmış. Demişler, “niye böyle yaptın?”. Demiş, “siz Allah mısınız?”
-Gızı gız iken görme, gelin iken gör; gelin iken görme, eşik dibinde gör; eşik
dibinde de görme, beşiğin dibinde gör.
21. Kahramanmaraş yöresinde tarama ve derleme yaparak topladığımız kalıp
sözlerin 18 işlevini tespit ettik. Bu işlevler şunlardır:
a) Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme
Mevlit Hacı namazı gılmak.
419
SONUÇ-DEĞERLENDİRME Ahmet PIRNAZ

İncirden düşmek.
Gızlara goca gerek, o da zamanında gerek.
b) Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme
Evi ev eden avrat, yurdu şen eden devlettir.
Görücüyü söze tut, yüzünü söze tut.
c) Eğitim ve Kültürü Genç Kuşaklara Aktarma
Arığa su gelene gadar gurbağanın gözü patlar.
Kimi ununa gider, kimi ününe gider.
ç) Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma
Hörrrüük hörrük, g..ü büyük gaynım seni de görrük.
Hötüm derken g..üm demek.
d) Protesto
Alacağın bir iğne, çeliğin batmanından sana ne?
Zıkkımın kökü.
e) Dini İnançları Yansıtma
Allah’ın sevmediğini peygamber zopiinen govalar.
Rabbi yesirde üç yanlışı var, Cami-i Ümmiye’de imam beğenmez.
f) Dilek-Temenni Bildirme
Güz güneşinde gızım, yaz güneşinde gelinim olsun.
Allah kimseyi kötülerinen dünyada da gabırda da yoldaş etmesin.
g) Küfür-Beddua Bildirme
Elli sekiz.
Babasının gabrına s..tığım.
Abdalın kestiğinden mahrum gedesin.
Ağzıcığı gabarasıca.
ğ) Ahlâki Değer Bildirme
Alma o.....nun gızını, çeker geder ebesinin izine.
Malını namırsına siyeç yapmak.
h) Öğüt-Tavsiye Bildirme
Altın erir fire verir, akıllı olan mülke verir.
Büyükler boğuşurken aralarına girme, boynuzu g..üne gider.
ı) Gözlem ve Tecrübeleri Yansıtma
Delinin davası olmaz!
Geçen ömür, geri gelmez.
i) Durum Bildirme
Ağzı bir batman havaya galkmak.
Sakalını gaptırmak.
j) İkna-İnandırmaya Yardım Etme
Avradım boş olsun ki.
Gıblem ters olsun ki.
k) Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme
Datsız tarhana.
Ölü fiyatına.
l) İletişime Yardım Etme
Allah gul başına vermesin.
Göz güheri, diş artığı.
Alan keç der, satan ho ha der.
m) Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme
Endeze gonak, üç gün oturak.
Elden alim ele verim, gulağımı kesim sana mı verim?
n) Düşünce-Kanaat Bildirme
El el üstünde olmuş da ev ev üstünde olmamış.
Saçın ak mı, gara mı önüne düşünce görürsün.
o) Saygı-Sevgi Bildirme
Gadasını aldığım.
Bey olasın.
22. En hacimli söz kalıpları deyimlerdir. (5808 adet)
420
SONUÇ-DEĞERLENDİRME Ahmet PIRNAZ

23. Deyimler, yapı itibarıyla en az iki kelimeden oluşur. (Özü dövmemek, Yel
girmek.)
24. Bazı deyimler bedduaya dönüştürülebilmektedir. Örneğin, “Ocağı kör
galmak” deyimi, “Ocağı kör galasıca” şeklinde beddua olabilmektedir.
25. Kalıp sözler içerisinde sadece ikileme ile oluşmuş deyimler olduğu gibi
içerisinde ikileme olan diğer deyimler de oldukça fazladır. (Addeli töreli, Abikert
abikert gonuşmak.)
26. Hem deyim hem dua olan sözler vardır. “Güle güle büyütün” duası aynı
zamanda, “Güle güle büyütmek” deyimidir.
27. Deyimlerin 11 işlevi (Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme,
Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme, Eğitim ve Kültürü Genç Kuşaklara
Aktarma, Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma, Protesto, Dini İnançları
Yansıtma, Ahlâki Değer Bildirme, Durum Bildirme, Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak
İletme, İletişime Yardım Etme, Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme) bulunmaktadır.
28. Deyimlerden sonraki en hacimli kalıp söz grubu atasözleridir. (2640 adet)
29. Atasözleri, deyimlere göre daha ulusal mahiyettedir.
30. Atasözlerinin 13 işlevi (Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme,
Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme, Eğitim ve Kültürü Genç Kuşaklara
Aktarma, Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma, Protesto, Dini İnançları
Yansıtma, Ahlâki Değer Bildirme, Öğüt-Tavsiye Bildirme, Gözlem ve Tecrübeleri
Yansıtma, Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme, İletişime Yardım Etme, Anlatımı
Güçlendirme-Güzelleştirme, Düşünce-Kanaat Bildirme) bulunmaktadır.
31. Kalıp sözler içerisinde bedduaları en fazla dile getiren kadınlardır. Bu durum
aciz ve güçsüz durumda kalan kadınların bir nevi rahatlamasını sağlamaktadır.
32. Bedduaların 6 işlevi (Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme,
Protesto, Dini İnançları Yansıtma, Küfür-Beddua Bildirme, Anlamı-Mesajı Daha Pratik
Olarak İletme, Durum Bildirme) bulunmaktadır.
33. Bazı dualar, halk hurafelerinden ve eski Türk inançlarından teşekkül etmiştir.
(Elemtere fiş, kem gözlere şiş.)
34. İnsan, kendisine de dua ve beddua etmektedir. (Allah’ım baş gelemiim,
garerimi ver; Allah canımı alsın.)
35. Vurgulu olan dua ve beddualar vardır. (Allah yazdıysa olur inşallah,
Allah’ından bul e mi?)
36. Duaların 10 işlevi (Eğlenme, Eğlendirme ve Hoşça Vakit Geçirme,
Toplumsal Kurumlara ve Törenlere Destek Verme, Dini İnançları Yansıtma, Dilek-
Temenni Bildirme, Ahlâki Değer Bildirme, Öğüt-Tavsiye Bildirme, Durum Bildirme,
İletişime Yardım Etme, Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme, Saygı-Sevgi Bildirme)
bulunmaktadır.
37. Sövgü-küfür-hakaret sözleri, umumiyetle hayvanlar üzerinden şekillenmiştir.
(Aç it, eşşek gafalı.)
38. Sövgülerin 3 işlevi (Protesto, Ahlâki Değer Bildirme, Durum Bildirme)
bulunmaktadır.
39. Yeminlerin hemen hepsi bedduaların özel bir fortmata dönüştürülmesiyle
oluşur. “İki gözü kör olasıca” kargışı, “İki gözüm kör olsun ki” şekliyle yemin sözüne
dönüştürülebilmektedir.
40. Yeminlerin 6 işlevi (Toplumsal ve Kişisel Baskılardan Kurtulma, Dini
İnançları Yansıtma, İkna-İnandırmaya Yardım Etme, Anlamı-Mesajı Daha Pratik
Olarak İletme, İletişime Yardım Etme, Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme)
bulunmaktadır.
41. Dini sözler, hem dua hem deyim içerisinde değerlendirilebilecek sözlerdir.
Biz, bu sözler için de ayrı bir grup oluşturduk.
42. Dini sözlerin 4 işlevi (Dini İnançları Yansıtma, Dilek-Temenni Bildirme,
Düşünce-Kanaat Bildirme, Öğüt-Tavsiye Bildirme) bulunmaktadır.
43. Hitap sözleri, artık unutulmaya yüz tutsa da özellikle kırsal kesimde ve belli
bir yaşın üzerindeki insanlarca hala kullanılmaktadır. (Gelin bacı, biboğlu, ede.)
44. Hitap sözlerinin 3 işlevi (Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak İletme,
İletişime Yardım Etme, Anlatımı Güçlendirme-Güzelleştirme) bulunmaktadır.
421
SONUÇ-DEĞERLENDİRME Ahmet PIRNAZ

45. Şaşkınlık sözlerinin 3 işlevi (Protesto, Anlamı-Mesajı Daha Pratik Olarak


İletme, İletişime Yardım Etme) bulunmaktadır.
46. Selam sözleri, çalışmamızdaki en az olan kalıp söz grubunu oluşturmaktadır.
Çalışmamızda 4 adet selam sözü vardır.
47. Selam sözlerinin 2 işlevi (Dini İnançları Yansıtma, İletişime Yardım Etme)
bulunmaktadır.

Bu çalışmayla Kahramanmaraş coğrafyasında genelde belli bir yaş seviyesinin


üzerindeki insanlarca kullanılan çeşitli kategorilerdeki kalıp sözleri bir bütünlük
taşıyacak şekilde bir araya getirerek incelemeye gayret ettik.
Temennimiz, çalışmamızın bilim dünyasına katkısı ve kalıp sözlerin sonraki
nesillerin dünyasında da yer bularak yaşamaya devam etmesidir.

422
SÖZLÜK

Aba: Kaba, kalın bir kumaş.


Acer: Yeni
Ağu: Zehir.
Akmın: Zibil.
Alaf: Bir çeşit hayvan yemi.
Alöccek: Alacalı bir kuş.
Ark: Su yolu.
Arpa ağarı: Arpa unu.
Batman: Eski ağırlık ölçüsü.
Betiren: Katran.
Bibi: Hala. Yöremizde yaşlı kadınlara hitap etmek için genel olarak bu söz
kullanılır.
Bicik: Buzağı.
Biz/piz: Köşkerlerin deride delik açmada kullandıkları alet.
Bor: Bir yıllığına dinlenmeye bırakılan tarla.
Böh: Meydan okumak için kullanılan ünlem ifadesi.
Börk: Bere, şapka.
Büvelek: Sinek.
Cebilhanık: Hz. Nuh’un gemisinde olduğu söylenen açgözlü ve çok yiyen biri
olarak bilinen kişi.
Cerek: Bilek kalınlığında veya biraz daha kalınca uzun ağaç, sırık.
Cerge: Uzun, ince boyunlu bir kuş.
Cırık: Küçük bir kuş.
Cıyındırık: Sinirli, yağsız et.
Ciğer: Kalıp sözlerde evlat anlamında kullanılmıştır.
Culuk: Hindi yavrusu.
Cücük: Kuş.
Çarpana: 1. Eski ayakkabı. 2. Eskimiş, ince ve kara deri parçası.
Çef: Meşe palamudunun dalda tutunmasını sağlayan kabıdır. Palamut, ağaçtan
bu kapla birlikte düşer ve kurudukça da zaman içerisinde çefden ayrılır.
Çemrenmek: Paçaları sıvamak.
Çerçi: Köylere giderek at, eşek ya da katırla ticaret yapan seyyar satıcı.
Çığrışmak: Yüksek sesle bağrışmak.
Çören: ?
Çuha: Elde işleme yünden ve yerli dokuma kumaştan yapılan, önü açık kısa bir
çeşit ceket.
Çunur: Hamam havuzu, kurna, su teknesi.
Dah: Hayvanın hızlı gitmesi.
Dıkılmak: Bir yere girmek.
Dıravacı: Yalancı, palavracı, işsiz, boşta olan kimse.
Dingiş: Boynuzları dik olan öküz, camız (manda) gibi hayvan.
Döş: Göğüs.
Edik: Ayakkabı.
El: Yabancı, başkası.
Endeze: Alet.
Fenigmek:Açlıktan bayılacak gibi olmak, başı dönmek. Ağlamaktan ya da
bağırmaktan yorgun düşmek.
Gamga: Yonga.
Gasar: Çamaşır suyu.
Gatar: Deve kervanı.
Gaya kekici: Bir tür kertenkele.
Gazel: Kurumuş yaprak.
Germece: Çamaşır ipi.
Gevilcen: Bacaklarda yuvarlak kırmızılıklar meydana getiren bir çeşit cilt
hastalığı.
423
Gıran: Dalga halinde gelen ve bir bölgeden diğerine geçerek bu şekilde dolaşan
salgın hastalık. Akıbeti çok kıyıcıdır, sonu ölümle sonuçlanır. Özellikle tavuklar
arasında görülür.
Gıvış: Koyun, keçi pisliği.
Golan: Elle örülmüş, yassı şekilde yük taşımaya yarayan ip.
Gön: Hayvan derisi.
Göp: Kağnının bir parçası. Kağnıya koşulduğunda öküzün kıç seviyesinde düz
duran kalın bir tahta, lata.
Halbur: Bir çeşit elek. Bu eleğin delikleri oldukça büyüktür. Eleğin örgü ipleri
bir çeşit lifin eğirilmesi sonucu oluşur. Nohut, fasulye gibi iri taneli tahılları elemede
kullanılır.
Hambal: Hamal, yük taşıyan kimse.
Hıt: Kötülük.
Hotaz: Kadınların süs için saçlarının üstüne taktığı küçük başlık.
Hunu: Afşin’de bir köy.
Irz: Namus.
İrkme: Tarhana yapmak için bez torba içinde biriktirilen yoğurt yahut ayran.
İven: Acele etmek.
Kadana: İri, çok güçlü, ağır hareketli olup yük taşımada kullanılan bir at cinsi.
Kebe: Kilim ya da kapı perdesi olarak kullanılan işlemeli keçe.
Keşgen: İnce yufka açmaya yaran oklava.
Keviklik: Samanlık.
Kizir: Bekçi.
Köseği/ösaa: Bir tarafı köz gibi bir tarafı da kömür gibi olan odun parçası.
Köşger kütüğü: Köşgerlerin, yani ayakkabıcıların üzerinde çalıştığı tezgaha
denir. Ayaklı, üstü düz, 50-60 cm çapında, daire biçiminde olur.
Köşk: Tabure, iskemle.
Köten: Pulluk.
Köynek: İç gömleği, iç giysisi.
Külek: İnce ahşaptan yapılan bir alet.
Kürtün: Palan, semer.
Küşne: Yerel bir hayvan yemi çeşididir. Tıpkı mercimek gibi hasat edilir.
Hayvanlara verilmeden 5-6 saat öncesinden bol suda ıslatılır. Böylece küşne miktar
olarak kuru halinin 3-4 katı olur. Küşne kıymetli bir yem olduğu için ineklerden ziyade,
tarlaları süren öküzlere yedirilir.
Lal: Dilsiz.
Mazman: Eğirilmiş kıl ya da yün ipten çul dokuyan kimse, bir tür eski zanaat.
Melemir: Başı tüylü bir bitki tohumu.
Mengilig: Küpe biçiminde tohum yuvası bulunan, hafif lezzetli bir bitki.
Mertek: Kısa ve kalın odun parçası.
Meses: Hayvanları dürtmekte kullanılan ucu demirli değnek, sopa.
Mıh: Çivi.
Mır: Kürtçe öldü demek.
Mitil: Çaput, minder.
Miyençi: Aracı, arabulucu.
Mürdün: Kaldıraç, kaldıraç kolu.
Müzevir: İspiyoncu. İnsanları şikayet eden insan.
Namza: Horozun ayağındaki tırnak.
Nahır: Ahır.
Nekes: Cimri.
Nezahet: Temizlik.
Nu: Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü.
Oğrun/uğrun/öörün: Gizli.
Okra: Hayvan derilerinin altında bulunan bir parazit.
Okuntu oğlağı: Köylerde düğün olacağını bildiren okuyucular geldiğinde verilen
ufak ve zayıf oğlak.
Omça: Ağacın iyisi.
424
Otacı: Hekim.
Örken: Bir sığır hastalığı.
Örme: İp.
Paç: Hediye, haraç.
Palavar: Kerpiçten yapılan yapılarda, kapı ve pencere üstlerine konulan kalın,
ağaç direk.
Pandıl: Yular.
Penes: Adi sarı madenden yapılmış, para şeklindeki değersiz süs eşyası.
Potuk: Deve yavrusu.
Puş: Minderlerin, sedir yastıklarının, semerlerin içine konulan kuru ot.
Sak: Uyanık.
Sap: Buğday başaklarının geriye kalan kısımları. Kışın hayvan yemi olarak
kullanılır.
Sıkramak/sıtnamak: ?
Sırım: Derinin ip şekline getirilmiş halidir.
Sölme: Çiğ köfteden; büyükçe, ortası kalın, kenarları ince olarak yapılıp sacda,
fırında, mangalda ve kor ateşte pişirilen çok lezzetli bir yiyecektir. Pişerken ve piştikten
sonra çok güzel kokar.
Süve: Mandal?
Süvük: Dam.
Şadalak: Hızlı iş yapmak.
Şadenlik: Bahşiş.
Şahna: Vergi toplayıcısı, tahsildar.
Şelek: 1. Buğday destesinin her bir yığını. 2. Yük, külfet.
Şemek: Bir şeyin en küçük parçası, zerresi, gramı anlamında.
Taysınmak: Eşit saymak.
Tiyek: Asma, kavun, karpuz, kabak vb. bitkilerin dalları.
Tokanak: Tuzağa düşülen yer.
Tomuzlan: Pislik yuvarlayan bir böcek türü.
Tura: Kalın iple oynanan bir oyun. Rakibin sırtına vurularak oynanır.
Urgan: Çıkrık yardımıyla koyun veya keçi yününün eğirilmesi sonucu oluşan ip.
Velhan: Dönüşümlü ekilen tarla.
Yaba: Harman savurmada kullanılan tarım aracı.
Yağrı: Göğüs, döş.
Yal: Köpek yemi. Un, su ve varsa içerisine daha başka şeyler de katılabilen sıvı
bulamacın adıdır.
Yumuş: İş.
Yülümek: Tıraş etmek, kazımak.
Zabın: Zayıf.
Zahire: Kışın kullanılmak üzere yazdan hazırlanıp saklanan tahıl.
Zemheri: Kışın en şiddetli zamanı.

425
KAYNAK KİŞİLER LİSTESİ

Adı-soyadı / yaşı / eğitim durumu / mesleği / köyü veya ilçesi / derleme tarihi

Adem ÇÖMEZ, 46 yaşında, ilkokul mezunu, bakkal, Muratlı, Eylül 2018.


Adem PIRNAZ, 53 yaşında, ilkokul mezunu, emekli, Kerimli, Şubat 2017.
Ahmet ATAŞ, 85 yaşında, okuryazarlığı var, çiftçi, Çağlayancerit, Ağustos 2018.
Ahmet KAMALAK, 55 yaşında, ilkokul mezunu, serbest meslek, Kerimli, Temmuz
2018.
Ahmet PIRNAZ, 57 yaşında, ilkokul mezunu, emekli, Kerimli, Ağustos 2018.
Ahmet YENİKALE, 50 yaşında, Yrd. Doç. Dr., KSÜ öğretim üyesi, Onikişubat, Ocak
2019.
Ali BOZDOĞAN (Kömbeci Ali), 61 yaşında, ilkokul mezunu, serbest meslek, Kızıltaş,
Haziran 2017.
Ali ÇÖMEZ, 47 yaşında, ilkokul mezunu, inşaat işçisi, Muratlı, Ağustos 2018.
Ali DALKIRAN, 57 yaşında, lise mezunu, gardiyan, Andırın, Ağustos 2018.
Ali KAYABAŞI (Uyduran Ali), 63 yaşında, ilkokul mezunu, inşaat işçisi, Kayabaşı,
Mayıs 2018.
Ali KÖSE (Yahya Ali), 64 yaşında, ilkokul mezunu, çiftçi, Muratlı, Ağustos 2018.
Ali PIRNAZ (Paşa Ali), 80 yaşında, ilkokul mezunu, çiftçi, Kerimli, Mart 2018.
Ali SALMAN, 80 yaşında, ortaokul mezunu, emekli imam, Bertiz-Boylu, Ağustos
2018.
Arif BİLGİN, 66 yaşında, üniversite mezunu, gazeteci-yazar/emekli öğretmen, Elbistan,
Eylül 2018.
Arif ÇEVİK, 61 yaşında, ilkokul mezunu, vinç operatörü, Kerimli, Ağustos 2018.
Ayşe KOÇAK, 67 yaşında, okuryazarlığı yok, ev hanımı, Bertiz-Beşenli, Ağustos 2018.
Ayşe KORKMAZ, 35 yaşında, ilkokul mezunu, ev hanımı, Dereboğazı, Şubat 2018.
Barış KARAKÖSE, 25 yaşında, lise mezunu, kepçe operatörü, Suluyayla, Ağustos
2018.
Bayram GAZİOĞLU, 75 yaşında, okuryazarlığı var, emekli, Nurhak, Ağustos 2018.
Celalettin CEYHAN, 29 yaşında, üniversite mezunu, gardiyan, Yenicekale, Ocak 2019.
Celil KAMALAK, 67 yaşında, ilkokul mezunu, çiftçi, Kerimli, Temmuz 2017.
Durdu TAŞÇI, 80 yaşında, ilkokul mezunu, çiftçi, Çukurhisar, Ocak 2018.
Elif PIRNAZ, 23 yaşında, üniversite mezunu, öğretmen, Kerimli, Ağustos 2018.
Elife AKKURT, 29 yaşında, yüksek lisans öğrencisi, öğrenci, Kurtlar, Kasım 2018.
Emine CÜLFÜK, 48 yaşında, ilkokul mezunu, ev hanımı, Bertiz-Beşenli, Ağustos
2018.
Emine PIRNAZ, 65 yaşında, okuryazarlığı yok, ev hanımı, Kerimli, Ocak 2018.
Fadık PIRNAZ, 77 yaşında, okuryazarlığı yok, ev hanımı, Kerimli, Aralık 2017.
Fadıma KİRAZ, 41 yaşında, ilkokul mezunu, ev hanımı, Kerimli, Ağustos 2018.
Fadıma TOSLAK, 31 yaşında, ortaokul mezunu, ev hanımı, Kerimli, Eylül 2018.
Fadıma YİĞEN, 62 yaşında, ilkokul mezunu, ev hanımı, Fatmalı, Ocak 2017.
Faruk ZÜLKADİROĞLU, merhum, (Kendi el yazması kitabından kalıp söz taraması
yaptık.)
Fatih CEYHAN, 43 yaşında, lise mezunu, hafriyatçı, Yenicekale, Ağustos 2018.
Fatih ÇEVİK, 29 yaşında, lise mezunu, polis, Kerimli, Ağustos 2018.
Halil ÇEVİK (Hollandalı), 85 yaşında, ilkokul mezunu, emekli, Reyhanlı (Kızılağaç),
Haziran 2017.
Halil GÖK, 85 yaşında, okuryazarlığı var, çiftçi, Çağlayancerit, Ağustos 2018.
Hasan ÇOLAK (Sarı Hasan), 72 yaşında, ilkokul mezunu, çiftçi, Kerimli, Ocak 2018.
Hasan KOÇAK, 75 yaşında, okuryazarlığı var, çiftçi, Bertiz-Beşenli, Ağustos 2018.
Hayriye SEVMEZ, 65 yaşında, okuryazarlığı yok, ev hanımı, Muratlı, Ağustos 2018.
Hürü KORKMAZ, 78 yaşında, okuryazarlığı yok, ev hanımı, Suluyayla, Şubat 2017.
Hüseyin KORKMAZ, 40 yaşında, ilkokul mezunu, bakkal, Suluyayla, Şubat 2017.
İbrahim PIRNAZ, 52 yaşında, ortaokul mezunu, emekli, Kerimli, Temmuz 2017.
İsmail ORHAN, 37 yaşında, üniversite mezunu, öğretmen, Önsen, Aralık 2018.
Mehmet GÜN, 66 yaşında, ilkokul mezunu, emekli, Fatmalı, Ocak 2018.
426
Mehmet KAMALAK-1 (Guru Memmet), 63 yaşında, ilkokul mezunu, çiftçi, Kerimli,
Ağustos 2018.
Mehmet KAMALAK-2, 45 yaşında, lise mezunu, muhtar, Kerimli, Temmuz 2018.
Mehmet KAMALAK-3, 30 yaşında, üniversite mezunu, muhasebeci, Kerimli, Ağustos
2018.
Mehmet KARAKÖSE, 50 yaşında, ilkokul mezunu, inşaat işçisi, Suluyayla, Mayıs
2018.
Mehmet KİRAZ, 53 yaşında, ilkokul mezunu, emekli, Muratlı, Temmuz 2018.
Mehmet KURT (Gondal Mehmet), 74 yaşında, ilkokul mezunu, emekli, Yenicekale,
Mayıs 2018.
Mehmet ÖZTÜRK, 50 yaşında, ilkokul mezunu, esnaf, Topçalı, Temmuz 2018.
Mehmet PIRNAZ (Müdür Ağa), 85 yaşında, okuryazarlığı var, çiftçi, Kerimli, Mayıs
2018.
Mehmet YİĞİT, 74 yaşında, ilkokul mezunu, emekli, Fevzipaşa, Ocak 2018.
Mesut KILIÇ, 31 yaşında, lise mezunu, operatör, Topçalı, Mart 2018.
Mevliye PIRNAZ, 39 yaşında, ilkokul mezunu, berber, Kerimli, Haziran 2017.
Muhammet AKKURT, 27 yaşında, lise mezunu, Kurtlar, Ağustos 2018.
Mustafa KARASU, 30 yaşında, üniversite mezunu, öğretmen, Beyazıtlı, Kasım 2014
Mustafa KAYPAK, 27 yaşında, üniversite mezunu, müteahhit, Gölpınar, Nisan 2018.
Mustafa KİRAZ, 18 yaşında, lise mezunu, öğrenci, Muratlı, Eylül 2018.
Mustafa ÖZTÜRK, 67 yaşında, eğitim enstitüsü mezunu, emekli öğretmen, Topçalı,
Ağustos 2018.
Mücahit ÖZTÜRK, 32 yaşında, üniversite mezunu, öğretmen, Topçalı, Ağustos 2018.
Nazlı KARAKÖSE, 50 yaşında, okuryazarlığı var, ev hanımı, Türkoğlu, Ocak 2018.
Osman ARTIKARSLAN, 40 yaşında, lise mezunu, işçi, Kerimli, Temmuz 2018.
Osman CÜLFÜK, 19 yaşında, ortaokul mezunu, işçi, Bertiz-Beşenli, Ağustos 2018.
Ökkeş ARMUT, 27 yaşında, üniversite mezunu, öğretmen, Kızıldamlar, Aralık 2018.
Ömer KALAYLI, 27 yaşında, üniversite mezunu, Kızıldamlar, Ağustos 2018.
Saime PIRNAZ, 26 yaşında, üniversite öğrencisi, ev hanımı, Kerimli, Aralık 2017.
Sait Nur KILIÇSALLAYAN, 44 yaşında, üniversite mezunu, öğretmen, Tekerek, Eylül
2018.
Salih KAMALAK, 59 yaşında, lise mezunu, emekli gardiyan, Kerimli, Ağustos 2018.
Selahattin KAMALAK (Selahattin Hoca), 54 yaşında, ortaokul mezunu, çiftçi, Kerimli,
Ağustos 2018.
Serap IŞIK, 24 yaşında, üniversite mezunu, öğretmen, Onikişubat, Mart 2018.
Sinan ÖZDEMİR, 43 yaşında, lise terk, tır şoförü, Suluyayla, Ocak 2018.
Sultan KAMALAK, 62 yaşında, ilkokul mezunu, ev hanımı, Kerimli, Ocak 2017.
Sultan PIRNAZ, 50 yaşında, ilkokul mezunu, ev hanımı, Topçalı, Ocak 2017.
Şeref DERE, 41 yaşında, lise mezunu, güvenlik görevlisi, Yusuflar, Nisan 2018.
Veli ÖZDEMİR, 55 yaşında, ilkokul mezunu, emekli, Suluyayla, Temmuz 2018.
Yahya ÖZDEMİR, 57 yaşında, ortaokul mezunu, müstahdem, Topçalı, Temmuz 2017.
Yılmaz IRMAK, 40 yaşında, üniversite mezunu, Dr. Öğr. Üyesi, Türkoğlu, Ocak 2019.
Yusuf KAMALAK, 45 yaşında, ilkokul mezunu, köy dolmuşçusu, Kerimli, Ağustos
2018.
Yusuf KÖK, 85 yaşında, okuryazarlığı var, çiftçi, Çağlayancerit, Ağustos 2018.
Züleyha ÇEVİK, 29 yaşında, üniversite mezunu, ev hanımı, Kerimli, Eylül 2018.

427
KAYNAKÇA

AKALIN, L. S., 1990. Türk Dilek Sözlerinden Alkışlar ve Kargışlar, Kültür Bakanlığı
Halk Kültürünü Araştırma Dairesi Yayınları: 130, Ankara, 272s.
AKBAŞ, A., 1985. “Yapalak-Ekinözü Ağzı Ses ve Şekil Bilgisi”, Yüksek Lisans Tezi,
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
AKBEN, M., 2010. “Kahramanmaraş ve Yöresi Folklorunda Kuşçuluk (Mırtıklık)”,
100.Yılında Göksun Sempozyumu, İstanbul, ss. 110-124, 468s.
AKBEN, M., 2010. “Kahramanmaraş İli ve Göksun İlçesinde Halkın Doğumla İlgili
Geleneksel Yaklaşımları”, 100. Yılında Göksun Sempozyumu, İstanbul, ss. 439-
454, 468s.
AKIN, S., 2014. “Kahramanmaraş’ta Bağ Kültürü Üzerine Bir Araştırma”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
AKSAN, D., 2004. Türkçenin Söz Varlığı, Engin Yayınevi, Ankara, 249s.
_______, 1982. Her Yönüyle Dil: Ana Çizgileriyle Dilbilim-3, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara, 248s.
_______, 2006. Türkçenin Zenginlikleri, İncelikleri, Bilgi Yayınevi, Ankara, 231s.
AKSOY, N., 1998. “Kahramanmaraş’tan Köroğlu Metinleri”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
AKSOY, Ö. A., 2017. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 2 Deyimler Sözlüğü, İnkılap
Yayınları, İstanbul, ss. 497-1205.
_______, 2018. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 1 Atasözleri Sözlüğü, İnkılap
Yayınları, İstanbul, 486s.
AKSU, A., 2013. “Nurhak ve Yöresi Ağzı (İnceleme-Metinler-Sözlük)”, Yüksek Lisans
Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri.
ALPARSLAN, Y. ve ÖZTURAN, H. A., 2010. Eski Maraş’ta Örfler, Âdetler ve İçtimai
Hayat, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş, 304s.
ALPARSLAN, Y. ve YAKAR, S., 2009. Maraş’ta Divanından Parça Kalmış Halk
Şairleri, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş, 144s.
ANA BRITANNICA, 1993. 3. Cilt, Hürriyet, İstanbul, 438s.
ANA BRITANNICA, 1994a. 18. Cilt, Hürriyet, İstanbul, 438s.
ANA BRITANNICA, 1994b. 32. Cilt, Hürriyet, İstanbul, 438s.
ANDIRIN TARİH VE KÜLTÜR VARLIKLARI ENVANTERİ, 2011. Andırın
Kaymakamlığı, (Yayın Kurulu: Barış Kabalcı, Mehmet Ali Kaya, Harun
Kadıoğlu), 256s.
ARSLAN, D., 2011. “Kahramanmaraş İli Göksun İlçesi Halk Kültürü Araştırması”,
Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana.
AFŞİNLİ ŞAİRLER ANTOLOJİSİ, 1992. Afşin Belediyesi Kültür Serisi-1, Yağmur
Basım Yayın, Ankara, 166s.
ATALAY, B., 2008. Maraş Tarihi ve Coğrafyası, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş,
251s.
ATEŞ, F., 2010. “Maraş Bölgesindeki Türkmenler (19. VE 20. YÜZYILLAR)”,
Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Kahramanmaraş.
AVCI, R., 2008. Şiirlerle Kahramanmaraş (Antoloji), Kahramanmaraş Belediyesi
Yayınları, Kahramanmaraş, 176s.
BAHÇA, H. (Yayın sorumlusu), 2001. Geçmişten Günümüze Hartlap, Halim Ofset,
Kahramanmaraş, 112s.
BAHÇE, M., 1972. “Elbistan Ağzı”, Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum.
BASCOM, R. William, 2014. “Folklorun Dört İşlevi”, Halkbiliminde Kuramlar ve
Yaklaşımlar 2, (Çev. Ferya Çalış), (Haz. M. Öcal Oğuz, Selcan Gürçayır),
Geleneksel Yayınları, Ankara, ss. 71-86.

428
BAŞGÖZ, İlhan, 1996. “Protesto: Folklorun Beşinci İşlevi (Fonksiyonu)”, Folkloristik,
Prof. Dr. Umay Günay Armağanı, Ankara, Feryal Matbaacılık, ss. 1-4.
BİLGİN, A., 2006. Elbistanca Sözlük Örnekleriyle Elbistan Ağzı, Pınar Yayınları,
Elbistan, 350s.
_______, 2007a. Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, 272s.
_______, 2007b. Terk Eden Elbistan 2, Bassaray Matbaası, İzmir, 272s.
_______, 2007c. Terk Eden Elbistan 3, Bassaray Matbaası, İzmir, 272s.
_______, 2017. Terk Eden Elbistan 4 (Şecereler-1), Özgü Yayıncılık, İstanbul, 272s.
BOLAT, E. ve TÜRK, A. B., 2001. “Kahramanmaraş Masalları Üzerine Bir Araştırma”,
Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
BORATAV, P. N., 1969. 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, Gerçek Yayınevi, İstanbul,
256s.
BOZ, E. ve MUTLU, H. K., 2004. “Kahramanmaraş Ağzı Üzerine Tespitler”, I.
Kahramanmaraş Sempozyumu, Cilt 2, Kahramanmaraş Belediyesi,
Kahramanmaraş, ss. 913-918.
BOZKURT, F., 1995. Türkiye Türkçesi, Cem Yayınları, İstanbul, 552s.
BULUT, M., 1998. “Kahramanmaraş’tan Derlenmiş Masalllar”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
BULUT, S., 2012. “Anadolu Ağızlarında Kalıp Sözler ve Kullanım Özellikleri”,
Yüksek Lisans Tezi, Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ordu.
_______, 2013. “Anadolu Ağızlarında Dini İnançları Yansıtan Kalıp Sözler”, JASSS
The International Journal of Social Science, Volume 6/1, ss. 435-465.
_______, 2016. “Türkiye Türkçesi Ağızları ile Kıbrıs Türk Ağızlarında Ortak
Kullanılan Kalıp Sözlerden Hayır-Dualar ve Beddualar”, Akademik Sosyal
Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 24, ss. 298-308.
BÜYÜK LAROUSSE SÖZLÜK VE ANSİKLOPEDİSİ, 1986. 11. Cilt, Gelişim
Yayınları, İstanbul, ss. 6385-7024.
CAFEROĞLU, A., 1995. Güneydoğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar (Malatya,
Elazığ, Tunceli, Gaziantep, ve Maraş Vilayetleri Ağızları), TDK Yayınları,
Ankara, 318s.
CEYLAN, E., 2010. “Deste Gol Be Âb Dâden ve Dilin Olmaz Unsurları Olarak Söz
Kalıpları”, Milli Folklor Dergisi, Sayı:88, ss. 16-21.
CİLACI, O., 1992. “Dua”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 9, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, ss. 529.
ÇEKLİ, H. ve DOBADA, M., 1945. Ataların Dilinden, Samsun Halkevi Yayınları,
Samsun, 169s.
ÇINKIR, C., 2016. Karacaoğlan Coğrafyası Söz Çıkını (Araştırma-İnceleme-Sözlük),
Türkmeneli Stratejik Araştırma ve Düşünce Merkezi Yayınları, İstanbul,1174s.
ÇİVİOĞLU, M., 1999. “Afşin’den Derlenmiş Halk Hikâyeleri”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
ÇOĞALAN, M. C., 1982. Her Yönüyle Kahramanmaraş, Yaylacık Matbaası, İstanbul,
149s.
ÇOTUKSÖKEN, Y., 2002. Uygulamalı Türk Dili II, Papatya, İstanbul, 380s.
ÇULHA, F., 1984. “Elbistan Ağzı”, Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, Elazığ.
DALKIRAN, H. E., 2005. Kahraman İlimiz, Özel Rabia Arıkan İlköğretim Okulu
Eğitim Kültür Serisi, Kahramanmaraş, 73s.
DARICI, E., 2012. “Türkiye Türkçesinin Söz Varlığında Yer Alan Kalıplaşmış Sözlerin
Politik Söylemdeki Yeri”, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara.
DEMİR, N., 2011. Afşin Yöresinde Nükteli Anılarla Halk Bilgeliği, Afşin Belediyesi,
Kahramanmaraş, 213s.
DEMİR, T., 2004. Türkçe Dilbilgisi, Kurmay Yayınları, Ankara, 704s.
DENİZ, A., 2015. “Mahalli Kalıp Sözler Üzerine Bir Çalışma”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
DEREBENT, H. F., 2015. Çağlayancerit Halk Kültürü, Kahramanmaraş Büyük Şehir
Belediyesi Yayınları, Kahramanmaraş, 207s.

429
DEVELLİOĞLU, F., 2010. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi,
Ankara, 1393s.
DİL BİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ, 1949. Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 252s.
DİNİ TERİMLER SÖZLÜĞÜ, 2009. Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 414s.
EKEM, E., 2015. “Mahalli Alkışlar ve Kargışlar Üzerine Bir Çalışma”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
EKİCİ, N., 2005. Arıtaş’ın Ağıtları, Arıtaş Belediyesi Kültür Yayınları, Arıtaş, 204s.
ELÇİN, Ş., 2004. Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara, 763s.
EMİRMAHMUTOĞLU, A. P., 1997. “Geleneksel Kahramanmaraş Yemekleri”, Lisans
Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
ERDEM, M. D. ve KİRİK, E., 2011. “Kahramanmaraş ve Yöresi Ağızları”,
Kahramanmaraş İl Özel İdaresi Yayınları, Kahramanmaraş, 597s.
ERDEM, M. D., KİRİK, E., ÜST, S., DAĞDELEN, G., 2009. “Türkoğlu Ağzı
(Kahramanmaraş Ağızları-I)”, International Periodical For the Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4/8.
ERGİN, M., 2008. Türk Dil Bilgisi, Bayrak Yayınları, İstanbul, 407s.
_______, 2009. Dede Korkut Kitabı-1, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 251s.
EROL, Ç., 2007. “Türkiye Türkçesinde Kalıp Sözler Üzerine Bir İnceleme”, Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
ERSOYLU, H., 2012. Türk Dilince Dualar, Beddualar Sözlüğü, Ötüken Yayınları,
İstanbul, 360s.
ERŞAHİN, İ., 2011a. “Kahramanmaraş Masalları Üzerine Tip ve Motif Araştırması”,
Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum.
_______, 2011b. Halk Kültürü ve Edebiyatı Sözlüğü, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 370s.
ERTEKİN, E., 1997. “Afşin-Elbistan Yöresinde Halk İnançları ve Tarihi Temelleri”,
Yüksek Lisans Tezi, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Malatya.
GELİŞİM HACHETTE (Alfabetik Genel Kültür Ansiklopedisi), 1993. 1. Cilt, Sabah
Yayınları, (Basım Yeri Yok), 384s.
GENCAN, T. N., 1979. Dilbilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 602s.
GÖÇER, M., 2004. Un Sandığı 2, Elbistan’ın Sesi Yayınları, Elbistan, 218s.
_______, 2007. Un Sandığı 3, Elbistan’ın Sesi Yayınları, Elbistan, 222s.
_______, 2010. Un Sandığı 4, Elbistan’ın Sesi Yayınları, Elbistan, 288s.
GÖKÇE, O., 2014. Berit’in Gözyaşları, Zeus Kitabevi, İzmir, 336s.
GÖKÇEBEY, M., 1999. “Düzbağ Kasabası Monografisi”, Lisans Tezi, İnönü
Üniversitesi, Malatya.
GÖKDAYI, H., 2008. “Türkçede Kalıp Sözler”, Bilig Dergisi, Sayı: 44, ss. 89-110.
_______, 2015. Türkçede Kalıp Sözler, Kriter Yayınevi, İstanbul, 304s.
GÖKHAN, İ. ve KOÇ, K., 2009. Tarihi, Coğrafyası ve Kültürü ile Türkoğlu, Öncü
Basımevi, Kahramanmaraş, 419s.
GÖZÜKARA, M. ve ÖZALP, Ö. H., 2011a. Elbistan Ağıtları 1. Cilt, Özgü Yayınevi,
İstanbul, 416s.
_______, 2011b. Elbistan Ağıtları 2. Cilt, Özgü Yayınevi, İstanbul, 422s.
GÜLTEKİN, M., 2004. “Kahramanmaraş Ağzına İlişkin Bazı Gözlemler”, I.
Kahramanmaraş Sempozyumu, Cilt 2, Kahramanmaraş Belediyesi,
Kahramanmaraş, ss. 905-912.
GÜNEY, E. C., 1966. Folklor ve Eğitim, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 25s.
_______, 1971. Folklor ve Halk edebiyatı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 308s.
HATİBOĞLU, V., 1964. “Kelime Grupları ve Kuralları”, TDAY-Belleten 1963, Türk
Dil Kurumu Yayınları, Ankara, ss. 203-244.
_______, 1982. Türkçenin Sözdizimi, DTCF Yayınları, Ankara, 207s.
HENGİRMEN, M., 1999. Dilbilgisi ve Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Engin Yayınları,
Ankara, 448s.
HORASAN, H. Y., 1992. Kahramanmaraş’ı Tanıyalım, Özkan Matbaacılık, Ankara,
215s.
http://www.okkeslerdiyari.com/duyuru_detay.asp?id=1163
http://www.okkeslerdiyari.com/foto.asp?id=140
https://sufizmveinsan.com/hadisler/kader.htm
430
https://www.forumalevv.net/ege-bolgesi/300003-aydin-ili-atasozleri-ve-deyimleri.html
HUNÇ, C., 2017. “Yörelerin Atasözleri ve Deyimleri Üzerine Bir Çalışma”, Lisans
Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
IRMAK, Y., 2013. “Folklorun Beş İşlevine Göre Âşık Mahzuni Şerif’in Şiirleri”,
Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun.
İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, 1963. 3. Cilt, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 683s.
KABAKLI, A., 1989. Türk Edebiyatı 1, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, 609s.
KAHRAMANMARAŞ ANSİKLOPEDİSİ, 2017a. Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi Yayınları, Kahramanmaraş, 446s.
KAHRAMANMARAŞ ANSİKLOPEDİSİ, 2017b. Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi Yayınları, Kahramanmaraş, 565s.
KAHRAMANMARAŞ ANSİKLOPEDİSİ, 2018. Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi Yayınları, Kahramanmaraş, 602s.
KALAYCI, Ü., 2010. “Fıkralardaki Kahramanmaraş”, Karadeniz Blacksea Chornoye
More (Karadeniz Blacksea Черноеморе), sayı: 6, ss. 68-87.
KAPANOĞLU, S., 2009. Çarşıbaşı Hatıraları, Fa Ajans Yayınları, Kahramanmaraş,
152s.
KAPLAN, M., 2017. Dön Gel Geri, Dulkadiroğlu Belediyesi, Kahramanmaraş, 78s.
KARAAĞAÇ, G., 2011. Türkçenin Söz Dizimi, Kesit Yayınları, İstanbul, 253s.
_______, 2018. Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,
936s.
KARALAR, İ., 1998. “Kahramanmaraş Folklorunda Kalıplaşmış Sözler”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
KARAOĞLAN, H., 2004. “Kahramanmaraş ve Çevresinde Yaşayan Halk İnançları”, I.
Kahramanmaraş Sempozyumu, Cilt 2, Kahramanmaraş Belediyesi,
Kahramanmaraş, ss. 997-1014.
_______, 2010. “Göksun ve Çevresinde Yaşayan Halk İnanışları”, 100. Yılında Göksun
Sempozyumu, İstanbul, ss. 125-136.
KATEDEG (Kahramanmaraş Tekerlemelerini Derleme Grubu), 2012. Tek Tek
Tekerleme (Kahramanmaraş Tekerlemeleri), Can Ofset, Kahramanmaraş, 96s.
KAYA, D., 2001. Folklorumuzda Beddua Söyleme Geleneği ve Türk Halk Şiirinde
Beddualar, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 281s.
_______, 2014. Türk Dünyası Ansiklopedik Türk Halk Edebiyatı Kavramları ve
Terimleri Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara, 898s.
KAYA, Ö. ve KOZAN, H. A., 2003. Mahalli Kelimeler Sözlüğü, Ukde Yayınları,
Kahramanmaraş, 160s.
KAYA, Ö., 1976. Elbistan Bilmeceleri, Serdal Matbaası, Elbistan, 134s.
KILIÇ, M., 2008. Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş,
182s.
KOÇ, K., 2010. Kahramanmaraş’ta Sosyal Hayatın Fiziki Yapıya Etkisi, Ukde
Yayınları, Kahramanmaraş, 415s.
KORKMAZ, Z., 1992. Gramer Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,
212s.
KOZAN, H. A., 2007. Yeşilyöre Kasabası Her Yönüyle, Selçuk Ofset, Kahramanmaraş,
318s.
KÖKSAL, M. F., 2003. “Edebiyatımızda Kalıp Sözler ve Divan Şiirimizden Dört
Örnek”, İstanbul Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
Sayı: 30, ss. 331-348.
KÖRÜK, M. S., 2005. Her Yönüyle Şekeroba, Veziroğlu Ofset Matbaacılık,
Kahramanmaraş, 88s.
KULA, O. B., 1996. Dilin Kültürelliği ya da Kültürün Dilselliği, Bilim ve Ütopya, 2: ss.
46-47.
KUMTEPE, A. T., 2009. “Tanırlı Âşık Yener Hayatı ve Şiirlerinin Tematik
İncelenmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Manisa.
KURT, A., 2017. “Önsen Kasabası Halk Kültürü Üzerine Bir Çalışma”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
431
KURT, C., (basım yılı yok). Elbistanlı Şairler Antolojisi 1, (yayınevi yok), (basım yeri
yok), 190s.
KUYUMCU, A. İ., 1995. Elbistan Sokakları, Elbistan Yayınları, Kahramanmaraş, 166s.
MARAŞ İL YILLIĞI, 1967. 339s.
MERCİMEK, Y., Lehçemiz, (yayınevi yok), (basım yeri yok), (yayım yılı yok), 124s.
OKUMUŞ, M., 2006. Beyoğlu Beldesi, Sakınmaz Ofset, Kahramanmaraş, 326s.
OKUTUCU, M. H., 2000. Bir Kentin Anatomisi, Akbaba Yayınları, Ankara, 200s.
OY, A., 1972. Tarih Boyunca Türk Atasözleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul, 398s.
ÖNDER, M. A. (Haz.), 2008. Göksunlu Şairler Antolojisi, Göksun Belediyesi, Ankara,
310s.
ÖZALP, A., 2008. Elbistan Ağzı Çiçek Köyü Örneği, Özgü Yayınları, Elbistan, 464s.
ÖZDEMİR, C., 2015. “Bir Kültür Unsuru Olarak Âşık Edebiyatında Kalıp Sözler”,
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 38, ss. 286-294.
ÖZDEMİR, E., 1997. Açıklamalı-Örnekli Deyimler Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul,
236s.
ÖZÖN, M. N., 1956. Ata Sözleri, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 340s.
ÖZTURAN, H. A., 2009a. Maraş Merkez Ağzı (Kelimeler, Deyimler, Atasözleri,
Dualar, Beddualar, Tekerlemeler, Ninniler), Ukde Yayınları, Kahramanmaraş,
255s.
_______, 2009b. Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş, 400s.
_______, 2010. Kahramanmaraş’ta Çocuk Oyunları, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş,
117s.
_______, 2014. Maraş Merkez Ağzında Kullanılan Deyimler, Noya Medya Yayınları,
272s.
PAKÖZ, A. E., 2013. “Maraş Sivil Mimari Yapılarının İncelenmesi ve Gözlüklü Ali
Evi Restorasyon Önerisi”, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
PAKÖZ, O., 2000. Var Varanın, Dolunay Yayınları, Kahramanmaraş,
_______, 2011. İlk Çıngı İlk Çılgınlık Maraş Destanı, Öncü Basımevi, Kahramanmaraş,
120s.
PALA, İ., 2018. Sözün Özünden Dünden Bugüne Atasözleri, Kapı Yayınları, İstanbul,
312s.
PARLATIR, İ., 2008. Atasözleri, Yargı Yayınları, Ankara, 574s.
POLAT, M., 2016. “Kahramanmaraş Kalıp Sözleri Üzerine Bir Çalışma”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
PÜSKÜLLÜOĞLU, A., 1995. Türkçe Deyimler Sözlüğü, Arkadaş Yayınları, Ankara,
847s.
_______, 2012. İlkokul ve Ortaokul İçin Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Arkadaş
Yayınları, Ankara, 213s.
SAMİ, Ş., 1317. Kamus-ı Türki, İkdam Matbaası, Dersaadet, 1574s.
SARIYILDIZ, M. H. (Haz. Serdar YAKAR), 2012. Dostozan, Kahramanmaraş
Belediyesi Yayınları, Kahramanmaraş, 416s.
SİS, N., ve GÖKÇE, B., 2009. “Gülten Dayıoğlu’nun Çocuk Öykülerinde Yansımalar
ve Kalıp Sözler”, Turkish Studies, Volume 4/3.
ŞAHİNER, S., 2017. “Göksun Kömür Köyü Halk Kültürü”, Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.
ŞEN, A., 2006. Dünden Bugüne Kahramanmaraş, Barbaros İlköğretim Okulu Yayınları,
İstanbul, 184s.
ŞİRİKÇİ, M. M., 2006. Metince 1, Fa Ajans Yayınları, Kahramanmaraş, 301s.
_______, 2007. Metince 3, Fa Ajans Yayınları, Kahramanmaraş, 309s.
_______, 2008. Metince 5, Fa Ajans Yayınları, Kahramanmaraş, 349s.
TANKUT, H. R., 2008. Maraş Yollarında, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş, 142s.
TÜRK DİL KURUMU, 2009. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü 1. Cilt,
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, ss. 1-835.
TÜRK DİL KURUMU, 2009. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü 2. Cilt,
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, ss. 836-1648.
432
TÜRK DİL KURUMU, 2009. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü 3. Cilt,
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, ss. 1649-2453.
TÜRK DİL KURUMU, 2009. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü 4. Cilt,
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, ss. 2454-3259.
TÜRK DİL KURUMU, 2009. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü 5. Cilt,
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, ss. 3260-4020.
TÜRK DİL KURUMU, 2009. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü 6. Cilt,
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, ss. 4021- 4844.
TÜRK DİL KURUMU, 2016. Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler, Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara, 494s.
TEMEL BRITANNICA, 1992. 2. Cilt, Hürriyet, İstanbul, 334s.
TEMİZ, M., 2005. “Andırın’dan Derlenen Ağıtlar (İnceleme-Metin)”, Yüksek Lisans
Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ.
TOHUMCU, L., 2018. “Kök Türk Yazıtlarındaki Kalıp Sözler”, Yüksek Lisans Tezi,
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.
TOKLU, M. O., 2003. Dilbilime Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara, 168s.
TOPALOĞLU, A., 1989. Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, Ötüken Yayınları, İstanbul,
228s.
TÜLBENTÇİ, F. F., 1977. Türk Atasözleri ve Deyimleri, İnkılâp ve Aka Kitabevleri,
İstanbul, 581s.
TÜRK ANSİKLOPEDİSİ, 1964. 4. Cilt, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 450s.
TÜRK ANSİKLOPEDİSİ, 1966a. 2. Cilt, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 472s.
TÜRK ANSİKLOPEDİSİ, 1966b. 13. Cilt, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 511s.
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANSİKLOPEDİSİ, 1977. I. Cilt, Dergah Yayınları,
İstanbul, 486s.
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANSİKLOPEDİSİ, 1982. 5. Cilt, Dergah Yayınları,
İstanbul, 446s.
TÜRKÇE SÖZLÜK, 2005. Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2243s.
TÜTEN, H., 1999. “Kaynar Köyü Folkloru”, Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi, Kahramanmaraş.
ULU, S., 2013. “Kahramanmaraş Çağlayancerit’te Âşıklık Geleneğinin Bir Temsilcisi
Ali Ataş’ın Hayatı, Sanatı ve Şiirleri”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
UZUN, O., TEMİZ, M. ve ÖZDEMİR, H. İ., 2012a. Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları I.
Cilt, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş. 433s.
_______, 2012b. Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları II. Cilt, Kahramanmaraş Belediyesi,
Kahramanmaraş. 400s.
_______, 2012c. Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları III. Cilt, Kahramanmaraş Belediyesi,
Kahramanmaraş. 450s.
ÜLKEN, H. Z., 1969. Sosyoloji Sözlüğü, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 428s.
VARDAR, B., 2007. Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Multılıngual Yayınları,
İstanbul, 289s.
YAKAR, S., 1997. Memleketime Dair, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş, 121s.
YALMAN (YALKIN), A. R., 1977. Cenup’ta Türkmen Oymakları II, Kültür Bakanlığı
Yayınları: 256, Ankara, 536s.
YAZIR, E. M. H., 2006. Kuran-ı Kerim Meali, Pusula Yayın Dağıtım, İstanbul, 447s.
YENİ HAYAT ANSİKLOPEDİSİ, 1982. 2. Cilt, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul,
ss.579-1152.
YURTBAŞI, M., 1994. Sınıflandırılmış Türk Atasözleri, Özdemir Yayıncılık, Ankara,
377s.
ZÜLKADİROĞLU, M., 1964. Maraş ve Dolayları Şiirler, İş Basımevi, Maraş,

433
ÖZ GEÇMİŞ

Kişisel Bilgiler
Adı – Soyadı : Ahmet PIRNAZ
Doğum Yeri ve Tarihi : Kahramanmaraş/06.01.1991

Eğitim Durumu
Lisans Öğrenimi : Atatürk Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü (2009-2013)
Yüksek Lisans Öğrenimi : Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve
Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans (2016-
2019)
Bilimsel Faaliyetleri : Bağlamsal Kuram Çerçevesinde
Kahramanmaraş’ta Geleneksel Hikâye
Anlatıcıları, Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi, III. Uluslararası Sosyal Bilimler
Sempozyumu, 26-28 Ekim 2017,
Kahramanmaraş.
: Sarı Güzel Ali Koca İlkokulu, Sınıf
Öğretmeni (Vekil), 2014-2015.
Suluyayla Şehit Fatih Demir İlkokulu,
Sınıf Öğretmeni (Vekil), 2015.
Fevzipaşa Çok Programlı Anadolu Lisesi,
İş Deneyimi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni, 2015-Halen.
İletişim
E-Posta Adresi :Ahmetprnz@gmail.com
Tel. :+90 507 546 9846
Tarih :28.01.2019
EKLER
“Maraş Merkez Ağzında Kullanılan Deyimler” kitabının yazarı Hacı Ali
ÖZTURAN ile anlamı bilinmeyen kalıp sözler üzerine sohbet ederken.

Elbistan yazınının usta ismi şair ve yazar Arif BİLGİN ile anlamı bilinmeyen
kalıp sözler üzerine sohbet ederken.
Sohbet sırasında kaynak kişilerden kalıp söz derlerken. Soldan birinci Ali
PIRNAZ (Paşa Ali), ikinci Ahmet PIRNAZ, üçüncü İbrahim PIRNAZ, dördüncü
Mehmet KİRAZ, altıncı Adem PIRNAZ (Karaca).

Kaynak kişiler, soldan birinci Halil ÇEVİK (Hollandalı) (merhum), ikinci Adem
PIRNAZ (Karaca).
Bertiz-Boylu’da kaynak kişi Ali SALMAN ile görüşme yaparken.

Bertiz-Beşenli’de kaynak kişi Hasan KOÇAK’a anlamı bilinmeyen kalıp sözleri


sorarken.
Çağlayancerit’te kaynak kişilerle sohbet ederken. Soldan birinci Halil GÖK,
üçüncü Yusuf KÖK, dördüncü Ahmet ATAŞ.

Ekinözü’nde isminin kaydedilmesini istemeyen kaynak kişilerle sohbet ederken.


Ekinözü İçmeleri’nde kaynak kişilerden derlediğim kalıp sözleri bilgisayara
kaydederken.

Elbistan’da Çarşı Atik Camisi’nin avlusunda anlamı bilinmeyen kalıp sözleri


kaynak kişilere sorarken.
Berit Dağı’nda bir yörük çadırı.

Berit Dağı’nın doruklarında bir yörük çadırına Nurhak yolunu sorarken.


Afşin Ashab-ı Kehf Mağarası’nda kaynak kişilerle anlamı bilinmeyen kalıp
sözler üzerine konuşurken.

Bir başka açıdan Ashab-ı Kehf Mağarası.


Kerimli köyü Bilgi ve Kültür Evi’ndeki çalışma masam.

Fevzipaşa Çok Programlı Anadolu Lisesi okul kütüphanesinde ansiklopedilerden


bilgi toplarken.
Kalıp Sözler üzerine çalışma yaparken.

You might also like