You are on page 1of 2

İnsan olabilmenin gereği, vicdanını dinlemek...

Bir önceki yazıda Pinokyo hikayesinin içeridiği mesajlara ve gerçek yaşama nasıl ayna tuttuğuna
değinmiştik.
Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki; italyan yazar Carlo Collodi’nin 1883’te ilk kez kaleme aldığı
Pinokyo’nun orjinal hikayesi ile sonradan onlarca farklı şekilde hikayeleştirilen ya da sinemaya taşınan
biçimleri arasında çok ciddi farklar bulunuyor. Pinokyo’nun yaratıcısı olan Collodi hikayesini gerçek
yaşamın acımasız yönlerini çok daha açık bir şekilde işleyip çok daha gerçekçi bir şekilde kaleme alırken,
sonraki versiyonların büyük çoğunluğu hikayeye farklı karakterler katmışlar ve çocuk masalı formatına
dönüştürmeye çalışmışlar.
1890 yılında hayatını kaybeden Collodi’nin ardından kaleme alınan ve sinemaya taşınan Pinokyo’nun en
önemlilerinden bir tanesi de 1940 yılında Hollywood'da yapılan animasyon filmidir.
Bu filmde; Pinokyo’yu oyarak yaratan ahşap ustası Geppetto Pinokyo’nun gerçek bir çocuk olması için
dilekte bulunur ve dilek perisi bu isteğini kabul ederek Pinokyo’ya can verir. Ama ilk yazıda değindiğimiz
gibi Pinokyo’ya can veren Mavi Peri onun gerçek bir çocuk olabilmesi için öncelikle cesur, dürüst ve
fedakar olduğunu kanıtlaması gerektiğini belirtir.
Ancak bu zorlu bir görevdir ve Pinokyo henüz gerçek bir insan olmadığı için, insanların sahip olduğu ve
onlara doğru yolu bulmalarında yardımcı olan çok önemli bir şeye henüz sahip değildir. İşte ilk yazımızda
değinmediğimiz bu önemli eksiklik vicdandır.
Pinokyo insanlar gibi doğru ile yanlış arasında seçim yapmayı öğrenmelidir, bunun için ona vicdanı, yani
içindeki küçük ses yardımcı olacaktır. Mavi Peri, henüz gerçek bir insan olmadığı için vicdanı da olmayan
Pinokyo’ya onun vicdanı olarak doğru yolu gösterecek olan, doğru ile yanlışın bilge efendisi olarak Jiminy
Cricket adındaki cırcır böceğini görevlendir.
Mavi Peri Pinokyo’ya can verip, ona gerçek bir çocuk olabilmek için yapması gerekenleri anlattıktan
sonra son söz olarak şunları söyler ve kaybolur: “Sakın unutma Pinokyo, iyi bir çocuk ol ve her zaman
vicdanının sesini dinle.”
Pinokyo’nun vicdanı olarak görevlendirilen cırcır böceğinin ona ilk nasihatı ise şöyledir: Hayat
şaşırtmacalarla doludur, bunlar doğru gibi görünen yanlışlardır. Bazen doğrular yanlış gibi görünse bile,
bazen yanlışlar yanlış zamanda doğru olabilirler. Veya bunun tam tersi...
Bu kolay anlaşılabilecek ve dahası yaşamda karşılaşılan durumlarda doğru şekilde uygulanabilecek bir
nasihat değildir. Ama Pinokyo’nun her halükarda yapması gereken şey doğru olanın peşinden gitmektir.
İlk yazımızda anlattığımız gibi Pinokyo başlarda bunu başaramaz, hayatın belirsizlikleri, doğru olanın ne
olduğunun anlaşılması zor olan durumlar, dahası onu kandırıp yanlışa çekmeye çalışan o kadar çok etken
vardır ki Pinokyo sürekli yanlış yapar.
Hikaye ilerledikçe Pinokyo hatalarından ders almayı bilir, cesurca davranmayı, dürüst olmayı, fedakarca
hareket etmeyi öğrenir, ama bunları başarabilmek için öncelikle vicdanının sesine kulak vermeyi, onun
dinlemeyi öğrenmesi gerekir. Bunu başarmaya başlayınca işi de kolaylaşır. Pinokyo artık onda vicdanı
olarak yol gösteren cırcır böceğine ihtiyaç duymadan doğru ile yanlışı ayırt edebilmektedir. Yani gerçek
bir insan olabilmenin gereklerini öğrenmiş ve kendi vicdanına sahip olarak insan olmayı başarmıştır.
Bugün içerisinde yaşadığımız toplumsal yapı bizleri sadece cesaretsiz, iki yüzlüce sahte tavırlar takınan ve
bencil olmaya zorlamıyor aynı zamanda vicdansız olmaya, kendimizden başka kimseyi düşünmeyerek
acımasız, vicdansız olmaya da zorluyor. Bizlere mutluluğun sadece kendimizi önemseyerek elde
edilebileceği, bizi mutsuz eden her şeyden kendimizi soyutlamamız gerektiğini vaaz ediyorlar. Peki kişinin
kendisini mutsuz eden her şeyden soyutlanması mümkün müdür?
Ya da şöyle de sorulabilir: kişi tek başına mutlu olmayı başarabilir mi? Yaşam yanlışı ve doğrusu ile, acısı
ve mutluluğu ile bir bütündür. Doğru kadar yanlış da, mutluluk kadar acı da hayatın birer gerçekliğidir.
Önemli olan ise yanlıştan dersler almayı bilmek, bilerek yanlış yapmaya devam etmemek, acıları
mutluluklarla aşmayı becerebilmektir. Bunun için kişinin yapması gereken sadece kendini düşünerek
hareket etmek, ya da kolaycılığa kaçıp onu mutsuz eden her şeyden kendini soyutlamak değil, çevresinde
değer verdiği kalabalık bir ilişki ağı yaratmak, onları önemseyip fedakarca davranmak, karşılaştığı
zorluklarla cesurca mücadele ederek aşmaya çalışmak ve vicdanlı davranmaktan asla vaz geçmemek
olmalıdır.
Diğer yandan şu da bir gerçektir ki iyi bir işi olmayan, sağlıklı bir yaşam alanına sahip olmayan, ciddi
ekonomik sorunları bulunan, tedavisi çok zor bir hastalıkla boğuşan, bu ve bunun gibi onlarca mutsuzluk
yaratıcı sorunla boğuşan kişi bunlarda kendisini soyutlaması mümkün değildir. Yani yaşamımızın her
alanında çok ciddi ve aşılması çok zor sorunlar yaratan bir düzen içerisinde tek bir bireyin kendi başına
bu sorunlarla mücadele edebilmesi olanaksızdır. Tam da bu nedenle bu toplumsal yapıyı aşmaya, daha
kollektif bir yaşam kurmaya çalışan bizler birbirimize çok daha güçlü şekilde bağlanmalı, birbirimize her
alanda destek olmayı ve bu düzen tarafından omuzlarımıza yüklenen, aşmakta zorlandığımız ağır
sorunları taşıyabilmek, kurtulabildiğimiz orandan da onlardan kurtulabilmek için birbirimizin yüküne
ortak olmayı, birbirimizin vicdanı ve iç sesi olmayı becerebilmeliyiz.

You might also like