kamu kurumunda karşılaşacağımız sorunların ne olacağını gözler önüne seriyor. KTHY’nin sözümona Kıbrıs’ın kuzeyinde kurulu olan çarpık yapının göklerdeki bayrağı olduğu duygusallığına falan girmeyeceğim. Ülkemizin kuzeyinde kurulu yapı nasıl ki bu coğrafyada yaşayanların refahını artırmak için değilse, KTHY’nin bu yapının bayrağı olarak göklerde uçup uçmaması da bizler için o derece önemli değildir. Biz sorunun bu kurumda çalışan işçi, emekçiler açısından ortaya çıkardığı sonuçları ve ülkemizin kuzey coğrafyasının sömürgeleştirilmesi, emperyalist-kapitalist dünya düzeni içerisinde kendisine biçilen role uygun olarak kuzey coğrafyanın üretimden, bu coğrafyada yaşayanların kendi kendini yönetme erkinden uzaklaştırılmasını ele almaya çalışacağız. Bugün dünyanın dört bir yanında plansız ve özel sermayenin kendi maksimum kârı için dilediği gibi hareket ettiği çarpık bir ekonomik düzen hüküm sürüyor. Bu düzende parası olan gücü elinde tutuyor ve parası olmayanı mümkün olan en geniş şekilde sömürebilmek için sürekli olarak yeni yollara başvuruyor. Kendi yarattıkları bu ekonomik kaos düzeni ne zaman ki krize giriyor ve kâr oranları düşmeye başlıyor, o zaman da her türlü devlet gücünü kendi hizmetlerinde olduğu için kendi yarattıkları ve krize girene kadar büyük büyük kârlar elde ettikleri bu yapının kriz faturasını işçilere, çalışanlara ödetmeye çalışıyorlar. Bugün KTHY’de olanlar ülkemizin kuzeyinin üretimden tamamen koparılarak başta Türkiye olmak üzere yabancı sermayeye bağımlı hale getirilmesi ve bunu yaparken de bir dizi sermaye grubuna büyük rantlar sağlama politikalarının sonucudur. Ve önümüzdeki süreçte benzer uygulamalar elektrik, telefon, Ercan Havaalanı ve elde kalan tüm diğer kamu kurumlarının da başına gelecektir. Önce bu kurumlar çalışamaz hale getirilip, kamuoyu nezdinde “kambur” olarak gösterilmekte ve daha sonra yok pahasına özel sermayeye peşkeş çekilmektedir. Devlet yönetiminde olan bu kurumlar aslında dolaylı olarak, devletin gerçek sahibi olan ve her türlü olanağından yararlanan sermayenin hizmetindedirler. Bu kurumlar vatandaştan daha çok yerli ve yabancı sermaye sahiplerine hizmet etmektedirler. Sıradan bir vatandaş en küçük telefon, elektrik vs gibi faturalarını gününde ödemediği takdirde gecikme zamlarıyla karşı karşıya kalırken, milyonlarca liralık ödenmeyen faturaları olan sermaye kesimleri ise indirimli tarifelerle ve çeşitli aflarla bu hizmetlerden en geniş şekilde yararlanabilmektedir. Ancak özel sermaye gelişip güçlenen ve bu kurumları yönetebilir konuma gelene kadar sermayenin devleti eliyle yönetilen bu alanlar günün sonunda “kamuya kambur oluyor” söylemleri ile yok pahasına özel sermayeye peşkeş çekilerek bu kesimlere yeni sömürü alanları yaratılıyor. Tüm bunlar yapılırken bir yandan çalışanlara “akıllı olun sizi yeniden işe alalım” mesajı verilerek çalışanlar bölünürken, diğer yandan da kamuoyunda oluşturulan “özelleştirme iyidir, kaliteyi artırır, fiyatları düşürür” görüşü sayesinde toplumsal muhalefetin önü kesilmeye çalışılıyor. Özelleştirilen kurumların daha az işçi ile ve her türlü devlet olanağından yararlanarak daha çok kâr elde ettiği, devlet gelirlerini azaltarak kamu hizmetlerini gerilettiği ve yarattığı işsizlikle aslında ülke ekonomisine büyük zararlar verdiği yaşanan örneklerle ortadadır. Peki tüm bu sorunlar karşısında ‘ne yapılabilir’ sorusunun yanıtı nedir? Düşünün ki bir kamu kurumunu yönetemeyen sözde iktidarlar, dönüp halka biz ülkeyi yönetmeye talibiz diyebiliyorlar. Öyleyse işçiler, emekçiler kendi kendilerini yönetecekleri bir yapıyı kurmak durumundadırlar. Öncelikle işçiler, emekçiler sendikalarında örgütlenmek ve sendikalarının en geniş katılımla yönetilmesini sağlamak, sendikalarında birlik olmak için adım atmalıdırlar. Aksi halde egemenler böl-yönet politikası sayesinde çalışanları sindirmekte ve günün sonunda çok küçük bir azınlığı yeniden işe alırken geriye kalan çoğunluğu işsizliğe ve geleceksizliğe terk etmektedirler. Ve yeniden işe alınan o küçük azınlık da yakın bir gelecekte ya kendisi özelinde ya da en yakınındaki bir başkası özelinde benzer sorunlarla yüzleşmek durumunda kalmaktadır. Verilecek olan mücadelenin kapsamı ve yöntemi bizzat çalışanlar tarafından belirlenmesi, bunun takip edilerek hayata geçirilmesi için çalışanlar kendi aralarında en geniş katılımla birlikte karar üretmelidirler. Dahası bunu en genişe yaymak ve günün sonunda tüm devlet kurumlarının halkın doğrudan katılımı ile yönetilmesini sağlayacak doğrudan demokrasinin hayat bulması için mücadeleyi genişletmelidirler. KTHY çalışanlarının yürüttükleri mücadelenin zafere ulaşabilmesi için birlik olmaları, kendi çalışma alanlarına sahip çıkmaları gerekiyor. Benzer sorunlarla karşı karşıya kalmakla tehdit edilen diğer kamu kurumlarında çalışanlar da vakit kaybetmeden en geniş katılımla bu yönde adım atmalı ve “Bu İş Yerleri Bizim, Biz Yöneteceğiz!” demelidirler. Ve bunu “Bu Memleket Bizim Biz Yöneteceğiz!” sloganı ile birleştirerek kendi kendilerini yönetecekleri, doğrudan demokrasinin hayat bulacağı bir düzeni kurmak için mücadeleye girmelidirler.