You are on page 1of 128

Bathroom Readers _ Hysterical Institute _ Tarihin Cilveleri

Ġçindekiler

Büyük Patlama'yı (Big Bang)


DuymuĢ muydunuz? ...............................7
Kadın Katil .....................................10
Hastalık Kapınızda................................13
Kanada'nın Kızıl Baron'u ..........................18
Bilgisayarlar Nereden Geliyor? ......................22
Banço'yu Beyinsiz Beyaz Adamlar Ġcat Etmedi..........25
Maraton Nasıl BaĢladı? ............................28
Napoleon'u Yenen Balık ...........................31
SavaĢan Kelimeler: Sömürgecilik.....................33
Haçlı Seferlerine Bayılırım .........................36
Dayanacak Bir Bacağı Bile Yokken...................39
Antik Dünyanın Yedi Harikası.......................45
Mırıl Mini......................................51
Dijital Tarih.....................................53
Simyayla Daha Ġyi Bir Hayat........................56
Yap AtıĢını .....................................61
Dünyanın En Büyük Asparagasları, Artı Bir.............63
Papa Hikayeleri..................................68
Kaz Ana........................................72
Gerçekten Bir Kaz Ana Var Mıydı?...................79
Kadın Korsanlar..................................81
Moğol Sürüsü ...................................88
Napolyon Ne Kadar Kısaydı?........................92
Hammurabi Kanunları.............................94
Bir Kıl Uğruna...................................99
Zıt Kutuplar....................................102
ġifre Kırıcılık: Kriptanaliz.........................105
Tarih YanlıĢlıklarını Kanıtladı: Bölüm I...............110
Topçu, Avukat, Dilbilimci, Casus ...................112
Hazır Kale.....................................116
Lale Fırtınası...................................119
Kelleler Gidiyor! ................................122
Pekmez Kadar Ölümcül...........................126
Wagner'i Bu Kadar Büyük Yapan Neydi? .............129
Hijyen Tarihinin Kirli Sırları Bölüm I:
Tuvaletteki Adam...........................-----132
Meraklı Parker..................................136
Bunları Biliyor muydunuz? ........................139
Uzun Yaylar: Kolay ĠĢ Değil .......................141
1844'de Atlantik Üzerinde Bir UçuĢ mu? Yok Ya! ......145
Bu, Ġlerlemenin Kokusu mu?.......................148
Mesmerizm ....................................151
O Basit Bir Firavun Kızıydı........................154
Gerçek Kont Drakula.............................158
Hamilton Davası ................................162
Dreyfus Davası, Yok, Bu Seferki
Bir Seks Skandali Değil...........................165
Uğruna Ölünesi Makyaj...........................170
Hitler Serserisi..................................173
En Tiz Notalara Çıkmak...........................176
Nazi Olimpiyatları...............................180
O Bir Gaz .....................................184
Cortes ve Kanatlı Yılan ...........................187
En Garabet Hanedan: Habsburglar...................190
Anna ve Kral: Gerçek mi, Hayal Ürünü mü? ...........195
Madalyamı Vermem!.............................198
Bütün Haçlı Seferlerini Bitirecek Olan Haçlı Seferi......201
tik Süper Star...................................206
Tuhaf Zevkler ..................................209
Ölü Bir Adam Tarafından Kandırıldılar...............212
Hijyen Tarihinin Kirli Sırları Bölüm II: Ta-Ta-Ta-Tam . . .216
Ġyi Bir Basketbol Takımı Nasıl Harcandı? .............220
Philo'nun Yarattığı Canavar........................222
Gerçek Jekyll&Hyde .............................225
Zıplayan ġeyler.................................228
Immanuel Kant Komediyi Deniyor ..................231
Yunanlı Filozoflar...............................233
Pisi Pisine! Ölümsüz Ama Ölü......................237
Ġsraf Abidesi: Magmot Hattı........................240
Tarih YanlıĢlıklarını Kanıtladı: Bölüm II..............245
Sivrisinekler Tarihi Nasıl DeğiĢtirdi?.................247
Marco Polo Olmak Kolay Değil.....................250
Kovboylar mı?..................................254
Boylam ArayıĢı .................................257
Eteklikli Adamlar................................261
Nota Yazmak: Nota Sistemi........................265
Bin Yıl Önce Yiyecekler ..........................268
Olimpiyat TeĢhiri! ...............................272
Masonlardan Ne Haber?...........................276
Casuslukla Alakası Olmayan Mata Hari...............280
Papa Bir Kadındı................................283
Pardon, ġu Polka Yapan Benim Bacağım mı? ..........286
Küfü Parçalamak: Penisilinin KeĢfi ..................289
Gerçek Cesuryürek...............................293
Takma DiĢ Mevzuları.............................298
Tarih! Kötü Tarih!...............................301
Hijyen Tarihinin Kirli Sırları Bölüm III: Gülümse.......308
Gerçek Ceset Avcıları ............................310
Tarihin En Ucuz Turu ............................314
Küçük Caesar...................................317
Tarihsel Retrospektifler...........................320
Büyük Bir Geri Atılım.......................... . .322
Christopher Colombus'un Gerçek Mirası..............325
Kravatın KeĢfi..................................328
Sınav: Ülkeler ..................................332
Dengesiz Bir SavaĢ: Ġspanyol-Amerikan SavaĢı.........335
Haçlı Seferi Çılgınlıkları ..........................337
Kahve Muhabbeti................................341
Kayıp Mücevher ................................344
Bir Cümle Ġle....................................350
BÜYÜK PATLAMA'YI (BĠG BANG) DUYMUġ MUYDUNUZ?
Ġster inanın ister inanmayın.
Pek çok bilim insanına göre evrenimiz baĢlangıçta mini minnacık bir parçacıkken
sürekli geniĢleyen bir evrene dönüĢtü. Büyük arabaları ve sürekli geniĢleyen bir
göbeği olanlara müjde. Diğer yandan, yaratılıĢ taraftan bilim adamları büyük
patlamanın olduğuna inanmıyorlar ve onlan patlamayı belki de Tanrının
gerçekleĢtirdiğine ikna etmek de pek mümkün görünmüyor.
HA?
Big Bang hakkındaki açıklamalar, videolarını bile programlamaktan aciz
insanlarda baĢ ağrısına neden oluyor. Çünkü bu teori temel olarak, "Çok çok uzun
zaman önce hiçbir Ģey vardı. Sonra aniden, çok miktarda hiçbir Ģey oldu. Aslında
bu bir Ģeydi, ama bu, o sırada orada biri olsa bile kimsenin göremeyeceği bir
Ģeydi ki, zaten orada kimse yoktu" diyor. Pöf!
PATLAMAYI DUYAN ADAM
Big Bang Teorisi'ni 1948'de Rus-Amerikan fizikçisi George Gamow ilan etti.
Teori, Einstein'ın Görecelilik ve Kozmolojik Prensip Teorileri'ne dayanır.
(Genel kültür uzmanları bir Aspirin almanızı öneriyor.)
ĠġTE TEORĠ
12 veya 14 milyar yıl, hatta belki daha fazla zaman önce, evrenin bugün bizim
görebildiğimiz kısmı sadece birkaç milimetre boyunda (bir tatarcıktan biraz daha
küçük) ve fazlasıyla sıcaktı. Söz konusu patlama, bu ufak, sıcak ve yoğun
durumun, bizim Ģu anda içinde yaĢadığımız çok daha serin ve geniĢleyen kozmosa
dönüĢmesidir. Evren hala geniĢliyor ve göreli olarak da galaksimizle diğer
galaksiler arasındaki mesafe artıyor. Gökbilimciler bunu gerçekten gözlemlediler
ve bulguları teoriyi destekliyor. Bir teorinin gerçek olarak kabul edilmeden
önce bir dizi testten geçmesi gerekir. Gamow'un 1948'deki ilk açıklamasından bu
yana, bilim insanları teorinin bir dizi önemli gözlemle tutarlılık gösterdiğini
fark ettiler:
• Gökbilimciler evrenin geniĢlemesini gözlemleyebiliyorlar,
• Bilim insanlarının evrenin ilk üç dakikasında sentezlendiği-ni düĢündükleri üç
element olan helyum, deuterium (ağır hidrojen) ve lityumdan evrende bol miktarda
bulunuyor,
• Önemli miktarda kozmik mikrodalga fon ıĢınımının varlığı gözleniyor.
Bu sonuncusu, yani kozmik mikrodalga fon ıĢınımı önemli bir gözlemdir, çünkü
ıĢınım uzak gaz bulutlarında daha sıcak görünür. IĢık sınırlı bir hızla hareket
ettiğinden bu uzak bulutları, evrenin daha önceki bir zamanındaki, daha yoğun ve
dolayısıyla daha sıcak hallerinde görebiliyoruz.
EVREN YOK MU OLUYOR?
Paranoyakları geceler boyu uykusuz bırakan sorulardan biri de, geniĢleyen
evrenimizin geniĢlemeye devam mı edeceği yoksa sonunda büzülüp içe doğru mu
çökeceğidir. Bu sonuncusu kesin bir olasılık ama hemen yarın olmayacak, söz.
8
DURUMUN YERÇEKĠMĠ
Uzay ve zamanın yerçekimi tarafından nasıl değiĢime uğratıldığı ve evrenin olası
Ģekilleri (yuvarlak, eyer biçiminde, düz ve hatta belki de simit Ģeklinde bile
olabilir) hakkında söylenebilecek daha çok Ģey var. Bunlar da bizi, evrenin açık
mı, kapalı mı, yani sonsuz mu sınırlı mı olduğu sorusuna götürür.
BU BĠLDĠĞĠNĠZ SĠMĠT DEĞĠL
Simit Ģeklindeki modelde olduğu gibi kapalı bir evrende, bir yöne doğru harekete
geçerseniz ve eğer yeterince zamanınız varsa sonunda baĢladığınız noktaya geri
dönersiniz. Sonsuz evrende ise asla geri dönemezsiniz. Bu durumda Uzay Yolu'nun
kahramanları Kirk ve Spock sonsuzca geniĢleyen bir evrende hareket ettikleri
için, Pralax V'den Atılgan'a asla geri dönemezlerdi ve biz de tekrar tekrar
gösterdikleri diziyi asla izleyemezdik. Ne kayıp!
KADIN KATIL
Amerikalı çocuklar o hoĢ Betsy Rose ve Ģirin bayrağını öğrenirken...
ALTMIġLI YILLAR
MÖ birinci yüzyılda Romalılar neredeyse tüm dünyayı yönetirlerken, hakimiyetleri
altındakileri barbarlar olarak görüyorlardı. Buna Ġngilizler de dahildi ki daha
sonraları Ġngiliz Ġmparatorluğu kendi sömürgeleĢtirdiği halklar hakkında aynı
Ģeyleri hissedecekti. Ama bu baĢka bir hikaye.
KRAL ÖLDÜ
Roma'nın Ġngiltere'yi iĢgali sırasında, bir Kelt kabilesi olan Iceni, Kral
Prasutagus ve Kraliçe Boudicca tarafından yönetiliyordu. Kral ölürken Romalıları
tatmin edeceğini umduğu bir vasiyet bıraktı. Buna göre, mallarını kızları ve
Roma Ġmparatoru Neron arasında bölüĢtürmüĢtü. Kral MÖ 61'de öldüğünde yerel Roma
yetkilileri geldiler ve kraliyet ailesine ait her Ģeyi toplamaya baĢladılar.
Boudicca buna karĢı çıktı, bu yüzden Romalılar onu kırbaçladılar ve kızlarına,
Ġngiliz ders kitaplarında söylendiği gibi "tecavüz ettiler."
KRALĠÇEM SEN ÇOK YAġA
Boudicca intikamını almaya kararlıydı. Romalılar tarafından benzer bir muameleye
maruz kalan bazı komĢu kabilelerle bir-
10
likte ah-vah etti. Onları ayaklanmaya kıĢkırttı ve sonunda diğer kabileler de bu
fikri kabul ettiler. SavaĢa hazırlandılar.
KarĢısına çıkacakları adam Ġngiltere'deki Roma Kuvvetlerinin Komutanı
Suetonius'du. Suetonius o sırada baĢka bir sorunla meĢguldü. Kelt dininin
rahipleri olan Druidler'e sığınan bazı Ġngiliz isyancıların bulunduğu Mona
Adası'na saldırmaktaydı. Romalıların Druidler'i katlettikleri, tüm kutsal mabet
ve sunakları yok ettikleri haberleri anakaraya ulaĢtığında Ġngiltere'nin geri
kalanı da seve seve Boudicca'nın peĢine takıldı.
ĠNTĠKAM
Kraliçe at arabasına atladı -evet, gerçekten bir at arabası kullanıyordu- ve on
binlerce savaĢçıya önderlik ederek yola çıktı. Ġlk durağı yöredeki Roma
kalesiydi. Boudicca'nın birlikleri kaleyi yaktılar ve Romalı tutsakları,
Iceni'nin savaĢçı tanrıçası Andrasta'ya kurban ettiler. Romalılar 9. Lejyonu
gönderdilerse de Boudicca'nın ordusu tüm piyadeleri hakladı. Sadece süvariler
kaçabildi.
Boudicca'nın bir sonraki hedefinin Londra olduğunu tahmin eden Suetionius,
Druidlerin iĢini bitirip Ģehre yollandı. Ama orada duracağına, geride sadece
Romalıların yanında savaĢmayacak ya da savaĢamayacak olan Ġngilizleri bırakarak
Londra'yı terk etti. Boudicca ve ordusu Londra'yı yakıp yıktılar ve hiç tutsak
almadılar.
ĠMPARATORLUĞUN DÖNÜġÜ
Boudicca'nın 100 bin adamına karĢılık Suetonius'un sadece 10 bin askeri vardı
ama Romalı komutan, idaresi zor bir kalabalığı gördüğünde tanırdı. ġehrin
dıĢında pusuya yatıp peĢinden gelmelerini bekledi. Ġngilizler artık Romalı
zalimleri yeneceklerinden eminlerdi. Öylesine eminlerdi ki, seyretmeleri için
ailelerini bile getirmiĢlerdi. Kendilerini tekrar tekrar Roma birlikleri-
11

nin üzerine attılar. DüĢmanın daha kurnaz ve daha güçlü olduğunu anladıklarında
iĢ iĢten geçmiĢti. Ġngiliz savaĢçılar kaçarak canlarını kurtarmaya çalıĢırken
aileleri de tepelerde onların kılıçtan geçiriliĢini seyretti.
Bu arada Boudicca ve kızları kaçmayı baĢardılar. Eğer yakalanırlarsa Roma'ya
götürüleceklerini ve yenilmiĢ savaĢçılar olarak sokaklarda yürütülüp teĢhir
edileceklerini biliyorlardı. Bu onur kırıcı durumu yaĢamaktansa kendilerini
zehirlediler. Kraliçenin sadık muhafızları cesedini alıp Romalıların
bulamayacakları bir yere gömdüler. Her nereye gömdülerse hiç kimse bulamadı.
Ama...
ĠNGĠLĠZ ANTĠKASI BĠR DĠPNOT
Boudicca'nın son ikametgahının Londra'daki King's Cross istasyonunda 10.
Platform'un altında olduğuna dair söylentiler vardır. Ġstasyon, Boudicca'nın
Seutonious'la son savaĢını yaptığı yer olduğu söylenen eski Battle Köprüsü
köyünün olduğu yere inĢa edilmiĢtir. BaĢkaları ise 'Battle Köprüsü' adının Broad
Ford Köprüsü'nün bozulmaya uğramıĢ hali olduğu ve kraliçenin aslında Suffolk ya
da Hamstead'deki Parliament Hill'de gömülü olduğunda ısrar ediyorlar.
12
HASTALIK KAPINIZDA
Hıyarcıktı vebanın gelip geçmesinden sonra hayatta kalan Avrupalıların birçok
Ģeyi tekrar düĢünmesi gerekti ve doğrusu bazı çok parlak fikirler geliĢtirdiler.
On dördüncü yüzyılın ortaları yaklaĢtığında, Avrupalılar Asya kıtasında yaygın
ölümler ve hastalıklar olduğu Ģeklinde söylentiler duydular. Ama bütün bunlar
onlara çook uzak göründü.
BĠYOLOJĠK SAVAġ
Bazı Asyalılar hastalığı Karadeniz kıyıları boyunca ticaret yapan Cenovalılar'm
getirdiğini düĢündüler. Moğollar ya da Tatarlar bir Kırım Ģehri olan ve
Cenovalılar'm yaĢadığı Kaffa Ģehrini kuĢatıp, mancınıklar kullanarak veba
kurbanlarının çürüyen cesetlerini surlardan içeri fırlattılar. Biyolojik savaĢın
bu erken türevi içerideki neredeyse herkesi öldürdü (gerçi kimse bunun nedenini
anlayamadı). Ancak birkaç Cenovalı tüccar kurtuldu ve ülkelerine doğru yola
çıktılar. Tabii beraberlerinde vebayı da taĢıdılar.
ÖLÜM GEMĠSĠ
1347'de Kaffa'dan gelen bir gemi Sicilya'nın Messina limanına yanaĢtı.
Mürettebatın çoğu ölmüĢ, kalanı da ölmek üzereydi. Adamların koltuk altlarında
ve kasıklarında hıyarcık denilen yumurta büyüklüğünde tuhaf ĢiĢlikler vardı.
ġiĢlikler ve koyu
13
renkli kabartılar kısa zamanda tüm vücutlarına yayılıyordu. Daha sonra aynı
belirtiler yerel halkta da görülmeye baĢladı. Ölümleri genellikle birkaç gün
içinde, hızlı ve acılı oluyordu.
HER LĠMANDA BĠR VEBA
Messina doğudan gelen gemileri geri çevirmeye baĢlayınca, gemiler vebayla
birlikte Cenova ve diğer Avrupa limanlarına yöneldiler. Ġtalya açıklarında
ölülerle dolu gemiler yüzmeye baĢladı.
ZOR BĠR YIL
1348'de veba, sadece Ġtalya'nın Floransa kentinde 45 bin ile 65 bin arası
insanın ölümüne neden oldu. Aynı yıl veba Fransa'da da yayıldı. Hastalık
Almanya'ya ulaĢtığında binlerce Yahudi, kuyuları zehirlemekle suçlanarak
öldürüldü. Londra'da ise veba nüfusun yarısını öldürdü. 1349'un ilkbaharına
gelindiğinde, hastalık Ġrlanda'ya ulaĢtı.
HASTALIĞIN BĠLANÇOSU
Kara Ölüm Avrupa nüfusunun dörtte biri ile yansı arasında insanın ölümüne neden
oldu ki, bu sayı 20 ile 75 milyon arasındadır. Kurtulanlar genetik bir Ģansla
bağıĢıklık sahibi olmalı ya da hastalığın daha hafif bir türüne maruz kalmıĢ
olmalılar. Kimse böyle bir dehĢetin nasıl baĢladığını ve nasıl sona erdiğini
bilmiyor. Ġnsanlar felaketin sebebinin depremler, durgun göller, yıldızlar,
Ģeytan ama çoğunlukla da Tanrının gazabı olduğuna inandılar. Birçok kiĢi bunun
dünyanın sonu olduğunu düĢünmüĢtü.
PĠS FARELER!
Hıyarcıklı veba uzun süredir vardı ve daha önceleri de insanların ölümüne neden
olmuĢtu (ama tabii ki bir seferde bu kadar
14
çok sayıda değil). Bakteri, fareler tarafından taĢınıyordu ama onlara zarar
vermiyordu. Farelerden beslenen pireler küçük memelilerin kanını insanlarınkine
tercih ediyordu. Dünya nüfusu arttıkça fareler ve onların pireleri insanlarla
daha sık temas etmeye baĢladılar. Artık pire ısırığı ölüm demekti.
HAVAYLA TAġINAN MĠKROPLAR
Hastalık enfekte olan bir insanın akciğerlerine ulaĢtığında, öksürük ve
hapĢırıkla havada taĢınabilir bir biçim alıyordu. Ġnsandan insana doğrudan
temasla da geçiyordu. Farklı biçimler; isilikten hıyarcıklara, kan kusmaktan her
nefeste ya da her ter damlasında pis bir kokunun yayılmasına kadar çeĢitli
belirtilere neden oluyordu. Ġster inanın, ister inanmayın hıyarcıklı veba hala
ara sıra ortaya çıkıyor. Artık erken teĢhis edilirse antibiyotiklerle tedavi
edilebiliyor. Hatta bu hastalığın gelecek kuĢaklara önemli bir armağan bıraktığı
da iddia ediliyor: HlV'e bağıĢık olanlar, Kara Ölümden kurtulan atalarından
genetik bir mutas-yon miras almıĢ olabilirler.
TAM BĠR KAOS
Kara Ölüm tam bir kabustu ve ondan uyanan dünya sonsuza dek değiĢti. 1350'de
artık hastalık yavaĢ yavaĢ kaybolmaya baĢlamıĢtı. Önceleri kaos hüküm sürdü.
Yasa ve düzen geçmiĢte kalmıĢtı. Okullar ve üniversiteler kapandı. Kiliselerde
günah çıkaranları dinleyebilecek papaz kalmamıĢtı. Borçlular ölmüĢtü dolayısıyla
alacaklıların alacaklarını toplayabilecekleri kimse kalmamıĢtı. ĠnĢaat projeleri
durmuĢ ve ortada birkaç zanaatkar kalmıĢtı. Ahlaka gelince... O da geçmiĢte
kalmıĢtı. ÖlmemiĢ olanlar da yakında öleceklerini düĢünüyor, veba onları
almadan, mümkün olduğunca iyi vakit geçirmek istiyorlardı.
15
m
VEBANIN YARARLARI DA OLDU
Hayatta kalanların düĢünecek çok Ģeyleri oldu. Artık her Ģey farklıydı.
• Derebeyleri köylüleri tekrar iĢe koĢmaya çalıĢtılar ama ortalıkta pek köylü
kalmamıĢtı. Ġlk kez, çalıĢanlar daha iyi muamele ve daha hafif iĢler talep
edebildiler. TaĢrada, daha önceleri duyulmamıĢ olan isyanlar baĢ gösterdi.
Birçok köylü daha iyi iĢler bulmak için Ģehirlere göç etti.
• ġehirlerde de pek fazla çalıĢacak insan kalmamıĢtı. MaaĢlar yükseldi.
Ortalıkta fazlasıyla satılacak mal vardı, bu yüzden fiyatlar düĢtü. Bunun
sonucunda ise hayat standartları yükseldi. ÇalıĢan insanlar ilk kez kendilerini,
bir önemi olan bireyler olarak hissettiler.
• Gayrimenkul fiyatları düĢtü. Daha önceleri mal sahibi olabileceklerini hiç
düĢünmemiĢ olan insanlar artık mülk satın alabiliyorlardı.
• Vebadan beĢ yıl sonra Ġngiltere'nin Cambridge kentinde üç tane üniversite
kuruldu. Tüm Avrupa'da üniversiteler ortaya çıkmaya baĢladı. Öğretmenlerin çoğu
ölmüĢtü, bu yüzden yenilerinin bulunması gerekiyordu. Bunlar yepyeni fikirler
getirdiler ve sınıflarını Latince ya da Yunanca değil yerel dilde eğitmeye
baĢladılar. Ġlk kez, sıradan insanlar eğitim alabiliyorlardı. (Büyük ihtimalle
Rönesans'ı hazırlayan en önemli faktörlerden biri de bu olmuĢtur.)
• Ġnsanlar yeni sorular sormaya baĢladılar. Hayatta kalanların çoğu vebanın
Tanrının iĢi olduğuna inanamıyordu. Ama eğer öyle değilse bundan kim ya da ne
sorumluydu? Bunun gibi sorular vebadan önce hiç söz konusu olmamıĢtı.
VEBA GERĠ DÖNÜYOR
Kara Ölüm hıyarcıklı vebanın sonu değildi. Geri geldi ama küçük alanlarla
sınırlı kaldı. Son büyük salgın Ġngiltere'de,
16
Londra'da 1665'te meydana geldi. Ġnsanlar salgın olduğunda Ģehirden uzaklaĢmayı
öğrenmiĢlerdi -tabii gidebilecek yerleri varsa. Onlardan biri olan Isaac Newton
adlı genç bir profesörün, bazı fikirlerini geliĢtirecek zamanı olmamıĢtı. Veba
geri döndüğünde Newton, Londra'dan kır evine kaçarak, kendini yerçekimi
kanunuyla ilgili çalıĢmalarına verdi.
'/;•
17
KANADA'NIN KIZIL BARONTJ
Billy Bishop olağandıĢı bir zamanda yaĢamıĢ olağanüstü bir adamdı, gerçek bir
Kanadalı kahramandı.
Birinci Dünya SavaĢı'nın, uçan makineleri içindeki cesur genç adamları, askeri
hikayelerin sararmıĢ yaprakları arasında (ya da kendi okunmamıĢ anılarında)
unutulmuĢtur. Örneğin Kızıl Baron adıyla bilinen Baron Manfred Von Richtofen'i
ele alalım. Bugün, Almanya'nın bir numaralı pilotu olarak değil, Sno-opy'nin baĢ
düĢmanı olarak tanınıyor.
SNOOPY'NĠN ATALARI
SavaĢ yıllarında 'kanlı Kızıl Baron'un, Brown ailesinin köpeğinden daha önemli
sorunları vardı. 1917 yılının baĢlarında, siperlerin ötesinde, Kızıl Baron'un
karĢısında, 18 ay sonra bitecek olan savaĢta, Ġngiliz Ġmparatorluğu'nun en iyi
pilotu olarak kabul edilecek olan bir Kraliyet Hava Kuvvetleri pilotu vardı. En
beklenmedik kahramanlardan biri olan bu pilot Billy Bishop adlı bir Kanadalıydı.
UÇMAK ĠÇĠN DOĞMUġ BĠR ADAM
Baron'un Ģansına bu, Billy'nin uçmaya baĢladığından beri ilk göreviydi. UçuĢ
eğitiminde sadece dört saat tek baĢına uçmuĢtu ve anlatılanlara bakılırsa bundan
fazlasına da ihtiyacı olmamıĢtı. Bu savaĢta terfiler, uçaklardan bile hızlı
gidiyordu.
18
Billy için iyi olmuĢtu ama atıĢ alanına giren Ģanssız Alman pilotları için aynı
Ģey söylenemezdi. SavaĢın sonunda Billy, kendinden sonraki en iyi pilot olan bir
diğer Kanadalı Raymond Collisaw'dan 11 fazlayla 72 leĢe sahipti.
BABAYLA HAYAT
Billy Bishop babasının büyük beklentilerinin gölgesinde büyümüĢtü: Ġyi bir
evlilik, muhafazakar bir hukuk eğitimi, düzgün, konformist bir aile. Ama genç
yaĢlarda bile baĢına buyruk biriydi.
Her neyse, Billy'nin müteĢebbis ruhu hayli geliĢkindi. Para karĢılığında kız
kardeĢinin arkadaĢlarıyla çıkıyordu. Margaret Burden adındaki bir kızla 5 dolar
karĢılığında çıktı. Daha sonra bu kızın çekiciliğine kapıldı ve onunla evlendi.
Meğerse kız Ka-nada'da, (Türkiye'deki Migros ya da Gima kadar tanınmıĢ, ç.n.)
bir mağaza zincirinin sahibi olan Timothy Eaton'un torunuydu.
KAYZER TARAFINDAN KURTARILIġ
Böylece Billy savaĢa gitmeden önce, babasının 'iyi bir evlilik yapma'
beklentisini gerçekleĢtirmiĢti. Ama hukuk eğitimi konusunda o kadar baĢarılı
olamamıĢ, babası da onu Kanada Kraliyet Askeri Akademisi'ne yazdırmıĢtı. Billy
ilk yılında sınıfta kalmıĢ, ikinci yılında kendini toparlamıĢ ve final
sınavlarında kopya yakalatana dek idare etmiĢti. ġansına, sene 1914'tü ve Kayzer
onu okuldan atılmaktan kurtardı. Billy doğru savaĢa gitti.
KOVBOYLUKTAN PĠLOTLUĞA
1915'de Billy Kanada süvari birliğinin bir üyesi olarak Ġngiltere'deydi. Billy
daha savaĢa katılmadan, makineli tüfeklerin, tankların ve diğer korkunç
araçların kullanıldığı bir siper sava-
19
Ģında, at üstünde ortalıkta dolaĢmanın pek akıllıca olmayacağını kavramıĢtı.
Kahramanımız göklerin özgürlüğünün ve uçan bir savaĢ makinesini idare etmenin
büyüsüne kapılmıĢtı bile. Tek sorun Kanada'nın hava kuvvetlerinin olmamasıydı.
Billy bağlantılarını kullanıp Ġngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne topçu gözcüsü
olarak katıldı. Uçaklar yavaĢtı ama iyice silahlandırılmıĢlardı. Bir kamyon
kazası, apseli bir diĢ, sakatlanmıĢ bir diz ve baĢına düĢen bir uçak parçası
yerde ve emniyette kalmasını sağladı. Sağlığının düzelmesi için bir yıllığına
Kana-da'ya geri gönderildi. 1916'nın sonlarında Ġngiltere'ye dönüp pilotluk
eğitimine baĢladı. 1917 ġubatında Fransa'ya gönderildi. Oraya vardıktan beĢ
hafta sonra 17 Alman uçağını indirmiĢti.
BĠLLY'NĠN EN ĠYĠ DÖNEMĠ
1917 Haziranında Billy en cüretkar baskınını yaptı- tek baĢına, Almanların
Estourmel Havaalanına saldırdı. Havada iki uçağı vurdu, üçüncüsü ona saldırma
telaĢıyla bir ağaca çarptı ve dördüncüsünü de yerde yok etti. Bu baĢarısı ona
Ġngiltere'nin en büyük askeri madalyası olan Victoria Haçı'nı kazandırdı.
BaĢarısı, fazla hırslı olduğunu düĢünen meslektaĢlarının küçümsemelerine de
neden oldu. Ġngilizler onu göklere çıkardılar ama Kanadalı yetkililerin onu fark
etmesi daha uzun zaman alacaktı. 1918 Mayısında kahramanlarının ölmesini
istemeyen Kanada onun ülkeye dönmesini istedi. Billy savaĢtaki son gününü, üç
uçağı vurup iki tanesini de çarpıĢtırarak kutladı.
Eve dönüĢte, Billy bazı konferans turları yaptı ama sonunda bundan sıkıldı. En
nihayetinde, bu, tüm savaĢları sona erdiren savaĢtı; refah ve barıĢ artık
tepenin ardında değil, tam karĢıların-daydı. Günün haberleri artık, akvaryum
balığı yutanlar, dans yarıĢmaları ve Niagara üstünde telde yürüyenlerdi. Ama
Billy Bis-hop tekrar uçmak istiyordu.
20
BĠLLY ĠFLAS EDĠYOR
Billy bir savaĢ arkadaĢıyla iĢ kurdu: Zenginleri Toronto'dan, 200 mil kuzeydeki
yazlıklarına götürecek bir hava taĢımacılığı servisi. Ama iĢ battı. Billy ve
ortağı akrobatik uçuĢun eğlenceli olacağını düĢünerek ülkenin ilk yaz fuarı olan
Kanada Ulusal Sergisi'ne katıldılar. Kalabalığın üstüne dalıĢa geçmek ve stand-
ları titretmenin de dahil olduğu gözü pek gösterileri seyircileri fevkalade
heyecanlandırdı, hatta paniğe yol açtı ve güya seyirciler arasındaki hamile bir
kadının bebeğini kaybetmesine neden oldu. Ortaklar ilerlemeye devam ettiler. Bu
sırada, Billy pilot olduğu kadar doğuĢtan satıcı olduğunu da fark etti. Tam
zamanında, çünkü 1929 piyasa çöküĢü karısının hisselerini eritmiĢti.
BĠLLY KENDĠNĠ YENĠ BĠR SAVAġA SOKUYOR
Uçmaktaki ünü ve madalyaları, Kanada'nın askere almadan sorumlu Hava MareĢali
olarak atanmasını sağladı. Hatta bir James Cagney filmi olan Captain of the
Clouds'da (1942) askere almadan sorumlu subay rolü oynadı.
BĠLLY BARDA
KuĢkusuz Billy Bishop gerçek bir Kanadalı kahramandır. Ontario'da doğduğu Ģehir
olan Owen Sound'da bir Billy Bishop müzesi vardır. Öyle büyük bir efsane oldu ki
Ottawa'lı bir barmen Billy Bishop KurĢunu adını verdiği, Kanada'nın Anma Günü 11
Kasım'da sadece gazilere servis edilen bir kokteyl yarattı. Ġçinde ne mi var?
Fransız ve Ġngilizler için sırasıyla yarım cin, yarım cointreau, Kanadalılar
için üstüne bir ölçü çavdar viskisi, Amerikalılar içinse (savaĢa en son girenler
olduklarından) hafifçe tadına baksınlar diye biraz portakal suyu.
21
BĠLGĠSAYARLAR NEREDEN GELĠYOR?
Kıyafetlerinizle bilgisayarınızın ortak yanı nedir? Uzun bir geçmiĢ, ama görünen
o ki ortak bir gelecek de...
7.000 yıl kadar önce birisi iplikleri sırıklara bağlayarak kumaĢ yapılan dokuma
sistemini icat etti. 5.000 yıl kadar önce ise Asya'da biri, insanların bir
çerçeveye geçirilmiĢ teller üzerinde boncukları kaydırarak hesap yapabilmesini
sağlayan abaküs sistemini geliĢtirdi. On dokuzuncu yüzyılda dokumaya ve hesap
yapmaya yarayan bu iki basit makine bir araya getirildi... ve bu dünyayı
değiĢtirdi.
DOKUMA TEZGAHI BAġINDA GEÇEN ÇOCUKLUK
Joseph Marie Jacquard on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Fransa'da yaĢadı. On
yaĢında dokuma iĢine verildi. Görevi belirli iplikleri dokuma tezgahına
takmaktı. Tezgaha takılı bazı iplikler yükselirken bazılarının aĢağıda
kaldıklarını görüyordu. Bir mekik ikisi arasındaki boĢluktan bir atkı ipliğini
çekiyordu. Ardından baĢka iplikler yükseliyor ve iĢlem tekrarlanıyordu. Yükselen
ipliklerin sırası kumaĢta desen oluĢturuyordu. Süslü kumaĢlarda sıra
karmaĢıklaĢıyordu.
22
UFUKTA GELĠġĠM VAR
Bu iĢlem genç Jacquard için hem karmaĢık, hem de sıkıcıydı. KumaĢ yapmanın daha
kolay bir yöntemi olmalıydı. Jacqu-ard büyüdüğünde, zımbalı kartların tezgaha
talimat verdiği otomatik bir dokuma tezgahı yaptı. Her ip farklı bir metal
iğneye bağlıydı. YerleĢtirilen zımbalı bir kartla, sadece deliklere uygun
iğneler hareket edebiliyordu, yani sadece belirli çözgü ipleri yükseliyordu.
BaĢka bir kart, yükselmesi gereken her ip grubunu idare ediyor ve devamlı bir
döngüyle gelen kartlar deseni sürekli tekrarlıyordu. Belli ki Jacquard gibi
birçok insan da elle dokumadan sıkılmıĢtı. 1812'de Napoleon'dan bir madalya aldı
ve kendisine maaĢ bağlandı. Otomatik dokuma tezgahı yaygın bir kullanım alanı
buldu.
MATEMATĠKSEL APTALLIKLAR
Charles Babbage adlı bir Ġngiliz matematikçi vardı. Babbage 1830'larda, denizde
yön bulmakta kullanılan yıldız haritalarında yapılan hatalardan bunalmıĢtı. Çark
ve diĢlileri kullanarak hesap yapan mekanik hesaplayıcılar icat edilmiĢti ama
hiçbirinin hafızası olmadığından karmaĢık hesaplar yapamıyordu. KarmaĢık
hesaplan insanlar yapıyor ama bu arada hata da yapıyorlardı. Yıldız
haritalarında yapılan hatalar gemi ve insan kaybı anlamına geliyordu.
ÖNEMLĠ BĠR ÇABA
Babbage bu haritaları otomatik ve hatasız olarak yapan bir makine imal etmeye
çalıĢtı. 20 yıl sonra daha iyi bir proje olan Analitik Motor için bundan
vazgeçti. Analitik Motor Jacqu-ard'ın zımbalı kart sistemini kullanıyordu.
Babbage kartları makineye herkesin yerleĢtirebileceğini fark etmiĢti.
Kullanıcının vereceği basit direktiflerle makine kartlarda programlanmıĢ her
görevi yerine getirebilirdi. Kartlar tekrar tekrar kullanılabilecek
23
bir tür hafızaydılar. Ancak prototipinin iĢe yaraması için 20 yıl bekledi, kimse
Babbage'ın yeni makinesini fazla önemsemedi. Fikrinin tekrar keĢfedilmesi ve
anlaĢılması için bir asır daha geçmesi gerekti. Çok yazık. Çünkü sonunda, modern
bilgisayarlara onun tasarımları öncülük etti.
KAFA SAYMAK ĠÇĠN YEPYENĠ BĠR YÖNTEM
Zımbalı kartla hesaplama, 1889'da Amerikalı mucit Herman Hollerith'in ABD nüfus
sayım sonuçlarını kaydetmek ve saklamak için kartları kullanmasıyla pratikleĢti.
Sayım sonuçlarının derlenmesi için hesaplanan tahmini süre on yıldı. Zımbalı
kartlarıyla Hollerith bu süreyi altı haftaya düĢürdü. Hollerith 1896'da
Tabulating Machine Company'yi kurdu. Bu Ģirketin ismi daha sonra değiĢerek
International Business Machines (IBM) olacaktı.
UFUKTA DAHA NELER VAR?
Günümüzün ticari geleceği bilgisayarlarca yönetiliyor. Hatta gözlükler veya
kontak lenslerdeki minyatür ekranlarla ve hatta her hareketinizde bilgi üreten
algılayıcılara sahip dokumalarıyla "giyilebilir bilgisayarlardan söz edenler
var. Yakında bilgisayarınızı giyebilecek ve yürürken, koĢarken veya araba
kullanırken çalıĢabileceksiniz! Ne yazık ki geri dönüp dokuma tezgahını yakmak
imkansız.
24
BANÇO'YU BEYĠNSĠZ BEYAZ ADAMLAR ĠCAT ETMEDĠ
Kamuya açık bir yerde bir banço taĢırsanız Ģüphesiz biri çıkıp "Seni Deliverance
filminde görmüĢtüm! Tanrım, ne kadar büyümüĢsün" diyecektir. Ama çoğu insanın
bilmediği, banço-nun dünyanın diğer ucunda en az 400 yıl önce icat edildiğidir.
Çoğu banço müzisyeni, enstrümanlarının en yaygın imajının, Deliverance
filmindeki tuhaf cücenin sürüklediği beĢ telli banço olmasına dövünürler.
BANÇONUN KÖTÜ ġÖHRETĠ
Keman ya da gitarın aksine bançonun sade görünüĢü bile, normalde gayet kibar
olan insanların alaycılığını harekete geçirir. Bu, büyük ihtimalle bançonun,
Amerikan eğlencelerindeki komedyenlerin sahnede aptal rolü yaparken
tıngırdattıkları evrensel aksesuar olmasındandır. Ama bu sevimsiz çağrıĢımlara
rağmen banço Amerika'da doğmamıĢtır. Yapımının, herhangi bir ulustan bir beyazla
alakası yoktur.
RAPTĠYE KAFALARA GEREK YOK
Üzerine teller gerilen davulların (ki banço bundan ibarettir) izlerine Uzakdoğu
kadar Batı Afrika ve Ortadoğu'da neredeyse kayıtlı tarihin baĢından beri
rastlanır. Bu ilkel enstrümanlar ay-
25
nen banço gibi, müziğin türüne bağlı olarak keman gibi bir yayla veya harp gibi
parmaklarla çekilerek çalınabilir.
AFRĠKA KÖKLERĠ
Bugün bildiğimiz banço, büyük olasılıkla güneybatı Afrika'da ortaya çıkmıĢtır.
Orijinal enstrümanın 'akonting' olarak adlandırıldığına inanılmaktadır. Ancak
bilim insanları, on yedinci yüzyıl Ġngiliz kaĢiflerinin günlüklerinde bançoya
yakın adlarla anılan enstrümanların kayıtlarını bulmuĢlardır: Banjar, banza,
banĢav vb..
TELLER(E) TAKILDIKTAN SONRA
Bu çalgının en eski Afrika versiyonunda, ikiye bölünmüĢ bir su kabağının açık
tarafına hayvan postundan bir zar gerilir ve buna bağlı tahta bir sap üzerine
sicim veya hayvan bağırsağından teller takılırdı. Bu teller yerel geleneğe bağlı
olarak en az iki, en fazla on tane olurdu. Batılılar bançoyu ilk olarak 1600'le-
rin baĢında köle ticareti sırasında gördüler.
TIRNAK ÇEKĠÇ STĠLĠ
Avrupalıların telli enstrümanları çalma stili, gitarda olduğu gibi parmakla
çekmedir. On dokuzuncu yüzyıl ve yirminci yüzyılın baĢlarında, ABD'deki
Appalachian Dağları'nda yaĢayan Afrika kökenli Amerikan topluluklardan edinilen
bilgiler, Afrikalı kölelerin enstrümanları oldukça farklı bir stilde
çaldıklarını gösteriyor: Onlar tırnaklarını aĢağı doğru bir 'tıklatma'
hareketiyle tellere vurarak çalıyorlardı. Bu banço çalma stili bugüne kadar
süregelmiĢtir ve 'tırnak çekiç stili' olarak anılmaktadır. Güneyli yerfıstığı
üreticisi Joel Sweeney, dört telli banjarı on dokuzuncu yüzyılda ailesinin
Virginia'daki plantasyonunda büyürken kölelerden öğrendiği iddiasında. Çoğu
tarihçinin inandığı üzere kendisi 1853'te beĢinci teli ekleyerek bugün bilinen 5
26
telli bançoyu yaratmıĢtır. Svveeney öğrendiklerini sahneye de taĢımıĢ, folklorik
gösterilerde çalgıyı Etiyopya stili bir bançocu olarak, kölelerden öğrendiği
'tırnak çekiç stili'nde çalmıĢtır.
FOLKLORĠK GÖSTERĠLER
1830'larda, folklorik gösterilerde yüzlerini siyaha boyamıĢ banço çalan beyazlar
boy gösterir. Bu gösteriler, beyazların, Afrika kökenli Amerikalıların
kültürlerinin gizemini keĢfetme çabaları olarak ortaya çıktı. Önceleri kötü
niyetli değillerdi, ırkçı parodiler 1890'lardan sonra 1900'lerde baĢladı.
'Etiyopya (Afrika) karakteristikleri' olarak adlandırılan bu dans, müzik ve
komedi gösterileri, köle hayatının gerçeklerinden çok beyazların Afrikalıları
algılayıĢlarını yansıtıyordu. Bu folklorik gösterilerin maskara torunları 'aptal
bançocu' tiplemesini yirminci yüzyıla taĢıdılar. Mısır tarlalarından çıkan,
banço müzisyeni ve komedyen Stringbean ve Büyükbaba Jones'u anıyoruz. Bu arada
Steve Martin banço çalarken tepesinde duran oku fark eden oldu mu? Banço konusu
kapanmıĢtır.
27
MARATON NASIL BAġLADI?
...Pheidippiedes adlı koĢucunun yüreği buna dayanmamıĢtı.
Maraton bir yarıĢ olmadan önce bir yerin adıydı: Atina'nın kuzeydoğusunda on
altı kilometre karelik açık bir alan. MÖ 490 yılının yazı boyunca Yunan
askerlerinin Persler'le savaĢtığı bir savaĢ alanı. 10 bin kiĢilik Yunan ordusuna
karĢı Persler neredeyse bire iki üstünlüğe sahipti.
PERSLERĠN AVANTAJLARI
Yunan generali Miltiades zor durumda olduklarını fark etti. Yunanistan'ın en
ateĢli savaĢçıları olan Spartalılara ihtiyaçları vardı. Ordunun o günün seçkin
atletlerinden oluĢan, zorlu arazileri kısa sürede aĢabilen güvenilir habercileri
vardı. General en sağlamlarından Pheidippides'i Spartalıları getirmesi için
gönderdi.
DERE TEPE DÜZ KOġMUġ
Pheidippides tepelerden inip çıkarak yaz sıcağında, Sparta kampına kadar düĢman
toprağını aĢarak 160 kilometre koĢmuĢ ve onları dinsel bir törenin ortasında
bulmuĢtu. Takviye kuvvetler için Yunan ordusunun birkaç gün beklemesi
gerekecekti. Pheidippides Miltiades'e kötü haberi vermek için tekrar kampa
koĢtu. Ġki günde neredeyse 320 kilometre koĢmuĢtu.
28
DÖRT YILDIZLI GENERAL
Cesur Miltiades sayıca üstün ama hantal olan Persleri kuĢatmak için daha ufak,
hafif ve hızlı birlikleri kullanarak parlak bir saldın düzenledi. Yunanlılar
toplam 192 adamlarını kaybederken Persler 6.000'den fazla kayıp vererek
gemilerine çekilmek zorunda kaldılar. Spartahların aynı gün, daha geç saatlerde
oraya varması ise tam bir ironidir.
ZAFER HEYECANI
Zaferinden memnun kalan Miltiades bir kez daha en iyi koĢucusuna müjdeli
haberleri sadece 41,6 kilometre uzaklıktaki Atina'ya ulaĢtırma görevi verir.
Pheidippides Atina'ya koĢar, Ģehre girer "Nike!" (Zafer anlamına gelir, zaten bu
yüzden spor ayakkabısı Ģirketinin adıdır) diye bağırır, sonra da yere yığılıp
ölür.
MODERN MARATON SKANDALLARI
Modern maraton Pheidippides'in onuruna düzenlendi. Tam mesafesi 42 kilometredir.
Katılımcılar Pheidippides kadar yürekten ve cesaretle koĢmaya özendirilirken
bitiĢ çizgisini geçince ölme fikri ise tabii ki cesaret kırıcıdır.
• Ġlk Olimpik maraton 1896 yılında Pheidippides'in koĢtuğu yol izlenerek
yapıldı. Bu mesafeyi Spiridon Louis adlı bir Yunanlı 2 saat, 58 dakika, 50
saniyede aĢarak birinci oldu. Ġkinci koĢucu da bir Yunanlı olan Spiridon
Belocas'dı. Gerçi dördüncü olan yarıĢmacı Macar Gyula Kellner, Belocas'ın
kendisini geçtiğini hatırlamıyordu. Sonunda Belocas'ın maratonu bir at arabasına
binerek tamamladığı anlaĢıldı. Böylece o diskalifiye edildi ve ikincilik
Kellner'e verildi.
• 1909'da, Boston Maratonu'nda yanĢan Howard Pearce ilk sekiz mili koĢtuktan
sonra yarıĢın kalanını "koĢmak" için bir arabaya atladı. Görevliler kendisini
durdurmaya çalıĢtı ama o
29
kalabalığın tezahüratından cesaret alıp finiĢe kadar devam etti. Pearce daha
sonra diskalifiye edildi.
• 1980'de, yine Boston Maratonu'nda yanĢan Rosie Ruiz yarıĢın çoğunu metroda
geçirdi. FiniĢ çizgisine bir mil kala geçmekte olan bir grup koĢucuya katılarak
kadınlar arasında resmi birinci olan Jacqueline Gareau'yu geçti. Ruiz daha sonra
diskalifiye oldu.
VE KAZANAN... ÖLDÜ!
Eski Yunanlılar yarıĢmalarını ciddiye alırlardı. Hem de ölesiye... MÖ 564'te
Phigalia'lı Arrachion Olimpiyat Ģampiyonu oldu ve bu sırada da öldü. Ölümü,
neredeyse her Ģeyin serbest olduğu, boksla güreĢ karıĢımı bir pankration
müsabakasında oldu. Çok zorlu bir dövüĢten sonra Arrachion yerde seriliyken
rakibi havlu attı. Arrachion'un öldüğünün farkında değildi. Arrachion böylece,
bir Olimpiyat müsabakasını kazanan tek ölü oldu.
30
NAPOLEON'U YENEN BALIK
Bir kalkan balığı nasıl olmuĢ da Kopenhag savaĢının gizli silahı haline
gelmiĢtir.
1800'de Ġngiliz Donanması Fransa'yı ablukaya almıĢ, düĢmana malzeme ulaĢmasını
engellemek için tarafsız gemilerin mallarına bile el koymuĢtu. Bu, Rusları
kızdırdı, onlar da ablukayı kırmak için Ġskandinav ülkeleriyle ittifak kurdular.
HYDE NELSON'DAN SAKLANIYOR
Napoleon'a karĢı zaferleriyle tanınan Donanma kahramanı Amiral Horatio Nelson
daha fazla zarara uğramadan saldırıya geçmek istiyordu. Ama savaĢı yöneten
Amiral, 62 yaĢındaki Sör Hyde Parker'dı. Kısa süre önce 18 yaĢında bir kızla
evlenmiĢti ve bu yüzden denize açılmaya gönülsüzdü. Sonunda bunu yaptığında da
ittifak güçleriyle görüĢmekte ısrar etmiĢ ve Nelson'la konuĢmamıĢtı bile.
NELSON BĠR ÇÖZÜM BULUYOR
Ne var ki Nelson, Hyde'm tek zevkinin, cazibeli eĢi olmadığını aynı zamanda
oburun teki olduğunu öğrenmiĢti. Karanlık ve fırtınalı bir gecede, Nelson
mürettebatını kalkan avına çıkardı. Daha sonra bu balık, iltifatlarla birlikte
Hyde'a gönderilecekti.
31
HYDE SAKLANMAKTAN VAZGEÇER
Lezzetli hediyeden hoĢnut kalan Hyde yumuĢayıp Nelson'u bir sonraki toplantıya
çağırdı ve genç amiralin önerilerini dinledi. Nelson istediğini yaptırdı ve
Ġngilizler için müthiĢ bir zafer kazandı.
BALIK PULLARI FRANSIZLARA KARġI
Rus ve Ġskandinavların yenildiğini duyduğunda Napoleon küplere bindi. Ġttifak
dağılmıĢtı. Abluka baĢarıyla sürecek ve sonunda onu Waterloo yenilgisine kadar
götürecekti.
KĠMSE HABERLERDEN HABERDAR DEĞĠL
Aslında ittifakı kıĢkırtan Rus Çarı I. Paul suikasta kurban gitmiĢti. Ġngilizler
bu haberi almıĢ olsaydı savaĢ hiç olmazdı. Ama o zaman da bizim balık hikayemiz
olamazdı.
32
SAVAġAN KELĠMELER: SÖMÜRGECĠLĠK
Avrupalı uluslar 1870'den itibaren, dünyada ne varsa aralarında
paylaĢırmısçasına, özellikle de Afrika ve Asya'da yeni sömürgeler edinmeyi
hızlandırdılar.
1905'e gelindiğinde neredeyse Afrika'nın bütün gözde parçaları Belçikalılar,
Ġngilizler ve Fransızlar tarafından kapıĢılmıĢ-tı, izleyen elli yıl boyunca
buralardaki hakimiyetlerini sürdürdüler. 1950'lerin sonlarında Afrika
sömürgeleri bağımsızlık talep etmeye baĢladılar. Kimi zaman Nijerya ve Gana'da
olduğu gibi barıĢçıl yollardan kimi, zamansa Kongo ve Mau-Mau isyanında olduğu
gibi Ģiddet yoluyla.
trek
ĠĢgal genellikle barıĢçı olmaz. Sürekli savaĢlara sahne olan yerlerden biri de,
Ġngilizlerin Cape bölgesini Hollandalılar'dan aldığı 1806'dan itibaren, ilk
Hollandalı yerleĢimcilerin torunları olan Boerlerle Ġngilizler arasındaki
ihtilafın sürdüğü Güney Afrika'dır. Boerler Ġngilizlerle bir arada yaĢamaya
katlanamayarak 1835'de kuzeye ve doğuya doğru toplu göçe baĢladılar. Bu olay
Büyük Trek olarak bilinir. Trek Flamanca'da öküz arabasıyla yapılan yolculuğa
verilen addır, bugün ise zorlu yolculuklar için kullanılıyor. Sözcüğün bu
anlamı, uzay yolculuğu üzerine yapılmıĢ meĢhur televizyon dizisi ve sinema filmi
Star Trek'in adında da içerilidir.
33
komando
Yerli kabilelerle yaĢadıkları kaçınılmaz sorunlar Boerlerin yerli köylerine
hızlı baskınlar yapabilen küçük askeri birlikler ya da komandolar organize
etmelerine neden oldu. Ġkinci Dünya SavaĢı sırasında Ġngilizler komando
kelimesini ĠngilizceleĢ-tirdiler ve özellikle bazı tehlikeli saldırılarda
kullanılmak üzere eğitilen küçük seçkin birliklere bu adı verdiler. Ġlk komando
baskını, 7 Mart 1941'de oldu. Komandolar iĢgal altındaki Norveç'te, Almanlar
için gliserin üreten bir fabrikayı yok ettiler. Amerikalılar bu kelimeyi,
komanda taktiklerinde olduğu gibi, ani ve Ģok edici askeri eylemleri nitelemek
için sıfat olarak da kullandılar.
haki
Boerlerle çatıĢmaları sırasında Ġngiliz ordusu aktif görev üniformalarının
rengini haki olarak kararlaĢtırdı. Kahverenginin yeĢilimsi tonu için kullanılan
bu sözcük, 1800'lü yıllarda Hindistan'da bulunan Ġngiliz birliklerinin Urdu
dilinden aldığı toz veya toz rengi anlamında bir kelimeydi. Ama Boer SavaĢı
sırasında gönüllü anlamında argo bir laf olarak kullanılıncaya kadar fazla
yaygınlaĢmadı. Kelime sonraları bu anlamını kaybetti ama renk olarak, sadece
Ġngiliz ve Amerikan askerlerinin üniformaları için değil, askeri olmayan
kıyafetler için de kullanılmaya devam ediyor.
konsantrasyon (toplama) kampları
Hem Transvaal, hem de Orange Free Eyaleti Ġngilizlerin iĢgali altındaydı.
Kumandanları F. S. Roberts daha sonra Ġngiltere'ye geri döndü ve son
çarpıĢmaları yardımcısı Horatio Kitche-ner'e bıraktı. Boerlerin güçlü gerilla
direniĢlerini kırmak için Kitchener sistematik olarak Boer topraklarına girip
sadece düĢman askerlerini değil, askerlerin karılarını ve çocuklarını da top-
34

lamaya baĢladı. Tüm esirler derme çatma toplama kamplarına atılıyorlardı.


Terimin ilk kullanılıĢı buradadır. Esirlerin çoğu berbat koĢullar nedeniyle
hastalanarak ölmüĢlerdi.
apartheid
Boerlerin teslim olmasının üzerinden bir yıl geçtikten sonra, 1902'de imzalanan
barıĢ anlaĢması, Ġngiliz Ortak Pazarı (Com-monwealth) dahilinde özerk bir
hükümetin kurulmasını teĢvik ediyordu. 1910'da Güney Afrika Birliği kuruldu ama
Boer SavaĢı'nın mirası olarak Boerler ve Ġngiltere kökenliler arasındaki
gerginlik yirminci yüzyılda da sürdü. Boerler hükümetin kontrolünü bir kez ele
geçirince, beyaz olmayanlara karĢı katı bir ayrımcılık politikası gütmeye
baĢladılar. Bu politikaya dilimize de giren apartheid adı verilmiĢtir. Anlamı
insanları ırk ya da kast temelinde ayırmaktır.
Cristine Ammer'in Fighting Words (SavaĢan Kelimeler) adlı, Ġncil'den günümüze,
yüzyıllar boyu silahlı mücadelelerin dil-bilimsel mirasını inceleyen kitabından.
SÖMÜRGECĠLĠKTEN MĠRAS KALAN DĠĞER KELĠMELER
Ġngiltere Hindistan'ı aldığında, askeri terimler dıĢında kelimeler de
Ġngilizce'ye geçti. Bunlardan Calico, bir tür kumaĢ olup adını Hint Ģehri
Kalküta'dan alır. KaĢmir ise bir tür keçi yününden üretilen kumaĢ türüdür ve
adını Hindistan'ın bir bölgesi olan KeĢmir'den almıĢtır. Bir sosyal kast olan
Parya ise festivallerde alt sosyal sınıftan olanların çaldığı bir davulun
ismidir ve Tamil dilinde bir kelime olan paraiyandan gelir. Baharatlı bir yemek
ya da sosun adı olan körinin kökeni ise hemen hemen aynı anlamdaki Tamil sözcüğü
karidir.
35
HAÇLI SEFERLERĠNE BAYILIRIM
Haçlı Seferleri 1095 ile 1291 arasında yapılmıĢtır. 200 yıl süren bir kutsal
savaĢ. ĠĢte size Birinci Sefer'den bir kesit: 'Halkın Haçlı Seferi' olarak da
bilinen, gayri resmi ve berbat bir giriĢim.
HAÇLI SEFERLERĠNĠ BAġLATAN ADAM
Odo de Largery, yani Papa II. Urban, 1095 Kasımında Fran-sa'daki bir kilise
meclisinde bir konuĢma yaptı. Bu, belki de insanlık tarihindeki en etkili
konuĢmaydı. Ekselanslarına göre Kutsal Toprakları iĢgal eden kafir Türkler
Hıristiyanların kutsal yerlerini kirletiyor ve Hıristiyan hacılarını taciz
ediyorlardı. Papa bu toprakları Hıristiyanlık için tekrar ele geçirmek üzere
savaĢ çağrısında bulundu.
HEY, ARANIZDA HARĠTA GETĠREN VAR MI?
Ortalama Joe, aceleci ve fevri bir tavır aldı. Fransız Ģövalyeleri ve prensleri
daha kuvvetlerini toplayamadan, Fransa'nın tüm kentlerinden gelen köylü
ayaktakımı Kudüs'e doğru tahmini bir yönde yola düzüldü. Kötü silahlanmıĢ ve
savaĢ eğitiminden yoksun bu insanların, ne Türklerle savaĢmak hakkında, ne de
Anadolu'nun coğrafyası hakkında en ufak bir fikirleri vardı. Sadece imanla
kafirleri yeneceklerine inanıyorlardı. Böylece
36
Kutsal Topraklan tekrar almak için ilk sefer olan Halkın Haçlı Seferi baĢladı.
HALKIN TERCĠHĠ
Kadın, erkek ve çocuklardan oluĢan 100 bin kiĢilik bu periĢan ordu Münzevi Peter
(Peter the Hermit) gibi popüler vaizlerin önderliğinde yola koyuldu. Peter,
Gandi tarzında, çıplak ayaklarla yürüyen ve kendine ait hiçbir Ģeyi olmayan ufak
tefek çirkin bir adamdı. AteĢli taraftarları yürürlerken topluca popüler Kutsal
Ayinleri okuyorlardı. Hepsi Ġsa'nın taĢıdığı ağır çarmıhı hatırlatması için tek
omuzlarına X biçimli kumaĢ parçaları kuĢanmıĢlardı.
LANET HAÇLILAR
Ġlk büyük Haçlı çarpıĢması Kutsal Topraklarda değil Macaristan'da, Hıristiyan
dostlarına karĢı oldu. Belli ki bazı Haçlılar tüm Macar mahsul ve mallarına el
koyma hakkını kendilerinde görmüĢlerdi. Böylece daha yeni Aziz Stephen
tarafından Hıris-tiyanlaĢtırılmıĢ olan Macarlarla aralarında savaĢ çıktı. 100
kadar Haçlıya karĢılık 4.000 civarında Macar öldü.
SANA GELĠNCE, PETER...
Bu arada, Peter'in de benzer sorunları vardı. Bizanslı Hıristiyan kardeĢleriyle
aralarındaki savaĢta Peter'in 10 binden fazla adamı öldürülmüĢ ya da tutsak
düĢmüĢtü. Tam bu Haçlı Seferinin pek de iyi bir fikir olmadığını düĢünmeye
baĢlamıĢtı ki iĢler bir süreliğine iyi gitti. Ordusu nihayet 1 Ağustos 1096'da
Kons-tantinopol kapılarına ulaĢtığında Peter da Bizans Ġmparatoruyla barıĢ
yapmayı baĢardı. Ġmparator, Peter'in berbat görünen birliklerine Ģöyle bir
bakmıĢ ve ona Ģövalyeleri ve prensleriyle gerçek ordunun gelmesini beklemesini
söylemiĢti. Peki ya Peter onu dinledi mi?
37

ANADOLU'DA BÜYÜK FELAKET


Peter ordusuna düĢman topraklarında komuta etmesi için bir vekil tayin etti ve
çok akıllıca davranıp kendisi geride bekledi. UçuĢan flamalar ve çalan
trampetlerle Haçlılar, Türklerin elinde gayet iyi durumda olan ve iyi korunan
Ġznik Kalesine yürüdüler. Tesadüf eseri Türkler de aynı gün Hıristiyanlara
saldırmaya karar vermiĢlerdi. Kalelerinden çıktıklarında bir de ne görsünler?
Haçlılar kurbanlık koyun gibi üzerlerine geliyor.
YETER KĠ SON OLSUN
Ġlk Türk saldırısından sonra Hıristiyan ordusu paniğe kapıldı ve canını
kurtarmak için kaçmaya baĢladı. Üç bin Haçlı kaçıp deniz kıyısındaki eski bir
kaleye sığındılar. Türkler onları izleyip saldırdılar ve çoğunu öldürdüler.
Bizans Ġmparatoru filosunun bir kısmını gönderip kalanları kurtarmasa iĢlerini
tamamen bitireceklerdi. Böylece Peter'in taraftarlarından bir kısmı kurtuldu ama
yenilmiĢlerdi. En azından Halkın Haçlı Seferi diye bilinen felaket sona erdi.
968 KIYAMETĠ
1000 yılı yaklaĢtıkça Hıristiyan alemi dünyanın sonunun geldiği korkusuyla
asabileĢti. 968'de Yüce Roma Ġmparatoru I. Ot-to birliklerini Calabria'daki
Sarakenlerin üzerine gönderdiğinde bir güneĢ tutulması oldu ve askerler korku
içinde kendilerini balıklama fıçıların içine ve at arabalarının altına attılar.
Bunun öteki taraftan bir iĢaret olduğuna eminlerdi.
38
DAYANACAK BĠR BACAĞI BĠLE YOKKEN
Meksikalı lider Santa Atına, iktidarı tekrar tekrar elde etme konusunda gelmiĢ
geçmiĢ en baĢarılı kiĢidir. Santa Anna, hayatında iniĢ çıkıĢlardan nasibini
fazlasıyla almıĢtır ama bacağının -ki hikayenin asıl kahramanı odur- ayrı bir
öyküsü vardır.
Antonio Lopez de Santa Anna, on dokuzuncu yüzyılın baĢlarında Meksika devlet
baĢkanıydı. Aslında bir kereden fazla baĢkan olmuĢtu. Daha kesin konuĢmak
gerekirse, 1833 ile 1855 yılları arasında tam 11 kez. Hatta bir süre diktatörlük
bile yaptı. BaĢkan olmadığı zamanlarda ise Meksika'nın en fazla aĢağılanan adamı
oldu.
ALAMO'YU HATIRLAR MISINIZ?
Evet doğru bildiniz, Alamo'ya saldıran ve hiç esir almayan Santa Anna'dan söz
ediyoruz. O zamanlar Teksas bir ABD eyaleti değildi, hala Meksika'nın
parçasıydı. 1836'da, biraz da Santa Anna Meksika anayasasını lağvettiği için
Teksas vatandaĢları bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu yüzden General Santa Anna
oldukça büyük ordusunu Rio Grande ırmağından geçirdi. Eski bir Ġspanyol misyonu
olan Alamo'ya vardığında az sayıdaki
39
Teksas askerinin ĢaĢırtıcı direniĢiyle karĢılaĢtı. General, Ala-mo'yu alınca
karĢısına çıkan herkesi kırıp geçirdi. Dolayısıyla bacağının baĢına gelenleri
hak etmiĢti.
EL PRESIDENTE
Santa Anna ilk kez Meksika baĢkanı seçildiğinde görevi devralması için yapılan
törene katılma zahmetine bile katlanmadı. Hükümeti yönetme görevini yardımcısına
bıraktı. Ama kimse yardımcısının yaptığı reformlardan hoĢnut kalmayınca, Santa
Anna ve bir grup komplocu kendi hükümetine karĢı darbe yaptı. Santa Anna
iktidarı tekrar ele geçirmiĢti. Bu sefer, 1834-1836 yılları arasında Meksika'nın
diktatörüydü.
SĠESTA VAKTĠ
Diktatör olmak Santa Anna'ya müthiĢ bir özgüven kazandırdı, böylece Santa
Jacinto'daki savaĢta, muhafızlarına haber bile vermeden bir siesta yapmaya karar
verir. Bu durum, Teksas kahramanı Sam Houston'un ve "Alamo'yu unutma" diye
çığlıklar atan birliklerinin zaferini oldukça kolaylaĢtırdı. Santa Anna esir
düĢtü ve Washington'a götürülerek BaĢkan Andrew Jackson'in karĢısına çıkarıldı.
Teksas'a bağımsızlığını veren barıĢ anlaĢmasını imzaladı. Ama ülkesine geri
döndüğünde Meksika anlaĢmayı tanımadığını açıkladı. Santa Anna hain ilan edildi
ve gözden düĢtü. Ama sadece bir süreliğine.
FRANSIZ PASTA SAVAġI
Halkının sevgisini geri kazanmak için ilk fırsat 1838'de karĢısına çıktı.
Meksiko Ģehrindeki bir Fransız fırıncı, bazı Meksikalı askerlerin dükkanını
yağmaladığı gerekçesiyle Meksika hükümetine dava açmıĢtı. Bu ufak olay
Meksika'nın Fransız ordusuyla çarpıĢtığı Pasta savaĢına kadar vardı. Askerlere
önderlik edecek bir generale ihtiyaç vardı, bilin bakalım kim seçildi?
40
BACAĞA GELELĠM
Santa Anna, Fransızlara karĢı birliklerine kumanda etmekten fazlasıyla memnundu.
General Vera Cruz'da öyle kötü yaralandı ki, bacağının dizinden aĢağısının
kesilmesi gerekti. Santa Anna reklam yapmak için bu olayı son damlasına kadar
kullandı. Törenler düzenledi, konuĢmalar yaptı, hatta kesilen bacak için
kahramanlar için yapılan türden bir cenaze töreni bile düzenledi. Bacak askeri
törenle gömüldü.
FĠESTA ZAMANI
Mantardan yapılmıĢ, deri kaplı takma bir bacak kullanmaya baĢlayan Santa Anna
tekrar baĢkan oldu. Ama 1842'den itibaren, çoğu kendi onuruna, öyle çok parti
verdi ve kendi özel ordusunu donatmak için öyle çok para harcadı ki, Meksika
hazinesini son pesosuna kadar tüketti. Birliklerinin paralarını ödeyemez hale
düĢtü, onlar da Santa Anna'ya karĢı ayaklandılar. El Presidente yok oldu, hatta
o kadar iyi saklandı ki Meksika halkı onu bulamadı.
SALDIRIN BACAĞA
Meksikalılar hırslarını Santa Anna'dan alamayınca gömüldüğü yeri kazıp bacağı
çıkarttılar, etrafta atıp tuttular ve sonunda paramparça edip parçalarını dört
bir yana savurdular.
BU SEFER DE PAÇAYI KURTARIR!
Meksika hükümeti Santa Anna'yı birkaç yıl sonra yakaladığında, hala onu Küba'ya
sürgün edecek kadar kızgınlardı. 1846'da Meksika-Amerika savaĢı patlak
verdiğinde Santa Anna iktidara gelmek için yeni bir fırsat doğduğunu sezdi. ABD
baĢkanı James Polk'a daha fazla kan dökülmeden her Ģeyi düzelteceğine söz veren
bir mektup yazdı. Polk buna bayıldı. Santa Anna Meksika'ya varır varmaz sözünden
döndü. General tekrar iĢ baĢındaydı.
41
ÖN SAFLARDA
SavaĢ devam ediyordu. YüzbaĢı Robert E. Lee (evet, Ġç SavaĢta güney ordularının
baĢındaki aynı Robert E. Lee) öncülüğündeki ABD federal güçleri Santa Fe'ye
yaklaĢıyordu. Onlar Meksika savunmasına ön cepheden saldırırken, Illinois'den
gelen bir gönüllü birliği de arkalarından saldırmak için etraflarından
dolanıyordu.
SANTA ANNA BACAĞINI TEKRAR KAYBEDĠYOR
Bu arada Santa Anna eski alıĢkanlıklarına geri dönmüĢtü. II-linois'li gönüllüler
gelip ormandan yaylım ateĢine baĢladığında, takma bacağını çıkarmıĢ, fırında
kızarmıĢ tavuk yemenin tadını çıkarıyordu. Bir Meksika süvarisi generali çekip
aldı ve güvenli bir yere taĢıdı. Ama o telaĢ içinde Santa Anna mantar bacağını
yine kaybetmiĢti. Illinois'li gönüllüler tavuğu yiyip takma bacağı da evlerine
hatıra olarak götürdüler.
ARDIMDA BIRAKTIĞIM BACAK
Amerikan birlikleri Santa Anna'nın bacağı hakkında bir Ģarkı da yaptılar.
(Sözleri Kansas Üniversitesi kütüphanesindeki belgeler arasında bulunabilir.)
ġarkının sözleri "The Girl I Left Behind Me" (Ardımda bıraktığım kız) Ģarkısının
ezgisine uydurulmuĢtu. ĠĢte birkaç mısrası:
Vurulduğumdan beri biraz köksüz kaldım
Cerro Gordo savaĢında
Ardımda General Scott'a ödemek üzre
Bıraktım yemeğimi ve verdim bacağımı.
Dönüp bakmaya cesaretim yok
Yanki düĢmanlarım gelip de bulur beni diye,
Yüzlerinde alaycı bir gülümsemeyle
Ardımda bıraktığım bacağım.
42
General Taylor kokudan takip etmeli izimi, Ya da General Scott yok etmeli
kıĢlamı. Ben memnun olurum yine de Gitsem bile okyanuslar ötesine. Ama kısmetim
var yine, Terk etmez beni kader Görürüm diye bir müzede, Bıraktım bacağımı
geride.
SANTA ANNA'NIN SONU
Santa Anna Meksika'yı yönetme Ģansını bir kez daha yakaladı, bu kez askeri bir
diktatör olarak. Ama Amerikan hükümetine 48 bin kilometre karelik bir araziyi,
Ģu anda Güney Arizona ve New Meksiko'nun bir parçasını satmasından sonra bir
grup öfkeli Meksikalı politikacı onu koltuğundan indirip tekrar sürgüne
gönderdi. Meksika'ya dönmek için uğraĢıp durduysa da ancak 1874'de çok yaĢlı ve
tehlikesiz olduğuna karar verildiğinde geri gelmesine izin verildi. Hemen ulusa
vermiĢ olduğu hizmetlerden dolayı kendisine maaĢ bağlanması talebinde bulundu
ancak talebi reddedildi. Ve Santa Anna 84 yaĢında fakir, yarı kör ve hala tek
bacaklı olarak öldü.
SANTA ANNA'NIN BACAĞI NEREDE?
Belli ki tahta bacak pek kıymete binmiĢti. ÇeĢitli tarihlerde, Meksika hükümeti,
Santa Anna'nın kendisi ve Teksas Eyaleti onu Illinois'den almaya çalıĢtı.
1942'de bacak ABD'de politik bir sorun haline geldi. Chicago'lu Demokratlar
bacağı Meksika'ya geri vermenin bir jest olacağını iddia ettiler.
Cumhuriyetçiler bunu reddettiler. Bu ünlü bacağı -eğer isterseniz tabii- bugün
Illinois Eyaleti Askeri Müzesinin, Camp Lincoln, Springfi-eld'deki
koleksiyonunda görebilirsiniz.
43
CENNETE ÇIKAN MERDĠVEN
Santa Anna biraz Ģanssızdı ama sizin öyle olmanız gerekmez. Merdiven altından
geçmekle ilgili gerçekleri öğrenin. Merdivenler eski Mısırlılar zamanından beri
ruhların cennete çıkmasına yardımcı olmak için kullanılırdı. Ortaçağda merdiven
altından geçmek Ģanssızlık olarak kabul edilirdi çünkü bir duvara dayanmıĢ olan
bir merdiven üçgen oluĢtururdu. Bu da, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlüsünü
sembolize ettiğinden, içinden birisi geçince onu bozmuĢ oluyordu. Ama
merdivenlerden uzak durmak için önemli bir neden daha vardı. Darağacı icat
edilene kadar mahkumlar merdivenlerin tepesinden aĢağı sallandırılırdı ve
onların öfkeli ruhları hala etrafta dolanıyor olabilirdi. Meraklanmayın.
Merdiven altından geçince uğursuzluk geleceğine inanıyorsanız bunun çok eski bir
çaresi var. Basamaklara üç kez tükürün. Büyük ihtimalle Ģeytani ruhlar bundan
iğrenecek ve sizi rahat bırakacaklardır.
44
ANTĠK DÜNYANIN YEDĠ HARĠKASI
Eski dünyanın harikalarının nesi harika diye merak ediyorduk, bu yüzden biraz
araĢtırma yaptık. Ġste yapılıĢ sıralarına göre harikalar.
1. BÜYÜK GĠZA PĠRAMĠDĠ
Nerede: Mısır'da Kahire büyük Ģehir alanı içinde.
Kim inĢa ettirdi ve neden: Firavun Khufu kendi mezarı olarak yaptırdı.
Ne zaman: MÖ 2500 civarlarında.
Ayrıntılar: Yedi harikanın en eski ve hala ayakta olanıdır. Piramidin dört
yüzünden her biri güney, kuzey, doğu ve batıya dönüktür. Tabanı 53 bin altı yüz
metrekareyi kapsar. Büyük Piramit, 1889'da, aslında uzun ve sıska bir piramit
olan Eyfel Kulesi inĢa edilene kadar, 4.000 yıldan fazla bir süre dünyanın en
yüksek yapısı olmuĢtur.
Geriye ne kaldı: Orijinali 146,6 metreydi. Zaman ve doğa, piramidi 137,1 metreye
kadar kısalttı. Hala dünyada en fazla turist çeken yerlerden biridir.
2. BABĠL'ĠN ASMA BAHÇELERĠ
Nerede: Eski Babil'de, günümüzde Irak'ın Bağdat kentinde.
Kim inĢa ettirdi ve neden: Babil çok düz bir yerdi, Kral Na-bukadnezar onu kendi
ülkesinin dağlarını özleyen karısı Amyi-tis için inĢa ettirdi.
45
Ne zaman: MÖ 600 civarlarında.
Ayrıntılar: Kat kat yükselen, ağaçlar, çiçekler, çeĢmeler ve Ģelalelerle
donatılmıĢ bir bahçe tahayyül edin. Tahminlere göre 30'a 45 metrekarelik bir
alanı kaplıyordu. ġimdi tüm bunların, 23 metre yüksekliğinde sütunlarla
desteklendiğini düĢünün. Bahçeyi sulamak için yakındaki Fırat nehrinden su
taĢıyan köleler yirmi dört saat çalıĢırlarmıĢ.
Ne oldu: Bahçenin varlığına dair somut bir kanıt yok, eğer gerçek idiyse,
zamanın etkisiyle yok olmuĢ olmalı.
Geriye ne kaldı: Neredeyse hiçbir Ģey ama durun; arkeologlar hala kazıyorlar.
3. EFES'TEKĠ ARTEMĠS TAPINAĞI
Nerede: Türkiye'de Selçuk yakınlarındaki antik Efes kentinde.
Kim inĢa ettirdi ve neden: "Karun kadar zengin" sözünü borçlu olduğumuz Kral
Karun, Yunan av ve vahĢi doğa tanrıçası Artemis'in tapınağının inĢası için en
fazla katkıyı yapan kiĢidir.
Ne zaman: MÖ 550 civarlarında.
Ayrıntılar: Çatısı hariç tüm tapınak tamamen mermerden yapılmıĢtır. Yazarlar;
altın sütunları, duvarlarındaki muhteĢem freskleri ve en önemlisi de Artemis'in
en sadık takipçileri olan kadın savaĢçıların, Amazonların dört bronz heykeliyle
dünyanın en güzel yapısı olduğundan söz ediyorlar. Ziyaretçilerin tanrıçaya
hediyeler sunması beklenen tapınak, turistlerin akın ettiği bir yer. Tapınağın
dıĢındaki hediyelik eĢya tezgahlarında tanrıçanın ufak heykelcikleri satılır.
Formlarından birinde Artemis ay tan-rıçasıdır. Babası Zeus ve erkek kardeĢi
güneĢ tanrısı Helios'un da onuruna yapılmıĢ harikalar mevcuttur.
Ne oldu: Hıristiyanlık öncesi dönemde MÖ 356'da, dikkat çekmeye çalıĢan birinin
çıkardığı yangın tapınağı yok etti. Tek-
46
rar inĢa edildi ama iĢgalci Gotlar tarafından yakıldı. Geriye kalanları ise ilk
Hıristiyanlar yıktı.
Geriye ne kaldı: Kazılar, temeli ve bir sütunu ortaya çıkarttı. Kazılarda
çıkarılan diğer sütunları Londra'daki British Muse-um'da görebilirsiniz.
4. ZEUS HEYKELĠ
Nerede: Yunanistan'da Antik Olimpiyat oyunlarının yapıldığı Olimpia'da.
Kim inĢa ettirdi ve neden: Antik Olimpiyat oyunlarına gelen ziyaretçileri
etkilemek isteyen Yunanlılar, daha önce varolan mütevazı Zeus tapmağını,
Yunanistan'ın en güçlü Tanrısının devasa bir heykelinin olduğu bir mekana
çevirdiler.
Ne zaman: MÖ 450 civarlarında.
Ayrıntılar: Bir tahtta oturan Zeus'un 12 metre yüksekliğindeki heykeli, tapınağı
bir oyun evine çevirdi. Zeus'un baĢı neredeyse tavana değecek gibiydi. Böylece
sanki ayağa kalksa tavanı delip göğe eriĢecekmiĢ havası verilmiĢti. Bedeni
fildiĢinden-di, sakallan, cüppesi ve sandalları altından yapılmıĢtı. Tahtı da
altından yapılmıĢ ve üzerine değerli taĢlar kakılmıĢtı.
Ne oldu: MS 462'de yandı.
Geriye ne kaldı: Heykelden geriye hiçbir Ģey kalmadı. Tapınak ise tatilinizde
gezebileceğiniz en pitoresk kalıntılardan biridir.
5. HALĠKARNAS'DAKĠ MOZOLE
Nerede: Türkiye'nin güneybatısında.
Kim inĢa ettirdi ve neden: Kraliçe Artemisia kocası Kral Ma-usolus'un onuruna
yaptırdı.
Ne zaman: MÖ 353 civarlarında.
Ayrıntılar: Artemisia'nın sadece kocası olmakla kalmayıp aynı zamanda erkek
kardeĢi de olması dıĢında Kral Mausulus'un
47
tek ilginç yanı ölümüdür; yer üstündeki büyük mezarlar için kullanılan mozole
onun adından gelmektedir.
Geriye ne kaldı: Temellerinin bir kısmı. Bir kez daha British Museum mezardan
çalınan heykellerde önde gidiyor.
6. RODOS HEYKELĠ
Nerede: Ege denizindeki Yunan adası Rodos'un limanına tepeden bakar.
Kim inĢa ettirdi ve neden: Rodos halkı onu güneĢ tanrısı He-lios'un Ģerefine
askeri bir zaferi kutlamak için yaptırdı.
Ne zaman: MÖ 282'de.
Ayrıntılar: Abide, Artemis'in erkek kardeĢi Helios'un muazzam büyüklükte bir
heykelidir. Kimse neye benzediğini bilmiyor ama rekonstrüksüyonu yapan
sanatçılar onu çıplak veya çok az giyimli olarak betimlemiĢlerdir. Ayak
parmaklarından güneĢ biçimindeki tacına kadar yüksekliği 36 metre kadardı.
Fransız heykeltıraĢ Frederic Bartholdi Amerika'nın Özgürlük Heykeli, Yeni
Colossus'u tasarlarken ondan esinlenerek tacını aynı Ģekilde yapmıĢtır.
Ne oldu: MÖ 262 yılında bir deprem oldu ve heykel zayıf noktası olan dizlerinden
kırılarak yıkıldı.
Geriye ne kaldı: Hiçbir Ģey.
7. ĠSKENDERĠYE FENERĠ
Nerede: Mısır'da Ġskenderiye Limanında, antik Faros adasında.
Kim inĢa ettirdi ve neden: ĠĢte bir iĢleve sahip olan tek harika. Limana gelen
gemilere rehberlik etmek için tasarlandı ve Kral II. Ptolemaios döneminde
tamamlandı.
Ne zaman: MÖ 270 civarında.
Ayrıntılar: Bu öyle, ahĢaptan ufak tefek bir fener değildi. Burada muhteĢem bir
Ģeyden söz ediyoruz: Mermer kaplı, 120 met-
48
reye yakın yükseklikteki (40 katlı bir gökdelen) fener öylesine ünlüdür ki,
Romalılar MS ikinci yüzyılda Ġskenderiye'de bastıkları paraların üstüne resmini
koymuĢlardır. Gün boyunca dev bir ayna güneĢi yansıtırdı; geceleri ise aynı iĢi
tepede yanan ateĢ görürdü. Bol turist çekiyor olmalı ki, ilk katta yiyecek
satılıyordu ve üstte manzarayı izlemek isteyenler için bir balkonu vardı. Fener
olarak 1500 yıl kadar iĢ gördükten sonra yok olan altı harikanın sonuncusu oldu.
Ne oldu: Yine bir deprem. Bu kez on dördüncü yüzyılda.
Geriye ne kaldı: Derin su dalgıçları 1996'da kalıntıları bulmuĢ olabilirler.
Tekrar turistik bir cazibe merkezine çevirme planlan var ama ziyaretçilerin en
iyi parçaları görebilmesi için Ģnorkel takması gerekebilir.
VE ġĠMDĠ DE KAZANANLAR
Bu harikaları yaratan insanlardan o kadar etkilendik ki, biz de Tabiat Ana ve
Zaman Baba'nın ev sahipliği yaptığı bir ödül töreni yapmaya karar verdik. ĠĢte
alkıĢlarınızla kazananlar:
En iyi inĢaatçılar: Mısırlılar.
En Ģatafatlı Ģekilde Tanrılarına tapınanlar: Yunanlılar. En Romantikler: B
abuliler.
BaĢkalarının kalıntılarını toplayan en uzak görüĢlü koleksiyoncular: Ġngilizler.
Antik tarzı en iyi kopya edenler: Fransızlar.
BAġKA HARĠKALAR
The UN World Heritage (BirleĢmiĢ Milletler Dünya Mirası), dünyanın doğal
harikalarından oluĢturduğu bir listede Ģunlara yer vermiĢtir: Venezuela'daki
Angel ġelalesi; Nova Scotia'daki
49
^p
Fundy Koyu; Arizona'daki Büyük Kanyon; Avustralya'daki Büyük Bariyer Resifleri;
Nepal'deki Everest Tepesi; Brezilya/Arjantin'deki Iguassu ġelalesi,
Endonezya'daki Krakatoa Adası; Japonya'daki Fuji Dağı; Tanzania'daki Klimanjaro
Dağı; Ontario ve New York'daki Niagara ġelalesi; Meksika'daki Pa-ricutin
Yanardağı ve Zambia/Zimbabwe'deki Victoria ġelaleleri. Evet tam 12 tane! Tabiat
ananın ihtiĢamı karĢısında kimse yedi sayısında ısrar edemez.
50
MIRIL MIRIL
Ġnsanlar okumaya ilk baĢladıklarında çoğu, yüksek sesle telaffuz etmedikçe
kelimeleri anlayamazlardı. Bunun ne kadar kısa zaman önce değiĢtiğini bilseniz
ĢaĢardınız.
Ġnsanlık tarihinin büyük kısmı boyunca, bilinen her Ģeyi nesilden nesile hikaye
anlatıcılar aktarmıĢtır. Uyak ve ritim hatırlamayı kolaylaĢtırır, bu yüzden
hikayeler çoğunlukla Ģiir ya da Ģarkı halinde okunurdu.
HĠKAYE VAKTĠ
ġarkı söyleyen hikaye anlatıcıları Ortaçağ boyunca bilginin koruyucularıydılar.
On üçüncü yüzyılda Ġrlanda'da onlara Bard adı verilirdi. En iyileri sarayda
kralın yanında otururdu. Ülkeyi baĢtan baĢa dolaĢıp Ģarkı söyleyerek hikayeler
anlatan ozanlar da vardı. Ve tabii günlük haberler de bu Ģekilde iletilirdi.
Bu yüzden insanlar okumaya baĢladıklarında, bunu hikaye anlatımında olduğu gibi
yüksek sesle ve birbirlerine dönerek yapmaları ĢaĢırtıcı değil. Okuyanlar
kelimeleri görmenin yanı sıra duymak ihtiyacındaydılar. On beĢinci yüzyıla kadar
insanlar sessiz okumaya geçemediler.
AYIP KĠTAPLAR
Bir kez sessiz okumaya baĢlayınca da artık kimse ne okudu-
51
ğunu ve ne düĢündüğünü baĢkalarına belli etmek zorunda değildi. Sessiz okuma
kiĢisel düĢüncelere yer açtı. Bu da, dinsel olmayan ve erotik hikayeler de
dahil, farklı türde kitaplara talep
yarattı.
On altıncı yüzyılda baskı makineleri ortaya çıkıncaya kadar
birçok insanın elyazması kitaplardan oluĢan kütüphaneleri vardı. Giderek daha
çok insan -muhtemelen sizin Ģu anda yaptığınız gibi- özel bir köĢeye çekilip
okumanın keyfini çıkarmaya baĢladı.

52
DĠJĠTAL TARĠH
Kim demiĢ tarihi değiĢtiremezsiniz diye? Tarihi temaları olan video oyunlarından
en sevdiğimiz bazıları.
Tahmin edeceğiniz gibi, video oyunları tarih öğrenmenin en iyi yolu sayılmaz.
Güçlü tarihsel temaları olanlar bile, oyuncuları sonuçlan değiĢtirmeye
yöneltirler. Böylece bir Ġç SavaĢ si-mülasyonunda Konfederasyoncular olarak yer
alan akıllı bir oyuncu, Gettysburg SavaĢını kazanabilir. Bunun gibi tarihi dekor
olarak kullanan ya da bir dönemi doğru canlandırmak için tarihsel verileri
kullanan birçok ilginç oyun var. PC'ye uygun yapılmıĢ, en iyilerinden beĢ oyunu
aĢağıda veriyoruz.
AGE OF EMPIRE II: AGE OF KINGS
Yardım edin! Roma düĢtü ve kalkamıyor! Avrupa kıtasında Feodalizm Çağı böyle
baĢlar ve oyuncular tüm toprakları ele geçirip yönetmek için, Türklerden
Vikingler'e kadar 13 farklı medeniyetten birini seçerler. Oyun tüm bu ortaya
çıkan medeniyetlerin güçleriyle tutarlı keĢifler ve kültürel avantajlar içerir
ve oyuncunun oyunda ilerleyebilmesi için tarihsel dersleri kullanır. Örneğin
oyunun eğitim kısımda Cesuryürek William Wallace'ın savaĢlarını tekrar yaratan
bir oyuncu bulunmaktadır. Bu da yetmezmiĢ gibi, oyunda geçen her medeniyetin
gerçek ve doğru tarihsel bilgileri de verilmektedir.
53
RAILROAD TYCOON II
ġapkanızın tozunu silkeleyip kaytan bıyıklarınızı mumlayın, Ģimdi bir demiryolu
baronunu oynayacaksınız. Oyuncular yedi kıtadan birinde, tarihsel gerçeklere
dayanarak yaratılmıĢ rakiplerini yola getirerek demiryolu yapmak ve onları
yönetmek zorundalar. Ama iĢ sadece trenleri çuf-çuf sesleriyle yürütmekten
ibaret değil, oyuncular rakiplerini yenmek için borsa oyunlarında da baĢarılı
olmalılar. Oyuncular yol döĢer, demiryollarını idare eder, savaĢ ve hastalık
gibi 'gerçek hayat' sorunlarıyla uğraĢır ve bir istasyonda bekleme süresi içinde
dünyayı ele geçirmeye çalıĢırlar.
ROWAN'S BATTLE OF BRITAIN
Ġkinci Dünya SavaĢı'nın baĢlangıcında Nazilerin Ġngilizleri bir yumrukta teslim
almasına birinin engel olması lazım ve bu kiĢi de sizsiniz. Oyunda, oyuncular
RAF güçlerinin Almanlara karĢı mücadelesine kumanda ediyor (ya da eğer
Luftvvaffeler'e karĢı zaafınız varsa diğer tarafta oluyorsunuz) ama asıl
aksiyon, uçuĢ simülasyonu modunda. Bu mod bir Supermarine Spitfire veya
Messerschmidt Me-109'ı ateĢ altında uçurmayı oldukça gerçekçi biçimde
canlandırıyor (ilk çıkıĢınızda bir as olmayı beklemeyin yine de). Havada sizinle
aynı zamanda kapıĢan düzinelerce baĢka uçak göreceksiniz. Bunlar size gerçek
hayatta bu savaĢların nasıl yapıldığı konusunda bir fikir verecektir.
SHOGUN: TOTAL WAR
Tarihsel video oyunlarının bir eksiği varsa o da hepsinin Batı yankürede geçen,
Avrupa ya da Amerika tarihindeki olayları canlandırmasıdır. Shogun bu açığı
kapatıyor. Oyun Japon tarih ve kültürüne dayanıyor. Shogun birlikleri ve
manevraları on altıncı yüzyıl gerçek Japon birliklerinden örnek alınarak
yaratılmıĢ ve hikayenin örgüsü bazı tarihsel dönemleri, örneğin Budist
54
Shogunların Hıristiyan Shogunlarla savaĢını tekrar canlandırıyor. Eğer Japon
tarihi bilgileriniz Godzilla filmlerinden geliyorsa oyunun on altıncı yüzyıl
Japon tarihi konusunda iyi bir temel kitapçık gibi bilgilendirici olduğunu da
söylemeliyiz.
SID MEIER'ĠN GETTYSBURG'U!
Tarihsel oyun türünün en iyilerinden biri. Oyunun yaratıcısı, Civilization
serisinden dolayı tarihsel oyun meraklıları için zaten bir efsane olan Meier,
Amerikan Ġç SavaĢı'ndaki çok önemli muharebeleri titizlikle yeniden
canlandırmıĢ. Oyuncular bir tepeyi almak ve ellerinde tutmak için iki taraftan
birini seçebiliyorlar. Eğer Konfederasyoncular tarafını seçerseniz, aslında
hikaye zincirinde yeni ekler ve kurgular açılıyor sizin için. Yetmedi mi?
Antietam SavaĢı'nın sonucu değiĢiyor.
"Ġnsan, oynayan hayvandır. Her zaman bir Ģeyde ya da diğerinde daha iyi olmaya
çalıĢmak zorundadır."
Charles Lamb
55
simyayla daha iyi bir hayat
Simyanın tarihi; muazzam, bitmek bilmeyen, sonsuz, toptan ve eksiksiz bir
baĢarısızlıktır.
Ġki bin yıldır (en azından!) simyacılar bütün güçleriyle iki hedefe ulaĢmaya
çalıĢmaktadır: Temel madenleri altına dönüĢtürmek ve içene ölümsüzlük sağlayacak
olan YaĢam Ġksirini keĢfetmek. Tüm bu zaman boyunca hiçbir simyacı, kurĢunu veya
herhangi baĢka bir metali altına çeviremedi. Ve çeĢitli iksirleri içmiĢ olan
herkes öldü. Hatta önemli bir kısmının ölümü bizzat iksirden oldu. Toplamda,
bugün çok az insanın takdir edebileceği çapta olağanüstü bir baĢarısızlık
tarihidir bu.
ÖNERMELER, ÖNERMELER...
Nasıl olur da bu kadar insan, bu kadar sık ve bu kadar uzun süre baĢarısız olur?
Nedenler çok çeĢitli ama yine de Ģöyle özetlenebilir; simyacıların -hepsinin-
evrenin gerçekten nasıl iĢlediği konusunda en ufak bir fikri bile yoktu.
Sebatkar deneyciler ve ateĢli araĢtırmacılar (hatta zaman zaman dolandırıcılar)
olmalarına rağmen, simyacılar her zaman yanlıĢ önermelerden yola çıkmıĢlardır.
Bilimde ve simyada (ki ikisi ayrı Ģeylerdir) yanlıĢ önermeler sizi yanlıĢ
sonuçlara götürür.
ĠġTE BÖYLE YAPILIR?
Örneğin, Ģu altın yapma konseptini ele alalım. Simyacıların
56
haksız olmadığı bir nokta vardı: BaĢka elementlerden altın yapabilirsiniz.
Bakın, nasıl? Evrende dolanan hidrojen bulutundan büyük miktarda alırsınız. Onu
dev bir yıldıza çökertirsiniz. Bırakırsınız yıldız doğal hayatını sürsün, bu
arada çekirdeğindeki termonükleer füzyon sürecinde hidrojen helyuma, helyum
karbona, sonra oksijene, silikona, demire dönüĢür. Kısa zamanda (nispeten tabii)
yıldız tamamen çökecek ve bir süpernova olarak nihai patlayıĢında milyonlarca
ton altın ve diğer ağır elementi püskürtecektir. ĠĢte bu kadar, hidrojenden
altın elde ettiniz. Gerçekten, bundan daha basit olamaz.
NE BĠLĠYORLARDI?
Ne yazık ki simyacılarımızın yıldız çekirdeği bulma imkanları yoktu. Gerçi
olsaydı da ne yapacaklarını bilemezlerdi ya, neyse. Simyacılar atom teorisi,
periyodik tablo ve uzay fiziği konusunda korkunç derecede cahillerdi. (Bu
tamamen onların hatası değildi, aslında en azından on sekizinci ve on dokuzuncu
yüzyıllara kadar kimsenin bu konularda bilgisi yoktu.)
ONLAR BĠR ROCK GRUBU DEĞĠLLER MĠYDĠ?
Metaller ve maden cevherleri konusunda metalurjistlerin ve diğer metal
iĢçilerinin deneyimlerinden edinilmiĢ bazı pratik bilgilere ve evrendeki her
Ģeyin dört elementten -ateĢ, su, hava ve toprak- oluĢtuğu inanıĢına sahiplerdi.
Eğer biri her Ģeyin bu dört unsurdan oluĢtuğunu varsayıyorsa, bir metali
diğerine çevirmenin sadece oranları değiĢtirmekle mümkün olacağına ina-nabilir-
genellikle asidik çözücülerin ve alaĢımların kullanımıyla. Çok mantıklı
görünüyor, eğer her Ģey bu dört elementten oluĢuyorsa tabii. Ama böyle bir Ģey
yok.
AY YEDĠNCĠ EVĠNDEYKEN
Madde hakkındaki bu yanlıĢ kavrayıĢın üstüne, bilinen yedi
57
elementin; altın, gümüĢ, bakır, demir, kalay, kurĢun ve cıvanın göklerdeki yedi
büyük gezegenle; GüneĢ, Ay, Venüs, Jüpiter, Satürn, Mars ve Merkür ile iliĢkili
olduğu inancı durumu daha da zorlaĢtırdı. Astroloji iĢin içine girince Simya
pratik bir uğraĢ olmanın ötesinde mistik bir sanat haline de geldi. Simya antik
Yunanlılarda, Çinlilerde ve Hintlilerde sanat olarak kabul edilirdi. Simya
sözcüğü ortaçağa kadar bilinmezdi. Simyacılara kılavuzluk eden ilkeler bunlar
olunca, simyacıların neden altın yapmayı baĢaramadıklarını anlamak zor olmasa
gerek.
BOLOS NE DEMĠġTĠ
Bütün bunlar Simyacıların iyi bir Ģov yapmadıkları ve altın yaptıklarını iddia
etmedikleri anlamına gelmiyor. MÖ üçüncü yüzyılda Democritus adıyla yazan
Mende'li Bolos, (atomların varlığına inanan gerçek Democritus'la karıĢtırmayın)
Physica et Mystica adlı tezinde, altın yaptığını iddia etti. Maalesef
meraklıları için baĢka metalleri altına çevirme talimatları, astrolojik
gevezeliklerle dolu ve çıldırtıcı derecede muğlaktı.
PARA HER ġEY DEĞĠLDĠR
Daha da sonraları, bir on dördüncü yüzyıl simyacısı olan Raymond Lully'nin
Ġngiltere Kralı II. Edvvard için altın yaptığı rivayet edildi. Tabii bunu
kanıtlamak olanaksız, ayrıca gerçek olsa bile Edward'a pek bir yararı olmuĢa
benzemiyor. Edward karısı tarafından tahttan indirildi ve bir kazığa geçirilerek
öldürüldü.
EN ĠYĠ ZEKALARDAN BAZILARI
Simyayla ilgilenen herkes düpedüz dolandırıcı değildi: Ġngiliz filozof Roger
Bacon, Hollandalı Astronom Tyco Brahe ve Isaac Newton simyayla da ilgilenmiĢ
gerçek bilim adamlarının örnekleridir. Diğer baĢarılan ne olursa olsun, simyacı
olarak boĢa kürek çekip durdular.
58
ALTIN HASTALIĞI
Simya ile altın üretme merakı bir Batı saplantısıydı. Yunanlılarla baĢlayıp,
Araplar ve Müslümanlarla sürdü ve on ikinci yüzyılda Avrupa'da tekrar ortaya
çıktı. Çin ise kendi simya geleneğini oluĢturdu. Çinlilerin üstünde durduğu konu
baĢka metalleri altına dönüĢtürmekten çok, ölümsüzlük veren YaĢam Ġksirini
keĢfetmekti.
YA ġĠMDĠ YA DA HĠÇBĠR ZAMAN
Neden? Olası açıklamalardan biri, Batı dinlerinde ölümden sonraki hayat uzun
uzadıya ve hatta bazen sadistçe detaylarla tasvir edilmiĢken, Budizm öncesi Çin
teolojik düĢüncesinin, ölümden sonrasına iliĢkin sorulan cevapsız bırakmıĢ
olmasıdır. Çinliler bahislerini bu dünyada hayatta kalmaya yatırdılar.
Avrupalıların ölümsüzlükle pek ilgilenmemelerinin nedeni, Ortaçağ Avrupası'nın
dayanılmaz bir lağım çukuru olması da olabilir.
KĠMSE SONSUZA KADAR YAġAMAZ
Ölümsüzlüğe olan merakın nedeni ne olursa olsun, Çinli simyacılar YaĢam Ġksiri
geliĢtirmek konusunda, Avrupalı simyacıların altın üretmekte olduğu kadar
baĢarısızdılar. Aslında, Çinli simyacıların Ģüpheli iksirleriyle çok sayıda
önemli Çin vatandaĢının ölümüne neden olduklarına dair bol kanıt mevcut. Hatta
Ġngiliz tarihçi Joseph Needham muhtemelen simyacıları tarafından zehirlendikleri
için ölen Çin imparatorlarının bir listesini derlemiĢtir. Çin imparatorlan
zamanla akıllandılar ve Çin simyası da yok olup gitti.
KĠMYA SAYESĠNDE DAHA ĠYĠ YAġAM KOġULLARI
Batı simyası da on sekizinci yüzyıla kadar unutuldu. GeliĢen kimya bilimi,
simyacı düĢüncenin altın saplantısını ve mistik
59
görüĢlerini eleyip bazı pratik görüĢlerini devralarak dünyanın gerçek kimyasal
yapısını çözmeye baĢladı. Simyadan geriye kalanlar Hermetizm adı verilen yarı
dini bir disiplin içinde eridi. (Hermetizm adını, kimya bilgisi atfedilen
Trismegistus adlı Yunan tanrısından alır.)
JUNG'UN DÜġÜNCESĠ
Simyadan son bahseden Cari Jung'dan baĢkası değildi. Jung 1920'lerde, simya
literatürünün, özellikle de mistik yanının "kolektif bilinçsizliğin" bir
manifestosu olduğunu ilan etti. Sen nasıl istersen Cari.
AHMAKLIK VE ÖTESĠ
Bu zamana kadar, ne altın üretmenin, ne de ölümsüzlüğün pratik bir yolu bulunmuĢ
durumda. Bunun birazcık da olsa simyacıları rahatlatabileceğim tahmin
edebilirsiniz. Evet, yanlıĢ ağaca havlayıp durdular, muazzam bir baĢarısızlık.
Ama biz, evrenin nasıl iĢlediğine dair bütün bildiklerimizle, daha iyisini
yapmıĢ değiliz.
ROMA YANARKEN NERON'UN LĠR ÇALDIĞI DOĞRU MU?
Efsaneye göre iktidar manyağı Ġmparator MS 64'te Roma'yı yakar ve Ģehir alevler
içindeyken Ģehrin ortasındaki bir kulede oturup huzur içinde lir çalar. Oysa
tarih bundan oldukça farklı bir hikayeden söz ediyor. Birinci yüzyıl tarihçisi
Tacitus'a göre, yangın baĢladığında Neron 80 kilometre ötede Antium'daki
villasın-daydı. Haberi aldığında lirine uzanmak yerine Roma'ya koĢup umutsuzca
yangını kontrol altına almaya çalıĢtı. Hatta yangına kızdığı için, günah keçisi
olarak seçtiği Hıristiyanlara zulmetti.
60
YAP ATIġINI
Amerikan ordusu yemeklerini lezzetli kılmak için bir Ģeyler yapmak zorundaydı.
Vden 14'e kadar sıralanmıĢ yiyecek ve içecekleri Ġkinci Dünya SavaĢı
askerlerinin onlar için uydurduğu a'dan n'ye sıralanmıĢ argo terimleriyle eĢle
sürebilir misiniz? Cevaplar aĢağıda.
1. Fasulye
2. Ekmek
3. Konserve süt
4. Kahve
5. Kraker
6. Kuru üzüm
7. KızarmıĢ patates ve et
8. Ketçap
9. Akçaağaç pekmezi
10. Rulo köfte
11. Krep
12. Süt tozu
13. Tuz ve karabiber
14. Çorba
a. Cephanelik
61
b. Zırhlı inek
c. TebeĢir
d. Köpek bisküvisi
e. Silah sıkısı
f. Sıcak su
g. Makine yağı
h. Esrarengiz tabak
i. Pil asidi
j. KokmuĢ biftek
k. Kauçuk topak
1. Kum ve pislik
m. ġarapnel
n. Transfüzyon
Cevaplar: 1-a; 2-e; 3-b; 4-i; 5-d; 6-m; 7-h; 8-n; 9-g; 10-j; 11-k; 12-c; 13-1;
14-f.
TITANIC'ĠN REKLAMI BATMAZ DĠYE YAPILMIġTI
Ġlk seferinde batan geminin batmaz diye reklam edildiği hikayesi pek doğru
değildir. White Star Line, Titanic ya da kardeĢ gemisi Olympia hakkında hiçbir
zaman batmaz diye reklam yapmadı. Aksine, promosyonları iki geminin "dünyadaki
en büyük ve en iyi gemiler" olduklarına odaklanmıĢtı. Geminin bat-mazlığına dair
sözüm ona reklamı ise bir gazeteci Titanic battıktan sonra icat etti. Ġroni,
söylentinin yayılmasına neden oldu.
62
DÜNYANIN EN BÜYÜK ASPARAGASLARI, ARTI BĠR
Asparagasları severim o yüzden sizi aldatmak için bir tane de ben uydurdum.
AĢağıdaki dört hikaye de gerçek birer asparagastır, yani gerçekten yaĢanmıĢtır.
Sadece biri gerçek değildir. Yapmanız gereken, sizi aldatmak için koyduğum
hikayeyi bulmak. En sondaki cevaba bakın. Kopya çekmek yok ama.
COTTINGLEY PERĠLERĠ
Kurgu: 1917'de, iki genç kız, Elsa Wright ve kuzeni Frances Griffiths,
Ġngiltere'de, Cottingley'deki evlerinin bahçesinde perilerle oynadıklarını iddia
ettiler. Hatta ispatlamak için perilerin fotoğraflarını bile gösterdiler.
Etkileri: Fotoğraflar tüm dünyada gazetelerin ilk sayfalarında çıktı ve kızların
hikayesinin ateĢli savunucusu haline gelen, Sherlock Holmes'ün yaratıcısı Sör
Conan Doyle dahil, birçok insan hikayeye inandı.
Her Ģey bir asparagastan ibaretti: 55 yıl sonra artık yaĢlı birer kadın olan
kızlar her Ģeyin bir asparagas olduğunu ve bir kitaptan peri fotoğrafları çekip
onları kağıt ataçlarıyla dallara ve Çalılara taktıktan sonra fotoğraflarını
çektiklerini itiraf ettiler. Frances Griffiths hikayelerine inanılmasına duyduğu
ĢaĢkınlığı,
63
"Onların gerçek olduğuna inanacak kadar saf insanların olması benim için her
zaman bir sır olarak kalmıĢtır" diye ifade etti.
CARDIFF DEVĠ
Kurgu: 1869'da, New York'un kuzeyinde, Cardiff'in hemen dıĢındaki bir çiftlikte
kuyu kazıcıları taĢlaĢmıĢ bir adam cesedi buldular, ama buna adamdan ziyade dev
denilebilirdi; çünkü boyu 3 metreydi. Kazıcılar çiftlik sahibinin bir akrabası
olan New York'lu puro üreticisi George Hull tarafından tutulmuĢlardı.
Etkileri: Bu ĢaĢırtıcı keĢfin haberleri kısa zamanda tüm dünyaya yayıldı. Hull,
deve bakmak isteyenlerden 50 sent almaya baĢladı. Uzmanlar bunun sahtekarlık
olduğunu söyleyip durdular ama kökten dinciler zokayı yuttu. Sergilendiği
yerlerdeki halk da öyle. P. T. Barnum'un devi almak için 150 bin dolar teklif
ettiği iddia ediliyor. Bu rakam daha düĢük olabilir ama bir teklif yapılmıĢtı.
Hull satmayı reddetti, Barnum da kendi kopyasını yapıp Hull'unkinin sahte olduğu
iddiasıyla onu dava etti.
Her Ģey bir asparagastan ibaretti: Mahkemede çapraz sorgu altında Hull devin
karmaĢık bir asparagastan baĢka bir Ģey olmadığını itiraf etti. AlçıtaĢından
yapılıp eski görüntüsü vermek için sülfürik asitle yıkanmıĢtı. Bu fikri, kökten
dinci bir vaizle yaptığı bir tartıĢmadan sonra bulmuĢtu. Vaizi Ġncil'de söz
edildiği gibi "dünya devleri" olduğuna ikna edip edemeyeceğini merak etmiĢti.
Tabii ki, bu iĢin mali bir yanı da vardı. Hull 30 bin dolar kadar para
kazanmıĢtı.
P. T. BARNUM'UN FEEJEE DENĠZKIZI
Kurgu: 1842 yılının Ağustosunda Dr. J. Griffın adlı bir Ġngiliz New York'a
geldi. Yanında gerçek bir denizkızı olduğunu söylediği ilginç bir yük taĢıyordu.
Veya en azından bir denizkı-zından geriye kalanlar. Griffin denizkızının
(Splash'da olduğu gibi güzel bir sarıĢın değil, kurumuĢ bir maymun gövdesi ve
bir
64
balık kuyruğundan ibaret çirkin bir yaratıktı) Fiji adalarında yakalandığını
iddia ediyordu.
Etkisi: Griffin denizkızını Londra'ya götürmeden önce bir hafta sergiledi. Sergi
büyük bir olay oldu; hikaye dünyanın her yerinde gazetelerde yayınlandı.
Denizkızı ülke turuna çıkmadan önce bir ay daha sergilendi. Küçük yaratık
Barnum'un hilkat garibesi gösterileri üstadı olarak ününün pekiĢmesinde çok
önemli bir rol oynadı.
Her Ģey bir asparagastan ibaretti: Halk kısa sürede denizkızının aslında sıra
dıĢı bir giriĢimci olan P. T. Barnum'un ürünü olduğunu ve Dr. Griffin'in aslında
onun yanında çalıĢan biri olduğunu anladı. Griffin'in Feejee denizkızı Güneydoğu
Asyalı balıkçıların çok sayıda yapıp denizkızı diye sattığı bir el iĢiydi. Büyük
ihtimalle Barnum'un orijinal Feejee denizkızı 1860'da çıkan bir yangında
yanmıĢsa da benzerleri onun, tutkalla karıĢtırılmıĢ ve ĢekillendirilmiĢ kağıt
topaklarına, sazan balığının çenesi, diĢleri, omurgası ve yüzgeçleri eklenerek
yapıldığını gösteriyor.
KONUġAN EġEK WILLARD
Kurgu: Cleveland Plain Dealer'daki bir ilan, meraklıları 15 Eylül 1873'de
mahalli bir toplantı salonuna davet ediyordu. Burada Ohio'lu çiftçi George
Hampton'un "insanlarla iletiĢim kurma yeteneğine sahip bir eĢek" olarak
adlandırdığı hayvanı görebilirlerdi. Çiftçi Hampton hayvanın "daha aĢağı
türlerden geldiğimizin bir delili" olduğunu söylüyordu.
Etkisi: Söz konusu tarihte 2.000 kiĢilik bir kalabalık -adam baĢı 50 sent
ödeyerek- salonu doldurdu. Tabii ki Willard gerçekten konuĢmuyordu. Onun yerine
sağ ön ayağını yere vurarak sorulara cevap veriyordu. Willard evet-hayır
sorularını her seferinde doğru olarak cevaplayabiliyordu. Willard'ın ünü ve
Hampton'm banka hesabı git gide büyüdü. Aylar sonra Willard Lond-
65
ra'da Ġngiltere Kraliçesi Victoria'ya Palladium'da gösterisini yapmaya giderken
ağır bir kalp krizi geçirdi. ÖlmüĢtü.
Her Ģey bir asparagastan ibaretti: Yapılan otopsi Willard'ın kalp krizine,
sürekli elektrik Ģokuna maruz kalmasının neden olduğunu ortaya çıkardı.
Hampton'un sahnenin dıĢındaki yardımcısı, patisini vurması gereken her seferde
eĢeğe bir kablo aracılığıyla elektrik akımı veriyordu. Bu süreğen elektrik Ģoku
'konuĢan eĢek' meselesinin aslını ortaya çıkarmıĢtı ama bir kez daha dünya iyice
uyutulduktan sonra.
TAVġAN DOĞURAN KIZ
Kurgu: 1726'da genç bir Ġngiliz kadın Mary Toft, olağanüstü derecede Ģehvetli ve
uzun boylu (1.80 boyunda) bir tavĢanın saldırısına uğradığını iddia etti. Halk
buna gerçekten inandı ve karılarını ve kızlarını benzer bir durumdan korumak
amacıyla uzun mesafeleri aĢıp yanlarına gittiler. BeĢ ay sonra Mary bir tarlada
yere yıkılıverdi. Yerel bir doktor olan Howard, Mary'nin hamile olduğunu
açıkladı. Kız dört hafta sonra ölü bir tavĢan doğurdu, sonra bir tane daha.
Birkaç gün içinde, Howard, Mary'nin yedi ölü tavĢan daha doğurmasına yardımcı
oldu.
Etkisi: Haber hızla yayıldı. Kral I. George Ġngiltere'nin en iyi hekimlerinden
ikisini gönderdi. Mary hala tavĢan doğuruyordu ve hepsi de ölüydü. Doktorlar
hayvanlar üzerinde testler yaptılar. Birinde, tavĢanlardan birinin akciğeri suya
konulmuĢtu. Eğer suda yüzerse bu, doktorlara tavĢanın 'doğumdan' önce nefes
aldığını gösterecekti. Hayvanların bağırsaklarında yiyecek buldukları gibi
rektumlarında da dıĢkı buldular. Doktorlar doğumların gerçek olduğunu ilan
ettiler.
Her Ģey bir asparagastan ibaretti: Üçüncü bir uzman Mary'nin sürekli gözetim
altında olabileceği Londra'daki bir hastaneye taĢınmasını sağladı. TavĢanların
arkası kesildi. Ardından bir bahçıvan ortaya çıkıp, Mary'ye yeni doğmuĢ
tavĢanlar
66
sağladığını iddia etti. Mary çözülüp itiraf etti. Her Ģeyi kendisi ayarlamıĢ,
dölyatağına ölü tavĢanları yerleĢtirmiĢ, sonra onları doğuruyor numarası
yapmıĢtı. Neden mi? Kocası iĢini kaybetmiĢti ve böylesi bir reklamın kralın
kendilerine maaĢ bağlamasını sağlayacağını düĢünmüĢlerdi. Mary'nin eline geçen
dolandırıcılıktan hapse atılmak oldu.
SÖR WALTER RALEIGH PALTOSUNU SERER!
Kraliçe I. Elizabeth Londra sokaklarında bir geçit alayının baĢını çekiyordu.
Bir çamur birikintisinin önünde durdu ve maiyetine bir Ģeyler bekler gibi baktı.
Aniden centilmen bir denizci kalabalığın arasından sıyrıldı ve pelerinini
çıkarıp gösteriĢli bir hareketle birikintinin üzerine serdi. Durum kurtarılmıĢ
ve on altıncı yüzyıl tarihinin önemli iki figürü yüz yüze gelmiĢti. Bu masal,
aksi takdirde sıkıcı olacak olayları bu tür anekdotlarla süsleyen on yedinci
yüzyıl tarihçisi Thomas Fuller'in bir uydurmasıdır. Sör Walter Scott öyküyü
1821'de romanı Kenilworth'a alıp iki ünlü Ģahsiyet arasına kısa bir konuĢma da
eklemiĢtir. Ra-leigh sözde paltoyu hiç temizletmemiĢ bunun üzerine kraliçe
terzisine adam için bir takım yaptırtmıĢtı. HoĢ hikaye ama hiç yaĢanmadı.
Bizim asparagasımız hangisi? Bizimki KonuĢan EĢek Wil-
lard'ın hikayesiydi.
67
PAPA HĠKAYELERĠ
Ġnsan üstü papalar hakkında pek bilinmeyen hikayeler.
ÜÇ TANE OLUVERDĠLER
Geleneksel olarak papalık Roma'dadır, ama 13O9'da Papa V. Clement papalığı
Fransız Ģehri Avignon'a taĢıdı. Papa XI. Gre-gory 1377'de Roma'ya dönene kadar
orada kaldı. Fransa bundan hoĢnut kalmayıp, kendi Papasını seçti. Bu da Büyük
HizipleĢmeyi baĢlattı.
Artık birbiriyle itiĢip kakıĢan iki ülkenin iki resmi papası vardı. Bu durum
1409'da Pisa Konsülü'nün sorunu çözmeye davet edilmesiyle doruğa ulaĢtı. Konsül
V. Alexander'ı yeni papa seçerek Ġtalyan papası XII. Gregory'yle, Avignon papası
XIII. Be-nediet'i feshetmeye çalıĢtı. Tabii ki papalardan hiçbiri koltuğunu
bırakmak istemedi, böylece toplam üç papa oldu.
Sonunda Ġtalyan papa istifa etti ve Avignon papası azledildi (dedikodulara
bakılırsa sarayın penceresinden aĢağı atıldı), böylece 1417'de 39 yıl süren papa
karıĢıklığı, Büyük HizipleĢme sona erdi.
LANETLERĠM SENĠ
Papa IX. Gregory kafirleri temizlemeye kararlıydı, bu yüzden 1232'de Engizisyonu
kurdu. Sapkınları temizlemenin en sevilen yolu onları ateĢte yakmaktı.
Gregory'nin 1241'deki ölü-
68
münden sonra Papa IV. Innocent iĢkenceyi akıl etti, ama onun da kuralları vardı.
Engizisyoncuların rehber kitaplarından Book of Death'e (Ölüm Kitabı) göre
sapkınlar, itiraf ederlerse, onlara karĢı bir Ģahit varsa veya suçlarını inkar
ediyorlarsa (çünkü suçlarını inkar edenler muhakkak ki Ģeytanın
hizmetkarlarıydılar) suçlu bulunuyorlardı.
MAĞARAMA HOġ GELDĠNĠZ
Papanın kim olacağına karar vermek pek de kolay değildi. Papa IV. Nicholas'ın
1292'deki ölümünden sonra Roma'nın önde gelen aileleri (Orsinisler ve
Colonnaslar) kendi adamlarının seçilmesi için lobi faaliyetlerine baĢladılar.
Bir kardinal Ģaka olsun diye, bir dağ kovuğunda münzevi hayatı süren kara cahil
bir köylü olan Moron Peter'ı önerene kadar iki aile de tatmin edici bir aday
bulamamıĢtı. Fikir çok beğenildi. Kardinaller Peter'ın mağarasına gidip, ĢaĢkına
dönen münzeviye papa seçildiğini anlattılar. Peter, V. Celestine adını aldı ve
halkın gönlünü fethetti. Bu makama uygun olmadığı baĢtan belli olan Peter beĢ ay
sonra istifa etti. Yeni seçilen Papa VIII. Boniface (tarihteki en az sevilen
papalardan biridir) halkın Peter'a olan bağlılığından korkarak onu hapse
attırdı. Melek gibi biri olan münzevi, pis bir hapishane hücresinde öldüğünde
açlıktan öldüğüne dair söylentiler çıktı.
ĠLGĠ ÇEKĠCĠ PAPA ÖLÜMLERĠ
• Ġlk papa Saint Peter, MS 67'de Ġmparator Neron tarafından baĢ aĢağı çarmıha
gerildi.
• VIII. John bir zehirleme giriĢiminden kurtulduktan sonra 882'de bir çekiçle
ölene kadar dövüldü.
• XXI. John uyurken Viterbo'daki papalık sarayının bir parçasının üzerine
çökmesi üzerine 1277'de öldü.
69
• Borgia papası Papa VI. Martin Roma'da hapse attığı Cate-rina Sforza'dan gizli
bir mesaj aldı. Mesaj bir veba kurbanının elbisesinden bir parçayla bağlanmıĢ
bambu bir kamıĢın içine konulmuĢtu. MüthiĢ acılar içinde öldüğü söylenir.
PAPALARLA ĠLGĠLĠ ĠLGĠNÇ GERÇEKLER
• Tek Ġngiliz Papa IV. Adnan'dır. (1154-1159)
• VIII. Boniface (1294-1303) zehirlenme korkusuyla yaĢamıĢtı. Bir dizi zehir
tarayıcısına sahipti, bunlara zehrin varlığını tespit ettiği varsayılan bir dizi
büyülü bıçak da dahildir.
• Papa X. Leo olağanüstü bir güce sahip MuhteĢem Leron-zo'nun oğlu olan bir
Medici'ydi. Hiçbir zaman papaz olmamıĢ olmasına rağmen 1513'de 37 yaĢında papa
seçildi. Seçilebilir olmasının nedeni 13 yaĢından beri kardinal olmasıydı. Ro-
ma'nın Ģüpheci insanları haberi duyunca "Palle! Palle!" diye bağırdılar. Bunun
anlamı "TaĢaklar! TaĢaklar!" idi ve "Palavra!" anlamına geliyordu.
• Kardinal Fregnese on altıncı yüzyılda Papa III. Paul olmadan önce 'Uçkuru
gevĢek Kardinal Fregnese' olarak tanınırdı. Birçok çocuğu olduğu söylenir ama
bunlardan sadece üçü bilinir.
• Napoleon Ġtalya'yı fethettiğinde VI. Pius'u (1775-1799) Si-ena'dan Ġtalya
üzerinden Fransa'ya uzun bir yürüyüĢe zorlamıĢtı. Siena'daki La Pisciata del
Papa (Papa'nın Sidiği) adlı taverna adını bu olaydan almıĢtır.
• Papa IX. Pius'nun (1846-1878) sadece bakarak baĢkalarına zarar veren bir
'Ģeytan gözü' olduğuna inanılırdı. Ama bundan kendisinin haberi yoktu. Papa
Ġtalya'da Ģehirlerde ve kasabalarda gezerken aileler çocuklarını saklar ve kimse
onun gözlerine bakmaya cesaret edemezdi.
• Çok tanınmıĢ bir papa olan XXIII. John, yani Angelo Ron-calli papalık ismini,
babasının adı John olduğu için seçmiĢti. 500
70
yıldan fazla süredir hiç Papa John olmamıĢtı ve aslında bir önceki de resmi papa
değildi. Resmi olmayan papalar Vatikan Ģeh-rince sayılmadığından, Roncalli
(ikinci) Papa XXIII. John oldu.
KOMġUNUN BĠTKĠ ÇAYI
1775'de Ġngiltere'de, Dr. William Withering bacaklarının alt kısmında ciddi
ĢiĢlikler olan yaĢlı bir kadını ödem için tedavi ediyordu. Hastalık, kalbin az
kan pompalamasından, yeterli kan dolaĢımı olmamasından kaynaklanan bir damar
tıkanıklığı sorunuydu. Dr. Withering'in tavsiye edebileceği bir ilacı yoktu ve
kadının yakında öleceğini düĢünüyordu. Ama birkaç hafta sonra doktor, kadının
iyileĢtiğini ve bunu bir komĢusunun bitki çayına borçlu olduğunu duydu!
Withering bitki çayının reçetesini istediğinde, Ortaçağdan beri bilinen eski bir
ilaç olan yüksükotu içerdiğini fark etti. Dr. Withering deneylere baĢladı ve
sonuçlar doktoru ĢaĢırttı. Ekstre ödemi olan hastaların bacaklarındaki
ĢiĢliklere iyi geliyordu. Kalp atıĢını artırıyor ve dolaĢımı güçlendiriyordu.
Bugün, ilaç damar tıkanıklığında yaygın olarak kullanılıyor ve yüksükotu diğer
bitki türleriyle birlikte hala ilacın ana bileĢeni.
71
KAZANA
Çocuklardan uzak tutun!
Hakkındaki hikayelerin gerçekle ilgisi yok.
ARANIYOR! Tatlı yüzlü, kaz süren bir nine. Ezgilerle silahlanmıĢ ve tehlikeli
olduğu düĢünülüyor. Kaz Ana takma adını kullanıyor. Çocukların beyinlerini
geçmiĢ çağların kralları, kraliçeleri ve dini liderlerini karalayan Ģiddet
hikayeleri ile dolduruyor. Kaz Ana çocuklar için yazılmamıĢ masallar da biliyor.
Aritmetik ve Alfabe öğreten masum tekerlemeler arasında tavernalardan ve
sokaklardan gelen eski Ģarkılar da var: SavaĢ Ģarkıları, romantik Ģarkılar ve
hakim sınıflarla ilgili skandalları konu eden siyasi hicivler.
CĠNAYET VE KARGAġA
Her Kaz Ana kitabının içinde kırılan kafalar (Jack ve Jill), açlıktan kıvranan
köpekler (Hubbard Ana), caniler (Üç Kör Fare), ağaçların altında ezilen
bebeklerle (Bebek Ninnisi) ilgili sevimli ezgiler bulunur. Kimdir bu vahĢi kaz
nine?
FRANSIZ MIYDI?
Bilinen ilk Kaz Ana kitabı 1697'de Fransa'da yayınlanan Charles Perrault'nun
Contes de Ma Mere L'Oye veya Kaz Ananın Masallan'dır. Perrault'nun kitabı,
içinde Uyuyan Güzel ve Kırmızı ġapkalı Kız'in da olduğu bir peri masalları
derlemesiydi.
72
Kaz Ana 'hikayeleri' ingiltere'de ilk olarak 1765'de Kaz Ana'nın Melodileri veya
BeĢik Soneleri adında bir kitapla baĢladı. Kitap, adına en iyi çocuk kitapları
ödülü Newbery Madalyası verilen John Newbery tarafından basıldı. 1785 civarında
ABD'de kitabın korsan basımı yapıldı.
KAZ TARTIġMASI
Çoğu insan bu ezgileri bilse de, folklor bilimcilerin Kaz Ana'nın dizelerinin
kökenleri konusunda hala tartıĢtıklarını bilmezler. Kaz Ana'nın suç, ölüm ve
vergilerle ne ilgisi vardı? Jack Ġngiltere'de mi tepeyi aĢıyordu,
Ġskandinavya'da mı? Mas-sachusetts'te bir Kaz Ana mezarlığı mı vardı? Tüm bu
tartıĢmaların saçmalık olduğunu düĢünüyorsanız bu ezgilerin tarihine bir göz
atın.
Borazancı Küçük Jack: Meğerse Küçük Jack pek de iyi bir çocuk değilmiĢ. Aslında,
suçun iĢe yaradığını ispatlayan bir bü-rokratmıĢ.
Borazancı Küçük Jack bir köĢede oturuyor
Noel turtasını yiyormuĢ.
Ansızın durmuĢ
Ve bir erik çıkarmıĢ.
Ve demiĢ ki "Ben ne iyi çocuğum."
Borazancı Jack 1540 civarında kilise mallarının tapularını Kral VIII. Henry'ye
teslim etmek üzere gönderilen bir hizmetkardır. Tapular yoldaki soygunculardan
saklanmak için bir turtanın içine konulmuĢtur. Efsaneye göre, tapulardan biri
krala ulaĢmamıĢtır. Borazancı onu turtadan çıkarıp çalmıĢ ve kendine
saklamıĢtır. Bu "erik," Mells Malikanesi'nin tapusudur. Borazancının torunları
bu mülkte asırlar boyu yaĢamıĢtır. Onlar Ģiirin
73
sözlerinin doğru olmadığını ve Mells Malikanesinin yasal yollardan satın
alındığını iddia ediyorlar.
Mee mee, Kara Koyun: Bu dizeler Ortaçağa kadar izlenebilir ve ihracat vergisi
hakkında sert bir Ģikayettir, koyunla ilgisi yoktur.
Mee mee
Kara Koyun,
Yünün var mı?
Evet, evet var. Üç çanta dolusu:
Biri efendim için,
Biri hanımım için,
Ve bir de ufak oğlan için
Patikada yaĢayan!
Ağır iĢlerde çalıĢan köylü gelirinin üçte birini krala veriyordu ki burada
"efendim" diye geçiyor, diğer üçte birini, soylulara veriyordu ki o da burada
aĢağılayıcı bir ifadeyle "hanımım" diye adlandırılıyor. Gelirinin üçte biri ise
köylünün ta kendisi olan "ufak oğlana" kalıyor.
Rosie'nin Çevresinde Dönelim: Hıyarcıklı vebadan daha eğlenceli ne olabilir?
Çocuklar bir daire olup oynamaya baĢladıklarında Ġngiltere ve Ġskoçya'daki Kara
Ölüm hakkında Ģarkı söylüyorlar.
Rosie'nin çevresinde dönelim
Cepleri çiçek dolu
Küller, küller
Hepimiz düĢeriz.
"Rosie" vebanın semptomu olan döküntülere gönderme ya-
74
pıyor. "Çiçek dolu cepler" insanların hastalığın kokusuyla baĢ etmek için
getirdikleri çiçekler ve bitkiler, belki de havadaki hastalık yapan maddelerdir.
Küllere gelince hastalığın yayılmasını önlemek için yakılan ateĢ veya hastaların
öksürürken çıkardıkları koyu renk kan lekelerini betimliyor olabilirler. Ezginin
sonunda çocuklar "düĢtüğünde" ise veba kurbanlarının ölümlerini
canlandırıyorlar.
^P
Georgie Porgie: Bir kraliyet skandalıyla dalga geçen bir ez-
gi-
Georgie Porgie puding ve pay, Kızları öper ve ağlatır. Oğlanlar oynamaya
geldiğinde, Georgie Porgie kaçıverir.
Ġngiltere Kralı IV. George, Galler Prensi'yken içki, kumar ve zamparalığıyla
ünlüydü. 1780'de, 18 yaĢındaki "Georgie"nin Perdita Robinson adında bir aktrisle
gönül macerası oldu. Bunu da Leydi Melbourne'la olan baĢka bir iliĢki izledi.
Kısa zamanda George'un metres hikayeleri efsaneye dönüĢtü. Çoğu insan ezgideki
Georgie Porgie'nin o olduğuna inanır.
Humpty Dumpty: Bu ezgi Kaz Ana etrafında süren tartıĢmalar için çok iyi bir
örnektir. Humpty Dumpty'nin gerçek kimliği hakkında henüz bir fikir birliğine
varılamamıĢtır.
Duvarda oturuyordu Humpty Dumpty, Paldır küldür yuvarlandı Humpty Dumpty; Kralın
tüm adamları ve atlan Toparlayamadı bir daha Humpty'yi.
75
1930'de Katherine Thomas'ın kitabı The Real Personages of Mother Goose'da (Kaz
Ana'daki KiĢilerin Gerçek Kimlikleri) Humpty Dumpty'nin Ġngiltere Kralı III.
Richard olduğu açıklanır. 1485'deki Bosvvorth SavaĢında, Richard bir tepenin
üzerinden (ezgideki duvar) kumanda etmektedir. "Bütün adamlarının ve atlarının"
gayretlerine rağmen, Richard atından düĢer ve öldürülür.
Diğer folklor bilimciler Humpty'nin geçmiĢinin 1648 Ġngiliz Ġç SavaĢına
uzandığını ve Humpty Dumpty'nin bir kilise kulesinin duvarına monte edilmiĢ I.
Charles'a ait devasa bir top olduğunu iddia ederler. Duvar havaya uçurulduğunda
top yere yuvarlanarak paramparça olmuĢ ve kralın adamları onu tamir
edememiĢlerdir.
Bir de Humpty Dumpty'nin Charles'ın ta kendisi olduğuna inanan bir grup vardır.
SavaĢı kaybettiğinde "paldır küldür düĢmüĢtür". DüĢmanları tarafından kellesi
vurulmuĢ, bu yüzden de adamları onu toparlayamamıĢlardır. Uzmanlar kırılmıĢ bir
yumurtanın parçalarını toplamak için hala tartıĢmalarını sürdürüyorlar.
Jack ve Jill: Hakkında en fazla tartıĢma yaĢanan ezgi bu olsa gerek:
Ġngiltere'deki ufak bir kasaba olan Kilmersdon olay üzerinde hak iddia ediyor,
ama diğerleri Kilmersdon ahalisinin saçmaladığını düĢünüyorlar.
Jack ve Jill tepeye tırmandılar Kovayı suyla doldurmak için Jack aĢağı düĢtü ve
kırdı tacını Ve Jill de ardından yuvarlandı
Londra'nın 320 kilometre batısındaki Kilmersdon bir Jack ve Jill komitesi
oluĢturup on beĢinci yüzyılda Jack'in tacını kırdı-
76
ğjnı iddia ettikleri tepeyi bakıma aldılar. Bazıları Jack ve Jill'in tepeye su
getirmek için değil, ee.. Ģey... yalnız kalmak için çıktıklarını söylüyor. Güya
Jill oğlunu doğurduktan sonra kırık bir kalple ölmüĢ.
Ama Ġskandinavlar on üçüncü yüzyıla dayanan bir efsaneden söz ediyorlar. Ġki
çocuk Ay tannçasmdari iki kova çiy çalmaya giderler. Ama Ay onları yakalar, iki
çocuğun ve ortalarındaki kovanın silueti dolunayda ayın üzerinde görülebilir.
Bazı folklor bilimcilere göre Ģiirin kaynağı ne bu efsane ne de Kilmerdon'da-ki
kaza. BaĢka bir yoruma göre Jill diye bir kadın yoktu ve hikaye, aslında
koydukları bir savaĢ vergisinden dolayı nefret edilen Kardinal Wolsey ve
Piskopos Tarbes olan Jack ve Gill adındaki iki adamla dalga geçiyor. Diğer bazı
folklor bilimciler ise Jack ve Jill'in insan bile olmadıklarını düĢünüyorlar.
'Bir jack ve jill* bir sıvı ölçü birimiydi ve içkiler buna göre
vergilendiriliyordu. Bazı tarihçilere göre I. Charles (Ģu kafası uçurulan
Charles) vergilendirmeyi sürdürürken Jack'in ve Gill'in ölçülerini küçülterek
vergileri artırmayı denedi. Humpty Dumpty'de açıklandığı gibi Charles tacını
kaybetti... ve hatta kellesini de.
Hey, Diddle, Diddle: On yedinci ve on sekizinci yüzyıllar, seks skandallanndan
nasiplerini almıĢlardı. Meraklı Kaz Ana da bu skandallardan bazılarını
dizelerinde iĢledi.
Hey, Diddle, Diddle
Kedi ve keman
Ġnek ayın üstünden atladı
Güldü bunu gören küçük köpek
Ve yemek de kaĢıkla beraber kaçıverdi
Kraliçe I. Elizabeth ki Bakire Kraliçe olarak da bilinir, ezginin bazı
yorumlarına göre bu fahri bir unvandır; sarayında "ke-
77
di" diye anılırdı ve bazılarına göre ezgi Elizabeth'in aĢıklarını nasıl
"aldattığından" söz eder. Ayrıca deniliyor ki "küçük köpek" o zamanlar
kraliçenin gözdesi olan Leicester Kontu'nu temsil ediyormuĢ. KaĢıkla beraber
kaçan yemek ise sarayda o sıralarda gizlice evlenen genç bir çifti anlatıyor
olabilirmiĢ. Sırası gelmiĢken, bu evlilik Elizabeth'i çileden çıkarmıĢ ve çifti
Londra Kulesi'ne kapattırmıĢ.
78
GERÇEKTEN BĠR KAZ ANA VAR MIYDI?
Kaz Ana efsanesinin kendisi bile tartıĢmalıdır.
YaĢlı Kaz Ana Gezinmek istediğinde Havada uçardı Güzel bir kazın üstünde
KAZ AVI
Bazı folklor bilimciler Kaz Ana'nın köklerini sekizinci yüzyıldaki bir Fransız
asilzadesi olan Loan'lı II. Bertrada'ya bağlıyorlar. Kraliçe Bertrada Avrupa'nın
çoğunu birleĢtiren Ġmparator Charlemagne'ın annesiydi. Ġmparatorun annesi
Kraliçe Ka-zayak adıyla anılıyordu. Sekiz yüzyıl sonra 1650 yılında bir Fransız
Ģiirinde "Kaz Ana'dan bir masal" hakkında bir dize vardır. Charles Perrault'nun
Le conte de Ma Mere L'Oye'u çıktığında ĢaĢırtıcı hikayelerle çocukları
eğlendiren yaĢlı bir kadın hakkındaki Fransız söylencesi çoktan yerleĢmiĢti.
KAZ GÖÇ EDĠYOR
Nihayet Kaz Ana, Amerikan çocukları tarafından iyi bilinen, kaza binen bir
masalcı nine haline geldi. Massachusetts, Boston'da turistler hala sürüler
halinde Tramont Sokağı'ndaki Eliz-
79
beth Foster VerGoose'un mezarını ziyaret ediyorlar. Turistlere bu dul kadının
torunlanna söylediği ninnilerin, damadı Thomas Fleet tarafından 1719'da Çocuklar
için ġarkılar veya Kaz Ana'nın Melodileri adıyla basıldığı söyleniyor. Ama böyle
bir kitap hiç bulunamadı.
80
KADIN KORSANLAR
Eğer korsanlık çocuklukla erkeklik arasındaki eĢikse, nasıl oluyor da en iyi
korsanlar kadınlardı?
Korsanlık erkek iĢiydi ve korsanlar esir aldıklarının haricinde gemiye kadın
sokmazlardı. Bazı hanımefendiler korsan olmayı baĢardılar ve yağma oyununda
erkekleri yendiler.
ANNE BONNY
Korsan Benjamin: Sertliği ve öfkesiyle tanınan kadın korsan Anne Bonny'dir.
Evlenmeden önceki adı Anne O'Malley'di ve önemli bir servetin varisiydi.
Güney'de bir çiftlikte Ģımarık, kibar bir dilber olarak yaĢayabilirdi, ama o
bunları bir pala ve pantolon uğruna elinin tersiyle itiverdi.
Kimdi: Ġrlanda'da bir avukatla hizmetçisinin gayri meĢru çocuğu olarak doğmuĢtu.
Babası onun akrabalarından birinin çocuğu olduğunu söylerdi. Sonunda karısını
Anne'in annesi için terk edip yeni ailesini Güney Carolina'ya götürdü. Anne'in
babası Amerika'da zengin oldu. Babası Anne'in eĢ seçimine itiraz edince her Ģey
değiĢti. James Bonny daha sonraları "beĢ para etmezdi" diye bahsedilen bir
denizciydi. Anne babasının isteğine uymak yerine James'le birlikte Bahamalar'a
kaçtı.
Leydilikten korsanlığa: Anlatılanlar James'in çok yüreksiz çıktığı ve ona layık
olmadığı Ģeklinde. Nedeni her ne idiyse, An-
81
ne isyan etti ve evi terk etti. Yalnız bu kez bir hovardayla, Cali-co Jack
Rackham adında bir korsanla kaçmıĢtı.
Ne Zaman, Hangi Denizlerde DolaĢtı: Anne ve Calico Jack on sekizinci yüzyıl
baĢlarında Karayip'teki korsan patlamasının bir parçasıydılar.
Zamanının Efsanesi: Anne'ın öfkesi ve cesareti efsaneviydi. Bir keresinde bir
adam ona tecavüz etmeye kalktığında onu öyle bir dövmüĢtü ki adam uzun zaman
hasta yatmıĢtı.
Korsan Modası: Anne savaĢta erkek kıyafetleri giyiyordu ama diğer zamanlarda
kadın kıyafetleri giyerdi. SavaĢ kıyafeti bir erkek ceketi, uzun pantolon,
baĢına sarılmıĢ bir mendil ve bir elinde bir tabancayla diğer elindeki bıçaktı.
Anne Kendini Ġspatlıyor: 1720'de Karayip'teki kolonilerinde korsanlığın kökünü
kazımaya kararlı olan Ġngilizler Calico Jack'i izlediler. Ġngilizler gemiye
borda ettiklerinde güvertede sadece üç korsan kalıp savaĢtı. Bunlardan biri
Anne'di. Calico Jack dahil olmak üzere korsanların hepsi ambarlara saklandılar.
Ġngilizler Calico Jack'i yakalayıp hapse attılar. Asılmadan önce Calico Jack'e
hapiste Anne'i ziyaret etme izni verildi. Eğer Anne'den bir son dakika Ģefkati
bekliyorduysa hayal kırıklığına uğramıĢ olmalı. Anne ona açık açık üzgün
olduğunu "ama eğer adam gibi dövüĢmüĢ olsaydı Ģimdi köpek gibi asılmayacağım"
söyledi. Anne denizdeki son günlerinde yiğitliğini ispatlamıĢtı.
Son günleri: Anne aĢığının yanında asılacaktı ama "karnının ĢiĢini mazeret
gösterdi" yani "hamileydi". Asılmadı ve baĢına ne geldiği konusunda hiçbir kayıt
yok. Bazıları zengin babasının gizlice kaçmasını ayarladığını söyler.
BaĢkalarıysa kurnaz ve cesur Anne'in bir Ģekilde kendini kurtarmayı
baĢardığından eminler.
MARY READ
Erkek Kıyafetleri Ġçinde Bir Kadın: Hayatının çoğunu sa-
82
vaĢçı bir adam rolünde geçirdi. Bazı tarihçiler romantik iliĢkilerinde Anne
Bonny de dahil olmak üzere kadınları tercih ettiğini söyler. Liman iznini her
nasıl değerlendirdiyse değerlendirdi ama biyografisi onun cesur ve sadık, iyi
bir dost ve korkunç bir düĢman olduğunu anlatır.
Kimdi: Mary Read Londra'da doğmuĢtu. Anne Bonny gibi Mary de gayri meĢru bir
çocuktu. Annesi evliydi ama Mary'nin babasıyla değil. Babası öldüğünde annesi
Mary'yi oğlan gibi giydirerek kocasının kısa süre önce ölen oğlunun yerine
geçirdi. Mary 16 yaĢına vardığında bir Ġngiliz savaĢ gemisinde denizci olmuĢtu.
Daha sonra bir süre orduyu denedi. Önce büyük bir gayretle savaĢtıysa da bir
asker arkadaĢına aĢık olunca görevlerini ve erkek gibi davranma gayretlerini
savsakladı. Mary adamını elde etti, hancılık yapmak için askerliği bıraktılar.
Hancılıktan Korsanlığa: Mary kocası ölüp de fakirliğin nefesini ensesinde
hissetmeye baĢlamasaydı belki de kamarotları doğramak yerine bira dağıtmayı
sürdürürdü. Tekrar askerliği denedi ve son görevinde Batı Hint Adaları'na gitti.
Yolda, korsanlara yakalandı. Kısa sürede korsan bayrağı altında savaĢmıĢ en
cesur 'adamlardan' biri oldu.
Ne Zaman, Hangi Denizlerde DolaĢtı: Dünya küçük. Mary'nin gemisine borda eden
gemi, Kaptan Calico Jack'in gemisiydi. Mary onlara katıldı ve 1720'ye kadar
Revenge'de onlarla yelken açtı.
Zamanının Efsanesi: Mary korkusuzluğu ve sadakatiyle ünlüydü. Revenge'deyken
yine aĢık oldu. Bu kez aĢık olduğu korsan arkadaĢının baĢı dertteydi çünkü bir
diğer adi ve acımasız korsana düello sözü vermiĢti. Mary'nin sevgilisi
yenilecekti. Mary onu korumak için adamla kavga çıkardı. KorkmuĢ erkek arkadaĢı
düello için ortaya çıktığında, Mary adamı öldürmüĢtü.
Mary Kendini Ġspatlıyor: 1720'de Ġngilizler kaptanını ve mürettebatını hapse
atmak için Revenge'e yanaĢtıklarında gü-
83
vertede Anne'le birlikte dövüĢenlerden biri de Mary'ydi. Diğer korsanların
kaptanla birlikte geminin ambarlarına kaçtıklarını görünce Mary tiksinti ve
öfkeyle üzerlerine ateĢ açtı. Yakalandıklarında Anne gibi o da hamile olduğunu
söyledi. Yine de idamın gerekliliğine inanıyordu. ĠĢin ucunda asılmak olmasa
"bütün korkaklar korsan olmaya kalkıp denizi pisletir, cesur adam-larsa açlıktan
ölür" diyordu.
Son Günleri: Mary Read hapiste hummadan öldü.
CHENGISAO
Korsanların vaftiz anası: Tarihin en baĢarılı korsanı ne Ka-rasakal ne de
Kızılsakaldır, Çinli bir kadın olan Cheng I Sao'dur.
Kimdi: 1775'de doğan Cheng I Sao ailelerin Çin Yelkenlilerinde oturduğu Güney
Çin Denizinin kıyılarında yaĢadı. Bu yel-kenlilerdeki kadınlar balık tutar,
ticaret yapar ve erkekleriyle birlikte korsanlık yaparlardı. Gençliğinde,
yoksulluk merdiveninin alt basamaklarındaki Cheng I Sao, bir fahiĢeydi.
FahiĢelikten Korsanlığa: Ġyi bir evlilik yapma Ģansı oldu; kocası bir korsan
yelkenlisi filosuna sahipti, böylece o da bu iĢe girmiĢ oldu. Korsanlık, bir
giriĢimcilik fırsatıydı o da buna dört elle sarıldı.
Ne Zaman, Hangi Denizlerde DolaĢtı: Yeni evliler on dokuzuncu yüzyılda, Çin'in
Kwangtung bölgesinde kıyılarda ve iç denizlerde dolaĢan çok sayıda korsanın
arasındaydılar.
Zamanının Efsanesi: Çinli korsanların çoğu birbirleriyle kavgalı çeteler halinde
yaĢıyorlardı. Cheng I Sao ve kocası bir aile iĢi yapıyorlardı. Korsanların
birbirleriyle kavgayı bıraktıkları takdirde gerçek bir güç olabileceklerini fark
ettiler. Cheng I korsanları bir konfederasyonda topladı. 1807'de öldüğünde
yerine Cheng I Sao geçti.
Kocasının evlatlık oğlu Cheng Pao'yu sevgilisi ve güvendiği
84
vekili yaptı. Daha sonra altı tane, her biri 400 adamlık ve toplarla donatılmıĢ
filo yaptırdı. Ambarlar, korsanlar için yeterli malzeme ve silahla tıka basa
dolduruldu. Yağma paylaĢılıyordu. Ganimeti çalan korsan ilk defasında
kırbaçlanıyor ikincisinde öldürülüyordu. Kaçakların kulakları kesiliyordu. Zina
yapanlar da kellelerini yitirebiliyorlardı. Ama disiplin sayesinde korsan
konfederasyonu sadece gemileri soyan değil, balıkçılara, tüccarlara ve hatta tüm
bir köye "korunma" satan bir güç ve para makinesi haline geldi.
Cheng I Sao Kendisini Ġspatlıyor: Çin hükümeti örgütü dize getirmeye
çalıĢtığında Cheng I Sao, güçlenmek için düĢmanlarının kalplerini pilavla yiyen
korsanlarını, ulusu ve yöneticilerini korkutmak üzere üstlerine yolladı.
Korsanları mahvetmek için yola çıkan hükümet filoları, kendileri mahvoldular.
Yakalanan bir hükümet görevlisi güverteye çivilendi ve öldürülmeden önce korkunç
bir Ģekilde dövüldü.
Son Günleri: Hükümetle pazarlık edip yargılanmamayı garanti ettikten sonra
1810'da emekliye ayrıldı. Cheng Pao'yla evlendi ve o ölene kadar baĢını belaya
sokmadı. Daha sonra kumar ve kaçakçılıkla ilgili yasadıĢı bir iĢin baĢına geçti.
Hırslı Cheng I Sao için bu sakin bir hayat sayılırdı. 1844'de doğal nedenlerle
öldü.
GRACE O'MALLEY
Ġsyan Eden Genç Kız: Eğer bir korsanlar kraliçesi vardıysa o, on altıncı
yüzyılda yaĢamıĢ Ġrlandalı bir kadın olan Grâine O'Malley'dir. (Grania veya
Grace olarak da bilinir.) Ġngilizler onu tehlikeli bir isyancı olarak
nitelerler. YandaĢları ise onu, sofralarına yemek koyan, Gal dilini hayatı
pahasına savunan, korkusuz ve kurnaz bir lider olarak görürlerdi.
Kimdi: Grace 1530 civarında, Ġrlanda'nın Mayo bölgesinde Gal aristokrasisi
içinde doğdu. Zengin babası Owen O'Malley,
85
O'Malley klanının seçilmiĢ Ģefi ve filolarının kaptanıydı. Grace denizi severdi
ama kızların denizci olamayacağı düĢünülüyordu. Söylenceye göre, denize
açılabilmek için saçlarını kesti ve erkek kıyafetleri giydi. Aile ona alayla
"kel Grace" anlamına gelen "Grâinne Mhaol" lakabını taktı ve babasıyla denize
açılmasına izin verdiler. Bu, hayat kurtaran bir karar oldu. Owen O'Malley'in
gemisi saldırıya uğrayıp, bir korsan hançe-riyle arkasından ona yaklaĢtığında,
küçük Grace iplerden korsanın üzerine atladı. Korsanın ĢaĢkınlığı Owen'ı
kurtardı ve adamları korsanları yendi.
Ne Zaman ve Hangi Denizlerde DolaĢtı: 16 yaĢına gelince Grace politik bir
evlilikle O'Flaherty klanının varisi Donal O'Flaherty'ye verildi. BirleĢen
klanlar Ġrlanda'nın batı kıyıları dıĢındaki suları kontrolleri altına aldılar.
Çift denizlerde olmadıklarında Ģatolarda yaĢadılar.
Korsan Kraliçesi: Donal 19 yıllık evlilikten sonra, Cork Kalesini düĢman bir
klana karĢı savunurken öldü. Grace artık üç çocuğun dul annesiydi. Kaleyi bastı
ve geri aldı. Cork Kalesi gösterdiği cesaretin onuruna, bugünkü adı olan Hen's
Castle (Tavuk Kalesi) olarak yeniden adlandırıldı. Grace O'Malley topraklarına
ve denizlere geri döndü. Batı kıyısından güvenli geçiĢ için para almaya baĢladı
ve haracı vermeyen gemileri talan etti. Sonunda, tekrar evlendi ve yeni
kocasının evi olan Rockf-leet Kalesine taĢındı. Clew Adasından Galvvay'e kadar
denizleri kontrolü altında tutarken ikinci kocası Richard Burke'e de hükmetti.
Zamanının Efsanesi: Söylencelere bakılırsa Grace dördüncü çocuğunu, Türk
korsanların saldırısından bir gün önce gemide doğurmuĢtu. Mürettebatı Türklerin
dövüĢü kazandığını haber verince onlara "Bensiz bir gün bile idare edemeyenin
her günü bin beter olsun" diyerek, bir battaniyeye sarınıp dövüĢe katıldı,
korsanları yenip gemilerini filosuna kattı.
86
Korsan Kraliçe Bakire Kraliçeyle KarĢılaĢıyor: 1586'da Grâine, nefret ettiği
düĢmanı, Sör Richard Bingham tarafından yakalandı. Bingham sığırlarına ve
atlarına el koyup onu bağlattı ve asılması için özel bir darağacı yaptırdı.
Grâine ipten kurtulup evine döndü. Bingham ülkedeki geçim yolunu tıkamıĢtı ve
adamın kendisini denizden de koparmasından korkuyordu. Kurnaz korsan, Kraliçe I.
Elizabeth'e adalet isteyen bir dilekçe yazıp, davası için ifade vermek üzere
Londra'ya yollandı -öldürülmeyi göze almıĢtı çünkü Elizabeth ayaklanan Ġrlandalı
Ģeflere merhamet göstermiyordu.
Kimse toplantıda iki kraliçenin aralarında ne konuĢtuğunu bilmiyor ama 1593'ün
Eylülünde Kraliçe Elizabeth, Bingham'a, Grace'i ve ailesini affetmesini emreden
bir mektup yazdı. Üstelik Kraliçe validen "yaĢlı kadına" yaĢaması için maaĢ
vermesini de istedi. Elizabeth mektubunda Ġrlandalı lideri "savaĢta bizim için
tüm dünyaya karĢı dövüĢeceğine inandığım bir dost" olarak tanımlar.
Son Günleri: Grâine yetmiĢli yaĢlarındayken bir gemi filosunu yönetiyordu.
1603'de Rockfleet Kalesinde öldüğüne inanılır.

87
MOĞOL SURUSU
Moğollarla diğer herkes arasındaki fark onların uğradıkları her Ģehir, kasaba ve
köyde bir iz bırakmıĢ olmalarıdır.
Diğer bahse değer iĢgalci ordular, sizin zavallı, küçük, fare deliği köyünüze
aldırmazlardı bile. Onlar için sadece yoldaki, ee evet, üyelim ki Rusya
yolundaki tümseklerden biri olurdu. Onları yed'np içirip gönderebilir ve yine de
zamanında hasadınızı kaldırabilirdiniz. Herkes memnundu, yani en azından kıĢın
sonlarına doğru, ordu St. Petersburg dıĢında dona a kadar. Ama canım, bu da
sizin probleminiz değil.
NE FARKLARI VARDI?
ĠĢ Moğollara gelince durum farklıydı. Er ya da geç Çin'in canına okuyacaklardı.
Ama o ıcadar da aceleleri yoktu. Çin bir ye-ra gitmiyordu. O duvarın arkasında
duruyordu. Bu arada, onlar da dikkatlerini bütünüyle size yöneltmekten
memnunlardı. Ama en azından durun u basitleĢtirmiĢlerdi. Ġki seçenek vardı:
Diren ve bıçaklanıp dörtnala giden bir atın ayakları altında ezilerek korkunç
bir ölüme razı ol, ya da teslim ol ve köylülerin, yolun aĢağısındaki diğer
küçük, zavallı, fare deliği köyü iĢgal edecek Ģok birlikleri olarak
kullanılmasına boyun eğ. Tabii eğer sizi taktik nedenlerle zaten öldürmeye karar
vermemiĢlerse.
88
KĠMĠN TARĠHĠ?
Tarihçiler Moğolları "sürü" olarak betimlerler. On binlerce Asyalı savaĢçı
taĢkın bir at denizinin üstünde, uluyarak, mızrak-larıyla üzerinize gelirken, bu
çok uygun bir tanım olabilir. Ancak Moğollar hem ĢaĢırtıcı derecede disiplinli,
hem de ulu liderlerinin amaçlarına çok sadıktılar. Liderlerini biz Cengiz Han
diye tanıyoruz ama arkadaĢları ve ailesi ona Timuçin diyordu.
TĠBET OKUZU ġUTU GĠBĠ GEÇTĠ
Cengiz'in hikayesini anlatmadan Moğollannki anlatılamaz. Cengiz'in hikayesi
yeteneksiz bir metin yazarıyla üçüncü sınıf bir yönetmenin elinden çıkmıĢ bir
filmi andırıyor. Bir klan liderinin Ģımarık oğlu olarak büyürken, asil babası
Yesügey'in Tatarlar tarafından zehirlenmesiyle hayatı altüst olur. (Zehir tibet
öküzü sütünün içindeydi!) Klanı tarafından terk edilen Cengiz'in ailesi kök ve
balıkla beslenmek zorunda kalır. Cengiz bir daha asla aç kalmayacağına yemin
eder!
ĠġGALLER BAġLIYOR
Cengiz'in babası oğlu daha küçücük bir çocukken ona bir niĢanlı bularak
geleceğini hazırlamıĢtır. Cengiz niĢanlısını almaya gittiğinde onun, menfur
Merkitler tarafından kaçırıldığını öğrenir! Öfke içindeki Cengiz babasının eski
bir kan kardeĢiyle müttefik olur ve beraber bir ordu kurup niĢanlısını kaçıran
Merkit-leri ezip geçerler. O yokken müttefiki olması gereken Yürkinler
topraklarını yağmalamıĢlardır! Ah Ģu Yürkinler! Cengiz onları da ezip geçer ve
boyu bel hizasını geçen herkesi öldürüp sadece çocukları hayatta bırakır.
CĠNAYET, YAĞMA VE ÖTESĠ
Böylece Cengiz kendi fetih yöntemlerini geliĢtirmeye baĢladı. Bunlar sadece,
adam öldürme ve yağmadan ibaret değildi.
89
Cengiz'in aslında bir planı vardı. Eski klan sistemi babasının ölümünde pay
sahibiydi ve Moğol insanlarını birbirlerine düĢürüyordu. Cengiz tüm bunları
fethettiği klanların üyelerini kendi birlikleri arasında dağıtarak ve birlikleri
klanlara göre değil, sayısal olarak düzenledi. Orduda yükselmek artık klana
değil Cen-giz'e gösterilen sadakate bağlıydı. Böylece kısa sürede herkes
Cengiz'e yağcılık etmeye baĢladı ki o da bundan gayet memnundu.
BEBEK YEME SÖYLENTĠSĠ
1206'da artık Cengiz ve sıkı bir düzene sokulmuĢ olan ordusu yabancılara ait
ganimetleri toplamaya hazırdı, yola çıktılar. Neredeyse hep at üstündeydiler ve
bu onlara müthiĢ bir hareket kabiliyeti ve menzil sağlıyordu. Çünkü atlara
gereken tek Ģey ottu ve yollarda bol bol vardı. Moğollar buldukları her tür
teknolojiden yararlanıyorlardı; bir ulusun teknolojisini bizzat onlara karĢı
kullanmaktan özel bir zevk alırlardı.
Cengiz çılgın, bebek yiyen bir diktatör olarak ün kazanmasına rağmen iyi
nasihatleri kullanmayı bilirdi. Örneğin, Kuzey Çin'in tamamını bir otlağa
çevirmek niyetindeydi, sonra kendisine burada tarım yapılmasına izin verip,
vergi ve ticaretten gelir elde etmenin daha akıllıca olacağı söylendiğinde fikir
değiĢtirdi. ĠĢte bundan sonra da bebekleri yemeye karar verdi. (ġaka, Ģaka.)
BAġARININ SIRRI
Moğolların tüm tarihin en baĢarılı iĢgalcileri olmalarının nedeni
acımasızlıkları ve farklı koĢullara kolayca uyum gösterebilmeleriydi. Daha zeki
ve daha saldırgandılar ve o küçük atlarıyla etrafınızda çemberler
çizebiliyorlardı. Ġmparatorlukları sonunda Çin'den Rusya steplerine kadar
ulaĢtı. Gemileri tayfuna yakalanıp batmasaydı Japonya'yı da alacaklardı- Ġkinci
Dünya
'90
SavaĢında Japon avcı pilotlarının patlayıcı yüklü uçaklarıyla Amerikan savaĢ
gemilerine çakılmalarına ilham kaynağı olan, efsanevi kamikaze veya ilahi
rüzgar.
PEKĠ HANGĠ KONUDA BAġARISIZDILAR?
Moğolların sorunu, imparatorluklarını yönetmekten ziyade yeni yerler fethetmekte
baĢarılı olmalarıydı; Cengiz'in torunu Kubilay'ın 1294'deki ölümünden sonra her
Ģey dağıldı. Ama kimin umurunda? Kapıyı çalıp "Selam! Biz Moğol SürüĢüyüz!"
dediklerinde üniversiteye gidebilmek için dergi aboneliği satmadıklarını
bilirdiniz. Ayvayı yerdiniz. Bu da, Cengiz'le kafiye yapar ki tarihteki en iyi
iĢgalciler olmalarının sırrı da budur.
ASIN ġUNLARI
Linç, Amerikan Devrimi sırasında ortaya çıktı. SavaĢ öncesi dönemde sulh hakimi
ve çiftçi olan Albay Charles Lynch (linç diye okunuyor, ç.n.), haydutları ve
Ġngilizleri destekleyenleri, kendi baĢlarına cezalandırmak isteyen bir gruba
önderlik etti. Böylece birini yargılamadan asmak linç olarak adlandırılmaya
baĢlandı.
91
NAPOLYON NE KADAR KISAYDI?
Herkes Napolyon Bonaparte hakkında en azından iki Ģey bilir. Birincisi
Waterloo'da baĢına gelenler, ikincisi ise kısa boylu olduğu. Gerçekten ne kadar
kısaydı acaba?
Fransa Ġmparatoru Napolyon Bonaparte, ayakkabısız olarak 5 ayak 6,5 inç, yani 1
metre 68,9 santimdi. Bugünün standartlarına göre kısa olsa da o günün
standartlarına ve kendi vatandaĢlarına göre kısa değildi.
BOYU ORTALAMA PARĠSLĠ'DEN BĠRAZ UZUNDU
1800'lerde ortalama bir Parisli'nin boyu 5 ayak 6 inç yani 1 metre 67 cm
kadardı. Bu da Napolyon'u birazcık da olsa ortalamanın üzerine çıkarır. Ġyi de
neden bütün dünya onu cüce sanıyor?
TAKIMIN KISA BOYLU ADAMI
Çoğunlukla birlikte göründüğü adamlar, yani Ġmparatorluk Muhafızları alayı, çok
uzun boylu adamlardı. Dedikoduların baĢlangıç noktası bu olabilir ve o günün
Ġngiliz siyasi karikatürlerinde bu yüzden kısa boylu çizilmiĢ olabilir. Ama asıl
cevap bu değil, çünkü Napolyon'un boyu, ancak öldükten sonra tarihe geçti.
92
HER ġEY NASIL BAġLADI
Napolyon'un boyu otopsisi sırasında eski bir Fransız ölçü sistemi olan 'kralın
ayakları' olarak tercüme edilebilecek 'pieds de roi'yla ölçüldü. Fransızların 5
ayak 2 inci (özel bir ölçü olduğu bilinmediği takdirde 1 metre 57 cm diye
hesaplanabilir) aslında Ġngiliz ölçülerinde 5 ayak 6,5 inç yani 1 metre 68,9 cm
eder.
YELEĞĠNE SOKTUĞU ELĠN SIRRI
Napolyon çoğu resminde, eli yeleğinin içinde görünür. Bazı tarihçiler onun
ülserden muzdarip olduğu ve elini ağnyan yere bastırdığına inanırlar ama o
dönemde beyefendilerin el-ceketin-içinde poz vermeleri de sık görülen bir Ģeydi.
Bu yüzden, zaman makinesi icat edilip de biri gidip "Pardonnez moi, Ġmparator
Efendimiz Ġmparatorluğu yönetme stresi midenizi mi ağrıtıyor?" diye sormadıkça,
gerçeği bilemeyeceğiz.
93
HAMMURABI KANUNLARI
Hammurabi ahlaki çöküntü ile eĢ anlamlı tutulan Babil Ģehrinin kralıydı. Olaya
Ģöyle bir göz atmayı görev bildik. Tabii ki tamamen tarihsel nedenlerle.
KANUNLARI YAPMAK
MÖ 1780 civarlarında Babil Kralı Hammurabi en sevdiği 281 kanunun 2,5 metrelik
bir taĢ sütuna kazınmasına karar verdi. En tepeye, büyük kralın tahtına oturmuĢ
bir resmi oyulmuĢ-tu. Altında Hammurabi'nin kendinden "yüce prens" diye söz
ettiği ve "kötülerle, Ģeytanlık yapanları yok etmeye" yemin ettiği dolambaçlı
mesajıyla baĢlayan metin vardı. Sütunun kalanına l'den 282'e kadar Hammurabi
Kanunları olarak bilinen kanunların bir listesi kazılmıĢtı. Kanunların Ģehir
meydanı gibi dikkat çekici bir yerde sergilendiğine inanılır. Böylece, kimse
kanunlara karĢı gelmek için mazeret bulamayacaktı.
Kanunlar gruplar halinde sıralanmıĢtı: Köleleri yönetmekle ilgili kurallar
Ģurada, evlilik ve mirasla ilgili olanlar burada vb. Kanunlardan bazılarını
zaten biliyorsunuz: Örneğin, göze göz. 196. Kanunda bu Ģöyle düzenlenmiĢtir:
"Eğer bir adam diğer bir adamın gözünü çıkarırsa, gözü çıkarılacaktır." Oldukça
açık. DiĢe diĢ ise 200. Kanunda açıklanmıĢtır. Hapis söz konusu değildir.
Seçenekler para cezası, ölüm cezası veya göz ve diĢ durumlarında "bir parça et".
94
SUÇLUYA GÖRE CEZA
Suç ve cezaların sosyal statüyle doğrudan iliĢkisi vardı. Suç ciddi olmadıkça,
sosyal merdivenin ne kadar yukarılarındaysa-nlz cezanız da o kadar hafif
oluyordu. Merdivenin alt basamaklarında kümelenen zavallıların cezaları ise çok
ağır oluyor, genellikle hayatlarına mal oluyordu. Çiftlik hayvanları çalanlarla
ilgili 8. Kanun çok iyi bir örnektir. Diyelim ki biri bir keçi çaldı. Eğer keçi
örneğin "bir tanrıya ait" ise ve bir tapınaktan çalın-mıĢsa -en yüksek sosyal
seviye- hırsız keçinin değerinin 30 katını ödemeliydi. Eğer keçi "özgür bir
adama ait" ise -normal bir vatandaĢtan bir seviye üstün- o zaman hırsız, keçinin
değerinin 10 katını öderdi. Hırsız para cezasını ödeyemeyecek kadar fakir ise
öldürülürdü.
KAFALARI UÇURUN!
Ortalama bir Babilli'nin ölüme mahkum edilmesi için bol bol fırsat vardı.
AĢağıda ölüm cezasını gerektiren suçların listesi bulunuyor. ġu suçlardan ölüme
mahkum edilirdiniz:
• Delil olmaksızın birini suçlamak
• Birini haksız yere suçlamak
• Bir tapınağın ya da sarayın malını çalmak
• Bir tapınağın ya da sarayın çalıntı malını almak
• Köle çalmak
• Bir kölenin kaçıĢına yardımcı olmak
• Bir köleyi saklamak
• Meskene tecavüz etmek
• Soygun yapmak
• Komplocuların meyhanenizde toplanmasına izin vermek
• Bir baĢkasıyla evlilik sözü olan bir bakireye tecavüz etmek
229. Kanun'a göre ev inĢa eden birinin inĢa ettiği ev yıkılıp
95
ev sahibini öldürürse inĢaatçı ölüme mahkum ediliyordu. Bir sonraki 230. Kanun
ufak bir ek yapıyordu; "Eğer ev sahibinin oğlu ölürse inĢaatı yapanın da oğlu
öldürülecektir."
NEYE YOL AÇTILAR?
Çoğu durumda öldürme Ģekli hayal gücüne bırakılmıĢ ise de bazı durumlarda
ayrıntılarıyla tanımlanmıĢtır. Örneğin:
• Eğer bir kadın ve aĢığı, eĢlerini (kadının kocası ve diğer adamın karısı)
öldürtürlerse "her ikisi de kazığa oturtularak öldürüleceklerdir."
• Bir soygun eğer yangın sırasında yapılmıĢsa, suçlu "o ateĢe" atılacaktır. Bu
durumda mahkeme için pek de uzun bir süre kalmıyordu.
• Eğer bir rahibenin meyhanesi varsa ya da herhangi bir meyhaneye girerse
yakılarak öldürülecektir.
UFAK KABAHATLER
AĢağıdaki durumlarda eliniz kesilirdi:
• Ameliyat sırasında hastası ölmüĢ bir cerrahsanız
• Babanıza vurursanız
• Kendisi için çalıĢtığınız çiftçinin mısırını veya hasadını çalarsanız.
ġu durumda ise kulağınız kesilirdi:
• Eğer bir köleyseniz ve efendinize "Sen benim efendim değilsin" derseniz.
DENE VE GÖR
Belli ki Babilliler "yüzmek" diye bir Ģeyden haberdar değillerdi. Eğer bir suç
ispatlanamıyorsa sanık suya atılırdı. Eğer kadın (genellikle bu kiĢi bir kadın
olurdu) suyun üzerinde kalırsa masumdu. Aksi takdirde boğulup giderdi.
96
ġu durumlarda suya atılırdınız:
• Kocanız sizi sadakatsizlikle suçlar ama zina halinde yakalayamazsa.
• Nedensizce kocanızla tartıĢırsanız, sonra da onu terk eder ya da ihmal
ederseniz.
Bir de suyun üzerinde kalma Ģansının verilmeyeceği durumlar vardı. Örneğin, Ģu
durumda suya bağlandıktan sonra atılırdınız:
• Kocanız sizi baĢka bir adamla basarsa veya koca bastığında kadının yanındaki
diğer adamsanız.
Belki Ģimdi ahlaki çöküntü bunun neresinde diye düĢünüyor olabilirsiniz.
Babilliler bugünkü toplumumuzda her gün yaptıklarımızdan farklı bir Ģey
yapmıyorlardı. Tanrıça Ishtar, namı diğer "Babil'in Yüce FahiĢesi"nin adından
söz edilene kadar biz de öyle düĢünüyorduk.
BOġUNA BABĠL DEMEMĠġLER
Ishtar, savaĢ ve cinsel aĢk tanrıçası olarak Mezopotamya dininin en güçlü
tannçasıydı. Onun kültünün bir parçası olmak isterseniz (herkes de isterdi)
sizin de katkıda bulunmanız gerekirdi.
Her kadın vatandaĢın hayatında en azından bir kez Ishtar'm tapınağına gitmesi ve
gerekli bağıĢta bulunmuĢ herhangi bir erkek ibadetçiye kendisini sunması
gerekirdi. Ishtar'ın fahiĢesi olmanın hiçbir utanılacak yanı yoktu, hatta bu,
erkekle tanrıçanın tanrısal birleĢmesinin kutsal bir yolu olarak kabul edilirdi.
Ya, evet. Ġngiliz yazar Sör James Frazer The Golden Bough'da bunu yapamayan
kızlardan söz eder:
Ishtar'ın tapınağı kalabalıktı Geleneğe uymaya gelen kadınlarla Bazılarının
beklemesi gerekti orada yıllarca.
97
Sanıyoruz ki onlar Ishtar'ın geçici fahiĢelerinin daha az çekici olanlarıydı.
Ömürleri boyunca tapınakta bir ahmağın gelip kendilerinden bir randevu istemesi
için bekleĢen zavallı duvar kağıdı çiçekleri.
TÜM BUNLARI NASIL BĠLĠYORUZ
Fransız bir bilimcinin önderliğindeki bir grup arkeolog MS 1901'de bizim
Hammurabi Kanunları dediğimiz sütunu, Ġran'da, iyi korunmuĢ bir halde buldular.
Tarihsel merak açısından öneminin yanı sıra Kanunlar bize eski Mezopotamya'nın
gelenekleri ve ahlak kuralları hakkında epey bilgi sağladı. Bir daha Paris'e
gittiğinizde, sergilendiği Louvre Müzesi'nde siz de kendi gözlerinizle
görebilirsiniz. Etrafında Ģöyle bir dolaĢıp Hammurabi Kanunları'yla ilgili
bildiklerinizle arkadaĢlarınızı etkileyin. 13. Kanunun olmamasından yola çıkarak
Babilliler'in de bizim kadar batıl inançlı olduklarını söyleyebilirsiniz.
ġEYTANĠ KĠMONO
Modern insanın Ģeytani ruhlara saygısı kalmadı. Ama Japon efsanesine bakılırsa
Tokyo'daki bir papaz, geldiklerini haber ve-rebiliyormuĢ. 1867 Ģubatında bu
papazın lanetlenmiĢ olduğuna inandığı bir kimonodan, Ģeytani ruhları çıkartması
gerekmiĢti. Masum görünüĢlü kimononun sahipleri üç genç kızdı ve üçü de
hastalanıp ölmüĢtü. Genç kurbanların babası seyrederken papaz kimonoyu bir
meĢaleyle ateĢe verdi. Ama kumaĢ yanmaya baĢladığında sert bir rüzgar esti.
ġeytani rüzgar alevleri kontrolden çıkarınca Ģehrin ahĢap konutları tutuĢtu.
MeĢhur uzun kollu kimono yangını söndürülene kadar 100 bin kiĢinin ölümüne ve
Tokyo'nun üçte birinin yanıp kül olmasına neden oldu.
98
BĠR KIL UĞRUNA
TıraĢ edilmiĢ, makasla kırpılmıĢ, örülmüĢ... tarih boyunca çok sayıda farklı saç
modası ortaya çıkmıĢtır.
Kim demiĢ erkekler modaya uymaz diye? Favorileri ve lüleleri en az kadınların
etek boyları kadar değiĢikliğe uğramıĢtır. Coğrafya ve tarihsel dönem, size
saçların bir adamın tepesinde nasıl durduğunun ipucunu verecektir. Kısa saç,
GüneĢ Kral'in sarayının modaya uygun yakıĢıklılarına, bugün onların pudralı
peruklarının bize göründüğü kadar komik görünecektir.
BAK ANNE, CASCAVLAK OLDUM!
Eski Mısırlılar tüm vücut kıllarını tıraĢ ederek, cımbızla veya bal ve
terebentinle yapılan bir macunla alırlardı. Arkeologlar birçok mezarda
mücevherlerle süslü peruklar bulmuĢlardır. Firavunların süslü, uzun sakalları da
takmaydı.
HEY, KIRPIK!
Saint Paul'ün zamanında kısa saç modaydı. Özellikle de Paul, uzun saç hakkında
"erkekler için ayıp" dedikten sonra. On ikinci yüzyılın ortalarında Fransız
Kralı VII. Louis, Paul'ün tavsiyesini dinledi ve uzun saçlarını kesti. Maalesef
kraliçesi Aqu-itane'li Eleanor, Louis'nin kesilmiĢ saçlarına görünce, geniĢ
topraklarını da yanma alıp arkasına bakmadan kaçıp gitti.
99
PERUK MODASI
Kısa saçın modası bir ya da iki yüzyıl sürdü. Rönesans sırasında klas erkekler
Tanrının kendilerine verdiği saçı perukla süslediler. Fransa'da modaya yön veren
Kral XIII. Louis'ydi. Oldukça genç yaĢta kel kalan kral kalan saçlarını bir
peruğun altında gizledi. XIII. Louis kelliğini ve peruk tercihini XIV. Lo-uis'ye
de geçirdi. Aslında, XIV. Louis, yani GüneĢ Kral kelliğinden o kadar nefret
ediyordu ki kel kafasını sadece berberi görmüĢtür. Kralın kelini kimse görmesin
diye, Louis yatağından çıkmadan önce, hizmetkarlarının yatağının kapalı
perdelerinin arasından peruğunu vermesini isterdi.
UN MODA OLDUĞUNDA
GüneĢ Kralın hükümdarlığı boyunca erkekler, kadınlar ve hatta çocuklar büyük,
beyaz peruklar takardı. Kraliçenin nedimelerinden biri "Herkes akıllı görünmek
için olabildiğince yaĢlı olmaya çalıĢıyor" yorumunu yapmıĢtır. Zenginler saç
aksesuarları için özel dolaplar yaptırıyorlardı. 1700'lerde Ġngiliz askerlerin
peruklarını pudralayabilmeleri için haftalık yarım kilo un istihkakları vardı.
NATÜREL
Fransız devrimi pudralı peruklar dönemine son verdi. Zaten kral saçını ve hatta
onunla birlikte baĢını da kaybetmek üzereyken kim bir krala benzemek ister ki?
Ġngilizlerin peruk merakı da 1795'de peruk pudrasına vergi konulunca söndü. Kısa
sürede Lort Byron uzun, vergisiz, doğal lüleleriyle erkeklerin yeni modeli oldu.
UĞRUNA ÖLÜNECEK SAÇLAR
Bu arada Amerikan kolonilerindeki erkekler de kendi saç modellerinden
muzdariptiler. 1600'lerde Püritenlerde kısa tas gibi kesimler modaydı. Onlarla
"tas kafa" diye alay ediliyordu.
100
Ama 1776'dan ve Amerikan Devrimi'nden sonra uzun saç nıoda oldu. Erkekler Ģu
yakıĢıklı adama benzemek istiyordu... Ben Franklin. Franklin ABD'nin Fransa
elçisiydi. Saraya çıktığında peruk takmak istedi ama peruk kafasına uymadı. O da
uzun saçlarının üstüne basit bir kunduz kürkü baĢlık takıp gitti. Yüksek sosyete
onun bu doğal halini bir devrim savaĢçısına çok yakıĢtırdı. (Ben'in uğruna
ölünecek saçları olduğunu düĢündüler.) Bugün Amerikalılar Ben'in dağınık, lüleli
saçlarını 100 dolarlarının üzerindeki resmiyle kutluyorlar- yine de her Amerikan
erkeği uzun yeĢil saçları olsun istemez.
"Para tüm kötülüklerin kaynağıdır."
Aziz Paul
Kutsal metinlerin belki de en sık yanlıĢ aktarılmıĢ kısmı, aslında "Para aĢkı
tüm kötülüklerin kaynağıdır" der. Paul bununla sahip olunan zenginliğe değil,
ona eĢlik eden duygu durumuna dikkat çekmek istemiĢti.
101
ZIT KUTUPLAR
Norveçli kaĢif Roald Amundsen Güney Kutbu'na gitmeyi istememiĢti.
Norveçli kaĢif Roald Amundsen, Robert Peary'nin Kuzey Kutbu'na ulaĢtığını
öğrendiğinde yıkıldı. Oraya ilk kendisi gitmek istiyordu. Gerçek bir kaĢif
olduğundan oturup kendine acıyarak zaman harcayacak biri değildi. Kuzeybatı
Geçidi'ne ilk deniz yolculuğunu yapan oydu. Hemen hedefini dünyanın diğer ucuna
ulaĢmak olarak değiĢtirdi. Güney Kutbu'na ulaĢan ilk insan o olacaktı.
GÜNEYE GĠDĠġ
Kendisi ve mürettebatının nereye doğru gittiklerini sadece erkek kardeĢine
söyledi. Norveç Antarktika KeĢif Gezisi, 39 yaĢındaki Kaptan Amundsen ve dört
vatandaĢının 1910 yılının haziranında gemileriyle güneye doğru yola çıkmalarıyla
baĢladı. Ana kamplarını kurdular ve Ekim'de artık hazırlardı. Ana kamptan 52
köpek, yiyecek ve mühimmat dolu dört kızakla yola çıktılar. Günde 24 kilometre
yol alıyorlardı. Kısa süre içinde ne kadar zor bir hedef seçtiklerini
anlamıĢlardı. En soğuk günde ısı -77JC'a kadar düĢmüĢtü.
BAYRAK YARIġI
8 Aralık 1909'da Ġngiliz Ernest Shackleton'un daha önce,
102
Kutba ulaĢma giriĢiminden vazgeçtiği noktaya ulaĢmıĢlardı. KeĢif gezisi
Norveçlileri, Amundsen'in Norveç kraliçesinin Ģerefine Kraliçe Maun Dağı adını
verdiği 3048 metre yüksekte bir baĢka dağ bölgesine götürmüĢtü. 14 Aralık'ta
sonunda Kutba ulaĢtıklarında, 5 bitkin kaĢif ulusal bayraklarının etrafında
toplanıp soğuktan donmuĢ parmaklarıyla bayrağı hep birlikte tutarak kara
diktiler.
BÜYÜK SCOTT!
Ama Amundsen'in ekibi orada yalnız değildi. Ġngiltere Antarktika Terra Nova
KeĢif Gezisinin baĢındaki Ġngiliz kaĢif, Kaptan Robert Falcon Scott'la yarıĢ
halindeydiler. Bu, Scott'un ikinci Antarktika seyahatiydi. Ama o ana kampını,
Amundsen'inkinin 96 kilometre gerisine kurmuĢtu, böylece Amundsen, Scott'a bir
ay fark attı.
TRAJĠK SON
Ġngiliz kaĢifler 17 Ocak 1912'de hedeflerine ulaĢtıklarında Norveç bayrağını
orada bulmuĢ ve büyük hayal kırıklığına uğramıĢlardı. Geri dönüĢte
yiyeceklerinin azlığı ve yakalandıkları tipi beĢ adamın tümünün ölümüne neden
oldu. Scott'un günlüğü seyahatin son günlerinin ayrıntılarını veriyordu. Günlük
ertesi yıl Kasım'da, arama-kurtarma ekibi tarafından bulundu.
ZOR ULAġAN MEKTUP
Dayanıklı Norveçlilerin Güney Kutbu'na ulaĢmaları 53 gün sürmüĢtü. 14 Aralık
1911 tarihli baĢarılarının haberinin Ġngiltere'ye ulaĢması ise daha uzun sürüp
üç buçuk ayı buldu.
103
1
ġANS GETĠREN ĠÇ ÇAMAġIRINA ĠNANIR MISINIZ?
tç çamaĢırı en büyük baĢarısını Güney Teksas'ta elde etmiĢtir. 184O'ın Ağustos
ayında Juliette Watts, gümrük memuru Hugh'le evleneli henüz bir aydan az zaman
olmuĢtu. Bir Ağustos sabahında bir Komançi savaĢçı grubu dörtnala sürdükleri
atlarıyla, kasabaya sürpriz bir saldırı düzenleyip, yakıp yıktılar, yağmaladılar
ve insanları öldürdüler. Ġnsanların çoğu sudaki teknelerine atlayarak kaçtılar
ama Wattslar Hugh'un altın saatini kurtarmak için evlerine koĢtular.
Ortalığı yakıp yıkan Komançiler Hugh'u öldürüp karısını kaçırdılar.
Anlatılanlara bakılırsa Juliette'e tecavüz etmeye de kalkıĢmıĢlardı. Elbisesini
yırtmıĢ ama korsesini görünce donup kalmıĢlardı! Kanca ve bağcık labirentinden
ĢaĢkına dönen savaĢçılar vazgeçip, kasabayı talan edip yağmaladıklarını
katırlara yüklemeyi yeğlemiĢlerdi. Yanan kasabayı terk ederken Bayan Watts'ın da
dahil olduğu bir grup esiri de yanlarına aldılar.
Bir grup, Komançilerin peĢinden gitti ve Plum Creek'te yapılan savaĢta onları
yendiler. Komançiler geri çekilirken esirlerinin çoğunu öldürdüler ama Bayan
Watts'ın göğsüne bir ok at-tılarsa da ok kadının korsesini tam olarak delemedi!
Sımsıkı bağlanan korseler giyenlerin kan dolaĢımına ve hatta iç organlarına
zarar verdikleri için eleĢtirilmiĢti ama bu acımasız moda Bayan Watts'ın
hayatını kurtardı. Ġç çamaĢırı sayesinde hayatta kaldı ve tekrar evlendi.
104
ġĠFRE KIRICILIK: KRĠPTANALĠZ
Göründüğünden daha zor, zaten inanılmaz derecede zor görünüyor.
Ġnternet aramıza katılıncaya kadar, sadece ordular, bankacılar ve casuslar Ģifre
kullandılar. ġimdi çok satan bir kitabı veya video oyununu satın alıĢınızı
Ģifreleyen 128-bit algoritmleri var, böylece kimse sizin ne aldığınızı
bilemiyor. Casuslar tarafından gönderilen bir mesajın Ģifresini çözerseniz ciddi
bir iĢ üzerinde olduğunuzu garanti ederim. Biliyorsunuz, Naziler Ģifreli
mesajlarıyla CD satın almıyorlardı.
Kriptanaliz neredeyse kriptoloji (bilgiyi Ģifreli hale getirmek) kadar zordur.
Ġnsanlar birinden bir haberi saklamak için bir nedenleri olduğundan beri
bilgileri Ģifreliyorlar, yine de ilk yöntemler oldukça basitti.
KONUNUN CĠDDĠ BĠR TARĠHĠ
Yunanlılar mesajlarını belirli bir kalınlıktaki bir sopanın üzerine spiral
Ģeklinde sarılmıĢ kumaĢa yazarlardı; kumaĢtan Ģerit açıldığında yazılanlar
anlamsız hale gelirdi. Romalılar belirli bir düzene göre tüm harflerin yerlerini
değiĢtirirdi. Kaç harfi çevirmeniz gerektiğine Julius Caesar karar verirdi.
ARAP KNOW-HOW'I
Ciddi Ģifrelemelerin yapılabilir hale gelmesi on beĢinci yüz-
105
yılı bulmuĢtur. Araplar (Avrupa o karanlık çağa gömülmüĢken onlar Batı bilimine
sahip çıkıp geliĢtiriyorlardı) kriptolojinin de, kriptanalizin de temellerini
sistemleĢtiriyorlardı. Bazı harflerin (sesli harfler gibi) diğerlerinden daha
sık kullanıldıklarını ilk fark eden onlardı ve bazı harflerin kullanım sıklığına
bakarak Ģifreyi kolayca kırabiliyorlardı. Biliyorum, "Hıh, kriptanalizde harf
frekansı dağılımını kim bilmez?" diyorsunuz. Ama unutmayın o zamanlar her Ģey
daha basitti.
YANKĠ MAHARETĠ
Kriptolojinin kendi baĢına kazandığı bir savaĢ yoktur ama savaĢların
kazanılmasına yardımcı olmuĢtur. Bu da savaĢan tarafların, düĢman Ģifrelerini
çözmeye öncelik tanıması için yeterlidir. Konfederasyon ordusunu ele alalım.
Konfederasyon ordusu Kuzeylilerin Ģifrelerini çözmekte o kadar zorlandı ki,
insanlar evlerinde bunları çözmeye uğraĢsınlar diye Ģifreli mesajları gazetelere
bastılar. Ama Kuzeyliler görece daha basit bir Ģifreleme kullanan
Konfederasyonculann Ģifrelerini çözmekte hiçbir güçlük çekmiyorlardı.
HER ġEY KONTROL ALTINDA
Büyük olasılıkla kriptanalizin önemiyle ilgili en iyi örnek; Ġkinci Dünya
SavaĢı'nda Ġngilizlerin, Ultra adlı programlarıyla, Almanların Enigma adlı
Ģifreleme sistemini kırmalarıdır.
Ünlü matematikçi Alan Turing'in baĢında olduğu Ultra projesi, Müttefikleri
Almanların planlarından haberdar ederek büyük bir avantaj sağlıyordu. Bu
avantajı her zaman kullanmadılar. Eğer Müttefik kuvvetleri Almanların her
hamlesine cevap verselerdi tahmin edeceğiniz gibi Almanlar Ģifrelerinin
kırıldığını anlarlardı.
NE BOMBASI
Bu durum, çok çetrefilli manevraların yapılmasını gerektiri-
106
1
yordu. Örneğin Ģifreyi çözdüklerinden Ġngilizler Alman konvoyunun yerini
biliyorlardı, sonra konvoyu "keĢfetmek" için bir uçak gönderiyorlar ancak ondan
sonra konvoyu bombalayabiliyorlardı. Bazen bu yüzden kurban verdikleri de
oluyordu: Bir keresinde Ġngilizler, Coventry Ģehrinin bombalanacağını öğrendiler
ama Ģehri boĢaltmak yerine (Ģifreyi çözdüklerini belli etmemek için)
bombalanmasına izin verdiler.
POLONYA FIKRASI DEĞĠL
Ġngilizlerin Ultra projesiyle ilgili az bilinen bir gerçek de, iĢin önemli
kısmının Ġngilizler yerine Polonyalılar tarafından yapılmıĢ olmasıdır. 1930'lar
boyunca Polonya hükümetinin Almanlar hakkında haklı sayılabilecek karanlık
görüĢleri vardı ve Marian Rejewski, Jerzy Rûzycki ve Henryk Zygalski'yi Enigma
Ģifresini kırmak üzere görevlendirdiler. Ekip, eski moda yöntemler kullandı:
Önce artık kullanılmayan Enigma Ģifrelerini ve bir Enigma'nın nasıl
hazırlanacağını açıklayan bir kitapçığı ele geçirdiler. Sonra da Enigma
makinesinin bir kopyasını yaptılar. Ardından Ģifreleri çözüverdiler ve yeni
Ģifreleri çözecek Ģekilde Enigma makinesini yeniden yaptılar.
TĠPĠK ĠNGĠLĠZ TAVRI
Polonyalılar 1939'da Almanya'nın Polonya'ya saldırılacağı-nı anlayınca
Ġngilizlerle gizli bir toplantı yapıp Enigma üzerine yaptıkları araĢtırma
sonuçlarını onlara verdiler. Kibarca ifade etmek gerekirse Ġngilizler hayretler
içinde kalmıĢlardı. Peki ya Rejewski, Rûzycki ve Zygalski'nin projeyi
sürdürmesine izin verdiler mi? Tabii ki hayır. Biliyorsunuz onlar yabancıydı.
Bildiklerini Amerikalılarla paylaĢmak zaten yeterince zordu. Sırası gelmiĢken,
onlar da kendi Ģifre kırma operasyonlarıyla meĢguldüler: Japonların kullandığı
"Enigma" benzeri bir Ģifreleme olan "Purple". Bu pek kolay bir iĢ sayılmazdı ama
çok yararlı oldu.
107
11
Purple'm kırılması sayesinde Amerikan savaĢ pilotları, Japon deniz kuvvetlerinin
kumandanı Isoku Yamamoto'yu taĢıyan uçağı "tesadüfen" vurdular. Biliyorsunuz
Pearl Harbor'a saldırmayı öneren Yamamato'ydu, bu yüzden ardından pek az gözyaĢı
dökülmüĢ olmalı, aslında bu düpedüz, uçakla gerçekleĢtirilmiĢ bir infazdı.
MATEMATĠKSEL MESELELER
Enigma'yı kırma ihtiyacı, insan bilgisini önemli ölçüde geliĢtirdi demek pek de
abartı olmaz. Bu geliĢmenin büyük kısmı matematik alanında yaĢandı. Ġkinci Dünya
SavaĢı sırasında krip-tanaliz yüksek matematikten ayırt edilemeyecek bir Ģeydi,
bugün bu daha da imkansız- ama baĢka alanlar da iĢin içine girdi.
BĠLGĠSAYAR KARTLARINA YENĠLMEK
Ġlk programlanabilir bilgisayar, sanıldığı gibi savaĢtan sonra ABD'de yapılmadı.
Ultra projesinin merkezi Bletchley Park'ta yapıldı. 'Devasa' anlamında
'Colossus' diye adlandırılan bilgisayar, Ģifreleri insanların yapabileceğinden
daha hızlı kırmak için tasarlanmıĢtı. Bilgisayarınızın baĢına geçtiğinizde
Colos-sus'un spiritüel torunundan yararlanıyorsunuz -spiritüel, çünkü savaĢ
sırasında gizli olan makine, savaĢ bittiğinde de gizlice yok edildi. Ġngilizlere
paranoyak demek yanlıĢ olmaz sanırız, çünkü makinenin izlerini bile sinsice
silmiĢlerdi. Dünya Enigma veya Ultra'dan ancak 1970'lerde haberdar oldu. ĠĢte o
zaman Arjantin semaları, eski Nazilerin alınlarına vurdukları Ģaplağın sesiyle
inledi.
GERÇEK SIR
Enigma ve Purple Ģifrelerinin kırılması çok önemli bir entelektüel baĢarı
olmakla beraber, aynı zamanda akıllı insanların sonuç almak için, aptalların
aptalca yanlıĢlar yapmasına ihtiyaç duyduklarının da hikayesidir.
108
Enigma Ģifresinin kırılması kısmen de Alman ordusu askerlerinin Ģifrenin
kırılamazlığına fazlasıyla güvenerek basit ön Ģifreler kullanmalarından
kaynaklanır. Bu, yayının baĢlangıcında, karĢı tarafın mesajı almak için
makinesini "ayarlamasına" fırsat veren üç harflik bir Ģifreydi. Ġngilizlere
fırsat penceresini aralayan da bu olmuĢtur. Alman donanması Ģifreler ve
gönderdiği mesajlar konusunda daha tedbirliydi ve sonuç olarak, donanma
Ģifreleri ordu Ģifrelerinden yıllar sonra kırılabildi. Bu da her mükemmel
sistemin en büyük sorununun, onu kullanan insanların mükemmel olmayıĢı olduğunun
ispatıdır.

DÜNYA KÜÇÜK
Kendisinden önceki ve sonraki çoğu yazar gibi, Geoffrey Chaucer'ın da gündüzleri
çalıĢtığı baĢka bir iĢi vardı. Ġngiltere Kraliyet Sarayı'nda memur olarak
çalıĢırken, Kral III. Ed-ward'ın torunu ve Prens Gaunt'lu John'un kızı
Philippa'yla arkadaĢ oldu. Philippa Chaucer'ın ilgi alanlarından birinin
denizcilik olduğunu fark etti. Bu konu ilgisini çekti ve Chaucer ona bildiği her
Ģeyi öğretti. Daha sonraları Philippa Portekiz kraliçesi olduğunda
öğrendiklerinin hepsini oğlu Denizci Henry'ye aktardı.
109
TARĠH YANLIġLIKLARINI KANITLADI: BÖLÜM I
Konuya kıyısından köĢesinden de olsa bulaĢtıkları için, daha iyi fikir sahibi
olması gereken kiĢilerin teknoloji hakkındaki yanlıĢ yorumları.
"Sanırım beĢ bilgisayarlık bir dünya pazarı var."
—Thomas Watson, IBM BaĢkanı, 1943
"Gelecekte bilgisayarlar belki de 1,5 tonun altında olacaklar."
—Popular Mechanics, 1949
"Peki ama... ne iĢe yarar bu?"
—IBM'in Ġleri Bilgisayar Sistemleri Bölümünden bir Mühendisin Mikroçipler
hakkındaki yorumu, 1968
"Ġnsanların evlerinde bilgisayar olmasını istemeleri için bir neden yok."
—Ken Olson, Digital Equipment Corporation BaĢkan ve
Yönetim Kurulu BaĢkanı, 1977 "Böylece Atari'ye gittik ve dedik ki 'Hey, elimizde
harika
bir Ģey var, hatta bir kısmı sizin parçalarınızla yapıldı, bizi fı-
110
nanse etmeye ne dersiniz? Ya da, onu size vereceğiz. Bunu istiyoruz. MaaĢımızı
ödeyin, gelip sizin için çalıĢalım.' Onlarsa 'Hayır' dediler. Bu yüzden Hewlett-
Packard'a gittik, onlar da 'Size ihtiyacımız yok, daha üniversiteyi bile
bitirmemiĢsiniz' dediler."
—Apple Computer Inc. Kurucusu Steve Jobs, Steve Wozniak'la beraber icat ettiği
kiĢisel bilgisayar için Atari ve Hewlett Packard'ın ilgisini çekme çabalarını
anlatıyor
"640K herkese yeter."
-BillGates, 1981
111
TOPÇU, AVUKAT, DĠLBĠLĠMCĠ, CASUS
Moe Berg birçok yeteneği ve tuhaflığı olan bir adamdı. Herkes casuslukta beysbol
oyunculuğundan daha baĢarılı olduğunu söylüyor.
Morris "Moe" Berg, New York Ģehrinde 1902 yılında Rus bir göçmenin oğlu olarak
doğdu. Liseden iyi dereceyle mezun olup Princeton'a kabul edildi. Babası avukat
olmasını istiyordu, bu yüzden hukuk diploması aldı. Ama Berg hukukçuluktan daha
ilginç baĢka meslekler de edindi -beysbol oyunculuğu, dilbi-limcilik ve casusluk
gibi. Ġkinci Dünya SavaĢı nedeniyle çok önemli bir görevde casusluk yaptı.
LATĠNCE KONUġAN TOPÇU
Berg Princeton beysbol takımında oyuncuydu. Ama farklı bir oyuncu olduğu ortaya
çıktı; bilinen el iĢaretlerini kullanmak yerine Berg ikinci meydancısıyla
Latince haberleĢiyordu. Moe Princeton'da diğer dillerin yanı sıra eski Hint
Sanskritçe'si ve Mısır hiyeroglifleri üzerine eğitim almıĢtı. 1923'de mezun
olduktan sonra, daha sonra Brooklyn Dodgers olan Berg Brooklyn Robins takımına
katıldı. Beysbolden aldığı maaĢ, Paris'te Sor-bonne Üniversitesi'ndeki dilbilim
eğitimini ve ardından Colom-bia Üniversitesi'nde hukuk okumasını finanse etti.
112
HER DĠLDE ATIġ
16 yıllık beysbol kariyerinde Moe Berg ligin beĢ önemli takımında oynadı. 1932-
1933 sezonunda Washington Senators'da oynadığı sırada art arda 117 kez hatasız
oyun çıkararak Ameri -jcan Lig rekorunu kırdı. Ama isabet oranı o kadar berbattı
ki (tüm yaĢamı boyunca averajı .243'tü) Ģu baĢlığın atılmasına ilham kaynağı
oldu: "Moe Berg 12 dil konuĢabiliyor ama hiçbirini vuramaz."
ÜNLÜ BĠR CASUS
1934'de bir Japonya turnesi için bir Amerikan Ligi ünlüler takımı toplandı. Bu
takımda Babe Ruth ve Lou Gehrig gibi seçkin oyuncular vardı. Bazıları Berg'in
takıma alınma nedeninin Japonca bilmesi olduğunu söyler. Moe ayrıca Japon
kültürünü ortalama bir Amerikalının anlayabileceğinden daha iyi tanıyordu, bu
yüzden Japonlar arasında çok popüler oldu.
JAPON FĠLMLERĠ
Bu avantajını kullanarak bir hastane binasının çatısından; liman, tersane,
endüstri bölgeleri ve askeri tesisler dahil Tokyo'nun filmlerini çekme fırsatını
buldu. Bazı kaynaklar Berg'in daha o zamandan Amerikan istihbaratı için
çalıĢtığını söyler. BaĢkaları ise Berg'in bu film çekme iĢini kendiliğinden
yaptığında ısrarlıdır. Berg'in bu amatör filmlerinin değeri konusunda da
anlaĢmazlıklar vardır. Çokça anlatılan bir hikayeye göre, bu filmlerin 1942'de
General Jimmy Doolittle'ın Japonya'ya yapılan bombalı saldırının planlarında
kullanıldığı iddia edilir. BaĢka tarihçilerse resimlerin büyük ihtimalle çok az
yararı olduğunu söylerler.
SOL KANATTAN GELEN CASUS
Her iki durumda da o filmler Berg'i baĢka bir kariyere yön-
113
lendirdi. Stratejik Hizmetler Ofisi'nin (CIA'nin selefi The Office of Strategic
Services- OSS) baĢındaki "Çılgın Bili" olarak tanınan William J. Donovan, Moe
Berg'in iyi bir casus olacağını düĢündü. Berg birçok dil konuĢuyordu, olağanüstü
zekiydi ve insanları konuĢturmakta da çok maharetliydi. Bunların tümü bir casus
için iyi niteliklerdi.
ĠNDĠR O SĠLAHI!
Böylece, beysbol kariyeri 1939'da sona erdiğinde OSS, Moe Berg'e iĢ önerdi. Berg
ilk baĢlarda biraz beceriksizdi. Silahını nereye koyacağını bilemiyor, ceketinin
içine, kemerine ve çorabına sokuĢturmaya çalıĢıyordu. Bir keresinde, silahını
bir arkadaĢının tutması gerekmiĢti. Dünyayı dolaĢtı. Casablanca'ya, Cezayir'e,
Roma'ya, Yugoslavya'ya ve Norveç'e gitti. Üzerinde sürekli, geleneksel casus
kıyafeti olan bir trençkot vardı.
VUR EMRĠ
1944'de ABD'li bilim insanları, atom bombasını Almanlardan önce üretmek için
Manhattan projesi üzerinde çalıĢmakla meĢguldüler. Berg o yılın Aralık ayında
Ġsviçre'ye, Zürih'e bir bilimsel konferansa katılmak üzere gönderildi. Görevi
Almanların bombanın üretiminde hangi aĢamada olduklarını bulmaktı. Eğer sonuca
çok yaklaĢmıĢlarsa, Almanya'nın en önemli atom fizikçisi Werner Heisenberg'i
hemen oracıkta öldürecekti.
AJAN BERG Ġġ BAġINDA
Ġsviçreli bir fizik öğrencisi rolünde, güvenilir silahı (sonunda nasıl
taĢıyacağını öğrenmiĢti) ve intihar hapıyla (her ihtimale karĢı, siyanür
tableti) Berg, Heisenberg'i temel fizik dersi verirken izledi. Çok sönük bir
dersti: Berg'in daha fazla araĢtırma yapması gerekiyordu. Dersten hemen sonra
bir fırsat çıktı.
O akĢam, yemekte Berg Heisenberg'le sohbet fırsatı buldu. Fizikçi eteğindeki
taĢları döktü: Almanların projesinin Mütte-
114
fiklerinkinin gerisinde kaldığından Ģikayet etti. Güya Berg'e "Utanç verici,
Almanlar savaĢı kaybetmiĢ sayılırlar" demiĢti.
(Evet!)
VAY BE!
Böylece Berg'in silahını ya da intihar hapını kullanması gerekmedi. Ġyi
haberleri Washington'a OSS'ye iletti; onlar da bunu BaĢkan Roosvelt'e ilettiler.
BaĢkanın cevabı "Topçuya hürmetlerimi iletin" oldu.
TEġEKKÜRLER AMA TEġEKKÜR ĠSTEMEZ
Moe Berg OSS için, hatta belki FBI için baĢka iĢler de yaptı. (Bu çok gizli,
peki biz nasıl biliyoruz?) Özgürlük Madalya-sı'yla ödüllendirildi. Ama ödülü,
"teklif ediliĢine" saygı duyduğunu söyleyerek reddetti.
HALA BEYSBOL TARAFTARI
Berg'in haber vermeden ortadan kaybolmak ve sonra aniden ortaya çıkmak gibi bir
huyu vardı. SavaĢtan sonra, belli ki avarelik etmeye baĢladı ama gidebildiği
kadar sıklıkla beysbol oyunlarını izlemeyi sürdürdü. Bazen gerçekleri hafifçe
saptıran, iyi bir hikaye anlatıcısıydı, bu yüzden tarihçilerin, yaĢamındaki
gerçek olayları ayıklaması güç oldu. 1972'de öldüğünde birçok yeteneği ve
gizleri olan bir adamın efsanesinden gayri miras bırakmadı.
SADECE LEONARDO
Leonardo da Vinci soyadını doğduğu Ġtalyan kasabası Tosca-ni'deki Vinci'den
almıĢtır. Ġtalyanca'da da, lı anlamına gelir bu yüzden tam ismi "Vinci'li
Leonardo"dur. ĠĢte bu yüzden ansiklopedilerde onu L harfinde bulabilirsiniz.
115
HAZIR KALE
Koca bir kalenin birkaç saatte in§a edilmesi büyük bir baĢarıdır ama bunu
Romalılara kimse söylememiĢti. Her günün sonunda, taĢınabilir kalelerini söker
sonra da tekrar inĢa ederlerdi.
Gün boyunca süren uzun bir yürüyüĢün sonunda Romalı piyadeler güzel bir ateĢin
baĢında yemek yemeyi akıllarına bile getiremezlerdi, çünkü önce inĢa etmeleri
gereken bir kaleleri olurdu. Lejyon, keĢif birliğinin seçtiği alana vardığında,
askerler sırt çantalarını indirip küreklerini ve kendi duvar parçalarını
çıkararak (vallahi doğru söylüyoruz) kazmaya baĢlarlardı.
TIKIR TIKIR ĠġLEYEN BĠR MAKĠNE GĠBĠ
Her asker kendi iĢini bilirdi. Kumandanının emirlerine uymamanın bedeli kırbaç
ya da daha beter bir Ģey olduğundan askerler hemen iĢlerine koĢardı. Önce kaleyi
çevreleyen bir hendek kazar, sonra kare biçiminde toprak bir duvar örerlerdi.
Sonra her adam kendine ait duvar parçasını -boylamasına birbirine bağlanmıĢ
tahtalar- toprak duvara yapıĢtırırdı. Ve kale bitmiĢ oldurdu, hendek pek derin
olmasa da iĢ görürdü.
HAZIR ġEHĠR
Kale biter bitmez, birlikler içeri dolar ve bir çadır kent kurarlardı. Ama
yolları olmayan bir Ģehir tamamlanmıĢ sayılmaz tabii. Bundan dolayı, çadırlar
askeri bir Ģema titizliğinde sıralanır-
116
di. Ana caddeye, evet ana cadde denirdi ve karargah, malzeme çadırları gibi en
önemli çadırlar buraya kurulurdu.
Arka sokaklarda ise hastane, generalin muhafızları ve Romalıların fethettiği
Ģehirlerden alınmıĢ tutsaklardan oluĢan yedeklerin çadırlarını bulabilirdiniz.
Kampı takip edenlerin de (subayların hizmetkarları, köleler, doktorlar ve hatta
bir tür seyyar pazar iĢleten tüccarlar) çadırları vardı. Her gün aynı kalede
kalmak gibiydi, tek fark değiĢen manzaraydı.
KAMPIM, GÜZEL KAMPIM
Piyadeler kendi çadırlarını kurmadan önce, bütün kumandanların ve marangozlar,
topları kullanan makineciler, kuĢatma sırasında duvarların altını kazan
istihkamcılar ve çeĢitli diğer destek personelinin çadırlarını kurmak
zorundaydılar.
FAZLA UMUTLANMAYIN
Bütün bunlar yapıldıktan sonra bile daha çok iĢ olurdu. Bazı askerler baĢını
saman yatağına koyabilirdi ama tutulması gereken nöbetler vardı. Ayrıca yiyecek
toplamak, yakacak toplamak, su taĢımak gibi gece gündüz devam eden iĢler vardı.
DüĢük rütbeli piyadelerin bütün bu iĢleri yapması gerekiyordu.
HAYDĠ YEMEĞE!
Trampetler yatma, kalkma ve nöbet değiĢim zamanlarını haber verirdi -meseleyi
yavaĢ yavaĢ anlamaya baĢlamıĢsınızdır. Ha, bir de yemek zamanını. Yemekte ekmek
ve ekĢi Ģarap vardı. O kadar.
AġAĞI VE YUKARI
Her sabah tüm askerler subaylarına, tüm subaylar üst rütbeli subaylarına, tüm
üst rütbeli subaylar da konsüllerine rapor verirlerdi ki bu sonuncular emirleri
verirdi. Sonra, tüm bu süreç, yu-
117
kardan aĢağıya doğru emirlerin bildirilmesi için tekrarlanırdı. Yetkili kiĢi
emir vermeden hiçbir Ģey yapılamazdı. Her Ģeyin bir prosedürü vardı ve buna her
zaman harfiyen uyulurdu.
TEKRAR YOLLARDA
Kampı toplama vakti geldiğinde trampetler baĢka bir iĢaret verirdi. Birlikler
çadırları toplar ve her Ģeyi paketlemek için ko-ĢuĢtururlardı. Ġkinci iĢarette
çadırları, duvar parçalarını ve bagajları atlara, katırlara ve kendilerine
yüklerlerdi. Ardından, askeri bir disiplinle, kamptan geriye kalanları ateĢe
verirlerdi. Böyle ustalıkla kurdukları kamplarını baĢkalarının kullanmasını hiç
istemezlerdi. Üçüncü iĢarette gruplar halinde askeri düzene geçerlerdi. Moral
yükseltmek için yapılan selamlamadan sonra, o gece her Ģeyi yeni baĢtan yapmak
üzere yola çıkarlardı.
BUNCA ZAHMETE DEĞER MĠYDĠ?
Dünyayı fethetmek Romalılara özgü bir yetenekti ve bunu organizasyon yetenekleri
izlerdi. Bunların üstüne bir de seyyar kaleleri oldu mu artık her Ģeye
hazırdılar. Bir de her zaman inisiyatifi elde tutma politikalarını eklediğinizde
neredeyse yenilmez hale gelirlerdi.
118
LALE FIRTINASI
Lale baĢarının tadını aldığında.
Ġnternet'in 90'larda borsadaki hızlı yükseliĢinin benzersiz olduğunu mu
sanıyordunuz? Hiçbir zaman kar getirmeyen Ģirketlere yatırımcıların borsada
yüksek fiyatlar ödemeleri garip görünse de .com çılgınlığı riskli spekülatif
yatırımlar tarihinde sadece en son örnektir. Hollandalıların borsa çöküĢleri
hakkında yeni yatırımcılara söyleyecek bir iki çift lafı olsa gerek.
AĞIRLIĞINCA ALTIN DEĞERĠNDE
Rengarenk laleler herhangi bir çiçek serasından tanesi 2 dolara alınabilir, daha
nadir bazı türleri ise belki 10 dolar edebilir. Bu sıradan çiçeğin bir zamanlar
altından daha değerli olduğuna ya da on yedinci yüzyılda Hollandalı borsa
tüccarlarının lale ticaretine kaptırıp borsanın çökmesine neden olduklarına
inanmak zor.
SAKSIDAKĠ CAZĠBE
Lale çılgınlığı 1600'lerde, lalelerin, özellikle de nadir olanların Hollanda'da
statü sembolüne dönüĢmesiyle baĢladı. Zenginler, Amiral Leifken veya Semper
Augustus lale çeĢitlerini akĢam yemeğinde davetlilerine göstererek hava
atıyorlardı. Zen-
119
ginleri taklit eden orta sınıf lale hayranları lale soğanlarını kapıĢıyordu.
LONDRA'DA LALE SOĞANI TĠCARETĠ
Kısıtlı arza karĢılık yüksek talebin neden olduğu fiyat enflasyonu kısa zamanda
bir lale borsası oluĢturdu. Lale soğanları Amsterdam, Rotterdam, Haarlem, Leyden
ve sonunda Paris ve Londra'daki borsalarda listelenmeye baĢlandı. Ġlk önceleri,
tüccarlar değerli soğanların peĢinde koĢan Hollanda vatandaĢlarıydı; daha
sonraları yabancılar da oyuna katıldı. Yatırımcılar lalelerin nadir türleri
üzerinde çılgınca spekülasyonlara giriĢtiler. Lale soğanlarının değeri hızla
yükseldi. "Gelecekteki" ürünler bile alınıp satıldı ve tüccarlar lale
yetiĢtirmek için iĢlerini güçlerini değiĢtirdiler. 1635'de bir adam tek bir
Semper Augustus cinsi lale soğanı için Ģehir içindeki 5 hektarlık arsasını
teklif etti. Spekülatörler soğan alıp satmak için ev ve iĢyerlerini ipotek
ederken, nadir türleri için 20 bin dolara varan teklifler oluyordu. Nadir bir
lale soğanı bir gelin için yeterli bir drahomaydı.
KÖKLERĠNE GERĠ DÖNÜYORLAR
Ama 1637'de bir soğan tüccarları konsorsiyumu, soğanlarını her zamanki yüksek
fiyatlardan satamayınca piyasa dibe vurdu. Hisse fiyatları düĢtü. Tüm
birikimlerini soğanlara yatıran binlerce Hollandalı tüccar iki ay içinde
dilenecek duruma düĢtüler. Hollandalıların laleyle aĢkları azalmaksızın sürdü
ama bu çöküĢ Hollanda ekonomisi üzerinde onlarca yıl hissedilecek derin izler
bıraktı.
BĠR VAZO DOLUSU ĠSRAF
Borsada Ġnternet'e yatırım yapanlar karlarının uçup gitmesini seyrederken düĢkün
laleyi hatırlayabilir ve biri size riskli bir borsa tüyosu verirse ona bir ahmak
olmadığınızı söyleyebilirsiniz.
120
NALLIġEYTAN
Paslı bir nal çivisine basarsanız ödülünüz tetanos iğnesi olur. Peki nallar
neden uğurlu kabul edilir? Paganlar nalı uğurlu bulurlardı çünkü çok güçlü
kutsal bir metalden, demirden yapılmıĢlardı. Eski Ġskandinavya savaĢ tanrısı
Thor demir bir çekiç kullanırdı. Yunanlılar ise nalın uğurlu bir biçimi olduğunu
düĢünürlerdi çünkü bereketin simgesi olan hilale benziyordu. Nal Ortaçağda da
uğurlu bulunurdu. Ortaçağ kiliselerinin bir kısmının kapıları hilal
biçimindeydi. Ama nalların Ģanslı yazgısına damgasını vuran, onuncu yüzyılda
Dunstan adlı nalbandın efsa-nesiydi. Bir adam gelip nallanmak istediğinde, zeki
bir adam olan Dunstan bu talebin tuhaflığını fark etmiĢti. Ardından müĢterisinin
yarık ayaklı olduğunu fark etti, Ģeytanın ta kendisini nallıyordu! Daha sonra
Cantenbury baĢpiskoposu olan Dunstan, Ģeytana kızgın demir ve çivilerle iĢkence
ederek bir daha nal tarafından korunan bir binaya kendisinin de iblislerinin de
girmeyeceğine söz verdirdi. Nal binaya ters olarak aĢılmalıydı ki Ģans kaçıp
gitmesin.
121
KELLELER GĠDĠYOR!
Gayet nazik bir adamın ismi nasıl olur da bir ölüm makinesiyle özdeĢleĢir?
Dr. Joseph Ignace Guillotin (tahmin edebileceğiniz gibi Giyotin diye okunuyor-
ç.n.) Ģefkat dolu bir adamdı. Bu yüzden 1789 Ekiminde Fransız Kurucu Meclisi'nde
konuĢmak için ayağa kalktığında, tüm idam mahkumlarının infazlarının, bir
kelleyi "göz açıp kapayıncaya kadar" kopanverecek bir makine ile yapılmasını
önerdi.
NASIL BĠRĠ?
Guillotin bu konuyu hayatının meselesi yaptı; idama mahkum insanlar da hızlı ve
acısız bir ölümü hak ediyordu. O zamana kadar sıradan Fransızlar asılarak idam
ediliyordu. Asiller ise tabii ki daha soylu bir biçimde, kılıçla
öldürülüyorlardı.
NASIL BĠR MAKĠNE?
Guillotin'in aklındaki daha kibar ve insaflı kafa kesme makinesi; Ġtalya,
Ġngiltere ve Almanya'da zaten kullanılıyordu. Fransız hükümeti 'Olur' dedi,
'deneyelim'. Alman bir piyano yapımcısı olan Tobias Schmit'ten bir prototip
hazırlamasını istediler. Yaptığı makine Fransız hastanelerinden sağlanan
cesetler üzerinde baĢarıyla denendi. Böylece giyotin, onu Fransız Devrimi'nin
simgesi haline getirecek bir zamanlamayla kullanıma sokuldu.
122
MAJESTELERĠNĠN ĠDAMLARI Kral: XVI. Louis
Fransız halkı isyan halindeydi; hedefleri ise asillerdi. XVI. Louis 1791'de
kraliyet ailesinin geri kalanıyla birlikte Fransa'dan kaçmaya kalkıĢtığında hain
ilan edilmiĢti. Bu yüzden 1793'te yapılan mahkemesi sadece bir formaliteydi;
mahkum olacağından kimsenin Ģüphesi yoktu. Sonuç belli olduğundan, 72 saat süren
dava boyunca salondaki canı sıkılan dinleyiciler bir Ģeyler atıĢtırıp aralarında
Ģarap ve brendi alıĢveriĢi yaptılar. Kalabalığın kalanı dıĢarıda, çevredeki
kafelerde davanın sonuçları üzerine bahis oynuyorlardı.
Louis'nin Büyük Günü
Ġri yarı bir adam olan XVI. Louis hapishane hücresinden büyük yeĢil bir at
arabasına doğru yürürken Paris'te hafif bir yağmur yağmaya baĢlamıĢtı. 1.200
muhafızdan oluĢan bir alay, kalabalıkla tıka basa dolmuĢ büyük bir meydana doğru
ilerledi. Kral, iĢi babasından devralmıĢ ve oğluna aktaracak bir profesyonel
olan cellat Charles Sanson'un önüne getirildi.
Asalet BaĢa Bela
Dik durumdaki iki direğin arasındaki ağır bıçak inerken kralın hizmetkarı
korkunç bir çığlık attı. Kral -kilo problemi olduğundan söz etmiĢ miydik?-
yıllardır hamur iĢini biraz fazla kaçırmıĢtı ve boynu "bir darbede kesilmedi."
Kalabalık sessizlik içinde bekledi, sonra mendillerini ve kağıt parçalarını
Louis'nin kraliyet kanına batırmak için koĢturdular. Çok önemli bir günden
mükemmel bir hatıra.
Kraliçe: Marie Antoinette
Marie Antoinette Fransız Devrimi'nden önce de Fransa'nın en nefret edilen
insanıydı. Siyasi düĢmanları; Ģarkılar, Ģiirler ve karikatürlerde Avusturya
doğumlu kraliçeyi huysuz ve rezilce
123
alıĢkanlıkları olan biri olarak tasvir ederlerdi. Kraliçenin kötü alıĢkanlıkları
arasında yoksullar açlıktan ölürken Fransa'nın baĢ düĢmanı olan Avusturya'ya
para göndermesi ve hem kadınlara, hem de erkeklere karĢı doymak bilmez cinsel
iĢtahı vardı. 1791'de kralla birlikte ülkeden kaçma giriĢiminin baĢarısız
olması, sadece halkın kraliçeye karĢı kuĢkularını ve nefretini alevlendirmeye
yaramıĢtı. Ona yöneltilen suçlamaların doğru olup olmaması önemli değildi. Karar
çoktan verilmiĢti. 1793 sonba-harındaki hızlandırılmıĢ yargılanmasının sonunda
suçlu bulundu ve ölüme mahkum edildi.
Kraliçenin Son Kıyafeti
1793'de, Louis'nin ölümünden dokuz ay sonra bir sabah, Marie Antoinette son kez
giyindi. Her zaman modaya uygun giyinen kraliçe beyaz bir elbise, beyaz bone,
siyah çoraplar ve mürdüm rengi yüksek topuklu ayakkabılarını giydi. Kralın
giyotininin ipini çeken adamın oğlu Henri Sanson hücresine girdi ve kraliçenin
ellerini arkasından vahĢice bağladı. Ardından, bonesini çıkarıp saçlarını kesti
ve belki de hatıra olarak satmak için cebine attı. DıĢarıda, siyasi tutukluları
giyotine götürmekte kullanılan, "tumbril" adı verilen ufak bir at arabası
bekliyordu. Tumbrili görünce Marie titremeye baĢladığından, avlu duvarının
köĢesinde iĢeyebilmesi için ellerinin çözülmesi gerekti. Ama arabaya oturduktan
sonra soğukkanlılığını korudu. Araba yoğun kalabalığın arasından yavaĢça
giyotine doğru ilerledi. Ġdam sehpasına çıkarken tökezledi ve celladının ayağına
bastı. "Mösyö" dedi, "Affınızı dilerim. Kasten yapmadım." Bunlar son sözleri
oldu.
DĠĞER HERKESĠN ĠDAMI
1793'ün sonbahar ve kıĢı boyunca Paris'te yaklaĢık üç bin kadın ve erkek
giyotine gitti. 14 bin kiĢi de taĢrada infaz edildi.
124
Kurbanların çoğu, o sırada güç dengesi hangi devrimci grubun lehindeyse onun
görüĢleriyle uyuĢmadığı için "halk düĢmanı" ilan edilmiĢlerdi. Ama yüzlerce
baĢka davada, birçok masum insan kıskançlık veya kindar komĢuların ihbarları
gibi nedenlerle giyotine gönderildiler. Birkaç davada ise insanlar kilise veya
idarenin hatasına kurban gitti.
Son notlar:
Dr. Guillotin'in 1814'deki ölümünden sonra çocukları giyotinin adını mahkeme
kararıyla değiĢtirmek istediler. Çabaları sonuçsuz kalınca kendi adlarını
değiĢtirdiler.
Giyotinle yapılan son infazın üzerinden o kadar uzun süre geçmedi. Cinayetten
hüküm giyen Hamida Djandoubi isimli Tunuslu bir göçmen, 10 Eylül 1977'de
Marsilya'daki Baumetes Hapishanesi'nde giyotinle idam edildi.
"Hırsızlar mülkiyete saygı duyar. Sadece daha çok saygı duyabilmek için mülkün
kendilerinin olmasını isterler."
G.K.Chesterton
125
PEKMEZ KADAR ÖLÜMCÜL
1919'da 21 kiĢiyi öldüren, 5 metre 22 cm boyunda, saatte 56 kilometre hız yapan
Ģey nedir?
15 metre 24 cm yüksekliğindeki tank, Massachusetts, Boston'daki Purity
Distilling Company tarafından ağzına kadar doldurulacaktı. Tam kapasite
doldurulduğunda, 7 milyon 580 bin litre buharda ısıtılmıĢ, kısa süre sonra rom
ve endüstriyel alkole dönüĢecek olan Ģeker pekmeziyle doluydu. O ılık Ocak
gününde Purity çalıĢanları ve Boston'lular baĢlarına gelecek trajik ve tuhaf
felaketin farkında değillerdi.
ĠLK BELĠRTĠLER
Daha sonra Ģahitlerin verdikleri bilgilere göre tanktan önce takırdama ve
bangırtı sesleri gelmiĢ. Tanıkların duydukları sesler tankın patlayan
perçinlerinin sesleriydi. Hemen ardından tank patladı ve -7 milyon litreden söz
etmiĢtik değil mi?- sıcak, yapıĢkan Ģeker pekmezi saatte 56 kilometre hızla
Boston sokaklarına yayıldı. Tankın sivri uçlu kocaman parçalarını da beraberinde
sürüklemese belki de komik bulunabilirdi.
OCAK AYINDA SICAK ġEKER PEKMEZĠ
Aslında durumda bir ironi de vardı, o da olayın Ocak ayında gerçekleĢmesiydi.
ĠĢin kötüsü o gün hava normalin üstünde sıcaktı ve ısı sıfırın epey üzerindeydi.
Eğer hava mevsim normal-
126
lerinde olsaydı, kurbanların yaklaĢan felaketi fark edip, eĢyalarını toparlayıp
Ģeker pekmezinin kahverengi duvarı kendilerine ulaĢana kadar kaçacak zamanlan
olabilirdi.
KABARCIK
Boğuk bir homurtuyla hareket eden 5 metre 24 cm yüksekliğindeki yapıĢkan
kahverengi madde kabarıp guruldayarak Boston'un Kuzey Ucu'na ulaĢtı. Tramvayları
ezdi, kamyonları, atları ve at arabalarını ezdi, binaları yerle bir etti.
ĠNANILMAZ KURTARIġ
ġeker pekmezinin sürüklediği tankın parçalan, Atlantic Meydanı'ndaki tramvay üst
geçiĢ yolunun kolonlarını yıktı. Çelik köprünün iskelesi büküldü ve tam tren
yaklaĢırken çöktü. Durumu hemen kavrayan vatman inanılmaz bir soğukkanlılıkla
motorları tersine çark etti. Tren durdu ve aĢağıda hala kaynayan pekmezden
kurtuldu.
YAPIġ YAPIġ ÖLÜM
O gün en çok ölüm belediye çalıĢanlarının o sırada öğlen yemeklerini yedikleri
binada meydana geldi. Pekmez dalgası binaya çarparak tuzla buz etmiĢ,
parçalarını 50 metre havaya fırlatmıĢtı.
ġEKER PEKMEZĠ ĠNSANLARI YUTUYOR
Bu gerçekten de, düzinelerce insanı yutan, kahverengi kütlesi altında yuvarlayıp
ezen bir dalgaydı. Düzinelerce insan, bu yapıĢkan maddenin sürüklediği enkaz
tarafından ağır yaralanırken, diğerleri de ağır pekmezin altında ezilerek
ölmüĢtü.
KURTARMA HAREKATI
Sonunda, pekmez soğuyup donmaya baĢladı. Dalga yavaĢla-
127
yıp durdu. Ġlk kurtarma grubu geldi: Nantucket adlı sahil koruma gemisinin
denizcileri. Kurtulanları çekip çıkarmaya baĢladılar. Hemen arkalarından maviler
içinde yerel polis, onlardan sonra da yakınlardaki askeri üsten askerler geldi.
Sonra beyaz üniformaları içindeki Kızıl Haç görevlileri ulaĢtı, ama kısa süre
sonra herkes diğerinden ayırt edilemez olmuĢ, hepsi aynı kahverengi yapıĢkan
maddeye bulanmıĢtı.
TEMĠZLĠK KOMEDĠSĠ
Sonuç 21 ölü ve 150 yaralıydı. Temizlik ekibi denizden hortumlarla su pompaladı.
Ama pekmez tuzlu suyla karıĢmadı ve kısa sürede tüm alan kahverengi bir köpüğün
içine gömüldü. Boston'un bildik pis gri rengine kavuĢması aylar aldı. Nasıl olup
da pekmez gibi zararsız ve tatlı bir Ģey böylesi bir yıkıma neden olmuĢtu?
128
WAGNER'Ġ BU KADAR BÜYÜK YAPAN NEYDĠ?
Aslında, her Ģeyi. Operaları. Etkisi. Günahları. Egosu.
Wagner'in operaları her açıdan büyüktür. Bilirsiniz; saçları örgülü devasa
sarıĢın bir bayan göğüs zırhı giyip miğfer takmıĢtır ve komĢu kasabada ses
bombası etkisi yapabilecek Ģekilde do notasını bas bas bağırır.
TARZI
Richard Wagner müziğinin, büyük, gürültülü ve uzun olmasını istemiĢti. Sesler
yüz enstrümanlık orkestrayı bastırabilmeli, üç ya da dört saat sonra
boğuklaĢmamalı, yetersiz ciğerlerden gelmemeliydi.
Wagner'in operalarında müzik sonsuz bir ezgi ırmağında akar; ayrı müzikal
parçalar, alkıĢlar için duraklamalar yoktur, sadece sürekli "müzikal dram"
vardır.
ESERLERĠ
Wagner operalarını epik öyküler üzerine kurdu. En büyük ÇalıĢması Der Ring Des
Nibelungen'i 1874'de bitirdi. Bu dört operalık bir seriydi ve üç tanesi dörder
saat sürüyordu. (ĠĢte size bir ipucu: Sakın tuvalete gitmeden bir Wagner
operasını seyretmeye oturmayın.)
129
ġOVMENLĠĞĠ
Bugünlerde özel efektlere kabarık bir bütçe ayıran her Holly. wood yönetmeni,
size deniz altında Ģarkı söyleyen denizkızları, kanatlı atlara binen savaĢçı
kadınlar veya bir adamın büyülü miğferi sayesinden gözlerinizin önünde
istediğiniz hayvana dönüĢmesini gösterebilir. Wagner tüm bunları ve hatta
fazlasını alıp Der Ring Des Nibelungen'e koymuĢ ve bunun sahnede, canlı ve
gerçekçi görünmesini beklemiĢtir. Pratik bir adammıĢ değil mi?
SAVURGANLIĞI
Hikayesi mi? Anlatacak fazla bir Ģey yok. Tanrılar, insanlar, birkaç dev,
cüceler ve ateĢ saçan ejderhalar arasında korkunç bir güç savaĢı; bunların hepsi
takana dünyayı yönetecek gücü veren büyülü bir yüzüğü elde etmek için entrikalar
çevirirler. Bu size Lord of the Rings'i (Yüzüklerin Efendisi) hatırlatıyorsa,
bunun nedeni iki eserin de aynı Eski Ġskandinav efsanelerine dayanmasıdır.
Wagner kült yandaĢları da dahil, çağının J.R.R. Tolki-eni'ydi.
KEYFĠNE DÜġKÜNLÜĞÜ
Wagner soylu temalar üzerine yazmıĢ olabilir ama gerçek hayatta çok bencil bir
insandı. Sizden bir beklentisi varsa yüzünüze güler ve odadan ayrıldığınızla da
arkadaĢlarınıza sizin hakkınızda lanet okurdu. Kirasını ödemeye yetecek parası
yokken arkadaĢlarından büyük miktarlarda borç alır, sonra parayı Ģık ipek
kıyafetlere saçardı. Yüklü faturaları birikince Ģehirden ayrılır, hapse
atılmamak için baĢka ülkeye kaçardı. Sonra aynısını gittiği ülkede de yapardı.
KARISI
Ondan çok çeken karısı Minna uzun açlık ve itibarsız yılları
130
boyunca ona destek oldu. Ödülü ise kocasının baĢka kadınlarla bitmek tükenmek
bilmeyen maceralarıydı. Sonunda para akmaya baĢladığında Wagner Minna'yı terk
edip Franz Lizst'in kızı ve en iyi arkadaĢlarından birinin karısı olan Cosima
von Bü-lovv'la kaçtı. Minna'nın ölümünden sonra onunla evlendi.
BÜYÜK FIRSAT
II. Ludvvig 1864'te 18 yaĢında Bavaria kralı oldu. Olağanüstü zengin ve biraz
çılgın olan Ludwig, Wagner'in müziğinin hayranıydı. Artık 50'lerine varan Wagner
diller dökerek Ludvvig'i borçlarını ödemeye ve Almanya'nın Bayreuth kentinde
operalarını sahneleyeceği yeni bir tiyatronun inĢası için sponsor olmasına ikna
etti.
Ludvvig'in himayesi sayesinde Wagner hayatının kalanını rahat geçirdi. Kim demiĢ
iyiler geç ölür diye? Çünkü bu vakada onlar haklı çıktılar.

131
I
HĠJYEN TARĠHĠNĠN KĠRLĠ SIRLARI BÖLÜM I: TUVALETTEKĠ ADAM
Yüzyıllar boyu insanlar hayattaki en hassas sorunlardan birine farklı çözümler
bulmaya çalıĢtılar -insan dıĢkısının yok edilmesi. Çoğu tarih kitabında
bulamayacağınız gerçekleri gün yüzüne çıkardık.
Antik bir Mısır evi kazılırken arkeologlar oturulmaya müsait bir klozet
buldular. KireçtaĢından yapılan klozet sıcak Mısır havasında serinlik de
veriyordu. Konforlu görünüyor -daha fazlasını öğrenmek istedik.
"YENĠ BĠġEY VAR MI MAXĠMUS?"
Romalılar için tuvalete gitmek sosyal bir törendi ve geleneklerini
Ġmparatorluklarının uzak köĢelerine kadar yaymıĢlardı. Örneğin Kuzey Afrika'da
antik Roma tarzında, 25 oturağın odanın üç yanına yerleĢtirildiği geniĢ bir
apteshane yapılmıĢtı. Mahremiyet yoktu: her oturağı bir yunus oyması ayırıyordu.
BU ARADA, ROMA'DA
Halka açık tuvaletleri kullandıktan sonra Roma vatandaĢları içinde tuzlu su ve
bir ucu süngerli bir sopa olan kovayı aranırlardı. Alt tarafını süngerle
ovalayan, kovayı sıradakine uzatırdı.
132
I
SEZAR'IN HAKKI
Halk tuvaletleri idrarı toplatan Ġmparator Vespasian için bir gelir kaynağıydı;
amonyak kumaĢ boyası yapımında kullanılıyordu.
BENĠ NEHRE GÖTÜRÜN
Sıhhi tesisatçılık mesleğini Romalılar geliĢtirdiler ve sonunda kendi
kanalizasyon sistemlerini inĢa ettiler. Forum'u Tiber Nehrine bağlayan Cloaca
Maxima (büyük lağım) 2500 yıl sonra bugün hala kullanılıyor.
ÇÖKÜġTEN SONRA
Roma'nın gerilemesi ve çöküĢünden bin yıl sonra Avrupa sağlık açısından felaket
durumdaydı. Ev içindeki tek sıhhi tesisat, yatak odası lazımlıkları ve
yatakların altında ya da inĢallah odanın köĢesinde tutulan taĢınır kaplardı.
Ġnsan dıĢkıları lazımlıklardan doğrudan sokağa ya da nehirlere dökülürdü.
Hastalıklar dıĢkılar aracılığıyla yayılıyordu.
GÖTÜR ġU BOKU!
Kral bile durumu fark ettiğine göre durum hakikatten kötüydü. Ġngiltere kralı
II. Richard 1388'de dıĢkıların arklara, nehirlere veya her türden suya
dökülmesini yasakladığını ilan etmiĢti. Yasağa uymayanlar ya döktüklerini
temizleyecekler ya da 20 sterlin ceza ödeyeceklerdi. Uygulama devam etti.
1500'lerde Kral VIII. Henry Cambridge'e yaptığı bir yolculuğu anlatırken hem ana
yolların, hem de ara sokakların kenarlarının büyük pislik kümeleriyle dolu
olduğunu anlatır. Londra'da halk tuvaletleri içme suyunun da sağlandığı Thames
Nehrinin üzerine inĢa edilmiĢti.
FRANSA'DA "BAġLAR YUKARDA!"
Ġngilizlerin tuvalet için kullandıkları argo sözcük 'loo'
133
Ortaçağdaki Fransız geleneğinden kaynaklanır. Fransızlar lazımlıklarını dökerken
gayet düĢünceli davranıp, geçenlere 'Suya dikkat!' anlamında "Gardez l'eau" diye
bağırırlardı.
NEDEN KĠMSE KALE HENDEĞĠNDE YÜZMEZ?
Kalelerin, kale duvarlarının dıĢına çıkıntı yapacak Ģekilde inĢa edilmiĢ
gerçekten mahremiyeti olan tuvaletleri vardı. Daha sofistike türleri taĢ
kanallar veya yeraltı çukurlarına akardı. Ġlkel türlerin sadece bir deliği vardı
ve dıĢkılar doğrudan aĢağıdaki hendek ya da nehre düĢerdi. Daha da lüks olan
Ģehir evlerinin ise sokağın üstünde asılı özel bölmeleri olurdu.
BANA GÜLDÜLER
Ġlk sifonlu tuvaleti 1596'da Sör John Harington icat etti. Ha-rington Kraliçe I.
Elizabeth'in vaftiz oğluydu ve icadını kiĢisel kullanımı için kraliçeye sundu.
Alet alayla karĢılandı ve hiçbir zaman tutmadı. Ġlk sifonlu tuvalet patentini
Londralı Alexander Cummings almıĢtır. Ama çoğu insan lazımlık kullanmaya devam
etmiĢtir.
ZENGĠN VE ÜNLÜLERĠN LAZIMLIKLARI
VII. Henry'nin oda tuvaleti "yakın tabure" adı verilen kraliyet lazımlığının
oturtulduğu bir sandalyeydi. Siyah kadifeyle kaplanarak yumuĢaklık verilmiĢ,
Ģeritler ve saçaklarla süslüydü ve bunların hepsi 2000 yaldızlı çiviyle
sabitlenmiĢti. Kızı I. Eli-zabeth ise kırmızı kadifeyi tercih ediyordu ve
seyahatlerinde yanında götürdüğü bir de taĢınabilir tuvaleti vardı.
ÇILGIN VĠCTORIANLAR
Bazı Victoria dönemi lazımlıklarında, iskemledeki gizli bir çekmece açılınca
müzik çalardı. Bazılarının ise ortasına çizilmiĢ Napolyon ya da Benjamin
Franklin gibi siyasi bir Ģahsiyetin
134
portresi olurdu, böylece onların hakkında ne düĢündüğünüzü yüzlerine
söyleyebilirdiniz. Popüler modellerden birinde tek bir göz vardı ve üzerinde
"Beni iyi kullan, temiz tut ki ben de gördüklerimi kimseye söylemeyeyim"
yazıyordu.
AMERĠKAN SAHNESĠ
Thomas Jefferson'un birçok icadından biri de ev içi tuvaletti. Hizmetçileri
BaĢkan Jefferson'un lazımlığını üstünde delik olan tahta bir kutu Ģeklindeki
oturağından bir makara sistemi kullanarak alırdı.
ġair Henry Wadsworth Longfellow sifonlu tuvalete sahip ilk Amerikalı olabilir.
Tuvaleti 1840'da taktırmıĢ ve misafirlerine gururla göstermiĢtir.
THOMAS CRAPPER
Thomas Crapper 1872'de yeni bir tür sifonlu tuvalet geliĢtirdi. Bu baĢarısının
sonucu olarak Kraliçe Victoria'nın oğlu Gal-ler Prensi Edvvard'm sıhhi
tesisatçısı oldu.
Bu arada, baĢka bir modern gereklilik olan tuvalet kağıdı ancak 1857'de icat
edildi.
135
MERAKLI PARKER*
Meraklı Parker bir on altıncı yüzyıl Canterbury baĢpiskoposuydu. 1504 yılında
VII. Henry hala sıkı Katolik olan Ġngiltere'nin kralıydı. Yün ve pamuklu
kumaĢları "calender" adı verilen bir aletle yumuĢatan William Parker da o sırada
baba olmak üzereydi.
Çocuk, babasınınkinden çok daha dikkat çekici, bazılarının deyiĢiyle daha göz
kamaĢtırıcı bir mesleğe sahip olacaktı.
ĠġTE HUZURLARINIZDA MERAKLI!
Matthew Parker olağanüstü parlak bir delikanlı oldu. Uzun ince bir yüzü ve ona
uygun uzun bir burnu vardı. Bilin bakalım ona okulda ne derlerdi? Cambridge'deki
St. Mary Hostel'inde ve ardından da ünlü Corpus Christi College'de lakabı Merak-
lı'ydı. Hayatının geri kalanında da Meraklı Parker olarak anıldı ve bu öldükten
sonra bile bitmedi. Ne zaman birine "Seni Meraklı Parker" diye bağırılsa
Matthevv'yu anmıĢ oluruz.
VIII. HENRY HAKKINDA
Meraklı, altı hükümdarın iktidarı boyunca yaĢadı: VII. Henry, VIII. Henry, 16
yaĢında 16 günlük bir hükümranlığı olan Leydi Jane Grey, Mary Tudor ve
Elizabeth. Ama Ģimdi biz kendi konumuza dönelim.
*Nosy Parker, 'meraklı Melahat' gibi bir deyimdir- ç.n.
136
Meraklı 1527'de vaiz olarak, 1537'de ise, kısa süre sonra baĢsız kalacak olan
VIII. Henry'nin altı karısının ikincisi olan, bahtsız Anne Boleyn tarafından,
papaz olarak atandı. Anne Bo-leyn öldürüldükten sonra Meraklı mezun olduğu
Corpus Christi ! College'in baĢına geçti. Meraklı Cambridge'i sevdi, VIII. Henry
Ġngiltere'yi Papa'dan ve Katolik Kilisesi'nden koparmak, güç odaklan olarak
gördüğü eski üniversiteleri bölmek ve ganimetlerine el koymak istediğinde,
Cambridge'i deli gibi savundu.
ÖNCE MARY, SONRA ELĠZABETH
Kokteyle de adını veren Kanlı Mary 1553'de kızgın ve saldırgan bir Katolik
kraliçe olduğunda Meraklı için zor günler baĢladı. Mary, Katolik olmadığı için
Meraklı'nın ayrıcalıklarını elinden aldı. ĠĢkence edilmek üzere Kule'ye atılmak
istemeyen Meraklı, akıllıca davranıp Mary'nin beĢ yıllık hükümranlığı süresince
gizlendi.
Ama Mary'nin yerine Virginia eyaletine adını veren, (votka ve domates suyuyla
yapılan bir içki adı olmaktan iyidir) Bakire Kraliçe (Virgin, bakire demektir-
ç.n.) geçince iĢler değiĢti. Bakire Kraliçe Protestanlığı ve istikrarı getirdi.
Bizim Meraklı hemen saklandığı delikten çıktı ve Elizabeth ondan Cantenbury
BaĢpiskoposu olmasını istedi.
ADINA LAYIK BĠR HAYAT
ĠĢte bundan sonradır ki ismi gibi huyu da meraklı oldu. Elizabeth ondan, zevk
düĢmanı Protestan Püritenler ve duygusal ve tehlikeli Katolikler arasında bir
orta yol bulacak Anglikan bir grup kurmasını istedi.
Zor iĢ. Ajanları, iğrenç buldukları Püriten pratiklerini izlemeye aldılar.
Meraklının bir tür Tudor (Ġngiliz kraliyet ailesi-ç.n.) anti-Püriten düĢünce
polisi Ģefi olduğu söylenebilir. Güç Meraklı'yi dejenere etti.
137
Söylemeye gerek yok pek sevilen biri değildi. 1575'deki ölümünden 73 yıl sonra,
hakimiyeti ele almaya baĢlayan Oliver CromvveH'in önderliğindeki Püritenler
zavallı Meraklı'nın Lam-beth Palace'daki Ģapelde yer alan mezarını kazdılar ve
onu bir gübre yığınının altına gömdüler. Sanırız bunu, cennetten aĢağı merakla
bakıyorsa ya da öte dünyadan sinsice izliyorsa, hakkında ne düĢündüklerini
görsün diye yaptılar.
MERAKLI HALA ARAMIZDA
Meraklı Parker bize, insanlara kendi iĢleriyle uğraĢmalarını söylememizi
kolaylaĢtıran bir deyimden baĢka Ģeyler de bıraktı. Çok sevdiği Cambridge'de
varlığını hala sürdüren bir miras bıraktı. Mezun olduğu okula katkıları ve
yaptırdığı Üniversite Sokağı dıĢında, Ģehir içindeki geniĢ park da hala
Parker'in Yeri olarak anılıyor.
138
BUNLARI BĠLĠYOR MUYDUNUZ?
Gelin banyomuza bir göz atalım. Bakalım oradaki ıvır-zıvı-rın ismi nereden
geliyor? En uygun bulduğunuz cevabı seçin, sonra da yan sayfadaki cevaplarla
karĢılaĢtırın.
1. ASPĠRĠN
a. Nefes almayı rahatlatmak veya "aspirasyon"dan,
b. Latince adı "spirea" olan söğüt ağacından,
c. Ġlacın mucidinin adına, ilk kutusunda yazan A.S. Pirin'den.
2. LAKSATĠF
a. Eski markası olan "reLAX AcTIVE"den,
b. Lüksembourg'dan gelen bir hintyağı olan "Lüksatif'ten,
c. Latince "Laxus"dan.
3. IBUPROFEN
a. Kimyasal ismi olan "izobütilfenilproponik asif'ten,
b. Almanya'daki Uluslararası Bale Topluluğu için üretilmiĢtir ismini onlardan
alır: "IBU-proven"
c. Ġsveççe'deki "kar amacı güdülmemiĢtir" anlamındaki "ibu profen"den, çünkü
mucidi patentinden vazgeçmiĢtir.
4. ġAMPUAN
a. Köpek yıkamakta kullanılan bir sabunun anlamsız marka adından,
139
b. Hintçe'de "masaj yapmak" anlamına gelen "champo" kelimesinden,
c. Fransızca'da "su ülkesi" anlamına gelen "champ eau"dan.
5. KOLONYA
a. Ġlk örneğinin üretildiği Colongus türü orkide çiçeklerinden,
b. Ġtalyanca "buket" anlamına gelen "cologna" kelimesinin çoğulundan,
c. Ġcat edildiği Alman kenti Cologne'dan.
1- b. Aspirin (asetilsalisilik asit) eski bir ilacın tekrar yapımıdır. 1893'de
babasının romatizma ağrılarını geçirmeye çalıĢan bir Alman kimyager tarafından
yeniden keĢfedilmiĢtir. Dus-seldorf Bay er'deki (evet, Bay er) kimyagerler karlı
bir Ģey gördüklerinde tanırlardı, asetilden "a"yı, "spirea'dan "spir" i aldılar
bunlara bir de "in" eklediler. 1921'de bir mahkeme kararıyla tescilli marka
statüsünü kaybetti.
2-c. Latince'den geliyor, bu kadar basit.
3-a. Ġbuprofen adı kimyasal isminin kısaltmasıdır.
4-b. 1870'lerde Hint modası, sanatı ve deyimleri çok modaydı bu yüzden de
Ġngiliz kuaförler bu kelimeyi dağarcıklarına katmıĢtır.
5-c. Almanya'nın Cologne kentinde yaĢayan Ġtalyan bir berber olan Jean- Baptiste
Farina limon ruhu, portakal kokusu ve bergamot yağı kullanarak bir karıĢım icat
etmiĢtir. Ġlk adı "Cologne suyu" anlamındaki "eau de Cologne" daha sonra kısaca
"Cologne" dan.
140
UZUN YAYLAR: KOLAY Ġġ DEĞĠL
Doğru kullanılan bir uzun yay hala etkili bir silahtır.
ĠMPARATORLUĞUN ġAFAĞI
Yayın kullanıldığı on üçüncü ve on altıncı yüzyıllar arasındaki dönemde, yay
sadece bir silah değil, her ciddi cephaneliğin en önemli parçası, silahın ta
kendisiydi. Avrupa ülkelerinin, özellikle de Fransa'nın hayretle açılmıĢ gözleri
önünde Ġngiltere'yi Avrupa'nın süper gücü yapmıĢtı. Hem de bir dakikadan az
sürede.
HEM UZUNU HEM DE KISASI
ġimdi, gelin biz önce uzun yaya bir bakalım. Tarihçiler uzun yayın orijinal
uzunluğu hakkında bir karara varmıĢ değiller ama genel olarak 1,5 metreden kısa
olmadığı konusunda hem fikirler. Ġdeali, yayın onu kullanan kiĢi boyunda ya da
ondan birazcık uzun olması ve esnekliğiyle bilinen porsuk ağacından
yapılmasıydı.
KULLANMAK HER BABAYĠĞĠDĠN HARCI DEĞĠL
Uzun yay kullanması zor bir silahtı. Bir uzun yayı çekmek için kullanılması
gereken güç 36 ile 55 kilogram arasıdır; bu da ciddi bir aerobik egzersizi
demektir ki eminim Ġngiliz okçulan bunu gayet iyi bilir. On dördüncü yüzyıla
dönersek bu iĢte iyi olmayanlar adamdan sayılmazdı.
141
KALÇAYA BAĞLANIRDI
Bir uzun yay okçusu olmak için bütün varlığınızı bu iĢe ada-malıydınız,
gerçekten. Uzun yay okçularının iskeletleri yayın kullanımına bağlı olarak
deformasyona uğrardı: Omurgaları yayı çeken kolun tarafına eğilir, kol kemikleri
sertleĢir ve parmak kemikleri yayı germekten kalınlaĢırdı. Bu sadece bir silah
değil, bir yaĢam biçimiydi.
UZUN YAY Ġġ BAġINDA?
îĢin iyi yanı, tüm bu zorlu çalıĢmaların uzun vadede karĢılığını vermesiydi.
Tecrübeli bir uzun yay okçusu 183 metre uzaklıktaki bir nesneyi öldürücü bir
güçle vurabilirdi. Dakikada altı ile on defa arasında atıĢ yapılabilirdi, on
dokuzuncu yüzyıla kadar bununla rekabet edebilecek bir silah yoktu. Bir uzun
yayın oku, bir Ģövalyenin zırhını delmekle kalmaz Ģövalyeyi -kürdana geçirilmiĢ
yengeç gibi- delip geçerdi. Birkaç bin kiĢilik uzun yay okçusunu toplayın,
onlarla aynı veya daha fazla sayıda zırhlı Ģövalyeyi hedef gösterin, sonuç ne
olacaktır biliyor musunuz dostlar? Katliam.
80 YILLIK DERS...
Fransızların Yüzyıl SavaĢlarını belirleyen üç önemli muharebede öğrendiği, daha
doğrusu öğrenmediği Ģey buydu:
1. Crecy Muharebesi
Bunların ilki 1346'daki Crecy Muharebesidir. Ġngilizler 10 bin okçu ve 4.000
askerle geldiler. Fransızların da 12 bin askeri ve onları destekleyen süvarileri
vardı. Fransızlar sürekli Ġngiliz birliklerinin ortasına atları ve
Ģövalyeleriyle dalmaya çalıĢtılar; iĢin kötüsü Ġngiliz okçuları iki yana
yerleĢmiĢti ve gelenleri avlıyordu. Tam bir kıyım oldu. Fransızlar 1.500
Ģövalyelerini yitirdiler ve Kral VI. Philip yaralandı. Ders: Uzun yaylara dikkat
et yoksa seni fena yaparlar.
142
2. Poitier Muharebesi
Bundan yirmi yıl sonra Poitier Muharebesi oldu. Fransızlar kalabalıktı ama
Ġngilizlerin okçuları vardı ve çalılık ve bataklık arazi onlardan yanaydı; yarım
akıllı Fransızlar ağır zırhlarıyla at ..üstünde hantalca saldırdığında uzun yay
okçuları onları topal koyun peĢindeki kurtlar gibi avladılar. Bu kez Fransız
kralı yaralanmadı, sadece esir alındı. Acaba baĢlarına gelenlerden ders almayı
hiç becerebilecekler mi?
3. Agincourt Muharebesi
Ġngiliz okçularının üstünlüğü ve Fransızların onlarla baĢa çıkmaktaki inanılmaz
beceriksizliklerinin üzerinden altmıĢ yıl ya da daha uzun süre geçti, geldik 25
Ekim 1415'deki Agincourt Muharebesine. Ġngiliz Kralı V. Henry 5.000 hasta ve
yaralı adamını Ġngiltere'ye geri götürmeye çalıĢıyordu. Bu sırada 30 bin kiĢilik
taptaze ve savaĢmaya hevesli Fransız'ın ortasına daldılar. V. Henry ve bitkin
durumdaki adamları belanın ortasına düĢmüĢtü, büyük bir yenilgiye yaĢayacaktı -
ya da yaĢamalıydı-eğer Fransızlar mekan olarak Agincourt'u seçerek büyük bir
taktik hata yapmasalardı.
a. Durum
Muharebe alanı iki koruluğun arasındaki oldukça dar bir koridordu; Fransızların
Ġngilizlere ulaĢmak için ordularını dar bir boğazdan geçirmeleri gerekiyordu.
Böylece manevra yapamaz hale gelerek, askerlerinin sayıca üstün olması
avantajını yitirdiler, ayrıca süvarilerin çok sayıdaki ağır zırhlı adamlarının
için-deri*güçlükle geçmesi gerekti.
b. Katliam
Fransızlar Agincourt'a girdiler ve binlercesi 5.000 Ġngiliz okçunun attığı
otlarla iğnedenliğe çevrilerek öldü. Ġngilizlerin kayıpları Shakespeare'in V.
Henry'de söz ettiği kadar az olmasa
143
da (ki onda ölü sayısı asilzadeler hesaba katılmaksızın 25 olarak belirtilir),
yine de inanılmaz derecede azdı. Fransızların 1.500'ü zırhlı Ģövalye, en az
6.000 kiĢilik kaybına karĢılık 500 kiĢi. Bu kadar az kayıp vermelerinin nedeni,
tabii ki, uzun yay okçularıydı; V. Henry, zırhlı birliklerine savaĢ emri
verdiğinde Fransızlar çoktan kaos içinde yenilmekteydi.
UZUN YAYLARIN SON OKLARI
Uzun yayların kullanımdan kalkması on altıncı yüzyılın sonlarında, modası
geçtiğinden değil -1500'lerin sonlarında hala ona rakip silah yoktu- okçuluğu
meslek olarak seçenlerin çok azalmasından kaynaklandı. Uzun yaylar bizi
baĢarısızlığa uğratmadı, biz onları baĢarısızlığa uğrattık.
Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu! DüĢüncemizin katlanması mı güzel,
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına, Yoksa diretip bela denizlerine karĢı...
(Hamlet, Sabahattin Eyuboğlu çevirisi, Remzi Kitabevi, 1974- ç.n.)
144
1844'DE ATLANTĠK ÜZERĠNDE BĠR UÇUġ MU? YOK YA!
Sıcak havanın ĢaĢırtıcı gücünü ispatlayan olağanüstü bir hikaye.
13 Nisan 1844'de New York Sun gazetesi ilk balonun Atlantik'i geçtiğini duyurdu.
Anlatılana göre Monck Mason adındaki bir adam ve mürettebatı Ġngiliz Kanalı'nı
geçmek istemiĢ ama güçlü bir rüzgara yakalanınca kendilerini Güney Carolina'da
bulmuĢlardı. Hikayede bu öncü balon, safra kullanımı üzerine bir tartıĢma ve
hatta kullanılan gaz miktarı gibi ince ayrıntılarıyla anlatılıyordu.
GÜNEġ SICAKTI
Balon hikayesi çıktığında Edgar Alan Poe adında bir yazar bir Sun almak için
deli oldu ama kalabalık o kadar yoğundu ki gazetenin basıldığı binaya
yaklaĢamadı bile. Ġnsanlar gazetenin bir nüshasını almak için inanılmaz fiyatlar
ödüyorlardı ve dalavereci gazete bayileri müthiĢ karlar elde etmiĢlerdi. ġanssız
Bay Poe alacak tek bir gazete bile bulamadı.
BALON PATLIYOR
15 Nisan'da Sun tüm hikayenin atmasyon olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı.
Aslında, 1919'a kadar transatlantik balon se-
145
yahati gerçekleĢmeyecekti. Bununla birlikte, Sun'ın hikayesinde oldukça fazla
doğru ayrıntı vardı. Monck Mason adında bir adam ve mürettebatı hikayede
anlatıldığı gibi 1837'de Ġngiliz Kanalı'nı geçmiĢti. Daha da ĢaĢırtıcı olanı,
nihayet baĢarıldığında, Atlantik'i geçiĢ süresi tam Sun'ın açıkladığı kadar
oldu: bir kıyıdan diğerine yetmiĢ beĢ saat!
KĠM YAPTI?
Atmasyon haberin yazarı, Sun gibi gazetelerin bu tür haberleri ilk yayınlayan
olmak isteyeceğini biliyordu. Olayları doğrulamak için telefon ya da telgraf
olmadığından, gazete önce haberi basar, doğruluğundan sonra Ģüphe ederdi. Ayrıca
yazar, bilim ve hikaye yazımı hakkında çok Ģey bilen biriydi. Bu yazar Edgar
Alan Poe'ydu.
ĠYĠ AMA NEDEN?
Poe'nun o sıradaki tüm serveti 5 dolardan azdı. (1844'de bile çok az miktarda
bir paraydı bu.) Ailesiyle beraber New York'a taĢınmıĢlardı ve Poe'nun bakması
gereken hasta bir karısı ve mali desteğe ihtiyacı olan bir annesi vardı. Yazarın
"eski ve böcek dolu" diye tarif ettiği kiralık odalarda kalıyorlardı. Bariz
ihtiyaçlarının dıĢında, Poe edebi Ģakalardan hoĢlanıyordu. Bir astronomun, ayda
yaĢayan (kürklü ve yarasa kanatlı) insan benzeri yaratıkları görebildiği yeni
bir teleskop icat ettiğiyle ilgili asparagastan çok etkilenmiĢti.
YĠNE O
"Balon asparagası" Poe'nun tek Ģakası olarak kalmadı. 1845'de yayınladığı "Bay
Valdemar Davasının Gerçekleri" adlı makalesiyle, birçok okuru, hipnotizmanın
insanların ölülerle iletiĢim kurmasını sağladığına inandırdı. Poe ölmeden
gömülen insanlar ve duvarların arasına kapatılan soylular gibi hikayeleriy-
146
le ünlendi ama o sadece okurlarının sevdiği Ģeyleri yazıyordu. Edgar genellikle
tasvir edildiği gibi karanlık biri değildi. Gülmekten hoĢlanırdı -özellikle de
baĢkalarına.
147
BU, ĠLERLEMENĠN KOKUSU MU?
Konu," Ölüme neden olmayan silah geliĢtirilmesi" olarak adlandırılıyor ama siz,
ABD ordusunun Ġkinci Dünya SavaĢı'ndan beri ciddi bir bomba araĢtırması içinde
olduğunu söyleyebilirsiniz. ĠĢte size yirmi birinci yüzyıl için koku bombası
yapma uğraĢının pis kokan hikayesi.
Yurtsever savaĢ Ģarkıları ve filmler bir yana, gerçek savaĢ kan, bağırsaklar ve
ölümün çeĢitli iğrenç biçimleriyle pis bir iĢtir. Bu yüzden askeriyenin düĢmanı
öldürmek yerine silahsızlandıran silahlar araması iyi bir haber olabilir- yine
de burnunuzu tıkasanız iyi olur.
ÖLÜNESĠ KOKULAR
On yıllardır ABD ordusu ölümcül olmayan silahlarla ilgili araĢtırmalar yapıyor.
DüĢmanı mide bulantısı yüzünden savaĢa-mayacak hale sokan ses bombaları, zemini
araç kullanımına izin vermeyecek kadar kayganlaĢtıran veya tank camlarını görüĢü
engelleyecek Ģekilde karartan çeĢitli caydırıcı spreyler denediler. Bu tuhaf
ötesi silahların bazıları burnumuzu hedef alıyor. BirleĢik Öldürücü Olmayan
Silahlar Kurulu'nun Kokulu Maddeler Projesi, yirmi birinci yüzyılın koku
bombasını imal etmek için canla baĢla çalıĢıyor.
KOKUġMUġ BĠR FĠKĠR
Çürüyen bir ceset, kokmuĢ yumurta veya insan dıĢkısı koku-
148
sunda bir kimyasal madde, silahlar arasında yerini almaya hazırlanıyor. Açık bir
kanalizasyonun yanında vakit geçirmek ister miydiniz? Kimyasal pis kokular,
özellikle de Fransız DireniĢi tarafından tasarlanan Who Me adlı madde Ġkinci
Dünya SavaĢı sırasında ordu tarafından denendi. Who Me cebe sığacak bir kaba
doldurulabilen, kokmuĢ eti hatırlatan, sülfürlü bir karıĢımdı. Who Me'yi
taĢımaktaki amaç Paris'i iĢgal eden Alman subaylarına rastlandığında üstlerine
sprey sıkarak onları koku geçene kadar (ki bu dikkatli bir temizliğe rağmen
günler, hatta haftalar sürüyordu) görev yapamaz hale getirmekti.
KOKU BOMBASI
Yine de, Who Me iĢgal altındaki Paris'e çok yararlı olmadı, çünkü üstüne sıkılan
kiĢi kadar kokuyu sıkanı da zengin kokusundan mahrum bırakmıyordu. Ama ABD
ordusu Who Me ile etkisini iki katına çıkarmak için deneyler yapacak kadar
ilgilendi. ABD Japon askerlerinin berbat bir ter kokusu yaymalarına neden olacak
kimyasal bir karıĢım üzerinde de araĢtırmalar yaptı ama maddenin tatbikiyle
ilgili benzer sorunlarla karĢılaĢtılar.
TEST!
Son dünya savaĢında ABD ordusu çeĢitli koku bombalarını denedi ama kullanımları
pratik olmadığı için vazgeçti. Örneğin 1970'lerde, ordu tavuk yumurtalarının
içini boĢaltıp içlerini pis kokulu kimyasallarla doldurmayı ve etkisini anlamak
için askere yazılan adamların üzerine fırlatmayı denedi. (Hizmet her Ģeyin
üstünde ve ötesindedir.) Bu proje hiçbir zaman uygun bir zemin bulamadı. Ancak
silahlar geliĢip halkın aĢırı güç kullanımı konusundaki eleĢtirileri arttıkça,
ordu pis koku araĢtırmalarına geri döndü.
149
DÜġMANI BURUN FARKIYLA YENMEK
Hangi kokular düĢmanı silahını atıp cehennemden kaçar gibi kaçmaya ikna edecek
kadar iğrençtir? Philadelphia'daki Monell Chemical Senses Centre'den Pam
Dalton'ın ABD ordusunun finanse ettiği projesiyle bulmaya çalıĢtığı da bu.
Nihayetinde, gübre kokusu bir Amerikan Ģehirlisini kaçırabilir ama gübrelenmiĢ
topraklara alıĢık bir Japon köylüsü için aynı etkiyi yaratmaz.
DENEMEYE DEVAM
GeniĢ kapsamlı testler dünya çapında en etkili maddelerin bizim eski Who Me ve
koku/koku giderici maddeler endüstrisinde kullanılan bir kalite kontrol test
kokusu. Tuvalet kokusu denilen bu madde, standart olarak koku gidericilerin
testinde kullanılıyor. Kokular iğrenç olsa da savaĢa hazır oldukları söylenemez.
Bilim insanları pis koku bombalarının yolda olduğunu söyleyebilirler ama henüz
nefesinizi tutmanız için bir neden yok.
MESMERIZM
150
Ġsmi hipnotizmayla özdeĢleĢtirilmiĢse de aslında o hiç kimseyi hipnotize
etmemiĢtir. Peki Franz Anton Mesmer böyle bir onuru elde etmek için ne
yapmıĢtır?
Franz Mesmer bir tür astrolojik psikoterapist ve Ģifacı karıĢımıydı.
Ġmparatorluk Ahlak Polisi'nin (evet, böyle bir örgüt vardı) dikkatini çektiğinde
Viyana'da çalıĢıyordu. Birisi, evine kızların girdiğini ve uzun zaman -günlerce,
bazen haftalarca!- çıkmadıklarını ihbar etmiĢti. Mesmer, kızların çeĢitli
sinirsel sorunlardan muzdarip olduklarını ve tedavi için evde kaldıklarını
söylüyordu. Kızlara masaj yapmak da tedaviye dahildi. Hımm. Ünlü olmasını
sağlayan olay, birkaç günlük ovalanmanın sonunda iyileĢtiğini söyleyen kör bir
kızdı. Ama bu tür Ģeyler, bugün olduğu gibi 1760'larda da Ģüpheyle
karĢılanıyordu. Bu yüzden Viyana tıp çevreleri ona karĢı cephe alıp tedavilerini
aldatmaca olarak ilan edince, o da soluğu Paris'te aldı.
HAYVANĠ ÇEKĠCĠLĠK
Mesmer, hastalığın vücuttaki blokajlardan kaynaklandığını iddia ediyordu ve bunu
gidermenin yöntemini bilen çok az insandan biri kendisiydi. Tüm kainat, "hayvani
manyetizma" olarak adlandırdığı, yıldız ve gezegenlerin hareketleri tarafından
kontrol edilen, görünmez bir enerjiyle doluydu. MüĢterilerini "manyetize ederek"
ki bu onları ovalamak oluyordu, kötü blokajı kaldırıyor -ve yaĢasın!- hasta
iyileĢiyordu.
151
MANYETĠK BĠR KĠġĠLĠK
PopülerleĢtikçe, onu görmek isteyenlerin sayısı artıyordu. Yeteri kadar vakti
(ya da eli) yoktu, bu yüzden tüm kalabalığı bir kerede manyetize etmeye baĢladı.
Bu iĢ için üzerine metal kolların bağlı olduğu tahta bir su haznesi Ģeklinde bir
alet de icat etmiĢti. Böylece bir grup insan toplanıp metal kolları tutarak
manyetizmalarını suya geçiriyordu. Daha sonra Mesmer suyu bir hortumla
seyircilerin kalanının üzerine püskürtüyor ve iyileĢtiklerini söylüyordu.
"Ağaçları" bile manyetize ediyordu. Ardından onlara halatlar asıyordu. Hastalar
halatlara dokununca mucizevi enerji onlara akıyordu. Mesmer bu enerji akıĢının
telepati, göze görünmeyen Ģeyleri görmek ve geleceği görmek gibi psiĢik
fenomenleri açıklayabileceği iddiasındaydı.
MESMER'ĠN SUYU ISINIYOR
On sekizinci yüzyıl Paris'i Mesmer'e iyi geldi. Kral XVI. Louis onun en büyük
hayranlarından biriydi- bir süreliğine. Kral Mesmer'e bir Ģartla hayat boyu maaĢ
bağladı: Mesmer çalıĢmalarını bilimsel araĢtırmaya açacaktı. Mesmer "teĢekkür
ederim ama hayır" dedi. Kral, kral olduğundan, Mesmer'in iddialarını araĢtırmak
üzere 1784'te bir kraliyet komisyonu atadı. Komisyon en büyük bilim adamlarını
Paris'te bir araya getirdi. Bunlar arasında elektrik uzmanı (ve Amerika'nın
Fransa büyük elçisi) Benjamin Franklin; modern kimyanın babası Antoine Lavoisier
ve giyotinin mucidi Dr. Joseph Guillotin de vardı. Komisyon Mesmer'in
dolandırıcı olduğu sonucuna vardı. Bazı insanlar iyileĢmiĢ görünüyordu ama
Mesmer'in bilimsel astrolojisi, ağaçlar, kollar, su tüpleri ve diğer aletlerin
bu konudaki katkısıbulu-
namıyordu. Hayvani manyetizma bir aldatmacadan ibaretti.
Mesmer yenildiğini biliyordu. Fransa'yı ve manyetizmacılığı bırakıp Avusturya'ya
yerleĢti. O emekliliğin tadını çıkarırken
152
Fransızlar, Mesmer'in eski dostları ve düĢmanları da dahil bir dolu insanı
öldürüyorlardı: Kral Louis, Marie Antoinette ve La-voiser giyotinle idam edildi.
"PUYSGURĠZE" EDĠLMEK
Devrimin baĢladığı 1789'da, Mesmer'in müritlerinden biri olan Marki de Puysgur,
Mesmer'in "hayvani manyetizma" yöntemini genç bir delikanlıya uyguluyordu. Marki
ĢaĢkınlıkla oğlanın transta olduğunu fark etti: talimat üzerine ayağa kalkıyor,
yürüyor, oturuyor ve uyandığında hiçbir Ģey hatırlamıyordu. ĠĢte bu yüzden
hipnotizmayı gerçekten keĢfeden Puysgur'dur. Onu hatırlayan hatta adını telaffuz
edebilen var mı?
"UYKUNUN GELDĠĞĠNĠ HĠSSEDĠYORSUN..."
Mesmer'in peĢinden gittikleri iddiasındaki sahne illüzyonistleri hemen bu yeni
numarayı gösterilerine katıverdiler. Hayvani manyetizmanın, bunun dıĢında
tamamen unutulması ve mesme-rizm ile hipnozun eĢanlamlı hale gelmesi çok
ĢaĢırtıcıdır. Yanına çekici bir kadın yardımcı al ve bugün hala popüler olan
sahne hipnozculuğunun seleflerinden biri ol.
153
O BASĠT BĠR FĠRAVUN KIZIYDI
... delifiĢek italyan oğlanların gözlerim kamaĢtırabilir miydi?
GENÇ KRALĠÇE
VII. Cleopatra MÖ 69'da doğmuĢ ve MÖ 30'da ölmüĢtür. 17 ya da 18 yaĢındayken, o
ve küçük erkek kardeĢi XIII. Ptolemy, babalarının ölümü üzerine Mısır tahtının
varisi oldular. Geleneğe göre ülkeyi karı koca olarak yöneteceklerdi. Ama
hükümranlıklarının daha üçüncü yılında 15 yaĢındaki Ptolemy, kız kardeĢini
sürgüne yolladı. Tahtı yeniden ele geçirmeye kararlı olan Cleopatra, Mısır'ın
hemen sınırında Suriye'de bir ordu topladı.
ĠLK GÖRÜġTE ġEHVET
Cleopatra'nın görünüĢüyle ilgili tartıĢmalar hala devam ediyor: Ya kısa ve
çirkin ya da sırım gibi ve güzeldi. Her halükarda belli ki çekici ve baĢtan
çıkartıcıymıĢ, zekasını da unutmayalım. Julius Caesar ve Roma ordusu
Ġskenderiye'yi ele geçirdikten hemen sonra Cleopatra rulo edilmiĢ bir Ģark
halısının içinde Ģehre sızdı. Bir kez saraya girince halı açıldı ve bu Ģirin
Mısırlı dıĢarı çıktı. Dedikodulara göre birbirlerini gören Cleopatra'yla Caesar
daha o gece sevgili oldular. Doğal olarak bu durum kraliçeyi Caeser'ın favorisi
yaparken, ordusuyla kaçan erkek kardeĢinin de suyu ısındı. Bunu altı ay süren
Ġskenderiye SavaĢı izledi ama kimse Roma birlikleriyle baĢ edemezdi. Ptolemy
onlardan kaçmaya çalıĢırken Nil nehrinde boğuldu. MÖ 48 yılıydı ve Cleopatra
yirmi bir yaĢındaydı.
154
GEZĠLERĠ
Caesar Cleopatra'yı tekrar tahta çıkardı ama bu kez tahtı daha da genç yaĢtaki
erkek kardeĢi XIV. Ptolemy ile paylaĢması gerekiyordu. Caesar ve Cleopatra bu
arada iki ay kadar Nil'de gemiyle gezdiler. Sonra Caesar Roma'ya ve karısı
Calpurnia'ya geri döndü. Ama Cleo'yu özlemiĢ olmalı ki bir yıl sonra onu Ro-
ma'da yaĢaması için davet etti. Romalı dostları bu aĢk karĢısında ĢaĢkınlık
içindeyken Cleo'nun oğlu Caesarion'u doğurmasıy-la daha da Ģoka girdiler. Her ne
hal ise, bundan iki yıl sonra, Caesar Roma Senatosu'nda suikasta kurban gidince
Cleopatra Mısır'a giden ilk trene atladı. Tarihçilere göre, ülkesine varır
varmaz büyük ihtimalle erkek kardeĢi firavunu zehirledi ve oğlu Caesarion'un
tahtı kendisiyle paylaĢmasını sağladı.
KENDĠMĠ YENĠDEN DOĞMUġ GĠBĠ HĠSSEDĠYORUM!
Caesar'ın yerine üç kiĢiden oluĢan bir Roma komitesi geçmiĢti; Marcus Lepidus,
Gaius Octavian ve Marc Antony. Anto-nius güya diplomatik nedenlerle,
Cleopatra'yla Anadolu'da Tarsus'ta bir buluĢma ayarladı. Ġçin için Roma'yı tek
baĢına yönetmek istiyor ve Cleopatra'nın iĢine yarayacağını umuyordu. Bu buluĢma
kraliçeye bir kez daha dramatik giriĢlerinden birini yapma imkanını sağladı. Bu
kez nehir yoluyla mor yelkenleri olan altın rengi bir tekneyle süzüldü. (ĠĢleri
biraz abartıyor muydu? Neyse okumaya devam edin.) Hizmetçileri su perileri gibi
giyinmiĢlerdi ve kendisi de aĢk tanrıçası Venüs kılığındaydı. Altın bir
karyolaya uzanmıĢtı ve Cupis kostümleri içindeki oğlan-larca yelpazeleniyordu.
Birkaç gün içinde Marcus Antonious ile sevgili olmuĢlardı. Büyülenip her Ģeyi
unutan Antonius kıĢı Mısır'da geçirdi.
- ROMA'YA DÖNÜNCE
Ama yönetmesi gereken bir imparatorluk vardı ve sonunda Roma'ya geri döndü. Altı
ay sonra Cleopatra kız olana Cleopat-
155
ra Selene, erkek olana ise Alexander Helios adını verdiği ikizleri doğurdu.
Böylece Cleopatra sevgilisini görmeden dört yıl geçirdi. Bu arada Antonius
evlenmiĢti. Yeni karısı Octavia Gaius, Octavian'm üvey kız kardeĢiydi -siyasi
olarak uygun bir evlilik olmuĢtu ama Antonius'un kalbi hala Mısır
kraliçesindeydi.
YENĠ BULUġMA
MÖ 37'de artık Antonius'un sabrı tükenmiĢti. Romalı karısını terk etti ve kalmak
üzere Mısır'a dönüp Cleopatra'yla evlendi. Kısa süre sonra bir çocukları daha
oldu, Ptolemy Philadelp-haos adında bir oğlan. Bu arada Antonius'un
kayınbiraderi Oc-tavian arkalarından entrika çeviriyordu. Antonius Kıbrıs, Girit
ve Suriye'yi Cleopatra'ya (ne hoĢ bir hediye değil mi? Gerçi paketlemek biraz
zor) ve daha önce Büyük Ġskender'e ait olan geniĢ toprakları da çocuklarına
verince, Octavian Cleopatra'nın Antonius'u küçük parmağında oynattığına ve Roma
için tehdit oluĢturduğuna dair bir delil elde etmiĢ oldu. Roma Mısır'a savaĢ
açarak Antonius ve Cleopatra'nın birleĢik güçlerine karĢı savaĢmak üzere bir
filo gönderdi.
CLEO YAN ÇĠZĠYOR
Antonius'un birlikleri Roma Donanması'yla baĢa çıkamazdı. Cleo'nun ise kendine
ait 60 gemisi vardı ama askeri olarak kendisinden üstün olunup olunmadığını
bilirdi. Bu yüzden MÖ 31'de Actium SavaĢı'nda, Roma Antonius'un birliklerini
ezip geçerken o, savaĢ meydanından kaçtı. Antoı ius adamlarını onun peĢinden
gitmekte serbest bırakınca daha da zor duruma düĢmüĢtü. Romalılar bunu aĢkın
kölesi olduğunun delili olarak kabul ettiler. Antonius suratını asıp derin derin
düĢünürken yürekli Cleopatra Roma iĢgaline hazırlandı.
CLEO TEKRAR YAN ÇĠZĠYOR
Belki Antonius birlikleriyle daha çok ilgilenmiĢ olsaydı, do-
156
nanması ve süvarileri onu terk etmezlerdi. Piyadeleri Octavian'ın karĢısında
baĢarısızlığa uğrayınca, Cleopatra'yı bulmak için Ġskenderiye'ye geri döndü ve
Cleopatra'nın ona ihanet ettiğini haykırdı. Korkudan ödü kopan Mısır kraliçesi
saklandı ve hizmetkarlarına, Antonius'a kendisinin öldüğünü söylemelerini
emretti.
HER ġEYĠNĠ KAYBETTĠ
Hikayenin nasıl sona erdiğini bilmeseniz bile trajik sonun yaklaĢtığını
hissetmiĢ olmalısınız. Tamam, hikayeyi anlatmaya devam ediyoruz. Antonius
kendini bıçakladı ama iĢi tam olarak bitiremedi, bu yüzden Cleopatra'nın hala
yaĢadığı haberini aldığında kendisini ona götürmelerini istedi. Cleopatra'nın
kollarında da öldü. Fazla mı trajik? Sabredin.
Cleopatra Octavian'ın kendisini Roma'ya götürüp zincirleyerek sokaklarda
dolaĢtırmak istediğini biliyordu. Böyle bir Ģeye izin veremezdi. Bu yüzden bir
ziyafet, son bir yemek hazırlattı ve sarayına bir incir sepetinin içinde gizlice
çok zehirli bir yılan sokturdu.
Octavian onu ölmüĢ halde buldu.
KIZGIN FĠRAVUNLARIN SONUNCUSU
Cleopatra'nın göz kamaĢtırdığı günler sona ermiĢti. Cleopatra Mısır'ın son
firavunu oldu; onun ölümünden sonra Mısır bir Roma eyaleti oldu. Daha bitmedi:
Caesarion, Julius Caesar'ın oğlu olduğundan, Octavian tehdit oluĢturmaması için
oğlanı öldürttü. Cleopatra'nın hayatta kalan diğer üç çocuğu Octavia tarafından
büyütülmek üzere Roma'ya gönderildi. Kızı Cleopatra Selene, Moritanya kralıyla
evlendi ve iki çocuk doğurdu. Ama Cleopatra'nın iki oğlu Alexander ve
Ptolemy'nin baĢına gelen-Jeri bilmiyoruz.
157
GERÇEK KONT DRAKULA
Kont değil bir prensti. Transilvanya'da yaĢamadı sadece orada doğdu. Gecelerini
tabutunda geçirmiyordu ama yine de oldukça korkutucu bir adamdı. Ona "Kazıklı
Voyvoda" derlerdi çünkü... nasıl desek... insanları kazığa geçirmeyi severdi.
Bram Stoker kitabının adını Romence vampir anlamına gelen Wampyr koyacaktı, ama
araĢtırmaları sırasında kendini Dra-kula diye adlandıran, Kazıklı Voyvoda
denilen bir on beĢinci yüzyıl prensi ile karĢılaĢtı. Ġlk baskısı 1897 yılında
yapılan Dra-kula'nın daha sonra sayısız baskısı yapıldı. Ama kitabın dünya
çapında tanınması ancak kont hakkındaki ilk filmlerden, özellikle de 1931
tarihli Bela Lugosi filminden sonra oldu.
EJDERHALARA KATILIYOR
Drakula'nın gerçek ataları Ģimdi Romanya sınırlan içindeki bir bölge olan
Wallachia'nın savaĢ lortu prensleriydi. Drakula'nın babası Basarab taht için
sıradaydı ama yolunun üstünde birçok akrabası vardı. Basarab bu nedenle
Transilvanya valiliği göreviyle yetinmek zorundaydı. 1431'de Ģövalye olarak
Kraliyet Ejderler Topluluğuna alındı. Kendine Romence'si Drakul olan Ejder adını
yakıĢtırdı. Ġkinci oğlu Vlad bundan birkaç ay sonra doğdu ve ufaklık da ejderin
oğlu anlamına gelen Drakula lakabını aldı.
158
i
I
KÜÇÜK PRENS
Vlad durmaksızın entrikaların çevrildiği, iktidar çatıĢmalarının ve savaĢların
olduğu bir dünyaya doğmuĢtu. Üç yaĢlarındayken babası Ejder, kuzenlerinden
birini öldürdükten sonra Wal-lachia tahtını ele geçirdi. Artık küçük Vlad gerçek
bir prens olmuĢtu. Babası minik Drakula ve iki erkek kardeĢini savaĢçı olarak
yetiĢtirdi. Oğlanlar, babalarınınki gibi minik zincir zırhlar kuĢanıp Ortaçağ
askeri sanatlarını; okçuluk, kılıç ustalığı ve at binmeyi öğrendiler. Vlad
büyüyünce beyaz atlı bir prens olabilirdi ama babası, Vlad'ın hayatını tümüyle
değiĢtirecek ölümcül bir hata yaptı. O günlerde Osmanlı Türkleri dikkate
alınması gereken bir güçtü ve Osmanlı Sultanı Ejder'i çağırdığında atlayıp
gitti. Bunun bir ateĢkes durumu olduğunu düĢündüğünden Vlad'ı ve küçük erkek
kardeĢini de yanına almıĢtı. Sultan oğlanları rehin aldı ve Ejder'den, zamanın
siyasi köpek balıklarından Beyaz ġövalye'ye karĢı kendi yanında yer almasını
istedi.
SERT TÜRK
Oğlanlar bir zindana kapatılmıĢlar, aç bırakılıyor ve her gün
kırbaçlanıyorlardı. Ama Vlad'ın Ģeytani bir kiĢiliğe dönüĢmesine neden olan
Ģeyler hücrenin dıĢında gerçekleĢiyordu.
Zindanın penceresi haftada birkaç kez gerçekleĢen infazların yapıldığı avluya
bakıyordu. Genç Drakula, suçlarına göre okla-narak ya da mızraklanarak,
kelleleri kesilerek, asılarak, tekerleklerin altında ezilerek ve hatta bazen
hayvanlara yedirilerek öldürülen kurbanları izliyordu. Çoğu kazığa
çakılıyordu... bu tavukların ĢiĢlenmesine benzer bir iĢlemdi.
BEYAZ ġÖVALYE GELĠYOR
Çoğu hikayede, Beyaz ġövalye beyaz atının üzerinde gelir ve günü kurtarır. Ama
bu gerçek hayat. Bizim Beyaz ġövalyemizin hayatta en çok istediği Ģey Macar
kralı olmaktı. Wallachia'yı bir
159
atlama tahtası olarak görüyor ve Ejder'in kendisi için bir engel olduğunu
düĢünüyordu. Beyaz ġövalye Vlad'ın babasını, annesini ve ağabeyini öldürdü ve
Wallachia tahtını eline geçirdi. Neler olduğunu öğrenen Vlad intikam yemini
etti. Sultan onu serbest bırakıp Beyaz ġövalye'yle savaĢması için birlikler
verdi. Yıllardan 1448'di ve Vlad 17 yaĢındaydı.
SONRADAN GÖRME
Vlad bir çocuk için gayet baĢarılı oldu. Arkasına aldığı Türklerle Beyaz
ġövalye'nin üzerine yürüdü ve Wallachia tahtına geçti. Ama iĢler bu kadar kolay
olmayacaktı. Tahtta sadece iki ay kalabildi. Sekiz yıl sonra, Beyaz ġövalye
Türklerin elindeki Sırbistan'ı iĢgal ederken, Vlad nihayet tüm Wallachia'yı
kontrolü altına almayı baĢardı. Beyaz ġövalye Türklerle savaĢırken öldürüldü.
Ġntikam fırsatını kaçıran Vlad önüne çıkan herkesi yok etmeye baĢladı.
GÜZELĠM WALLACHĠA
Çoğu köylü olan NVallachia'nın nüfusu 500 bin kadardı. Dra-kula taç giyme töreni
sırasında sıkıyönetim ilan etti. Ġlk intikam hareketi Ejder'e karĢı Beyaz
ġövalye'nin yanında yer alan asillere yönelikti. Aileleriyle birlikte
yüzlercesini Paskalya gününde katedralin önünde topladı. Önce en yaĢlıları
kazığa geçirtti, sonra diğerlerini kale inĢa edecekleri yere kadar 80 kilometre
yürüttü. Asiller harç karıĢtırıp, kaya ve kereste taĢıyıp, hendek kazdılar.
Yüksek sınıflar için zor iĢler yani.
EġĠTLĠKÇĠ KAZIKÇI
Drakula alt sınıfları da ihmal etmedi. W.allachia'nın fakir ve hastalarını
toplayıp onlara Ģatosunda bir ziyafet verdi. Söylemeye gerek yok, bu tabii ki
son yemekleriydi. Bazen özel bir neden yokken tüm bir köyü yakıp yıkardı ama
sadece kendi halkını öl-
160
dürmekle kalmadı. Yabancı kodamanlar ve tüccarlan, keĢiĢleri, vaizleri, Türkleri
de öldürdü -herkesin öldürülme riski vardı. Seyyahlar Wallachia'nın etrafından
dolanmaya baĢladılar. ĠĢte bu sıralarda Türkler onu Kazıklı Voyvoda olarak
adlandırdılar. Neredeyse her suçun cezası kazığa çakılmak olabilirdi. Bazen Vlad
sadece sıkıldığı için öldürdü. Ġnsanlara iĢkence etti, sakatladı, astı, yaktı,
canlı canlı kaynattı... ama favorisi kazığa çakmaktı. Kazıklı'nın yaklaĢık 100
bin kiĢinin ölümünden sorumlu olduğu sanılıyor.
SON... MU?
Tüm bu cinayet ve kargaĢa Wallachia'nın baĢkenti Tirga-vist'i dünyanın en
emniyetli yeri yaptı. Bunu ispatlamak için Vlad, Ģehir merkezindeki meydana güya
susayan gezginlerin su içmesi için altın bir tas koydurdu. Drakula'nın iktidarda
olduğu altı yıl içinde o tasın yerinden kıpırdamadığına iddiaya girebilirsiniz.
Vlad BükreĢ dıĢında, en eski düĢmanı Türklere karĢı bir çarpıĢmada öldürüldü ama
Türkler tarafından mı, yoksa kendi askerlerince mi öldürüldüğü hala muammadır.
Türkler kellesini kesip Ġstanbul'a gönderdiler. Böylece "Kazıklı" adını
verdikleri adamın kellesini sergileyerek öldüğünü kanıtladılar. Cesedi BükreĢ
yakınında bir manastıra gömüldü ama oradan da kayboldu. Arkeologlar 1930'larda
Drakula'nın gömülü olması gereken mezarın kapağını açtıklarında boĢ bir çukurla
karĢılaĢtılar. DüĢünün artık.
161
HAMĠLTON DAVASI
ĠĢte size politikacıların hiç değiĢmediğinin ispatı.
Bugün Amerikalılar adi politikacılar ve onların skandalların-dan bıkıp usanmıĢ
durumdalar. Amerikan anayasasının taslağını hazırlayanlara benzer liderleri
özlüyorlar. Durun, durun o kadar acele etmeyin...
BÜYÜK VATANSEVER
Alexander Hamilton Amerika'nın en büyük kurucularından biridir. Amerika'nın
kuruluĢuna çalıĢkanlığı, kararlılığı ve parlaklığıyla damgasını vuran Hamilton
hem fikir, hem de eylem alanında üretken biriydi. Bağımsızlık SavaĢı sırasında
George Washington'a yaveri olarak hizmet etti. Anayasanın önde gelen
mimarlarından, ilk hazine bakanı ve merkez bankasının kurucusuydu. Ġyi bir
özgeçmiĢ değil mi?
BÜYÜK VATANSEVER VE ÖTEKĠ KADIN...
1791'de gücünün doruğundaki (ve mutlu bir evliliği olan) Hamilton Maria
Reynolds'la karĢılaĢtı. Bu çekici genç kadın, zampara kocasının kendisini terk
ettiğini söyleyerek ondan para istedi. Hamilton daha sonraları zavallı kadının
hikayesinin kendisine dokunduğunu söyleyecekti. O kadar dokunmuĢtu ki aralarında
bir iliĢki baĢladı. Birkaç ay sonra Maria'nın kocası Ha-milton'un kapısına
dayandı. (O-oo)
162
...VE ÖTEKĠ KADININ KOCASI
EndiĢelenen Hamilton öfkeli kocanın 'tatmin' yani ölümüne bir düello
isteyeceğini sanıyordu. Ama adamın zedelenen kocalık gururu ve çektiği acılara
karĢılık 1000 dolar istemesi Hamilton 'u ferahlattı. Hamilton ödemeyi yaptı ve
James cömertçe, yeni ödemeler karĢılığında Maria'yla iliĢkisine karıĢmamaya razı
oldu.
BÜYÜK VATANSEVER VE BĠR ÇĠFT DOLANDIRICI
Hamilton her zamankinden daha tutkulu olan Maria'yla iliĢkisini kadının
pençesinden kurtulana kadar sürdürdü. Bir karı koca dolandırıcı çiftle karĢı
karĢıya olduğunu anlamıĢtı. Bay ve bayan Reynolds'dan kurtulmak için birkaç bin
dolar feda etmeye hazırdı.
BÜYÜK VATANSEVER HENÜZ KURTULAMAMIġTI
Hamilton 1792'de tekrar ziyaret edildi, bu sefer gelenler, aralarında James
Monroe'nun da olduğu ABD senatörleriydi. Senatörler Hamilton'a, James Reynolds
diye bir dolandırıcıya para ve Hazine Dairesi hakkında gizli bilgiler verdiğine
iliĢkin bir dedikodu olduğundan söz ettiler. (James o sıralarda Philadelphia
hapishanesindeydi.) Hamilton bu suçlamadan aklandı. Ma-ria'yla iliĢkisini itiraf
etti ama gizli bilgiler verdiğini reddetti. Senatörler ona inandılar ve geri
çekildiler. Hamilton güç bela kurtulmuĢtu. (Ya da kurtulmuĢ muydu?)
BÜYÜK VATANSEVER SĠYASETLE SIRLARIN KARIġTIRILAMAYACAĞINI ÖĞRENĠYOR
Birkaç yıl sonra Hamilton Hazine Dairesi'nden ayrılarak özel avukatlık yapmaya
baĢladı. Skandalları gizli kalmıĢtı ve ulusal politikada etkili bir kiĢilikti.
Hatta 1800 seçimlerinde baĢkanlığa aday olmayı bile düĢünüyordu. Ardından
1797'de bir
163
broĢür bütün Reynolds Meselesi'ni tekrar ortaya döktü. Yüksek mertebelerde
yaĢanan seks ve para hikayesi sansasyon yarattı. Hamilton, ofisine gelen
senatörlerden biri olan James Mon-roe'nun hikayeyi sızdırdığından Ģüphelendi.
Monroe, Hamilton'un baĢkanlık yarıĢındaki rakibi Thomas Jefferson'ın (aslında
onun da kölesi Sally Hemings'le ilgili kirli çamaĢırları olabilirdi, ama bu
baĢka hikaye) destekçilerindendi.
"BEN BĠR SAHTEKAR DEĞĠLĠM"
Hamilton her Ģeyi açıklamaya karar verdi. Hemen Maria'yla seks iliĢkisi olduğunu
ama Hazine'yle ilgili hiçbir suç iĢlemediğine dair barut gibi bir yazı yazdı.
Hamilton herkesin, karısını aldatmıĢ olabileceğini ama sahtekar olmadığını
bilmesini istiyordu. Kariyeri sürdü ama zor bela. DüĢmanları iliĢkisi hakkında
konuĢmaya devam ettiler ve dostları bundan utandı. Hamil-ton'un baĢkanlık Ģansı
kalmamıĢtı. 1800'de Thomas Jefferson seçimi kazandı.
PEKĠ YA BETSY?
Hamilton'un çilekeĢ karısı Betsy'nin, kocasının ortaya saçılan skandahna
tepkisinin ne olduğu bilinmiyor. Hamilton'un ünlü 1804 düellosunda Aaron Burr
tarafından öldürülmesinden sonra kocasının bütün yazıĢmalarını yaktı. Bu arada,
Maria Rey-nolds'un daha sonra Aaron Burr'la da iliĢkisi olacaktı.
164
DREYFUS DAVASI, YOK, BU SEFERKĠ BĠR SEKS SKANDALĠ DEĞĠL
Fransız ordusu Almanlara defalarca teslim olmuĢ olabilir ama bazı meselelerin
peĢini hiç bırakmamıĢtır.
îĢler, bu tür durumlarda sıklıkla olduğu gibi, birinin çöpleri karıĢtırmasıyla
baĢladı. Bu özel çöp kutusu 1894'de Fransa'da-ki Alman askeri ataĢeliğinin
çöpüydü. Oradaki elyazması bazı belgelerden anlaĢıldığına göre, Fransız SavaĢ
Bakanlığı'ndaki birisi Almanlara Fransız askeri sırlarını veriyordu. Tabii ki bu
iĢ burada kalamazdı, birinin suçlanması lazımdı.
BARĠZ SEÇENEK
Ve o biri, SavaĢ Bakanlığı'nda çalıĢan Alfred Dreyfus adında Yahudi bir yüzbaĢı
olacaktı. Bakanlıktaki tek Yahudi'ydi. Dahası, ailesi, 1871'de Almanların,
Fransızların kıçına sıkı bir tekme indirdikleri Fransız-Alman SavaĢı'ndan sonra
ilhak ettikleri eski bir Fransız bölgesi olan Alsace'dan geliyordu. Dreyfus'tın
Yahudi oluĢu, o dönemde tutucu ve genellikle Yahudi düĢmanı olan Fransız
ordusunun gözünde suç iĢlemeye yeterli nedendi.
ġEYTAN ADASINA TEK GĠDĠġ
Dreyfus 15 Ekim 1894'de tutuklanarak ihanetle suçlandı. Kendisine ait olduğu
iddia edilen elyazması belgeler sayesinde
165
22 Arahk'ta, ġeytan Adası ceza kolonisine (evet, böyle bir yer gerçekten vardı;
Güney Afrika'daki Fransız Ginesi sahillerinin açığında) müebbet hapis yatmaya
gönderildi.
MERSĠ, BU ÇOK ĠYĠ OLDU
Dreyfus'un ihanetten mahkum edilerek apar topar gönderilmesi ordunun iĢine
gelmiĢti; ayrıca Fransız toplumunun tutucu kesimlerine, 1870'de ordunun Sudan
SavaĢı'ndaki aptalca baĢarısızlığından sonra kurulmuĢ olan Üçüncü Cumhuriyet
hükümetine saldırma fırsatı verdi. Yahudi düĢmanı basın da bu olayı, Fransız
Yahudilerinin hain itler olduğuna kanıt diye göstererek sonuna kadar kullandı.
CASUSLUK ÖLMEDĠ
Yine de ufak bir sorun vardı. Alfred Dreyfus mahkum edilmiĢ ve Güney Afrika'ya
yollanmıĢtı ama Fransız sırları Almanlara ulaĢmaya devam ediyordu. Dreyfus çok
uzun mesafelerden iĢe yarayan tele kinetik yeteneklere sahip değilse, Almanlara
sırları veren baĢka biri olmalıydı.
ġEY, EXCUSEZ-MOĠ!
Dreyfyus'un mahkumiyetinden birkaç yıl sonra Fransız karĢı casusluk örgütünün
baĢına getirilen Yarbay Georges Picquart olaya el attı. Picquart'ın kendisi de
bir Yahudi düĢmanıydı ve Dreyfus'a sempati duymasına imkan yoktu, ama Dreyfus'a
karĢı kullanılan belgeleri inceledikten sonra çok büyük bir hata yapıldığını
fark etti.
ÖNEMLĠ BĠR OYUNCU
Belgelerdeki el yazısı Dreyfus'a değil BinbaĢı Ferdinand Walsin Esterhazy'ye
aitti. Esterhazy ihanet eylemlerine baĢlamadan önce de dikkat çekici biriydi.
Kendine asil süsü veriyor-
166
du, 1866'da Avusturya ordusunda hizmet etmiĢ ve 1892'de orduya katılmadan önce
Fransız Yabancılar Lejyonu'na girmiĢti. Gırtlağına kadar borca batmıĢ ve bu
yüzden de Fransız sırlarını satıyordu. Esterhazy'nin mali sorunları Picquart'ın
umurunda değildi, 1897'de onu askeri mahkemeye verdi.
ÖNEMLĠ BĠR YENĠLGĠ
ĠĢte bu noktada birileri devreye girdi. Esterhazy, hain olduğuna dair açık
deliller bulunmasına rağmen asker dostları tarafından suçsuz bulundu. Picquart
ise verdiği rahatsızlıktan ötürü tutuklandı ve hapse atıldı.
Komplocu kafalar, bu noktada Fransız ordusunun arkasına yaslanıp, Dreyfus
meselesinin kapandığına ikna olmuĢ halde Ģarap kadehlerini tokuĢturduğunu hayal
edecektir.
YO, HAYIR, YAPAMAZSINIZ!
Ortalığı karıĢtıran entelektüeller olmasa böyle yapacaklardı zaten. Yazar Emile
Zola, 13 Ocak 1898'de, Esterhazy'nin askeri mahkemede suçsuz bulunmasından
birkaç gün sonra, J'accu-se! (Suçluyorum!) baĢlıklı ünlü mektubunu gazetede
yayınladı. Zola, Fransız ordusunu, Dreyfus'un suçsuz olduğunu bildikleri halde
ört bas etmeye çalıĢmakla suçladı. Dava dolayısıyla zaten bir miktar gerilmiĢ
olan Fransız toplumu; bir yanda Dreyfus'u destekleyen sanatçılar ve
entelektüeller, diğer yanda ordu ve kilise olmak üzere (bu grupların hep aynı
Ģekilde ayrıĢması tuhaftır) kutuplaĢtı. TaĢrada Yahudi düĢmanı ayaklanmalar
patlak verâi ve Zola yayın yoluyla hakaret suçundan mahkum edildi. Bunun üzerine
Ġngiltere'ye kaçtı.
. DREYFUS KOMPLO KURBANIYDI!
ġimdi siz, ayaklanmalar, sınıf çatıĢmaları, kaçan yazar ve tropik ada
hapishanesinde çürüyen masum bir adamla, bu hika-
167
yenin daha da heyecanlı hale gelemeyeceğini düĢünüyor olmalısınız ama
yanılıyorsunuz! Bütün olayı baĢlatan belgeleri bulan kiĢi olan BinbaĢı Hubert
Joseph Henry'nin, Dreyfus'un ihanetini gösteren sahte belgeleri hazırladığı
ortaya çıktı. BinbaĢı Henry sahtekarlığını itiraf edip 1898 ağustosunda intihar
etti. Gerçek hain olan Esterhazy ise aniden Belçika'da acil iĢleri olduğunu
hatırladı ve tüyüverdi.
1899 haziranında kurulan Dreyfus yanlısı hükümet, Drey-fus'u ġeytan Adası'ndan
geri getirdi ve ona yeniden yargılanma fırsatı verdi. Bu askeri mahkemede,
Henry, Esterhazy ve sahte belgeler konusundaki bütün bilgilerin ıĢığında...
HAYIR, O DEĞĠLDĠ!
...Dreyfus tekrar suçlu bulundu, belli ki Fransız ordusu leb denince bile
gerisini anlamıyordu. Bu noktada, Fransa devlet baĢkanı araya girip Dreyfus'u
affetti. O da kendini aklamak için dava açma hakkı saklı kalmak üzere affı kabul
etti. Dreyfus bu fırsatı nihayet 1906 yılında, her Ģeyin baĢlamasından 12 yıl
sonra elde etti. Sivil bir mahkeme Dreyfus'u akladı ve önceki mahkumiyet
kararını bozdu. 22 Temmuz 1906'da resmen orduya geri döndü ve tüm çektiklerine
karĢılık Legion d'Honeur niĢanıyla (ġeref Madalyası) ödüllendirildi.
OLAYDAN SONRA
Dreyfus kendini mahvetmeye çalıĢan kurumda kalarak yarbaylığa kadar yükseldi ve
Birinci Dünya SavaĢı'nda cephane birliğine komuta etti. 1935'de öldü.
Sonunda Alman casusu olduğunu itiraf eden Esterhazy ise Ġngiltere'ye göçüp
çevirmen ve yazar olarak çalıĢtı. 1923'de hak ettiği gibi ġeytan Adası'nda
değil, Hertfordshire'da öldü.
Esterhazy'nin suçluluğunu ortaya çıkaran ve araĢtırmalarından dolayı hapse giren
Picquart 1906'da Dreyfus'un suçsuzluğunun kanıtlanmasından sonra generalliğe
terfi etti.
168
Emile Zola 1902'de baca tıkanması sonucu boğularak öldü, bazıları bunun Anti-
Dreyfusçuların intikamı olduğunu düĢünür. 1908'de Zola'dan geriye kalanlar
Pantheon'a gömüldü; törende sağ görüĢlü bir gazeteci Dreyfus'u öldürmeye çalıĢtı
ama sadece yaraladı. Gazeteci Dreyfus'u vurmaktan mahkemeye çıkarıldı...ve (ne
bekliyordunuz?) serbest bırakıldı.
ORDU BOZGUNA UĞRADI
Fransız toplumu gözündeki prestiji çok sarsılan Fransız ordusu, onunla birlikte
Dreyfus davasında kaybeden tarafta yer alan kilise, Yahudi düĢmanı hareketler ve
diğer tutucu çevreler ve hatırlayacağınız gibi Dreyfus'u ikinci kez suçlu
bulmuĢlardı, sonunda, biliyorsunuz iĢte, onun aslında suçsuz olduğunu itiraf
ettiler. Ne zaman mı? "Suçlayıcı" belgelerin çöp sepetinde bulunuĢundan 101 yıl
sonra 1995'de. Ve sonra ordunun tarih dergisi pek de öyle gizlemeden Fransız
ordusunun hala Dreyfus'un suçlu olduğunu düĢündüğünü yazdı.
Bu da haklı değilsen bile en azından haksız olmakta tutarlılığın gerekliliğini
ispatlar.
1972 tarihli, Papillon (Kelebek- ç.n.) adlı filmde Steve McQueen, 1930'larda
Fransız Guyanası'ndaki hapishane kolonisi ġeytan Adası'ndan gerçekten kaçmaya
çalıĢmıĢ olan Henri Charriere'i canlandırmıĢtır.
169
UĞRUNA ÖLÜNESĠ MAKYAJ
Bugün etrafımız en yeni kıyafetler ve makyaj malzemeleri için iflas etme riskini
göze alan cesur kadınlarla dolu. Ama cesaretleri tarihte güzellik için
hayatlarını feda eden kadınlarınki-nin yanında hiç kalır.
Kar beyazı bir cilt, on altıncı yüzyılın moda meraklısı kadınları için asalet,
zenginlik ve zarafet simgesiydi. Gözleri tıpkı Kraliçe Elizabeth'inkiler gibi
parlak, dudakları ve yanakları onunkiler gibi kıpkırmızı olmalıydı. Bu boyanmıĢ
oyuncak bebek görüntüsüne pek az kiĢi doğuĢtan sahip oluyordu. ĠĢte size o
dönemin popüler güzellik reçetelerinden birkaçı ve bazen ölümcül olan yan
etkileri.
VENEDĠK KURġUN BOYASI
Ġçeriği: Sirke ve beyaz kurĢun.
Beklenen etki: Cildi soluk ve beyaz göstermesi. Yüze, boyna j ve dekolteye
sürülüyordu.
Yan etkisi: YetiĢkinlerde yüksek tansiyon, sindirim sorunla-' rı, sinir
bozuklukları, böbrek harabiyeti, uyku sorunları, kas ve eklem ağrıları ve mizaç
değiĢikliklerine neden olabilen kurĢun zehirlenmesi. Cilde hastalıklı gri bir
renk verdiğini belirtmedik bile.
SÜLEYMAN SUYU
Ġçeriği: Cıva süblimesi.
170
Beklenen etki: Sivilceleri, çilleri ve siğilleri yok etmesi.
Yan etkisi: Cildin dıĢ tabakasını bir çırpıda temizliyor ama alttaki tabakayı da
aĢındırıyordu. DiĢler erken yaĢta dökülüyor, diĢ etleri çekiliyor ve
metabolizmada cıva miktarı arttıkça deliliğe neden oluyordu.
Ucuz alternatifi: Elizabeth dönemindeki bütçesi kısıtlı kadınlar için de her
zaman bir alternatif vardı. Sülfür ve boraks karıĢımı.
Yan etkisi: Boraks ciltte soyulmaya, kabarcıklar oluĢmasına, yüzde seğirmelere,
yüksek miktarları ateĢ, kusma ve sonunda komaya neden oluyordu.
BELLADONNA, GÜZELAVRATOTU
Ġçeriği: Öldürücü it üzümü olarak da bilinen güzelavratotu özü.
Beklenen etki: Gözlere damlatıldığında ıĢıltılı bir parlaklık veriyordu.
Dudakları ve yanakları kırmızılaĢtırmak için de kullanılırdı.
Yan etkisi: Belladonna, yüksek dozlarda hezeyana, havale ve komaya neden olan
atropin içerir. Çok zehirlidir.
KALICI KIRMIZI VEYA YÜZ BOYASI
Ġçeriği: Kırmızı cıva sülfid.
Beklenen etki: Dudakları ve yanakları kırmızılaĢtırması.
Yan etkisi: Cıvadan üretildiğinden yan etkileri Süleyman Suyuyla aynıdır. Yani
diĢler erken yaĢta dökülüyor, diĢ etleri çekiliyor ve metabolizmadaki cıva
miktarı arttıkça deliliğe neden o/uyordu.
Ucuz alternatifi: Ġyi piĢirilmiĢ yumurta akıyla bir Güney Amerika böceğinin
kurutulup ezilmesiyle elde edilen, cochineal adı verilen koyu kırmızı bir boya
ve Arap sakızı.
Yan etkisi: Bu seferki zararsız.
171
KOKUġMUġ KRALĠYET
Leydiler ölümcül krem ve iksirlerle güzelleĢirken, herkes leĢ gibi kokuyordu
çünkü o zamanlar banyo yapmak yılda bir gerçekleĢen nadir olaylardandı. Yine de
bazıları diğerlerinden daha kötü kokuyordu.
Rus çarı Deli Pedro nadiren yıkanırdı ve bir on sekizinci yüzyıl rock yıldızı
gibi, arkasında leĢ gibi kirlettiği mekanlar bırakırdı. Bir Ġngiliz beyefendisi,
Pedro ve ekibi evinde kaldıktan sonra hükümete 350 sterlinlik (bugünün parasıyla
47 bin dolar) fatura çıkarmıĢtı. Grup mobilyaları parçalamıĢ, duvarları ve
yerleri kusmuk ve dıĢkıya bulamıĢ ve tabloları hedef tahtası olarak
kullanmıĢlardı. Ev sahipleri için oldukça sinir bozucu olmalı çünkü Pedro'nun
hamam böceği fobisi vardı ve bir eve girmeden önce pırıl pırıl temizlenmesini ve
böcek olmadığına dair güvence verilmesini isterdi.
172
HĠTLER SERSERĠSĠ
BeĢ parasız bir Avusturyalı. 1930'lar ve 40'larda Batı dünyasında büyük
tahribata neden olan AdolfHitler, kariyerine bir berduĢ olarak baĢladı. 16
yaĢından 25'ine kadar tam bir serseriydi.
Hitler'in ailesi, babası gibi devlet memuru olmasını istemiĢti ama onun baĢka
planları vardı. Büyük bir sanatçı olacağına inanıyordu, bu yüzden talihini
denemek için Viyana'ya gitti.
BAġARISIZ BĠR GENÇ
Ġki kez Güzel Sanatlar Akademisi'ne baĢvurdu ama kabul edilmedi. Bina çizmeyi
seviyordu, bu yüzden mimarlık okuluna yazılması önerildi. Ama lise mezunu
olmadığından oraya da kabul edilmedi. Evden aldığı para tükenmiĢ ve Hitler
sokaklara düĢmüĢtü. Otobiyografisi Mein Kampf'da (Kavgam- ç.n.) bu dönemi
öğrencilik yılları olarak anlatır. Oysa gerçek farklıydı.
BADANACI
• Hitler bir süre boyacılık ve çeĢitli geçici iĢler yaptı ama çoğunlukla
meteliksizdi. Evsizlerin barındığı bir yurtta kalıyordu, topluluk önünde konuĢma
yeteneğini burada geliĢtirdi.
SANATÇI
Hitler'in bina resimleri yapabildiğini fark eden daha yaĢlı bir
173
serseri onu Viyana sokaklarının kartpostallarını çizmeye teĢvik etti. YaĢlı
serseri bunları alıp satacaktı. Karlarını paylaĢtılar.
HATĠP
Ġkili, iĢliklerini hostelin geniĢ gündüz salonunda kurdular. Ama pek fazla iĢ
çıkaramıyorlardı, çünkü Hitler dinleyici buldu mu dayanamıyor nutuk atmaya
baĢlıyordu. Ortağı onu sürekli oturup kartpostallara konsantre olması için ikna
etmeye çalıĢıyor, Hitler ise habire Yahudiler aleyhine ateĢli konuĢmalar yapmak
üzere ayağa fırlıyordu. Dinleyicileri, akĢamdan kalma, uyuklayan ya da bedava
yemek yemeğe gelen diğer serserilerdi. O milliyetçiliğin coĢkusuyla kendinden
geçerek anlatırken tezahüratlarıyla onu cesaretlendiriyorlardı. Zamanla
serseriler arasında ünlendi.
SAVAġ KAHRAMANI
Birinci Dünya SavaĢı patlak vermeden önce Münih'e taĢındı. Orduya katıldıktan
sonra hayatı tümüyle değiĢti. OnbaĢı rütbesine yükseldi ve Demir Haç niĢanı
kazandı.
Daha sonra Nazi lideri olarak baĢarısı, en çok Viyana'daki uzun serserilik
yıllarında geliĢtirdiği konuĢma becerisine dayanır.
KÜÇÜK SERSERĠ
Charlie Chaplin, Hitler'in alameti farikası haline gelen bıyığını, kendi 'Küçük
Serseri' karakterinden kopyaladığını ve kitleler nezdinde popülerleĢmek için
kullandığını öne sürdü.
CANAVAR
Her Ģeye rağmen baĢardı. Adolf Hitler toplumun en alt kesimindeki insanlara
yirminci yüzyıldaki tüm liderlerden daha baĢarılı biçimde ulaĢtı. Zaten ilk ve
en iyi taraftarlarını oradan buldu.
174
NEDEN ONA 3. REĠCH DENĠR?
Reich Almanca'da imparatorluk anlamına gelir. Bugünkü Ġtalya ve Almanya'nın
büyük kısmını birleĢtirmiĢ olan Kutsal Roma Ġmparatorluğu Ġlk Reich'tı. Ġkinci
Reich, Otto Von Bis-marck tarafından 1871'de kuruldu. Hitler'in 1000 yıl
sürmesini umduğu 3. Reich'ı sadece 12 yıl sürdü.
Hitler hakkında bunları biliyor muydunuz?
• Charlie Chaplin'i 'Yahudi' diye yasakladığını (ki değildi).
• Üst düzey Nazi subaylarının müdavimi olduğu bir barın iĢletmecisinin, yarı-
kardeĢi olduğunu.
• Ġnsanlara ellerinin, kahramanı olan Büyük Frederick'e ne kadar benzediğini
göstermekten hoĢlandığını.
• 1938 yılında Time dergisi tarafından yılın adamı seçildiğini.
175
EN TĠZ NOTALARA ÇIKMAK
'Castrati' müzik uğruna hadım edilen erkek Ģarkıcılardı. Bu ĢaĢırtıcı uygulama
nereden kaynaklanıyordu? Aileleri böyle bir sakatlamaya nasıl gönüllü olarak
razı oluyorlardı ?
Koro Ģarkıcılığı Roma Katolik kilisesi hizmetlerinde her zaman önemli bir rol
oynadı. BaĢlıca dayanaklarından biri de hep oğlan bir soprano olmuĢtu. Sorun,
oğlanların sesinin ergenlik çağının baĢlarında çatlaklaĢması, sonra da
kalınlaĢmasıydı. Bir çocuğun eğitimiyle geçen onca zaman ve emekten sonra her
Ģeye yeniden baĢlamak gerekiyordu.
RÖNESANS OĞLANLARI
On altıncı yüzyılın sonlarında bazı dahiler bu sorunu nasıl halledeceklerini
buldular. Bariz bir çözüm olabilecek kadın sopranoların kullanılması, seçenekler
arasında değildi. Kadınlar ve Katolik kilisesi korosu o zamanlar bir arada
düĢünülemezdi ama bir alternatif daha vardı.
ERGENLĠĞĠN TEDAVĠSĠ
Hıristiyan alimlerinin kısıtlı bir yaĢamları olabilir ama eğer bir oğlan hadım
edilirse sesinin çatallanmayacağını biliyorlardı. Böylece göğüs ve diyafram
normal olarak geliĢirken, hadım edilme sonrasında ses telleri yavaĢ geliĢecekti.
Ama bu imkansızdı, değil mi? Kim müzik uğruna böyle bir sakatlanmaya katlanırdı
ki?
176
Tabii ki Roma Katolik kilisesi. Hem sonra bir çocuğun o lanet Ģeylere ne
ihtiyacı vardı ki? Onlar sadece baĢlarını belaya sokmaya yarardı.
PAPANIN ONAYI
Papa V. Sixtus oğlanların koro için hadım edilmesini 1589 yılında onayladı.
Arkasına kiliseyi alan hadım etme (kastrasyon) furyası fırtına gibi esti. Handel
ve Rossini gibi ünlü besteciler bu tiz seslere sahip oğlanlar için özel besteler
yaptılar. Hepsine birden castrati denilmeye baĢlandı. (Ġtalyanların kelimeleri
çoğul yapmak için kullandıkları komik yönteme bakarsak bu kelimenin tekili
castrato olmalı. Bize güvenebilirsiniz.)
SIRADAKĠ
ġehirlerde berberler ek iĢ olarak kastrasyona baĢladılar: Dükkanlarının
vitrinindeki tabelalarda "Oğlanlar burada hadım edilir," yazardı. ġehir dıĢında
ise bu konuda tecrübeli olan domuz çiftçileri aynı hizmeti birkaç kuruĢa
veriyorlardı.
Tabii ki o zamanlar bir uyuĢturucu filan kullanılıyor değildi. En yaygın
uygulama karotid artere kompres yapılmasıydı ki böylece dolaĢımı durdurarak
oğlanı operasyon sırasında koma durumuna sokuyorlardı. Bazen oğlan ayılamıyordu.
Kanama ve enfeksiyon, strerilizasyonun bilinmediği o günlerde sıklıkla
karĢılaĢılan problemlerdi. On çocuktan üçünün masada kaldığı tahmin ediliyor.
Ama sanat uğruna değer. Değil mi?
'ZOR HAYAT
Castratilerin çoğu fakir ailelerin çocuklarıydı. Bir oğlan müziğe yetenek
gösterirse bir müzik kurumuna satılırdı. Bunlar çoğunlukla castratiden para
yapmak isteyen yetimhaneler veya yardımsever okullarıydı. Castratinin yanı sıra,
hala donanıma sahip müzisyen ve bariton Ģarkıcıları da eğiten müzik okullarıy-
177
dılar. Opera toplulukları düzenli olarak buralara uğrayarak yeni yetenekler
arıyorlardı.
Ailelerin hadım edilmiĢ çocukları hakkında, ünlü olup anne ve babalarına
yaĢlılıklarında bakacaklarına dair büyük umutları vardı. Ama bu nahoĢ operasyon
garantili değildi. Ve tabii ki operasyondan önce müzik yeteneği olmayan
oğlanların aniden iyi Ģarkıcılar olmaları da mümkün olmuyordu.
Hadım edilen oğlanlarla -hatta Ģarkı söyleyebilenlerle bile-'hilkat garibesi'
diye alay ediliyordu. Ġyi Ģarkıcı olmazlarsa müzik kurumlan kıçlarına tekmeyi
vuruveriyordu. Peki ya nereye gideceklerdi? Artık aileleri için bir utanç
kaynağıydılar ve toplum dıĢına itilmiĢlerdi.
BĠR AKIMIN SONU
Her iyi Ģeyin olduğu gibi bunun da sonu geldi ve böylece tüm castrati, geçen
sezonun Ġspanyol paça pantolonları gibi demode oldular. Çok azı dünya çapında
üne kavuĢmuĢtu. Artık önemsizdiler ve hilkat garibesiydiler. 1825'de son
castrato opera performansında gazeteler okuyucularına "doğanın travestilerinden"
uzak durmalarını tavsiye ediyordu. Bu içler acısı uygulamanın üzerinden 300
yıldan fazla zaman geçtikten sonra 1903'de Papa X. Puis, castratiyi Papalık
Kiliselerinde resmen yasakladı. Son profesyonel castrato olan Alessandro
Moreschi 1922'de öldü. ġarkılarının kayıtları Son Castrato adıyla CD'ye
aktarıldı ve on-line olarak dinlenebiliyor. Ne kültür Ģoku ama?
ÜNLÜ CASTRATĠ
Carlos Broschi- Daha çok 'Farinelli' olarak tanınır, aralarında en ünlü olandır.
Çoğu castratinin aksine Farinelli oldukça varlıklı bir aileden gelir (artık ne
düĢündülerse?). Büyük besteci Nicola Porpora tarafından eğitildi. Aryaları
kalabalıkları kendinden geçirirdi. Üstün nitelikli trampetçilerle düello halinde
Ģarkı söyler ve onları bastırırdı.
178
Gaetano Majoramo- Geatano 'Cafferelli' adıyla ünlüydü. Çok iyi bir opera
Ģarkıcısıydı ama söylenenlere göre pek de iyi huylu sayılmazdı. Ani mizaç
değiĢiklikleriyle (haksız sayılmaz), hiddetten tepinmeleri ve hanımefendilerle
yaĢadığı romantik maceralarıyla (biyolojik durumunu düĢünürseniz bayağı büyük
baĢarı) ünlüydü.
Giovanni Battista Velluti- Velutti asla bir castrato olmak niyetinde değildi,
subay olmak istiyordu. Çocukken hastalandı ve ameliyata alındı. Ne yazık ki
doktor, Giovanni'nin kastre edilmek için getirildiğini zannetti ve olaylar
böylece geliĢti. Velluti sesinden çok yakıĢıklılığıyla tanındı. Her toplulukta
öyleleri çıkar değil mi?
Giusto Tenducci- Bu ünlü castrato 1750'lerde yaptığı bir Avrupa turundan sonra
Londra'ya yerleĢti. Kendisi için parçalar yazan büyük besteci Mozart'la arkadaĢ
oldu. Tenducci'nin sesi onu Ġngiltere'de bir yıldız yaptı. On sekizinci yüzyıl
yazan To-bias SmoUet imgesel çalıĢması The Expedition of Humphrey Clinker'da
Tenducci'nin sesinden büyülenen dinleyicilerinden biri olarak, onu ilk kez
dinlediğinde "Sesi kesinlikle ne kadın, ne erkekti ama her ikisinden de daha
ahenkliydi; ve öyle bir Ģakımaydı ki dinlerken kendimi gerçekten cennette
hissettim" der.
O ses aralıklarında Ģarkı söyleyen erkekler bugün kontrtenor ya da sopranist
olarak adlandırılıyorlar. Bu aralıkta Ģarkı söyleyebilmeleri ise genetik ve
çalıĢma sayesinde.
179
NAZĠ OLĠMPĠYATLARI
1936 Yaz Olimpiyatları'nın amacı, Almanya'yı Birinci Dünya SavaĢı sonrasında
yeniden uluslararası camiaya sokmaktı. Ama Hitler'in kendine özgü fikirleri
vardı. Bir de Jesse Owens adında bir Amerikan atletin yaptıkları olmasaydı...
1931'de Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) 1936 Olimpiyatlarının Berlin'de
yapılmasına karar verdi. Bu, Almanya'nın Birinci Dünya SavaĢı sonrası
itaatkarlığı üzerine uluslararası arenaya gayri resmi kabulü anlamına da
geliyordu. Ama IOC 1933'de yükselen Nazi dalgasını ve Oyunları, Ari ırkın
üstünlüğünü gösterecek bir Ģov olarak gören ġansölye Adolf Hitler'in iktidara
geliĢini öngörememiĢti.
DER ġOV
Oyunlar Hitler için, umutsuzluğun derinliklerinden çıkardığı ulusunu, doğal
Alman üstünlüğünün yeĢermesini sağlayan, tıkır tıkır iĢleyen bir makineye
dönüĢtürüĢünü Ģüpheci dünyaya gösterme fırsatıydı. Oyunlar da Almanya gibi
mükemmel olacaktı.
MARĠFETLERĠNĠ TEMĠZLĠYOR
Ġlk olarak Berlin'i temizlemesi gerekiyordu. Sokaklar evsizlerden temizlendi ve
Yahudi düĢmanı simgeler kaldırıldı. Hitler'in mimarlan dört büyük stadyum ve
Ģahane bir Olimpiyat
180
Köyü tasarladılar. Almanya hazırlıklar için toplam 25 milyon dolar harcadı- o
günler için müthiĢ bir rakam. Ve tabii ki, Alman (amatör) atletleri yıllardır
tam gün çalıĢırken destekleniyorlardı.
HAYIR, GĠTMEYECEĞĠZ
Bu arada, Alman hükümetinin Yahudi düĢmanı politikalarından dolayı boykot
hareketi dünya çapında büyüyordu. Bir alternatif, Barselona'da yapılacak Halkın
Oyunları'nı düzenlemekti. Ama Ġspanyol Ġç SavaĢı bu fikri ortadan kaldırdı.
Sonunda, 1936'da Olimpiyat Oyunları daha öncekilerden daha çok ülke (49) ve
oyuncunun (4.066) katılımıyla baĢladı.
ALMAN ÜSTÜNLÜĞÜ
Aslında, sonunda madalyalar hesaplandığında Almanya toplamdaki 41'i altın 101
madalyasıyla öndeydi. En yakın rakibi olan ABD (ki nüfusu Almanya'nın üç
katıydı) 25'i altın 66 madalya almıĢtı. Ama Almanya'nın tüm baĢarılarını
gölgeleyen, bir Amerikan atletinin inanılmaz performansı oldu. Bu adam Ari ırkın
üstünlüğü efsanesini yıkıvermiĢti. Ġsmi tabii ki Jesse Owens'dı.
JESSE JAMES OWENS
Ovvens'a Kara Kasırga deniliyordu ve o da ülkesi için dört madalya kazanarak bu
ismin hakkını vermiĢti: 100 metre, 200 metre (dikkatinizi çekerim dünya
rekoruydu), 400 metre bayrak ve uzun atlama.
feĠR DOST TAVSĠYESĠ
Owens uzun atlamaya kötü baĢlamıĢ, ilk iki hakkında çizgiyi aĢtığı için
atlayıĢları geçersiz olmuĢtu. Sadece bir tek Ģansı kalmıĢtı. Son atlayıĢına
hazırlanırken yanına en önemli rakibi, Hitler prototipi, iriyarı sarıĢın bir
oğlan yaklaĢtı. Bu adamın adı Luz Long'du ve Owens'a centilmence bir tavsiyede
bulundu:
181
Owens'a kafasında asıl çizgiden birkaç santim geride bir çizgi çizmesini ve
atlarken bu çizgiyi göze almasını önerdi. Tavsiye iĢe yaradı.
HĠTLER'ĠN AġAĞILADIĞI EFSANESĠ
Hitler Jesse Owens'u siyah olduğu için gerçekten hakir görmüĢ müdür? Hayır,
görmedi. Hitler Oyunların ilk gününde, kazanan Alman ve Finlandiyalı sporcuların
elini sıktı. Ama o akĢam, Uluslararası Olimpiyat Komitesi BaĢkanı Kont Baillet-
La-tour'dan, ulusal bir liderin atletleri tebrik etmesinin protokol açısından
uygun olmadığına dair nazik bir mesaj aldı, orada sadece bir seyirci olarak
bulunuyordu. Bu yüzden Jesse Owens, Hitler tarafından Ģahsen kutlanmadı. Ama
zaten baĢka hiçbir sporcu da kutlanmamıĢtı.
ĠĢte Ovvens'ın birkaç yıl sonra konu hakkında bir röportaj sırasında
söyledikleri: "ġansölyenin önünden geçtiğimde, o ayağa kalktı, bana el salladı,
ben de ona karĢılık verdim."
AFFEDĠLMEZ HAKARET
Gerçek hakaret Jesse Owens ABD'ye döndüğünde yapıldı. Kendi baĢkanı Franklin
Roosevelt üstün baĢarısı hakkında onunla yüz yüze görüĢmeyi ve mektupla ya da
telefonla tebrik etmeyi reddetti. Bu arada Ģunu da belirtmek gerekir ki Hitler
Al-manyası'nda Jesse otobüste istediği yere oturabiliyordu.
NOT: ABD BAYRAK YARIġI SKANDALĠ
Spor spikeri Marty Glickman o yıl Olimpiyatlardaydı -katılımcı olarak. Herkesin
söylediğine göre ABD bayrak ekibinin en hızlısıydı. Büyük olaydan bir gün önce
18 yaĢındaki Marty ve diğer koĢucular takım toplantısına çağırıldılar. Koçları,
Dean Cromvvell açıkladı: Marty koĢmayacaktı; yerine müthiĢ çocuk Jesse Owens
koĢacaktı.
182
Glickman'ın arkadaĢı atlet Sam Stoller da çıkarılarak yerine Frank Metcalfe
alınmıĢtı. Bu tuhaf değiĢiklik için hiçbir gerekçe gösterilmemiĢti. Ama herkes
anlamıĢtı. Glickman ve Stoller Yahudi'ydi. ABD Olimpiyat Komitesi, Jesse ve
diğer siyah atletlerin Alman Ari ırk imajına verdikleri zarardan sonra, Yahudi
çocukların bu etkiyi artıracağından korkmuĢtu.
Jesse Owens karĢı çıktı, "Üç altın madalya kazandım ve kazandığımı gösterdim.
Bana yeter. Yoruldum. Bırakın Marty'yle Sam koĢsun. Onlar bunu hak ediyorlar."
Owens'a söyleneni yapması söylendi. Ve böylece bayrak koĢusu Glickman ve Stol-
lersız koĢuldu. ABD ekibi yarıĢı 14 metre önde bitirdi.
ACI ZAFER
Ama ABD ekibindeki kimse kutlama yapmıyordu. 100 yıllık modern Olimpiyat
Oyunları geçmiĢinde baĢka hiçbir atlet bu Ģekilde yarıĢtan çekilmemiĢti. Öldüğü
güne kadar Marty Glickman'ın ağzında acı bir tat kaldı -Almanya'nın Aldolf
Hitleri'nin değil de kendi Amerikan Olimpiyat Komitesinin neden olduğu bir acı.
Themistocles'e Asil mi yoksa Homer mı olmak isterdi diye sorduklarında cevabı:
"Siz neyi tercih ederdiniz?" olmuĢ. Ya siz? Olimpiyat Oyunları Ģampiyonu mu,
yoksa kimin olimpiyat Ģampiyonu olduğunu anons eden bir çığırtkan mı?
-Plutarch
183
o bir gaz
Az maharet ve bol sıcak havayla on sekizinci yüzyıl mucitleri ayaklarını
gerçekten yerden kestiler.
On sekizinci yüzyıl mucitleri çok miktarda, normal havadan hafif bir Ģeye -
örneğin sıcak havaya- ağır bir Ģeyler iliĢtirmeye baĢladılar. Sıcak hava
balonları 1709'da bir Brezilyalı vaiz ve mucit olan Bartolomeu Lourenço Gusmo
tarafından keĢfedilmiĢ olabilir. Ama insanların uçması daha doğrusu havada
süzülmesi yüzyılın sonlarına doğru mümkün olacaktı. 1782'de Joseph ve Etienne
Mongolfier kardeĢler Fransa'da sıcak hava balonlarıyla deneyler yaptılar.
1783'den itibaren yolcularını -bir horoz, bir ördek ve bir koyun!- göndermeye
hazırdılar. Horozun koyun teptiğinde ufak bir sakatlık geçirmesi haricinde her
Ģey iyi gitmiĢti. Bir sonraki uçuĢta Mongolfier kardeĢler, yere iple sımsıkı
bağlı balonlarıyla bir adamı taĢıdılar.
1783 Kasımında Jean François Piulatre de Rozier ve Marki d'Arlandes beraber
uçtular, balonlarının yerden bağlantısını kesip Paris'in 915 metre kadar
üzerinde uçtular. Yün ve saman yakarak sıcak hava sağladılar ve 25 dakika kadar
uçup 9 kilometre kadar bir alanı dolaĢtılar. Bundan hoĢlanan Parisliler balon
çılgınlığına kapıldılar. Aslında balon modası tüm Avrupa'ya hızla yayılmıĢ ve
balonunu diken havaya fırlamıĢtı.
NE YARARI VAR?
1783 Arahğı'nda mucit J.A.C. Charles gaz dolu bir balonla
184
ilci saat uçup 372 kilometrelik bir alanı gezdi. YaĢlı Amerikan filozofu (ve
mucit) Benjamin Franklin Paris'teydi ve uçuĢu "en güzel gösteri" olarak
tanımladı. Ama herkes bu heyecanın nedenini anlamıyordu. Biri Franklin'e bu
havada süzülen Ģeylerin ne amaçla kullanılacağını sormuĢtu. Franklin'in cevabı
"Yeni doğan bebeğin ne yararı var?" olmuĢtu. Yararı kısa sürede keĢfedildi,
1793'de ilk hava yoluyla giden mektup balonla Londra'dan Paris'e gönderildi.
Mektup Benjamin Franklin'eydi.
BaĢka bir Amerikan vatanseveri, Abraham Lincoln, 17 Haziran 1861'de havadan bir
telgraf mesajı alınca, balonlar ilgisini çekti. Thaddeus Lowe adındaki bir balon
meraklısı, American Telegraph Company'nin (Amerikan Telgraf ġirketi- ç.n.) Was-
hington'daki birkaç temsilciliğini almıĢtı. Sepete bir kablo koymuĢlar ve ilk
havadan yere telgrafı göndermiĢlerdi. Bu telgraf da Lincoln'e iletilmiĢti.
YÜKSEKLERDEN CASUSLUK
O gece Lowe'un balonu Beyaz Saray'ın çimenlerine bağlıyken Lincoln bu iĢin
askeri olasılıklarını sordu. SavaĢ sırasında Lowe, Kuzey güçlerine değerli
bilgiler iletti. Yere bağlı balonlar düĢmanı gözlemek için yüksek bir platform
sağlıyordu. Psikolojik yararı ise balonların savaĢ alanının tepesinde süzülürken
korkutucu görünmeleriydi. Kuzeylilerin balonlarını defalarca vurmaya çalıĢıp
baĢarılı olamayan Güneyliler kendi balonlarını yapmaya karar verdiler. Zarif
Güneyliler ipek balon sepetleri yapma savaĢı verdiler. Bu, Güneyli güzellerin en
güzel giysilerini hava kuvvetlerine bağıĢladıkları dedikodularına yol açtı.
GAZIN VAR MI?
Mucitler balonlar üzerinde çalıĢmayı sürdürüyordu. Sıcak hava bir balonu yerden
yükseltebiliyordu ama hava soğuyor, yakıt bitiyordu -ve balon da orada yere
iniyordu. Havada bir ateĢi
185
yanık tutmak zor ve tehlikeliydi. Fransızlar bir buhar makinesi, kas gücü ve
ufak bir elektrik motoru denemelerinde sınırlı baĢarı göstermiĢlerdi. 1880'lerin
sonunda Gotlieb Daimler'in yeni hafif benzin motoru her Ģeyi değiĢtirdi.
Elementlerin en hafifi olan hidrojen gazı çok yanıcı olmasına rağmen iĢe
yaramıĢtı. Hidrojen metalin asit içinde erimesiyle açığa çıkıyordu. Bazı
kentlerin aydınlatmasında kullanılan kömür gazı (havagazı) gibi baĢka gazlar da
kullanıldı.
KUġLAR ĠÇĠN
Maalesef balonlar hala yönlendirilemiyordu. Safra atılarak yükselmesi, gaz
kesilerek inmesi sağlanabiliyordu ama bir yöne gitmesi ya da hızı konusunda bir
Ģey yapılamıyordu. Bağı kesilince bir balon rüzgarların insafına kalıyordu ve
pilot sadece bir yolcu haline geliyordu. Mucitler pilotun aracı istediği yöne
götürebilmesi için çalıĢmalara baĢladılar. Kürek, yelken, kanat, paraĢüt hatta
pervane eklemeyi bile denediler ama hiçbiri iĢe yaramadı. Birisi akbaba sürüsüne
koĢum takmayı önerdiyse de bu fikir pek kabul görmedi. Yine de on sekizinci
yüzyılda hala iyi bir baloncuyu yerde tutmak imkansızdı.
186
CORTES VE KANATLI YILAN
Çok öfkeli bir tip olan Cortes'in bir Aztek tanrısına yüklü miktarda borcu var.
Ya öyle, ya da o bir Aztek tanrısıydı.
KANATLI YILAN
ġu anda Mexico olan yerde MS 300 civarlarında Kanatlı Yılan tanrısına
tapılıyordu. Aztekler ona telaffuz edilmesi neredeyse imkansız bir Ģekilde
Quetzalcoatl diye hitap ediyorlardı. Özveri, bilgelik, bilim tannsıydı ve insan
ırkının babasıydı. Oldukça önemli bir tannymıĢ. Ama karanlık bir tarafı da
vardı; bu yüzden bu hikayede olanlar özellikle Aztekseniz sizi ĢaĢırtma-
yacaktır.
EFSANENĠN KÖKENĠ
Onun hakkındaki antik hikayeler açık renk teni, kızıl saçları ve açık renk
gözleri olduğunu söyler. Efsaneye göre, insan ya da hayvan, canlıların kurban
edilme ritüelini yasaklayan nazik ve düĢünceli bir yöneticiymiĢ. Ama halkından
ayrılması gerekmiĢ. Neden mi? Farklı hikayeler var: Ya gözden düĢüp gitmiĢ ya da
gitmeye zorlanmıĢ. Ama hikayelerin hemfikir olduğu tek bir Ģey var o da
Quetzalcoatl tahtını yeniden ele geçirmek ve halkına yardım etmek için geri
döneceğine söz vermiĢ.
Bin yıl kadar sonra açık renk tenli, kızıl saçlı ve açık renk gözlü bir adam
Aztek dünyasına ayak basmıĢ -tesadüfen de onların takvimine göre Quetzalcoatl'ın
doğum gününde. Adamın
187
adı Hernan Cortes'miĢ ve genç bir Ġspanyol soylusuymuĢ. Beraberinde 11 gemi,
yaklaĢık 600 adam ve 16 at varmıĢ. O zamanki insanları etkilemek için yeterli
donanım.
KRALLAR VE KÖLELER
Montezuma -onu hatırlarsınız- Azteklerin baĢ yöneticisiydi. Eski söylencenin
belirttiği gibi Kanatlı Yılan'in geri döndüğünden emindi. Montezuma Cortes'i bir
tanrı gibi karĢıladı. Cortes bunun hoĢ bir karĢılama olduğunu düĢünüp Aztek
baĢkentine barıĢ içinde girdi.
Cortes'e Tabasco'da bir köle verdiler. Ġspanyollar ona Dona Marina diyorlardı
(aslında, kadın köle edilmeden önce bir prensesti) ve Cortes'in el altındaki
tercümanı, yaveri ve bazen de baĢ pazarlıkçısı oldu. Aynı zamanda ilk Meksikalı
olarak kabul edilen oğlunun da annesiydi. Ama Ģimdi iĢimize dönelim.
Kızılderililer Cortes'e Malinche ve Marina'ya da La Malinc-he yani 'kaptanın
kadını' adını verdiler. (Çok sevimli bir çift olmalılar.) Neyse, Kızılderililer
Marina'yı hain olarak gördüler. Oysa büyük ihtimalle Marina'nın pazarlık
yeteneği birçok yerlinin de hayatını kurtarmıĢtı. Ama bu iĢler nasıldır
bilirsiniz.
ALTIN KALPLĠ
MuhteĢem Tenochititlan, yapay bir gölün ortasında, birçok geçitle kıyıya
bağlanmıĢ bir adanın üzerine kurulmuĢtu. Nüfusu 150 binden fazlaydı (bazılarına
göre 300 bin) ve Ģehir 13 kilometre kareyi kapsayan bir ağ Ģeklinde yayılmıĢtı.
Merkezde tapınaklar, okullar, rahiplerin ikametgahları, top oyunları için
sahalar ve Montezuma'nın sarayı vardı. Çikolata, değerli taĢlar, jaguar postları
ve altın da vardı. Hem de çok miktarda altın.
Ya çikolatadan, ya da altından Cortes gerçek yüzünü gösterecek kadar
etkilenmiĢti: Montezuma'yı esir aldı. Bu tabiidir ki savaĢa yol açtı. Cortes
potansiyel avantajlarını kullanmakta ge-
188
cikmedi. Örneğin, Aztek Ġmparatorluğu'nun vergi ödemeye zorlanan isteksiz
vatandaĢlar gibi ciddi iç sorunları vardı. Bazıları hemen Cortes'e katılmaya
razı oldu. Sonunda 200 bin Kızılderili onun yanında savaĢtı.
FATĠHLER
Ġspanyolların lehine olan bazı önemli Ģeyler daha vardı. Çok fazla atları
yoktuysa da, bu hayvanlar Aztekler için yeni ve korkutucuydu. Cortes ve adamları
arbalet, tüfek ve çelik kılıçlar gibi Avrupa silahlarına da sahiptiler. Hatta
hastalıklar bile Ġspanyolların lehine çalıĢıyordu. Çiçek hastalığı, kızamık ve
diğer Avrupa hastalıkları Kızılderili nüfusu periĢan etti. Aztekler savaĢ kadar
hastalık dolayısıyla da azaldılar ve sonunda yenildiler.
PEKĠ SONUÇ?
Cortes Kanatlı Yılan'm karanlık yanının insanda vücut bulmuĢ hali miydi?
Öyleyse, Quetzalcoatl'ın döneceğine dair antik söylence, aslında, Aztek
imparatorluğunun yok olmasına yol açmıĢtı. Oldukça ürpertici.
189
EN GARABET HANEDAN: HABSBURGLAR
Akraba evliliğinin alt sınıflara özgü olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
Aslında, bu kralların sporudur.
Avrupa'daki tüm kraliyet aileleri, reality show düĢkünlerini bile irkiltecek bir
akraba evlilikleri programına dahilerdi. Bunun bedelini de ödediler, tabii kaç
kraliyet ailesi kaldı ki geriye? Ama önce neseplerini tahammül edilemeyecek
ölçüde kirlettiler. Beyaz atlı prensle evlenmeyi düĢleyen her küçük kıza prensle
değil atla evlenmesi tavsiye edilebilir. Atın DNA'lan büyük ihtimalle daha
iyidir.
KRALĠYET USULÜ
Avrupa'daki kraliyet ailelerinin kuzeninizle evlenmenin yanlıĢ olacağını
kestirdiklerini sanırsınız. En azından, bir kraliyet törenine gittiğinizde,
herkes akrabasıyla evli olduğundan bir gariplik sezersiniz. Ama kraliyet bizden
farklıdır ve bunun nedeni sadece ergenlik çağındaki çocuklarının hala
ağızlarının salyasını toplayamaması değildir. Kraliyet ailesi sadece krallar ve
kraliçelerden ibaret değildir, aileler ve hanedanlar vardır. Birkaç ülkeyi veya
Hapsburglar'da olduğu gibi kıtanın neredeyse tamamını yöneten tek aile. Her
önüne gelenin evlenip hanedanlığa
190
girmesine izin verilemez. Genetik riskler taĢısa da bazı standartlar olmak
zorundadır.
GELELĠM HABSBURGLAR'A
Avusturya kökenli Habsburglar, bu tedbiri aĢırı uçlara, hatta Avrupa'daki
kraliyet ailelerine kadar götürmüĢlerdi. ArĢidük Franz Ferdinand olayını ele
alalım örneğin. (Onu Birinci Dünya SavaĢı'nın nedeni olarak tanırsınız, bir Sırp
milliyetçisi zavallı adamı Saraybosna'da öldürmüĢtü hani. Ne, tanımıyor musunuz?
Ah, Ģu eğitim sistemimizin harikaları.)
DÜK VE DÜġES
Franz suikasttan uzun zaman önce Hohenburg düĢesi Sophia von Chotkovva und
Wognin'e aĢık olmuĢtu. Çoğu erkek için düĢes Hohenburg'la evlenmek büyük
entrikalar sistemine adım atmak ve aile meclisinde övünülecek bir konu olurdu.
("Bir doktorla mı evlendin? Ah ne hoĢ! Ben bir asilzadeyle evlendim. Bak, bunlar
da minik dük ve düĢeslerimiz.")
FRANZ AġK ĠÇĠN NE YAPTI?
Halbuki Fransz'ın ailesi paniğe kapıldı. Franz Avusturya-Macaristan
imparatorluğunun varislerindendi! Kendisine göz kırpan her utanmaz düĢesle
evlenemezdi! Bu bir skandaldi! Franz sonunda Sophie'yle evlendi ama çocuklarının
tüm haklarından feragat etmesi gerekti. (Yani küçük Franz ve Sophie'ler
imparator olamayacaktı.) Son bir aĢağılama olarak, bu fındıkkı-• ran Sophie
devlet görevleri sırasında kocasıyla aynı arabaya bi-nemeyecekti.
Bugünden bakınca aslında oldukça iyi bir fikir; Sophie Saraybosna'da kocasıyla
aynı arabadaydı (herhalde bir devlet görevinde değildi) ve kocasıyla birlikte
öldürüldü. Ama o sırada herhalde sadece acımasızlık olsun diye alınmıĢ bir
karardı.
191
YARIN, TÜM DÜNYA
Hayır, o günün büyük tertibi içinde, Habsburglar, eğer evle-nebiliyorsan bir
Hapsburgla (olmazsa da artık dejenere bir Fransız ya da Ġtalyan Bourbonla)
evlenmenin iyi olacağına karar vermiĢlerdi bir kez. Hükmettikleri bölgeye
bakılırsa, bu iyi iĢleyen bir sistemdi: Aile ihtiĢamının doruğundayken, Kutsal
Roma Ġmparatorluğunu ve Ġber Yarımadası'nı (Portekiz ve Ġspanya'yı) yönetiyordu
ve Ģu anda Fransa olan yerin de büyük bölümünde hak iddia ediyordu.
BAġARILARININ SIRRI
Ne ilginçtir ki aile ilk baĢlarda bunu, kendi soyundan olmayanlarla evlenerek
baĢarmıĢtı. On beĢinci yüzyılın sonlarında aile çok sayıda uygun evlilik
ayarlamıĢtı. Hatta Hapsburglar için, "Bella gerant alii, tu felix Austuria nube"
(Bırakın baĢkaları savaĢsın, sen ise Ģanslı Avusturya, evlen) denirdi. Bir kez
topraklar ele geçirildikten sonra, tabii ki, önce kuzenler kuralı iĢlemeye
baĢladı.
O DUDAKLAR, O... KULAKLAR?
Kısa vadede, akraba evlilikleri belirgin ama önemsiz fiziksel özelliklere yol
açtı: ünlü Habsburg dudağı ki bunun anlamı dolgun alt dudağın ileri fırlak olup
ince bir üst dudakları olmasıdır. Bu tür ayırt edici özellikler diğer kraliyet
ailelerinde de görülürdü ve hala görülüyor. Bourbonlar'ın, örneğin, kendilerine
özgü çok iri burunları vardı, bugün Ġngiliz Windsor ailesinin (yani kraliyet
ailesinin) kepçe kulaklarıyla tanınması gibi.
EVLĠLĠK, UÇLARA GĠDĠYOR
Sorun da buradaydı. Kendisi de kuzen çocuğu olan kuzen çocuklarının çocuğu olan
ve böylece sürüp giden soyunuzdan bir kuzenle evlendiğinizde olanlar olur.
Habsburglar'da da
192
olan, 1665'den 1700'e kadar ispanya kralı olan II. Charles'a
olacaktır.
SOYUN SONU
Charles'in sorunu, neresinin eğri olduğu değil neresinin doğru olduğuydu. Bir
yerden baĢlamak gerekirse; Habsburg dudağı ayırt edici bir özellik olmaktan
çıkmıĢ ve artık Charles'in kendi yiyeceklerini çiğneyebilmesine engel olan bir
çene deformasyo-nu haline gelmiĢti. Charles'daki deformasyon aklı baĢında birini
bunalıma sokabilirdi, ama maalesef! Charles aynı zamanda zihinsel engelliydi de.
Neyse, bu Charles'in sahip olduğu en büyük sorun değildi. Nesillerdir yapılan
akraba evlilikleri Char-les'ın yeni nesiller üretmesini imkansız kılmıĢtı.
Ġspanya'yı yöneten kiĢinin bir hilkat garibesi olması yeteri kadar kötüyken;
daha da kötüsü gelecek yeni hilkat garibeleri olmamasıydı.
HOġÇA KAL, CHARLĠE
Daha iyi bir fikir çıkmadığından, Charles mal varlığını bir akrabasına vasiyet
etti. Ne yazık ki, bu akraba da bir Bour-bon'du. Ardından, Ġspanyol SavaĢlan'nın
sonunda Avrupa'daki topraklarının çoğunu örneğin Hollanda'yı kaybettiler ve
Habsburglar Birinci Dünya SavaĢı ile son bulacak olan düĢüĢ dönemlerine
girdiler.
KISSADAN HĠSSE
Açıktır ki, Habsburglar kromozomlarının düzgün kalması için ara sıra aralarına
sıradan insanları da alsalardı, bütün bunlar olmazdı. Gen havuzuna birkaç köle
karıĢtırılsaydı Kutsal Roma Ġmparatorluğu hala sürüyor olabilirdi. Büyük
olasılıkla Habsburglar bunu komik bulmuyorlardır. Ama zaten mizah duygusu, üreme
nedenlerinden biri değildir.
193
ġĠMDĠ DE GELELĠM DÜSTURLARINA
ĠĢ üremeye geldiğinde Habsburgların beyinleri fasulye kadar olabilir ama iyi bir
slogan gördüklerinde hemen tanırlardı. Habsburg hanedanının incilerini dinleyin:
• Österreich Über Alles- Avusturyalı Habsburglar'ın anadili olan Almanca'dan
kelimesi kelimesine çevirirsek "Avusturya Her Ģeyin Üstünde" anlamına gelir. Bu
temenni, Habsburg Ġmparatoru III. Frederick'in gizli arzusu "A.E.I.O.U."dan
gelir (aĢağıya bakın).
• A.E.I.O.U.- Genellikle Austuria Est Ġmperare Orbi Univer-so veya Austuria Erit
in Orbe Ultima'nın kısaltması Ģeklinde yorumlanır. Ġlkinin Latince'den tercümesi
kabaca "Avusturya dünyayı yönetecektir" ve ikincisinin ise "Avusturya dünyanın
sonuna kadar var olacaktır" Ģeklindedir.
Latince'nin esnekliği. Komik olan, Latince'nin bol çekimli grameriyle farklı
yorumlara açık olmasıdır. Birisi, Prusyalı II. Frederick'in yorumunun aslında
daha uzak görüĢlü olduğunu öne sürebilir: Austuria Erit in Orbe Ultima,
"Avusturya bir gün dünyanın en dibinde olacaktır." Dünyanın dibinde olmadığı
kesin olan günümüz Avusturya'sı yine de fiziksel çapı, ya da siyasi itibarı
açısından Habsburg iktidarı altındaki Avusturya'yla karĢılaĢtırılamaz.
194
ANNA VE KRAL GERÇEK MĠ, HAYAL ÜRÜNÜ MÜ?
Hollyyvood onu romantik bir kadın kahraman olarak canlandırdı. Yoksa sadece
dikkat çekmek için yalanlar kıvıran biri miydi?
Ġlk önceleri buna inanmak istemedik. Yoksa Anna Leono-wens, Kral ve Ben'in
kahramanı, tapılası Deborah Kerr ve heyecanlı Jodie Foster'ın canlandırdığı,
Siyam kralını ehlileĢtiren inatçı mürebbiye Anna ahlaksız bir yalancı mıydı?
Gerçekler ve uydurmacalar aĢağıda.
Uydurmaca No. 1: Anna'nın otobiyografisi Anna Crawford olarak 1834'de Galler'de
doğduğunu söylüyor.
Gerçek: Kızlık ismi Anna Edvvards'dı ve 1831'de Hindistan'da doğmuĢtu.
Uydurmaca No. 2: Babası o altı yaĢındayken Hindistan'daki bir Sih ayaklanmasında
ölen bir yüzbaĢıydı.
Gerçek: Babası onun doğumundan üç ay sonra ölmüĢ bir marangozdu.
Uydurmaca No. 3: 17 yaĢındayken BinbaĢı Thomas Leno-wens'la evlenmiĢti. Kocası
Singapur'daki bir kaplan avı sırasında güneĢ çarpması sonucu ölmüĢtü.
195
Gerçek: 18 yaĢında evlenmiĢti. Kocasının adı Thomas Leon Ovvens'dı. Thomas'ın
bir iĢte dikiĢ tutturması pek mümkün olmamıĢ ve çift çok sık taĢınmıĢtı. 1859'da
beyin kanamasından Malay, Penang'da ölmüĢtü.
Uydurmaca No. 4: Çok saygı duyulan bir Ġngiliz mürebbi-yeydi.
Gerçek: Siyam sarayında mürebbiyelik geniĢ kapsamlı bir iĢti, Anna sadece
Ġngilizce öğretmeniydi. Kral Monghut ona bu nedenle iĢ vermiĢti.
Uydurmaca No. 5: The Romance of the Harem adlı kitabında. Kral Mongkut'un bir
despot olduğunu ve onu memnun edemedikleri zaman karılarını yer altı
zindanlarına attırdığını iddia eder.
Gerçek: Siyam'da yeraltı zindanı yoktu.
Uydurmaca No. 6: Anna'nın kitabında, Kral Mongkut'un, ?ir keĢiĢe aĢık olan
cariyesine halkın önünde iĢkence ettirip baĢını vurdurduğu anlatılır.
bir
Gerçek: Bütün hikaye uydurma olmalı. O sıralarda Siyam'da yaĢayan birçok muhabir
vardı ve hiçbiri böylesi bir olaydan söz etmedi.
Uydurmaca No. 7: Anna kralla çok yakınlaĢmıĢtır; hatta film aralarında romantik
bir Ģeyler olduğunu ima eder.
Gerçek: Kral Mongkut, Anna Leonovvens'ı neredeyse tanımıyordu bile. Kral
ayrıntılı günlükler tutardı ve Anna'nın kraliyet sarayında çalıĢtığı beĢ yıl
süresince kral ondan sadece bir kez ve çok kısaca söz etmiĢti.
1%
Uydurmaca No. 8: Anna, Kral Mongkut'a saygı duymaya baĢlar ve sağduyulu
olmasından övgüyle söz eder.
Gerçek: Anna yazılarında kralı tutucu, hoĢgörüsüz, geçmiĢe takılmıĢ tepkisel bir
bağnaz olarak tanıtır. Modern politikalarına ve Batı bilgisine sahip olmasına
hiç saygı duymaz.
Uydurmaca No. 9: Anna Ġngiltere'nin Siyam'a karĢı emperyalist tavırlarına
karĢıydı ve cesaretle, halkın yanında Ġngiliz otoritelerinin karĢısına dikildi.
Gerçek: Anna aslında emperyalizm yanlısıydı ve Ġngiltere'nin Uzak Doğu'daki
sömürgeci teĢebbüslerinin büyük bir destekçisiydi. Ġngiliz müdahalesine ve
"aydınlanmasına" destek sağlamak için kasıtlı olarak Siyamlı insanları çocuksu
ve geri kalmıĢ olarak betimledi.
Uydurmaca No. 10: Anna Siyam'la ilgili bütün konularda uzmanlaĢtı ve geri kalan
yıllarını saygı gören bir emekli olarak geçirdi.
Gerçek: Ġlk kitabının basılmasıyla Anna hakkında, edebi eser hırsızlığı ve
yanlıĢ bilgi yaymaktan dava açıldı. Kitapları arttıkça, davalar da arttı.
Akademik dünya yazdıklarını görmezden geldi ve kendisi sansasyon düĢkünü bir
kurgu yazarı olarak kınandı.
• GERÇEK...
Anna efsanesinin tek doğru yanı Siyam Sarayı'nda beĢ yıl çalıĢmıĢ olmasıdır.
197
MADALYAMI VERMEM!
Mary Edwards Walker'ın hikayesi, ġeref Madalyası'nı kazanmıĢ tek kadının ve
madalyayı ondan geri almak isteyen adamların hikayesidir.
BAYANLAR BAYLAR, KARġINIZDA DOKTOR MARY EDWARDS WALKER!
Mary Edwards Walker New York'un kırsal kesiminde büyüdü ve 1855'de Syracuse Tıp
Fakültesi'nden mezun oldu. Babası 1800'lerin ortalarında kuzey New York'ta
geliĢen reform hareketlerine etkin olarak katılan bir özgürlükçüydü. Bu yüzden
kızının, ilk kadın hakları savunucularından olması ĢaĢırtıcı değildi.
Mary özellikle kıyafet reformuyla ilgiliydi. "Korseler tabuttur," diye ilan
etmiĢti. Zamanının kısıtlayıcı kadın kıyafetlerini giymek yerine feminist Amelia
Bloomer'ın tasarlayıp adını verdiği, aslında hiçbir yeri açıkta bırakmayan ve o
sıralarda büyük skandal sayılan etek-pantolonu giymeyi tercih ediyordu. Mary
kadın hakları hakkındaki konferansını, silindir Ģapka ve smokinle vermiĢti.
Erkek kıyafetleri giydiği için defalarca tutuklanmıĢ olmakla gurur duyardı.
DR. WALKER AġIK OLUYOR VE SAVAġ
Üniversiteden sonra, okul arkadaĢı Albert Miller'la evlendi, ama tabii ki kendi
soyadını korudu. Mary ve Albert New York'da bir muayenehane açtılar ama
buralılar bir kadın dokto-
198
jiı kabullenmeye hazır değillerdi ve iĢleri pek iyi gitmedi. Çift 13 yıl sonra
boĢandı.
iç SavaĢ sırasında Walker Kuzey ordusuna yazıldı ama komisyon ordu cerrahlığı
yapmasını reddetti. Bu yüzden o da hemĢirelik yaptı; ama sonunda neredeyse iki
yıl ön saflarda çalıĢtığı orta kademe cerrahlığa terfi etti. Nihayet, yardımcı
cerrah olarak Ohio 52. Piyade Birliği'ne atandı. Bu görev sırasında büyük
ihtimalle casus olarak da çalıĢtı. (Ama bu çok gizli bir konu ve kimse bu konuda
konuĢmak istemiyor.)
DR. MARY "CESUR" WALKER
Sivilleri tedavi etmek için (ya da diğer tarafta casusluk yapmak için) bizim
karĢıdan karĢıya geçerkenki rahatlığımızla Güney hatlarına geçti. 1864'de bir
gün, kendi tasarladığı hafifçe değiĢtirilmiĢ subay üniforması kıyafetini
giymiĢken, Georgia-Tenessee sınırının güneyinde tesadüfen bir asi birliğiyle
toslaĢ-tı. Komutan, doktorumuzu Virginia, Richmond'daki bir hapishaneye
gönderdi. Dört ay sonra bir esir değiĢimi sırasında serbest bırakıldı. Adam
adama bir değiĢim sırasında bir Güneyli subaya karĢılık olarak değiĢ tokuĢ
edilmek Mary'nin çok hoĢuna gitti. Serbest bırakıldıktan sonra savaĢın kalanını
Ken-tucky'daki bir kadınlar hapishanesinde ve Tennessee'deki bir yetimhanede
pratisyen hekim olarak çalıĢarak geçirdi.
ONLARA GÜNÜNÜ GÖSTER DR. WALKER!
Ġç SavaĢ sırasındaki hizmetinden dolayı BaĢkan Andrevv Johnson, Mary Walker'ı
Kongre ġeref Madalyası'yla ödüllendirdi. Ancak '1917 Temizliği' adı verilen
dönemde federal hükümet, ġeref Madalyası standartlarını revize ederek madalyanın
sadece "düĢmanla gerçek bir vuruĢma" için verileceğini kararlaĢtırdı. Mary
Walker'ın madalyası iptal edildi. "Kahretsin," dedi 85 yaĢındaki Mary. Madalyayı
orduya geri vermeyi reddetti
199
fi
ve arkadaĢlarının söylediğine göre iki yıl sonraki ölümüne kadar onu her gün
gururla taktı. BaĢkan Jimmy Carter 1977'de Mary'nin madalyasını geri verdi ve
Mary Edvvards Walker hala bu Ģerefe sahip tek kadındır.
DR. WALKER BAġKA ġEKĠLLERDE DE ONURLANDIRILDI
1982'de Mary Edvvards Walker adına 20 sentlik bir pul basıldı. Pul, ilk defa
Kongre ġeref Madalyası alan ve bir tıp okulundan mezun olan ikinci kadının
anısınadır. 19. düzenlemeyle kadınlara oy hakkı verilmesinin hemen öncesinde
ölmüĢtür.
TIPTA KADINLARLA ĠLGĠLĠ ĠLKLER
Elizabeth Blackwell- 1949'da ABD'de tıp mezunu olan ilk kadın.
Gerty Radnitz Cory- 1947'de Nobel Tıp Ödülünü alan ilk kadın
Louise Brown- Ġlk tüp bebek.
Elizabeth Oliver- doğumunu Ġnternet'te yayınlayan ilk kadın.
Mary Lund- Yapay kalp takılan ilk kadın.
200
BÜTÜN HAÇLI SEFERLERĠNĠ BĠTĠRECEK OLAN HAÇLI SEFERĠ
1096'da Halkın Haçlı seferi her anlamda iflas ettikten sonra gerçek bir ordunun
harekete geçme vakti gelmiĢti. Bu aslında 'ikinci' Haçlı Seferi olsa da
'birinci' diye adlandırılır.
ġövalyeler ve prensler, tecrübeli savaĢçılar, Hıristiyanlığın Kutsal
Toprakları'nı kafir Türklerin elinden almak için bir dizi sefer düzenlediler. Bu
resmi seferlerin ilki tahmin edeceğiniz gibi Ġlk Haçlı Seferiydi (1096-1099).
KÖTÜ ÇOCUKLAR
25 binle 30 bin kiĢi arasındaki, bugün için mütevazı ama o gün için önemli
sayıdaki Hıristiyan güçlerinin çoğunluğunu, Fransızlar ve Normanlar
oluĢturuyordu. Normanlar on birinci yüzyılda Avrupa'nın cüretkar ve maceraperest
kötü çocuklarıydılar. 1066'da Ġngiltere'yi fethetmiĢ ve Bizans Ġmparatorlu-
ğu'ndan Ġtalya'nın güneyinin büyük kısmını almıĢlardı. 1097 * Mayısında
gözlerini Balkanlara, oradan da Konstantinopolis'e çevirmiĢlerdi.
BĠZANSLILAR
Konstantinopolis bir refah ve kültür kentiydi. Aynı zamanda Kutsal Topraklara
saldırı düzenleyecek Haçlıların da üssüydü.
201
Ama baĢtan beri Haçlılar ve Yunan Ortodoks Hıristiyanlan olan Bizanslı
müttefikleri arasında uyuĢmazlık vardı.
Bütün Bizanslılar kafirlere kaptırdıkları Anadolu'daki topraklarını geri almak
istiyorlardı. Haçlılar da en azından Hıristiyanlık için en kutsal kent olan
Kudüs dahil Kutsal Toprakları (Filistin ve Suriye'yi kapsayan bölge) ele
geçirmek istiyorlardı.
SU VE YAĞ GĠBĠ
Bizanslılar ve Haçlılar arasındaki uyuĢmazlık o kadar da kötü değildi: Liderler
arasında hep bir gerilim ve çekiĢme olurdu zaten. Bir Norman ve o günlerin en
büyük maceraperestlerinden biri olan Bohemond 40 yaĢında korkusuzluğu,
yaratıcılığı ve acımasızlığıyla haklı bir üne sahip tecrübeli bir savaĢçıydı. O
da bir baĢka Haçlı lideri, Toulouse Kontu'yla neredeyse sürekli anlaĢmazlık
içindeydi. Bohemond'un tam tersine Kont nazik, dürüst ve çok dindar olmasıyla
ünlüydü; öngörü ve mucizelere derinden inanırdı.
GÖREV: ANTĠOCH
Haçlılar Konstantinopolis'ten Suriye'ye, Antik Antioch (Antakya -ç.n.) Ģehrine
doğru güney-doğu yönünde harekete geçtiler. Antioch, Filistin sahilindeki en
zengin ve güçlü Ģehirdi. AĢılması güç duvarların içine, etraftan yaklaĢanların
kilometrelerce öteden görülebildiği dört yüz kule inĢa edilmiĢti. ġehrin savunma
gücü açıktı, bu yüzden Ģehir ancak içerden birilerinin ihanetiyle ele
geçirilebilirdi. (Antioch o zamanlar ilk fırsatta düĢmanın üzerine atılacak
geniĢ Rum ve Ermeni nüfusuyla hala bir Hıristiyan Ģehriydi.)
TÜRK KIZARTMASI
Haçlılar stokları gitgide azalırken orada aylarını harcadılar. Soğuk, yağıĢlı
bir kıĢ sonrasında yeni malzemeler geldi ve mo-
202
railer yükseldi. Bohemond da kendini daha iyi hissediyordu. Antioch'tan çok
fazla Türk casusunun çıktığına karar verdi. Yakalanan casusları öldürtüyordu,
daha sonra aĢçılarına casusları ĢiĢe geçirip kızartmaları emrini verdi. O gece,
yakalanmamıĢ olan tüm casuslar sessizce Antioch'a geri döndüler.
YÜKSEK MEVKĠLERDEKĠ ARKADAġLAR
Bohemond'un kendi casusları da vardı. Büyük bir Türk destek birliğinin Antioch'a
doğru yola çıktığını öğrendiğinde harekete geçme zamanının geldiğini anladı.
Kente casuslarını gönderdi; casusları, Hıristiyan davasına bağlılığını gizlice
sürdüren Firuz adındaki Ermeni bir kaptanla bir plan yaptılar. Bohemond'un
adamları Firuz'un kontrolündeki üç kuleden birinden sarkıtılacak deri bir
merdivenden tırmanacaklardı.
HADĠ TIRMANIN ÇOCUKLAR!
AltmıĢ adam merdivenden tırmanıp üç kuleyi ele geçirdiler ve ilk kapıyı açtılar.
Kısa süre sonra diğer kapılar da açıldı ve Haçlılar ĢaĢkınlık içindeki savunma
güçlerinin üzerine aktılar. Türk destek birliği hızla yaklaĢtığından Haçlılar
çabuk hareket etmek zorundaydı. Ve ettiler de: Günün sonunda Antioch'da
neredeyse canlı tek Türk kalmamıĢtı.
DAHA DA YÜKSEK MEVKĠLERDEKĠ ARKADAġLAR
Ertesi gün, Türk destek birliği Antioch'a geldi ve hemen Ģehri kuĢattı. Artık
kuĢatanlar kuĢatma altındaydı. ġövalyeler ve piyadeler arasında panik yayılmaya
ve birçoğu kaçmaya baĢladı. Ama Haçlılar mucizelerin gerçekliğine inanan iman
adamlarıydı ve Tanrı iĢaretler ve vizyonlarla konuĢurdu. Böylece hemen Kutsal
Mızrak biçiminde bir mucize yaratıldı, Çarmıha Germe sırasında Kurtarıcıyı yan
taraftan delen mızrağın aynısı. Ġsa'nın siluetini pek çok kez gördüğünü iddia
eden Peter Bartholemew
203
adında fakir bir Fransız köylüsü Mızrağı Antioch Katedralinde gömülü olduğu
yerde buldu.
ġAH MAT
Bu mucizevi buluĢtan etkilenen Haçlılar 28 Haziran 1098 sabahı Türklerle
çarpıĢmak üzere Ģehrin kapılarına yürüdüler. O sırada satranç oynayan Türk
kumandanı, Hıristiyan güçlerini yeneceğinden emin olduğundan, üzerlerine
gelmelerine izin verdi. Yardımcıları hemen saldırıya geçmeyi önerdiyse de o
satranç oynamayı sürdürüp bekledi.
Haçlılar durmadan yaklaĢırken bir grup da gizlice Türklerin arkasına dolanıp
saldırdı. Türk kumandanın birden asabı bozuldu ve ordusu karmaĢa içinde kaçtı.
Antioch artık emin bir Ģekilde Hıristiyanların ellerindeydi.
KUDÜS KUġATMASI
Bunlar Haçlıların Kudüs üzerine yürümesinden altı ay önce oldu. Yaz baĢında
Ģehrin kapılarına dayandılar. KuĢatma güçleri Antioch'daki savaĢ kayıplarından,
aĢırı yorgunluktan, açlıktan ve hastalıklardan dolayı azalmıĢlardı; 1.200
Ģövalye ve 12 bin piyadeden oluĢuyordu.
HER ġEYĠ DÜġÜNMÜġLERDĠ
Kudüs'ün Müslüman kumandanı Haçlılar için fazlasıyla hazırdı. Uzun bir kuĢatma
için bol bol yiyecek ve içecek stokları ve sadık askerlerden oluĢan büyük bir
garnizonları vardı. ġehrin etrafındaki tüm kuyular zehirlenmiĢ, komĢu
tepelerdeki tüm koyun ve keçiler yakalanarak Ģehre getirilmiĢti. Kumandan
Ģehirdeki kulelerin pamuk ve saman balyalarıyla doldurulup Haçlıların mancınık
atıĢlarına karĢı güçlendirilmelerini emretmiĢti. Son olarak da, Kudüs
etrafındaki tüm ağaçları keserek Haçlıların yakıcı güneĢten korunmalarını
engellemek istemiĢlerdi.
204
YA DA ÖYLE ZANNETMĠġLERDĠ
13 Temmuz 1099 gecesi Haçlılar saldırılarını baĢlattılar. Karanlıkta kuĢatma
araçları, adamların duvarların ötesine atlamasını sağlayan köprüleriyle
tekerlekli kuleler Ģehre iyice yaklaĢtı.
CEPHEDEN SALDIRI
Birkaç günlük Ģiddetli çarpıĢmadan sonra Haçlılar kuĢatma araçlarından birini
uygun pozisyona getirmeyi baĢardılar. Ġlk önce, sadece birkaç adam kulenin
köprüsünü geçip duvara tırmanmayı becerdi. Ama kısa süre sonra bir-ikiden
düzinelere çıktılar. Duvarlara daha çok merdiven dayandı ve çok sayıda Haçlı
tırmandı. Saldırı tam bir baĢarıydı; Kudüs artık Hıristiyanların elindeydi.
HIRĠSTĠYANLAR: 1, DĠĞER HERKES: ÖLÜ
3 yıllık mahrumiyet, hastalık ve ölümden sonra Hıristiyan askerleri büyük
zaferlerini kutlamaya hazırdı. Bunu Kudüs'ü yağmalayıp Müslüman halkı katlederek
yaptılar. Yerli Yahudilerin hepsi sinagoga koĢtular ama Haçlılar Kudüs'ü tam
anlamıyla bir Hıristiyan Ģehri yapmakta kararlıydılar. Sinagogu yaktılar ve
içerideki herkes öldü.
SONRAKĠ SEFERDE GÖRÜġÜRÜZ
Ġlk Haçlı Seferi amacına ulaĢmıĢtı. Gelecekteki hiçbir Haçlı Seferi bu baĢarıya
ulaĢamayacaktı. (Ha, siz bittiğini sanmıĢtınız değil mi? Hayır, daha dökülecek
çok kan vardı.) Sonraki iki "yüzyıl boyunca, Kudüs dahil olmak üzere Kutsal
Topraklardaki fetihler yavaĢ yavaĢ kaybedilecekti.
205
w
ilk süper star
Kızlar viyolonistlerden hoĢlanır. En azından Nicolû Paganini ünlüyken öyleydi.
Nicolü Paganini dünyanın en iyi viyolonisti olarak adlandırılabilecek kadar
yetenekli bir virtüözdü. Hayranları ona tapardı. Ama Paganini Ģöhretin karanlık
yanlarının kurbanı oldu -cinsel taciz, aĢırılıklar ve Ģeytanla arkadaĢlık
dedikoduları.
OLAĞANÜSTÜ GENÇ
1800'lerin baĢlarında Paganini bir süper stardı. Ġtalya, Ceno-va'da 1782'de
doğan keman dehası 15 yaĢında turnelere baĢlamıĢtı. Kısa sürede olağanüstü,
neredeyse doğaüstü yeteneğiyle ünlendi. Bach, Mozart gibi haleflerinin aksine
bir arĢidükün himayesinde saray müzisyeni olmadı. Konser turnelerinde çaldı ve
bilet satıĢlarıyla geçindi. 1828'de efsanevi altı yıllık Avrupa turnesine
baĢladı. Büyük baĢkentler onun büyüsüne kapıldı: Viyana, Berlin, Londra ve
Paris.
PAGANĠNĠ TUTKUSU
Biletler fahiĢ fiyatlara satılıyordu ama Paganini'nin konserleri hayranları için
hayatlarını değiĢtiren bir deneyimdi. Bayanlar bayılıyor, erkekler ağlıyordu ve
eleĢtiriler müthiĢti. Paris gazeteleri okurlarını "Paganini'yi dinlemek için
mallarını satmaya,
206
ya da rehine vermeye" teĢvik ediyordu. Bir eleĢtirmen "Paganini'yi dinlemeden
ölene yazıklar olsun," diye yazmıĢtı.
Hakkındaki efsane büyüdükçe Paganini'nin yeteneğini ruhunu Ģeytana satarak elde
ettiği dedikoduları da yayılmaya baĢladı. GörünüĢü de bu hikayeye çok iyi
uyuyordu. Paganini yaĢamının çoğunda sağlık sorunlarıyla boğuĢtu, ölü gibi soluk
bir teni vardı ve çok sıskaydı. Ama bu ıstıraplı görünüĢü ona daha da Ģeytani
bir romantizm veriyordu.
PAGANĠNĠ PRESLEY?
Bazen uzun siyah saçları arkasında vahĢice uçuĢurken etrafında kanat gibi dönen
siyah bir pelerin giyerdi. Keman çalarken, esnek parmaklan baĢka hiçbir
viyolonistin taklit edemeyeceği bir hızla perdelerde koĢuĢurken uzun bacakları
sahnede onu fırıl fırıl dolaĢtırırdı.
KIRILMA NOKTASI
Paganini bazen birbiri ardına kemanının üç telini kırma oyunu oynar ve sonunda
konseri kusursuz bir Ģekilde sadece tek bir telle bitirirdi. Bu tür teatral
çılgınlıklar tutucu eleĢtirmenleri kızdırır ve onu, vasat bir yetenek, cafcaflı
numaralan olan bir müzisyen olarak küçümsemelerine neden olurdu.
EleĢtirmenler Paganini'yle "akrobat, sahtekar, kadın avcısı... ve iğrenç
derecede zengin," diye de alay ediyorlardı. Dedikodulara göre, yaĢlı, genç,
halktan ve asil bir sürü kadının, üstadın gönlünü eğlendiriyordu. Konserlerinden
çok büyük miktarda para akıyordu.
ġÖHRETĠN KARANLIK YÜZÜ
Aslında Paganini sık sık parasız kalırdı. Büyük ama talihsiz bir kumarbazdı. Bir
ajans ve bir biyografi yazarı da dahil kalabalık bir ekibi geçindiriyordu. Turne
ilerledikçe üstündeki baskı
207
F
onu yıpratıyordu. Sağlığı bozuluyor ve bazen hastalık dolayısıyla konserleri
iptal etmesi gerekiyordu. Bazen de en ufak bahaneden etkilenen Paganini'nin
alınganlığı yeterli oluyordu. Ġrlanda'da iptal ettiği bir konserden sonra öfkeli
bir kalabalık otelin önünde toplanıp onu programlandığı gibi çalmaya zorlamıĢtı.
ġÖHRETĠN KAPKARANLIK YÜZÜ
Turneden vazgeçen Paganini, Paris'te bir Paganini Casino'su inĢa etmekle ilgili
büyük bir entrikanın içine çekildi. Paris'teki kumarhane çok büyük bir
baĢarısızlık oldu. Eski ortaklarıyla mahkemelerde geçirdiği yılların sonunda bir
frankını bile geri alamadı. Amerika'da müthiĢ bir turneyle yeniden ortaya
çıkmayı planladı ama bozulan sağlığı buna izin vermedi.
1840'da ölüm yatağındaki Paganini, daha çok yaĢayacağını düĢünerek günah
çıkartmayı reddetti. YanılmıĢtı. BaĢpiskopos bir Hıristiyan cenazesi yapılmasını
yasakladı. Hatta o kadar ileri gitti ki Paganini'nin doğduğu yer olan
Cenova'daki yetkilileri bile uyardı. Oğlu dava açtı, mahkemenin kararı
beklenirken mumyalanmıĢ cesedi cam içinde sergileniyordu. Binlerce ve binlerce
insan ilk süper starı son bir kez görmek için sürüler halinde toplandı. Cesedi,
1845'e kadar kutsanıp toprak altına giremedi.
TUHAF ZEVKLER
208
Jeffrey Dahmer'in suçları iyi bilinir; ama tuhaf zevklere sahip bilmediğiniz
daha birçok suçlu var.
BEANE'NĠN YAMYAM AĠLESĠ
Bazıları bu yamyam Ġskoç klanı hikayesinin doğruluğu üzerine yeminler ediyor.
BaĢkaları ise bunun, kent efsanelerinin sonuncusu olduğunu söylüyor. Ama Sawney
Beane ve ailesi hakkındaki hikayeler durmak bilmiyor. Söylenceye göre, Sawney
Beane on beĢinci yüzyılda, Ġskoçya'nın Gallow kıyılarında akraba evlilikleriyle
üç nesil yetiĢtirdi. Dev ailesinin geçimini, ailenin mağarasının yakınından
geçen yolculara saldırarak, soyarak, öldürerek ve yiyerek sağladı. Ġlk baĢlarda
Beane sadece yalnız yolcuları alıyordu. Ama yıllar geçtikçe klanı büyüdü ve ölü
sayısı yükselmeye baĢladı.
Yöredeki köylüler, mağaranın yakınlarındaki sahilde ceset parçalan bulunca
katilin peĢine düĢtüler. Beane ve ailesi keĢfedildi ve Ġskoçya Kralı James'in
emriyle halk önünde yakılarak öldürüldüler. Hikayeye inanmak zor belki ama Ġskoç
ve Ġngiliz çocukların iyi bildiği bir hikayedir. Anneleri, Beanelerle ilgili bu
hikayeleri onları korkutmak için anlatır.
LEWĠS KESEBERG: DONNER KAFĠLESĠ DESPERADO
1846 kıĢında Donner kafilesi Sierra Nevada dağlarında kapana kısılmıĢ ve
açlıktan ölürken yamyamlığa baĢladılar. Kurtu-
209
lanların çoğu affedildi. Toplum açlığın korkunç umutsuzluğunu anlamıĢtı. Ama hiç
kimse Lewis Keseberg'i affetmedi. Kese-berg göl kıyısındaki kulübelere Tamsen
Donner adında bir kadınla beraber ulaĢıp hayatta kalan çok az sayıdaki kafile
üyesinden biriydi. Kimse daha sonra tam olarak ne olduğunu bilmiyor ama Keseberg
cinayetle suçlandı. Kurtulanlar onu kulübede ateĢteki bir tencerede Bayan
Donner'ın parçalarını kaynatırken buldular. Keseberg sükunetle kadını yediğini
itiraf etti ve onu lezzetli bulduğunu, o zamana kadar yediği en güzel et
olduğunu söyledi.
Keseberg bu suçtan mahkum olmadı ama hayatı yine de kötüye gitti. (Sürpriz,
sürpriz.) Bir Sacramento lokantası açtı. (Ne ilginç bir meslek seçimi!) Ama kısa
süre sonra lokanta yanıp kül oldu. Keseberg hayatını utanç ve fakirlik içinde,
aĢağılanarak geçirdi.
ALFRED PACKER: COLORADO YAMYAMI
1874 Nisanında hastalıktan sendeleyen ve yarı donmuĢ haldeki Alfred Packer
kapıdan girdiğinde Colorado, Cochetopa Creek'deki Los Pinıs Kızılderili
Dairesinin memurları gözlerine inanamadılar. Kurtulan adamın anlattığı hikaye
oldukça vahĢiydi. 1873 sonbaharında Packer altı kiĢiyle beraber yola çıkmıĢ ve
kıĢ fırtmalarıyla kapana kısılmıĢlardı. Packer'a bakılırsa, dönüĢ yolu aramak
için yanlarından ayrıldığı sırada yolcu arkadaĢlarından biri herkesi öldürmüĢtü.
Zavallı Packer döndüğünde katili insan eti yerken bulmuĢ ve nefsi müdafaa için
yamyamı öldürmek zorunda kalmıĢtı. VahĢi doğanın ortasındaki Packer öldürülen
arkadaĢlarının cesetlerinin yanında yatmak zorunda kalmıĢtı.
Memurlar kamp yerine vardıklarında Packer'ın eski yol arkadaĢlarının öldürülmüĢ,
parçalanmıĢ, yarı yenmiĢ cesetlerini buldular ve hikayesine inanmadılar. Packer
hemen hapse atıldı.
210
Kaçtı ve yakalanarak 17 yıl hapis yattı. ġartlı salıverilmesinden sonra Packer
hayatının geri kalanını nispeten huzur içinde geçirdi. Öldüğünde -buna
dikkatinizi çekeriz- kararlı bir vejetaryendi.
HAVA ATMAK
Söz insanların yenilmesinden açılmıĢken biraz da yemeklere isimleri verilen
insanlardan söz edelim. Ritz-Carlton Otelinin baĢ aĢçısı Escoffıer bazı ünlü
bayanlardan esinlenerek birçok tatlı yaratmıĢtı: Ünlü opera divası Nellie
Melba'nın adına PeĢ-melba; ünlü aktris adına Sarah Bernhardt çilekleri ve
Kraliçe Victoria'nın tahta geçiĢinin 50. yılı Ģerefine ViĢne Jübilesi. 1914'de
Almanya'nın Belçika'yı iĢgal ettiği gece, Escoffıer'nin Ho Chi Minch adında genç
bir Vietnamlı yardımcısı vardı. Es-coffier bu çalıĢkan yardımcısında farklı bir
Ģeyler gördü ve onu daha sonra pasta Ģefi yaptı. Ama Ho Chi Minh pastadan çok
politikaya ilgi duyuyordu ve sonunda ismini taĢıyan bir Ģehri oldu.
Escoffier'nin ismi ise sadece bir sosa -evet, lezzetli bir sos ama ne de olsa
sadece bir sosa verildi.
211
ÖLÜ BĠR ADAM TARAFINDAN KANDIRILDILAR
Müttefiklerin Sicilya'yı ele geçirmesinde kritik bir rol oynayan Ġngiliz askerin
bundan haberi yoktu; çünkü öleli günler olmuĢtu.
SIRADA NERESĠ VAR?
Müttefiklerin Ġkinci Dünya SavaĢı sırasındaki baĢarılı Kuzey Afrika
seferlerinden sonra, Ġngiliz istihbaratı bir sonraki hedefleri konusunda
Almanları ĢaĢırtmak için karmaĢık bir aldatmaca planladılar ve bunu uyguladılar.
Winston Churchill daha sonra sözünü sakınmadan Ģöyle demiĢti: "Düpedüz aptal
olmayan herkes bunun Sicilya olduğunu anlardı." Ada Ġtalya'nın iĢgali için
mükemmel bir üstü ama zorlu arazisi adayı savunanların iĢini kolaylaĢtırıyordu.
Müttefikler, Hitler'i Sicilya savunmasını güçlendirmekten alıkoyacak bir plan
yapmalıydı.
EWEN VE ARCHĠBALD'IN DÜZMECE MACERALARI
Almanlar, Müttefiklerin baĢka bir yeri iĢgal edeceğine inanmalıydı. Önce
Balkanlarda bir saldırı ve Sardinya'nın iĢgaliyle ilgili sahte bir plan
hazırlandı. Bu planın Alman Ġstihbaratı tarafından öğrenilmesi gerekiyordu. Bu
iĢi iki genç asker hallettiler; Ewen Montagu ve Sör Archibald Cholmondley. Her
ikisi de Ġngiliz Ġstihbaratının karĢı casusluk birimi XX (Double Cross- Çift
Haç) üyesiydi.
212
ONA BOġUNA ĠSTĠHBARAT DEMEMĠġLER
Fikir, bir ölüyü kurmay subay kılığına sokup, üzerine sahte iĢgal planlarını
yerleĢtirmek ve cesedin Almanların eline geçmesini sağlamaktı. Cesedi bir
uçaktan yarı açılmıĢ bir paraĢütle Almanların iĢgal ettikleri topraklara atmayı
düĢündüler ama otopsi yapıldığı takdirde cesedin çok daha önce öldüğü
anlaĢılacağından bu fikirden vazgeçtiler. Çift Haç ekibi cesedin denize düĢen
bir uçakta boğulmasına karar verdiler bu Ģekilde denizde uzun zaman kaldığı
düĢünülecekti. Montagu ve Chaolmondley zatürreeden ölen bir adam seçtiler çünkü
adamın ciğerlerinde sıvı olacaktı ve otopsi yapılırsa adamın boğularak öldüğü
sanıla-caktı. Sonunda otuzlu yaĢların baĢında, ölmeden önce vücudu formda olan
bir ceset buldular ve kimliğinin hiçbir zaman açıklanmayacağını garanti ederek
ailesinden izin aldılar.
KARġINIZDA BĠNBAġI MARTĠN
Adam için bir kimlik uydurdular: 1907'de Galler'de, Car-diff'de doğan William
Martin, Kraliyet Deniz Kuvvetlerinde yüzbaĢıydı ve BirleĢik Operasyon
Karargahına tayin olmuĢtu. Cesede askeri kimliğine uygun hizmet Ģeritleri olan
bir üniforma giydirildi. Kimliğini daha inanılır kılmak için, BinbaĢı Martin'e
birkaç aĢk mektubunun yanı sıra niĢanlısının resmi ve hatta niĢan yüzüğünün
faturası bile verildi. Ayrıca yanında eski tiyatro biletleri, kira ödemesinin
banka dekontu, bazı faturalar, kağıt ve madeni paralar ve babasından gelen
mektuplar da vardı. Ġçinde sahte iĢgalin planlarını incelikle açığa vuran ve
Binba-Ģı-Martin'in Ġngiltere'den Kuzey Afrika'daki Karargaha uçtuğunu gösteren
resmi belgeler bulunan kilitli bir çantayı bileğine kelepçelediler.
DENĠZE GÖMÜLÜYOR
30 Nisan 1943'de HMS Seraph denizaltısı Ġspanya kıyılann-
213
dan bir mil kadar açıkta yüzeye çıktı. DüĢüĢ için Ġspanya seçil, misti çünkü
orada Alman askeri istihbarat ağı mevcuttu ve Müttefik istihbaratı, Ġspanya
hükümetinin Almanlarla iĢbirliği içinde olduğuna güveniyordu. Buz dolu bir
sandığa yerleĢtirilmiĢ olan BinbaĢı Martin güverteye çıkarıldı. Kaptan,
subayları hariç herkesin denizaltının içinde kalmasını emretti. BinbaĢıya
kendisine uygun bir can yeleği giydirdiler ve bir dua okuyup cesedini denize
attılar. Ceset birkaç saat sonra bir Ġspanyol balıkçı tarafından bulundu.
TOPRAĞA GÖMÜLÜYOR
Diplomatik nedenlerden kaynaklanan bir gecikmeden sonra Ġspanyol hükümeti
sonunda Martin'in çantasını görünüĢte açılmamıĢ olarak iade etti. Belgeler
Londra'ya döndüğünde mikroskop altında yapılan incelemeler çantanın aslında
açıldığı ve kağıtların fotokopi edildiği anlaĢıldı. BinbaĢı Martin birkaç gün
sonra Ġspanya, Huelva'da tam bir askeri törenle, kalbi kırık niĢanlı ve aileden
gelen çelenklerle gömüldü. Londra'da ise The Times gazetesinin 4 Temmuz tarihli
nüshasında ölümü ilan edildi.
ĠSĠMSĠZ KAHRAMAN HAZIRLANIYOR
Alman istihbaratı zokayı tamamen yutmuĢtu. "Ele geçirilen belgelerin gerçekliği
Ģüphe götürmez" diye rapor vermiĢlerdi. Müttefiklerin Sicilya iĢgali 9 Temmuz
1943'de baĢladı. Mont-gomery'nin Ġngiliz 8. Ordusu ve Patton'un Amerikan 7.
Ordusu Sicilya'nın güney ucundan saldırdılar ve sınırlı direniĢle karĢılaĢtılar.
Alman savunması kuzey kıyılarına odaklanmıĢtı. Alman Yüksek Kumandanlığı
kandırıldıklarını anladığında Sicilya'nın iĢgali neredeyse sona ermiĢti.
SavaĢtan sonra aldatmaca açığa vuruldu ve BinbaĢı Mar-tin'in kimliği konusunda
epey bir spekülasyon yapıldı. Ölünün
214
kimliği hiçbir zaman açıklanmadı ama Montagu'ya göre, "biraz tembel biriydi ve
...yaptığı tek diĢe dokunur iĢi de öldükten sonra yapmıĢtı."
ĠKĠNCĠ DÜNYA SAVAġI ĠLE ĠLGĠLĠ 10 GERÇEK
1. Ġkinci Dünya SavaĢı, Almanya'nın 1 Eylül 1939'da Polonya'yı iĢgali ile
baĢladı.
2. Hitler'in Ġngiltere'yi iĢgaliyle ilgili baĢarısız planının adı Deniz Aslanı
operasyonuydu.
3. Mercan adası savaĢı, sadece uçak gemileri arasında geçen ilk deniz savaĢıydı.
4. Okinavva Ġkinci Dünya SavaĢı'nın son savaĢıydı.
5. Sayıca üstün olan Kanada birlikleri 1941 Noel gününde Hong Kong'u Japonlara
teslim ettiler.
6. Ġkinci Dünya SavaĢı'nın en ağır tankı Alman Tiger II'ydi.
7. Rus güçleri Berlin Muharebesini kazanarak Avrupa'daki savaĢa son verdiler.
8. Avrupa'nın kurtuluĢ günü olan D Günü'nde Kanadalılar Juno Sahili'ne
çıktılar.
9. Japonlar Ġkinci Dünya SavaĢı'nın en büyük savaĢ gemilerini inĢa etmiĢlerdi:
Yamato ve Musashi.
10. Son Führer, Amiral Kari Donitz'dir.
215
HĠJYEN TARĠHĠNĠN KĠRLĠ SIRLARI BÖLÜM II: TA-TATATAM
Modern yaĢamın düsturu "Bize günlük banyomuzu ver Tanrım" olabilir. Ama banyo
alıĢkanlıkları insanlık tarihi boyunca çok büyük değiĢikliklere uğramıĢtır.
Antik Roma banyolarının haklı bir ünü vardır. Devasa mermer ve fayans yapılardı:
En lüks olanlarının bahçeleri, kütüphaneleri ve hatta konferans salonları vardı.
En büyük banyolara onları yaptıran imparatorların adı verilmiĢti. Caracalla
banyosu 11 hektarlık bir alana yayılmıĢtı.
SOSYAL BĠR AKTĠVĠTE
Roma banyoları haberleĢilen, oyunlar oynanan veya egzersiz yapılan toplantı
yerleriydi. Ġnsanlar Disneyland'da olduğu gibi, tüm günlerini orada
geçirirlerdi. GiriĢ ücretleri çok ucuzdu ve çocuklara bedavaydı (demek ki
Disneyland'a o kadar da benze-miyormuĢ).
SICAK VE SOĞUK SU
Yıkananların çeĢitli türde banyo seçenekleri vardı. Frigida-rum (brrrrrrr!)
soğuk su banyosuydu. Tepidarium tahmin edeceğiniz gibi ılık su banyosuydu.
Caldarium is çok, çok sıcaktı. Yıkanan biri Tepidariumla baĢlayıp, Caldariumda
iyice ısınabilir ve banyosunu canlandırıcı Frigidariuma dalarak bitirebilirdi.
Su
216
kemerleri Roma'ya sürekli su sağladığı için havuzların suyunu her gün tazelemek
sorun olmuyordu.
ĠYĠ HALDEN
Julius Caesar döneminde (MÖ 100-44) erkeklerle kadınların birlikte banyo
yapmaları yasaktı. Daha sonraları kurallar gevĢedi ve iki cins bir arada banyo
yapmaya baĢladılar. Ama düzeni korumak için bazı kurallar vardı. Bir numaralı
kural "Gözlerini dikme!" idi. Ġkinci kural ise sanki tümüyle giyinikmiĢ gibi
davranmaktı. Bazı insanlar bunu gerçekten baĢarabilmiĢ olabilirler. Ama Roma'nın
gerileme dönemi baĢladı ve banyolar ahlaksızlık ve grup seks partilerinin
verildiği yerler haline geldiler. Belki de ilk Hıristiyanlar, bu yüzden banyo
yapmanın günah olduğunu düĢünmüĢlerdir. Gerçekten de Roma Ġmparatorluğu'nun
beĢinci yüzyıldaki gerilemesi ve çöküĢünden sonra, banyo yapmak nadir bir olay
haline geldi.
ÜNLÜ TÜRK BANYOLARI
Bu sırada Doğu'da insanların farklı tutumları vardı. Ġslam yıkanmayı bir arınma
ritüeli olarak kabul ediyordu. Banyo, yani hamam çoğunlukla Muhammet'e
inananların tapındıkları camilerin yakınında olurdu. Muhammet'in kendisi de,
sıcak banyoyu hem kiĢisel temizlik için hem de doğurganlığa yardım eder diye
tavsiye ediyordu. Ama ortak banyolar yoluyla değil: Türkiye'de o zaman da, Ģimdi
de kadınlarla erkeklerin beraber yıkanması yasaktır.
« Osmanlılar, kubbeli tavanları ve mermer çeĢmeleri olan çok güzel hamamlar inĢa
etmiĢtir. Evlerde banyo yoktu, bu yüzden zengin fakir herkes Roma'da olduğu gibi
halk hamamlarına giderdi. Ve Roma'da olduğu gibi Türk hamamlarında da bir soğuk
oda, bir sıcak oda ve serinleticilerin içildiği bir dinlenme odası vardı. Zengin
orta yaĢlı kadınlar tüm günlerini orada, dedikodu
217
yaparak ve evlilik çağına gelen oğullarına gelin adayı araĢtırarak
geçirmeleriyle ünlüydüler.
BAZI KOKUġMUġ AVRUPALILAR
Böylece dünyanın geri kalanı (Araplar, Çinliler ve Japonlar) kültürel ve ruhsal
alıĢkanlıklarından dolayı düzenli banyo yaparken Ortaçağ Avrupalıları pis pis
kokmayı tercih ediyorlardı. Asisili Aziz Francis yıkanmamıĢ bir bedenin dindar
bir beden olduğunu ilan etmiĢti. Aziz Francis'in bir yandaĢı olan Aziz Ag-nes
ise 13 yaĢında bir kez bile yıkanmadan ölmüĢtü. Castile'li Kraliçe Isabella
(Ġsabella ve Ferdinand dindarlıklarıyla ünlüydüler) hayatında sadece iki kez
banyo almıĢ olmasıyla övünürdü, biri doğduğunda diğeri ise evlenirken.
Kraliçe Isabella kokusunu parfümlerle örtmüĢ olabilir ama diğer Avrupalılar o
derece dindarca pis olmayı tercih etmiyorlardı. Ortaçağ resimleri zengin
aileleri büyük küvetlerde hep beraber yıkanır, müzisyenleri de onlar için
çalarken tasvir eder.
ESKĠ ġEHĠRLERDE EN SEVĠLEN ZAMANLAR
On ikinci ve on üçüncü yüzyıl Avrupalılarının çoğu banyo evlerine giderdi. Bu
banyo evlerinin geniĢ sıcak su havuzları olurdu ve Ģehirlerin çoğunda iĢçi
ücretlerinin içinde banyo parası da yer alırdı. Banyoları, diğer iĢleri olduğu
gibi, bir lonca idare ederdi. Banyolara yapılan ziyaretler düzenli aile gezileri
haline gelmiĢti. Su ısındığı zaman oğlan çocukları sokaklarda koĢarak haber
verirlerdi.
DAYANILMAYACAK KADAR SICAK
Ġki cins birlikte banyo yapardı. Buna bir de içilen bol içkiyle ziyafeti ekleyin
ve bir Ortaçağlının ne kadar eğleniyor olabileceğini tahmin edebilirsiniz.
Yıkanmak zamanın en popüler eğ-lencesiydi. Ama er geç her Ģey biraz fazla
ısınır, bu yüzden erkeklerle kadınların birlikte yıkanması aniden yasaklandı. On
218
dördüncü yüzyıldan itibaren 'Banyo evi' 'genelev' ile eĢanlamlı kullanılmaya
baĢlandı. Banyo evi sahipleri konuklannı frengi kontrolünden geçirirlerdi ve
açık belirtilere sahip olanları içeri almazlardı. Böylece banyo evleri kaldı ama
eski eğlencelerini yitirdiler.
AMERĠKAN BANYOSU
Dört yüzyıl ve birçok bilimsel geliĢmeden sonra doktorlar insanları yıkanmaya
teĢvik etmeye baĢladılar. Metodist kilisesinin kurucusu John Wesley "Temizlik
Tanrısallığa yaklaĢmaktır" diye vaaz verdi. Ama eski alıĢkanlıklar Yeni Dünya'da
da zor öldü.
Amerika'nın ilk zamanlarında birçok insan yıkanmayı sağlık tedbiri zannediyordu.
1837'de Boston sadece bazı tıbbi gereklilikler haricinde yıkanmayı yasakladı.
Ġlk Amerikalılar mutfaklarına bir küvet koyup, nehirden ya da kaynaktan
getirdikleri suyu odun ateĢinde ısıtarak yıkanmak zorundaydılar. Tüm aile aynı
suyla sırayla yıkanırdı, böylece son yıkananın temizlendiği mi, yoksa kirlendiği
mi Ģüpheli olurdu.
WASHĠNGTON'DA YIKANMAK
John Quincy Adams'ın baĢkanlığı sırasında baĢkanlık küveti, Potomac Nehri idi.
BaĢkan Adams gün doğmadan hemen önce nehirde banyosunu yapardı. Bir sabah biri
baĢkanın kıyafetlerini alıp kaçınca Bay Adams bir çocuğun dikkatini çekene kadar
bağırmak zorunda kalmıĢtı. Çocuk daha sonra baĢkan Beyaz Saray'a koĢup baĢkana
kıyafet getirmiĢti.
* TOZLU ĠZ
VahĢi Batı'da küvet nadiren bulunurdu. 1871'de Arizona,
Tucson, 3.000 kiĢilik nüfusu, bir gazetesi, bir bira imalathanesi, iki doktoru
ve çok sayıda salonu olmasıyla övünüyordu. Ama sadece bir tane küvetleri vardı.
219
f
IYI BĠR BASKETBOL TAKIMI NASIL HARCANDI?
Prusya kralı kısa boy kompleksinin üstesinden nasıl geldi?
I. Frederick William görülesi bir tip olmalı. Prusya kralı olarak "Avrupa'nın
matkap ustası" adıyla tanınan psikopat, çok kısa boyluydu. Bel geniĢliği 255
santim olup 126 kiloydu. Bir tereyağı topağına benziyordu. Patlak gözleri,
morumsu ten rengi ve katil tavırları yetmezmiĢ gibi bir de yüzünü domuz
pastırma-sıyla yağlardı. Elinde bir hintkamıĢıyla dolaĢır karĢısına çıkan -ya da
yakınındaki artık hangisi önce gelirse- herkesi bununla döverdi. Yani her
haliyle keyif verici bir adamdı.
UZUN BĠR HĠKAYE AMA GERÇEK
1713-1740 yılları arasında hükümranlık süren Frederick, kısa boyluluğunu
kapatmak için bir hobi geliĢtirdi: Dev cüsseli Potsdam muhafızları. Muhafızların
Berlin'in kıyısında Pots-dam'daki kraliyet sarayı yakınında karargahları vardı.
Bu özel onura layık olan adamlar en azından 1.80 boyundaydı ve çoğu 2.10'un
üzerindeydi, bazıları 2.70'e bile varıyordu.
Frederick'in huyunu düĢünürseniz muhafız olmaya pek fazla gönüllü çıkmadığını
tahmin edersiniz. Bu yüzden Avusturya, uzun boylu adamları kaçırmak için her
tarafa ajanlar yolladı. Onlar da doktorlar, avukatlar, diplomatlar, keĢiĢler ve
hatta baĢ-
220
ka ulusların ordularının askerleriyle döndüler. Uzun boylu Ġtalyan bir vaiz ayin
sırasında kaçırılmıĢtı. Frederick'in en pahalı ödüllerinden biri bir Ġrlandalı
devdi, Ġngiltere'den kaçırılması o günün parasıyla 1.000 sterline mal olmuĢtu
(bugün 100 bin dolardan fazla ediyor).
BĠR POTSDAM MUHAFIZI OLARAK YAġAM VE ÖLÜM
Frederick'in bu dev adamları, iĢbirliğine pek yatkın değillerdi. Muhafız olarak
hayat berbattı ve her yıl 250 kadar muhafız kaçıyordu. Yakalananların burunları
ve kulakları kesiliyordu. Muhafızlar birçok kez Potsdam'ı yakmaya çalıĢtılar ama
Alay, ancak kralın ölümünden sonra merhamet gösterilerek dağıtıldı.
221
PHĠLO'NUN YARATTIĞI CANAVAR
BuluĢu dünyayı değiĢtirdi, iyi yönde mi? Philo T. Farns-worth'un öyle
düĢünmediği kesin.
Modern toplumda en fazla değiĢikliğe yol açan buluĢ, kimsenin bilmediği bir
buluĢtur. KaĢifini de kimse tanımaz. Bu keĢif, televizyonunuzun çalıĢmasını
sağlayan ayırıcı tüptür ve mucidi de Philo T. Farnsworth'dür.
BĠR OĞLAN ÇOCUĞU VE ELEKTRĠK DÜĞMESĠ
Philo bir çiftçinin oğluydu. 1919'da ailesi Utah'tan Idaho'ya taĢındığında 11
yaĢındaki Philo yeni evlerinin elektriği olmasına çok sevindi, sifonlu
tuvaletten ise oldukça ürktü. Ġlk kez elektrik düğmesine basmasıyla birlikte
elektrikli aletlere kafasını taktı.
BAY TAMĠRCĠ
13 yaĢında kendi kendini yetiĢtirmiĢ bir elektrik mühendisiydi. Ve bir çiftlikte
olabilecek en yararlı kiĢiydi. Jeneratör arızalandığından Philo imdada
yetiĢirdi. Yedek parçalardan, kolayca bir motor yapmıĢtı. Gazete ve dergilerdeki
elektronik konusundaki haberlerin hiçbirini kaçırmaz, bu fikirleri geliĢtirmeye
uğraĢırdı.
BAZI ġEYLERĠ BĠR ARAYA GETĠRĠNCE
Philo'nun dikkatini çekip, hayatının iĢini yapmasına neden
222
olan, Ġskoç mucit John Logie Baird ve onun katot ıĢınları çalıĢması hakkındaki
yazıydı. Baird bir ekranda gerçek görüntüler oluĢturmak istiyordu ama tüm
baĢarabildiği, belirsiz ıĢıklardı. Philo, Baird'in çalıĢmasını okuduğu andan
itibaren kafasını görüntülerin bir ekrana iletilmesine taktı. BaĢka hiçbir Ģey
düĢünmüyordu.
Bu yüzden bir gün tarla sürerken, aklına elektronların bir görüntüyü, sabanın
tarlayı sürdüğü gibi çizgi çizgi tarayabileceği düĢüncesinin gelmesi doğaldı.
ONU TARLADA TUTMAK MÜMKÜN MÜ?
Philo'nun fikrini, çalıĢan bir televizyona dönüĢtürmesi yedi yılını aldı. 7
Eylül 1927'de görüntü ayırıcısı olarak adlandırdığı kamerasından, arkadaĢlarının
baktıkları cam bir alıcı tüpe tek bir çizgi göndermeyi baĢardı. ArkadaĢları, ilk
elektronik televizyon görüntüsünün ilk tanıkları oldular.
BÜYÜK ÇOCUKLARLA BOĞUġMAK
Philo'nun buluĢuyla ilgili sevinci kısa sürdü. Birkaç yıl içinde kendini Radio
Corporation of America (RCA) ile bir hukuk savaĢının içinde buldu. ġirket,
televizyon üretimi için Farn-worth'a patent ücreti ödemek istemiyordu, bu yüzden
televizyonun mucidinin kim olduğu, iĢe aldıkları bir Rus göçmeni olan Vladmir
Zvvorykin mi yoksa bizim Philo T. Farnsworth mu konusunda bir hukuk mücadelesi
baĢlattılar. Birçok analiz ve ifadeden sonra ABD patent ofisi önceliği
Farnsworth'a verdi.
TELEVĠZYONA ÇIKIYOR
1957'de Philo, What's My Line adındaki bir yarıĢma programında esrarengiz bir
konuk olarak televizyona çıktı. Esrarengiz konuk, bir alandaki tek Ģöhretti.
Dört kiĢilik bir tartıĢmacı grubu sorular sorarak, bunun hangi alan olduğunu
bulmaya çalıĢıyor-
223
du. Mucidi olduğu Ģeyin kullanımının acı verici olup olmadığı sorulduğunda
Philo, "Evet. Bazen çok acı verici olabiliyor" diye cevap verdi.
Philo bir canavar yarattığını düĢünüyordu -insanların yaĢamlarının önemli bir
bölümünü boĢa harcaması için bir araç. Kendi çocuklarının televizyon izlemesine
izin vermedi çünkü televizyonun, çocuklarının 'entelektüel geliĢimlerini'
mahvedeceğini düĢünüyordu.
• • •
BĠRAZ DA SAĞLIKLI ALIġKANLIKLARDAN SÖZ EDELĠM
Henry Ford'un bir vejetaryen olduğunu biliyor muydunuz? O zamanlar et pahalıydı;
sebze yeme kararı mütevazı yaĢam tarzından kaynaklanıyordu. Ama o kadar da
mütevazı değildi: Otomobil imparatorluğu büyüyünce, o ve karısı Clara 525
hektarlık bir malikaneye taĢındılar. Tabii burada kocaman bir sebze bahçeleri de
vardı.
224
GERÇEK JEKYLL&HYDE
On dokuzuncu yüzyılın en dikkat çekici edebi yaratığı, on sekizinci yüzyıl
Ġskoçyasının en olmadık suçlusuna dayanıyor...
1886'da Ġskoçya'nın en tanınmıĢ edebiyatçısı Robert Louis Stevenson dünyayı ünlü
hikayesi Dr. Jekyll ve Bay Hyde'la tanıĢtırdı. Saygın bir doktorun, tehlikeli
bir suçlu ve bir çılgına dönüĢmesi hakkında, artık çok kliĢeleĢmiĢ olan kiĢilik
bölünmesiyle ilgili kurgunun ilk ortaya çıktığı hikayeydi bu. Stevenson,
insanların karanlık yönleriyle ilgili araĢtırmasında, çok saygı duyulan bir
Ġskoç'tan esinlenmiĢti.
PAPAZ YARDIMCISI BRODIE'NIN IKI YUZU
William Brodie, on sekizinci yüzyılda varlıklı bir ailenin oğlu olarak
Edinburgh'da doğmuĢ ve bir saygınlık timsali olarak büyümüĢtü. Marangozluk
iĢinde babasını takip etti ve yirmili yaĢlarının ortalarında, iskoç toplumunun
üst tabakalarında yer edindi. Mason Loncasının yerel birliğinde papaz
yardımcılığının ,yanı sıra Edinburgh belediye meclisi üyesiydi.
Brodie kumar oynamayı seviyordu ve iki fahiĢeyle süre giden iliĢkisi vardı.
Kaçınılmaz bir Ģekilde kumar borçları yığılmaya, iki metresi de küçük Brodie'ler
üretmeye baĢladığında iyi kalpli papaz yardımcısı da kendini ümitsiz mali
sıkıntıların içinde buldu.
225
BATAĞA SAPLANIYOR
MeĢru gündüz aktiviteleri sırasında Brodie zengin müĢterilerini evlerinde
ziyaret ediyordu. Gittiği evlerin anahtarlarının balmumuyla kopyalarını alıyor,
ilgisini çeken Ģeyleri inceliyordu. Geceleri ise gördüklerini toplamaya
gidiyordu. Suç hayatı iki amaca hizmet ediyordu: Hem para sorununu çözüyor, hem
de iĢin heyecanından hoĢlanıyordu.
Brodie, George Smith adında bir çilingirle ortak oldu ve birlikte Edinburgh'da
yerine çakılmamıĢ her Ģeyi çaldılar. Zarif ve kültürlü ortağının aksine Smith,
ufak bir sahtekardı. Aynı mizaçta iki suçlu daha aralarına katılınca William
Brodie'nin mah-voluĢ süreci baĢladı.
SOYGUN
Brodie beceriksizlikten nefret ederdi ama en cüretkar iĢi, Scottish Customs and
Excise (Ġskoç Gümrük ve Vergi Dairesi-ç.n.) soygunu baĢarısızlıkla sonuçlandı.
Bir törendeymiĢ gibi siyahlar giyinmiĢ olan Brodie, diğer ikisi içerideyken
dıĢarıda Ainslee'yle birlikte gözcülük yapıyordu. Ainslee tırstı ve Brodie iĢi
iptal etti.
Ġskoç halkının parasını çalmaya kalkıĢanların baĢına büyük bir ödül kondu. John
Brown suç ortaklarını ihbar etmeye karar verdi. Kendisine inanmayan yetkililere
soygun giriĢiminin arkasındaki kiĢinin, pek saygın papaz yardımcısı William
Brodie'den baĢkası olmadığını anlattı. Bu akıl almaz iddianın abesliğini ispat
için, polis Brodie'nin dairesine gitti.
KANIT
Ama Brovvn'un suçlu olduğunu gösteren kanıtlar buldular. Maymuncuklar, siyah
soygun kıyafeti ve birçok tabanca soruĢturmanın derinleĢtirilmesi için polis
merkezine götürüldü. Brodie bulunamamıĢtı. Amerika'ya gitmek için gemiye binmek
226
üzere Hollanda'ya kaçmıĢtı. Ama silindir Ģapka ve smokinle gemiye binmesiyle
Hollanda polisinin yanma gelmesi bir oldu. Yargılanmak üzere iade edildi.
Üç parçalı takımı ve silindir Ģapkasıyla Brodie, gözlerini kendisini
suçlayanlara dikmiĢti. Sorulara kibirli bir kayıtsızlıkla cevap verdi. Kendisini
bekleyen kader, asılarak idam karĢısında tamamen sakindi.
ĠDAM
Brodie Ģehir meclisi üyesi olarak kendi tasarladığı darağacında dikilirken,
kendi duasını okudu. Sonra da cesaretle celladına iĢaret ederek görevini yapmaya
çağırdı.
Son ana kadar bir dolandırıcı olan Brodie'nin oynayacak son bir kartı daha
vardı. Bir gece önce kıyafetini, ipin ani silkelemesine karĢı boynundan
bileklerine kadar tellerle donatmıĢ; gırtlağına boynunun kırılmasını önlemek
için gümüĢ bir tüp bağlamıĢtı. Ama bu numarası baĢarılı olmadı ve papaz
yardımcısı Brodie 1 Ekim 1788'de son nefesini verdi.
227
ZIPLAYAN ġEYLER
Kauçuktan daha yararlı bir malzeme düĢünmek zordur. Ayakkabılarımızın tabanında,
arabalarımızın tekerleklerinde ve yaĢ günü partimizdeki balonlarda hep o vardır.
Christopher Colombus'un kauçuğu keĢfeden ilk Avrupalı olduğuna dair bir hikaye
vardır. Colomb Haiti'deyken çocukların lastik bir topla oynadıklarını fark
etmiĢti. Yerli halk Colomb'u ormana götürüp, bazı ağaçların kabuğunu
kestiklerinde sütümsü beyaz bir sıvının aktığını gösterdiler. Bu madde (lateks)
donduğunda sert ve süngerimsi oluyordu. Yerliler bu tuhaf maddeden, çocukların
oynadığı topların yanı sıra, su geçirmeyen ayakkabılar ve ĢiĢeler yapıyorlardı.
Colomb bunlardan Ġspanya'ya götür-müĢse bile bundan hiç söz etmez.
KAUÇUK SIÇRIYORDU... AMA YAVAġÇA
On altıncı yüzyılda bazı Portekizli ve Ġspanyol yazarların yazılarında kauçuktan
bahsedilir. 1730'ların bilim adamları Charles de la Condamine ve François
Fresnau, Fransız Bilimler Aka-demisi'ne kauçuğun özellikleri hakkında resmi bir
rapor sundular. Artık Avrupalılar bu malzemeden biraz daha bulabilmek için
Amazonlara gezi düzenleme sevdasına düĢmüĢlerdi.
YENĠLĠKLER
1770'de Joseph Priestly adındaki bir Ġngiliz kimyager bu maddenin, kurĢunkalemin
izlerini sildiğini fark etti.
228
1
Ardından 1832'de Charles MacKintosh adlı Ġskoç kimyager kısa sürede ünlenecek
mackintosh yağmurluklarını üretmeye baĢladı. Ama kauçuk sadece elementlere
verdiği tepkiden ötürü ilgi çekmeye devam etti; soğuk onu fazlasıyla
kırılganlaĢtırıyor ve sıcak yapıĢkan hale getiriyordu.
GOODYEAR'IN ĠYĠ YILI
Tüm bunlar 1839'da Charles Goodyear adlı mucidin, bir kauçuk karıĢımı ve sülfürü
kazayla kızgın ocağın üzerine dökme-siyle değiĢti. Artık kauçuk ister soğuk
ister sıcak olsun, gergin kalabiliyordu. Kauçuğun bu Ģekilde ısıtılması
iĢlemine, Roma ateĢ tanrısı Vulcan'dan esinlenerek vulkanizasyon adı verildi.
BREZĠLYA'DA BOL MĠKTARDA VAR
Vulkanizasyon mucizesi kauçuğu çok aranan bir mala dönüĢtürdü. Ġlk baĢlarda
neredeyse tüm kauçuk Amazon havzasından geliyordu. GiriĢimciler dünyasının geri
kalanı aç gözlerle seyrederken Brezilyalı tüccarlar sıkı bir servet kazandılar.
GERÇEK HIRSIZLIK SAYILMAZDI
Bu durum, 1876'da Ġngiliz botanikçi Sör Henry Wickham Ġngiltere'ye biraz kauçuk
getirene kadar sürdü. Brezilya gümrük memurlarına, taĢıdığı 70 bin kauçuk
tohumunun Ġngiliz Kraliyeti Bitki Türleri Koleksiyonu için olduğunu söylemiĢti.
Onlar da buna inanacak kadar salaklık etmiĢlerdi.
HĠLE, DOLAN
Kauçuk filizleri yeterince güçlenince Ġngiliz hükümeti onları toprağa
ekilecekleri Seylan ve Malaya'ya gönderdi. On dokuzuncu yüzyılın sonunda,
Pasifik kıyısındaki geniĢ kauçuk plantasyonları dünya doğal kauçuk ihtiyacının
çoğunu karĢılar hale gelmiĢti.
229
AYAĞINIZA GĠYDĠĞĠNĠZDEN DEĞĠL
Kauçuk insanların yaĢam tarzlarını değiĢtirdi- doğum kontrolü alanındaki katkısı
bunun ufak bir parçasıydı. 1860'larda Edvvard Bliss Foote adındaki bir tıp
giriĢimcisi herkese uyacak boyda bir 'rahim zan' icat etti. Bunu 'prezervatif
denilen koruyucular izledi.
GERÇEK KAUÇUK MU?
Birinci Dünya SavaĢı sırasında Müttefikler Almanları tekerlek için
kullanabilecekleri kauçuktan mahrum bırakmak için ablukaya alınca Alman bilim
adamları yerine kullanılabilecek yapay bir madde araĢtırmaya koyuldular. Ġkinci
Dünya SavaĢı patlak verdiğinde kauçuk stratejik olarak daha da önemli hale
gelmiĢti ama iyi kalite sentetikleri hala çok pahalıydı. Japonya, Pasifik
kıyılarındaki kauçuk üreten adaların çoğunu ele geçirip ABD'nin malzeme yolunu
kesince, sentetik araĢtırmaları daha da hızlandı. Birkaç yıl içinde petrolden
yapılan iyi sentetikler geniĢ çaplı kullanım alanı bulmuĢtu. Bugün artık gerçek
malzemeyi bulmak çok zor, kullanılan kauçuğun neredeyse tamamı sentetik.
230
IMMANUEL KANT KOMEDĠYĠ DENĠYOR
Büyük bir filozof sizi güldürmeye çalıĢıyor.
Filozof Immanuel Kant, insanoğlunun gerçeğin nihai doğasını asla
kavrayamayacağını iddia ettiğinde, felsefenin çehresini sonsuza dek değiĢtirdi.
En azından, böyle olduğu söylenir.
BÖÖĞ
Kant gerçeğin yapısı üzerine akıl yürütmediği zamanlarda kafasını gülme konusuna
yorardı. Yargının EleĢtirisi'nde "Gülmek bastırılan beklentilerin aniden boĢa
çıkması sonucu meydana çıkan histir" der.
Sonra bazı fıkralar anlatarak bunu ispatlamaya çalıĢır:
• Bir Hint kenti olan Surat'ta, bir Ġngilizin sofrasında oturan Hintli, bir bira
ĢiĢesinin açıldığını, tüm biranın köpüğe dönüĢüp akıp gittiğini görünce hayretle
bazı sesler çıkarmıĢ. "Seni bu kadar ĢaĢırtan nedir?" diye sormuĢ Ġngiliz. "Yo,
ben ona ĢaĢırma-
*dım" demiĢ Hintli, "benim merak ettiğim hepsini nasıl içine soktuğunuz." ("Buna
gülüyoruz" diye ekler Kant, "ve bu bize içten bir zevk verir.")
• Fırtınada tüm mallarını güverteden aĢağı atmak zorunda kalan denizci tüccarı
duydunuz mu? "O kadar üzülmüĢ ki peruğu bir gecede bembeyaz olmuĢ."
231
• Zengin bir adam ölmüĢ. Varisleri, cenazesini idare etmekte sorunlar yaĢamaya
baĢlamıĢlar. ġikayetçi varis diyormuĢ ki: "Üzgün görünmeleri için yas tutanlara
para verdikçe, onlar daha da sevinmiĢ görünüyorlar."
Sen kendi iĢine bak Immanuel.
232
YUNANLI FĠLOZOFLAR
Tanımaya değer on Yunan filozofu.
Üniversitenizin Felsefe Bölümü'nde havadan sudan konuĢmaya çalıĢıyorsunuz.
Paniğe kapılmayın: Birazdan öğreneceklerinizle, kitap kurdu arkadaĢınızı Yunan
filozofları hakkındaki bilginizle ĢaĢırtabilirsiniz. Hızlı ve kolay, hem
kimsenin bu bilgileri nereden edindiğinizi bilmesi gerekmiyor. Hazır mısınız?
Hadi bakalım.
Thales: Çoğu felsefeci tarafından 'Ġlk Filozof (yaklaĢık MÖ 625-547) olarak
kabul edilir. Bir devlet adamı, gökbilimci ve matematikçiydi. Bir güneĢ
tutulmasını önceden tahmin etmiĢ ve denizcilere yönlerini belirlemek için Küçük
Ayı takım yıldızından yararlanmalarını önermiĢti ki, Kuzey Yıldızı burada
olduğundan bu iyi bir fikirdi. Ama en önemlisi, her Ģeyin nihai olarak sudan
oluĢtuğu düĢüncesiydi. Ayrıntılar yanlıĢtı ama her Ģeyin ortak bir yanı olduğu
fikri önemliydi; bu, evrensel bir her Ģeyin teorisine ilk adımdı ve bugün bile
bilim adamlarını motive ediyor.
Anaximander: Thales suyun evrensel element olduğunu düĢünmüĢtü; Anaximander (MÖ
610-yaklaĢık 545) ise bu elementin, sıcak veya soğuk, ıslak veya kuru gibi
belirli nitelikleri üretebilen bir tür tuhaf hiçlik, aperion adlı bir madde
olduğunu söy-
233
ler. Bu garip ve soyut bir düĢünceydi ve tam da bu nedenle ilginçti; doğayı elle
dokunulup gözle görülebilen bir Ģeyle değil de teori yoluyla açıklama
giriĢimiydi. Anaximander, Darvvin'e birkaç bin yıl fark atarak insanların balık
benzeri yaratıklardan evrildiğini söylemiĢtir.
Pisagor: Evet, geometri dersinde üçgenler hakkındaki teorisiyle kafanızı ĢiĢiren
Pisagor. Pisagor (MÖ 580-500) evrendeki her Ģeyin, temelde matematiksel olduğunu
ilan etmiĢti; hatta ona göre ruhlarımız istisnai derecede saf rakamlardı.
DüĢünün, cennete gidiyorsunuz ve bir 3 olduğunuzu öğreniyorsunuz. Hayır, bize de
anlamsız geliyor ama etkili olmadığı söylenemez; eğer bir "Ģanslı rakamınız"
varsa Pisagor'un öğretilerinin cılız bir yankısıyla oynuyorsunuz demektir.
Heraclitus: Heraclitus (MÖ 540-480) karĢıtların birbirini tanımladığını söyleyen
ilk Batılı filozof olarak tanınır. 'Soğuk' olmaksızın 'sıcağın' ne anlamı olur
ki? 'Mutsuzluk' olmaksızın 'mutluluğun'? Bunu okul dıĢında da, Pink Floyd'un
Dark Side of the Moon'unu dinlerken anlamıĢtınız. Ama bunu ilk olarak Heraclitus
anladı ve karĢıtların etkileĢiminin evrenin biçim almasına ve dengede olmasına
yardım ettiğini düĢündü. "Her etki için her zaman eĢit ve ters yönde bir tepki
vardır" diyen New-ton'un fikrine oldukça yaklaĢmıĢtır. Bu sadece bir gözlem
değil, aynı zamanda hareketin yasasıdır, ahbap.
Empedocles: Bu adam bir tanrı olduğu iddiasındaydı. Söylenceye göre bunu
kanıtlamak için bir volkanın ağzından içeri atlamıĢ ve tabii ki ıstırap içinde,
alev alev ve çığlık çığlığa ölmüĢtü. Söylence doğru değil ama fark etmez adam
artık ölü. Neyse, Empedocles (MÖ 490-430) bize klasik dört elementi, toprak,
hava, ateĢ ve suyu veren adamdır. Bu teoriye göre her
234
Ģey, bu dört elementten farklı miktarların karıĢımıyla oluĢmuĢtu. YanlıĢtı ama
insanlar Ģöyle ya da böyle, bu fikre birkaç bin yıl boyunca inanmaya devam
ettiler. Empedocles retorik ve tıbbın da babası olarak bilinir.
Democritus: Democritus (MÖ 460-370) hocası Leucip-pus'la beraber bir atomcuydu.
Gördüğümüz her Ģeyin, çok sayıda göremeyeceğimiz boyutta küçük ve bölünemez
parçacıklardan oluĢtuğuna dayanan bir teorisi vardı. Ortaya çıktı ki Democritus
her açıdan oldukça haklıymıĢ, elementlerin en küçük parçasına atom dememiz
tesadüf değil yani. Gerçi kimyager-filozof John Dalton'un bu fikrin
ayrıntılarını açıklayabilmesi iki bin yıl kadar aldı. Bunu da Karanlık Çağlara
bağlayabiliriz.
Protogoras: TartıĢmıĢ olmak için tartıĢan biriyle karĢılaĢırsanız bilin ki,
tarihe ilk Sofist olarak geçen Protogoras'in (MÖ 490-421) spiritüel bir
torunuyla baĢ baĢasmız. Sofistler objektif bir gerçek'in olmadığını ve her Ģeyi
insanla olan iliĢkisi içinde ele almak gerektiğini öne sürdüler. Protogoras'in
Ģiarı "Ġnsan her Ģeyin ölçütüdür" idi. Bu tür pervasız bir relativizm Protago-
ras'ı pek de popüler yapmadı; fikirleri yüzünden Atina'dan kovuldu. Yine de bu,
Atinalıların bir filozofa yaptıkları en kötü Ģey sayılmaz.
Socrates: ĠĢte size Atinalıların bir filozofa yaptıkları en kötü Ģey: onu bir
tas zehir içmek zorunda bıraktılar. Gerekçeleri, Socrates'in (MÖ 469-399) Atina
gençliğini, onlara sorular sorarak yoldan çıkarttığı Ģeklindeydi. Aslında
Socrates'in büyük buluĢu, soru sormasıydı. Bu soruları kullanarak diyalektik
olarak adlandırılan bir süreçte, gerçekleri tartıĢma içinde, farklı görüĢlerin
eleĢtirel incelemesiyle ortaya çıkarmaya çalıĢıyordu. Bu yöntem hala
kullanılıyor. Socrates hakkındaki tüm bildikleri-
235
miz, çağdaĢlarının onun hakkında yazdığı bol miktarda yazıdan gelir.
Plato: Yunan felsefesinin en büyük ismi, Plato'nun en önemli fikri, formlar
kavramıdır. Formlar, bizim yaĢamımızda ancak daha soluk kopyalarını gördüğümüz
her Ģeyin, mükemmel, tamamen gerçekleĢmiĢ biçimleridir. Eflatun (MÖ yaklaĢık
427-347) bu fikri ünlü Mağara Meseli'nde dile getirdi. Bu hikayede, bir mağarada
sadece bir duvara yansıyan gölgeleri görecek Ģekilde zincirlenmiĢ adamların,
bunları gerçek sanırken aslında titreĢen gölgeleri görüyor olmaları anlatılır.
Buradaki fikir, hepimizin zincirlenmiĢ mağara adamları, gerçek dünyanın titreĢen
gölgeler ve formların gerçek nesneler olduğudur. Teorik olarak, formları
algılayabilecek Ģekilde eğitilebilirsiniz ama bu sahip olduğunuzdan fazla zaman
alır.
Aristo: Aristo'yla (MÖ 384-322) ilgili iyi haber, göz kamaĢtırıcı bir düĢünür
olup astronomiden mantığa, siyasete, teolojiye kadar çok geniĢ bir yelpazede
durmadan yazması ve bu gün bile bilim ve felsefeyi ilgilendiren tonlarca ilginç
fikrinin olmasıdır. Kötü haber ise, her konuda haklı olmamasına rağmen
Avrupa'nın (daha doğrusu Skolastızm olarak bilinen felsefesi için Aristo'dan bol
bol yararlanan Katolik Kilisesi'nin) onun fikirlerini Rönesans'a kadar mutlak
doğru olarak kabul etmesidir. Sonunda bunun üstesinden gelindi ama büyük
ihtimalle bu arada birkaç yüzyıl geride kaldık. ġu anda hala kendimize ait, aya
gidebilen bir otomobilimizin olmamasının nedeni budur.
236
PĠSĠ PĠSĠNE! ÖLÜMSÜZ AMA ÖLÜ
Ünlü insanların ölümlerini çevreleyen garip ve anormal olaylar.
Asil: MÖ 456
Yunan tragedyasının kurucusu, bir kartal, kel kafasını kaya zannedip kabuğunu
kırmak için bir kaplumbağayı üzerine attığında öldü. Söylenceye göre
kaplumbağanın kabuğu kırılmamıĢ.
Atilla: MS 453
Hunların Kralı burun kanamasından öldü. Bir gece önceki düğün ziyafetinde çok
yiyip içmiĢti. Gecenin bir saatinde kendi kanıyla boğularak öldü. Bazıları genç
gelinle kendini fazla yorduğu için öldüğünü söyler.
Kral John: 1216
Ġngiltere kralı öyle oburdu ki fazla meyve ve elma Ģarabı yüzünden dizanteri
olup öldü.
Korkunç Ġvan: 1584
Kötü üne sahip Rus çan, bir kuyruklu yıldız gördü ve bunu öleceğinin bir iĢareti
olarak kabul etti. Bedeni ĢiĢti ama doktorları nedenini bulamadılar. Esrarengiz
hastalığından kısa bir süre sonra öldü.
237
Tyco Brahe: 1601
Danimarkalı gökbilimci masa adabı konusunda öyle titizdi ki sonunda bu, ölümüne
neden oldu. Bol içki içerek geçen birkaç saatten sonra kendini rahatlatması
gerekiyordu ama onun yerine akĢam yemeği için konuklarıyla masada oturmaya devam
etti. Kendini gitgide daha kötü hissetti ama zamanın görgü kuralları, akĢam
yemeği sırasında masadan ayrılmayı yasaklıyordu. Mesanesi patladı ve 11 gün
sonra öldü.
Jean-Baptiste Lully: 1687
Fransız besteci orkestrasını öyle ateĢli bir Ģekilde idare ediyordu ki batonunu
ayak parmağına batırdı. Yara enfekte oldu ama doktorunun parmağını kesmesine
izin vermedi. Birkaç hafta sonra doktorlar yaĢayabilmesi için tüm bacağını
kesmeleri gerektiğini söylediler ama bunu da kabul etmedi. Kısa süre sonra öldü.
ABD Generali John Sedgwick: 1864
Amerikan îç SavaĢı sırasında General Sedgwick ön saflarda-ki birlikleri
dolaĢarak askerlerini sakinleĢtirmeye çalıĢıyor, "Bu mesafeden bir fili bile
vuramazlar, diyorum size" diyordu. Tam o anda baĢından vuruldu ve bir keskin
niĢancının kurĢunuyla ölmüĢ oldu.
Chang ve Eng Bunker: 1874
Ünlü 'Siyam ikizleri' aslında Çinliydi. P.T. Barnum'la karĢılaĢtıktan sonra
Amerikan vatandaĢı oldular ve Bunker soyadını aldılar. Chang bronĢial
sorunlardan ölünce, End korkudan öldü; çünkü kendisinin de öleceğine inanmıĢtı.
P. T. Barnum: 1891
Amerika'nın "Her dakika bir enayi doğuyor" sözleriyle ünlü
238
büyük Ģovmeni, ölmeden kendi ölüm ilanını okumak istemiĢti. New York Evening Sun
bunu memnuniyetle kabul ederek Ģu baĢlıkla yayınladı: "MuhteĢem ve eĢsiz Barnum
kendi ölüm ilanını okumak istedi; iĢte karĢınızda." 80 yaĢındaki Barnum iki
hafta sonra öldü.
John Jacob Astor: 1912
Mültimilyoner, Titanic'in ilk seferine katılma Ģanssızlığında bulunmuĢtu. Az
sayıdaki cankurtaran filikalarından birinde karısının yanındaki yerini
centilmence bırakmıĢ ve "HoĢça kal tatlım, sonra görüĢürüz" demiĢti.
Harry Houdini: 1926
Efsanevi gözbağcı, karnına yumruk yiyebilme yeteneğiyle bilinirdi.
Konferanslarından birine katılan bir öğrencinin darbesi Houdini'yi ĢaĢırttı.
Apandisit patlamasından öldü.
Isadora Duncan: 1927
Her zaman çok abartılı giyinmekten hoĢlanan modern dansın ilk uygulayıcısı, spor
arabayla çıktığı bir gezide uzun eĢarbı tekerleklerden birine dolanınca boynu
kırılarak öldü.
Elvis Presley: 1977
Rock and Roll kralı, kız arkadaĢı tarafından banyosunun zemininde embriyon
pozisyonunda yatarken bulundu. AĢırı dozda uyuĢturucu kullandığı için tuvalette
otururken kalp krizi geçir-jniĢti.
239
ĠSRAF ABĠDESĠ: MAGINOT HATTI
En iyi saldırı, iyi bir savunmadır ama kötü savunma berbat bir Ģeydir.
Maginot hattının ne kadar lüzumsuz olduğunu anlamak için önce Zaman Makinesine
binip tarihi 21 ġubat 1916'ya ayarlamamız gerekiyor. O gün Alman birlikleri
Meuse nehri boyunca Verdun'a saldırmaya baĢladılar. Gerekçeleri (yani süren
savaĢ ve bir yere saldırmaları gereği dıĢında) Alman General Erich von
Falkenhayn'ın Verdun'a yapılacak bir saldırının, Fransa'nın kaynaklarının
tükenmesine yol açacağına inanmasıydı. Kısa sürede pilleri bitecek ve Paris
düĢecekti.
ANITSAL ĠKĠNCĠ
Almanlar kendilerinin de asker kaybedeceklerini hesap etmemiĢlerdi ki öyle oldu,
hem de çok sayıda. Yekun olarak 800 bin insan Verdun'da yaĢamını kaybetti. Ġki
taraf da benzer bir kayba uğradı ve sonunda Verdun Fransa'da kaldı. Birinci
Dünya SavaĢı'nın kendisi de böyle değil miydi? Çok sayıda insan öldürüldü ama
sonuç koca bir sıfır oldu.
MAGINOT DA KĠMDĠ?
Bu ve benzeri muharebeler Birinci Dünya SavaĢı'ndan sonra Fransızların ruhunda
derin izler bıraktı. Versaille AnlaĢması'nın Marie Antoinette'in kellesiyle aynı
kaderi paylaĢacağını ve Al-
240
manların bir kez daha kapıya dayanacağını sezen Fransızlar bu kabusu önlemenin
en iyi yolunu araĢtırmaya baĢladılar. Cevap 1920'lerin sonlarından 1930'lann
baĢlarına kadar SavaĢ Bakanlığı yapan Andre Maginot'dan geldi: Gelin bir duvar
örelim ve Ģu kindar Almanları dıĢarıda bırakalım!
GÖZLE GÖRÜLMÜYOR
Yani, tam olarak bir duvar değil de bir hat, Maginot Hattı Se-dan'dan
Wissembourg'a kadar Fransa'nın Almanya sınırı boyunca uzanan, yaklaĢık 240
kilometre uzunluğunda bir dizi tahkimattı. Bu hatta her biri diğerine bir top
atımı uzaklıkta, aralarına savunulması kolay ufak binalar serpiĢtirilmiĢ 50 kale
vardı. Bu kalelerin her biri en kalın betondandı ve o sıralarda bulunan en güçlü
silahlarla donatılmıĢ olup çok iyi bir savunma tasarımına sahipti.
GELĠN BĠR TUR ATALIM
Her kalenin 1.000 personeli vardı ve yer altı bağlantı tünelleri labirenti
sayesinde adamlar ve malzemeler düĢman ateĢine çıkmadan hareket
ettirilebiliyordu.
Yeraltında kıĢlalar, depolar ve dinlenme mekanları vardı; hatta klima bile
mevcuttu. Maginot hattının her hangi bir Fransız Ģehrinden daha rahat olduğu
söylenir. En azından kimse, tuvalet bulamadığı zaman duvara iĢemiyordu.
EURODISNEY'DEN DAHA MI ĠYĠ?
Maginot hattı hem mimari hem de askeri açıdan bir harikaydı. Aslında Avrupa
tarihindeki en büyük inĢaat olayıydı. Panama Kanalının Fransız versiyonu olduğu
söylenebilir; özellikle de Panama Kanalı'nın gerçek Fransız versiyonunun,
1880'lerde kalkıĢılan ama mali sorunlar ve sıtma gibi nedenlerle güme giden koca
bir fiyasko olduğu düĢünülürse.
241
BÜTÜN YUMURTALAR AYNI SEPETE
Herkesin görebileceği gibi Maginot hattının bir-iki ufak problemi vardı.
Birincisi tamamen felsefiydi: Bu kadar adam ve kaynak savunmaya harcandığından,
Fransızların sahte (ve kibirli) bir güvenlik hissine kapılmaları riski. Saldırı
için de hazırlanmaları gerekirdi. Charles de Gaulle üstlerine Fransa'nın,
sığınaklarda oturup düĢmanın görüĢ alanına girmesini bekleyen bir ordu yerine,
mekanize ve hareketli bir orduya sahip olması gerektiğini söylemiĢti. Bunu daha
1940'ın baĢlarında söylemiĢti ve pek iyi karĢılandığı da söylenemez.
HATTIN UÇLARI
Ġkinci ufak problem Maginot hattının sadece Alman sınırını kapsamasıydı; doğuda
Ġsviçre'de batıda ise Belçika'da sona eriyordu. Kimse Ġsviçre tarafında
olabilecek bir Ģeyden endiĢelenmiyordu. Ġsviçre tarafsızlığıyla ünlüydü. ġiarı
"Herkesten para kabul ederiz" Ģeklindeydi ve her halükarda tanklara Alpleri
aĢırmak bayağı zordu.
NE! ENDĠġELENMEK MĠ?
Peki ya Belçika? Neyse, görüyorsunuz, Fransızlar tüm bu Belçika meselesini
düĢünmüĢler ve bu konuda endiĢelenmeme-ye karar vermiĢlerdi. Ġngilizlerle
konuĢmuĢlar ve herkes, eğer olur da Almanlar çılgınca bir nedenle Belçika'ya
girmeye kalkarlarsa, Müttefiklerin orada bir saldırı hattı açarak sorunu
çözeceklerini söylemiĢti. (Birinci Dünya SavaĢı'nda bu taktik pek de güzel
iĢlemiĢti!) Zaten Fransa'ya Belçika üzerinden girmek Ardennes'in tepelik
ormanlarından geçmek anlamına geliyordu ki burası tanklar, ağır silahlar ve
ekipman için zorlu bir alandı. ĠĢte böyleydi. EndiĢelenecek hiçbir Ģey yoktu.
ALMANCA'DA "ÇANTADA KEKLĠK" NEYDĠ?
Fransızlar Maginot hattının geçilmezliğine o kadar takmıĢ-
242
lardı ki, onlara göre yenilgi imkansızdı ve Almanlar (soykırımcı olabilirlerdi
ama aptal değillerdi) Mayıs 1940'da bunu kendi avantajlarına kullandılar.
Almanlar önce C Grubu Ordularını, Fransız hattının 41 birliğini yerlerine
mıhlamak için ĢaĢırtmaca olarak Maginot hattının karĢısına diktiler. Ardından,
10 Ma-yıs'ta Belçika üzerinden saldırıp, birkaç gün içinde tüm direniĢi kırarak,
Maginot hattı etrafından dolanacakları koridoru açtılar ve nihayet Ardennes
üzerinden Fransa'ya girdiler. Peki ya geçilmez ormanlar? Eh onlar da o kadar
geçilmez değillermiĢ demek ki; Alman birlikleri ağaçların arasından geçerken,
tank ve toplar yollan kullandılar. Nehrin üzerinden, ormanların içinden Maginot
hattını aĢtılar.
HEPSĠ HARĠTA ÜZERĠNDE
Almanlar 12 Mayıs'ta Fransız toprağına ayak bastılar ve çok az direniĢle
karĢılaĢtılar. Fransa-Belçika sının Fransa'nın savunmasının en zayıf, topçu
birliklerinin ve uçaksavarlann en az olduğu yerdi. Ertesi gün Alman birlikleri
Meuse'yi geçiyordu; birkaç gün sonra tüm Fransa'ya girmiĢlerdi. Fransızlar
sonunda birliklerinin bir kısmını Maginot hattından çektiler ama çok geçti.
Almanların 5 Hazirandaki Somme saldırısında, 49 Fransız birliği, karĢısında 10
tank birliğinin yanı sıra 130 Alman piyade birliğini buldu.
FRANSIZ TOSTU
9 Haziran'da Almanlar Maginot hattında kalan birlikleri tamamen tecrit ederek
Ġsviçre sınırına doğru ilerlemeye baĢladılar. Hattaki birlikler bunu durdurmak
için hiçbir Ģey yapamadı. Fransızlar Maginot hattının geçilmez olduğunu
düĢündüklerinden tüm büyük silahlar Almanya'ya çevriliydi. Geri döndürüle-
miyorlardı. Almanlar 14 Haziranda Paris'e girdiler ve bundan sonrası, Nazi
iĢbirlikçisi Vichy Fransası'ydı. Charles de Gaulle'e "Ben söylemiĢtim" demek
kaldı.
243
TESLĠM OLMAK MI? ASLA!
Maginot hattının birkaç savunucusu (hala birkaç tane var,) hattın söylendiği
gibi iĢe yaradığına iĢaret ettiler, Almanlar bu nedenle Fransa'ya girecek baĢka
yol bulmak zorunda kalmıĢlardı! Ama Maginot hattının amacı sadece Almanların
Fransız sınırından girmesini önlemek değil, Alman iĢgalini önlemekti. Bu nihai
ve konuyla ilgili tek kritere göre Maginot hattı, muazzam bir fiyaskoydu ve
hayal gücü yoksunluğuyla kendini beğenmiĢliğin bileĢiminin zararlarını gösteren
bir anıt oldu. Maginot hattı, tanımlanmıĢ, somutlaĢmıĢ ve yere çakılmıĢ hırsın
ta kendisiydi.
NEYE NĠYET...
Maginot hattı hala yerinde duruyor, 240 kilometrelik bir beton kaleyi yok etmek
kolay değil. Aradaki ufak ahĢap ve beton kaleler Ģu anda evden Ģarap mahzenine
ve diskoya kadar çeĢitli amaçlarla kullanılıyor. Tahmin edersiniz ki Andre
Maginot, büyük fikrinin bütün gece içip duran ayaktakımına hizmet etmesinden
utanç duyuyordur.
244
TARĠH YANLIġLIKLARINI KANITLADI: BÖLÜM II
Sözde uzmanların baĢka yanılgıları.
TELEFON
"Telefonun iletiĢim aracı olarak ciddiye alınmak için çok fazla kusuru var. Bu
aletin bizce hiçbir değeri yoktur."
—Western Union'ın iç yazıĢması, 1876
UÇAK
"Havadan ağır uçan makine imkansızdır."
—Fizikçi Lort Kelvin, Kraliyet Topluluğu BaĢkanı, 1895
"Uçaklar ilginç oyuncaklar ama askeri bir değerleri yok."
—MareĢal Ferdinand Foch, SavaĢ Yüksek Okulu Strateji Profesörü
"Ġnsanlar bin yıl daha uçamayacaklar." -Wilbur Wright, 1901'de baĢarısız bir
uçma denemesinden sonra kardeĢi Orville'e yazdığı mektuptan.
ROKET
"Profesör Goddard etki ve tepki iliĢkisini bilmiyor, tepki için vakumdan daha
iyi bir Ģeye ihtiyaç olduğunun farkında değil.
245
Liselerde öğretilen bazı temel bilgilerden yoksun."
—1921'de New York Times'ın Robert Goddard'ın çığlr açan roket çalıĢması
hakkındaki editöryel yazısı
RADYO
"Kablosuz müzik kutusunun ticari bir değeri yok. Belirsiz birine gönderilen bir
mesaj için kim para verir?"
—1920'lerde David Sarnoff un radyo araĢtırmalarına yatırım talebine ortaklarının
cevabı.
BOMBA
"Bu bomba asla patlamaz. Bunu konunun bir uzmanı olarak söylüyorum."
—Atom bombası projesi sırasında Amiral Daniel Le-athy'nin BaĢkan Harry Truman'a
tavsiyesi, 1945
246
SĠVRĠSĠNEKLER TARĠHĠ NASIL DEĞĠġTĠRDĠ?
Küçük olabilirler ama çok güçlüler. Sivrisinekler en basından beri insanlık
tarihini istedikleri gibi değiĢtiriyorlar?
MÖ 1.600.000 Afrika- Atalarımız dik pozisyonda ilk adımlarını atıyorlar.
Sinekler sayesinde sıtmaya yakalandılar bile.
MÖ 500 Hindistan- Brahman vaizi Susruta sivrisineklerin sıtmadan sorumlu
oldukları sonucuna vardı. Gelecek 2.400 yıl boyunca bu fikri ipleyen olmadı.
MÖ 323 Babil- Büyük Ġskender bir sivrisinek tarafından yere serilip, 33 yaĢında
sıtmadan öldü. BirleĢik Yunan Krallığı hayali, birkaç yıl içinde yıkıldı. GeniĢ
çaplı sıtma salgınının Yunan uygarlığının gerilemesinde önemli payı vardır.
MS 410 Roma- BaĢkenti çevreleyen deniz seviyesindeki bölgelerde, sıtma yayan
sivrisinek ordusunun zayıflattığı Roma Ġmparatorluğunun iĢini çapulcu Vizigotlar
bitirdiler. Kısa süre sonra, onları yenen Vizigotlarm baĢı Alaric de hain
sivrisinekler tarafından yenilgiye uğratılacaktı.
1593 Afrika- Sivrisinekler köle ticareti aracılığıyla Yeni Dünyadaki
akrabalarına sarıhumma ve sıtma gönderdiler. Böylece hem kolonicileri, hem de
yerli halkı kırıp geçirdiler.
247
1658 Ġngiltere- Kralcı bir sivrisinek tarafından ıĢınlan Oli-ver Cromvvell
sıtmadan ölerek Ġngiliz MonarĢisine geri dönüĢ yolunu açtı.
1690 Barbados- Sivrisinekler Kanada'da Fransızlara saldırmak üzere yola çıkan
Ġngilizleri sarıhummayla durdurdular.
1802 New Orleans- Napolyon Fransa'nın Louisiana üzerindeki hak taleplerini
desteklemek ve Haiti'deki bir köle ayaklanmasını bastırmak için birliklerini
gönderdi. 33 bin askerin 29 bini sivrisineklerin yaydığı sarıhummadan öldü.
Lousiana ABD'ye dahil oldu, Haiti ise bağımsızlığını kazandı.
1902 Stockholm- Ġngiliz ordu cerrahlarından Dr. Ronald Ross sivrisinekler ve
sıtma arasında kurduğu bağlantıdan dolayı Nobel ödülünü kazandı.
1905 Panama- Sivrisinekler, sarıhumma salgınından paniğe kapılan iĢçilerin
kaçması yüzünden neredeyse Panama kanalının yapımını engellemeyi baĢarıyorlardı.
1939 Colorado- DDT sivrisinekleri ve diğer haĢaratı engellemek amacıyla denendi.
Sivrisinekler sonunda bu kimyasala bağıĢıklık geliĢtirdiler, insanlar
geliĢtiremedi.
1942 Hollanda Doğu Hint Adaları- Japon birlikleri dünya kinin ihtiyacının çoğunu
karĢılayan adaları ve böylece bilinen tek güvenilir sıtma ilacını ele
geçirdiler. Müttefik birliklerini uzaklaĢtırmakta en iyi dostları sivrisinekler
oldu. 1942-1945 yılları arasında Doğu'daki ABD birliklerinin yaklaĢık 500 bini
sıtma dolayısıyla hastaneye yattı.
248
I
1965-1975 Vietnam- Sivrisinekler her gün 1.000 Amerikan askerinden 53'üne sıtma
bulaĢtırıyordu.
1995 Cenova- World Health Organisation (Dünya Sağlık Örgütü- WH0) Deng Humması
denilen tropik hummayı "dünya çapında salgın" ilan etti. Aynı sırada sıtma
dolayısıyla ölümler de 2.5-3 milyona çıkmıĢtı.
• • •
Sivrisineklerin sıtma, Deng humması ve sarıhummanın yanı sıra kanla bulaĢan yeni
ve ölümcül hastalıklar taĢıdıkları ortaya çıktı.
Nil Nehri ovasından kaynaklanan Batı Nil virüsü, Batı yarıkürede 1999'a kadar
belgelenmemiĢti. Virüs beyin iltihaplanmasına neden oluyor ve sivrisinekler
tarafından taĢınabiliyor. 2000'in baĢlarında Batı Nil sivrisineklerinin kıĢı New
York Ģehrinde geçirdikleri ortaya çıktı; bu, virüsün ABD'ye yerleĢtiği anlamına
geliyordu. 2000 yılında New York Ģehri bölgesinde ikisi ölümle sonuçlanan 21
hastalık vakası rapor edildi.
249
MARCO POLO OLMAK __________KOLAY DEĞĠL__________
Maceralarını yazdığı kitabı olmasaydı Marco Polo'nun adını hiç duymamıĢ olurduk.
Bu kitap onu dünya çapında ünlü yaptı ama umduğu Ģekilde değil.
MACERA BAġLIYOR
Marco Polo 1254'de Ġtalya'da, Venedik'te doğdu. Seyyahlık virüsünü o daha küçük
bir çocukken Asya'yı dolaĢan babası ve amcasından kaptı. Orada Marco'nun
hayatında çok önemli bir figür olan Kubilay Han'la da karĢılaĢmıĢtı.
Marco 17 yaĢlarındayken o, babası ve amcası en ünlü yolculuklarına çıktılar.
Önce gemiyle seyahat ettiler, ardından karadan Ermenistan, Ġran, Afganistan
üzerinden Çin'e gittiler ve Go-bi çölünü geçtiler. Dört yıl sonra tüm Çin'in
fatihi ve Moğolların hükümdarı Kubilay Han'ın yazlık sarayının bulunduğu Sahg-
tu'ya ulaĢtılar.
POPÜLER ADAM
Büyük ve güçlü Han, Marco'dan hemen hoĢlandı. Onu öyle sevdi ki tüm ailenin
kalmasında ısrar etti; ne kadar süreyle kalmalarını istediğini de söylemedi. Bu
reddedebilecekleri bir öneri değildi, Pololar kaldılar. Marco açısından bunun
bir sakıncası yoktu. Geri dönüĢ planlarını bir baĢka bahara ertelediler.
Ġmparator onlara büyük ilgi gösterdi ve her türlü konforları-
250
nın olmasını sağladı. Marco'nun babası ve amcası büyük ihtimalle askeri danıĢman
olarak Han için Ģevkle çalıĢtılar. Marco üç ya da dört lisanı çok iyi
konuĢuyordu, bilgi toplamak için Çin'in bir ucundan diğerine sürekli gidip
geldi. ĠĢinin bir kısmı da yeni fethedilen yerlere gidip oralar hakkında Han'a
rapor vermekti. Ama Pololar Han'a ömürleri boyunca orda kalmak istemediklerini
hep hatırlattılar.
EVĠM GÜZEL EVĠM
17 yıl sonra Kubilay Han evlerine dönmelerine izin verdi. DönüĢte bir Ġran
prensiyle niĢanlı olan bir Moğol prensesini müstakbel kocasına teslim
edeceklerdi. Ġran'a ulaĢmaları o kadar uzun sürdü ki -tam iki yıl- vardıklarında
damadın ölmüĢ olduğu söylendi. Ama sonra oğlunun hayatta olduğu ortaya çıktı,
prenses de onunla evlendi.
Pololar Venedik'e 1295 yılında ulaĢtılar. Ayrıldıklarından daha zenginlerdi ama
eğer dönüĢ yolunda Türkiye'de soyulmamıĢ olsalardı çok daha zengin olacaklardı.
24 yıl ülkelerinden uzakta kalmıĢlardı ve anadillerini neredeyse unutmuĢlardı.
Onların çoktan ölmüĢ olduğunu düĢünen akrabalarını döndüklerine ikna etmeleri
zor oldu.
BĠR MACERA DAHA
Marco'nun maceraları henüz sona ermemiĢti. Ġtalya iki düĢman Ģehir devlete
bölünmüĢtü ve Venedik, Cenova'yla savaĢtaydı. 1298'de Marco savaĢa katılıp esir
düĢtü ve Cenova hapishanesine atıldı. Orada romantik yazar Pisa'lı Rusticano'yla
tanıktı. Ġkisi iyi anlaĢtılar; Marco kısa süre sonra ona seyahatlerinin
hikayesini yazdırmaya baĢlamıĢtı.
Bir yıl sonra hapisten çıkarken el yazmalarını alıp Descripti-on of the World
adıyla yayınladı. Marco bunun bir coğrafya kitabı olmasını istemiĢti. Çoğu
Moğolistan'daki ilk elden tecrübe-
251
lerine dayanıyordu ama Japonya ve Etiyopya gibi ilginç bazı yerlerle ilgili
bilgileri, akrabalarından ya da seyahatlerinde karĢılaĢtığı kiĢilerden duymuĢtu.
O zamanlar henüz baskı makinesi icat edilmemiĢ olduğundan her kopya elle
yazılıyordu; yine de kitap çok sükse yaptı ve sonunda tüm Avrupa ülkelerinin
dillerine çevrildi.
Çok iyi değil mi? Yanılıyorsunuz.
SORUN...
Kimse tek kelimesine bile inanmamıĢtı. Böyle Ģeyler nasıl doğru olabilirdi ki?
Kitaba bakılırsa Çin'deki her Ģey daha büyük, daha hızlı, daha zengin, daha
Ģahane ve daha medeniydi. Nasıl olur da Kubilay Han 40 bin kiĢilik bir ziyafet
verebilirdi? Nasıl olur da kimsenin yaĢamadığını bildikleri ekvatorun güneyinde
insanlar yaĢıyordu? Belli ki kitap fantastik, romantik bir masaldı. Öylesine
fantastik, hayal gücü öylesine zengindi ki ünü her yana yayıldı. Herkes kitabı
okumak istiyordu. Kubilay Han, efsanevi kral kahramanlar arasında yerini
almıĢtı. Kendi isteğinin aksine Marco da büyük masalcılar arasına katıldı.
Söylediği hiçbir Ģey kimseyi aksine inandıramadı.
Kitap o kadar uzak mesafelerden, o kadar büyük zenginliklerden söz ediyordu ki
Milyonlar diye anılmaya baĢlandı. Mar-co'ya da kendisini utandıran bir Ģekilde
Marco Milyonlar lakabı takıldı. Bundan sonra Avrupa'daki bütün karnavallarda, en
olmadık palavraları atan Marco Milyonlar adlı bir palyaço tipi ortaya çıktı.
MACERA SONA ERĠYOR
Marco bütün bir ömre yetecek kadar macera yaĢamıĢtı. Kalan 20 yılını Venedik'te
karısı Donata ve üç kızıyla sakin bir Ģekilde geçirdi. Zamanını, öldüğünde
ironik bir Ģekilde böbürlendiğinden çok daha küçük olduğu ortaya çıkan servetini
idare ederek geçirdi.
252
Marco Polo'nun laneti onu, hayatının kalanında da izledi. 70 yaĢında ölüm
yatağına yattığında arkadaĢları tüm yazdıklarını uydurduğunu itiraf etmesi için
yalvardılar. Marco öfkeyle "Anlattıklarım gördüklerimin yarısı bile değildi"
diye cevap verdi.
YÜZYILLAR SONRA
Tarihçiler Marco Polo'nun anlattıklarının çoğunlukla doğru olduğunu
ispatladılar. Aslında, Christopher Colombus kitabın bir kopyasına sahipti ve
ondan o kadar etkilenmiĢti ki, kitabı Ġspanya Kraliçesi Isabella ve Kralı
Ferdinand'ı Asya seyahatinin finansmanına ikna etmek için kullandı. Seyahatinin
amacı Marco Polo'nun anlattığı hazineler ve Büyük Han hakkında kanıt bulmaktı.
Marco Polo Cenova'da (Christopher Colombus'un doğduğu Ģehir) hapse atılmamıĢ
olsaydı belki de seyahatlerini hiç yazmayacaktı. Yeni Dünya da baĢka biri
tarafından keĢfedilecekti. Amerikalılar Marco Polo'ya çok Ģey borçlular. Peki
minnetlerini göstermek için ne yapabilirler...?
DAHA FAZLA YÜZYIL SONRA
1928'de Eugene O'Neil'in Marco Polo adlı oyunu New York Guild Tiyatro'sunda
sahneye konuldu. Women's Wear Daily'ye bakılırsa Marco Milyonlar karakteri
"kendine yeterliliğin abartıldığı bir kendini beğenmiĢlik idolüydü..."
Bazen insan ne yapsa kendini beğendirmeyi baĢaramaz.
253
KOVBOYLAR MI?
GüneĢin kavurduğu ciltleriyle eğerlerinin üzerinde dimdik duran kovboylar
erkekliğin timsalidirler. Bazen, güneĢ battıktan sonra dansetmeyi sevdiklerini
söylesek?
Haftalar, aylar boyunca at üstünde gezip, inek bokundan yakılmıĢ ateĢin üzerinde
piĢmiĢ fasulye ve bisküvi yiyip, iĢçi yatakhanelerinde veya yerde uyuduktan
sonra bir kovboy biraz eğlenmeye hazırdır. Kovboyların en çok sevdiği eğlence
dansa gitmektir. Evet. Dansa.
KULAĞIMA GELDĠ
Batı'nın konukseverliği gökyüzü kadar engindir. Birisi dans partisi vermeye
karar verdiğinde mesaj veya davetiye göndermez. Laf etrafta dolaĢır o kadar ve
bir kovboy bunu duyarsa kendini davet edilmiĢ sayar. Eğer gerekiyorsa 100
kilometre at sürüp oraya gider; ama önce iki dirhem bir çekirdek giyinmesi
gerekir.
YATAKHANEDE
Kovboyların çoğu "Pazar ayini kıyafetleri" içindedir. Bunlar bir yerlerden
bulunup çıkarılmıĢ ve temizlenmiĢtir. Çizmeler parlayana kadar yağlanmıĢtır.
Kovboylar tıraĢ olmuĢ ve birbirlerinin saçlarını kesmiĢtir; oraya gidene kadar
tekrar toza bulanır-lar ama olsun. Dansa gitmek için yola düzülen lOO'lerce
adamın arasında kimse buna dikkat etmez.
254
IZGARA BĠFTEK
Cazibenin bir kısmı yemektir. Bu özel mangalın hazırlığı günler öncesinden
baĢlar. Etraftaki tüm kadınlar yeni piĢmiĢ börekler, pastalar ve halka çörekler
getirirler. Bir kovboy ordusunu doyurmaya yetecek kadar. Bir kap kahve tüm gece
ocak üstünde kalır. Ama kovboylara kilometrelerce yol teptiren, yemek değildir.
EġĠNĠ DÖNDÜR
Yemekten sonra masalar ve sandalyeler yana çekilir ve kemancı kemanını akort
eder. Bu dansın baĢladığının iĢaretidir. Dansçılar yerlerini alır ve biri
baĢlıyoruz diye anons eder. Dans pistindeki çiftler bir Ģekilde Ģu tür
direktiflere uyarlar:
Halkadan bir eĢ seçin, Sekiz çevirin ve iki çift L dönüĢ yapın, Bir kez döndürün
ve bırakın, Herkes sola, sırt sırta verin.
Sen beni döndür ben de seni
Hepimiz aynı ayakla cennete gideceğiz.
EĢ değiĢtirmeden önce eĢinizi döndürün Tekrar yakalayın ve gezmeye çıkın.
Ġlk baĢta herkes biraz çekingendir ama bir süre sonra en sıkılgan kovboy bile
bakarsınız sıçrayıp tepiniyor.
DANSA KALDIRILMAYAN KALMAZ
Eski Batı'da, etrafta hiçbir zaman yeteri kadar kadın yoktur. Her kadın yaĢı ve
cazibesi ne olursa olsun ayakları acıyana kadar dans eder ama yine de yetmez.
Kovboylar dansetmeyi o kadar severler ki oturarak 'tepinme' fırsatını kaçırmak
istemezler.
255
Danslar 'dörtlü yapılan danslardır' ve belirli sayıda çift gerekir. Ne yapmak
lazım?
GÖNÜLLÜ VAR MI?
Basit bir çözüm var. Etrafta yeteri kadar kadın yoksa sapına kadar erkek
erkekler bir kollarına bir bandana bağlarlar. Bu kadın dansçı yerine dans
edecekleri anlamına gelir. Böylece gece sürer gider.
256
BOYLAM ARAYIġI
Coğrafi bir ölçüm birimi aramak, bir ejderhanın peĢine düĢmek kadar romantik
değildir. Ama ejderha öldürmenin hiçbir yararı yokken (en azından ejderhalara)
uygun bir ölçü birimi bulmak dünyayı ulaĢılır kıldı.
ġimdi, boylamı hatırlıyorsunuz, değil mi? Evet, biliyoruz. Biz de dördüncü
sınıfı bitireli çok oldu. Bakın, önce bir dünya küresi bulun. ġimdi, kürede, iki
farklı yönde bir sürü çizgi olduğunu görüyorsunuz. Yatay çizgilere 'enlem'
deniyor. Bunlar size ekvatorun kaç derece güney ya da kuzeyinde olduğunuzu
söyler, hatırladınız mı? Hah!
Eleme yöntemiyle gidersek, dikey çizgiler ise boylamdır. Ġngiltere'deki
Greenwich'ten geçen (ki bunun bir nedeni yok) meridyeni ilk meridyen olarak
alarak, ne kadar batı ya da doğuda olduğunuzu söylerler. Enlem ve boylam
koordinatlarını kullanarak dünyadaki her noktayı bulabilirsiniz.
BOYLAM-MOYLAM
Olay koordinatların tam olarak okunmasıdır. Enlem hiçbir zaman fazla sorun
olmadı. Ġnsanlar çok eskiden beri, belli bir günde gezegenin ne kadar kuzeyinde
veya güneyinde olduğunuza bağlı olarak güneĢin gökyüzünde daha yukarıda veya
aĢağıda göründüğünü keĢfetmiĢlerdi. Hangi günde olduğunuzu biliyorsanız öğle
vakti GüneĢ en tepe noktadayken, hesabınızı yapar ve hemen nerede olduğunuzu
anlardınız.
257
NEREDEYĠM BEN?
Bir süre bu yöntem iĢ gördü ama gemiler kıyıdan uzaklaĢtıkça baĢka bir Ģeylere
daha gerek olduğu ortaya çıktı. Boylamı hesaplamakta kullanılan geleneksel
yöntemler komik derecede yanlıĢtı. Örneğin, 28 saniyede, 15 metre aralıkları
olan halat düğümlerinden kaçının denizcinin parmağından çıktığını sayarak
yapılan uzaklık ölçümleri.
Dümdüz bir hat üzerinde sabit hızla gidiliyor olsaydı bu yöntem iĢe
yarayabilirdi; ama gemide kimse bunu yapamaz. Bir kere dalgalar, akıntılar ve
rüzgarlar vardır ve sonra ne bileyim, denizciler deniz Ģarkıları söylemek ya da
dansetmekle meĢguldürler. Bu yöntem 'ölü saymak' diye bilinir. Büyük ihtimalle
bu yöntemi kullandığınızda sonunuzun ölüm olmasından.
SAAT ARANIYOR
Enlemi bulmak için sadece tarihi ve güneĢin açısını bilmek gerekiyordu, boylam
içinse baĢka bir belirleyici boyut vardı: Bir yerdeki (buraya Greenwich,
Ġngiltere diyelim) tam saat. Dünyanın dönüĢüne bağlı olarak, gezegenin doğusunda
ve batısında farklı zamanlarda öğlen olur. Bulunduğunuz yerde tam öğle vaktinde
Greenwich'le aranızdaki saat farkını hesaplayın, kaç boylam uzakta olduğunuzu
hesaplayabilirsiniz. Ġhtiyacınız olan tek Ģey bir saat ve o sırada Greenwich'te
saatin kaç olduğunu bilmektir.
Ġnsan karada olduğunda bu yöntemin hiçbir sorunu yoktur. On yedinci yüzyıldan
itibaren sarkaç prensibi sayesinde Avrupa'da dakik saatler yapıldı. Yine de,
sarkaçlı saatler seyir halindeki gemilerde pek pratik değildir, özellikle de o
zamanlar insanların denizlerde kullandıkları çürük çarık, sarsıntılı gemilerde.
Dalgaların üzerinde sallanıp yuvarlanan bir gemi sarkaç sa-lınımıyla çalıĢan bir
saate pek uymaz.
258
ÖDÜL
1707'de binlerce denizcinin ölümüne neden olan bir aksilikten sonra (Ġngiliz
Donanma gemileri kendilerini oldukları yere göre daha batıda zannettiklerinden
gemilerin karinaları kıyı kayalıkları tarafından parçalanmıĢtı), Ġngiliz
parlamentosu boy-lamsal hesaplama için etkin bir yöntem bulan kiĢi veya kiĢilere
20 bin sterlin (bugünün 10 milyon dolarıyla karĢılaĢtırabilirsiniz) bir ödül
vereceğini açıkladı. Aralarında Sör Isaac New-ton'un da olduğu koordinatörler,
aptalca fikirlerle kuĢatıldılar.
EN APTALCA FĠKĠR
Örneğin, biri Atlantik boyunca sürekli pozisyonda savaĢ gemileri yerleĢtirmeyi
ve Greenwich'de saat tam gece yansı olduğunda 160 kilometreden görülebilecek
havai fiĢekler atmalarını önerdi. Tabii ki, bu yöntem havai fiĢek atan savaĢ
gemilerinde Greenwich'teki zamanı belirleyecek etkili bir metot olduğunu
varsayıyordu ki bu durumda gemilere gerek kalmayacaktı. Fikirleri o kadar komik
bir hal aldı ki boylam arayıĢı sözü çılgınlık anlamında kullanılmaya baĢlandı.
KAHRAMAN ORTAYA ÇIKIYOR
Boylam arayıĢının kahramanı hiç beklenmedik biriydi: Kendi kendini yetiĢtirmiĢ
bir saat yapımcısı ve marangoz olan John Harrison. Harrison üç Ģey yapmıĢtı. Ġlk
olarak, sarkacı dengeli yayların arasına yerleĢtirmiĢti. Ġkinci olarak, yaylan
çekme ve geniĢlemeye dirençli bir metal karıĢımından yapmıĢtı. Son olarak da
tahta çerçeve ve diğer ahĢap parçalar için sürtünmeyi azaltan kaygan bir tropik
ağaç kullandı. Harrison denizde de güvenilir olan ilk saati üretmiĢti
Ġlk versiyonu Hl'i alıp, 1734'de Lisbon'a ilk deniz seyahatine çıktı. Kazanan
alet H4'ü yapmadan önce Harrison üç versiyon daha üretti. 1761'de H4
Ġngiltere'den Jamaika'ya gitti ve
259
döndü; sadece beĢ saniyelik bir sapması oldu. YarıĢma kurulu o kadar Ģüpheliydi
ki saatin bunu tekrar yapmasını istediler. O zaman bile Harrison'a ödülün
yarısını verdiler. Onu alabilmesi için de Kral III. George'un araya girmesi
gerekti.
ZAMANI GELMĠġTĠ
Harrison sadece denizde pozisyon belirlemekle kalmamıĢ ayrıca dünyaya o zamana
kadar var olan en etkin zaman ölçücü-sünü sağlamıĢtı. Olay sadece nerede
olduğunuz değil, ne zaman orada olduğunuzdu. Bu anlamda boylam arayıĢı aynı
zamanda zaman arayıĢıydı. Dünyadaki yerinizi bulmaya çalıĢırken en önemli Ģey
zamanlamadır.
260
ETEKLĠKLĠ ADAMLAR
Bildiklerinize aykırı gelecek olsa da Ġskoç kilti eski bir gelenek değildir,
üstelik bir Ġskoç'un değil bir Ġngiliz'in icadıdır.
Sadece Ġskoçya'da değil dünya çapında kaç erkek Ġskoç klanlarının plili
eteklerini giymekten gurur duyar? Kaç erkek bu eski gelenekten duydukları gururu
göstermek için zaman zaman kütlerini giyer? Bunların hepsi yenilikçi bir
sanayici ve iki becerikli dolandırıcının kurbanlarıdır.
KĠLT NE ZAMAN KĠLT DEĞĠLDĠR?
Kilt olarak adlandırılan modern kıyafet 1727 civarlarında Thomas Rawlinson
adında bir Ġngiliz tarafından icat edildi. O zamana kadar Ġskoçyalıların
geleneksel kıyafeti, bele kemerle bağlanan, diz boyunda battaniyeyle gömlek
arası bir Ģeydi. Rawlinson bir demir dökümhanesi sahibiydi ve hantal
battaniyelerin iĢçilerinin iĢlerini zorlaĢtırdığını düĢünüyordu. Bu yüzden kilti
icat etti. ĠĢçilerini yüreklendirmek için de önce kendisi giymeye baĢladı. Kilt
o kadar tuttu ki 1745'de Parlamento onu Ġngiliz yaĢam tarzına bir tehdit olarak
ilan etti. Aniden bütün Ġskoçlar onu giymeye büyük bir heves duymaya baĢladılar.
Bu arada, Ġngilizler Ġskoç mitolojisi ve kostümüne aĢık olmuĢlardı. Sör Walter
Scott'un Ġskoçya'yla ilgili macera romanları en çok satan kitaplardı ve
Londra'daki Ġskoç sosyetesi çok etkin hale gelmiĢti. Gerçek Ġskoçlar alt sınıf
sayılıyor ve hor gö-
261
rülüyordu ama Ġngiliz ordusu generalleri, büyük lortlar ve toprak sahipleri
kütler giyiyor ve gayda dinliyorlardı. Ġngiliz Kraliyet Ailesi bile kilt giymeye
baĢlamıĢtı - ki bu gelenek bugün bile sürüyor.
PRENS NE ZAMAN PRENS DEĞĠLDĠR?
Kendilerine John ve Charles Edvvard Stuart adlarını veren aristokrat tavırlı,
uzun boylu, yakıĢıklı adamlar olan iki dolandırıcı iĢin içine girdi. 1800'lerin
baĢında Londra'ya gelmiĢler ve insanlara Bonnie Prens Charlie'nin gizli ama
yasal torunları olduklarını söylemeye baĢlamıĢlardı. Onun içkiciliğinden kaçan
karısı Prenses Louise bir manastıra kapanmıĢtı. Kadının orada olduğu sırada
gizlice babalarını doğurduğunu iddia ediyorlardı. Sevgili babalan bunu onlara
anlatmıĢtı ve onlar da miraslarını almaya gelmiĢlerdi.
Amaçlan Londra sosyetesini bu acayip hikayelerine inandırmaktı ama baĢaramayıp
daha iyi karĢılandıkları Ġskoçya'ya döndüler. Kısa zamanda Ġskoçya'nın bazı
önemli aristokratları onlara kraliyet üyesi gibi davranmaya baĢladı. Artık
kendilerine So-bieski Stuart adını veriyorlardı. Sobieski, Polonya kraliyet
ailesinin adıydı ve sözde babaanneleri Prenses Louise'le bağlantılıydı.
Kendilerini Ġskoç geleneği uzmanı olarak tayin etmiĢler ve bu konuda kendi icat
ettikleri fikirlere dayanarak kitaplar yayınlamaya baĢlamıĢlardı. Tarih
kitapları ve geleneksel kitapları vardı ama en büyük vuruĢları babalarının,
Ġskoç klanlarının kıyafetlerini tanımlayan on altıncı yüzyıldan kalma, Latince
el yazması bir kitabının olduğuydu. Sözünü ettikleri kitabın kopyası olduğunu
iddia ettikleri bir kitap üretmiĢlerdi ve kısa zamanda tüm Ġskoçya otantik Ġskoç
kıyafeti sandıklan kostümü giymeye baĢladı. Sonunda, 1842'de bu materyalin
resimlendiği pahalı bir kitap bastılar ve o zamandan beri onların bu fantezi
dünyaları gerçek Ġskoçya geleneği olarak kabul ediliyor.
262
EKOSE KUMAġ NE ZAMAN EKOSE KUMAġ DEĞĠLDĠR?
O zaman, bir aile ya da klana atfedilen bir ya da iki ekose deseni olurdu.
Sobieski Stuartlar kitaplanna 'aile' ekoseleriylevil-gili bir katalog eklemek
fikrini buradan edinmiĢlerdi. Resimledikleri 76 ekoseden 50'sini kendileri
yaratmıĢlardı, diğerleri ise Ġskoçya'da bulduklan çeĢitli desenlerdi.
Yarattıkları desenler bugün dünya çapında yüz binlerce insan tarafından aile
tarihinin gururu olarak kabul ediliyor ve kullanılan ekose çeĢidi 2.000'e kadar
ulaĢtı. Aslında, kimseyi yenilerini icat etmekten alıkoyan yok.
1838'de minnettar bir Ġskoç aristokratı Lort Lovat, onlara mülkleri içinden her
hangi bir yeri evleri olarak seçebileceklerini söyledi ve onlar da, kocaman bir
av köĢkü tasarlayıp inĢa ettirdikleri romantik Eilan Aigas adasını seçtiler.
Burayı silahlar, geyik boynuzları, zırhlar ve tabii ki ataları Stuart krallann
büst-leriyle donattılar. Kitapları çıktığı zaman zaferleri tamamlanmıĢtı. Ġskoç
aristokrasisi onların icat ettikleri kostümlerini giyinip önlerinde diz
çökerken, isimleri hariç her Ģeyleri tam krallar olarak, tahtlarına
oturuyorlardı.
KRAL NE ZAMAN KRAL DEĞĠLDĠR?
Gerçi hala tatmin olmamıĢlardı. Kraliçe Victoria'yı iddialarına inandırmaya
karar verdiler ama bu, kraliçeyi hiç eğlendirmedi. Onları herkesin önünde
reddedince Ġngiliz sosyetesinden dıĢlandılar. Yalancı ve Ģarlatan ilan
edildiler, kurdukları dünyaları parçalandı ve ortaya çıktıkları gibi hızla
kayboldular. Son olarak Prag'da oldukları duyuldu, daha sonra da tarih
sahnesinden çekildiler.
Son ironi: Eğer bir gün Ġskoçya bağımsızlığını ilan ederse seçtiği ulusal imaj
muhakkak ki Sobieski Stuart'ın eseri olacaktır.
263
BÜYÜK ĠSKOÇ!
Alexander Graham Bell sağırlar konusunda yaptığı çalıĢmasıyla anılmak istemiĢse
de, biz onu telefonun mucidi olarak tanırız. Alexander, 1847'de Ġskoçya,
Edinburgh'da doğmuĢtur. Büyük babası kekemelere yardımcı olan bir konuĢma
terapistiydi. Bell'in dedesi, sağırlara nasıl ses çıkaracaklarını öğreten resme
dayalı bir sistem olan 'görsel konuĢmayı' icat etmiĢti. Nasıl doğru konuĢulacağı
hakkında kitaplar yazmıĢtı. Alexander'ın annesi 12 yaĢında sağır olmasına rağmen
bir müzisyendi.
Küçük yaĢta duyduğu melodiyi çalabilen, müzik yeteneğine sahip Alexander
müzisyen olmayı planlıyordu. Hatta erkek okulunda müzik ve retorik okumuĢtu.
KonuĢma ve iĢitme iĢi bir Ģekilde aile mesleğiydi.
Daha 29 yaĢındayken telefonu icat etmesinde müzik bilgisi ve iĢitme konusundaki
tecrübesi etkili olmuĢtur. Ġlk telefon konuĢması 10 Mart 1876'da yapıldı. Bell
yan odadaki yardımcısı Watson'ı arayıp "Bay Watson, buraya gelin. Sizi
istiyorum" demiĢtir.
264
NOTA YAZMAK: NOTA SĠSTEMĠ
Bir müzisyen değilseniz, bir müzik sayfasındaki nota sistemi size cebir kadar
karmaĢık görünür. Ama müzisyenler için bu, yol gösteren kısa ve açık bir
haritadır. ĠĢinin ehli her müzisyen notaları olduğu sürece daha önce hiç
duymadığı bir parçayı çalabilir.
Bugünkü nota sistemi yüzyıllar içerisinde önemli ölçüde geliĢme gösterdi ama
temelleri tek bir kiĢiye kadar izlenebilir: 990-1050 yılları arasında yaĢamıĢ
bir Ġtalyan keĢiĢ olan Arezzo-lu Guido.
GUIDO'DAN ÖNCE
Guido bir gün kafasında mükemmel bir nota sistemiyle uyanmadı. Batı'da
yüzyıllardır nota sisteminin az geliĢmiĢ bir modeli kullanılıyordu. Guido'nun
zamanında neume olarak bilinen bir nota sistemi Gregoryen ilahilerde rehber
olarak kullanılıyordu. Neume, Ģarkıcılara "Ģurada yüksek okuyun" veya "burada
alçak okuyun" gibi direktifler veren küçük notasyonlardı. O müzik parçasını
önceden bilenler için idare ederlerdi ama Ģarkıcı veya müzisyen parçayı
bilmiyorsa yararsızdı. Müzisyenler müziği kulaktan, baĢka müzisyenlerden
öğrenmek zorundaydı. Bir repertuar oluĢturmak yıllar alırdı.
DAHA ĠYĠ BĠR FARE KAPANI
Guido'nun yeniliği özel bir perdeyi belirtmekte kullanılan
265
porteyi rafine etmekti. Yaygın biçimi, sadece do ve fa notaları için kullanılan
iki çizgiydi. Guido, biri do'nun altına diğeri do ile fa'nın arasına iki çizgi
daha ekledi. Presto- böylece her ne-umenin (ve her müzik notasının) diğerleriyle
arasındaki bağlantı açıkça görülebiliyordu. Guido buluĢu sayesinde, bir kilise
sadece on yıl yerine (çünkü her Ģey ezbere bağlıydı) sadece bir yılda
yetiĢtirmenin mümkün olduğunu söylemekten hoĢlanırdı.
KEġĠġ BANDOSUNDAN ATILIYOR
Guido'nun yenilikçi fikirleri Mozart'tan Eminem'e kadar müziğin asileriyle aynı
tepkiyi aldı: Eski nesil bundan hoĢlanmadı. Diğer keĢiĢler stilini sevmediği
için iki manastırdan atıldı.
YETENEK KENDĠNĠ GÖSTERĠR
Ancak Guido ünlenmeye baĢlamıĢtı. Papa XIX. John, Guido'nun yeni fikirlerini
duymuĢ ve onu Roma'ya davet etmiĢti ama iklim Guido'nun sağlığına iyi gelmedi.
Bu yüzden artık kendisine kucak açan manastırlardan birine geri döndü. (Tahmin
edebileceğiniz gibi papanın hayranlığı bayağı yararlı oldu.)
DO, RE, MĠ, FA, VE BÖYLECE SÜRER GĠDER
Guido baĢka bir buluĢ daha yapmıĢtı: Gam derecelerini adlandırdı: re, mi, fa,
sol ve la. Guido bunu Aziz Baptist John'un ilahisini bestelerken ve her satırın
ilk hecesini farklı bir tona denk düĢürürken yapmıĢtı. Onları: ut, re, mi, fa,
sol, ve la olarak adlandırdı. Ut Rogers&Hammerstein'ın muhakkak ki beğendiği
Ģekilde sonunda do oldu; sonuncu ton si daha sonra eklendi.
GUIDO'DAN SONRA HAYAT
Bir kez Batı nota sisteminin temeli yerleĢince ardından diğer buluĢlar da geldi.
BeĢ çizgilik porte on altıncı yüzyılda standart hale geldi; on yedinci yüzyılda
notalar bugünkü biçimini aldı.
266
Tempo ve dinamikleri betimleyen kelime ve iĢaretlerin çoğu on sekizinci yüzyılda
standartlaĢtı.
Besteciler, mikrofonlar ve elektronik müzik gibi yeni müzikal buluĢları tarif
etmeye giriĢtikçe yeni notasyonlar ekleniyor.
TEġEKKÜRLER GUĠDO!
Ama bununla birlikte, bugün ifade edilen her müzik bin yıl önceki Ġtalyan keĢiĢe
çok Ģey borçlu.
267
BĠN YIL ÖNCE YĠYECEKLER
Ortalama bir Ortaçağ köylüsünün tarlada ağır bir iĢ gününden sonra, sofrasında
bulmayı umabilecekleri üzerine bir hikaye.
YEMEKTE NE VAR? ÇOK AÇIM!
MS 1001 'de yeterli yiyecek bulmak çok zordu. Özellikle kıĢın, taze yiyecek
buimak mümkün değildi. Onuncu yüzyıldaki, bazıları üç, dört yıl süren 20 kıtlık
dönemini saymıyoruz bile. Sonuç olarak, insanlar bir sonraki fırsatın ne zaman
ortaya çıkabileceğini bilemediklerinden ne zaman fırsat bulurlarsa o zaman
yiyorlardı.
SELAM, YULAF LAPASI DÜNYASI!
Köylü Joe'nun temel gıdası yulaf lapasıydı- bugün diyetisyenler bunun kırmızı
ete dayalı beslenmeden çok daha sağlıklı olduğunu söylüyorlar. Sebzenin
mevsimine göre insanlar lahana, havuç, bezelye ve çeĢitli yeĢillikleri
yiyorlardı. Elma, armut ve kabuklu yemiĢleri ağacından topluyorlardı.
HAYATIN GAĠLESĠ
Ekmek, buğday, arpa veya çavdardan yapılıyordu ve un, kepeği alınmadan
piĢiriliyordu. Kulağa sağlıklı geliyor değil mi? Maalesef, bin yıl önce
tüketilen ekmek yabancı maddelerle doluydu. Bu yüzden sadece yavan değil, aynı
zamanda buğday bi-
268
ti ve küf doluydu. Dolayısıyla, herkesin diĢleri çürüktü ve çoğu insan ağız
kokusundan muzdaripti.
EKMEK ĠÇĠN ÇILDIRANLAR
Her Ģeyden kötüsü bir mantar paraziti tarafından enfekte olmuĢ çavdarın
yenilmesinden dolayı sık sık ergotism salgınları patlak veriyordu. Ergotamin
içeren mantar piĢtikten sonra ölümcül bir halüsinojene dönüĢüyordu. Enfekte
olanlar delilik benzeri semptomlar gösteriyor ve kendilerine ne olduğunu
anlayamıyorlar, sonra da ölüyorlardı.
BAHARATLI AT KÖFTESĠ
Bin yıl önce atlar temel çiftlik hayvanı olarak öküzün yerini almaya baĢladı.
Ama protein kaynağı olarak da zevkle yeniliyorlardı- bol miktarda hardalla
birlikte. Tuz, biber ve diğer baharatlar Karanlık Çağlar'da çok revaçtaydı;
sadece eti korumakla kalmıyor aynı zamanda bozuk etin kokusunu da bastırıyordu.
ORTAÇAĞ USULÜ MĠNĠMALĠZM
Bir Ortaçağ sofrası kurmak çok kolaydı, çünkü tabak yoktu. Asiller bile tabak
kullanmazlardı. Yemekler yuvarlak, düz ve kalın ekmek dilimlerinin üzerinde
servis edilirdi. Ekmek tabakların avantajı, yemeği yağlarını emerek yenilebilir
hale getirmesiydi. Tabaklar moda olduğunda tabağınızdaki yemeği yanınızda
oturanla paylaĢmanız adetti.
Davetlilerin kendi bıçaklarıyla gelmeleri istenirdi, çatal ve kaĢık ise
Avrupa'ya çok daha sonraları girmiĢtir. Doğu Akdenizliler iki uçlu çatalları
yüzyıllardır kullanıyorlardı ama bu gelenek ancak 1071'de bir Yunan prensesinin
Venedikli bir donla evlenmesiyle yayıldı. Zengin Venedikliler bunu bir moda
olarak kabul ettiler ama Avrupa'nın kalanı bunu fark edene kadar çatal sadece
Venedik'te kullanıldı.
269
ġAMPĠYONLARIN KAHVALTISI
Köylüler yavan yemeklerini yutmak için içerler de içerlerdi. Aslında, bin yıl
önce alkollü içecekler her sınıftan ailenin eğlence ve rahatlama aracıydı. ġarap
asillerin ve zengin orta sınıfın gözde içkisiydi. Ama herkes bira içerdi, hatta
kahvaltıda bile... Alkol oranı da bugünkünün üç-dört katıydı.
MayalanmıĢ baldan yapılan mead kuzey Avrupa'da revaçta olan bir tür biraydı ve
insanı katır tepmiĢ gibi yapacak kadar sertti.
BU BĠR MUCĠZE!
Bira o zamanlar o kadar aranan bir maldı ki bir Ġsveç kralı en iyi bira yapanı
seçmiĢti. Bir Ġsveç kraliçesi olan Aziz Brigitte'in, Ġsa'nın mucizesini bir
farkla, suyu Ģaraba değil de biraya çevirerek tekrarladığı söylenir.
ELLERĠNĠ TAVUK KEMĠĞĠNDEN AYIRMA, DOSTUM!
Masa terbiyesi söz konusu olduğunda görgülü insanların (kraliyet, asiller ve
genel olarak zengin sınıflar) kurallar gereği yemekte gaz çıkarmamaları, yere
sümkürmemeleri ve tükürme-meleri, burunlarını karıĢtırmamaları ve bit bulmak
için baĢlarını kaĢımamaları lazımdı.
YEDĠĞĠMĠZ YEMEK ĠÇĠN ġÜKÜRLER OLSUN
Her gün monoton yemeklerini elde etmek için yırtınan ve bardakları dolduğunda
kendilerini Ģanslı sayan zavallı köylülerin bu kuralları taktığı yoktu.
• • •
TAVUKLARIMI SERBEST BIRAKIN!
Leonardo da Vinci insanların hayvanları yemesine o kadar
270
I
karĢıydı ki bazen canlı kümes hayvanları satın alıp onları serbest bırakırdı.
"Genç yaĢlarımdan beri et yenilmesine karĢıyım ve bir gün insanların hayvanları
öldürmesinin insan öldürmek gibi cinayet olarak kabul edileceğine inanıyorum"
diye yazmıĢtı.
271
OLĠMPĠYAT TEġHĠRĠ!
Atletlerin madalya yerine oyun aĢkıyla çabaladıkları, sportmenliğin gözde olduğu
antik Olimpiyatlara dönebilmeyi diliyorsanız... Maalesef hayalleriniz yıkılacak.
Ġlk Olimpiyat Oyunları MÖ 776 yılında yapıldı ama gerçek baĢlangıcı mitolojide
yatar. Efsaneye göre Herakles (Romalı-lar'da Herkül) Olimpia adındaki kutsal bir
Yunan ovasında bir yarıĢ kazandı. Sonra da Olimpiyat koĢusunun her dört yılda
bir tekrarlanmasını buyurdu.
ÇIPLAK OYUNLAR
Antik Olimpiyatlar ve modern Olimpiyatlar arasındaki en büyük fark o zamanlar
atletlerin formalarına reklam almamalarıydı çünkü zaten reklam alabilecek bir
formaları yoktu, antik oyunlar çıplak oynanıyordu.
Ġlk yarıĢmacılar MÖ 720'ye kadar Ģort giyiyorlardı. Sonra, Pausanias adlı antik
bir yazara göre bir adam daha hızlı koĢmak için Ģortunu fırlatıp attı. Bu
Ģortsuz adam yarıĢı kazandıktan sonra giysiler kaldırıldı.
SERT, DAYANIKLI VE HEP EN ÖNDE
Bazı tarihçiler çıplaklığı teĢvik edenin savaĢçı Spartahlar olabileceğini
düĢünüyor. Erkek ve kadınları çıplak olarak egzersiz yaparlardı -ki kadınlarınki
oldukça tartıĢmalı bir konuydu.
272
I
Ama en iyi atletler Spartalılar'dı ve diğer Ģehirler bu yüzden onları taklit
etmek istemiĢ olabilirler.
DĠĞER ÇIPLAK OYUNLAR
Ġlk Olimpik oyunlar sadece koĢulardı ama daha sonraki yıllar içerisinde yeni
oyunlar da eklendi: pentatlon, at yarıĢları, at arabası yarıĢları ve boksla
güreĢ karıĢımı pankration. Zamanla oyun sayısı yirmi üçe kadar çıktı. Çıplaklık
koĢucuların iĢine ya-ramıĢsa da jokeylere pek iyi gelmediği söylenebilir.
BARIġÇIL DÜġMANLAR
Kıyafet giymeme kuralının önemli bir nedeni daha vardı: Kıyafetleri olmayınca
atletler silah saklayamıyorlardı. O zamanlar Yunan Ģehirleri çoğunlukla savaĢ
halindeydiler. Ama Olimpiyat Ģenlikleri sırasında ateĢkes yapıyorlar, böylece
herkes Olim-pia'ya emniyet içerisinde gelebiliyordu.
DüĢmanlık, silah ve ordu yasaktı. Hatta ölüm cezası bile geçici olarak
durduruluyordu. Bununla birlikte, kimse baĢkasına güvenmiyordu. Oyunların kökeni
savaĢa dayanıyordu ve atletler spor karĢılaĢmalarının yanı sıra savaĢa da
hazırlanıyorlardı. AteĢkese genellikle uyuluyordu.
KADINLARIN KATILMASI YASAKKEN
Kadınların erkeklerin oyunlarını izlemesi ve yarıĢlara katılması yasaktı. Güya
bunun çıplaklıktan ziyade Zeus'a hizmet gibi dinsel nedenleri vardı. Kadınların
da Olimpia'da Zeus'un karısı Hera Ģerefine kendi yarıĢları vardı zaten. Onlar da
soyunup yarıĢabilir ve defneden örülmüĢ çelenklerini kazanabilirlerdi. Ha aklıma
gelmiĢken, bir kadın, erkek Olimpiyatlarını seyrederken yakalanırsa, baĢ aĢağı
Typaeum dağından atılırdı.
ANTĠK ELLER
SavaĢ ve kadınlar, antik Olimpiyatlarda yasaktı ama Ģiddetin
273
bir sakıncası yoktu, ilk Olimpiyat oyunlarının bazıları profesyonel güreĢçilerin
gayet nazik olduklarını düĢündürebilir. YarıĢmacılar rakiplerine çelme
takabilir, nasıl desek, nazik yerlerine yumruk ya da tekme atabilirdi.
Pankration yarıĢçıları hızlı bir zafer için parmak kırabilirdi, hatta bir
pankrationcu bu iĢte o kadar baĢarılı olmuĢtu ki 'Parmak Kıran' lakabını
almıĢtı.
ZENGĠN ATLETLER
Günümüzün milyoner profesyonelleri antik Olimpiyatçıların kuzenleridir. Bizler
Yunan atletlerinin idealist amatörler olduklarını düĢünmekten hoĢlanıyorsak da
atlet sözcüğü Yunanca'da ödül için yarıĢan anlamına gelir. Aristo, Eflatun ve
Sokrat paranın oyunlara getirdiği ahlaki düĢüĢten Ģikayet edip durmuĢlardır.
Yunanlı hekim Galen "Büyük gelirleri dolayısıyla atletlere krallar gibi tapmak
mı gerekir?" diye sormuĢtur. Hım.
ġEHRĠN ANAHTARINDAN DA FAZLASI
Olimpiyat yarıĢmacılarına oyunlara katılmaları için para ödenirdi- ve az para
değildi. MÖ 6'da Atina, bugünün 600 bin doları civarında bir ikramiye ödemiĢti.
Atinalı Ģampiyonların tiyatronun ilk sıralarında yerleri ve hayat boyu
belediyede bedava yemek hakları vardı. Hatta baĢka Ģenliklerde görünerek de para
kazanırlardı.
DĠYET
Atletler sıkı çalıĢırdı. Altıncı yüzyıldan itibaren çalıĢtırıcı tutmaya
baĢladılar. Bugün olduğu gibi diyet ve egzersiz modası vardı. Ġtalya'da,
Croton'lu atletler et diyetine inanırlardı ve baklagiller yasaktı. Antik
Olimpiyatların en büyük güreĢçisi Croton'lu Milo'nun bir oturuĢta 18 kilo et ve
ekmek yediği bunları da 7,5 litre Ģarapla yuttuğu söylenir. Kariyeri boyunca 32
Ģampiyonluk kazanmıĢtır.
274
UCUZ POLĠTĠKALAR
Biliyorsunuz politikayı oyunların dıĢında tutamazsınız. Politikacılar yarıĢmalar
arasında konuĢmalar yaparlardı, ama insanların onları dinleyip dinlemedikleri
bilinmiyor. Kampanya yürüten politikacılar popülerliklerini artırmak için at
arabalarına sponsor olurlardı. Hatta oyunların yapıldığı Olimpia'daki Ze-us'un
tapınağının hangi Ģehrin kontrolü altında olacağı üzerine Ģiddetli politik
tartıĢmalar bile yapılırdı.
DAHA ÇOK ġEY DEĞĠġĠYOR
Tüm sorunlarına rağmen Olimpiyatlar barıĢçıl yarıĢma ve kiĢisel baĢarı
ideallerini destekledi. MS 395'de Ġmparator I. The-odosius pagan Ģenliklerini
tasfiye ederken Olimpiyatları da yasakladı. Ama Olimpiyatların ruhunu öldüremedi
ve 1896'da Atina'da modern Olimpiyatlar baĢladı. Bu kez herkes giyinikti ama
antik atletlerinkinden farklı olsa da hala sorunları vardı.
ONLARA DAHA SONRA GELMELERĠNĠ SÖYLEYĠN
Antik Yunanlılar için Olimpiyatlar her Ģeyden önemliydi. Hatta MÖ 3 80'de
Ġranlılar saldırırken ve Yunan Ģehir devletlerinin bağımsızlığı tehlikedeyken
bile binlerce seyirci Olimpiyat stadyumundaki boks finallerini izledi.
275
MASONLARDAN NE HABER?
Ha, evet, masonlar. ġu, tapınaklarına girdiklerinde ne yaptıkları meçhul
esrarengiz topluluk. Muhtemelen iyi bir sey yapmıyorlardır- ürkütücü üyeliğe
kabul ayinleri, pagan tanrıları kutsama ve strip poker...
Kimdir bu adamlar ve içerde ne yapıyorlar? Dünyayı gerçekten onlar mı yönetiyor?
Evet, aslında olabilir. Ya da çılgınca bir teori olabilir ama bir an için böyle
olduğunu farz edelim, kendi söyledikleri gibi, Ģu anda dünya çapında milyonlarca
üyesi olan masum bir sosyal kardeĢlik organizasyonu oldukları doğrudur. En iyisi
gelin kendimiz bir göz atalım.
MASONLARIN KÖKENĠ
Masonların kökeni büyük ihtimalle, 1475 yılında Edin-burgh'da kurulan, duvar
ustaları (Ġngilizce'de mason- ç.n.) ve marangozları birleĢtiren bir
organizasyona dayanır. 1489'dan itibaren fıçı yapımcılarından baĢlamak üzere
baĢka zanaatkarlar da, bu organizasyona katılabilir oldular. Modern masonluğun
1717'de Great Lodge of London'm (Londra Büyük Locası) kuruluĢuyla baĢladığı
kabul edilir. Yüzyıl boyunca örgüt, baĢlangıçtaki mesleki birlik özelliğinden
uzaklaĢtı ve daha ziyade, çeĢitli meslekler ve iĢlerden bir erkekler kulübü
haline geldi. Sadece sembolleri ve resmi kıyafetleri (duvarcı ustasının önlüğü)
ilk günleri çağrıĢtırıyor.
276
ÜYELĠK LĠSTESĠ
Soru kimin mason olduğu değil kimin olmadığıdır. Benjamin Franklin, George
Washington, Albay Harland ve Micheal Ric-hards (Seinfield dizisinin Kramer'ı).
Çok sayıda senatör, temsilci ve Yüksek Mahkeme yargıcının yanı sıra en sonuncusu
Ge-rald Ford olmak üzere birçok Amerikan baĢkanı masondu. Bu yüzden masonlar
dünyayı yöneten grup olsalar da olmasalar da ellerinin direksiyonda olduğu
söylenebilir.
Ġnsanları masonlar konusunda Ģüpheye düĢüren, üyelik kayıtları değil; yıllardır
grup içinde sürdürdükleri 'üyeliğe kabul ayinleri' ve masonların bu aĢamalardan
geçerek elde edebildikleri derecelerdir. Bu ayinler gizli ve paganistiktir.
Masonların 'Evrenin Büyük Mimarı' kavramı en fazla kafalara takılan konudur.
Masonlara karĢı olanlara göre 'Büyük Mimar' masonların iddia ettiği gibi daha
yüksek bir varlığın genelleĢtirilmiĢ tanımı değil, Canaaniteler'in (Eski
Samiler) tanrısı Baal'in tezahürüdür. Masonlar bu iddia karĢısında gözlerini
devirirler.
Masonlar yıllar boyunca çok fazla tepki çektiler ve hatta An-ti-Mason Parti
adında bir parti bile kuruldu. Partinin kuruluĢu 1826'da, güya masonların tüm
gizleri ve ritüellerini anlatan bir kitap hazırlamakta olan duvarcı ustası
William Morgan'ın esrarengiz bir Ģekilde ortadan kaybolmasından sonraya denk
gelir. Morgan bulunamadı ve onu masonların öldürdüğü söylencesi yayıldı.
HER TAġIN ALTINDAN BĠR MASON ÇIKIYOR
Anti-Mason Partisi eyaletler ve yerel düzeyde baĢarı sağladı, hatta eski
BirleĢik Devletler BaĢkanlardan John Quincy Adams'ın 1830'da Temsilciler
Meclisi'ne seçilmesine yardımcı oldu. Yine de ulusal çapta baĢarısız oldular.
1832'de baĢkan adayı William Wirt sadece Vermont'u aldı ve dört aday arasında
dördüncü olabildi. Kazanan, iki dönem Tennessee Masonları
277
Üstadı Andrew Jackson'dı. En büyük rakibi ise Kentucky Üstadıydı. Ġroniktir ki
Anti-Mason Parti'nin desteklediği Wirt de bir masondu! Görüyorsunuz, bu adamlar
her taĢın altından çıkıyor.
MASONLAR ġÖVALYELERE KARġI
Bugün bile Hıristiyanlığın birçok kolu, özellikle de yakın zamana kadar Mason
kulübüne katılan üyelerini aforoz eden Roma Katolik Kilisesi, masonluğa Ģüpheyle
bakıyor. Her ne kadar masonlukla Roma Katolik Kilisesi birbiriyle bağdaĢmasa da
artık kimseyi aforoz etmiyorlar. (Bir sosyal kardeĢlik bağı için yanıp tutuĢan
Katoliklerin, kiliseyle aleni bağı olan Colombus ġövalyeleri vardı.) Masonlar
elbette, topluluklarının dünyayı ele geçirmeyi amaçlayan pagan bir hizip olduğu
iddiasına hararetle karĢı çıkıyorlar. Ama dünyayı ele geçirmeyi amaçlayan bir
pagan hizbi de böyle yapmaz mıydı?
Kim Gerçek Kilise ile dünyayı ele geçirmeyi amaçlayan pa-gancı bir hizbin
kavgasının ortasında kalmak ister ki? Kene gibi ezilirsiniz. Bu konuda taraf
olmaktansa, biz size bazı Web linkleri veriyoruz ve sizi kendi kararınızı
vermeye davet ediyoruz. ĠĢte Katolik Ansiklopedisinin masonluk bölümü
http://www.newadvent.org/cathen/09771a.htm Ve mason bakıĢ açısından, bir Mason
olan Edward L. King'in bilgilendirici sitesi: http://www.masoninfo.com/
KAFĠR KOTASI
Engizisyon on ikinci yüzyılda, Hıristiyan olmayan dinsel mezheplerin Avrupa'da
yayılacağından endiĢelenmeleriyle baĢladı. Fransa, Ġngiltere ve Ġtalya'daki
dindar asiller Gerçek Kili-se'ye karĢı potansiyel tehditleri ortaya çıkarmaya
baĢladılar; itiraf eden kafirleri evlerinden ve iĢlerinden atıp, evet, canlı
canlı
278
.
yaktılar. Dört yüzyıl boyunca Engizisyonun yöntemleri değiĢti ama itiraf eden
kafirin mallarının müsadere edilmesi geleneği hiç değiĢmedi.
On üçüncü yüzyıla kadar ölüm cezası kural değildi. Belki o sırada, Kilise
kafirlerin cezalandırmasının iyi bir iĢ sahası olabileceğini fark etti. Aniden
ölüm oranları patlama yaptı ve Vatikan hesap defterindeki kar hanesi de aynı
oranda yükseldi. 1184'de III. Lucius'tan baĢlamak üzere Katolik Papalar,
Avrupa'nın farklı bölgelerindeki Engizisyon haklarını, fast food mümessilliği
gibi dağıtmaya baĢladılar. Vatikan yerel Engizisyona belirli sayıda kafiri
yakması için kota koyuyor ve her sezon belirli bir paraya el koyuyordu.
279
CASUSLUKLA ALAKASI OLMAYAN MATA HARĠ
Mata Hari tarihe, Birinci Dünya SavaĢı'nda Almanlar için birçok dili çözen
egzotik dansçı olarak geçti. Bu sınıf atlamak isteyen kadın, Fransızların hiçbir
sırrını Almanlara vermemiĢti; yine de 1917'de kendisine atfedilen suçlarından
dolayı kursuna dizildi.
Mata Hari'nin ismi, Jezebel ve Delilah gibi güzelliklerini güçlü adamları
köleleri yapmak ve ihanet etmekte kullanan fem-me fatallerle birlikte anılır.
Ama Mata Hari'nin gerçek hikayesi onun hakkında bilinenlerden farklıdır.
HOLLANDALI KÜÇÜK KIZ
Asıl adı Margaretha Geertruida Zelle olan Mata Hari, Hollanda'nın Leeuvvarden
kentinde doğdu. Görünen o ki baĢtan beri çılgın biriydi. Kocası Rudolph
MacLeod'la gazeteye verdiği bir ilan aracılığıyla tanıĢmıĢ ve Java'daki görevine
giderken ona katılmıĢtı. Birkaç yıllık birlikteliklerinin ardından egzotik dans
kariyerine baĢlayacağı Paris'e kaçtı.
KÖTÜLÜK PEġĠNDE BĠR YAġAM
Kısa zamanda baĢarı kazandı. Parisli seyirciler açık saçık, iç gıcıklayıcı
gösterilerini, Oryantal dansçının tüller altına gizledi-
280
ği güzelliğini bir an için olsun görebilmek için akın ettiler. Ma-ta'nın gözü
yükseklerdeydi ve kendisine dans-tiyatro karıĢımı ciddi bir meslek edinmeye
çalıĢtı. Hatta birkaç Ġtalyan opera tiyatrosuna bile yazılmıĢtı ama insanlar
sadece tüllerini açmasını istiyorlardı. Kötü ün salmıĢ birçok özel partinin de
ziyafetiydi.
39 VE SONRASI
1915'den itibaren Hari'nin kariyeri hızla düĢüĢe geçti. Sahnede gittikçe daha az
dans ediyor ve yatağından gittikçe daha fazla adam geçiyordu. Kısa süre önce
ortaya çıkan belgeler, Mata Hari'nin aralarında besteci Giacomo Puccini, Baron
Henry de Rothschild, Fransız SavaĢ Bakanı Adolphe-Pierre Messimy, Fransız SavaĢ
Bakanı Adolphe-Pierre Messimy, zengin Alman toprak sahibi Alfred Kiepert ve son
olarak da Alman askeri ataĢesi BinbaĢı Arnold Kalle'nin de olduğu düzinelerce
aĢığı olduğunu gösteriyor.
SÜRTÜKLER KAZANAMAZ
Büyük olasılıkla, onu öldüren bu son aĢk iliĢkisi oldu. 1917'de Mata Hari
Fransızlar tarafından tutuklanarak Almanlar için casusluk yapmakla suçlandı.
Mata Hari'nin casus olduğuna dair bir Alman planının deĢifre edilmiĢ mesajlarını
üretmiĢlerdi. Fransızlar casusluk yaptığını kanıtlayamadılar; ayrıca birçok üst
düzey Fransız subayı Mata Hari'nin defalarca Almanların eylemleri hakkında
Fransız karĢı casusluk örgütü ajanlarına bilgi vermeye çalıĢtığını söylediler.
YANLIġ HESAP
Mata Hari Almanların mesajlarının, söz konusu BinbaĢı Kalle'nin kendisine askeri
harcamalara ayrılmıĢ hesaptan para ödemesinden kaynaklandığını iddia etti. Adam
hesabını ĢiĢiriyor-muĢ! Ne gam. Mata Hari adamlar için casusluk yapmaktan mah-
281
kum oldu ve 1917'de kurĢuna dizildi. Söylentiye göre manganın dikkatini dağıtmak
için bluzunun düğmelerini sökerek göğsünü açmıĢtır. Aslında cesaretle ilerlemiĢ
ve düğmeleri ilikliymiĢ.
ÇOK GEÇ
Savcı Andre Mornet 40 yıl sonra "Bir kediyi kamçılatmaya yetecek kadar bile
delil yoktu" diye itiraf etti. Fransızlar bu benzetmeleri nerden bulurlar? Dava
sırasında Mata Hari'nin sivil tanık çağırmasına izin verilmemiĢti ve mahkum
olmasına neden olan deliller tutarsız ve çeliĢkiliydi. Tarihçiler olayı Alman
karĢıtı histeriye ve Mata Hari'nin Almanlarla da yatmasından hoĢlanmayan
davacılarının kindarlığına bağlıyorlar. Fransızların seks (ve diğer her konu)
hakkında tuhaf fikirleri var.
ÇETĠN CEVĠZ
Nancy Hart Amerikan Ġç SavaĢı'nda bir Güney casusuydu. 20 yaĢındayken yakalandı
ve Yankiler tarafından hapse atıldı. Gardiyanlardan biri ona güvenip,
dikkatsizlik edince adamın silahını çaldı, onu vurdu ve kaçtı.
282
PAPA BĠR KADINDI
Dokuzuncu yüzyıl Papası VIII. John parlak, nazik, müziğe yetenekli biriydi... ve
kadındı. En azından bazı tarihçilere göre böyle. Diğerleri ise bunun tamamen
efsane olduğunu söylüyor.
Kadın papa hikayesinin çeĢitli versiyonları varsa da size en bilinenini
aktarıyoruz. Joan (ya da Jeanne) adlı bir Ġngiliz kadın eğitim alamaması
gerçeğine sinirlendi. O zamanlar, kitabi eğitimin kadınlar için gereksiz ve
hatta zararlı olduğu düĢünülüyordu. Bu yüzden Joan erkek kıyafetlerine, büyük
olasılıkla da keĢiĢ kıyafetlerine büründü ve kendine Ġngiliz John (baĢka
hikayelerde Mainz'li John) adını verdi.
ÇOK ÖZEL BĠR HANIMEFENDĠ
Eğitim almak için, bilgeliğiyle herkesi etkilediği Atina'ya gitti. Daha sonra
bilim öğreteceği Roma'ya geçti, Roma Katolik Kilisesi'nin merkezi idari birimi
Curia'da sekreter oldu ve sonunda kardinal yapıldı. Daha önce olduğu gibi,
yetenekleri alimlerin dikkatini çekti. Ġdaresi kusursuz kabul ediliyordu.
Hala erkek kıyafetleri içindeki Joan papa seçildi. Daha sonraki iki yıl beĢ ay
dört günde pozisyonunu gayet iyi idare etti. Ama bir gün kendini ele verdi. Roma
sokaklarındaki dini bir tören sırasında papa atından indi ve seyircilerin dehĢet
içindeki bakıĢları arasında oracıkta bir çocuk doğurdu.
Burada hikaye farklılaĢıyor: Bazılarına göre çocuğu doğurur-
283
ken veya hemen sonrasında ölür. Diğerlerine göre ise öfkeli kalabalık onu atının
kuyruğuna bağlar ve Ģehirde dolaĢtırır, sonunda da ölene kadar taĢlar. Bir diğer
versiyonda hemen papalıktan azledilir ama uzun bir yaĢam sürer- günah çıkarır,
hem de bol bol. Bu sonuncu hikaye ironik bir ayrıntıyla sona erer: Oğlu büyür ve
bir piskopos olur.
KĠMDĠ O?
Kadın bir papadan ilk olarak dokuzuncu yüzyıl tarihçilerinden Kütüphaneci
Anastasius söz eder. Joan'ın adı ilk papaların listelerinde geçer. Hikaye
hakkında daha gerilere gidildiğinde on üçüncü yüzyıl Dominikli tarihçiler
tarafından yazılmıĢ çeĢitli biçimleri vardır. Bunlardan biri, Polonyalı bir
rahip olan Trop-pau'lu Martin tarafından 1265'de yazılmıĢ bir rapordur. Martin
isimler, ayrıntılar vermiĢ ve Joan'ın papalığını dokuzuncu yüzyıla
yerleĢtirmiĢtir. Curia'da papaz olarak hizmet ettiğinden onun hikayesi en çok
inanılanıdır. Martin gibi Dominik rahipleri, Avrupa üniversitelerinde ünlüydü ve
Dominik rahibeleri de alim kategorisindeydiler, bu yüzden eğitimli bir kadın
fikri o zamanki çoğu insanın aksine Dominiklilere fazla yabancı gelmedi. Ama
zaman geçti ve on yedinci yüzyıldan itibaren Katolik tarihçiler hikayeyi kabul
etmediler ve Joan'ın varlığını sorguladılar. (Ama Ģu kahrolası Protestan
tarihçiler hikayeyi anlatmayı sürdürdü.)
Papa Joan hikayesini destekleyenler çeĢitli tuhaf ayrıntılar sundular. Güya,
Joan'ın hükümranlığının hemen ardından, papa adayları için yeni bir kontrol
zorunlu hale getirildi. Papa adayı, aĢağıdan elle veya gözle cinsiyetinin
kontrol edilebileceği tuvalet benzeri bir sandalyeye oturmak zorundaydı. BaĢka
bir hikaye Papa Joan çocuk doğurduğundan beri papalık ayinlerinin sokaklarda
yapılmasından vazgeçildiğini söyler. Katolik Ansiklopedisi ise bu değiĢikliğin
nedeni olarak, papalık ayini için sokakların dar olmasını gösteriyorlar.
284
SAHNE, EKRAN VE KURGU YILDIZI MI?
Gerçek ya da hayali kahramanımız 1972'de Papa Joan adlı filmde Liv Ulman
tarafından canlandırıldı. Joan ayrıca Tarot destelerine ve oyun kağıtlarına da
yansıdı. Aslında, Victoria döneminde Ġskoçya'da Papa Joan adlı bir kağıt oyunu
oldukça popülerdi.
Hikayenin kadınları papazlıktan uzak tutmak için kullanıldığı söylenir. Daha
sonraları bu hikaye Katoliklik karĢıtları tarafından propaganda olarak
kullanılmaya baĢlandı.
Vatikan kayıtlarına göre tüm papalar açıklanmıĢtır ve aralarında Joan yoktur.
Listede yer alan VIII. John'un ise tam bir biyografisi mevcuttur: Roma'da
doğmuĢ, 872-882 yılları arasında papa olarak hizmet etmiĢ, politikayla yoğun
olarak uğraĢmıĢ, Roma'yı iĢgal etmesinler diye Müslümanlara rüĢvet vermiĢ ve
akrabaları tarafından öldürülmüĢtür.
285
PARDON, ġU POLKA YAPAN BENĠM BACAĞIM MI?
1278'de, sıradan bir Alman köylüsüsünüz. Toprak sahiplerinin, papazların,
varlıklı tacirlerin, çıldırmıĢ komĢuların, karınızın ve çocuklarınızın canınıza
okuduğu sıradan bir gün geçiriyorsunuz. Bundan sonra ilk hatırladığınız
sokaklarda dansettiğinizi? Alkol mü çarptı? Ya da daha uğursuz bir nedeni mi
var?
Gün gayet sakin baĢladı. BeĢte kalktınız, inekleri sağdınız, damı bir kez daha
gübreyle kapladınız. ġimdi biraz alıĢveriĢ ve belki de kasabada birkaç saat
eğlenme vakti. Kendinize çeki düzen verdiniz ve oğlanlarla bir bira içmek ve
akĢam kumanyası almak için kasabaya yollandınız.
HOPPAA!
Kasaba yolunda, MaaĢ Nehri Köprüsü'nde neredeyse 200 kiĢiyle karĢılaĢtınız.
Tuhaf bir nedenle çılgınca dans ediyorlar. Aniden siz de onlara katılmaya ikna
oluyorsunuz! Dakikalar içinde, bir bakıyorsunuz hep beraber çırpınıyor, baĢınızı
dövüyor, ister istemez bacaklarınızı sallıyorsunuz ve bedenleriniz yerlerde
sürünüyor. Hanım bunu bir duyarsa diye düĢünüyorsunuz.
AZĠZ VITUS'U ZĠYARET
Aniden, köprü dansçıların ağırlığıyla çöküyor ve grup nehre
286
dökülüp telef oluyor. Ama siz ve 10 kiĢi daha kurtuluyor! Haklı olarak
"Merhametli Meryem!" diye çığlık atıyorsunuz. Kasabanın papazı sizi ve
diğerlerini peĢine takıp hızla takdis etmek ya da baĢka bir nedenle kiliseye
götürüyor.
Aziz Vitus'a adanan kiliseye ziyaretiniz mucizevi bir etki yaratıyor. Sakin,
karanlık kiliseye girmenizle üzerinizdeki çılgınlık aniden yok oluyor. Papaz,
"Düzeldiler!" diye bağırıyor. Dans edenlerden sağ kalanlar, "Düzeldiler!" diye
tekrarlıyor.
SADECE VEBA
O sabahki deneyiminiz tarihe Aziz Vitus'un Dansının esrarı diye geçecektir.
Vitus da bundan böyle Dans Vebası olarak adlandırılan Ģeyden acı çekenlerin
azizi olacaktır.
TARĠHĠ HĠSTERĠ
Ama bu olay sadece Almanya'nın o lanetli bölgesinde görülmedi. Ortaçağ boyunca
Avrupa'nın çeĢitli yerlerinde çok sayıda insanın baĢına geldi. Bunlar,
insanların büyük gruplar halinde sergiledikleri, histeriden baĢka bir adla
tanımlanamayacak bir tür ruhsal sıkıntıdan kaynaklanan fiziksel belirtilerdi.
Dans çılgınlığı bu histerinin semptomlarıydı. Psikiyatrik dergi ve kitaplar,
kendini öldüresiye dans eden insanların hikayeleriyle dolup taĢarak olayı
belgeledi.
HASTAYIM
Bu hastalığı tanımlamak için kullanılan dans etmek terimi Latince'deki chorea
sözcüğünden geliyor ve kollar ve bacakların kontrolsüzce savrulmasını niteliyor.
Chorea olarak adlandırılan tıbbi bir durum da söz konusu, ama çoğu uzman
Ortaçağda görülen bu istem dıĢı dans etme davranıĢının psikolojik bir fenomen
olduğunda hemfikir.
287
KOYVER GĠTSĠN!
Ama yine uzmanlara göre dans etmenin bulaĢıcılığı, Ortaçağın baskıcı ortamından
kaynaklanan bir toplu histeri semptomu; dans, hayattan bezmiĢ köylülerin boĢalma
yöntemi.
TONY VE TĠNA'NIN DÜĞÜNÜ
Tarantella adlı hareketli Ġtalyan dansının kökleri de dans cinnetine uzanır.
Tarantella isminin iki kaynağı olabilir: tarihçiler, ilk salgınların patlak
verdiği Taranto kasabasından mı, yoksa tarantula ısırığı kurbanlarının dans eder
gibi davranmasından mı geldiğine karar veremiyorlar. Her halükarda, tarantella
artık Atlantik'in iki yakasında da Ġtalyan düğünlerinin vazgeçilmez dansı.
288
KÜFÜ PARÇALAMAK: PENĠSĠLĠNĠN KEġFĠ
En yakın rakibi, günün en sıcak saatlerinde 8 kilometrelik trafik sıkıĢıklığında
oturabilmemize olanak veren vulkanize kauçuğun keĢfidir. Bu, gerçekten çok
eğlenceli olsa da, bir bakterinin elinde kokuĢarak ö'memek her zaman bir
numaradır.
ġaĢırmayın yirminci yüzyılın baĢlarına kadar insanların bakteri kaynaklı bir
rahatsızlıktan kokuĢarak ölmeleri gayet ciddi bir olasılıktı. On dokuzuncu
yüzyılda (diğer Ģeylerin yanı sıra, doktorları uzmanlık rozeti gibi sürekli
taktıkları kanlı önlüklerinin, bir hastadan diğerine mikrop taĢıdığına ikna eden
Joseph Lister sayesinde) genel sağlık önlemlerinde önemli geliĢmeler oldu ama
sorunlar devam etti.
BAKTERĠNĠN ÜREYĠġĠ
Bakteriler minicik Ģeylerdir ve hiç beklenmeyen yerlere girip sizi öldürene
kadar orada üremekten zevk alırlar. Bu, bakteriler için pek de akıllıca
sayılmaz. Ev sahibini öldürmek gıda kaynaklarının da tükenmesine yol açar; ama
bakterilerin aklı yoktur ve zaten topu topu 20 dakika yaĢadıklarından bunu
önemsemeleri için bir sebep de yoktur.
SAVAġAN ENFEKSĠYON
ġimdi birlikte Birinci Dünya SavaĢı'nın savaĢ alanlarına ba-
289
kalım. Bu acımasız savaĢta, birçok asker çamurların içinde yuvarlanıyor,
vuruluyor, süngüleniyor ve ara sıra da gazla zehirleniyordu. ġanslıysalar, hemen
çamurun içinde ölürlerdi, aksi takdirde büyük ihtimalle ölüm onları hastanede
bekliyor olurdu; yaralarından dolayı değil, yaralarının enfeksiyon kapması
kaçınılmaz olduğu için. Doktorlar çoğu askerin ölümünden bakterilerin sorumlu
olduğunu biliyordu, bu yüzden araĢtırmacılar antibiyotikleri keĢfetmek için
uğraĢıp duruyorlardı. Ġskoçyalı Ale-xander Fleming de onlardan biriydi.
LABORATUARDA ÜRÜYOR
Fleming Birinci Dünya SavaĢı sırasında antibakteri cephesinde pek fazla ilerleme
gösteremedi (zaten baĢkaları da gösterememiĢti) ama 1928'de kültür ürettiği,
çıbandan toksik Ģoka kadar birçok hastalığa neden olabilen Staphylococcus
mikrobu sürülmüĢ kaplardan birinde tuhaf bir Ģey fark etti. Fleming üstünü
kapatamadan önce kaptaki maddeye havadan gelen bir Ģey bulaĢmıĢtı ve bu her ne
idiyse staphylococcusu vahĢice yok ediyordu.
Eğer Fleming ahmağın teki olsaydı kültür örneğini fırlatıp atardı çünkü mikrop
bulaĢan numuneler çöpe atılıyordu. Ama Fleming bir bilim adamıydı ve neyse ki
bir Ģey bulduğunun farkındaydı.
ARAMIZDA BĠR MANTAR VAR
Penicillium notatum'u bulmuĢtu. Penicilli, mikropları öldüren; sadece birkaç
tanesini değil her tür bakteriyi öldüren bir tür kimyasal salgılıyordu ve
Fleming bunu ĢaĢkınlık içinde penisilin olarak adlandırmaya karar verdi. Peki
ama penisilin bunu nasıl baĢarıyordu? Bakterilerin birleĢme sürecini
engelleyerek. Bakterilerin yaĢamlarını sürdürebilmeleri için, yeniden ürerken
290
bir hücre duvarı örmeleri gerekir; penisilin bakterilerin bu duvarı
oluĢturmalarına engel oluyordu. Böylece bakteri ölüyordu. Sizi öldürmeye
çalıĢıyor olmasalar acıklı bir durum bile denebilir.
ANTĠBĠYOTĠKLER ÜRÜYOR
Antibiyotikler sizi, bu birleĢme sürecini engelleyerek iyileĢtirirler.
Bakterilerin vücudunuza arsa muamelesi yapmalarını engellemenin en iyi yolu
vücudunuza adım atmalarına izin vermemektir.
BAġARI ÖYKÜSÜ
Bu iĢin bit yeniği ki bu tür durumlarda hep bir bityeniği vardır, doğal
penisilinin pek kalıcı, dolayısıyla da pek yararlı olmamasıdır. Fleming mucize
ilacı bulmuĢtu ama onunla bir Ģey yapamıyordu. Hayal kırıklığı içinde 1931'de
penisilin araĢtırmasını rafa kaldırdı. Oxford'lu araĢtırmacılar Howard Florey ve
Ernst Boris Chain penisilinin kalıcı sentetik bir türevini üretin-ceye kadar
beklemek gerekti. 1940'da beklenen oldu ve penisilin mikropların kıçına tekmeyi
bastı. Fleming, Florey ve Chain 1945'de Nobel Tıp Ödülü'nü kazandılar. Ayrıca
Sör unvanını da aldılar. Penisilin onlara iyi gelmiĢti.
CIK, CIK, CIK...
Penisilin bize de çok iyi geldi; artık ağrıyan bir boğaz pek azımızın ölümüne
neden oluyor. Yine de, kendinize fazla güvenmeyin. Yapılmaya değer her Ģeyi aĢın
yapma eğilimindeki insanlık, son 60 yılını antibiyotikleri yanlıĢ kullanmakla
geçirdi. Antibiyotikleri anlamsızca viral enfeksiyonlar için de kullanıyoruz.
Antibiyotikleri hasta olmayan hayvanları daha iri ve ĢiĢko yapmak için
kullanıyoruz. Antibiyotikleri prospektüslerinde belirtildiği Ģekilde değil de
kendimizi iyi hissedene kadar alıyoruz. (Kendinizi daha iyi hissediyorsanız,
daha iyisinizdir değil mi?)
291
TÜBERKÜLOZ OLMAK YA DA OLMAMAK
Sonuçta ilaca inanılmaz derecede bağıĢıklık geliĢtirmiĢ bakteriler ürettik.
Bugünlerde etrafta dolanan her antibiyotiğe bağıĢık bazı tüberküloz mikropları,
hatta mikroplara zarar verdikleri kadar size de zarar verecek toksik
antibiyotikler var.
SABUN YOK
Sorun sadece tüberküloz değil tabi ki; Staphylococcus, Streptococcus ve
Pneumococcus kısacası bildiğimiz bütün coc-cus'lar bağıĢıklık geliĢtirdiler.
Enterococcus faecalis ve Pseudo-monas aeruginosa kanınızı zehirlemek için
tetikte bekliyorlar. ĠĢte size düĢünmeniz için bir konu: Bugünün bebek
bezlerinde streptomisine bağıĢık e.koli bulundu.
Sorun Ģu ki; streptomisin otuz yıldır hastalık tedavisinde kullanılmıyordu. Buna
evrim diyorlar ahbap. Bu sürece inanmayanlar, bir gün bir kulak enfeksiyonu
yüzünden kendilerini morgda bulunca çok ĢaĢıracaklar. Ġyi de ben ne yapabilirim
diye soruyorsunuz değil mi? Ġlk olarak, Ģu aptal antibakteriyel sabunları
kullanmayı bırakın. Onunla sadece iĢleri daha da kötüleĢti-riyorsunuz.
EN ACISI
Antibiyotikleri kasıtlı olarak yanlıĢ kullanmamız onlardan elde ettiğimiz bütün
faydayı ortadan kaldırmıĢ olabilir. Bu durum, Prometeus'un insanlara ateĢi
verip, insanların alevleri seyretmek için birkaç orman yaktığını gördükten
sonra, geri alması gerektiğine karar vermesine benziyor. Antibiyotikleri kaza
eseri bulduk ama kaybediĢimiz kendi hatamız olacak.
292
GERÇEK CESURYÜREK
Film meraklıları Mel Gibson'un Braveheart'ta (Cesuryürek) büyük bir baĢarıyla
canlandırdığı Ġskoç asilerinin lideri William Wallace'ı hiç unutmayacaktır. Ama
Hollywood efsaneyi kurtarana kadar, Wallace Ġskoçya'da neredeyse unutulmuĢtu.
1995 tarihli Cesuryürek filminin yapımcısı Randall Wallace araĢtırma için
Ġskoçya'dayken Renfrewshire, Elderslie'deki Wallace Anıtı'nı ziyaret etti.
Yapımcı heykelin yanında oturan gençlerle konuĢtu ve onlara kasabalarının
kahramanı hakkında ne düĢündüklerini sordu. Çocukların heykelin William Walla-
ce'ı temsil ettiğinden haberleri yoktu ve adamın adını bile duymamıĢlardı.
WILLIAM KĠM?
ġimdi Wallace'ın kim olduğunu biliyorlar. Ama bu arada Wallace'ın Ġskoçya'yı
özgürleĢtirmek için verdiği savaĢın karanlık ve kanlı yönleri kolayca
unutulabilir. Wallace Ġskoçların Ġngilizlere karĢı direniĢinin büyük lideriydi.
- Diğer taraftan köyleri yıktı, kiliseleri yaktı ve savaĢ süslemeleri yapmak
için düĢmanlarının derilerini yüzdü.
ÖLÜM, YALANLAR VE FĠLMLER
Artistik yaklaĢım Cesuryürek'de Wallace'ın aile hikayesini epey değiĢtirdi.
Erkek kardeĢlerinden biri tümüyle iptal edildi,
293
diğeri ayağa dolaĢmaması için Wallace'ın babasıyla birlikte erkenden öldürüldü.
Wallace'ın yaĢamöyküsü anlatımı kolaylaĢtırmak için eğilip büküldü. Ġskoçya'da
yazılanlar Wallace'ı asil dev bir fatih yaparken; Ġngiltere'de yazılanlar ise
onu bir kanun kaçağı ve katil ilan etti.
WALLACE'IN ÖYKÜSÜ DĠZELERE DÖKÜLÜYOR
Cesuryürek, Wallace'ın Walter Bower'ın Scotichorum'unda yer alan tasvirine
dayanır. Bower onu 1440'larda, Wallace'ın ölümünden 135 yıl sonra yazmıĢ ve
Wallace'ı mükemmel gösteren ama her zaman doğru bilgi vermeyen Ġngiliz karĢıtı
propagandayı esas almıĢtır. Bower'ın anlatısı, romantik epik bir Ģiire, Kör
Harry'nin The Wallace'ına esin kaynağı oldu. Bu Ģiir birkaç yüzyıl boyunca
Ġskoçya'nın ulusal efsanesiydi. Bazı Ġskoç evlerinde Ġncilin yanına konuldu.
GERÇEK WILL AYAĞA KALKAR MISIN LÜTFEN?
Peki Wallace'ın mitolojiden arındırılmıĢ hikayesi nedir acaba? Birincisi,
heykelini hatırlıyor musunuz? O yanlıĢ kasabada olabilir örneğin. On üçüncü
yüzyıl Ġskoçyası'yla ilgili bilinenler genellikle muğlaktır; ama modern
araĢtırmalar bu büyük adamın Ayrshire, Ellerslie'de doğduğunu gösteriyor.
'Wallace' ismi 'Welsh' (Galli- ç.n.) anlamına gelir, ataları büyük ihtimalle
Batı Ġskoçya'ya göç eden Galce konuĢan göçmenlerdi. Wallace bir Ģövalye ve küçük
toprak sahibi olan bir adamın oğluydu. Asil değildi ama zengin Ġskoç üst
sınıfının iyi eğitim görmüĢ bir üyesiydi. Cesuryürek'te Mel Gibson iyi giyimli,
zengin, parlak bir on üçüncü yüzyıl savaĢçısının portresini çizebilirdi ama bu
durumda hayranları vahĢi saçlı, boyalı yüzlü halini kaçırmıĢ olurdu.
STĠRLĠNG ZAFERĠ
Wallace parlak bir kumandandı. Ġskoçların sayıca çok zayıf olduğu 1297'deki
Stirling Köprüsü SavaĢı, askeri kariyerinde
294
önemli bir noktadır. Stirling Köprüsü çok dardı, bu yüzden bir seferde çok az
sayıda asker geçebiliyordu. Sayıca kötü durumda olan Wallace Ġngiliz
birliklerini ikiye bölmeyi baĢardı; böylece köprünün kuzey yanına geçmiĢ olan
Ġngilizlerin manevra yapacak alanı kalmadı ve geri çekilmelerinin de yolu
kesildi. Walla-ce'ın adamları o gün , orada 5.000 kadar Ġngiliz'i katletti;
Ġngiliz hazinedarının yüzülen derisi de Wallace'ın kılıcının kemerini süsledi.
WALLACE DA MELEK SAYILMAZ
Wallace ordusunu Ġngiliz sınır bölgesi Northumberland'a kadar götürdü. ĠĢte
burada Wallace'ın hikayesinin karanlık yanı ortaya çıkar. Ġngiliz kumandanları
Ġskoçya'yı yakıp yıkarak boyun eğdirmeye çalıĢmıĢlardı. ġimdi açlıktan kıvranan
Ġskoçya'ya yiyecek götürmek için Wallace ve adamları Ġngiliz Ģehirlerine yağmaya
gidiyorlardı. Kasabaları yaktılar ve sakinlerini öldürdüler ki Ġngiliz askerleri
dönerlerse yardım alamasınlar. (Wallace geri dönmeye çalıĢacaklarını biliyordu.)
Büyük Walla-ce ve adamları Northumberland'da Ġngilizlerin Ġskoçya'da oldukları
kadar acımasız davranmıĢlardır.
WALLACE APTAL DEĞĠLDĠ
1298'in yazında Kral I. Edward Ġskoçya içlerine doğru ilerleyen büyük bir
ordunun baĢına geçti. Northumberland'ı yakmıĢ olan Wallace sayesinde, yaklaĢan
Ġngiliz ordusu neredeyse açlıktan ölüyordu.
ASĠL BĠR ġÖVALYE AMA BĠR ASĠL DEĞĠL
1298'in baĢlarında bir zamanda Wallace, büyük olasılıkla Carrick Kontu Robert
Bruce tarafından Ģövalye ve Ġskoçya'nın tek koruyucusu ilan edildi. Ortaçağda
sade bir Ģövalye için tüm asillerden daha güçlü bir pozisyon elde etmek çok
önemli bir ba-
295
sarıydı ama Wallace ĢaĢırtıcı baĢarıların adamıydı. Yine de, ts-koçya'daki en
güçlü adam olarak hızlı yükseliĢi kendisine düĢmanlar da kazandırmıĢtı. Wallace
sayesinde Ġskoçya tekrar bağımsızlığını kazandı ve Robert Bruce tahta geçti.
1305'de Wallace'ı Ġngilizlerden daha tehlikeli bulan Ġskoç asilleri onu
Ġngiltere'ye, I. Edward'a teslim ettiler.
ĠNGĠLTERE'DE ġEHĠT OLUYOR
Ġngilizler Wallace'ı halka açık bir yargılama için Londra'ya götürdüler. Belki
de Kral I. Edvvard'ın yaptığı en büyük hata Wallace'a iĢkence yaptırmak, sakat
bıraktırmak, iç organlarını söktürmek ve halkın önünde parçalatmak oldu. I.
Edward, Wal-lace'ı Ġskoçya'da bir Ģehit ve Ġskoç bağımsızlık mücadelesinin bir
sembolü yapmıĢtı. Wallace'ın hayatı (karanlık yanı da dahil) cesaret ve özgürlük
mücadelesi olarak kabul edildi. On sekizinci yüzyıl Ġskoç Ģairi Robert Burns
Ģöyle der: "Wallace'ın öyküsü damarlarıma, zamanın bentleri sonsuz uyku için
kapanıncaya kadar kaynayacak olan bir Ġskoç taraftarlığı akıttı." Vay canına.
Üstelik Burns Mel Gibson'u görmemiĢti bile.
Bir zamanlar Ġskoçlar tarafından dönek olarak kabul edilen Robert Bruce sonunda
Wallace'dan da büyük bir kahraman oldu. Defalarca Ġngilizlerle barıĢ yapıp
bozdu. Bruce 1304'te Ġskoç tahtını ele geçirmek ve halkın desteğini almak için
kiliseyle bir anlaĢma yaptı. 1305'de tahtta hak iddia etmek için Scone'a gitti
ve Ġskoçya Kralı I. Robert olarak taç giydi. Bunu farklı sonuçları olan bir sürü
savaĢ izledi. Kanlı bir yenilgi sonrasında Ġngiliz ordusundan kaçıp karanlık bir
mağaraya saklanmıĢtı. Ünlü efsaneye göre, orda yenilginin sıkıntısıyla
otururken, ipeksi ağına tırmanmaya çalıĢırken tekrar tekrar yere yuvarlanan ufak
296
bir örümcek gördü. Örümcek yine de vazgeçmiyordu. Bruce örümceğin
kararlılığından öyle etkilendi ki kılıcını kaptı ve "Ġlk seferinde
baĢaramadıysan, tekrar tekrar dene!" diye bağırdı.
297
TAKMA DĠġ MEVZULARI
Takma diĢin tuhaf hikayesini çiğneyin bakalım.
Ġster birini ısırmak isteyin, ister akĢam yemeğinizi diĢlemek, sahte bile
olsalar diĢlere ihtiyacınız var demektir. Takma diĢler, tek diĢler, tam damak
veya ara köprüler, hepsinin geçmiĢi 2.000 yıl öncesine, Etrüskler'e kadar
dayanır. MÖ 700'lerde su aygırı veya balina diĢleri, ustaca yapılmıĢ takma
diĢlerde kullanılan materyaller olmuĢtu. Maalesef, Etrüsk dönemi, 1800'lere
kadar ağız donanımı tarihinin zirvesi olarak kaldı.
ANTĠK DĠġÇĠLER
Antik Yunanlılar sahte bir diĢin gerçek diĢe altın bir telle bağlanmasından
oluĢan takma diĢleriyle aĢırı gurur duyarlardı. Gururlu ama, bu iĢ bir servete
mal olduğundan daha fakirlerdi. (Bazı Ģeyler hiç değiĢmiyor.) Gerçekten çok
zengin olanlar altın, gümüĢ, akik ve sedeften takma diĢler yaptırırlardı.
UĞRUNA ÖLÜNECEK TAKMA DĠġLER
Kraliçe I. Elizabeth kraliyet sırıtıĢındaki boĢlukları kumaĢla kapatırdı. Daha
ileriki yıllarda ölülerin diĢlerini kullanmak gibi nahoĢ bir uygulamaya
gidilecekti. Waterloo SavaĢı sırasında ölen askerlerin diĢleri toplanmıĢtı.
298
YENĠ GELĠġMELER
1774'de Fransız diĢ sihirbazları Duchateau ve Dubois de Charmant ilk porselen
takma diĢ setini imal ettiler. Ġnsanlar yayla tutturulan ve insanın ağzından
fırlamak gibi utandırıcı alıĢkanlıkları olan takma diĢlerden sonra bu geliĢmeyi
memnuniyetle karĢıladılar.
AHġAP GÜLÜCÜK
Maalesef yeni teknoloji, diĢlerinden çok çektiği söylenen George Washington'un
pek iĢine yaramadı. Ve 'tahta' olarak bildiğiniz Ģu ünlü baĢkanlık protezleri
tahtadan yapılmadı. ÇeĢitli materyallerden yapıldı ama tahtadan değil. Bu
1999'da ispatlandı, Washingtön'un gezici sergiye konulan kalıntıları arasında
'takma diĢleri' de vardı.
DĠġ ECZACISI
1808'de Giuseppangelo Fonzi çelik bir çiviyle yerine tutturulan tek bir porselen
diĢ yaparak büyük ilerleme gösterdi. Cla-udius Ash 1837'de orijinal porseleni
geliĢtirdi ve takma diĢlerin kullanımı ABD'de yaygınlaĢtı. Anestezinin keĢfiyle
birlikte diĢçilik mesleği sıçrama yaptı. Azot oksit ilk olarak 1790'larda
tanımlanıp denenmiĢ olmasına rağmen eter, diĢçi William Morton tarafından
1846'da ağrı kesici olarak baĢarıyla kullanıldı.
SUÇ ARAġTIRMALARINDA DĠġLER
DiĢ sağlığı hizmetlerindeki geliĢmeler sayesinde takma diĢ kullananlar azaldı.
Ama takma diĢler hakkında bilinenler suç araĢtırmalarında büyük yarar sağladı.
1849'da Dr. George Park-man'ın cesedi takma diĢlerinden teĢhis edildi. Yapay
diĢler çoğunlukla asitte erimez, bu da 1949'da Bayan Durand Deacon'u asit
banyosunda öldüren John Haigh'in mahkum edilmesini sağladı. Kadın öldürüldüğü
sırada takma diĢlerini takıyormuĢ.
299
PARILTILI GÜLÜMSEMELER
Ġnsanlar kısa süre içerisinde patentli incilerinin o kadar güzel parlamasının
nedeninin uranyum içermesi olduğunu keĢfettiler. 1942'de yapay diĢlerde uranyum
kullanımının patenti alındı. Neden mi? Çünkü doğal diĢler gibi içinde uranyum
olanlar da ültraviyole ıĢığı altında fosforlu gibi parlıyordu. ABD'de yapay
diĢlerdeki uranyumun diĢ ağırlığına oranı yüzde 0.05'tir. Yine de ağzın içine
normal düzeyin sekiz katı radyasyon yayıyorlar. Kullanımının devam etmesi,
insanları güzelleĢtirdiği gibi yanlıĢ bir fikre dayanır. Bu teori, bazı yapay
diĢlerin ıĢık altında beyaz değil de kırmızı, sarı ve yeĢil parladıkları
anlaĢıldığında kapı dıĢarı edildi. Hükümet 1980'lerin ortalarında diĢlerde
uranyum kullanımını yasakladı.
ÇĠP TAKILMIġ DĠġLER
Hisashi Kishigami adında, çok miktarda diĢ protezi temizleyen Japon bir diĢçi,
onlara mikroçip takmaya baĢladı. Böylece sadece doğru kiĢiye takılacaklarını
garantilemekle kalmıyor ayrıca kaybolan akıl hastaları ve Alzheimer
kurbanlarının (takma diĢlerini takmayı unutmamıĢlarsa) bulunmasına ve ölülerin
teĢhis edilmesine de yarıyorlardı. (Öldüğünüzde takma diĢleriniz ağzınızda
olsun.)
300
I
TARĠH! KÖTÜ TARĠH!
Ya da, tarih bilginizi neden Hollywood'dan edinmemeniz gerektiğine dair 10
neden.
Sinemaya gitmek, eğlenmek ve Amerika'nın yıllık 6 milyar dolarlık film
endüstrisini desteklemek için iyi olabilir ama tarih öğrenmek için berbat bir
yöntemdir. Hatta tarihsel olarak yanlıĢ olduğu açık komedi filmleri veya özel
efektlerle bezenmiĢ fantezileri bir kenara bıraksak bile, güya daha yetkin olan
tarihsel drama türü filmler de yanlıĢ tarih bilgileriyle doludur; hikayesi daha
basit, daha heyecanlı veya Mel Gibson'a uygun olsun diye gözden geçirilmiĢtir.
Oscar kazanmıĢ filmler bile tarih öğretmeninizi yerinden hoplatacak yanlıĢlarla
doludur. Kanıt olarak, iĢte size tarihi hafife alan en yeni tarihsel dramlardan
on tanesi.
Pearl Harbor (2001): Filmde, Japon Zero'ları Pearl Harbor saldırısından önce,
beysbol oynayan sevimli Amerikan çocuklarının üzerinden alçak uçuĢ yaparlar; bu
çocuklar top oynamak için oldukça erken kalkmıĢ olmalı, çünkü saldırı sabah 8'de
gerçekleĢmiĢti. Pasifik Filosu BaĢkumandanı Amiral Husband Kimmel, hazırlıksız
yakalandığının altını çizmek istercesine golf oynamaktadır. Oysa baskın
gerçekleĢtiğinde yeĢilliklerin yakınında bile değildi. (Donanmanın Ģamar oğlanı
Kimmel baskından sonra görevden alınmıĢ, daha sonra temize çıkmıĢtır.)
Filmin kahramanları Ben Affleck ve Josh Hartnett uçakları-
301
na atlayıp Japon pilotlarıyla savaĢırlar; gerçek hayatta, havala-nabilen
pilotlar Kenneth Taylor ve George Welch'dir. Daha sonra Affleck ve Hartnett,
Doolittle'ın Tokyo baskınına katılırlar; gerçekte her iki muharebeye de katılan
pilot yoktur. Affleck ayrıca Ġngiliz Hava Filosu'nda hizmet verirken gösterilir.
Gerçi hava filosunda Amerikalılar vardı ama bunların hepsi sivillerdi. Son bir
yanlıĢ daha: Filmin bir sahnesinde, bir denizci üzerinde 'HAWAIF yazan bir dolar
gösterir; Japonlar Hawaii'yi iĢgal ederse tedavül dıĢı sayılabilmeleri için
basılan o banknotlar, 1942 Temmuz'unda, Pearl Harbor baskınından epey sonra
çıkarılmıĢtır.
On Üçüncü Gün (Thirteen Days) (2000): Kevin Costner'ın Domuzlar Körfezi'nde,
John Fitzgerald Kennedy'nin de (JFK) yardımıyla nükleer savaĢı engellediği film.
Çoğu tarihçi ve olay sırasında orada olanlar, Costner'ın canlandırdığı JFK'in
danıĢmanı Kenny O'Donnell'ın filmde gösterildiği gibi önemli bir role sahip
olmadığını ileri sürüyorlar. Aslında filmdeki birçok kritik sahne, O'Donnell'ı
gerçekte yapmadığı birçok Ģeyi yaparken gösteriyor: Bobby Kennedy'yi Sovyet
elçisiyle görüĢmeye götürmek, pilotlara Küba'ya uçmalarından önce ajitasyon
çekmek ve Kennedy'nin bir televizyon konuĢmasından önce onunla birkaç dakika
geçirmek gibi.
Filmin bir de gazete reklamlarında kullandığı F-15 Eagle savaĢ jetleri ve
Spruance sınıfı destroyer fotoğrafları var. Bunların ikisi de 1970'lere kadar
ordu hizmetinde değillerdi. Hata film yapımcılarına değil reklam ajansına aitti.
Gladyatör (Gladiator) (2000): Bu Oscarlı Roma filmi baĢtan sona hatalarla dolu.
Öncelikle Russell Crowe'un canlandırdığı Maximus'a uyan hiçbir tarihi general
yok. Tabii ki Commo-dus adında bir oğlu olan gerçek bir Marcus Aurelius var.
Ama, Commodus, imparator seçilmeyeceğini anlayıp Marcus Aureli-
302
us'u öldürtmedi. Babası MS 180'de öldüğünde zaten kendisi imparatordu. Dahası,
Commodus üst sınıflar açısından bir skandal olsa da gladyatör diye geçinmekten
memnundu ama intikam hırsına kapılmıĢ eski bir general tarafından dövüĢ
sırasında öldürülmedi. 192'deki gerçek ölümü daha da tuhaftır: DanıĢmanlarının
tuttuğu Ģampiyon bir güreĢçi tarafından boğuldu.
Bir de Roma Ġmparatorluğu, filmde anlatıldığı gibi Commo-dus'un ölümünden sonra
tekrar cumhuriyet olmadı. Commodus'un yerine imparator olarak Publius Helvius
Pertinax geçti ve öldürülmeden önce üç ay hükümranlık sürdü.
Vatansever (The Patriot) (2000): Ne Mel Gibson'ın canlandırdığı Benjamin Martin,
ne de kötü adam Wiiliam Taving-ton gerçekte varolan karakterler, ama her ikisi
de gerçekte yaĢamıĢ iki karaktere hafifçe benziyorlar. Sırasıyla; Francis
'Bataklık Tilkisi' Marion ve Ġngiliz Yarbay Banastre Tarleton. Hafifçe terimini
kullandık çünkü Francis Marion'un köleleri vardı ve iyi bir dövüĢten hoĢlanırdı
(Gibson'un savaĢa gitmeye gönülsüz ve tarlalarında çalıĢması için özgür
siyahlara para ödeyen Mar-tin'inden epey farklı).
Tarleton 'Kanlı Ban' lakabını kazanmak için insanlar içindeyken kiliseleri ateĢe
vermedi. Ayrıca filmin heyecanlı finali olan Covvpens SavaĢı'nda ölmedi; 1833'e
kadar yaĢadı.
Dikkatinizi çekeriz Covvpens SavaĢı sırasında filmde gösterildiği gibi ağır top
gücü mevcut değildi. Sadece Ġngilizlerin getirdiği iki hafif top vardı. Bundan
baĢka tüfek ve kılıçlar vardı ki bunlar da yeterince öldürücüdür. Aklımıza
gelmiĢken, filmde resmi edalı yaĢlı bir adam olarak tasvir edilen Ġngiliz
kumandan Lort Cornvvallis o sırada aslında 42 yaĢındaydı ve o savaĢa
katılmamıĢtı. Ġngiliz güçlerine Tarleton tarafından kötü bir Ģekilde komuta
edildi. 1.500 adamının 600'ünü kaybetti; kolonicilerin kaybı ise sadece 72 idi.
303
U-571 (2000): Filmin ABD baskın ekibi askerlerinin bir Alman denizaltısına ani
bir baskın düzenledikleri ve Enigma Ģif-releyicisini çaldıkları bölümü
hatırlıyor musunuz? Böyle bir Ģey hiç olmadı. ABD, Enigma makinesinin ele
geçirilmesinde hiçbir rol oynamadı; bu Ģeref 9 Mayıs 1941'de Alman U-110
denizaltlısına tırmanarak Enigma makinesini, Ģifre anahtarlarını, anahtar
kitapları ve diğer kriptolojik kayıtları ele geçiren Ġngilizlere aittir.
Almanlar sonradan kendi donanma Enigma makinelerini daha karmaĢık hale
getirdiler ve Ġngilizlerin aynı manevrayı tekrarlayarak 30 Ekim 1942'de U-559'a
çıkmaları gerekti. Enigma makinesini ele geçirme harekatında iki denizci boğuldu
ama sinyal anahtar kitapları ele geçirildi, böylece müttefikler Ģifreleri
kırabildiler. Amerikalılar Alman U-505 denizaltısına 1944'de çıktılar. Bu sırada
hassas belgeler, haritalar ve bazı önemsiz (ekibin lideri Teğmen Albert David'e
Kongre ġeref Madalyası kazandıran) Ģeyleri ele geçirdiler ama bu aynı Ģey değil.
ABD'nin doğu kıyısı sularında devriye gezen ve 1942-1943 yılları arasında birçok
ticari gemiyi batıran U-571 adında bir Alman denizaltısı vardı. 28 Ocak 1944'de
Kuzey Atlantik'te bir Müttefik uçağıyla çatıĢmaya girdi ve battı.
Elizabeth (1998): Bu filmdeki birçok insan yanlıĢ zamanda yanlıĢ yerde bulunuyor
ya da asla olmadıkları yerlerde ortaya çıkıyorlar. Filmde Katolik Kilisesi'nin
Kraliçe Elizabeth'e muhalefetine önderlik eden Piskopos Stephen Gardiner,
Elizabeth'in taç giymesinden üç yıl önce ölmüĢtü. Filmde 38 yaĢında çevik bir
adam olan Sör William Cecil, Elizabeth tahta çıktığında yaĢlı bir adamdı;
1598'deki ölümüne kadar kraliçenin en yakın danıĢmanlarından biri oldu.
Kraliçeden yirmi-otuz yaĢ büyük canlandırılan sinsi Francis Walsingham, aslında
ondan sadece bir yaĢ büyüktü. Filmde Elizabeth'in savaĢta ölen aĢığı Robert Dud-
304
P
ley gerçekte savaĢta ölmedi ve 1588'deki ölümüne kadar kraliçenin yakın arkadaĢı
olarak kaldı. Filmdeki baĢka bir tarihsel hata ise Elizabeth'in papa tarafından
aforoz ediliĢi ile ilgilidir; bu çok daha sonra 1570'de olmuĢtur.
Amistad (1997): Bu ünlü köle gemisi isyanım anlatan filmdeki karakterlerin çoğu
gerçek insanlara dayanıyorsa da Morgan Freeman'ın canlandırdığı Theodore Joadson
öyle değildir. Amistad'ın kıĢın limana girdiği gösterilir; gerçekte, limana 1839
Ağustosunda girmiĢtir. Ġlginçtir, 1839'da Amistad'ın limana girdiği
Connecticut'ta kölelik hala yasaldı; 1848'deki genel affa kadar da devam etti.
Film ayrıca aralarında eski baĢkanlardan John Quincy Adams'ın da olduğu
avukatlarını yasalarla ilgili soru yağmuruna tutan ve savunmanın hazırlanmasına
yardımcı olan, Afrikalıların lideri Cinque'i de gösteriyor. Ama onun bunu
yaptığına dair hiç kanıt yoktur.
Cesuryürek (Braveheart) (1995): Burada da çok fazla Ģikayetimiz var ama konuyu
kısa tutmak amacıyla gelin önce filmin karakterlerinden William Wallace
(yakıĢıklı Mel Gibson) ile Prenses Ġsabella (Ģehvetli Sophie Morceau) arasındaki
iliĢkiye odaklanalım. Filmde Ġsabella, Wallace'la birlikte olup oğlunu III.
Edward olarak tahta geçirmeden önce, Ġngiliz kralı I. Ed-ward adına pazarlık
eder.
Wallace Ġngilizler tarafından ele geçirilip 13O5'te paramparça edilerek
öldürülür (Film bu konuda haklıdır). 1292'de doğan isabella ise Wallace
öldürüldüğü sırada henüz 13 yaĢındadır. O sırada zaten kral olan II. Edward'la
ancak 1308'de evlenir. (Ama Elizabeth'in, kocasının 1327'deki tahtan
indiriliĢinde önemli bir rolü vardır.)
Film, I. Edward'ın Wallace'ın ölümünün hemen ardından gelmeyen ve kesinlikle bir
gün bir Ġskoçyalının tahtını ele geçi-
305
receği korkusundan kaynaklanmayan 1307'deki ölümünü de hayli değiĢtirir. Hem,
Ģunu da belirtmekte yarar var; I. Ed-ward'ın oğlunun, eĢcinsel sevgililerini
pencereden atmak gibi bir huyu yoktu.
Hoffa (1992): Jimmy Hoffa'nın yönetmen Danny De Vito tarafından canlandırılan
samimi arkadaĢı Bobby Ciaro, sendika baĢkanının iniĢli çıkıĢlı kariyeri boyunca
hiç yanından ayrılmaz. Bu, sadakatin ta kendisidir ya da Bobby Ciaro diye biri
gerçekten olsaydı -gerçek yaĢamdaki birçok insanın bileĢimiyle yaratılmıĢ bir
karakterdir- buna sadakat denirdi. Film ayrıca, Hoffa ve Ciaro'nun arabada
öldürüldüklerini, daha sonra hareket halindeki bir kamyonun arkasına
atıldıklarını gösteriyor. Kimse gerçekten Hoffa'nın baĢına neler geldiğini (bunu
ona yapanlarla kendisi haricinde) bilmiyor, bu da tamamen kurgu.
JFK (1991): O kadar çok tarihsel yanlıĢ var ki nereden baĢlamak gerektiğini
kestirmek zor. Örneğin filmde David Ferrie (Joe Pesci) Kennedy cinayeti hakkında
bilgisi olduğunu itiraf ediyor; gerçekte Ferrie bir Ģey bilmediğini tekrarladı.
Dealey Plaza kanıtı sunulurken filmde, 51 kiĢi, silah sesinin Grassy Knoll'dan
geldiğini duyduğunu iddia ediyor. Halbuki ABD Meclis AraĢtırma Komisyonu sadece
20'sini not etmiĢ. Filmde tanık Lee Bower Warren Komisyonu'na "bir parıltısı" ve
"duman" gördüğünü söylüyor; aslında Bowers bunu Warren Ko-misyonu'na ifade
vermesinden epey sonra, yazar Mark Lane'e söylemiĢti. Filme göre Dallas belediye
baĢkanı konvoyun güzergahını değiĢtirir; aslında yol günler öncesinden
belirlenmiĢ, hatta gazetelerde bile yayınlanmıĢtı. Böylece sürüp gidiyor.
Ġnsanlar bu konuda önümüzdeki yıllarda da tartıĢmayı sürdürecekler.
ġiĢman Adam ve Küçük Çocuk (Fat Man and Little Boy) (1989): Nükleer bombanın
doğumunu anlatan filmdeki bir sah-
306
nede, bilim adamı Micheal Merriman'ın bombanın yapımından önce diğerleriyle
birlikte çalıĢırken, bir nükleer reaksiyonu durdurduğu görülür. Ancak bu sırada
yüklü miktarda radyasyona maruz kalarak ölür. Eğer 'Micheal Merriman' gerçek
olsaydı oldukça üzücü bir durum olurdu ama değil; o da konuyu hareketlendirmek
için tasarlanmıĢ bir baĢka 'bileĢik' karakter. Bu tür bir olay daha önce yaĢandı
ve Manhattan Projesinde çalıĢan bir bilim adamının ölümüne neden oldu: Kanadalı
fizikçi Louis Slotkin. Ama bu 1946'da bombaların Japonya'ya düĢmesinden altı ay
sonra gerçekleĢti.
307
HĠJYEN TARĠHĠNĠN KĠRLĠ SIRLARI BÖLÜM III: GÜLÜMSE
DiĢ çürümesinin dizginleniĢi.
DiĢ fırçalarından önce ağaç dalları kullanılırdı. Bir dal parçası alır ucunu
tirfilleninceye kadar diĢlerdiniz. Tirfiller gittiğinde keser aynı iĢlemi
tekrarlardınız. On dokuzuncu yüzyıla kadar insanlar diĢlerini bir dal parçası ve
masa tuzuyla fırçalardı.
FIRÇA
En eski diĢ fırçaları 1500 civarlarında Çin'de icat edilmiĢ (baĢka nerede
olabilirdi ki?) ve 1600'lerde oldukça rağbet göreceği Avrupa'ya gelmiĢtir. Ondan
önce, Avrupalılar diĢlerini sülfür yağı veya tuz solüsyonuna batırılmıĢ bez
parçalarıyla veya süngerle temizlerdi. Bazen bez ya da sünger bir sopaya
bağlanırdı (geliĢme diye buna denir). Çin versiyonu ise bir bambu parçasına ya
da kemiğe bağlanmıĢ domuz kıllarından oluĢurdu. 1938'de DuPont tarafından
geliĢtirilen naylon lif, mükemmel diĢ fırçası kılı oldu.
DĠġ MACUNU
En lezzetli diĢ macunlan, eskiler tarafından kullanılan toz haline getirilmiĢ
meyve, bal veya kurutulmuĢ çiçeklerdi. Ama diĢlerinizi Ģu iğrenç reçetelerle
yapılmıĢ macunlarla fırçaladığı-
308
nızı bir düĢünün: fare, tavĢan kafası veya kertenkele karaciğeri. On dördüncü ve
on beĢinci yüzyıl Ġspanya ve Hollanda el yazmaları, idrarın saklanarak diĢleri
temizlemekte kullanıldığını ileri sürüyor. 1850'lerde tebeĢir diğer bir popüler
maddeydi. 1800'lerin baĢlarında diĢ macunlarına sabun eklendi. Bir miktar
deterjan eklenerek köpürmesi sağlandı.
O ZAMANLAR VE ġĠMDĠ FLUORĠD
1931'de, Colorado'lu bir diĢ hekimi olan Dr. Frederick McKay fluorid ve diĢ
çürümesindeki azalma arasındaki bağlantıyı teyit etti. 1956'da Proctor&Gamble,
Crest marka diĢ macununa fluorid ekleyen ilk Ģirket oldu. Yıllar süren
tartıĢmalardan sonra fluorid tüm diĢ macunu üreticileri tarafından kabul gördü.
Nereden nereye?
309
GERÇEK CESET AVCILARI
Gidip mezarımda ağlama, Ve bekleme orada olmamı, Geriye bir atom bile
bırakmadılar, Bedenimden.
Eğer tıp bilimi ilerleme gösterecekse -Aydınlanma Döneminden söz ediyoruz- bu,
doktorların insan anatomisi konusundaki bilgilerinin artmasıyla gerçekleĢecekti.
Tıbbi kuruluĢların uygulama ve eğitim için kadavraya ihtiyacı vardı. Çoğu ülke,
tıp fakültelerinin sahipsiz suçluların cesetlerini almalarına izin veriyordu.
Ama bu yeterli değildi. Peki o zaman ne yapmalı?
ÇÖZÜM ĠÇĠN EġĠNMEK
Hırslı insan zihni bir kez daha muzaffer oldu! Çözüm, ceset avcılığı; yani yeni
ölen birinin mezannın kazılıp anatomi sınıfı için cerrahlara satılmasıydı. Bazen
tıp öğrencileri ve cerrahlar kendi kazılarını kendileri yapıyorlardı ama
çoğunlukla mezarlıklarda dolanacak zamanlan yoktu. Böylece ceset avcıları ortaya
çıktı. Kibarca 'ölü diriltenler' amiyane tabiriyle 'ceset hırsızı' olarak
adlandırıldılar. 1700'lerin sonlarında Londra ve Edinburgh, Büyük Britanya'nın
ceset avcılığı merkezleri haline geldiler.
Ġġ TANIMI
Nispeten güvenli bir meslekti. Tek gerçek risk cesetlerden
310
bulaĢıcı bir hastalık kapmak veya öfkeli kalabalıkların saldırısına uğramaktı.
Neredeyse hiçbir ceset avcısı hapse girmedi: Ġngiliz kanunlarına göre, bir ceset
mülk olarak kabul edilmez, bu yüzden onu almak hırsızlık değildir.
Ölü diriltenler ancak mezardan kefen gibi bir eĢya alırlarsa veya özel mülk olan
bir mezarlığa girmiĢlerse mahkemeye çıkarılabilirlerdi. Ancak çoğu, zengin ve
tanınmıĢ doktorlarla ya da üniversitelerle iĢbirliği yaptıklarından kolayca iyi
avukatlara ulaĢabiliyorlardı.
MODUS OPERANDI
Genellikle gruplar halinde çalıĢırlardı. Cenazeleri takip eder, ağıtçı numarası
yapar böylece mezarın tam yerini bilirlerdi. Dar ağızlı bir tahta kürek
kullanarak metal sesinin duyulma olasılığını azaltıp sadece cesedin baĢının
bulunduğu tarafın üstünü kazarlardı. Tabuta ulaĢtıklarında kapağı manivela
yöntemiyle kaldırıp kadavraya ip bağlar ve çekerlerdi. Sonra da çukuru tekrar
doldururlardı.
HER Ġġ GĠBĠ BĠR Ġġ
Londralı Ceset Kralı Ben gibi giriĢimciler, çaylak ceset avcılarına bu karanlık
mesleğin inceliklerini öğrettiler. Ekipleri Londra'nın mezarlık bölgelerinde
devriye gezerek yeni gömülenleri arar ve bu berbat anonim Ģirketlerinin
kayıtlarını bile tutarlardı. Her kapitalist giriĢim gibi bu konuda da rekabet
kızgındı, çeteler yeni mezarların baĢında birbirleriyle kavgaya tutuĢurlardı.
Bazı giriĢimci ceset avcıları belirli okullar ve cerrahlarla özel anlaĢmalar
imzalardı.
YENĠ BĠR YÖNTEM
Ünlü Burke ve Hare ekibi, iĢi daha canavarca yöntemlerle modernize etmiĢlerdi.
Operasyonun zahmetli bölümü olan mezar kazmayı aradan çıkarıp, insanları
doğrudan kendileri öldür-
311
meye baĢlamıĢlardı. 1828-29'da bu iki iblis, Edinburgh'da 16 kadın, erkek ve
çocuğu öldürüp Ģehrin en iyi cerrahlarından biri olduğu kadar belli ki kolay
aldatılabilen biri olan Dr. Robert Knox'a sattılar.
GÜNAH KEÇĠSĠ
Kolay aldatılabilir veya değil, Burke ve Hare sonunda yakalandığında gözleri fal
taĢı gibi açılan Dr. Knox onların bu cinayet tezgahından habersiz numarası yaptı
ama insanları ikna edemeyip Edinburgh'dan kaçmak zorunda kaldı.
Hare ortağına karĢı ifade verip kurtuldu. Burke cinayetten mahkum olup idam
edildi. Kaderin bir cilvesi, cesedi tıp fakültesine verildi. Ġskeleti Edinburgh
Üniversitesi'nde sergileniyor ve derisinden yapılan bir cüzdan hala Kraliyet
Cerrahi Fakülte-si'nin müzesini Ģereflendiriyor.
HERKESE YETECEK KADAR KADAVRA
Burke ve Hare'in korkunç suçları halkın infialine neden oldu ve Ġngiliz
Parlamentosu'nu 1832'de Anatomi Yasası'nı geçirmeye mecbur etti. Bu yasa tıp
fakültelerinin yasal kadavralara ulaĢmasını kolaylaĢtırdı ve ölü dirilticileri
büyük ölçüde tasfiye etti.
AMERĠKAN YÖNTEMĠ
Birçok eyaletin bu tür kanunları geçirmeyi reddettiği ABD'de bu uygulama devam
etti. Ġngiliz kardeĢleri gibi Amerikan ceset avcıları da fakirleri ve
garibanları avlamaya meraklıydılar çünkü etrafta fazlasıyla vardı. Cesetlerine
sahip çıkacak birilerinin olma ihtimali de daha düĢüktü ve çoğunlukla fazla
derin olmayan mezarlara gömülüyorlardı.
HER CESET EġĠT YARATILMAMIġTIR
Ama demokrasi, yüksek sınıftan insanların da ölü dirilticile-
312
rin dikkatini çekebilmesi anlamına gelir. Ünlü davalardan biri, 1878'de, Kongre
Üyesi J. S. Harrisson'un kayıp cesedinin Ohio Tıp Fakültesi'nde bulunmasıdır.
Harrisson, BaĢkan William Henry Harrisson'un oğlu ve BaĢkan Benjamin
Harrisson'un babasından baĢkası değildi. Bu olay bazı eyaletleri anatomi
yasasını çıkarmaya zorladı. Ama sadece bazılarını. Diğer birçok eyalet bu tür
bir konuyu yasallaĢtırmanm kendi iĢleri olmadığında ısrar etti. Bu yüzden mezar
soyguncuları ABD'nin çeĢitli yerlerinde hükümranlıklarını sürdürdüler. Birtakım
Amerikan tıp fakülteleri 1920'lerin sonlarına kadar kadavralarını soru
sormaksızın Ģüpheli ceset avcılarından alıyorlardı. Kim bilir, belki de çok daha
yakın zamanlara kadar.
AĢağıya karanlığa, yukarı merdivenlere, Biz Burke ve Hare ikilisiyiz, Burke
kasap, Hare hırsız, Knox da eti alan adam.
Mezar güzel ve kiĢisel bir yerdir, Ama orada kimse sizi kucaklamaz.
313
TARĠHĠN EN UCUZ TURU
GüneĢli plajlarda, bozulmamıĢ çam ormanları arasında tüm masraflarını ingiliz
hükümetinin karĢıladığı bir deniz yolculuğu. Ġnsan daha ne ister?
1780'lerde Ġngiliz vatandaĢları Parlamentodan, Thames Nehri üzerindeki hapishane
olarak kullanılan hurda gemi sorununa bir çözüm bulunmasını talep ettiler.
Hükümet daha fazla suçluyu asmak istiyordu ama bunun tepki toplamasından
korkuyordu. Mahkumları 'kolonilere' gönderme uygulaması da Ģu allahın belası
Amerikan Devrimi'yle sona ermiĢti.
ĠYĠ YOLCULUKLAR
Avustralya bir Ġngiliz kolonisiydi ama yerleĢimcileri yoktu. Bu yüzden ticari
potansiyeli de yoktu. Neden Ģanslı mahkumlar hava değiĢimi için oraya
gönderilmesin ki? 13 Mayıs 1787'de 11 gemi, dünyanın yarısını kat edecek bir
yolculuk için Ġngiltere'den ayrıldı. Bu ilk filo, 100'den fazlası kadın olan 730
mahkum taĢıyordu. Ertesi yılın Ocak ayında mahkumlar New South Wales'de karaya
ayak bastılar ve Avustralya'nın Sydney kenti olacak yerleĢimi kurdular.
O KADAR ġANSLI OLMAYAN KAZANANLAR
Survivor filminden kötü bir sahne gibiydi. Mahkumlar ailelerinden ayrılmıĢ ve
tanıdıkları her Ģey okyanusun binlerce mil
314
gerisinde kalmıĢtı. Yeteri kadar giysileri, stokları ve araçları olmaksızın bu
geniĢ, vahĢi topraklara bırakılmıĢlardı. Bu öncü mahkumlar kimlerdi? Amaç ağır
suçluları göndermektiyse de, çoğu fakirlikten yiyecek ya da giysi çalmıĢ
insanlardı.
CENNETTE ZORLUK ĠÇĠNDE
Daha sonraki 50 yıldan fazla süre boyunca binlerce mahkum Avustralya'ya
gönderildi. Hükümet için çalıĢmak üzere tahsis edilmiĢlerdi ve özel
yerleĢimcilerin, tüccarların ve ilk göçmenlerin yerleĢimlerini kurup, yeni zirai
ekonomi için iĢgücü sağladılar. New South Wales'deki mahkumlar için hayat zordu.
Ġngiltere'ye gönderilen kayıtlar, sistemin mahkumları köleye çevirdiğini iddia
eder. 1830'lara gelindiğinde mahkum gönderilmesi yavaĢladı ve sona erdi.
Mahkumların Ģartlı olarak serbest bırakılması ve tahliye olması sonucunda artık
nüfusun çoğunluğunu onlar oluĢturuyordu.
TASMANYA CANAVARLARI
Avustralya yerleĢim planına Ģeytani Ģöhretini kazandıran, Ģu anda Tasmanya
olarak adlandırılan Van Diemen Bölgesi'dir. 'Sorun çıkaranların' gittiği
pitoresk Port Arthur Ģehri, bir zamanlar 'yeryüzündeki cehennem' olarak bilinen
bir ceza kolonisidir. Orada mahkumlar ağır iĢe mahkum edildiler. Zincire
vurulmuĢ gruplar kereste taĢır ve taĢocaklarında çalıĢırlardı. En ufak kural
ihlalinin cezası bile çok ağırdı ve ünlü dokuz kuyruklu kedi (bir tür kırbaç
ç.n.) cezası çok yaygındı. Hayat o kadar acımasızdı ki bazı adamlar aralarında
intihar anlaĢmaları yapardı. Bir adam bir diğerini öldürmeyi kabul eder sonra
darağacına giderek kendini kurtarırdı.
ÜNLÜ KAÇIġ HĠKAYELERĠ
Doğal olarak, kaçmak en büyük eğlence haline geldi. 1822'de Alexander Pierce
adında bir mahkum baĢka bazı mah-
315
kumlarla birlikte kaçtı. Medeniyete ulaĢtığında ona diğerlerinin nerede olduğu
soruldu. O da onları yiyerek hayatta kaldığını itiraf etti!
Bazı mahkumlar silah çalar ve vahĢi topraklara kaçıp 'çalı korucuları' denilen
haydutlar (ve kültürel kahramanlar) olurlardı. Halkın desteğini almak için pek
bir Ģey yapmaları gerekmezdi, çünkü onlar da bir zamanlar mahkumdu.
KURGUDAN DA TUHAF
Charles Dickens'ın ünlü romanı Büyük Umutlar'da Pip adlı kahraman Avustralya'da
servet yapan bir mahkumdan para alır. Dickens'in kurgusu gerçeğe dayanır. Birçok
eski suçlu Avustralya'dan baĢarı hikayeleriyle dönmüĢtür. Çiftlikler ve hayvan
çiftliklerinden gazetelere ve büyük mimari eserlere kadar her Ģeyi onlar
yaratmıĢlardır.
ĠNANILMAZ HURDA GEMĠLER
Avustralyalılar yıllarca Ġngiltere'nin hurda gemilerinden gelen atalarının
kökeni hakkında sessiz kaldılar. Ama zaman değiĢiyor. Artık o ilk filonun
torunları, 'Oz' olarak adlandırdıkları bitkin mahkumların karaya çıktığı yerde
tarihsel kostümler giyip kutlamalar yapıyorlar. Bir zamanlar kralın nezaketinden
faydalanıp yolculuğa çıkan atalarımızı sergilemek çok moda oldu!
316
KÜÇÜK CAESAR
Caligula MS 37-41 arasında Roma Ġmparatoruydu. Tehlikeli ve acımasız bir despot,
bir sadist ve bir megalomanyak olarak bilinir.
Gaius Caesar askeri bir kampta büyüdü. Babasının askerleri, küçük askeri
çizmelerinden dolayı ona 'Caligula' (Küçük Çizmeler) lakabını taktılar. Babası
Germanicus, büyük bir Roma generali ve Ġmparator Tiberius'un evlatlığıydı.
KÜÇÜK YETĠM CALĠGULA
Öylesine Roma tarzı bir senaryo ki neredeyse Hıristiyanları hapur hupur yiyen
aslanların kükremelerini duyabilirsiniz: Ger-manicus'un askeri baĢarıları onu
Roma halkı tarafından o kadar sevilen biri yaptı ki Tiberius kıskandı ve onu
öldürttü. Daha sonra, Tiberius Caligula'nın annesi Agrippina ve Caligula'nın
diğer erkek kardeĢlerini de öldürttü.
BĠR GENERALĠN SĠNSĠ KÜÇÜK OĞLU
Tarihçiler tarafından bilinmeyen nedenlerle Caligula bağıĢlandı ve Capri adasına
Tiberius'un yanma gönderildi. Caligula sonunda Tiberius'un güvenini kazandı,
böylece imparator öldüğünde Caligula ve torunu Gemellus'u tahtın ortak varisleri
yaptı. Caligula'nın gücü paylaĢmak gibi bir niyeti yoktu, bu yüzden Roma
Senatosu'nu Tiberius'un vasiyetini geçersiz sayıp kendisini imparator seçmeye
ikna etti.
317
SELAM, CALĠGULA!
Ġlk altı ay boyunca iyi bir hükümdar oldu ama 'beyin humması' denilen hastalığa
yakalanınca her Ģey değiĢti. Hastalığı, karakter değiĢimine neden olarak
Ģizofrenik davranıĢlara yol açan bir ensefalitis (beyin iltihabı- ç.n.) atağı
olabilir. Neyse, hastalıktan sonra Caligula'nın karakteri değiĢti: Caligula
tehlikeli bir tirana dönüĢtü. Tarihçiler onun büyük olasılıkla delirdiğine
inanıyorlar. Kendiniz karar verin.
BEYĠN HUMMASI ĠÇĠN MÜKEMMEL BĠR ÖRNEK
O zamandan sonra, ancak tam bir kaçığın düĢünebileceği Ģeyler yaptı.
• Akrabalarının çoğunu ya sürgüne gönderdi ya da öldürttü, insanları gözünün
önünde iĢkence ettirip öldürttü. Bazen bu sırada akĢam yemeğini yerdi.
• Kendini tanrı ilan etti ve tapınaklar diktirip kendine kurbanlar kestirdi.
• Atı Incitatus'u senatör yaptı.
• Roma Senatosu ondan nefret ederdi çünkü ihanet ettiler diye birçok senatörü
suçlu ya da suçsuz ölüme mahkum etti. ġanssız bir memur Caligula seyrederken
günlerce zincirlerle kırbaçlandı ve bu iĢkenceden ancak kangren olan yaralarının
kokusu Caligula'yı rahatsız ettiği için kurtulabildi.
• Debdebeli yaĢantısını sürdürebilmek, projeler yapmak ve düzenlediği
yarıĢmalarla Roma hazinesini kısa sürede boĢalttı. Tekrar doldurmak için yeni
vergiler çıkardı. Bazı zengin Roma vatandaĢlarını miraslarını kendisine bırakan
vasiyetler yazmaya zorladıktan sonra öldürttü.
• Dört kez evlendi ve tüm kanlarını gözlerinin önünde, hem kadınlarla hem de
erkeklerle aldattı. Üç kızıyla ensest iliĢkiye bile girdi. Caligula ne zaman bir
karısının veya metresinin boynunu öpse "Bu güzel boyun ben istediğim an
kesilecek" derdi.
318
• Napoli Koyu'na yüz geminin tepesinde 4.5 kilometre uzunluğunda bir köprü inĢa
ettirerek denizlerin hakimi olduğunu ilan etti. Sonra da bir at arabasıyla
denizi geçip tanrı Neptün gibi suların üstünde gittiğini iddia etti.
• Ġngiltere'yi iĢgale karar verdi ve birliklerini Gaul'ün kuzey kıyılarına
yürüttü. Ama karĢı kıyıya geçmek yerine, adamlarına denizin ganimetleri olarak
adlandırdığı deniz kabuklarını toplamalarını emretti. Sonra da muzaffer bir
edayla, kahraman olarak karĢılanacağını düĢündüğü Roma'ya döndü.
ELVEDA, CALĠGULA!
Roma halkının sonunda canına tak etti ve Küçük Çizmeler'e tekmeyi basma vakti
geldi. Caligula ve dördüncü karısı kendi muhafız subayları tarafından
öldürüldüler, acımasızlığın sadece antik Roma imparatorların tekelinde
olmadığını ispatlamak istercesine, küçük kızını baĢını duvara çarparak
öldürdüler. Yerine daha merhametli ve yumuĢak huylu bir imparator olan amcası
Claudius geçti. Ama Caligula'yla karĢılaĢtınlırsa kim daha merhametli olmaz ki?
319
TARĠHSEL RETROSPEKTĠFLER
Bazı gayet zeki insanlar da tarih hakkında çok müstehzi olabiliyor.
"Tarih hiçbir zaman olmamıĢ olaylar hakkında orada olmayan insanlar tarafından
anlatılan bir sürü yalandan ibarettir."
-George S an tay ana
"Tarih Ģöyle ya da böyle saçmalıktır."
"Tarih suçlar ve felaketlerin geçit resmidir."
-Henry Ford
-Voltaire
"Sık sık tarihin bu kadar sıkıcı olmasının, genellikle uydurma olmasından
kaynaklandığını düĢünüyorum."
-Jane Austen, Northanger Abbey
"Tarih. Çoğu hilekar hükümdar ve çoğu aptal askerlerin yarattığı, çoğu önemsiz
olayların çoğu yanlıĢ bir dökümü."
-Ambrose Bierce, The Devil's Dictionary
"GeçmiĢ gerçekten oldu ama tarih sadece birinin yazdığı bir
Ģey.
-A.Whitney Brown
320
"Tanrı geçmiĢi değiĢtiremez ama tarihçiler değiĢtirebilir.
-Samuel Butler
"Tarihçi: BaĢarısız bir romancıdır."
-H. L. Mencken
"Tarih aslında insanlığın suç, çılgınlık ve Ģanssızlıklarının kayıt defterinden
baĢka bir Ģey değildir."
-Edward Gibbon
"Tarih çoğunlukla tahmindir; gerisi ise önyargıdır."
-Will ve Ariel Durant
"Tarih kitaplarına geçmeyen insanlara ne mutlu."
-Thomas Cariyle
"Stepnen, Tarih, uyanmaya çalıĢtığım bir kabustur, der."
-James Joyce
321
BÜYÜK BĠR GERĠ ATILIM
Çin çelik iĢine girer ve bunu "Büyük bir atılım" olarak adlandırır.
1950'lerin ortalarında Çin'in baĢkanı Mao Tse-Tung geri kalmıĢ bir ülkenin
lideri olduğunu fark etti. Ġngiltere'ye, Fransa'ya, Amerika ve Sovyetler
Birliği'ne baktı ve oralara kıyasla • Çin'in çok geride kaldığı bir alan fark
etti, çelik üretimi. Çin modern bir ülke haline gelecekse rakipleri kadar çelik
üretmeye baĢlamalıydı.
ÇELĠK GĠBĠ ADAM
Zamanının çoğu Çinlisi gibi Mao da bilim ve teknolojiden pek anlamıyordu.
DanıĢmanlarıyla görüĢtü ve aralarından biri parlak bir fikirle çıkageldi. Her
köye ufak bir maden eritme ocağı kuracaklardı. Köylüler demirden yapılma saban
ve oraklarını, savaĢ gemileri, köprüler ve fabrikaların yapımında
kullanılabilecek yüksek kalitede çeliğe dönüĢtürecekler ve Çin yirminci yüzyıla
öyle girecekti. Mao on beĢ yıl içerisinde Çin'in çelik üretiminin
Amerika'nınkine eĢitleneceğini öngördü.
BÜYÜK ERĠME
Köylülerin de bilim ve teknoloji hakkında pek bilgileri yoktu ama söyleneni
yaptılar. Kısa zaman içinde her köy meydanında uzun, konik bir maden eritme
ocağı oldu. Tonlarca değerli
322
yakıt, gayet yararlı aletlerin siyah cüruf topağına dönüĢmesi için harcandı. Ama
heyecan doruktaydı.
BAġKAN ZĠYARETE GELĠYOR
BaĢkan Mao zamanının çoğunu lüks villasında yatağında kitap okuyarak veya
havuzunun kıyısında uzanarak geçiriyordu. Ama ara sıra özel bir trenle çelik
iĢinin nasıl ilerlediğini görmek için bazı taĢra köylerine giderdi. Kimse büyük
planının iĢe yaramadığını söylemek istemiyordu bu yüzden önden, ithal edilmiĢ
çelik putrel dolu baĢka bir tren gönderiyorlardı. Çelik putrelleri baĢkan
gelmeden önce köy meydanına yığıyorlar ve tüm köylülere yığının önünde gururla
poz vermelerini söylüyorlardı. Mao ülkesinin gösterdiği ilerlemeden gururluydu.
Etrafa kısa bir göz atıyor, herkesi her Ģey iyi gittiği için kutluyor sonra da
trenine dönüyordu.
SONUÇLAR
Hasat zamanı geldiğinde tüm aletler eritilmiĢti ve Çinlilerin çelik üretiminden
kalan zamanda yapabilecekleri en iyi Ģey ürünü elleriyle toplamaktı. Çoğu ürün
tarlalarda çürüdü; böylece 1960'a kadar süren bir açlık baĢladı ve 30 milyon
insanı öldürdü.
GÖRÜNDÜĞÜ KADAR AKILSIZ DA DEĞĠL
Mao sonunda ortada çelik olmadığını fark etti. Artık yiyecek ve zirai araçlar da
yoktu. 1949'daki devrimden beri oldukça iyi bir geliĢme gösteren Komünist Çin
ani bir gerilemeye girmiĢti. Büyük Atılım Çin'in ekonomik geliĢimini 15 yıllık
tam bir durgunluğa sürüklemiĢti.
ÇĠN TEKNOLOJĠSĠ
Bununla birlikte, Çinlilerin icat ettikleri Ģeyler:
323
Barut ve silahlar
Manyetik pusula
Matbaa
Deprem detektörü
Yelpaze
Havai fiĢek
Futbol
Hayvanlara koĢum vurmak
Uçurtma
Dünyanın ilk robotu
El arabası
Pik saban
Spagetti
Dümen
324
CHRISTOPHER COLOMBUS'UN GERÇEK MĠRASI
Colombus' un bildiğiniz büyük kahraman olarak kalmasını tercih ediyorsanız bu
bölümü okumayın.
Christopher Colombus'un gerçek mirası Colombus Günü değildir. Hatta Ohio'daki
Colombus Ģehri bile değildir. Hayır. Christopher Colombus Yeni Dünya'yı
keĢfederek eskisinin ölüm çanlarını çaldırmıĢtır. ĠĢte size ilkokul tarih
derslerimizde anlatılmayanlar.
ESKĠ DÜNYA YENĠSĠYLE BULUġUYOR
12 Ekim 1492'de kocaman tuhaf görünüĢlü bir gemi pastoral plajlarına
yanaĢtığında, Arawak Kızılderilileri Bahama Adalarında kendi iĢleriyle
meĢgullerdi. Gemiden çıkan adamlar çok etkileyiciydiler: Beyaz tenleri ve parlak
metal kıyafetleriyle tanrılara benziyorlardı. Liderleri sert konuĢsa ve
tehditkar görünümlü uzun metal bir Ģey çekmiĢ olsa da Arawaklar misafirlerini
nezaketle karĢılamak için ellerinden geleni yaptılar.
Yabancılara papağanlar, pamuk yumakları ve iyi niyetlerini gösteren pek çok Ģey
sundular. Kaptanları Christopher Colombus bu olağanüstü nezaketi fark etmekte
gecikmedi. Seyir defterine yerlilerin ne kadar cömert olduklarını yazdıktan
sonra "50 adamla hepsini buyruğumuz altına alıp her istediğimizi
yaptırabilirdik" diye eklemeyi ihmal etmedi.
325
MĠSYON SAHĠBĠ BĠR ADAM
Colombus altın istiyordu. Bu yüzden yerlilerin kulaklarında ufak altın süsler
olduğunu fark edince bazılarını (altınları değil, yerlileri) zorla alıp gemisine
götürdü. Kendisini altına götürmelerini istedi. Aravvaklar onu, altın
bulmalarını emrettiği 39 mürettebatını bıraktığı Hispaniola'ya götürdüler.
Ardından daha fazla Kızılderili'yi esir alıp, Ferdinand ve Ġsabella'ya "büyük
altın ve diğer metal madenleri" bulduğu Asya'ya (aptala bakın) ulaĢtığını rapor
etmek için Ġspanya'ya döndü.
YANLIġ ÜSTÜNE YANLIġ
Tabii ki baĢtan sona hatalıydı. Ama raporu, yeni bir sefer için yeteri kadar
cesaretlendiriciydi. Bu kez sefer 17 gemi ve 1.200 adamla baĢlıyordu. Bu
seyahatinin amacının mümkün olduğu kadar çok altın ve esir elde etmek olduğunu
itiraf ediyordu.
GERĠ DÖNÜġ
Colombus Hispaniola'ya ulaĢtığında, kadınları ve çocukları seks ve iĢ kölesi
olarak kullandıkları için 39 adamının yerliler tarafından öldürüldüğünü öğrendi.
Colombus orada çok az altın olduğunu öğrenince daha da kızdı. Bu pahalı
seyahatin kar etmesi gerektiğini bildiğinden, adamlarını baskınlar düzenleyip
köle toplamaya gönderdi. 500 Kızılderili esir alındı, 200'ü Ġspanya yolunda
öldü.
EVET, SERT BĠR ADAMDI
Ama Colombus'un hala altın bulmak gibi bir niyeti vardı. Güney Amerika'ya geri
döndü ve Haiti adasında 14 yaĢ ve üzerindeki herkesin, bulabildikleri her altın
parçasını toplamasını istedi. Altın bulamayanların elleri kesilecek ve kanamadan
ölmeye terk edileceklerdi. Etrafta, akarsu kıyılarındaki toz altın dıĢında altın
yoktu.
326
MANYOK ALACAĞIM
Kaçmaya çalıĢan yerliler köpeklerle avlanıp öldürüldüler. Adada büyük çaplı
intiharlar gerçekleĢti. Yüzlerce yerli, Ġspanyolların (Colombus'un durumunda,
Ġtalyan) ellerine düĢeceğine manyok zehri almayı tercih ettiler. Colombus'un ilk
karĢılaĢtığı Aravvaklar çocuklannı Ġspanyolların zulmünden korumak için
öldürdüler.
HOġÇA KAL ESKĠ DÜNYA
Yeni Dünya'yı bilmeden keĢfeden Colombus böylece eskisinin de kaderini
belirledi. Binlerce yıl boyunca Amerikan yerlileri göreli bir barıĢ ve uyum
içinde yaĢamıĢtı. Christophus Colombus'un gerçek mirası bu yaĢam tarzının ölüm
çanlarını çalmak olmuĢtur.
327
KRAVATIN KEġFĠ
Erkek pantolonlarının ağına takılan kese ve uçkurlu pantolonun modası çoktan
geçti ama boyun bağı ve torunları erkeklerin boynunda sallanmayı sürdürüyor.
Boyun bağı sadece bir yere asılmak, orada sallanmak ve kullanılmayı beklemek
için yaratılmıĢ anlamsız bir kumaĢ parçasıdır. Sanki birini çekseniz, kullananın
ağzından bir bilet çıkacak hissine kapılırsınız.
KĠBĠR, BENĠM ADIM LOUIS
Aslında, kravatların izi birçok gereksiz Ģey gibi aylak bir kralın kibrine kadar
takip edilebilir. Bu vakadaki kral gelmiĢ geçmiĢ en aylak ve en kibirli GüneĢ
Kral XIV. Louis'dir. 1660'da Louis bir Hırvat askeri alayını teftiĢ ediyordu ve
hepsi boyunlarına parlak renkli ipek mendiller bağlamıĢlardı. Neden? Kim bilir?
Belki Hırvatlar (izci çocuklar gibi) sarayda ayrı düĢeceklerini ve daha sonra
birbirlerini bulmak için belirgin bir iĢaretlerinin olmasını istemiĢlerdi.
Nedeni her neyse, Louis alayı ve mendillerini görünce "ben de isterim" dedi.
Mendili değil alayı istiyordu, çünkü mendili vardı.
KRALIN ALAYI
Böylece bir alayı oldu; kim Louis'ye hayır diyebilirdi ki? Onlara Kraliyet
Kravatları adını (Kravat Fransızca'da Hırvat an-
328
lamına gelen Croat'tan geliyor) ve boyunlarına takmaları için süslü mendiller
verdi. ĠĢte bu kadardı. Kral konuĢmuĢtu. Herkes kravat takmaya baĢladı. Bugün
olsa Hırvatlar büyük olasılıkla telif hakları için mahkemeye giderdi. Ama bu, on
yedinci yüzyıldı.
ĠFRATA VARDIRMA
Erkekler kravatlara çıldırdılar. 1800'lerin baĢlarından itibaren kravatlar
boynun etrafına iyice dolanıyordu, sanki baĢ, taĢınmak için kutuya konmadan önce
iyice sarılmıĢ gibi görünüyordu. Bazı adamlar boyunlarını hiç
kımıldatamıyorlardı bile; kamçılanmıĢ gibi, etrafa bakmak için tüm bedenleriyle
dönmeleri gerekiyordu. Bu oğlanların bazıları aynı zamanda iki kravat
takıyorlardı; bunların sokakta yürümek için bir hizmetkar ordusu ve bir ayna
sistemine ihtiyaç duydukları düĢünülebilir. Bir kravatı bağlamanın, bazıları
saatler süren yüzlerce değiĢik yolu vardı. Belki de bu nedenle birinin
kravatıyla oynamak düello nedeniydi.
KRAVATLAR BĠLE MODA KURBANI OLABĠLĠR
Bugün boyun bağlarının neden hala takıldığına iliĢkin söyleyebileceğiniz en iyi
Ģey, en azından artık o kadar aptalca olmadıkları olabilir. Kimse onları
çenesine sarmıyor ya da aynı anda birden fazla takmıyor. Hatta 1970'lerin
korkunç derecede geniĢ kravatlarının bile yanlamasına geniĢ oluĢunun mantıklı
bir nedeni vardı; dönemin geniĢleyen klapalarına ayak uyduruyorlardı. 70'lerin
kravatlarıyla alay etmek kurbanı suçlamaya benzer. O kadar geniĢlemeyi onlar
istemediler. BaĢka seçenekleri yoktu.
ĠYĠ AMA NE ĠġE YARIYORLAR?
Her ne hal idiyse, bütün bunlar yine de kravatın Ģimdi ya da daha önce yararlı
bir amaca hizmet etmemiĢ olduğu gerçeğini
329
değiĢtirmiyor. Ġspanyol paçalar ve Nehru ceketler bile en azından kollarınızı
bacaklarınızı sıcak tutuyordu. Kravat üreticileri ürünlerinin gereksizliği
hakkındaki bu yorumu tartıĢacaklardır tabii. Hiçbir endüstriye, ürününün
evrendeki yerinin objektif bir gözlemcisi olarak güvenilemez.
HAYAT MEMAT MESELELERĠ
Erkekler kravatın yaĢamlarındaki tüm önemli olaylarda yanlarında olduğunu hiç
fark etmiyorlar. Liseden ve üniversiteden mezun olduklarında yanlarındadır.
Evlendiklerinde de. Çocuklarının takdis töreninde de oradadır, sünnetinde de.
Ölünce de boynunuza takarlar ve öte dünyaya onunla beraber gidersiniz.
Erkeklerin kravatlı doğmamalarının tek nedeni, Windsor düğümü atılmıĢ bir
kravatın fetusta beyin hasarına yol açma ihtimalidir.
SADIK MUHALEFET KONUġUYOR
Kravat heveslileri, erkek giyiminin hainleri, kravatların bir örnek iĢ
giysilerine bireysellik getirdiğine iĢaret ediyorlar. Ama gerçekten, bu kadar da
olmaz ki. Kravatların sağladığı bireysellik filan...
BU SĠZĠN AĞZINIZI KAPAR
Jerry Garcia marka kravat taksanız da, üç oda aĢağıdaki üç kuruĢluk sentetik
kravat takan arkadaĢınızla aynı raporları hazırlamak zorundasınız. Edvard
Munch'ın The Scream (Çığlık) filmindeki desenli, dar ipek kravat bile, iĢe yeni
baĢlayan herifin sizin yarı deneyiminizle iki katınız maaĢ aldığına dair
karanlık Ģüphelerinizi yok etmeyecektir. Kravat heveslileri, kravatın bir
erkeğin dikeyliğini vurguladığına iĢaret ediyorlar. Dikeyliğinizi vurgulamak
istiyorsanız öldürücü bir rejime baĢlayın.
330
BĠR UMUT IġIĞI
Erkekler kravat takıyor, çünkü Ģimdiye kadar böyle gördüler. Erkekler hep kravat
takar; bu erkeklerin yaptığı bir Ģeydir. Eğer kravatın Avrupa'nın Büyük
Krallarının en züppesinin geçici bir merakı nedeniyle baĢladığını bilselerdi,
büyük ihtimalle hiçbir Ģey değiĢmezdi; giyim kuralları her zaman tepeden aĢağı
zorla kabul ettirilir. Peki bir gün giymekten vazgeçecekler mi? Büyük olasılıkla
hayır. En büyük umudumuz kravatların tekrar boyun hareketlerini engeller hale
gelmemeleri. Öyle bir Ģey olursa da o kravatları takanları kolayca yok
edebiliriz. GörüĢ açılan pek geniĢ sayılmaz biliyorsunuz. Ruhları bile duymaz.
PANTOLON KESESĠ
Pantolon keseleri ancak kadınların pedli sutyenleriyle karĢı-laĢtırılabilir.
Gördüğünüz Ģey, alacağınız Ģey değildir. Her Ģey masumca baĢladı... Kese,
erkeklerin pantolonlarının uçkurunu, daha açıkçası jenital organlarını kapatan
düz bir kumaĢ parçasıydı. Ceketler kısaldıkça erkeklerin bacaklarının arasındaki
bölgeye odaklanma arttı. Artık korunmaları için fazladan bir Ģeyler lazımdı.
Kese, erkeklerin diğer 'kıymetli eĢyalarını' da koymalarına yaradığından büyüdü.
Pantolonlar geniĢledikçe keseye olan ihtiyaç azaldı. Pantolonlardaki fazlalık
ceplere dönüĢtü.
331
SINAV : ÜLKELER
Herkes bir yerli ama bu yerler adlarını nereden aldılar? En beğendiğiniz
açıklamayı seçin sonra da diğer sayfadaki doğru cevapla karĢılaĢtırın.
1. FĠLĠPĠNLER
a. Tagalogça'da 'püsküren volkanlar' anlamına gelen flip'pi kelimesinden.
b. Macellan 1542'de bu ismi Ġspanya Kralı II. Philip'in onuruna verdi.
c. Ġncilin Yeni Ahit'inde Filipinyalılar.
2. BOLĠVYA
a. Güney Amerikalı devrim lideri Simon Bolivar'dan.
b. Efsanevi Ġnka cenneti Bolvana'dan.
c. Ġspanyolca'da 'Bolina' parlak, 'via' yol anlamına gelen sözcüklerden.
3. HĠNDĠSTAN
a. Ülkenin en yüksek kastı olan 'Indian'dan.
b. Ġkiz doğurganlık tanrılarından Ġndio'nun diĢil formundan.
c. Indus Nehri, Sanskritçe nehir anlamındaki sindhuh kelimesinden.
332
4. ARJANTĠN
a. a. Gabriel Marquez adındaki bir Brezilyalı Ģairin ' Argenis' adlı Ģiirinden.
b. b. GümüĢ anlamına gelen Latince Argentino kelimesinden.
c. c. Orada bir kahraman olarak ölen Ġspanyol kaĢif Juan Ar-gento'nun adından.
5. PORTEKĠZ
a. Latince liman anlamındaki portus cale'den.
b. Ġspanyol hanedanının 'kapısı' anlamındaki porch kelimesinden.
c. Lizbon'dan Hunları kovan efsanevi Ġspanyol Ģef P'Ortu-ga'dan.
6. ÇĠN
a. Bu ismi Cengiz Han, karısı Ka'çina Ģerefine vermiĢtir.
b. Çin'i birleĢtiren Çin (Kin) hanedanı adına.
c. Farsça 'çini' denilen porselen burada yapıldığı için.
7. FRANSA
a. Ġlk Cermen iĢgalciler olan Franklardan.
b. Ġlk hükümdarı Ġmparator I. Francis'ten.
c. Papa Franciscus'tan.
8. AMERĠKA
a. Latince'de bereketli anlamındaki americ kelimesinden.
b. Yerli dilinde uzun gemi anlamındaki Mer ika'dan.
c. Ġtalyan denizci Amerigo Vespucci Ģerefine adlandırılmıĢtır.
1-b. Macellan, Filipinlere ispanya kralının adını verdi. Malay takımadalarını
oluĢturan 7.100 ada 1521'den 1898'e kadar ispanyol kolonisiydi.
333
2-a. 'Kurtarıcı' adıyla tanınan Venezüella doğumlu popüler asker ve devlet adamı
on sekizinci yüzyılda Peru vatandaĢlarına bağımsızlık savaĢlarında önderlik
etti.
3-c. Gezegenimizdeki ilk insanlardan bazıları Hindistan'in kuzey batısındaki
Indus Nehri kıyılarında yaĢadılar.
4-b. Ġspanyollar 1500'lerde bölgede hak iddia ettiler. Yeraltı madenlerinde
bulunan ve GümüĢ Nehir'in (ispanyolca 'Rio Plata') taĢıdığı binlerce ton gümüĢ
dolayısıyla Latince bu adı verdiler.
5-a. Romalılar burayı MÖ 200 civarında fethettiler. Onların kullandığı isim
kaldı.
6-b. Çin (Kin) hanedanı Çin'i MÖ 221'den 205'e kadar yönettiler.
7-a. Gal, Cermen boyu Franklar tarafından ele geçirilene kadar Roma
Ġmparatorluğu'nun bir parçasıydı. (Oraya 'Galya' derlerdi).
8-c. Alman haritacı Martin Waldseemuller Amerika'yı haritaya geçirdi ve buraya
Vespucci' nin adını verdi; Vespucci o zamanlar herkesin aksine, Amerika
kıtasının Hindistan' in bir parçası olmadığını düĢünüyordu.
"Her ülkenin tarihi, bir adam ya da kadının kalbinde baĢlar."
O Pioneers!, Willa Cather
"Ulusal adaletsizlik bir ulusu çöküĢe götüren en garantili yoldur."
William Gladstone
334
DENGESĠZ BĠR SAVAġ: ĠSPANYOL-AMERĠKAN SAVAġI
Hey, onlar baĢlattı.
Aslında öyle. Ġspanyol-Amerikan SavaĢı hakkında çok az bilinen gerçek 24 Nisan
1898'de Ġspanyolların ABD'ye savaĢ ilan ettiğidir. Gafil avlandığı için çok
sinirlenen BirleĢik Devletler hemen ertesi gün savaĢ ilan etti ve savaĢ ilanının
tarihini 21 Nisan olarak geriye çekti. Gördünüz mü, sizi pislik Ġspanyollar!
ADĠOS, DONANMA!
Bu savaĢ ilanı savaĢı, Ġberlilerin kazandığı tek zaferdi. Bir hafta sonra George
Dewey ve bir Amerikan savaĢ gemisi filosu Manila limanına saldırdı ve Ġspanyol
Pasifik filosunu fıçıda balık avlar gibi kolayca batırdı. Ġspanyol filosu demir
atmıĢtı ve karĢılık veremedi.
KOVBOY TEDDY!
Bundan birkaç ay sonra Amerikalılar Küba'ya çıktı. Teddy Roosvelt, savaĢta Rough
Riders denilen (VahĢi at terbiyecileri-ç.n.) alaya kumanda etmek için Donanma
Bakanlığı görevinden istifa etti; bu da rütbe kaybetmenin insanın kariyeri için
her zaman kötü bir Ģey olmadığını kanıtlar. Rough Riders Küba sahilindeki
Ġspanyol filosunu geri çekilmeye zorladı. SavaĢ dört ay-
335
dan kısa sürdü ve sonunda Amerika, Guam ve Puerto Rico'yu bedavaya, Filipinleri
ise ucuza kapattı. Tüm bu hayhuy arasında Havvaii'yi kapmayı da baĢardı. Belli
ki, bazıları bundan dolayı hala kırgın.
SENĠ KOCA ZORBA!
Ġspanya'nın hiç Ģansı yoktu. Tabi bağımsızlık isteyen Küba'yla uğraĢmak kolaydı.
Ama anaokulu çocuklarına efelenen üçüncü sınıfların kabadayısının, altıncı
sınıfların kabadayısı karĢısında kuyruğu kıstırması gibi, Ġspanya da kendinden
üstün askeri bir güç karĢısında ayvayı yedi. Bu savaĢla ilgili olarak pek
bilinmeyen baĢka bir konu da, Ġspanyolları Batı Yarıküreden atmak için BirleĢik
Devletler'in yıllardır fırsat kolladığıdır. Bu planın adı 'Kimball Planı' idi.
Altıncı sınıfların kabadayısının, üçüncü sınıfların kabadayısının harçlığına el
koymak için, onun küçük bir çocuğu hırpalamasını beklemesi gibi.
KOLAY ZAFER
Ġspanyol-Amerikan SavaĢı, Amerika'nın sahneye ilk çıkıĢıydı. O zamana kadarki
savaĢlar (Ġngiltere'yle yapılan birkaç savaĢ, eyaletler arasındaki sürtüĢmeler)
tarafların aĢağı yukarı eĢit olduğu arbedelerdi.
Ġspanyol-Amerikan SavaĢı ise ezici bir zaferdi. Amerikalıların ülkelerini 20
milyon dolara satın almasından hoĢlanmayan Filipinlilerle savaĢırken bile daha
çok adam kaybedildi, Filipin-Amerikan SavaĢı üç yıl sürdü ve 4.200 Amerikalı
öldü.
"Bütün mücadelelerimizi savaĢarak ve fethederek kazanmak mükemmellik değildir;
mükemmellik düĢmanın mukavemetini savaĢmadan kırmaktır."
SavaĢ Sanatı, Sun-Tzu
336
HAÇLI SEFERĠ ÇILGINLIKLARI
Ġlk Haçlı Seferi'nin sonunda Kudüs'ü ele geçirdikten sonra (1096-1099) sorun
yeni Kudüs Hıristiyan Krallığının ne kadar süreceğiydi.
Ġlk Haçlı Seferi'nin liderleri muzaffer bir Ģekilde Avrupa'ya dönüp ele
geçirdikleri kutsal emanetleri sergiledikleri sırada, Kutsal Topraklardaki
Müslümanlar savaĢları kazanıyor ve geride kalan haçlılardan topraklarını geri
alıyorlardı. Haçlılar hala Kudüs'ü ellerinde tutuyorlardı ama diğer toprakların
kaybı önemli bir sorun olmaya baĢlamıĢtı bile.
YETĠġ YA AZĠZ BERNARD
Bu durum karĢısında, iyi bir hatip olan ve batı Kilisesi'nin lider
kiĢiliklerinden Clairvaux'lu St. Bernard'dan (köpeğe adını veren o değildir)
esinlenerek 1147'de Ġkinci Haçlı Seferi düzenlendi.
Fransız kralı VII. Louis (15 bin adamıyla) ve Alman kralı III. Conrad (20 bin
adamıyla) Kutsal Topraklara doğru yola koyuldular. Her ikisi de mükemmel
yöneticilerdi ama iĢ yabancı topraklara askeri sefer düzenlemeye gelince, ne
yaptıkları hakkında en ufak fikri olmayan tiplerdi.
ALMANLAR ĠÇĠN KOLAY LOKMA
Fransızlar acele etmediler, bu yüzden Konstantinopolis'e ilk
337
varanlar Almanlar oldu. Almanlar Yunan Ortodoks dostlarından her istediklerini
aldılar ama ödemeyi unuttular. Köyler, her Ģeylerini yitirmemek için pılı
pırtılarını toplayıp Conrad'ın ordusunun yolundan çekildiler.
BECERĠKSĠZ CONRAD
Louis ve ağır aksak adamları Konstantinopolis'e vardığında Almanlar çoktan
Ġstanbul Boğazı'nı geçmiĢ ve Anadolu'ya varmıĢlardı. Bizans Ġmparatoru, Manuel
Conrad'a kıyıya yakın kalırsa, Bizans filosunun ihtiyaçlarını tedarik
edebileceğini söylemiĢti. Ama imparatorun tavsiyesi dikkate alınmadı. Aksine,
Conrad ordusunu doğrudan Anadolu'nun göbeğine, Türklerin tam ortasına sürmeye
karar verdi. Daha kötü bir tercih yapamazdı.
TÜRKLER ĠÇĠN KOLAY LOKMA
Habire Türklerin saldırısına uğrayan, aç, susuz ve bitkin haldeki Conrad'ın
adamları, sonunda gözlerine vaha gibi görünmüĢ olması gereken bir akarsuya
rastladılar. Aslında daha çok tuzağa benziyordu. Hiçbir disiplin belirtisi
göstermeyen Almanlar saflarını bozup suya doğru atıldılar. Allah'ın onlara iyi
bir fırsat sunduğunu düĢünen Türk kuvvetleri bunu bekliyordu. Conrad'ın ordusu
paramparça oldu ve onda dokuzu öldü. Conrad'ın kendisi canını zor kurtardı.
HAÇLI SEFERĠ YAPMAK KOLAY DEĞĠLDĠR
Alman güçlerinin kalıntılarıyla birleĢen Kral Louis, Ġmparator Manuel'in
tavsiyesini dinleyip akıllıca davrandı ve kıyı Ģeridinden uzaklaĢmadan
Filistin'e doğru ilerledi. Yine de, ordusu sarp dağ tırmanıĢlarından ve
Türklerin tekrar eden saldırılarından dolayı çok zorlandı. Hala Hıristiyanların
elinde olan Anti-och'a vardıklarında Haçlıların sayıları yarıya inmiĢti.
338
ġAM'I ALACAĞIM
1148 Temmuzunda ġam'a doğru yola çıktılar. Haçlı Seferinin liderleri Louis,
Conrad ve Filistin'in Hıristiyanların elindeki kısmının hükümdarı Kral III.
Baldwin, Ģehre batıdan saldırmaya karar verdiler. Haçlıların kamplarını kurduğu
Ģehrin batısındaki meyve bahçeleri onlara kereste, yiyecek ve içecek sağladığı
gibi saldırı baĢlatmak için de uygun bir yerdi.
ASKERĠ ZEKA
Büyük bir taktik hata yapana kadar (evet, bir tane daha) çok iyi gidiyorlardı;
ġam'ın düĢmesi an meselesiydi. ġehrin batı duvarının daha güçsüz olduğuna dair
raporlar aldılar. Büyük bir Müslüman takviye birliğinin de yolda olduğunu
öğrenmiĢlerdi; bu yüzden kamp yerini ġam'ın doğusuna taĢımaya karar verdiler.
Kendilerini apaçık bir alanda, susuz ve az miktarda yiyecekle oturur buldular.
Ġstihbaratın yanlıĢ olduğu ortaya çıktı. Böylece Müslümanlar Haçlıların yaptığı
taktik hatadan yararlanıp Ģehrin batısına yerleĢtiler. Kendilerini, sadece geri
çekilebilecekleri bir pozisyona sokmuĢlardı, öyle de yaptılar.
KAYBEDENLER
Haçlıların dört gün süren ġam kuĢatması aniden sona erdi. Yapabilecekleri tek
Ģey, utanç içinde, elleri boĢ olarak ülkelerine geri dönmekti. Ġkinci Haçlı
Seferine baĢlayan 35 bin kiĢiden çok azı geri dönebildi. Ġkinci Haçlı Seferine
harcanan kaynaklar çok fazlaydı. Bu yatırımın geri dönüĢü ise kocaman bir sıfır
oldu.
SON YAKLAġTI!
MS 999'un sonlarında, saatler 1000 yılına yaklaĢtıkça, bütün
339
Avrupa'da insanlar hep birlikte nefeslerini tuttular. Yeni yıl ve yeni bin yıl
neler getirecekti? Çoğu insan bunun Kıyamet gününün habercisi olduğuna
inanıyordu ve hacılar Ģeytanla tanrı arasındaki savaĢın gerçekleĢeceğine
inandıkları Kudüs'e yönelmiĢlerdi.
Bu hacıların bazıları yolculuğun ortasında gök gürültülü sağanak yağıĢ
baĢlayınca kendilerini dizlerinin üzerine atmıĢtı. Gelecek nesiller için bu
olayı, yani gök gürültülerini, Tanrının Hesap Günü'nün geldiğini duyuran sesi
olarak kayda geçtiler.
Bu arada, 999 Eylülünde Ġngiltere göklerinde bir meteor belirdi. O kadar
parlaktı ki geceyi gündüze çevirdi. Bu geliĢme, kıyamet konusunda Ģüpheleri
olanların da inanmayanlar kulübünden ayrılıp karĢı tarafa geçmelerine neden
oldu.
En azından kimse bilgisayarların bozulacağı paniğine kapılmadı!
340
KAHVE MUHABBETĠ
Saat sabahın altısı ve çapaklanmıs gözlerinizle yatağınızdan sürünerek kalkarken
aklınızdaki en acil soru: Sabah kahvemin kökeni neresi? Tamam, belki öyle
değildir. Ama biz yine de anlatacağız.
Uzun zaman önce insanlar birbirlerine kahvenin kökeni hakkında söylenceler
anlatırlardı.
1. Hikaye: Antik bir Etiyopya efsanesine göre Kaldi adlı bir keçi çobanı
hayvanlarını otlatırken kahveyi keĢfetmiĢ. Çoban keçilerinin belirli bir ağacın
meyvelerini yedikten sonra yerinde duramadıklarını fark edince, bunu kendi
üzerinde denemeye karar vermiĢ. Kaldi bu meyvenin etkilerinden öyle memnun
kalmıĢ ki manastırda baĢkalarına da anlatmıĢ. Manastırı yöneten baĢ keĢiĢ
'sihirli meyvelerin' Ģeytan iĢi olduğunu düĢünmüĢ ve onları ateĢe atmıĢ. Yanan
meyveler öylesi güzel bir koku salmıĢ ki keĢiĢler onları ateĢten kurtarmıĢlar.
KeĢiĢler bu taneleri dinsel törenlerde ve tıbbi amaçlarla kullanmıĢlar.
2. Hikaye: Arap efsanesi Etiyopya'nınkine çok benziyor, yalnız bu hikayede
Kaldi Afrikalı değil ve tabii ki bir Arap. Yine keçiler bu meyveleri yiyip
hareketleniyorlar ve Kaldi de biraz deniyor. Ama bu hikayede, yorgun ve aç bilge
kiĢi Aucuba o sırada oradan geçiyormuĢ ve Kaldi ile keçilerinin oradan ora-
341
ya zıpladıklarını görmüĢ. Aç olduğundan meyveleri yemiĢ ve -mucizevi bir
Ģekilde- artık yorgun olmadığını fark etmiĢ. Aucu-ba bundan çok etkilenmiĢ ve
biraz meyve alıp satmıĢ ve zengin bir adam olmuĢ. Kimse giriĢimci bir ruha sahip
olmayan Kal-di'ye ne olduğunu bilmiyor.
KAHVE YER MĠSĠNĠZ?
Kahve hakkındaki en eski yazılı belge MS 900 civarlarında bir Arap fizikçi-
filozof olan Rhazes tarafından yazılmıĢtır. Rha-zes kahvenin (ondan "bançam"
diye söz ediyor) hastalık iyileĢ-tirebilen bir madde içerdiğini düĢünüyordu. Ama
kahvenin bu en eski hali içilmiyordu; meyveler kurutuluyor, eziliyor ve yağlanıp
top Ģekline getirilerek yeniliyordu.
SADECE TIBBĠ AMAÇLARLA
Böylece kahve ilk baĢta halk tarafından ilaç olarak kullanıldı. Sadece dindar
Müslümanlar onu içecek olarak kullanıyordu. On üçüncü yüzyıldan sonra Arap
kahvehaneleri içecek olarak satmaya baĢladı. Müslümanların çoğu bu "kutsal
içeceğin" aleni kullanımından rahatsızdı ve bu günahı sıklıkla iĢleyenleri
ölümle tehdit ediyorlardı. Ama bir fincan kahve içtiğinizde neler olduğunu
bilirsiniz. Tehditler kahve müdavimlerini uzaklaĢtıramadı. O kahve tutkunları
taneleri yaymıĢ olmalılar ki kahve dünyaya yayıldı.
KAHVENĠN ĠZLEDĠĞĠ YOL
Avrupa: Avrupalı seyyahlar kahve adı verilen siyah tuhaf bir içeceğin
haberleriyle döndüler. Kahvenin geliĢi, onun'Ģeytanın acı keĢfi' olduğunu
düĢünen Ġtalyan papazlar (nedir bu dindarlardan çektiğimiz?) arasında
karıĢıklığa neden oldu. Papa VI-II. Clement sonunda izin verdi. Sonraki 80 yllda
kahve içmek ve kafeler Ġtalya'dan tüm Avrupa'ya yayıldı. 1690'da Hollandalılar
342
bir miktar bitkiyi Hollanda'ya kaçırdılar ve böylece Avrupa'da-ki ilk kahve
tarımı baĢladı. Bu da kahve ticaretindeki Arap tekeline son verdi.
Yeni Dünya: 1723'de Gabriel Mathieu de Clieu adındaki sinsi bir adam Paris'teki
botanik bahçeci Jardin des Plantes'den Amerika'ya götürmek amacıyla bir kahve
bitkisi çaldı. Tarihsel kayıtlar yolculuk boyunca Ģiddetli fırtınalar, korsan
saldırıları ve ciddi susuzlukla karĢı karĢıya kalındığını söylüyor. Gabriel ve
değerli bitkisinin yolculuktan canlı kurtulmaları neredeyse mucizeydi. Kahvenin
Yeni Dünya'ya yayılması bu tek bitkiden olmuĢtur.
Brezilya: Kahve sonunda 1727'de Brezilya'ya vardı. Brezilyalı bir teğmen olan
Francisco de Melo Palheta, Fransız ve Hollanda Guyanası'ndaki bir sınır sorununa
hakemlik etmek üzere gönderilmiĢti. Her iki ülke de kahve yetiĢtiriyordu
(Clieu'nün çaldığı kahve bitkisinin torunları) ama bitkinin tohumlarının dıĢarı
çıkarılmasına izin vermiyordu. Palheta ülkesinin bu karlı kahve ticaretine
girmesini istiyordu, bu yüzden Fransız Guyana'sının valisinin eĢinin gözüne
girmeyi baĢardı. Kadın onun hakemliğinden öyle etkilenmiĢti ki giderken
Francisco'ya bir buket sundu. Buketin içinde kahve tohumları ve fideler
gizliydi. Palheta onları Brezilya'ya götürdü, böylece ünlü Brezilya kahve
endüstrisi doğdu.
343
KAYIP MÜCEVHER
ikinci Dünya SavaĢı'nın en büyük hazinesini arama çalıĢmaları hala sürüyor.
Onun Ģimdiye kadar yaratılan en büyük mücevher parçası olduğu söyleniyor. Bazı
uzmanlar değerinin 100 milyon dolar kadar olduğunu tahmin ediyorlar; diğerleri
ise paha biçilemez olduğunu söylüyor. Hazine avcıları onu Baltık Denizi'nin
dibinde, Lituanya'da bir lagünün dibinde, bir gümüĢ madeninde ve sanat
hırsızlarının tehlikeli dünyasında aradılar. Elmas ya da altın değil! Ġkinci
Dünya SavaĢı'nın en zorlu hazinesi bir ağaç reçinesi! Bilim adamları onun yok
edildiğinde ısrar etse de kehribar odanın parçalan yakın zamanda polislerin
eline geçti. Komik. Bir odayı bulmanın bu kadar zor olacağı kimsenin aklına
gelmez.
ĠLGĠNÇ BĠR FĠKĠR
On sekizinci yüzyılın baĢlarında Prusya kralı I. Frederick ve mimarı, değiĢik
bir iç mimari buldular. Frederick'in Berlin Kraliyet Sarayı'ndaki çalıĢma
odasının kehribar kaplanmasına karar verdiler.
Hep rağbet gören kehribar, çok yaĢlı ağaçların taĢlaĢmıĢ reçi-nesidir. Antik
Mısırlılar onu takarlardı; gerileme döneminde Romalılar kehribar zarlarla kumar
oynarlardı; Frederick'in dönemindeki zengin Avrupalılar da kehribar mücevherler
takar
344
ve kehribar tas ve tabaklarda yemek yerlerdi. Ama kehribardan bir oda - bu
tarihte bir ilkti.
ASLINDA EBEDĠYEN
Projenin tamamlanması yıllar aldı. Avrupa'daki en iyi zanaatkarlar kehribarı
iĢlediler ve mozaikler halindeki parçaları Frederick'in odasını kaplayacak dört
duvar halinde bir araya getirdiler. 1713'de itibaren Frederick dünyanın gördüğü
en görkemli kehribar koleksiyonuna sahipti. Maalesef keyfini sürmek için fazla
vakti olmadı; aynı yıl öldü. Bir sonraki kral I. Frederick Wilhelm'e "asker
kral" denilirdi. Askerleri bilirsiniz: Sanat harikalarıyla pek fazla ilgileri
yoktur. Bu yüzden Rus Çarı Deli Pedro 1716'da Berlin'e gelip Kehribar Oda'ya
hayran kalınca kral onu söktürüp Pedro'ya hediye etti.
KALDIRIN ġU ODAYI
Pedro da onu ancak I. Frederick Wilheim kadar kullandı: Odayı depoya kaldırttı.
Pedro'nun kızı Elizabeth 1741'de tahta çıkana dek oda orada kaldı. Çariçe bir
sanat ve moda insanıydı; Kehribar Oda'nın kıymetini anladı. Onu PuĢkin
kentindeki Cat-herine Sarayı'na yerleĢtirdi ve baĢına çalıĢması için mimarı Bar-
tolomeo Francesco Rastrelli'yi koydu.
BAROK'A YÖNELĠġ
Yeni Kehribar Oda göz kamaĢtırıcıydı: Her tarafında yaldızlar, duvar aynaları,
avizeler vardı. Catherine Sarayı'ndaki oda Frederick'in çalıĢma odasından daha
geniĢ bir yerdi, bu nedenle mücevher kaplı paneller eklenmiĢti. Bunlara mermer,
yeĢim, oniks ve kuvarstan yapılmıĢ dört Floransa mozaiği de dahildi. Daha sonra
bu mozaiklerin gayet Ģüpheli durumları olduğu ortaya çıkacaktı. Mobilyalar
arasında sergi sandıkları içinde satranç takımları, Ģamdanlar ve mücevher
kutuları gibi değerli keh-
345
ribar eĢyalar vardı, ama misafirlerin esas nefesini kesen odanın kendisi oldu.
Bir Ġngiliz elçi onu dünyanın sekizinci harikası olarak adlandırdı.
BARBARLAR KAPIDA
Ġkinci Dünya SavaĢı'nın baĢına gelindiğinde Kehribar Oda neredeyse 200 yıldır
Catherine Sarayı'nın gururuydu. Ani ısı değiĢikliklerinden kaynaklanan hasar
dolayısıyla periyodik olarak tamir görüyordu. Neyse, bir nedenle -ya kehribarın
hassaslığı ya da Almanların yaklaĢma hızı dolayısıyla- 1941'de Sovyet hükümeti
Kehribar Oda'nın içindekileri boĢaltıp Sibirya'da gizli bir yere gönderdi ama
panelleri bıraktı. ĠĢçiler duvarları kağıt, pamuk ve gazlı bezlerle gizlediler.
Ama Almanlar ne aradıklarını biliyorlardı. Kağıt, pamuk ve gazlı bezler onları
aldatamadı; Hitler Kehribar Oda'nın 'anayurduna geri götürülmesini' istiyordu.
Kısa sürede Wehtmacht tankları PuĢkin'e yöneldi, Alman uzmanlar saraya ulaĢtı.
Panelleri beraberlerinde götürdüler. Paneller daha sonra Doğu Prusya'da
Königsberg'de görüldü. Dört yıl içinde Sovyetler Königs-berg'e yaklaĢtıklar ve
Almanlar da 'Kehribar Oda'yı sakla' oyununa baĢladılar. Sakladılarsa kimse onu
bulamadı: Kehribar Oda'yı bir daha gören olmadı.
MÜLTĠMĠLYON DOLARLIK SORU
Kehribar Oda'nın akıbeti hala merak konusu. Baltık Denizi'nin dibinde mi? Ya da
bir lagünün? Bir gümüĢ madeninde mi gömülü? Ya da sanat hırsızlarının eline mi
düĢtü? Yoksa tamamıyla yandı mı? ÇeliĢkili senaryoların destekleyici delilleri
ve görgü tanıkları var. Bazı Kehribar Oda avcıları, düĢman birlikleri
Königsberg'i sardığında Almanların hazineyi deniz yoluyla kaçırdığını
düĢünüyorlar. Bu senaryoyu destekleyen ipucu, 1945'in baĢlarında Ģüpheli bazı
sandıkların Wilhelm
346
Gustloff vapuruna yüklendiğini gören tanıklar. Gemi bir Rus denizaltısı
tarafından batınldı, bu yüzden Gustloff (ve belki de Kehribar Oda da) Baltık
Denizi'nin derinliklerinde yatıyor. Suya odaklanmıĢ diğer avcılar hazinenin
Königsberg'den uzakta olmadığını savunuyorlar. Lituanya kasabası Neringa'nın
yerlileri bazı SS askerlerinin çok miktarda sandığı Baltık kıyısına
sakladıklarını görmüĢler. Su seviyesi yükselmiĢ ve sandıklar (belki de kehribar
doluydular) Ģimdi kasvetli bir lagünün dibinde yatıyor.
BĠLĠNMEYEN BĠR YERE YOLCULUK
Diğer avcılar kendilerini yeraltına götüren deliller buldular. Doğu Prusya'da
görevli Nazi subayı Erich Koch, Kehribar Oda'yla çok ilgiliydi ve onu memleketi
Weimar'a göndermiĢ olabilir. Kanıtlar sanatsever Nazi'nin, Königsberg'in değerli
sanat eserlerinin yarısını Weimar'a gönderdiğini gösteriyor. Bazıları Weimar'da
sanat hazinelerinin sahte Kızıl Haç kamyonlarına doldurularak madenlere ve
sığınaklara gömüldüğüne inanıyor. Müttefikler Koch'u hapse attı, tanıklar
"hazinelerimin olduğu yerde Kehribar Oda da var" dediğini söylüyorlar. Koch
1986'da öldü ve bu konuda hiçbir Ģey söylemedi.
KEHRĠBAR ĠÇĠN KAZILAR
BaĢka bir kanıt da Nazi belgelerinde yer alan, Kehribar Oda'yı Almanya'da
Saksonya'ya gönderme emri. Aralık 2000'de Alman ve Çek araĢtırma ekipleri,
Saksonya'da baĢlayan ve Çek Cumhuriyeti sınırını geçen eski bir gümüĢ madeni
olan Nicolai Stollen'e tünel açtılar. Ekipler 1945'de SS'leri madende gördüğünü
hatırlayan tanıklarla birlikte farklı SS kaynakları tarafından aktarılan
bilgileri izlediler. Ġki ekip de hala uğraĢıyor.
347
APTALLAR!
Bazı sanat tarihçileri Kehribar Oda avcılarının zamanlarını boĢa harcadıklarını
düĢünüyorlar. Kimsenin hazineyi bulamayacağını çünkü odanın yok olduğunu
söylüyorlar. Kehribarın erime derecesi 148(C'dir; bu yüzden Müttefik bombalan
Königsberg'i viraneye çevirdiğinde kehribar paneller de yandı.
ÇAT BURADA, ÇAT KAPI ARKASINDA
Catherine Sarayı için yapılan ve 1941 'de Sibirya'da saklanan dört Floransa
mozaiğini hatırlıyor musunuz? Alman polisi onlardan birine 1990'ların
ortalarında Bremen'de el koydu. Bir emekli, onu 2 milyon dolara satıyordu; panel
Wehrmacht'ta Hit-ler'e hizmet eden babasından miras kalmıĢtı. Uzmanlar mozaiğin
1944'den önce çalındığını tahmin ediyorlar öte yandan bu konuda kopan yaygara,
bir ev kadınının Doğu Almanya'dan aldığı kehribar sandığın Kehribar Oda'ya ait
olup olmadığını merak etmesine yol açtı. Eski fotoğraflar bu kuĢkuyu doğruladı.
Aynı zamanlarda, bir müzayede Ģirketi kehribardan yapılmıĢ bir asker büstü
sattı, bunun da Kehribar Oda'dan olduğuna inanılıyor. Yani Fred ve Elizabeth'in
malları pazara geri döndü.
GELĠN BUNA "CATHY'NĠN SARAYI" DĠYELĠM
Bu arada, Catherine Sarayı'nda zanaatkarlar Kehribar Odayı yeniden yaratıyorlar.
I. Frederick Wilhelm'in jestinden 300 yıl sonra, Almanya ve Rusya, bu kez baĢka
bir Ģaheserin yapımı için bir aradalar. Yeni Kehribar Oda 2003'de bitmiĢ olacak
ve eğer umuma açılırsa, ortalık kısa sürede Bermuda Ģortlu turistlerle dolacak.
348
"Arı çevrelendi ve kehribarın içinde göründü, kendi usaresi içinde gömülmüĢ
gibiydi."
Martial
"Bir kehribar boncuğun içinde tertemiz gömülmüĢ bir sinek
gördüm."
Robert Herrick
"Güzel! Kehribarın içinde Ģekilleri gözlemek, saçlar, saman çöpleri, toz, larva
ya da kurtçuklar."
Papa Alexander
349
bir cümle Ġle...
• Gelir vergisi ilk kez Ġngiltere'de, Napolyon'la yapılan savaĢın finansmanı
için toplandı.
• Lev Bronstein gardiyanının pasaportunu çaldı; bu yüzden Le-on Troçki olarak
tanınır.
• Garibaldi Ġtalya'yı tekrar birleĢtirmeden önce kısa bir süre Staten Adası'nda
yaĢadı ve mum yapımcısı olarak çalıĢtı.
• Amerikan baĢkanlarının hiçbiri ailenin tek çocuğu değildir.
> Amerika kıtasında köleliği kaldıran son ülke ABD değil Küba'dır.
• Bağımsızlık Bildirisi'nin taslağı kenevir kağıdı üzerine yazılmıĢtı.
> Ho Chi Minh kelime anlamıyla "aydınlatan kiĢi" demektir.
• Rusya'daki ġubat devrimi Martta, Ekim Devrimi de Kasımda olmuĢtur.
• Mayflower'da doğan ilk çocuğa Oceanus Hopkins adı verildi.
• Lenin ölmeden önce komünizmin despotluğunu ve bürokrasisini eleĢtirdi.
1 BirleĢmiĢ Milletlerin hiç Kuzey Amerikalı bir genel sekreteri olmadı.
¦ 1923'de Viyana'da kurulan Ġnterpol, Nazi döneminde Gesta-po'ya dahil oldu.
¦ Seçilen 42 Amerikan baĢkanından 26'sı hukukçuydu.
350
Ġsveç 1709'a kadar Avrupa'nın büyük askeri güçlerinden biriydi.
¦ Pers Kralı I. Xerxes fırtınalı denizi 300 kırbaçla cezalandırdı.
¦ Kari Marx bir ara Horace Greeley'nin New York Daily Tribüne gazetesine
muhabirlik yaptı.
¦ Kaiser II. Wilhelm, Çar II. Nicolas ve Ġngiltere Kralı V. Ge-orges, Ġngiltere
Kraliçesi Victoria'nın torunlarıdır.
< Kanada BaĢbakanı Lester Pierson'un Ġngiliz Olimpiyat hokey takımında oynaması
istenmiĢti.
• Ho Chi Minh, Vietnam Bağımsızlık Bildirisi'nin giriĢi kısmını
Amerika'nınkinden aldı.
> Büyük Frederick Almanya topraklarını iki katına geniĢletti ama Almanca
bilmiyordu.
> Gerçekten bir Kral Macbeth vardı, 1040-1057 yılları arasında Ġskoçya'ya
hükümdarlık etti.
• Çariçe Büyük Katerina tuvalette otururken kalp krizi geçirerek öldü.
«En uzun süre hükümdarlık eden kiĢi II. Pepi idi. 90 yıl Mısır'ı yönetti.
• Fransız imparatoru XIV. Louis gençliğinde hevesli bir baletti.
• Ġngiltere Siyonistlere, Yahudi ülkesi olarak önce Kenya'yı önermiĢti.
• Ġngiliz Avam Kamarası'ndaki ilk kadın olan Nancy Astor, Virginia, ABD
doğumludur.
• Disneyland'deki Sinderella'nın Ģatosu Bavyera Kralı II. Lud-wig'in Ģatosu
model alınarak yapılmıĢtır.
• 26 ABD eyaleti ve 4 Kanada bölgesinin ismi yerli Amerikan aslından alınmıĢtır.
• Amerikan Ġç SavaĢı baĢladığında, Robert E. Lee'nin kölesi yoktu ama Ulysses
S. Grant'in vardı.
• 1971'e kadar Ġsviçre'de kadınların oy hakkı yoktu.
351
• Japon Ġmparatoru Akihito, MÖ birinci yüzyıldan beri kesintisiz süren bir soyun
125'inci kiĢisidir.
• Polonya kralı 'Güçlü' Augustus'un 300'den fazla çocuğu vardı ama sadece biri
meĢru idi.
• Ġspanya Kralı XIII. Alfonso'nun müzik kulağı o kadar kötüydü ki Ġspanya'nın
milli marĢını bile tanıyamazdı.
• Finlandiya'nın baĢkenti Helsinki 155O'de Ġsveç kralı tarafından kuruldu.
• Deli Petro karaya oturan bir gemiden insanları kurtardıktan sonra öldü.
• Fransız Bourbonlar Ġspanya tahtını ele geçirdi, hala ayakta olan tek Bourbon
monarĢisi Ġspanya'dadır.
• Norveç Kralı X. Christian 1918'den 1944'e kadar aynı zamanda Ġzlanda
kralıydı.
• Ünlü aĢık Giovanni Casanova hayatının son döneminde kütüphaneciydi.
• Ġkinci Dünya SavaĢı sırasında orada bir Hollanda prensesi doğduğu için Kanada
Ģehri olan Ottowa'nın bir kısmı Hollanda toprağı ilan edildi.
• Thomas Jefferson ve John Adams Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinin 50'inci
yıldönümünde öldüler.
• Kanada'nın 1880 tarihli Kızılderili Yasası "kiĢiyi" "Kızılderili olmayan
birey" olarak tanımlar.
• Frankenstein'ın yazarı Mary Shelley feminist yazar Mary Wollstonecraft'ın
kızıdır.
• Ġlk kez 1980'de Ġzlanda'da bir kadın devlet baĢkanı seçildi.
• Jean D'Arc aslında Ġngilizler değil Fransızlarca yakalandı.
• Mata Hari aslında Margarete Gertruce Zelle adında bir Hollandalıydı.
• Yeni Zelanda 1893'te, kadınlarına genel seçimlerde oy hakkı veren ilk ülkedir.
• Woodrow Wilson 9 yaĢına kadar okuyamıyordu ama doktorası olan tek Amerikan
baĢkanı o oldu.
352
• Ġsrail BaĢbakanı Golda Meir, Mihvaukee'de büyüdü.
• Pakistan BaĢbakanı Benazir Butto, bir Ġslam ülkesinde seçilerek baĢa gelmiĢ
ilk kadındır.
• Elizabeth Blackwell hem ABD hem de Ġngiltere'deki ilk kadın doktordur.
• Fransız Kralı VI. Charles'in kıyafetlerinin içine, cam bedeni kırılmasın diye
demir çubuklar konulmuĢtu.
• Charlemagne ve Otto von Bismarck Ġlk ve Ġkinci Reich'ın liderleri olarak
tanınırlar.
• Andrew Bonar Law adında bir Kanadalı 209 gün Ġngiltere'ye baĢbakanlık etti.
• Jean-Paul Marat ve Agamemnon kuvetlerindeyken bir kadın tarafından
öldürüldüler.
> Abel Tasman Tasmanya, Yeni Zelanda ve Fiji'yi keĢfetti ama Avustralya'yı hiç
fark etmedi.
> Ġngiliz Ġmparatorluğu, Ġngiltere'nin ilk denizaĢırı kolonisini kurduğu
Newfoundland'de baĢladı.
• Macellan dünyanın etrafını dolaĢan ilk kiĢi değildi, zaten yarı yolda
öldürüldü.
> Miranda Stuart, Kanada'da askeri doktorluk yapmak için erkek numarası yaptı.
• Leydi Jane Grey neredeyse 400 yıl sonra Ġngiltere'nin ilk kraliçesi oldu ama
bu sadece dokuz gün sürdü.
• Ġngiltere Kralı I.George Alman'dı ve neredeyse hiç Ġngilizce konuĢamıyordu.
¦ Fatih William öldükten sonra, uyluk kemiği hariç tüm kemikleri çalındı.
¦ Ġngiltere Kraliçesi Anne çok ĢiĢman bir kadındı ve makaralarla yürütülmesi
gerekiyordu.
¦ Winston Churchill'in annesi Amerikalı'ydı, babası da baĢarısız bir
siyasetçiydi.
1 2000 yılının Ağustos ayında Yeni Zelanda'da, siyaset ve yargı görevlerinde ilk
beĢ sırayı kadınlar doldurdu.
353
Ütopya sözcüğünü ilk kullanan Thomas More, VIII. Henry tarafından öldürtüldü.
Marki de Lafayette Fransız Devrimi sırasında hain olarak damgalandı.
Ġngiltere'nin Stonehenge'i Roma'nın Coliseum'undan 1500 yıl daha eskidir.
En güçlü döneminde Sparta'nın 25 bin yurttaĢı ve 50 bin kölesi vardı.
1892'de Ġtalya, kızlar için asgari evlenme yaĢını 12'ye yükseltti.
¦ 1787'de ABD'nin resmi parası dolar oldu.
• Wright kardeĢlerin ilk uçağının adı Bird of Prey (Alıcı KuĢ) idi.
¦ Kraliçe Anne'in 18 çocuğunun 13'ü ölü doğdu, yaĢayan tek çocuğu da 11 yaĢında
öldü.
¦ 1929'da ABD BaĢkan Yardımcısı olan Charles Curtis yarı Kızılderili'ydi.
1 Kral John, Magna Carta'yı imzaladı ama Papa Innocent'e onu feshettirdi.
• VIII. Edvvard'ın ünlü tahttan çekilme konuĢmasının çoğunu Winston Churchill
yazmıĢtı.
• Görevi 1893'de bırakan Benjamin Harrison, sakalları olan son Amerikan
baĢkanıydı.
> Diana 1659'dan beri bir taht varisiyle evlenen ilk Ġngiliz'di.
> Kediler insanlar tarafından ilk olarak MÖ 8000'lerde evcil-leĢtirildi.
• Kleopatra Mısırlı bile değildi, Yunanlıydı.
• Charles Lindberg'in ünlü yolculuğuna baĢladığı alan bir alıĢveriĢ merkezidir.
• Charlemagne'ın ebeveynleri Kısa Pepin ile Koca Ayak Bert-ha'ydı.
• Exodus'da bir firavun sanılan II. Ramses'in mumyası British Museum'dadır.
354
• Teddy Roosevelt'in San Juan Tepesi 'süvari hücumu' yayan yapılmıĢtı.
• Ho Chi Minh bir zamanlar Paris'te fotoğraf rötuĢçusu olarak çalıĢtı.
• Kadınlara içki yasağını atlatmak için, Büyük Katerina'nın sarayında travesti
balolar yapılırdı.
• Ġngiliz BaĢbakanı John Major'ın babası bir trapez ustasıydı.
• Gregory Pincus dünyayı değiĢtirdi, ilk doğum kontrol hapım buldu.
• Sherlock Holmes'ün yazarı Arthur Conan Doyle bir göz hekimiydi.
• Jungle Book'un yazarı Rudyard Kipling sadece siyah mürekkeple yazardı.
• 1982'ye kadar Kanada tam olarak bağımsız bir devlet değildi.
• Sadece bir tek boĢanmıĢ adam Amerikan baĢkanı oldu - Ro-nald Reagan.
• Lech Walesa DayanıĢma'nın lideri olmadan önce bir gemi elektrikçisiydi.
• 1522'den beri Ġtalyan olmayan ilk papa II. John Paul oldu, 1978'de.
• Kanada'nın ilk pulunu tasarlayan Sanford Fleming saat dilimlerini de
düzenlemiĢti.
• Fransa'nın ġiĢko, Kel, Basit ve Ġyi Hizmet Eden Charles adlı kralları oldu.
• George Washington ulusunun babası olabilir ama kendi çocuğu yoktu.
• Boston Çay Partisi'nden önce Ġngilizler aslında çay vergisini yükseltmemiĢ,
düĢürmüĢlerdi.
• Kraliçe Elizabeth'in soyadı Mountbatten-Windsor'dur.
• 1946'ya kadar Kanada vatandaĢı diye bir Ģey yoktu, sadece Ġngiliz
tabiiyetliler vardı.
355
Fransız Devrim takviminde Patlıcan, Gübre ve Ispanak adlı günler vardı.
Kanada Kızılderilileri 1960'a kadar ulusal seçimlerde oy ve-remiyorlardı.
Ġkinci Dünya SavaĢı'nda Sovyetler Birliği'nin can kaybı 7,5 milyondu.
Hem Indra Gandi hem de oğlu Rajiv suikasta kurban gitti. Hatshepsut kendi adına
hükümdarlık yapan tek kadın firavundur.
Ġngilizler Çjuebec'i iĢgal ettikten sonra Guadeloupe ile değiĢ tokuĢ etmek
istediler ama Fransa kabul etmedi. XIV. Louis Fransa'dan kaçabilirdi ama
paraların üzerindeki resminden tanındı.
Julius Caesar "Geldim, gördüm, yendim" dediğinde, gelip görüp yendiği yer
bugünkü Türkiye'ydi. Kral Edward tahttan çekilmiĢ olsa da yönetmeye devam etti,
Bahamalar'ın valisi oldu.
Aquitaine'li Eleanor hem Ġngiltere, hem de Fransa'nın kraliçesi olan tek
kiĢidir.
British Columbia'nın ilk baĢbakanı kendine "Evrenin AĢığı" adını taktı.
Eski Mısır'da kedi öldürmek genellikle idamla cezalandırılan bir suçtu.
Kızıl Baron'u düĢürenin, Roy Brown adlı Kanadalı bir pilot olduğu sanılıyor.
1700'lerde Ġngiltere'de cehenneme gitmeye karĢı sigorta yaptırmak mümkündü.
En parlak döneminde, MS 117'de Roma Ġmparatorluğu 4 milyon kilometrekareyi
kapsıyordu. Sifonlu tuvaletin tarihi MÖ 2000'lere kadar uzanır. 1700'lerde
Ġngiltere'de kumarda hile yaptığınız için asılabilirdiniz.
356
30 yaĢından sonra insanlar kısalmaya baĢlar. 1752'ye kadar Ġngiltere yeni yıla
25 Mart'ta girerdi. VI. George'un 1939'daki ziyaretine kadar hiçbir Ġngiliz
hükümdarı Kanada'yı ya da ABD'yi ziyaret etmemiĢti. Aslında iki tane St.
Valentine vardı, ikisi de Roma'da Ģehit oldu.
VIII. Henry Greensleeves adlı Ģarkıyı yazmıĢtır. Cincinnati adını, 9 gün sonra
istifa eden Romalı bir diktatörden almıĢtır.
1 Oy veremiyor olmasına rağmen feminist Victoria Woodhull 1872'de baĢkanlığa
aday oldu.
¦ Yer yüzeyinin engebeli oluĢu ve binek hayvanları olmadığından hiçbir Amerikan
yerli halkı tekerlek kullanmamıĢtı.
1 Newfoundland Kanada'ya katılmadan önce teknik olarak bağımsız bir ülkeydi.
¦ Lincoln Ġç SavaĢ'a kadar köleliği kaldırmak değil sınırlandırmak istiyordu.
¦ Mitterand, Thatcher'da "Caligula'nın gözleri ve Marilyn Monroe'nun
dudakları" olduğunu söylemiĢtir.
¦ mdira Gandhi'nin Mahatma Gandhi ile akrabalığı yoktu, Nehru'nun kızıydı.
1 Spencer Perceval suikastta öldürülen tek Ġngiliz baĢbakanıdır. 1 Hitler'in
'Bin Yıllık Reich'ı sadece 147 ay sürdü.
¦ Avustralya BaĢbakanı Harold Holt, Port Philip Koyu'nda yüzerken kayboldu.
• 1867'de Kanada'nın federal politikacıları günde 6 dolar kazanıyorlardı.
• John Adams ABD hükümeti hakkında utandırıcı haber yapmayı suç haline getirdi.
> Benjamin Disraeli Yahudi kökenli tek Ġngiliz baĢbakanıdır.
• Amerika'yı 'keĢfettiğinde' Colombus'un tam olarak nerede olduğunu kimse
bilmiyor.
357
I
• Antik Mısır'ın son kralı, Cleopatra'nın oğlu XV. Ptolemy idi.
¦ Nazi Rudolf Hess dört gün kaldığı Londra Kulesi'nin son mahkumu oldu.
¦ ABD BaĢkanı William Howard Taft 141 kiloydu ve bir defasında küvete sıkıĢtı.
¦ Tony Blair bir zamanlar Ugly Rumours (Çirkin Söylentiler) adlı bir rock
grubunun üyesiydi.
¦ Sadece on kiĢiden biri solaktır ama son altı Amerikan baĢkanının üçü solaktı.
¦ 1980'lerde baĢbakan David Lange Yeni Zelanda'yı nükleerden arındırılmıĢ bölge
ilan etti.
¦ Teknik olarak, ilk Amerikan baĢkanı Maryland'h John Han-son'dır.
¦ Winston Churchill bir zamanlar Küba, Hindistan ve Sudan'da savaĢ muhabirliği
yaptı.
¦ Kanada'nın 36 Konfederasyon kurucusundan ikisinin adı John Hamilton Gray'dir.
¦ Kanada'nın kurucularından biri Amerikandı: New York Pa-ulins'li William P.
Hovvland.
¦ 1926'da Goebbels, Hitler'in Nazi Partisi'nden atılmasını istedi.
¦ Hitler ve Mussolini Ġspanya'da, her ikisinden de uzun yaĢayan faĢist bir
hükümet kurdular.
¦ Teknik olarak, Amerika'yı 'keĢfeden' Colombus değil gözcü Rodrigo de
Triana'dır.
> Voltaire Fransa'nın Kanada kolonilerini "birkaç kilometrelik kar" diye
küçümsemiĢti.
¦ Ġngiltere Gregoryen takvime geçince 4 Ekim 1582'yi 15 Ekim 1582 izledi.
¦ Ġkinci Dünya SavaĢı sırasında Alman U-botları Kanada'nın St. Lawrence
Nehri'nde 23 gemiyi batırdı.
• ABD Rusya'ya Alaska'nın bir kilometrekaresi baĢına sadece yarım sent ödedi.
358
Union Ironclad Monitör sifonlu tuvaleti olan ilk gemiydi. Amerika'nın ilk
çıplaklar derneği üç erkek tarafından kuruldu.
ABD, Fransa'ya Louisiana'mn bir kilometrekaresi baĢına sadece 0,75 sent ödedi.
Robert E. Lee ve Ulysses S. Grant, bir savaĢta aynı taraftaydılar... Meksika
SavaĢı.
¦ 1812 SavaĢı'nda ABD Toronto'yu, Ġngiltere de Washing-ton'u yaktı.
Ananas Baronu Sanford Dole, Hawaii Cumhuriyeti'nin ilk ve tek baĢkanı oldu.
¦ Bir Amerikalı, William Walker 1856'da Nikaragua baĢkanı oldu.
• ABD'nin Panama kanalını yapabilmesi için Panama, Kolombiya'dan bağımsızlığını
ilan etti.
>1812 SavaĢı sırasında Ġngilizler Detroit'i ateĢ bile etmeden aldılar.
¦ 1620'lerde Hollanda'nın, Manhattan'ın alt ucunda bir kolonisi vardı.
• Dünyanın en eski parlamentosu Ġzlanda'nın Althing'idir, MS 930'da Vikingler
tarafından kurulmuĢtur.
> ABD Kanada'yı iki kez iĢgal etti, biri Devrim sırasında, diğeri de 1812
SavaĢı'nda.
¦ Hem Hitler, hem de Mussolini vejetaryendi.
• Amerikan Devrimi'nden sonra John Paul Jones, Rus donanmasında görev yaptı.
> Benjamin Franklin Amerikan ulusal kuĢu olarak hindi yerine kartalı tercih
etti.
> Rudolf Hess 20 yıl boyunca, Berlin Spandau Hapishanesi'nin tek mahkumuydu.
• Trenlerde yolculuk edenlerin sadece binde biri Kızılderililer-ce öldürüldü.
359
> Herald Fairhair bir kadını etkilemek için Norveç'i birleĢtirdi.
¦ Ġlk Kanadalı bağımsızlıkçılar Quebec'te değil Nova Scota'da seçildiler.
¦ Ġrlanda'nın Dublin ve Ġngiltere'nin York kentlerini Vikingler kurdu.
' Geranimo'nun asıl adı Govathlav'dı ve anlamı 'Esneyen
Adam' idi.
Bunker Tepesi SavaĢı aslında Breed Tepesi'nde yapılmıĢtı. 1 Nazi Almanyası
Ġngiltere'yi iĢgal etti ama sadece Channel
Adaları 'na kadar.
General George Patton 1912 olimpiyatlarında pentatlonda 5.
oldu.
Sadece dört Batı Yarıküre ülkesi Ġkinci Dünya SavaĢı'na birliklerini gönderdi.
Papa XXIII. John Birinci Dünya SavaĢı'nda yüzbaĢıydı.
John Quincy Adams'ın evcil bir timsahı vardı.
¦ 4 Temmuz'da Bağımsızlık Bildirgesini sadece iki kiĢi imzaladı.
1 Ġngiliz BaĢbakanı Alec Douglas-Home uluslar arası bir kriket oyuncusuydu.
Beatles'in Taxman (Vergi toplayan adam) Ģarkısında iki Ġngiliz baĢbakanının ismi
geçer.
Christopher Columbus'un üç gemisine de Barcelona'lı fahiĢelerin adları takıldı.
Etiyopya Kralı II. Menelik'in tahtı aslında ABD'den ithal edilmiĢ bir elektrikli
sandalyeydi. Kore SavaĢı bir jetin diğerini vurduğu ilk savaĢtır. Uruguay
donanması bir defasında Montevideo'yu savunmak için peynirden top mermileri
kullandı. Cengiz Han; Büyük Ġskender, Napolyon ve Hitler'in fethettiği toplam
topraktan fazlasını fethetmiĢtir. Louis Philippe, Fransa kralı olmadan önce bir
Philadelphia barının üzerinde yaĢıyordu.
360
Baskı makinesinin babası Johannes Gutenberg aslında altın sarrafıydı.
Birinci Dünya SavaĢı'nın son muharebesi Ģimdiki Zambiya'da oldu.
Futbolcu Pele Lagos'ta oynayabilsin diye Nijerya iç savaĢı durdurdu.
Edmund Hillary, Everest Dağı'na tırmanmadan önce Yeni Zelanda'da arıcılık
yapıyordu.
Aragon'lu Catherine, VIII. Henry'yle evlendiğinde hem dul, hem de bakireydi.
Al Capone sonunda mahkum edildi ama cinayetten değil vergi kaçırmaktan.
Birinci Dünya SavaĢı sırasında Almanya, taraf değiĢtirmesi için Meksika'ya
Arizona, New Mexico ve Texas'ı önerdi. 1570'lerde Ġspanya, buz patenleri giyen
bir Hollanda ordusu tarafından yenildi.
¦ 'Ġyi Kral Wenceslas' aslında Bohemia kralıydı.
¦ BirleĢmiĢ Milletlere ilk katılan ülke Nikaragua'dır.
¦ NATO'nun savaĢtığı tek ülke Yugoslavya oldu.
¦ Anne Boleyn'in kafası uçurulduğunda kurt köpeğininki de uçuruldu.
1 Napolyon'un büyük yeğeni Charles Bonaparte FBI'yı kurmuĢtur.
• 1918'de grip, Birinci Dünya SavaĢı'ndan daha fazla insanın ölümüne neden oldu.
> 1940'da Alman casusu Josef Jacobs, Londra Kulesi'nde idam edilen son insan
oldu.
> Benito Mussolini'ye, Meksikalı devrimci Benito Juarez'in adı verildi.
> 1800'lerde Yeni Zelanda hem altın, hem de fahiĢe hücumuna uğradı.
361
' Isandhlawana'da Ġngilizleri yenen Zulu ordusunda 60'lıklar-dan oluĢan bir alay
da vardı.
¦ Boer SavaĢı motosiklet ve kamyonların kullanıldığı ilk savaĢtır.
• Pers Kralı I. Darius, Nil ve Kızıl Denizi bir kanalla birleĢtirdi.
¦ Etemenanki adı verilen bir zigurat (piramit biçimli eski Mezopotamya kulesi-
ç.n.) kulesi, Babil Kulesi hikayesine ilham kaynağı olmuĢ olabilir.
¦ Ġnkalar imparatorlarının serbest kalması için 8x5 metrelik bir odayı 3 metre
yükseklikte altınla doldurdular.
¦ Atinalı Draco insanları lahana çalmaktan idam ettirirdi.
¦ Noel Baba'nın kökeni olan Santa Claus Türkiyelidir.
¦ 1898'de yayınlanan Futility kitabı tuhaf bir Ģekilde Titanic'in 1912'deki
batıĢını öngörür.
¦ Konfüçyüs 'Suç Bakanı' olarak atanmıĢ ve Lu bölgesinde suçu sona erdirmiĢtir.
¦ Paraguay'da 1890'larda bir Yeni Avustralya vardı.
¦ Karayipler'e adını veren Carib Kızılderilileri daha çok Dominik'te
yaĢarlar.
1 O zamanlar barut deposu olarak kullanılan Parthenon (At-hena Tapınağı)
neredeyse yıkılıyordu.
¦ ġu anda sanat galerisi olan Louvre bir zamanlar kraliyet sarayıydı.
1 Üç Magi'nin (Ġncil'de Ġsa'nın doğumunu kutlamak için doğudan Bethlehem'e gelen
üç bilge adam: Caspar, Melchior ve Balthazar- ç.n.) Almanya'da, Köln'de bir
katedralde gömülü oldukları söylenir.
¦ Kral Tutankamon'un mezarını açan 22 kiĢiden 21'i on yıl sonra hala
hayattaydı.
> Stonehenge'i yapanlar Keltler değil Druidlerdir.
• Taht kavgasını önlemek için Osmanlı sultanlarının erkek kardeĢlerini öldürtme
hakkı vardı.
362
Hemoroit Napolyon'a Waterloo zaferine mal olmuĢ olabilir,
atını bile süremiyordu.
1659'da Ġngiltere'de Noel'i kutlarken yakalananlar beĢ Ģilin
ceza ödüyorlardı.
Dickens, Amerikan Senatosu'nu ziyaretinde senatörlerin
tütün tükürdüklerini görünce iğrenmiĢti.
Wall Street, Marksist olduğunu fark etmeden önce Fidel
Castro'ya borsa fiyatlarını kağıt Ģeride kaydeden bir cihaz
vermiĢti.

You might also like