Professional Documents
Culture Documents
1
PhD Student, Muğla Sıtkı Koçman University,
Institute of Social Sciences, Department of
Turkish Language and Literature, Muğla, Turkey
Corresponding author:
Süleyman YİĞİT,
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı
Anabilim Dalı, Muğla, Türkiye
E-mail: suleymanyigit16@hotmail.com
Submitted: 09.10.2020
Revision Requested: 09.11.2020
Last Revision Received: 11.11.2020
Accepted: 05.12.2020
This work is licensed under Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License
Devlerin Omuzlarında (Milano Dersleri) [Book Review]
2 Söz konusu aforizmanın ortaya çıkışı konusunda birçok çalışma mevcuttur. U. Eco, bu çalışmalar arasında
Edouard Jeauneau’nun Devlerin Omuzlarındaki Cüceler (1969), Robert Merton’un On the Shoulders of Giants
(1965), John of Salisbury’nin Metalogicon, William of Conches’in Glosse a Prisciano’yu saymıştır. Bunun
yanında söz konusu ibarenin rastlandığı çeşitli eserlerin ismini anmıştır. Pek çok kişi tarafından kullanılan ve
kökeni konusunda net bir fikir birliğine varılamayan aforizma Ortaçağ’ın başında popüler hâle gelmiştir ve
U. Eco’nun eserine göre Bernardo di Chartres’e atfedilir (2019, s. 23-25).
İkinci bölüm Güzellik başlığını taşımaktadır. Bu başlık altında yazar 1954 yılında
Aquinolu Aziz Tomasso’nun fikirlerinden yola çıkarak bir tez kaleme aldığını ve
güzellik konusuna adım attığını ifade eder. Ardından 1962 yılında güzellik tarihine
adadığı resimli bir kitap projesine başladığını ancak bu kitabı bastıramadığını söyler
ki bu eser 50 yıllık bir çalışma ile yayımlanmıştır (Eco, 2006). Bu girişin ardından
güzelliğin hiçbir zaman mutlak olmadığı, bir başka ifadeyle göreceli olduğu fikri
üzerinden sözlerine devam eder. Yazara göre güzellik genellikle sanatsal güzellikle
eşdeğer tutulmuştur ve uzun yıllar güzellik konusunda üç kriter aranmıştır. Bunlar
orantı, ışıltı/claritas ve bütünlüktür. Zaman içinde yapılan çalışmalar güzelin her
zaman orantı ve ışık ile açıklanamayacağını ortaya koymuştur. Edmund Burke ile
birlikte güzel, yüce ile eşdeğer tutulmuştur. Yine neoklasik dönemle birlikte gotik
mimariye hayranlığın başlaması oransız ve düzensiz olanı ön plana çıkarmıştır. XX.
yüzyılın ikinci yarısı itibariyle avangart sanatların güzelliği ile tüketimin güzelliği
arasında dramatik bir savaş başladığını ifade eden U. Eco avangart sanatı, güzellik
sorununu ele almayan, o ana dek saygı gören tüm estetik yargıları yıkan bir fikir olarak
tanıtmıştır. Ayrıca avangart sanatın dünyayı başka bir gözle yorumlamayı öğrettiğini
söyler. Bunun yanında soyut sanat olarak ortaya çıkan görüşün ise sıradan insanın
güzelliğe sahip olamayacağı fikrini savunduğunu ifade etmiştir. Sanat adı altında
ritüel tadında ayinler ile devasa kalabalıkların konserlerde ışık oyunları ve son derece
yüksek ses altında ‘birlikte olma’ hallerinin dışarıdan bakanlar için güzel olabileceğini
de söylemiştir. Kitle iletişim araçlarının önerdiği güzellik modeli ise çoktanrılı bir
güzellik anlayışıdır. Bu bölümün son kısmında güzelliğin göreceli oluşunu bir kenara
bırakırsak, “küçük de olsa güzelliğin ortak noktası yok mudur?” sorusuna cevap arayan
U. Eco güzellik konusundaki farklı metinlerin bir araya getirilmesiyle bu ortak
noktaların bulunabileceğini söyler. Bu cevap üzerinden iyi ve güzel kavramları
arasındaki ilişkiye değinir. Ardından güzellik ve arzu arasında da bağlantı kurarak
güzellik konusuna bir son verir.
Ardından çirkinin ne olduğu üzerinde durulmuş ve çirkinin de güzel gibi göreceli bir
kavram olduğu söylenmiştir. Çirkin kavramının zaman içinde geçirdiği değişimi ise
Platon ile başlatan U. Eco, Platon’un çirkini temsil etmekten kaçınmayı öğütlediğini,
bunun Aristoteles’ten sonra çirkinin de güzelce temsil edilebileceği, bu yolla
güzelliğin yüceltilebileceği şeklinde değiştiğini ifade etmiştir. İlerleyen dönemde
Schiller ise insanın doğası gereği hüzünlü, korkunç, hatta dehşet verici olanın
cazibesine kapıldığını söylemektedir. Acı ve korku sahnelerinde insanın hem itilip,
hem de bir şekilde çekildiğini, hayalet hikâyelerinin, dinleyenlerin tüylerini diken
diken etse de tekrar tekrar anlatıldığını ve dinlendiğini ifade etmiştir. Bunun yanında
işkence sahnelerine de değinen U. Eco, işkence sahnelerinin, işkenceyi tasvir
etmekten zevk alındığı için anlatıldığını savunur. Hâlbuki uzun bir işkence tasvirinin
yerine suçlu öldürüldü, demek yeterli olacaktır. Görüşlerine yer verilen bir başka isim
Hegel’dir. Hegel, çirkinin sanat tarihine Hristiyanlık ile girdiğini iddia etmektedir. Çile
çeken İsa Yunan güzellik formlarıyla temsil edilmeyeceği için çirkinleşen İsa’nın ortaya
çıkmıştır. Çeşitli kişilerin görüşlerinden sonra genel bir bakışa geçen U. Eco Ortaçağ’ın
canavarlar açısından oldukça zengin olduğunu, tüm bu hilkat garibelerinin Tanrı
tarafından doğaüstü olaylara anlam yüklemek için yaratıldıklarını söylemiştir. Ayrıca
her canavarın ruhsal bir anlama sahip olduğunu söyleyen U. Eco, Ortaçağ’da
canavarların çirkin değil, ilginç ve masalsı görüldüklerini ifade etmiştir3. Bu noktada
teratoloji ve fizyognomi (yüz okuma) kavramlarına da değinilmiştir. Ardından çeşitli
eserlerden zenci ve Yahudi gibi ötekileştirilen insanların ve Deccal’in tasvirleri
alıntılanmıştır. Tarihi akışın bir noktasında çirkine, anlayışla ve merhametle yaklaşan
eserler kaleme alınmıştır. Bunun ilk örneği olarak Shakespeare’in Fırtına adlı eserindeki
Caliban karakteri gösterilmektedir. XVII. yüzyılda Cyrano ile Frankenstein ortaya
çıkmıştır. XVIII. yüzyıldan sonra çirkin ve lanetlenmiş olanlar vardır. Buharın ve
makineleşmenin insan hayatına girmesiyle modern kentin çirkinliği üzerinde
durulmaya başlanmıştır. Sanayinin bu çirkinliğine tepki olarak saf estetizme kaçış
anlayışı doğmuştur. Klâsik anlayışa tamamen zıt olarak avangart hareketin ortaya
çıktığı, bunun kitleselleşmesi ile kitschin doğduğu söylenmiştir. Kitsch kavramı
üzerinden camp kavramına da değinen U. Eco, son olarak kitle iletişim araçlarının
gösterdiği güzellikler ve çirkinlikler üzerinde durarak konuyu nihayete erdirmiştir.
3 Tıpkı Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme adlı eserinde acayip ve garip başlıkları altında anlattığı hilkat
garibeleri(Özay Diniz, 2017) gibi düşünülebilir.
Beşinci bölüm Alev Güzeldir başlığını taşımaktadır. 2008 yılında yapılan festivalin
konusu Dört Element’tir. U. Eco, dört elementten ateşi, unutulmaya yüz tuttuğu için
seçtiğini ifade etmiştir. Zira hava her gün solunuyor, su her gün içiliyor, toprak her
gün çiğneniyor ancak insanın ateşle olan ilişkisi giderek azalıyor demektedir. Öyle ki
ateşin işlevi farklı kaynaklara aktarılmaktadır. Örneğin ışık kavramı alevden alınmıştır.
Artık sadece ocakta, kibritte, çakmakta ve mumda alev görülebilmektedir. Alevle
insanın birebir ilişkisi azalmıştır. Bu girişin ardından ateş konusunda yapılan
çalışmalara dikkat çeken U. Eco, bu konu hakkında en çok düşünenlerin başında
Gaston Bachelard’ı göstermiştir4. Ateşin insan hayatındaki önemini psikanaliz
yardımıyla anlattıktan sonra bu çalışmada ateşin kaba ve umursamaz anlamının
peşine düşeceğini, ısıtan, can alan ateşin insanlar gözündeki anlamını didikleyeceğini
dile getirmiştir. Buraya kadar olan kısım konuya bir giriş niteliğindedir. Bunu çeşitli
başlıklar takip etmiştir. Başlıklardan ilki İlahi Unsur Olarak Ateş’tir. Ateş ilk andan
itibaren Tanrısal olanla bağdaştırılmıştır, bütün ilkel dinlerde ateş kültü bulunmaktadır.
Kutsal kitaplardan genellikle Tanrı’nın görünür hâle gelmesi ateş iledir. Aristoteles,
Herakleitos, Plotinos, Diogenes Laertus gibi isimlerin görüşlerine yer veren U. Eco,
ikinci olarak Cehennem Ateşi başlığını vermiştir. Ateşin göklerden yeryüzüne
yansıdığını, bunun yanında da yeryüzünden de fışkırarak ölüm saçtığını söylemiş ve
bunun yanında ateşin hemen bütün dinlerde cehennemle bağdaştırıldığını dile
getirmiştir. Üçüncü başlık Simya Ateşi’dir. Simya ateşi, ilahi ateş ile cehennem ateşi
arasında konumlandırılmaktadır. Simya işi ile uğraşanlar düşük metallerden altın elde
etmeye yarayacak felsefe taşını elde etmeye çalışmaktadır. Bunun yanında simyanın
söylenmeyen bir sır, sırların sırrı olduğu ifade edilmiştir. Dördüncü başlık Sanatın
Nedeni Olarak Ateş’tir. Prometheus’un ateşi ve bilgeliği Hephaestus ve Athena’dan
4 Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk adlı eserinde Aşk’ın ateş denizini mumdan gemilerle geçmeyip, atı Aşkar ile aşması,
Aşk’ın ateş üzerinde bir denetim kazanmasına da imkân sağlamıştır (Holbrook, 2008).
kaçırarak insanlara verişi ile birlikte sanatın doğduğunu söylemiştir. İlahi özellik
taşıyan ateşi eline geçiren insanoğlu ayrıcalıklı bir gücü eline geçirmiştir. Epifanik
Deneyim Olarak Ateş başlığında sanatı eserinin ilahi yaratımla eş tutulduğu, bunun
da şirki beraberinde getirdiği söylenmiştir. Walter Peter, Gabriele d’Annunzio ve
James Joyce üzerinden örnekler verilmiştir. Bir diğer başlık Yeniden Canlandıran
Ateş’tir. Ateşin Tanrısallığı, arındırıcılığı, öldürmesi ve canlandırması ön plana
çıkarılmıştır. Ölülerin yakılması yine bu çerçevede değerlendirilmiştir. Bu bölümün
son başlığı Çağdaş Ekpyrosis Örnekleri’dir. Bütün savaş hikâyelerinde ateşin yok edici
olduğu, atom bombasının patlamasıyla ateşin tüm insanlığı korkuttuğu ifade
edilmiştir. Tüm bunların yanında havanın ve suyun kirlendiğini, ateşin ise gücünü
koruduğunu söyleyen U. Eco, ateşin ısı formunda yeryüzünü kuruttuğunu, mevsimleri
alt üst ettiğini, buzulları eritip deniz seviyelerini yükselttiğini bunun da ilk ve gerçek
ekpyrosise zemin hazırladığını söyleyerek bölümü tamamlamıştır.
Kitabın altıncı bölümü Görünmez Olan’dır. Bir alt başlık olarak Anna Karenina’nın
Baker Sokağı’nda Oturması Neden Yanlıştır? şeklinde bir soru sorulmuştur. Görünmez
olandan kasıt anlatılarda yer alan kahramanlar, kurmaca ve uydurmaca varlıklardır.
Yazınsal dünyanın kahramanları yoktan yaratılmışlardır ve imgelerle değil sözlerle
anlatıldıkları için görülemezler, ancak aramızda yaşarlar. Bir kurmaca metin okunurken
okur ve yazar arasında anlaşma yapıldığını, yazarın gerçek bir şey anlatır-mış gibi
yaptığını, okurun da ciddiye alır-mış gibi yaptığını ve bu yolla bir metin içinde doğan
kahramanın metin dışında yaşayabildiğini dile getirmiştir. Gerçek hayattaki bir tarihi
olayın ortaya çıkan yeni kanıtlarla değişiklik gösterebileceğini, ancak kurmaca
dünyadaki bir olayın kesinlikle değişmez olduğunu ileri süren U. Eco, Hitler’in nasıl
öldüğü her gün çıkan bilgiyle değişir, ancak Anna Karenina’nın kendini tren raylarına
atarak kendini öldürüşü kesindir şeklinde örneklendirmiştir. Bunun yanında Sherlock
Holmes’in Spoon River kıyılarında, Anna Karenina’nın Baker Sokağı’nda oturmasının
da yanlış olacağı ifade edilmiştir. Zira iki kahraman tam tersi mekânlarda oturmaktadır.
Söz konusu bölümde U. Eco açık olarak ifade etmese de özdeşleşme kavramından söz
etmektedir. Okuyucu Genç Werther’in kendini öldürdüğünü gerçekten inanmaktadır,
hatta ardından intihar edenler olmuştur. Bunun nedeni okurun kendini kahramanla
özdeşleştirmiş olmasıdır. Sinema filminde oyuncuya değil, kahramana âşık olunması
da bununla alakalıdır. Okur, kahramanla o kadar özdeşleşir ki kahramanın kaderini
değiştirebilmesi ümit eder. Ancak, bugün bilgisayarlar romanları yeniden ve istenilen
şekilde kurgulama imkânı vermesine rağmen okur herhangi bir değişiklik yapmak
istemez şeklinde bölüm tamamlanır.
Kitaptaki sekizinci bölüm Yalanlar ve Gerçeklik temalı festivalde sunulan Hatalı Bilgi
Vermek, Yalan Söylemek, Sahtecilik Yapmak adlı yazıya ayrılmıştır. Öncelikle yalan
konusunda bir giriş yapılmıştır. Yalanı, dil felsefesi ve mantığın yanı sıra, ahlak ve siyasi
bilimler tarihinin de en çok tartışılan konularından biri olarak gören U. Eco, Maria
Bettetini’nin Yalanın Kısa Tarihi ve Andrea Tagliapitra’nın Yalanın Felsefesi adlı eserleri
önerir. Yalan söylemek olgu olarak kabul edilen bir şeyin tam tersini söylemektir. Bu
çerçevede edebi eserlerin mevcut dünyadan farklı olan bir dünyada olgu olanı
anlattığını, yalanın gerçek dünyada olgu olarak var olmayan şeyi anlatma yoluna
gittiğini söyleyen U. Eco, bu yüzden edebi eserlerin yalan olmadığını söyler. Bu
bölümde de alt başlıklara yer verilmektedir. Bunlardan ilki Yalan Ahlakı’dır ve yalanın
etik sorunları üzerine eğilir. Yalanın On Emir’den biri ile yasaklandığı, siyasette yalan,
doğrucuların yalana yaklaşımı gibi konular ele alınmıştır. İkincisi Barok Gizlenme’dir.
Gerçeklerin gizlenmesine değinilmiştir. Galileo’nun mahkum edilmesinden sonra
Dünya ya da Işık Üzerine İnceleme adlı eserini yayımlamaktan vazgeçen Descartes örnek
olarak verilmiştir. Bir diğer alt bölüm Edebi Kurmaca başlığını taşımaktadır. Yukarıda da
ifade edildiği gibi edebi kurmaca bir yalan değildir. Edebi kurmaca biri inansın ya da
biri zarara uğrasın diye sahte bilgi verilmez. Olası bir dünya yaratılır ve okur buraya
davet edilir. Okur buradaki her şeye inanır. Dördüncü alt başlık ise Onursuzluk’tur.
Buraya kadar anlatılan yalanların aldatan ve aldatılan olmak üzere çift yüzlü olduğunu
dile getiren U. Eco bunun yanında bazı tek, bazıları üç yüzlü yalanlar da vardır, der. Tek
yüzlü yalanda söz konusu olan onursuzluktur. Gerçeği bilen biri yalan söyler, bu yalana
zamanla kendi de inanır. Üç yüzlü yalan ise bu bölümün bir diğer başlığı olan İroni’de
ele alınmıştır. İroninin tanımı yapılmış ve ironiyi yapan, ironiyi anlamayan kurban ve
kurbanın dışında ironiyi anlayan biri olmak üzere üçlü yüz tamamlanır. Bir diğer üç
çehreli yalan için yeni bir başlığa yer verilmiştir. Bu Sahtecilik’tir. Bunu Ex Nihilo
Sahtecilik, Özgünlük Kanıtları ve İyimser Bakış Açısı adlı üç alt başlık takip etmektedir.
On ikinci ve son bölüm ise Kutsal Olanın Temsili başlığını taşımaktadır. Bu başlık
altında öncelikle mutlak ve kutsal arasında ayrıma yer verilmiştir. Ardından kutsal,
acizlik, bağımlılık, güçsüzlük ve sonsuz karşısındaki hiçli duygusu şeklinde
tanımlanmaktadır. Kutsal olanın varlığı tanımlamasa da ona biat edilir, kurban
sunulur. Bazen kutsal olan insanlar tarafından görülmek istenir ve buradan hiyerofani
ihtiyacı, yani kutsalın insanlar için anlaşılır hâle gelmesini sağlayan görünür biçim
doğar. Kutsalın varlığını deneyimleyen, kutsalla konuşabilmek için onu görmeyi diler.
Göremezse geriye hayret, şaşkınlık, allak bullak olma ve korku kalır. Basit zihinler
kutsal olanı insanî veya hayvanî forma büründürürler. Bu bazen totem imgesi olarak
bazen de antropomorfik biçim atfedilerek yaşanır. Bazıları görmek ve konuşmak için
put ve eklenti gibi imgelere büründürürler. Bu bölümde Ockham’ın görüşlerine de
yer verilmiştir. Ayrıca mistiklerin ve kadınların da kutsal olana bakışına değinilmiştir.
Bölüm ve kitap kutsal olanın tarihsel çağ ve zamanın sanatçılarının zevklerine göre
nasıl farklı şekillere büründüğü ile tamamlanmıştır.
Umberto Eco’nun Milano Dersleri adı altında yayımlanan söz konusu eserinde yer
alan 12 müstakil başlık birbirinden kopuk gibi görünse de pek çok açıdan birbirine
yakın konulardır. Hemen her başlık altında en eski dönemlerden bugüne kadar söz
konusu kavramın dönüşümüne yer veren yazar, sadece biri hariç 11 başlığı da
görsellerle destekleyerek konunun daha iyi anlaşılmasına zemin hazırlamıştır. Ele
aldığı konular hakkında genellikle önce bir literatür taraması yapmış, ardından kendi
görüşlerine yer vermiştir. Çeşitli eserlerden aldığı örneklerle de görüşlerini
destekleyen yazar bazen de kendi eserlerinden örneklere yer vermiştir. Ayrıca ele
aldığı konuya tek yönlü bakmamış, konuyu sanatın çeşitli kollarından örnekler ile
desteklemiştir. Bu açıdan bakıldığında Umberto Eco’nun Devlerin Omuzlarında adlı
eseri ele aldığı konular için bir giriş niteliğindedir. Konu hakkında araştırma yapacak
okuyucuya hem verdiği bilgilerle hem de yer yer dikkat çektiği konu hakkındaki
önemli eserler ile yeni ufuklar açacaktır.
Kaynakça
Eco, U. (2006). Güzelliğin Tarihi (A. C. Akkoyunlu vd. Çev.). İstanbul: Doğan Kitap.
_______. (2009). Çirkinliğin Tarihi (A. U. Ergül, Ö. Çelik vd. Çev.). İstanbul: Doğan Kitap.
_______. (2014). Düşman Yaratmak ve Rastgele Yazılar (L. T. Basmacı Çev.). İstanbul: Doğan Kitap.
_______. (2019). Devlerin Omuzlarında (E. Y. Cendey Çev.). İstanbul: Doğan Kitap.
Holbrook, V. R. (2008). Aşkın Okunmaz Kıyıları (E. Köroğlu, E. Kılıç Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları.
Özay Diniz, Y. (2017). Evliyâ Çelebi’nin Acayip ve Garip Dünyası (1. bs). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Rosenkranz, K. (2018). Çirkinin Estetiği (M. Özdemir Çev.) İstanbul: Muhayyel.
http://www.lamilanesiana.eu/edizioni/2019/storia.html (e.t. 10.09.2019).