You are on page 1of 5

Vatandaşlar Perspektifinden Siyasal Strateji, Milli Servet ve Toplum

Sözleşmesi Üzerine Sosyolojik, Ekonomik ve Politik İncelemeler


Devleti yegane görevi Toplum Sözleşmesine bağlı kalmak ve ülkedeki vatandaşlarının refahını
ve iyi oluşunu sağlamaktır. Devlet özeş sektörü, sivil toplum kuruluşlarını yanına almalı ve
yönetim sorumluluğunu onlarla kurumsal ağ tipi örgütlenme modeliyle paylaşmalıdır aksi
takdirde o ülke küresel rekabetin yırtıcı yaratıcılığı ve üretkenliği karşısında aciz kalır. Bu
noktada karşımıza anahtar kelimeler yani önemli bir takım faktörler çıkmaktadır. Bunlar
Ulusal strateji, beşeri sermaye, nitelikli insanlardır. Bu yazıda değineceğim bu kilit noktalar
rekabet gücü ve milli serveti oluşturarak ulusal refahı sağlar.

Ulusal devletler kutsal veya baba figürü değillerdir. İnsanlar tarafından yapılmış ve sürekliliği
olan yönetim organizasyonlarıdır. Bünyesinde her yaş ırk dil ve inanç sınıfından insanlar
barındırırlar ve hepsinin farklı talepleri vardır. Nüfusun büyük çoğunluğunun yani halkın
beklentileri, yönetimdeki az sayıdaki karar vericinin gündeminden genellikle farklıdır.
Siyasette karşımıza çıkan büyük bir sorun da bu neticeyle oluşturulan popülizmdir. Bu algı
yönetimi orijinal anlamında askeri ve bir dış rekabet enstrümanıdır. Nietzscheye göre mit
imgeleri farkına varılmadan heryerde bulunan şeytansı muhafızlar olmalı toy ruh onların
bakımı altında olgunlaşmalı ve insana hayatını ve verdiği müdaleleri yorumlamakta yardımcı
olmalıdır. bununla birlikte rasyonel bakış açısı gerektiren kurumsal yönetimde mitlerin
günlük yaşamın içine manipülatif bir faktör olarak sokulması ve sürkeli gündemde tutulması
sakıncalıdır. Popülizm yaparak, mit ve ideoloji eksenli doldur boşalt politikaları izleyen
liderler ülkenin küresel Pazar payının kaybolmasına ve gittikçe istikrarsızlaşan bir ülke haline
gelinmesine sebep olur. İdeolojilerini refaha giden bir araç değil amaç olarak belirleyen
siyasetçiler toplumun popülizmle kendine çektiği kısmın dışında kalanları öteler. ekonomisi
büyüse de nitelikli vatandaşlarını yönetimin dışında bırakan bir ülke küresel rekabette geri
kalır ve nitelikli beyinleri, yerel sermayesini yani milli servetin önemli unsurlarını rakip
ülkelere kaptırır. Esas kritik olanı iktidarlarını sürdüremeyeceklerini gören politikacıların ve
nemli pozisyonlarda grev yapan devlet adamlarının bilinçli bir şekilde aile di ve milli kimlik
gibi muhafazakar değerleri kullanmaya başladıkları ve farklı düşünenlere baskı uygulayarak
yönetimlerini meşrulaştırmaya çalıştıkları dönemlerde yşanmaktadır. Ö<zellikle geleneksel ve
yarı geleneksel toplumlarda aile din ve milli kimlik refaha tercih edilen değerler olduğundan
bu toplumlardaki önemli bir kitle iktidardaki politikacıları ve devlet adamlarını kutsal
gördükleri devletle özdeşleştirmekte ve onların bilerek veya bilmeyerek yaptıkları hatalarını
tolere derek meşrulaştırmaktadır. BU duruma biz öğrenilmiş çaresizlik diyoruz ve bu yönet,m
sistemini tümden deforme etmektedir.

Refah Devleti ve Asgari İhtiyaçların Karşılanması

A) Barış içinde mutlu yaşayabilmek özgür hareket edebilmek inanç ve düşünce


hürriyetini kullanabilmrk basın ve iletişim hürriyetine sahip olabilmek (siyasi unsurlar)
B) Toplumun genelinde yüksek verimlilik yüksek ortalama gelir düzeyi adil gelir dağılımı
yüksek teknoloji kriz durumlarında kendi kendine yetebilme kabiliyeti (ekonomik
unsurlar)
C) Temiz hava temiz su yeşil alan (ekolojik unsurlar)
D) Çağdaş eğitin inkanları etkili sağlık hizmetleri nitelikli ve nicelikli olarak yüksek
seviyede kültürel arz nitelikli serbest zaman olanakları sosyal ve siyası katılım
kanallarına rahat ulaşım (toplumsal unsurla)

Bu saydığım maddeler basite indirgenerek Kopenhag Kriterlerine benzetilebilir.

Refah devletinin en önemli unsuru ise insan odaklı ve adem i merkeziyetçi olmasıdır.
Toplumsal değer yaratma kapasitesinin en çnemli bileşeni yurttaş olduğundan
yurttaşların temel hak ve hürriyetlerinin toplumsal görevlerinin sorumluluklarının ve
yetkilerinin açık olması son derece önemlidir. Ulus devletin ülkenin kurucusu veya
kurtarıcısı olanlar
Ülkenin sahibi değildir. Ulus devletler kurulurken toprak yeraltı ve üstü kaynaklar
insan ve sermaye yani mili servek bir şekilde o coğrafyada mevcuttur. Ülke
varlıklarının sadece bir kısmı özel mülkiyettedir. Diğer bir deyişle o topraklarda
yaşayanlar hissedar konumundadır. Bu da sosyal sözleşmenin bir sonucudur.Devlet
yönetimini de içeren ülke yönetiminin bir parçası olmak her yurttaşın en soylu eylemi
olmalıdır. Devletin orantısız elde ettiği güç ve ödenen vergilerin dengelenmesi
gerekir. Toplanan vergilerle vergi ödeyen yurttaşların belki de hiç kullanmadıkları
ancak yurttaşların diğer kısmı tarafından kullanılan hizmetler söz konsudur. Çağdaş
refah seviyesine ulaşmak isteyen ulus devletrlerin milli servetlerini değerlendirmeleri
ve toplumsal değer yaratma kapsitelerini azami derecede kullanmaları gerekir bunla
birlikte diğer ulus devletlerle rekabet edip işbirliği yaparak bulundukları coğrafyaya
kalıcı sermaye ve nitelikli insan çekebilcek kouma gelmek zorundadırlar.
‘’Ülkenin ebedi dost ce düşmanlaru yoktur değişmez çıkarları vardır.’’
Küresel orantısız güç dengesi rekabette geri kalmış ülkelerden refaha ulaşmış lider
ülkelere güçlü bir şekilde servet ve beyin göçü transferine ve küresel ölçekte gelir
dağılımının daha da bozulmasına sebep olmaktadır. Bunları sağlamanın en önemli
şartı olan ulusal stratejinin 1933-1938 ve 1963-1967 dönemi istisna tutularak
türjkiyedee olduğunu söylemek olanaksızdır. Ayrıca Türkiye cumhuriyetinin
kuruluşundan itibaren yapılan reform ve devrimlere özgü bir doktrin (Kemalizm)
oluşturularak Batıdan tam bağımsız hareket etmek istemeleri hem ülke içinde hem de
liberal batı dünyasında tepki çekmiştir. resmiyette veya global imajımızda demokratik
olsak da çok yakın tarihe 60lara kadar aslında demokrasi gelmemiş sadece iktidar
partisi değişmiştir hala tek parti iktidarı devam etmektedir. Günümüz demokrasisinde
ise genel seç,mlerde adayların erdem ve niteliklerinden ziyade parti parti başkanı veta
parti programları ön plandadır. Dolayısıyla vekalet aslında vekile değil parTiye ve
programına verilmektedir.
Toplum Sözleşmesi

Ulus devletteki her vatandaş o ülkenin hissedarı konumundadır. Şirketlerde olduğu gibi
devlet de şeffaflığı ilke edinmeli ve vatandaşlarına bilanço sunmalıdır. Devlet Bilançosu, Özel
Sektör Bilançosu ve diğer bilançolar birleştirilerek oluşturulan Ülke bilançoları ulusal strateji
için önemli bir araçtır. Nitekim ekonomi, refahtaki tek faktör değildir. İnsanların daha iyi
şartlarda yaşayabilmek adına göç ettikleri ülkeler sadece zengin ülkeler değildir. Katar
oldukça zengin bir ülke olmasına karşın özgürlük ve diğer yaşam standartları kısıtlıdır.
İnsanlar çoğunlukla Avrupa ülkelerine göç etmeyi arzularlar. Yani refah, ekonomik
büyümenin yanı sıra halkın mutluluğu ve iyi oluşunu sağlamakla ulaşılabilecek bir idealdir.
Osmanlının onlarca bulusu bir arada tutan imparatorluk olarak 600 yıl varlığını
sürdürebilmesinin en önemşi unsurlarından birinin egemen olduğu coğrafyalardaki farklı din
ve ırka mensup nitelikli genç bireylere liyakat ve sadakat ilkeleri doğrultusubda yönetimde
yer vermesi olduğu söylenebilir. Hukuk ise vatandaşların haklarını ve mutluluğunu güvence
altına alan ve bağımsız bir organ olmalıdır. Örfi geleneklere ve müesses nizama bağlı yargıçlar
halk iradesini görmezden gelerek hukuku deforme eder. Hukuk devletin boyunduruğu altına
girdiği zaman oradaki vatandaşların iyi oluşları tehlikeye girmiş olur. Anayasa bir ülkenin
temel yasaları yani yapıtaşıdır. Bu yasalar Almanya’da oldukça kısa ve kuvvetler ayrılığı gibi
kritik noktaların yoruma açık olmadığı şekilde düzenlenmiştir. Türkiye’de ise anayasa oldukça
genelcidir. Sosyal kültürel ekonomik bir sürü konu hakkında yasayı kapsar. Ancak

bunlar sürekli eklemeler ve değişimler sonucunda yoruma açık kalmıştır. Devlet toplum
mühendisliği yapmamalıdır, bu iktidardaki siyasilerin güç zehirlenmesine giden kapıdır. Bunu
önlemenin tek yolu ise devletin yetkilerini en basite indirgeyerek hukuk üstünlüğü ve
bağımsız denetimi vurgulayarak yazılan anayasadır.

Rousseau'ya göre bir vatandaş bireyci olmayı ve kendi çıkarlarını toplumsal çıkarların önüne
koymayı tercih edebilir. Ama toplumsal bir yapının parçası olarak, bir vatandaş bireyciliği bir
yana koyarak toplumsal bir irade yaratmaya çalışacaktır. Ona göre, toplumsal
sözleşme, bireylerin özgür ve eşit kalarak, onun vasıtasıyla, doğa durumunu terk edip sivil bir
toplum inşa edebildikleri düzenektir (mechanism).

Özel sektör

Özellikle son yarım asırdan beri kamu sektöründen özel sektöre olağanüstü boyutlarda servet
transferi yapılması ve şirketlerin varlıklarını arttırarak güçlenmesinin önünün açılması özel
sektörün bu gücünün keşfedilmesindendir. Bu nedenle devlet özel sektör işbirliğinin kalitesi
önemlidir. Şirketlerinin büyük çoğunluğu uluslararası rekavette geri kalmış hiç bir refah
devleti yoktur. Stratejik öneme sahip ve görev zararı yapan siyasi nedenlerle iyi yönetilmeyen
kurumların özel sektöre devredilmesi gerekir. Bu özelleştirmeler bilinçli ve stratejik
yapılmalıdır. Örneğin dünyanın en liberal ülkelerinden ABD’de internet servisi savaş
ihtimalinde iletişimin sekteye uğramaması adına devlet tarafından sağlanmaktadır.
Spekülatif sermaye ve niteliksiz isan göçü alan toplumlar olsa olsa gayri safi milli hasılalarını
arttırabilirler. Milli servetlerinin dolayısıyla da toplunmsal refahlarının erozyonunu asla
önleyemezlerç.

Kapitalizm ve Komünizm arasındaki temel fark, kapitalizmin endüstrilere sahip olan ve


kontrol eden özel bireyleri ifade etmesi, komünizmin ise toplumun bir ülkenin ticaretini ve
endüstrisini kontrol etmesi anlamına gelmesidir. Kapitalizmde elde edilen kâr şirket
sahiplerine aitken, komünizmde elde edilen kâr ekonomideki insanlara dağıtılır.

Kapitalist ekonomik sistem, varlıkların ve işletmelerin özel mülkiyeti ile kategorize edilir.
Gelirleri, serveti, fiyatı ve malların dağılımını belirlemek için serbest piyasalara dayanır. Öte
yandan, Komünizm ekonomi sistemi, kaynakları eşit ve verimli bir şekilde yeniden tahsis
etmek için hükümet müdahalesi ile karakterize edilir.

Serbest Piyasa

Serbest piyasa finansal bir terim olmakla birlikte, arz ve talep ilişkisine dayalı bir sistemi ifade eder.
Serbest piyasa en basit tanımıyla, ürünün fiyatının alıcı ve satıcının karşılıklı olarak anlaşmasıyla
belirlendiği piyasa şekli olurken; serbest piyasada tam rekabet koşulları bulunur.

Serbest piyasada satıcı istediği fiyattan satarken, alıcı ise istediği satıcıdan alışverişini yapar. Yani,
fiyatlar satıcı ve alıcının ortak kararı ile belirlenir. Serbest piyasa, arz-talep ilişkisine dayalı bir
sistemdir. Devletin müdahalede bulunmadığı ya da minimum seviyede müdahalede bulunduğu piyasa
şeklidir.

Fiyatların resmi bir sürecin sonunda belirlendiği serbest piyasalarda, rekabet ortamı her zaman vardır.
Bu piyasalarda, fiyatlar tek elde bulunmazken; devlet eliyle subvansiyonlar da yapılmaz dolayısıyla
tekelleşme de gerçekleşmez.

Küreselcilik

1970’lerin sonu 1980’lerin başlarında Margaret Thatcher ve Ronald Reagan gibi politikacılar
tarafından yeniden canlandırılan fikirler üzerine dayalı küreselcilik, bireyselcilik, tüketimcilik,
pazarın/piyasanın liberaleşmesi, ekonominin deregülasyonu ve kapitalinin sınırsız birikimi gibi bir dizi
temel mefhumlar etrafında organize edilmiştir. Küreselciliğin şu anki versiyonunu önceki tarihsel
periodun pazar ideolojilerinden ayıran farklar nelerdir?

Neoliberal karar kılıcılar, politik ajandalarına yönelik çarpıcı ideolojik paketler sundular. Dahası,
küresel bir pazar düzeninin gerçekleştirilmesi, pozitif bir yönde pazarın küreselleşmesini betimleyen
argümanlar ve imajların inşasına dayanır. Küreselciliğin en etkili taraftarlarının sözleri, konuşmaları ve
yazılarına yönelik bir analiz, oldukça düzenli olarak tekraralanan beş ideolojik iddiayı açığa çıkarır.
Birinci iddia, küreselleşmenin, piyasanın küresel entegrasyonu ve liberalleşmesi olduğudur. Bu iddia,
gelecek küresel düzenin normatif temeli olarak kendi kendini düzenleyen piyasanın neoliberal ideal
içerisine yerleştirilmesidir. Büyük gazete ve dergilerdeki pek çok açıklama, hükümetin kontrolünden
çıkan piyasanın ‘liberalleşmesini’ övmüştür. Küresel piyasanın entegrasyonu ve liberalleşmesi,
dünyadaki bireysel özgürlüğü ve materyal gelişimi teşvik eden ‘doğal’ bir fenomen olarak
sunulmuştur. Aslında muhtemel politik bir girişim olarak sunulan ‘gerçek’, küreselcilerin halkı,
küreselleşmeyle ilgili kendi neoliberal hesaplarının objektif, en azından tarafsız, bir teşhis olduğuna
ikna etmeye çalışmalarıdır. Diğer 4 iddiaya vaktimden dolayı değinmeyeceğim Küreselciliğin bu beş
temel iddiası, küreselleşme sürecine yönelik genel bir anlayışı oluşturan güçlü tutarsız bir rejimin
temelini oluşturur. Ancak, 1990’ların sonlarından itibaren ortaya çıkan etkli anti-küreselci protestalar,
bu piyasa olgusunun yayılmasının dünya çapında önemli bir direnişle karşılaştığını göstermektedir.
Hem sola hem de sağa yönelik ideolojik karşı çıkışlar, çoğunlukla, küreselciliğin ruhuna karşı olan dini
inançlar ya da ahlaki prensibler içerisine yerleşmiş olan karşı tezleri geliştirmiştir. Sonuç olarak, 21.
yüzyılda küreselleşme, ideolojik çatışmaların bolca yaşandığı bir savaş alanı haline gelmiştir. 11 Eylül
2001 terörist saldırılarından buyana, küreselciler, ‘terörle mücadeleyi’ neoliberal piyasa ideolojileriyle
birleştirmişler ve giderek askeri müdaheleciliğin sert gücüyle birlikte ekonomik büyümeciliğin zayıf
gücüne geri dönüşü arzu eder olmuşlardır. Bu nedenle küresel güçler, uzun bir zaman boyunca
antiküreselci muhaliflerine karşı mücadeleye devam edecek görünüyorlar.

You might also like