You are on page 1of 217

NİYAZİ

BERKES
TIOKRASİVE
lAİKllK
N iya2á Berkes

T eokrasi v e Laiklik
Bu kitabın bütün haklan
ADAM YAYINCILIK A.Ş.’nindir.

Birinci Basım : Mart 1984

Kapak Düzeni : Erkal Yavi

182.09.011.357.196

A D4M YAYINCILIK VE MATBAACILIK A.5. DÜYÜKDEAE CAD0E5Î, ÜÇVOL MEVKİİ, NO:93 MASLAK, ¡5VmiL-TUI\KE/
TEL;1ö?M10(6har) TElG^ADûMıAY TELEX;23790 ıod»ır
Niyazi Berkes

Teokrasi ve Laiklik

m
İÇİNDEKİLER

BİRİNCİ BÖLÜM
T oplum bilim A çısm d a n D in - D ü n ya K u ru m la n
A rasm dak i İlişki T ürleri 11
Laikliğin Tarihsel K a y n a k la n 24
T ü rk D in T oplum bilim ine G iriş 44
T ürk R eform A şam aları 64
Laiklik R ejim inde Politik G elişm e 71
Teokrasi ve Feodalizm 81
T ürk D ev rim i’nde Laikliğin G elişm esi 91
İKİNCİ BÖLÜM
K om şudaki Y an gın 103
«İran ’da Y an gın V a r!» 106
M ü çteh itler D evrim i 110
T ürk D evleti ve H ıristiyanlık D ünyası 114
O sm anlI İm paratorluğu ve O rtodok s Kilisesi 118
M egali Idea 131
Y u n a n T rajedisi 134
İki U lusta Tarihsel D oğrultu 139
D em okrasin in Beşiği 142
M ustaklis ile M ustakas 146
«Turkish O ccu p ied A rm en ia» 149
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
A n aya sa K ayn ağı O larak Söylev 155
D ünya Politikasında HaUfelik 159
D inler v e Ç ağlar 164
Tarih, Efsane, M asal ve Y alan 168
Tarih v e O rtaçağ cılık 171
Siyasal - E konom ik T a rih K arşısında Din 174
U lusal Tarihe Bakış 178
T arih B ilinçsizliğinin T ürleri 180
T arih O lm am ış Y alan lar 182
Enosis (K enosis) N edir? 184
A m ba r M asalı 187
S eçim ler Ü lkesi 192
Bir K on feran sın A n ıla n 197
Ku K lux K lan 200
Y a y ın la r :
Tanzim at 203
Y en i İslam cılık 208
K u ran : Şiir ve K anunları 212
BÎRÎNCİ BÖLÜM
TOPLUMBİLİM AÇISINDAN
DİN - DÜNYA KURUMLAR! ARASINDAKİ
İLİŞKİ TÜRLERİ

D ünyasal k u ru m larla dinsel k u ru m lar arası ilişkiler üzerine k ar­


şılaştırm alı incelem eler, şim diye d eğin Batı u yga rlığın ın — orta ça ğla
m od ern ça ğ aşam alarınd aki — K ilise’yle D evlet arası ilişki türü ü ze­
rin e yapılan in celem elerdek i term in olojiye göre jrürüm üştür. Tarihin
b u ilişki k on usu n dak i soru n ların dan d oğan teori şem asının, konuyu
basitleştirm e gibi b ir yararı vardır; çü n k ü Batı u yga rlığın d a dinle si­
yasal g ü ç kurum laşm ası, b elirgin ayn ı a la nla r olarak gözü k ü r. Bu
yü zd en Batı u ygarlığın d a, kurallaşm ış eylem örn ekleri olarak *dinsel»
olan la «dü nyasal» olan arasındaki ayırım ı yapm ak ta b ü y ü k gü çlü k
çekilm ez. Bunlar, yaşam ın, «m anevi» (spirütüeD dün yasal (tem porel)
bölgeleri, H ıristiyan Kilise (Ecclesia) bölgesiyle, D evlet b ölgesi olarak
k olaylık la a yırt edilebilir.
M odern Batı ülkelerinin en ileride olan la rın da bu b ölü m leri b ir­
b irin d en ayrı tutm ak sorunu da az çok yerleşm iş, belirlenm iş b ir iş
olm uştur. İki alan arasındaki «m odus viven d i»yi tu tu n du rm ak için
geliştirilen dünyasal ve siyasal m ek an izm alar rejim den rejim e az ço k
değişirse de genellikle b u iki b ölgeyi ayrı tutm ak olan ağı vardır.

K avram ları ve anlam ları yalın olan bu din devlet ilişkisi şeması.
Batı dışı ülkelerin k u ru m laşm a türleri içindek i dinle dü n ya ayırım ı
soru n u nu incelem e İşinde top lu m bilim e u ygu n olm ayan b ir şem adır.
H ıristiyan top lu m la n n d a görü len ayırım . Batı ve H ıristiyanlık dışı
olan ülkelerin devlet d in arası ilişki türlerin de görülm ez. H ıristiyanlık
dün yasındak i Din ya da Kilise örgütleri, D evlet’ten ön ce ya da D ev­
let dışında aynı boyu tta gelişm e gösterm ez. lü m i top lu m larda din, b ir
kilise gibi ya d a b ir tarikat gibi kurum laşm ış olab ilir ya da d ü n ya ­
sal b ir politik kuru m d enebilecek b ir örgütleniş, gerçek te dinsel g örev
ve d eğerlerle karm aşık olabilir.

11
TEOKRASİ VE LAİKLİK

D inle d ü n y a k u ru m la n arasındaki ilişkileri in celerk en D in Sos­


yolojisi adlı yapıtın da Joach im W a ch , karşılaştırm a b irim i olarak, «d i­
n in tarihsel biçim i» ile «devlet örn ekleri» dediği b irim leri ele alır. N e
v a r ki, b ir din in tarihsel biçim in in (an ca k kuru m laştığı zam an böyle
b ir olan ağı bulu nm ak la birlikte) b ütün top lu m larda tek sistem olarak
gözü k m ediğin i gözön ü n d e tutm aktadır. D inin Batı örn eğin d eki u n ­
surlarını, Batı dışı toplu m ve u ygarlıklardak i din sistem lerinde a y n
ö ğ e le r olarak gösterm ek am acıyla, Joachim W a c h ’m , tarihsel b içim ler
ve ö rn ek ler olarak gösterdiği b içim ve örn ek lerdeki laik v e d in sel ku­
ru m la r arası a ja n m kesin çizgilerle belirtilm em iş olur. M eğer ki din
ve din dışı un su rlar Batı örn eğin in d in v e din dışı olarak sistem leşti-
rilm esin den sökülm üş p a rça la r gibi ele alınarak ideal b ir şem a k u ­
ru lm asın a çaüşılm ış olsun. Ne v a r ki tarihsel b içim lerin ve örn ek ­
lerin birçoğu n d a, ne devlet gerçek ten laik b ir devlet, ne de din — söz­
cü ğ ü n m od ern anlam ıyla — gerçek ten dindir. Din ve devlet k av ra m ­
ları, b izim b u g ü n k u llan dığım ız m od ern genellem elerdir. W a c h ’in ver-
ıdiği b irço k örnek, a n ca k Batı örn eğine zorla soku ldu ğu takdirde şe­
m a y a u ygu n düşebilir. (T ü rk iye’de laikliği yoru m lam a ve tanım lam a
ça b a la rın d a ajm ı yanlışlığa, yani Batı laikliği m odeliyle, o m od eld en
a yrı yapıda b ir m odel olan Batı dışı laikleşm eyi aynı tü rd en sayarak,
birin e bak m akla öteki ü zerine d e geçerli gen ellem eler yapm a yan lışlı­
ğın a d üşü lüyor. T ü rkiye’de laikliğin anlam ın daki b u tü r tan ım lam a
yanlışlıklarının, A v ru p a ’daki laikleşm e m od elin in T ü rk iye’dekin e ö r­
n ek olan b ir d eğişm e sanılm asından ileri geldiğini, J oach im W a c h ’in
ya ptığının bu kez ters yön d e yapılm akta oldu ğu n u b elirtm ek isterim .)
H ıristiyan din alanı için d ek i ülkelerde görü len laikleşm eyle, o alan
(dışındaki ülkelerde a z ya d a çok görü lm ek te olan değişiklikleri b irb i­
rin e benzetm e, din d evlet örgü tlen işin dek i b içim ve değişim tü rleri­
nin n iteliğin i b ozm a k la kalm az, bu toplu m larda gelişm ekte olan m o ­
dern laikleşm e sürecinin yarattığı soru n ları anlam ayı d a zorlaştırır.
Bu top lu m lardak i sürecin yarattığı p roblem lerin n eden leri anlaşılm a­
m ış olur.
Bugün Batı dünyası d ışın da olup da, geçm işin dek i p olitik otorite­
n in din d eğerleriyle karm aşık oldu ğu yerlerde ulusal ve laik d evlet­
le r gelişm ektedir; — en başta T ü rk iye’de oldu ğu gibi — bu yerlerde,
toplu m dak i gelen eksel k u ru m laşm a biçim lerin i b oza n laikleştirici g ü ç­
lerin etkisi altında, siyasa ile dinin ayrı etken ler olarak eylem lerde
b u lu n d u ğu yerler de görü lebilm ek tedir. Bu ülkelerde. Batı ö rn eğ in ­
d en fark lı olarak dinle siyasa k u ra m la rın ın geleneksel bü tü n lü k lerin ­
de değişm eler olm aktadır. D evletin laik b ir örgü t olarak gözü k tü ğü
ölçü d e d in d e geleneksel yerini ve b içim in i yitirm ektedir. (Ö rneğin
A ra b ista n ’d a p ara ek on om isiyle birlikte kentsel top lu m gelişirken.
Şeriat u ygu lam aları gid erek sertleşm e eğilim i gösterm ekte, b ü y ü k k a ­
zan çlı b ir serm aye ekon om isin in getird iği çık arla rla Ş eriat’ın fa iz ku-

12
TOPLUMBİLİM AÇISINDAN DÎN-DÜl^YA KURUMLARI ARASINDAKİ tr.tŞK-t

ra lla n n ın çatışm ası soru n la r yaratm aktadır.


Kim i Batı dışı toplum larda görü len siyasal gelişm elerin ço k yeni
olm ası ve öb ü r k u ru m laşm a biçim lerin e u yu m sağlayam am ası yü ­
zünden, siyasal ile dinsel alanlardak i kişilerin d in sel geleneklerdeki
gelişm elerin siyasal beklentilerde ne anlam taşudığını k avrayam am a­
ları gibi d u ru m la r ortaya çıkıyor. H er ola y ı kendi siyasal ve dinsel g e ç­
m işlerinin ilişkileri a çısın da n görerek, olan ları Batı laikliğin in taklidi
ya da yinelem esi sanan Batılı gözlem cilerin de, Batı örn ek lerin d en ay­
rılan bu gelişm elerin özelliklerini anlam ada dah a iyi b ir duru m da ol­
d u k la rı söylenem ez.

K arşılaştırm alı toplum bilim a çısın da n en başta b u gü çlü k leri a y ­


d ın lata ca k a jm b ir kavram şem asına gerek vardır. B unun için de d e v ­
let türü karşısın da din in tarih sü reci içind ek i k on u m u n u n değil, çoğ u
k ez karm aşık b ir ilişkiler bütün ü halinde örgü tlen m iş olan b ir din
d ü n y a karm asındaki öğelerin çeşitli toplu m larda ne gib i b içim ler al­
dığın ın incelen m esi gerekir. T oplum bilim açısın dan e n önem li b a ş­
la n g ıç n oktası devlet ve kilise gibi fa rk h k u ru m lar bulu n up b ulu n ­
m adığın ı saptam ak değil, toplum un d eğerler sistem inde dinsel değer­
lerin ve k uru m ların yerlerin i saptam ak olm alıdır. Böyle b ir b a şla n g ıç­
la siyasal b ir ku rum u n aynı zam anda ve ne ölçü de d in sel b ir ku ru m
olu p olm ad ığın ı ya d a dinsel b ir ku ru m u n ne d en li siyasal işlevleri
b u lu n d u ğu n u saptam a olan ağın ı bulabiliriz.
A n alitik a çıd a n b ak tığım ız zam an şu tü rlerle karşılaşırız: «Din»
kavram ı, Ca) ya tarihsel b ir in a n ç-eylem -k u ralla r sistem i olarak; (b) ya
devletin örg ü tlen işi için d e uyum laştırılm ış, top lu m a yol gösterm e am a­
cıyla dün yasal top lu m eylem leri içinde eritilm iş olarak; (c) ya da, ki­
şinin eylem lerini özel b ir örgü tlen işe bağım lı ya d a b ağım sız in a n ç
bağlan tıları için d e yürütm e türü olarak ü çe ayrılabilir.
Bu ayırım a göre d oğ a ca k son u çla rı şöyle saptayabiliriz; Y a kim i
h allerd e din sistem inin biçim sel tutum u ideal, ku ram sal olarak kalır
ya da öyle tanım lanır; g erçek toplum sal çerçev e için d e örgü tlen iş d u ­
ru m u o ideald en fark lı olarak ya da on u n yoru m lan ış b içim i olarak
ortaya çıkar; ya d a dinin örgü tlenm e düzeyi, yaln ız id ea l b ir din sis­
tem in in ilkelerine göre değil de toplum u n ken disin in örgü tlen m e tü rü ­
n e göre gelişm iş olabilir. Ü çü n cü b ir olasılık d a ü stün d e ğ e r kavram ­
ların ın önem taşıdığı toplu m larda geleneklere karşı gelen laikleşti­
rici gü çlerin kuvvetlen m esiyle d in in kutsal b ir dayan ışm a b içim i oluş­
turm ası duru m u du r. Bu son olasıhkta en ön em li am aç, b elirli b ir d in
d ü n ya b içim i ile belirgin leşen d ü zen in sürdürülm esini sağlam aktır.
O zam an b u olasılıkta din, değişm eye karşı en üstün g ü ç sim gesi olur.
S ayd ığım ız çeşitlere göre «taasup» (fa n a tizm ), «b içim cilik» (fo r­
m a lizm ), «kuralcılık» (şeriatçılık ), «d ü n ya da n çekilm e» (asetizm ),

13
TEOKRASİ VE LAİKLİK

<‘a3âncilik» Critüalizm), «sofuluk» (pü ritan izm ), «sezaro-papizm » gibi


çeşitli terim lerle tan ım lan an a yrı tip eğilim ler m eyd an a gelir.

Şu halde, b ir toplu m un gen el örgütleniş b içim i için d e d in in pa-


ym ı incelerk en şu so ru la n sorm am ız gerekir;
— Tarihsel b ir din, ne ölçü d e toplum un gelenekselleşm iş k u ru m ­
sal yapısına b içim veren d eğer k ayn ak ların da e n üstün yeri
tutm aktadır?
— Ç oğu llu b ir din kurum laşm ası durum u, ne ö lçü d e dengeleşm iş
b ir gelenek için d e gerçekleşm iş olabilir?
— T op lu m u n laikleşm esi ne ölçü ye d ek b ir geleneksel biçim len i­
şin din ve d ü n y a ku ru m larm a b ölü n m esiyle ilgili b ir olay ola ­
ra k gelişir?
Bu son oluşum u, y a gelenekselleşm iş b ir d ü zen in içinde, ya d a m o ­
d e m u yga rlığın laikleştirici etkileri altın da kurum laşm ış b ir biçim e
d önü şü n koşulları k apsam ında inceleyebiliriz.

n
Bu özetlen m iş şem aya göre b u ra d a a n ca k kısa k ıyaslam alar yap­
m a olan ağı vardır. Böyle b ir kısa girişim e örn ek olm ak üzere, T ürk
İslam lığını ele alarak yu k ard ak i gen ellem eleri u ygu lam aya ça lışaca ­
ğım . T ürk İslam lığı gelen eğini ve b u gü nk ü duru m u n u, H ıristiyan o l­
m ayan d in çeşitlerin d en birin e örn ek olarak alıyorum . T ürk laikliğini,
«dinsel» ile «laik» arası ilişki örn ek lerinin türlerin den b irin e yararlı
b ir m isal olarak alacağım . Bu, zam an ım ızdak i başka laikleşm e örn ek ­
leri olan çeşitlerle ve T ü rk İslamlığınıdan ayrı olan türlerle karşılaştır­
m a la r ya p m ak olan ağın ı da verebilir (özellikle Japon ya ile H indistan
örn ekleri g ib i).

İslamlık, m o d e m d önem ön cesi Türk toplu m u n u n siyasal otoritece


tanınm ış din gelen eğinin k aynağıydı. Bu din. tarihsel yerin i Türk İs­
lam lığın a öz g ü olan kurum sal ve değersel b ir yapıdan alm ıştı. Son
ik i yü zyıl için d e de, m od ern d ön em top lu m değişm elerine karşıt ge­
leneksel d eğişm elerin üst d aya n ağ ın ı oluşturuyordu . Y u k a rıd a d eğin ­
d iğ im ü ç n ok ta çerçev esin d e d in in m o d e m ça ğ ön cesin d ek i kuru m sal
yapın ın çözü lüşü n dek i d u m m u n u inceleyeceğiz.
G en el k an ın ın tersine, M ü slüm an top lu m la n n h içb irin in siyasal
k u ru m la n İslam lıktan kaynaklan m ış d eğildir. Bu kanı laikleşm e süre­
cin e karşı çıkan , ya d a bu karşıtlığı yansıtan m o d e m id eolojin in ü rü ­
n üdür; tarihsel gerçek liği yoktur. O sm anlı gelen eğindek i T ürk siyasal

14
TnPT.TTMRtT.tlvr AÇISINDAN DİN-DÜNYA KURUMLARI ARASINDAKİ İLİŞKİ

va rlığ ı XIV. yü zyıld a tarih sahnesine çık tığ ı zam an, yani O sm anlı
D evleti’n in k u ru lduğu tarihte T ürk İslam lığı siyasal b irim içindek i y e ­
rini çok tan alm ış bu lu n u y ord u ; çü n k ü T ürk İslam hğı X IV . yü zyıldan
ön celere dayanır.
O dönem de İslam üğın b aşlıca görevi «toplu m sal beraberlik» d iye­
b ileceğim iz b ir birim in desteği ve yön vericisi olm aktı. Bununla b e ­
lirtm ek istediğim şey, îslam h ğın o d ön em de yaln ız d a r a n lam da b ir
d in top lu m u ve dar anlam da b ir siyasal toplu m olm adığın ı söylem ek­
tir. İslam lığın oyn adığı ro l d in sel toplu m özü nü (İslam deyim iyle «ina­
n a n la r ü m m eti»ni) b ir siyasal b ü tü n için d e geçerli kılm aktı. Bunun ba-
şarılışı «Şeriat» diye adlan d ırılan ve kişi d avran ışların ı yaln ız dua,
ibadet bağlam ın d a değil, daha çok d ü n y a işleri, toplu m sal ilişkileı
b a ğla m ın d a ele alan «d oğru eylem y olu »n u gösteren, kişiyi özünde si­
yasal olm ayan k u rallarla b ağlayarak , on lara in a n dıra ra k yönlendiren
b ir eylem sistem atiği sayesinde olm uştur. Başka b ir deyim le bu, H ı­
ristiyan lıkta old u ğu gibi yalnız dine in a n an lar b irim ve birliği anla^
m ın d a b ir kilise ÎEcclesia) ya d a on a b a ğlı (devletsiz) b ir sekt toplam ı
için d e gerçekleşm iş değildir. K işilere u ygu la n a n k u rallar b ir din k u ­
ru m u b içim i içinde, ayrı b ir top lu lu k olarak görü len kişilerin u ygu la ­
dığı k u ra llar olarak görü lm ü yord u . G ü n cel yaşam dak i k u rallar kutsal
sayılm ayan dü n ya işleri alanında k alıyordu . Ö rn eğin İslam h u ku k u n da
(Şeriatında) evlenm e, H ıristiyanlıktakinin tersine d in sel yan ı olm a­
yan hu kuksal b ir m u kavele aktidir. B oşanm anın niteliği de öyledir.
Ne evlenm e, ne de b oşan m a d in sel b ir kuraldır. (Laik M eden i K an un ’un
3Türürlüğe girm esinden ön ce evlen m eleri s a n k h kişilerin yapm ası, e v ­
lenm e olayın ın b ir din olayı olm asından değil, Tan zim at’tan sonraki
giysi değişm eleriyle eski h u ku k adam ların ın niteliğin in u n u tu larak on ­
ları sivil kişilerin karşıtı b ir çeşit «ru hban» sınıfı saym aktan doğan,
laiklik karşıtı, dinsellik eğilim li b ir yan ılm a oluşu n dan ileri ge liy o r­
d u ). T op lu m u n en ön em li kurum u olan aile b irim i b u g ü n k ü d eyim le
b ir sivil h u k u k çerçev esi içindedir, H ıristiyanlıkta old u ğu gibi kilise­
nin dinsel k u ralların a b ağım lı b ir k u rum değilidir. B oşanm anın da b u
nitelikte h içb ir sın ın yoktu.
Şeriat d en en h u ku k k uralları Fakih d en en v e h içb ir dinsel, ra h ip ­
lik niteliği olm ayan, dünyasal toplum düzeni u ygu la m a la n n ı ku ralla-
m a işiyle uğraşan (M ax W e b e r in b u tü rü tanım lam ak için k u llan d ığı
terim le, «h on oratiores» sözcü ğü yle özelliğin i anlattığı) laik k işilerce
geliştirilm iştir. B aşlangıçta b u n la r yen i M ü slüm an top lu m u içinde tü ­
m ü yle dü n ya işleriyle u ğraşan kişilerdi (en ü n lü lerin d en ve eskilerin­
den olan Ebu H anife kum aş ticareti yapan M ü slüm an b ir İranlıyıdı).
Bu «am atör h u ku k çular», dünya işlerinde karşılaşılan olayları k u ralla­
ra u ygu lam ak için gelenek, görenek, riva yet ve en son d a K uran m et­
n in d en (o zam an b ask ı olm ad ığın d an p ek az k işinin bildiği, en ü stün
d eğerd e sayılan kitaptan) çık arab ild ik leri k u ra lla n yaygın laştırm ış-

15
TEOKRASİ VE LAİKLİK

lardır. (îslam şeriat k u ralları — ki ta başta b irbirin d en a yrı hu ku k


ok u lların a bölü n m ü şlerd i — a ncak sonraları doktrinleştiklerinde az
ön ce verdiğim sıranın tersine düşen b ir sıraya göre, ya n i oluşanın
jen etiğin e göre değil, olan ın sistem atiğine göre k ita p la ştırılm ıştır).
A m a tör h u k u k çu ların çalışm aları sayesinde çoğ a la n ve sistem leş­
tirilen kurallar. «ça ğ »ın k oşu lların ın gerisinde ya d a dışın da kalm ış
oldu k la rı zam an lard a bile, gen e d e devletin istem ine b a ğlı olarak si­
yasal otoritelerce toplum düzen ini sağlam ak için u ygu lan m ışlardır.
(Bu gelişm elerin en eski dönem i olan A b b a soğ u lla rı’n d a b u k u rallar
«bilgi» anlam ın a gelen Fıkıh yapıtların d a y e r alm ak la birlikte h içb ir
zam an b u n la r H ıristiyanlıktaki «K anon» k u ralları gibi d evlet için h u ­
kuksal b ir zoru n lu k h alin e gelm em iş, böyle b ir zoru n lu lu k oluşm asın
diye de h erh a n gi b ir şeriat kan u nu m eyd a na getirilm em iştir. Kim i
ca h il H ıristiyan ve kim i cah il M üslüm an şeriat k u ralların ın elkitabı-
n ın K u ran old u ğu n u sanırlar. İslam ü m m eti için d e zam an la yerleşe­
rek yayılıp öğren ilen bu k u rallar siyasal otoritelerce benim senm iş, u y ­
gu lan m a la rın a ön em verilm iştir.)
G erek kitaplardak i m etod oloji ve olaylar, gerekse İslam lık bilim i
(Fıkıh) ok u lların ın — ki sayıları son zam an larda d ö r d e k ad ar düş­
m ü ştü r — öğretilerin den çık an son u çla rı d eğerlen diren siyasal otori­
ten in u ygu lam aları ile birik en k u rallar Şeriat d en en b ir tür özel kişi
h u k u k u oluşturm uştur. D em ek ki İslam lık’ta h u k u k u din ya p a n din in
k endisi d eğil ya d a H ıristiyanlık’ta old u ğ u gib i — ço ğ u k ez — d evlet­
ten gü çlü olan Kilise değil, D evlet’in kendisidir. Bir «a sır»d a b ir
«çağ» d a gelişen, yerleşen b ir kural geçm işi tem sil ettiği d ah a sonraki
b ir d ön em de «d in kuralı» oluş, «zam an», «asır» geçm esiyle in an an ların
(üm m etin) değişm ez ku ralı olm uş. Şeriat ise yerleşik ku ralların top­
lam ı olarak ortaya çıkm ıştır.
D evletin d ü zen i sağlam ası a çısın dan önem li olan, toplum sal sis­
tem in değişm ez k u ra llar için e hapsedilm esi olayı, M ü slüm an toplu m ­
la r b ü y ü k değişikliklerle karşı karşıya kalın ca birtak ım ön em li deği­
şiklikler d oğu rm u ştu r. Fıkıh’ın oluştu rdu ğu k u ra llar için d e d evletin
d esteğin i a lm a ya n şeriat kuralları u ygu lam an ın d ışın d a bırakılm ıştır.
İkinci özellik, M ü slüm an lığın ya yıld ığı bölgelerd ek i ileri gelişm e
d üzeyin e varm ış o rta ça ğ top lu m larm d a ku ralların b ü y ü k b ir titizlikle
u ygu lan m asıd ır. B unlar h er zam an siyasal otoriten in d esteğin i kazan ­
m am ışlarsa da gelişen şeriat h u k uk u n u n m antıksal ya pısı için d e ka­
larak birtak ım yeni k oşu lla rd a işe ya ra m a z olm uşlar, k ap ah sistem
d ışın d a k i toplum sal değişikliklerle uyu m sağlayam am ışlardır. D eği­
şen k oşu lla r karşısında d evlet yeni k u rallar isteği ya d a g ü cü göster­
m iyorsa Şeriat, top lu m soru n la rın a ters düşm eye başlar.
M od ern ça ğ ın etkisinin b ir d in ola ra k İslam lığa karşı değil orta­
ç a ğ M ü slüm an d evlet b içim lerin e karşı olduğu nu , laikleşm e sürecinin
H ıristiyanlıktaki laikleşm eyle b ir tu tulduğu nu düşü n ü rsek İslam ü lke­

16
TOPLUMBİLİM AÇISINDAN DİN-DÜNYA KURUMLARI ARASINDAKİ fî.tşK-t

lerin in k im ilerinde d ev let ve d in bileşim i akım ının n eden bu n a karşı


b ir tepki olarak d o ğ d u ğ u n u anlam ış oluruz. İslam ülkelerin de dinsel
kurum , siyasal k u ru m u n d ışm d a kalm ış değildi. D inin kendisindeki
siyasal güçsüzlük, «am orflu k» (atalet) ve tem eli olan «ü m m et»in siya­
sal b ir birim olm ayışı yü zün den d in in gelişim in i denetleyen b aşlıca
m erci siyasal k u rum olm uştur. B unun b öy le olm ası siyasal kurum un
d m k u ru m u üzerinde dinsel ü stü nlü ğün den d eğil (bir M üslüm an «se-
zaro-p a p ızm »m d en ) devletin şeriata verdiği otoriteden kaynaklanır.
İslam lıkta ortodoksluk, ya d a on u n karşıtı olan anti-nom ianizm (Kut­
sal K itabın yaşam k u ralları sağladığı inan cı) Şeriatın siyasal otori­
tenin (devletin ) h ukuk u oldu ğu iddiasın ın b enim sen diği ça ğ la rd a d o ğ ­
m uştur.
B ir k u rum üzerinde «ü m m et»in k en diliğin den «icm a ’ı»n ı (con sen-
sus’ü nü) k azanm adığı için çıkan ayrılık, yaln ız devletin desteklediği
k u ra la uyu lm ası zoru n lu lu k olunca, bu k u ra la u ym ayan ın eylem i H ı­
ristiyan lık ta oldu ğu gibi «heresia» (inançtan sapm a) sayılırsa d a ce ­
zalan d ıran g ü ç Kilise değil, d evlet olm uştur. D evlet h arek ete geçm e­
dik çe ra fızıliğin serbestliği yürür. H ıristiyanlık açısın dan anlaşılam az
olan b u fa rk ın nedeni, o tü r eylem in Şeriat’ın siyasal olm ayan alanı
ıçm d e uygulan m asın ı yavaşlatan, inan an ın kendi istek ve aklına u y­
m ası yerin e siyasal gü ce itaatini gerekli bulan, b u yü zden politik
otoriteye karşı çık an b ir protesto sayılm asındadır. Şeriat’ın bu n u yap­
m a gü çsü zlü ğü yüzünden, politik düzenin sağlanm asım zoru n lu kılan
otoriten in k en diliğin den tanınm ası biçim in e geçilm ekle İslam lığın as-
h n d a serbest iradeyle olan eylem in ken diliğin den sağlayam adığı b ir­
liği sağlam ası, dinle devlet arasındaki b ağın ku rulm ası olayı, İslam
d evletlerin in tem elinin d in olduğu ina n cın ı yerleştirm iştir.
***

O rta ça ğ İslam lığına özgü olan b u tü r O rtodoksluğun (din k u ralla­


rın a d evlet gü cü altında b ağlan m an ın ) gelişm esi, İslam lığın dinsel ola­
ra k gü çlerin i d araltm ış ve en son u n d a tüketm iştir. D in olarak «İslam ­
lıkta zoru n lu k yoktu r» savın ın değeri kalm am ıştır.
İslam lığın k endine özgü olan b ir yanı old u ğu
görü nü şü n e de yol açm ıştır. D inin p olitik otoritece u ygu lan a n sert ku­
ralla rın a karşı tepki n iteliğinde gelişen T a savv u f d a (H ıristiyanhktaki
kilise ku ru lu şlarıyla m an astır tarikatların dan fa rk h olarak ) ken din e
özgü b ir d in kurallaşm ası yaratm ıştı. T asavvuf, İslam lıkta m anastırlık
yerine, siyasetçe u ygu lan a n din gelişim ine karşıt olarak d oğm u ştu .
Bu yü zd en İslam lıkta T asavvu f ne H ıristiyanlıkta oldu ğu gib i dün ­
yasal yaşam dan k opu k m anastır H ıristiyanhğı, ne d e dinin dün yasal-
laşm ası görü n ü şü olm uştur. İslam lıktaki T a s a v v u fu n tarikat b ö lü n ­
m eleri, kişilerin kendi istekleriyle ve çoğ u k ez m esleklerine göre b a ğ ­
lan d ık la rı «kardeşlik» b ölü k leri olm uş, siyasa ve k u ral a la n la rın a karşı

17
TEOKRASİ VE LAİKLİK

iç d u y gu la r ilkesine d a ya n d ın lm ıştı. Tarikat, Şeriat’la k u ru lu b ir din


kurum u olm ad ığı halde, geçm işteki tarikat birim leri devlet hizm etin­
deki U lem a’n ın ku ral biçim cilik lerin e ve Şeriatçılık eğilim ine karşı
olan k u ru m lar sayılm ıştır. (İslam ortaçağı tarikatlarını b u g ü n k ü si­
yasal a m a çla n gizlem ek için ku ru lan sahte tarikatlardan a yırm a k ge­
rek ir. İleride d eğin eceğim k oşu llar a ltın da klasik tasavvuf tarikatları
çökm ü ş, k a y b o lm u şla rd ır).
Türk İslam lığında b u iki k aynağın ya n ın d a on ların h içb irin d en
k aynak lan m ayan ü çü n cü b ir yan d a h a v a rd ır ki, siyasal çağd aşlaşm a
olayın ın son aşam alarına geldiğim iz zam an T asavvuf, Şeriatla birlikte
ü çü n cü b ir kaynak olan b u yan, çağdaşlaşm a gü çleri karşısında son
darbeyi yiyen yan olm uştur. Bu belki A sya k aynaklı v e T ü rk İslam ­
lığın a özgü türü tam am layan ü çü n cü yan, devlet gü cü n e özgü olan b ir
yandır. A m a cı siyasal toplum un birlik ve d ü zen liliğ in i sağ la yacak g ü ­
cü sağlam aktır. Bu (M ax W e b e r in term in olojisin i ku llan arak a n la ­
tırsak) «P atrim onium » hakkına, devletin babası, d e v le ti b ab asın d an
m iras alm ış hü küm dar, O sm anlı terim iyle Padişah’tır. D evletin b a b a ­
sının iyiliğe yön elik ödevi, yön etim ve din yolu yla u ygu lan ır. H em Sul-
ta n ’dır (sözcü k egem en lik d em ek tir), hem de H alife. Bu iki g ü cü n b i r ­
leşim i, on u toplum un başına konm uş b ir ço b a n yapar.
Bu, İslam lıktaki «üm m et» fic tio n ’un daki görü şten a y rı b ir ilkeye
dayan ır. İslam kaynaklı ideal üm m et fictio n ’u n da toplum sal tabaka­
la r arasındak i düzen, bütün dünyasal enerjileri b ütün kişilerin eşit­
liği altında T anrı ü nü nü en yükseğe çık arm aya yönelm iş olm aktır. Os-
m an lı «patrim on ializm »in deyse devletin babası, T a n rı’n ın gölgesi ol­
m a sıfatını alm akla d ü n y a d a T a n n ’dan b aşk a h er şeyin üstüne çık a ­
rılm ış b ir g ü ç olur.
O sm anlı devlet anlayışındaki bu ü çü n cü ya m n varlığı, d ün yasal
g ü cü n kurum laşm ış görü n ü şü olarak ordu ve yön etim deki seçkin kişi­
lerin kaynağın ı açıklar. Y ön etim ve savaş gü cü k işilerinin seçilm esi,
yetiştirilm esi, toplu m k ök enlerin den ayrılm aları gibi yön tem ler İs­
lam lık d ışın dan gelen b u k aynağa bağlıdır. Katı din k u ra lla n olm a­
yan seçk in ler bölüm ü, çeşitli yöntem lerle toplu m dan seçilerek ayrılır,
top lu m katlarının üstünü ola n din dışı b ir kurum d üzeyin e yükseltilir.
T oplum b u n la r ta ra fın da n ek on om ik sın ıf çık arların a göre değil, ev­
rensel gelen ek gereği olan toplum üstü değerlerin h izm etindeki a m a ç­
lara göre yönetilir.
D ü n ya alanın ın gelen ek olarak kutsallaştırdığı böyle b ir sistem de
«dü n yasal» ile «dinsel» b irbirin d en ayrı k u ru m lar olm ak tan çık arla r.
H er örgüt, h er kurum , hatta h er kişi kutsallık adın a hareket eden d ev­
let gelen eğin in k oru nm asıyla yü k ü m lü olur; din ya da din dışı diye
ayrılm ış olm ak tan çıkar. Bir eylem in dün ya işlerine d ön ü k oldu ğu ö l­
çü d e dinsel ya da d ün yasal oluşu, b u ayırım a göre değil, en üstün
gelenek yapısının gerek lerin e göre sınırlanır. En ü stün değerlilik, sul­

18
TOPLUMBİLİM AÇISINDAN DİN-DÜNYA KURUMLARI ARASINDAKİ tT.tŞTrt

tan ların k endilerine h a lifelik de kattıktan son ra P adişahlık düzeyinde


görülü r.
Ö rgütlü, düzenli dün yasal eylem ler alanıysa, a ra ç a la m ola ra k
k aldık ça geniş b ir özgü rlü k kazanır. Padişahlara bile en üstün d ü zeyde
«dinsel özgü rlü k » tan ın ır (Padişahların eylem lerin in b irço ğ u Şeriat
k u ralların ın d ışın da k a lır ). P adişahlıkla H alifelik iki a y n fon k siy on u
gösterm ez (Biri dünyasal, öteki dinsel iki a y n ölçü yeri sayılm az).
O nlar, siyasal gü cü d on a ta n çeşitli sın ıflar arasın da b ir ayırım yapıl­
m a d a n verilen sıfatların iki ilkesi, iki unsuru, iki içeriğidir. Kutsal d e­
ğerler alanı, siyasal ve dün yasal a la n d a n a y n olan b elirli b ir kurul-
laşm aya b ağlan m a d an sağlanm ış olur. D ün yasal toplum tabak aların ­
d a n oluşan dü n yasal ayrım lı ala n la gelen eğin k oru yu cu su olan seç­
kin ler (élite) katı arasında d erin b ir ayırım , b ir m esafe bulunur.

ra

Bu sistem in Batı u yga rlığın ın m o d e m k oşu llarıyla karşılaşm ası


son ucu bozulm ası, içind ek i geleneksel (patrim on ial), dinsel (ch aris­
m atiqu e) v e kuralsal (legal) nitelikteki ü ç öğe alanı ü zerin e k u ru lu
d ü zen i sarsm ış, en son u n d a on u yıkm ıştır. D ön em d ön em eski b içim e
gelm e ça b a la n n a karşı b ir vu ruşu n daha gelm esiyle bu yıkıhş sür­
m ü ştür. Ü ç öğen in sistem için d ek i yeri jâtirilm iş, bu lu n am ıyor. (Bu,
b u g ü n bile son a erm iş değildir, kesinlikle laik ilkeye dayanm ış b ir
d evletin anayasal tem eli, h er on ya d a yirm i yıld a b ir yen iden ara­
n ıyor.) Bunun, anlatılan b içim d ek i d ü zen in yapısının dinsel alanıyla
laik yaşam alanı kuralları arasında b ir ayırım bulunm asaşından ileri
g eld iğ i sanıldığından, İslam lığı kitaplardan öğrenen, Batı söm ü rgen ­
liğin d en çık m a çabasın dak i toplu m ları tanıyan Batı oryan talistleriyle
o n la rın öğren ciliğin i yapan M üslüm an bilginleri, İslam lıkta laikleşti­
rilm iş b ir a la n olm ay acağı sanısına d aya n arak d u ru m u ya İslam lığa öz­
g ü b ir k arışıklık ya d a Batı örn eğin i alm a işin den b aşk a b ir şey ol­
m a d ığı görü şü n dedirler. G eleneksel sistem in sözünü ettiğim iç öğe­
lerinin d eğişm eler karşısında a ld ık la n tu tu m la n in celed iğim iz zam an
a yn ı sistem in d ok u su n u bu kez (çözü lm e sü recin deki eylem lerin e b a ­
k arak ) başk a b ir ışık altında görebiliriz.
D eğişiklikler toplu m u n dü n yasal düzenini etkilem eye b aşla yın ca
(örn eğin toplu m sal ya p ıd a yer d eğiştirm eler olu n ca) g ü çlü k ler gele­
n eğ in en üst organ ın ın yerin i sallan dırm aya başlar. Bu üst o rg a n k en­
d in i eski yerin d e tutm a çabasın ı yeniledikçe statüsünün d ah a d a sar­
sılm alarına y ol açar. Bu sarsılm alar old u k ça d ır ki, d in (ya şeriat ya
d a ta sa vv u f olarak) cid d i b ir d eğ er ve anlam k azanm aya başlar. Sar­
sıntı on lara d a h a serbestçe eylem e geçm e olan ağın ı açm ıştır. Bu sar­
sıntı geldiği zam an, b u iki alanın tem silcileri iki seçenekle karşılaşa­
caklardır; ya gelen eksel dü zen e sarılacak lar, ya da d in i siyasal d ü ze­

19
TEOKRASİ VE LAİKLİK

n in alınyazısın dan k u rtarm ak için on u yeni k oşu llara u yu m lam aya ça ­


lışacaklardır.
*#*

Osm anlI tarihinde XVIII. yü zyıld an sonra b u iki d oğru ltu n un ikisi
de belirm iştir. İkisinde d e inişli çıkışlı ça b a la r görü lü r. Bu, öğelerin
h âlâ b irbirlerin d en a yn la m a d ık la rın ı gösterir. İkinci öğen in (dinin,
dün yasal düzenin alınyazısından) ayrılm ası a ltern atifin in başarılı ol­
m ası iki koşu la bağlıydı.
Bu k oşu lların biri, ekonom ik, siyasal ve toplum sal yaşam da öz­
gü rlü k ler k azanılm ası zoru nlu ğudu r. A n ca k b öyle b ir olasılıkta yeni
d u ru m la ra u ya ca k yeni k u rallar geliştirilebilirdi. Bunların, geleneksel
d in ölçü lerin e göre değil, toplu m tabak alarının gereksin m elerin e u ya ­
ca k b içim lere girm iş k u ra llar olm aları gerekirdi.
İkinci koşul, yaşam alanın ın çeşitli b ölü m lerin in Ş eriat’ın kural­
ların d an ayrılıp özgü rleştirilm eleri k oşuludur. Bu yolla, toplu m u n ger­
çek ölçü lerd e değişm esine katkısı olacak b ir yön e dönü lm esi olan ağı­
n ın bulunm ası, toplum sal yaşam ın çeşitli yan ların ı etkileyen değişik­
liklerin son u cu olan d eğişm elere bağlan m adan , d in in bu alanlardan
çek ilerek kendine özgü b ir alan kurum laştırm ası olabilirdi. Bu olan ak
d oğru ltu su n d a din, b irer b irer laikleşm e halin de olan kurum ve ku ral­
lardan ayrı, b ir «kurul kurum laşm ası» çevresi için d e kendi öd evlerin i
yerin e getirm e çabası olacaktı. O zam an inan an ların yaln ız kendi ki­
şisel bağım lılıkların a g ö re d avran ılacak , din laik yaşam alam n dak i
kararların getireceği işlere artık karışm ayacaktı.

G erçek böyle gelişm edi. İslam lığın d ü n yaya d ön ü k b ir din olm a­


sının Şeriat’a yansım ası, dinin dü n ya işlerin dek i rolü n ü n azalm ası so­
n u cu n u değil, tam tersine dünya işlerindeki yerin in a rtm a s ı, son ucu ­
nu doğurm uş, toplum sal gelişm elerin gerisinde kalın ca d a bu geliş­
m eleri reddetm ek zoru n d a k alarak kapalı b ir sistem içine h apsolm uş-
tur. D ünya işleri karşısında b ir din. gideb ileceğin d en fazlasın a gittiği
zam an b öyle olur; ku rallaştırm a ça b aları yürüm ez, biçim leşm işlikte
k alır (H ıristiyanlık b ölü m lerin d e de bu görü lü r. A n cak, laik k u rallar
gerek en işleri görd ü ğ ü n d en Kilise ku ru llarınm anlam sızlaşm alarını
ço k kişi g örm ez).
Bunun son u cu n da din. yeni toplum sal değişim lerle karşılaşınca,
b u n ları denetleyem ez hale gelir. Bir d önem için, h e r soru n u çözü m le-
yeb ilen din, d iğ er b ir d önem de, b ir sistem olm aktan çıkıp, k apalı dar
b ir sistem olm aya razı olur. D eğişm e esnekliğini yitirir. B öylelikle, ne
denli incelikli tefsirler yapılırsa yapılsın, dün ya soru n ların ın d ışın da
kalır.
Bunun anlam ı, Şeriat’ın b u n ları kendi içine alm am ası, k a b u l et-

20
TOPLUMBİLİM AÇISINDAN DÎN-DÜNYA KURUMLARI ARASINDAKİ İLİŞKİ

TTiemesi daha d o k u s u on la r karsısında kuralı bulu n m am a k ta olm ası


dem ektir. H er değişm e sorunu, Şeriat karşısında d eğişm ez b ir din k u ­
ralın a bağlan ır; Şeriat, h u ku k k u ra lla n alanı olm aktan çıkar; sad ece
din k u ra lla n toplam ı olur. Laik yani d in alanı dışı sayılacak a la n la r­
la arasında gittikçe artan ayrılık, hatta çatışıklık gelişir. Dinsel örg ü t­
lenişlere u ym a ya n h e r yen ilik ya d ü n y a d a n çekilm e — m iskin lik —■
m isticizm olu r ya d a Şeriat’tan ajTiIm a türü b ir din sizlik olarak g ö ­
rü lm eye başlar. T ü rk iye’de b u alandaki d eğ işim le r iki koşul yü zü n den
daha etkin olm uştur: B irinci koşul, seçk inler katm am arasındaki a y n -
lık ve bu ayrılığın, h u ku k alanında laik b ir seçkin ler tabakası oluş­
m asın a fırsa t verm eyecek ölçü de derin olm ası koşuludur. İkincisiyse,
toplum sal alanla, Şeriat ve ta sa vv u f alanlarındaki u çu ru m u n d e rin ­
leşm esidir. Bu u çu ru m un derinliği, h er ikisini de yeni d ü n yayı anla­
ya m a z hale getirerek bilsrisiz bırakır. Bir ya n da Şeriat, kendi gücü al­
tında b ir teokrasi geliştirm eye çalışırken öte ya n da T a sa vv u f siyasal
a la n d a n d a h a ço k u zak laşan b ir n ih ilizm e döner.
***
Bunun son u cu n da d a dış kaynakh b ir sü reç başlar; Dinsel olan
h e r şey, aslındaki birleştiricilik gü cü yerine, a yırıcı b ir g ü ç olarak al­
gıla n m aya başlanır. Şeriat, dinsel alanda b ölü n en otoritesini, daha
ön ce kapsam adığı b o 3rutlara u zatm aya kalk tık ça d ü n y a yla çatışkısı
da artar.
B içim sel açıdan, bu iki eğilim in ikisi de o rta ç a ğ İslam lığına kı­
ya sla yenidir. Şeriat’ın k ap sayam adığı soru n la r karşısın da kendi ala­
n ım genişletm e sa ld ın la n n ı, b ir ya n d a devletin zaten daralm ış olan
geleneksel gü cü (böyle b ir otoritesi kalm am ış h e r M üslüm an ü lk esin ­
de oldu ğu gibi) ya da değişm e gü çleri a lan ın da laik alanın ço k gen iş­
lem esi gibi b irb iriyle çelişkili iki koşula b ağlan tılığın d a görürüz.
B öylece d eğişm e süreçlerin in ilk görü nü şlerinin Şeriat, T a savv u f
a la n la rıyla devlet alanının b ir savaş alanı içine soku lm aları olarak g ö ­
zükür. Savaş, yaln ız değişm eye karşı değil; b irbirlerin e d e karşı olan
b ir savaştır: Şeriat, devlet de dahil olm ak ü zere h er şeyi kendi tekeli
altına sokm aya çalışır. Bunun «D in D evleti» k u rm a iddiaların a k ad ar
gittiğini görü rüz. Fakat b u ça b asın d a (siyasal gü çten başk a) tarikat­
lard a n da karşılık görü r. N e va r ki, T a savv u f d evlete karşı gü çsü zlü ­
ğü n d en kurtulm ak zorundadır. Böyle b ir zoru n lu k karşısında tarikat­
la r p arça la n m ay a başlarlar. D evlet ise h er ikisinin de siyasal g ü ç ka­
zanm asına karşıdır. M üslüm an toplu m u n u n çek ird eği sayılan Ü m m et
varlığı, b ir din birim i olarak, ölü m kalım sın ırına dayan m ış dem ektir.

rv
T ü rk O sm anlı tarihinde laikleşm e k on usu açısından b u savaşın
gelişim i ü zerind e ön em li ola n n ok ta şu olm uştur; yu k a rd a sözü edilen


TEOKRASİ VE LAİKLİK

Üç ö ğ en in ü çü de yen i tem ellere d a y a n a ra k ya pılarım v e görevlerin i


yenilem e g ü çlerin i yitirm işlerdir.
Savaşın ilk k u rban ı geleneksel ta sa vv u f tarikatları olm uştur. Bu­
n u n nedeni, bunların, dinsel nitelikte örgü tlen m e olarak toplu m d e ­
ğişm elerin den e n ço k etk ilen en tabak alar arasında yayılm ış k u ru lla r
olm alarıdır. Savaşta, d ah a çok d ire n ç gü cü olan Şeriat d a b a ş a n gös­
terem em iştir. Ö n celeri o d enli geniş kapsam lılık gösteren Şeriat, d a r
b ir giysiye dönm üştür. D ü n ya değişm eleri karşısında gittik çe d a h a ge­
rilere çekilm eye, ed ecek söz. yoru m ve çözü m bulam am a ya başla­
mıştır. Laikleştirici h er gelişim n getirdiği h er yen ilik on u n b ir adım
d a h a geriye itilm esini zorlam ıştır. D evlete gelince, o d a kendi gü cü n ü
d in in ya n ın d a oldu k ça kullanam am ıştır. Değişmejri k on trol etm e d u ­
ru m u n a geldiği zaman. D evlet d in sel destek sağlam a zoru n lu lu ğu n dan
ku rtu lm aya bakm ıştır. Bu, T ü rkiye m od elin de laikleşm e ola3nnın üs­
tü n lü k k azanan b ir düzeyde ilerlem esinin yolu n u açm ıştır.
•••

Bu k on u la rd a T ürk top lu m u n da görü len tepki türlerini, ötek i M üs­


lüm an top lu m la n n çoğ u n u n gösterdiği tepki tü rleriyle karşılaştırm ak.
İslam lıktaki dü n yasal ve dinsel d ü zen b içim lerin in geleneksel geçm iş­
lerin i d a h a ayrın tılı olarak a n lam am ıza yarar. (Laik d evlet rejim i tü­
rü n ü n n eden yaln ız T ü rk iye’de olab ildiğin in n eden lerin i de a ç ık la r ).
En göze b a ta r nitelikteki a yn lık , M üslüm an top lu m larm m ço ğ u n ­
d a (onların d a aralarında a y n ya n la r olm akla b era b er) geleneksel d ü ­
zen biçim lerin in siyasal y a p ıla n n m yıkılışı son ucu olarak b u yıkılışa
d a h a ç o k d in sel nitelikte olan tepkiler gösterilm esinde görü lü r. T ürk
tepkisi daha ço k siyasal tepki üstünlü ğü yle ayrılır. T ü rk örneğin de din­
le d evletin karm aşıklığın ın zoru n lu olarak a yn im a sı sayesinde, D ev­
let yok olm ak tan kurtulm uştur. (K em alizm ’in T ürk devletçiliğine kat­
kısının ön em i b u ra d a görü lü r ve K em alist rejim i b u n d a n sonra da
yü rütm en in zoru n lu oluşu nu n tem el gerek çesi b u d u r. Siyasal Türk
varlığ ın ı en üstte görem eyen «n alın lı din ciler» K em alizm ’deki D evlet
İlkesinin b u n oktadaki anlam ını k avrayam azlar. D evletçilikle Laiklik
ilkeleri arasındaki ilişki tarihsel b ir ikizliktir).
T ürk top lu m u n u n p olitik laikleşm esi sürecin den sağ k urtulan îs-
lam h ğın b ir in a n ç k on u m u olarak toplu m daki yeri ve göreviyle ilgili
soru n la r d oğm u ştu r. M o d e m la ik d evletin b en im sediği görüş, dinin
kişisel v icd a n inan cı soru n u oldu ğu görü şün e dayan ır. Bu görüş, dış
görü n ü şü n d e h em Şeriat’ın b irey ci karakterin e h em T a savvu fu n spiri-
tüalistliğine u y g u n görü n ü rse de, b u tartışm ada görd ü ğ ü m ü z gib i b u n -
la n n ikisi de geleneksel d ön em de oldu ğu gibi siyasal gü çle b e ra b er­
likten çık arak kendi başla rın a kalm a gü çlerin i yitirm iş b u lu n u yorlar.
Laik d evlet örgütlenişinde din örgütlenişi a çısın dan b ak ıld ık ça devle­
tin ulusal b ü tün lü ğü n den b a ğım sız b ir ku rallaşm adan a y n kalm ası

2S
TOPLUMBİLİM AÇISINDAN DİN-DÜNYA KURUMLARI ARASINDAKİ İLİŞKİ

zoru n lu lu ğu görü lür. Ne spiritüalist îslam a k ım lan , ne de H ıristiyan


m isyon erlerin in kendi din lerin i yaym a ça b aları başarı gösterm iştir.
G erçekte, b u tü r girişim lerin, d in girişim i olm aktan ço k siyasal nite­
lik taşıyan girişim ler oldu ğu görü lü r. Din görü nü şü altındaki akım ­
ların siyasal ya da dinsel nitelikte oluşu n u ayırt etm e gü çlü k leriyle
karşılaşan siyasal gü cün en yerin de b u ld u ğ u ve d oğru sayılan yol d ev ­
letin hem İslam lığın h em diğer tarihsel dinlerin h u ku k yaptırım larıyla
k oru yu cu su olm asın ı sağlam ak olm uştur.
Bu k u ra llar gereği olarak bü tü n ibadet yerlerin in korunm asını,
tarihsel M üslüm an ibadet yerlerin in m asrafların ın sağlanm ası, b u k u ­
ru lla rd a k i d in hizm etlilerinin eğitilm eleri gibi öd e v le r devletin g ö ­
rev leri arasın a alınm ıştır. Buna karşılık, d insel doktrin yaym a, teolo­
jik görü şler ileri sürm e gibi eylem ler d evletin k oru m a tutum una ay­
k ırı sayılm ıştır. En üst ilke, kişilerin in a n ç özgü rlü ğü n ü korum aktır.
G erçek laikliğin anlam ı da budur. H erhangi b ir dini, kişilere zorla
benim setm ek bu özgü rlü ğü n kapsam ına alınm am ıştır. Dini siyasaya,
siyasayı din e karıştırm a özel yasalarla önlenm iştir. B öyle b ir çerçev e
içind e îslam dininin yaşam ası m od ern yaşam k u ra lla n n a en u ygu n
olan b ir koşul olduktan başka, başın d an b eri ve tarihi b c jo ın c a b ütün
d in örgü tlenişlerine özgü rlü k tan ıyan İslam lığın tarihsel karakterine
de u ygu n olan b ir tutum dur.
Bu incelem ede, H ıristiyanlık dışı din lerin sosyolojik inceleniş tü­
rü n ü n tartışılm asına b ir örnek olarak ald ığım T ürk laikliğin in özel­
lik lerin d en çık a n sonuç, H ıristiyanlık dışı dinlerin ya ygın old u ğu top­
lum lard a laik ve dinsel biçim lerde de laikleşm e sü reçlerin in in ce­
lenm esin den söz edilm esinin anlam sızlığını ileri sûren M üslüm an ve
H ıristiyan gözlem cilerin tezlerinin tem elsizliğini görü rü z. Bu türlerden
öğren ilecek en önem li sonuç, incelem e m etodolojisinin H ıristiyanlık tü ­
rü n d en k op y a edilm em iş b ir m etod oloji o la ca ğın ı gösterm esidir. Batı
dışı ülkelerin laik ve dinsel k u ru lla şm a la n üzerine ya p ılacak karşı­
laştırm alı incelem eler, gerçekte bütün d ü n y a tarihi a çısın da n yaln ız
b ir istisna olan H ıristiyan din örgütlenişi tü rü n den ed in ilen in celem e
yön tem in den farklı olan b ir bilim sel yaklaşım türü gerektirir. Bu tar­
tışm ada belli b ir tarihsel d in in ya d a b elli b ir devlet örn eğin in a y n
ü rü n leri d iy e gösterilen b ir dinle b ir d evlet tipi arası ilişkileri değil,
tarih sel b ir bü tü n için d e bileşim leşm iş değerlerle eylem ler tü rlerin i
tem el araştırm a b irim i olarak alm ış bulu n uyoru m .
Batı dışı ülk eler arasında (özellikle Jap on ya ve H indistan türleri
arasında) yapılacak karşılaştırm alı incelem eler, b ü tü n Batı dışı ü lk e­
lerde laikleşm e ve d in ilişkileri k on usun da şim diye d ek incelenm em iş
türlere dönm ekle ku şku suz daha geniş b ilg ile r edin ilebilecektir.

Archives de Sociologie des Religions dergisinde (No. 16,


1963) çıkan yazımn çevirisi.
LAİKLİĞİN TARİHSEL KAYNAKLARI

İslam ülkeleri arasın da Türkiye, m o d e m d eğişm eler açısın dan İs­


la m din inin du ru m u yla ilgili özel ya n la r gösteren b ir ülkedir. Bu de­
ğişm eler sü recin in b aşla n gıçları XVII. yü zyıla değin gider; XIX. yü z­
yılda h ızlanır; XX. yüzyıl b aşların dan sonra rad ik al b ir nitelik kazanır.
Bu değişm e sürecin in getirdiği sonuçlar, en aşağı ik i yan açısın ­
d an k en din e özgü ayrılık lar gösterir. B unların birincisi, b u değişim in,
özü n d e laikleşm e yön ü n e d o ğ ru olm asıdır. İkincisi, süren değişm e akı­
m ın ın yönünün. B atılılaşm aya d oğru olm asıdır. Başka b ir deyişle, Tür­
k iy e’deki değişm e en son u n d a laiklik ilkesinin yerleşm esiyle son uçlan ­
m ıştır.
T ürkiye siyasal, toplum sal ve kültürel ku ru lu şların a İslam dini
ilkelerine göre b içim ler verm eyi bırakm ış; on u n yerine Batı m od ern
toplum sal ve siyasal sistem ini örn ek edinm iştir. K olay ca görü leb ileceğ i
gibi, bu iki yöneliş b irb iriyle yak ından ilgili olan iki süreçtir.
Kim i k ez açıkça, kim i kez kapalı olarak b u iki olayın b ir dikta­
törün k ej^ine göre k ararlaştırıldığı, ansızın ortaya çık ıverd iği söyle­
nir. Bu b ildirin in am acı K em alist devrim in laikleşm e ve batılılaşm a
gidişin deki u ygu lam aların , d ah a ön cek i iki yü zyıl b oy u n ca geçen d e­
ğişm eler b irik im in in m antık gereği olduğunu, b ir kişinin k eyfin e g ö ­
re v e ansızın zorla u ygulanm ış b ir iş olm adığın ı gösterm ek olacaktır.
T ü rk toplu m u n u n siyasal gelişim inin tuttuğu yo la b ak ılın ca bü tü n ü y­
le laikleşm e k ararın ın nasıl tutarlı b ir son u ç oldu ğu n u göreceğiz. Bu
tanıtm a, laikleşm e gelişim inin d oğu şu n u ve on u k oşullayan olum lu,
olum su z etkenleri kısaca gözd en geçirm e olacaktır.
K on u n un tartışılm asına girm ed en ön ce, İn gilizce’de «secularism »,
F ran sızca’d a «laïcism e» sözcü kleriyle karşılan an kavram ın, özellikle
İslam lık çevresi koşu lları için d e n e anlam taşıdığını tan ım lam ak ya­
ra rlı olacaktır. Bunu gerek tiren özel neden, b u iki terim in tarihsel a çı­
dan H ıristiyan din indeki halk ların ülk elerin e özgü olan din ve siyasa

24
LAİKLİĞİN TARİHSEL KAYNAKLARI

k oşu lla n altında d oğm u ş terim ler olm ak la birlikte, T ü rk iye’deki ge­
lişim in İslam lıktaki d evletle d in arasındaki ilişki tarih in in H ıristiyan­
lıktaki k arşıtlığından fa rk lı oluşu n a göre anlaşılm ası gereğin in b u ­
lunm asıdır.
Batı d üşü n ü n de b u iki terim. Kilise ve D evlet arası ikilik, karşıtlık,
ya d a a y n lık soru n la n y la ilgili olarak kullanılm ıştı. Bu kullanış b içim ­
lerinde «laïcism e» ya da «secularism » sadece d evletin kilise g ü cü n ­
den k urtulm ası anlam ını taşır; fa k a t on u n la birlikte giden geniş sos­
y o lo jik sü reçler ele alınm az. (H ıristiyan olm ayan d in leyiciler için şu
açıklam ayı yapm am gerekir: H ıristiyanlıkta «Kilise» terim i o d in in
evren sel örgü tlen işin in karşılığıdır. İslam lıkta o n u n aynı olan b ir
«au ton om » örgü tleniş yoktur. B urada k u llan acağım «Kilise» terim i b ir
yapı anlam ın d a k u llan ılm ıyor).

n
T ü rkiye’deki gelişm eden ed in eceğim iz iki gözlem , b u terim in da­
h a geniş anlam ın a varm a zoru n lu lu ğu n u gerektirir. Birincisi, İslam ­
lıkta D evlet ile D in arasındaki ilişkinin ve ikisi arasındaki b ağım lılık
biçim in in H ıristiyanlıkta oldu ğu n d an ayrı olm ası olayın dan kajm ak-
lanır. Bu ajn"i oluşa karşın ve belki bu ayrılık yü zünden, kim i kişile­
rin sandığı gibi laiklik sorunu İslam lıkta geçersiz b ir soru n d u r dene-
pıez. B unun tersine, bu soru n İslam lıkta ço k daha geniş b ir anlam v e
ön em taşır. Y aln ız u ygu la m a la r soru nu açısın dan değil, toplum sal b i­
lim yön tem leri a çısın da n da.
İslam lıkta D evlet ile Din arası ilişki b içim i H ıristiyanlıktaki b içim ­
den ayrı old u ğu için geleneksel Batı anlam ına indirgen m iş olan b ir
laiklikten söz edilem ez. İslamlıkta, Batı anlam ındaki «dü n ya» ve «d ü n ­
ya ötesi» (ya da D evlet ve Kilise) anlam ın da k avram ve örgü t a jm lığ ı
bulunm ayışı, devleti ve bütün siyasal, toplum sal, kültürel örgü tlen iş­
leri b ir din ilkesine b a ğla m a soru n u yok tu r anlam ın a gelm ez.
İkinci neden, H ıristiyan Batı’d a bile laiklik soru n u n un yaln ız «Ki­
lise» k u ru lu ile «D evlet» ku ru lu arası ayrılm a soru n u n dan oluşan b ir
soru n olm adığıdır. D evlet’in K ilise’den ayrılm ası olajn, b ir toplu m da
laikleşm e oluşu m u n un yalnız b ir yanıdır. O ö lçü d e ön em li olan e k o ­
nom ik, toplum sal ve kültürel örgü tlerin de d in ölçü lerin d en ayrılm a­
sı ve b u n la rla birlikte giden (örneğin, bilim v e felsefe, sanat v e ede­
biyat, h alkın alışılm ış d a vra n ışla n gibi) alanlardaki d in d en ajn-ılışlar
d a ayn ı d erecede önem lidir.
Şu halde, top lu m b ilim a çısın da n laiklik yaln ız d evletle din arası
ilişki soru nu değil, toplu m sal d eğerlerin «kutsal» (sacru m ) ile «kut­
sallık dışı» (p rofa n u s) d eğ erler ara sı ilişkiler sorunudur. O rta ça ğ H ı­
ristiyan lığın da old u ğ u gibi orta ça ğ İslam lığında «in an a n la r toplam ı»
ile «D evlet» yapısın ı için e alan, birin cin in d eğer ölçü lerin i İkincinin üs­
tü n de tutan ve ikisini kapsayan b ir b era berlik görü rü z. Böyle b ir sis­

25
TEOKRASİ VE LAİKLİK

tem de toplu m u n gü n lü k yaşam m d a ortaya çık an yeni koşullara u y ­


m a k için d in kuralları dışında devletin ya da toplu m u n herh an gi baş­
ka b ir b ölü m ü n ü n d eğişm eler getirm esine gidilem ez. Y en i çık an so­
ru n ların değişm ez kutsal k u rallara u yd u ru lu rsa geçerliği olur. Üstün
d eğerler son, kusursuz, yanılgısız, insan üstü, kutsal sayılır. ■
Böyle b ir sistem de yeni koşullara u yum sağlam ak a n ca k kim i grup­
ların belirli k u ralların ın m utlak ve değiştirilem ez ilkelerine b aşvu r­
m akla m ü m k ü n olabilir. Bu sonsuz, değiştirilem ez ilk eler cetlerin ge­
lenekleri, T a n n ’nın buyru kları, b ir P eyga m ber’in davran ış örnekleri
olabilir. O n ların u ygu lan m asın ı denetleyenlerin elinde, on ların yoru m ­
lam aların a göre geleneksel sistem i sürekli olarak tutanların elinde ya ­
şam kuralları değiştirilem ez, deneylem e kon usu yapılam ayan kural­
lara b ağlan ırlar.
Bu tür geleneksel olarak kurallaşm ış b ir toplum sal bütünle laik
top lu m tipi arasm daki ayırım , tem elli b ir ayırım dır. Laik toplum u n
k im i özelliklerin i de şöyle özetleyebiliriz: (a) Y an ılgısız ve kutsal b ir
üst otorite yokluğu ; (b) toplu m k u ru llarının ve d eğerlerin in bölü şüm -
lü v e oton om olm ası; (c) özel kişi için davran m a ve k arar verm e öz­
gü rlü ğü, ya ra rlık ölçülerin e u y g u n ölçü lerin benim senm esi; (d) gele­
n ek k avram ı karşıtı ola ra k değişm e k avram ın ın üstünlüğü.
Şu halde, toplu m bilim açısından laiklik toplum sal yaşam ın çe ­
şitli alanlarının en üstün kural v e d eğer ölçü leri sayılan din k avram ­
ların d an k u rtarılm asın dan başka b ir şey değildir. Bir laikleşm e sü­
recin de b u n u n bellibaşh toplum sal kurullarında, özellikle ekonom ik,
bilim sel, tek n olojik eylem alanlarında yü rü d ü ğü n ü görü rü z. Zam an ve
yere göre b u sürece girem em iş kim i ya n la r olabilir. Bunun oluşu çok
kez kişilerde ya da toplu m u n yaşam ın da kültürel, düşü n sel ujm m suz-
luklar, bu n a lım lar biçim in d e ken dilerin i gösterirler.

ra
Bu anlam da laikliğin, b u terim in geleneksel anlam ındaki kapsa­
m ın d a n daha geniş b ir anlam taşıdığını görü rü z. Bu geniş a n lam ın
tü m tersini d ü şü n en ler var; İslam lık kendi özü n d e laiklik görüşü yle
uzlaşm az d iy en ler var. Ç ünkü, deniyor, İslam lık geleneksel olarak din­
le toplum a rası ilişki açısından, b aşk a h içb ir yerde eşi olm ayan b ir
dindir. O yaln ız b ir din değil, toplu m u n tem elinin kendisidir. İslam
top lu m u n d a dinle devlet b irb irin e yapışıktır. B unların birbirin d en ay­
rılm asın a kalkışıhrsa hangisin in sağ k alacağ ı bilinem ez. D oğuştan b e ­
ri süren b ir b eraberlikten son ra b irbirlerind en k oparılıp a yrılm aları
d u ru m u n da ikisinin de sağ k alacağın a inanılam az. İkisi arasın dak i
bağın tı o denli b ir yaşam b ağı olm u ştur ki, aralarındaki yaşam orta k ­
lığın ın k esilm esinden ne çık acağ ı biUnem ez. İslam lığın tarihinde dinle
top lu m öylesin e k öklü b ir öz b irliğiyle biçim len m işti ki, ikisi a ra sın ­
daki s ın ırla n a yırm aya kalkışm ak b ir îslam top lu m u varlığın ı tehli­

28
LAİKLİĞİN TARİHSEL KAYNAKLARI

keye k oyar, deniliyor. Bu savlar, laiklik İslam lıkta söz k onusu d e ğ il­
d ir diyenlerin, ya d a b ir İslam top lu m u n d a u ygu lan d ığ ı zam an bu ayı­
rım ın sürekli olacağın a inanm ayan ların görüşlerin i yansıtır.
İslamlık, d oğu şu n d a yaratm ayı özled iği d ü n y a top lu m u n u n için ­
deki yaşam ın en üstün a m acın ın «dinsel» olm ası gerektiğine inan ılan
b ir toplum oldu ğu in a n cın a dayan ır. Bu, b ü tü n Sem itik din lerd e u m u ­
lan b ir ilke olarak belki d oğru d u r. Böyle b ir ilkede tem el kutsal ku­
ra lla rd a n özg ü r olarak h içb ir laik hu ku k ku ralın ın u ygu lan m a ola­
n ağı olam a ya ca ğı görü şü n ü n kesinlikle bulu n du ğu , b u g ü n k ü bilim sel
araştırm aların ışığı a ltın da savunulam az. İslam lıktaki «üm m et» H ıris­
tiyanlıktaki «ecclesia» k arşılığı olarak gelm iş değildir. G erçi, ilk İs­
lam devletiydi dem ek d e kesinlikle d o ğ ru değildir. İslam lığın din ola­
ra k ilk v e tek yapıtı olan K u ran ’da siyasal yaşam alanını d a kapsa­
m a k k oşu luyla b ütü n toplu m sal yaşam ın k ap san d ığı savının b u lu n d u ­
ğu n u savun m ak d a k ola y değildir.
İslam üm m etinin özü olarak düşü n ü len anlam , ora d a toh u m h a ­
lindedir. P e y g a m b e rin yaşam süresinde, ardılların ın kısa zam an ın da
görü len toplum , üstünlükle dün yasal b ir toplu m du r. D ah a sonra, ü m ­
m et k avra m ın ın taşıdığı a n lam da b ir gerçek varhk, İslam d ü şü n ü n ­
d e b ir ü lk ü olarak geçm işlerd e kalm ıştır. Siyasal, etn ik ya da ulusal
b irim ler arası sınırları tanım ayan, etnik kaynak, d il kajm ağı, siya­
sal b ağlılık ayrılık la rı gibi yan ları düşün m eden yaln ız ü m m et b iri­
m in in üyesi sayılm ası gibi b ir anlayış, düşü n p la n ın d a kalm ıştır. Bü­
tün b u n ları için d e b irleştiren b ir evrensel-dinsel b irim h içb ir yerd e
ve ça ğ d a b ir örg ü t birliği içinde gelişm em iştir. Üm m et, gerçek ya da
yersel görü n tü sü b ir Şeriat evren selliğiyle m ü m k ü n olm uş b ir gerçek
olarak d üşü n de kalm ış, b ir «kavram » olm aktan öteye b ir işlerlik k a ­
zanm am ıştır. Şeriat da, H ıristiyan kilisesinin «C anon» h u k u k u n da ola-
m n tersine h içb ir yerde u ygu lan m a gü cü olan b ir «eccl6sia» h u k u k
gü cü olm am ış, a y n yerlerde devlet yön etim i altında b ir özel kişi h u ­
k u ku olabilm iştir. A bb asiler d ön em in d e bile, evren sel b ir in an ırlar
b irliği ve huku ku gerçekleşm em iştir. O n lardan sonra da b ö y le b ir
b irlik h içb ir zam an oluşam am ıştır. D ün yadaki M ü slüm an ların d av­
ran ışların d a görü len benzerliklerin b irço ğ u d in lerinden değil, o rta ­
ç a ğ devletlerin e özgü olan y a n la n n d a n kaynaklanır.
İçlerin de «H alifelik» karizm asını k u llan a nla r d a olm ak üzere, bu
d evletlerin yapısal niteliği, Şeriat k u ralların ın gerek leriyle d e tan ım ­
lanam az. B unun tersine, h er M üslüm an h alk ın devletinde İslam lığın
yerel görü nüşü , a n cak o devletlerin özel p olitik yapıları çerçev esi için ­
de anlaşılabilir. M o d e m ça ğ ön cesi M ü slüm an h a lk la n n d evletlerin d e
dinle devlet arası ilişki türlerini zoru n lu k ılan güç, Islam ın dinsel
d oktrininde b u lu n d u ğu n a inan ılan m an tık gereğine değil, o rtaçağla r­
d a siyasal otoriten in aldığı b içim lere göre saptanm ıştır.
İslam din iyle İslam devleti zoru n lu olarak h e r yerde birlikte b u ­

27
TEOKRASİ VE LAİKLİK

lunm uş değildir. Bütün M ü slü m an la n n yaşadığı b ir yerde îslam d e v ­


leti sayılm ayan b ir d evlet bulu nabilir. İslam lığın bu lu n m ad ığı yerler­
de b irb irin e az çok benzeyen d evlet b içim leri görü ld ü ğü gibi, H ilafet-
Saltanat b ulu n m ayan yerlerde İslam lık va r olabilm iştir. D evletin İs­
lam devleti olm ad ığı ya da d evlet d enecek b ir ku ru lu n b u lu n m ad ığı
yerlerde de M üslüm an lığın b u lu n d u ğu görü lü r. G erçekte, tarih b o ­
yu n ca İslam diniyle değişm eyen nitelikte b ir devlet, b ir h ü kü m et b iç i­
m i arasında b era berlik gerçekleşm em iştir.
Bu gerçek, devletle din arasında b ir b ağlan tı yü rüten O sm anlı D ev­
leti örneği için d e d oğrudu r. Bu d evletin genel tem elinin Şeriat olduğu
in an cın ın yaşadığı b ir gerçektir. Fakat o devlet sistem inin içinde d o­
laylı olarak bile İslam lıktan geldiği ileri sü rü lem eyecek olan yan lar
belki daha çoktu. O sm anlı am m e h u k u k u n da h em en h em en h iç b ir ya­
nın, Şeriat k uralların dan çıktığı söylenem ez. Bu tü r görü n ü şlerd e Şe­
riat kuralları yaln ız b ir «m eşru» laştırm a a ra cı o la ra k kullanılm ıştır.
Ö zel kişi h u ku k u alanı olan Şeriat’ın kural yön tem leri h e r alanda u y­
gulanm am ıştır. (O sm anlı dönem i T ü rk çe’sinden kalm a b ir terim olan
«m eşru »lu k terim i b u tü r hu ku k «fiction »la rı u ygu lam aların d an za­
m an ım ıza kalm ış olan b ir sözcüktür. Bu sözcük, aslında Şeriat’ a u y­
gunlaştırılm ış olm a anlam ını taşıdığı için anlam açısından «doğru »
a n lam ın a gelecek olan yerlerde k u llanılm ası yanıltıcı olabilir. Busrün-
kü T ü rk çe’yi k u llan a n la r on u n b u tü r b ir anlam ı o ld u ğ u n u unu tm u ş­
la rd ır) .
E vrensel b ir in a n ç tersine. Şeriat sajalan h u ku k u n kendisi de h iç­
b ir zam an b ir sivil (m eden i) h u ku k ya da b ir d evlet h u ku k u b içim in ­
de yasallaşm am ıştır. Şeriat kuralları, İslam lığın d oğu şu n d an hayli
zam an son ra yaşam ış b ü y ü k h u ku k k işilerinin (Fakih’lerin) ya pıtla ­
rın d a ça ğın h u ku k d ü şü n ü k u ra lların ca dinsel h a k ve ödevlerin ü l­
küselleştirilm iş m odelleri olarak kalm ıştır. G erçek tek i u ygu lam alarda
geçerli olan hukuk, çağd aş değişikliklere u ğra ya n d evlet hukukudur,
Şeriat ise özel h u ku k u n yaptırım aracı olm ak görevin i görm üştür. Bu
yaptırım «fiction »u y la M üslüm an kişi, aile yaşam ın dan ek on om ik e y ­
lem lerin e değin bü tü n yaşam ın da Şeriat’ın gereklerin e göre yaşadığı
in a n cım beslerdi.
Böyle inan ılan b ir sistem de dinle toplu m u n belirli b ir devlet gü­
cü n ü n ek on om ik ve toplum sal ve on un la birlikte giden ideolojik ya ­
nın gerek lerin e göre b irbirin e ujoım laştırılm ası ola yın ın b u lu n d u ğu ­
n u n gözd en kaçırılm am ası gereği vardır. Bunu sağlam a ölçeği olan
ilke «gelenek» ilkesidir. G eleneğin içeriğin i Şeriat sağlıyorsa, on a b i­
çim veren, on a u ygu lan m a gü cü n ü sağlayan devlettir. Şeriat k u ra l­
ları ço k sayıda salt b içim sağlayan «atıl» kurallardır, on ların içeriğini
d old u ra ra k u ygulayan, o b je k tif kural n iteliği veren, devlettir.
N e va r ki, b ir orta ça ğ sistem inde ilevletin kendisi b elirli b ir «m eş­
ru lu k» k azan m a zoru n d ad ır. M o d e m ça ğ ön cesi tarihte b u n u sa ğ la ­

28
LAİKLİĞİN TARİHSEL KAYNAKLARI

ya n h u ku k görü şü b u g ü n k ü gib i «tabiat kanunu» görü şü değil, gele­


n ek ya da in an çtan k aynak lan an b ir m eşrulaşm a tü rü ydü . Bu sistem ­
de yeniliğe, değişm eye yer olabilirse de, b u yerin gelen ek çerçevesi
için e u yum laştırılm ası düşü nü en başta gelir. Böyle b ir yolda gidil­
m ekle o tü r sistem ler gelişm em e, değişm em e, yenilen m em e olanakla­
rını kazanırlar. Bir yenilenm e, a n cak son u çla rı sistem in tem el ilk e­
lerini zorlam a d ığı takdirde olabilir.
B undan ötürü; (a) toplu m u n aynı b eraberlikte d evlet ve din ya ­
n ın d an oluşan yapısal kuru luşu b ir yerde kırıldığı ya d a b ir k u ra l­
sızlık d u ru m u n a yol açıld ığ ı hallerde, (b) ya da yepyen i b ir olayın or­
taya çıkışıyla tem el ilkelere uyu m su zlu ğu nu açığa vu rdu ğu hallerde,
o zam an a d eğin devletle din arasın dak i yü rürlü kteki gü zel u yu m lu lu ­
ğ u n b ozu ld u ğu görü lü r.

III

XVIII. yü zyılın başın d an sonra, T ü rkiye’de laikleşm eye d oğru eği­


lim in başla n gıçların a yol açan b u iki koşul olm uştur. G elenek yan lıla­
rın ın keskin gözlerin d en kaçm am ış olan bu eğilim ler, h er şeyi gele­
nek çerçevesi içinde tutm aya çalışan ların b ütün ça b aların a ve değiş­
m e yan lıların ın bütün k a fa k arışıklıkların a karşın ilerlem eye başla­
m ıştır. Bu ilerleyiş, kim i k ez h ız alm alarla, kim i kez duraklam alarla,
kim i k ez geriye d önm eden sonra b ir daha h ızlan m alarla h e r iki yanın
g ü cü n ü h er aşam ada tüketinceye d ek sürdü.
Eski Osm anlI düzen inin orta ça ğ İslam devletlerinin b ir türü olan
d ü zen in ayrın tılı b ir tanım lanm asına, politik, toplum sal, ek on om ik ve
düşünsel yan ların ın anlatılm asına bu rad a girm e olan ağı yoktur. Bu­
ra d a b u sistem in a n ca k kim i yanların ın ilk b ozu lu şu n u ele alm akla
yetineceğiz.
Sistem in tem el yapısında ça tlam aların başladığı sözünü ettiğim
y ü zyılın başla rın d a görülm üştü. Ne va r ki b u n u görenler, çare olarak
geleneksel k u rallara dah a sıkı sarılm ayı ön erm ekten öteye b ir şey dü ­
şü n m ü yorlardı (Tem el O sm anlı k u ru m larındaki çözü lüş görü nü şleri
X VII. yü zyıld a bile görü lm eye başlam ıştı. B una karşı ön erilen d ü ­
zelm e yolları ü zerine yazılan ra p orlarda n b iri 1630 yılın da yazılan ü n ­
lü K oçi Bey R isalesi’d ir ) . Ç ağına göre, O sm anlı düzen inin ü stü nlü ğü ­
ne, belki h ak lı olarak, o denli inan ılıyordu ki, bu tür görü şlerin kural­
lara sıkı sarınılm am ası yüzü n den ileri geldiğin e in an ılıyord u . İç ve
d ış koşullar, geleneksel düzenin eski d u ru m u n a d ön d ü rü lm esi k on u ­
sunda ku rallara sıkı sarılm a türü nden spek ü lasyon lar yapılm asın a el­
v erecek nitelikteydi.
A n cak, ik in ci koşul olarak , daha sonra geleneksel düzenle uzlaşa-
m a zlık la n m eyd ana çık m aya başlayan yeni yan ların da b u lu n du ğu
g örü lm esiyled ir ki laikleşm e d oğru ltu su n da d iyeb ileceğim iz ilk görü n ­
tü ler başlar. Tem el ku ralların kim i y a n la n n d a çözü lm elerin başla-

29
TEOKRASİ VE LAİKLİK

•dığınm anlaşılm ası karşısında, yeni v e ya ba n cı ya n la r alınm asını ge­


rek tiren yeni görü şler belirm eye başlam ıştır. Bu, gelen ek dışındaki b ir
dün yada, yen i ve d a h a ya ra rlı ya n la r olduğu b ilin cin in uyanm asıdır.
Bu b ilin cin ilk görü n ü şü n ü 1717’de yazılan b ir belged e buluruz.
(Bu belge, F. R. U nat ta ra fm d a n T arih V esik aları’n d a cilt I, sayı 2’de
1941 salında Esat M ehm et E fendi V ek ayin am esi’n den a lın arak yayın ­
lan m ıştır). Bu b elged e ok u nd u ğu n a göre, b ir m iliter yen ilgid en son ra
O sm anlı D evleti’nin önderleri k en di sistem lerinin yetersiz yan ları b u ­
lu n d u ğu n u cid di olarak anlam akla kalm ıyorlar, başk a b ir u ygarhk-
tan, başka b ir d in d en olan düşm an ların ın üstün başarıların ın yarar­
lan ılm ası gerek en yönleri bu lu n du ğu n u anlam aya başlıyorlardı.
Ne v a r ki, b u anlayışla birlikte, geleneksel sistem in b ir iki yan ın d a
b ir ik i düzeltm e yapm akla yine o geleneksel sistem i ca n la n d ırm a o la ­
n ağın ın gerçek leştirilebileceğin e d e inanılm aktadır. Fakat b ir k ez ku­
surlu ya n la r b u lu n du ğu bilin ci u ya n ın ca ve ya ba n cı kaynak lardan
b ir şeyler alm a ya karşı elverişli b ir ortam da ortaya çıkın ca, gele­
n eksel sistem de k açın ılam az sonuçlar; a ğır ağır, fa k a t gittikçe b iri­
k en b ir değişm e yolu n u n açılm ası b içim in de olm uştur. D ışardan alı­
n a ca k yen i yön tem lere gerek sin m eler oldu ğu ilk kez, O sm anlı sistem i­
nin e n ço k bozulm u ş yanı olan m iliter kurum üzerinde oldu. O sm anlı
m iliter kurum u, b izim b u g ü n a n lad ığım ız anlam da savaş ara çları ve
yön tem leri ü zerinde özel eğitim i olan b ir ord u olm ası dışında siyasal,
finansal, d in sel k u ru m larla d a sıkı b ağım lılığı olan b ir tem ele oturtul­
du. Bu b ağlan tıları dolayısıyla, m iliter k u ru l bü tü n O sm anlı sistemini
ayakta tutan b ir «tem el kurum » oldu . Bu önem inden ötü rü ord u soru ­
n u re form yan lıların ın ilk ilgilen diği kurum olm uştur. M iliter sorunun
ilk dönem ini in celed iğim iz zam an, ilk görünü şte ön em siz gözü ken b ir
yön tem in on a ya ba n cı b ir sistem için e sok u lu n ca eski yan lara uyam a-
m ası gibi b ir duru m m eyd a na geldiğin i görürüz.
1718 son rası d ön em i O sm anlı D evleti’n in o zam an a d eğin aşağı
g ö rd ü ğ ü A vrupalIlara karşı görü şü n ün yu m u şadığı b ir barış d ön em i
olm u ştur. Nitekim , A v ru p a toplu m u ü zerine ilk kez yazılm ış olum lu
b ir tanıtm a yazısı, b u dön em in ü rü n ü olm uştur. 1720 yılın d a Fransa
kralı X V . Louis’nin sarayına Y irm isek iz Ç elebi M ehm et özel b ir e lçi
olarak gönderilm işti. K endisine, d ip lom atik öd evlerd en başka Fransız
u yga rlığın ın en önem li yapıtları olan yenilikleri d ola şıp görm e, tam -
m a öd evi de verilm işti. T ü rk iye’de u ygu lan a bilecek yan ları saptam ası
d a isteniyordu . (Bu elçiliğin öyküsü, k en disinin ya zdığı Sefaretnam e
adlı k ü çü k b ir yapıtta anlatılm ıştır. Çeşitli baskıları v a rd ır).
Y azd ık la rın da n belli olduğu gibi ileriliğe a çık b ir a dam o la n bu
olağa n ü stü elçi dönüşünde, yeni b ir u yga rlığın h aberlerin i getirm ek ­
le kalm am ış, bü tü n İslam dün yasında ilk kez m a tb a a cılığın başlam a­
sına da y o l açm ıştır. M a ca r asıllı İbrah im M ü teferrik a ’m n girişim leriy­
le ilk b asım evi 1727 tarihinde açılm ıştır. (A y rın tılar için İbrah im M ü ­

30
LAİKLİĞİN TARİHSEL KAYNAKLARI

teferrik a ’yla on u n din ve fik ir geçm işi üzerindeki ö b ü r yazılara b a ­


kın ız) .
G eleneksel in a n çlarla u yu şm az sanılan b asım cılığın gelişi ve b ir
basım evin in o zam anki ya zıya göre dökülm üş h arflerle açılm ası, h e ­
m en bilim sel ve düşünsel devrim başlatm am ış olm akla birlikte b u ye­
n ilik olayı ön em li son u çla r doğurm uştur. Bu olay bize, teknik alan­
daki b ir yen iliğin — toplu m un ken di için d en çıkm am ış olsa ve yaban ­
c ı b ir kaynaktan gelm e olsa bile — eninde son un da verim li son uçlara
y ol açan b ir yen ilik getird iğin i gösterir.
D iğer önem li b ir yanı d a toplum un kü ltü rün de «ikiye çatlam a»
d iyeb ileceğim iz b ir bölü n m e başlatm asıdır. Bu yeni şey, Batı kültü­
rü n ü n İslam ve O sm anlı kültür gövdesin e soktuğu b ir kam a gibid ir.
B asım ın gelişi, d ü n y ayla din alanları arasında kesin b ir ayrılm a ola­
yının göstergesidir. Bu ikiye ayrılış süreci b u n d a n son ra gelecek o la n
yü zyıllarda ço k yavaş da olsa derinleşecektir.
H ıristiyan d ün yasın d an ayrılıp M üslüm an lığa ve O sm anh h izm e­
tine giren İbrah im M üteferrika, zam an ın padişahın ın em riyle ilk ba-
sım evin i a çm a izn in i Ş eyh ü lislam ’ın fetvasıyla yaln ız din dışı yazı­
ları yayım lam a k oşuluna b ağlı olarak elde ettiği zam an, din a la n ı d ı­
şın da başka b ir bilim ve dü şü n alanın ın b u lu n du ğu sim gelenm iş olu ­
yordu . Böyle b ir izin verirken, dinin en üst görevlisi olan kişinin ne
denli tarihsel önem i ola n b ir k a ra r verdiğin in bilin cin de olup ol­
m adığın ı bilm iyoru z. Bı.<ı fetvası ile T ürk gelen eğinde b ilim ve tekn ik
alanlarının d oğal olarak din dışı sayıldığını, b u dünyasal alanı k en di
otoritesi d ışın da saydığını bildirm ekle Şeyhülislam , belki fark ın a va r­
m adan, b ir yan dan e n eski T ürk gelen eğine dönerk en öte ya n da n en
yen i T ürk laiklik görü şü n e gid en yolu başlatm ış oluyordu . D evlet iş­
lerin in şeriat h u ku k u a la n ın da n a y n olm ası ilkesine d ayan an eski
O sm anlı devlet görü şü ne dönü lüyor, fak at kendi m akam ını da b ir si­
yasal m akam olm aktan çıkararak, din ile d ü n y a işleri ilişkilerinde din
açısın dan görü ş bildirm e yetkisinin daraltılm ış b ir m akam h alin e gel­
m esini de başlatm ış olu yord u . O zam andan bu g ü n e d eğin geçen süre
için d e dün ya işleri alanı o denli genişlik kazanm ış, o denli d evlet
ve siyasa alanı olm uştur ki, o m akam ın C u m h uriyet d önen ü n deki ar­
tığı olan m akam , din karşısında dün ya soru n ları üzerine dinsel yargı
verm e yetkisi h içe inm iş d enecek b ir düzeye gelm iştir.
O zam anki eylem in a slın d a bilinen, fak at açıklan m am ış kalan
b ir tutum u nu n da b aşladığın ı gösterir. D in h u ku k u bilgin i olan U le­
m a yla ayrı b ir eğitim k u ru m u ndan yetişecek, basılı kitap ok u yabilecek
ok u m u şlar arasında ayrı yetişm e yolları açılacaktı. D aha sonraki d ö­
n em lerin yılları içinde b un lar daha geniş kapsam lı son u çla r olarak
görü n ecek lerdir. G elenekselleşm iş b ir u yga rlığa giren h er yeni şey,
o u yga rlık ta hem en ve d oğru d an d oğru ya b ir değişm e ya da b ir yıkım
m eyd a n a getirm eyebilir. O nun, eski üzerine olan etkisine karşı, yaşa­

31
TEOKRASİ VE LAİKLİK

m akta olan gelen ek gü çleri de karşı tepki gösterir. N e v a r ki, b u k ar­


şı tepkiler ne denli sık ya da seyrek olursa, o ölçü d e eskin in daha yıp ­
ran m ası ya da daha gü çlen m esi gibi olan ak lara y ol açılır.
Bu d ön em d en söz ederken, İbrah im M ü teferrik a ’n ın y a b a n cı b ir
kaynak tan yeni düşü n ler alm a yan lısı olan ların görü şü n ü yansıtan ya­
zarlığın ı da tanıtm ak gerekir. B atı’da yeni b ir d ü n ya doğm akta o ld u ­
ğu n u tarihim izde ilk an latan ve b u n u n T ü rkler için olan önem ini ilk
gösteren kişi odur. A n lattığı yen i Batı dün yası genişlem iş co ğ ra fy a
u fu k la n , m iliter kuruluş ve teknikleri, siyasal yapıları ve din özgü r­
lü ğ ü savaşım larıyla yen i b ir Batı dünyasıdır. İbrahim , b u yen i Batı
d ü n yası ü zerine verdiği b ilgilerd en başka, T ü rklerin a n ca k kısa za­
m an ön ce yen ilgiye u ğrattıkları Rus Ç arı P etro’n u n başlattığı re fo rm ­
ların ön em ine de ilk dikkati çeken kişi olm uştur. Y azıla rın d a anlat­
tıkları, Batı dışı b ir ülkeyi yenilem ekte ve gü çlen d irm ek te Batı dün ­
yasın d a başla ya n m od ern tekn iklerin alınışının oyn a dığı rolü de gös­
term iş oluyord u . Bu k on udaki görüşlerini, adı b u g ü n k ü d ile U lusların
D üzenleri Ü zerine D üşün İlkeleri olarak çevrileb ilecek b ir yapıtın da
anlatm ıştır. Padişah M a h m u t’a sunulan b u yapıt 1731’de basılm ıştır.
XVIII. yüzyıl ortasından son ra O sm anlı T ü rk leri’n in okum uşları
a rasın da b irbirin e karşıt iki okum uş b ölü ğü n ü n ayrılm asın ın ilk b e ­
lirtilerin i görü rüz: Tutucular, eskilerle ilericiler, yeniler, re fo rm ya n ­
lısı olan la r ayırım ı. B irinciler, geleneksel kurum ve k u ra lların son-
su zlu klarm a olan gü ven lerin i sürdürm ekte olanlardır. O n ların kar­
şısında h en ü z rad ik al adım lar atm a gü cü olm ayan re fo rm yanlıları
gelen eklerdek i sakatlıkları görm eye ve gösterm eye başlarlar. Şunu da
an ım sam alıyız ki, d a h a eski ça ğlard a b aşk a toplu m v e u y ga rlık la r­
d a n b ir şey öğren m ek Tü rklerin tarih lerin de bilm ed iği b ir şey de­
ğildi. B unu y a p m a ya n b ir toplu m b ü y ü k b ir siyasal g ü ç olam azdı.
D evletin düşkü n lü ğü yılların d a d u ru m b öy le olm ak tan çıkm ıştı. Şim di
karşılaşılm akta olan yen i u yga rh k kendi tarihi için d e de yeniydi. O r­
ta ça ğ dönem in d en çıkm ış, yeni yön lere d ön m e için d e b u lu n an b ir
uygarh ktı. İki dünya arasm daki ayırım ın b ilin cin de olm ayan re fo rm
yan lıları eskiden de yapılan fa k a t o zam an fa rk h b ir çe rçe v e içinde
geçen b ir işin şim di de ya p ılab ileceği d ü şün cesindeydiler. M iliter ku­
rulun, bü tü n toplu m u n çeşitli yan larıyla olan sıkı b ağım lılık ların a
karşın, A v ru p a ’da yen i gelişen yeni m iliter yöntem lerin, eski yön tem ­
lerin çerçevesin e u ym a ya ca ğın ı bilm iyorlardı. Y en i yön tem v e araç­
lar, yeni örgü tlen işler içind e gelişiyordu. Bu yü zd en ya ra rh yön tem ­
lerin alınm asının geleneksel sistem i yık acak gü çte b ir İş oldu ğu n u
ilericilerd en ço k gericiler anlıyordu. T u tu cu lar tekn ik nitelikteki araç­
la rın alınm asıyla geleneksel yapıda değişm e zoru n lu ğu geleceğin i se­
zen ler kuşku içind eyd iler. 1757-63 yılları a ra sın da sad razam olan Ra-
gıp Paşa’nın şu sözleri b u k ork u yu yansıtır: «G eleneksel k uru m larda
değişiklikler ya pm aya b ir k ez başladık m ı, d ü zen in nasıl tutu n abile-

32
LAİKLİĞİN TARİHSEL KAYNAKLARI

oeğin den kuşkuluyum .»


Y en i yön tem lerin alınm ası, eski yön tem leri düzeltm e ön lem leri gi­
b i a yrın tılara g irm e olan ağı yoktur. D in a la n ın d a yen ilik y a d a de­
ğişiklik zaten h iç söz k onusu değildir. Y aln ız göze alınan girişim lerin
n iteliğiyle ilgili iki n ok tayı belirtm ekle yetineceğim . B irincisi şudur:
XVIIL yü zyılın reform ça b a la rın d a tüm üyle yeni sayılabilecek h e r d e ­
ğişm e e n ço k m iliter tekn ikler a la n ın d a olm uştur. Tem el k u ru m la n n
d iğerlerin d e h er yenilik girişim i d ön ü p dolaşıp yin e eski b içim in e d ö n ­
m üştür. Ö rneğin, T im ar yön tem iyle Y en içeri O c a ğ ı’n ın zoru n lu lu ğu ­
n a inanış, eski duru m ların a d önü ş III. Selim d ön em in e d eğin yin ele­
n ip d urm uştur.
XVIII. 3Tüzjalm ilk y a n sın d a girişilen re fo rm la r b a ş a n y la so n u ç­
lanm am ıştır. Sınırlı d a olsa ordu tekniğinde yapılan yen ilik lere hem en
k arşı çıkılm ıştır. Y en i olan m iliter yöntem ler, okullar, k u ru m lar Şeria­
ta ayk ırıh k la su çlan ıyordu . G erçek te b u n la r Şeriata değil, b ozu k si­
yasal gelen eğe b a ğlı çık arla ra a y k ın şeylerdi. B u nların k apsadığı so­
ru n la rd a Şeriata karşıt ya da u ygu n d en ecek b ir ya n yoktu. G elenekçi
d ü zen in n iteliği, b u n d a n son ra bütün k u ru m la n ve d a v ra n ışla n , şu
y a da b u yold a n b ir din soru n u olarak gösterm esi biçim in d e b elirecek ­
tir. D inle h içb ir iUşkisi olm ayan, tü m üyle dü n yasal a m a çla r için g i­
rişilen eylem lere «dinsel» nitelik katılm ası b u d ön em d e gü çlenm iştir.
R eform yanlısı ola n la rm b ü y ü k problem i, dü n yasal yaşam da iyi­
leşm eye d ö n ü k b irçok eylem in dü n ya ötesi soru n larla ilişkili gö rü l­
m ek ten kurtarılm asını sağlam ak olacaktı. B unu y a p a ca k ola n la n n
ça b a la rı yavaş d a olsa en son unda top lu m yaşam ının b irço k kesim i­
n in a ğ ır a ğ ır laikleşm e yön ün e d ön ü şü n ü sağlayacaktır.
Y ü zy ılın ik in ci yarısında a ğır savaş yen ilgilerinin son u cu olarak
ön em li b ir görü şü n dah a belirtild iğin i görü rü z; yen ilgiler b ir ya n da
d evletin ü stü n lü ğü ü zerin e beslen en in a n çla rın aydın k afala rd a g e v ­
şem esine, öte ya n d a gelen ek çilerin fatalizm in in daha sertleşm esine yol
a çıyord u . İki ya n arasın dak i çatışm anın, eski yön tem ler yerine yen i
yön tem lerin dah a üstün, daha yararlı yön tem ler alınm ası gerektiği d ü ­
şü n cesin in b ira z d a h a a ydın lanm asına yol a çtığın ı görü rü z. G elenek­
sel düşü n den ayrılışı b ira z daha b elirten b ir d ü şü n ü n d oğu şu n u n h a ­
f i f b elirtilerin i sezeriz. Bunu, O sm anh T ü rk leri’n in ken dileriyle ilgiH
görü şlerin de beliren değişikliklerde d e görürüz. O zam an a değin, k en­
d ilerin i İslam lık d ava sın ın tem silcileri olarak görü yorlard ı. Şim di için ­
d e b u lu n d u k la n d ü n yayla on u n dışındaki dü n ya arasm daki u çu ru m u
gittik çe artan ölçü d e görm eye başlıyorlar,
,Bu yeni görü şü n ilk belirtisi 1774de R u sya’yla olan b ir savaşın
son u çla n m asıyla başlar. Y en ilgid en d oğ a n görüş, dinsel bağlan tıd an
kopm uş, İslam lık dışı u yga rlık larla u zlaşm an ın zoru n lu lu k la rım sa­
v u n a n d in sel b ü y ü k lü k d a v a la n n a b a ğh h k yerin e g ü ç v e kalkın m a dü ­
şü n celerin in ü stü nlü ğün ü savunan b ir görü ştü r. (Bu g örü şü ,en iyi b e ­

38
TEOKRASİ VE LAİKLİK

lirten kısa b ir tartışma, yen ilgid en sonra düşm an la b ir b a n ş a n tlaş­


m ası yapm ış olan A h m et R esm î’n in ola y la rı anlatan ra p oru n d a g ö rü ­
lür. E buzziya basım ı, İstanbul 1889). Bu dön em de görü len ilg in ç b ir
görüşten, adı verilm eyen b ir ya zarın yapıtın a d a ya n ıla ra k C evdet Ta-
rih i’n de söz e d ilir (C evdet Tarihi, I, İstanbul, 1322, s. 65-66). A dı veril­
m eyen yazar O sm anlı sistem ine özgü olan ru h u n yitirilm iş oldu ğu göz­
lem ini belirtir: «Artık, pek a z kişi b ir din b ağn a zh ğıyla savaşa katıh-
yord u . Savaşta haşarılık gösterm e karşılığı ola ra k devletin verd iği ti­
m a ría n şim di h erkes p a ra gü cü ile elde ed ebiliyordu . Savaş k aza nç
sağlam a a ra cı olm aktan çıkm ış, geleneksel ord u düzeninin anlam ı kal­
m am ıştı». O sm anlı D evleti’nin en önem li tem eli olan T im ar yön tem i
bü tün ü yle bozulm uştu. T im arlar hizm et ve etkenlik karşılığı olarak
verilen b ir şey olm ak tan çıkm ış, rüşvetle elde ed ilebilen b ir k azanç
olm uştu. A dı verilm eyen yazara göre, O sm anlı düzen inin özü, savaşa
anlam k azan d ıran «asabiyet» ru h u n a dayanırdı. Bu ru h ölünce, siya­
sal v e m iliter örgütlerin tem elindeki «m aneviyat» tüm ü yle sönm üş b u ­
lu n u yordu . T arih y a z a n C evdet Paşa, O sm anlı D evleti’n in yen i ku ru ­
luşu sıralarında tarihini yazan İbn H aldu n ’un k u llan dığı v e «dayanış­
m a ruhu» a n lam ın d a olan sözcü ğü n T ürk ağzı k arşılığı olan «asabiy-
yet» sözcü ğü n ü n kendi zam an ın da asıl a n lam ım yitirerek b ağn azlık
an lam ın a geldiğin i b iliyord u. Savaş ülküsü anlam ın da olan b ir söz­
c ü ğ ü n b ir d in b ağn a zlığı a nlam m a gelişi, dinsel d eğerli b ir anlam ın
d ü n y asal b ir çık a r anlam ın a d ön d ü ğü n ü , dün yasal a n lam ın d a ise b ir
ü lk ü olm a d eğerin i yitirdiğin i gösterir. D evletin en üst d eğerin in din
ü lkü sü oldu ğu inancı, ya d a dinin devlete en ü stün d e ğ e ri sağlayan
k ayn ak old u ğu inan cın ın yıkılm ası, h er gelen eksel düzen in yık ılm aya
h ü k ü m giyd iğ in in en şaşm az göstergesi olur.
B öyle b ir d uru m geleneksel b ir düzenin d ü n yalaşm a y o lu n d a k a r­
şılaşacağı yolla rın ne denli tehlikelerle d olu oldu ğu n u d a gösterir. O s­
m anlI olayında, b u n u n arkasından yen i b ir örgü tsel tem el bu lm a ça ­
b a la rın ın b a şa rısızlık la n uzun süreli b ir «kuralsızlıklar» d ön em i aç­
m ıştır. B öyle b ir dönem de y oğ u n cahillik, bencillik, söm ü rü gibi y a n ­
la r e n üst dü zeye varır. XVIII. yü zyılın son un a değin süren d üzelm e
deneylerin den çık arılab ilecek en ön em li son u cu şöyle yanıtlayabiliriz:
Y en i yöntem ler, yeni tekn ikler geleneksel k u ru m lar çe rçe v e si için d e yü -
rütü lem eyecektir. Y en i k u ru m lar yeni b ir insan, yen i b ir eğitim , yen i
b ir düşün b içim i isteyen b ir iştir. Laikliğe d ön ü k yan geleneksel d ü ­
zen den yen i veriler istem eye başlam ıştır. İki ya n arasın da gittikçe de­
rin leşen boşlu k karşısın da «eski» ile «yeni» a ra sm d a yen i b ir tez ya­
ratılm a o la n a ğ ı kalm am ıştır. D aha son raki k u şaklarda ik i u ç arasın ­
daki b oşlu ğu n va rlığ ı geriye d ön m e ça b a la rın d a Şeriat a dın a girişilen
gericilik a k ım la n n d a d ah a a çığa çık acak , h em en h e r d ön em de ra st­
lan an çatışık hklara y a d a geri d ön ü şlere y ol açacaktır. K ü çü k ö lçü d e ­
ki b a şa rıla r bile b u tü rden b ir g ericilik a k ım m ın p atlak verişi yo k

34
LAİKLİĞİN TARİHSEL KAYNAKLARI

edebilecektir. D a ia son ra g öreceğ im iz gibi, çatışıklık ve anlaşm a y o k ­


luğu, T anzim at dön em in d e daha b elirgin b ir ikilik aşam asına va ra ­
caktır.
Y avaş yavaş anlaşılıyordu ki, sadece tek n ik a ra çların alınm ası,
on la rın tem elindeki kuram sal bilgileri ed in m ek te yeterii olm am a k ­
tadır. X V m . yü zyılın son u n a d oğru , b ir k o ld a teknik ilerlem e, öb ü r
k old a toplum sal ku ru m ların değişm esi gibi ik i yanlı b ir r e f o r a zo­
ru n lu lu ğu yla k arşılaşıldığı anlaşılm ış oluyord u . Y a b a n cı ülkelerle ta­
n ışm alar, okuU arm çalışm aları, b ir a v u ç g en cin m o d e m bilim lere
d eğin eb ilm eleri laik b ir d ü şü n gü cü n ü n , b ir «intelligentsia» d o ğ u şu ­
n u n k a y n a k la n olm aya başlam ıştı. O n la n n artık d on m u ş skolastik
b ilim lerd en ed in eceğ i işe yarar şey kalm am ıştı.

D evlet k u ru m la n m ilk kez geniş ölçü de ve a z ç o k sistem li yold a d ü ­


zeltm e ça b asın a III. Selim C1788-1807) dönem in de girişilm işti. Bu aşa­
m a d a k i ça b a la n n lehine sayılacak yenilik, gerekli re fo rm la r ftlnnıniTi
e n az iki n ok tad a genişleyebilm esi olm uştur:
(a) R eform işi yaln ız b ir m iliter düzen lenm e değil, din kurulunu
bile için e a la ca k ola n b ir sivil refo rm som n u d u r.
(b) T artışm alar ve gen el anlaşm alarla va rıla ca k geniş k apsam h
b ir reform p la n m m bulu n m ası zoru n lu lu ğu vardır.
Son yü zyıl içind ek i ça b a la rla k arşılaştın h rsa, b u yaklaşım daki üs­
tü n lü k göze çarpar. N e v a r ki bu üstü nlü ğe karşın, yön eticiler çe v re ­
sinde gerek li tartışm a ve p la n la m a m ek an izm asının yokluğu, verilen
k a ra rla rm ın u ygu lan m a yolla rın ın düşü nü lm em iş olm ası, önerilerin
u ygu la m a ya yeterü ö lçü ve gü çte olm am ası gib i ek sik lik ler vardı. H ep­
sin in üstünde, o d en li gen iş kapsam lı b ir re fo rm d ü şü n ü n ü u ygu laya ­
ca k olan g ü cü n kendisi olan devletin en başta yenilenm esi zoru n lu lu ­
ğ u vardı.
Bu eksikliklerin görü lm ed iği yılda, bu n d an yü z altm ış ü ç yıl ön ce
(1792’d e) Selim , zam an ın ileri g elen kişilerini devletin e n üst soru n -
la n n ı tartışm ak, va rıla n görü şleri ra p orla r h alin de ken disin e sunm ak
ü zere toplan m aya ça ğırd ı. (A yn ı yıl sunu lan b u ra p orla rın C evdet Ta-
r ih i’nde (VI. ciltte) geniş özetlem eleri verilir.)
R ap orların ço ğ u bu k ez de en başta m iliter re fo rm so ru n la n ü ze­
rin d e d u ru yord u . A ra la n n d a k i a y n lık la r a çısm d a n b u n la n b a şlıca ü ç
tü rd e toplayabiliriz:
(a) G eleneksel ord u k u ru m la n ve d üzen leri eski orijin al h alle­
rin e döndürülm eU dir, görüşü.
(b) Şeriat alanıyla bulaşm aktan k oru n m a k için, eski orijin al du-
ru m la n n a d ön d ü rü lü yorla r görü n ü şü a ltın da yen i yöntem ler
alınm alıdır, görüşü.
(c) G eleneksel k u ru m lar v© yön tem ler a rtık dü zen len em ez bir

35 '
TEOKRASİ VE LAİKLİK

aşam aya gelm iştir, on la rın bü tü n ü yle kaldırılm ası zoru n ­


ludur. görüşü.
B irinci görüş, o zam an a d eğ in sürüp giden, fak at ne u ygulanan,
n e d e u ygu lan m am asın a çalışılan görü şlerin yin elen m esin den başka
b ir şey d eğild i. İkinci görüş, va rıla n d u rum un tüm yararsızlığını, dü ­
zeltilm e olan aksızlığın ı görü yor, a n cak k ök lü b ir re fo rm d a n kaçın ıl-
m asım ön eriyordu . Ö yle b ir yola dönü lü rse siyasal yapın ın bü tü n ü y­
le değişm esi gerekecekti. Bu n edenle iki yü zlü b ir tutum ön eriliyordu .
Ü çü n cü görü şü a n cak b irk a ç üye öne sürm üştü. O n la r d a b irço k sakın­
calarla, b ir sürü k oşu llar k oym a k la birlikte geleneksel m iliter sistem in
zam an a u y m a z h ale gelm iş olm ası yüzü n den kaldırılm ası gerektiğini,
yerine ya ba n cı uzm an ların eğitim i altın da yetişecek b ir ord u k u ru lm a­
sını ön eriyordu . Z am am a çısın da n ileri görü şlü olan ı buydu . Böyle
fa rk la r olm ak la beraber, b irin ci görü ş yanlısı olan la r d ışın da hem en
h epsi A v ru p a ’dan m iliter uzm anlar, teknik öğretm en ler getirilm esi
görü şü n d e birleşiyorlardı. H em en hepsi, yen i b ir d ü zen yaratılacaksa
b u n u n k aynak v e m od elin in m od ern Batı oldu ğu n d a b irleşiyordu. R a­
p orla rın b elk i en ön em li yen iliği bu rad a görü lü r.
O zam an ın koşulları açısından b öy le b ir düşünüş, kuşkusuz, laik ­
leşm e yolu n d a ileri atılan ço k cesaretli b ir adım dı. Laiklik soru n u a çı­
sın dan bakılırsa, yeni ve ya ba n cı u ygu la m a tü rlerine karşı yaşayan
geleneksel k ork u ya d a kuşku kırılm ış dem ekti. V erilen raporların
çoğ u n d a a ğır basan yan kuşkusuz B atı’dan m iliter, teknolojik, bilim ­
sel, hatta fin a n sa l ya rd ım sağlanm ası görü şü yd ü . B atı’ya karşı sem ­
pati, onu taklit etm e görü şü n ü benim seyen ra p orla rm k im ilerinde
o d en li aşırılığa varılm ıştı ki, tarih y a z a n  sim gibi a şın h k karşıtı
olan lard an b ir tarih çi b u aşırılığın, yaklaşan b ü y ü k b ir fırtın a n ın baş
n eden i oldu ğu n u uzun u zu n anlatır. (Â sim Tarihi, I, s. 375 ve sonrası.
İslam A n sik lop edisi’n de  sim m addesine de bakınız.)
Bir iki ra p ord ak i ilericilik yön lerin e karşın, h epsinde b ü y ü k ön em ­
de b irk a ç k on u üzerinde tam b ir suskunluk vard ı. İbrah im M ü tefer-
rik a ’n ın 60 yıl ön ce d eğin d iğ i m od ern devlet rejim i gibi b ir k on u üze­
rin de tek söz edilm iş değildi. A v ru p a h İb ra h im ’in b u n ca jal ö n ce yaz­
d ık ların ı yinelem eye kim se cesaret edem em işti. R ap orların h içb ir ye­
rin d e «yön etici» kuru lu n düzenlenm esi üzerine yazılm ış tek söz yok ­
tur. D em ek ki, o zam an ın örn ek alınacak A vru p a sın da k i gibi yeni tür
b ir devlet v e h ü kü m et kurulm asının ön em in i sezm iş b irk a ç k işinin b u ­
lun m am ası d ü şü nü lem eyeceğine göre, ra p or y a z a r la n «H ilafet Sultan­
lığı» rejim in in kendi alanı için d e reform la r gerçekleştirm esin i olası
görm ü yorla rd ı.
N itekim ra p orlarda k i önerilere göre u ygu lam alara girişilin ce çı­
k an büyü k b ir isyan ın patlak verişi b öyle b ir olan ağın düşü n ü lem eye­
ce ğ in i gösterir. Tem elli çelişk iler içinde k alın arak d ü şü n ü len b ir d e v ­
rim sel d eğişm e olan ağın ın gerçek leşem eyeceğin i, d ah a da ileri gid erek

3S
LAİKLİĞİN TARİHSEL KAYNAKLARI

anarşi v e gerilem e yolu a ça ca ğ ım zavallı III. S elim ’in trajik son u gös­
terir. (Bir raslantı son u cu b oşa la n tahta getirilebilecek k ü çü k yaşta
M ah m u t adlı b ir şehzadenin sağ kalm ası sayesinde. O sm anlı tahtı ya­
rım jrüzyıla yak ın b ir süre d ah a yaşayacaktır.) M o d e m devlet türüne
g eçm e yön ü n de atılan ilk adım, az aşağıda g ö receğ im iz gibi, ancak
T anzim at d ön em in d e atılabilecektir. Fakat, sözünü etm ekte oldu ğu m
d ön em d e bile, d evlet k u m lu n u n m odernleşm esiyle ilgili b irk a ç belirli
belirsiz gözlem e rastlanabilir. B unlar arasında yaln ız b ir tanesine de­
ğin eceğim . Bu örnek padişahlığın d u ru m u n d a fa rk edilm em iş b ir k ay­
m a old u ğu n u gösterir. III. Selim, XVIII. yüzyıl Batı d ü şü n ü rlerin in ide­
ali olan «ayd ın despot» görü şü n ü u y g u lu y o r gibi D evlet’in ıslahını is­
teyen, d evlet adam ların ın görü şlerini alan, dan ışm aları için özel k u ­
ru m la r ku rdu ran, b eliren görü şlerin kendisine tam b ir özgü rlü k için ­
d e bildirilm esin i isteyen b ir d evlet b aşk am gibi gözü kü r. Fakat yine
b u n u yapm ak la çev resin i saran karizm atik h aleyi taşıyan b ir m utlak
p adişah ya da kutsal b ir h alife olm a özelliğin i yitirm işti. D evletin eski
k u ra lla n n a karşın yeni k u ra llar denenm esin i özleyen kişi, padişah
olab ilir m iyd i? (Zavallı Selim; kısa süre sonra, sıradan b ir kişiye bile
ya p ılm ay acak m uam elelerle kendi askerleri ta ra fın da n öldü rü lm ü ş­
tür.)

VI

T anzim at dönem inin, a n cak gelen eksel d ü zen in en ön em li ku ru lu


olan Y en içeri O c a ğ ı’nın yok edilm esin den son ra açılabilm iş olm asın a
şaşm am ak gerek tiğin in n eden lerin i b u ra y a d eğ in görm ü ş b u lu n u y o ­
ruz. Bu dönem e geçilebilm esi, O sm anlı îm p a ra torlu ğu ’nun gerçek a n ­
lam ıyla yok olm asıyla son uçla n ab ilecek siyasal tehlikelerle dolu olay­
la r a rasın da olm uştur.
O n dan ön cek i yıllar içinde O sm anlı D evleti yıkılm a sın ın n a gel­
m işti. İçerde derebeyi ayaklanm aları, H ıristiyan h alk la r arasındaki
b ağım sızlık akım ları. Batı devletleriyle R usya arası yarışm alar o dö­
n em in b a şlıca olaylarıdır.
İlk ön ce, T ü rk iye’n in iç k oşu lla n üzerinde etkili o la n uluslararası
ü ç d u ru m a değin m ek le yetineceğim . A v ru p a ’da u luslararası düzen ve
d ip lom atik ilişkiler, b u d önem de O sm anlı D evleti’n in A v m p a devlet­
leriyle olan ilişkilerdeki yerini değiştiren yen i b ir aşam aya d a girm işti.
En başta b u değişiklikleri b aşlatan b ü y ü k olay, Fransız D evrim i gelir.
Bu, ü zerind e d u m la ca k en ön em li dış koşuldur. İkinci koşul, bu d e v ­
rim d en ön cek i yıllard a A v ru p a ’d a h üm anist ve rasyon alist d ü şü n ü r­
lerin ya 3a n la n arasında O sm anlı Etevleti’n in teokratik rejim in e karşı
b ü y ü k b ir düşü n savaşınm açılm ası olayıd ır. A ra la n n d a , d a h a ön ce­
leri M ü slüm anlığa karşı olu m lu tutum unu değiştiren V olta ire gibi b ir
d ü şü n ü rü n d e b u lu n du ğu yazarlar, 1768-1774 O sm anh -R u s savaşı sı­

37
TEOÏOlASl VE LAİKLİK

ra sın d a «Tûrklere» karşı geniş b ir p rop a g a n d a savaşı açm ışlardı. Ü çü n ­


cü koşul, yin e aynı sıralarda din asn ılık la n n ın siyasal a m a çla r için
kullanılm asın ın en üst düzeye çıkm asıdır.
Bu ü ç koşul, b irbirin e uyu m lu olm am a k la beraber, ü çü de «Tûrk­
lere» karşı açılm ış sert eleştirilerin yansım aların da b irleşiyorlardı. Bi­
rin ci olay siyasal tu tu m larda d evletin d ah a öteye laikleşm e yön ü n de
değişikliklerin i zorlam ıştır. İkinci olay, Tanzim at ön derlerin e m od ern
la ik devlete d oğru geçişin k açın ılm azlığını anlatm ıştır. XIX. yüzjnim
İlk y a n sın d a A vru p a ülkelerin i gören devlet adam ların ın ya zıla n n ın
son ucu , T anzim at F erm am ’yla in a n ç özg ü rlü ğ ü ilkesinin resm en tanın-
in a sı olayıdır. Bu, eski O sm anlı D evleti d önem in d ek i M û slüm an lık ’tan
b a şk a d in lerd en olan cem aatlere u ygu lan a n geleneksel din özgü rlü ­
ğ ü n d e n a y n a n lam d a b ir özg ü rlü k olacaktı. M ü slüm an olm ayan h a l­
kın k işilerinin de O sm anlı U lusu’nun ü yeleri sas^lm asmı gerek tirecek ­
ti. M üslüm an, Y ah u d i ya d a H ıristiyanlarm , kısacası devlet s ın ırla n
içind e ya şa y a n la n n tü m ü n ü n asmı siyasal b irim in eşit vatandaşı ol-
m a la n n ın kabulü, d a h a son ra la n b irço k olaya y o l a ça ca k ve b u d evle­
tin, im pa ra torlu k b ü tün ün ü n p a rça la n a ra k yıkılm asıyla son u çlan a­
caktır.
T anzim at d önem in in ilk aşam asının (II. M ah m u t’un 1826’dan son ­
rak i d ön em in in) b a ş a n la n , laikleşm e ve batılılaşm a yolu n d a k i ön em i
açısm d a n şim diye değin gereğin ce tanıtılm am ıştır. Bu dönem , batılı­
laşm aya d ön ü k b ütün girişim lerin başlatıldığı ilk d ö n e m olm uştur.
B unda B atı’m n tutum unun ve Batı’ya karşı ola n tutum un önem li p ayı
olm uştur. Bir O sm anlı İm paratorlu ğu ola ra k daralm a d önem ine g ir­
m ek üzere olan devlet şim di b ir Batı devletleri birliği içine girm e ça ­
b a la n n a bile başlayacaktı.
D aha ön ce görd ü ğ ü m ü z gibi, o zam ana değin bü tü n re fo rm ça-
b a la n geleneksel düzenin çerçevesi için d e v e geleneksel d üzen in d ü ­
şün s m ırla n n d a n a y n im a d a n yapılırdı. Tu tu cu g ü çlerin en gellem eleri
olm asaydı b u çabalar, d ü zg ü n ve organ ik b ir değişm e eylem i olan
b ir reform a tion dönem i a ça bilird i. Böyle b ir koşul, gerçekleşem edi.
O n u n için b u yeni dönem de başka son uçlara yol a ça n fa rk lı b ir yak ­
laşım göreceğiz. Tanzim at ön derlerin in b ir özelliği, zoru n lu s o ru n la n n
çözü m ü n ü n k ola sın a dönm eleri olm uştur. T anzim at ön derleri b u k o­
lay yolu n ik i tü rü n ü bulm uşlardı. Biri, gördü k lerin i taklit etmek, ö b ü ­
rü edem ediklerin de Batı devletlerinin isteklerini (kim i kez isteyerek,
k im i kez zorla benim seyerek) yerine getirm ek. T anzim at ön derlerin ­
den^ biri b u tutum u a çık ça şu kısacık tü m ceyle açıklam ıştı: «O sm anlı
D evleti’ni k u rtaracak yol, a n cak Batı’yı taklit etm e yolu n dan geçer.»
(Bu v e b u n a b en zer sözler için. Ed. E ngelhardt, La T urqu ie et le Tan­
zim at, Paris, 1882, cilt II, s. 2, 15, 17, 33.)
Batı’d a popülerleşm iş reform la r başlatm akla, b irbirin e rak ip olan
kim i Batı d evletlerin in ikisinin (İngiltere’yle Fransa’n ın ) desteğin i sağ­

38
LAİKLİĞİN TARİHSEL KAYNAKLARI

laya ca k b ir d u ru m elde edilm işti. Bu dön em de a n ca k b u a n lam da b a ­


tılılaşm ış olm aktan söz edilebilir. Bu tutum yü zü n den b u n d a n son ra
gelecek d ön em lerdek i reform la r, artık Türklerin kendi soru n ları de­
ğil, A v ru p a devletlerinin soru nları olacak tır. O zam an a d eğin gerekli
reform la rı kendi istek, yeten ek ve çık arla rın a göre yapam am ış olan
d evletler daim a b öy le b ir duru m a düşerler.
B urada b u dönem de başarı sayılacak yan ların kim ilerine d eğin e­
ceğim . En başta, yen i b ir devlet anlayışını, d evlet b aşk an ı padişahın
statüsüyle tebaların a karşı olan ilişkisinde b ir değişiklik geldiğin i g ö ­
rürü z. Bu d ön em de h alk egem enliği, d oğu m d an gelen kişi h akların ın
tanınm ası anlam ın a gelen b ir dem ok ratik devlet görü şü h en ü z yoktur.
Bu tü r b ir anlayış geleneksel anlayışın h en ü z ço k u zağın dad ır. (D aha
sonraları N am ık Kem al, m od ern Batı u yga rlığıyla İslam lığın u yu şa­
b ileceğin i gösterm ek için Şeriat’tan b ir dem ok ra si teorisi çık arm ay a
çalışm ıştı. Fikirlerinin n e denli sa fça oldu ğu n u b u dön em in çerçevesi
için d e d a h a iyi anlayabileceğiz. O düşünde d e d em ok rasi anlayışının
en h a fif izi yoktur. N am ık K em al kendi anlayışındaki M ü slüm an şe­
riatın a u y g u n b ir m eşrutiyet devleti düşü n ü yord u . Bu görüş, daha
son ra on u n k ad ar bile b u k o n u la n anlam am ış olan M id h a t Paşa’nın
ca n ın a m a l olm uştu. Y a p tık la n K anunu Esasi’n in trajik son u cu n a
aşağıda d eğin eceğim .)
Tan zim at d önem in in II. M aiım ut’u, R u sya’daki K aterina, P ru sya’
d ak i Bü5m k Frederik tipinde b ir h üküm dar, Fransa’d a D evrim öncesi
a yd ın lık d ü şü n ü rlerin in özJediği m utlak h ü k ü m d a r tipinde b ir p ad i­
şah ola ra k görü nm ekteydi. B irçok d avran ışıyla geleneksel O sm anlı
p a d işa h ların d an a y n la n y a n la n oldu ğu kuşkusuzdur. H âlâ b ir sultan
ve b ir h alife oluş, ona geçm iş zam an lardan kalm a yanfardı. D en ildi­
ğin e göre «b u n da n son ra sultanlığın h alk için b ir k ork u k ayn ağı ol­
m asın a değil, on ların y a ra n n ın kaynağı olm asını dilerim » dem iş. Bu
tür sözlerin söylenm esi d evletinin b ir İslam devleti oldu ğu iddiasın ın
tersini açıklar. O n d an son ra gelen padişahların h içb iri (A b d ü lh a m if
ten başk a) h a life rolün ü takm m am ıştır. Bundan ötürü, M ah m u t’un
son yılla n , halkın d in a y ın m ı olm aksızın eşit sayılm ası görü şü n e d o ğ ­
ru ilk ad ım m atıldığı yıllar olm uştur.
Y in e b u d ön em de laik devlet adam larının d evlet yön etim inde ve
la ik a ydınların devlet soru n ların da eskisinden ço k d a h a ü stü n y e r al­
d ığın ı görü rü z. Şim diye değin, b iri d ü n y a öb ü rü d in işlerini sim ge­
leyen Sadrazam la Şeyhü lislam gibi en ü stün iki m akam dak i kişiyle
sü rd ü rü len d evlet işleri, şim di P adişah’ın m utlak delegesi olm ayan
b ak an lar (nazırlar) eliyle yönetilm eye başlar. DaHıa ön cek i re fo rm
yanlısı o la n la n n baş derd i d u ru m u n da k i ord u örgü tü bü tü n ü yle ayrı
b ir tem ele oturtulabilm işti. M o d e m T ürk ord u su n u n tem elleri b u d ö­
n em d e atılm ıştır. G eleneksel O sm anlı ordu örgütü, arkasında h içb ir
şey k alm a yacak ölçü de yok edilm işti. Ö nem li olan yenilik, yeni ord u

39
TEOKRASİ VE LAİKLİK

ku ru m u n u n e|itim ve yöntem leriyle ve s u b a y la n n ın d em ok ra tik se­


çilm e yön tem leriyle laikleşm iş b ir ord u oluşudur. Fransa’dan a lm a n
yeni yönetim ve eğitim örgü tlen işleri için de aynı şe y söylenebilir.
H üküm et yönetim i yeni b ir b ü rok ra si k avram ın a dayan ıyor, kişisel­
likten ayrılm ış b ir y ö n e til» v e hizm.et k avram ı girm eye başlam ış b u ­
lun u yordu .
B ütün b u n la ra karşı düşen ön em li b ir n ok taya d eğin m em iz ge re ­
kir. Y en içerileri ezebilm iş olan Padişah, M ed rese’nin gü cü karşısında
a yn ı gü cü gösterem em iştir. Ne m edrese yön tem lerin de b ir re fo rm a g i­
rişilm iş, n e de b ö y le b ir girişim i isteyen çıkm ıştır. D aha ön cek i «iki-
lik çi» re fo rm ya n lıla rın ın tutum u sürdürülm üş, P adişah da b u yolda
yen i b ir ikiliğin başlatıcısı olm uştur. Eğitim alanın da gördü ğüm üz
b u olay, T anzim at dönem in e özgü olan ikilik lerin b irin cisid ir. Bu iki-
liklertn s o n u çla n dah a son raları da görülecektir.
M edrese old u ğ u gibi bırakılırken , laik m o d e m b ir devlet için g e ­
rek li ola n subay, m em ur, hukukçiî, doktor, m ü h en dis gibi m eslek k i­
şilerini yetiştirecek ok u lla n n tem elleri atılıyordu. Bu ok u lların daha
son raki d ön em lerde yetiştirdiği kişiler, m edrese ulem asın ı gölgelem eye
başlam ış ve en son un da o n la n n siyasa, h u ku k ve eğitim a la n la n n -
d ak i rolü n ü h içe ind irm e sü recini başlatm ıştır. A v ru p a ’ya öğren im
için öğren ci gön d erm ek b u dönem de başlam ıştır. B aşlangıçta M ahm ut,
bu k on u d a k ararsızlık içindeydi. U lem adan çek in diği için olsa gerek
kİ, M üslüm an öğren cilerin A v ru p a ’ya gön d erilm ey ip ya ln ız M üslü ­
m a n olm ayan öğren cilerin gön derilm esin i d üşü n ü yordu. Fakat M üs­
lü m an ola n öğren ciler de gönderildi.
M o d e m bilim.ler; askerlik, m atem atik ve tıp a la n la n n a b u d ön em ­
de girm eye başladı. Bu dönem in, T anzim at Ferm anı’n m ya yın la n m a ­
sın dan sonraki dönem inde 1860’da kurulan O sm anlı Bilim K urum u
(C em iyet-i Ilm iye-i O sm aniye) ve onu n 1862’de yajrınlam aya başladığı
Bilim ler D ergisi (M ecm ua-i Fünun) çevrelerin de ça lışa n la n n göster­
d iği düşün aydın lığı ve laikliği b u g ü n bile bizi şaşırtacak ölçü ded ir.
Bu tü r b elge ve eylem leri araştıran b ir kişi, kendini h em en hem en
b u g ü n k ü d ü n yad a sanır. Bu j-enilikler 25 yıl gibi kısa b ir dönem için ­
d e olm uştu.
D aha ço k a y n n tıla ra girm e olan ağım olm am akla beraber, rasgele
b irk a ç ola y a d ah a değinm ekle, d eğişm eye başlayan atm osferi b elirle­
yebilirim . T ü rklerin p an tolon giym esi b u dönem de başladı. Sarık, başa
gijdlen d in sel sem bol olm a g ü cü n ü bu d ön em de jâtirdi. Sakalsız b ir
T ü rk şim di saygı taşıyan b îr m evk ide yer alabiliyordu. D evlet adam la-
n padişahın ön ü n de otu rabilirlerdi. însan yü zü b ir resim de gösterile­
bilirdi. Batı m ü ziği n o ta îa n başkent sok a k la n n d a duyu labilirdi.
Bu değerlen dirm eleri ok u yan b ir (Türk) ok u yu cu b u n la rın h e r
yerde, hatta başkentin h er yerinde ve h er sın ıf arasın da gerçek leşti­
rilm iş şeyler olm aktan çok uzak bu lu n d u ğu n u (bu gü n gördü k leriyle

40
LAİKLİĞİN TARİHSEL KAYNAKLARI

b ile) bilebilir. B unlar sadece buzların kırılm a başlan gıçlarıd ır. A c e ­


leci ya da eleştirici b ir diplom ata, M ahm ut şu yan ıtı verm iş; «B ir g ü n ­
de h e r şey değiştirilem ez. Ç ok k öklü in a n çlar v e gelen eklerle u ğraş­
tığım ızı anlam alısınız. Bütün m illete yeni b ir dil öğretm eye b en zer
b ir işle karşılaşıyoruz.»
Bu yeni dönem , M a h m u t’un ölüm ün den son ra G ü lhan e P arkı’n da
1838’de düzen lenen b ir törenle oku nan ve yasnm lanan, G ü lhan e Hattı
H ü m ayu n ’u a dıyla b ilin en (Fransızca adı ile b ir C h arte) içeriğin de
m addelerle özetlendi. Bu belge padişahın m u tlak g ü cü n ü k a ld ın yor,
h alk ın ve dinlerin eşitliğini ilan ediyor, adaletin ö zgü rlü ğü n e d aya ­
n a n yeni kan u n lar çık arılacağ ın ı ön eriyordu . 1838 sonrası re fo rm cu ­
ları k arşılaşacağı b a şh ca öd ev, şu ya da b u sivil, m iliter tekniklerin
alınm ası ve eğittiği kişilere devlet yönetim inde yer verilm esi gibi ilke
olarak zaten benim senm iş isler olm ak tan çok, daha kapsam lı d eğiş­
m eleri sağlam a işi olacaktı. Bu, yeni b ir devlet ve b ir toplum geliştir­
m e işi olacaktı.
Bir «im paratorlu k » çerçevesi için d e ve b ir din in ü stü nlü ğü altın ­
da b u nasıl gerçek leştirilebilird i? Baş soru n b u ydu . D evlet ve k an u n ­
la r a çısın da n din gereklerine yer verilm eyecek, h an gi din den olursa
olsu n h alk arasın da ayırım yapılm ayacaktı. B unların b ütün gerek­
leri, o zam an ın olaylarının çerçevesi içinde gerçek leştirilebilir işler o l­
m adığın ı daha sonraki yıllar gösterm işse de, o zam an ın k afasın da
b u n ların ya pılab ilir görü lm esi yine de anlam lıdır. B undan başka, b u n ­
ların daha sonraki d önem lerde etkileri olacak, k açın ılm az gü çte ilke­
le r olacaktı. Eğer laiklikle devletin din k u rum ve k u ralların dan soyu t­
lan m ası olayını anlarsak, bun a d oğru ilk adım ın Tanzim at dönem iyle
b aşladığın ı söyleyebiliriz.

VII

T anzim at dönem in in reform la rı ne ölçü de h alk a yararlı oldu ?


R eform ların ek on om ik kalkın m a kon usu n dak i etkileri n eler o ld u ? Ki­
m i A vru p a devletlerine karşı u yd u cu lu k siyasası nasıl zoru n lu old u ?
(Bu dönem in b u soru n larıyla ilgili çeşitli görü şlere b aşk a yazılarım ­
d a değin ilecektir.) Burada, T anzim at d önem in in ikin ci aşam asının v e
ilk A n ayasa (K anunu Esasi) d ön em in in en etkili d ü şü n ü rü olan N a­
m ık K em al’in görü şlerin e d eğin m ekle yetineceğim .
N am ık K em al’in Tanzim at reform cu ların a, laik kozm opolitliğin e
(bu gü n k ü d eyim le Batı u yd u cu lu ğ u n a ) yön elttiği a ğır eleştiriler çoğ u
kişiyi şaşırtabilir. Tanzim at reform ların ın , M üslüm an h alk ın (o zam an
«Türk» deyim i kullanılm azdı, bu n u yaln ız A vru p a lıla r k u llan ırdı) düş­
kü nlü ğü ne y o l a çtığın a in a n an N am ık K em al’e göre T anzim at ne m o ­
d ern b ir devlet yaratm ıştı, ne de dinsel b ir yen ilik getirm işti. T anzi­
m a t m o d e m devletin yalnız kötü b ir k opyasını getirm işti. İslamlık,

41
TEOKRASİ VE LAİKLİK

eski p olitik desteğin den yoksun bırakılm ıştı. Y en i k an u n la r yapılırken


o kaynaktan gelen b ilg iler ku llanılabilirdi. T anzim at reform la rıyla ne
b ir g erçek İslam devleti, ne de gerçek Batı m odeli b ir devlet düzeni
yaratılm ıştı. Bunlar, Tan zim at’ın sudan laikliğin in yarattığı asılsız
inan çlardı. Tanzim at, Şeriat’ı değerden düşürm üş, Batı kan u n ların ın
d a sadece k opyacılığın ı yapm ıştı. Bu eylem leriyle M üslüm an h alkın
geleceğini, gü ven ilm ez iki gü cü n m erham etine bırakm ıştı; b iri Şeri-
a t’ın k ontrolu ndan kurtulm uş b ir hüküm et gücü, öteki M ü slüm an ların
batılılaşm ası perdesi altın da devlete Batı devletlerinin karışm a h a k ­
kı. B öylece içerid e istibdat yönetim ine, dışarda em peryalist söm ürüye
g id en yolla rı hazırlam ıştı.
Tanzim at devlet adam ların ın kim ilerinin eylem leri ve yarattıkları
ik ili a nak ron izm lerle h em devletin, hem h alk ın zararın a olan p olitik a­
ları karşısında N am ık K em al’in b u , eleştirilerine h a k verm em ek ola­
n ağ ı yoktur. Y aln ız on un b ü y ü k b ir vatanseverlik h eyecan ı için d e g ö ­
rem ediği şey, Tanzim at’ın gerçek b ir dinsel re fo rm yok luğu nd a, dış
b ask ıların sınırsız d en ecek ölçü lerd e zorla 3a cı oldu ğu b ir dönem de,
d a h a ön cen in bırak tığı b oşlu ğu n m irasçısı old u ğu n u kavrayam am a-
sıydı. (N am ık Kem al, Batı ed ebiyatın d an ed in d iği rom an tizm iyle ta ri­
h e b ak ışınd a idealleştirdiği O sm anlı yükseUş d önem ine bak tığı halde,
bu ya zıd a d eğin ilen o la y la n n son s^üzyıl içindek i nedenlerine, b irço k
T ü rk yazarları gibi, d ön ü p bakm ıyor, eleştirilerini tarihsel kritiğe da-
ya n dıra m ıyord u .) T anzim at cesu rca atılmış, fak at ç o k g e ç kalm ış b ir
adım dı. Tehlikeli yan lışlıklar yapm aya m ahkûm du.
Fakat, ark ad an gelen ve daha son raları daha da yin elen eceği belli
olan olaylar karşısında, N am ık K em al’in eleştirilerinin yanlış oldu ğu
görü şün e katılm am a olan ağı yoktur. O nun g erçek ça b a la n , b ir ya n ­
dan iç istibd ada karşı vatandaş özgü rlü ğü savaşı yön ünde, ö b ü r ya n ­
d an em peryalist tehlikeye karşı bağım sızlık davası yön ü n de olm uş­
tur. Tanzim at ise b aşarıların ı o özgü rlü ğü n zararın a ve siyasal b a ğ ım ­
sızlıklardan öd ü n verm e pah asına sağlıyordu. N am ık K em al’in yeni
b ir m eden i k an u n a şeriat k u ra lla n n ın k aynak olabileceğin i sanm ası
g ib i tem elli b ir yenilik, Tanzim at’ın karşılaştığı işin ne denli gü çlü k ­
leri oldu ğu n u aydın latacak b ir örnektir.
N am ık Kem al. Şeriatla H alifeliğin adaletini idealleştiren b ir v a ­
tan sever olarak yaşam ıştır düşün tarihim izde. Ne v a r ki, 1876 A n aya -
sası’nın h azırlan d ığı dönem de N am ık K em al’in taslağın h azırlan m a ­
sında g örev alan kişilerin başında gelm esi Sultanlık ve H alifelik g ü ç­
lerinin anayasal h ak ların üstünde tutulduğu kan u n ların çık arılm a­
sını önleyem em iştir. N am ık K em al ve M id h a t Paşa gibi, T anzim at’ın
getird iği p adişah m utlak iyetçiliğin e karşı kişilerin k afa karışıklığı
ü rü n ü olan ilk A nayasa, siyasal tarihim izde inanılm ası g ü ç b ir trajedi
olm uştur. Bu yasa sayesinde A bdü lh am it, A n aya sa ’yı kolaylık la kendi
a nlayışına göre yön len direrek devleti sultan ve halife iradesi d ayan a­

42
LAİKLİĞİN TARİHSEL KAYNAKLARI

ğıyla yön etm eye başlam ıştır.


T anzim at sonrası T ürkiye tarihi, gittikçe azalan ö zg ü rlü k v e b a ­
ğım sızlık koşulları a ltın da düşü n en kişilerin, o iki a m acı gerçek leştir­
m e ça b alarım n tarihi olm uştur. K em alizm in, laiklik soru n u n a getird i­
ğ i çözü m e değin, ne yapılm ışsa h em en hepsi T anzim at tem asının va-
ria to n la n olarak kalm ıştır.
A n ca k o iki am açla, dem okrasi ve ulusal bağım sızlıic davasıyla il­
gili olarak tır ki laikliğin en üstün aşam asına geliş sü reci anlaşılabi­
lir. Çünkü, vicd a n özgü rlü ğü soru n u yla ulusal b ağım sızlık sorunu sa­
vaşında, T an zim at’ın m irası olan b ütün a n a k ron izm ler m edrese, h ila ­
fet, şeriye m ahkem eleri, saltanat gibi şeyler, Batı devletleri u ydu cu lu -
ğu, K em alist dön em in devrim ci girişim leriyle k aldın labilm iştir. Bu iki
noktajm ve d em ok rasi özgü rlü k leriyle ulu sal b ağım sızlık ü lk ü sü n ü ak­
lım ızda tutarsak T ü rk iye’n in gözd en geçirdiğim son ta rih aşam asının
gerçek laiklik niteliğini anlayabiliriz.

27 Temmuz 1955’te Harvard Üniversitesi’nde okunan bir


tebliğ.
TÜRK DÎN TOPLUMBİLİMİNE GİRİŞ

B ir d in in d ü n y ad ak i değişm elere karşı olan tutum u, o d in in dün­


ya görü şü n ü biçim lem ed e b a şlıca etkisi ola n b ir yandır. Bu kuram ,
İslam dini fen om en oloj isini tanım lam akta özellikle önem lidir. İslam lık,
o rta ça ğ u yga rlığı çatısı içind ek i gelişim i b oyu n ca , top lu m düzen ini tu ­
tu n du rm a öd evin i g örm e işiyle sıkı b ir b a ğ kurm uştu. O d en li ki «g e­
lenek» ile «değişm e» a rasın dak i çizgiyi tanım lam a işinde, dü n ya ya ­
şam ıyla b u yakın ilişkisinin h an gi çizgide oldu ğu n u belirlem e, din
sosyolojisi açısından, siyasal ve dinsel ön em taşır. D in sosyolojisi açı­
sından İslam hk, H ıristiyanhktan fark lı b ir d ü n y a ile d in ilişkisi tü rü ge­
liştirm iş olan b ir dindir.
İslam dininin, b ü y ü k b ir d ü n yasal örgü tle (bu dün yasallığı hem
kişi, hem toplum dünyasın ı k apsayacak beraberlikte ku llan ıyoru m )
karşılaşm asının b aşlıca görü n ü şlerind en birin i O sm anlı İm paratorlu-
ğ u ’n da görü rü z. B undan başka, b u im paratorlu ğu n çözü lüşü son ucu
olarak, b ir u lus devleti d oğu şu n u n din sosyolojisi açısın dan özelliğini
d e bugü nk ü T ü rk iye’nin d oğu şu n d a görü yoru z. Bu iki aşam anın b i­
rin d en ötekine geçiş, XVIII. yü zyıl başla rın da belirm eye başlam ıştı.
Bu taril^ten ön cek i aşam ada O sm anlı Devleti, ü ç b ü y ü k İslam im ­
p aratorlu ğu n u n yanında, Y ahudilik, H ıristiyanlık, İslam lık gib i ü ç
d in in alanın ı kapsayan bölgede, en gü çlü d önem in e ulaşm ıştı. Y ak ın ­
d o ğ u ’yla G r e k o -R o m e n u yga rlığı gibi d ü n y a tarih in in en önem li iki
aşam asının coğ ra fy a sın d a ortaya çık an b u im pa ra torlu ğu n devletçe
tanınm ış dini İslam lıktı. XVIII. yüzyıl b aşların dan son ra b u geniş alan ­
d a m od ern Batı u yga rlığın ın saydığım d iğer iki im pa ra torlu k ü zeri­
ne olan etk ilerin den fa rk lı b ir etkilem e türüyle karşılaşacaktı.
İlk aşam asında b u im paratorluk, T ürk soyu n dan olan M o ğ u lla r’ın
(bu, M on g ol dem ek değil; ilk kez Portekizlilerin M oğ u r b içim in de b a ş­
lattıkları yanlış b ir a dd an kaynaklan m aktadır) ve S a fa vîler’in İran
im paratorlu k ları gibi orta ça ğ d ediğim iz tarih d ön em in e özgü, fak at Hı­
ristiyan d eğil de İslam dinine b a ğlı b ir devletti. Ü çü d e İslam dininin
klasik d ediğim d önem in den çıkan, am a fark lılık lar gösteren d e v le t -

44
TÜRK DİN TOPLUMBİLİMİNE GİRİŞ

d in rejim i örn eğin i oluşturuyorlardı. O sm anlı örn eğin de o rta ça ğ aşa­


m asın dan m od ern a şam aya geçişteki devlet ve din rejim in de görü len
rad ik al değişiklikler, özellikle Batı u yga rlığın a yön elm e açısın dan
önem lidir. Bu geçişte Batı u ygarlığın ın etkisi, ö b ü r iki im paratorlu k -
takin den fark lı nitelikte olm uştur. T ü rk değişm e olayın m çatısı içinde
«toplum sal değişm e» olayı karşısında D in ’in tutu m u n u n incelenm esi,
h em genellikle toplum sal değişm elerle İslam lık arası ilişkileri, h em
d e genellikle Batı u yga rlığın ın İslam dini alanlarında b u lu n an toplu m ­
la r ü zerindek i etkilerin in incelenm esi açısından ilginçtir.

G enel sanıya göre. İslam d in ine bağlı olan to p lu m la n n yaşam ında


«değişm e» olayı b u gü n ü n olayı d en ecek ölçü d e yenidir. Bu in a n ç ço k
d a h a eski, aradaki b ir dönem in bilin m em esinden doğar. Tarihsel d ö ­
n em in ilk p arça sıyla son p arça sı arasın da geçen b ir «çök üş» d ön em i
d ilim i vardır. Bu çök üş d ön em i üzerine Batılı gözlem cilerle Batı eğitim i
alm ış M üslüm an gözlem ciler, O sm anlIlarda devlet ile d in bileşim ine
y ön elen birtak ım görü şler ortaya atm ışlardır. Bu görüşler, «din ola ­
rak İslam lık», «devlet olarak İslam lık», « d in -d e v le t olarak İslam lık»
birim lerin in toplum sal d eğişm e karşısındaki tu tu m u n a göre gelişen
g örü şler olm uştur.
Bu gözlem i tanıtm ak için «toplum sal değişm e» k avram ın d a biri
«geçici» (ya da «d ü zeysel»), öb ü rü «tem elli» terim leriyle tan ım laya­
ca ğ ım iki değişm e tü rü nü n a y ın m ın ı yapm ak la başlayacağım . «Tem el­
li değişm e» tipi, sistem i b ütü n lü ğü yle ilgilen d iren değişm eleri kapsar.
«G eçici ya d a düzeysel» d eğişm e tipi terim ini, d eğerler sistem ini b ü ­
tünüyle kapsam ayan d eğişm eler a n lam ın d a k u llan acağım . İkinci tü r
d eğişm eler, b ir a ra tüm sel etkili d eğişm eler olsalar bile yin e de g eçi­
ci nitelikte kalan d eğişm eler olabilir.
Sosyolojik açıdan b u aşam ada b ir n ok tayı d a h a a nım satm am ge­
rekir. Bu iki tür değişm e, sonraların ürü n ü d eğildir. İslamlık, d oğu şu ­
nu n d a h a ilk aşam alarında bu iki tür değişm eyle karşılaşm ıştır. Bu­
nu, başın d an bu g ü n e dek İslam lık dilinde yaşayan tem elli iki terim in
T ü rk çe’de kullan ılm asında görü rüz. Bu terim lerin biri «sünnet» (A ra p ­
ç a ’da «Sunna») öteki «b id ’at» (A ra p ça ’da «b id ’a ») sözcü kleridir. Bu­
gü n k ü T ü rk çe’de birin cisi «gelenek», İkincisi «yenilik», «son rad an ç ı­
kan» anlam ın a geUr.
İkinci terim çok geçm ed en iki k oşu lla ştın cı sözcükle ikiye b ö lü n ­
m üştü; « İ y i - b i d ’at», « k ö t ü - b id ’at», ya d a «olu m lu yenilik», «olum suz
yen ilik». İkisi arasındaki a y ın m şöyledir: «İyi b id ’at» d en en değişiklik­
le r d a h a ço k eylem ler hiyerarşisinde («farz» olan d an «m ubah » olana;
ora d an «haram » olan a dek yasaklanan) eylem alan larm d a ortada ka­
lan «m ubah» alanın daki değişm eleri kapsar. Bunların içinde zam anla

45
TEOKRASİ VE LAİKLİK

yaln ız «m ubah » a la n ın da n d ah a jrüksek b ir kata bile çık arak «m üs-


teh ab» ya da «v acib», hatta «farz» katına d eğ in çık arılan lar bile ol­
m uştur. B una küçük, fa k a t çok ya ygın b ir örnek, erk ek lerin sünnet
edilm esi geleneğidir. A slın d a ne fa rz ne v a cip olm ayan b ir eylem o l­
d u ğ u halde, zam anla fa rz olm a katına k ad ar yükselm iştir. Bu jrüzden
Türk h alk d ilin d e o. A ra p ça aslın da o anlam da k ullanılm ayan olajnn
tek k arşılığı olm uştur.
İslam lığın orta ça ğ ve m o d e m dön em lerin d e b u eylem d eğerlen dir­
m elerin in katlarında çeşitli y er değiştirm eler olm uştur. D u rgu n lu k
ve çök ü ş dönem i gelince, yan i h er çeşit d eğişikliğin k arşısm da olum suz
du ru m alınm ası d ön em i gelince, m u bah olan işler bile tem elli h aram
alanları olarak görü lm eye başlam ıştır. G erilem e ve çözü lm e yön elm e­
lerini din sosyolojisi açısın dan inceleyen b ir kişi. İslam lıktaki b u e y ­
lem ler h iyerarşisiyle on un tersinin şem ası için d ek i yer değiştirm e ola-
yın m ayrıntıları arasındaki ilişkiyi, b ir istatistik gra fiğ i b içim in e so­
k arak gösterebilir.
B urada ilgilen eceğim yan, gelenekselleşm iş yeniliklerin, gelen ek ­
selleşm e sü recin e geçişi olacaktır. D in k o m s o ıcu la n ya d a d in yoru m -
la y ıcıla n h er değişm enin «tem el değişm e» oldu ğu in an cın a varınca,
d eğişen ya n la savunu lan ya n la r arasındaki m esafeler de artm aya b a ş­
lar; toplu m un yaşam daki değişim lere a yak u yd u ru şu son a erer. Buna,
«tam du rgu n lu k » duru m u d iyeceğim . Bu, d in in toplum için d ek i anla­
m ın ın kesinkes tartışılm ası gerektiği, b öy le b ir tartışm anın ön le n e ­
m ez olm ası dem ektir.
K onu yu istatistik yön tem le d eğ il d e tarihsel a çıd a n a ld ığım ız za­
m a n 5Tukarda değin d iğim «yerin e göre değişm e» türüyle «tem elde d e­
ğişm e» türü arasındaki a jarım m son u çla rm ı d ah a iy i görü rü z. M üslü­
m a n lığın karşılaştığı «tem el değişm e» türü n ü n gen işliğin i böyle tarih­
sel b ir açı yolu yla d a h a iyi kavrayabiliriz. Islam lığm «yerin e göre de­
ğişm e» türüne karşı olan tutumu, m od ern d ü n y a n ın karşısına çıkm a
zoru n d a kah şın dan kaynaklanan, soru n la n n b ü y ü k lü ğü n ü tam m a-
m ıza yeterli olacak, ip u cu verecek ölçü de değildir. Y a lm z b u tü r d eği­
şiklikleri g özön ü n e alan m od ern eğitim li M üslüm an kuşaklar, İslam ­
lığın d eğişm e olaym a karşı takın dığı tutum un, h içb ir k a n şık lık ya ­
ra tm a ya n basit nitelikte b ir ola y oldu ğu n u sanırlar. Bu, tarihsel b ir
ya n ılgı ya d a b ilin çsizlik ürü n ü dü r.
D eğişm eye karşıt gözü k en tepkilerden birini, klasik İslam dönem i­
n e d ön m e isteğin de görü rü z. Bu klasik ve ideal ya p ıya d ön m e isteği,
İslam lığın h iç d eğişm ez b ir toplu m b içim i içeriği bu lu n d u ğu in a n a n a
y o l açar.

n
Türk toplu m u tarihsel süreçte İslam lık gelişim in in a n a yapısına

40
TÜRK DÎN TOPLUMBİLİMİNE GİRİŞ

göre, ü ç içerik d ilim in e (com p on en t) ayrılabilir. B unlardan h e r b iri­


n in k endine özgü sosyolojik yapısı vardır. Bu dilim lerd en biri, K u ran ’da
y an sıyan m onoteizm in, İslam d in in e özgü olan, ana görü şü dü r. Kişi­
n in yaşam ındak i anlam ı, M üslüm an d in d a rh ğ ın d a kendini gösteren
ahlaktır.
O rta ça ğ İslam lığında ve İslam lığın Türk dönem in de b un u n yü k ­
seldiği üst düzey, tarikat tasavvufu olm uştur. Tarikat kurum u, M ü s­
lü m an halkın düşünsel ve dinsel d avran ışla rın a yan sıyan b ir a ra ç h a ­
line gelm iştir. Tarikat d ediğim iz birim in gösterdiği sıkı bağlılık, kar­
d eşliği sim geleyen ayinlerle (törenlerle) belirlenir. Tarikat, ruhsal ya­
şam ın çeşitliliğiyle, şeriatın gereği olan tekdüzeleşm iş cam i M üslü ­
m an lığın d an daha zengin, d a h a d erin b ir yapıydı. (B urada sözünü
ettiğim birim , laiklik dönem inde açık ya d a gizli olarak kurulan y o ­
b azlık toplu lukların dak i türler değildir; b u n la r spritüel değil, politik
nitelikte olan k u ru m la rd ır).
İkinci «içerik dilim i», Şeriat terim iyle ta n ıd ığım ız dilim dir. Şeriat,
Fakih denen kişilerin geU ştirdiği toplum sal eylem lerin n orm a tif sis­
tem atiğidir. Fakihlerin, sistem lerini İslam lığın d ok trin ilkeleri oldu ğu ­
n a inan ılan ilkelerden, yan i ilk M üslüm anların eylem lerin d en y a ra r­
lan arak geliştirdiklerin e inanılır.
Ne va r ki b u n u n tek b ir biçim d e olm ayıp, ta baştan fık ıh ok u lla­
rın a ayrılm ası, b u k u ralların ve d aya n ak ları olan teorilerin K u ran ’dan
çık m a d ığın ı gösterir. Bu ok u llarda n h erh an gi birin e b a ğ h b ir k işinin
şeriat k u ra lla n n m ne oldu ğu n u bilm esi fık ıh ok u lu n u n geliştird iği k u ­
ralları h alk arasında bilin m e derecesine bağlıdır. Bu bilgiler alanı, d a ­
h a ço k biçim selleşm iş ibadet, h u k u k ve gelen ek k u ralların ı kapsar.
Bunda, H ıristiyanlıkta görü len «kilise kurulu» ya d a h erh a n gi başka
çeşit b ir «toplu m sal birim » yoktur. K u ra lla n n kim ü eri sözü n ü ettiğim
tü rdek i sofuluk, kim ileri de devlet b irim in de ya da devlet b u lu n m ayan
yerlerd e aile, köy, kabile gib i top lu m larda uygulan ır.
B undan ötürü. Şeriat kuralları, kişinin ruhsal yaşam ım aşan d a ­
h a geniş eylem ler çerçev esin d e (özellikle evlen m e gibi özel h u k u k ala-
n m d a ya d a ço c u k la n sünnet etm e gibi aslın da in a n ç işleriyle ilgisi
olm ayan, geleneksel b ir sim ge olan işlerd e d a h a geniş sın ırlar için d e
u ygu lan ır. Bu eylem alanlarının özelliği, belirli b ir d eğerler şem ası
içind e, b içim sel nitelikte toplum sal eylem işleri olm asıdır. Bu d e ğerler
şem ası, yasaklanan eylem lerd en izin verilm iş eylem ler sınırına ge çe ­
rek, zoru n lu eylem ler b ölü m ü n d e son u çlan an b ir yaşam yelpazesine
benzer.
Şeriatın b u d ilim in in b ir iki özelliği, k u ra llarım n gerçek yaşam da
fık ıh b ilgin lerin in yapıtların d a açıklan m ış k u rallara tü m u 3m m luluk-
la saptanm am ası, bü tü n M ü slüm anların hepsine u ygu lan a n b ir M e­
d e n i K anun b içim in d e ku rallaştırılm am asıdır. T em eldeki bilim (Arapt-
ç a Fıkıh sözcü ğü n ü n asıl anlam ı da budu r) yaln ız h u k u k bilgin lerin in .

47
teokrasi v e LAİKLİK

h u k u k h oca la n n ın . h u ku k yazarlarının, eylem leri sistem leştiren k ita p ­


ların d a yazılı olan bilim dir. Bu hukuk, g erçek uygu lam ad a Şeriatın g e ­
nel in a n çla r içeriğin e u yu m lu olm akla beraber, «Şeriat gereği» ile «Fı­
kıh gereği» arasında b ir boşluk, b ir a yrılık söz k on usudur. Ö rneğin,
«kan g ü tm e, türünden olu p da, fık ıh ya zarla rın ın yapıtların d a önem li
yeri olan eylem ler, gerçek te u ygu lan m azlık d u ru m u n a bile düşm üştür.
B unun gibi, u ygu lan ırlığ ı olm ayan ve T ü rk çe’de «küı k ırk yarm a» d e ­
n en türden olan k u rallar az değildir. B una k arşın fık ıh yazarlarının
yazıların d a ön em li yeri olm ayan «sünnet» eylem i ço k önemU b ir farz
k u ra lı olm a düzejrine çıkm ıştır. D em ek ki «kuram » m gerekli görd ü ğ ü
ya n la rla «eylem » in gerek li görd ü ğ ü yan ların d e ğ e r d ü zeyleri arasında
ayrılık la r vardır.
«D eğişm e» kon usun u incelem ede b u gözlem lerin b ü y ü k önem i b u ­
lunm aktadır. Ç ünkü değişm e a la m olarak k abu l edilen b ir alan, gerçek
yaşam da zoru n lu üst dinsel d eğerd e b ir alan olabilir. S o syoloji açısın ­
dan «Ş eriat»ın asıl ilg in ç yanları, toplum sal yaşam da iki aşırılık arası
olan yan larıdır. D eğ erler ıskalasında, «bilinm ezler» arası yan larla
«u ygu la n an yanlar» arası sın ırlan , teorideki «ön erilen — ile — izin-
len en arası» a yırım ın ın karşılığıdır.
ik i u ç arasın daki sınırlar, olum lu olum suz eylem ler sistem atiğinin
çizgileri, tarih b oyu n ca , genişlem e ya d a d aralm a d eğişiklikleri göster­
m iştir. D em ek ki k u ralların çoğu, d in in değil, Şeriatla on u n teori k ay­
n ağ ı olan Fıkıhın «d oğru - yanlış» cetvelindek i eylem ler bilim i, gerçek
yaşam ile siyasal çerçeve için d ek i karşılaşm alara göre u ygu lan m ıştır!
Bu sosyolojik sonuç, İslam lıkta «din» denen şejd «dogm a» sanan sıkı
M üslüm anla, İslam lığı kitaplardan öğren en oryan talistlerin inan cın a
u ym a ya n b ir sonuçtur.
Şim di ü çü n cü içerik dih m ine gelelim ; İslam tarihinde gözü k en d ev ­
letlerin yasal yapı biçim i. Y azılarım da çok k ez yin eled iğim gibi, İslam ­
lık; H ıristiyanlıktan fark lı olarak b ir «kilise» d in i olm am ıştır, b ir «dev­
let» din i olm uştur. S aydığım içerik d ilim lerin in ikisi, d eğin d iğ im iki
işlevi görü r. Ne va r ki İslam lık sad ece o ik i d ilim değildir. İkisinden
ç o k daha geniş olan b ir birim i d a h a yansıtır. T ü rk bilim adam ı K âtip
Çelebi, a ydın k afalı b ir d üşü nü r ola ra k zam anının şeyh ü lislam larıy­
la eğlen m ek için «K uzey K u tbu ’n da b u lu n an b ir kişinin n am az kılark en
n e yön e d ön eceği» yollu alaylı b ir soru sorm uş. M ü slüm an h alk ın b ir
siyasal b irim oluştu ram adığı b ir yerd e Şeriat k u ralları ayaksız kişi­
le r gibi kalır. İşlevleri eylem lerle yürüm ez. O n u n için M ü slüm an halk
birim lerin in ço ğ u devletleşm e olan ağın ı bulm uştur. H atta ço k k ez ya
b ir tarikat birim in d en ya d a fık ıh k u ra lla n n ı u ygu lam a gü cü n d en y o k ­
sun olan aile, kabile, kent gibi b irim lerd en d evletler doğm u ştu r. Ö zel­
likle T ü rkler arasında. H indistan kesinlikle b ir H ıristiyan devlet y ö ­
n etim i altın a girin ce b irço k sıkı in a n çh M üslüm an, d in öd evlerin in
ek sik k alacağ ı dü şü n cesiyle kitle h alin de A ra b ista n ’a yerleşm eye kalk­

48
TÜRK DİN TOPLUMBİLİMİNE GİRİŞ

m ıştı.
N e v a r ki M üslüm an ların ço k k ez siyasal b ir otorite için d e birleş­
m iş kişiler olm ası, d in sorunu ya d a d in k u ra lla n d ışın da kalan soru n ­
la r yaratır.^ Bu soru n la rm belki en ön em li olam , devlet örgü tü n ü n te­
m el k ay n a ğım n İslam lık mı, yoksa on dan b ağım sız başk a b ir kasoıak
m ı oldu ğu soru n u nu bilem eyişleridir. Bu gü çlü k şundan doğm u ştu r:
H içb ir İslam k ayn ağın da (ne K u ran ’da, n e Sü n n et’te n e de Fıkıh’ta)
y a ln ız İslam lığa özgü olan b ir d ev let biçim in in n e oldu ğu bildirilm e­
m iştir. D evlet b ir teokrasi m i olacak ? Bir m onarşi, b ir dem okrasi, bir
cu m h u riyet m i olacak ? B ir din adam ı ya d a b ir savaş adam ım n dikta­
törlü ğü m ü olacak ? Bu soru ların h içbirine, k ayn ak ların h içb irin d e k on­
m uş b ir kural yoktur. Tarihe bak tığım ız zam an, b u türlerin hem en heı>
sin in varlığını, üstelik çoğ u n u n k endisinin b ir İslam D evleti iddiası yü ­
rü ttü ğ ü n ü görürü z. Fıkıh, İslam tarihinde k entlerin geliştiği sürede
gelişm iş b ir h u k u k olm akla beraber, b u h u ku k türünde b ir «kent dev­
leti» kuram ı yoktur. O n u sadece G rek felsefesin den etk ilen en filo z o f­
la r düşünm üşlerdir. V eh h a b ilik gibi b ir Bedevi devleti düşü n ü yle baş­
laya n b ir akım , zam an ım ızda çok zengin, fa k a t İslam tarihindeki d e v ­
let b içim lerin in h içbirin e benzem eyen sıkı dinli b ir d evlet olm ak la so ­
n uçlanm ıştır.
Şeriat ve tarikat k u ralların a belki en u yu m lu d evlet türü (M ax
W e b e r’den gelm e b ir terim le) «karizm atik otorite»ye d aya lı d evlet ola­
bilirdi. N itekim gerçek te (daha d oğru su görü nü şte) o rta ça ğ devletle­
rin in çoğu , şu ya d a b u kaynaktan va r oldu k ların ı ileri sürdükleri b ir
k arizm a (ch arism a) kutlulu ğu n a d aya n d ık la rı in a n cım geliştirm işler­
d ir. Cîerçekteyse bu n ların belki hepsi (yine aynı d ü şü n ü rü n terim iyle)
«patrim oin e» gü cün e, yan i b ab ad an m iras olarak geçen gü ce d aya n ­
d ık la rı halde, devleti h u ku k a d aya n d ırm a teorisinin gehşm em iş old u ­
ğu d ön em lerd e on u n «haklılığı» (m eşru oluşu) inan cın ı sim geleyen tö ­
ren ler geliştirilm iştir. B elirsiz biçim de, «halkın rızası» teorisine ben zer
fik tif b ir «halü - akt» serem onisi O sm anlı tarihinde sürekli olarak uy­
gu lanm ıştır. Bu, tahtına zaten oturm uş olan padişaha b ir «şeriat» g iy ­
sisi de giyd irm ek içindi, özellikle «h a life»lik d ön em i gelince.
H alifeü k «ardıllık» dem ektir. K im in ard ıllığı? Siyasa d ü şü n ü rleri­
n in tek gerçek olarak bulabildiği, İslam lıkta T a n rı’n ın ya ln ız sözcü sü
olm a k iddiasın dan öteye gitm eyen P eygam ber ardılı olm a k dem ektir.
Siyasa a la n ın da kim se T a n rı’nın yeryü zü n d e ardılı olm a iddiasın da bu-
lu n a m ayışı karşısında, p olitik g ü ç başındakiler, «a rd ıh n ardılı» olm a
idd iasıyla yetinm işler; ancak, kim i O sm anlı p ad işahların a «T anrının
y eryü zü n d ek i gölgesi» d end iği görülm üştü r. K atolik H ıristiyan h ğın da-
k i P apa’nm , İsa’n ın a rd ılı olm ak iddiasın a benzer; b u in a n ç h alk a ra ­
sın da da yaşam ıştır. G erçekteyse, P eyga m ber’in ardın dan gelen b irk a ç
h alifen in a rd ıllığı sön dükten son ra ilk M üslüm an devleti tarih te b ir
yeryü zü k ıralh ğı olarak, h em de P eyga m ber’in soyu n dan ve yolu n da n

40
TEOKRASİ VİE LAİKLİK

olm ayan b ir dinasti oleırak başlam ıştır.


O rta ça ğ M üslüm anlığın ın siyasal karakteristiği «sosyolojik her-
m afroditlik » deyim iyle tan ım layabileceğim b ir siyasal b irim tü rü ol­
m uştur; düzenli toplu m u n gövdesin d e hem d evlet h em din organ ları
b ir arada, kim i kez de ayn ı kişinin v ü cu d u n d a b ir a ra da bulunm uştur.
Z am an ım ızda «İslam lıkta devletle din b irdir» gibi ya y g ın in a n ç b ir
p a rça bu türün yanlış bilinm esinden, b ir p a rça d a m o d e rn zam an lar­
da M üslüm an ü lkelerin çoğ u n u n A v ru p a u yga rlığın ın k olon ileri ha­
line gelm esin den d oğa n b ir görüştür. O rta ça ğ M üslüm an siyasal bi­
rim lerin de devletle d in «b irbirin d en ayrı b ir ya n yanalılıkla» v a r ol­
m uştur.

m
O sm anlı T ürk d evlet türü b un u n adeta id ea l b ir örn eği olm uştur.
D evlet n e g erçek an lam ıyla İslam devleti ne de T ürk devletiydi. O sm an­
lI yazarlarının «D in - ü - D evlet» gibi çifteli sözcü k le tan ım ladıkları
d evlet kendini H ıristiyan devletlerden hem poUtik h em d insel anlam ­
d a ayırıyordu . M ü slüm an olm ayan halklar, «m illet» d en ilen y a n oto­
n o m birim ler oluşturuyorlardı. Bunların d evlet olm aktan ek sik olan
yanları yaln ız ayrı toprak tem elleri ve siyasal b a ğ ım sızlık la n olm a­
m asıydı. T ürk halkıysa ne ulus anlam ın da ne de ru h an i a n lam da bir
«m illet» idi. Sadece gen el İslam toplam ının b ir b ölü m ü yd ü . O sm anlı
siyasasında ne ulusal nitelik, ne d e siyasal b ir b ü tü n lü k k avram ı olu-
şabilm iştir. T ü rk halkı a n ca k Şeriat yolu n d a n din e bağım lıydı, n e b ir
laik devlet n e d e laik b ir ulu s olm a yan ı vardı.
Osm anlı devlet anlayışındaki üstün ilke, b u n ların hepsin in karşı­
tı olan b ir ilkedir. D evletin başındakinin, yön etilen h alk tan u çu ru m la
a y n lm ış kişi olm ası gerekir. M üslüm an olsu n olm asın yön etilen h al­
ka «R eaya» denir. O zam anın term in olojisin de b u n u n ço ğ u lcu «nİRmı
«sürü» dem ektir. Sürüyü yön eten in adam ları, o sü rü den b ağların ın k o­
parılm asını sağlayan yöntem lerle yetiştirildikten sonra, on u n yön etim
ve k oru nm a kişileri olurlardı. Padişah hem sultanlığı (yan i devletin
ken din den ön ce sahibin den m iras olarak aldığı sahiplik g ü cü n ü ), hem
de M ü slüm an ların d in sel d üzen ini sim geleyen «H alife»liği yansıtırdı.
Bu iki terim, O sm anlı D evleti’n d en ön cek i T ürk d evletlerin in a rd ıh an ­
lam ın a gelm ez.
Y ön eten le yönetilen arasın daki iki tür yetkiye d a ya n a n devlet için
O sm anh yazarları, «D in - ü - D evlet» sözcü ğü n ü k ullanırlardı. İkisi a ra ­
sındaki b a ğı sağlayan Şeriatın ortad an kalkm ası dünyan ın, yan i d ev ­
letin yıkılm ası sayılırdı. U lem a d evletle din arasın daki u çu ru m d a b ir­
leştirici öğe görevin i üstlenirdi. U lem a Batı gelen eğin d e old u ğu gibi b ir
«kilise örgü tü » değildi, devletle toplu m a ra sın da hu kuksal b ir b a ğ oluş­
tururdu.
O rta ça ğ d ü zen inin d ü n yasal yan ı «N izam », dinsel ya m «Şeriat»

50
TÜRK DİN TOPLUMBİLİMİNE GİRİŞ

terim leriyle taaiımlanır. T oplum un ülküsü; yönetim , eğitim , savaş, ze-


naat, ticaret (hatta işsiz sın ıf ve takım larının) a ra sın da b irliği sağla­
ya ra k d ü zen ku rm ak ve bu düzen i sürekli kılm aktır. D in - ü - D evlet’in
sağlığı, b irbirin d en ayrı, b irbirin e d en k olm ayan b u k ategorilerin k en ­
dilerine özgü yerlerini alarak ken dilerin e düşen ödevleri yapm alarıy­
la gerçek leşebilirdi. Siyasa, bu dengeyi sağlam a, p a r ça la n yerlerin de
tutm a, h er b irin in ne fa zla güçlenm esine, ne de fazla zayıflam asın a ola­
n a k bırak m am a sanatı dem ekti. U lem a’nm da b u dengeyi k oru m a işin­
deki ö d e v i «adalet»i sağlam ak v e halkın öd evlerin d ek i olum lu lu k sm ır-
la n n ın b ozu lm am asın a bakm aktı.
Bu koşullarda, dü zen d e «değişm e» ye yer yoktu denem ez. Y u karda
g eçici değişm e olarak n itelen d irdiğim tü rden b ir d eğişm eye izin vardı.
B una «devlet m aslahatı» denm esi, siyasal niteliğin i gösterir. Zam an
(asr) yenilik ler getirir; çoğ u devlet m aslahatı olsa bile, zam an on ları
o d en li çoğ alta bilir ki «m aslah at«ın sın ırla n d aralm aya başlar. G ide
gide öyle b ir sınıra gelin eb ilir ki, «değişiklik» olayın ın sınırlarını ölçen
U lem a, b ir çizgid en sonrasını «b id ’at» saym aya başlar. O sm anh ola­
yın d a b ir süre. U lem a fazla b id ’at korku suyla uğraşm azdı, b u n la n «Ijâ»
ve «kötü» b id ’atlar diye ikiye b ölerk en «değişen» ile «değişm eyen» aca­
rım ı işini inceltirlerdi. Fakat zam anla d eğişm e kon u su n da karşılaştık­
ları yen iliklerin h an gilerinin kötü, h an gilerinin iyi oldu ğu n u b e lirleye­
m ez oldular.
A m erik a kıtasının eski dü n yad a bulunm ayan, ya da eski d ü n yan ın
u zak u cu n d a b u lu n an ülkelerden birbiri a rd ın a tütün, çay, kahve gibi
b ilin m eyen yen i şeylerin yayılm aya başlam ası «geçici» ve «tem elli»
d ed iğim d eğişiklik sın ırların da k opu k luk lar yaratm aya başladı. O lum ­
lu y la olum su z arası çizgin in düğü m len m eleri, yer y e r k opm aları d in in
b id ’at k avram ın ı altüst etti. Ö yle ki kim ilerinin gözü n de devletin k en­
disi bile b id ’at sayılm aya başladı. Peygam berin saf gelen eğinde, ipekli
giysilerden kitap den en şeye k ad ar sayısız b id ’atlar yoktu. Bu, saflık
gü n lerine dönüş anarşizm i öylesine b ir aşam aya gelm işti ki, şeriat
d iy e bellenen kim i şeylerin bile d oğ ru lu k la n n d a n kuşku duym aya
başlan dı. O k oca cam iler, o yü k sek m inareler, ku bbeler, m ezarlıklar,
ipek li cü bbeler, çeşitli sarıklar gibi din ve şeriat m addesi sajalan n i­
ce şeyler, din in aslında yoktu. Y azılı b ir K uran bile b ir b id ’attı.
Bu din anarşistlerinin en ü n lenen ku ru cu su dah a son ra A ra bistan ’
d a gözü k m ek le birlikte, T ü rkiye’de on dan önce, hem d e A v ru p a lıla n n
M u hteşem Süleym an dedikleri padişahın zam an ın da belirm ey e b aş­
lam ıştı.
Bu dinsel fu n dam entalizm in yol açtığı tepkinin b ir laikleşm e süre­
cin in b aşlam asın a etkisi oldu ğu n u söyleyebiliriz. D i n - ü - D e v l e t m o ­
d elin dek i ilk çatlam alar, h iç değilse b ir b ozu lm a dönem in in geleceğin i
gösteren ilk işaretler olm uştur. B unlar yaln ız geçici d üzeydek i değiş­
m eye değil, h erh a n gi d eğişm eye karşılık, b ir ya n da «dünya» ile «din»

51
TEOKRASİ VE LAİKLİK

arasında b ir a y ın m yapılm asına, d iğ e r yan da d a ta sa vv u f d in d arlığın ­


da b ir iç çatlam aya y ol açtı. D in fun dam entalistlerinin baskısı altında
tasavvuf, b ir u cu y la gericiliğe, d iğ er u cu yla (Bektaşîliğin tem sil etti­
ği) b ir nih ilizm doğru ltu su n a ajn*ıldı.
D evletin yandaşı olan dinde, devlete eskisi gibi ya ra rlı olm a gü cü
kalm am ıştı. XVII. yü zyıl sonlarında, İslam lığın H ıristiyanlığa karşı ü s­
tü n lü ğü sayılan «g erçek d ün ya» m on izm i yıkılm aya, y e r y e r kötü m ­
serlikler d oğm aya başladı.
Bol b ol «bu d ünya» nın sonunun yaklaşm asından, «âhiret» gü n ü n ­
d en söz edilir oldu. Y ık ım anlam ında görü len «değişm e», tem el top­
lum örgütlerinin, kişi yaşam ının çürüm esi olarak ortaya çıktı. İslam ­
lığın taşlaşm ası başladığı ölçüde, toplu m da dün yasallaşm aya b ir y ö ­
neliş kaçınılm azdı. Bu, XVIII. ile X IX .yü zyılların d in ve dünya ilişkisi
soru n la rın ın d oğu şu n u başlatm ıştır.

rv
İslam ü lkeleri arasında Türkiye, A v ru p a ’ya en yakın d u ru m d a (b ir
bak ım a on u n içine d oğ ru girm iş olan ı) bu lu n m ak la A v r u p a ’daki yeni
gelişm elerden en ço k etkilen en i olm uştur. Dış gelişm elerin etkilerini,
geleneksel yapı üzerindeki etkileriyle birlikte incelersek, XVIII. joiz-
yıldaki çoğ u değişikliğin din baskısının gevşediği dönem lerde başgös-
terdiğini görürüz. K adın k ıyafetlerin in denetim i için zam an zam an h ü ­
küm et kararı bile çıkarılm ıştır. K ıyafetlerde, yapılarda, süs ve zevk­
lerde, yüksek tabak ada A v ru p a ’ya öyk ü n en m od a la r bile görü lü r. Cîe-
leneksel «gaza» taşkınlığının yerin i «sulh - ü - salâh» istekleri alır. G e ­
leneksel tem eller sayılan, dayan ışm a ilkeleri olarak bilin en düşü n ce ve
eylem ler sallantıdadır. A vru p a lı ve H ıristiyan, halk arasın da bile de­
ğ e r kazanm aktadır. A v ru p a ’da gelişm ekte olan b ir iki politik k avram
bile duyulm aya başlam ıştır. Deli d iy e anılan Ç a r’ın reform la rıyla ba­
şardığı tek n olojik ilerlem elere bak arak on u n h iç d e deli olm ad ığın ı a n ­
laya n la r çoğalm ıştır. D em okratik devlet anlayışından ilk k ez b u yü z­
yılda söz edilm iştir. H ıristiyan devletlerin h ü küm etlerini tan ım an ın ka­
çın ılm az b ir zoru n lu k olacağı da artık anlaşılm ıştır.
İslam lığın ilk gü n lerine dönüş söz k onusu olam a ya ca ğın a göre,
b o ca la m a k yerine «geçici» türden yen ilik ler yapılm asın ın k açın ılm az­
lığı görü şü XVIII. yü zyıld a egem en olm uştur. Y ü zyılın başla rın da v a r
olan sistem in A vru p a yön tem leri d oğru ltu su n d a ca n la n d ın im a sı. kı­
saca sıralayacağım a şam alard an geçm iştir.
B irinci A ş a m a : Y en i görü şü ilk yansıtan belge, ilk kez A vru p a
devletlerinin ikisine (A vu stu rya ile R usya) karşı 1718’de u ğrad ığ ım ız
yen ilgiyle ilgili b ir yapıtta görü lü r. P a sarofça Barış A n tlaşm ası ü zeri­
n e yazılan b u belge «b ir M üslüm an» la «b ir H ıristiyan» a ra sın da g e ç­

52
TÜRK DİN TOPLUMBİLİMİNE GİRİS

tiği fa rz olu n an b ir d iy a log tü rü n d e yazılm ıştır. K onuşm anın tüm ün­


d en ed in d iğim iz önem li nokta, İslam (O sm anlı) gü cü n ü n karşısına
d a h a gü çlü b ir dış d ü n yan ın (H ıristiyan dün yasın m ) gelişm ekte o ld u ­
ğu n u n ok u joıcu y a anlatılm asıdır. G erçekte, Batı dün yasın d a b u iki
devletten d a h a gü çlü olan Fransa, İngiltere, H ollan da gibi yeni d ev­
letler vardı. Fakat bu d ön em d e on larla karşılaşm alar h en ü z başlam a­
m ıştı. Bu d ön em de a d ı geçen iki devletin daha b ü y ü k ön em i vardı.
A vu stu rya (Fransa dışın da) en gü çlü K atolik devletti; R usya ise, O s­
m anlI İm p aratorlu ğu ’n u n yönetim i altındaki b irço k O rtodoks halkın
um ut b ağlam aya b aşladığı gü çlü b ir devletti.
Sözü edilen b elged e d a h a sonraki reform siyasasının anahtarları d i­
yebileceğ im iz görü şler de b eliriyordu : Kusur, M üslüm an - O sm anlı si­
yasal sistem in k endisinde değildi. A sıl gerekli olan şey, dışarda geliş­
m iş olan yeni savaş a ra çların ı alm ak olacaktı. D aha son raki ya zar­
ların yine b u dönem de yaptığı şey, b u ilk gözlem i işletm ekten öteye
gitm em iştir. (G erçekte, b u ilk görüş daha sonraki aşam aların h ep ­
sinde yin e de tem el görüş olm aktan çık m am ıştır). İki devlete karşı
yenilm e, geleneksel ku ralların (Şeriat gereklerin in ) u ygu lan m am asın ­
d an değil, A v ru p a ’n ın yeni yöntem lerini bilm em ekten ileri geliyordu.
A yn ı d oğru ltu da gözü km eye çalışm ak la birlikte, ilk a y k ın görüş
de bu d ön em de ortaya çıkm ıştır. Y a n A vru p a h b ir adam olan ve T ü r­
k iy e’de yaln ız m atbaan ın k uru cusu d iye bilinen, M a ca rh İbrahim adın ­
da H ıristiyanlıktan a y n im a ileri düşü nceli b irin in görü şü yd ü bu aykı­
rı görüş. («İlk T ürk M atbaası K u rucu su ’nun Dini ve Fikri K im liği» adlı
yazıya bakın ız.) İbrah im ’den b iri basılm ış, öb ü rü basılm am ış iki yapıt
kalm ıştır. Basılm am ış oldu ğu için pek b ilin m eyen yapıtın da İbrahim ,
H ıristiyan A vru p ası karşısında kendisinin yen i dini olan İslam lığın üs­
tü n lü ğ ü n ü savunur, K atolik din iyle P apalığa karşı a ğır h ü cu m larda b u ­
lunur. (N için K atolikliğe ve Papalığa karşı olduğunu, adın ı verdiğim
ya zıd a ayrın tılarla görebilirsiniz.) Basılan yapıtın daysa İbrahim , (şim ­
diki anlam da Batı d ediğim iz Protestan ülkeleriyle jâne şim diki anlam ­
d a D oğu d ediğim iz Ç arlık R usyası’ndak i) ordu, teknik ve devlet y ö ­
netim i alanlarındaki yenilikleri, elin d en geldiği k ad ar tarafsız b ir dille
tanıtm aya ve İslam dünyasın ın bu iki g ü cü n geleceği karşısında u ya n ­
m ası gereği üzerinde durur.
Bu b irin ci aşam ada h içb ir radikal d eğişm e girişim i olm am ıştır.
A n cak, geleneksel yapın ın içind e kalm ak koşu lu yla bazı değişm elerin
başla dığı görü lü r. 1717’de ilk basım evi kurulm uştur. 1729’d a yeni m i­
liter örgü t ve araçların ın alınm asına yön elik girişim başlar. 1734’de ilk
askerlik eğitim i başlatılır; b irk a ç askerlik bilim i yapıtının çevirisi ç ı­
kar. Belki en önem li yenilik, 1735’den sonra yeni yön etim lerle yetişm iş
k ü çü k b ir okum uş ku şağın ın gelişm esi olm uştur.
O sm a nh ü lk elerin de bulun m uş A v ru p a lıla n n yazıların d a da halk
ara sın da bile b ir din b ağn a zlığı tutum unun bu lu n m ad ığ ım gösteren

53
TEOKRASİ VE LAİKTİK

izlen im ler görü lü r. A v ru p a ’dan gelen ve b ir öd ev alan, içlerin d e M üs­


lü m an lığa bUe geçen kişilere rastlanır. T op lum b ireyleri arası ilişkiler­
d e de gözle görü lecek ölçü d e eski yaşam ın çerçev elerin i aşan olaylar
başlam ıştır. Ü st kat d evlet adam ları arasın da savaştan k açınm a, ya­
b a n a devletlerle barış ilişkileri ku rm a eğilim i güçlen m ektedir. D evlet
a dın a b ir b a n ş antlaşm ası im zalayan dışişleri görevlisi A hm et Resmi,
yapıtın da b u n d a n sonra siyasanın d in görü şlerin e göre değil, devletin
m a dd i çık arla rın a göre yü rütülm esi görü şü n ü savunur.
Bu tür görüşler, d oğal olarak, gelen ekçilerin ben im seyebileceği g ö ­
rü şler olam azdı. O n lara göre, önem siz gibi gözü k en yen ilik ler bile
«esk i»n in b ü tün lü ğü n ü b oza ca k nitelik taşırdı. Y en ilik ler aynı din ve
u yga rlık d ü n yasın d an gelm ek le kalm ıyor, gittikçe dinsizleşm ekte olan
düşm an b ir dü n yad an geliyordu . Savaşlarda yen ilgiler olm asına bakıl-
m am alıydi; savaşta yen ilgi ya da b aşarı silah ya da savaş yön tem leri­
n in ü stü nlü ğü n e değil, T a n rı’n ın iradesine b ağlıydı. T an rıysa d oğru
d in olan İslam lığın k u ra lla n n a sadık o la n la n n yanın da olacaktı. H ı­
ristiyan dün yasın ın inancı, savaş gibi sorunlarda bile T anrının p ayı o l­
m a d ığın a inan an V oltaire türü dinsizleri (m ülhitlerin) görü şü n e da­
yan ıyordu.
Bu d ön em den sonra, değişm e yanlısı olanlarla on u dinsizlik sa­
ya n la r arası görü ş a y n lığ m d a sertleşm e başlar. Bu A tatürk çü devrim
d ön em in e gelin in ceye değin, T ü rk iye’ye özgü b ir ayrılık b a şla n gıcı o l­
m uştur. D aha az gü çte de olsa «yeni» yanlısı olan la r a zıcık gü çlen d ik ­
çe «eski» ya n lıla rın ın sayısı ve gü cü de o ora n d a artar.
Büyük Fransız D evrim i’n in b a şla n gıç yıllarında, III. Selim d ön e­
m inde gericilerin baskıların ın arttığı, b u n a karşı ço k geniş sayıda re­
fo rm p rojeleri sunulduğu h ald e bu n larda n uyum lu, b irleşik b ir kalk ın ­
m a plan ı doğm am ıştı. Bir ya d a iki istisnaya karşın, yeni fik irlerin et­
kilediği k ü çü k aydın sın ıfın dan olan kişiler bile, d üzen i eski statik
d ü n y a görü şü çerçev esi d ışın d a görem iyorlardı. O d ön em e «nizam -ı
cedit» (yeni düzen) denm esi bizi yanıltm am alıdır. Ö zlenen «yeni», ko­
layca «düzen» olam ayacak, eskinin yerini alam ayacaktır.
İkinci aşam a ; R eform görü şü nü n d oğu şu yla geleneksel d ü zsn d e te ­
m elli d eğişm enin zoru n lu oldu ğu n u n anlaşıldığı 1826 -1860 3a lla n ara­
sm daki dönem e O sm anlı devlet yönetim inin en karışık, en tehlikeli
o la y la n son un da v a n la b ild i. Fakat b ü y ü k b ir öd ü n karşılığında v a ­
rıldı b u n oktaya; bu n d an sonra devletin yaln ız dış değil, iç siy asalan
bile ü çü n cü b ir g ü cü n etki alanına girdi, A vru p a devletlerinin siyasal
çık arla rın ın b irço k olayd a büyü k rol oyn adığı görüldü.
T anzim at adı altında u ygu lan a n reform la r dönem in de, hüküm et,
yönetim , yasam a, adliye, eğitim alanlarındaki yen ilikler d evlet eliyle
gerçekleştirilm iştir. Bu girişim leri u ygu la y a ca k istek ve gü çte m o d e m
b ir d evlet gerçekleştirilm esi ister istem ez h em devletin, h em o n u n gü ­
cü altında b ulu n an ve «m illet» denen M ü slüm anlık dışı «dinsel b irim ­

54
TÜRK DİN TOPLUIVffîİLİMİNE GİRİŞ

ler»in laikleşm elerini zoru n la ya ca k b ir d evrim olacaktı. (O zam anki


T ü rk çe’de, A ra p ça aslında oldu ğu gibi, «m illet» sözcü ğü «ulus» anla­
m ın a gelm ez, İslam lık dışı olan «din birim i» anlam m a g e lir d i). A vru p a
diplom asisin in sah n eye çıkm ası karşısında bu din b irim lerin in Os-
m an lı düzen i çerçevesi içind e laikleşm esi olaja, h iç u m u lm ad ık soru n ­
lar, çıkardı. «M illet» sayılm ayan M üslüm an T ü rk h alk ın a yararlı ola­
cak Tanzim at reform la rın ın uygu lanm ası sırasında ortaya çık an so­
ru nların yürütülebilm esi Tanzim at dönem in in b aşlıca u ğraşı olm uştur.
Tanzim at sözcü ğü eski «nizam » sözcü ğü yle akrabadır. «D üzenle­
m eler» a n lam m a gelir. «Re - form » ise, O sm anlı D evleti’ne yeni b ir dü­
zen verm en in söz konusu oldu ğu n u gösteriyor; bu d üzen lem eyi ana b a t­
larıyla tan ım aya çalışalım . H üküm et, hukuk, eğitim alanlarında laikle
dinsel arası ayırım lar getirm e, bu düzenlem enin b aşlıca u ygu lan m a
a m a cı olm uştur. Y alnız, K em alist dönem deki anlam ın dan fark lı b ir
biçim de; h er alanda «değişm ez»le «değişebilir» arası b ölü m lem eler ya­
pılıyor. «D eğişen »ler alanı laik alan, «değişm ez» 1er alanı da dinsel alan
olarak görü lü yor. Ö rneğin, p ad işa h hem b ütün vatandaşların laik an­
lam da im paratoru, hem de M üslüm anların h alifesidir. M üslüm an ol­
m ayan h alk ın hu kuk soru nları kısm en A d liyece kısm en de K ilisece çö ­
züm len iyordu . B öylelikle H ıristiyan vatand aşlar hem Kilise, h em de
devlet h ukukuna bağlanm ış oluyorlardı. Bu «m illet» lerin in a n ç özgü r­
lükleri laik h u k u k örgü tü nü n dışında kalıyordu . İslam h u ku ku n u n
M ecelle h alin e gelm em esinde, b u h u ku k u n M ü slüm an lara u ygu lan an
bölü m ü n ü n b ir din hukuku olm ası b ü y ü k rol oynar. H ukukun M ecelle’
leşem em iş (kanunlaşam am ış) olarak bölüm ü, gelen eklere ve değişm ez­
lere b a ğlı k aldığın dan kendi d a r sınırlarını aşam az hale gelm iştir.
1837’d e din hukuku işlerinin denetim i Şeriat h u ku ku n u n en üstün ya r­
gı gü cü h aline gelm iş olan Şeyhülislam lığa veriliyor, b öylece de Şeriat
h u ku k u yaln ız M üslüm an halka uygu lan m ış oluyordu .
Şeriat hukuku dışında kalan adliye ve yargı işleri üzerine gerekli
re fo rm önerilerin i saptam ak üzere b ir devlet danışm a ku ru lu (Şurayı
D evlet) kurulm uştu. Bu kurul zam anla şeriattan ayrı olarak laik b ir
h u k u k d üzeni için gerekli olan k u rallar getirm eye başlayacaktı. Bu
ku ru lu n geleceği ve n iteliği üzerine çık an tartışm alar, d ah a sonra ay­
rın tılı olarak göreceğ im iz b ir Tem el K anun (K anunu Esasi) h azırlan ­
m ası işine çevrilm e olayıyla sonuçlandı.
Eğitim alanında da ikiye bölü n ü ş gelişiyordu. Y ü ksek öğren im din
dışı kalm ası gerektiği düşü ncesiyle değil, sadece «yeni» b ir eğitim bi­
çim i olm ası nedeniyle, laik b ir kuruluş olarak ortaya çıktı. Bu ku ru ­
luş gerek M üslüm an çoğ u n lu ğa , gerekse M üslüm an olm ayan azın lığa
açık olm ak üzere, d evlet hizm etinde g örev ya pa ca k elem an yetiştirm e­
si için geliştirildi. O rtaöğretim alanıysa M ü slüm an lar için «m edrese»
ve «m ektep» olarak ikiye bölü n dü . M edrese «d eğişm ez»in eğitim ala-
m oldu ğu için dinsel yetkenin yön etim i altına kondu. M ektep ise, laik

55
TEOKRASİ VE LAİKLİK

yü ksek öğ retim otoritesine ve çeşitli d in lere ilk öğretim alanı olarak


ikiye bölü n dü . İslam lıktan a y n olan d in birim lerin in ilk öğretim alan-
la n kendi d in otoritelerin in k on trolü altında kalıyordu . B öylece, hepsi
laik eğitim alanı dışın daydı.
Bütün b u «düzenlem eler» din kavram ın ın yeni b ir anlam k azan ­
m aya b aşladığın ı gösterir. D aha ön celeri h içb ir toplum sal iş, salt d in
d ışı olarak görülm ezdi. D ah a önce, toplum yaşam ının h e r alanı, d ü n ­
y a işleriyle ne d enli ilgili olu rsa olsun, için d e d aim a b ir dinsel nitelik
taşırdı. Şim di, yaşam ın b ir yanı, kaynağına bakılm adan, «dinsel» alan
o la ra k belirleniyor; yeni olan alanların tüm ü ise din d ışı sayılıyordu.
XIX. yüzyıl ortasın dan son ra b u «ikiye b ölü n m e» sürüp d erinleş­
tikçe ikisi arasındaki çatışıklık d a o ölçü de şiddetini artırm aya baş­
ladı. Y u k a rd a değin d iğim gibi, dış d ü n y a yla olan ilişkilerin d e etkisi
altın da adliye alanı üçe bölün m ü ştü: Biri, A v ru p a ’dan a lm a n k anun-
la n n k apsadığı alan; İkincisi geleneksel Şeriat alanı; ü çü n cü sü İkin­
cin in M eoelle’leştirilen alanı. H uku k alanında dinsel ola n la olm ayan
ara sı a ja n m ı sağlam ak için b aşvu ru lan bü tü n ça b a la ra karşın sürekli
b ir uyu şu m sağlanam am ıştır. Tanzim at d eneyin in b irço k soru n la n , tek­
n ik gü çlü k lerden y a d a yetersizliklerden ç o k b irbirin e karşıt ilkelere
d ayan an h u k u k kavram ların ı uzlaştırm a olan ağı b ulu n am ajaşın dan
ileri gelm iştir. Bu gü çlü k lerle en ço k devletin sivil h u ku k u n u k an u n ­
laştırm a işine gelindiği zam an karşılaşıldı. Ceza, ticaret, m eden i h u ­
k u k a la n la n n ın belirm esiyle Ş er’iye M ah k em eleri’yle M ü slüm an o l­
m a ya n ların kilise h u ku k u nu n ön em i azalıyorsa d a adalet b ak an lığı­
n ın m ah kem elerin in kanunlaşm am ış Şeriat k u ra lla n ya d a kilise h u ­
kuku altındaki dava lara b ak m a yetkilerinin bulu n m am ası karşısında,
dinsel olan ve olm ayan m ahkem elerin ya rgılam a yöntem leri de fa rk lı­
lık gösterdiğinden, iki yan la d a ilgisi b u lu n an d ava ların nerede, h a n ­
g i yön tem e g öre b ak ılacağ ı bilin em iyor; b u tür d ava lar u sa yıp d u ru ­
yor; kim i hallerde adalet denen şey g ü lü n ç d en ecek b ir h ale bile dü­
şüyordu. A yn ı d ava üzerinde b ir yan daki m ah kem en in k a ra n , öteki
ya n da k i m ah kem en in verd iği k a ra n n tersi olabiliyordu.
Eğitim alanın da m eydana gelen karm aşa daha da az değildi. G e­
leneksel okul eğitim inin yaygın laşabildiği alanın dışın dak i toplum
kesim i, iki eğitim alanının da dışında kalm ıştı. İlk eğitim düzeyin in
d in alanında olan bölgesin d e eğitim görm üş olan la rla o n la n n bağım lı
o ld u k la n k ü ltü r alanı b öy lece toplum sal gelişim gü çlerin in etk ilerin ­
d en uzaktı. 1908’den son ra yapılan ilk ok ul eğitim in in gelişine d eğin b u
d ön em d ek i öğretim , toplu m u n geleneksel tem elini sim geler. Y en i laik
ok u llarda n yetişen kişiler, gelen ek kalıbını, yetişen kuşakların üze­
rin e yerleştiren b ir ilk ok ul eğitim iyle orta ya da m eslek eğitim i gib i
gelen eğin h içb ir yan ın a u ym a ya n b ir eğitim karm asın ın ü rü n ü o la ra k
yetişiyorlardı. Laik eğitim a lan ın da yetişenlerin kim ileri, din içi alan­
daki eğitim lerini d in alanı d ışın d a tem sil ederlerken, kim ileri de din


TÜRK DİN TOPLUMBİLİMİNE GİRİŞ

dışı e|:itimlerini gelen ek için b ir destek olarak k ullanıyorlar; b irço ğ u


da h er iki a la n arasında sallanan, kafası karışan ya d a ezilen kişiler
oluyorlardı. Bunlara bütün üyle dinsel eğitim alanın da yetişenler de
k atılıyordu. Bunlar, değişm eler bölü m ü n d en yetişen ler ile böyle b ir
eğitim den etk ilenm eyen ler olarak iki tipe ayrılıyordu . «I>eğişen»in en
eski tem silcilerinin bazıları, dinsel eğitim den yetişm iş kişiler olurlar­
ken d ah a s on ra la n geleneğin en ileri gelen tem silcilerinin b irçoğu n u n
da, eğitim lerin i baştan başa din dışı eğitim bölü m ü n d en alm ış kişiler
olm ası gibi p aradok slu son u çla r d a görü lebiliyordu .
Tanzim at dönem i b u koşu llar altında b irbirin d en a 5m eğilim de iki
düşünüş b içim i yaratm ıştır. H iç eğitim görm em iş büjrük yığın ın k ar­
şısında, iki a y n yetişm e yolu n dan gelen, b irbirin i anlayam ayan iki
tipin b ugü n e k ad ar ulaşan kaynakları o dönem de başlam ıştır. Ü çü n ­
cü aşam ada, laiklik ile din sellik arasındaki k opu k luk ların b aşlıca ne­
denleri şunlardır: (a) laiklik sürecin in (H ıristiyanlıktaki tü rü n den a y n
olarak ) iki alan arası b ir ayrılm a değil, kültürel k u ru m lardak i b ö lü n ­
m eler son u cu olm ası ve din kurum u içind e oton om b ir gelişm e olam a­
yışı; (b) T ürk devrim ine özgü olan değişim özelliğin in gözü k m eye baş­
lam ası.
O sm anlı Devleti, gelenekteki çoğ u llu tem ellerinden uzaklaştıkça,
teraelsizleşm eye b aşlıyordu. H em a nayasal b ir tem elden, hem d e ulu sal
kök lerden yok sun olduğu için b ü y ü k d evletler arasındaki çatışm alarda
b oca la m ay a başlam ıştı. Ü çü n cü aşam anın so ru n la n işte bu olaydan
kaynaklanır. En önem lisi, 1858’den 1878’e d eğin süren anayasa (K a­
n u nu Esasi) kon usu n a yön elik bunalım dır.
B ilindiği gibi, M üslüm an halk arasında d evlet d ışın da a 3rrı b ir
cem aat örgütlenişi yoktur. Bunun olab ilir gib i gözü k tü ğü yerlerde b u ­
n a b en zer örgütleniş, d in k a y n a k la n n d a n değil, eski aşiret, kabile ö r­
gü tleri gibi örgü tler ya d a on ların b ir devlet olm aya d oğru yönelm iş
olan tü rlerin den gelir. O sm anlı T ü rk leri’n in tarihinde d e b ir «M üslü­
m an m illet» kavram ı gelişm em iştir. D evlet d ışın da halk, etkisiz b ir y ı­
ğındır. «Esnaf» ve «tabaka» fark larıyla ilgili b u lu n an ta rik a tlan n u lu ­
sal, siyasal nitelik ya d a özgü rlü k leri yoktur.
T ü rkiye’de a n ayasa soru nu n un ilk ortaya çık tığı dönem de, bu
«y ok »la rd a n başka, b ir de, M üslüm an ülkelere yerleşm iş bu lu n an em ­
peryalist yön etim lerin etkisi altında, b ir çeşit «M üslüm an E nternasyo­
nalizm i» d en ecek b ir d in sel akım gelişm eye başlam ıştı. Bu akım sözü­
n ü ettiğim u lu sallaşam am a b u n alım ın d an d a kötü b ir şeydi, çü n k ü bu,
em peryalistlerin en gü çlü oldu ğu yerlerde, ulusal gerçek lik ten yoksun
b ir ü top ya olm aktan başk a b ir şey değildi.
İşte T ü rk iye’de ilk anayasa sorunu bu çeşit etk enlerin karm ası
olan k a n şık lık la r a ra sın da başladı. A nayasal b ir devlet kurulm asının,
b ir İslam d evleti sajalan O sm anlı D evleti’n de olan ağı b u lu n du ğu g ö ­
rüşü, ünlü K anunu Esasi eylem ine girişilm esinden hayli ön ce d o ğ ­

57
TEOKRASİ VE LAİKLİK

m uştu. Bu olan ağ m b u lu n du ğu görü şü şu teze d aya n dırılıyordu : A n a ­


yasal devlet rejim i evren sel ve dünyasal sorundur, on u n h erh an gi bir
dinle ilişkisi yoktur.
Bu görü şü n kajm ağın ın A vru p a laik siyasal d oktrinin den çık m a ol­
d u ğ u m eydandadır. Ne va r ki o dönem de, içeride, n e Batı anlam ında
«ulus», n e de «halk» kavram ı vardı. D oğal h ak lar doktrinin in gereği
olarak egem enliğin kaynağı olarak halk ya da ulus görü şü de olam az­
dı. Bu yok luk lar karşısında b ir A n ayasa düzenlenm esinin ya la ik an­
lam d a ya d a dinsel anlam da hak lılığını (m eşru lu ğun u ) gösterecek b ir
görü ş bulu n m ası gerekecekti. D iğer İslam ü lkelerinde oldu ğu gibi, o
zam an T ü rkiyesi’nde de' b u iki anlam dan birinde bu m eşru lu ğu n bu­
lunam am ası, onu n yerin e ikisinin karm ası olan b ir tem elin sınırları
dışına çıkılam ajnşı o dön em de istenenin tam tersi b ir rejim in ku ru l­
m asıyla sonuçlan m ıştır. Y apılan kanun, en başta Padişahlık (yani
Sultanlık ile H alifelik) gü cü n ü k an u n un ü stünde tutan b ir devlet tü­
rü yaratm akla eski O sm anlı devlet b içim in den d a h a ço k ölçü d e ken­
d i ça ğın a u 3m ıayacak b ir k an un olm uştur.
A v ru p a ’dan alınan üzerinde işlenilm em iş zajnf b ir düşü n den baş­
laya n A n ayasa sorunu, tartışm alar, siyasal n eden lerle aceleye gelen ­
lerin elinde a ca ip b ir yöne döndü: Eğer, deniyordu, din sonsuz ger­
çek leri kapsam aktaysa, anayasalı b ir devlet, m eşru olan devlet re ji­
m iyse, d evlet ile din arasın da m eşru lu k anlam ın da zaten b ir a y ın m
yok dem ektir. İslam lıkta birbirin d en ayrı old u ğu ileri sürülen iki
gerçek lik alanı birleşik olabilir; olm ası gerekir. D inden a y n devlet,
k an u n dan a y n hüküm et olab ilir m i? D inin Tanrısal k a y n a k la n dine
evren sel b ir gerçek lik k azandırdığın a göre, İslam lıkla bağd aşan b ir
anayasa M üslüm an olm ayan la r için de geçerli olabilirdi. A vrupalIla­
rın a n ayasa kon usu n daki görü şlerin i din ve d evlet a y n m ı üzerine
kurm aların ın İslam lıkta geçerliği yoktur. «Halk» ve «U lus» k av ra m ­
ların ın bulu n m ad ığı b ir ortam da b u düşünce, kim senin karşı gele­
m eyeceği b ir gerçeği yansıtıyordu.
A n ayasa ideolojisin in en üst düzeyde tem silcisi olan N am ık Ke­
m al bile, Tan zim at’ın d ah a ön ce yaptığı ayrım ın b ir tutarsızlık oldu ğu
görü şü n e va rm a k zoru n d a kalmıştı. Yalnız, anayasal gereği b ir din
gereği olarak gösterenlerden a yn la ra k , anayasal rejim i eski O sm anlı
gelen eğine u y g u n gösterm e yolu n u seçti. B atı’d a anayasa doktrininin
tem elin deki felsefen in d oğ a l h ak lar görü şü old u ğu n u ço k iyi b iliyor­
du. Fakat böyle b ir felsefi görü şü n gelen eğinin yok lu ğu karşısında,
uzun b ir atlam a yaparak, O sm anlı ve İslam gelen eğinde d o ğ a l h a k la n n
Şeriat’ta bu lu n d u ğu n u idd ia etm ek gibi şeriatçıları bile şaşırtan b ir
tez ileri sürdü. B ununla soru n u n ideolojik yan ın ı çözd ü ğü inan cın ı b ü ­
yü k ü n ü nü n etkisi altında yayabildi.
Dem ek, h em Ş eriatçılar açısından, hem B atıcılar a çısın dan m eş­
ru tiyetle yön etilen D evlet gerçek b ir İslam D evleti d e olabilecekti.

58
TÜRIÎ DİN TOPLUMBİLİMİNE GİRİŞ

«Şart» sözcü ğü yle «M eşveret» sözcü ğü arasında b ir bağın tı bile b u ­


lunm uştu. M eşveret «istişare etm ek», b ir soru n u tartışm ak dem ektir.
Bu sözcü k K u ran ’da bile vardı (K u ra n ’daki bu sözcü ğü n devlet işleri
üzerine istişare, tartışm a işiyle b ir ilgisi olup olm adığın ı m erak edip
de K u ran ’a bakan çık m a d ı). Tem el Y asa anlam ın a gelen K anunu
Esasi tartışm alarında tem el alınan b aşlıca ideoloji b öylece O sm anlı­
lık - İslam lık görü şü olarak kalm ıştır.
K anun, başlıca ü ç siyasal k oşulu n baskısı altında yapılm ıştı; biri,
A v ru p a devletlerinin O sm anlı İm p aratorlu ğu ’nu b ö lm e tehlikesinin
yaklaştığı korkusu; İkincisi kanunun u ygu lan m asın a geçilirk en b ü y ü k
b ir savaşa girilm iş olm ası; üçüncüsü, yeni p adişah A b d ü lh a m it’in u s­
talıklı d üzenleri ve kanunu hazırlayan ilerici a ydın ların sa lta n a t-
şeriat ideolojisin e karşıt b ir siyasal düşün den yoksunluklarıdır.
K a n u n ’un hazırlan m asın da b ü y ü k payı olan N am ık K em al’in gö­
rüşü, Şeriat’ı d ü n yaya uyd u rm a değil, dün yayı şeriata uydurm aktır.
D ü nyan ın Şeriat’a u ym a ya n ya da on u n alanın a girm eyen yan ları d e­
mek, Batı u ygarlığın ın getirdiklerinin, hem devletin, h em h alk ın ya­
şam ını etkisi altına alm ası dem ektir. Bu sonuç, d ü n yayla din arasın ­
d ak i b a ğ ım h h ğ m son un a gelinm esi, toplu m yaşam ının gittikçe geniş­
leyen alanın ın ise Batı em peryalizm inin k u ralların ın yönetim i altına
girm esi dem ektir. Bankalar, dem iryolları, vergiler, b orçla r, kentleşm e
akım ları, n ü fu s artışı soru n lan , d em iry olla n , telgraf. Uman, telefon
gibi b ir alay tutarlı tutarsız yen ilikler ölm üş b ir o rta ça ğ yapısın ın üs­
tüne otu rm ak ta olan başka b ir u ygarlığın ağırlığın ı yaratm aktaydı.
1908 -1918 a rasın dak i aşama, toplu m u n geniş bölü m lerin in d e ğ iş­
m eler kapsam ı içine girm esi son ucu olarak, devletle d in ilişkileri soru ­
n u n u n son b ir değerlen dirilm esin in yapıldığı d önem dir. 1905 ile 1908
a rasın dak i dön em in d ü şü n düzeyin de gözd en kaçan en ön em li geliş­
m esi dah a ö n ce bilin m eyen b ir görüş getiriyordu ; d evletin tem eli M ü s­
lüm an üm m eti değil, T ürk halk ın ın oluştu rdu ğu «m illet» tir görüşü.
Eskiden ya ln ız M ü şlüm an lardan başka olan h alk la r için ku llan ılan bu
terim şim di d in sel anlam ından silinerek H ıristiyan ya d a M usevi ce ­
m aatların dan olm ayan T ürk h alkının b ütün lü ğü için d e k ullanılm a­
ya başlayacaktı. Bu «m illet»in, H ıristiyan «m illet»ler gibi dinsel örg ü t­
lenişi olm adığı gibi laik b ir örgütlenişi de yoktu. «M illet» kavram ın ın
laik b ir anlam ı olm ası ve politik b ir içerik kazanm ası gerek iyordu . Y u ­
k arda tanımla,dığım dönem in arkasından gelen yılların siyasal ve d ü ­
şünsel sorunları, bu son gözlem in yanıtını araştırm a k onusu üzerin ­
d e yürüm üştür.
1908 -1918 arasın daki dönem , toplu m u n geniş bölü m lerin d ek i de­
ğişm elerin etkileriyle, devletle din ilişkileri soru n ların ın yerini alan,
d evletle ulus ilişkileri sorun u n a dayalı siyasal çekişm eler d ön em i ol­
m uştur. Bu dönem de b aşlıca şu ü ç alanda tartışm alar sü rd üğü nü g ö ­
rürüz. B irinci tartışm a konusu «üm m et» ve «m illet» terim lerin in yeni

59
teokrasi ve LAİKLIK

a n la m la n üzerine süren tartışm alardır. İkinci tartışm a laik devlet k a v ­


ram ıyla İslam devleti (Din D evleti) kavram ı arasın da görü lü r. Ü çü n ­
cü tartışm a genel olarak değişm elerin getireceği d ü zen in niteliği k o­
n usudur. G eleceğ in toplu m yapısının politik ve kültürel birim leri (dev­
let v e «h ars») d eğerleri ne olacak tır? D üşünülen d evrim leri («inkılap-
la n » ) tan ım lam ada ku llanılan terim lere göre «D oğululuk» tan «Batılı-
lık»a, «orta ça ğlılık »ta n «m odern»liğe, «fatalizm » ve «teokrasi»d en la ­
ikliğe («a sriliğ e») geçiş d eyim leriyle a d lan d ırılabilecek d eğişm eler ön ­
görülm ektedir.
Bu ü ç tartışm a alanında sivil - ulem a terim iyle a dlan d ırdığım sa-
n k sız - cü b besiz yeni d in cilerd en olu şan D in D evleti (Islam ic State)
yanlısı olan larla on ların karşısında yer alan Batı liberalizm i yanlıları
v e U lusçu lu k görü şü n ü savun an lardan oluşan ü ç ideoloji k üm esi g ö ­
rü lü r. İlg in ç olan nokta b u soru n la r ü zerindeki tartışm aların h içb iri­
n in D evlet soru n ların dan soyutlanm ış olarak savunulm am ış olm asıdır.
D evlet’in niteliği ve geleceği sorunu h epsinin b ağım lı oldu ğu soru n ol­
m uştur. Şu halde tartışm alar aslında dinsel değil, siyasal tartışm alar­
dır. Bu bakım dan, T ü rk iye’deki ta rtışm alan n b aşlıca soru n ları a çısın ­
d an bakılırsa, d iğ e r İslam ülkelerinde görü len tartışm alardan k ök ­
lü b ir ayrılık gösterir.
B irinci D ü nya Savaşı son unda O sm anlı îm p a ra torlu ğu ’nun p a rça ­
lan m asıyla girilen d önem ve b u son ucu n gerçek leştirdiği olay, İslam
Ü m m eti yerin e T ürk M illeti (U lusu) k avram ın ın kesinleşm esi olm uş­
tur. O im paratorlu ğu oluştu ran d iğ er M üslüm an h alk la r sahneden
çıkm ıştır. Bu gerçek, T ü rk iye’d e dinci m illiyetçilik görü şlerin in y e r­
sizliğini kesinleştirm iş, b u tür b ir m illiyetçiliğin söz kon usu olm aya ­
ca ğın ı gösterm iştir.
Bu k on uşm ada yaşam ın b ütün ya n la rın da laikleşm e yön ü n dek i
değişm elerin hepsini tanıtm a olan ağı yoktur. A ncak, T ü rkiye’d ek i re­
jim içerisin de d in in (İslam lığın) yerin in ne olacağı soru n u n a d eğin ­
m ekle yetineceğim .

T ü rk iye’de «laikleşm e» d ed iğim iz çağdaşlaşm a sü recin in b ir örn e ­


ğin in tarihsel gelişim ini b u ra y a d eğin izlem iş olduk. Bu çizgide en çok
toplum sal değişm eler karşısındaki düşü n tepkilerini sıralam ış oldu m .
A jm ı şeyi, toplum yaşam ının başka izlen ebilir yan ların ı alarak da
yapm a olan ağı vardır.
D aha ön ce (başka b ir k onuşm ada) anlattığım gibi. Batı din gele­
n eğin de laiklik sorunu, kilise ve devlet b irim leri olarak asm im ış ku­
ru m la r arasındaki ilişkilere göre yürür. İslam lıktaki d u ru m a kıyasla
d a h a kolaylık la görü leb ilen ilişki türü n den fark lı olarak İslam dini­
n in ya ygın old u ğ u ülkelerdeki çağdaşlaşm a biçim leri dah a başka b ir

60
TÜRK DÎN TOPLUMBİLİMİNE GİRİŞ

bilim sel yaklaşım m etodolojisi gerektirir, ö z e llik le h u k u k ve eğitim


ala nla rım gözlem e zoru n lu ğ u vardır, çü n kü îslam ülkelerindeki d in ­
le d in dışı b ölü m ler ilişkisi örn eğ in d e geleneksel b ir sistem in çözü lüşü
e n ço k ve ilk ön ce bu iki alanın gelenek gü çlerin d en ku rtu lm alarıyla
başlar.
T ürkiye örn eğin i alırken değin d iğim ü ç gelen ek dilim i açısından
laikleşm e sürecin in geçird iği aşam aların son u çların a dönebiliriz. îlk
görebild iğim iz sonuç, bu ü ç dilim in ü çü n ü n de tem elli denecek gele­
n ek gü çlerin i yitirm iş olm alarıdır. Ö zellikle Devlet, Şeriat kesim inin
u ygu layıcısı olm aktan, eğitim kesim i d e U lem anın k on trolü n d en çı­
k ın ca saydığım ü ç kesim in ilk ikisinin gü cü kalm am ış dem ektir. Ta­
sa v vu f kesim i de bu değişm e gü cü n d en yakasını kurtaram am ıştır. G er­
çekte, en k öklü yıkılışa o uğram ıştır. Bunun b aşlıca neden i sufi tari­
k atların ın sosyolojik tem elleri olan esnaf, asker ve okum uş tabaka­
ların ın siyasal laikleşm e gelişm elerin den en ço k etkilenm iş sın ıflar ol­
m alarıdır. K öylü yığın larının (Batı’da oldu ğu gibi) kentsel d in ö r­
gü tlen m elerin in dışında kalm aları, ya d a kent b ölgelerin den gelen köy
h oca la rın ın dinsel öd evleri çok d ar anlam da yerin e getirm eleri yüzün­
den, T ürk top lu m u n u n kırsal kesim inde b u g ü n e d eğin d in sel b ir üst
kesim gelişem em iştir.
G özd en geçird iğim iz süre b oyu n ca sıkı, orta, sol tarikatlar toplu m ­
d a k en dilerin e destek olan ulem a, devlet adam ı, sipahi, yen içeri, es­
n a f bölü m lerin in yıkılm alarıyla ya tüm üyle yozlaşm ışlar, ya anlam la­
rın ı yitirm işler, ya d a b üsbütün yok olm uşlardır. Laiklik rejim in in ze­
d elen m elere u ğrad ığ ı d ön em lerd e ortaya çık an sağcı tarikatlar gele­
n eksel tarikatların taklidi gibi görü n ü rlerse de b u n la r ta sa vvu f tari­
k atlarıyla h içb ir ilişkisi olm a y a n gizli politik gruplaşm alardır.
D evlet çağdaşlaşm ası sürecinde en b ü y ü k d a rb eyi yiyen lerin b a ­
şın da m edrese gelir. M od ern orta ve yüksek eğitim k u ru m la n n d a ge­
rek öğretim kapsam ı, gerek öğrenm e yön tem leri a çısm d a n m edrese
d ön em in d en kalm a kim i yan lara başk a yazılarım da d eğin m eler v a r­
d ır. Fakat, oku l olarak geleneksel anlam da (ve T ü rk çe’deki anlam ın ­
da) T ü rk iye’d e m edrese bütün ü yle silinm iştir.
En son değin ilecek sorun, çağdaş devlet çerçevesi içinde geniş a n ­
lam d a «din» sözcü ğü yle tanım lanan iki bölü m ü n laik çe rçe v e içind ek i
yerlerin i b elirlem ek olacak tır. Batılı gözlem ciler için old u ğu ö lçü d e
T ü rk aydın ları için d e b u sorunun önem i, k on u y u yanlış anlam aların,
taklit, u ygu lam a ya d a yoru m lam aların bu lu n m asın d an kaynaklanır.
K on u yu devlet, a y d ın la r ve toplum sal sın ıflar açısın dan ele alırsak b u n ­
l a n görürüz.
En başta, T ü rk iye’d e gerçekleştirilm iş ola n laiklik tü rü n ü n (a y n
yazılarım d a ve kon uşm alarım da aydın la tm a ya çalıştığım ) k endine özr
g ü olan ve tarihsel k o şu lla n n ü rü n ü olan n iteliğin i anlam ak gerekir.
G erek T ürkiye içindeki, gerek dışın dak i kim i kişilerin görü şü n e göre

61
TEOKRASİ VE LAİKLİK

laiklik, M üslüm anlığı ya da genellikle din i kaldırm a anlam ını taşır. Y i­


n e b en zer iki a çıdan ileri sürülen, fa k a t b irin cin in tersiyle son uçlan an
b ir görüşe göre, bu laiklik değil, din ü zerine devlet k on trolü dem ektir.
Bu ik i görü şe göre, devlet ya d in i tutm alı ya d a yok etm elidir.
Bu kon uşm ada özetlediğim tarihsel gelişim in öyk ü sü n d en anlaşı­
lan, varılan son ucu n b u iki son u cu n ikisinden d e ayrı olm asıdır. T ü r­
k iy e’de laiklik b ir çağdaşlaşm a aşam asıdır. O sm anlı D evleti d ön em in ­
d e beliren tarihsel b ir sorunun başlattığı uzun yolu n v a rd ığ ı b ir so­
nuçtu r. H ıristiyanlıktaki laikleşm e süreci a çısın da n b ak ılın ca buradaki
soru n şu niteliğe v a n r; dem ok ratik görüşe dayalı b ir siyasal top lu m ­
d a d in in yeri ne ola b ilir? D aha ön ceki yü zyıld a b u soru n u n tersinin
soru ldu ğun u görm üştük. O nlar, soruyu «İslam anlam ına gö re kurula­
ca k devlette ne tür b ir dem okrasi olabilir» biçim in de soru yorlard ı. 1876
K an un u Esasi’sinin trajedisi bu terslikten kaynaklanm ıştı. T ürkiye d ı­
şındaki kim i İslam ülkelerinde soru n b ugü n d e böyledir.
İlk ilke olarak h alk egem en liğin e dayan m ış b ir sistem de in a n ç öz­
gü rlü ğü de arada olm ak koşu lu yla vatandaş h ak ların ı tan ıyan b ir re­
jim d e d üşün ü lecek iş, d in in özgü rlü ğü n den ön ce yu rttaşlık ö zg ü rlü k ­
lerin in tanınm ası ve sağlanm asıdır. Bu özgü rlü k ise devleti dinle te­
m ellen diren teokratik d evlet k avram ın ın kalkm asına bağlıd ır. Şu h al­
de, M üslüm anlık ne anlam da ve ne genişlikte dem ok ratik b ir rejim de
yeri olan b ir in a n ç olabilir, sorusu na verilecek yanıt açıklanm ış olur.
Ne v a r ki dem okrasinin, yeni toplum un çoğ u n lu ğu n u n katkısını
taşıyan b ir siyasal d evrim in sonucu olm aktan çok, b ir a zın lığın devlet
g ü cü n ü ve anayasal h ak ları kullan m a özgü rlü ğü n ü ele alarak ve (di­
n in etkisi altında old u ğu n a inan ılan) çoğ u n lu ğu kullanarak, seçim
m ek an izm aları yolu yla laik b ir devleti, b ir d in devleti d u ru m u n a ge­
tirm e h ak k ının m eşru lu ğu ve m an tıklılığı savun u labilir m i? Bu soru ­
n u n yanıtı k ısadır ve b u raya d eğin u zayan sayfalard a a n latılan baş­
la n g ıç n ok tasının b ir k ez d ah a aydınlatılm asına yarar. İslam lıkta b ir
d in zoru n lu ğ u y la sağlanm ış, kesin b ir devlet kavram ı, b ir siyasal d ü ­
zen k avram ı ve kuralı yoktur. Bu yold a ileri sürülen görüşler, yeni
M ü slüm an h alk ların ilk siyasal d en ey i olan E m eviler D evleti zam an ın ­
da bile ortaya çıkm am ış, on ların arkasından gelen u zu n A bb asi İm­
paratorlu ğu d ön em in d e İslam lığın zoru n lu b ir gerekçesi old u ğu ispat
ed ilem ed iği için b aşlıca huku k b ilgin leri (Fakihler) tarafın dan İslam
h u k u k sistem inin içine alınm am ış, b ir iki h u ku k bilgin in in (İbn Tey-
m iye gibi) ç o k dah a sonraları ideolojik a m açla rla ileri sürdükleri «İs­
lam D evleti» görü şü h iç b ir yerde İslam h u k uk u n u n b ir p arça sı olm a­
m ıştır.
Bu tarihsel saptam anın açık anlam ı şudur. İleri sürülen soru n d e ­
v en in altında yu m u rta a ra m ak türünden anlam sız b ir iştir. Ne İslam
hu ku ku n da, ne İslam tarih in de «İslam Devleti» d iye b ir şey u ygu lan ­
m ıştır. B ugün Batılı gözlem cileri yanıltan olay. Batı siyasal g ü cü n d en

62
TÜRK DİN TOPLUMBİLİMİNE GİRİS

ku rtulan ya d a kurtu lm aya çalışan kim i ülkelerde siyasal b irim ola­


ra k din den başka b irim b ulu n am adığı için (bu aldatm acada em per­
yalist gü çlerin de payı va rd ır) İslam D evleti kurm akta oldu k ları y ol­
lu inançtır.
A n lattığım tarihsel gerçek karşısında, Türkiye gibi ya ba n cı b ir
devlet yönetim i altında etkilenm em iş bir ülkede asıl soru n din devleti
k u rm ak değil, d in i söm ü rü aracı olarak k u llan m aya yön elik diktatör­
lü k rejim lerin e karşı önlem alınm ası sorunudur. Bu d a dem okratik
d evlet k u rm ak için savaş isteyen ve m od ern d evletlerin hepsine özgü
olan siyasal b ir am açtır. Dinsel a m a ç düşü n ü lerek devlet gü cü kurul­
m asını istem ek, deveyi devekuşu sanarak yum urtlam asını beklem eye
benzer. A sıl önem li sorun, ulusal egem en liğe dayalı dem okratik y ö n ­
tem lerle seçili devlet ku rulm ası soru n u du r ki, M üslüm an u lu slar b u ­
gü n yaln ız bu n ok tad a M üslüm anlıktan başka din lerdeki uluslarla
paylaşık b ir du ru m d a bulunm aktadırlar.

Berkeley’de California Üniversitesi’nde 1958’de verilmiş


konferans.
TÜRK REFORM AŞAMALARI

O sm anlı - T ürk tarihsel sürecinde «ıslah» terim i din de m odernleş­


m e anlam ın a p ek a z ku llan ılan b ir terim dir. T erim in ço ğ u lu olan «ıs­
lahat» sözcü ğü dah a ço k siyasal reform k on u larıyla ilgili olarak kul­
lanılm ıştır.
XVII. ve XVIII. yü zyıllard a «ıslah» sözcü ğü eski siyasal düzen e d ö ­
n ü lm esi anlam ında, d ah a sonra ClSOO’lerde) siyasal sistem in saltanat
ve h ilafet ilk elerin den uzaklaşan yeni ilkelere dayan dırılm ası anlam ın­
d a kullanılm ıştı. «M edreselerin ıslahı» gibi k on u la rd a kullan ılışından
başka. A ra p ü lkelerin dekin den fark lı olarak, T ü rk çe ’de d in sel m od ern ­
leşm e karşılığı olan tutarlı ve sürekli kullanılm ış b ir terim yoktur. îs­
lam d ü n y a sın ın d iğ er yerlerin dek i «dinsel m odernleşm e» akım ların a
b e n ze r b ir akım T ü rkiye’de ön em kazanam am ıştır.
Bu dinsel m od ern leşm e kavram ın ın ve a kım ının yokluğu, O sm anlı
sistem ine özgü olan ve O sm anlı yazarlarının ço k k ullan dığı «D in - ü -
D evlet» d eyim in in sim gelediği d in ile devlet k arm ası görü şü n b ir so­
n u cu olabilir. K u rum lar ve teoloji açısından, siyasal re fo rm akım ın ­
d a n b ağım sız b ir dinsel m od ern leşm e söz k onusu olm am ıştır. O sm anlı
siyasal yapısı, d iğ e r yerlerde olan dan dah a üst ö lçü d e dini ve onun
tem silcileri olan ulem ayı, d evlet örgü tlenişi içinde tu tm ayı başarm ıştır.
B ir «ruhani» lik ve kilise örgü tü otoritesi olm ay an din kurum u, sadece
siyasal otoritenin b ir b ölgesi olm uş ve d evlet çerçevesi için d e b ir oca k
olarak (ulem a oca ğı olarak ) örgütlenm iştir. Bu örgü tü n rolü, h e r şey­
d en ön ce Fıkıh, hukuksal soru n la r üzerinde görü ş verm ek dem ek olan
«iftâ» ile. Şeriat h u ku k u n dan başka ola n K anun h u ku k u n u u ygu lam a
olm uştur.
M ed reseler de, özellik le b ir ilahiyat ok u lu n iteliği gösterm em iş,
h e r şeyden ön ce Fıkıh (ju risp ru d en ce) eğitim i m erkezi olm uştur. H u­
k u k k u rallarının u ygu lan m asın d a Sünni ortodok slu ğu n u ve M atü ridl
ila h iya t ok u lu yla H anefi fık ıh okulu n u seçm iş olm akla teoloji tartış­
m a la rın ın alanın ı belirlem iştir.
B öyle olm a k la birlikte, ortodok s din kuru m u yla eğitim ve h u ku k

64
TÜRK REFORM AŞAMALARI

k u ru m u hiyerarşisi ve kurum laşm ası yan ı sıra çeşitli a k ım lara tan m an


alan gen işliğiyle oton om spiritüel tarikatlar o la ra k bilin en örgütlere
de y e r verilm iştir. Bu örg ü tlerin bölü n m e yolla rıyla çoğ a lm a la rı b o l
b ir d in çoğ u lcu lu ğ u gerçekleştirm iştir. D evlet ve dü n ya soru n ları kar­
şısın da b u n la r tutucu, orta ve aşırı yönelim lere açılm ışlard ır. A nciik
u lem ayla ta sa vvu f tarikatları arasın da b ir çatışm a old u ğ u zam an b ir
d in tartışm ası d en eb ilecek d u ru m la r doğm u ştu r.
Bu tartışm alar ortod ok s görü şü n tem ellerindeki ayrılm a çizgileri­
n e va rd ık ları zam an ulem a, bu olayı dinsel olm aktan ço k siyasal an ­
lam d a a ş ın saymış, b u aşırılık ları o a n lam da h eretik kabul etm iş ve
olaylard a u lem a siyasal gü cün ara cılığın ı ve d esteğin i ed in m e zoru n ­
d a kalm ıştır.
T arikatların çoğ u n lu ğu a çık a n tinom ian izm görü n ü şlerin d en k a ­
çın m ış, O sm anlı siyasal örg ü tü n ü n çatısı içindek i yerlerin i sü rd ü rm ü ş­
lerdir. T a savv u f tarikatları teolojik ve siyasal soru n la rd a suskunluk­
la y a d a on la rla ilgilenm em ekle y o lla n n ı seçm işler, gittikçe ayin ve
ila h i ya d a şiir v e sanat a la n la n n a yönelm işlerdir.
Bu yön elim on la rın va rlığın ı savun m ak la kalm am ış, p restijlerin i
d e a rtıra ra k çeşitli top lu m s ın ıfla n arasında öz®Uikle esn af, bü rok rasi
v e a sk er k a tla n arasın da popü lerleşm elerln i sağlam ıştır. B öylece, ta­
rik a t d evletle d in arasındaki b era berliği gösteren d iğ e r b ir sim gelem e
a racı olm uştur. T arikatlar yaln ız u lem ayı değil, yüksek katlardak i dev­
let adam ların ı, hatta padişahları bile içlerin e alabilm işlerdir. Bundan
başka, O sm anlı D evleti d a h a sonraki dönem de ta rik a tla n devletin ya­
r ı resm i d aya n ak ları olarak resm ileştirm iş, törenlerde u lem an ın ya­
n ın d a Etedegân ve M eşayih olarak yer alm ışlardır.
D evlet, U lem a ve Tarikat a rasın da b öylece old u k ça u zu n süreli b ir
o rta k lık h alin d en son ra XVIL yü zyıld a ilk k ez m o d e m d ü n y a y la k ar­
şılaşm a son u n d a d in ve devlet soru n ları üzerine ça tışık lık la r patlak
verm iştir. İlk d önem de, örneğin, kahve, tütün, toksik m addeler, ipek,
m ü cev h er k u llan m a o la y la n üzerine, gü n lük ya da dinsel öd evlerin
ya pılışın d a aşırılık lara gitm e s oru n la n . D evlet ya d a Tanrı gü cü üs­
tünde ya da on la rın ötesindeki gü çlere inanış gib i o la y la n n çıkma.t!i
ön em siz görü n ü rse de, b u n la rm h epsi ya yön etici katın zenginleşm e­
sinin getird iği yen ilik ler ya da en fla sy on d u ru m u n a d ü şen ek on om i­
n in getird iği fin an s bun alım ları ve geleneksel O sm anlı siyasal d ü ze­
y in d e ken din i gösteren yıkıntılarla b irlikte h alk ın yoksullaşm ası gibi
etken lerin s o n u ç la n olm uştur.
Bu etkenlerin b ir araya gelişiyle «b id ’at» terim inin k ap sad ığı «ye­
n ilik » soru n u dinsel ta rtışm alan n m erkezin deki ana soru n olm uştur.
Bu tartışm alarda u lem ayla m eşayih, b u n la n n sorum lusu olarak, b ir­
birlerin i suçlarlarken, gerçek te b elk i asıl suçlu o la n devlet, gerek u le­
m a gerek tarikat ileri gelen leri üzerine gittikçe sertleşen bask ısım a r­
tırm ıştır.

65
TEOKRASİ VE LAİKLİK

D evletin b ask ısm a karşın ulema ve tarikat ön derlerin in temel gö­


rü şlerind ek i yen i dü n ya soru n la n ü zerind e h iç b ir d eğişik lik olm ayışı
ç o k ilgin çtir. Y en ilik ler karşısında u lem anın olum su z b ir tutum için ­
de oldu ğu ileri sürülem ez. O sm anlı d evlet yapısın ın sürm esinde çık ar-
la n oldu ğu için d eğişm eye karşı d a v ra n ışla n «idare-i m aslahat» yani
siyasal u yu m lu lu k ilkesinin etkisi altın da olm uştur. U lem a a n ca k b ir
iki olayd a a çık ça devletin siyasasına karşı gelm iş ve b ir ıslah (reform )
ça b a sı gösterm iştir. G erginlik d uru m ların da ulem a, devletten ço k yu ­
m u şam a gösteren tarikatlara karşı çık m aya başlam ıştır. Bu, tarikat­
ların dah a sonraki yıkılışının ve gözd en düşm esinin b aşla n gıcı o l­
m uştur.
Öte yanda ulema da düşük bir smmuşaklık göstermekle birlikte
bütün gücüyle devletin yanını tutmuştur. Bunalımın ilk aşamasında
belirli bir dinsel canlılıkla geleneksel durumu sürdürebilmiştir.
18(X)’den h ay li ön ce gerek ulem a, gerek tarikat ön derleri arasında
b ozu lm alar başlam ıştır. XVII. yüzyıl ortasın da K oçi Bey, R isale adıyla
tan ın an ra p oru n d a U lem a katındaki b ozu lu şları özetlerken, K âtip Ç e­
lebi de M iz a n - ü l H ak fi İ h t iy a r -ü l A h ak (En D oğru Y olu Seçm enin
D oğru lu k Ö lçü sü ) a dlı yapıtında, u lem ayla Tarikat önderleri arasın­
d ak i saçm a tartışm a k on ularının gü lü nçlü k lerin i anlatırken, m ed re­
selerdeki a kıl v e in a n ç bilim lerin dek i cahilleşm en in derinliklerin e a cı
a cı değin iyordu. U lem a b ir ya n da dünyasallaşırken, tarikatlar d a d ü n ­
yasal gerçek lerd en gittikçe u zaklaşıyorlardı.
1789 -1807 arasındak i III. Selim d önem in d e ilk gen iş kapsam lı re­
fo rm çabasıyla karşılaşırız. Bu ça b ad a u lem a ileri gelen lerin in din­
sel k on u lard an çok (ve h u ra fey e ina n an tarikat kişilerin den çok ) d ü n ­
y a işlerin de etkin oldukların ı görü rü z. III. Selim ’e sunulan ıslahat p r o ­
jelerin in en önem lisi u lem a katın da yüksek yeri olan A b d ü lh a k M o lla ’
n ın su nduğu p rojeydi. N e va r ki d in örgü tü n ü n ıslahı için o n u n ön er­
d iği yen iliklerin hiçbirin in, u lem a katm ın başın daki Ş eyh ü lislam ’la on a
b a ğ lı olan u lem a üzerinde b ir etkisi olm am ış, d in a la n ın d a h iç b ir ye­
n ileşm eye yol açam am ıştır.
T arikatlar, özellikle onların en a şın dizisin de b u lu n an B ektaşilik
sürekli b ir b ozu lm a içind e görü lm ü şlerdir. 1826’da, II. M ah m u t d ö n e ­
m i b a şla n n d a Y en içeri örg ü tü n ü n tarikatı sayılan Bektaşilik, o ö rg ü ­
tün yok ediliş o la y la n sırasında b ü y ü k b ir d arbö yem iştir. O d ö n e m ­
d en son ra d iğ er tarikatlar d a eski dönem lerin e b ir d ah a dönem em iş-
lerdir. Y alnız, b iri II. A bd ü lh a m it dönem inde, diğeri 1940’tan sonra
olm ak üzere iki d önem de b ir ca n la n m a gösterm işlerd ir (fakat b u iki
d önem dek i can lan m a, b ir tasavvuf can lanm ası olm aktan çok, p olitik
b ir niteUk g österir).
Din kurumunda temel bir değişmenin ilk işareti Tanzimat Ferma-
nı’nın kimi koşullannm uygulanmasında görülür. Ulema önce Tanzi­
mat reformlannı, din modernleşmesi doğrultusunda görmezlikten gel­
66
TÜRK REFORM AŞAMALARI

meyi başarmışsa da, Tanzimat, din kurumunu siyasa ile bağımlılaştıı^


mada yeni bir adım olmakla beraber dünyayla din arasındaki ilk bö­
lünmenin de başlangıcı olmuştur. Örneğin, din kurumunun başı olan
Şeyhülislam’a hükümet kabinesinde sürekli olarak önemli bir yer ve­
rilmekle birlikte bütün adliyenin yarısı, yeni kurulan Adliye Nezareti’
ne, vakıf işleri Evkaf Nazırlığı’na ve yeni kurulan okulların hepsi Maa­
rif Nazırhğı’na bağlanmıştır. Geleneksel olarak Şeyhülislamlığın yö­
netimi altında olan kurumların böylece laikleştirilmiş olmasına karşın,
ulema ve medreseler yine de dünya işlerinde göze batacak rollerini sür­
dürüyorlardı. Ne var ki bunların dünya işlerindeki payları bir yanda
laikleşmiş kurumlara karşı savaşmaktan ya da Mecelle’nin medeni bir
kanun haline getirilmesini önlemekten, Avrupa devletlerinin Türk
devletine karşı yürüttükleri daha fazla laikleşme baskılarına karşı dev­
leti destekleme eylemlerinden padişahların tahttan indirilmesini amaç­
layan gizli politik girişimlere karışmaya dek çeşitli tutumlar gösterme­
si, ulema içindeki eski birliğin kalmadığını, devletle olan bileşiminin
yaralanmış olduğunu gösterir.
Tanzimat döneminde olduğu kadar Osmanlılar’m Kanunu F-cnşi
döneminde ulema katından sivrilmiş hiçbir devlet adamı görülmez.
Ulemadan çıkan yegâne devlet adamı Cevdet Paşa olmuştur; o da bu
rolüne ancak ulemadan ayrıldıktan, devletin laik kesiminde yer al­
dıktan sonra erişmiştir. Cevdet Paşa dönemin belki en yetenekli re­
formcusudur. fakat din alanında değil, eski Osmanlı geleneğine uy­
gun biçimde hukuk alamnda. Bir yandan Tanzimat önderlerinin Fran­
sız kanunlarını olduğu gibi alıp uygulama eğilimlerine karşı çıkmış,
öte yandan ulemanın Şeriat sözcüsü olarak modem bir hukuk sistemi
gereklerine uyma olanağından yoksunluklarını anlamış ve eleştirmiş­
tir. 1870 - 77 arasında hazırlanan (fakat sonuna dek gidilmeyen) bir
medeni kanun olarak Mecelle’nin hazırlanması, 1858’de Arazi Kanu-
nu’nun hazırlanması girişimleri, onun çabalarının ürünüdür.
(Z^vdet Paşa’nın aydın modernliği Kanunu Esasi’nin hazırlanma­
sında yararlı olmamıştır. (Bu kanunun hazırlanmasını joirüten Müs­
lüman ve Hıristiyan üyelerinin çalışmalarına onun karıştırılmamış ol­
ması, Kanunu Esasi işinin yürütücüsü olarak bilinen Midhat Paşa’yla
aralarındaki görüş çatışıklığından ileri geliyordu.) Kanunu Esasi’nin
hazırlanması fikrini getiren Yeni Osmanhlar’ın f ıkıh konusunda onun
modernliğini tanımış olmalarına rağmen, Cevdet Paşa’mn anayasa ha­
zırlayanlara karşı Abdülhamid’in yanmı tutması, buna karşılık baş­
lattığı Mecelle girişimini aynı padişahm onun elinden alarak çalış­
masını durdurması ve Şeyhülislam Haşan Fehmi’nin yanını tutması, o
dönemin dinsel ya da laik alanlarındaki kafa k a rışıklığının bir göster­
gesidir.
II. A b d ü lh a m it dön em i (1876-1909) h erh a n gi tü rde b ir d in re­
fo rm u görü n ü şü n ü n sön dü ğü b ir d ön em olm uştur. R eform yerine, b u

67
TEOKRASİ VE LAİKLİK

d ön em özellikle O sm anlı gelen eğinde yeri bulu n m ayan v e ço ğ u K uzey


A fr ik a ’dan gelen tarikatların ca n la n dığı ya d a yayıld ığı b ir d ön em ol­
m uştur. A b d ü lh a m it’in kendisi A ra p ülkelerinde O sm anlı etkisini can ­
lan dırm ak am acıyla bu tarikatları teşvik ed iyord u . Bu tarikatlar ka­
fa la rı karıştırm akla kalm ıyor, on ları siyasal a m a çla r için ku llan m a
düşüncesi geleneksel tasavvuf tarikatlarının h alk d in d arlığın d a k i es­
ki gü cün ü d e yıkm ış oluyordu. P a n -İ s la m siyasasının A bd ü lh am it y ö ­
n etim i dönem inde, örn eğ in M u h am m ed A b d u h gibi d in d e m odern leş­
m e yanlısı b ir din bilim i a dam ının T ü rk iye’de yetişm em iş olm ası b u ­
n u gösterir. Bunun yerine, b o l sayıda, C em aleddin A fg a n i’nin ya y g ın ­
laştırdığı «M ateriyalizm in reddi» k onusunu ele alan ya yın la r m od a
olm uştur.
M ısırlı din d üşü n ü rü M uh am m ed A b d u h ’un din m odern leşm esi
fik irlerin in etkisi, A b d ü lh a m it’e karşı savaşan 1908 ön cesi laik a y d ın ­
ların ya zılarm d a yer alm ıştır. Jön T ürklerin e n ateist üyesi d iye bi­
linen Dr. A b d u lla h Cevdet, A v ru p a ’d a sü rgü n d eyk en yayım lam aya
başladığı «İçtihat» dergisinde M u h am m ed A b d u h ’un görü şlerin e ilk
ye r veren kişi olm uştur. 1908’de M eşrutiyet A n aya sası’n ın yü rürlü ğe
k on ulm asından son ra ilk m odern ist d ergi olan «Sırat-ı M üstakim » (da­
h a son ra «Sebilürreşat» adını alan d ergi) artık geleneksel O sm anlı
ku ru lu şu n dak i u lem a takım ından olm ayan g en ç u lem an ın y a y m o r­
ga n ı olarak çık m aya başlam ıştı.
N e v a r ki b u m od ern ist d ergin in ileri gelen leri Jön T ü rklerin O s­
m a n lıcılık siyasasıyla M ısır m odern istlerin in A ra p u lu sçu lu ğu a ra sın ­
d ak i çatışıklığın d oğu rd u ğu engellerle karşılaştılar. Bu çatışıklık sıra­
sında «Sırat-ı M üstakim » gittikçe M u ham m ed A b d u h d oğru ltu su y e ­
rin e T ürklük ve m od ern lik karşıtı Raşit R ıza’n ın d oğru ltu su n a kay­
m a ya başladı. «Sırat-ı M ü stakim »in k olek siyonu incelen irse g ö rü lü r ki,
o d ergid e M u ham m ed A b d u h ile ilgili pek a z yazıya rastlanır. A b d u h ’
tan söz eden yalnız ik i yazı çıkm ıştır ki, bu n ların ikisi d e çeviriydi.
B öylece, A ra p ü lkelerinde din m odernleşm esi d iye b ilin en akım ın ger­
çekte O sm anlı H alifeliği’ne karşı b ir A ra p tepkisi old u ğu a çığ a çıkm ış
oluyordu . (Raşit R iza’n ın siyasal eylem leri de ayn ı şeyi yansıtır. Jön
T ü rk çü İttihat v e Terakki Partisi’ne karşın H ürriyet ve İtilaf Partisi’
n in A ra p ülkelerin de ü yesi b u lu n u y ord u ).
T ü rkiye’deki laik B atıcılar bu m odern ist İslam cıları gericilik le n i­
telen diriyorlardı. M odernist İslam cılarla laik B atıcılık yan lısı olan lar
arasında h er b iri b u iki ya n ı sim geleyen iki ozan olan M ehm et A k if’le
T evfik Fikret arasındaki ü n lü tartışm a o zam an dan b eri T ü rkiye’de
İslam cılık yan lılarıyla laiklik yan lıları arasın dak i çatışkının klasik
örn eği olm uştur. B atıcılar ve ulu sçu ların eleştirileri karşısında, «Sı-
rat-ı M üstakim » ve «Sebilürreşat» yazarları gittik çe tu tu cu b ir yön e
d ön erlerk en din alanın daki m odernleşm e sorunu d a h a da g ü çlü ola­
ra k laiklik yanlısı a y d ın la r arasında ele a lın m aya başlam ıştır. Bu akı-

68
TÜRK REFORM AŞAMALARI

m m en ün lü iki ön cü sü «İçtihat» d ergisin d e yazan A b d u lla h C evd et’le


K ıh çzade H akkı hem geleneksel ulem a, hem d e m o d e m is t d in cile re
karşı ilk savaşı açan kişilerdir.
Böyle olm ak la beraber, din aydın lan m ası soru n u n da d ah a da ta­
n m a n ve etkili olan kişiler Batıcı a ydın la r değil, T ü rkçü ulu sçu ların
İlk ön derleri Z iya G ök a lp (1876-1924) ile on a katılan lar olm uştur.
Ç ağdaşı olan ve Rusya T ürk M üslüm an larının d in reform cu su olarak
tan m an M u sa C arullah B igiyef’den (1875 -1949) fa rk lı olarak Ziya
Gökalp, n e b ir ilahiyatçı, ne de d in adam ıydı. Bir rom an tik halkçı,
u lu sçu sosy olog olarak geliştirdiği ü ç ilkeli ideolojide İslamlık, Türk
U lu sçu lu ğun u n B atılılaşm ası ve kültürel dirilişi sınırları içind e önem
taşıyan b ir ilke olarak ele alınm ıştır. G ök a lp ’m çeşitli ya zıların d a İs­
lam lığın m odern leşm esi görüşü, laik devlet ve ulusal k ü ltü r fik irleriy­
le bağdaştırılm ıştır. (Bu yü zden laik devlet kavram ın ın üstün tutul­
d u ğ u K em alist dönem de, onun bu çerçeve içindeki İslam lık görü şü de­
ğişik liğe u ğ ra m ıştır).
Z iya G ök a lp ’m din m odernleşm esi dah a radikal ölçü de K em alist
d önem görü şü n e giden yolu hazırlam ıştır. K em al Atatürk, İslam bilim ­
leri denen bilgilerden , ulem a, tarikat, m edrese gelen eğind en uzak, on­
ları gericilik aracı, cahillik, h u ra fa tçılık taşıyıcısı sayan b ir gelen ek­
ten geldiği için, siyasal v e politik alanlardaki laikleşm e ak ım ın d a İs­
lam lık gelen eğin i taşıyanlar için, u luslaşm a ve B atılılaşm a konusun­
d a on lara b ir y er tan ıyan kişi olm am ıştır. Din alanın daki en üstün
d ev rim ci eylem i saltanat, h ilafetle şeriat h u kukunu kaldırm ak olm uş­
tur. U lem a örgütleri, m edreseler, tarikat ve zaviyeler kapatılarak m ülk­
leri b ir devlet örgü tü olan V a k ıfla r yönetim ine verilm iştir.
K em alist devrim lerle T ü rk iye’de İslam lığın tü m ü yle yok ed ildiği­
ni sanm ak yan ıltıcı olur. G erçekte yok edilen, İslam lığın, O sm anlı re ­
jim in d ek i d evlet - din bileşim i örn eği içind ek i yeridir. 1876 A n ayasa-
sı’n d a d evletle yan yan a algılanışının m eyd an a getird iği biçim selleş­
m e v e anlam sızlaşm a yön elişlerin den kurtulm uş olm ası gerekiyordu .
K em alist din reform u n u n başlıca anlam ı inancın, inan an ların kendi
özg ü r istekleriyle ben im seyeceği b ir iş olarak sayılm asıdır. Laiklik re­
jim in d e ca m iler h er inan an ın isteğine açık bırakılm ış, bak ım ve y ö ­
n etim leri devlet bütçesinde yeri olan D iyanet İşleri G en el B aşkanlığı’
n m görevi olm uş, b u d evlet dairesi dogm a ve teoloji n iteliğin den a rın ­
dırılm ıştır. K anun la tan m an d in ler (İslamlık, H ıristiyanlık, Y ah u d ilik )
k an u n k oru jm cu lu ğu altına alınm ış, b u din lerin h erh a n gi b iriyle b a ğ ­
lantısı olan siyasal örgütlerle bu dinlerde kurulm uş ya d a k u ru la ca k
p rop a g a n d a organ ları yasaklanm ıştır. O sm anlı İm p aratorlu ğu ’n u n çö ­
kü p yıkılm ası olayın ın b ir görü n ü şü n den b aşk a b ir şey olm a y a n eski
d in örgü tlerin in çökm esi, kurum ası, bozu lu şu kim i kez, san ıldığının
tersine K em alist reform la rın gerçekleşm esini kolaylaştırm ış, ben im ­
senm esini sağlam ıştır.

09
TEOKRASİ VE LAİKLİK

İkinci D ünya Savaşı'ndan son ra K em alist d ön em in dinsel reform


aşam alarını geniş ölçü d e kolaylaştıran ve benim seten u lu sal b a ğ ım ­
sızlığın eski gü cü n ü jdtirm esi sonucu. İslam lık h ortlatılm ak istenm iş­
tir. Fakat b u d ön em de d e «m odernleşm e» anlam ın da b ir din ıslahı ola­
yı görü lm ez. Y a ln ız d ört yön d e gelişm eler seçilebilir. 1) İslam lığın bilim ­
sel olarak irdelenm esi. Tarihsel nitelikteki yapıtlar ve çevirilerle sos­
y olojik incelem eler. 2) G ü çlen en burju va zin in dinle ilgilenm esi, özel­
lik le iba d ete a çık yerlerin bakım ı, onarım ı, kim i yerlerde yeni ca­
m iler yapım ın a p ara yardım ları, geleneksel din b ayram la rın ın kutlan­
m ası, K uran ve M evlit okum a, oruç, zekât ve h a c eylem lerin in p op ü ­
lerleşm esi. 3) İllegal olarak ço ğ u geleneksel türlerin den farklı, politik
a m a çla r gü d en tarikatlar çıkm ası. K im i kez b ü y ü k ya da k ü çü k tü cca ­
rın ya d a esnafın desteklediği siyasi protesto gru pların ın b u tarikat­
la rla k u rd u ğu ilişkiler. 4) Şeriat h u ku k u n u n yen iden gelm esini, hatta
îslam D evleti ku ru lm asın ı a m açla ya n laikliğe karşıt id eolojik akım lar.
A n ti K em alist olan b u akım ların kim i tatm insiz g en ç k u şak larla a şın
s a ğ a g en ç k u şa k la r arasında tutunm aları.
K ısm en tek parti yönetim ine karşı olan siyasanın, kısm en dem ok ­
ratik h ak ların a z ço k kökleşm esinin son u cu olarak, b ir özgü rlü k orta­
m ın da b eliren dinsel m odern leşm e görünü şü n ü, geçm işe d ön ü ş sanan
kişilerin, b u n a aşırı b ir ön em verm eleri, özleneni K em alist d in re fo r­
m u görü şü n d en a yrılm a sanm alarına y ol açm aktadır. Bu o la y la n n sı­
n ıf. m eslek, parti gibi zam anım ız b a ğ la n tıla n n m görü ntü leri oluşu.
K em alist reform la n n . bü tü n m o d e m d em okrasilerde oldu ğu gibi, g e ­
leneksel (O sm anlı) çerçev e içinde d in i sadece b ir siyasal tartışm a k o ­
nusu olm a d u m m u n a döndü rm ekte b a ş a n lı oldu ğu n u gösterir.
LAİKLİK REJİMİNDE POLİTİK GELİŞME

I. Batı Uygarlığında Laikliğin Rolü

Batı uluslannm siyasal gelişme tarihinde modem aşamaya geliş


süreciyle toplumlarm laikleşme olayı arasında sıkı bir ilişkinin varlığı
göze çarpacak denli açıktır. Batı toplumlannın tarihini Batı dışı toı>-
lumlann tarihinden ayıran en önemli fark budur diyebiliriz.
Batı uygarlığının yaygın olduğu alanda siyasal güç Cdevlet) toplu­
mun yönetiminde, özellikle ekonomik alandaki ilerlemeler üzerine et­
kileri olan sınıflann çıkarlarını düzenleme, destekleme, ileriye itme
işinde başta gelen araç olmuştur. Ekonomik gelişmenin en çok görül­
düğü bölgelerde laikleşmiş devletin katkısı da en çok olur. Devletin
ekonomik alana karışmadığı ileri sürülen yerlerde, bu denU önemli
bir paşanın bulunması şaşılacak bir şey gibi görünürse de ashnda şa-
şılmaması gerekir.
Batı uygarlığının güçlenmesinde, özellikle ekonomik geUşmede dev­
let gücünün önemli bir payı olmadığı sanısı liberalizm doktrininin üs­
tünlük kazandığı zamanların ürünüdür. Bu, Batı uygarlığının nasıl
doğduğunun, nasıl geliştiğinin, üstünlüğünü bugün de nasıl sağlamak­
ta olduğunun bilinmediği ülkelerde aydınlara anlatılan bir masaldır.
Ekonomik kalkınma çabası içindeki geri kalmış ülkelerin kimi önder­
leri ya gerçeği göremediklerinden, ya da liberal ekonomilerle Batı’nın
bugünkü durumuna geleceklerine içtenlikle inandıklarından, kendi
toplumlannın da bu yoldan kalkınabileceğine inanırlar.
Tarih kesinlikle gösterir ki. Batı uygarlığınm gelişiminde devletin
gelenek ve din engellerini aşarak laikleşmesi kalkınmalarda baş rolü
oynamıştır. Batı uygarlığının gelişiminde, dar anlamda dinsel şaşalan
alanlar dışında devlet siyasal hayatta büyük rol oynamıştır. Batı uy­
garlığı alanında siyasal güçlerle ekonomik güçler arası etkileşimler
sürerken din alanıyla bu iki alan arasındaki ayırım çizgisinin beUrli
olmadığı hallerde dünya işleriyle din işleri arasında ne gibi uzlaşma­
71
TEOKRASİ VE LAİKLİK

lar olacağı, çatışkıların nasıl çözümleneceği sorununda da çeşitli yön­


temler gelişmiştir. Siyasa alanıyla din alanı arasındaki etkileşim ya
kişilerin siyasal eylemleriyle dini etkileyişinde ya da dinsel eylemle­
rin devleti etkilejâşinde kendini gösterir.
Bu etkileşim in d ü zen li yü rü d ü ğü dönem lerde, ek on om ik gelişm e­
deki d ü zen lilik ve ra syon ellik a ra cılığıyla d evletle d in arasında b ir
«m odu s viven d i» ku ru lm uş olur. A ncak, H ıristiyan Batı uygarlığın ın ,
d evletle kilise gü çleri arasın dak i ilişkilerin saptanm ası işi, h e r zam an
ve h er yerde k ola y olm am ıştır. Batı u yga rlığın d a b u n u n b aşarı dere­
cesi ülkeden ü lkeye değişken lik gösterm iştir. G en ellikle göze batan
n ok ta d evletin d in sel kurum ve k u ralların dan bağım sızlığı ölçü sü n d e
ek on om ik gelişm enin üstünlük k azandığıdır. Batı dün yasın d a görü len
«siyasa ile d in arası ayırım olayı» yla Batı’n ın ek on om ik gelişim i ara­
sında b ir «correla tion» (b ir n ed en bera berliği) olduğu, K ari M a rx ile
M a x W e b e r gib i b irbirin e karşıt iktisat tarihi d ü şü n ü rlerin in üzerin ­
de uyu ştu kları b ir gerçektir. Batı dün yasında görü len kapitalist ek on o­
m i dü zen in in tem elinde d ev let d in ilişkisinin ek on om ik bağlam d a b e ­
lirlen d iği d ü şü n cesi iki düşü n ü rd e de vardır. îkisi arasın daki ayrım ,
dinsel özgü rlü ğü n m ü siyasal alanda ek on om ik gelişm elere yol açtığı,
y ok sa ek on om ik gelişm elerin m i d insel a la n d a özgü rleşm eler getirdiği
soru n u ü zerinedir. K apitalist sistem de görü len b u n alım ların d evlet ile
kilise arasındaki ilişkilerde yan sıdığı h aller old u ğu gibi, d in alanın da­
ki gü çlerin devlet alanında ek on om ik eylem leri etk ilediği ve bun alım ­
lara y o l a çtığı d a görü lü r.
Batı d ü n y a sm d a d evletle d in k u ru m la n arası ilişk ilerin b ir özel­
liği, b u ikisinin b irb iriy le aynı d oğ ru ltu d a old u ğ u zam an larda d a b ir ­
birin d en a y n im ış olm asıdır. E konom ik gelişm eyle ikisi arasındaki iliş­
ki belirlenerek, sağlam laşır. S özü n ü ettiğim ik i A lm a n d ü şü n ü r b u
k on u d a d a birleşirler. Ö rneğin, kapitalist ek on om i d ü zen in in d oğ u şu n ­
d a v e gelişm esinde ikisi de d evletle din arasın daki ilişkinin belirleyici
old u ğu n d a h em fikirdirler.

II. Batı dışı Devlet - Bin ilişkileri

Batı u ygarlığı d ışın d ak i top lu m larda durum , b u m od eld en farklıdır.


Bazı n ok talar üzerinde birbirin d en a y n la n tarihçiler, birbirlerin d en
ayrı yolla rd a n olsa bile bu n ok tad a genellikle birleşirler. A ra d a k i fa r ­
kın tarihsel n iteliklerini d oğru olarak anlayam am ış olm ak la beraber,
b u fa rk ın Batı u yga rlığın ın «ken din e özgü» b ir özelliği olm asın dan ile­
ri geldiğin i bilirler. (Farkın tarihsel niteliklerini anlayam am ış olm ala­
rın ın b aşlıca nedeni, cah illik lerin d en değil, b u fark ı anlam ak için Batı
devlet - d in ilişkisini anlam ada kullan dıkları kavram v e yön tem leri b u ­
ra d a da geçerli sasonalarıdır, (Bu n oktaya, başk a b ir yazım da d eğin -

72
LAİKLİK REJİMİNDE POLİTİK GELİŞME

mekteyim).
Batı dünyası dışındaki ülkelerde ekonomi ve din kurulları arasın­
daki ilişkiyle bağı olan sorunların başka bir çerçeve içinde anlaşılması
ve incelenmesi gerekir. Gerçi, bugün bu toplumların hiçbirinin gele­
neksel kültür ya da uygarlık bütünlükleri kalmamışsa da bunlar, yi­
ne de eski geleneklerinin etkilerinden tümüyle kurtulmuş değillerdir.
Bu toplumlar arasında ekonomisi Batı kapitalist ekonomisine sıkı sı­
kıya bağlı bulunduğu halde, devlet yapılarında herhangi bir modern­
leştirmeye gidilmemiş olanlar da vardır (en çok bilinen örneği bu­
günkü Suudi Arabistan). Toplum eski geleneklerin etkilerinden tü­
müyle kurtulmuş değildir. Bunlar, Batı uygarlığında gördüğümüz dev­
let din ilişkisi modelinden ayrı olan başka bir ilişki modeli bulundu­
ğunu gösterir.
Şu halde. Batı uygarlığında görülen gelişmejâ (devlet ile din ara­
sı ilişkilerle ekonominin özerk bir alan olarak ajnim ası olayını) an­
lamada Batı uygarlığını ölçek (norm) alma yöntemi yanıltıcıdır. Batı
uygarlığında ekonomik ve siyasal kalkınma yalmz bir «araç» (vasıta)
denebilecek sorunlarla bağımlı olduğu halde, öteki toplumlarda kal­
kınma sorunu bir «araç» sorunu değil, bir «amaç» sorunudur. Kimi kez
bir «devrim» sorunu, hatta bir «var olma ya da olmama» sorunu bile
olur. Toplumun temel değerlerinin değişmesi zorunluluğu haline gel­
diği de olur. Bunların kalkınma amaçlarının belirlenmesi konusunda
önemli ayrılıklar gerektirdiği meydandadır.
Şu halde, sorun Batı uygarlığına özgü olan bir türü taklit etmek­
sizin Batı modeline benzeyen bir düzene nasıl geçilebileceği sorunu
oluyor. Geçilecek sistemin ulusal, ideolojik, ya da psikolojik nedenler­
le kapitalist sistemden ayrı bir sistem olması gerekliliği de böyle bir
sorundur. Bir toplumun tarihsel, geleneksel bağlarından kopamadığı,
üstelik onlan daha da sağlamlaştırarak tutmak istediği hallerde. Batı
uygarlığı türüne. geçmeyi başaramadığı ortadadır. Bunu yapabilmiş
istisnalar vardır. Batı uygarlığından olmayan, fakat bu olmayışı ayak­
ta tutacak başka tabiat ya da kültür kaynaklarının korujmculuğu al­
tında yaşayan toplumlar bulunabilir. Şimdiki aşamada bunların ki­
mileri başarılı da olabiliyor. Bu türdeki istisnalarda göze çarpan nok­
ta, geleneksel uygarlığın az ya da çok ölçüde Batı uygarlığı benzerli­
ğinde olduğu ya da geleneksel kültürünü Batı uygarlığı yanlarına ben­
zer biçime sokabilen hallerde bu olanağın bulunduğudur.
Gerçekte, zorunlu uymajn gerektiren etkilerden uzak kalabilmiş
pek az Batı dışı toplum ya da uygarlık kalmıştır. Batı dışı uygarlıklarm
hemen hepsi, kendi siyasal ve dinsel gelişme yollarım bulma çabası
içindedirler. Bu gelişmenin, modem Batı uygarlığının ekonomik geliş­
mesinin sağladığı çerçeveye uyması zorunluluğunun evrenselliği tar­
tışılacak bir sorun durumuna gelmiştir. Batı dışı toplumların, özellik­
le Batı uygarlığıyla geçmişte yakınlığı bulunan Türk toplumunun, la­
73
TEOKRASİ VE LAİKLİK

ikleşm e sorunu b u ra d a özel b ir a n la m taşım aktadır.


Bu a çıd a n laikleşm e soru n uyla B atılılaşm anın salt anlam da ikiz
sü reçler olarak görülm esi gerekm ez. Batı dışı b ir toplu m u n siyasal g e ­
lişm esiyle ek on om ik gelişm eleri k onusunu in celeyen kişilerin, o top lu ­
m u n kendisine özgü olan geçm işteki siyasa ve din gelen eğin in çerçe­
vesi içinde, siyasal - ek on om ik - dinsel zincirdeki ilişkilerinin özel ni­
teliğin i anlam aları gerekir. Batı u yga rlığın d ak in den fa rk lı b ir d in g e ­
leneği b u lu n an b ir toplum da, laikleşm e ve m odern leşm e eylem i soru ­
n u ile geleneksel d eğerlerin bu eylem in yarattığı zoru n lu değişm eyle
o la n ilgisi sorunu, b en zer gelişm e içindeki Batı toplu m ların dak i soru n ­
lardan çok farklıdır. B unu k avradığım ız zam an. Batı dışı ülkelerde g ö ­
rü len siyasal m odern leşm e olayları ile ek on om ik gelişm e sü recindeki
laiklik kon usu nu n kim i kez b irbirin e tüm aykırı olm a d erecesin e va ­
ran farklı yolla rd a gitm elerin in neden lerini kavram ış oluruz.

III. Türk Toplumunda İlişkiler Sorunu

Batı’m n d evletle d in ilişkisi biçim in den ayrı olan gelen ek örn ek le­
rin den birin i İslam lığın ya ygın b u lu n du ğu T ürk top lu m u n d a görü rü z.
T ü rk İslam lığında B atı’n m d evlet din ilişkisi b içim in den a y n olan ge­
lenek örn ek lerin d en birin i İslam lığın yayıld ığı ülkelerden biri olarak
O sm anlı devlet a la n ın d a görürüz. İslam lıkta d evletle din arası ilişki
tü rü n ü n geçm işi, H ıristiyanlığın yayıld ığı ü lkelerdeki devlet k arşısın­
d a d in k u rum u biçim in d en farklılığı, iki dinin d evlet açısın dan geliş­
m elerin deki tem el fark tan kaynaklanm ıştır.
H ıristiyanlık, kendin den ön ce u zun süreli tarihi olan b ir devletin.
R om a îm p a ra torlu ğu ’nun içine on da n a y n olan b ir örgü t olarak ço k
son radan girebilm işti. U zunca süre H ıristiyan olan lar devletten a y n
sayılıp a n cak B izans’taki R om a İm paratoru, onu benim sedikten sonraki
b ir dönem de, H ıristiyanlık d evlet karşısındaki biçim in i alm ıştır. Os-
m anlı T ürk tarih in de ise devletin d in le olan ilişkisi b u n d a n ço k fa rk ­
lı b ir biçim d e gelişm iştir.
İslamlık, siyasal b ir örgü tlenişin gelişm iş b u lu n m ad ığı b ir ortam ­
d a doğm uştu. T ürk d evletiyle ilişkisiyse çok dah a s o n ra la n olm uştur.
İslam lığın ilk aşam asın da (R om a îm p a ra torlu ğu ’ndaki gibi) b ir d ev­
let ile o devlet karşısında b ir din örg ü tü olarak, iki örgütlen m e b iç i­
m i yoktu. İslam lığı getiren g ü ç de b ir yanı ile Sem itik gelenekteki b ir
peygam berlikle, öb ü r yan ıyla b ir A ra p kent devleti kuruluşu k oşu lu y­
la b e ra b er yürüm üştür. Bu yüzden, İslam lık aslında salt b ir din m iy ­
di, yoksa yeni b ir siyasal g ü ç m üydü, son zam an larda bile tartışılan b ir
sorun olm uştur. H em devletti hem de din, dense, belki tarih ola y la n -
n a daha u ygu n b ir tez ileri sürülm üş olur. İslam k u ru cu sun un zafere
u laştırdığı toplum un, kuşkusuz, din özellikleri taşıdığı k ad ar siyasal

74
LAİKLİK REJİMİNDE POLİTİK GELİŞME

g ü ç de taşıdığı k olaylık la ileri sürülebilir.


Fakat İslam lık ço k eski kuruluşlu b ir devletin a la n ın a girm ekle
«devlet örgü tü »yle «din örgütü» gibi iki ayrı örgü tlü b ir u yga rlık türü
sağlam ış d eğildir. İslamlık, A ra p fetih leriyle kısa süre için d e b ir devlet
olm uştur. A m a b ir «devlet» örgü tü yle b ir «İslam » örgü tü a yrıca lığı
d ü şü n cesi İslam lığın yayıld ığı a la n d a gelişm em iştir, ^ ö y le b ir dü şü n ­
ce, yan i d ü n y a devleti karşısında b ir «İslam Devleti» oldu ğu görüşü,
XIX. yüzyıl son un d an scn ra ve H ıristiyan din ve devlet gü çlerin in bas­
k ıları altında uydurulm uştur.
Dinler, genellikle «kişi insan»ın d ü n y a üstünde ve Tanrı G ü cü k ar­
şısındaki yaşam eylem lerini düzenlem e savıyla d oğd u k la rı h ald e siya­
sal g ü ç alanın a girdikleri ve on u n la u yu m laştık lan zam an, kişinin,
gelecek dü n ya adına, b u dünyadaki yaşam ın dan ço k ya d evletin üs­
tünde, ya on u n yanında, y a d a on u n altında olu şu yla ilgilenirler. Ki-
şijâ d ü n y a üzerine olan tutum larına göre d eğerlen dirirler. H içb ir d i­
nin, gelecek dün ya üzerine b u d ü n y a soru n ların dan ilişkisiz olarak
geliştiği görülm em iştir. Y aln ız b ir din in d ü n yaya d ö n ü k tavrının çe­
şitleri olab ilir ki, b u da zam an la d eğişeb ileceğ in d en ço k tartışm alı so­
ru n lara y o l açabilir.
H ıristiyanlıkla İslam lığı, d ü nyayla ilişkiler açısından karşılaştırır­
sak, T ü rk toplu m u n da en b elirgin fa rk ın şu oldu ğu n u görürüz.- H ıristi­
yan lık ta d in örgütlenişi dah a çok dünyasallaşm ış olm ak la b e ra b er bu,
d e v let k urallarına ya paralellikle ya d a ona üstün olarak 3rûrümüştür.
T ürk M ü slüm anlığındaysa d evlet içindek i dinsel örgü tlen m e devlete
o ran la atıl kalm ıştır. T ürk İslam lığında kişi eylem lerinin dinsel sayıl­
dığı alanlarda h u ku k k u ra lla n olarak u ygu lan a n kurallar, devlet h u ­
kuku yan ın d a Şeriat h u ku k u olarak k alm akla kişiyi d ü n y asal eylem ­
lerind e d evlet h u ku k u n dan fazla ölçü d e etkilem iştir. A n cak, O sm anlı
toplu m u n da devlet hukuku. Şeriat huku ku kan u n laştın im am ış kodlaş-
tın lm a m ış olarak k aldığı için, b u iki kajm aktan gelen hukukla, on ların
ikisine de ya ba n cı olan kaynaktan gelen, gelenek ya d a «H alk K u ral­
ları» (İngilizce b ir terim le söylersek Folkw ays) yan yana yaşam ışlar­
d ır. T ürk İslam lığında (in a n ç kurallarını içerm ek k oşu lu yla) D evlet
H ukuku, Şeriat H ukuku, G elen ek H ukuku gibi ü ç ayrı kaynaktan gelen
h u k u k sistem leri yan ya n a görü lü r.
D em ek ki, tarihsel v e sosyolojik açıdan bakılınca, dinsel gelenek
karşısında laik gelen eğin gelişim i, H ıristiyanlıkta oldu ğu n d an fa rk lı
yollard an yürüm üştür. İslam lık gelen eğinde din, H ıristiyanlıktakinden
farklı olarak ken din e özgü ve devletten a y n , on u n yan ın d a ya da on u n
karşısında, h atta onun üstünde b ir örgütleniş olarak gelişm em iştir.
O n u n yerine, devletin gü cü altında özel kişi h u ku k u yla kişilerin din ­
sel in a n ç eylem lerinin k u ra lla n olarak kalm ıştır. İslam lıkta devletten
ayrı b ir «EcclĞsia» örgü tü olm am ıştır. İslam lığın ya yıld ığı yerlerde, İs­
lam lıktan k aynaklan an ve ona özgü olan b ir devlet türü görülm em iş,

75
TEOKRASİ VE LAİKLİK

îslamlığın yayıldığı dünyanın her yerinde aynı din kuralları bu yolda


uygulanmıştır.
Şeriatın kendisi kesin bir devlet türü zorunlamadığı halde, Şeriat
adıyla bildiğimiz hukuk kurallarını her uygulayan devlet, «meşru»,
yani- Şeriata uygun bir devlet sayılmamıştır. Zamanla Türk İslamlığı
tarihinde, bu «meşruluk» terimi (légitimité) anlamına gelmiştir. Hıris­
tiyan Batı geleneği dilindeki sözcüğün kökeni Latince «legitimus» söz­
cüğünden oluşurken (o sözcük Hıristiyanlık öncesi bir kökenden ge­
lir) «meşruiyet» (meşruluk) sözcüğünün «Şer’» (Şeriat) sözcüğünden
oluşması ilginçtir. Bu ikinci sözcük de aslında dinsel bir anlam taşı­
mamakla birlikte («düz akan bir su yolu» demektir) giderek düşsel
bir anlam kazanmıştır.
İslamlıkta din anlamında Şeriat kanunlaşmamış bir özel hukuk
sistemi olarak siyasal örgütün içinde eritilmiş, tarihte gelip geçmiş
Müslüman devlet türlerine biçim veren bir kaynak olmamıştır. Bunun
tersine olan görüş, yani îslam Devleti’nin Şeriattan’ çıkma olduğu gö­
rüşü en çok Avrupa ülkelerinde yaygınlaşmış, Müslüman dininde dev­
letin Şeriattan çıktığına inanılmasına yol açmıştır.
Geçmişte hiçbir îslam ülkesi tarihinde devlet Şeriat hukukuna gö­
re blçimlenmemiştir. Osmanlı Türk geleneğinde, İslam hukuk kural­
larının devlet biçimiyle bir ilişkisi olduğunu söyleyebileceğimiz yan
«legal bir fiction» olarak, bir padişahın tahta geçişini «hal’ - ve - akt»
seremonisinde meşrulaştırma yanıdır. Bu «fiction» ile padişahın hal­
kın delegeleri sayılan belli kişilerin Şeriat adına onu «meşru» yani
Şeriatça kabul edilmiş bir devlet başı sayılması simgelenir. Herkesin
bildiği gibi, padişah olan kişi başka bir kurala göre (Max Weber’in
kullandığı bir terimi kullanırsak) «patrimonializm» ilkesine göre za­
ten padişahtır. Sözünü ettiğim «fiction» bunun arkasından gelir. Yi­
ne buna benzer bir «legal fiction», Mısır’ın alınışından sonra peygam­
berin ardıllığının OsmanlIlara geçtiğini simgeleyen «Halifelik» tanım­
lamasıdır. Osmanlı padişahları tarihinde halifeliğin anlamı «Tanrı’nın
Gölgesi» sayılmaya değin genişletilmiştir.
îslam halkın dünyasal yaşamı açısmdan, siyasal gücü meşrulaş­
tırmak için iki koşula uymak yeterdi. Biri, îslam ümmet birliğini ta­
nımak; öbürü, devletin yönetimi altında Müslüman olanların Şeriat
kuralları çerçevesinde yaşam özgürlüklerini tanımak. Bu iki koşulu ta­
nıyan her devlette İslamlık onun meşruluk yandaşı olarak görül­
müştür.

IV. Cumhuriyet Dönemine Doğru

XVIII. yüzyıldan önceki Osmanlı tarihinde İslamlık, gelenek oto­


ritesine dayalı bir «patrimonium» sistemi içindeki din devlet bera­
76
LAİKLİK REJİMİNDE POLİTİK GELİŞME

berliği olarak belirir. Bu, O sm anlı D evleti tem ellerinin İslam din in ­
den kaynaklanm ış b ir siyasal sistem oldu ğu anlam ın a gelm ez. Ö yle
sanılışı, yapısındaki din devlet karm aşıklığın dan ötürü, d evletin mi
d in den, dinin m i devletten ön ce geldiğin e h ü km edilem eyecek denli b ir
u yu m lu lu k için d e b u lu n m an m yarattığı b ir belirsizlikten ileri gelir. Bu
devlet sistem inin, kim i Batılı ve T ürk gözlem cilerin sanısına karşın,
İslam lığın ilkelerin den kaynak landığı görüşü, sistem in kendi yapısı­
n ın özelliklerini tanım am ıza açıklık getirecek b ir görü ş olm aktan u zak ­
tır.
Y alnız, d evlet ile İslam lık arası ilişkilerin bu niteliğini tan ım lam a­
nın, XVIII. ve XIX. yü zyıllarda Batı’n m siyasal, ekon om ik, düşünsel et­
kileri altında beliren din soru nu n un geçird iği aşam aları anlam am ıza
y a r a n olabilir. Bu d ön em de Batı gözlem cilerin in , M üslüm an devletle­
rin siyasal ve ek on om ik m odern leşm e olan ak ların dan yok su n old u k la n
sonucun a varm alarıylad ır ki, M üslüm anlığın m od ern leşm eye yatkın
olm adığı in a n cı B atıklar arasında yerleşm iştir. Bu görüşü, ayrı neden ­
lerle, M ü slüm an düşü n ürlerin d e benim sem esi önem lidir; çü n k ü b u n ­
ların m odern leşm e olan akların ın bulu n m ad ığın ı görm eleri ü zerinedir
ki, b u başarısızlığın devletin dinle u yu m lu lu ğu n u yürütem em iş olm a­
sına b ağlam aya başlam ışlardır. Bunlar, başarısızlığı d evletin dinle olan
b ağım lılığın a değil, b u n u n tersine, dinden uzak laşm aya başlam ış ol­
m asın a veriyorlar.
Böyle b ir in an cın yaygın laşm ası sonucu, O sm anlı d evlet d in gc^
rü şü n de geriye d o ğ ru yeni b ir in a n cın d oğd u ğu n u , devletin din ilke­
lerine ve ölçü lerin e dayandırılm ası gerektiği görü şü n e v a n ld ığ ın ı g ö ­
rü rü z. Bu yü zd en laikleşm eye yönelik b ir gelişim in çarpıtılarak, ters
a n lam d a yoru m lanm ası olgusunu b ira z daha yakın dan incelem em iz
gerekiyor.
İlk önce, b irbirine aykırı görü n en b ir olgu n u n anlaşılm ası gere­
kir. Bu p aradok slu görü n en iki olgu yu anlam ak, Batı sistem leriyle on ­
la n n etkisi altındaki eski O sm anlı düzen inin geçirm iş oldu ğu gelişm e
b un alım ların ı d a aydınlatacaktır. Paradokslu d ediğim iki olgu dan b i­
ri, siyasal otorite bunalım ı d ön em in d e dine geniş b ir özgü rlü k tanın­
m asıdır. G eleneksel siyasa türün den olan D oğu devletlerinde, siyasal
otorite toplu m dan kaynaklanm a yerine toplu m dan soyutlaşm a ilk e­
sine dayan ır. O sm anlı tarih in den öğren diğim iz çeşitli yöntem le, yön e­
ten lerin toplum k öklerin den sökülerek devletin hizm et a ra çla n yapıl­
m ası, padişahın toplum sal k ökenden değil T a n rı’nın seçm esiyle m eş­
rulaşm ası gibi yöntem lerin kullan ıldığı b ir sistem de, devlet gü çleriyle
top lu m sın ıfları arasındaki belli başlı b a ğ dinin gü cü d ü r. Din, in a n ç
v e h u ku k m ekan izm alarıyla otorite ile toplum arasında bağlan tı ku­
rar; devlete karizm atik b ir n itelik kazandırır. Batılı gözlem cilerin O s­
m a n lI D evleti’n in İslam lık ilkelerine d aya n d ığı yollu inancı, b u n u n an-
la şılm a m a sın d a n ileri gelir. D inin yaptığı iş, devletle top lu m arasm da

77
TEOKRASİ VE LAİKLİK

bağ kurarak düzeni sağlamaktır. Bu görevin yardımıyla devletin top­


lumdan ajTi bir öğe, devleti yönetenin de toplumun üst düzeyindeki
bir otorite olması sağlanmış olur.
Din (Hıristiyanlık sistemlerindekinden farklı olarak) devlete kar­
şı ya da devletin üstünde bir «ecclesia» otoritesi kuramamış olmakla
beraber, devlet de ulema takımının üstüne tümüyle kontrol kurma­
mıştır. İslamlıkta Papalık türünden üst düzeyde bir otorite olmadığın­
dan toplum tabakaları arasında dine geniş ölçüde çeşitlenme olanağı
sağlanmıştır. (Batılı oryantalistlerin çoğu İslam dinini yalnız kitaplar­
dan öğrendikleri için Müslümanların dinsel bağlantılarındaki çeşit­
liliği görememişlerdir). Yalnız çiğnenemeyecek sınır, tek başına dev­
letin olan siyasal otorite sınırıdır. Osmanlı düzeninde din ya da tari­
kat birimlerinin hiçbiri siyasal bir güç elde etmeye kalkışmamıştır. Bu
yöndeki az sayıda girişimi din değil, devlet önlemiştir.
Osmanlı siyasal bütünü içinde Müslümanlık, hem başka dinlerden
halkların, hem de Müslüman olan halkın sınıf ve tabakalarına uyum­
lu biçimler almıştır. Köylü kat arasında din dışı ya da din öncesi halk
inançları, «örf» dini olarak, bürokrat, okumuş, esnaf ve savaşçı katlar
ve birimler arasında yayılan çeşitli tarikatlarla, hem devlet ödevlerin­
de, hem de hepsi için Şeriat olarak genişleyen bir yelpazelenme biçi­
mini almıştır. Fakat bunların hiçbiri üstün otorite gücüne karşı gel­
memiş ya da gelememiştir. Celali İsyanları gibi ayaklanmalar hiçbir
din reformu iddiası taşıyamadan devlet otoritesince bastırılmıştır. (Ba­
tı tarihindeyse çok kez bunun tersi olmuştur; Refomation zamanına
değin bunun çeşitleri görülür). Osmanlı tarihinde dinsel yönde «ra-
fızilik» (beresi) eğilimleri devlet otoritesince daima siyasal bir olay
sayılmıştır. Bütün bunlar dinin devletten bağımsız bir özerklik taşı­
madığını gösterir.
İşte bu paradokslu görünüş Batılı gözlemcilerin bir bölümünce fa­
natizmin üstünlüğü, diğer bir bölümünce de Hıristiyanlıkta olduğun­
dan daha geniş bir inanç yelpazesi olduğu yollu birbirine karşıt iki gö­
rüşün gelişmesinin nedenidir, çünkü bu iki görüşün ikisi de Batı mo­
deline yabancıdır. XVIII. yüzyılın birinci yarımı gibi bir dönemde bile
Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçen İbrahim Müteferrika’nın — biri
yazma olarak kalan, diğeri basılmış olan — iki yapıtında yeni dininin
Katolikliğe üstünlüğünü gözden geçirirken Batı devlet türleri konu­
sunda Batı'nın benimsenecek yanlan olduğunu anlatması bu gözle­
mimizi yansıtır.
Böyle bir tarihsel geçmişi olan bir halkın modem çağda laikleşme
yönünde karşılaşacağı sorunlann niteliklerini ve çeşitliğini, ancak o
geçmişin çerçevesi içinde anlayabiliriz. Ekonomik ve politik alanlar­
daki birçok aralıklar, duraklamalar, hatta geriye dönüşlerle süren la­
ikleşme bu tarihsel geçmişin özelliklerini yansıtır.
Tüm bu tarihsel aşamalardan çıkan gözlem, hem devlet hem din
78
LAİKLİK REJİMİNDE POLİTİK GELİŞME

alanın daki değişikliklerle b era b er giden b ir devlet din arası b oşa n ­


m a sürecidir. Laikleşm e, bu n a karşı dinsel tepki, en son aşam ada sağ­
cılık ya da gericilikle ilericilik arası karşıtlık olarak d a görü lü r. D aha
d a r b ir çerçeve içinde, birin in faşizm diğerin in kom ü n izm olarak bile
tan ım lan dığı olur. G erçekteyse, anlatm aya çalıştığım n eden lerd en ötü­
rü, b u g ü n bile çatışıklık ne faşizm ne d e k om ünizm çatışıklığıdır, çü n ­
kü Batı ölçü leriyle karşılaştırırlarsa n e ideoloji, n e d e eylem açısından
öyle olm ad ığı görülür.
XEX. yüzyıl ortaların dan X X. yüzyılın ilk çeyreğin e değin geçen
yıllarda iki eğilim in a yrılm a ya da şiddetlenm e yön lerin de ilerledikleri
görü lü r. D evlet ile din ve halk arası bağın tıların kopm ası, yeni b ir si­
yasal sistem ku rulm ası ilk anayasa deneyin e yol açm ıştı. (Bu deneyin
n e ölçü d e bu süreci etkilediği başka b ir yazıda tartışılm ıştır). Bu sü­
reç, siyasal gelişm enin b u gü n k ü d u ru m u n da bile (1965) varlığın ı sür­
dürm ektedir.
Siyasal gelişm e, siyasa çerçevesi için d e siyasal b ir d üzen üzerinde
ve laik b ir tabaka ön derliğin de giderken, din alanındaki gelişm e, to p ­
lum un siyasal ve ek on om ik yaşam alanın da yeri kalm am ış katm anla­
rı arasına d a ra lıp kalm aktadır. Bu tür h alk dü zeyin d e y e r alan geliş­
m e k öylü inan çları, geleneksel niteliğinden uzaklaşm ış kişiler arasın ­
d a tarikat eğilim leri olarak gözü k ü yor. Ekonom ik, p olitik d eğişm eler
d ışın d a kalan sın ıflar arasındaki eğilim ler «sekter» devlet karşıtı, ye­
n ilik karşıtı yön elim ler geliştirir. B unların «m essianik» rüyaları, statik
b ir d ü n y a görü şü n e dönüktür. Laik a ydın la rın «ilericilik» sözcüğü, h al­
k ın d u ru m u n da değişiklikler istenm esi görüşü, h alk arasın da «gerici­
lik» eğilim lerine karşıtlık içindedir. Bu tü r eğilim ler İslam hğın h alk
arasın da durgu n laşarak dün ya işlerindeki etk in liğin i yitirdiğin i gös­
terir. D evletin din den kopm ası son ucu halk ın d a devletten kopm ası
tehlikesi karşısında, devlet u lu sçu lu k ülküsüyle karizm atik etkisini
k oru yabilm ektedir.
T ü rkiye dışındaki îslam ülkelerinin k im ilerindeki d eğişim in so­
n u ç la n b u n d a n farklıdır. D evletin fo n k siy o n la n n m sona erm ekte o l­
d u ğ u n u sezm ekte olan d in adam ları, dinin devletin üstünde oldu ğu
ina n cın a d ayan arak h alkın devletten yaban cılaşm asın ı ön lem eye ça ­
lışıyorlar. B unu sağlayan biricik d ok trin devletin dinden, İslam lıktan
d oğd u ğ u inan cıdır. T ü rkiye’de d in adam ı sayılan kişilerin b u ideolo­
jid en tüm üyle u zak kalm ası ile laiklik soru n u n un anlam ı d ah a k ola y­
lıkla anlaşılabilecektir. D in devleti olm am ak la birlikte T ü rkiye’de d e v ­
letin, İslam lıkla olan bağlantısının, sın ırla n o zam an d a h a kesinlikle
anlaşılacaktır. İslam lık b ir kişi inancıdır; b ir devlet, b ir toplu m in a n ­
cı değildir. İslam lığa özgü b ir d evlet b içim i d ogm a sı yoktur. D in b ir
anayasa k ayn a ğı olm ad ığı gibi, devlet kan u n ları da h iç b ir zam an de­
ğişm ez k an u n la r sayılm az. H alk y ığ m la n y la d evlet arasın dak i b ağh -
lık d in b a ğı olm ak tan çık ın ca on u n yerini ulu sal d em ok ra tik örgû tlen -

79
TEOKRASİ VE LAİKLİK

me bağlan alacaktır. Henüz bütünüyle çözümlenmemiş olan bu soı\ın,


sojrut anlamda bir din sorunu değil, siyasal bir sorundur!

1966 yılında 6 -10 Eylül tarihleri arasında New York’ta top­


lanan Amerika Siyasalbilim Cemiyeti (American Political
Association)’nde okunan bir tebliğ.
teo k rasi ve FEODALİZM

Değer ölçüleri olmayan hiçbir toplum yoktur; ancak bazı değerler


zamanın gereklerine göre değişeceğine, zamanla katılaşma, kireçleşme
eğilimi gösterirler. Bu, bize üç şeyi anlatır; toplumun insanları arasın­
da birbirine çok yapışık bir birlik vardır; kişiler değişmez kurallara
uyarak yaşamayı çok rahat ve kolay bulurlar; toplumlan, yaşlanan
kişilerin damarlarmın sertleşmesi gibi katılaşmıştır. Kişiler böyle bir
durumu çok beğenirler. Ancak değişme zorunluklanmn sillesini yeme­
yen toplum da yoktur. Zamanın yumrukları altında bazı kişiler, alışık
olduklan ölçüleri bırakmaya, bazılarmı gizli ya da açıkça çiğnemeye;
bazıları da ya dışardan yeni kurallar almaya, ya da kendileri yeni ku­
rallar geliştirmeye başlarlar. Bunu yapanlann iç hayatındaysa çatış­
malar başlar, bunun da sayısız görüntüleri vardır.
Bir toplumda en yüksek sayılan değerler, özellikle böyle zamanlar­
da, dinsel değerler kılığına girmeye de eğilimlidirler. Din, geleneğin
en son sığınağı, en son savunma kalesidir. Ashnda toplumun eski ya­
şayışının kökeninden gelen birçok alışkanhklar, kolaylıkla din gere­
ğiymiş gibi bir nitelik kazanırlar. İşte bunun içindir ki, çağdaşlaşma
sözcüğünün özü, «laikleşme» sözcüğünün söylemek istediği gibi toı>-
lumu, bu dinselleşme hummasının yakasından kurtarma işiymiş gibi
gözüküyor ve burada «İmcisme» ile «secularism» terimlerinin anlam­
ları, ayn sözcük kökenlerinden geldiği halde, birbirlerine uyuyor.
Bu söylediğimiz eğilimden ötürüdür ki, bir toplumda değişme zo-
runluklan ortaya çıkınca, bilerek bilmeyerek ya da isteyerek isteme­
yerek çağdaşlaşmaya doğru bir yönelme başlayınca, o zamana dek açık­
ça din şemsiyesinin altına girme]miş birçok işler, değişme yağmuru kiir-
şısında, bu şemsiyenin altında toplanmaya başlar. Örneğin, Uerde gö­
receğimiz gibi, sırf devlet işlerinde suçlu görülen bir sadrazam «dine
İhanet etmiş bir kişi olarak» öldürülür. Etemek ki, «çağdaşlaşma» ile
«dinselleşme» birbirleriyle aşağı yukan çağdaştırlar. Dinselleşme, çağ­
daşlaşmaya karşı, kaplumbağanın kabuğuna çekilmesi gibi bir korun­
ma çabasıdır. Daha sonra göreceğimiz gibi, her çağdaşlaşma dönemi-
81
TEOKRASİ VE LAİKIİK

nin arkasından bir dinselleşme humması başlar.


Görüyoruz ki, geleneksel din kurumunun rolü, sadece «ruhani* iş­
lerle uğraşma ya da dünya işlerine karışmama sorununun sınırlarına
bağlı değildir. Özellikle İslam geleneğinde! Çok ruhani olan bir din ku­
rumu (örneğin, Katolik Kilisesi) dünya işlerine geniş ölçüde karışma
eğilimindedir. Bunu, inanç işlerinin dünyada kesin üstünlüğünü sağ­
lama amacı için güder. Protestanlık kollarının çoğuysa, bunun tersine,
inanç işlerinin mutlak üstünlüğünü koruma amacıyla, din kurumu­
nun ve adamlarının mümkün olduğu kadar dünya işlerinden çekil­
mesini isteme eğilimindedir. Demek ki, ruhani (ya da dini) ile dünyevi
(ya da cismani) arası ayırımlar çok kaypaklıklar gösterir. Birçok ru­
hani ya da dini sanılan şeyler gerçekte, düpedüz dünyevi ve cismani
işlerdir; ya da cismani sayılan güçler, yetkililer gerçekte ruhani güçler
ve yetkililerdir.
Laïcisme ya da secularism, din ile dünya işleri karşılaşması din
kurumlan, kurallan, güçleriyle dünya kurumlan, kuralları güçleri
karşılaşması sorunu olarak alınırsa Hıristiyanlıktaki Ortodoks, Kato-
Uk ve Protestan kollan arasında farklar görüldüğü gibi, herbirinin
kendi tarihinde de ikisi- arası ilişkilerde tutum değişiklikleri görülür.
Fakat genel olarak, Hıristiyanlık tarihinde aşağıdaki şu iniş çıkış aşa-
malannı belirlemek mümkündür.
Birinci aşamada, ilk Hıristiyanlıkta, İsa dininin dünya ve devlet
karşısındaki tutumunu ilk belirleyen kişi St. Paul olmuştur. Hıristiyan­
lığın gerçek kurucusu diyebileceğimiz bu kişiden önce, Hıristiyanlığa
katılanlarm dünya ve devlete karşı nasıl bir tutum takındıklarını bil­
mek güçtür. İlk Hıristiyanlığa katılmayı dünyadan ve devletten bir ka­
çınma sonucu sayabilirsek, tutumlarının olumsuz olduğunu söyleye­
biliriz. Fakat St. Paul, Hıristiyanların iki sektörle karşılaştıklarını be­
lirtti: Biri Kayzer’e ait olan, öteki Tanrı’ya ait olan. Ona göre Tann,
kişinin, dünyanın ve devletin kurallarına uymasını ister; ama İsa’ya
inanan kişi dünyanın kurallarıyla dünyanın ve devletin kurallarım
birbirine kanştırmamalıdır.
Bu mümkün müdür? Olsa bile, yapılması kolay mıdır? Özellikle
soruya kişi açısından değil de, dünyanın istekleri, devletin zorunluk-
lan açısından baktığımız zaman? Kişi, bu karıştırmayış işini başara-
bilse bile gerçek dünya, özellikle ekonomik ve cinsel yaşamla ilgili it­
meler kişiyi karışıklığa sürüklemeyecek mi? O zamana dek gerçek
bir Hıristiyan ancak dünyadan, toplumdan, devletten kaçan melek gi­
bi birisi olacaktı. Cinsiyet isteklerinden, dünya nimetlerinden, maldan,
mülkten, aileden, savaştan kaçan biri olacaktı. Fakat dünyayı tüm in­
kâr eden din olamaz; kimi seçkin kişiler böyle bir şeyi başarsa da on­
lann tutumu, kurallı bir kurum olan din tutumu olamaz. Kişinin bil­
diği kadarına göre var olan din kurallan, dünya işleri üzerine belirli,
kesin kurallar koymalı ki dinin üyesi olan inanıcı, bu dünyada, dinin
82
TEOKRASİ VE FEODALİZM

kabul edebileceği davranışların neler olduğunu bilsini Bütün dinler


bu zorunluk derecesine göre kurallaşır, kanunumsu bir din olmaya
başlar. Zamanla dünya ve devlet kurumlarmın, yetkiUlerinin karşısı­
na güçlü dm kurum ve yetkilileri çıkmaya başlar.
Din, dünya ve devlete meydan okuyabilecek ayn bü- güç olarak
geliştiği döneme gelinince Hıristiyanlıkta ikinci aşama başladı. Bi­
zans’ta merkezleşen Hıristiyanlık (daha sonraki Rum Ortodoks kilise-
si) devlenen farklı ve onun karşısında var olabildiyse de, devlete kar­
şı üstünlük kuramadı. Burada, ayrı ve eşit iki kurum ve yetki yerine
devlete bağh, devletten yardım alan, kendini devlet modeline göre bi­
çimlendiren bir KjUse Hıristiyanlığı meydana geldi. Batı Avrupa’da,
Roma’da merkezleşen (daha sonraki Roma Katolik Kilisesi) Hıristi­
yanlığındaysa böyle olmadı. Roma devleti orada çok güçlü değildi. Dev-
letin.birçok işleri kilisenin eline geçmişti. Uygarük ve kültür hayatın­
da kiUse önde geliyor, siyasal güçler onun modeline göre biçimleniyor­
du. Okuma yazma bilenler din adamları; krallan Hıristiyan edenler,
barbar sayılan halkı eğitenler, onlara yeni bir ahlak aşüayanlar, uy-
garlaştıranlar kiUse ve manastır adamlanydı. Bütün bu işlerin yürü-
tühnesi Roma’daki merkeze bağlandıkça, kilise adamlan içinde bir
mertebeleşme de doğdu. En sonunda da, şu ya da bu krakn, şu ya da
bu beyin, şu ya da bu şehir, ya da bu bölgenin insanlanrun dü. siyaset,
ekonomi, bölge farkhiıklarmm üstünde tümünün tek bir Hıristiyanbk
gövdesinin üyeleri olduğu görüşü güçlendi. En üstün din makamı. Pa­
palık, en güçlü devlet başkanıyla boy ölçüşebilecek dinsel bir dünya
devletinin başı durumuna geldi.
Üçüncü aşamada, bu karşılaşma süreci boyunca, kilisenin siyasal­
laşması. devletin de dine bulanması gibi iki olay gelişti. Aşın uçlar­
da «kilise devletleri» ile «devlet kiliseleri» belirmeye başladı. Ancak
bundan sonraki aşamada iki sektörü birbirinden ayırma, İkinciyi bi­
rinciden üstün yapma, ya da ikisi arasında bölgeleri belirleyerek uz­
laşma süreçleri başladı ki. Avrupa’da laïcisation ya da sécularisation
tartışmalan ve sorunlan bununla başlar.
Demek Avrupa’da da laiklik sorunu yeni zamamn bir sorunudur.
Bu sorunlar, kilise kuruluna, din işlerinin güdümünde, din adamla-
n m n yanında halktan (laikus, lay) kişilerin de girmesi olaymdan zi­
yade ekonomi, siyasal, eğitim, aile, cinsel hayat işlerinde kilise dışı
olmuş bir dünyamn gereklerinin serbestçe insanlan etkilemesi olayı
daha önemlidir. İşte bu, «çağdaşlaşma» dediğim oluşumdur.
Batı dünyasında din, kurum olarak kiliseyle bir tutulduğu için (ki-
lisesiz Hrristiyanhk olamaz), çağdaşlaşmanın sadece bir kilise devlet
ilişkisi işi olduğu sanısı (modem çağda en güçlü uygarlık olan Batı uy­
garlığının etkisiyle) devlet ve kilise olarak iki ayn ve güçlü kurum ve
yetkilileri olmayan Hıristiyanhk dışı toplumlarda da (özellikle îslam-
hkta) yerleşti. Bu yüzden, örneğin İslamlık dünyasmda, laikleşmeye,
83
TEOKRASİ VE LAİKLİK

ya d a çağd aşlaşm aya karşıt olanlar, «bu H ıristiyanlık d ü n yası için ­


dir; İslam lıkta b öyle b ir soru n yoktur» d iyorla r.
B öyle b ir idd ia n ın ard ın d a y a safça b ir aldan m a, ya d a saklanm ak
isten en başka b ir istek, değişm em ek, gelen eklere bağlı k alm ak isteği
b u lu n u r. Fakat laiklik k avram ını yaln ız devlet kilise, hatta d evlet d in
ilişkilerini belirlem e, d in yargıların ı devlet işlerin den çık arıp atm a d a ­
vasın d an ibaret saydıkça, b öyle b ir tutum un savunulm ası m ü m kü n dür.
G erçekteyse, çağdaşlaşm a, d in k u ralların ın ru h an i b ir k u ru m içinde,
ya d a onun kanalıyla uygulan m ası karşısında (H ıristiyanlık d ışın da
M usevilik, İslam lık ve öteki A sya d in lerind e oldu ğu gibi) b azı ku ral­
ların, yuk arıda d eğin d iğm iz gibi, d eğişm ez geleneksel k u ra llar old u k ­
ları ölçü de d in sel k u rallar oldu ğu sanılan toplum larda, y a lm z siyasa
ala n ın da değil, h er alanda (altın diş takm a, ya d a bisiklete bin m e g i­
b i işlerde bile) değişm ez kutsal k u ra lla n n sarsılm ası gib i d a h a k ap ­
sam lı b ir sorundur.
D em ek ki, laikleşm e ça b a la rın a karşı o la n la n n tersine; H ıristi-
yan h ktan başk a din lerden olan top lu m larda b u akım ın so ru n la n
ç o k d a h a önem li, ço k d a h a b ü y ü k ve geniştir. H ıristiyanlıkta dinsel
olan ile cism an i olan «kilisenin olan» ile «devletin olan» a rasın da ayı­
rım yapm ak (bu n la r arasında içiçe girm eler oldu ğu n d a bile) k ola y
old u ğu gibi ru h an i olan yetkiU d e belU old u ğu n d an on u n cism an i yet­
kili karşısındaki duru m u çok ya da az olsa bile, b ir uzlaşm aya,
hatta ikisi arasında çeşitli biçim lerd e u zlaşm alara (co n co rd o t’lara)
va rm a k m ü m kü n dür. H ıristiyanlık dışındaki dinlerdeyse, b u a y n m -
ları yapm ak h em güçtür, h em de böyle birbirin d en a y n iki otorite
a rasın da b ölü m ve u zlaşm a yapm ak görü lm em iş b ir şeydir. B unlarda
dinsel işler v a rd ır ki b u n ları d evlet yapar; siyasal işler v a rd ır kİ b u n ­
ları din destekler, k apsar ya d a saptar.
Şu halde, ça ğd aşlaşm a k on usun da asıl sorun, kutsal sayılan a la ­
n ın ek on om ik , teknolojik, siyasal, eğitsel, cinsel, bilgisel yaşam alanla­
rın d a daralm ası, etkisizleşm esi sorunudur. Bu a lanın (h iç d eğilse bazı
kişilerin yaşam ın da) hem en hem en hiçe inm esi eğilim i o ld u ğ u için,
b u n a karşı olan la r «gerici» adını h ak ederler. Bu nitelikle başın ı kal­
d ırdığı ya d a «dur, olam az» d iye k olu n u k aldırd ığı zam an başk a çeşit­
ten b ir savaş başlar. Bu savaş, artık d in devlet savaşı değil, ileri geri
savaşı olur. İlerlem e ve gelişm eyle tutm a ve denge gib i iki a m acı ger­
çekleştirm e ça b ası biçim in i alır. H atta kim i zam an top lu m d evlet a ra ­
sı çatışm a, aydın y ob a z arası çekişm e, ya d a dengeleşm e, m illet d ev­
leti, m illet toplum u olm a b içim in e de girer.
O halde, b a şla n g ıç n ok tam ız gelenekselleşm iş b ir siyasal v e top­
lum sal sistem de d in in ne dereceye k ad ar kutsal gelenekle, ya d a kut­
sal gelen eğin n e d ereceye k ad ar d in le b ir tutulm a h aline gelm iş oldu ­
ğu n u belirlem e olacaktır. M o d e m T ü rk top lu m u n u n gerisin d e b u lu ­
n a n O sm anlı D evleti’nin ku ru lu şu n a d ön ü p bak tığım ız zam an ilk be-

84
TEOKRASİ VE FEODALİZM

lirlenecek sorun bu olacaktır. Onu, Batı dünyası devlet ve din kurum


ve yetkilileri açısındaon çok farklı yapan budur.
Türk - İslam - Osmanlı toplumunun, bilinçli bir düşünle çağdaşlaş­
ması akımının doğuşundan önceki kuruluşunun ne tür bir kuruluş ol­
duğu, bugün bile açık seçik kavranmış değildir. Düşün bayatının en
yüksek düzeyinde bulunan aydınlar bile onu tanımlarken kimi kez fe­
odal, kimi kez teokratik bir düzen olarak, kimi kez de ikisi birlikte ola­
rak tanımlarlar. Gerçekte bu tanımlamaların ikisi de Osmanlı gelene­
ğine, geleneksel niteliğine ‘h em yabancı hem aykırıdır. Osmanlı reji­
mi ne feodaldir, ne de teokratik; hele hem feodal hem teokratik hiç de­
ğildir. Türk aydınlarının devrimcilik geleneğinin üstün yanlarının ya­
nında kimi alanlarda ilginç bir direnicilikleri vardır. Bunun, eski ge­
lişme karşıtı olan dedelerimizin alışkanlıklarından birinin mirası ol­
duğunu görmezler. Özellikle çok kesinlikle «Avrupalı» gibi olmak inan-
cındakiler, Avrupa (hatta Batı Avrupa) ülkelerinin tarihsel gerisinde
bulunan her şeyin Türk tarihinde de bulunduğuna inanılmasını ister­
ler. Bununla Batılılar gibi olduğumuzu kendimize ve başkalarına inan­
dırmanın kolaylaşacağını sanırlar. Tarih ve bu tarihten bugüne geçiş
bu önyargıya göre tertiplenir, uydurulur.
Bu sorun özellikle duyarhk bulunan iki konudan biri feodalizm,
diğeri teokrasidir. Neden? Çünkü Avrupa’da (özellikle Fransa’da) öy­
leydi. Bu iki özellik. Batı Avrupa uygarlığının devrimsel değişmelerin­
de en önemli rol oynamış yanlar olduğu için bu iki alandaki değişim­
lerin anlatılışı Avrupa kitaplarında hazırdan var. Onun için kendi
tarihimizi yorumlamak için olaylara bakmaya başka kavramlar ara­
maya gerek kalmaz. Bir tür ilericilik skolastikliği! Bu tanımlamaları
yapanlar bunlan, Batı devlet ve din kurumlan tarihiyle tanışmalan
sonucu öğrenmişlerdir. Aradaki farklara dikkat etmeden, Avrupa,
daki durumun Osmanlı tarihi için de doğru olduğu sonucuna kolay­
ca vanlabilir. Avrupa tarihinde feodal rejim, kapitalist ekonomi ön­
cesi bir ekonomiye dayalı bir rejim olarak görülür. Liberal ve kapi­
talist olmayan, yani anayasah devlet rejimi örneğinde olmayan As­
ya ve Afrika uygarlıkları modern çağda hep geri kalmış ülkeler ola­
rak görüldüğü için, bunlar gelişigüzel kestirmeden feodal olarak ta­
nımlanırlar. Örneğin ekonomik düşün tarihinde Adam Smith den
John Stuart Mill’e kadar bunlarm feodal toplumlar olarak nitelen­
dirildiğini görürüz.
Halbuki feodal düzen, kapitalist sistemden önce ancak Batı Avru­
pa’da, birde Asya’nın uzak ve küçük bir parçası olan Japonya’da önem­
li bir tarihsel döneme karşılıktır. Asya’da, örneğin Çin ve Hindistan
tarihinde feodal düzene doğru eğilimli dönemler görülmüşse de bun­
lar büyük kara ordularına dayanan despotik imparatorluklarca yutul-
muşlardır. Feodal düzende bulunan ülkelerde feodalizmden kapitalist,
liberal, anayasalı hukuk düzenine geçiş (feodal düzenin egemen oldu­
85
TEOKRASİ VE LAİKLİK

ğu yerlerde ekonomik, siyasal ve dinsel yaşamm her yanma egemen


olan güççe merkezleşmiş imparatorluklar hiç yürümediğinden) ilk çı­
kış aşaması olarak ancak merkezleşmiş mutlak monarşilerin doğuşuyla
başlayabilmiştir. Mutlak monarklarm, feodal düzenin geleneksel smıf-
lanyla olan çatışmaları boyunca, bir yandan ulus dediğimiz birimler
gelişirken bir yandan da yasalı devlet rejimleri doğdu.
Osmanlı düzeninden çıkma ve çağdaşlaşma süreciyse bundan fark­
lı olmuştur. Gerçi, örneğin XIX. yüzyılın ilk çejn:^ğinde İstanbul’da Pa­
dişah n. Mahmut, Mısır’da Mehmet Ali mutlak monark olma çabasın­
da görünürlerse de. gerçekte ikisi de birer doğu tipi despot imparator
olma eğiliminden kurtulamadıkları gibi, ne biri ne de öteki ulus yapı­
sında ve bir topluma ve o toplumda yeni doğmuş bir şehirli (burjuva)
smıfına dayanamamışlardır.
Despot sözcüğü eski Grekçe’den geldiği halde ne Platon’un ne de
Aristoteles’in devlet biçimleri arasında despotluk rejimi görülür. Çün­
kü onlar, eski Hellen dünyasındaki şehir devletlerinin rejim biçimle­
riyle ilgiliydiler. Aristoteles’in eski Grekçe’de «köle sahibi efendi» anla-
mma gelen despot sözcüğünü Grekler dışı Doğulu kavimlerdeki dev­
letin adı olarak, ama sırf benzetme ereğiyle kullanması, jrüzyıllar bo­
yu gözlemcilerinin yanılmalarına yol açmıştır. Feodalizme ve Roma
kilisesi teokrasisine karşı savaşan ve gücünü en üstün yapan (Dev­
let Benim diyen Fransız kralı gibi) hükümdarların tutumunu eleşti­
ren Aydınlanma dönemi düşünürleri, despotizm terimini, bunların
hukuk ve akıl devleti olmayan idarelerine uyguladıklarından bu defa
da despotizm hukuk kurallarından yoksun, tüm keyifle güdülen bir
rejim anlamına gelmeye başladı. Şu halde despotizm ya da Padişahlık
rejimini feodalizmden, teokrasiden, tiranlık yönetimlerinden de ayır­
mak gerekir.
M odem çağlarda Aristoteles’ten gelen terimin özünü doğm olarak
tanımlayan düşünür Hobbes olmuştur. Ona göre devletin kaynağı, zapt
ve fetihle halk üzerine kumlan gücün miras gibi geçer oluşu, yani dev­
letin bir baba mülkü sayılışıdır. İslam düşünürü îbn Haldun da. Padi­
şahlık rejimi diyeceğimiz bu devlet biçiminin en doğm modelini ve ta­
rihteki aşamalarını tanımlamıştır. Bu modelde en önemli yan, en üs­
tün siyasal gücün toplumdan çıkarılmış, hatta yabancılaştırılmış bir
Kul kitlesinin desteğine dayandırılmasıdır. Bu hem klasik Grek gele­
neğine, hem feodal Batı Avrupa geleneğine aykırıdır. Ancak feodaliz­
me benzetilişi gibi. Halifelik ile Sultanlığın birleştirildiği hallerde, te­
okrasiye benzer gözüken bir görünüşü vardır.
XIX. yüzjal öncesi Osmanlı düzenini teokratik bir düzen olarak
tanımlayış da yanhş ve yetersizdir. Teokratik düzenin en tipik öm eği
Roma Katolik din devletidir. Bunda en üstün dinsel siyasal güç yerin­
de oturan papadır. Eski Osmanlı düzeniyse bunun tersi olan bir bi­
çimdir. (]ierçi. dış görünüşte, Osmanlı Halife padişahlarıyla papalar
88
TEOKRASİ VE FEODALİZM

arasında bir benzerlik vardır. İkisinde de en üstün güç sahibi olan ma­
kam, feodal, şehirli, köylü, ya da emekçi smıflarını temsil etmez. Re­
jimlerinde böyle sınıflar da kabul edilmez. Papalar da, padişahlar gi­
bi, toplum sınıflarından sökülüp, sahneye çıkan osmncular gibi kılık
değiştirdikten sonra, içine girdikleri özel bir ocakta yükselerek papa
olurlar. Sınıfsal niteliklerini kaybetme süreci, siyasal güç sahibi olma­
nın koşuludur. Kilise büyük bir ekonomik kurul durumuna geldiği za­
man bile (yani ruhani bir kurum olduğu kadar cismani bir kurum du­
rumuna geldiği zaman bile) onun ekonomisi ne feodal, ne de kapitalist
ekonominin kurallarının sonucudur. Bu rejime en uygun ekonomi «ahi-
ret ekonomisi» ile «öteki dünya» üzerine spekülasyonla elde edilen mali
kaynaklar sağlama ekonomisidir. Bunların birincisi manastırlarda,
İkincisi başkent Vatikan’da uygulanmıştır. Manastırlarda keşiş eme­
ğiyle yapılan tarım ürünleri özel mülkiyet değildir. Endüljans satışla­
rından sağlanan vergi ürünleri de özel mülkiyet değildir. Ancak, cis­
mani feodal ekonominin güçlendiği dönemlerde ve ülkelerde, Katolik
kilisesinin ekonomisi de feodal ekonomi kurallarına katılmışsa da
sonuçta feodal beylerle cismani kralların rekabeti karşısında ekonomik
gücünü onlara kaptırmak zorunda kalmıştır, özellikle İngiliz tarihin­
de papa ile kral çatışmaları feodalleşmiş kilisenin ekonomik ^ c ü n û
yok etme. İngiltere topraklarında sağlanan servetlerin papalık hâzi­
nesine akmasını engelleme, kilisenin emlak ve gelirlerini krallık dev­
letinin hâzinesine çevirme amacıyla yapılmış eylemlerdir. Bugün de
bu teokratik kilise devleti ancak kapitalist ekonomiye ujmıak sayesin­
de ve böyle bir ekonomiye dayanan devlete sosyalizm ya da komüniz­
min yayılmasmı önlemeye yarama aracılığı sayesinde tutunabilmek­
tedir. Yani dünyasal güçler karşısında saf dinsel niteliğini kendi ba­
şına sağlayamamaktadır. Sosyalist rejimlerin kurulduğu yerlerde Ka­
tolik kilisesi ancak dünya işlerinden elini çekme zoruna uyduğu ölçü­
de yaşayabilmektedir.
Osmanlı Padişahlığı ise bir kilise, ya da din hükümdarlığı değil­
dir. O da feodal ya da kapitalist ekonomiye katılamamıştır. Bu iki eko­
nominin etkisi altına girdiği zaman da devlet mülkiyetine dayanan eko­
nomik gücünü ve kaynaklarını birer birer yitirmiştir. Osmanlı Padi­
şahlığı rejiminde, teokratik rejimin tersine olarak, din maslahatı de­
ğil, devlet maslahatı başta gelir. Din adamları devlet maslahatmın,
yani gerekliliklerinin görevlileri (hukukçuları, öğretmenleri ve propa­
gandacıları) dır. Bunların kendileri ruhani bir gövde, bir ruhban «cor-
pus»u değildirler. En üstün bir ruhani otorite makamı da yoktur. Bu
rejimde İslam dininin en üstün otoriteleri Kadıasker ve ŞeyhüUslam’
lardır. Bunlardan birincisi devletin en üstün kaza yani yargı otorite­
si; İkincisi en üstün «ifta» otoritesi yani devlet işlerinde karşılaşılan
bazı sorunlarda din hukukunun yargılarının ne olacağını yorumla­
ma otoritesidir.
87
teokrasi v e LAİKLİK

Din a da m la rı kendi ara la rın d a İslam din inin bekçisi, koruîrucusu,


hatta h alifesi oldu k ları in an cın ı yaşatm ış olm akla birlikte, gerçek te
b u işte asla kendi b aşların a (auto-cephalu s) olm a yetkileri olm am ış­
tır. Böyle b ir yetkiyi ancak devlet gü cü kendilerini eylem e ittiği zam an
u ygu layab ilirlerdi. D evlet işlerine karıştıkları ço k o ld u ysa d a b u k a­
rışm a. inanç, d ok trin ve d ogm a işlerinde değil, d evlet işleri ü zerin d e
v e devletin ya isteğiyle ya d a gü çsüzleşm esi yü zü n den olm uştur. İnanç,
doktrin, d ogm a soru nların a karıştıkları zam an d a b u sorun larda ileri
sürdükleri in an çların yürüm esi devletin desteklenm esine, u ygu lam ası­
n a b ağlı kalm ıştır.
İslam d ün yasın dak i d evletlerin çoğ u n lu ğ u Sünni akidesini u y g u ­
lam ışlardır. Böyle olm akla birlikte, Sünniliğin red d i olan Şiiliği tutan
a z sayıda devletler de oldu ğu halde on lard a d a h ü k ü m d a r gerçek im am
değil, im am ın yok lu ğ u n d a devleti tutan dünyasal h ü k ü m d a r olm uş­
tur. Bu h ü k ü m d a rlard a b ile tam anlam ıyla ru h a n i b ir n itelik ve yetki
yoktur. O sm anlı Padişahlığı rejim i S ünniliği tutm uş olm ak la birlikte,
o n u n tarihinde Sünni, H an efi ve M atüridi m ezhep, h u k u k ve ilahiyat
türlerine ayk ırı d üşen kişiler ço k oldu ğu gibi, b u n la ra karşı ra fızi o l­
m aları yü zü n den savaşılm ası a n ca k devletin lüzum gö rd ü ğ ü zam a n ­
lar, yani «devlet m aslahatına zararh yanları v e eylem leri» oldu ğu za­
m a n la r olm uş v e b u işte ulem a a n cak bu a çıdan g ö re v yapm ıştır.
U lem anın devlet ve d ü n y a işlerinde kendi b aşın a ya rg ı yü rü tm ek is­
tem esi, d evlet gü cü n ü n ço k aşındığı zam a n la rd a olm uştur. Bir din
devleti olarak «İslam D evleti» ideolojisi O sm anlı tarihinde ilk k ez K a­
n u n u Esasi’yle başlam ıştır. U lem a b ir siyasal akım karşısın da «bu
d in sel b ir işdir; b ir d oktrin ya da ilahiyat işidir; devleti ilgilen dirm ez»
d ed ik leri zam an devlet adam larının, b un ları h iç dinlem em iş oldu ğu
ç o k görü lm üştür.
Batılı gözlem cilerin H ıristiyan olanları, H ıristiyanhk dışında top-
lu m la n o n la n n dinleriyle tanım lam a eğilim inde o ld u k la n için. Batı
u y ga rlığın a karşıt h er eylem i o n la n n din inin b ir gereği oldu ğu n u sa­
nırlar.
Y en iliğe karşı çık an b ir tepkinin, olayları in celem eden ve tanım a­
dan, d in den ya d a d in adam ların dan geldiği inancı, T ü rk ça ğd aşlaşm a
tarih inin ta b aşın d a Batılı gözlem cilerin y a zıla n n d a kendini göster­
m iştir. Y en iliğe karşı oluşu n b ir din davası haline getirilm iş o ld u ğ u
dön em de zam an ın O sm anlı devletin in çök ü şü süresince b ir «din d ev­
leti» olm a aşam asına d oğru giden yolu n a çıldığın ı gösteren en ön em li
gösterge, ilk reform girişim lerinin geleneksel d üzen i ca n la n dırm a işi
olarak görü lm esindek i direnm edir. 1876’ya d oğru giden yol, IIL Selim
re fo rm d en ey in in başarısızlığıyla açılm ıştır. K an un u Esasi, T ürk d e v ­
letine b ir «din devleti» sıfatı verm ekle ileri b ir adım değil, geriye d o ğ ­
ru b ir adım* olm uştur. A bd ü lh a m it yönetim ine yol açan, devlet ilke­
sini «din» ya pa n o kanundur. Batı dün yasın a karşı devleti M üslü-

88
TEOKRASİ VE FEODALİZM

manlı|;ın en ön d ek i cephesi h aline sokan d a o kanundur. Bu. b ir orta ­


ç a ğ d önem in d e n orm a l olan , yeni ça ğ d ön em in d e anom ali olan «yeni­
lik» im pa ra torlu ğu n yık ılm asm ı ön lem ek d üşü n cesiyle göze alm m ıştı.
M idhat Paşa, anayasa d evrim ini A vrupalIlara sevdirm ek için O sm anlı
D evleti’nin b u k an un la b ir îslam devleti oldu ğu n u A vru p a dillerinde
yazılm ış M tap çığm d a derin b ir saflık içinde övü n erek tanıtır. Bu g ö ­
rü şü n b ir b aşk a neden i d a h a vardır. O sm anlı Devleti, îslam din inin ya­
ratığı ola ra k kurulm uş olm ak tan çok, a n cak siyasal b ir g ü ç h alin e gel­
d ik ten son ra H ıristiyan devletlere karşı İslam dininin ya n ım tutm uş
olm an ın ürü nü dü r. O sm anlı d evletini kuran ilk O sm an oğu lların ın ve
yan ların dak ilerin Sünni, O rtodoks, M üslüm an oldu k ların dan şüphe
ed en ta rih çiler bile vardır. O sm anlı devleti h alifeliği k u ru lu şu n dan an­
ca k iki yüzyıl son ra olm uştur.
Bundan ön ce İstanbu l’un ahnışıyla, O sm anlı D evleti d in ler ve m il­
liyetler top lu lu ğu olan b ir im paratorlu k h aline geldikten sonra, h ü k ­
m ü altına aldığı m illiyetleri zorla ya da ina n dıra ra k M üslüm anlaştır-
m a dığı için d in ayırım ı (M usevi, Rum, K atolik ayırım ları) siyasal ter­
m in olojid e d aim a yaşam ıştır. O sm anlı rejim in in dinsel b ir rejim ol­
d u ğ u sanısı gerçeğ in tersini yansıtır. Bir d in sel rejim de, d evletin d in in ­
d en başk a b ir dine tanınm a h akkı verilm ez. Bir iki istisnayla, H ıristiyan
d evletlerin egem en oldu ğu ü lkelerde değil M ü slüm an lara ya da M u-
sevilere, h atta oradak i H ıristiyanlığın başka ya da yen i kolların d an
o la n H ıristiyan h alk lara bile tanınm a h akkı verilm em iştir. O sm anlı
siyasal rejim in de İslam hukukuna, îslam m ezheplerine. M usa dinine,
O rtodok s m ezhebine a ra la rın d a siyasal hu ku k p lan ın d a seviyece fark ­
lar olm akla birlikte özel h u ku k ça yer verilm iş olması, dinsel olm aktan
ço k hukuksal b ir d u ru m görü nü şü dü r.
Ç ağdaşlaşm a olayın ın incelenm esinde bize d a h a yararlı olacak
kavram , d in k avram ın dan ço k gelen ek k avram ı olacak tır. O sm anlı re ­
jim inin en önem li yanı, dinsellikten çok gelenekselliktir. Bu daha k ap ­
sam lı k avram h em din hem (M ax W e b e r ’in ku llan dığı b ir terim le) Sul-
tanizm açıla rın ı için e alan b ir kavram dır. B irinci açıdan geleneksellik
şöyle İfade edilir; d ü zen (O sm anlı deyim iyle nizam , âlem ya d a n izam -ı
âlem ) Tanrı ta ra fın da n oldu ğu gibi konm uştur. O ldu ğu gibi tutulursa
sonsuz öm ü rlü d ü r (ebed - m ü d d e ttir). İkinci açıdan b u tür devleti ka-
n u n -u kad im teorisi m eşrulaştırır, yan i on u T a n rı’n ın k oyd u ğu d üzen
yapar. Bu, rejim in siyasal ilkesidir. Böyle b ir devlet İslam din i a çısm d a n
m eşrulaştırılm az. D insel geleneğin değil, güçsel. siyasal, m iliter gele­
n eğin b ir ürü n ü dü r. H içb ir îslam d üşü nü rü böyle b ir siyasa gü cü n ü n
din a çısm d an m eşru lu ğu n u sağlam anın y olu n u bulam am ıştır. D üzen
için d evletin va rlığ m ı gerek siz bulam adık ları için d evletin k aynağının.
İslam d in i d ışın da b u lu n du ğu n u k abu l etm ek zoru n d a kalm ışlardır.
Devlet. îslam d in ve hu ku k u n u k oru r ya da u ygu larsa on u n m eşru ola ­
bileceğin i k abu l etm işlerdir. Osm anlIlarda bu. k anun-u kadim d ed ik ­

89
TEOKRASİ VE LAİKLİK

leri ve kimin koyduğunu asla göstermeye gerek duymadıkları bir il­


keyle ifade edilir.
Bu iki ilkenin yol açtığı üçüncü bir ilke (Max V\^eber’in Patrimo-
nializm dediği) yanı tamamlar. Yani Tanrı âlemin düzenini kurmakla
kalmamış, o düzeni tutmak ve yürütmek için padişahı seçerek onu yer­
yüzünde kendinin bir gölgesi, vekili yapmıştır. Osmanlı Padişahlığı,
güçlenince Tann’nın halifesi sayılmıştır. Peygamberin halifeliği Os­
manlIlardan önce bile, tartışmalı ve su götürür bir sorun olmuştu. Tan-
n ’nın seçmesi bir hak olarak Osmanoğullarının en büyüğüne geçecek
bir mirastır; bir mal, bir mülk patrimonium gibi tevarüs edilir. Bu as­
la şüphe ve tartışma konusu olmamıştır. Padişahlık makamı bu inan­
ca dayanır. Önemli ve geleneksel kutsallığı olanın kendisi, padişahın
kişiliği değil bu makamdır. Bu kişiler arasında cahil olanlar, ahlak­
sız olanlar, akılsız olanlar, hatta öldürülenler görüldüğü halde maka­
mın meşruluğunu padişah gücünün hemen hemen sıfıra indiği zaman­
larda bile, inkâr edecek cesarette bir güç çıkmamıştır. Onu, en son,
Cumhuriyet’i kuranlarm gücü inkâr edebilmiştir.
Bu ilkeleri kabul eden kişiler için normal ve ideal toplum, düzeni
dengelilik içinde tutan toplumdur. Tanrı toplumun bölümlerini asmı
ayn yerlere koymuş, her birine verdiği görevlerle onlan yerlerine
yerleştirmiştir. Bu topluma reaya yani sürü denir. Tanrı’nın seçtiği
vekili (gölgesi) bu sürünün çobanıdır. Hayatın kanunu değişme (in­
kılap) değil, düzen (nizam) dır. İdeal, değişme, evrim, ilerleme değil,
dengedir. Dengenin tecellisi adalettir. Bunlara aykırı olan her şey
ihtilaldir, anarşidir; çünkü değişme (inkılap) bozulmaya (ihtilal ha­
line) yol açar. Padişahın ödevi âlemin nizamını, toplumun düzenini
tutmaktır. Bu iş için ona bir dizi yardımcı hizmet görevlisi gerekli­
dir. Bunlar devletin hizmet sınıflarıdır ve topu birUkte militer ve si­
vil bürokrasiyi teşkil ederler. Cumhuriyet rejimi, Türk toplumunu Os-
manlı rejiminin tam tersi olan bir yöne çevirmenin kesin başlangıcıdır.
TÜRK DEVRÎMÎ’NDE LAİKLİĞİN GELİŞMESİ

Laiklik Cumhuriyet devrimlerinin başlıca davalarından bi­


ridir. Ekonomik hayattan sosyal ve kültürel hayata kadar
bütün hayatın rasyonel ölçülere dayandırılmasını gözeten
bu dava Türk devrim tarihinde nasıl gelişti? Batı’da bur­
juva demokrasi devrimlerinin başka yollarla gerçekleşti­
rildiği bu devrimin ortaçağ müslümanlık - sultanlık cemiye­
tinden, modern Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte izlediği
yol nedir?

Türk devriminin getirdiği ve rejimimizin dayandığı altı ana pren­


sipten biri laikliktir. «Laik» kelimesi, Yunanca «laos» kelimesinden
gelen «laikos» kelimesinden alınmıştır. «Laos» kelimesi eski Grekler’
de halk anlamına gelirdi. Ortaçağda bu kelime, rahip olmayan halk
anlamına kullanılmıştır. Şu halde bu tabir zamanla din adamı olma­
yan kişiler için kullanılmıştır. Bugün Fransızca’da kullanılan «laïcisme»
tabiri karşılığı olarak İngilizce ve Almanca’da kullanılan tabir ise, La­
tince «saecularis» kelimesinden alınmış olup, çağdaş, yani din gibi de­
ğişmez değil, zamanla değişir olan anlamma gelmektedir. Şu halde
halkçılık, çağdaşlaşma, uygarlaşma, devrimciük kavramları muhte­
lif dillerde kullanılan tabirlerin kaynaklan bakımından da laiklik kav­
ramıyla bir akrabalığa maliktirler.
Bu, rejim için kullanıldığı zaman, laiklik tabiriyle, genel olarak
ve kısaca din işleriyle dünya işlerini ajaran bir rejim kastedilir. Bu­
nunla birlikte, laiklikle kastedilen şey sadece devlet içinde din ve dün­
ya işleriyle ilgiU otoritelerin birbirinden ayrılması değildir. Sosyal ha­
yatın birçok cepheleriyle din arasındaki ilişkinin çözülmesi kastedilir.
Nitekim bizde laiklik dendiği zaman yalnız siyasal ve dinsel otorite­
nin aynlması değil, eğitimin, ailenin, ekonomik hayatın, hukukun, hat­
ta, görgü kuralları, kıyafet ve sairenin değişmez din kurallarından ay­
nlarak zamanın ve hayatın gerek ve zorunluklanna göre tayin ve tan­
zim edilmesi anlaşılır.
Laik bir rejimin karşıtı din işleriyle dünya işlerini birleştiren bir
91
TEOKRASİ VE LAİKLİK

rejim olabilir. Böyle bir rejimde ya dünya işlerinin mutlak hakimi din
başkam olur, bütün dünyasal meselelerin son ve kesin ölçüsü din ku­
ralları olur, ya da dünyasal hükümdar aynı zamanda din başkanı olur-.
Dini kurumlar ve din adamları dünyasal hükümdara bağımlı ve ona
yardımcı durumda bulunur. İlk biçiminde siyasi bir rejim manasıyla
teokratik rejim olur.
Bunu îslamhğın ilk dönemlerindeki devlet biçimlerinde görürüz.
İslamlık, Hıristiyanlıktan farklı olarak yerleşmiş, kurulmuş büyük bir
dünya imparatorluğunun içinde çıkmamış, daha ilk zamanlarından
itibaren dinsel bir devlet olmuştur. İslam örgütü ta başlangıcından iti­
baren siyasal bir uzviyet olmuştu. Peygamberin kurduğu devlet, şu
halde, teokratik bir devletti. Yani, bütün sosyal hayat, din esaslarına
göre düzenlenmişti. İlk halifeler zamanında da bu böyle idi. Bunlar
din kurucusunun halefleri oldukları kadar ve belki de bu sıfatlardan
daha da kuvvetU olan bir devlet başkanıydılar. Ömer, halifelikle bir­
likte «müminlerin emiri» ünvanını da almıştı. Böylece bir hükümdarın
siyasal işlevlerini de resmen yüklenmiş oluyordu. Daha sonra, Eme­
viler zamanında, teokratik devlet rejimi tam anlamıyla yerleşti. Çün­
kü o zaman dinsel cemaatin sınırlarıyla siyasal egemenliğinin sınırları
henüz birbirinin aynıydı. Bu itibarla dinsel örgütlenme dışında esas
itibariyle ayrıca bir siyasal örgütlenme yoktu. Şu halde din, yalnız ma­
nevi dünyanın bir bölgesinden ibaret değil, ondan aşkın olan siyasal
ve sosyal gerçeğin doğrudan doğruya biçimlenmesiydi. Devlet, dinsel
cemaatin ancak siyasal örgütünden ibaret bir varlıktı. Devleti meyda­
na getiren prensip din esasıydı. Devletin başlıca işlevi din işlerinin ko­
ruyuculuğu ve hatta yapıcıhğıydı.
Bu dinsel devletin başında ilahi hükümranlık vardır. Tanrı tek ol­
duğu için onun vekili olan hükümdar da tektir. Devletin başlıca işle­
rinden biri olan savaş da, dinsel mahiyeti olan bir görevdir. Hukuk tü­
müyle dinsel hukuktur. Kaza işlevi, ilahiyatçıların ve Şeriat mahke­
melerinin elindedir. Abbasiler zamanında durum böyle olmakta de­
vam etti. Hatta bunlarda hükümdarın dini ve kutsal görünümü kuv­
vetlenmiş, devletin siyasal yönetimi vezirlere, emirlere bırakılmıştı.
Halife yine bütün Müslümanların en yüksek din başkanı şaşalıyordu.
Bütün siyasi iktidann kaynağı o olduğu gibi, dinsel sorunlarda hatta
Şeriat hükümlerini vermekte de son söz onundu.
Fakat İslam dünyasında dinle devlet sınırları birbirini aşınca, ya­
ni bütün Müslümanlar aynı devletin egemenliği altında olmayınca
dünyasal egemenlik arasında ayrılma baş gösterdi. On birinci yüzyıl
ortalannda halifelik dünyasal egemenlikten tümüyle ayrıldı. Halifeler
on altıncı yüzyıla kadar siyasal güç ve egemenlikten mahrum kaldılar.
Dünyasal hükümdarlar hükümdarlıklarını sadece halifelere tasdik
ettiriyorlardı. Bu çağa kadar Osmanlı hükümdarlarının da halifelik
vasfı yoktu. Devlet siyasal ve çağdaş gereklere göre yönetiliyordu. Ateş­
92
TÜRK DEVRÎMİ’NDE LAİKLİĞİN GELİŞMESİ

li silahların, gem iciliğin b aşk a u lu slardan a lm m ası işinde b u h ü k ü m ­


d a rla r h iç b ir d in i m ü eyyid en in elde edilm esine gerek d u y m ad a n h a ­
rek et .ediyorlardı. O n a ltın cı yü zyılda M ısır’ın ahnm asıyla halifeU k h a k ­
kı O sm anlı h ü k ü m d a rların a d evred ild iğ i halde, dü n yasal h ü kü m dar­
lık ları gü çlü oldu ğu sü rece bu ü n va n a fazla ön em verm ediler. A n ca k
gerilem e d ön em i başladıktan son radır ki O sm anlı h ü k ü m d a rları h ali­
felik sıfatlarını ileri sürm eye başlam ışlardı. T arih çilerin tesbit ettiği­
n e göre, O sm anlı h ü kü m d a rların ın h alifelik ü n va n ların ı ku llan dık ları
İlk resm i b elg e on sekizin ci yüzyılın ikinci y a n sın d a yapılan K üçük
K a yn arca A n tlaşm ası’dır. B unda güdü len am aç, Rus ça rla n n ın im pa­
ratorlu ktaki O rtodok s H ıristiyan lan him aye etm e siyasetine karşılık
ola ra k İslam T ü rkler üzerinde m an evi b ir n ü fu z kurabilm ekti.
B ununla birlikte, d a h a ön ce de O sm anlı siyasal ve sosyal h ayatm -
d a dinin, din ku rulu şların ın ve din a d a m la n n ın bü yü k b ir n ü fu zu yok
d eğild i. K ör taassubun ne hale geldiğin i betim lem esi b ak ım ın d an ya l­
n ız b ir olayı örn ek olarak b u ra d a aktarm ak istiyorum : 1716’d a b ir sa­
vaşta şehit düşm üş olan b ir sadrazam ın kitapların ın m üsaderesi için
b ir irade çıkm ıştı. A ncak, kataloğu d ört cilt tutan bu k itap lar arasın­
d a b u lu n an felsefe, tarih ve heyet kitaplarım n kitaplıklara d evred il­
m esinin u ygu n su z k açacağ ın a d air b ir Şeyhülislam fetva çıkartm ıştı.
D evletin yönetim inde bu ku ru m u n b ü y ü k ro lü vardı. O ysa Şeyhülislam ­
lık başlan gıçta K azaskerlikten ibaretti. S avaşlarda b irtak ım şer’i m ese­
leler çık tığı için h ü k ü m d a r savaş zam anı b u n la n ya m n d a b u lu n d u ru r­
du. B unlar zam an la ön em kazanarak b ütün h u k u k so ru n la n m n baş­
k anı sayıldılar, fetva h ak k ın a sahip oldular. Bu m a kam d a bu lu n an zat,
sadrazam la aynı rü tbede bulu nur. Ş er’i işlerden başka adliye, m a a rif
işleri de b u m akam ın denetim ve yönetim indedir. Bazı d in görevi olan
m em u rların beledi görevleri bile vardır. U ygu lan an kan u n lar tü m ü yle
Şeriata d aya n d ığı ve yü rürlü kteki hu ku k sistem i d in e d aya lı fık ıh ol­
d u ğ u için, kaza işleri d in i k u ru m larda yetişm iş u lem an ın elindeydi.
Bazı hallerde şeyh ü lislam lar sad razam lardan d a h a n ü fu zlu bile o la b i­
liyorlardı. Ç oğu k a ra n n alınm ası ve u ygulan m ası için, p ad işah ın irade
etm esi, sadrazam ın d a d erh al harekete geçm esi yeterli değildi. K arar
v e u ygulam alarda, şeyhülislam ın fetv a verm esi, ya p ılacak eylem e din i
izin v e m üeyjdde verm esi gerekirdi.
Bunun önem ini, özellikle ülkenin karşılaştığı yeni olay ve m esele­
lerd e tu tu lacak yolu n ne olacağın m tayin ed ilm esin de görü rü z. B ugün
b izim için d evletin sadece idari, siyasal, teknik d ü şü n celerle d e rh a l
a lıverd iği ön lem ler o zam an m utlak devletin vizesini alm a ya m e cb u r­
du. Bu hususta d evlet a d a m la n çok d e fa im kân sızlıklarla karşılaşıyor­
lardı. M üslüm an olm ayan b ir devletten b o r ç alınıp alın a m a ya ca ğı bile
b ir fetv a ile tayin edilirdi. M atbaa açm ak ve kitap basm ak için d in i b ir
otoriten in izn i gerekirdi. B iliyoruz ki m a tba acılık ülkem ize Avrupa*
daM b aşla n gıcın d a n a n cak ü çy ü z yıla yak ın b ir zam an son ra g ireb il­

93
TEOKRASİ VE LAİKLİK

m iştir. O ysa on d a n ç o k ön celeri, hatta d a h a on b eşin ci yüzyıl sonunda,


ya n i bizde m a tba acıh ğ ın başlajaşın dan 233 yıl ön ce M useviler, d ah a
son ra K um lar ve E rm eniler ta ra fın da n m atba a açılm ıştı. Bizdeyse a n ­
ca k 1726 yılın da m atba a açılabilm esi için fe tv a alınabilm iştir. Fakat
b u izin a n ca k lügat, m antık, 'hikmet ve h eyet kitapların ın basılm asın­
d a geçerli olm uş, fıkıh, kelam , tefsir ve hadis h ak k ın d a ya zılacak eser­
lerin basılab ileceğ i bildirilm em işti. H ele K u ran 'ın m atba ad a basılm a­
sı bü sb ü tü n im kânsızdı.
Onsekizinci yüzyıldan itibaren Batı devletlerinin ilerlemeleri kar­
şısında devletin zajafladığı görülüyorduysa da sosyal bünyede herhan­
gi bir esaslı değişiklik yapma fikri hatıra gelmiyordu. Ancak o n d o
kuzuncu yüzyıl başlanndan itibaren devletin ve sosyal hayatın çağ­
daşlaşma zorunluğu kesinlikle hissedilir olmuştu. Tanzimat’tan önce
gerilemenin nedenlerini araştıran müellifler ve devlet adamları, bun­
ları sürekli geçici ve basit birtakım yolsuzluklara bağlarlar, bunun için
de ufak tefek ve o zamanki şartlar bakımından meseleyi halledemeye­
cek birtakım İslahat önlemleri bulunabileceği düşüncesine saplanmış­
lardı. Oysa Batı uygarlıklarının son yüzyıllardaki ezici üstünlüğü kar­
şısında Batı uygarlığmın örnek alınmasına doğru esaslı adımlar atıl­
ması zorunluydu. îşte Tanzimat ve ondan sonraki dönemlerin düşünür
ve devlet adamlarını bu uygarlaşmanın ne olabileceği ve nasıl yapı­
labileceği sorununun uğraştırdığını görürüz. Bu sorun ister istemez
Batı uygarlıklarının zorladığı yeni icaplarla bütün sosyal hayatın da­
yandırıldığı din esaslarının birbiriyle uyuşturulup uyuşturulmayacağı
sorununa dayanıyordu.
Tanzimat, bilindiği gibi bu uygarlaşma veya çağdaşlaşma zorun­
luluğunun ilk resmi ilanı ve harekete geçilmek isteğinin ifadesi İdi.
Bununla birlikte, dönemin kararlarında ve icraatmda, gerek devletin
ve gerek öbür sosyal kurumların laikleştirilmesine doğru kesin bir
adım atılmış değildir. Devlette hükümdarın dini vasfı devam etmekte,
hatta kuvvetlenmektedir. Egemenlik kaynağının millet olduğu hak­
kında hiçbir kajTit yoktur. Hükümdarın mutlak kudretini kaldıracak
hiçbir güç oluşturulmamıştır. Emperyalist Avrupa devletlerinin kendi
ekonomik ve siyasal çıkarları bakımından yaptıkları tavsiye ve hatta
zorlamalar İslam olmayan tebaya din ve vicdan özgürlüğü verilmek­
le kalmıştı. Buna karşılık Tanzimat’ın başlıca yeniliği devletin görev­
leri arasına dinsel mülahazalar ve kurumlar dışında kalan yeni gö­
revler ve kurumlar getirilmiş olmasıdır. Fakat bu da Cumhuriyet dö­
nemine kadar sürüp gelen bir ikiliğin başlangıcı olmuştur: Devlet bir
yandan, hangi din ve mezhepten olursa olsun bütün tebasım eşit sa­
yarken öbür yandan hükümdar hâlâ din başkanı olmakta devam edi­
yor, İslam tebanın hayatı hâlâ din ölçülerinin kaydı altında bulunu­
yordu. Bir ygından yeni ve dinsel olmayan teknik okullar açılırken öbür
yandan medreseler ve dinsel eğitim devam ediyor; bir yandan ticaret,
94
TÜRK DEVRÎMİ’NDE LAİKLİĞİN GELİŞMESİ

oeza kanunlan gibi laik esaslara dayanan kanunlar yapılırken öbür


yandan her şey Şeriat hükümlerince yürütülüyordu. Bir yandan yeni
mahkemeler kuruluyor, öbür yandan Şeriat mahkemeleri sürüyordu.
Bu ikilik aynen Tanzimat düşünürlerinin tartışma ve eleştirilerin­
de de kendini gösterir. Tanzimat’ın getirdiği bu ikiliği, dıştan haklı
olarak eleştirenler vardır; ancak bunlar dini esaslara dayanan tarafı
esas taraf olarak kabul etmekte direniyor, laik yeniUklere gerek gör­
müyorlardı.
Bundan üç çeyrek yüzyıl geriye baktığımızda, laiklik ve uygarlaş­
ma sorununda o zamanki düşünürlerimizin bile bu ikilik çıkmazına
girdiklerini ve daha sonra uzun süre bunun içinden çıkamadıklarını
görürüz. Örneğin Namık Kemal’in bazı fikirlerini gözden geçirdiği­
mizde bu açıkhğa kavuşur. Bilindiği gibi Namık Kemal ve arkadaş­
ları bizde de İngiliz ve Fransız devrimlerinin getirdiği özgürlük ve
meşveret rejimleri gibi bir rejim olmasını istiyorlardı. İngiliz ve Fran­
sız devrimlerini hazırlayan düşünürler insanların doğuştan birtakım
haklara sahip olduklarını, bu hakların kimse tarafmdan onlardan alı­
namayacak ve kendilerinin vazgeçemeyecekleri haklar olduğunu ka­
nıtlamak için bunların insana herhangi bir mevzuat tarafmdan değil,
doğuştan verildiğini öne sürüyorlardı. Namık Kemal bu fikirleri kabul
etmiş görünüyordu. Bu takdirde, egemenliğin kayıtsız şartsız halkta
olduğunu kabul etmek gerekirdi. Bunun için de, halkm devrim hakkı
olması, bu haklara karşı gelen herhangi keyfi bir gücü yıkmasının
kabul edilmesi gerekirdi. Oysa birçok yazılannda da görüldüğü gibi,
Namık Kemal ne saltanatın ne de halifeliğin kaldırılabileceğini kabul
ediyordu. Bunun gibi, o insanlara ait olan doğal haklarm bize Şeriat
aracılığıyla ilahi menşeden ihsan edildiğini kabul etmekte devam edi­
yordu. Bu takdirde hükümdarın meşruluğunu Tanrı ve dinden aldı­
ğını kabul etmek zorunluğu da vardı. Demek ki bizim sosyal ve siyasi
rejimimizin temeli ister istemez din ve Şeriat olacaktı. Kanunların
esası, gerçi doğal haklara dayanıyordu, ancak bizde bu doğal haklar
ilahi adaletin ta kendisiydi ki bunu da Kuran tayin etmişti.
Onun bu konudaki düşüncelerini şöyle özetleyebiUriz: Biz din üze­
rine önerilerimizi söyleriz. Dinin siyasi hükümlerinde uygarhğa engel
olacak bir şey olmadığı gibi, şundan eminiz ki kamunun özgürlüğünü
sağlayacak çare bu din hükümlerine başvurmaktır. Bizim çürümemiz
bu kurallara ujrmayışımızdan hükümetimizin temeli olan Şeriat hü­
kümlerini uygulayamayışımızdan ileri gelmiştir. Devletimiz yaşamak
isterse, Muhammed’in Şeriatından ayrılmamalı ve bir İslam devleti
olarak kalmalıdır. Biz düstur yerine şer’i kanun isteriz. Şeriat, yön­
temi ayet ve hadislerden çıkarılan bir bilgi deryasıdır. Şeriattan mey­
dana getirilecek kanun adalet bakımından ve zaman uygunluğu iti­
bariyle belki de medeni devletlerde bulunan kanunların hepsine üs­
tün olduğuna şüphe yoktur. îslamhğın bugünkü uygarhkla uyuşamaz
95
TEOKRASİ VE LAİKLİK

sanısını, T an zim at’ın d ü n yasal h ü kü m eti d in i hü kü m etten a yırm a gi­


rişim i verm iştir. T an zim at b u n u yapm akla, devleti d in sel yaptırım la­
rın dan , din i de d evlet ya p tırım ların d an m ah ru m etm iştir. E ğer ya p ı­
la n ıslahat fık h a göre ve Şeriat a d ın a yapılm ış olsaydı; ceza k an u n u
Batı’d an alınacağın a, fık h ın u k u b a t faslı ya zıya geçirilm iş olsaydı b u n ­
la r ortaya çıkm azdı. Elde sem avi b ir Şeriat ve fık ıh gibi b ir hakikat
d eryası va rk en ya ba n cıla rd an k an u n alm a ya k endim izi zoru n lu h is­
setm ek d oğru değildi. H atta d in i esaslardan ah n arak yü rü rlü k le ilgili
b ir M ecelle m eyd a n a getirildiği halde, öb ü r kan u n ların d in i esaslar­
d an alınm am ış olm ası d o ğ ru değildi.
N am ık K em al devlet h u k u k soru n ların da b öyle d ü şü n dü ğü gibi,
ahlak, aile ve görgü k u ralları soru n ların da d a d in i esasların ve âdet­
lerin k orunm ası yanlısıydı. «Eğer sizin m eden iyet d ed iğin iz şey,» d i­
yor, «k a n la rın a çık saçık sok a ğa çıkm ası ve m eclislerde dans etm e­
siyse on la r ahlakım ıza m u gayyird ir. Biz istem eyiz, istem eyiz, b in ke­
re istem eyiz.» 1
Bütün b u n lard a n görü ld ü ğü gibi, bu d ön em in dü şü n ü rleri Tanzi­
m at d önem in e has ikilikten ku rtulam am ışlardır. Batı ve Doğu, d o ğ a l
h ak lar d oktrini ile Şeriat, h alk ile sultan, m od ern devlet ile teokrasi
ve otokrasi a rasm d a kesin b ir tercih yapm aktansa b ir teUf yapm ayı
düşünm üşler, bu tercihte ölçü olarak d a d in sel a n ’a nelerin etkisi al­
tın da sü bjektif görü şler ileri sürm üşlerdir. (Ö rn eğin k ad ın ların yeni
d u ru m u soru n u nda, örtünm eyi. T ürk ahlakına özgü b ir ilke olarak
b enim sem işlerdir.)
D aha son raki yıllarda b u d üşü n ü ş b için ü h em en h em en a yn en d e­
v a m etm iştir. 1876 A n ayasası laik d evlet fik rin den d a h a ne k ad ar uzak
b u lu n u ld u ğ u n u gösterir. Bu k an u n da da h ü k ü m d a rd a h alifelik vasfı
toplanıyor. İslam din in in devlet d in i oldu ğu belirtih yordu . A bd ü lh a -
m it’in siyasetinde teokratik görüş özellikle ön em kazanm ış, eylem ci b ir
«îslam İttihadı» siyaseti gü dülm eye başlanm ıştı. D ön em in d ü şü n cele­
rinde. B atıklaşm a, uygarlaşm a, d in u yga rlık ilişkisi soru n ları gibi
soru n lard a Tanzim at görü şlerin in d evam ettiği görü lü r. Bu dönem de,
ahlak, hukuk, görg ü kuralları, yönetim , eğitim , a ilen in duru m u , kadı­
n ın d u ru m u s o ru n la n üzerinde tartışm alar d evam ed erk en d in sel öl­
çü lerin esas alınm ış oldu ğu n u görü rü z: U ygarlığın b ir m an evi cep ­
h esi b ir d e m a d d i cephesi vardır. M an evi cephesi, din. m ezhep, ahlak
ve m an eviyata d ayam r. M ad di cephesi zam an ım ızda görü len buluş,
san ayi ve ticaretten ibarettir. İslam Şeriatı bize öyle yü ksek b ir m a­
n e v i u yga rlık verm iştir ki d ışın dan gözü m ü zü kam aştıran Batı, b u u y ­
ga rlık d erecesin e gelebilm ek için d a h a ç o k çalışm aya, d a h a doğrusu,
b u d in in kutsal k u rallarm ı h atta b irer b irer d e ğ il toptan a lm a ya z o ­
ru n lu du r. Şeriat h er yerde, kesinlikle iyileştirici gü çte k u rallar g etir­
d iğ i için b u n la r değişm ez, sosyal hayatın b u n la r üzerine tem ellendiril-
m esi gerekir.

90
TÜRK DEVRİMÎ’NDE LAİKLİĞİN GELİŞMESİ

Bu dönem tartışmaları, sosyal hayatımızın değişme hahnde olan


birçok cepheleri çevresinde, hepsinin temelinde bu yukarıdaki düşü­
nüş tarzının ifade edildiği yargılarla doludur. Ancak 1908 Anayasası
ilan edildiği zaman da laiklik prensibinin kabul edilmesi gibi bir me­
sele olmadığını görürüz. Bu kanun hükümdarın halifelik vasfını sağ-
lamlaştırdıp gibi, «Devlet-i Osmaniye’nin dini, din-i Islamdır» esasım
olduğu gibi kabul ediyordu. Ancak meşrutiyetçiler İstibdat d ö n em inin
getirdiği şiddetli teokratik ve otokratik yönetimi kırarak Tanzimat dö­
neminin getirdiği daha liberal, telifçi ve ikilikçi siyaseti ve görüşü ge­
tirdiler. Devlet biçim ve yönetiminde, sosyal hayatta, terbiye, kadın­
lık, aile, görgü kuralları, yazı, dil, kıyafet velhasıl hayatın hemen her
safhasında ikilik devam ediyordu. Buna karşın, büyük bir ijnmserlik-
le artık sorunun halledildiği, Osm anlIların Batı uygarlığı çevresine
girdiği ileri sürülüyordu. Oysa, o dönemden jrirmi jnl önce Cumhuri­
yet rejimi dönemine kadar geçen zaman içinde bu teüfçiUğin başarıya
ulaşmadığını, geçen olayların onun her yanını yıktığım gördük. Olay­
lann gidişi öyleydi ki laiklik prensibini açıkça ve kesin olarak kabul
etmek ve yapılacak ilerleme girişimlerini buna göre ayarlamak bir
zorunluluktu. Batı demokrasisinde, devrimlerin açtığı ve tümüyle orta
sımfın akılcı zihniyeti ile yürütülen teknik, ekonomik ve sosyal ilerle­
melere benzer bir gelişim sürecinin başlayabilmesi için, geçmişe da­
yanan ve çoğu dini yaptırımlara dayanan birçok yargıdan vazgeçmek
gerekiyordu. Devletin teokratik olması, dönem koşullan içinde birçok
çelişki doğurayordu. Bunun mümkün olması için devletin her şeyden
önce bütün İslamları içine alan kutsal ve mutlak bir devlet olması ge­
rekti. Bu ancak İslamların devlet olarak birleştirilmesiyle mümkün­
dü. Tarihte bu, İslamlığın ilk dönemleri dışında hiçbir zaman yüzde
yüz gerçekleştirilememişti. Bundan başka, yalnız Türk milletinin dev­
leti olan milli devlet varlığını, birlikte değil, milli birlikte aramalıydı
ve bunu ortaya atan milliyetçilik akımı oldukça kuvvetlenmişti. Laik­
lik prensibi milli devlet imkânının da zorunlu bir koşulu oluyordu.
Ancak dahası var: Demokratik bir rejimin imkânı da laikliğin kabu­
lünü ister. Çünkü dinsel egemenlikle dünyasal egemenliğin birleşme­
si mutlak monarşinin kabulünü icap ettirir. Egemenlik kaynağının
halk ve millet olduğunu kabul etmek için hükümdann ilahi güç ve
hukukunun tanınmaması gerektir. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi fikir
ve devlet adamları bu iki karşıtı birleştirmeye çalışıyorlardı. Onlar
istibdat yönetimiyle savaştıklan halde dinin kişisel istibdada uygun
olmadığını, dinin esaslarında meşrutiyet ve demokrasiye karşıt bir
şey olmadığını, hükümdarm da Şeriata bağımlı olduğunu boşuna id­
dia ediyor: Şeriat esaslannı halk ve hükümdar haklarını tayin v e
tehdit eden bir tür Anayasa gibi görmek istiyorlardı. Oysa bütün b u
iddialann tersine din, (ister hükümdar tarafından doğrudan doğru­
ya. ister onu âlet edenler aracılığıyla olsun) mutlak bir yönetimin
97
TEOKRASİ VE LAİKLİK

elinde araç idi. Bu mutlak gücün önüne geçebilmek için onun dayan­
dığı dini yaptırımları tanımamak gerekti.
Oysa bu görüşün daha zayıf tarafı, iddiaların olaylar karşısında
durmadan yalanlanmakta olması idi. Bu olaylar özellikle uygarlığın
maddi denen bölümünü Batı’dan olduğu gibi almaya taraftar olanla­
rm onun manevi uygarlık dedikleri esasla uyuşabileceğini kanıtlama­
larını imkânsızlaştırmıştır. Türk sosyal hayatı derin maddi devrim-
lere uğradıkça, manevi uygarlığın kurallarıyla sürekli bir çatış­
ma meydana getiriyordu. Sanayileşme, ticari gelişim, girişimci ve
bireyci düşünce, akılcı devlet yönetimi, kısaca Batı uygarhğı denen uy­
garlığı alabilmek için devlet, siyaset, hukuk, ekonomi, eğitim, aile,
görgü, kıyafet alanlarında artık din ölçülerinden kurtulmuş bir anla­
yışla harekete geçmek gerekiyordu. İşte Türk devletinin laik bir dev­
let haline gelmesi ve onun arkasından sosyal hayatın önemli kurum-
larmın dini ölçü ve kanılar dışında kalan esaslara göre yeniden ku­
ruluşunun yollarının açılması. Cumhuriyet dönemi eseridir. Cumhu­
riyet döneminde bu laikleşme akımının safhalarını şöyle özetleyebi­
liriz:
1921’de B üyük M illet M eclisi ta ra fın da n ilk Teşkilatı Esasiye Ka-
n u n u ’nun kabul edilm esiyle «egem en lik m illetindir» ilkesi yeni devlet
rejim in in a n a ilkesi h aline getirilm iş oluyordu. Bu gayet d oğal olarak,
daha o zam an dan saltanat ve h ilafet k u ru m larıyla uyu şam az bir
adım dı. N itekim olayların gidişi bu m antıksal son uca vardı. 1922’de
O sm anh Sultanlığı ilga edildi. H ilafet siyasi egem enlikten ayrıldı.
1923’ te C u m h uriyet’in ilan edilm esi siyasi egem en liğin dini yaptırım ­
larını kesinlikle k aldırıp yerine laik otoriteyi koydu. A rtık devletin
ve sair sosyal k u ru m la n n laik kurallara göre yen iden tanzim i için
b ütün yolla r hazırlanm ıştı. 1924’te laikliğin kaldırılm asıyla bu yold a
ilk bü yü k adım atılm ış oldu. 1924’te C u m huriyet A n ayasası’n da yapılan
bazı değişikliklerle dini m ahiyetteki yaptırım ları da içeren birtakım
kayıtlar kaldırılm ış oldu. Şer’iye V ekâleti, şer’i m ah kem eler k aldırıl­
dı. «Tevhidi tedrisat» k anunuyla eğitim alanında T an zim at’tan beri
sürü p gelen ikiliğe son verildi. M edreseler, tekke ve zaviyeler kapatıl­
dı. 1925’te «şapka kanunu» ile laik düşünüş, hızı bütün halk tabaka­
ları arasın da ya yıla ca k k ad ar gü çlü b ir adım atmış oldu. M illetlerara­
sı takvim in kabulü, n ihayet m edeni kanunun kabulü, idari, ek on om ik
ve h ukuksal h ayat alanlarınd a laik esasların yerleşm esini sağlayan
olaylardır. A ile ve evlenm e k u ru m lan , kadının sosyal ve hukuksal
durum u, dini ölçü lerden ku rtarılıp çağd aş esaslara dayan dırıldı. Laik
eğitim sistem inin d oğal sonucu olarak dini eğitim , din oku lları ve ni­
h ayet ilahiyat fakültesi kaldırılm ış oldu. A ra p h arflerin in yazı siste­
m inden atılarak, yerine latin h arflerin den alınm ış b ir yazı kabul ed il­
m esi bu yold a yapılm ış en önem li devrim lerden biri oldu.
Bütün bu devrimci adımlarla. Cumhuriyet döneminde sosyal ha­

98
TÜRK DEVRİMİ’NDE LAİKLİĞİN GELİŞMESİ

yat dinlerden ve dinlerin koyduğu naslardan değil, hayatın kendin­


den ve onun gereklerinden esinlenmiştir. Bu, CHP programmda şu
biçimde ifade edilmiştir: «Parti, bütün kanunların, nizamlarm ve usul­
lerin muasır medeniyete ilim ve fenin temin ettiği esas ve şekillere gö­
re yapılmasını ve tatbik edihnesini prensip olarak kabul etmiştir. Hiç­
bir vatandaşa kanunların müsaade ettiği dairede tatbik ettiği din ve­
ya itikatlerinden dolayı müdahale edilemez. Parti, din fikirlerini dev­
let ve dünya işlerinden ve siyasetten ayn tutmayı milletimizin her
yönden ilerleyip j^selm esin de başhca muvaffakiyet âmili görür.»

Ankara Üniversitesi İkinci Üniversite Haftası’nda Hatay'


da konferans olarak verilmiş, Dil ve Tarih - Coğrafya Fa­
kültesi Dekanlığı’nca neşredilen ve bu konferansları topla­
yan eserde çıkmıştır. Yurt ve Dünya: Sayı; 36; 1943.

(1) Ziya Paşa’nın bu konudaki fikirleri daha geri ve serttir. Bu konuda daha
çok bilgi edinmek için şu yazılara başvurulabilir: İhsan Sımgu, «Tanzi­
mat ve Yeni Osmanlılar», Tanzimat, sayfa 800-816, 1940. Bu değerli in­
celemedeki belgelerden yararlanarak yazılan: Niyazi Berkes, «Namık
Kemal ve Laiklik», Siyasi İlimler Mecmuası, Sayı 118, sayfa, 491-497, 1941.
İKİNCİ BÖLÜM
KOMŞUDAKİ YANGIN

Bilin bakalım RCD nedir? Zamanımız bir çeşit modern «Hurufilik»


oluyor. Onun için ben de size küt diye bu harfler neyin nesidir diye
sorunca benim de bildiğimi sanmayın. Tahminle söyleyeyim, yanılı­
yorsam kusuruma bakmayın.
CENTO diye bir şey olduğunu duymuşsunuzdur herhalde. Yaşı­
yor mu, ölü mü onu da bilmiyorum. Aklımda kaldığına göre bu RCD
işte bu CENTO’nun Türkiye - İran - Pakistan çizgisindeki devletler
arasında bilgi alışverişini, bir çeşit bilimsel uzmanlık ya da danışman­
lık işini yapacak olan, İngilizce adını bilmediğim örgütün ilk harfle­
ri. Türkiye’nin de bunda enformasyon uzman ya da uzmanları olsa
gerek.
Bir iki gün önce bir arkadaşımdan bir mektup almıştım. Şu son
zamanlardaki İran olaylarına değinerek şöyle diyordu: «İran olayla­
rını anlayamıyorum. Bu Humeyni’nin arkasında kim var? Bu ada­
mın İran’ı adeta radarla ta Paris’ten idare etmesini izah edemiyo­
rum.» Bu işe şaşan daha belki yüz binlerce Türk var. İran da mo­
dem Hurufî harflerinin içinde.
Bu soru bana başka birini, bu İran Hurufîliğini anlayamadığını
basın mensuplarının önünde söyleyen bir zatı, dünyanın en önem­
li. en büyük adamını hatırlattı. Kimi kastettiğimi anlamış olmalısı­
nız: ABD’nin sevimli başkanı, Mr. Carter. Acı acı CIA’nın kendisine
Şah hakkında yanlış bilgi verdiğinden yakmıyordu. Kendisine veri­
len raporlarda, Şah’ın daha en azından on yıl tahtında oturacağını
garanti etmişler. Sevimli Başkan, bu safça konuşması yüzünden İn­
giliz gazetelerinden birinin hışmına uğradı. Bu tür safça konuşma­
lara devam ederse, gelecek seçimlerde zor seçilir deniyordu.
Sözü geçen muazzam, milyarlık örgütün bu muazzam bilgisiz­
liği karşısında bizim İran üzerine bir şey bilmeyişimiz bağışlanacak
bir yanılma. Ama ötekine ne demeli?
Bu bilgisayarlı, milyarlık kurumlann bilmedikleri basit gerçek­
ler şunlar: Belki çoğunuz bile biliyordunuz; yalnız bu basit gerçek-
103
TEOKRASİ VE LAİKLİK

leri sa3m ıadan ön ce m erak ettiğim b ir şejrl sorayım ; b u gerçek lerin


e n b ilgin ce olan ların ı, «iraniyat» incelem elerin de en seçkin bilim a-
d a m la n n ı yetiştiren Ingiltere ve A m erik a üniversite p rofesörlerin in
sayısız d en ecek yalanların ı olsun okum am ış m ı b u a d a m la r? H afiye­
liğe, casu sluğa n e gerek va rd ı? B ugünün geleceğin i onbeş yıld ır b e n
d e biliyoru m . Şim di h er gü n adını duyduğum uz, (Fars ağzı ile yazılır­
sa K hom eini) H um eyni a dlı za,tın k ardeşinin torunu, (gen e Fars a ğ­
zı ile yazayım ) H a’irî, h oca lık etm ekte oldu ğu m K anada Ü niversite­
s i’n de ben im öğren cim di. (B enden aldığı d oktora teziyle şim di K ali­
fo rn iy a ’d a b ir ü n iversitede Farsça h o c a s ı). O n u n b u M olla ile a k ra b a ­
lığın ı tesadüfen öğrenm iştim . 27 M ayıs’tan sonraki b ir y a z tatilinde
İstanbul’a gid eceğim b ir sırada b an a gelm iş, o a d d a b ir akrabasının
T ü rk iye’de sü rgü n oldu ğu n u , fa k a t n eresinde oldu ğu n u ailece bil­
m ediklerini, m erak ettiklerini söylem işti. İzm ir’de d iy e duym uşlar.
S ü rgü n lü ğü n ü nerede geçird iğin i öğren ir de b ilgi getirirsem sevine­
cek lerin i söylem işti.
Ben şehinşahların daha Abdülhamit zamanında Türkiye’ye (Kıb­
rıs’a, Akkâ’ya) adam sürdüklerini bildiğimden Hayri’ye büyük am­
casının kim olduğunu sormaya bile gerek görmemiş, yalnız Anka­
ra’ya gelince, İzmir’de değil, Bursa’da sürgün olduğunu, ama artık
orada da olmadığını, Irak’a geçtiğini duyduğumu söylemiştim. Bu ha­
bere çocuk çok sevindiydi, çünkü Süleyman Nazif’in «Nasreddin Şah
ve Bâbîler» adlı kitabından öğrenmiştim ki, yüksek düzeyli bir Şii
«müctehid» Kerbelâ’ya, Necef’e postu serince İran tahtı sallanmaya
başlar.
öğrencim yüzünden ben de bu konuya merak sardırdım. Hayreti
İran üzerine, en yetkili adamların kaleminden çıkma kıyamet kadar
yayın var! Londra’dan Ann Lambton mu desem, Cambridge’ten Avery
mi desem, Kaliforniya’dan Niki Keddi mi desem, hele aslen İngiliz
olup Müslüman olan Hamdi Algar mı desem, bilmem. Hepsinin üs­
tünde de, gözlerimi faltaşı gibi açan iki İranli; Yabancı ülkelerde ho­
calık yapan Hüseyin Mehdevî ve Ahmet Aşraf adlı iki iktisatçı. Bun­
lan okuduktan sonra Şah’ın er ya geç yuvarlanacağını bilmemek için
insanın iyice bilgisiz olması gerek. O ünlü toprak devrimi, o milyarlar
getiren petrol ekonomisinin etkileri, o mahut batılaşma kurumlan
olan saraylar, helikopterler, karlı dağlarda, ya da sıcak adalarda ya­
ratılan cennet benzeri eğlence ve kumar yerleri, İsviçre’ye işleyen
uçaklar ve tüm bunların karşısındaki tablo; özellikle Mehdevî’nin
verdiği istatistiklere göre İran’ın Ortadoğu’nun en geri ülkesi oldu­
ğunu tabak gibi gösteren SAVAK, tüm bu lüksü perdelemek için.
Bunlar işin asıl ekonomik gerçekleri. Ayrıntılara girme olana­
ğım yok. Ancak şu Paris’teki Molla’nın «remote control» cihazını he­
nüz anlatmış değilim. Hani, şu eldeki küçücük bir cihazla radyo ya
da TV’de istediğiniz istasyonu uzaktan bulmanız var ya, «remote
104
KOMŞUDAKİ YANGIN

control. dedikleri o. Bu, İran Şiiliği’ne özgü bir güçtür. Zinhar, biz­
de de buna sulanmaya kalkan sarıklı olmasın! Sünnilikte yok böyle
şey.
İran Şiiliği’ne katoliğe benzer bir ruhban takımı hâlâ yaşıyor.
Mollaların en sıradan olanı «müctehid». On iki imam inancına göre,
son imam sırra kadem basalı beri onun yerini bunlar tutuyor. Bu
inanç, özellikle Safeviler’in düşmesinden sonra kesinleşmiş. Bunla­
rın inancına göre hükümdar denen adam meşru olamaz, meğer ki
adaletli bir kişi ola. Ne var ki İran tarihinde adaletle şahlık eden ki­
şi yok gibi bir şey. Bütün umutlar bir gün çıkacak olan Mehdî’nin ge­
tireceği ideal dünyada. Su götürür bir doktrin bu. îyiye de yarar,
kötüye de. Kaçarlar’dan Pehleviler’e kadar bımu idare edenler ol­
duğu gibi, öldürenler, tahttan indirenler çok.
Bu mücahitlerin yükselmişlerine «Ayetullah» denir. Tanrı’nın
simgesi demektir bu. Onlann en üst düzeyine erişene de (Fars ağ­
zı ile) «Merja-i-Taklid« denir. Bu da. uyulacak, örnek alınacak ma­
kam anlamına gelir.
İran’da modern anlamda bir ulus yoktur. Birliği sağlayan işte
bu dine inanma. Onun için bu dine inanış hâlâ yaşıyor. Her şah
kendine «Dünyanın Merkezi» ünvanmı verir, fakat halk ondan kop­
tu mu, Şiiliğin örnek makamına sığınır. Bizde böyle bir şey yok, ola­
maz ve olmamalı! Laik bir devletin ulusal birlik kurmak için dine
ihtiyacı yoktur.
İran’a dönerek, iktidara gelen Paris’teki Ayetullah bu en jmksek
düzeye çıkmış mıydı, bilmiyorum. Fakat çıkmamışsa bile şimdi çık­
mıştır. Çünkü bu düzeye çıkış hükümet tayini ile olmaz. Halkın inan­
cı ile olur. İşte komşumuz İran böyle! Ayetullah’ın sınavı asıl bun­
dan sonra olacak. Ya dünya devletinin oyununa gelip rezil olacak,
ya da (İslam sözcüğünü kullanmasına bakmaym) İran tarihi Şark’ın
en despotik ülkesi olmaktan çıkarak, (belki) laik bir cumhuriyet
olacak. Türkiyemiz kendine yakışır güzel bir komşuluğa kavuşacak.
Ne olduysa İran’ı şimdiden kalkındıracak milyarlara oldu!

Cumhuriyet, 14 Şubat 1979


kİRAN’DA YANGIN VAR!»

Bir taşınma dolayısıyla kitaplarımı kaldırırken pörsümüş bir


broşür çıktı İrice kitapların arasından. Eski Arap harfli yazıyla ba­
sılmış zavallı bir şey. Baskısı da kötü mü kötü. M ısırda basılmış. Bi­
zim Abdülhamit zamanında. Sürgün bir ozanın dizeleri içindekiler.
Tanıyacaksınız: Şair Eşref diye bildiğimiz, yan ciddiye yarı şakaya
aldığımız dizeci. Cevdet Kudret bir ara yazdıklarını toplamış, yanıl­
mıyorsam Varlık Yayınlan arasında çıkmıştı.
Ozanlık üstüne söz etmeye haddim olmadığı için Eşrefin yaz-
dıklannın sanat değeri üzerine bir şey söyleyecek değilim. Ne var
ki daima ilginç bulduğum biriydi Eşref. Kibar ozanlara göre değil.
Ayıp sözcüklerle diline doladığı kişiler için basardı küfrü. Babam
onu tanıdığını söylerdi. Ayyaş, derbeder ve galiba ya Bektaşi ya da
dinsiz biriymiş. Zavallı yaşamı boyunca despotlara, özgürlük, insan­
lık, iyilik düşmanı güçlülere sövmekle çıkarıyordu yaşamının ta­
dını.
Elime geçen dize destesinin başlığı şöyle: İran’da Yangın Var!
Amma da tesadüf. Tıpkı bugün olduğu gibi, o dizelerin yazıldığı dö­
nemde de komşumuzda Şehinşah’a karşı ayaklanma vardı. Gerçi bu­
günkü yangın, belki gazyağı yüzünden en büyüğü ama; Safavüerin
düşkünlüğü döneminden sonra orada iki şey hiç eksik olmamıştı: Bi­
ri despotluk, öteki ayaklanma. Bu ikisi bir madalyonun iki yüzü gibi.
Eşref Şiî değilse de Bektaşi olduğu için ne şahı ne de padişahı
severdi. Osmanlı padişahının ülkesinde ortahğın sütliman olduğu bir
zamanda, şahların şahına karşı ayaklanma oluşuna imreniyordu.
Neden Abdülhamit Han dururken onun komşusu Nasıreddin Şah’a
ayaklanıldığının ekonomik, politik, toplumsal ve de dinsel farklanm
biliyor muydu acaba? Ozanların en hayran olduğum yanlan, neden­
leri bilmeden doğruyu sezmeleri, hem de güzel sözcüklerle ölümsüz­
leştirmeleridir. Bu vergiden nasibi olmayan benim gibi bilginlik ya-
yalan göbeklerini çatlatırlar, yüzlerce sayfa yazarlar. Ne okuyan o-
lur, ne anlayan. Bereket bu gibiler için özel bir saygılılık var da ki­
li»
«İRAN’DA YANGIN VAR!»

taplanm rafa dizerler. Hele bugünkülerin kapaklan süslü, başlıkla­


rı boyalı olduğu için, raflara yakışıyorlar da doğrusu.
E şref’i ok u d u ğu n u z zam an İran ’d a yangın çık tığın ı anlarsınız,
a m a n eden çık tığını a n layam ad ığın ız için b u g ü n k ü yan gın la olan
p aylaşık ya n ın ı d a anlayam ayacaksın ız. G erçekte, hepsi ayn ı m ostra
n eden lerle çık a r b u yan gınlar. Fark şu ya da bu. Kim i k ez tütün te­
keli jaizünden. Kim i kez doğa k ay n a k la n n m , b ü y ü k serm ayelerden
b irin in tekeline verilm esi yüzünden. H er d efa sın d a b ir y a b a n cı ser­
m a ye ve d evlet var. Y a İngiliz, ya R u s’tur b u n la r 19. jrüzyılda. Şim diki
yü zjn ida m alum : A m erika. A m a suçlu yaln ız on la r değil. İran, ş a h la n
d ü n yan ın şahı yapan, b u n u tahta oturan adam ın k afasın a sokan
y a ğ cılık v e iki yü zlü lü k tiplerinin «enva-ı çeşidi» ni yetiştirm ekte
d ü n y an ın en bereketli toprakları olan b ir ülkedir. B unlar yaln ız ya ğ­
cılık ta değil, halkın ve ü lk en in servetlerini çalm ak ta d a ço k usta
k işiler olurlar.
Bugünkü yangında İsviçre’de milyarlar, Avrupa’yla Amerika’da
villalar, apartmanlar, özel uçaklar ve daha ne bilejâm nice şeyler
zamanında depo edilmiş, istiflenmiş, kocaman bir bürokrat «rentier»
sınıfı yaratılmış ki, ömürler boyu kişiyi yaşatmaya yeter. Komşusu
Türkiye’de nice kişinin ağzmı sulandıracak ustalıkta bunlar. Komşu­
daki tavuk, bize göre kaz büyüklüğünde.
İki komşu arasında tarih boyunca giden, acaip bir yan yanalık
var. Bu acayipliklerden bir tanesi, birindeki bir yanın, ötekinde o-
nun tersi olması. Bunun hikâyesinin en başından başlamak yerine,
en sonundakindekini alayım: Sarık ile Devrim ilişkisi açısından. Bu ko­
nuda komşunun tavuğu bize kaz gibi görünemez. Türkiye’de sarıklı­
ların devrim yapabileceği akla gelecek şey değil. TRT ekranındaki
manzaraları gördükçe, eminim bizdeki «monden» laikçilik yanlısı ki­
mi kişiler bu işe şaşmaktadırlar. Aklı başında olanlar, böyle saçma
devrim olmaz derler herhalde. Ama, görüyorsunuz Şiilikte oluyor
«bir» şey. Ama henüz devrim değil. Ayaklanma yanlış anlaşılmaya­
yım. Ben de Sünnilikte olsun, Şiilikte olsun sarıklıyla devrim olaca­
ğına inananlardan değilim. Ama aynı zamanda «devrim» denen şeyi,
«proleter» sınıfın eskiden kazan kaldırıp sokaklara dökülen yeniçerile­
rin «şeriat isterük» demesi gibi «eşitlik isterük» diye oraya buraya
saldırması türünden basit bir iş sananlardan da değilim. Devrimler
arasında çok benzerlikler olabilirse de çok farklılıklar da olabilir.
Tek model devrim reçetesi yok hazırdan. Bu konuya dalarsam, iki
komşu arası asıl söylemek istediğim şeye yer kalmayacak.
Sözü şuna getirmek istiyorum: Komşudaki sarıklı tavuklara ba­
kıp onlan kaz büjrûklüğünde görenler çıkmasın ha! Bu noktada şim­
di size neden Şiilikte bu olabilir Sünrtilikte olamaz konusunu anlat­
maya kalksam sıkılıp okumayacağınızdan korkarım. Iran Şiiliğinde
öyle bir «müçtehit» denen sanklı kişi tabakası var ki nerdeyse Kato­
107
TEOKRASİ VE LAİKLİK

liklikteki «ru hban» d ediğim iz h iç eksilm eyen, belki de zam an la ar­


tan ta ba k aya ço k yaklaşır. (Sarıkları bile, Sünni sarığı gibi b ey a z
d e ğ il). V e hepsi d e sıradan «m üçtehit» değil. Y üksekte k endilerine
«A yetullah» d en en b ir tabaka var. Bu, «T anrının Sim gesi» dem ek. Y e­
zit zam anında, K erbela olayın da H üseyn ’nin öldü rü lm esin den son ra
on u n (dah a d oğru su P eygam ber yeğeni ve d am adı A li’nin) gelen e­
ğini sürdüren 12 im am (yan i cem aa t başkanı) gelm iş; son ra bilem e­
y eceğim iz neden lerle son un cu su kasaplara karışm ış. Bir gü n çık age­
leceği b eklen iyor; o zam ana d eğ in on u n yerin e bu T a n n A yetleri’d ir
asıl im am vekili. Şah? O nun, tahtı d a ta cı da u ydu rm a. Ne v a r ki
şahlar için d e A y et’lerin en yü kseği olan ve «S özü n den Ç ıkılam azlık
M ercii» (M erca-i Taklid) den en kişiyi ya n ın a alabilirse dinle devlet
o ra d a d a sarm aş dolaş olabilir. O ldu ğu zam an lar d a olm uş b ir hayli.
N e v a r ki din, ora d a devletin tepesinde sallanan b ir k ılıç gibi. S ünnî­
likte ise d evlet d in in tepesinde sallanan b ir kılıçtır.
ik i m od eh n ikisinin d e p ü f y a n la n olab ih r. Bizde A ta tü rk ’e en
b o rçlu old u ğu m u z iş, b u işi en m edenice, en in san ca ve en a k ılh ca
çözrümlemiş olm asıdır. D eğerini, anlam ın ı bilm ek b ize düşer. Ö teki
m od eld e b u işi çözü m lem ek g ü ç b ir iş. Belki gü n ü n b irin d e o ra d a d a
A tatü rk bosoıtunda b iri gelir b u işi çözü m ler. Şim dilik b u n u n en k ü ­
çü k b ir görü n ü şü olm adıktan b aşk a tam tersi olu y or. B u günkü d e v ­
rik şah, d a h a gen çk en az d a h a ajm ı iş b aşın a gelm ek ü zereyk en CIA
sayesinde k u rtu lu n ca b ir d ers alacağına, d ü n k ü K azak Ç avu şu ’nun
oğlu old u ğ u n u u n u tu p 2500 yıllık Iran d espotizm inin e n son toru n u
old u ğu sanısıyla yapm adığı d elilik bırakm adı.
işin hikâyesi yeni değil. Bir tesad ü f yü zü n den b e n 15 ja ld ır şahı
gözetlem eye başlam ıştım . Şim diki T a n n N işan eleri’n in e n b ü y ü ğ ü o-
lan H um eyn i’n in kardeş torun u olan g en ç (adı H â’irî) K anada d a
h oca lık ettiğim ü n iversitede benim öğren cim di. 27 M ajns’tan son raki
yıllard a İstanbul’a geleceğim sırada b a n a gelerek b u zattan söz etti
(adın ı ilk kez işitiy ord u m ), Şah ’ın, o zam an b an a n ed en in i söylem e­
d iği olaylar yü zü n den on u b ir Savak m em u ru nezareti altında T ü r­
k iy e’ye sürm üş, fak at a k r a b a la n T ü rkiye’n in neresinde o ld u ğ ım u b i­
lem edik lerin d en endişe ediyorlarm ış. K endisi İzm ir’de diye dujnnuş.
B enden n erede oldu ğu n u öğren m em i rica ediyordu. Ö ğren dim . İzm ir’
d e d e ğ il sü rgü n yeri B ursa’daydı. Fakat o zam an bizim h ü k ü m et (bi­
lerek mi, bilm eyerek m i) b u zatı Irak’a salıverm iş. Şah, b u n u öğ ren d i­
ği zam an ifrit, olm uştu herhalde. Ç ünkü b ir Şii A yetu lla h ’ı Irak ’ta
N ecefte ya da K erbelâ ’d a postu serdi m i Iran tahtı sallan m aya baş­
lar.
Ne var ki Şah’ın burnu büyümüştü. Petrol milyarlar, dalkavuk­
lar, devlet geliri hırsızlan ve Amerika’mn sağladığı milyarlar değe­
rinde ordu teçhizatı. Merakımdan, bu parlak görünüşün yarattığı
ekonomiyi incelemeye başlayınca durumun korkunçluğunu o zaman
108
«İRAN’DA YANGIN VAR!»

kavradım , hem de ya lm z b en değil, ço k kişi. Bilm em Şehinşah’m sır­


m alı tahttaki fotoğ ra fın ı h iç g örd ü n ü z m ü ? Tepesinden başparm a­
ğın ın tırn ağın a k ad ar vü cu d u n d a ne k adar boş yer varsa doldurm uş
b ir a la y d eğerli taş ve m adenle. M areşal G ö rin g ile İdî A m in, o n u n
ya n ın d a M ed in e d ilen cisi gibi kalırdı. Bir düşerse nasıl şangırtı k o­
p acağın ı b ek ler du ru rd u m . K a ç yıldır. 2^vallı.
Eskiden İslam ülkelerinde h ükü m d arlara tarih o k u m a la n salık
verilirm iş. Tarih, on u n kitabın ı yazan lardan başk asm ın işin e ya ra ­
m a ya n b ir bilim dalıdır. Eski h ü k ü m d a rlar için d e o n u ok u yan olm a­
m ış değil. Y a ln ız b u gibi zıpçıktı tü rün den olan la r oku m u yorlar, h iç
d eğilse M u saddık zam an ın ı olsun okum am ış. T arihten ib ret alm ak
d eğil, tarih e ibret olm aya kalkan zavallılardan biri. A cıyoru m zaval­
lıya.

Sesimiz, Sayı 116, Mart 1979


MÜÇTEHİTLER DEVRİMİ

G eçen yazım da İran ’d a karşılaşılan soru n u n .dinsel soru n değil,


siyasal soru n oldu ğu n a değinm iştim . D insel b ir soru n gibi, Türkiye
ile İran arasında paylaşık gib i gözü k en b u soru n «Ittihad-ı İslam»
(M ü slü m an ulusların birleşm esi) teziydi. Bu ideoloji, Şiilik d ola yı­
sıyla İran’da T ü rk iye’d e oldu ğu k ad ar b ile tutunam adı. G erçi kim i
takiyyeci Şii a yd ın la n . M ısırlı M uh am m ed A b d u h gibileri, on u n Tür­
k iy e ’deki taklitçileri olan Sebilürreşatçılar, İslam lıkta, Sünnilik - Şii­
lik gibi «m ezhep» ayrılık larının k aldın im ası özlem ini ileri sürm ü ş­
lerse de K atoliklik ile P rotestanlık’taki gibi h an gi yan ın oyu n a gele­
ceği üzerinde fik ir b irliği olm ad ığı için, özellikle Şii ulem ası a ra ­
sm d a iyi karşılanm am ıştı. İçlerinde, b u n d a n d in sizliğin «örtü lü » b i­
çim i diye k u şk ulan an lar bile olm uştu. O nun için b u yan ı geçelim .
Y aln ız geçm ed en önce, Şii m üçtehitlerin in H ilafet D evleti’ni ka­
b u l edem em eleri gibi b ir Şii D evleti ideolojisin i de b enim seyem edik ­
lerini vurgu layayım . Bir b ak ım a Şiiliğin d ü n y a sultanhğı karşısında
laiklik görüşüne, T ü rk iye’deki A lev iler’de oldu ğu gibi, daha k ola y
yatkın olm ası gerek ir gibi görü n ü rse de n e v a r ki değil. N için ?
Şii m ü çtehitleri İran’daki iki m eşrutiyet devrim i o la y la rın d a (ve
d a h a sonra R ıza Han adlı Sü vari Ç avu şu ’nu n U lusal B ağım sızlık Sa­
vaşı sonunda d ik tatörlü ğü m eclis ve u lem a isteğiyle şah lığa d ön ü ş­
türm esinde) görü ld ü ğü gib i Ş ü lik ’le nasıl u zlaştırıldığına şaştığım
b ir A sya türü d esp otizm gelen eğinin İslâm laştırılm ış b içim i olan «Ço­
b an D evlet» b içim i (ki b u görü şü n tarihteki belki en önem li b irk a ç
tem silcisi Iran h ’dır) a y n la m a y ış la n yü zünden. H er dinin için d e b ir
iç çelişkinin bulun m ası k açın ılm a z b ir şey oluyor. H ıristiyanlıkta d a
öyle. H em d e daha çok.
Evet, a n ca k N ah ini adın da b ir Şii m ü çteh id in in kalem inden çı­
k an b ir yapıtın yayım lan m asın a değin, Şii ulem ası, cu m h u riyet re ji­
m ini b ırak ın m eşrutiyet rejim in in bile şahsız olab ileceğin i k ab u l ede­
m em iştir. Şii ulem ası, teoride şaha karşıtlığa karşın şahsız d a dev­
let olam a ya ca ğım , k en di ç ık a n gereği g örm ek zoru n d a kalm ıştır. Ka-

110
MÜÇTEHİTLER DEVRİMİ

b u l ed ebild ik leri devlet, şeriat devleti değil, sultanlara padişahlara


nasihat k ita p la n yazan a h lak çı düşü n ü rlerin «çob a n devleti» görü şü
olu y ord u (O sm anlı padişahları için de — A bd ü lh a m it zam anı gibi ço k
s on ra la n bile — b u tü r kitaplar yazılm ıştır. Padişah b ir «çoba n »d ır,
öd evi de sürüsüne iyi bakm aktır. H ıristiyanlıkta papa da b ir çobandır.
İsa’nın ardılı rolü n d e olm adığı zam anlarda, başın a b ir çob a n kepi ta­
k a r).
Bu geleneksel îra n görü şü n d en sonra, Süvari Ç avuşu R ıza’nın şah ­
lığı b aşk a türlü görü lm eye başlandı. Şahlık ne şeriat egem en liği, ne
de çobanlık tı artık. A n ayasalı b ir d evlet oluşurken, yavaş yavaş A s­
ya türü b ir despotizm tü rü d oğd u yine. Bu, îra n u lem asının teo­
ri du ru m u yla alay ed ercesin e süreli b ir çelişki oldu.
Ü çü n cü görünü ş şim di, «cu m h u riyet ilkesi» karşısında: Tüm üyle
m üçtehitlerin k ontrolü altında b ir îslam C um huriyeti. Pakistan’da
b ile eşi yok. İm am yok lu ğ u n d a şahlı adalet olm az. A daletsiz şaha
karşı M eşrutiyet ve K anunu Esasi (bu terim ler Farsça’d a d a kulla­
nılan terim lerd ir), «görü n m eyen im am » gibi sözde kalan b ir şey ol­
m uştu. Fakat C um huriyet, u lem an ın vizesine bağlan abilirse şahsız
îslam C um huriyet olabilir. Şim dilik a k ıllıca çözü m budu r. M ûçtehit-
leri çileden çık aracak kapitalist ya d a k om ünist eylem ler gelin ceye
dek.
Bu tutarlılığa karşı, tarihsel geçerliliği olu p olm ayacağın ı bize
en iyi ü ç îra n «devrim i» gösterir. îlk ikisi 1905 ile 1911 arasındaki
M eşrutiyet devrim idir. Ü çüncüsü, asker b ir ön d er olarak ulusal b a ­
ğım sızlık ön deri sayılan Rıza H an ’ın ilk ön ce savunm a bakanı, sonra
başbakan , d a h a son ra m eclis üstünde dik tatör ve en son un da m eclis
ve u lem an m isteğiyle «Şah» olm ası. M u stafa K em al’in M ussolini, Sta-
1in, H itler gib i diktatörlere karşı sem pati beslem ediği bilin en b ir şey­
dir. Ö yleyken, 1933’de kendisini ziyarete gelen R ıza’ya karşı ço k ki­
b a r davranm ıştı. (Y ed ek su bay ok u lu n da öğren ci oldu ğu m yıldı. O n a
karşı b ir nezaket gösterisi olarak h azırlanan b ir m an evrada b u iki ö n ­
d erin bizi nasıl birlikte teftiş ettiklerini anım sıyorum . Şah, A tatü rk ’ün
hoşlanm ası için öğren diği b irk a ç Türkçe sözcükle bizlere iltifat etm iş­
ti). A nım sadığım a göre, A tatürk Türkiye, Irak, îran ve A fg a n ista n ’ı
içine ala ca k b ir pakt gerçekleştirm eye çalışıyordu . Fakat, bence on u
iyi karşılam ası bu n d an değil, b irço k ülkenin ve ön derlerin in iç jrüzü-
n ü kavram ak ta eşsiz b ir seziş gü cü oluşundandı. Şahsız îra n olm aya­
ca ğın ı biliyordu, A m an u lla h ’sız b ir A fgan ista n olm am asın ı d a ço k is­
tiyordu . Fakat, o olm adı.
Bu M üslüm an ön derleriyle on u n arasındaki fark, İra n ’d a olm ayan
b ir şeyi, laik cu m h u riyeti T ü rkiye’de kabul ettirebilm esiydi. B unca yıl
sonra, şim di İran ’da da A yetu llah H um eyn i’n in görü nü şte b u n a yak ­
laştığını görü yoru z. G erisi İran’ın d evrim ci «intelligentsia» sının (eğer
varsa) vereceğ i um utlara kahyor. Y oksu l h alk yığın la rı ile m ü çtehitler

111
TEOKEASÎ VE LAİKLİK

a ra sın da b ir çatışm a çık a ca ğ ı beklenem ez. Fakat uzun süreli d e sp o ­


tizm lerden son ra intelligen tsia’n ın n e denli güdü kleştiğin i b ize A b d ü l-
b a m it d ön em i gösterm iştir.
İran ’ın Şii u lem asının hem ekon om ik, h em siyasal soru n la rla kar­
şılaşm ası O sm anh Sünni ulem asının karşılaşm asın dan d a h a ön em li
ve zoru nlu b ir olayd ır. O sm anh ulem ası, devlet ve d ü n y a işleri ile kar­
şılaşınca «Bu iş Şeriat işi değil, kanun işidir,- d iyeb iliyord u . Y an ılm ı­
yorsa m Şii anlayışında b öyle b ir görü ş yoktur. O sm anh Sünni u lem a­
sının sınıfsal n iteliği ve tem eli de kalm am ıştı. S ıradan d evlet görevli-
siydiler. O sm a nim m son dönem lerin d e b ir ya rg ı v e yön etim b ü rok ra ­
sisi h alin e bile gelm işlerdi. Şü ulem ası ise K atolik d in adam ları h iy e ­
rarşisini a n d ıra n tabakalı b ir örgüttür. M ollalar, m üçtehitler, ayetul-
lahlar, m erc-i takh tler vs. Esnaf ve tü cca r sın ıfın ın (İran desâm iyle)
B âzâr’ın gü cün e dayanılır. Bu toplum sal yapı ve d estek yararıyla on la r
Sünni u lem asından d a h a gü çlü b ir lon ca (k orp orasyon ) b en zeri n i­
telik bile taşırlar. Geniş b ir din vergisi gelirleriyle, toprak ve em lak
sahiplilikleriyle va rh k h b ir sın ıf oluşturm aktadırlar. Siyasal soru n la
k arşılaşm aları b u toplum sal özellikleriyle bağlantılıdır. H alk y ığ m la n -
m n on lara bağım lılıkları, b ir zıpçıktı b u rju v a sım fı oluştu rm am ala­
rı, ü lk ed e tarihsel kökenleri b u lu n an b ir d in sel aristokrasi o lm aların ­
d a n kaynaklanır.
D em ek ki İran Ş ü liğin de din, H ıristiyanlıkta d a o ld u ğ u gibi, ken­
d i için d ek i u ğraşı bitm eden, b ir de, m od ern ça ğın sorun ları ile karşı­
laşm aktadır. K endi için d e dün yasal devleti tanım ayan b ir din, şim di
b ir d evlet ve d ü n y a soru n u yla karşılaşıyor, dem ektir. K atolik kiUse-
sinin karşılaştığı d u ru m u a n d ıra n b ir d u ru m v a r gibi g örü n ü y orsa d a
benzetiş yan ıltıcıdır. K atolik papalığı, tarih b o y u n ca h ayli b u k a lem u n -
laşm ıştır. T op rak öp en k öylüden, takke giyen çob a n lığ a , b irden b ire
tarihin en azam etli im paratorların ı a nd ıra n k ıh ğa değin ; b ir ru h ada-
m m d a n g ü çlü b akan lıkları bulu n an , ban k alı b ir d evlet b aşk an lığın a
d e ğ in ço k ya n lı b ir «m akam » h alin e gelm iştir. İran H um ejnıiliğinde
b u n la r yok.
Şu d a var. B enim anlayabildiğim e göre, Şah ’ı d ev iren H um eyni
değil. O d evrilişin nedenlerini b ilm eyen İran halkı ve n eden leri g ö r­
m eyen bizler, b irin in ü lkeden kaçm ası, ötekinin gelm esi gibi iki olay
a ra sın d a b ir n eden - son u ç bağlan tısı kurduk. Şah, H um eyni’n in ru h a ­
n i g ü cü yü zü n den tahtını yitirm iş değil, sü rd ü rd ü ğü ek o n o m ik ve p o ­
litik tu tum larının ü lkeye ça rp ık b ir Batı d üzen i getirm esi, b u b ozu k
d ü zen in i bile polissiz yürütem em esi, bu n d an fayd a la n a n a d a m la n n ın
hırsızlık ları yü zü n den düşm üştür. İran ’d a gerçek ten Batı m od eli d e
olsa ulu sal birlik, dem okrasi, k ad ın erkek, k öylü kentli a y n ım yapm a­
ya n ulu sal b ir eğitim d ü zen i kurulm uş olsaydı, hepsin in ü stü nde u lu ­
sal gelirin adaletli d ağıh m ı olsaydı, d in sel gü cü ve itib a n nama/riTi in ­
celik leri üzerine b ir kitap yazm ış olm ak tan ileriye gitm eyen b ir d in

112
MÜÇTEHİTLER DEVRİMİ

a d a m ım n karşısında g örd ü ğ ü m ü z hale geUnmezdi.


K om şu iki İslam ülkesi arasındak i a yrılık la r b u k on u n u n hem en
h e r ya n ın d a var, fa k a t çoğ u m u z b u n u görem iyoru z. B unu görem ejâşi-
m iz, İran o la y la n sırasında (içlerin de tan ıdığım kişilerin d e b u lu n d u ­
ğu) kim i yazarların kalem e sarılarak d in gü cü yle d e b ir d evrim ola ­
b ileceğ i yollu id d ia la r ileri sürm elerin e bile y ol açm ıştı. İran olayın ­
d a n T ü rkiye için laiklik k on usu n da çık a n la c a k d ersler vardır.
TÜRK DEVLETİ VE HIRİSTİYANLIK DÜNYASI

Ç ok k ez T ü rkiye’n in b aş d erd in in h alk ın ca h ilh ği oldu ğu n u söyle­


riz. H albuki ceh alet m eselesinde m em leketin asıl d erd i h alk ın cah il­
liği değil, ok u m u şu n cah illiğidir. C ahil de olsa, h alk ın h iç değilse sağ­
d u y u su d ediğim iz b ir şeyi vardır. Bizde eğitim , ok u m u şu yaln ız cah il-
leştirm ekle kalm az, sağdu yu su n u da yok eder; v e on u b u h a h y le c a ­
h il d ediğim iz h alk m b aşın a geçirir.
B ugün T ü rkiye’n in için d e b u lu n d u ğu savaşın b ir yanı, içerid e y o ­
bazlarla, d ışarıd a papazlarla u ğraşm a d urum un a düşm esidir. Fakat
T ürk okum uşu bu n ların ne birini, ne ötekini tanır. B ugünkü oku m u şu n
îslam h k h ak k ın dak i b ilgileri b ir ço k sakatlıklarla d olu d u r. T ü rk oku­
m u şu T ü rkiye’de d in m eseleleriyle ilgilen d iği zam an d a on u ya ln ız İs­
lam lıkla ilgisi olan b ir iş olarak alır. M esela, T ü rkiye’d e d in ve d evlet
ilişikliklerini ele aldıkları zam an, ikisi arasın dak i ilişikliklerin T ürk
top lu m u n u n gelişim ini engellem esini, Fransa’daki kilise devlet ilişik-
liklerin deki d u ru m a benzetirler; bizdeki gerçek lere u ym a ya n son u çla r
çıkarırlar.
Fazla olarak, T ü rk devletin in d iğ er d in lerle ola n ilişikliklerin in
h em tarihte h em b u g ü n k ü devlet siyasetinde oyn a dığı ro lü bü sbü tü n
unu tu rlar. Bunun, T ü rk iye’nin gerilem esi ü zerind ek i etkilerini ise h iç
hatıra getirm ezler.
B ugünkü T ü rk iye’n in gerisinde' bu lu n an O sm anh İm p aratorlu ğu ’
n u n çökü şü nde, laik devletin doğu şu n d a d evletin İslam lıkla o la n ili-
şiklikleri kadar, H ıristiyanlıkla olan iUşikhkleri d e ro l oynam ıştır.
Hatta, b u çöküşte İkincinin oyn a dığı rol, birin cin in oyn a d ığ ı rold en
dah a d a a ğ ır basm ıştır diyebiUriz. T ü rk devletin in tarih in de H ıristi­
ya n lığın O rtodoks. K atolik ve Protestan k o lla n ile olan ilişikliklerini
gözd en geçirirsek, b u n u n derecesini görebiliriz. O zam an, b u g ü n k ü
T ü rkiye’nin içerid e yobazlarla, dışarıda p ap azlarla u ğraşm a zoru n d a
kalışının b ir ra stlan tı olm adığını görürüz. İkisinin a rasın dak i b a ğ la n ­
tın ın ortasın da T ürk oku m u şu n u n din d evlet iUşikUklerini anlayışta
için e d ü ştü ğü ceh alet yatm aktadır.

114
TÜRK DEVLETİ VE HIRİSTİYANLIK DÜNYASI

O sm anlı İm p aratorlu ğu ’n u n çök ü şü nd e Türkler, yaln ız Batı d ev­


letlerin in yarışm a ve saldırm alarına değil, on a paralel olarak d in lerin
ya rışm a ve saldırm aların a da uğram ıştır.
B unu a çıklam ak için ön ce T ü rk ler’in siyasi ve d in i tarihteki ye­
rinin, h epim izin iyi bild iğim iz ik i özelliğine işaret etm ek gerekir:
(a) T ürklerin H ıristiyan olm ayışı, (b) k u rd u k la n devletlerde d in d evlet
üişikliklerini an layış tarzının h em Bizans İm p a ra torlu ğu ’n dak i a n la-
jnştan, h em d e B atı’da R om a İm p aratorlu ğu ’n u n yerin i alan KatoUk
kiUse sistem inin d in - d e v le t ilişikliklerini an layışın d an fark lı olm ası.
Bu iki özellik yüzünden, T ü rkler’in tarihteki ö zel k on um u b u g ü n bile
ön em ini koru m aktadır.
Tarihte yapısı bütün üyle geçm işe karışıp yo k olan im pa ra tor­
lu k la r yoktur. B u n la n n b azıların m b ü y ü k lü ğü n ü ya pa n ijrl y a n la n ,
o n u n a rk asm d an gelen ulu sların d ah a sonraki h ay atın d a kahr, yaşar
ya d a oldu ğu gibi kalm asa d a b u n la r b ir görü ş ve d e n e y k ayn ağı h iz­
m etin i görü r. Ö rn eğin, R om a İm p aratorlu ğu ’n u n hukuk, idare, siya­
sa a la nla rınd a Batı u yga riiğın a b ırak tığı ço k şey vardır. O sm anh İm­
p a ra torlu ğ u ’n u n tem elleri, b u g ü n k ü T ü rk iye’ye rastlayan yerlerde y ı­
kılm ış olm ak la b era b e r b azı yön tem ler B alkan lar’da, A ra p m em lek et­
lerinde, (özelhkle L ü bn an ’da) K ıbrıs’ta v e hatta İsrail’de yaşa­
m aktadır. B unların belk i en ön em lisi O sm anlı sistem inin a y n d in d en
in s a n la n n in a n ç özgü rlü k lerin i k oru m a k için b u ld u ğ u yöntem dir. Ba-
tılıla rın «m illet sistem i» d ed iği b u yön tem in izleri b u g ü n Lübnan, İs­
rail, K ıbrıs gib i yerlerd e yaşam aktadır.
Bu im pa ra torlu k la r için d e dinsel ve siyasal örgü tleri b irbirin d en
a jo ı tu ta ca k şekilde b ir im paratorlu k b ü tü n lü ğü n de u zlaştırabilenle-
rin yön tem leri en ço k yaşam a k abiliyetini gösterebilm işlerdir. B unlar­
d a n b iri R om a İm paratorluğu, öb ü rü O sm anlı İm p a ra torlu ğu ’dur. Bu
ik i im paratorlu ğu , B izans İm paratorlu ğu yla k ıyaslarsak gö rü rü z M,
b u işte B izans İm paratorluğu, çok u zu n öm ü rlü b ir im p a ra torlu k ol­
d u ğ u halde, tarihe k alm a k açısından ço k b a şa n sız olm uştur. Bu im ­
p aratorlu k ta hukuk. R om a İm p aratorlu ğu ’n d a old u ğu n d an fa zla geliş­
tirildiği halde, b u g ü n herkes R om a H uk u k u ’n da n söz e d e r d e Bî^ja-ng
h u k u k u a kla gelm ez.
Bunun neden i; b u im paratorlu k ta devletle d in in b irbirin e k a n ş -
m ış olm asıdır. O sm anlı İm p aratorlu ğu ’n d a d a b u n a b en zer b ir d u ru m
v a rsa da, gerçekte, b u n ok tad a ikisi arasın da ön em li fa rk la r d a va r­
dır. O sm an h İm p a ra torlu ğu ’n d a İslam d in i resm i b ir d evlet d in i d e­
ğildi. B unun aksine ola n b ir kanı b izim ara m ızd a bile p e k yaygın dır,
b iliyoru m . Bu kam , çök m e h alin deki O sm anlı Etevleti’ne bak arak Batı-
lıların verdiği, b izim d e ben im sediğim iz b ir kanıdır. O ysa, b u b ozu k
h alin d e bile d in d evlet karm ak lığı gen e de B izans’ta o ld u ğ u g ib i d e ­
ğildi. G erçi O sm anh sistem inde d in ku ru m u n u tem sil e d e r gözü k en
b ir Şeyhü lislam hk vardı; devleti idare ed en ler M üslüm andı.

115
TEOKRASİ VE LAİKLİK

Fakat b u d u ru m la b ir d evletin resm i kilisesi olm ası d u ru m u a ra ­


sın da ço k fa rk vardır. Şeyhülislam lık b ir d in k u ru lu ve ö rg ü tü olm ak­
tan ço k b ir yasa, kaza ve huku ku yoru m lam a örgü tü yd ü . A n ca k Tan­
zim a t’tan sonra on a en yüksek din örgü tü ym üş gibi bak ılm aya b aşlan ­
m ıştır ki, b u kısm en Batı H ıristiyan baskısı altında, kısm en d e yerli
H ıristiyan cem aatlerin siyasal ayrılm a d ava ların a b ir tepki o la ra k
çıkm ıştır. Ö rnek O sm anlı örgü tü b ozu lu p T an zim at’la tasfiye ed ilm e­
ye, özellikle yeni kanun ve m ah kem eler k u ru lm aya başlayın ca, devlet
a dam ları bu Ş eyh ülislam lığı ne ya pacak ların ı bilm em e yü zü n den ona
yarı dinsel, y a n siyasal b ir a n lam katm aya başladılar; hatta son ra on u
kabin eye sokm ak gibi de b ir garabet de gösterdiler. Oysa, dikkatle b a ­
k arsak görü rü z ki o zam an da, on da n son ra d a b u a n lam da k i Şeyhül­
islam lık T ürk yasa örgü tü nde k endine asla yer bulam am ıştır. En s o ­
n u n da d a bild iğim iz gibi k aldın im ıştır.
B izans Lm paratorluğu’n d a kilise, işinin tam am iyle d in sel ve «ru ­
h a n i- b ir iş olm asın a rağm en, devletin b ir b ölü m ü d u ru m u n da yd ı. Bu
yü zden, RiTians İm paratorluğu, R om a ve O sm anlı İm p a ra torlu k la n g i­
bi. ço k dinU b ir im paratorlu k olam am ıştır. O n u n devlet, h u ku k ve d in
örgü tü n d e O rtodok s d ininden başka h içb ir d in in hatta KatoUkUğin
(ve tabii Y ah u d iliğin ) B izans’ın ya n ıbaşm d ak i T ürk devletlerin de H ı­
ristiyan kiliseleri. H ıristiyan din i ve h alk ı oldu k la rı gib i k a ld ık la n
h alde M ü slü m an larm bırakınız, K atolik ya d a B ogom iller gib i here­
tik H ıristiyanlara bile bu im paratorlu k ta yer verilm em iştir. Bu 3tüz-
den Bizans D evleti tarihi b oyu n ca , K atolik ve h eretik H ıristiyanhklar-
la kanlı b ıça k h kalm ıştır, (^ r ç e k t e B izans’ın asıl düşm an ları İslam
ve T ü rklerden ç o k A n ad olu ve B alkan lar’daki h eretik H ıristiyanlarla
Batı H ıristiyanlığı, yani K atolik d in i olm uştur.
O sm anh sistem in de de S ü n n i-Ş ii fa rk ı şeklinde b ir a yırım ol­
m uşsa d a bu, O sm anlI - S afavi siyasal çatışm aların ın b ir son u cu ol­
m uştur. Bu çatışm aların kalm adığı ya d a etkisiz kaldığı zam anlarda
b ir «Sünni k ilisesi-, b ir «Şü kilisesi» k avgası gibi b ir çatışm a M üslü ­
m a n la rın ço k y a b a n cı kaldığı b ir iş olm uştur. İkisi arasın daki fa rk sa­
d ece b ir in a n ç fa rk ı olarak kalm ıştır. O sm anlı sistem inde resm i b ir
O rtodok slu k tan da söz edilem ez. Şeyhülislam lık resm i b ir d o g m a tem ­
silcisi sayüm am ıştır. O sm anh h ükü m d arların ın dinsel d o g m a kuran,
yayan, koruyan, zorlayan kişiükleri olm adığı gibi Bizans im paratorla-
n gib i din k on sü lleri gib i org an lara b aşk an lık etme, on la ra d irek tif ver­
m e gib i nitelikleri d e h iç olm am ıştır.

Bu özellik ler dolayısıyla. O sm anlı sistem inde M üslüm an, H ıristi­


ya n ve Y ah u d i cem aatleri din i a y n h k la n n a ve özgü rlü k lerin e sahip
olm ak la kalm am ışlar, d evletin k endisi d e O rtodok s d en en S ünni M ü s­
lü m an lığın b ü tü n M ü slüm anlar için zoru n lu olm asın ı sağlayan b ir

116
TÜRK DEVLETÎ VE HIRÎSTÎYANLIK DÜNYASI

g ü ç h aline gelm em iştir. H atta devşirm e yolu yla d evletin önem li y e r­


lerine getirilen kim seleri, O rtodok s M ü slü m a n la n n b irçoğu n u n M ü s­
lüm anlık tan saym ayacağı b ir in a n ç gelen eğine gö re yetiştirm işlerdir
(O sm anlı D evleti’ni resm i kiliseli b ir d evlet sanm ak yü zü n den Batı ta­
rihçileri, b u p arad ok su b u g ü n bile y oru m la y a m ıy o rla r).
O sm anh D evletinin resm i kiliseli ya d a din li b ir d evlet olm ayışım
rafızilik (heresi) fik irlerin e karşı olan tu tum unda d a görü rü z. B unlar
a n ca k devletin siyasal düzen ine karşıt görü ld ü ğü zam an takibata u ğ ­
ram ışlar; b öy le olm ad ığı zam anlarda ise d in adam ların ın eline, iste­
seler de, b öy le b ir u ygu lam ayı ya p a ca k g ü ç verilm em iştir. U lem a ara­
sın da b öyle b ir u ygu lam aya kalkışm a ç a b a la n d a kişisel harek etler
olm ak tan öteye geçem em iştir.
O sm anlı Devleti, O rtodok s H ıristiyan kilisesinin işlerine k a n ş-
tığı zam an, bu, d in m eseleleri jrüzünden değil, p ap azların politik aya
k a n ş m a la n yü zü n den olm uştur. Bizans kalıntısı olan b u p ap az p o ­
litik acılığı sık sık ortaya çıkm ış ve O sm anh D evleti’n in işe karışm ası­
n a y ol a ça n b ir sorun olm uştur. O sm anh ve Bizans sistem leri arasın ­
d a k i bu farkların paralelleri b u gü n k ü T ü rk iye’yle Y u nan istan arasın ­
d a k i fa rk la rd a d a görülür.
Bizans Etevleti’n in uzun tarih in e rağm en, u y ga rlık tarih in d e R om a
D evleti k a d a r önem li iz bırak am ayışın ın b u d in d evlet sistem inin ka-
h ıjtıla n n d a n h em kendi tarihinde hem d e geriy e bırak tığı b u g ü n k ü
T ü rk iye’n in tarihinde en ço k zarar görenler, b u d in d evlet m eselesin­
d e a j n b ir gelen eği olan T ü rkler olm uştur. Bizans, b ir siyasal güç ola ­
ra k tarihe karıştığı halde, O rtodok s kilisesi k ılığın da geriye kalan h ort­
la ğ ı b ütün O sm anlı tarihi bosm nca yaşam ış; T ürk d evletin in siyasal
h ayatın a k an şm ış; geleneksel d in siyasetini yer y e r çarpıtm ış; on u n
b aşk a H ıristiyan dinleriyle olan ilişikliklerini yer y e r çık m azlara sok­
m uş, Tanzim at’tan son raki reform la rın geleneksel T ü rk d in d e v le t g ö ­
rü şü n den a yk ırı yolla ra sapm asında rolü olm uştur. N ihayet yen i b ir
Y u n a n m illeti yaratarak onun ayrılm asıyla yapıda ça tlak lar baş gös­
term iştir. Bunlarla ilgili bazı tarihsel a y n n tıla n aşağıdaki sayfalard a
göreceğiz.
OSMANLI İm p a r a t o r l u ğ u ve
ORTODOKS KİLÎSESÎ

T ü rk iye’n in b u g ü n k ü soru n la n m n b ü y ü k b ir bölüm ü , d e v le t reji­


m iy le îslam d in i arasın dak i ilişk ilerin k arışık b ir h ale gelm esin d en
d oğm u ştu r. Fakat T ürk devlet rejim in in şekil alm asında sadece b u din ­
le o la n lüşk iler rol oynam am ıştır. G en el olarak. T ü rk ler’in geçm işte
olsun, b u g ü n olsu n H ıristiyanlık dün yasıyla ve içeride o lsu n d ışarıd a
olsun, H ıristiyanlık d in iyle olan ilişkileri de ön em li ro l oynam ıştır.
Bu bölü m d e, b u ilişk ilerin tarih b o y u n ca geçird iği d eğişim leri b u ­
gü n ü n s o ru n la n a çısın da n gözd en geçireceğiz.
A n a d olu ’d a T ürk siyasal va rlığı b aşladığı sıralarda, Bizans K ilise­
si önem li b ir çök ü ş dönem i yaşıyordu . Bizans O rtodok s Kilisesi, R om a
K atolik K ilisesi’n den farklı olarak akıbetini Bizans D evleti’n in k in e b a ğ ­
ladığın dan, devlete yön elen sa ld ırıla n kendine yön elen saldırılar ola­
ra k görü yord u . K iliseye tepk i gösterm ek, devlete karşı çıkm ak; d e v ­
lete tepki gösterm ek k iliseye karşı çık m ak dem ekti. B u nlardan b irin ­
cisine, R om a K ilisesi’n in K atolik H ıristiyan d evletlerin i B izans’a sal-
dırtm asım , İkincisine ise, B izans’ın b ask ıcı yön etim i a ltın da ezilen A n a ­
d o lu ve B alkan h alk la rım Kilise aleyh in e kışkırtıp T ü rk ler’in B izans’a
ilerlem esin i kolaylaştırm asın ı örn ek gösterebiliriz.
B izans’ın ve kilisesinin en tehlikeli dış düşm anı, O rtodok s K ilisesi’
n in b ü y ü k ra k ib i olan K atolik K ilisesi’ydi. D evleti d e v ayn asın da g ö ­
re n papazların etkisi, Bizans D evleti’n in k endisini d ü n y ad ak i b iricik
H ıristiyan D evleti ola ra k algılam asına yol açm ıştı. Bizans A v ru p a ’
n ın k ü çü k b ü y ü k h ükü m d arlık ların ı m eşru saym az, «Frenk» d ediği
K atolik A v ru p a lı’d an n efret ederdi. R om a Kilisesi e n son un da «Serazen»
d en ilen M ü slüm anlardan kutsal top ra k la n geri alm ak bahanesiyle,
Frenk sürü lerin i İstanbul’a karşı k ışkırtarak R u m lar’a u n u tu lm az b ir
d ers verm işti.
B izans’ın d a h a da tehlikeli b ir iç düşm an ı vardı: Ö n ce A n a d o lu ’d a
başlayan , sonra d a B alkan lar’a bu laşa n H ıristiyan H eresi hareketleri.
S elçu k ku dreti ken din i A n a d olu ’d a hissettirm eye b aşla dığı zam an, he-

118
OSMANLI İMPARATORLUĞU VE ORTODOKS KİLİSESİ

m en h em en b ütün A n a d olu H ıristiyanhğı çözü lm e tehlikesiyle karşı


karşıyaydı. B irçok yerlerde heretik H ıristiyanlar, T ürkleri papazların
tem sil ettiği B izans’a karşı seve seve tercih etm e d u ru m u n da yd ı. Bun­
lar, b u saf M üslüm an T ürkleri k endilerine dah a yak ın b u lu yorla rd ı.
H alk kitleleri p ap azların ek on om ik soygu n cu lu ğu n dan , k aran lık teo­
lojilerd en yak a silker duru m daydı.
İlk Osm anlIların, d ah a ço k ta sa vv u f in san cıllığın a elverişli basit
M ü slüm anlığını kendi in a n çların a daha ya k ın b u lu yorla rd ı. O sm anh-
ların ilk ku vvetlen diği b ö lg e A nkara, Konya, Eskişehir yörelerin d e Hı-
ristiyan larla M ü slüm an lar b irbirlerin e k an şm ış b ir haldeydi. Y u nu s
Em re gibi b ir kardeşlik ve insanlık şairi de b u yörede yaşam ıştır.
B alkan lar’da ise O rtodoks H ıristiyanlığı bü sb ü tü n çök m ü ş b ir h a l­
d eyd i. Burası çok ta n b eri R om a K ilisesi’nin Bizans KiUsesi aleyh in deki
p rop ag an d aların ın etkisi altında Bizans K ilisesi’yle b a ğ la n n ı k opa r­
m ıştı. Fakat burası tüm olarak K atolik K ilisesi’n in h ü k m ü altına da
girm iş d eğild i. İki kilisenin p a p a z la n birbirleri aleyhine halkı o k ad ar
tedirgin etm işlerdi ki, halkın, özellikle k öylün ü n h er iki tara fa d a gü ­
v en i kalm am ıştı. B irçoğu, M ü slüm an larla b ir arada yaşam ayı ya d a
M ü slüm an olm ayı yeğliyorlardı.
T ürkler B izans’ın d in d evlet karm aşasına karşı k oyarak, A n a d olu
ve B alkanlar’a yen i b ir devlet rejim i getirm işlerdi. B undan en ço k y a ­
rarlanan, a şa ğıd a d eğin eceğim nedenlerle O rtodok s KiUsesi’nin ken­
disi olm uştur. R um O rtodok s K ilisesi gen el b ir çök ü n tü h alindeyken,
O sm an h yön etim i onu, R om a H ıristiyan h ğı’n ın eh n de yok olm aktan
kurtarm ış oldu. O sm a n lıla n n tem sil ettiği, devlette ço k d in ü liği k abu l
ed en T ürk - İslam geleneği, O rtodok s dinini ve kilisesini ku rtardıktan
başka, R om a H ıristiyan h ğı’nın A sy a ’ya d oğ ru ilerleyişim de kurtarm ış
oldu.
O rtodok s Kilisesi zaten b ir d evlete b a ğh olarak yaşam aya ah şıkü .
Şim di O sm an h D evleti’nin kan adı altında yaşam ak on u n için k olaydı.
Fatih İstanbul’u ald ık tan sonra, O rtodok s Kilisesi d in a d a m m ın elin e
evrensel Coikumenik) patrik lik asasım tu tu ştu rdu ğu n da p ap azlar
k im b ilir ne ço k sevinm işlerdi; T ürklerin getird iği yeni rejim in, Oı>
tod ok s K ilisesi’ni H ıristiyan h k d ü n yasın d a düştü ğü aşağıhk d u ru m ­
d a n k u rta ra ca ğım , hatta on a gelecekte yen i b ir gü çlen m e ve geUşme
d ön em i a ça ca ğın ı d a sezenler olm uştu.
Y o k olm aktan ku rtu lan O rtodok s H ıristiyanlığı n a T ü rk rejim i,
ön celeri sahip olm ad ığı iki yeni yetki kazandırdı: a) O rtodok s K ilp e -
si’ne d evletten a y n b ir d insel oton om i verildi, b ) İstanbul P atrikliği’ne,
P apalığa karşıt olarak, b ütün O rtodok s kiU selerinin ü stünde «oikum e-
n ik » m evk i tanındı. O zam an a k ad ar İstanbul K ilisesi’n in b ö y le b ir
ü stü nlü ğü yoktu. B izans’ta otoriten in m erkezleşm esi d evlet gü cü n ü n
tiim silcisi olan İm paratorda toplan dığın dan , Batı’daki R om a K ilisesi’
n in en ü stün ru han i h ü k ü m ran h ğı elin d e toplam ası g ib i b ir m erkez­

119
TEOKRASİ VE LAİKLİK

leşm e B izans’ta olm am ıştı. İstanbul Patrikliği b irço k ve h atta bazen


b irbirine ra k ip p atrikliklerden b iri olarak kalm ıştı.
Şim di, O sm anlı D evleti bu patrikliği g erçek b ir «oikum enik» (yani
evren sel) p atrik ü k m ertebesine yü k seltiyordu. E ğer b u g ü n d ün yada,
k en din i evren sel R om a P ap ah ğı’n a eşit gören b ir O rtodok s Patrikliği
v a rsa b u n u ’Türk rejim in e b orçlu du r. Y oksa, K atolikliğin, Protestanlı­
ğ ın ve çeşitU heretik h arek etlerin baskısı altında, R um O rtodok slu ğu
ço k ta n tarihe karışm ış olacak, ya d a b ir köşeye sığınm ış b ir b eresi sek­
ti haUne gelm iş olacaktı.
*• *

Osm anlIlar, dah a sonra, altından ço k işler çık acak olan b ir iş d a­


h a yaptılar: Y ön etim leri altındaki b ütün O rtodok s H ıristiyan lan , h a n ­
gi k avim den oldu k la rın a bakm aksızın, Rum «R om aoi» M illeti d iy e b ir
u lu sal kategori sayarak, h epsini evren sel (oiku m en ik) p atrik ü ğin h u ­
kuksal gü cü altına soktular.
D aha sonra, b ir a d ım d ah a atarak, yer y e r O rtodok s cem aatin
p iskoposlarına, «M illetbaşı», (Ethnarkos) n iteh ği verdiler. Z am anla
b u n la r b ir t e o ^ a s i d evletin i an d ırm a ya başladılar.
Y ılla r son raki Y u n a n m illiyetçiliği bu teokrasilerin ra h m ind en çak­
m ıştır. K ıbrıs’taki M akarios teokrasisi b u n la n n m irasıdır. Bu p ap aza
g ü cü n ü sağlayan, seçim le gelm iş b ir cu m h u rba şk a m olm ası değU, O s­
m anlI yön etim ind en m iras kalan «M illetbaşılık» (Ethnarkos) tır. Bu
b aşk an lık laik b ir d evlet başk an lığı değildir. K ıbrıs R um n ü fu su n u n
b aşpiskoposu olm ak sıfatıyla taşıdığı «M illetbaşıhk» ü n vanı, on a teok­
ratik b ir d ik tatörlü k gü cü sağlam ıştır. (K ıbrıs’ı K atolik ler zaptettiği
zam an, O rtodok s d in b aşk an lığım yıkarak, on u n yerine b u g ü n Bella
Baes denen K atolik sarayın ı yapm ışlardı. T ü rkler K ıb n s ’ı aldıktan son-
- r a gotik üsluptaki b u ya pıyı yıkm am ışlardı. T uristler b u g ü n h âlâ onu
görebilir.)
O sm a n lıla n n R um Kilisesi aleyhine yü rüttü ğü b u siyaset, O sm anh
D evleti’ni K atolik d evletler ve K atolik K ilisesi’yle karşı karşıya getir­
di. Eskiden B izans’a yön elen sa ld ırıla n n h edefi artık O sm anlıydı. B öy­
lece O sm anlı Devleti, M acaristan ’dan Batı A k d en iz’e u zan an geniş b ir
a la n d a K atolik dün yasıyla savaş h aline girm iş oldu. O sm a n lıla n n h er
z a feri K atolik gü cü geriletiyordu . O sm a n lıla n n K atolik alem iyle çatış­
m a ya girm elerin in b iri dinsel, öb ü rü siyasal olm ak üzere iki neden i
vardı.
T ürk siyasal rejim in dek i din devlet anlayışının, K atolik din devlet
anlayışıyla u yu şm ad ığım görm üştük. Tarihsel gerçek liği olm am ak la
birUkte, Papa’m n Fatih’i K atolik olm aya davet ettiği hikâyesi ve on u n
b u n u reddettiği yolu n daki efsane, sem bolik anlam taşır. Papa ve pat­
rik lere asa verineyi, o n la n n elin den taç giym eye yeğ tu ttuğunu sim ­
geler.

120
OSMANLI İMPARATORLUĞU VE ORTODOKS KİLİSESİ

Osm anlIlar, B alkan lar’dan A v ru p a ’ya ilerlerk en k arşıların a çıkan


İlk güç, K atolik p ren sler ve K atolik Kilisesi olm uştur. O sm anlılar Bi­
zans top rak ların a yayıldıkça, KatolikUğin ön ced en h ü km ü altın a gir­
m iş b ulu n an yerlerde, h em K atolik d insel egem enliğine, hem de K ato­
lik siyasal egem en liğin e son veriyorlardı. M a ca ristan ’da, B alkan lar’da,
K ıbrıs’ta, G irit’te b u h ep b öyle oldu. T ü rkler b u ralard a K atolik üstün­
lü ğü n e son verip b ü tü n d in lere özgü rlü k sağlıyorlardı.
Ö rn eğin K ıbrıs halkı O rtodoks oldu ğu halde, istilacı latinler, adayı,
gotik tarzda latin kiliseleriyle bezeyerek, halkı K atolikleştirm ek için
O rtodok s K ilisesi’ni ve papazlarını şiddetli b ir baskı altına alm ışlar, g e ­
tirdikleri feod a l rejim le k öylü yü serfleştirm işlerdir. O sm a n h lar gelin­
cey e kadar, R u m lar bu rad a ne kilise yapabilm iş, ne papazların ı seçe­
bilm iş, ne de piskoposları g örev yapabilm işti. O sm anlı yön etim iyle b ir­
likte R um Kilisesi Latin baskısından kurtarıldı. Rum kiliselerine d o k u ­
nu lm adı. Y aln ız Latin katedrallerin den ikisi yıkılm ayıp cam iye çev ril­
di. B aşpiskopos «M illetbaşı» yapıldı. Rum cem aatin yön etim inde bu
«m illetb a şla n »n a yetki verdiler. En önem lisi, serflik ve feoda lizm i kal­
d ıra ra k yerine T im a r-Z e a m e t rejim in i getirdiler.
M acaristan ve T ran silvan ya’da d a b u n a b en zer d evrim ci değişik ­
lik ler yaptılar.
*«*

Y a k ın d oğ u ’d a O rtodok s H ıristiyanlığı sön m ek üzereyken, O sm anlı


egem en liği a ltın d a yen i b ir h ayata kavuşm uş oldu. B alkan lar’d an M ı­
sır’a kadar, Rum O rtodok s Kilisesi örgü tlerin de can lan m a baş göster­
di. B öylelikle Y ak ın d oğu yen iden ortodok sla şm a yolu n a girm iş olu ­
yordu . B una karşılık, K atolik dini, Bizans K ilisesi’n den sağlayageldi-
ği çık arla rı yitiriyor, h atta Y a k m d o ğ u ’da büsbütün yok olm a tehlike­
siyle karşı karşıya kalıyordu.
Protestanlığın çıkışı d a K atolik K ilisesi’ne karşı b ir d a rb e olm u ş­
tu. Papalık ve K atoliklik yan lıların ın Protestanlara k arşı açtığı p o le ­
m iklerde T ürklerin de adı geçer. K atolik polem ikçileri, P rotestanların
H ıristiyanlık dünyasın ın birliğin i yıktıklarını, bu n u yapm akla Türklere
hizm et ettiklerini ileri sürerler. «A n a Kilisemden ayrılan R um ların
inatçılıkları yüzünden, D oğu H ıristiyanlığı nasıl d ah a ön ced en T ürk­
lerin elin e geçm işse, şim di de P rotestan lan n yü zü n den ayn ı şey olu ­
yordu .
K atoliklerin bu id d iaların da b ir gerçek payı y o k değildi. Protes­
tan lığın zaferini, Tü rklerin o zam anın en gü çlü K atolik İm paratorluğu
üzerine yaptıkları baskı sağlam ıştı. R om a ’ya isyan ed en Protestanlar
arasın da (vaktiyle Bizans K ilisesi’ne isyan ed en O rtodok sla r a ra sm ­
d a oldu ğu gibi) Türklere sem pati gösteren, hatta T ü rklerle tem as k u ­
ranlar, hatta d ah a d a ileri giderek, din özgü rlü ğü için Türk yön etim i­
n in H ıristiyan d evlet yön etim ind en daha ü stün oldu ğu n u ileri süren-

121
TEOKRASİ VE LAİKLİK

1er bile vardı. Bunlar, Tü rklerin gittikleri yerlerde, d in özgü rlü ğü ver­
d ik lerin i öne sürerek, K atolik D evletin halkı zorla k atolikleştirm e siya­
setini kötülü yor, d in ve d evlet ayrım ı rejim ini savun u yorlardı. G ü n ey
A lm an ya, P olon ya ve T ran silva n ya ’d a yaygın laşan ve H ıristiyanlığın
zorla k abu l ettirdiği Ü ç Tanrı D oktrini yerine. Tek Tanrı D oktrinini
sav u n a n «U nitarianizm » akım ının ileri gelenleri T ü rklerden ya rd ım
u m u yorlard ı. Protestanlığın, H ıristiyanlık düşm an ı sayılan Türklerle
b irlik görü lm esinden korkan, «Tek tanrıcılık» k on u su n da Lütherci ve
K a lvin ci reform la ra ters düşen «U nitarianlar»ın Türk yanlısı çık m a ­
sın dan ü rk en Lüther, baskın çık m ak için T ü rk aleyh tarı ya yın a giriş­
ti. H ıristiyanlığın asıl düşm an ı olan Papalık yüzünden, T ü rklerin T a n n
ta ra fın d a n m ü m in lerin b aşın a ceza olarak gön d erild iğ i n azariyesini
ortaya attı.
B öylelikle, K a tolik lik le Protestanlık arasın daki d in savaşında h er
iki ta ra f d a birbirleriyle y a n ş edercesine k oca m an b ir T ürk d ü şm a n lığı
ed ebiya tı yarattılar. K om ü nizm k ork usunu n b u d ü şm a n h ğı u n u ttu r­
d u ğ u zam anım ıza kadar, A vrupa, T ü rkler h ak k ın d ak i k a fa yapısını,
işte b u din ada m la rın ın ru han i tartışm aların dan edindi.
T ü rkiye’n in b u g ü n k ü s o n ın la n n ın b ir bölü m ü , siyasal rejim le d i­
n i k an ştırm a k ta çık arı o la n la n n ça b aların d an kaynaklanır. Fakat
T ü rk devlet rejim in in b içim len m esin de sadece İslam lıkla o la n ilişkiler
ro l oynam am ıştır. H ıristiyanlıkla olan ilişkiler d e rol oynam ıştır.
O rtodoks Kilisesi, B izans’la ve O rtodok slu k ’la d ostlu ğu olm ayan
Batı K atolik devlet ve kilisesinin karşısına çık an O sm anlıyı siper ala­
ra k tarihinde yeni b ir d önem başlatm ış oldu. O sm anlı İm p aratorlu ğu ’
n u n yayıld ığı b ölg ed e ra h at b ir n efes aldı; kendine çek idü zen verdi.
B ölgeyi yen iden ortodokslaştırdı. B una karşın Latin K ilisesi eski n ü ­
fu z ve k azan cın ı yitirdi.
Bir yandan, Protestanlığın zaferi, öb ü r yan dan O rtodok s K ilisesi’
nin can lan m asıyla D oğ u ’da adam akıllı h ırpalan an K atoliklik, O sm an­
lIların Batı’ya d o ğ ru ilerlem elerin in d u rm ası üzerine O sm anlı d evle­
tiyle olan ilişkilerini d ü 2renleme yolu n u seçti. O sm anlı D evleti d e hem
K atolik d evletlere, h em d e K atolik K ilisesi’ne karşı takınm ış old u ğu
sert ta v n değiştirdi.
O n yed in ci yüzyıldan, onsekizinci yü zyıla doğru , ü ç H ıristiyan d i­
n inde d e O sm anlIlarla ilişkiler k on usu nda fark lıla şm a la r baş göster­
di. R u m lar O sm anlı yönetim inde önem li yerlere geldiler. O sm anlı d ev ­
letin in A v ru p a devletleriyle olan d ip lom atik ilişkilerinin h em en hem en
tü m ü on ların elin e bırakıldı. İstanbul Patrikü ği’nin ü stü nlük k urm a­
sıyla. B alkan lar’d a Slav O rtodok sla r (Sırplar, B u lgarlar). Su riye’de
A ra p O rtodokslar, O rtodok s K ilisesi’n in R um u n su rla n n ın egem en liği
a ltın a girdiler. v
Bu gelişm eler, yavaş yavaş d in sel olm aktan ço k ulu sal b ir tepki
yaratm aya başladı. O sm anlı İm p aratorlu ğu ’n da ço k b elirsiz b içim d e

122
OSMANLI İMPARATORLUĞU VE ORTODOKS KİLİSESİ

de olsa, b u R um üstünlü ğü n ü n b oyu n d u ru ğ u altına giren k avim ler


a rasın da başlam ıştır. Bu hareketler, ilk zam anlarda, d o ğ ru d a n d o ğ ru ­
ya O sm anlı D evleti’ne karşı olm asa da, on u n ark asına gizlenm iş b u ­
lun a n R um K ilisesi’ne yön eliyord u. A n ca k Bizans d ön em in d en k alan
R um d ü şm an lığı ayn ı zam anda b ir O sm anlı d ü şm a n lığın a dön ü şm ü ş­
tü. O sm anlIların B alkanlar’da çözü lm esin de, devlet ü zerindek i R um
etkisinin rolü b ü y ü k olm uştur. R usya’m n b ir Slav k oru yu cu su o la ra k
sahneye çıkm asın a da zem in hazırlam ıştır.
K atolik ler de m ü cad ele yerine n ü fu z etm e siyasetini gü tm eye baş­
lam ışlardı. Devlet, K atolik p rop agan d asın a ve örgü tlerin in yasalması-
n a karşı takındığı sert tavırdan vazgeçm işti. Karşı R eform asyon u n ü rü ­
n ü olan K atolik tarikat ve görüşleri, İm paratorlu ğu n ço ğ u yerin d e f i­
liz verm eye başlam ıştı. Bunlar, özellikle Suriye ve L ü bn an ’da, gelece­
ğin Fransız siyasal n ü fu z alanın ı h azırlam akta ön em li ro l oyn a ya ca k ­
lardır. B unların k oru yu cu lu ğu n u, O sm anlım n düşm anı olan H absbu rg-
1ar yerine, O sm anlım n m ü ttefik i rolü n ü oyn a ya n Fransızlar ü stlen ­
m iştir.
Protestanlık d a çok geçm ed en H ollan d a ve İngiltere’n in d ip lom a ­
tik v e ticari çık a rla n n m a rd ın d ak i yerin i aldı. O sm anlı İm paratorlu ­
ğu, g ü cü n ü ü ç asm anlajaştan a la n ü ç a y n H ıristiyan din in in k a v ga ­
sına sahne olm a yolu n dayd ı. B irinin ard ın d a Rus gücü, öb ü rü n ü n ar­
d ın d a Fransız gücü, ü çü n cü sü n ü n ardında d a İngiliz g ü cü ortaya çık a ­
caktı.
O n d ok u zu n cu yüzyıla gelin diğin de artık m akyajlara gerek kalm a­
d ığ ı görü lü r. B ellibaşlı d in d evletleri b ü tü n çıp laklıklarıyla sahneye
çık arlar. Fakat on dok u zu n cu yüzyılın ön cesinde dram ın din perdesi,
siyaset p erd esi ve ek on om ik çık a r perdesi b ir h ayli karışıktı, iç içe
oyn an ıyordu .
İki eski ra k ib e kıyasla yeni olan Protestanlık, d eğil ya ln ız O sm anh
d ev let a d a m la n m , R um papazların ı bile g a fil a vla ya ca k b içim d e sah­
n eye çıkm ıştı. M erkantil A tlan tik devletlerin in (H ollanda ve İngiltere)
d ip lom a tik ve ticari tem silcilerinin yanı sıra, b ir yan dan R u m lar’ın
arasına sızm aya, öb ü r yan dan da, devleti K atolik K ilisesi aleyh in e çe ­
virm eye ça h şıyordu . K atolik n ü fu zu yla Protestan n ü fu zu a ra sın d a ne
ya pa ca ğın ı şaşıran R um Eahsesi, O sm anlı devletin in eteklerine ya p ı­
şıyor, zam an zam an b u d in lere karşı O rtodok slu ğu n him ayesini sağla­
y a n k ararla r koparıyordu . O sm anh d evlet yön etim inde rüşvet, d e v ­
let çık arların ı kese çık arla rın a satm ak yön tem leri h ep b u d in lerin ve
ark aların dak i devletlerin hediyesidir. Bu n ok tad an itibaren, O sm anh
devletin in artık geleneksel d in devlet anlayışını k oru ya ra k yönetm e
im kân m ı yitird iği görülür.
D evlet adam ların ın şaşkm iığına, b ir kısm ın ın ahlaksızlaşm asına
karşılık, R u m K ilisesi v e h alk ı k en di ru h an i ve m addi çık arla rın a u y­
gu n d üşen yolu bulm uşlardı. Osm anlı. Rus. Fransız, İn giliz iUşklleri-

123
TEOKRASİ VE LAİKLİK

n ln karm aşah ortam ın da oldu k ça ustalıklı ticaret ve diplom asi yön ­


tem leri geliştirdiler. O n sekizin ci yü zyıld a b u n u n iki ön em li sonucu
oldu: Birincisi, Y u n a n d en izciliğin in canlanm ası, zen gin b ir m erkantil
sın ıfın d oğm a sı (C evdet Paşa b un u n nasıl O sm anlı donan m asın ın so­
n u a n lam ın a geldiğini anlatır) ; İkincisi, Patrikhane diplom asisin in d o ğ ­
ması. O n d oku zu n cu yü zyıl başında, bu ikisinin elele verm esi son ucu
Y u n a n nasyon alizm ve bağım sızlığın ın geliştiği görü lü r.
O n sekizin ci yü zyıla doğru, b ir ya n da n R u sya’n ın gü çlen m eye baş­
lam ası, öb ü r yan dan Protestan devletlerin O sm anlı İm p aratorlu ğu ’na
yönelm esi, H ıristiyanlık dünyasın da R um ların ön em kazanm ası ve
destek görm eleri son u cu n u d oğu rm u ştu r. K entli R um girişim cileri O de-
sa’d a n M a rsilya ’ya, ora d an L on d ra’ya u zan an görü lm ez b ir d e n iz ti­
careti im pa ra torlu ğu kurdular. A jm ı zam anda, O rtodok s dininin, öb ü r
ik i rak ip H ıristiyan dini önü n de h içb ir zayiat verm ed en gelişm esi de
sağlandı.
R um O rtodok slu ğu sa d ece b ir kere H ıristiyanlık için d e erim e teh­
likesi geçirdi. O n yed in ci yü zyıld a Patrikliğe gelen Lukaris, O rtodoks
K ilisesi’n e K alvinist d ok trin i sokm aya kalkışm ıştı.
Buna karşı R um cem aatin isyanı, h e m b u n la n n , h em K atoliklerin
tahrikleri, h em de Patriğin kuşkusuz R u sya’yla d a gizli b ir ilişkisi o l­
m a sı yü zün den , O sm anh devleti b u girişim i önledi. Bu m a cera Patri­
ğin hayatın a m al oldu.
Bu olay patrik h an e diplom asisinin b aşla n gıcın ı teşkil eder. Bu
olaydan sonra, a yn ı d ip lom asin in şaşm az siyaseti şu olm uştur: K ato­
lik ve Protestan rekabetine ve b u n la n n R u m larm arasın a sızm a ça b a ­
ların a karşı O sm a n lıla n n arkasına sığınm ak, d evletin b u dinlere karşı
ön lem alm asını sağlam ak; b u ü ç girişim e koşu t olarak d a K ilise’nin
Ri7.ans gelen eğin i sürdürm ek. G ü d ü len b u «B üyük A m aç» (M egalo
îdea ) s o n ra la n Y u n a n n asyon alizm in in toh u m u olm uş ve O nsekizinci
yü zyıld a yeşerm eye başlam ıştır.

Patrikhane D iplom asisinin «B üyük A m aç» a d o ğ ru yeni b ir aşam a­


sı O nsekizinci jm zyılın ik in ci y a n sın d a başlar. Bu dön em dek i egem en
fikir, O sm anlı İm paratorİuğu’nun yok olacağı fik ridir. H em Batı, hem
Rusya, Türk im pa ra torlu ğu varisinin R u m lar olacağı k on u su n da d ü ­
şü nce b irliğin e varm ışlardır. B unun son u cu n da biri B izans İmpıarator-
lu ğ u öb ü rü H elen İm paratorlu ğu d iye iki fik ir ortaya atılm ıştır. Bi­
rin cisin in tem silcisi Rus çariçesi K aterina, ikincisininkiyse, ihtilal ö n ­
cesi ve sonrası Fransız Diplomasi'si ve s on ra la n d a N ap olyon Bona-
p a rt’tı.
Ne v a r ki b u iki ta sa n b irbiriyle uyuşam azdı. B irbirlerine karşıt, çı-
. k a r ve a m açla ra d|iyanıyorlardı. Birinin am acı, R u sya’n ın h im ayesi
a ltı^ < ^ b ir Bizans ICilisesi kurm ak, öb ü rü n ü n a m acıy sa Fransa’nın hi-
OSMANLI İMPARATORLUĞU VE ORTODOKS KİLÎSESt

m ayesi altın da b ir H elen devleti oluşturm aktı. N a p oly on ’un projesine


göre, b u d evlet k u ru lu n ca M ü slüm an lar h alifeliği B ağdat’a taşıyacak­
lardı. Bu p rojey i Fransızlara satan adam , Fransız h ü küm eti için ça h -
ç£ua b ir R u m ’du.
İngiliz diplom asisin e göreyse ne Bizans Kilisesi im paratorlu ğu n a ne
de H elen D evleti’ne gerek vardı. O n d oku zu n cu yüzyılın ilk çey reğ in d e
O rtod ok s K ilisesi’nin reh b erh ği altında Y u n a n isyan ı başlayın ca, İn­
giltere, Y u n a n istiklalini, başın a A vru p alı b ir kral otu rtulan b ir Y u ­
n a n devleti biçim in e d önü ştü rm eyi başardı. B öylelikle b u devlet ko­
laylık la İngiliz siyasetinin b ölged ek i b ir tem silcisi d u ru m u n da olacaktı.
Y u n a n n asyonalizm inin, bütün H ıristiyan kiliselerinin, b ütün A v ­
ru p a devletlerinin, bü tü n Batı dü şü n ü r ve ya zarla n n m , eğilim leri,
inan çları, çık arla rı ne olursa olsun, hepsinden destek g örm ek gibi eş­
siz b ir tahhi vardı.
G erçek te b u aydın lar, Bizans İm p aratorlu ğu ’n a ya d a O rtodok s
KiUsesi’ne değil, eski G rek u yga rlığın a âşıktılar. Fakat O rtodok s K i­
lisesi ve Y u nan hiık. b u G rek sevgisin den sürekli yararlanm ıştır. T ürk
Y u n a n ilişkileri h e r gerginleştiğinde, b u rom an tizm in a ltın d a yatan
şeyin, H ıristiyan olm ayan la ra karşı din ırkçılığı, y a d a m a dd i çık ar­
la r b içim in d e ortaya çık tığı görülür.
R um lar ve Y u nanlılar, «G reklik» ten H ıristiyanlıktan ve b a ğım ­
sızlığım kazanm ış yeni b ir ulus olm aktan kajm ak lan an k o n u m la n
itibariyle B atı’n m d esteğin i kazanm a a yrıca lığın d a n h iç m ah ru m kal­
m am ışlardır. Bu k on u m on la ra b ir tü r atılganlık, b ir tü r siyasal şı­
m arıklık kazandırm ıştır. G erek gerici d evletler olsun, gerek ihtilalci
d evletler olsun, em peryalist ya d a nasyonahst, Uberal ya da sosyalist ol­
su n hatta O rtodok s papazların ın h iç h oşlan m ad ığı P rotestanlar v e
h atta bazen K atoh k KiUsesi olsun, b u G rek-B izans-Y unan-P apaz b ir­
leşim ini, h erb irl kendi a çısın da n desteklem işlerdir. B ugün d e d u ru m
b u n a yakın b ir m an zara gösterir. Bu birleşim in b üyü sü n e kapılm a-
ım ş a z devlet, az Batılı aydın vardır.
Bu Y u n a n lığın a ltm d a gizlen en şeyin dikkatle bak ılırsa gözd en
k açm asın a im kân yoktur: O rtodok s Kilis^şi’n in bü tü n b u n ların m er­
k ezin ce oluşu! H er şeye karşın Kilise, Y u n a n n asyon a lizm in in tem sil­
cisi olm uştur. Yuna'n nasyonalizm in i besleyen kajm ak n e Eflatun, n e
A ristoteles’in H ellas’ı, ne de Batı A v ru p a ’n m lib e ra l ya d a sosyalist
fik irlerid ir. Y u n a n nasyonalizm i, en başarılı biçim in d e b ir p ap az te­
okrasisidir.
Bizde yob a zla r ulu sal d u y gu la ra h er zam an y a b a n cı k alm ışlar­
dır. Y unan lılardaysa, u lu sçu lu ğu n rehberi, b ek çisi h ep kilise olm u ş­
tur. KiUsejri ve O rtodok slu ğu yok sayarız; Y u n a n u lu su n un b ir b ü ­
tü n h alin d e a yak ta d u rab ileceği su götü rür. Y u n a n u lu sçu lu ğu n u n
tem eli, Batı’n ın başın a b ir k ral .oturttuğu deVlet değil, ru h a n ilerin
h ükm ettiği kihsedir. T ürk u lu sçu lu ğu h alifeliğin teokrasi o la ra k

125
TEOKRASİ VE LAİKLİK

ortadan kalkm asından son ra m ü m k ü n olabilm iştir. O ysa Y u n a n lıla r­


d a d u ru m b u n u n tam karşıtı olarak gelişm iştir. Son yü zyıllar b o ­
yunca, Y u na n ulu sçu lu ğu O rtodok s teokrasisinin k oyn u n d a büyü m ü ş,
b ir sarsıntı ya da d ağılm a tehlikesi baş gösterdiğinde kendini teok ­
rasi sayesinde kurtarm ıştır.
O rtodok s Kilisesi karşısında, liberalizm , dem okrasi, sosyalizm ve
laiklik h alk kitleleri için pek b ir anlam taşım az. Y u n a n lıla r bun ları
d enem eye h er kalkıştıklarında, birbirlerin e girm işlerdir. Y u n a n A n a ­
yasası laik b ir anayasa değil, O rtodok s d in ine d a ya n a n b ir a n aya­
sadır. B aşına getirilen kralh ğı teptiği zam an lard a da, siyasal b ü ­
tü n lü ğü sağlayan öğe h er zam an için kilise olm uştur. Y u n a n siya­
sal bütün lü ğü n ün . Y u n a n ulusunun. Y u n a n u lu sçu istila ü lkelerinin
tem eli, K atohk p en çesin den T ürk gü cü sayesinde k u rtu lan B izans Ki-
llsesi’dir.
*•*

O rtodok s K ilisesi’yle Y u na n u lu sçu lu ğu arasındaki b ağın en b elir­


gin örn eği K ıb n s olayların d a görü lm üştü r. T eok ratik b ir d in in baş­
p isk oposu n u n devlet b aşk am olm ası yeni b ir olaydır. D evletin başına,
gü cü anayasadan, h alk ın iradesin den d eğil de, ru h a n i b ir «M illet-
başı» olm aktan k aynaklanan b ir «D in B abası» n ın getirilm esine ve
b u n d a n d oğ a n son u çla ra bütün d ü n y a tanık olm uştur. T eok ratik y ö ­
netim den b aşk a yönetim kavram ı olm ayan b u rejim e, u luslararası
a la n d a destek kazanm ış b ir anayasanın tesUm edilm iş olm ası, m o ­
d e m tarihte o zam ana k a d a r eşi görü lm eyen b ir h ü k ü m ran h k ya ­
ratm ıştır. Bir de T ü rk iye’ye bakalım . Bu devlet, Lausanne A ntlaş-
m a sı’n ın uluslararası garan tilere d aya n an taahhütlerine ters düşm e­
den, sadece anayasasını değil, b ü tü n ya salarım laikleştirm iş, b u n u
egem en liğin e a y k ın bulm am ıştır.
K um larda b öyle b ir a nlayışın uygulan m ayış nedeni, R um Y u n a n
d evlet anlayışınm , tem elde O rtodok s teokrasisine d aya n an b ir a n la ­
yış olm asıdır. Bu iki öğ e aynı özü n iki ajrn görünü şü dü r. T ürk A n a ­
yasası halifelerin, şeyhüüslam ların elinde u ygu lan a bilir m iyd i? B öy­
le b ir va rsayım da T ürk D evleti Lausanne A n tlaşm ası’n ın ga ra n tör­
leriyle çelişm ez m iyd i? B unu yapm am akla, KemaUst Türkiye, d ü n y a ­
y a eşi görü lm ed ik b ir dürüstlü k örn eği gösterm iştir. Ç ü n k ü laiklik
kavram ı, T ürk D evlet an layışın ın özünü oluşturur.
T arihsel k oşullardan yararlanarak, siyasal ve dinsel d evrim ler­
d en ya ra a lm adan ku rtulm asını bilen ve eski h alin i k oru ya n O rto­
d ok s dini, sadece K ıbrıs’ta uluslararası h u k u k k u ra llarım allak b u l­
lak etm ekle kalm am ış, a y n ı zam an da T ü rk top ra k la n n d a, T ü rk laik
rejim iyle çatışk ıya girm iştir. B ugün T ü rkiye siyasal v e ek on om ik
gü çlü k lerle karşı karşıya, o d a tarihsel kisve ve prestijiyle, işlevsiz
kalm akla birlikte d u ru m u k oru m a yı sü rd ü rm eyi a m açlıyor.

120
OSMANLI İMPARATORLUĞU VE ORTODOKS KİLİSESİ

Bu k u ru m u n laik devlet düzen iyle ne ö lçü d e u yu ştu ğu n u a n la ­


m ak için, «ru hani» liğin tem ellerini araştırm am ız gerekecek.
İstanbul’un evren sel (oikum enik) b ir patrik lik m erk ezi sayılm a­
sın a karşın, R um P apalığı dün ya O rtodok s kiliselerinin m erkezi o l­
m aktan çıkm ıştır. R um P apalığı’nı yaratan O sm anh D evleti’dir. O s­
m a n h dönem in de, R um P apalığı’n a O rtodok s H ıristiyan «m illet» inin
en yü ksek ru h an î m akam ı sıfatı verilm iştir. Oysa, O sm anlı İm para­
torlu ğ u ’n u n çök ü ş d önem in de, Y u n a n lıla r dışın dak i O rtodok s m il­
letlerin tü m ü b u üstü nlüğe karşı çıkm ış, belU başlı O rtodok s kilise­
leri yen iden «başın a buyru k » kiliseler haline dönü şm ü şlerdir.
Bugün R um Y u n a n O rtodoks kiliseleri bile İstanbul P atrikliği’n -
d en bağım sızdır. Bu evren sel (oiku m en ik) patriğin u fa cık K ıbrıs k i­
lisesine b ile sözü geçm ez. A m erik a gibi ülkelere g ö ç etm iş olan R um -
1ar, siyasal nedenlerle, kiliselerini İstanbul P atrikliği’yle kıyaslar­
larsa da, b u Patrikliğin on la r üzerinde, yön etim açısın d a n olsun, din
açısın d a n olsun, h içb ir h ü km ü yoktur. A m erik a ’daki O rtodok s kiU-
seleri, İçinde b u lu n du k ları laik düzene uyarak, Protestan kiliseleri
b en zeri cem aa t kiliseleri olm uşlardır. Bu kiliselerin yönetim inde,
«ruhanî» lerd en çok «gayrı-ruh an î» cem aat ü yeleri söz sahibidir. İs­
tan bu l P atrikliği’n in öb ü r O rtodok s k iliselerinin başın dakilere o ra n ­
la n a ca k olursa h içb ir üstü nlüğü yoktur.
Ö yleyse, b u p atrik liğin O rtodok s d ün yan ın en yü k sek m akam ı,
d ü n y a ça p ın d a en ü stün m akam oldu ğu efsa n esi n ered en kaynak la­
nıyor, n eye d a y a n ıy or? B ugün b u n u n tarihsel b ir efsan e olm ak d ı­
şında h içb ir geçerU ği yoktur. B öylesine tem elsiz b ir in an cın asıl ya­
ratıcısı, a n cak ve a n ca k Y u n a n m illiyetçiliği olabiUr. Ç ü nk ü b u m illi­
yetçiliğin tem eli O rtodok s teokrasi geleneğidir. Y u n a n m illiyetçiU ği ve
b u m illiyetçiU ğe b a b a lık eden patrik h an e diplom asisi efsan eyi b a şa ­
rıyla yaşatm aktadır. E vrensel K atoh k P apalığı’n ın d in sel ve dü n ya­
sal k on u m u bu d u ru m la kıyaslanam az. Ç ünkü b u iki kilise arasında,
yü zyıllarda n b eri sü regelen görüş ve örgü t ayrılık la rı va rd ır. B unun
ya n ın d a b ir de, p ap alığ ın çeşitli devletlerle yapılm ış anlaşm alar çe r­
çevesin de belirlenm iş kuru m sal kon um un u n taşıdığı ön em vardır. Y a ­
n i papalık, aynı zam anda, sadece ru h an i değil, d ü n y evi anlaşm alarla
d a beürlenm iş, uluslararası diplom aside, dışişleri bak an lık ları d ü ze­
yin d e tem sil ed ilen (H ıristiyanlığa özgü ) b ir y a n -d evlettir. İstanbul
P atrik liği’nin evren sel inançları, öb ü r H ıristiyan otoritelerin ce k ab u l
bile edilm ez. E fsanenin tek temeli, Lausanne A n tlaşm ası’n d a sağlanan
h ü k ü m lerin gereği tersine, T ürk D evleti’nin, Patrikliğe «m egalo m an ­
yak» yapısını değiştirm esi ve kendin i ıslah etm esi gerek tiğim hisset-
tirm ejà ve b u n u zoru n lu kılm ayı ihm al etm iş olm asıdır. Lausanne
A n tla şm a sın d a n sonra T ü rk D evleti ön em h b ir d in d evlet re fo rm u ­
n a giriştiği halde. Patriklik b u n a koşut olarak h içb ir girişim de b u -
lunm anuştır. Laik T ü rk D evleti Patrikliğin ken din i evren sel b ir m a­

127
TEOKRASİ VE LAİKLİK

kam gibi g örm ek yollu in a n çla n n a g ö z yum m uştur. Y u n a n m illiyet­


çiliğin in ön em siz kaldığı yıllarda b u n u n sakıncaları belirgin leşm iş
değildi.
İkinci D ü n ya Savaşı sonrasında, T ü rk iye’de yob azlarla p ap azla­
rın perende atm a dönem i başlam ıştı. Kem alist rejim i yob a zla r lehine
k u rban ed en p olitik a cıla r a y m şeyi p ap azlar için de yaptılar. Y a ra r­
sız p olitik düşü n celere saplanarak, ya ba n cı b ir p atriğ i uluslararası
diplom asi sahnesine çıkardılar. G ü n ü n birinde, «Kilise ihtilafları»
d iye b ir ola y çıkarıldı. Z am anın p atriği in d irilerek y a yga ra koparıldı
v e ta A m erik a ’dan p atrik getirtildi. Bu patrik yıldırım h ızıyla T ürk
va ta n d a şlığm a geçirilerek, patriklik m akam ına oturtuldu. O ysa A ti­
na patrikleri bile A m erik a ’dan getirtilm ez. Bu o la y A m erik an R um
lobisinin gözü n ü n A tin a ’d a değil, İstanbul’da old u ğu n u gösterir. Bu­
gün, Y u nan h üküm etlerinin, K ıb n s R u m la n ’m n gözlerin i A m erik a ’
n ın ya m sıra M osk ova ’ya d a çevirdik lerin e bakıhrsa, Patrikliğin b iri
A m erik a ’d a ö b ü rü R u sya’d a iki lobisi v a r dem ektir. D em ok rat Parti
ön derleri, zam an ında,ta A m erik a ’dan Patrik getirtm ekle M osk ova ’y­
la ilgili R um v e Y u n a n çık a rla rm ı p ek etkileyem em işlerdir.
O rtodok s k iliselerinin b u g ü n k ü durum u g ö z ön ü n e a lın ırsa Istam-
b u l P atrik liği’nin, kentteki O rtodok s R um kesim inin kilise b aşk an lı­
ğın d a n başka b ir şey olm ad ığı görülü r. P atrikliğin O ik um enik liği
tıpkı haU fenin h alifeliği gibi tarihe karışm ıştır. Böyle oldu ğu halde,
b u m akam h âlâ Bizans dönem in deki b ölgesel d in m akam ların ı tem sil
ettiğin e b ütün d ü n yaja inandırm ıştır.
A m erik a ’d a çık an N ew -Y ork Tim es gazetesi P h iledelphia ve Sel-
cu M a m etropolitlerin d en söz ederken, ok u yu cu lar yan ılm asm diye,
b u P h iledelph ia’n ın A m erik a ’daki Philedelphia olm ayıp A n a d o lu ’da­
ki A k şeh ir olduğu nu , S elcu k ia ’n ın ise Silifke old u ğu n u yazıyordu. A y ­
rıc a K on ya M etropoliti, A n tak ya B aşpiskoposu gibi ü n va n la r da işi­
tiyoru z. Y a n i İstanbul Patrikliği, içlerinde O rtodok s H ıristiyan b u ­
lu n m a ya n b u yerleri h âlâ Bizans toprak larından sayıyor. A m erik ah
p a p a z C an avaris’in kendin i A laşeh ir M etropoliti saym ası, D iyanet İş­
leri B aşkanı’n ın kendini M ekke Sefiri saym ası k ad ar g ü lü n ç kuşku­
suz.
B unlar X X . yü zyıld a olu yor! H em A m erik a ’ya, h em S ovyetler Bir-
liğ i’ne u m u t bağlam ış ola n O rtodoks Kilisesi h iç istifin i bozm u yor:
Sırm alar, kartallar, asalar, u n v a n la r h âlâ yerli yerinde. Fakat Y u ­
n an istan ’dak i b ir başpiskoposlu ğa söz geçirem eyecek k a d a r yetkisiz!
O b server gazetesinde b ir İngiUz y a z a n b a k ım z n e d iyor: «G rek
O rtod ok s K ilisesi’nin e n yüksek ru h a n i m akam ı, H ıristiyan dininin
e n ön em li kolu İstanbul’dadır. R om a İle C onstan tinople arasındaki
b in yıllık u çu ru m u. K u d ü s’te Papa’jn k u ca k layarak kapatan A th en -
a g o ra s ise ’Türk hü kü m etin in avu cu n da. O ik um enik p atrik ve patrik­
lik erkânı, yan i O rtodok s K ilisesi’n in en yü k sek ru h a n îleri Tü rklerin

128
OSMANLI İMPARATORLUĞU VE ORTODOKS KİLİSESİ

e lin d e reh in edir. «Ö nüm üzdeki yıllarda ortodok s papazların ın ve Y u ­


n a n lo b isin in A m erik a ’d a dinsel d u y g u la n söm ü rm eye k alkışacak­
ları b ü y ü k b ir olasılıktır.»
D em okrat Parti dönem in de, N ew Y o rk ’ta o n b ir O rtodok s KiU­
sesi tem silcisinden oluşan ve İstanbul P atrikliği’ni savun an b ir k on ­
sey oluştu rulm u ştu r. O rtodok s kiliselerinin k atıldığı b ir Protestan
teşekkülü ola n bu k on seyin a d ı D ünya K iliseler K on seyi’dir. İşte b u
k on sey T ü rk D ışişleri B akanlığı’n dan patriklik m akam ına d oku n u l-
m a y a ca ğ ın m garan ti edilm esini istem iştir. O b server yazarın a göre,
V atik an d a T ü rkiye h ü kü m etin in eylem ini tasvip etm ediğini a çık la ­
m ıştır. Lausanne A n tlaşm ası’n da n sonra nasıl T ü rk iye’de İslam lık’la
ilgili b ü y ü k reform la r yapılm ışsa, Türk vatandaşı O rtodok s H ıristi­
ya n cem aatin de kendi kilisesinde reform la r ya p a ra k d in i pohtika-
d a n a yırm ası gerekiyordu . Bu cem aatin k en di gerçeğin i anlam ası,
d in sel örgütlenişine b ir b içim verm esi, k ilisenin başkanına, papalık
ya da h alifelik cin sinden hayali va sıfla r atfetm ekten vazgeçm esi, en
ön em lisi şu Bizans d ön em in d en kalm a, top rak h ak im iyeti g ü d e n
oiku m en iklik idd ia la rın ı b ir ya n a bırakm ası gerekir. Laik T ürk D ev­
leti s ın ırla n için d e yaşayan O rtodoks va ta n d a şla n n b ir kilisesi olm a ­
sı. d in lerin in h er türlü saldırıdan arınm ış olm ası k adar d oğal ve g e ­
rek li b ir şey olam az. Fakat b u kilisenin T ü r k , sın ırla n için d e kalan
eski m etropolitlerin i h âlâ geçerU saym aya v e eski a d la n y la anm aya
h a k la n yoktur. Bu m akam lar, b u u n va n la r H ıristiyan lığın va zgeçil­
m ez m u k adderatı m ıdır? Bu adlar, ru h an ilerin kendi teokratik baskı-
la rm ı sürdürm ek için u ydu rulm uş evrensel b oyu tta yalanlardır. D ün­
ya koşu lları d eğişirk en b u tür şeylere yapışm ak, b ir din i y a g ü lü n ç
d u ru m a düşürür, ya d a ardın da gizli a m açla r oldu ğu izlenim ini b ıra ­
kır. A slı olm ayan m etropolitlikler. Unvanlar, sem boller kullanm ak,
h e m akla, h em tarihe, h em Türk D evleti’n in va rh ğın a a y k ın d ır. M ü s­
lüm an vatandaşların halifesini, şeyhülislam ını, m edresesini, kutsal
d in in i tarih sayfaların a bırak an laik b ir rejim , d ü n y a R u m la r’ı üze­
rin d e O ikum enik lik iddiasın da b ulu n an b ir Bizans H alifeliği’ni nasıl
tu ta bilir?
B u n la n yapabilm ek için, h er şeyden önce, din d evlet soru n u n da,
y ob a zla rla pap azlar lehin e çığrın d an çıkarılm ış olan geleneksel T ürk
rejim ine, K em alizm ’in d ün yaya örn ek olacak d ü zey d e tekâm ül ettir­
d iğ i rejim e d ön m ek şarttı.
O rtodok slu ğu n tarihi, in a n ç tem elleri n e d ir? Teşkilatı n iced ir?
P atriklik d en en k u ru m ne b içim şeydir? İçin dekiler n e y a p a r? M ü ­
m inlere n e öğretir? Dış d ü n y ayla ilişkileri n iced ir? T arihim izde v e
b u g ü n ü m ü zd e rolü ne olm u ştu r? Şim diye kadar, totem izm , anim izm ,
Şamanizm, budizm , üzerine b ir şeyler bildiğin i sanan oku m u şların
kaçı b u n la n biUr?
M o d e m devletlerde, d in cem aatinin egem en liğin e d aya n an b ir a­

129
TEOKRASİ VE LAİKLİK

zın lık egem en liği k abul ed ilecek olsaydı, d ü n y a d a p ek a z devlet ayak­


ta k alabilirdi. M od ern siyasal d üzen lerin toptan bırakılm ası, o rta ça ğ
d in d evlet b irim leri d önem in e geri d ön ü lm esi gerekirdi.
B aşınabu yru klu k (oikum en iklik) orta ça ğ O rtod ok s kiliselerinin
şan ına bile layık görü lm em iştir. R om a Kilisesi, O rtod ok s kiliselerinin
evren selliğin i h iç b ir zam an k abu l etm em iştir ki b u g ü n R om a K ilisesi
b ile devletlerin k ajatlam ası altın dadır.
T ürkiye Lausanne A n tlaşm ası’yla ulu slararası garan tilere d a y a ­
n a n taah h ü tler yüklenm iştir. A n aya sa d eğiştirm ekle b u n la ra a yk ırı
gitm iyor. T ü rkiye taahhütlerine u ym ayı egem en liğin e a y k ın bulm u ­
yor. B ununla K ıb n s ’taki durum arasında b ir fa r k varsa, o d a Türk
m illiyetçih k ve d evlet rejim in in laikliğe, Y u na n m illiyetçih ğinin se
teokrasiye d ayan m asın dan ileri gelm ektedir. E ğer T ü r k iy e d e d in dev­
let a y n m ı olm asaydı, T ü rk rejim i d in adam ların ın elin de olsaydı, Bi­
zans k u ru m u n u n çok tan ortad an kalkm ış olm ası gerekecekti. Eğer
T ürk A nayasası halifelerin, şeyhüU slam ların eline verilm iş olsaydı,
b ir İslam devleti olarak H ıristiyanlıkla çatışm a d u ru m u n u seçm iş ola­
caktı. Lausanne A n tlaşm ası’nda devletler, M ü slüm an şeyh ü lislam larıy­
la karşılaşm ış olsalardı, T ürk m illiyetçiliğin in din a la n ın da saldırgan
old u ğu görü lm ü ş olsaydı, ortaya çık a ca k u zlaşm a şim dikinden ço k da­
h a sert ortam larda gelişir, Türkiye ayn ı ölçü d e b ağım sız olam azdı.
S evres ile Lausanne arasındaki fa rk bud u r. M o d e m b ir devlet ku rm a
ça b asın d a o la n T ürk devlet a d a m la n bun a m eydan verm em ek için,
d ü n yan ın çık a rla n n a ters d ü şm eyen b a n ş ç ı b ir rejim k u rm ak istedikle­
ri için gü ven kazandılar. A tatü rk ’ün, laiklik, B atıcı m illiyetçilik lehine,
İslam cılık, O sm anlıcılık, T u ran cılık eğilim lerini eleştiren sözlerini b u
çerçev e için d e anlarsak, söylediklerin in sadece ulusal alanda değil,
u luslararası alanda d a a n lam taşıdığım d ah a iyi kavrarız.
G ene b u çerçev e için d e bakarsak, Türk laik ulusal d evletin in O r­
todok s teokrasisi ve on a b a ğlı Y u n a n m illiyetçiliğiyle karşıtlığın ın yal­
n ızca K ıbrıs soru n un da ortaya çık m ad ığın ı görü rü z. B aşka yazılarda
d a anlattığım gibi, siyasal ve dinsel d evrim ler karşısında, tarihin ko-
şu lla n n d a n ya ra rlan a ra k kılını bile k ıpırdatm am ış olan O rtodok s K i­
lisesi laik rejim le u yu şm ayan özelliklerine karşın T ü rk to p ra k la n m n
en ön em h yerin de oturuyor.

Yön, CUt III, Sayı 81, 84, 90 (1964).


MEGALÎ ÎDEA

T oplum ların uzlaşm aların da tarih ön em li ro l oyn ar. A m a hangi


ta rih ? G eçm işin olayları h içb ir yerde ve dönem de zam an ın da saptan­
m ış değil. Bu yüzden, on u yazm a yoru m lam a işinde son ranın özlem ­
leri g irer araya. Bu özlem lere u y a n k on u la r şişirilir, u jm ıayan lar k ü ­
çültü lü r, ya d a h iç görülm ez. K im i k on u la r da m asallaşır. B u n la n n ni­
teliğini, n iceliğin i biçim len diren b u özlem lerdir. Bu eğilim , b ulu n du k -
l a n top ra k la r üstünde uluslaşm a eğilim i gösteren h alk lard a görülür,
am a tarihini k endilerin e ait olm ayan toprak larda a ra yan larda ço k gü ­
lü n ç b oyu tla ra v a n r.
ICimi u lu sla n n , geçm işte k endilerine kolaylık la tarih bu lm ak gibi
b ir talih leri var. K im ilerinde, bu, b ir talihsizlik de olab iliyor. Ö zellik­
le d e u zu n ve geçm işte çeşitli aşam alardan geçm iş b ir tarihi b en im ­
sem e iddiasın da olan la r için. Ç ünkü b öyle b ir tarih m irasım n altın­
d a n k alk m ak g ü ç b ir iş.
R om a İm p aratorlu ğu tarihi b u n larda n biri. B irçok u lusun u yga r-
h ğ ın a zen gin lik katm ış olan bu İm paratorluğu, b u gü n h içb ir ulus k en­
d i tekelinde görm ü yor. Böyle b ir id d ia yı en k o la y savu n abilecek ıdu s
olan İtalya b ü e kendin e R om alı dem iyor. B una karşılık, b u g ü n ü n Y u -
n a n h la n , b ir değil, iki değil, ü ç k oca m an tarih d ön em in in b ird e n m i­
ra sçısı olm ak iddiasındalar: A n tik Ç ağ G rek u ygarlığı, ilk H ıristiyan-
h k d ön em i ve k oca Bizans İm paratorlu ğu !
B üyük im p a ra torlu k la n n m ira sçıh ğ m ı taslayan u lu sla n n başına,
b u m iras kinü zam an d ert de olabiliyor: Ö zellikle o m irası kaybetm iş­
le r ve b u lam ıyorla rsa ve n eden kaybettiklerin i b ir türlü a n lay am ıyor-
larsa! ¡Sorun k a fa la n n d a b ir kâbus gibi yaşar. Bir tü r ulu sal n ev roz
yaşam aya başlarlar. T arih o zam an tarih likten çıkar, ya efsaneleşir,
y a d a la f eb eliği hastalık h alin i alır.
B u k ın k d ök ü k d üşü n celeri T urancılık h astalığı d ola yısıyla yazdı­
ğım ı sanıyorsanız, yan ıhyorsun uz, ash n da T u ran cılığın Y u n a n h la r’d a -
k i ben zerin d en söz etm ek istiyorum . A klım a, çok tan b eri tan ıtm ak is­
tediğim b ir kitaptan ed in d iğim izlen im ler geldi b u n u söylerken, ister­
is i
TEOKRASİ VE LAİKLİK

şeniz şim di size b u n d a n söz edeyim .


Bu 532 sayfa lık kitap A n a d olu ’d a H elenliğin çök ü şü n ü k on u e d i­
n en b ir tarih incelem esi. Y a z a n A m erik a ’d ak i K aliforn iy a Ü niversite-
sin ’den P rofesör Speros V iryon is. M alazgirt Savaşı’n da n İstanbul’un
a lm ışm a d ek geçen d ö rt y ü zyılm tarihi. Söz ettiğim ü ç b ü y ü k m irasın
ü çü n cü sü ü zerine. Bize, A n ad olu üstüne Y u n a n lılığın ne d em ek o ld u ­
ğu n u anlatıyor. K onusu H ellenizm : B izans’la on u n d in i olan O rtodok s
H ıristiyanlığı’n m G rek diliyle k aynaşm ış b ü tü n ü o la n k ü ltü r dem ek.
Ü stünde d u rd u ğ u soru n bu kültürün Türk istilası karşısın da n asıl y ı­
k ıldığı sorunu.
Sorun, yazara ve belki b u g ü n k ü b ir ço k Y u n a n lı’ya h âlâ yoru m la n ­
m ası g ü ç b ir b ilin m eyen gibi gözü k ü yor. Ç ünk ü kitabın anlattığın a g ö ­
re. Bizans İm paratorluğu ile O rtodok s Kilisesi. A n a d o lu ’d a düzenli, re ­
fahlı, dengeli b ir H elen kü ltü rü geliştirm işti. Zaten b u n lard a n b in yıl
ön cesin e k ad ar A n a d olu H elen ’di. S on ra K atolik H ıristiyan A v ru p a ’nın
gözleri önünde, bu H elen kültürü. T ürk ve Türkm en sa ld ırıla n kar­
şısında ezildi. Y aza r K atolik Latin A v ru p a ’n ın din. ek on om i, k ap itü ­
lasyon ve H açlı S eferleri’yle b u H elen kü ltü rün ü n baş düşm anı o ld u ­
ğu n u bildiğini, a z sayfaya sıkıştırdığı bilgilerle gösteriyorsa da. asıl
d erd i A v ru p a lıla r’la d eğ il T ü rkler’le!
Ç ok k ayn ak kullanm ış, ço k d a yararlı b ilg iler veriyor. Bu d ön em
tarihini yazan son T ürk tarih çilerini bildiği gibi, bellibaşlı A v ru p a d il­
lerindek i kaynaklarla. G rek, Latin. A ra p ve Fars d illerin d eki kaynak ­
la n da b iliyor. T ürk düşm an lığı yapm ıyor. D em a gog d a değil. K oca ­
m an. göz alıcı, tam an lam ıyla bilim sel b ir yapıt d iyorsun u z oku du kça.
A m a iki şey gözü n ü zd en kaçm ıyor: Y u k a rıd a sözünü ettiğim n evroz
b oyu tla rın a va ra n ön yargılı genellem elere karşın, gene k en disinin
verdiği birtak ım tarihsel verilerle aslında b u n la n ya la n lıyor olm ası.
İkincisi, yapıt b oy u n ca iki çelişkili tezin ya n yan a gidişi. Y a z a n n tu ­
h a flığ a k açtığı b ir ü çü n cü nokta d ah a var. A n a d olu H ellenleşm em işti.
Bizans d önem ine k ad ar bile. A n a d olu yerli dilleri kaybolm am ış. G rek
d ili yaygınlaşam am ıştı. Bizans dönem inde. A nadolu . Bizans O rtodoks
K ilisesi’yle h ep çatışm ış, bitip tükenm ek b ilm eyen isyan, b eresi akım
ve in a n çları için d e b oca la y a n b ir ü lke olm uştu. O k ad ar ki, A n ad olu
için dünyada «b eresi»n in en yoğ u n old u ğu ülke d em ek yanlış kaçm az.
O sm anh d ön em in d e bile, A n a d olu ’da. B izans-O rtodoksluk-G rek d ilin ­
den oluşan b ir k ü ltü r bü tü n lü ğü gelişem em iş, b u k ü ltü r bütün lü ğü n e
sah ip b ir ulu s ortaya çıkam am ıştır. A n adolu , Bizans «sezaropapiz-
m i»n in , ya d a B izans aristokrasi ve b ü rok rasisin in söm ü rü alanı ol­
m uştur. B u n la n b en söylem iyoru m , kitapta var.
Ç elişkiler şurada: Y a za ra göre. H elen k ü ltü rü b a rb a r istilası a l­
tın da ezildiği halde, A n a d olu ’da H elenlik (R um luk) tüm H elen d ön e­
m i b o y ım ca va rlığ ın ı sürdürm üş, ölm em iştir. Ç oğu yerde. R u m lar ç o ­
ğunluk, T ü rkler azm lıktır. Ü stehk R um lar k en dü erin i T ü rk ler’e sevdi-

13&
MKGALÎIÖEA

rerek b irlik te yaşam ış, on la ra hizm et etm iş, istilacıya karşı çıkm am ış­
lardır. H acı Bektaş, M evlan a C elaleddin, Y u nu s Emre, Sim avnah Bed-
red d in gibi kişiler R u m luğun etkisi altın da senkretist b ir din bile ge­
liştirm işlerdi. B edreddin ’den M im ar S in an ’a k ad ar gene de R u m lu k­
ların ı unutm uş, gizlem eye çalışm ış değildirler. R u m lu k v e inançları,
T ü rk kültürüne, folk loru n a k ad ar girdi. H atta sözü n ü ed eceğim en
ön em li R um inancı, T ü rk folk loru n d a yerleşerek b ir efsan e h aline gel­
di. K ısaca söylem ek gerekirse A n ad olu gen e de Rum. Bu efsa n en in an­
latıldığı bölü m , P rofesör V iry on is’in kitabında e n ço k ilgim i çeken şey.
K itaptaki çeUşkiyi m erak la izleyen ok u yu cu n u n sorm ak zoru n d a ol­
d u ğ u soru yla ilgili: N asıl oldu d a b u k ad ar uzun geçm işi olan, yü k sek
d ü zeydek i b u H elen kültürü b a rb a r b ir kavm in ön ü n de dize gelebild i?
V e nasıl oldu da tarih b oy u n ca gene ora d a yaşadı? B irinci soru yu
H elen felsefesi, IX. yü zyıld an b u yan a yan ıtlam aya çalışıyor, ik in ci
soru n un yanıtını da, b u yazın ın b aşın d a d eğin d iğ im n eden lerd en ötü­
rü, kitaptaki yanlış tarih görü şü v eriy or bize. Birinci soru aşağı yu k arı
şu yoru m la rla yanıtlanm ış: O n larda üstün b ir şey, bizdeyse eksik b ir
şey v a r d iyen ler olm uş. Başım ıza gelenler, işlediğim iz g ü n a h lar yü zü n ­
den T a n rı’nın verdiği cezadır, d iyen ler olm uş. «Y a zgı», «alınyazısı»
T anrıçası «T ych e»n in bize b ir oyu n d u r bu, d iyen ler olm uş. A m a asıl
yaşayan yan ıt şu: Bu geçici b ir felaket; yü zyıllar geçecek, A n ad olu b ir
gü n gene H elen d iy a n olacak, İstanbul’da gün gelecek gen e Bizans
K a yzer’i oturacak.
P rofesör V iry on is’e göre, MegaU Idea, işte bu yoru m u n adıdır.
T ürkler, R um kiliselerinin, — halk söm ürüsü a n lam ın a gelen— zen gin ­
lik kasm aklarını kestikleri halde, jriizyıllar bosm tutsak yaşayan R um ­
lu ğ a ca n veren gene bu inan ç olm uştur. A m a, d iy e e k h y o r yazar, sa­
d ece b ir «lejan d», b ir efsan e olarak.
Bilgin b ir tarih çi olan yazarın b u kitaptaki yanlışı, B izans’ın çö ­
küşünü, sadece tek b ir etkenle, Türk etken iyle yoru m lam aya kalkış­
m ış olm ası. B izans’ın çök ü şü n ü h azırlayarak, asıl d arbeyi indirm iş
olan B atı’sa unutm uş nedense.
K oca b ir yapıtın eleştirisini yapm ak bu k ad ar kısa b ir yazıya sığ­
m az. Y aln ız son olarak, yazarın fark ın a varm adan ortaya attığı b ir çe­
lişkiye değinm ek istiyorum . Y azarın senkretist (görü n ü şte u yu şm az
gibi olan düşü n celeri uyuşturan din sistemi) diye k ü çü m sediği din in
u lu kişileri olan, Bektaş, Y unus, C elaleddin ve Bedrettin, bu kitapta
in san ların kardeşliği, din lerin eşitliği perdesi altında, R um ları R um ­
lu k ların d an v a z geçirerek M üslüm an yapan İslam m isyon erleri olarak
g örü n ü yorlar. N asıl?

Cumhuriyet, 28 Ekim 1976


YUNAN TRAJEDİSİ

A k d en iz’in Sicilya. K ıb n s gibi a d a la n n d a ya şaya n k öylü Hu-isti-


ya n b aya n la ra özgü b ir m atem va veylası için d e b a r b a r b a ğ ıra n gen ç-
cen e R um k ad ın ı kısa b ir bastonu andıran T V alıcısın ı uzatan İngiliz
televizyon m u h ab irin in sord u ğu b ir soru ya sesini b irk a ç p erd e yüksel­
terek ce v a p verdi. «N eden k açıyorsunuz. T ü rk ler R um yön etim i a ltın ­
d a y a şa d ık la n halde siz T ürk yönetim i altın da k öylerinizde otu ram az
m ıyd ın ız?» sorusuna, «H ayır, asla hayır» karşılığını veriyord u , ö te k i
-N için am a niçin » dedi. K adın gerilerek, «Ç ünkü T ü rk ler b a rb a rd ır»
d iy e h aykırdı.
İngiliz, histeri içindek i b u k adın ın İngilizcesini düzeltm ek istedi.
O n u n k u llan dığı «b arba r» sözcü ğü n ü anlayam anuştı. O n u n d ilin in söz­
lü ğ ü n d e bu küt sözcükten türem e b aşk a iki terim vardır. K adın a «Bar-
b a ro o u s m u d em ek istiyorsun» dedi. Fakat k ad ın Y u n a n ca b a rb a r söz­
cü ğ ü n e sım sıkı yapışm ıştı. İngiliz. «B arbarian m ı d em ek istiyorsun»
d e d i b u kez. H ayır olam azdı. K adın İngiliz’in İngilizcesini b eğen m em iş­
ti. Ç ok benim sediği k en di sözcü ğü n de d iren d i ve karşısın dakinin k a­
fasın a d an k ettirm ek için b ir daha, b ir d ah a tekrarladı. O n u n Y u n a n -
c a ’dak i ca h illiğin e içerler gibilerd en b a r b a r bağırdı.
Eski G rek ler’d en k alm a b u dile k ola y sözcük, on ların zam am ndan ,
b u g ü n k ü K ıbrıslı R um k adının ağzın a k ad ar yaşıyor. K en d in e b a rb a r-
h ğ ı kon du rm ayan , A vru p a dillerinin sözlü ğün e k a d a r g irip yerleşen
b ir sözcük! Y an ılm ıyorsa m b u sözcü ğü n eski G rek çe’d ek i asıl anlam ı
bilin m iyor. A m a o d ilde ica d edilm em iş olsa bile, o dil yolu yla ya­
yılm ıştır.
D ört beş yıl önce, Fransız oryantalisti M on teil’in b ir k on feran sm ı
d in liyordu m . K onusu K uzey A frik a B erberileri’ydi ve ik i sözcü k a ra ­
sında b ir a k rabalık bu lu n d u ğu n u ileri sürm üştü. Eski G rekler, kendi
d illerin i ya ba n cı b ir d ille k on uşan halkların, k on u şm a bilm ediklerini,
kon u şm a bilm edik leri için, «bar» «bar» «bar» sesleri çık ardık ların ı sa-
n ırlanm ış. Bir yakıştırm a mı. yoksa aslı va r m ı bilm iyoru m . A m a o za­
m a n ben d e T ü rk çe’de «b ar b a r b ağırm a bana» d ediğim iz zam an lar ol-

134
YUNAN TRAJEDİSİ

d u ğu n u anım sam ıştım .


G ene yanılm ıyorsam , eski u yga r Grekler, b u sözcü ğü ku llan dık ­
ları zam an, on da eski R um kadın ın ın k u llan dığı anlam yoktu. Sadece
«yab an cı» dem ekti.
Tarihte h er kavim , k endinden başkaların a b u anlam a gelen a d la r
takm ıştır. Çin ve Japon d illerin d e de b öyle sözcü k ler var. A ra p la r’m
k u llan dığı sözcük, «acem » yanılm ıyorsam , K u ran ’d a d a geçer. A m a ora­
d a d a k adının b a r b a r b a ğıra ra k anlatm ak istediği a n la m yok, sadece,
«biz» ile «bizden gajrrısı» anlam ı var.
Bu a 3n"ima b ir d e ğ e r yargısı k atıldığı zam an d a «in an an » ile «in an ­
m ayan» a y n m ı yapılm ıştır. İkinci terim in, T ü rk çe’de h alk dilin deki k ar­
şılığı «gâvur» olm uştur. A m a o da «barbar» an lam ın a gelm ez.
Y a ln ız R u m ca ’d a «barbar» sözcü ğü «vahşi» sözcü ğü n den kıl payı
fa rk lı b ir a n lam kazanm ış ve sadece T ürk için ku llan ılan b ir tanım la­
m a olm uş Y u n a n dilinde. M o d e m A vru p a dillerine Y u n a n ca ’n ın ar­
m ağan ı olan b u sözcü ğü n taşıdığı a n la m la n n ne oldu ğu n u m erak et­
tim. B aktığım b irk a ç sözlükteki çeşitli a nlam lar şöyle a y n lıy o r: 1 ) G rek
olm ayan, yaban cı; 2 ) H ıristiyan olm ayan, yabani, kültürsüz, k aba k i­
şi; S aracen ler (orta ça ğd a M üslüm an ve T ürk için ku llan ılan b ir te­
rim .) Y aln ızca b ir sözlükte, «barbarizm » sözcü ğü k arşısm da b u n lara
b ir anlam d a h a k atıldığını gördüm : «V ahşilik», «T ürklük».
D em ek ki eski G rek ler’in b u on om atope sözcüğü, d a h a sonra, H ı­
ristiyan u ygarlığıyla, m o d e m aydın lan m a u yga rh ğın d a d ah a k ap ­
sam lı d eğ er y a rg ıla n d a kazanm ış. O n d oku zu n cu y ü z 3nl insanbilim -
leri sözlü ğün de insanlığın geçird iğin e inan ılan a şam alard an b irin in de
adı olm uştur. İnsanlık ön ce vahşilik d ön em i geçirm iş, son ra b a rb a rh k
aşam asına girm iş, d ah a son ra u y ga rlık aşam ası gelm iş.
D em ek ki b u son d önem den sonra, insanlık barbarlık tan çıkm ış.
Eski Y u n a n ca ’daki anlam ında ise, kendilerin den g a j n b ü tü n insanlı­
ğın b a rb a r olm ası gerekir. Fakat A vru p a dilleri b u sözcü ğü benim se­
d iği için, A v ru p a ’da, hele son y a n m yü z3nl için d e n ice b a rb a rlık iş­
lend iği halde, h içb iri Rum kadın ın ın anladığı anlam ı üstüne alm ıyor.
*•*

B u günkü R u m ca ’n ın b u ilkel, b u kaba, b u arkaik sözcü ğü 3m zyıl-


1ar bojru yaşam a gü cü gösterm iştir. Dilinin, dininin, h atta ulusal va r­
lığın ın bu g ü n e k ad ar sürm üş olm asını b o rçlu oldu ğu b ir halka (ve
yaln ız b u h alk a) özgü b ir sıfat olarak onu yaşatan gü ç, R um h alk 3a-
ğ ın la n n a , b a rb a rca b ir ben cillik İçgü dü sü veren b u g ü ç n ed ir?
U ygarlık d avran ışla rın d a b a ş a n h eylem leri olan b u in sa n la n n . dil­
lerine girm iş ola n b u terim den k u rtu lam ayışlan n ı, O rtodok s H ıristi-
y a n h ğ ı’n m insan ru h u n u p ap az karası ren gin e b o y a y a n inatçılığın da,
kibirinde. d in eleştirilerin e taham m ü lsü zlüğü nde bu lu yoru m . R um Hı-
ristiyan lığı’na d eğil R eform a sy on H ıristiyanlığı, K atolik H ıristiyanlığı

13S
TEOKRASİ VE LAİKLİK

lia da r bile evrensel h ü m anizm a anlayışı girm em iş. R um papazlığı, M üs­


lü m an yob azlığ ı k ad ar olsun yıpranm am ış. R um H ıristiyanm ru h u n a
egem en hâlâ.
A m a dahası var. K ıta Y u na n ista n ’ın, bağım sızlığıyla b aşlayan po-
h tikacılık ve kom plo gelen eğind en kurtulam am ış olm asın ın da etkisi
v a r bunda.
B irbirini kovalayan, krallık, cum huriyet, diktatörlük, cu n ta d ö n e m ­
lerinden olu şa n Y u nan siyasa çarkı, bu b ağım sızlığa b ir ulu sal k u rtu ­
luş bağım sızlığı dem em izi güçleştiriyor. B ağım sız b ir u lu s olarak, Y u ­
n an istan ’ın tarihsel d oğru ltu su b ir türlü belirlenem em iştir. K endini,
tarihsel geçm işiyle kıyaslayan m o d e m Yunanistan, sanki eski Y u n a n
düşü n ü rlerin in aradığı ideal «politeia» b içim in in karşıt ö m e k le rin i
verm ekle görevli!
D em ok rasi’n in beşiği sayılan b u ülkede, söz ettiğim d önem lerden
h e r birinde, «d em ok rasiyi rezilleştiren siyasa» d iye n iteleyebileceğim
rejim ler görü lm ü ştü r. Y u nanistan kendisini b u rejim lerin k ö r d ö n g ü ­
sü nden kurtaram am ıştır. G eleneksel ve tarihsel d oğru ltu su n u b ir türlü
bulam am ıştır. Bunun altında a ca b a destanlaşan o R um «K lephte’cili-
ği» m i y a tıy or? Saydığım rejim lerin ilkinde o var, hatta h e r b irin in
p aralelin de yaşadı. A ca b a Y u n a n tarihsel gelen eğinin doğru ltu su n d a
destanlaşan «K leftecilik» mi, d iyeceğim geliyor.
Fakat, ön em li b ir n ok ta d ah a var: B ütün iyi insanlar k ad ar iyi in ­
san olan Y u n a n h alk ı yaln ız papazların, piskoposların, serü ven ci p oü -
tikacıların, k om p locu gen eral bozu n tuların ın k u rban ı olm am ıştır. K a ç
k ez tan ım adığı ya ba n cı dostlarının k u rban lık k oyu n u olm uştur! Biz
Türkler, son y a n m yüzjml içind e o n la n n yaşadığı bu trajedinin az çok
tan ığı olm uş b u lu n uyoru z. O n la n n d ışın d a çalışan b ir jen eratörü n ya ­
rattığı «H elen EKinyası» b ir efsan edir. N erede bu E llenoz d ü n y ası? Bal­
k an y a n m ad a sın ın altında u fa cık b ir ulus. T o p ra k la n ü stü nde ö b ü r
Balkan h a lk la n n ın gözü var. H ayaldeki E llenoz dün yası, A m erik alı
R um m ilyonerlerinin , vergi k açak çılığı dem ek olan şüpheli b an d ra te-
bah k la rın m yarattığı arm atörlerin kafasında; eski Rus, yen i Fransız
ve İngiliz k entlerinin ticaret m erkezlerinde, sayısız A m erik an lo k a n ­
tasında b eslen en b ir hayal sadece. Bu hayal giderek Y unan lılığı, b ü ­
tün H ıristiyan dünyasının m erkezi sayacak b ir m egalom an i b oyu tu n a
va n y o r.
Bu m egalom an inin en trajikom ik ürünü, T ü rkler’in «Palikaryalık»
dedikleri, T ü rk argosun da yeni b ir anlam kazanm ış olan K leftecilik
(eski G rek çe’de h ırsız d em ek tir), b ugü n k ü terim le gerillahk. Bu belk i
Y u n a n v e Rum h alk ların a acı b alad la r kazandırm ıştır, am a o yü ce
«E llenoz Efsanesi» bu halklara n eler •cajî’b ettirm iş, n ice tehlikeli serü­
ven lere sürüklem iştir, biliriz.
A vrupa, kendi eseri olan Y u n an istan ’ı, ne K apodistiras’ı ile, ne
kralı Otto, n e K onstantin’i ile, ne b ir tilkiyi andıran V en izelos’u, ne

136
YUNAN TRAJEDİSİ

b u rm a b ıyık lı K on dilis’i, ne G riv a s’ı, n e cuntası, ne de E O K A ’sı ile b ir


düzen e sokabildi. Bu b öyle sü rd ü k çe T ürk h alk ın a d a rah at yoktur.
Ç ü nkü b u n ların h er birin in yıkılışıyla, u yan m a yerine, u luslararası si­
yaset piyasasında yer kapm a yarışları sürecektir.
T ü rk h alk ın m tarihsel gelen eğinde b u n u n hem en h em en h ep tersi
olm uştur. T arihin yargısı ya d a yazgısı k abullenilir. G ene a yn ı T V ek­
ranında, gen e aynı a d a d a başk a b ir ta blo b u n u b an a b ir k ez dah a h a ­
tırlattı. Lim asol’daki tutsak kam pı tel örg ü ler için d e b ir Türk k alaba­
lığı. Sanki d illeri tutulm uş. Sesleri çıkm ıyor, b a r b a r b ağırm ıyorla r.
K a ç yıld ır böyle yaşam aya alışm ışlardı.
Ü ç yıl ön ce görm üştüm , sadece iki keçisi olan b ir k öylü ailesi,
b ir T ü rk kasabasında, y a n h a ra p b ir evin arkasındaki fışk ılık ta ço-
cu k la n n ı bü yü tü yord u . O rtodoks H ıristiyan lığı’nın ta B izans’tan k al­
m a büjrük ben cilliğin in yerine, M üslüm an ya zgıcılığın ı k abu llen m iş­
lerdi. B ar b a r b a ğırm a d ıla r d u ru m la n n ı anlatm ak için. H içbiri Rum
b a rb a rlığın d a n söz etm edi. R um zenginliğini yaratan u m u rsam azlık
altın da ezildikleri halde, kendi d illerin i k on uşan bu ziyaretçiyle eşine
verebileceği tek h ediye olarak yasem in toplam aya gitti k öylü kadın.
Bizim d ilim iz tutuldu, ne d iyeceğim izi bilem edik.
K ıb n s ’taki R um ’un ve T ürk’ü n trajedisini sadece kişilerin densiz­
liklerin e b ağlam ak d a bü yü k b ir ya n ılm a olur. K ıb n s soru n u aslında
Y u n an istan sorunudur. H er yan ı b ir «kâzip şöhret» d ireğin e otu rtul­
m uş olan b u devlet, yü zyıllık tarihi içind e ü ç kez (1827, 1897, 1922 yılla-
n n d a ) T ü rk ler’in, b irk a ç kez d e başka devletlerin önü n de ezildi. Fakat
b irbirlerin i idam sehpalarında sallandırm aktan başka b ir şey düşüne-
m eyen generallerin ve p olitik acıların arasında halka akıl yolu n u gös­
terebilecek b ir ön d er bulam adı. M o d e m Y u n a n gelen eği d o ğ m ltu su n -
d a siyasa, ya eşkıyalık, ya suikast, ya d a k om p lo sanatı yön ü n e e ği­
lim lidir.
Kilise d e b u n u n d ışın d a değil. Ç ok renkli, çok süslü, ço k 0 3aın cu
O rtodoks K ilisesi’nin m h a n ileri, sakal, asa, cü b b e gösterilerin e ra ğ ­
m en, ya b ir cu n ta cın ın çizm esiyle kovulur, yerine etek öp en biri gelir, is­
tenen tiyatroyu oyn ar, ya da helik opterlerde u ça rk en kendi içişleri b a ­
k anının a d a m la n ta ra fın d a n h av ad a karga gibi avlanır. Kim i k ez sır­
tında cü bbe, om u 2nında m akinalı tüfekle, sokaklarda eşkıya gibi d o la ­
nır; kim i k ez Y u n a n ista n ’a gön d erilen silahların üstüne kutsal su ser­
per.
*#*

Bu tür densizlik gösterilerinin, başka ülkelerde eşi bu lu n m ayan en


basit örneğini, a dın ı yen i d u ydu ğu m u z Sam pson verm iştir. K endine
özgü çok basit b ir k atillik b içim in in bu dahisi dah a İn gilizler zam an ın ­
d a ü n salm ış sahte b ir gazeteciydi. O k ad ar basit b ir yöntem le adara
öld ü rü y ord u ki, İngiliz polis ve y a rg ıçla n n ın , hayli k u rban verildik ten
sonra, on u n m arifetin e akılları erm eye başladı. Kim se on u n a dam öl-

137
TEOKRASİ VE LAİKLİK

dü rd ü ğ ü n ü görm em işti. G özü n e kestirdiği İn giliz’i daim a ark ad an vu ­


rur, silahm ı b era berin d e gezd irdiği kızlardan b irin in eline aktarır, o n ­
la r k açışırlarken öteki, om u zu nda taşıdığı fo to ğ r a f m akinasıyla, cin a ­
yet sahnesinin ilk fotoğ ra fla rın ı çekerek, başk a gazetecileri atlatır, f o ­
to ğ ra fla r ilk ön ce onu n gazetesinde çıkardı. Y etk ililer yavaş yavaş sez­
m eye b aşla dılar b u fotoğ ra fla rın ilk ön ce on u n gazetesinde ya yım la n ­
d ığın ı. A n ca k görgü yetersizliği, on u İngiliz yarg ıcın ın idam isteğin ­
d en kurtardı. Ü ç kişilik yargıçtan R um üye, «circu m stan tial evid en ce»
gerek çesiyle h apsini istedi ve ü çü n cü üye T ürk ya rg ıcın b u oya katıl­
m asıyla İngiltere’de b ir hapish aneye gönderildi.
M a k arios’un b ağım sız teokrasisi k u ru lu n ca, b ir a fla öd ü llen d iri­
lerek yu rdu n a d ön d ü bu katil gazeteci. (M akarios teokrasisinin de ka­
lın ca b ir cin ayet dosyası vardı. Bir İngiliz avukatının, k en din e iş ed i­
n erek h azırlad ığı b u dosyan ın b ir özeti, T ü rk çıkartm ası sırasında
S u n day T im es gazetesinde yayım lanm ıştır.)
Şim di b arbarlar, p orta k al bah çeleri, O m o rfo ’n u n a ç kalan d om u z-
la n n m kurtarılm ası, boş k alan turist otelleri ön ü n de gözyaşı d ö k ü y o r­
lar. K ıb n s T ü rk leri’nin K a rlıd a ğ dedikleri T rod os’ta, G rivas’ın h alefi
M ou stakas gerilla savaşm a hazırlan ıyor, Tim es m u h ab irin e söyled iği­
n e göre. R eu ter m u h abirin e söylediğine göre, T ü rk ler’le anlaştığı tak­
d irde b u savaş Klerides aleyhine gelişecekm iş. ENOSİS, H ellen d ü n ya-
sm m tek va rlık k oşuluym uş gibi d ü şü n ü lü yor hâlâ.
M o d e m Y unan lılar, klasik Y u n a n trajedisinin aksiliklere, talih­
sizliklere katlanm a d uygu sun u anlam am ışlar h iç. Bu yüzden, o traje­
d ilerd ek i sağdu yu sem bolü k o ro yerine, b a rb a rca b ir şam ata kaplam ış
H elen dün yasını. Y a ln ız tek b ir şey, aklın gerek tirdiği tek şey, h içb ir
Y u n a n lı’nm , h iç b ir R u m ’un ağzın dan bu gü ne d ek çıkm am ıştır. Bu cu n ­
tacıların, b u papazların, b u S am son ’cularm , b u «b eta »lı .g a m a »lı EOKA*
c ıla n n karşısın da trajedideki roller gerektiği gibi oyn an m ad ı. N e sa­
ğın, n e solun, ne sosyalistlerin, ne de d em ok ratların sesi yükseldi. Ne
b ir Teodorakis, ne b ir M eline M ercuri, ne b ir P apandreu ses çıkarm adı.
Evet K ıbrıs soru n u b ir Y u nan istan som n u d u r. Y u n a n ista n ’ın soru ­
n u da b ir d evlet adam ı, b ir ö n d er çıkaram am ış olm asıdır. Bu ü lke n e
zam an m egalom an ların , korkakların, K lefteciler’in ülkesi olm aktan
v a zg eçecek ? N e zam an, d ün yan ın ve Türk h alkının k afası b ira z d in ­
len ecek ? B u-ülkeden n e zam an, padişahlarm ı, halifelerini, şeyhülislam ­
larını, particilerin i ve çık arcıların ı k ovm a gü cü n d e, h em k en di h al­
kın d an h em d üşm an ından sorum lu olabilen b ir a dam çık acak ?

Cumhuriyet, 18 Eylül 1974


İKÎ ULUSTA TARİHSEL DOĞRULTU

Değişm e, b ü tü n «toplu m »lar için d o ğ a l ve zoru n lu b ir olgu d u r. A n ­


ca k h e r toplum sal d eğişm e «kişi» 1er için g ü ç b ir iş olur. Çünkü, d eğiş­
m e k en diliğin den olm az. O nun karşıtı olan «gelen ek »in k işiler ü zerin ­
d ek i etki g ü cü n ü n aşınm ası gerekir. D eğişm e so ru n la n tartışıldığı za­
m an lard a gelenek, d in kılığın a bü rü n m e eğilim i gösterir. Tartışm aysa
aklın gelenekten özgü rleşm esi anlam ını taşır. T oplum sal evrim , akıl
gereği dü şü n ü n gelen ek d eğerleri doğru ltu su n a u ygu n olan yolu b u l­
m a şansına bağlıdır. Bu yapılm azsa, toplum «altı kavak, üstü kâşane»,
şaşkınlıklar içind e yu va rla n a n b ir toplum biçim in e dönüşür.
A n cak, gelen ek d en en şey, k en din i basit b ir b içim e sokm a ça b a ­
sına karşın, basit d eğil ço k karm aşıktır. Ç ağdaş u lu sla n n gelenekleri
için d e, on ların ulus oluşların dan ön cek i ya şam aşam alarından kalm a
b ir gelen ekler d oku su v a rd ır ki b u d oku n u n çeşitleri aracında yeni u lu ­
sal d eğ erler sentezi k ola y k ola y gehşm ez uluslaşm a aşam asında. G ele­
n eğin yaln ız d eğişm eye karşı oldu ğu m eyd a n a çık m ak la kalm az, g ele­
n ek doku su n u n a y n a rg a çla n arasın da ça tışm alar yattığı olayı d a
p atlak verir. G elenek kom pleksin in za y ıf yam burada. A k lın b ü y ü k so­
ru m lu lu ğu (ço k k ez de talihsizliği) b u n la n yen i b ir bü tü n d e b ilin ç­
lendirm ededir.
Bu bilin çlen m e işine b ilin çli olarak değil, k ö r kör, zorla kalkışıl­
m ası için zam anım ızda u lu sla n n çağd aşlaşm ası soru n u n da ku llan ılan
terim Faşizm ’dir. Bunda, gelen ek çiliğin kendisi «yeni» b ir ilke, yeni b ir
ölçek m iş gibi gösterilir. Ne va r ki, bu çeşit gelen ek çiliğin gelen eği b i­
lin ç yolu yla a yık lam a gü cü yoktur. Tersine, o b ö y le b ir şeye karşıdır.
G elen eğin gerçek k aynak larm ı geçm işte oldu k ları gibi h a n g i geçm iş
k oşu lla r için d e b ir zam anlar geçerli oldu ğu n u görm ez. O n la n çarpıtır,
aslında olm ayan başk a a n lam lar katar. Üstelik, b u çarpıtm a işinde
saklı tuttuğu ideolojik çık arla r yattığı a çığ a çıkm az. Eski gelenekler
sentezinin diriltildiğine, kişiler zorla ya da p rop agan d ayla inandırılır.
G elenekçiU ğin en k ork tu ğu şey, d evrim ci d eğişm e bilin cid ir. Bu
k ork u yüzü n den k a ç kez tartışma, eleştirm e, a ra m a v e a kıl y o lla n en

139
TEOKRASİ VE LAİKLİK

son u n d a d evrim cilik b içim in de gelen ekçiliğin karşısına çık m a zoru n ­


d a kalır. Bu nedenlerle, h er gelen ekçi düşün özgür, laik çağd aşlaşm aya
a yk ırı oh n a k zorun dadır.
D em okrasinin beşiğini salladığı söylenen eski G rek u yga rlığın d a
ön em li ola n yan, geleneksel olan ölçü ler yerine ö zg ü r d ü şü n yolu ile
yen iyi a ra m a aşam asına geçm e çabasıydı. C unta Faşizm i id eologla rı­
n ın sandığı gibi eski A tin a halkını köleleştiren bu değildi. K lasik G rek
d ü şü n ü gelenekle yaşayan toplum b içim in in yerin e g eçecek b ir düze­
n i aram ayı tem sil eder. Eski G rek düşü n ü n ü anlam ada cu n tacı k a fa ­
n ın yanılgısı, ulusal çağd aşlaşm aya en gel olan laiklik düşm an lığıdır.
Bunun kaynaklarının, klasik G rek u yga rlığın ın arkasından gelen O r­
todoks H ıristiyanlığı gelen eğinin olum su z gelen ekçiliğin d e ya ttığı b ir
k ez d ah a ortaya çıkm ıştır.
M o d e m ça ğ anlayışınd aki dem okrasi, o eski beşikte sallanan d e­
m okrasi değildir. O, Batı u yga rlığın d a o rta ça ğ kiliseler teokrasisiyle
feod a lizm in e karşı gelişen ürü n ü olarak doğm uştur. B unun felsefesin i
yapan A yd ın lan m a Ç a ğ ı’nın düşün ü rleri iki önem li ilkeyi getirdiler.
Bu ilkelerin biri in a n ç özgü rlü ğü ya d a d ü n y a işlerin in kilise egem en ­
liğin d en özgürleştirilm esi ilkesidir. Ö bürü, bütün kişilerin d oğa d a n
gelm e, ne dinin ne d e d evletin ellerinden a la m ayacağı d oğal h a k la n ve
b u n d a eşitlikleri ilkesidir. Bu ilkeleri getiren d üşünürler, m odellerini
eski G rek dem ok rasisin den alm ış değillerdir. Y en i d em ok rasi id e o lo ji­
sini kendi ça ğ la n n ın k oşu lla n ve soru n la n karşısın da geliştirdiler.
H içbiri; «D em okrasi iyidir, çü n k ü filan ya d a falan G rek filo zo fu öyle
dedi» diyem ezdi. B öyle b ir d ü şü n biçim i onların karşı geldik leri sko­
lastik d ü şü n yolu olurdu.
«D em okrasi» sözcü ğü n ü n eski G rek dilin in b ir arm ağan ı o ld u ğ u n ­
d a kuşku yoktur. A n cak, bu arm a ğa nın gelişi d e n asılsa b ir yanlışlığa
u ğrad ı. M o d e m anlayışta dem okraside egem en liğin halkta yattığına,
tüzel d evletin halk iradesinin özgü rlü ğü n ü n üstüne k u m id u ğ u n a in a ­
nılır. Bu sözcü ğü n eski G rek dilindeki kökeni olan «D em os» sözcü ğü ise
«Halk» anlam ını taşım az. Dem os, hen ü z tüm k aybolm am ak la b e ra b er
yersel b ölü n ü şlere göre, b irim leşm eye başlayan eski kabilelerin b ire y ­
lerinden k öle olm ayan ların oy verm e h akkı tan ınan birim leriydi.
B una karşılık, eski G rek d ilin d e «Halk» sözcü ğü n ü kapsayan baş­
ka b ir sözcü k vardı ki, o siyasal anlam ı değil, «din dışı olan» anlam ın ı
taşır. Bu yü zden o d a b ugü nk ü anlam da «H alk» karşılığı değildir. Bu
sözcü k «Laos» sözcü ğü dür. B ugün k u llan dığım ız «laik» sözcü ğü n ü n
kökeni bud u r. Bu sözcük, tapınm a işlerine b ak an lar (K lerikoslar) d ı­
şın da kalan kişiler (Laikoslar) ayırım ından doğm uştur. H ıristiyanlı­
ğın gelişinden son ra İkinciler din adam ları Cm haniler), b irin ciler de
o n la n n d ışın d a kalan, m h a n ilik nitelikleri olm ayan d ü z kişiler d em ek
oldu.
Eski G rek u yga rlığın d a «Halk» kavram ı olm adığı gibi, «Ulus» kav-

140
İKİ ULUSTA TARİHSEL DOĞRULTU

ra m ı d a olm adığın dan , o u yga rlığın en b ü y ü k düşü n ü rlerin de g ö rd ü ­


ğü m ü z gibi, yaln ız özgü r olan kişiler için ideal siyasa b irim in in kent
devleti ola b ileceğ i belleniyordu . Ö zgü r kişinin, çoğ u üretim işlerinde
çalıştırılan özgü r olm ayan kişilere kıyasla, en iyi b ö y le b ir yasal re­
jim d e kendisini geliştirebileceğin e inanılırdı. D ışardan gelen «y ab an ­
cı» kişilerin de özgü rlü k b a k la n kısıtlı idi. H aklarda eşit, d oğa d a n öz­
g ü r kişilerden oluşm uş d evlet birim i anlayışı yoktu. D em ek o lu y o r ki,
o zam anki d em ok rasi bugü nk ü anlam da yaln ız özgü rlerin yönetim i
olan b ir oligarşidir.
B ugünkü anlam ın da «d em ok rasi»nin gerçek k arşılığının d em ok ra­
si değil, «Laokrasi» olm ası gerekir; eğer G rek kökenli b ir sözcü k kulla­
n ılacaksa. Nitekim , Y u na n ista n ’d a cu n taya karşı olan rad ik al Y u n a n
ya zarla rı b u «Laokrasi» sözcü ğü n ü yerleştirm eye çalışıyorlardı. Etim o­
loji a çısından d oğ ru olm ak la beraber, yanlış d a olsa b ir k e z yerleşm iş
b ir terim yerine, d oğru da olsa alışılm am ış olan b ir terim in konm ası
g ü ç oluyor. O n u n için, d em ok rasi sözcü ğü n ü k a ld ın p on u n yerine h iç
kullanılm am ış b ir sözcü ğü k oym an ın b a ş a n h olab ileceğin i sanm ıyo­
rum .
Ç ağım ızda b ir halkın uluslaşm a d erecesi laikleşm iş olm a ölçü sü ­
n e bağlıd ır. Bu b ak ım dan Y u n a n lıla r’ın ya d a K ıb n s ’taki R u m la r’ın ne
d erecey e k ad ar m od ern b ir ulu s çağdaşlaşm ası aşam asına va ra bild ik ­
lerini tartışm ak bize yeni yön ler kazand ıracak b ir iş olacaktır. Türk
evrim in de uluslaşm a, laikleşm e, çağdaşlaşm a d evrim leriyle baş başa
gitm iştir. Biri gerçekleşm ezse ötekiler d e gerçekleşm ez. Oysa 1830’larda
başlayan m od ern Y unan istan tarihine bak arsak ya da geçen lere k ad ar
b ağım sız b ir d evlet sanılan B aşpiskopos teokrasisinin kısacık tarihine
bak arsak b un u n b öyle olm adığını, ikisinin de ça ğ d oğru ltu su n a a y k ın
d oğru ltu la rd a inip çık tığını görü rüz. Çünkü, birin cisi h âlâ laik b ir d ev­
let d eğild ir. İkincisi ise, d ü p ed ü z teokrasidir. Y u nan istan C um huriyet­
le başladı, son ra k rallığa d öndü , son ra o gitti dik tatörlü k geldi; o da
gitti; C um huriyet geldi; o d evrild i krallık geldi, o atıldı cu n ta faşizm i
geldi. A m a d eğişm eyen b ir sürekli yan var: H içbiri laik devlet olam a ­
m ıştır. Bir d evlet C um huriyet de olsa teokrasi olabilir. Böyle b ir şey
d ü zgü n sü zlü k (an om ali) d e olsa b u anom alilerin tarihte b irk a ç örn eği
görü lm ü ştür. (En tanınm ışı b ir kilise adam ı olan K alvin ’in C en evre’de
başk an lık ettiği C u m h uriyet’tir.)
Laik T ü rkiye’nin ayd ın la rı k ad ar y u rttaşlan n ın d a teokrasinin ne
old u ğu n u d o ğ ru olarak k avram aları gerekir. Çünkü, İslam lıkta «kili­
se» olm ad ığı h ald e ondan b ir M üslüm an teokrasisi yaratm a özlem in de
o la n kişiler v a r b u g ü n bile.

Cumhuriyet, 26 Ekim 1974


DEMOKRASİNİN BEŞİĞİ

Y unan istan ve K ıb n s ile ilgili olaylar, T ürk çağdaşlaşm ası a çısın ­


d a n da kim i soru n la rın aydın lanm ası olan ağ ım bize verecek nitelikte­
dir. T ü rk iye’de Ç ağdaşlaşm a a d lı kitabınun b irk a ç yerinde, o çağd aş­
laşm a a kım ı içinde, O sm anlı îm p a ra torlu ğu ’n u n p a r ça la n o la n ü lke­
lerin u luslaşm a ve ça ğd aşlaşm a yön ü n dek i gelişm elerin e de d eğin ­
m iştim .
O n larm b u yön lerd ek i gelişm elerini b ilm en in b izim için önem i, o n ­
ların sadece karşılaştırm a ölçeği olm aya ya ra m a la n n d a n gelm ez. Bir
kez, b u n la r o im pa ra torlu ğu n p a r ça la n oldu k ları için, bü tü n ile o la n
ilişkilerin in yavaş yavaş kopu şu n u izlem ek gerekirdi. A n cak, b aşk a
b ir yan dan d a T ü rk evrim in in m o d e m ç a ğ u yga rlığıy la olan ilişkileri
a çısın d a n ön em taşıyorlardı. Ç ü nk ü ça ğd aş Batı devletleri, çeşitli n e­
d enlerle, b u ü lk elerin d u ru m u yla ço k y a la n d a n ilgilenm işler, T ü rk
ça ğd aşlaşm a ça b a la n n a karşı b u ilgilen işlerin in etkisi altında kalan
tu tu m lar takınm ışlardı. O n ların b u tu tu m la n d a T ürk gelişm eleri üze­
rin e etkili olm uştu.
Bu u lu s la n n İslam d in in d en olm a y a n la n n arasın da Y u n an lılar
özel b ir y er tutarlar. B ir kez, b u u lu sla r içind e en ço k o n la r diğerle­
rin d en d ah a geniş, d a h a d erin ölçü lerd e O sm anh d ü zen in in için d e yer
alm ış bulu n u yorlardı. O sm anh Devleti, Bizans D evleti’n in ardası ol­
m uştu. O rtodok s H ıristiyanlığına düşm an olan K atolik H ıristiyan lığı­
n ın ilerleyişine karşı on u destekleyerek K atolik h ği R um H ıristiyanlığı
a la n la rın d a n u zaklaştırm a poUtikasım gütm üştü. R um lar, O sm anlı y ö ­
n etim inde (ya P atrikhk yolu yla ya d a Fener aristokrasisiyle) h em ö b ü r
O rtod ok s H ıristiyan h alk larla ihşkilerde, h em de d evletin b ir çeşit
D ışişleri B akanlığı S ekreterliği n iteliğini taşıyan tercü m a n h k gö re ­
viyle Batı diplom asisinde M üslüm an - O sm anh k ad ar d e n e ce k ölçü de
ro l oynam ışlardı. N ihayet, öteki H ıristiyan h alk lara kıyasla Rum lar,
O sm anlı geleneksel d ü zen in in yön ü n den en erken ajnnim a yolu n a gi­
re n top lu m olm uştu.
Bu n eden lerle Rum lar, d aim a Batı diplom asisinin D oğu Sorunu

142
DEMOKRASİNİN BEŞİĞİ

(Q uestion d ’O rient) d ediği sorunun göb eğin d e bulu n m u şlardır. Sözü n ü


ettiğim k itabım ın b irk a ç yerinde d ah a ayrın tılı olarak d eğin d iğ im gi­
bi, b ir yan dan Rusya, öte yan dan ön ce Fransa, son ra B ritanya v e n i­
h ayet (1820’lerin u zak ülkesi A m erik a d ah il) b ütün Batı ile olan iliş­
k ilerin getirdiği soru n la n n ekseninde görü lü r Y unanistan. O soru n u n
sü rd ü ğ ü a şam alar b oy u n ca p olitik ve ek on om ik çık arla rı birbirine
karşı olan ülkelerde, d eğ il yaln ız lib era l a yd m la r arasında, hatta (ör­
n eğin XVIII. yü zyıl K rallık Fransası’n ın elçisi C hoiseul - G o u ffie r gibi)
en gerici d ip lom a tla r arasın da bile sürekli b ir Y u n a n h ayra n lığı m ito­
lojik d en ecek b oyu tla ra k ad ar vardı. Y u n a n bağım sızlığı davası B atı’d a
k a ç k ez özgü rlü k, u ygarlık, d em ok ra si d ava sı ile b ir tutulm uştur. Bu­
gü n bile, ço k çev relerd e Y u n a n ista n ’ın d em ok ra sin in beşiği old u ğ u
in a n cı yaşar.
M o d e m ça ğ R u m la n n ın ve Y u n a n lıla rm ın b u tarihsel baş k öşeye
gerçek ten layık olup olm ad ık ları som sun u n , o rom an tizm i yaşatan lar
a ra sın d a b ile rah atsız ed ici b ir kuşku olarak b ir ya n d a yattığını d a b u
gözlem lere katm am ız gerekir, b ü tü n gerçeği tan ım am ız için. (Ö m e k
olarak, Lord B yron ’un, D avid U rq u h a rt’un, V o ln e y ’in b ü tü n h ayra n ­
lık ların a karşı ta n ıd ık la n R u m lar üzerine bazen h aksızlığa k a d a r va ­
ran ya rgılarm ı hatırlatacağım . A n a d olu ’d a d ola şa n A rk e o lo g W ilUam
R am sey’in çalıştırdığı R um lar için v erd iği yargılar. Y u n a n h a y ra n ­
lığıyla tutarsızlık olacak k ad ar olum su zdu r.)
T ü rk U lusal B ağım sızlık Savaşı hem T ü rk iye’de h em Batı’d a b u
Y u n a n soru n u n a b ir son verdi. O k ad ar ki, b u son verişin b ü y ü k ön deri
A tatürk, T ü r k -Y u n a n kom şu dostluğu politikasın m yolu n u a ça ca k
k a d a r a çık yü reklilik gösterdi. Ö yle old u ğu halde, o zam an dan b u g ü ­
n e k ad ar T ü rk C um huriyet rejim i dün yan ın saygısım kazanan b ir g e ­
lişm e gösterirken kom şu Y unanistan, b u n u n tersine, h em b ir k ararlı
d ü zen e kavuşam adı, h em de h er g eçird iği b u n alım d ön em in d e iyi iliş­
k ileri k opa ra ca k sm ırlara gelm ekten kurtulam adı. B ugün d e b u s ın ın
aşm ış hale geldi.
K ıbrıs çıkarm ası olayın ın şim di 150 yıllık Y u n an istan ’ın ve 50 3^1-
lık T ü rk C u m h uriyeti’n in d ü n y a k am uosoında ister istem ez b ir değer­
lendirilm esi olasılığın a y o l a ça ca k nitelik taşıyor. Bunun üzerine b ir
gözlem edinm e düşüncesiyle nisan b aşla rın da n b u gü n e k a d a r Batı b a -
sım n da T ü r k -Y u n a n ilişkileri soru n la n m n nasıl yan sıdığın ı m erak
ediyordum . Eski dönem lerdeki ön ya rgılara h âlâ saplı y a d a başk a çı-
k a r la n n etkisi a ltın da ola n la r b ir yan a bırakıhrsa. Batı k afasın da ya ­
şayan Y u n a n efsan esin in artık k apandığın ı söyleyebiliriz. Siyasa pla­
n ın d a d a öyle, Y u n a n v e Y unan istan ola n h e r şeye öm rü b o y u n ca b a ğ -
h kalan ih tiya r N oel - B aker’in A m erik a ’d an Ç in ’e k ad ar b ütün b ü y ü k
d evletleri d ona n m a la rıyla birükte yeni b ir N ava rin ’e ça ğ ıra n sesi b u
ü lk elerde b irbirin e u ym a ya n seslerin çık ardığı k ak a fon i için d e anlam ­
sız b ir çığlık olm aktan öteye gidem edi. (Bu zat, T im es’a gön d erd iğ i b ir

143
TEOKRASİ VE LAİKLİK

m ektu pta A m erika, İngiltere, Fransa, R usya ve Çin d onan m alarının


b irleşerek M e r s in -G ir n e arasın da T ü rk d on a n m a sın ın im hasını tek­
lif etm iştir.)
Bu k ak a fon i içind e basında, bu yazıya seçtiğim k onu açısın dan
ilg in ç h aberlere d e rastlanıyor. Bu yazıda b u n la n n b ir tanesinden söz
etm ek istiyoru m . Bu, Y u n a n ista n 'ın W a sh in g ton Büyükelçisinin, h iz­
m etin de b u lu n du ğu cu n ta h üküm etine 10 N isan 1974 tarih in d e ya zdığı
b ir gizli ra p orla ilgilidir. Şim di açıklanm ış olan b u ra p oru n içind ek ileri
b ild iren gazete yazısın a göre, b ü y ü k elçi K onstantin Panayotakis, A m e­
rik a Dışişleri B akan Y ard ım cısı Joseph Sisco ile olan b ir tartışm asını
ve cunta rejim in i nasıl sa vu n d u ğu n u anlatıyor. Bu savunm a cu n ta re ­
jim in in ideolojik d ok u su n u da özetliyor bize.
Panayotakis, aslında devletler h u ku k u doçen tiym iş. C unta ikti­
d a ra gelin ce A vru p a K on seyi’ne atanm ış, son ra K ıbrıs’a elçi olm uş
(ora d a M a k arios’a karşı yapılan k om p lolarda n birin i d e h azırlam ış),
d ah a son ra Dışişleri Bakan Y ardım cısı, en son d a W a sh in g ton B üyükel­
çisi olm uş. (Şim di A tin a ’d a b ak an h k em rin de. Y en i h ü k ü m et ta ra fın ­
d a n geri çağrılm ış.)
T ü rk iye’deki son seçim ler a rd ın d an k u m la n hü kü m etin ilk kar­
şılaştığı en önem li dış politik a som n u n u n E ge’de k ıta sahanhğı k on u ­
su n d a Y u n a n ista n ’ın u zlaşm aya yan aşm ayan tutum u old u ğ u hatırlar­
dadır. N isan b aşların da Sisco, büjrükelçiyi ça ğıra ra k Y u n a n ista n ’ın
T ü rk iye’yle o la n ilişkilerin in gergin liği kon usu n u görü şü rk en Y u n a ­
n ista n ’dak i rejim in h er yerde eleştirildiğini, b öyle b ir rejim in «dem ok ­
ra sin in beşiği» olan b ir ülkede tutunm asınm ço k kişilerin in a n cın a ay-
k ın dü ştü ğü n d en yakınm ış. B üyükelçi ra p o m n d a cu n ta rejim in i nasıl
sa vu n d u ğu n u anlatıyor.
Eski h u k u k d oçen tin in savu n m asın m özeti şunlar: Y u n a n ista n ’ın
d em ok ra sin in beşiği old u ğu iddiası ile Y unanistan, ta rih in ta h rif edil­
m esin d en d o ğ a n a ğır b ir im tiyazlılık yü k ü altına k on u yor. G erçek te es­
ki Y u n a n lıla r’da dem okrasi d en en şey Perikles d önem in de ço k kısa
öm ü rlü b ir rejim olm uştur. Üstelik, b ütün Y u n a n ista n ’d a d e ğ il sadece
A tin a ’da uygu lanm ıştır. Son uçta d a A tin a ’m n k öleleştirilm esinin n e ­
d en i olm uştur. Zaten Sokrates, Platon, A ristoteles gib i d ü şü n ü rler o
dem ok rasiyi eleştirm işlerdir. Sonra, o d em ok rasin in v a ta n d a şla n sadece
b ir azın lık o la n özgü rler içindi, h alk ın b ü y ü k çoğ u n lu ğu ö z g ü r d eğild i.
B eşik efsa n esin i b ö y le ce yalan lam am n verd iği gü ven ceye d aya n a ­
ra k Panayotakis savun m aya geçtiğin i ra p o m n d a ö vü n erek şöyle anla­
tıyor: «S on u ç olarak d ed im ki üstü nden b u n ca yıl geçen asılsız b ir şe­
ye d aya n arak Y u n a n ista n ’a d em ok rasi dersi verm ek içişlerim ize k a n ş-
Tnn> için b ah an e olarak k ullam lıyor. Z aten dem ok ra si d en en şey, h er­
kese göre a n lam ı d eğişen b ir nesnedir. B ugün kom ü n ist rejim ler bile
ken dilerin e d em ok rasi d iyorlar» ve sözlerini şu ihtarla bitirm iş: «Y u ­
n an istan ’ın yabancılardem akıl öğrenm eye ihtiyacı yoktur.»

144
DEMOKRASİNİN BEŞİĞİ

öyledir. Yunan faşizminin yaygmlaştırdığı inançlardan biri; «Ba­


tı uygarlığı bızı yaratmış değil, biz Batı uygarlığmın kendisini yarat-
mışızdır.» Batı, demokrasi sandığı şeyin aslında cunta rejiminin uygu­
ladığı rejim (yani faşizm) olduğunu anlamalıdır. «Eski Yunanistanda
demokrasi yoktu, çünkü halkın büyük çoğunluğu köleydi» yargısıyla
«Atına kısa onıürlü demokrasi yüzünden köleleştirildi» yargısı arasın­
daki tutarsızlığı kolaylıkla görebilirsiniz. Böyle bir tutarsızlık yoksa,
yapılan iddiamn gerçek anlamı şu olabilir: Demokrasi sanılan şey yü­
zünden özgür vatandaşlar da köle oldular, şu halde tüm AtinalIların
kole olması doğaldır. Bu yargılardan. Yunan tarih geleneği doğrul­
tusuna uygun olan rejimin albaylar «tyrannos»luğu altında tüm hal­
kın kole durumuna düşürüldüğü bir rejim olduğu iddiası çıkıyor
Eski Grek düşününü bugünkü Yunanlı profesörlerin bizden iyi
bilmesi gerekir. Fakat bu diplomatlaşmış doçentin söyledikleri, faşist
bir rejim altında ne kıratta adamların söz söyleme tekeüni ele aldı-
ğını gösterir. Konstantin Panayotakis’in sözleri tarih gerçeklerine uyar
gözüküyor. Ancak, eski Grek düşünürünün asıl özünü a-nlamavtan
cuntacı doçentin ne kadar uzak olduğunu görüyoruz. Eğer demokrasljri
sadece bir yönetim altında bulunan kişilerin o yönetime uyması hatta
ona oy vermesi olarak alırsak o eski Yunanistandan daha da eski ve
aşiret, kabile düzenlerinde yaşayan kavimlerde bile vardı. Bu anlamda
elbette Yunanistan demokrasinin beşiği olmuş değildir.
Klasik Grek düşününün önemh yanı, demokrasinin ne kadar ger­
çekleştirildiği, ömrünün ne kadar kısa olduğu sorunu değil, hatta de­
mokrasi sorununun kendisi bile değildir. Onun önemi, siyasal sorun­
lan geleneklerden kurtulmuş aklın düşün özgürlüğü içinde tartışma
çığırmı açmasındadır. Bundan da o büyük felsefe düşünü açılmıştır.
Klasik Grek <iüşünü, o zamandan bu zamana kadar gehp geçen bütün
düşün ve özgürlük düşmanı din ve siyasa rejimlerinin korktuğu fel­
sefi düşününün, geleneksel inançlan sorguya çeken özgür insan düşü­
nünün beşiği olmuştur.
Bunun. Türk çağdaşlaşmasınm 1974 seçimlerinden sonra vardığı
aşama açısından olan anlamını tartışacağız. Makarios’un piskopos te­
okrasisi ve Yunan faşizmiyle olan farklarını göreceğiz. Panayotakis
türünden hukukçular ehnde geçirilen karanlık günlerin aydınlığa çık­
masıyla kazanılanm önemini o zaman daha iyi belirleyebileceğiz.

Cumhuriyet, 9 Ekim 1974


MUSTAKLİS ÎLE MUSTAKAS

Biri a dım belki b ir d a h a h iç d uym ayacağım ız, ötekiyse, gelecek


yıllard a b elk i adı hayU geçecek iki kişi. Biri Y u n a n trajedisinin, öteki
Y u n a n kom edisin in sim gesidir hem en hem en.
M ustaklis Y u nanlı, M ustakas K ıbrıslı’dır. Biri cu n tan ın yaşayan
ölüye çev ird iği b ir bitki insan, öteki cun tan ın K ıbrıs’ta kalan d ökü n ­
tülerinin başk an ı rolü n de.
Ö n ce b irin ciy i b ira z daha yak ın dan tanıyalım . O şim di k ırk sekiz
yaşında. Bir subaydı, b ir binbaşı. İkinci D ün ya Savaşı’n da yu rd u n u n
kurtuluşu için savaşm ış, d a h a son raki savaşta faşistlere karşı d övü ş­
te ü n kazanm ış. O rdu n u n en yüksek nişanını taşıyordu.
Trajedisi a lb ayla r rejim ine karşı çık m asıyla başladı, ilk d arbeyi
ön ce 1969 yılın da yem işti. A m a asıl felaketi, 1973 M ayısı nda, kapısın ın
önü n de b ir jeep in d urm asıyla başlar. K arısı onun n ereye g ötü rü ld ü ­
ğü n ü öğren m ek için, elli gü n ora d an ora ya b aşvu ra ra k çırpındı. So­
n u n da onu, b ir askeri hastanede, kanlı u rb a la r içinde, pis b ir yatakta
b ir kırık k em ik yığın ı olarak bulabildi.
Sağ om uzu, k oca m an söndürülm üş b ir cıga ra k ü llü ğü olm uştu.
K olla n , erk ek lik organı, sigara yan ıkların ın b ırak tığı çü rü k ler için ­
deydi. B aşını d ik tu tam ıyordu. Sapı bük ü lm ü ş b ir arm u t gibi yana
düşm üştü. Sağ yana; çü n k ü vü cud u n u n yarısı yu k arıd a n aşağı fe lç
olm uştu. B aşucuna gelen k a n sın a gözlerini çevirm iş, b ir şeyler anlat­
m a k istiyor, a n cak kon uşam ıyordu . A ğzın d an anlaşılm ayan sesler çı­
k ıyordu .
C untanın düşm esinden son ra k ocasın ı b u lan karısına. M ustak-
Us’in h erh a n gi b ir hastahga. felce yak alandığın ı söylediler. G erçekte.
A tin a ’n ın bilin m eyen b ir yerinde, cu n ta n m e n b a rb a r cellatların dan
biri olarak tan ın an B inbaşı A nastasios Span os’un en incelik li işkence
yön tem lerin i u ygu lad ığı m erkezde gerçekleşm işti b u felç.
O raya getirildiğinde, ön ce yirm i d ört saat b o y u n ca d övü ld ü . İşken­
ce u zm an ların d an b iri b a şım b oyn u n d a n arkaya, son ra ik i ya n a d o ğ ru
v a r gü cü y le bükü yor, sanki b oyn u yla gövdesin i a yırm a ya çah şıyordu .

146
MUSTAKLÎS İLE MUSTAKAS

Bu, gövdesi üstünde başını tutamaz hale gehnceye kadar sürdü. İşken­
celer sonucu konuşma gücünü bütünüyle yith*mişti. Yapılanların ay­
rıntılarım artık kimseye anlatamayacaktı. Dili ağzının içinde dolanı­
yor, a n cak b oğu k iniltilerden başka bir şey çıkmıyordu ağzından. Göz­
leriyle bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Boynunda biriken kan pıhtı­
ları, ona normal hayatta felce uğrayan herhangi bir kişinin görünü­
münü vermiş, doktorlar bir ameliyatla bunun hemen önlenebileceğini
söylemişler, ancak işkenceciler buna izin vermemişlerdi. Ecevit’in ora­
ya kadar uzanan darbesiyle onlar sahneden çekildiği günden beri,
Mustaklis bir hastanede bir bitki insa,n olarak yaşıyor. Fizyoterapiyle
kurtulabileceğini söylüyor doktorlar. Karamanhs hükümeti gerçeği açı­
ğa vurmakla yetindi. Ama binbaşıyı bu hale getirenlere henüz bir şey
yapılmış değil. Belki de hiçbir şey yapılmayacak. Anastasios Spanos,
Bulgar sınırındaki bir alaya atanmış. Orada uslu oturursa, belki bir
dalıa adı sanı duyulmayacak, kendini unutturabilecek. Ne olduysa
Mustaklis’e oldu. Başka daha ne Mustaklisler var. Bir tane değil, iki
tane değil...
Ya Mustakas? Onun ilk adı Andreas. Rütbesi yüzbaşı. Ama bu rüt­
beyi nereden aldığı belli. Kıbrıs’a Yunanistan’dan gelen subayların y ö­
nettiği EOKA-B’nin şimdiki önderi. Eşkıyalıktan generalliğe yükselen
Grivas’ın halefi. Ya da kendini öyle tanıtıyor.
Bir Ingihz gazetecisi, onu Karhdağ’da (Trodos’ta ), Kıbnshlann iyi
tanıdıkları büyük lüks oteller ülkesi Platres’te bulmuş; ENOSİS’in ge­
lecekteki çekirdekten yetişme generalinin o olacağı samsmda gazeteci.
Yüzbaşı Mustakas, gazeteciye asgari amacının ENOSİS olduğunu söy­
lemiş. Davasımn asgarisi buysa azamisinin ne olacağmı merak ediyor
insan. Bu Türk Ordusu’nu denize dökmek olabilir; ya da «katliam»
baskınlarıyla Türk halkını temizlemek. Bu başarılan elde ettikten
sonra, kendini generalliğe yükseltip Yunanistan’m başına diktatör ne­
den olmasın? Bu kadarından sonra tarihe, «Büyük İdea»mn şanh gene­
rali olarak da geçebilir.
Fakat daha ilk aşamasının, «imha» projesinin fırsatım kaçırdı. Ya
azıcık geç kaldı, ya da Türk Ordusu umduğundan erken geldi. Zaten
o ve onun gibiler buna hiç olasılık göremiyorlardı. Bunun verdiği ce­
saretle, Erenköy bölgesindeki bir dağ sırtına Rumca olarak, «Sıkıysan
gel» gibi kurusıkı laflar iri puntolarla yazılmıştı. İlk aşamadaki yan­
lışlık, şimdi meydana çıkmaya başlayan cesetlerden anlaşılıyor. Bunlar
gerçekleştirilemeyen büyük planın parçalarıdır.
Mustakas gibiler, şimdi belki öteki iki amacı gerçekleştirmeyi um­
maktadırlar. Kıbnslı Rumlar kendilerini Yunanistan’dakilerden o ka­
dar üstün görüyorlar ki, Kıbrıs’ı Yunanistan’a değil, Yunanistan’ı Kıb-
n s ’a ilhak etmejâ içlerinde daha uygun bulanlar var. Nasıl ki Yuna­
nistan’da da çoğu kişi, «Biz Batı uygarlığına mensup değihz, Batı uy-
garhğı bize mensuptur» sözüne bir atasözüne inanır gibi inanırlarmış,
147
TEOKRASİ VE LAİKLİK

öyle. S özün ü ettiğim k om ed i ya m b ö y le sam larda d o ru ğ u n a varıyor.


İşte, zen gin turist otelleri bölgesin in tenha Platres tepesinde Y ü z­
başı M ustakas, b u kom ed i havası için d e gerilla savaşm a h azırlan ıyor.
L im asol'un şarap ve k on ya k kok ulu sokak ların da d ola şa n saçlı sakallı
başıb oş delikanlılar, Lim asol m eyh an elerin d e geliştirdikleri p rojeleri­
n i u ygu lam ak için ora d a toplan acak lar. Filistin gerillaların ı taklit et­
m eyi d ü şü n ecek k ad ar d a tevazu gösteriyorlar. Fakat gazeteci, M us-
takas’ı p ek k eyifli bu lm adığını söylü yor. D avaların ın um ut verici ol­
m adığını. aldıkları örnekle ara la rın d a pek u ygu n lu k görm ed iğin i de
belirtiyor. E llerindeki silahların zavallılığı üzerine de bilgi veriyor.
D ağlardak i d ep ola rın d a d ah a üstün silahları old u ğu iddiası d a onu
tatm in etm em iş gibi h a fiften alaya alıyor. O n u n anlattıkların a göre,
M ustakas fazla k on u şm aya tenezzül etm iyor; m u a vin in i k on uşturuyor,
sad ece başm ı sallayarak on u n söylediklerini tasdik ediyorm uş. O nun
v a rd ığ ı son uca göre, ulusal m u h afızlarla EOKA-B karm ası b ir yığınm ış
bun lar. Y u n a n alayı su ba yla rın ın çoğ u n u n b u ra d a old u ğu n u d a id d ia
ed iyor.
M ustaklis trajedisiyle M ustakas kom edisini, daha ön cek i b ir ya­
zım d a belirtm eye çalıştığım gibi, H elen dün yasının son ü ç elli yıllık d ö ­
n em in d e ya n ya n a giden iki yü züdür. İddialar en gin d ü ş a ğla rın a ya­
p ışıp kaldıkları zam an, u luslar gerçek lerle karşılaşınca, ya b ü y ü k b ir
yas, ya d a geniş b ir gü lü n çlü k için e düşerler. T ü rk atasözü, «K endi dü­
şen ağlam az» der. Y u n a n ista n ’d a sağdu yu e ğ e r b ir g ü n uyanırsa, M us-
taklis’in hesabı soru lacak elbette gelecek yıllarda. A m a, dah a O sm an­
lI dön em in d e başlayan, İngiliz d önem in de tem izlen em eyen D ağ K lef-
teciliğ i (ENOSİS b u n u n m od ern adı) Rum K ıb n s ı’m d ü n y a yı gü ld ü ­
rece k b ir k om ed i sahnesi yapm aktan ne zam an v a zgeçecek a ca b a ?

Cumhuriyet, 1 Ekim 1974


«TURKISH OCCUPIED ARMENIA*

Bu yazının başlığını İngilizce yazdığım için özür dilerim. O benim


sözüm değil. Bu yıl (1975) Kuzey Amerika’da çok farM ı b ir kampanya
açmış olan Ermenilerin düzenlediği sergilerde gözüken en büyük baş­
lıktır. «Türk işgali altında Kıbrıs» sloganına benzetilerek yazılmış bir
söz. «Türk İşgali altında Ermenistan» anlamına gelir.
Türkiye’nin haritada yerini bile gösteremeyen Kuzey Amerika
gençlerine bunun vereceği anlam şudur: Türkler Kıbrıs’tan sonra şim­
di Ermenistan’ı da işgal etmişler demek. Haberiniz olsun. Amerikan Er-
menileri Anadolu’nun doğu bölgesinin boşaltılmasım istiyorlar. Dün­
ya kamuoyunun baskısıyla gelip orada Ermenistan kuracaklar. Bir
Ermenistan var, ama orası bir Sovyet Cumhuriyeti, işe yaramaz.
Erm enistan m egalosu nu n b u 60. jnldönüm ü. N isan a3n b o y u n ca
k am p a n ya sürecek. E rm eni p rofesörler üniversite üniversite d ola şıp
k on fera n sla r veriyorlar. Sokulabildikleri dergilerde, gazetelerde yazı­
la r çıkıyor, çeşitli ken tlerde sergiler düzenleniyor.
Yolum düştü, sergilerden birini gördüm. Sıra sıra camlıklar içinde,
ilkini gördüğüm zaman bunun Sovyetler Birliği’ne turist çekmek için
düzenlenmiş bir sergi olduğunu sanmıştım. Oklarla oraya nerelerden,
nasıl gidileceği gösteriliyordu. Dikkatle bakınca gösterilen yerin Er­
meni Sovyet Cumhuriyeti olduğunu anladım. Sovyetler Blrliği’nde ün
kazanmış bilim ve sanat adamlarının fotoğrafları Ermeni ülkesinin
manzaralarını çerçeveliyordu.
ikinci camlığa geçince işin rengi değişmeye başladı. Birinci cam­
lıktaki sosyalist başarılan seyirci için bir yemdi, ikinci camlıkta ki­
liseler ve papazlar. Oradan sonra bu yazının başlığı olan söz İri harf­
lerle yazılı. Üçüncü camlıkta Sèvres Antlaşması’nın kara kalemle hal-
kalanmış bir maddesinin büyütülmüş fotoğrafı gözüküyor. Bu madde
ile Ararat’tan Toroslar’a kadar bir EkTnenistan kurulmuştu. Yandaki
açıklamalarda anlatılıyor. Lenin’in göz kırpması ile Kâzım Karabekir
bu Ermenistan’ı çiğniyor. Sonra, Mustafa Kemal «meşru» Sèvres Ant-
laşm ası’nı yırtarak Lausanne’da Avrupa devletlerine başka antlaşm a

149
'TEOKRASİ VE LAİKLİK

dik te ed iyor. Bu antlaşm a (Lozan A n tlaşm ası) «im m oral» ve «illegal»


sözcü k leriyle n itelendiriliyor. Bu antlaşm a geçersizdir, çü n k ü Erm eni
d elegelerin in im zasını taşım ıyor. D em ek ki, b ir Erm enistan uzm anı
o la n Lord C u rzon ora d a Y u n a n lıla rı T ürklere sattığı gibi, E rm enileri
d e a lçak ça sın a satm ıştı, o n la n n izn in i alm adan.
A sıl yen ilik ler d örd ü n cü cam lıkta. Bu cam lık «gen ocide», u-kkıyım ı
k on u su n a ayrılm ış. B urada tarih b o y u n ca Tü rklerin işlediği «gen ocide»
lerin b ir listesi var. B uradan öğren iyoru z ki XX. yü zyılın ilk v e en b ü ­
y ü k k ıyım cısı Türkler. H itler, Y a h u d i kıyım ı p lan ın ı on la rd a n örn ek
a la ra k uygulam ış. H itler’in kendisi b u n a b ir otorite olarak gösteriliyor,
çü n k ü -T ü rk ler k oca b ir E rm eni ırkını y ok ettiler, b u g ü n b u n u kim
h a tırlıyor san ki?» dem işm iş. N erede söylem iş, ya d a yazm ış bunu, gös­
terilm iyor. Sadece 1940’larda A m erik a ’d a çık a n b ir İn gilizce k ita p k a y ­
n a k o la ra k gösteriliyor. U yga r in san h k E rm eni k ıyım ın a karşı ayak-
lan sayd ı o zam an, H itler a yn ı şeyi yapm aya cesaret edem eyecekti. Bun­
la r b e lli k i Musevi asıllı kişilere sesleniyor.
G örebild iğ im ca m lık lard a «gen ocide» ve b u n u n kararlaştırılm ış
b ir p la n gereğin ce u ygu lan m ış oldu ğu tezi üzerinde d u ru lu y o r en çok.
Bu tez, «gerçeksever» b ir T ü rk «tarih çisi»nin a çık la m a la n n a d a d a ­
ya n dırılıyor. Bu, M evlanzade R ıfat a dın da biri. H alep’te «T ürk İnkılâ­
b ın ın İçyüzü» a dın da b ir kitap yayım lam ış, E rm enice ye de çevrilm iş.
Plan, İttihat v e Terakki m erkezi um u m isin de hazırlanm ış. Bu h azırla­
m a yı gözleri ile görm üş, k u la k la n ile de işitmiş. V esik alarla açıklı-
yormuş. j w
O k u rlar b elk i bilm ez, açıklayayım . Bu M evlanzade, gerçekte, ne
b ir tarihçidir, ne d e İttihat ve Terakki üyesi, h atta n e de Türk. A zılı
b ir îtila fçı old u ğ u için .h içb ir İttihatçı toplantısında b u lu n am a zdı. Ü s­
telik A v ru p a ’ya kaçm ıştı. M ütareke y ılla n n d a gen e gelm iş, d ah a son ­
ra gen e kaçm ıştı. O n dan sonra E rm eni k om iteleriyle işb irliği yaparak,
«T ürk tarihçisi» olm uş.
I^^evlanzade’nin ya n ın d a b ir d e N aim Bey a dın da b irin d en söz ed i­
liy o r otorite olarak. Bu adam ın kim oldu ğu n u b ilm iyoru m . I n ^ liz c e ’ye
çevrilm iş, son zam an lard a b ir d a h a basılm ış b ir kitabı old u ğu idd ia
ediliyor. Bu ad b a n a b ü sb ü tün u yd u rm a gibi geliyor.

H er p rop ag an d a gibi, b u p rop ag an d ad a da tarih gerçek lerine saygı


beklem ek, o la y la n nalıncı keseriyle yon tm ak tan k açın m a k gibi şeyler
b eklem ek abes. O n d ok u zu n cu yüzyılın son larına d oğru ; yirm in ci yü z­
y ılın b aşla rın da O sm anlı İm p a ra torlu ğu ’nu saran ço k karm aşık ko­
şu lları hasıraltı ederek, o im paratorluktan geri kalm ış ulu slardan b iri
o la n b u g ü n k ü T ü rk h alk ına ve devletin e barbarlık, ırkçılık, plan lı «ge­
n ocid e» s u çla n gibi soru m lu lu k lar yükletm ek çirk in oldu ğu kadar,
b u n la n k oyu n gibi d inleyen kişilerin duru m u d a aptallıktan başk a b ir

150
«TURKISH OCCUPIED ARMENIA»

şeyle nitelendirilem ez. N e va r ki p rop ag an d acılığın sorum suzluğunu,


o n a inan an ların b ilgisizliğini belirtm ekle k alm ak b ir şey çözüm lem ez.
A sıl soru n b u p rop ag an d ayı teşvik edenler; h azırlayan lar, jrürütenler
v e d ü rten ler k im lerd ir? H ele şu sıralarda? A rk asın dak i gizli siyasal
g ü çle r n elerdir? B unlar üzerinde b ilg i toplayan, toplan an bilgileri de­
ğerlen d iren m a k a m lar va r m ıdır? M erak etm em iz gerekir.
D ağıtılan broşü rlerd en gördü k lerim in özellikle yen i b ir iki n ok ta
ü zerind e direndiğini b elirtm ek isterim-. Suçlu b u g ü n k ü T ü rk iye’dir; b u
T ü rkiye b u g ü n h aşhaş ekim iyle A m erik a gen çliğin i zehirlem e a m a cı­
n ı gü dü yor; ABD b öyle b ir devlete yard ım etm e değil, on u sıkıştırm a
öd evin d ed ir. Bunu yapm asa b ile b ir gü n g elecek o d evlet sallan acak tır
ve Erm eni m egalosu n u n gü n ü o zam an gelecektir.
P aragraflard an b irin d e şöyle deniyor; «B ugün T ü rkiye d edik leri
ü lk en in doğusu, Tü rklerin g öçebe sürülerinin oralara ayak bastıkları
zam an lard an b in lerce jnl öncesinden b eri E rm eni 3rurduydu. B ugün
d e gen e b ir Erm eni yu rdu du r. Bir gü n g erçe k sahiplerine verilecek tir
o top rak lar». Bunun gerçekleştirilm esinin Batı u yga rlığın ın öd evi ol­
d u ğ u özellikle h atırlatılıyor.
O sm anh îm p a ra torlu ğu ’nun belirttiğim dönem lerde, için d e b u lu n ­
d u ğ u k oşulların tüm ü açısından bak arsak (bu konu, H arvard Ü ni-
versitesi’n in eski b ir ü n lü p rofesörü olan W illia m Lan ger in «E m per­
ya lizm in D iplom asisi» adlı b ü y ü k yapıtın da bü tü n a yrın tılarıyla in ce­
lenm iştir) Erm eni soru n u n a özgü d ört ya n belirir:
Birincisi, b u n u n Erm eni h alk ının b ir ulusal b ilin çlilik son ucu olan
b ir özgü rlü k savaşı olarak değil, O sm anh D evleti’ni çök ertm e ça b a la ­
rın ın b ir p arça sı olarak körüklenm iş gizli silahlandırılm a, anarşi, sui­
kast, en trik a o la y la n dizisi olarak b aşla yıp gittiği.
İkincisi, b u toplu m dan k opu k y a b a n cı ü lkelerde yaşayan terörcû
örgü tlerin dış d ü n y aya k en dilerin i tanıtm ak için bile bile, isteye isteye
k en di h alk ların ı ulusal tem eli olm ayan, yersel dayanağı, nüfussal ço ­
ğun luğu b u lu n m ayan b ir u lu sçu lu k d avasın ın için e sürüklem eleri.
Ü çü ncü sü , b u n u b ü y ü k devletlerin zam an zam an k en di a m a çla n
için söm ürm elerine, b u n a karşılık on lard an b ir karşılık elde edem em e­
ye yol açm aları.
D ördün cü sü , O sm anlı ülk elerin e girm iş olan ya ba n cı din 3ruvaları-
nın b u n lara yataklık etmesi.
T ü rkiye d ışın da h er yıl yinelen en E rm eni p rop agan d asın ın b u yıl
yen i b ir b oy u tla ortaya çıktığını söylem iştim . Y u rt d ışın da bu lu n an ve
O sm an h tarih in in trajik yılla n n ı b ilm eyen g e n çle r b u idd iaların sert­
liği karşısında olum su z bu n a lım lara d ü şü yorlar. Y e r yer çekişm e, tar­
tışm a gibi ola yla rd a n başk a son zam anlarda A m erik a ’d a kasıtla h azır­
lanm ış cin ayet işlen diği bile görü lü yor.
B u nlar T ürk Erm eni yurttaşlarm ın işi değildir; o n la n b u n lard a n
s oru m lu tutm ak haksızlık olur. Bütün O sm anh tarihi b o y u n ca E rm eni

151
TEOKRASİ VE LAİKLİK

(başlıca ü ç H ıristiyan m ezh ebin den olan kişiler) o tarih in


nim etlerinden en çok fayd alan m ış olan kişilerdi. T ürk olan h alk ın k en­
disi b u n im etlerin k im ilerinden yoksun kalm ıştır. E rm enilerin m üzik,
tiyatro, dil, m atbaacılık, kitapçılık, diplom asi, h u k u k alanları gibi k ü l­
tü r a la n la rın d a Osm anlı, d ah a sonra T ürk k ültü r yaşam ın da h atırı sa­
y ılır katkıları olm uştur. Bugün d e olm aktadır. B una karşılık, ek on o­
m ik ve siyasal alanda T ürk halkı on ların b ecerik lilik lerin in fa yd a sın ­
d a n çok zararların ı görm ü ştür. Bir a ra tefeci-sa rra f kapitalizm i O s­
m anlI D evleti’ni hem en hem en a vu cu için e de almıştı. O devletin son
yılların ın bun alım ları içinde kendilerine d e b ir fayd a sı olm ayan e m ­
peryalist çıkarlara, piyasa ve petrol işlerinde görü ld ü ğü gibi, aracı ol­
m a k hatasını işlem işlerdir. Bu gibi sayılam ayacak k a d a r ço k tatsız
o la yla r karşısında, T ürk kanu n ların ın k oru yu cu lu ğu altında işin de gü ­
cü n d e çah san Erm eni yurttaşlardan T ürk h alkının h ak aret ve d ü ş­
m a n lık değil, saygı ve b ağlılık beklem eye h akkı vardır. D in asT ilık lan
bah an esiyle in sa n la n b irbirin e d üşm an etm e ça ğ la n n ın gerilerd e kal­
m ası gerektiğin i M ü slüm an olan k a d a r olm a y a n d a anlam alı, b u n u n
sağlanm asın a çalışm alıdır.
ö z e llik le A m erik a ’da yoğu n laşm ış olan zen gin v e m utlu E rm eni
asıllı A m erik alıları kışkırtan m a cera cıla n n . Erm eni m acerasın d an ala-
c a k la n önem li b ir ders de vardır; E m peryalist gü çlerin desteğiyle y ü ­
rü tü lm ek istenen h içb ir ulusal kurtuluş davası b a ş a n lı olam am ıştır.
A vru p a dışı b ü tü n ulusal kurtuluş savaşlan gü çlü b ir em peryalist d ev­
lete d ayan arak değil, tersine, ona karşı savaşarak başarılı olab ilm ek ­
tedir. Böyle b ir destekle kazanılm ış tek kurtuluş savaşı gösterebilir m i­
siniz? Bu d ersi alm am ış olan kişiler, h a lk la n n ı y a şa d ık la n top lu m lar
için d e huzursuz, yabancılaşm ış insanlar olarak k alm aya m ah kûm ed e­
cek lerd ir. Y oksa, acaba, bazı h a lk la n n h er yerde ya ba n cı h alk la r ola­
ra k yaşam akta fa y d a g örm ek gibi b ir y a z g ıla n m ı va rd ır?

Cumhuriyet, 24 Nisan 1975


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ANAYASA KAYNAĞI OLARAK SÖYLEV

Siyasal ve ek on om ik yaşam ında hızlı, dalgalı, tutarsız d eğişm e­


ler geçiren , özellikle d üzen li değişm eye açık olm ayan top lu m larda ta ­
rih dönem leri birbiriyle ilintili olm aktan çıkarak, atlam alı, k op u k p ar­
ça la ra b ölü n ü r. B irinden ötekine geçen kuşakların b ellek leri b irb iri­
ne karışm ış iplik p arça la rın a döner.
T op lu m un kişilerinde yaln ız tarih bilgisi değil, giderek tarih b i­
lin ci d e y ok olur. O laylar b irbirleriyle ilintili sü reçler dizisi olarak g ö-
rü lem eyin ce, sü reç içindek i ola yla r arasında önceki-son raki, n eden -
s on u ç arası bağlan tı da görü lem ez olur.
B öyle b ir d u ru m d a geçm iş üzerine u lu orta ya rg ılar verilir. Ö rn e ­
ğin, b u g ü n geçerli b ir görü şe göre, İkinci D ü n ya Savaşı’n dan sonra
gelen çok partili yön etim de A tatürk devrim lerine karşı gelen g ü çler
yasam a k u ru lu n da ve hüküm ette ağırlık kazanm ışlar, b u d evrim ilk e­
lerinin baltalan m asın a seyirci kalm ışlardır. Ne va r ki bu^ seyirci kalış,
ço k partili rejim e geçm ezden h ayli zam an ön ce MilU Ş e flik dön em in ­
d e başlam ıştı. Ç ok partili rejim d ed iğim iz şeyin niteliğini, b u tek p a r­
tili şef rejim i d önem in in siyasal particiliği dejen ere edişi yaratm ıştır.
A tatürk d evrim lerin in ilkelerinin yıkılm asına seyirci k alm a ço k p a r­
tili rejim in değil, partilerin A tatürk çü lüğü sakatlam alarına seyirci k a­
lış duru m u yaratm ıştır. D evrim lerin ilkelerine aykırı a n ım say ab ilece­
ğim iz h er ola y M illi Ş e flik yön etim indeyk en başlam ıştı. B indiği d ah
b öy lece kendi eliyle kestiği için düştü, yerini d ah a da aşırılara giden
b ir partiye bıraktı. D em okrat Parti, yalnızca a rd ın a k ad ar açılm ış
k apıdan geçerek daha ötelere, daha ötelerin daha d a ötelerine yolla r
açılm ış oldu.
A tla a rabayı yanlış yere k oym a yı andıran b u tür d eğişm eler kim i
kişilerce akla ve m antığa u ygu n gözü k ebilir. A m a tarihin gidiş g e r ­
çeklerin in yolu n a u ym u yorsa o zam an b u n la r u lu orta den en tü rden
ya rg ıla r olur. Y u kard ak i düşü n celerin ışığı altında bak ılın ca. C um hu­
riyet rejim in in anayasal tem el ilkelerin in k ayn a k la n dığı U lusal Ba­
ğım sızlık Savaşı’nın en kapsam lı öyk ü sü n ü veren M u stafa K e m a lin

155
TEOKRASİ VE LAİKLİK

Nutuk’unda bulunan iki yanın unutulup gittiği, ulusal tarih bilincinin


içinde yer almadığı görülür.
Bu yazıda görülecek olan kaynak görüşün elli yıl sonranın sorun­
larına göre ileri götürülmesi sorunuyla, «şeriat düzeni», «ırkçı milli­
yetçiliği», «siyasal uyduculuk» biçimlerinde gözüken görüş ve akım­
ların anayasal doğrulukları (meşrulukları) sorunu arasındaki çatı-
şıklıklan bütün yazılarımda tanıtmaya çalışıyorum. Kemalist düşünce
yapısının temel öğelerinin, anayasal ilkeler olarak tartışma konusu
olamayacağını ileri sürmek, bir diktatörlük rejimi önermek olmuyor
mu, denebilir. Üç sözcükle nitelediğim Laik, Ulusal, Cumhuriyet reji­
minin temelleri hemen bütün çağdaş rejimlerin içinde bulunduğu ya
da içine girmek için savaştığı siyasal temellerdir. Bu temelleri bula­
mayan siyasal çabaların er ya da geç sapır sapır devrildiklerini ya da
döküldüklerini boyuna görmüyor muyuz? Nitelendirdiğim rejimin bir
, dikta rejimi olup olmaması bu temeller üstüne kurulacak pay katkı­
larının ne ölçüde o temellerle uyumlu olduğuna bağlıdır.
Devletçiliğin bunlar içindeki yeri, nirengi taşıdır. Bir ulus devle­
ti, bir cumhuriyet rejimi, din geleneklerinden özgür bir toplumsal ya­
şam, halk çoğunluğunun kalkınması, modem dünya ekonomik koşul­
larından halk olarak faydalanma işi, devletçilik dediğimiz ve halkçı­
lığın karşısındaki devlet varlığından ileri gelir. Örneğin, ulusal laik
bir cumhuriyet rejiminde, bir şeriat devlet düzeni düşünülebilir mi?
Buna, ancak Kemalist görüş dışlanarak olumlu yanıt verilebilir. Dü­
şünülebilir diyen biri çıkarsa o, ne şeriat düzeni denen şeyi, ne de
cumhuriyet denen şeyi bilmeden uluorta söz eden ya da söylemek iste­
diği şeyi gizlemeye çalışan bir kişi olabilir.
Atatürk’ün damgasını vurduğu cumhuriyet rejiminin ilkelerinin
şurasını burasını, şu devletin ya da bu devletin hatırı ya da çıkarları
İçin bozmak girişimine iki kez girildi. Sonuçları görülecektir (bu yazı­
nın yazılışından sonraki olaylar bunu göstermiştir). Ulus birimi olarak
siyasal bağımsızlık, kaçınılmaz bir gerekliliktir. Hele çok güçlü üç beş
devletin, başka uluslar üzerine diktalarını kurabildikleri bir dönemde
yaşarken! Bu ulusal bağımsızlığa, ekonomik ya da siyasal düşüncelerle,
aykın düşen eylemler kimi kişilerin çıkarlarına yararlı olabilir, fakat
toplum olarak ulus denen varlığın kalkınmasını sağlayamaz. Buna
karşıt görüşteki kişilerin sesini, çeşitli demagojilerle boğmak bize bı­
rakılmış olan ilkelerin hepsine aykın bir tutum olur.
Cumhuriyet, son iki yüzyıllık tarihin, çağdaş dünya içinde yaşaya­
bilecek bir ulus ve devlet olabilme zomnIuluğunun son çözümü olarak
doğmuştur. Bu sonuca, Osmanlı tarihinin bozulmuş doğmltusunun
çağdaş dünyaya uymayan bir çizgiye varmasının doğal çözümü olarak
vanimıştı. Elli yıllık dönemin tarihinde çeşitli eğilimler ve girişimler,
uygulamalar gördük. Temel görüşler üzerinde birleştikten sonradır ki,
bir toplumda bir anayasal rejim temeli atılmış olur. Bunun, tarihin
156
ANAYASA KAYNAĞI OLARAK SÖYLEV

zorunlu kıldığı bir temel olması gerekir. Geçen yarım yüzyılın, bir re­
jim in ilkeleriyle uygulanışları arasındaki uyumu bulma sorunları için­
de geçtiğini hepimiz biliyoruz artık. Sapmaların hemen her çeşidine
gidilmiş ya da gidilmeye çahşılmıştır.
A n aya sal d ü zen in k ayn ak lan dığı görü şü n ne oldu ğu n u anım saya­
lım . 1927’de ok u nan U lusal B ağım sızlık Savaşı öyk ü sün ü n üstünden
y a n m yüzyıl g eçti (bu yazı, C u m huriyet’in ellinci yıld ön ü m ü n de ya­
zılm ıştı). Bu öykü deki tem el görü şlerin n eler old u ğu n u bellem eye b u ­
gü n ü n soru n la n n ın ışığın d a yen iden b ir dah a d ön m em iz gerekir. M o­
d ern , T ürk siyasal dü şü n ve eylem a lanlarınd a ora d a anlatılanları ya ­
p an kişi ölçü sü n d e otoritesi olan b aşk a b ir yapıt ve başk a b ir kişi
y ok tu r kuşkusuz. Söylev, tür olarak on yıla yak ın b ir d ön em in olay­
ların ı sıralayan b ir tarih k ron olojisi d eğild ir elbet. O layları sırasıyla
anlatışının, o n la n y e r yer yoru m la yışm m altında söyleyene özgü olan
b ir görü ş küm esi v a rd ır ki, onu b ü tün ü yle ulu sal bağım sızlık gerek ­
lerin in k aynağı sayıyoruz. Bol olaylar, kişiler, ça b a la r ve savaşlarla il­
gili ayrın tılar arasında on la rm gözd en k aybolm ası ola n a ğ ı yoktur. O
zam anın on a b en zer öyk ü lerin i ya zan başka kom utanların, başka ön­
d e r v e politik acıların da y a z ıla n vardır, on larla karşılaştırın. A ra d a ­
ki fark ı göreceksiniz.
Bugünün, özellikle genç kuşaklan, bu yapıttaki anlatışın kreşen­
doları altında sürüp giden görüşlerin bütünlüğünü ne denh aydın­
lıkta, ne kapsamda görebilmektedirler? Onlar, bugün bile tartışılmak­
ta olan sorunları ne ölçüde aydınlatıyor ya da yamthyor? O yapıt,
bir kişinin yaşam serüveni değil, (kimilerinin dediği gibi son «Türk»
devletinin değil) «ilk» Türk Devleti’nin temellerini atan bir yapıttır.
Onu, yalnız bir tarih olarak değil, bir anayasa belgesi olarak okumak
gerekir. O olayların zamanından uzaklaştıkça bunlan yeterince de­
ğerlendirmek için okuyan kişinin, o zamanm iç ve dış olaylan ve ko­
şullan üzerinde yalnızca bir tarih bilgisi değil, bir anayasal anlayış
da edinmesi gerekir.
Söylendiği zamanın siyasal ve diplomatik nedenleriyle ilgili yanlan
var. Bunlar, tarih biliminin arayıp açıklayacağı yanlardır. Buna karşılık
anayasal ilkeleri açıklayan, toplumsal, hukuksal ilkeleri ilgilendiren
o denli yanlan vardır ki, bunlar olaylan anlatışta olduğu ölçüde çok
ayrıntılı olmadıkları halde o denli açık, kesin söylenmiş, o denli te­
mel yanlardır ki; doğru olarak anlaşılmak, söylenmelerine yol açan
olaylar ve kişilerle olan ilişkileri bihnmek koşuluyla ulusçu, laik, dev­
letçi, halkçı bir cumhuriyet devleti olmanm tartışılmaz nitelikteki so­
nuçlarıdır. Bunlar, ayrıca, Mustafa Kemal adlı bir subayın kafasın­
dan uydurduğu ilkeler değildir. Osmanh Devleti’nin Avrupa’nın en
üstün güçte devleti olduğu zaman (cumhuriyet rejimi dışında) hemen
hepsi uygulanmış geleneklerdir, özellikle laiklik ilkesi. O dönem Av-
rupası’nda, Hıristiyan’a ve onun çeşitlerine, Yahudi’ye, İslam heretik-
157
TEOKRASİ VE LAİKLİK

lik lerinin çeşitlerine yer veren, h ak tanıyan, kanun gereğin e a y k ın ey­


lem e sapm ayan çeşitli din, sekt ve ta rik a tlan b u lu n an b ir A vru p a d ev­
leti gösterebilen b ir kişi varsa, on a m eyd a n okum aktayım .
M od ern Türk D evleti’nin, rejim inin, an a ya sa l dü zen in in ilkelerini
u zak tarih lerde aram am ıza gerek yoktur, on la rın S öylev’dek i savaşlar
için d e nasıl d oğd u ğ u n u b ilen ve h en ü z yaşam akta olan sayısız kişi
vardır.
Y aln ız yazılı a nayasalarm değil, yazılm am ış denen anayasaların
bile tem eldeki ilkeleri b ir d evrim ya d a d evrim ler dizisi olarak d o ­
ğar. Y azılı olm ay an anayasa örn eği ola ra k gösterilen İngiliz A n aya-
sası’n ın kendisi değil, tem elindeki ilk eler en aşağı ü ç d evrim d ö n e m i­
n in birik im in d en doğm uştur. A n aya salarm yazılı, düzenU, başlıkh m e­
tin leri b ir k u ru cu lar m eclisindeki ça lışm alarla m eyd a n a getirilir. Bu­
n u n yapılabilm esi için açıklan m ası gerekli ola n tarihsel b ih n cin ön em ­
li b ir p arçası olarak tem el ilkeleri bilm eden, o n la ra daya n m a da n b u
iş yapılam az. Bu ilkelerin u ygu lam a d üzeyin d ek i yön tem ler ü zerin ­
de a yrı d üşü n celer olabilir. B unlar tartışm alarla a ydın lığa çık arılabilir.
A y n n tıla r, beş on yıld a kalıplaşm ayacak n itehkte olm ak zoru n dadır.
A n aya salar h em uzun öm ürlü, hem d e yaşayan ilkelere dayalı o la b il­
m ek gibi b ir özellik taşır. Y azılı d eğ il d iye b ellen en İngiliz A nayasası
d a öyledir. B irbirine ters gibi gözü k en b u iki yan — süreklilik, geliş­
m e — gözetilm ezse, h er anayasa b izim pek ya ba n cısı olm ad ığım ız «şe-
riatlaşm a» olur. Y a yaşam ın gerisinde kalır, ya da b eş on yıld a b ir
partizanlık k eyiflerin in oy u n ca ğ ı olur. O n a d aya lı düzenli b ir devlet
k u ru lm uştu r denem ez.
Öğeler, u lu sal laik b ir cu m h u riyet rejim in in yasal tem elleri olarak
a lm ın ca on la r artık k işinin k en din e özgü, öznel g örü şü olm ak tan çı­
kar. Bir ulusal savaşım ın k oşu lla rm m ü rü n ü olarak çıkm ış, üstü nden
y a n m yü zyıl geçm iş p olitik b ir varlığ ın tem elleriyle oyn a m ak sıradan
b ir iş m idir? A m erik a Birleşik. D evletleri gibi, söm ü rgelikten yetişm iş
b ir d evlette b ile anayasa üzerine a ncak b ir iki ek d ü zeltm e (am en de-
m ent) yapılabilm iştir.
Söylev, sözü n ü ettiğim yasa k aynağı olan ü ç tezle ü ç antitez arası
sürekli çatışm an ın dram ıdır. Ö nem li olan b u ik i d izin in h a n g i ya n d a
olan la rm m , ulusun sürekü liğiyle u yu m lu old u ğu n u saptam aktır, (a) b ir
im paratorlu k rejim in e karşı b ir ulu sal b irim rejim i kurm a, (b) d in
kayna k la rı ve d a y a n a k la n sanılan geleneksel b ir «hukuk» yerine, d e­
m ok ratik yasam a gü cü n ü n yetkisinden oluşan k an u n laşm alara d aya n ­
m a, (c) b ir saltan at-hilafet rejim ine daya lı h ü kü m et yerine, h alk ege­
m en liğin e d aya lı b ir h alk kalkınm ası devleti kurm a. Bu ü ç soru n daki
ü ç karşıt görü şü n n ered en geldiğin i geçtiğüıi, ne d en li tarihsel g e le ­
nek lerden yoksun son yü zyılın u y d u rm a la n oldu ğu n u b aşk a yazıla­
rım la anlatm aya çalıştım . Bu sapm aların ne İslamlıkta, ne O sm anlı­
lık ta ve en son olarak n e de T ürklükte b ir geçm işi vardır. Kim i M üs­
lüm an h alk ların em peryalist d önem lerden kalm a şaşk ın lık la n m n so­
n u cu d u r.
29 Ekim 1973
DÜNYA POLİTİKASINDA HALİFELİK

ilerici a ydın la rın kim ileri. özelUkle Fransız eğitim v e k ü ltü rü n ü


ya k ın d an bilenler. T ü rk iye’de laiklikten söz ed ildiği zam an on u K atolik
ülkelerdeki d evletin laikleşm esi olaym a, d evletle kilise arası ayırım
m od elin e göre anlariar. ÖzelUkle h u ku k a la n m d a eğitim görm ü ş olan ­
ların görü şü n ü n b u yön d e oluşu dikkatim i çeker. Ben b u görü şe k ar­
şı old u ğu m için iki hu ku k p rofesörü n ü n eleştirisiyle v e b irin in de gö­
rü şüm e karşı oldu ğu n u d oğru d an d oğ ru y a b a n a söylem esiyle bilirim .
K em alist laikliğin savunm asını yapm ak gerektiği zam an , O s m a ^
ta rih in in geniş d ön em in d e b u lu n m ayan b ir durum u, teze u ygu n düş­
m esi için, y in e ya ln ız A v ru p a ’ya (özellikle Fransa’ya ) u ygu n olan
ku ru m lara b aşvu ra ra k on u b ir teokrasi olarak adlan dırırlar. E ğer te­
ok ra siyle b ir devletin h u k u k d üzen in in kihse h u k u k u n a b ağu n h olu ­
şu ya d a b öy le b ir h u k u k olm ad ığı zam an da bile d in dışı bü tü n ya şam ­
sal ilişki k u ralların ın b ir din k u ra lın a b ağlı old u ğu a n la şılıy o rs^ b ö y ­
le b ir şeyin d eğil klasik O sm anlı düzeninde. İslam tarihinde b ü e b u ­
lunm adığını. b u tarih leri az b u çu k in celeyen h erkes görebilir.
K atılm adığım görü şü o n la n n sözlerini k u llan arak şöyle özeü eye-
bilirim : Tanzim at dönem ine d eğin O sm anlı devleti tam b ir t e o k r ^ i idi.
Bütün k an u n la r d in ilkelerin e dayan ıyordu . Din h u k u k u Şeriat tı. T a ­
rih tek i a yak lan m alard a halk, «Şeriat isteriz» d iye b a ğ m y o rd u , M ü s­
lüm an lık ku ralların ın ayn en u ygu lan m asım isterlerdi. Ç ık arcı h o ca ­
larla zorbalar, b u a yak lan m a la rın din a dın a eleba şıla n yd ı. F etvalarla
seçkin devlet adam ların ın başı kesilm işti. Bu başı kesilen devletU ki­
şilerden adları verilenler: Padişah II. O sm an, P adişah lE. Selim, Sad­
razam H alil H am it Paşa, Sadrazam M idhat Paşa, Y a z a r AH Suavi.
Bu kişilerin h içb irin in başı kesilm iş değildir. Sayılan kişilerin en
b aşın d a b u lu n a n la r için de h iç k im se başı kesilsin d iye fetv a v e r­
m iş değildir; b u n a n e îslam ne de O sm anlı anlayışında olan ak yo k ­
tur. O n la n öldü rten ler de h o ca la r değildir. Bektaşi telkinlerinin etkisi
altına gelm iş, disip lin d en yoksunlaşm ış, geleneksel düzen den tü m ü yle
a yn h n ış, y a n asker, y a n işsiz sefil kişilerin h ü kü m et a d a m la n n a kar-

İ59
TEOKRASİ VE LAİKLİK

şı ayaklanmalarının nedeni ya da nedenleri, dinsel nedenler değildir,


n. Osman’ı yeniçeriliğin bozulduğu dönemdeki başıbozuk yeniçeriler
öldürdü, m. Selim derebeylerin, kendi vezirlerinin, İngiliz, Fransız si­
yasalarının çevirdiği dolaplarm, Selim gibi zayıf bir hükümdann için­
den çıkamayacağı bir duruma getirmesinin yarattığı bir hükümet dar­
besinde cellatlar ehnde öldürülmüştür. Hahi Hamit dış siyasa çeliş­
kileriyle içerdeki devlet adamlan arasındaki çatışmalann bir arada
yarattığı bir siyasal bunalımın kurbanı olmuştur. Ve bunda o yamanVi
aşın Fransa uyduculuğunun büyük rolü olmuştur. Midhat Paşa ile
Ali Suavi’yi de «Şeriat isteriz» diyenler öldürmüş değildir. Biri, bile­
rek ya da bilmeyerek içine karıştığı, biraz da sersemce bir «darbe»
girişimine kalkıştığı bir karmaşada, Beşiktaş’ın Yedi - Sekiz Haşan Pa-
şa’sının sopası altında ölmüştür. Midhat, Paşa’yı, dolaylı yollarla, Ab­
dülhamit öldürtmüştür ve onunla birlikte öldürülenlerden biri de Şey­
hülislamlık etmiş bir kişiydi. Kanunu Esasi tartışmalarından önceki
softalar (medrese öğrencileri) eylemlerini hazırlayan kişilerden biri de
Mithat Paşa’nın kendisiydi. O, bunu Şeriat istediği için değil, siyasal
amaçla yapmıştı. O zaman üniversite gençliği yoktu.
Bu tür tarihsel gerçekleri, hayah trajik masallar biçimine sokarak
ileri aydınlık yapüamaz. Nasıl ki tarihi masallaştırmalarla Atatürk
devrimleri savunulamaz. XIX. yüzyıla gehninceye değin (hatta ondan
önce bile) Osmanh siyasal dinsel düzeninde devletin tüzel hukukunun
Islamhktan geldiği inancının gerçekliği olmadığını en son Ömer Bar-
kan’ın büyük boyutlu incelemeleri göstermiştir. Üstehk Osmanh ör­
neğinde geleneksel olarak din hukuku alanı sayılan hukuk kurallan-
nın kimileri bile «başı sankh»dır diye «din adamı» sayılan kadıla­
rın mahkemelerinde görülmesi gibi bir olay da var. O zaman herkes
sarıklıydı, Padişah’tan Kadı’ya dek. Sayısız denecek denli sarık çeşit­
leri vardı. Büyük deniz kaptanlan bile sankhydı. Sarıklı olmanın din­
le de zorunlu bir beraberliği yoktu. «Din adamı» teriminin şimdi uy­
gulandığı kişiler, IL Mahmut zamanında olan başhk değişimi sonucu
kıyafetçe ayn kalmış kişilerdir. Halbuki bir Hıristiyan kihsesi üyesi (bu
dinin en yenisi olan Protestanlık’ta bile) her yerde bir kilise kişisi ola­
rak kıyafetçe sivil (laik) kişilerden aynhr. Rahiplikte yeri olmayan bir
kimse din adamı sayılmaz. Belki başka yerlerde de var. Amerika’da ki­
mi dindar kişilere amatör sıfatıyla vaaz etmeye izin verilir, fakat kim­
se onlan din adamı saymaz.

Bu yazdıklanmı okuyan kimi sıkı ilericiler ile kimi ahmak gerici­


ler: «Gördünüz mü, bizde laiklik yokmuş diyor Berkes» diyecek. Eleş­
tirdiğim aydınlann korkusu da bundandır. Yazımı sonuna geünneden
bu iki görüşün yanhşhğını ilk önce açıklayayım. Türkiye’deki laik­
lik, kiUse-devlet ihşkileri sorunu olarak çıkmamıştır. Türkiye’deki
160
DÜNYA POLİTİKASINDA HALİFELİK

laiklik, a nlatacağım nedenlerle, O sm anlı D evleti’ni b ir İslam ve Şeriat


d evleti olarak görm e olasana karşı çık m ıştır ve a n ca k K ırım Y a n m a d a -
sı’n m R u sya’ya katılm ası olayın a d ek geriye götü rû lebilir.
O sm anlı D evleti’n in M ısır’ı zapt etm esi ve son ra da n u yd u ru la n b ir
m a sa la göre, ora d a «sürgün» yaşayan son A bb asi H alifesinin, Y a v u z
Selim gibi k ib irli b ir padişaha h alifelik lütfetm esi gibi b ir olayd a n ö n ­
ce O sm anh h ü k ü m d a rla n ya lm zca P adişah’tılar; «halife» h k leri (A ra ­
b istan ’a gü çleri U2s,ndıktan, M e k k e -M e d in e gibi yerleri yönetim leri
a ltın a aldıktan sonra ve H indistan’d ak i M oğ ol padişahlarına, belki İran
şah larm a k arşı siyasal b ir gösteri olarak ), o zam an larm gelen eğin d e
old u ğ u gibi, b ir ço k b ü y ü k lü k ve gü çlü lü k gösterisi diye k u llan ılan «sı­
fat» la r arasındaydı.
Laikliğin tarihsel k aynak larım ve n eden lerin i anlam am ız için
K u ran ’a, M u h a m m ed ’e, H ulefayi - R aşidin ’e gitm eye h iç gerek yoktur.
G erçek kajm ak, sonranın tarih in de ve siyasasm dadır. İslam d in in d e
o la n h alk la rın ü lk elerinin H ıristiyan olan Batıh söm ü rge gü çlerin in
M ü slüm an olan ülkelere yayıld ığı dönem de, H ıristiyan d evlet b o y u n ­
d u ru ğ u a ltm a girm iş olm ak ya d a girm ek üzere b ulu n m ak tehlikesiyle
karşılaştıkları zam an da a rayacağız. Bu tehhkey© karşı b u ülkelerin
h em en hepsinde görü leb ilen tek çare, tek savunm a ve biricik yol, o
tehUkeyi d in ile göğüslem ek görü şü olm uştur.
Bu, XIX. yü zyıh n ilk çeyreği zam am n a rastlar. N ereden gelm işti
b u «din ile» b ir siyasal ve ek on om ik tehhkenin k arşılan ab ileceği g ö ­
rü şü ?
B elirttiğim tarihten ön ce de b u düşü n ü h azırlayan o la y la r başla­
m ıştı. B unu gösteren olaylar, M üslüm an h alk ların toplu m sal çö k ü n ­
tü ler için d e d ü n y ad an h ab ersiz yaşam aya başladık ları zam an larda
görü lü r. Ö rneğin, H indistan M ü slüm an ları M o ğ o l devletin in can lan dı-
n la m a y a ca ğ ım kesinUkle anladıkları zam an ca h il u lem am n etkisi al­
tm d a A ra b ista n ’a taşınm aya kalk m aları gib i sersem ce olaylard a g ö ­
rü lü r. B aşka ü lk elerde d e b u tü r olaylar, h alk a rasm d a b ir H alife g ü ­
cü efsanesi ve u m u du yaratm aya başlam ıştı. O sm an h D evleti’n in n e
d u ru m d a oldu ğu n u b ilm edik lerin den T ü rk iye’d e h âlâ b ir H alife b u ­
lunm asını o ülken in dün yasal gü cü n ü n d iriliğin e veriyorlardı.
Fakat b u zavalh halk la rm b u inancın ı, H ıristiyan d evletler d e ön ­
lem em işlerdir. İM n eden d en ötürü: İyi niyetU olan sa f k işiler M üslü-
m an hğı, H ıristiyanlık gibi b ir şey san d ık ların d an ta u zak lard aki «h a­
life» lerine dinsel bağım lılık larım a y k ın bulm am ışlardır. Protestan
b ir ülkede K atolik o la n h alk b u g ü n bile R om a ’d a o tu ra n b ir p ap ay a
ta pın m ıyor m u ? Böyle d ü şü nen lerin dışın dak i gözü a çık p olitika kişi­
leri d e b u n d a b ir sak ınca görm ü yorlard ı.
Bizim tarihim izde bile b u n u n d ah a d a eskiye gid en ö rn eğ i vardır.
K ın m üzerine özel O sm anlı egem en h ğin in (ki O sm anlı gelen eğin d e bu­
n u n öb ü r ülkelere kıyasla özel b ir yanı va rd ı) O rtodok s d ü n y asm ın

16X
TEOKRASİ VE LAİKLİK

Önderliğini a lm a k davasın da olan Ç arlık devletin e verilm esi karşılığı


olarak on ların da ken dilik lerin den razı oldu k ları) b ir «ru h an i h ak »,
yan i h alifelik h akkı tanım aları olm uştur.
Ç ok so n ra la n b u n u n b aşk a b ir örneği, B erlin K on gresi sırasında
K ıbrıs A dası, İngiltere’ye geçici olarak verilirk en yapılan anlaşm am n
b ir çeşit «dinsel kiralam a» b içim in e konm ası olayın da görü lü r. Bu
an laşm aya göre, bu a d a d a İngiliz devlet yön etim i u ygu la n d ığ ı zam an ­
da bile orada O sm anlı padişahı H alife olarak tanınacak, M ü slüm an ­
ların şeriat m ahkem eleri, ev k a f ve m edreseleri olacak, B aşk ad ıla n da
d o ğ ru d a n d oğru y a T ü rk iye’den H alife ta ra fın da n saptanacaktı. H ı­
ristiyan h alk ıyla ilişkilerde dinsel değişiklikler yapılm ayacaktı. A d a ’
n ın başkenti olan Lefkoşe kentinde h er C um a n am azın d a A y a so fy a
C am ii’n de m in berde ok u n a n h utbe H alife a d ın a okunacak, m in arele­
rin de İslam (Türk) basrrağı sallanacaktı. M ü slüm an v a k ıf m ü lklerin in
yön etim ine k an şılm ayacak tı.
B öyle «H ilafetsel» im tiyazlar ed in ildiği b ir zam anda, T anzim at d ö­
n em in in getird iği siyasal çök ü şler ve m a dd i iflasla r karşısında O s­
m anlI akıllıları 1876’d a y a p tık la n anayasayla p ad işahı H alife yaptık ­
ların a b in şü kü r ed erek b ir «şeriat ve h ilafet devleti» olm a ideolojisin e
y o l açtılar. O kan u n un h azırlandığı sıralarda «devletin k işiler gibi d i­
n i» old u ğu n a inan m ak ilericilik sayılıyordu. O zam an ulus, u lu sçu lu k
d u y gu su ve düşü n ü gib i şeyler yoktu. O sm anh D evleti’n in va rlığ ın ın
id eolojik tem elini M üslüm anlıkta bu lm ak d oğal sayılırdı. CJerçi bu
k an u n u n h azırlan m asın da çalışan N am ık K em al d ah a ço k b ir «O sm an­
lılık» ilkesi yaratm ak istem işse de bu n u anlatan R om an tik ya p ıtla n n -
d a ilk O sm anlı d ön em i tarihini kah ram an laştıran görüşü, eski O sm an ­
lI M egalosu ’na d eğin diği için Batı’d a M üslüm anlık ideolojisin e karşı
gösterilen b eğen iy i görem em iştir. Söm ürge devletlerin in görü şü n d e
h alk ın İslam lığından b ir zarar gelm ezdi. O n u n fayd a sı bile vardı. O s­
m anlI k ah ram an lıklarını kim se benim sem edi. Z avallı Kem al, ideolojik
d u ru m u n d a b ira z değişiklik yapm ak için, M üslüm an lığı a şa ğı gö rd ü ğ ü
gerekçesiyle, Fransız ü n lüsü Ernest R en an ’a v a r gü cü y le çatm ak z o ­
ru n d a kaldı.
O sm anlı devletin in v e padişahının yanlısı ya d a düşm anı olan
d evletler on u n H alifeliğin e karşı gelm em işlerdir. H ıristiyanlıkta b öyle
b ir eylem in d oğal sayıldığına yu k ard a değinm iştim . B öyle b ir «dinsel
egem en liğin » k endilerine b ir z a r a n olm ad ığın ı, kim i soru n lard a ya ­
ra rlı bile olab ileceğin i g örm ek için eşsiz b ir devlet adam ı olm ak zo­
ru n lu ğu b ile yoktu; (az sonra a nlatacağım olayın gösterd iği gibi b u ­
nu, sıradan b ir A m erik an gazetecisi bile k eşfetm işti). Bu k oşu lla r al­
tında söm ü rgeci d evletler (örn eğin İngiltere ve Fransa gibi, H indistan
y a da C ezayir d olayısıyla) İslam B irliği gib i tartışm alara u ya n ık lık
gösteriyorlar; T ü rk iye’de N am ık K em al’den m iras k alan İslam B irliği
ideolojisi, A b d ü lh a k H am id ’in yapıtların da g ö rd ü ğ ü m ü z gib i ed ebiya t

162
DÜNYA POLİTİKASINDA HALİFELİK

a lan ın da en m od a k on u oluyordu . Bu İslam B irliği m egalosu n u n ger­


çek te O sm anh D evleti’n in siyasal p a rça la n ışm d a d erin etkisi olm uştıır.
Ç ü nk ü İslam d ü n yasın m im tiyazlı b ir h alk ı sayılan A ra p a ydın ları a ra ­
sın da siyasal A ra p separatizm ini yaratm ıştır.
K em alizm laikliği işte b u «İslam i D evlet», «H ilafet D evleti» gib i h a ­
yallere karşı çıkm ış ola n b ir görüştür. S öylev’i d ik k atle ok u yan h er
k işi b u n u n A vrupa, Fransa «laicism e»iyle ilişkisi olm ad ığın ı görebih r.
Laiklik d in sizlik m idir, değil m idir gibi boş laflarla u ğraşm an ın a n la ­
m ı yoktur. Laiklik, Batı devletlerin in İslam ü lkelerine karşı dinsel p ro ­
p aga n d a ların a karşı doğm uştur.
Bu yazıyı, az ön ce d eğin d iğ im b ir gazetecin in H ah feliği siyasal b ir
a m aca k u llan m a başarısının öyk ü sü n ü kısaca anlatarak bitireyim .
1898 yılı ön cesi ve sonrası yıllard a A m erik a B irleşik D evleti’yle
İspanya devleti a ra sın da Filipin A d a la rı ü zerinde b ir savaş sü rü yor­
du. O dönem de A m erik a ’yla A bd ü lh a m it yön etim i arasında ön em h de­
n ecek diplom atik ilişkiler bile yoktu. S avaş olayların ı izleyen b ir A m e-
rik a h gazeteci, b u a dalard an Sulu b ölgesin d ek i h a lk m K atoh k değil,
M ü slü m an old u k la rım öğrenm işti. A BD D ışişleri görevlilerin e b u ola­
y ı bildirm esi üzerine, İstanbul’daki A m erik an E lçisi’ne b u M üslüm an-
la rm «ru h an i» b aşk an ım n İstanbul’da oldu ğu öğren ildiği için ABD ya ­
ra rın a b ir «ferm an » alm ası d irektifi verildi. B ü yü k elçi M ü slüm an lık
ve F ilipinler üzerine bilgisi olm adığı iç in ilk ön ce kitap ve ansiklopedi­
le r karıştırarak b ilgiler edindikten sonra H a h fe ’n in h u zu ru n a çık tı ve
d evletin in d erd in i anlattı. Fakat b ir bilgiyi edinm eyi ihm al etm işti. Ha-
h fen in ilk sorusu karşısında afalladı. A bdü lh am it; «Bu Su lu lu lar S ü n ­
n i m id irler? D eğillerse b en im h alifeliğim on lara geçm ez» dem iş. Bü­
yü k elçi b ir yan dan yin e k itaplara d ön erek Sünnilikle, Şiihğin ne o l­
d u ğ u n u öğren m eye çalışırken, A bd ü lh a m it ço k ön em verdiği telg ra f
b a tla rıy la M ekke V a lisi’ni bu sorusunu öğren m eye m em u r etm iş. H ac
zam anıydı. M ek k e’de o d iya rd a n gelm e kişiler b u lu n u yord u . M ekke
V a h si’n d en gelen yanıt: «Evet, Sü n n idirler ve H ilafet’e sadıktırlar» di­
yordu .
A m erik an B ü yükelçisi tek rar Y ıld ız’a geldiği zam an «ferm an » h a ­
zırdı. Savaşta «kâfir» İspan yollar’a karşı olm a la rı ve dost Protestan
A m erik alılar’ın yan ın ı tutm aları bildiriU yordu. Bu olayı, b ir A m eri­
k an m ih ter tarih d ergisin d e anlatan A m erik alı gen eral b u n d a n «fe r­
m an » d iye söz ed iyorsa d a b u belki d e b ir «fetva »ydı. G en eral yazışım
şu sözle bitiriyordu : «İslam H alifesi sayesinde b irço k A m erik an a sk eri
b aşk a b ir H ıristiyan d evletin silah larıyla öldü rü lm ü ş olm ak tan b ö y le
kurtu lm uştu !»

29 Ekim 1978
DÎNLER VE ÇAĞLAR

D inlerin (H ıristiyanlık, İslam lık tü rü nden o la n la n n ın ) altın ç a ^


«O rta Ç ağlar» d ed iğim iz tarih aşam ası olm uştur. Y eşerm eleri, yayıl­
m aları, d a lb u d a k salm aları, g ü ç tem ellerini atm aları hep b u aşam ada
oldu. Y oru lm a k b ilm eyen öğreticileri, sınır ya d a d en iz
çık a ra k kişileri, k u ralları h a k dine ça ğıra n m isyon erleri, d e ^ ^ ^ e rı,
şeyhleri, k ıh k ırk ya ra n ilahiyatçıları, coşk u lu ıla h ia le n . d ua o k u y u ra
l a n ve görkemU katedralleri, O rta A sya, İran, H int ve O sm anh selatin
cam ileri- gü çlü im paratorları b ile A lp ler aşırtarak a yağ ın a k ad ar g@-
tiren p a p a la n . p ad işah lara öğü t veren şeyh ü lislam lan, şah devu-en m u ^
tehitleri, d in estetiğinin en g ü çlü sanat yapıtları b u d in le n n a ltm ça ğ ­
la rı olan o rta ç a ğ la n n o la y la n v e ü rünleridir.
O altın ça ğ geçti. Bu d in ler yine de ölm üş değiller. Y ahıız. yaşaya­
bilm e, ken dilerini yinelem e; giderek dirilm e, yen iden ca n la n m a u l a ­
ş ıla n içindeler. Tü m ü yle başka planda. O altın ça ğ d ediğim zam an lar­
d a b u d inler d ü n y a ile güreşiyorlardı: İnsanın d ü n yadak i yaşam ın a bi­
çim verm e işi ile; .in a n ç » a d aya n an b ir yaşam yaratm a ışı ile.
M o d e m Ç a ğ ’da b öy le b ir şey yaratm ak ola n a k dışı. İnsan b u ça ğ ­
da öyle b ir soru nla k arşılaşm ıyor. «İnanç» a d aya n an yaşam yo k olm uş
değil; ya ln ız o altın ça ğd a n kalm a y a n la n ile (H ıristiyanlıkta olsun,
İslanîhkta olsun) düşe kalk a yaşıyor. Bu ça ğ d a d in lerin an lad ığı a n ­
la m d a .in a n ç» insanı yok, yaln ız taklit insanı var. M o d e m ça ğın b u y u k
soru n u «in an ç» sorunu değil, «düşün» sorunudur. Eski soru n u n ya n ın ­
da b u ik in ci soru n u n k ola y b ir soru n oldu ğu n u sanırsak ço k y a n ılın z.
K ıh k ırk ya ra n ilahiyatçılar, in san oğlu n u «in an ç» in şa m ya p m am n
ço k g ü ç b ir iş oldu ğu n u sanırlardı. İnsan için in a n m a k k ad ar kolay,
d ü şü n m ek k a d a r g ü ç şey yok.
Bu yü zd en d ir ki b u g ü n ü n insanı ne orta ça ğ insanı gibi in a n ç insa­
nıdır, n e d e m od ern ça ğın istediği. A yd ın lık Ç a ğ ’ın ça ğ ırd ığ ı us, d ü şü n
v e bilim insanıdır.
U zaya d eğ in gid en insanın b u ça ğı için b ö y le b ir gözlem , b ir
a ba rtm a gib i gözükecek. D oğru. Y ığ ın olarak b u g ü n ü n insanı yaln ız

164
DÎNLER VE ÇAĞLAR

b izde değil, en p arlak Batı ülkelerinde bile yaln ız in an çsızlık içind e


değil, bilin çsizlik içinde yaşar. M o d e m Ç ağ insanın ın p olitik yaşam
trajedisinde en b elirgin yan, «k afa k an şık h ğı»d ır.
*#*
D inlerin geçm işteki yajalış ve yerleşiş b içim lerin e yak ın dan b a ­
k arsak görü rü z ki, insanın d ü n yad ak i ya şam b içim in i o n la n n k u r­
d u ğ u yollu sam m ızın tersine, dün yasal gü çlerin k alıb m a gö re olm uş­
tu r b u b içim verişleri. îslam lıkla H ıristiyanlık, ya d a Y ah u d ilik arası
k arşılaştırm alarda rastlayacağım ız a y n ca lık la r b u n u n ü rü n ü d ü r v e b u
din lerin b u g ü n ü n dün yasm d ak i yerlerin in anlaşılm asın da b u a y n ca -
lık ların bilinm esi önem lidir. D inlerin kalıplan m asın da etkisi olan d ü n ­
y a gü çlerin in en k ola yca görü lebilen i de Politik G ü ç’tür. D aha da d e­
rin e gidersek E konom ik G ü ç’ü b u la b ilin z.
Bu g ü çler (din, siyasa, ek on om i gü çleri) h e r zam an üst üste k o n ­
m uş katlar gibi olm am ıştır, kim i kişUerin sandığı gibi (böylesi teori
v e genellem e a çısın dan d o ğ m ; som ut tarih olayların d an söz e d iy o r u m ).
B u n la n n ya n ya n a eklenm iş katlar gibi o ld u k la n d a var. G iderek, ter­
sine k o n d u k la n da olur. Bunu kesiEÜeştiren n e -im a n -d ır, ne de «akıl».
Tarih d ediğim iz insan yaşam ı sürecin in diyalektiğidir. Ö n em li olan
üst - alt. alt - üst değil, kım ıldatıcı g ü ç oluşu dur. V e b u k ım ıld a ü cı g ü ­
cü n ek on om ik g ü ç oldu ğu n d a h iç kuşku yok.
Ne v a r ki bu ü ç öğe arasındaki ilişkileri tek m ostraya u ydu rm ak
d a y an 1 itin olur, teori ile som ut ola y arası ilişkiyi yanhş görm e olur.
K im i k ez d in tabakası öteki ta b a k a la n n üstüne çeki taşı gib i öyle b ir
o tu m ş o tu m r ki toplum daki ek on om ik g ü ç on u n altında bütün kım ü-
d atıcılık g ü cü n ü yitirir. Böyle b ir duru m a gelm iş b ir toplu m u n kım ıl-
datılm ası için «devrim » dediğim iz güllenin bu yapıya ça rp a ra k on u
yık m asın d an başk a y ol bulunam az.
M o d e m ça ğ insanın ın din kon usun da b ilm ediği şey, sözü edilen
dinlerin, o altın ça ğlarm d an çıktıkları zam an, b ü tü n lü k yerine p a rça ­
la ra bölü n erek çıkm ış olm a la n d ır. B ütünlüğü k o m m a y a çalışan ila ­
h iy atçıların ç a b a la n bu parçalan m aları ön leyem ediği gibi, b ölü n m e­
lerin gelişm esine en çok etkisi olan kişiler de gerçek te on ların ta k en­
d ileri olm uştur. Bugün H ıristiyan dünyası da, M üslüm an dün yası da
(bü tü n lü ğ ü n ü en ço k sürdürebilen Y ah u d ilik bile) b ire r b ütün değiller.
N e etnik anlam da, ne siyasal anlam da, ne ek on om ik v e k ü ltürel an ­
lam da.
Bunun anlam ı şu; Ettnler altın ça ğ la n n d a yaln ız k en di a ra la n n d a
birbirlerin e yaban cı, giderek düşm an bile olduktan başk a kendi kap-
sa m la n n a giren insan top lu m la n n m yaşam ında, değil b ü tü n lü k ve
birlik, b era berlik bile yaratam am ışlardır. H ıristiyanhğın İslam lıkla
olan savaşım ı, H ıristiyan ’ın H ıristiyan ’la olan savaşından; İslam hğın
H ıristiyanlıkla savaşım ı M ü slüm an’ın M ü slüm an ’la savaşından daha

165
TEOKRASİ VE LAİKLİK

a z olm uştur. B irinci tü r savaşım ları yayıld ık ları u yga rlık a la m n d a (o


alaniTi dışıııda kalatı dah a b irço k toplu m lar ve d in ler oldu ğu n u d ü ­
şü nm em iz gerek ir) ek on om ik , teknolojik, gid erek kü ltürel alışverişler­
le tarih in ilerlem esine ya ra dığı halde, ik in ci tü r savaşların b u tü r kat­
kısı oldu ğu n u söylem ek ço k güç.

Evet, b u d in ler p a rça la ra b ölü n m ü şk en h erb iri k en di için d e b ü tü ­


n ü n kendisi oldu ğu n a inanır. Katolik, gerçek H ıristiyan lığın K atohklik;
Şii gerçek İslam lığın Şiilik old u ğu n a inanır. B unun b ö y le olm adığın ı
e n iyi bilen ila h iya tçılar b u g ü n b u d uru m u n dün ya soru n ları a çısın da n
taşıdığı s o n u ç la n giderm ek derdindeler. H ıristiyanlık b ölü m leri a ra ­
sındaki a jm h k la n kaldırıp bütünleştirm e ça b aları, o la ca k şey olm ad ı­
ğ ı bilin d iği halde, gene de sü rü y or ve b u n u n la ila hiya tçılara yen i yeni
k on u la r çıkıyor.
İslam lık d ü n yasın d a ise, bu k ad arh k ça b a yı ya p a ca k g ü ç bile kal­
m am ıştır. H erbiri oldu ğu yerde, du rgu n . N e Sünni S ün n iliğin ne old u ­
ğ u n u bihr, n e d e Şii Şiiliğin ne oldu ğun u . A n cak, A le v id e o ld u ğ u gibi,
ça tışm a karşısında kaldığı için ken di A leviliğin in n e oldu ğu n u bilir;
a n ca k karşıtı olan sözde Sünni ona d in açısın d a n değil, ya politik a ya
d a ek on om i a çısın da n saldın r.
B ugün ün H ıristiyanlık dün yasında, gerçek te din yü zü n den değil,
e k on om ik n eden lerle (özelhkle p etrol ek on om isi yü zü n den ) b ir «İslam
U yanışı» n dan söz ediliyor. İkinci D ü n ya Savaşı’n ın h em en ark asında
d a b u n d a n söz ediliyordu, am a o zam anki başk a n edenle. Siyasal n e­
denle. İslam lık n e denli k om ünizm e karşı b ir d u v ar olab ilir d ü şü n ce­
siyle. H er ikisin de d e Batı d ü n yasın d a bu k on u üzerine çık a n y a z ıla n
o k u y a n ve aslın da h iç dinle ilişkileri olm ayan kim i a ydın la r k on u y u
cid d iy e alm ışlardı. N e v a r ki ça ğ ım ız artık din ça ğ ı değil. H ıristiyanlı-
ğ m A ltın Ç ağ dışı aşam adaki çabası d ah a ço k k en di k en din e karşı b ir
ç a b a biçim in d e gözü k tü ğü halde, İslam lıktaki ça b a k endisi ile b u g ü ­
n ü n d ünyasının siyasal ve ek on om ik gü çlerin e karşı b ir ça b a d ır te­
m elde. Sözünü ettiğim taklitçiler, aradaki b u fa rk ı görm eyen ler.
Bu fa rk ın n eden i açık: H ıristiyanlık dün yasın ın b ü y ü k p arçası
h em ek on om ik , hem siyasal g ü ç açısın dan d ü n yan ın geri kalan ye rle ­
rin in b ü y ü k p arçası üzerine üstünlü ğün ü kurm uş b u lu n m ası! G erçi,
b u H ıristiyan h k dün yası için d e M üslüm an top lu m lar k a d a r güçsüz,
yok su l olan la r y o k değil. A n ca k b u güçsü zlü ğü, ço k va rh k h ek on om i
ve siyasa k aynak ların ın beslediği kilise, renkli, yaldızlı b ir örtü ile ka­
p atabiliyor. İslam lıkta böyle b ir d u ru m yok. Papalar H indistan’a, T ü r­
k iy e ’ye, M ek sik a’ya, P olon ya ’y a k a d a r gidiyor. Sözde H ıristiyanlık
in a n ıcım n peşinde. İslam lıkta in a n ıcın m kendisi H a c’cın peşinde. Bi­
rinde, h er seferin de y e r yerin d en oynar, K ihse dah a d a ren k v e ek o­
n om ik g ü ç kazanır; ötekinde (ash nda H a c’cı taşa tapm a sayan V ah -

166
DİNLER VE ÇAĞLAR

h ab i asıllı) Saudî D evleti’ne k a za n ç götü rü r. M ü slüm an lığın en p a­


h alı fa rzı olm uş.
*•*
Bu gözlem leri, va rm a k istediğim b ir k on u y a gelm ek için sıraladım .
T ü rk laikliğin in değerin i ve önem ini d oğru olarak k avram a soru n u n u
a ydın lığa kavuşturm a zoru n lu lu ğu karşısındayız. N e v a r ki bunu, yal­
n ız T ürkiye çerçevesi için d e kalm akla ya pm a olan ağım ızın yok lu ğ u
gittikçe b eliriyor. Bunun b aşlıca nedeni bize özgü tarihsel u n u tkan lık
(hem d e b ilin çs izlik ). T ü rk laikliğinin n eye k arşı geliştiğini, yak ın ta­
rih tek i h an gi tezin anti t«zi olarak çıktığın ı unutm uş bu lu n u yoru z.
Bu, ço k şaşılacak b ir olaydır, çü n k ü laiklik yü zde y ü z T ürk - O s­
m a n h -İ s la m k om pleksinin m o d e m ça ğ karşısında kalışı sonucu ola­
rak kendi toprağında çıkm ış b ir eylem oldu ğu halde, k avram ve terim
ola ra k y a b a n cı olm ak gibi b ir paradok s içine sokulm uştur, ism et İn ö­
n ü gibi ço k akıllı b ir şef bile, H üse3rin C ahit Y a lçın ’ın ağzın d an (bel­
ki d e ilk kez) Fransızca «laicism e» sözcü ğü n ü d u ydu ğu zam an ne d e ­
m ek oldu ğu n u a n lam ad ığı için k ızdığını söyler. O g ü n b u g ü n b u n ca
ön em li b ir k onu, bu fren k çe b ozu ğu terim in b u la m k h ğ ı içinde, gittik­
çe a n lam ın ı 3âtirm ede.
Son a ylar içind e İran ’d a g eç«n olaylar, din öğesinin d evrim ci gü cü
o ld u ğ u görü nü m ü n ü verdiği için T ü rk a y d ınlarının K em alist laiklik
görü şü n ü sarsm ış değilse bile, k on u ü zerind e (kim i k ez yanhş) olan
g örü şleri bü sbü tü n karıştırm ış gözü k ü yor. D in öğesi nasıl b ir devrim
g ü cü ola b ilir? Bir cu m h u riyet nasü b ir din cu m h u riyeti olu r? gibi so­
ru la r k a fa la rd a dola şm aya başlam ış d oğ a l olarak.

Sesimiz, Sayı 121, Ağustos 1979


TARÎH, EFSANE, MASAL VE YALAN

Bir toplum un yaşayan kişilerinin çoğ u n u n kendi to p lu m la n m n g e ç­


m işi ü zerine b ilgili b ilin ci ya d a b ilin çli b ilgisi olm ası olan ağı yo k m u ­
d u r ? Y oksa, o tarihin efsaneleşm iş, m asallaşm ış, giderek yalanlaşm ış
olarak bilinm esi k açın ılm a z b ir şey olm az m ı?
G eçm işte geçtiğin e in a n ılan önem li o la y la n efsaneleştirerek, m a-
sallaştırarak onları, d eğ er k u ra lla n n m geçm işten gelen d aya n ağ ı ya ­
p an k ü ltü r ve u yga rh k la r çok. K im i düşü n ü rler b u n a en yak ın ö m e k
ola ra k H int k ü ltü rü n ü gösterirler. Y oru m la y a m a d ık la n n eden lerden
ötü rü on d a tarih b ilin ci gelişm em iş, geçm işin de olan lar efsaneleşm iş,
d iyorla r. E fsanelerinde söylenen lerin gerçekten olan ola yla rla b ir o l­
d u ğ u n a inam lıyorm u ş. M ü slüm anlık h ayli tarihleşm iş b ir din old u ğu
halde, b u dinin etkisi altın da kahnış olan H int M ü slü m a n la n n ın b ile
efsan e olan ola y la n n , gerçekten, geçm işte olm uş olaylar oldu ğu n a
in a n d ık la n m k en dim de gördüm .
A n cak, b u yalnız H int kü ltü rün de m i b öyle? G erçi b u g ü n kim i
H in t düşü n ü rleri bu eğilim i ken di k ü ltürlerinin b ir özelliğiym iş gibi
göstererek, övü n m eye bile kalkarlarsa da, örn eğin eski G rek kü ltü rü ­
nü n de k oca b ir m itoloji birikim i yok m u yd u ? Ne va r ki, on la rd a ra s­
yonel düşünün gelişm esiyle, m itolojiden a y n olarak, tarih bilgisi, g i­
d erek tarih b ih n ci bile gelişm eye başlam ıştı. G erçek şu ki b u yazın ın
başlığın daki d ört öğe çeşitli d ozlarla h er top lu m d a yan yan a var. Bu­
gü n bile b öyle olm akta.
O rtad oğu - A vru p a uygarlığı; U zakdoğu kültürleri; geçen yü zyıl­
d a n , beri tan ın m aya b aşlayan «ilkel» den en top lu m la n n inan çları; Y a ­
hudilik, H ıristiyanlık; İslam lık gibi d a r anlam ın da «din» den en in a n ç
sistem leri ya ygın olan inan ışlar on lara göre d üzen lenen dü n yasal ey-
lem ler, k u ra llar ve kurulla.r h ep b u m odele uyar. Son saydığım «d in »le-
rin arasın a sıkışmış, ayrı top lu m la n n paylaşık din i olm am ış, am a 5 I-
ne de o n la n n için e sızm ış d in ler türünde bile böyle. B üyük dinlerin
kişileri kendi in a n ç sistem lerinin için e sızmış olan bu çeşit dinlerin
ya ba n cılığın ın farkın a bile varm ıyorlar.

168
TARİH, EFSANE. MASAL VE YALAN

Din kok ularına b u rn u çok keskin olan ilahiyatçıları b ir ya n a b ı­


rakırsak. H ıristiyanlık. M üslüm an lık gibi ik i b ü y ü k din in içine, sayı­
sız anim izm . Şamanizm, m aniheizm d in lerin d en kalm a ya d a on lardan
gelm e öğ eler vardır. Bütün H ıristiyanlık dü n yasın ın b ir iki büjrük b a y ­
ram ı, b irço k m itosları d ü p ed ü z H ıristiyanlık öncesi A v ru p a p agan lık
d önem lerin d en kalm adır. Üstelik, b u n u n b ö y le oldu ğu n u b irço k H ıris­
tiyan b iliy or da. «Din bilin ci», «tarih b ilin ci»n e üstün çık ıy o r dem ek!
Bugün İngiltere gibi başegem en inin aynı zam an da baş d in in başkan ı
sayıldığı b ir ülkede, D ruid denen dinden olan ço k kişi var. Bu din den
olan la r dinlerinin b ayram zam an ların da taşlara taparlar. Bu H ıristi­
yan ü lk esin de b u D ru id d in inden olan tanınm ış sahne ve T V sanat­
çıları var.
Bu zavallı, alçakgönü llü , am a d ışardan içeriye sızm asını b eceren
din lerin başarısızlığı ötekiler gibi tarih gerçeklerine, tarihte oldu ğu n a
kesinlikle in a n ılır olaylara d ayandık ları yollu in a n çta n yok su n olm a ­
larıydı. Üstelik, tarih çe tem elsiz olan in a n çlara karşı gelm ek gibi b ü ­
y ü k b ir s u çla n da vard ı. Ö rneğin, Bizans d ön em i A n ad olu su ’n d a b ü ­
y ü k d ozda M anih eizm ’den etkilenen ve Pauhkanizm adı altında asıl
H ıristiyanlığın kendisi old u ğu n d a direnen, b u yü zden d evlet - kilise b i­
leşim inin baskısı altında oldu ğu halde «yeraltı» dini o la ra k yaşayabil-
m iştir.
B aşlıca suçu, d in in devlet elin de b ir a ra ç olm asına karşı gelm esiy­
di. İslam lık d ön em i geldiğinde, yine A n a d o lu ’da, bu k ez ötekinde ol­
d u ğu ölçü d e «yeraltı» dini haline bile gelm eden ötekinin ço k benzeri
in a n çla r O sm anlı M ü slü m an lığı’nın içine girip bağdaş kurm uş; R um e­
li’ye de geçm iş. İslam lıkta «devlet kilisesi» örgü tü olm ad ığın d an hayli
de yayılm ış. G iderek, kim i kez padişah saraylarına d eğin uzanm ış.
Fatih’in «h urufilik» denen din görü şü n e kapılm asın a kıl p aja kal­
m ıştı. III. Selim ’in çevresin i b ir ara B ektaşiler sarm ıştı. O rtodoks (b a ğ ­
naz) U lem a, Batı terim iyle b u «heretik»lerin b u tü r b a şa rıla n n a ifrit
olurlardı. Ç ünkü Islam lık’ta H ıristiyanlık’ta oldu ğu n d an fa rk h olarak
teokrasi (kilise devleti) hiyerarşisi v e kuralları, «a yrılan »la rı (heresi
için d e olan la rı), sorgu ya çekm e (engizisyon) yön tem leri gelişm ediği
için, b u a y n la n la r karşısında d in lerin i b ü y ü k b ir tehlike karşısında
sanırlardı. A n ca k devletin başındakiler, b u gibilerin in a n ç ve eylem le­
rin d e siyasal b ir tehlike gördü k leri zam an b öyleleri sık ıştın ldığı. asıl­
dığı, öldü rü ldü ğü için din adam ları b u tür işlerde devlete b ağım lıyd ı­
lar. O sm anlı tarihi bu tü r kişi ve ta rik a tlan n sıkıştırılm a olaylarıyla
d olu d u r. A n cak, b u siyasal b ir nitelik görü ld ü ğü zam an olan b ir şeydi.
Bir teokrasi otoritesinin en gizisyon işlem i tü rü n de b ir işlem di.
Bu terim dilim ize H ıristiyanlığın altm çağı olan ortaçağla r zam an ın ­
daki işkenceli sorgu ya çekm e ola y la rm m u ygu lan d ığ ı zam andan kalm a
old u ğu için engizisyon denen şeyin unutulm uş b ir şey oldu ğu n u sanırız.
B u günkü Papa şu sıralarda b ir A lm an ve b ir H ollandalI iki K atolik

169
TEOKRASİ VE LAİKLİK

İlahiyatçısını en gizisyon karşısında sorguya çek m e h ahn dedir. B ugünkü


d ü n y am ızd a devletlerin işken ce uygu lam ası ço k yaygın oldu ğu halde,
Papalık gibi ç o k g ü çlü b ir teokrasi b ile onu d in adın a yapam ıyor. O r­
ta ça ğ u yga rlığın d a yapılabilm esi sözü nü ettiğim k öşede b u ca k ta kal­
m ış k ü çü k din lerin inançların ın, en ço k o dönem de, b ü y ü k din lerin içi­
n e sızm a başarısını gösterm iş olm alarıydı. G erek H ıristiyanlık’ta, ge­
re k Islam lık’ta b u n u n en k orkulanı M aniheizm olm uştur.
N e v a r ki b u sığıntı dinlerde de, kendi ilk elerin e a y k ın b ir b içim ­
d e ve ölçü d e tarih b ilin ci ile bağdaşam ayan, giderek çök m e dönem leri
gelin ce yalan a bile dönü şen in a n ç ve eylem öğeleri vardı; zam an la da
b u n la r bollaştı. Kilise ilahiyatçılarının, M üslüm an u lem asın ın tarih
bilin cin den yok su n lu k la n b u n ların dün ya yü zü n den bü sbütü n sihnip
a tılm a la n m önlem iştir. B unlar akla d ayan an görk em li ilahiyat sistem ­
leri geliştirm iş olm akla beraber, hem tarih b ilin cinden , hem tarih b i­
lim in den yok su n olm a la n yü zü n den «m yster»leri, «legen d»ları, esn a f
fü tü vvetn am elerin d ek i efsan eleri etkilihkte geride bırakam am ışlardı.
S oyu t yalan la tarih olm ad ığı gibi, soyu t akılla d a olm az.
*#*

Bu yüzden, yine de, tarih dinle başa çıkam am ıştır. Ü nlü A lm a n


tarih çisi R an k e’n in «Tarih, geçm işi oldu ğu gib i gösteren b ir bilim dah
o lm alıd ır» savı için onu n k atkılarının en ön em lisid ir d erler tarihçiler.
N e v a r ki, tarih in gerçek ten geçm işi old u ğ u gibi b ildiren b ir bilgi dalı
old u ğu n u gözü n ü kırpm adan savun acak b ir ta rih çiye rastlam ak çok
gü ç. _
Ö yle olsun, yine de u lu slar için bih m sel anlam da tarihi, bilim sel
d ü şü n bilin cin i yaratm ayı a m a ç edinm ek, R an k e’n in k oyd u ğu bilim ül­
kü sü n ü gerçekleştirm eye ça b a gösterm ek b ilim in b ir ödevidir. H iç d e­
ğilse buna, a yd ın düşü nü şlü b ir kim se «hayır» diyem ez.

Sesimiz, Sayı 131, Mayıs 1980


TARİH VE ORTAÇAĞCIUK

Y aln ız bilim sel d oğ ru lu k açısın dan değil, toplum sal d eğerler ve


ulusal b ilin ç açısın dan da tarih in m asal, efsane ya d a yalan öğelerin ­
d en arınm ası büjrük ön em taşır. Burada, b u toplum sal d eğerler ve u lu ­
sal biU nç a çısın d a n k on u n ü n b ir iki ya n m a d eğin m ek isterim .
B u yan ların biri, tarih bilgisi d en en bilim d ah n m tarih in de ya lm z
siyasa v e in a n ç a da m la rm ın değil, tarihçilerin k en dilerin in de tarihe
u stalıkh yolla rla «yalan» katm ış olm aları, zam an la bımİEirm inanılan
efsa n eler niteliğin e sokulm ası olajndır. B urada «yalan» sözcü ğü ile an­
latm ak istediğim m asal, m itolojiyle teoloji (ilahiyat) y a d a m istisizm
(tasavvu f) değil. D ü pedü z yalan. Eğrijâ doğru , olm am ışı olm uş, h a k ­
sızı h ak lı gösterm ek türünden yalan.
Bilm em h ak lı m ıyım , top lu m larm u yga rh ğı ilerlediği ölçü d e ya la ­
n ın b u türden ola m m n çoğ a ld ığın ı söylem ekte? B una «rasyon el yalan»,
b ilin çle konm uş yalan diyeceğim . A n ca k u yga rlık ilerleyişi dediğim
sü re boîTinca in s a n la n n b ilin çli olarak bilm ediği, b ilem eyeceği b u tür
şeyler de çoğ alıy or.
İnsanm sanki yalan ile u yga rh k a ra sm d a sürekli b ir savaş v a r di­
yeceği geUyor. XDC. yü z3n lm s on la n n a d o ğ ru A v ru p a ’da «m eden iyet
y a la n la n »n d a n söz etm ek b ir a ra m od a olm uştu. Bu tü rd en olan o za­
m an ü n alm ış b ir yapıt T ü rk çe’ye bile çevrilm işti, «M edeniyet Y a la n la n »
adı altında.
S özü n ü ed eceğim öteki tür, insanları d in lerin a fyon la d ığı tezinde
anlatılm ak istenen türdür. Y u k a rd a sözünü ettiğim bilin çle konm uş
rasyon el yalan çeşidin den d eğil b u ra d a söylem ek istenen. D inleri b ir
çırp ıd a a fy o n d iye kestirip atm ak k aba b ir sa v olur. A n cak, on la rd a da
b u n a elveren b ir ya n gelişiyor ve sanırım a fy on benzetişine y ol a ça n
bu olm uştur. B unun niteliği in sa n la n aldatm ak; aldatarak söm ü rm e­
d e dinin k ullanılm asıdır. Siyasada d in leri k u llan a n la rın u yd u rd u k -
la n «dinciUk» işte bu a fy on cu lu k k ategorisin e girer.
«Din» d ed iğim iz toplum sal ve insansal olay yüksek u yga rlık tari­
h in d e A sya ile Y a k m d oğ u ’d a doğm u ştu r. Eski çağlarda, b u n u n nede-

171
TEOKRASİ VE LAİKLİK

n in i gösteren bilim sel b ir yapıta rastlam adım . Ne va r ki, doğu şları


aşam ası o ça ğlard a old u ğ u halde, din lerin «altın çağ» d ön em i orta ça ğ­
lar olm uştur. H iç değilse O rtad oğu ’d a ve A v ru p a ’da. B unu söylem e­
n in belki dah a d oğru olan biçim i, sözü tersine çevirm ek: O rta ça ğ d e­
d iğim iz dön em i açan ve sürdüren tanrısal d in ler olm u ştu r da d iyeb i­
liriz. A jm ı şejâ söylem enin iki yolu.
H ıristiyanlık d ün yasın ın ortaçağı ile İslam lık d ünyasının ortaçağı,
orta ça ğ d ediğim iz d önem tarihi içind e ayrı zam anlara düşer. A v ru p a ’
d aki ortaçağ, Y a k ın d oğ u ’dak i İslam lık tarihin in klasik d ön em in e rast­
lar. Buna karşı A v ru p a ’d a orta ça ğ son u çlan m aya b aşla dığı sıralarda
İslam lık dün yası kendi ortaçağın a giriyordu. Bilim sel olm ayan tarih­
çilik bize orta ça ğ denen dönem leri hep karanlık ça ğ la r olarak tam t-
mıştır. «K aranlığın» içine işkence, zulüm , cahillik, va h şice savaşlar
k oyu yorsa k eğer, söylem ek zoru n d ayız ki b u öğeler en aydın saydığı­
m ız d önem lerde de var. B oşuna kendim izi b ir yalan la d ah a aldatm a-
yahm .
Bu pek b eğen ilm eyecek oldu ğu n u b ildiğim sav doğru ysa, dinlerin
«altın dönem i» için «a fyon cu lu k » nitelendirilm esini yapm ak b en ce ola­
naksız. N eden ? O rtaçağla rd a çeşitli, birbirin d en asnrı ülkelerin h alk ı­
n ın çoğ u n lu ğu n u k öylü ile esn af oluştururdu. Bu iki b ü y ü k sınıfın din ­
d a rlığı arasında, (örn eğin sosy olog M ax W e b e r ’in gösterdiği gibi) ço k
fa rk la r var. Bu, ortaçağla ra özgü, o ça ğların ü rü n ü ve değn ek çisi olan
H ıristiyan ilah iyatçıların ın ya da İslam ulem asın ın bilm ediği b ir şey
değildi. O n larca k öylü h âlâ «pagan», esnafın çoğu da «heretik»ti, h iç
değilse mistik, «sû fi». O sm a n lıca ’dan kalm a T ü rkçem iz bu son un cu yu
«sûfî» ile «sofu », giderek «softa» biçim in e sokarak ayırm ış. A v ru p a ’da
asıl sofu lu k kilise dininin kişilerinin tekelindeydi. K öylü, «paysan» ya
d a «peasant» b içim in de «païen» ya d a «pagan» olarak kalm ış. İslam ­
lıkta d a k öylü için «cahil» denir. Bu, A ra p ça bilm eyen b u gü nk ü bizle-
rin sandığı gibi «bilgisizlik» dem ek değil, «p a gan »lık dem ektir. Eski
A ra p ça ’da, İslam öncesi «C ahiliye d ön em i»n d en söz e d ilir ya, işte o d u r
«cah il»lik.

Bu çeşit sınıfsal a yırım la r yapılm akla beraber, orta ça ğ u yga rlık ­


ların d a din işleri dün ya işlerinin önem li v e d oğal özünü olu ştu ru yor d i­
ye inanırdı hepsi. D erinliğine de olsa, yüzeyde de kalm ış olsa, kaçınm a,
savsaklam a b içim in d e de olsa «din» işi yine de yaşam ın özü sayılırdı.
O rta ça ğ budur. Y a da b un su z orta ça ğ olm azdı. D inlerin bu altın ça ­
ğını karartan b ir iki yan vardı ki, şim di anlatacağım gibi, b u n la r bile
«a fyon cu lu k » türüne girm ez. A fy on cu lu k türü daha sonraki m od ern dö­
n em lerin işidir ki ona d a az son ra geleceğiz.
A ltın ça ğı karartan yanlardan biri, dinin gü n cel yaşam ın içinde
b ü yü k payı oluşunun sonucu olarak, din eylem ve in a n çla n n d a n a y n -

172
TARİH VE ORTAÇAĞCILK

lan kişilere u ygu lan an işkencelerin seyrine h alk ın bile katılm ası, on u
b ir çeşit eğlen ce işi saym asıdır. Ü nlü H ollandalI tarihçi H uizinga a n la ­
tır; Bu gibilerin yak ılacağı ya da asılacağı, kafasın ın k opa rıla ca ğı gü n
halk, bugü nk ü fu tb ol m a çm a gidiliş gibi seyre giderm iş. Ç ok kişi
«am an yer kapalım » korkusu ile erken saatlerde yiyecek çık ın la n ila
yola düşerlerm iş. D am lardan, d u varla rd an seyirden başka kim i yerler­
d e tribünler bile yapıldığı olurm uş tam şenlik olsun diye. Tıpkı b u gü n
T V perdelerinde, sinek a vlar gibi insan öldü rü len A m erik an film lerin i
zevkle sejrretmemiz gibi b ir şey. O rtaçağ insanı için «k â fir»d en çok,
«sapkın»ın, «in an cı geri itenin» (heretik’in) yok edilm esi eğlen celi b ir
işti. K âfir ile gereken savaşı yapm ak gibi korkulan, tehhkeli b ir iş d e ­
ğildi de ondan.
D inlerin altın çağın ı karartan d iğ er yan, h en ü z H ıristiyanlaşm am ış
ya da M üslüm anla^m am ış h a lk la n n yine b u ça ğla rd a bu dinlere ya
savaşla ya d a kan d ırılarak sokulm ası gibi ça b a la n n y ol a çtığı işlerdir.
B unlardan biri, sözünü ettiğim iki b ü y ü k din arasın da am an sız b ir
yarışm a ya da savaşm a işine yol a çm a olm uştur. İki d in arasındaki bu
yarış, b u g ü n bile A frik a ’da sürüyor. «H açh Seferi» ya, d a «C ihad» adı
altın da sü rd ü rü len yarışm a, çoğ u kez, belki d ah a d a ço k k ez H ıristi­
ya n ’ı H ıristiyan’la, M ü slüm an’ı M üslü m a n ’la kırdırm a türüne d e d 6 -
nerdi. Bu tü r olaylar din lerin a itm ça ğın a yakışan d oğal o la y la r sa3nl-
d ığın d a n tarihçiler bun ları bize «din sa v a şla n » olarak gösterirler.
G erçekte, b u n la r din savaşı değü, kiliseyi ya da devleti elinde tutan
ü stü n s ın ıfla n n çık a rla n için yü rütülen «d ü n ya sav aşla n » n dan başk a
b ir şey değiller. Din ç a ğ la n için çok doğal sayıldığm d an o z a m a n la n n
halk ları da b u n la rm yalan dolan yanını büem ezdi. A fy o n cu lu k tü rü n ü
bu n d an ayrı b ir k onu olarak ele alm ak gerekir.

Sesimiz, Sayı 131, Haziran - Temmuz 1980


SİYASAL - EKONOMİK TARÎH
KARŞISINDA DÎN

D inleri b ir çırp ıd a «A fyon » d iye n iteleyiverm ek b ir a şın lık olsa bi­


le, on la rd a eninde son u n d a bu nitelendirm eye yarayan ya n la r gelişir.
«A fy o n , benzetişine y o l a ça n b u olm uştur diye yazm ıştım d ah a önce.
Bu, din lerin in sa n la n aldatm ada, u yuşturm ada, söm ü rm ede k u llanıl­
m ası türüdür. En çok k ullanıldığı alan d a siyasa alanıdır. Şim di, d inle­
rin O rta ça ğ la r yaşam ındaki anlam ı kon usu nu g eçerek b u son anlam ­
dak i rolü n e geliyoru m .
O rtaçağ dinleri o ça ğ la n n yaşam ının d oğ a l h avasın ı b ü rü yen b ir
şey iken, nasıl o lu y or da o ça ğ la r geçtikten son ra ya d a o ç a ğ la n g e r­
çekten geçirm iş olan top lu m larda o d oğallığı yitirerek b u başk a nite­
liğ i kazanıyor?
Ç ok a çık old u ğ u için herkesin görem ed iği b ir g e rçe k yü zünden!
O rtaçağla rd a dinler, «h iç değişm ez» ilkesine d aya n dırılarak fosilleşir­
ler. B una karşı, top lu m lar «değişirler». P aradokslu olm ası 3m zünden
görü lem eyen olay şu du r ki top lu m lar değiştiği gibi, asla değişm ez ol­
d u ğ u savın a saplan an dinlerin ken dilerin de de d eğişm eler olur; am a
on u n değişm ezliğine ina n an kişiler b u n u h iç görm ezler. B ir o rta ça ğ
H ıristiyanı ya d a b ir orta ça ğ M üslüm anı m ezarın d an kalksa d a m o­
d e m H ıristiyanın ya d a M ü slüm an ın din diye y a p tık la n m görse şa­
şa r da şaşar; dinim i ne k ılığa sokm uşlar d iye dizini d ö v e r durur.
Din k onusu n da a fy on cu lu k zenaati din lerin altın ça ğ ı olan ortaçağ-
la n n işi olm ak tan çok , d a h a s o n ra la n n ü rü n üdü r. Dinin, g ü n cel yaşa­
m ın sabahtan g eceye d eğin b ir a la y «resm i» olan ve olm ayan eylem ­
leriyle gösteriler olm aktan çık tığ ı zam an ların ürü n ü dü r. Bunda, a fy o n -
c u la n n k en dileri bile a ltm ça ğ d önem in in zoru n la d ığı d in sel eylem leri
«eda» etm ezler, çü n k ü o n la n asıllarında old u ğu gibi bilm ezler. Sadece,
«halk» denen yığın ı orta ça ğ insanı yerin e koyarak, o n la n o ça ğ la ra öz­
g ü olan «sürü» d üzejân e ind irm eyi am açlarlar. B u ndan p arasal çık ar­
la r bile sağlanabilir.
A fy on cu lu k tü rü nü n özelliği, d em ek ki, a rk asın d a iki g ü cü n yattı-

174
SİYASAL - EKONOMİK TARİH KARSISINDA DİN

ğı b ir din aktörlü ğü olm asıdır. B unların b iri para, d iğ e ri siyasadır. Bu


tü r oyu n u d a h a çıplak, daha soyut oldu ğu için İslam lık dün yasın d a d a ­
h a kolaylıkla görebiliriz. H ıristiyanlık d ün yasın d a d in aktörlerin in sah­
n eye k oyd u ğu roller ç o k etk ih m üzik, sem bol, m erasim gibi şişirici y a n ­
la r içine b u la n d ırıld ığı için rejisörlerin i seçm ek, a m açların ı fa rk et­
m ek o d en li k ola y olm u yor.
îslam h k dün yasın d a g örd ü ğ ü m ü z türlerin b ir b içim i P ak istan d a,
M ısır’da, A ra b ista n ’da; başka b ir b içim i T ü rkiye’de oyn a n ıyor. G öğsü ­
nü, h an gi savaş zaferleriyle k azan d ığım b ilem ediğim iz m adalyalarla
d on a ta n Ziya-ü l Hak, ceza olarak insan eli kesm enin yak ışır b ir iş olup
o lm a d ığ ın ı soran b ir T V yoru m cu su na gözü n ü kırpm ad an b u n u n «K ut­
sal K itap»ta em redild iğin i söyler. O kitapta yazılı olanları ne soru yu
soran, ne d e yanıtı veren b ildiği için bu kitabın n eresinde yazılı diye
soru lsa Sandhurst eğitim h gen eral ne d iyeceğin i b ilem eyecek. N e va r
k i m od ern ça ğ d a gerekh olan o değil. M a d alya la rm sim gelediği siyasa­
dır, d in on u n yaldızı.
Bizde a fy o n c u la n n üstüne Uk k ez ışıldağı çev iren adam , M ustafa
K em al olm uştur. Ne yazık ki, o, bu d in cih k türü n e karşıt olan tutum a
yerleşik T ürkçe b ir a d koym adan, b ir başkası (ya da b a şk a la rı), siya­
sal a m açla r için din i ku llan m a ideolojisin e karşıthğı, Fransızca «lai-
cism e» gibi h alk ın anlam ın ı bilm ediği, zam an la m iU etvekülerinin y e ­
m in edişlerin d e d u y d u ğ u m u z gibi «lâââyıklık* biçim in e sokulm uş, an ­
lam sız b ir sözcükle adlan dırdılar. Başka yazılarım d a d a h a geniş ola­
ra k anlatm aya çalıştığım gibi T ürk d ilia in ru h u n a uym ayan , üstelik
H ıristiyanlıktaki a fyon cu lu k türü ile on un İslam lıkta a ld ığı ve k ar­
şıtlığı d a d oğ ru olarak yansıtm ayan bu sözcü ğü n resm ileşm esi g erçek
b ir talihsizlik olm uştur. A rtık sürü (reaya) olm ayan, dih de Türkçe
olan b ir ulus halkının, anlam ını bilm ediği b u terim, M u stafa K em al’in
«din aktörleri», «d in tü ccarla rı» diye n itelen dirdiği kişilerin am acı olan
«D in D evleti» ideolojisin e karşı on u n aldığı tutu m u n g e rçe k anlam ını
u nutturm uştur.
O tutum soyu t olarak d in e karşı b ir tutum değil, din a fyon cu lu ğu -
n u n M üslüm anlıkta aldığı türe karşı, dine dayalı b ir siyasal id eoloji g e ­
liştirm e iddiasın a karşı doğm uştur. Bu id eoloji çağd aş d ün yan ın üs­
tünlüğüne, din b irliğin e dayan arak karşı gelm e görü şü ile geçen j^ z -
yılın o rta la n n d a başlam ış, m ü tareke dönem in de a fy o n c u la n n H ıris­
tiyan türü n den olan R ahip Frew ile M ü slüm an türü n den olan Şeyhül­
islam ın elele verişinin taşıdığı anlam ı gösteren b ir d o ru ğ a varm ıştı.
Y ine h iç b ilin m eyen b ir yan d a bu «şeriat devleti» ideolojisin in ger­
çek k ayna ğm ın H ıristiyanlık dün yasın d a oldu ğu du r. İslam lığın b ir
d evlet olduğu, İslam lığın b ir şeriat devleti em rettiği yollu id d ia la n n h iç ­
b ir gerçek liği yoktur. İslam lığın tarih in de o d en h çeşith d evlet yapıla­
rı görü lm ü ştü r ki ya b u devletler İslam devleti değıU enü, y a d a İslam ­
lık h içb ir top lu m a «devletinin yapısı, b içim i şöyle olacak tır» dem em iş-

175
TEOKRASİ VE L.'^İKLİK

tir.
A y n nedenlerle, bugün, hem gericiler, hem ilericiler bu «lailcMk»
sözcü ğü n ü n yanlışlığını ve yanıltıcılığını anlam am akta d ireniyorlar.
D ini siyasa aracı yapm a yanlısı olan gericiler, b ir sır gibi a ğızlarda e v ­
rilip çevrilen b u u yd u rm a ya ba n cı sözcükle, klasik d önem ve O rtaçağ
M ü slüm an lığın a aykırı b ir ilke k on du ğu savını, so n m u n aslını astarını
bilm eyen halk arasında kolaylıkla yaym aktadırlar. İlericiler ise, H ı­
ristiyan m odeli b ir teokrasi b u lu n du ğu varsayım ın a d ayan m anın ra ­
hatlığı içinde, b u n la n n karşısında sadece h ık m ık edebiliyorlar. T arih
açısın da n bu iki ina n cın ikisi de yanlış ve tem elsizdir.
B ugünkü d ün yad a orta ça ğ d in d a r anlam ın da pek az insan kal­
m ıştır. B öyleleri o denli a z ki H ıristiyan dün yasın da o gibilere «H ıristi­
yan a da m dır o», İslam dün yasın d a da «dini bütün », «M üslüm an adam »
gibi n itelendirm eler yapılır. Bu niteliklerin bile ne d en li gerçek old u ­
ğu n a kim se k efil olam az. D inlerin orta ça ğ dönem lerin de kişileri b öyle
nitelen dirm elere göre ayırm ak akla gelm ezdi. H erkes ya M üslüm an, ya
H ıristiyan ya da Y ah u d i olarak bilinirdi. Böyle oluşlarında b ir olağa n ­
üstü özellik görülm ezdi.
İnanç özgü rlü ğü n ü benim seyen rejim lerdeki gerekçe, dine ya da
şeriata dayalı devlet olm alı tezini yürüten din s a tıa la rın a karşı halkı
korum aktır. A yd ın larım ızın ve kim i sosyal bilim cilerim izin k on uyu
b u açıdan görm em eleri yüzünden, T ü rkiye’de b ir «din soru n u » lafı edi­
lir boşu boşuna. T ü rk iye’deki sorun din soru n u değil, siyasa soru n u ­
dur. Son zam an larda İran ’daki H um eyni olayı yü zü n den Batı (yani
A v ru p a ve A m erik a) basınında, bu olayın b ir din olayı oldu ğu inan cın a
daya n arak T ü rk iye’d e de b u gü n yarın benzeri b ir din olayı patlam ası
olacağın ı beklem e m odası başlam ıştır.
Y üksek d üzeyde b ilgin azınlık dışındaki orta halli okum uş Batıh
kişiler arasında H ıristiyanlık dışı halkların, özellikle M üslüm anların,
h e r eylem inin b ir din kuralı gereği oldu ğu ina n cı yaygın dır. Ne v a r ki
İran ’daki H um eyn i olayın ın (Şiilik dolajnsıyla) b ir din yanı olm akla
beraber, olayın tem elinde büjm k ölçü de ek on om ik ve siyasal soru n lar
yatmaktadır.
D inlerin ken dileri bile, a fy on cu lu k yalan ların ı kendi içlerine sok­
m am ak için geçm işte h ay h ça b a gösterm işlerdir. Pek başarıh b ir iş
ya pa b ildiler denem ezse de. İslam lık tarihini az ço k bilen kişilerin ö ğ ­
ren d iğ i gibi, en başta «yalan peygam berlerde karşı b ir savaşım d ö n e ­
m i var. İslam lıkta b u ça b aların başarısı, öteki d in den fazla olm u ştu r
sanırım . Ç ünkü bu dinde, yuk arda sözünü ettiğim iki öğ e (ekon om ik
çık a rla r ile politik çık a rla r gü cü ) daha erken den etkili olm aya başla­
m ıştır. H ıristiyanlık uzun b ir jsüre b ir çeşit yeraltı tarikatı olm a zoru n ­
d a kaldığı halde, İslam lık b ir yüzyıl bile geçm ed en gü çlü ve zengin b ir
siyasal egem en h ğin taşıdığı b ir b a y ra k oldu. Bu jrüzden on u n ta rih in ­
de a fy on cu y a la n la n erk en d en b aşla dığı gibi, on lara karşı savaş da e r­

178
SİYASAL - EKONOMİK TARİH KARSISINDA DİN

k en den başlam ıştır.


Y alan cı P eygam ber sorun u n dan sonra, son zam an larda «Hım ç o ­
ğ u m u zu n ilk k ez d u ydu ğu «siret» h ik âyeleri faslı geUr. Peygam berin
ölü m ü n d en ço k son raları b ir «siyer-i n ebi» ya zın türü ü rem eye b aşla ­
m ıştı («siyer», «siret» sözcü ğü n ü n çoğ u lu d u r. «Siyer-i N ebi» p eyga m ­
b erin yaşam davram şları, tutumu, gidişi anlam ın a g e lir). Bu «siret»
h ik âyelerin i İslam lık kendi in a n ç sistem i için e sokm am ıştır, ö y le y k e n ,
b u g ü n bile on u sokm aya ça lışan lar var. Bu «siret» h ik âyelerinin h an gi
siyasal a m açla rla gehştiğini b ilm eyen b u g ü n ü n din a fy o n cu la n , b u n ­
la n İslam lık din inin b ir parçası sanırlar. Ç ıkarcılık, insanları hem k ö r
h em cah il ya pa r ister istem ez. «Siret» m asallarım d erleyip on u n ilk
sistem atiğini yapan İbn İshak’ın a m acı dinsel değil, siyasal ve d ü n y a ­
sal b ir am açtı. A ra p fetih lerin in m eşruluğuna, H ıristiyan devletlere k ar­
şı ü stü nlü ğü tezine ideolojik b ir tem el sağlam a am acın ı gü d ü yord u .
Belki d a h a çok b ilin en d iğer b ir örn ek «hadis» u yd u rm a sahteciUği
olm uştur. B u n la n n ço ğ u siyasal m aksatlarla u yd u ru lu yord u . P eygam ­
b erin ölü m ü n d en h ay h so n ra la n m an tar gibi çoğalm ış olan hadisleri
top lam a ve yazıya geçirm e işine g irile n B uharalı (B uhari) adlı bilgin ,
b u n larm b ir çoğ u n u sahte old u k la n n d a n k olek siyon u n a alm am ıştır.
H adislerin «sahih» ve «yalan» ya d a «çü rü k » olan ların ı a y ırt etm e ö l­
çü lerin i d e gehştirdi. ¿>yleyken, m o d e m billın ara ştırm îîla n b u işte
B uhiiralı’m n b üe a tla dığım ça ğd a ş m etin v e tarih kritiği yön tem leri ile
m eyd a n a çık arm ış b u lu n u yor. İslam lık da b aştan m asal, e& ane ve
y a la n la savaşa girm iş old u ğu halde, on la rm etkilerinden yin e de u zak
kalam am ıştır. Ç ünkü, d in lerin ken di ya p ü a rm d a h e r d ön em dek i ya-
lan la rm içeri sızm asını kolaylaştıran a ra lık lar bulu n ur. En ön em li
n ed en bul

Sesimiz, Sayı 132, Ağustos 1980


ULUSAL TARİHE BAKIŞ

T arihin ulusal d eğerlerle ilişkisi k onusunu tartışırken, yalan tü r­


leri arasın da b ir de ulusal geçm işteki olayları ob jek tif olarak saptaya-
m am ak; çeşitli d u y g u la n n etkisi altında geçm işi olaylara uym ayan,
kim i k ez on la ra aykırı olan b içim d e yoru m lam ak türü de görü lü r. Bu
da tarihle yalan arası başk a çeşit b ir ilişki sorunudur. U lusal b ilin çli-
lik le daha yak ın s o n u ç la n oldu ğu için, b un u n üstünde d urm a k zo­
ru n dayız. D in a fyon cu la rın ın ya n ın d a b ir de «m illiyetçilik» söm ü rü ­
cü leri tarih adı altında söz ediyor.
«Ulus» terim ini teknik anlam ın da alırsak (herh an gi b ir h alk ya
d a h alk la r toplam ı değil de XIX. yü zyıldan b eri siyasal birim lerin te­
m eli olan n ü fu s a n lam ın d a alırsak) «ulus» ile «h alk »ın ajm ı şeyler ol­
m adığı görü lü r. «H alk» sözcüğünü, ne dem ek istediğim i a n latacak d a ­
h a yerin de b ir sözcü k b u lam ad ığım için k ullanıyorum . Başka dillerde
de yo k sanırım . A lm a n ca ’d a kim i d ü şü n yanlısı olan d ü şü n ü rlerin an­
lad ığı anlam da «das V olk » sözcü ğü bu n a en yaklaşık terim gibi g özü ­
kür. Ne v a r ki T ü rk çe’deki sözcü kte bu A lm a n ca sözcü ğ ü n a n lam ın ı
veren b ir öğe b u lu n du ğu n u sanm ıyorum .
Tersine, T ü rk çe’deki «halk» sözcü ğü n ü n için d e söylem ek istediğim
şeyi iyi anlatan, a n cak sözcü ğü n ren gi altında gizli kalan b ir anlam
v a rd ır ki «etnik» ya da «milU» gru p olarak o A lm a n ca sözcü ğü n anla­
m ın ın tersine b ile gider. A lm a n ca sözcükle anlatm ak istedikleri toplum
birim i ya d a o birim in için d ek i kişi ilişiklikler ağı, ü yeleri arasında
sen - ben, d ost - yabancı, içerd ek i - d ışardaki gib i ayırım lar olm ayan,
ken din i b u n itelikleriyle b aşk aların d an özel b ir «ru h »la a yıra n b ir b i­
rim dir. Cîerçekten va r m ı b öyle b ir b irim ? V arsa bile, salt gen el m i?
Yoksa, içim izdeki kim i özlem lerle yaptığım ız b ir soyu tlam a yolu yla
ken dim izi v e başkaların ı aldatm ak için b aşvu rd u ğu m u z a y n b ir tarih
yalan ı m ı?
Bu tür birim in için d ek i ilişkiler örgü tü n ü n itelen dirm ek için yine
A lm a n ca ’n ın b ir sözcü ğü d a h a va rd ır ki Fransızca ya d a İngilizce gi­
b i Batı d illerin d e onun da karşılığı yok. «G em ein sch aft» sözcüğü. Sam -

178
ULUSAL TARİHE BAKIŞ

m a göre, T ü rk çe’de de yok b u n u n karşılığı. Ç ok eskiden varsa bile, îs-


lam lığın etkisiyle unu tu lu p gitm iş olabilü-. B an a öyle g eliy or ki A l­
m a n ca yazan kim i toplu m düşünürleri, b u sözcükle gerçek te o birim in
va rlığ ım kanıtlam ak için değil, on a b ir karşıt k oym ak yolu ile dah a k o ­
laylık la nitelen direcek lerin i sa n d ık la n b ir birim i belirtm ek istiyorla r­
dı. O birim e de «G esellschaft» d en iyor ki, b u k ez başka dillere on u k o­
laylık la «toplum » sözcü ğü yle çev iriy orla r toplu m bilim ciler.
Eğer b u san ım d oğru ysa, yerin de b ir iş yapıyorlardı. Ç ünkü «Ulus»
d en ecek olan toplum un «halk» toplum u olm adığın ı beürtm iş olu y orlar­
d ı H er u lusun için d e birbirin e ya ba n cı m ily on la rca kişi yaşar. Y ab an ­
cılık ları ço ğ u k ez b irbirin e karşıt sın ıf bölü n m elerin e d eğ in gidebilir.
Y in e de o ulu s top lu m u n d a b ir b era berlik doğu yorsa, bu n u yapan n e­
d ir soru su nu yan ıtlam ak için, terim i rom an tizm d oğru ltu su n d a k u lla ­
nanlar, «ulus» denen birim ile «halk» d en en b irim in ayn ı şey oldu ğu
k am sm d a direnirler. N azi ideolojisinin, M arksist id eolojin in k arşısın­
d a aldığı ters tutum un varsayım ı buydu.
A sıl söyleyeceğim e geleyim : U lusal yaşam daki tarih ya la n cıh ğın m
b ir çeşidi yaban cılaşm a olajrında k endini gösterir. Sanki şöyle b ir ku­
ra l behriyor: K im i top lu m larm ulusal birim ü liği ve biUnçUliği ne denU
kökleşm em iş, ne ölçü de yüzeyde kalm ışsa ulus olm a savın da olan o
toplum da tarih, yalan old u ğ u bilin m eyen b ir yalan dizisi olur. Bunun
tersi de olabilir: U yga rlık ça çok yüksek d ü zeyde bulunan, fak at b ir­
b irin d en ço k a y n ca lık lı yam alardan, p arça la rd an oluşan toplu m larda
tarihsel biUnçUlik o ölçü d e yüzeyde kalm ış olabilir. Bir A m erik ah sos­
yolog, A BD toplu m u n u Segm ented S ociety terim i ile nitelendirm iş, b u
başlıkla çık an b ir yapıtında. A iled en sendikalara dek birbirin d en k o ­
p u k çeşitli p a rça la rd a n oluşan b ir tü r yam alı boh ça. A m a y in e de si­
yasal birim . O n u sağla yan n e? «H alk»ın üstüne oturm uş siyasal gü ç!
B una p olitik k u ram lar tarihinde sayısız d en ecek çok lu kta v e ç e ­
şitte yan ıtlar verildiğin i biliyoru z. XVIII. yü zyıld a özellikle Fransa’da
gelişen a ydınlık «dü şünürleri» n in b u ku ram lar tarihine b elk i e n b ü y ü k
k atk ıla n , «halk» m ya lm z siyasal gü çlerin d a ya n a ğ ı oldu ğu n u değil, ay­
n ı zam an da o n la n n söm ü rü h edefi oldu ğu n u belirtm eleri ohnuştur. Si-
ya sa l’ın yü k ün ü «halk» taşır! S on zam an larda A B D Başkam Carter, «in­
san hakları» k avram ın ı iyice popülerleştirm işti. B ilindiği gibi, «insan
h a k la n » terim in in ve kavram ın ın ilk b ulu cu su o değildir. O n u n eski ve
ço k tartışm alı b ir öyküsü vardır. Fakat, insan h ak ların d an ön ce «h alk­
la n n h a k la n » olm am alı m ıdır? Siyah insan soyu t b ir kişi d eğild ir. A f­
rik a ’d a b ey a z halktan a y n tutulan siyahlar h alk ya d a u lus olarak ta­
nınm ıyorsa, insan h ak ların d an söz etm en in ne y a r a n va r?
Tarihsel biU nçliliği yü zeyd e kalm ış top lu m larda tarihsel yalan yal­
n ız yalan değil, b ilgisizlik de olur. BiUnçh olm ayan b ir bilgisizlik. K i­
m i k ez ku laklara hoş gelen sözcü k lerle çek ici oldu ğu n d an p olitik a cı­
la r bu bilgisizliği bile bile kullanırlar. «H alk»! aldatm ak için.
TARİH BİLİNÇSİZLİĞİNİN TÜRLERİ

O lağan türdeki tarih b ilgisizliği yan ılm aları türü n e örn ek olarak
T ürk toplu m u n dan b aşk a b ir top lu m u alacağım . Bu tarih bilin çsizliği
tü rü n ü n yapısını basitleştirir de k onu dah a ço k b elirlen ir d ü şü n ce­
siyle.
G azetede okum uştum ; A lm a n ya ’d a K iel’de D ieter B ossm ann adh
b ir öğretm en öğren cilerm in yakın A lm a n tarihi bilgisin i yok lam a k is­
temiş. Ü ç b in d en ço k sayıda öğ ren ciye H itler üzerine b ir yazı öd evi
verm iş. G örm üş ki öğren cilerin çoğ u n u n b u k on udaki b ilgileri baştan
başa yanlış. Y alan değil, am a yanhş old u ğu için yalan biçim in e girm iş
yanlış. H em en h epsinin paylaşık yan ı H itler’in n e zam an yaşadığını, n e
yaptığın ı bilm em eleri. O n u A lm an tarih in de adı ço k geçen iyi ya da
k ötü b aşk a kişilerle karıştırıyorlar.
Bu denem eyi öğren en D er Spiegel dergisi, kam u ojm ö lçen b ir k u ­
ru m a gen çlerü ı H itler üzerine n e b ildik lerin i araştırm a işini ısm arla­
m ış. A lm a n son u çla ra göre. 1 6 -2 4 y a şla n arasın daki gen çlerin ancak
yü zd e 6’sı k on uyu b iliyor. Y ü zde 53’ü şöyle böyle b irşey ler bih yor.
Y ü zd e 35’in b ild iği d eved e kulak. Y ü zd e 4’üyse h içb ir şe y bilm iyor.
N e v a r ki, b u istatistik son u çla r (yüzdeler) öğretm en B ossm ann’m
öğren ci öd evlerin in verd iği s o n u ç la n iyi yansıtm az. Ç ünkü, H itler üze­
rin e «bilm ek» İle kast edilen n ed ir? Ö d ev y a z ıla n b u soru yu d a h a iyi
yam th yor. Ö ğren cilerin çoğ u ok u lda ya da d ışarda H itler ü zerine k o­
n u şu lan larla ilgilen m ediklerin den o kon uşm aları din lem ediklerini bil­
d iriyorlar. Ö d evlerin b irin d e Hitler, B ism arck’a karşı b ir seçim savaşı­
n a giren b ir pohtikacı. Bir d iğerin d e b ir kom ünist! K im ileri H itler’in
B irinci, İkinci ve Ü çü n cü (?) D ü n ya Savaşı’n d a A lm a n y a ’nın ön deri
olarak b iliyor. 14 yaşındaki b ir kız öğren ci H itler’in 1819’d a doğd u ğu n u ;
d iğ e r le r i H o lla n d a lI, Italyah o ld u ğ u n u yazıyor. Bir tanesi de MünihU
old u ğu n u yazm ış. Y in e 14 yaşındaki b ir kız öğren ci. «F ührer’im iz 2 0 N i­
san, 1889’d a A vu stu rya ’d a doğm uştur, H eil H itler!» diye yazm ış. C iddi
m i, m atrak mı, b elli değil. Bir erk ek öğren ci H itler’in ön celeri e v b o -
y a cıh ğ ı ya ptığım söyledikten son ra şöyle yazm ış: «Bir g ü n M ü n ih ’te

180
TARİH BİLİNÇSİZLİĞİNİN TÜRLERİ

b ir b irah an ey e gitm işti. O rad a b ir k om ünist partisi toplantısı vardı. Par­


tinin yaln ız 3 üyesi vardı. H itler b u 3 üyeli k om ünist partisinden bü ­
yü k b ir N asyon al Sosyalist Parti m eyd an a getirdi». En şirin yanıt, 13
yaşındaki k ız öğren cin in yazdığı; «Savaşı k aybettiğim iz iyi oldu. K ay-
betm eseydik şim di h epim iz N azi olacak tık».
Bu u n u tu lm a ya d a yanlış anım sanm a sanki ya ln ız H itler’in alın-
yazısı m ı? Y a M ussolini, Franco, Salazar, Stalin, C hurchill, R oosevelt
ve b izim M illi Ş ef? Tarih b u n ları ne ölçü de tan ıyor ya da nasıl tanıta­
ca k ? D aha şim diden b u n la r üzerine verilen y a rg ıla r ya rın ın tarihin­
de de sü recek m i? İkinci EKinya Savaşı’n d a m ily on la rca insanın alın-
yazasında on ca rol oynam ış b u kişilerin savaş son rasın dan sağlam çı-
kamajrışı d a tarihin şaşırtm acaların dan b iri d eğil m i?
Bizim yak ın tarihim izle ilgili olaylar ve kişiler üzerine de k afala­
ra yerleşm iş yanhş b ilgi tü rü nden yalan ların sajnsı b u yazıya sığm a­
ya ca k ö lçü d e çok tu r (daha u zak tarih için ise h iç söz etm eye b ile
gerek g ö r m ü y o r u m ). Beni kim i zam an üzen, kim i zam an gü ld ü ren iki
k ü çü k örn ek verm ekle yetin eceğim . Türkiye d ışın d a ço k rastladığım
ve çoğ u k ez d ok tor olan g en çler arasın da hselerdeki h o ca la rı içind e en
ço k adlarını a m m sa y a m a d ık la n öğretm en lerin tarih öğretm en leri ol­
d u ğ u n u gördü m . Şu biçim d e söyleşm eleri ço k işittim : «Y ahu, n eydi
a d ı? T arih öğretm en im iz va rd ı h a n i? Bize ok larla O rta A sy a ’d an n a ­
sıl geldiğim izi anlatırdı?» V e zavallı tarih öğretm aninin adı b ir türlü
bulunam az. A zıcık düşün dü kten sonra başk a k on uya geçilir. (Buna
b en zer d uru m d a «hani şu klanları anlatırdı bize hep» dedikleri sosyo­
loji öğretm en leri de yer a h r).
İkinci vereceğim k ü çük örnek b eni b ira z acm dırm ış, b iraz d a jrûl-
dürm üştü. Toplum sal bilim lerde d oktora yap>an olgu n yaşta b ir gen ç
b a n a b ir gü n «N ihal Atsız» adı geçince; «H ocam , dedi, b u N ihal A tsız
b ir kadın adı m ıdır, erk ek adı m ıdır?»
Bu olayd a n ep eyce sonra yine aym düzeyde ve yaşta, ve d ok tora
çalışm ası yapm akta olan b ir g en ç de konuşm a sırasında adı geçen H a­
şan  li Y ü cel ile Reşat Şem seddin S irer’in kim oldu k la rın ı b ilm ediği­
ni söyledi.
N e va r ki b u n larda n da daha k ork u n cu var. A tatü rk ’ün, M ustafa
K em al’in kim oldu ğu n u bilm eyen b u lu n d u ğu n a in an ır m ısın ız? Bu. bu
iki adı. ötekilerde oldu ğu gibi, h iç duym am ış olm aların dan değil, ço k
d u ydu k ların d an . A d duym akla b ir kişinin, hele on u n gibi b ir kişinin
b ir T ü rk gen ci için ne dem ek oldu ğu n u b ilm em ek ayn ı şey m idir?
V erd iğ im b u örn ek ler söylem ek istediğim şeyi anlatm aya yetiyor
m u bilm em . Belki şöyle b ir son u ç çık arm ay a yardım ı olur; b u tü r ta­
rih hilgisizh ği, T ürk toplum u da içinde olm ak üzere, tarihsel yaşam
sü reci b ir kesintiye, b ir k opm aya uğram ış h e r toplu m da oldu ğu gibi,
b ilerek ya d a b ilm eyerek gü dülen ev, oku l gibi öğretm e k an alların ın
tıkanm asının da b u n d a bü yü k payı var. T arih b ilin çsizliği k u rban ları­
nın. ço ğ u kez, tarih öğretm enleri oluşu acı b ir tarih a la yı değil m i?
TARİH OLMAMIŞ YALANLAR

B ugünün olaylarıy la ilgili y a la n la n gördü k çe, sezdikçe, öğren dik ­


çe insanın tarihteki k ü çü k b ü y ü k olaylar üzerine söylenen lere olan gü­
ven i adam akıllı sarsılıyor. Z am anım ızın olaylarının, h en ü z daha g e ç­
m işin olayları sırasına girm eden, yalan la k an ştırılm a sı «t a r ih -y a la n
bileşim i» tü rlerin den birin i dah a oluşturur.
U zak ya d a yakın geçm işin o la y la n n ı bilm em eyi ya da yanlış b il­
m eyi yaln ız g en ç kuşaklara özgü b ir yoksunlu k sajm ıak d oğru m u ? Ö r­
neğin, olgu n kuşaklara H itler değil de M ein h of’cu la n n , P un k’la n n kim
olduğu. N ötron b om basın ın ne old u ğu sorulsa ya za ca k la n öd evler
gen çlerin yazdık ların d an daha iyi m i olurdu, m erak ediyorum .
E>ünyanın b u g ü n k ü siyasal, diplom atik, m iliter, gid erek bilim sel
ola y la n y la ilgili du ydu k larım ızın için d e o denli ço k ya la n p ayı v a rd ır
ki b u n u n bilin cin e varan kişinin gazete okum ası, ra d yo dinlem esi, T V
se3Tetm esi bile b ir işkence olur. însan b aya ğı m an yak olu y o r b u y a ­
lan dün yası içinde. B u nu n b ilin cin de olm ayan la ra ne m utlu. Ç oğu za­
m an «cahil» (bilgisiz) kişilerin rah atlığın a im renirim .
Bu, eskilerin «şu yalan cı dünya» deyim iyle anlatm ak istediğinden
b aşk a b ir şey. B ugünün insanı ya yalan ların yalan lığın ı bilm ez, ya da
için e b ir ku şku düşm üşse gerçeğin ne oldu ğu n u öğrenem ez. Ç ok şey,
ço k iş gizlidir. G izlilikte insanı büyüleyen, diline tutukluk getiren b ir
giz m i v a r a ca b a ? Bu tür giz y a la n la n b ir sûre sonra geçm işin açık
gerçek leri olacak, dah a sonraki kuşaklar arasında o n la n n bilin cin de
«gerçek» olarak a lın acak şeyler olacaklar.
D em ek ki gerçeği a ra yıp b ulm ak am acını gü den bilim , geçm işteki
olayların gerçek lik d ozu yla yalan d ozu n u saptam ak öd evin d en başka,
b ir de b u gü n ü n p irin cin in taşını ayıklam a işini v e riy o r insana. Bugü­
n ü n insanının sayısız soru n la n arasında, örneğin, yaln ız N ötron b o m ­
basın ı alalım . K açım ız b iliriz b u n u n ne oldu ğu n u ? Cîerçek yan ın ın iç,
dış yü zü n ü? O salt b ir yüksek öğren im eksikliği sorunu olsaydı çaresiz
yüksek öğren im siz b ir kişi olm akla yetinir, ona katlanırdık.
Fakat tarihte insan yaşam ın da bilgisizlik ölçüsü ve kapsam ı, b u ­

182
TARİH OLMAMIŞ YALANLAR

n a k atlanm anın ne d en li şaşılacak derinlikte old u ğu n u gösterir bize.


G eçen lerd e oku du ğu m İngilizce b ir yazıdan öğren dim : XIX. yü zyılın
ortaların d a bile İngiltere’d e pek ço k kişi h âlâ d ü n yan ın joıva rla k ol­
d u ğu n a inan m ıyorm u ş. ö y le y k e n b u insanların toplu m u zam an ın en
g ü çlü toplum u olarak kalabilm iş. N e v a r ki N ötron b om ba sın ın n e
dem ek oldu ğu n u bilm em ek, bu çeşit salt bilgisizlik soru n u olarak kal­
m ayacak, korkarım .
Tarihsel o la y la n n m asallaşm asının ya d a efsan eleşm esin in b u g ü ­
n ü n o la y la n m anlam ada da b ilin çli b ilgiye olum suz etkisi oluyor. O
zam an geçm iş olan ve geçm ekte olan üzerine b ilgisizliği toplu m da tüm,
total d en ecek ölçü lere v a rd ın y o r. T ürk toplu m u n da h alk m asallarının
m asal olarak anılm ası ve anlatılm ası (ki ço k d o ğ a l b ir şeydir) aşam a­
sını geçip d e m asalda a n la tıla n la n n gerçek te olm uş şeyler oldu ğu sa­
n ısının özellikle g en ç k u şa k la n n b ilin ç düzeyinde, b u ölçü lere gelm e­
sinde b ü y ü cek b ir p ayı oldu ğu n u sanıyorum . (Seçmişi akıl dışı sın ır­
lara d ek abartm a tarihsel b ilin ç ya d a b ilgi yok su llu ğu n dan d ah a da
k ötü b ir şeyd ir kuşkusuz.
«H alk m a sa lla n »n ı, «okum ası» olm ayan h alk için h oşgörü yle kar­
şılam ak gerekir, çü n k ü m asal on la r için ya lm z geçm iş yaşam m değil,
b ü tü n yaşam d ünyasın ın a n la m la n n ı d ra m la ştm r. Fakat halktan k o­
p u k ayd ın ın tarihi m asallaştırm ası, örneğin, övü n ü lecek b ir geçm iş
olarak O sm anh îm p a ra torlu ğu ’ nun 3dtirilm esinden d oğan b ir eğilim
alışkanlığı b içim in e sokulm ası, b u n u n g en ç k u şaklara çocu k m asalı
a nlatır gibi anlatılm ası tarihi yalanla k a n ştırm a türlerinin en tehli­
kelisidir.
I>üşün tarihim izin yakın geçm işinde b u n u yapanlara karşı gelen
b irk a ç y a z a n m ız var. G örüşleri ne denü b irbirin d en a y n olsa d a b u k o ­
n u d a b irleşik y a n la n vardı: A bduU ah Cevdet; E fruz Bey tipinin ya ­
ratıcısı Ö m er S eyfeddin ve b u gü n ü n A ziz N esin’i. Cîenç ku şaklarda
g erçek yaşam la özlem lerin birbirine, düşlerde oldu ğu gibi, k a n şm a sı
Vimi kişilerin ölçü sü z abartı ve yalanlarla k a n ştıra ra k oluştu rdu ğu
n.mfl.1 g a,m, faşist deyip geçtiğim iz tipi yaratıyor. Bu k arm aşayı ya pa n ­
la r ne denli bilerek, b ilin çli olarak ya pıyorla r b u işi? Y ok sa on lar da
m ı d ah a ön cek i y a la n la n n ku rban ı? M erak ediyorum .
U lusal varlık ta ve yükselm ede tarihsel b ilin cin önem ine ço k inan ­
d ığ ım için on u n la ilgili b ir şey yazacağım zam an h ep duraklarım . Ç ü n ­
kü tarihi b ir düş türüne çevirm e, b u g ü n ü n d ün yasın dak i kişinin k en­
di ulu sal va rlığın ın anlam ını aydın görem em esi gibi k ork u n ç b ir so ­
n u ca v a n r; toplum sal değerler a çısın dan görü leb ilen tü rlerin (m ito lo ­
ji, din, id eoloji) h içbirin e girm eyen «ulusal sersem lik» tü rü n e götü rü r.
T arihsel biU nç sorunu, b ir toplum da saçm alam a düzejâne gehrse ora ­
d a tarih h iç bilinm ese dah a iyi olacak san ınm .
ENOSÎS (KENOSİS) NEDİR?

H ıristiyan O rtodok s K ilisesi’yle Y u n a n u lu sçu lu ğu arasındaki b a ­


ğın ik i örn eğin i Y u n a n ca ’d a iki terim in k u llan ılışın da görü rü z. Biri
«M egalo Idea» sözcüğü, d iğeri «Enosis» sözcü ğü d ür. Sanım a gö re ilk
k ez ve en çok b u ik i terim in b irin cisin i duyardık. Fakat eskilikte ikin­
c i terim , birin cid en h iç d e geri kalm az.
Ç ağım sız b r devlet olarak ku ru lan K ıb n s A dası, devletin in tarih i­
n e b ir Piskopos b aşk an lığıyla başlanm ası, m o d e m ça ğ tarihinde b aş­
k a b ir eşi bu lu n m ayan b ir tu h aflık olm uştu. G ü cü n ü O rtodok s dinsel
örgü tlü ğü n d e «m illetbaşı» (ethnarkhos) olm aktan alan b ir din ada­
m ın ın b aşk an lığı altında Y u n a n ulu sçu lu ğu gerçek ren gin i ora d a iyice
açıklam ıştı (B ritanya D evletler Birhği toplantısını gösteren fo to ğ ra f­
la rd a b u k ü çü k adanın b ü y ü k papasının o im paratorlu ğu n kraliçesinin
y a m n d a oturm ası ço k kişiye bu k ü çü k devletin o top lu lu ğun en b ü y ü ­
ğ ü ve en d eğerlisi old u ğu izlenim ini v eriy ord u ).
M egalo tdea sözcü ğü T ürklerin U lusal K urtuluş Savaşı sıraların ­
d a ço k d u yu lm u ş ve n e dem ek oldu ğu az çok öğrenilm işti. B ugünün k u ­
ş a k la n Enosis sözcü ğü n ü son beş, on yıl için d e duym uşlardır. O s ö z ­
cü ğ ü n de K ıb n s adlı adan ın Y u nan istan ile birleşm esi davasın ı tanım ­
layan b ir terim oldu ğu n u b ilirler san ınm . G erçek te b u Enosis sözcü ­
ğü, M egalo sözcü ğü k ad ar eskidir. Bugün oldu ğu gibi, ço k benzeri
olan b ir d ön em d e G irit A d a sı’nın Y u n an istan ’a verilm esi o la y la n sı­
rasın da d oğm u ş b ir terim dir.
A n lam ını b ildirm eden ön ce şunu d a ekleyeyim . Bu sözcü ğü n ta­
rih i öteki ü n lü eşinin tarihinden dah a ön cesine gid er ve Y u nan istan ta­
rih in in düzen siz yön süzlü ğü n de rol ojoıay an ik in ci etkene b izi getirir.
O n u n asıl başlangıcı, Batı devletlerinin Y u n an istan ’a b ir k ra l seçm e­
leri d ön em in e gider. B ağım sızlığına kavuştu ğu zam an Y u nan istan b ir
cu m h u riyet olm uştu. O n d an son ra da cu m h u riyet oldu ğu zam an lar ol­
m uştur. Fakat Y u n a n ista n ’ın talilıi ne cu m h u riyette n e de krallıkta
olacaktır. İlk b ağım sız cu m h u riyet çök ü n ce Batı devletleri işe el k oya ­
ra k Y u n a n ista n ’ın b ir krallık olm asına ken dilik lerinden karar v e r­

184
ENOSİS (KENOSİS) NEDİR?

m işler ve kral olarak d a B avyeralı b ir aristok rat olan b ir adam ı seç-


ınişlerdi.
Bir O rtodok s ü lkeye kral seçilen zavallı B avyeralı K atolik O th o
b aşın a otu rtulan kuşu sağlam tutm ak için ken din i O rtodok s Y u n a n ­
lılara b eğen d irecek işlere girişm işti. Dinini değiştirdi, K atoliklik’ten
O rtodok slu ğa geçti. K endini halka sevdirm ek için, h alk arasında ü nlü
b ir kral olm ak için E fzun k ıyafeti ile dolaşm aya başladı.
O 7.a.Tnan Y u n a n ista n ’d a p olitik acılarla a yd ın la r Rus yanlısı, İn­
giliz yanlısı ve Fransız yanlısı küm elere ayrılm ışlardı. M egalo İdea ile
Enosis ilkeleri Fransız yanlısı partinin ön derleriyle B avyeralı krahn
Fransız düşü n ü n den esin lendiği ideoloji ola ra k üstünlük kazanm ıştır.
Bu sözlerden b ir şey an lam ayan Y u nan ve R um halkı arasında b u n ­
lar sihirli sözcü k ler olm uştur. T ü rk iye’deki «Ş er’i Şerif», «B üyük T u ­
ran» gibi anlam ı bilin m eyen sihirli sözcü k ler gibi.
E nosis’in tarihsel ve politik gelecek lerine d eğin m eden ön ce ne an­
lam taşıdığına değin eyim . S özcü k aslında «K enosis»di. «K enos» b o ş
dem ek. Bu d en li a lçak gön ü llü b ir sözcü ğü n O rtodok s H ıristiyanlığında
yüksek rü tb eli b ir anlam veren b ir sözcü ğü n yapılm asın da ku llan ıl­
m ası belki b ize tu h af gelirse de h er dinde b öyle tu h aflık la r b u lu n m a ­
sına alışm ak gerek. Evet, «boş» anlam ın a gelen sözcü k ten nasıl ön em li
b ir anlam taşıyan b ir sözcü k yaratıld ı? Bu, ila h iy a tçıla n n İsa’y ı T a n n
d üzejdne çık arm ak la ettikleri b ir yan hşlığı düzeltm ek için b u lu n an
b ir sözcüktü. A m a h er zam an için değil, İsa yin e de T an rılığın da kala­
cak. Ne va r ki kim i kez insan da olm ası gerek. İşte, O rtodok s in a n ­
cın d a İsa k en din i (bir k ez mi, sık sık mı, bilm ed iğim b ir girişim le)
kendini «boşaltarak» b ir insan niteliği içinde ölü m ü n a cıla rın ı göze
a la ra k ken din i insanlaştırm ak büyü k lü ğü n ü göstarm iştir. Bu k on un u n
incelik lerin i anlam ak için b ir O rtodok s k ristologu olm ak gerek. O n lar
bile b u kon un u n için d en çıkam adıkları için yıllarca tartışm ışlar. M e­
ra k edenler, b ö y le şeylere h arca n acak zam anı olan lar Batı dillerinde
yazılm ış yapıtlara baksınlar. Bize gerekli olan şu: B irçok u lusların
tarih inde old u ğu gibi, b u rad a da yüksek rütbeli b ir din terim inden
b aya ğı b ir p olitika sözcü ğü çıkarılm ış oldu ğu n u belirlem ek.
Bu a ra da şunu d a anım sayalım . Enosis savaşı aslın da kilisenin
ön derliği altında yürütülm üştür. Enosis savaşı b ir süre anti em p erya­
list b ir savaş rolü bile oynadı. Fakat Y u nan u lu sçu lu ğu anti em p erya­
lizm i pek sevm ez. V arlığın ı yaratana karşı b ir n im et bilm ezlik olu r
b öy le b ir şey. Y u n a n ulusçuluğu, d iğ er b irço k ulusal kurtuluş savaş­
ların d a görü ld ü ğü gibi öyle b ir savaşın ü rü n ü olm am ıştır. O n u n ter­
sine o, d aim a b ir em peryalizm in ya n ın d ad ır ve on u n ü rü n ü olarak k i­
m i zam an on u n aracı olarak k aza n ç sağlam ıştır. Kim i zam an da, a çık ­
g ö z b ir tü cca r k afasıyla b irbirine karşıt y a n la n seçtiği, b u n d a kim i
zam an yararlı çıktığı gibi sert k avgalı b ir çatışm a içine düştü ğü de
olur.

185
TEOKRASİ VE LAİKLİK

Böyle, kim i zam anki talihsizlikler ya d a yan lışlıklar olm akla b ir­
likte b ir n ok tad a Y u n a n ile T alih Tanrısı arasında sıkı b ir dostluk
va rd ır. Eski G rek ed ebiyatın d ak i trajedileri ok u du k ça b u g ü n k ü Y u -
n a n lıla n n ya on lard an olm adıklarına ya da T alih T a n n sı’n ın iyim ser­
liğe dönm üş olm asm a veriyorum .
Tarihte ve b u g ü n bile. Rus olsun. Fransız olsun. İngiliz ya da A m e­
rik ah olsun d ün yan ın bÜ3m k d evletleri ya sırayla ya d a h ep birlikte
Y u n a n lılığın daim a hizm etinde çalışm ıştır. Belki yan ılıyorum : O n lar
on u n hizm etinde mi, yoksa o. on ların h izm etinde olduğu için m i?
AMBAR MASALI

D em okrat Parti dem okrasisi yıllarm daydı. A m erik a ’da T ü rk iye’yi


A m erik a halkın a beğen dirm ek için yapılm ış b ir film gösteriliyordu.
B asın-Y ayın G enel M ü d ü rlü ğü ’yle b ir u zm an ın birlikte yaptığı b ir
film .
îlk ön ce perd ede b ir Teksas haritası gözü ktü . S on ra on u n üstüne
b ir T ürkiye haritası oturtuldu. T ü rkiye’nin n e b ü yü klü kte b ir ülke o l­
d u ğu n u gösterm ek için Teksas b ir ölçek olarak alınm ış. Bu film i gör­
düğü m ü anlattığım b ü 5m k b ir K anada gazetesi b aşyazarın ın dediğine
göre, A m erik alılar başk a ülkeleri çok kez Teksas b oy u y la ölçm e y e m e­
raklıym ışlar. Biz talihli çıktık. Ö lçü m ü z tam Teksas.
T ü rkiye’nin bü yü k lü ğü üzerine b öy lece esash b ir fik ir verildikten
sonra, kuleye b en zer b ir yer gözüktü. M in areye de b en zer b ir g örü n ü ­
şü vardı, am a tam d a değil. O nun için kuleye benzettim . Ü stünde güzel
b ir Türk b ayrağ ı dalgalanıyordu. B ayrağın altında sü ngü lü tüfeğiyle
b ir M em etçik.
A m erik alı îngih zcesiyle k onuşan ve film dek i sem bolleri bize an ­
latan ses, b u ilk sahnenin: «T ürkiye’nin Batı b ekçiliğin i yapm akta ol­
du ğu nu sim gelediğim » anlattı. İn gilizce’deki aslında k u llan dığı deyim :
«B astion o f W est» deyim iydi. «Bastion» b ir tabyan ın ileri d oğru çık ık
olan b u rcu dem ektii’.

O gü n lerde T ü rk iye’nin batılılaşm a tarihi üzerine b ir kitap yaz­


m aya çalışıyordum . «B atı’nın Tabyası» olm a benzetişi k afam d a ça ğ ­
rıla r yapm aya başladı. Y irm isek iz Ç elebi M ehm et E fen di’n in M osk of
tehlikesine karşı Fransa’ yla b ir ittifak antlaşm ası yapm ak için Paris’e
yollan dığı zam andan başlayacak, adım adım, aşam a aşama, Batı u y ­
ga rlığın ın nasıl benim sen diğini yazacaktım .
M ehm et E fendi bu ödevini anlatan kısa b ir kitap bıraktı. Basılı­
dır. İttifak antlaşm ası ödevini gerçekleştirem em işti. O nun yerine A v ­
ru p a u ygarlığın ın faydalı ve güzel yan ların ı anlattı. G örd ü ğü itibarı,

187
TEOKRASİ VE LAİKLİK

m üzeleri, rasathaneleri, m atbaayı anlatan b ir kitapçık. G elirken Batı


m od eli köşk v e b ah çe p la n la n da getirm iş denir. A sıl a m a ç k on usu n da
Fransız devlet a d a m la n n d a n b ol yard ım v a a tla n almıştı.
B atı’n ın b u rcu olm am ız b öyle başlam ıştı. Bütün yıllar b o y u (XVIII.
yü zyıld a) Fransa’dan yard ım alındı. Fakat Batı’n ın savunulm ası ödevi
ya ln ız b u rçla rd a bek leyerek değil, b ir a la y savaşlar d a yaparak yeri­
n e getirilirken hâlâ b ir Fransız ittifakı sağlanam ıyordu . H er defasın da
ya b ir aksiUk ya da b ir bahane çık ıyord u . Y ardım , fa k a t seyirci ola­
rak. En son un da Fransız D evleti’n in bu savsaklam aları karşısında Baş­
b ak an K ardinal Fleury sıkıştırılın ca ağzındaki b ak layı çıkardı:

«A ffedersin iz, dedi, ben gerçi Fransa’m n baş n azırıyım am m a ve


lâkin ayn ı zam an da K atolik K ilisesi’n in b ir k ardinali oldu ğum
câhetle b ir k â fir ile aynı k âğıd a im zam ı on u n im zasım n yam n a ata­
m am . A m a, diye ekledi, siz yü rütü n savaşı, b iz sizin arkanızdayız.»

Bu sözleriyle sıkı b ir g ü v en ce verm işti. İttifak yok sa d a gerçek ten ya r­


dım vardı. Y ardım b ak ım ın d an h iç ku su r işlenm iyordu. Fransız ha­
rita v e top og ra fy a b ilgin leri K aradeniz, B oğazlar v e de Ege kıyılarını
çizgilerle çeviriyorlardı.
Bu ya rd ım ça h şm a la n n ın etkisi altında, Fransa h ü kü m eti o denli
aşka gelm işti ki O sm anh D evleti’ne in an ılm az cöm ertlik te d ah a ulu
b ir ya rd ım teklifi bile yapıldı. T ü rk iye’jâ savun m ak ü zere Ege A d a la -
n ’n a yerleştirilm ek üzere asker, subay, m ühendis, u zm an v e üstelik
k ralın akrabası ve «dük» tabak asın dan olan b ir başk om u tan verilecek ­
ti. Bu cöm ertlik karşısında O sm anlı d evlet adam ları ço k şaşırdılar,
ço k tartıştılar; bu işte a cep b ir oyu n m u var, d iyen ler oldu. Y ardım ın
kapsam ı, b u g ü n Y u nanistan ’ın üstünde otu rd u ğu k ocam an b ir alanı
içine alıyordu . Fransız için b u raları herhalde T ü rk ’e gerekli değildi.
Fransa’nın ora d a oldu ğun u bilen M oskof, k orku sun dan h içb ir şey ya­
pam ayacaktı.
**•

Bir yüzyıl b oyu M osk of tehlikesi, Fransız yardım ı, İngiliz ilgilen i­


şi, savaşlar, zararlar, ek on om ik çök ü n tü ler öyk ü sünü n gü rültü lü olay­
la n arasında b u n larla sanki h içb ir ilişiği yokm u ş görü n en b ir «idea»
n ın gelişm esi XVIIL, XIX. yü zyılların arka ark aya gelen devlet adam ­
ların ın gözü n den k açtığı gibi geriye d ön ü p b ak an bizlerin de g özü ­
m ü zden kaçm aktadır. Bu, Türk devletinin yerine b ir Y u nan D evleti k u ­
ru lm ası fikridir.
XVIII. yü zyıl b aşların dan gü n ü m ü ze değin gelen Batı ilgisi tari­
h in in ekseni budu r. O kum uş Y u n a n lıla r b u n a «U lu Fikir» (M egalo
îd ea ) derler. Kim i zam an aşın laşır, kim i zam an dengeleşir, kim i za­
m an yok olm uş gibi gözükür. Fakat hep oradadır. Ç ünkü b u İdea’nın
ilk tohum u ve sonrasının yarısı daim a dışarda b ir yerde; kim i kez

188
AMBAR MASALI

B atı’da, kim i kez D oğ u ’da. bir yerde yaşar. Ö rneğin, sözü n ü ettiğim
ilk aşam ada. Batı olarak Fransa’n ın O sm anlı D evleti’ne yard ım siya­
seti zam anın da — b iri dost, b iri düşm an — iki d evletin ikisi de bu
Îdea’yı ülkü olarak benim siyorlardı. B irincisi olan R u sya’d a İkinci Ka-
terina çevresin de İstanbul, b ir Bizans İm paratorlu ğu ku rulm ası p oli­
tikasını sim geliyordu. D ost Fransa’daysa ona b en zer b ir görüş Dışişleri
B ak anlığı’nın üstün kişilerinin kafasın da gelişm ekteydi. K ont C hoi-
seu l-G ou ffier adlı gen ç b ir diplom at, d evletin in Dışişleri B akanlığı’na,
O sm anlı D evleti’nin yerine b ir H ellen D evleti k urulm asını ön eren b ir
m em oran d u m bile sunm uştu.
Fransız p rojeleriyle Rus projesi arasındaki fa rk şöyle; B irincisinde
istenen H ellen D evleti’nin Fransa «him aye» sinde b ir devlet olm ası. İkin­
ci p rojen in önerdiği B izans D evleti’ninse R usya h im ayesind e olm ası.
Fransa d evlet çevrelerin de bu p roje üstünde düşünülürken, Rus
a m açla rın a karşı O sm anh D e v le tim k oru m a teziyle yu k ard a sözünü
ettiğim o b ü y ü k çaptaki Fransız yardım ı O sm anh D evleti’ne ön erilm ek ­
teydi. O ön erin in son u cu O sm anlı D evleti top ra k la rm ın e n ön em li b ir
p a rça sı Fransız askeri işgali a lü n a alınm ış olacaktı. Fransa ya rd ım m -
daki b u a ca yip tutarsızlık kim i O sm anh D evlet a d a m la m u şaşırtm ış,
tartışm alara y ol açm ış, fak at Fransız u yd u cu lu ğ u o d en h İçe işlem işti
ki (krallık Fransası’ndan, N ap oleon Fransası’na, İngiliz diplom asisine,
o ra d a n Alman ve A m erik an yard ım ları d önem in e d eğin ) yaşayan b ir
fik rin b ab ası olan C h oiseu l-G ou ffier’nin İstanbul’a b ü y ü k elçi olarak
atanm ası isteği bile h em en olum lu ya m t alm ıştı.
Fransız dostluğu o d enli içten di ki «G üzel H ellas’ı B oğaziçi (Bos-
fo r) b arba rların ın elin d en kurtarılm ası için» ya zdığı iki bü yü k ciltlik
n e fis bask ül yapıtıyla Fransız A k adem isi ü yeliği k azanan Kont, İs­
ta n bu l’d a en etken Batı büyükelçisi olm uştu. (Fransa’da Bûjrük D ev­
rim patlak verin ce zavallı k orku sun dan kendi ülkesine değil, R u sya’ya
sığ ın acak k ad ar lastikli bir yurtseverdi.)
Y u n a n ayaklan m asm ı yu k ardan R usya’m n aşağıdan Fransa’nın
teşviki hazırlam ıştır. D ah a sonra R u sya’nm , Fransa’nın. İngiltere’n in
elbirU ğiyle Y u nan istan bağım sızlığı sağlanm ıştır. Türkiye, bu n d an son ­
ra, d oğu su n d ak i g ü ç ile batısındaki gü çler arasında gergin lik y a d a
d ostlu k ilişkilerinde daim a varlığı süren b ir Y u n a n fa k tö rü y le k ar­
şılaşm aktan kurtulam am ıştır. Bellibaşlı ü nlü o la y la n sıralam ak bile
y er alacak. Bir ikisini sıralayayım , kısa sözcüklerle:
N avarin.
İzm ir işgali.
C hoiseu l’ün yardım ın ı and ıran Trum an doktrini.
T ü rk iye’ye a m b a rg o uygu lan m ası (konm ası v e k a ld m im a sı Y u ­
n anistan ’a karşı tutum a bağlan m ası)
C h oiseu l-G ou ffier’nin g ö z diktiği Ege Bölgesi ü zerine Y u n a n ege-
meıiLiği.
189
TEOKRASİ VE LAİKLİK

XVIIL yü zyıld an XIX. yü zyıla ve ora d an X X . yü zyıla d o ğ ru ilerlen dik­


çe ya rd ım işinde Fransa’dan son ra İngiliz yardım ı, on d a n son ra A l­
m a n ve dah a son ra A m erik an yard ım ları geldiğin i nasıl in k â r ed eb i­
liriz? Batı u yga rlığm ın tabyası olurken b u d ön em lerin h e r birin de Türk
d ü şm an lığın ın b ir k atm er daha arttığı, h er katm erle biriikte ekon om ik
d üğü m lerin d ah a sıkıştığı da nasıl in k â r ed ilebih r? Ç özüm lenm esi ço k
g ü ç b ir m atem atik ödevi. Ç elebi M ehm et Efendi, Batı u y ga rlığın a çok
h ay ra n kalm ıştı. Bugün daha da hayranız. Bizim Batı’ya h a 3rranhğım ız
ile B atı’n ın bize h ayra n lığı b irbirine u yu m su z b ir d ü zey ü stünde gid i­
yor. Y azım m başın da sözünü ettiğim film i seyrederken h ep b u soru n u
dü şü n ü yoru m .
**•

Ç ocu k lu k yıllarım b ir «m anda» sözcü ğü n ü d olaylayan yazılar ve


sözler içinde geçti. Y ılla rca sözü edilen bu m an dan ın ne b içim bir
h ay va n oldu ğu anlaşılam ıyordu. Türk Tarih K u ru m u ’n u n yayın ladığı
zabıtları okuyun. N eler söylenm işti ve k im lerin a ğzın d an ? O rtada ne
fo l va rd ı ne yum urta. İstense bile T ü rk iye’ye n e m an da kon abih rdi, ne
de ülkem ize m an dasın ı getirm esi istenen ABD B aşkanım n eh n de bize
b ö y le b ir hajrvan verecek g ü ç vardı. B ütün o m an da la fla n dün yadan
h ab ersizh k v e b ir d e siyasal enayilik. Sözünü ettiğim yapıtı ok u yu n da
g ö rü n nice önem li Mşiler, (aralan n d a, m illiyetçih kte m a n gald a kül b ı­
ra k m ayan İsm ail H âm i Bey bile v a r) «ille de m anda» diye tutturm uş­
lardı. «Y etm iş sente m uhtacız. Bizi a n cak m a n da ku rtarabilir» deni­
lip duru yordu .
Şim diki «A m b argo» ya k m m a la n b an a h ep o zam anki çocu k su a n ­
layışım ı am m satıyor. 70 yıl ön cek i «m an d a d a m anda» diye direnicilik
tü rü «a m b ar kapıları açılsın» deyişler b a n a h ep o gü n leri anım satıyor.
M a n d a d önem in de old u ğu gibi sorunun ash A B D politikası içindeki ki­
m i o yu n lar sorunudur. K on greyle B aşkan a rasın da anayasal b ir çekiş­
m e vardır. B ir de b ö y le zam an ları bekleyen «lob b y»ler. A B D ’yi b ir k ez
«presidential» anayasalı b ir ülke diye bellem işiz. Ne ki b u ülken in
anayasal sistem inin a y m geçerlik te ola n b ir adı d ah a var: «con gres-
sional» sistem oluş. A m b a rg o sorun u bu yasal sistem in b u iki y a m
ara sm d a k i gergin h ğin b ir görü ntüsü dür. Bizim ulusal çık arla rım ız a çı­
sından, «lob b y »n in dah a d a gerginleştirdiği iki yan arasın da b ü y ü k b ir
görü ş fark ı d a v a r denem ez. İkisi de d iy o r ki:

«Türkiye, Y u n a n ista n ’ın Ege üzerindeki isteklerini tanısın. Biz


va rk en ken di savun m a üzün tü leri çekm esin. N e verirsek, o n la n
b öyle şeyler için h a rca m a d ığım gözlem cilerim izin ra p o rla n y la b i­
lelim . Y a ln ız bizim gösterdiğim iz bastion lardaki öd evin e baksın.
A m b a rla rm ı istediği k ad ar doldu ru ruz, nasıl olsa beş o n yıl g e ­
çin ce eskiyecekler, yen ilerini veririz. 70 sente m u h taçsalar suçlu­

190
AMBAR MASALI

su b iz değiliz, 7 Eylül K a ra rla n dedikleri gü n d en b e ri iktisatçı-


la n m ızın dilinde tü y bitti, dinlem ediler.»

M a n d a d ön em in d en A m b a rg o dön em in e dek altm ışa yakın yıl g e ç­


ti. B unca yıl son ra ben de öğren dim ki «m anda» san dığım gibi b o y n u z­
lu h a w a n değil. Fransızca yazıh şıyla «m andat»dır. K endini yönetm e­
sini b ilm eyen b ir ulusun ya ba n cı b ir devletin yön etim i altın a konm ası
dem ektir. «A m b argo» d a cephan e a m b a n d em ek değil. İsp an yolca’d an
gelm e b ir sözcük, «em ba rgo» biçim in d e yazılır. Y ab an cı b ir ülkeye
karşı b ir ceza önlem i em lanuna gelirm iş.
SEÇİMLER ÜLKESİ

B irinci D ü n ya Savaşı son la n n a d oğ ru T ü rk iye’d e politikacılar, ba­


sın ve a ydın la r b iri büsbütün yeni olan, öb ü rü h en ü z ya k ın d an tan ın ­
m am ış bu lu n an iki rejim i anlam ak sorunu ile karşılaşm ışlardı: Biri,
R u sya’daki d evrim in getird iği rejim ; öbürü, o zam anki b a şk a n la n m n
adı dolajrısıyla b ütün d ün y ad a ya ygın b ir ilgi u y a n d ım u ş olan A m e­
rik a B irleşik D evletleri’n in rejim i. Lenin ile W ilson a d la n , O sm anlı
D evleti’n in yıkılm ası ü zerine yapılan m ü tareken in u ygu lan m ası g iri­
şim lerin e karşı başla ya n direnm e a kım ının ilgilen d iği iki a d olm uştu.
İkisinin d e savaş sonrası düzen için ileri sü rd ü ğ ü ilk eleri vardı. Bir
u lu su n b ağım sızlık rejim in i k u rm a özgü rlü ğü ve bağım sızlık savaşı
için d ek i u lu s la n n toprak larının «ilhakının reddi» slog a m Lenin tezle­
rin den ; p arça la n an im paratorlu k lardan k opa n h a lk la n uluslaşm ası-
n m b ü y ü k devletlerden b irin in va si’liği (m an d at’sı) altına k onarak
sağlanm ası tezi d e W ilson ilk elerin den geliyordu.
Bu yazıda b u iki adam ın görü şü n ü b enim seyenler arasın daki ça ­
tışm ayı ve h an g isin in 1919-1920 T ü rkiyesi’nde üstün tutum olarak ahn-
d ığın ı in celey ecek değilim . Ele alm ak istediğim konu, o zam an W il­
son öğretisinin (doktrin inin ) benim senm eyişine karşın, 28 yıl son ra
(1947’d e) on u n b en zeri olan Tru m an d ok trin i ile benim senm iş olan
A m erik a ’nın, kendi an a ya sa l rejim in in bu g ü n e d eğin ne d enli tan ın ­
d ığ ı soru n u olacaktır.
O sm anh D evleti yerin e ulusal egem en liğe d ayan an devlet yasası
tartışm aları başladığı zam an, ilk k ez A m erik an rejim in in a nayasal ya ­
pısı üzerine b ir tam m lam a yapılm ası başlam ıştı. Bu tanım lam a ile o
a n ayasal yapı bugü n e d eğin «başkanlık (presidential) sistem i» olarak
anlaşılm ıştır. Bu ta n ım lam adan kalan izlenim e g ö re b u sistem de cu m ­
h u rb aşk an ı olan kişinin h er işin başı old u ğ u sanısı b u g ü n bile ya^ar.
B unun böyle olm ad ığın ı gösteren sayısız olaylar varken, b u saplantı­
n ın sürm esi o devletin p olitikası ile ilgili b irço k y a n la n n anlaşılm a-
m asın a d a y ol açm ıştır. Parlam enter ço k partili dem ok ra si örn eğ in d en
S ovyetler B irliği rejim in in a y n h k la r gösterdiği b ih n iy orsa da, AHD re-

192
SEÇİMLER OLKî S İ

jim in in de o standart örnekten a jo ıla n b ir rejim old u ğu yeterin ce b i­


linm em ektedir. A B D ’n in anayasal yapısı, «başkan lık sistem i»ne d aya­
lı old u ğ u ölçü de on u n karşısın da yer a la n «K ongre (C on gression al) sis­
tem lin e de dayalıdır. O nun tem elindeki bu ikilik, A v ru p a gelen eğin ­
d e n a yrılık old u ğu kadar, o ülkenin kendi iç p olitik a so ru n la n üzerine
olan etkisi a çısın dan da bilinm esi zoru n lu o la n b ir başkalıktır.
İngiltere egem en liğin e b agım lığın da n çıktıktan sonra, o 7Ji.mfl.nki
k olon ilerd en oluşan B irleşik D evletler anayasasını ya pa n la r (bü yü k
Fransız d üşü n ü rü M on tesq u ieu ’nü n etkisi altın da) d evletin yasam a,
y ü rü tm e ve ya rg ı o rg a n la n a rasm d a çok k esin a yırm a la r yapılm asını
am açlam ışlardı. K rallığın ya da dik ta törlü ğü n gelm esini ön lem ek için.
Bu ayırm a işin den başka b ir de b u gü çlerin b irbirlerin e karşı b ir a ğır­
lık oluşturarak, den ge sağlanm asını düşünm üşlerdi. S on u çta b u ü ç gü ­
cü n k işilerinin seçilm eleri, seçilm elerin in yöntem leri, seçilm e zam an ­
la n , seçilm işlik süreleri birbirin d en a p a y n oldu. C u m h urbaşkan ı yü ­
rütm e ku ru lu n u n başkam dir; o ku ru lu n ü yeleri on u n «sekreter» leri-
dir, b u n la r yasam a k u ru lla n m n d ışm d a olan kişilerdir. N e başkan ne
de b u n la r K on gre için d en çıkarlar, n e de on u n k arşısm a çık ıp hesap
verirler, gü ven oy u isteyebilirler. C en el b ir seçim e gidilm e gereği o lu r­
sa, o yasam a k u ru lu n u d ağıtıp yen iden gen el seçim lere gidem ezler.
«T em silciler M eclisi» denen p arça ile «Senato» den en p a rça d a n oluşan
K on gren in ü yeleri de seçim , süre ve yetki a çısm d a n b irbirlerin d en ay­
r ı k u rallara bağlıdırlar. B irinci p arça n m ü yeleri d oğru d an d oğru y a
seçm en ta ra fın d a n seçildikleri için, o n la n n olu ştu rdu ğu k u ru l H ah»
önem U yse de kim i k oşu llar altm da. Senato d ah a ön em li olabilir.
Bu ü ç yerin kişilerinin a yrı ölçü lerle a y n sürelere gö re ve a y n za­
m a n la rd a seçilm esi yöntem i, A m erik a ’nın siyasal ya pışm a adeta b o ­
y u n a seçim için d e yaşayan b ir ülke görü n ü şü verir. Bu ü lk en in d ü n y a
ü zerine olan etkisi arttıkça, on u n dışında dü n ya da, b u seçim işlerinin
ark asında ve ön ü n de yatan çık a rla n bilem ediği için, k afası k arışır ve
şişer.
B irbirin den k alın d u v arla rla a jn la n bu ü ç d evlet org an ı arasın­
d a iUntiler kuru lm ası k açm ıla m az b ir zoru n lu k olacak tı d o ğ a l olarak.
Ü çü a ra sm d a ya ln ız denge değil, az ço k tu tarlıh k d a olm ası gerekirdi.
Bu olm azsa b ir d evlet bütünlü b ir d evlet sayılam az.
E hıvarlann ço k kalın olu şu yü zünden, A m erik a ’m n poh tlk tarihin­
d e b u ilintilerin ku ru lm asın ı sağlam ak için a n ayasa dışı b aşk a u y g u ­
la m a la r gelişti. K on g re’nin, k endi yasam a gü cü n d en başka, yü rü tm e
gü cün e, h atta ya rg ı gü cü n e u zanan yetkileri de gelişti ve o ö lçü d e
Başkan ile K on g re’nin karşı karşıya ik i zıt g ü ç olm a d uru m ları bile
tarih b o y u n ca g örü lü r oldu. Ö nem ü b ir başka geh şm e de ya ln ız iki
p a rti örgütlen işinin tutunm ası olm uştur. Y asam a g ü cü ile jrürütme
g ü cü arasında b a ğ k u rm ada yalnız iki parti ro l o y n a r n e v a r ki, b u İki
p a rti sistem i d e b irço k y a n la n y la A v ru p a parti sistem lerinden ço k a y-

193
TEOKRASİ VE LAİKLİK

n lır . Bu fa rk lılık A m erik a politik asın ın y a ba n cıla r için anlaşılm asını


daha da gü çleştirir... Bu p artilerin b irbirin e b ağlad ık la rı jm rütm e v e
yasam a gü çlerin d en daha gü çlü ve anayasa dışı p olitik organ olm a
olan ak ların ın geldiği zam an lar olm uştur. G eçm işte b u partiler, iki ana­
yasal org an dışında k u rdu kları k endi örg ü t organ larıyla, yü rütm ek
istediklerini on lara yü rü tebilecek g ü cü k aza n a b ilm işlerd ir...
Bu aşırı b ölm eci rejim in ku su rları ve yarattığı soru n la r en aşağı
b ir yü zyıld an b eri A m erik a ’d a siyasal bih m uzm anların ın eleştirilerine
y ol açm ıştır. K u surlarının düzeltilm esi için en ön em li som u t re fo rm
tekliflerini yapanların b aşın d a yu k ard a adı geçen W ilso n gehr. Baş­
kan olm ad an önce ün iversite p rofesörü olan W ils o n ’u n re fo rm tek-
h fleri b u «Presidential - C on gressinal» karm ası sistem i o la b ild iği ka-
d arın ca İngiliz p arlam en ter sistem ine yaklaşturmayı am açlıyord u . Fa­
k at b u tek lifler (o zam an ve o zam an dan son ra) K o n g re ’ce de Baş­
k an lık ’ça da benim senm em iştir. W ils o n ’un kendisi de başk an olduktan
son ra ya gerekli gü cü kazanam am ıştır, ya d a elde ettiği yerin h avası
için d e o d a ken di fik irlerin i unutm uştur. Bir pohtik sistem, b ir k ez
k en din e özgü olan kah n çık a r ağlarını, gehştirm işse on u H erkül bile
yerin d en oynatam az. Ne v a r ki o zam an d a b aşlan gıçtaki ku su rlar d a h a
ço k aşındırıcı, dah a ço k yıpratıcı olm aya d oğru gider; sistem i ash n da
istenen a m açla ra ters yön lere döndürebiU r. Ü nlü N ixon d önem inden
b e ri siyasal bilim a d a m la n arasında bu sistem in gidişi ü zerine cid d i
en dişeler d oğm a sın ın neden i bud u r.
A m erik an rejim in in kusurları v e son u çla rı üzerine gelişen yeni
eleştiriler ço k kısa çizgileriyle görd ü ğ ü m ü z b u sistem in h a n g i y a n la n -
na değin m ek ted ir? Bu eleştirilerin geçm işteM lerini saym aya girişm ek
yerine, son aylard a çık an bilim sel b ir araştırm an ın gösterdiği son u ç­
la ra kisaca d eğin m ek yetecektir. «T he N ew A m erica n System » (A m e­
rik a ’n ın Y en i Sistem i) adını taşıyan ve A n th on y K in g adh İngiliz p ro ­
fesörü n ü n d erlediği incelem e, bhr gru p siyasal bilim p rofesörü n ü n ya ­
zılarından oluşm aktadır. H er b iri ayrı a y n soru n ları tartışıyor; ancak
hepsinden çık an sonuç, eskiden b eri eleştirilen y a n la n n d a h a da k ö­
tü ye gittiği; önem li o la n la n n kim ilerinin ön em lerini yitirm ekte olduğu;
genellikle sistem in daha d a karm aşık, kim i ya n la rıyla paradokslu, kim i
yan larıyla iççelişk ili olduklarıdır.
G özlem lerin üstünde toplan dığı n ok taları şöyle özetleyebileceğim :
1 — A m erik an sistem inde p olitik otorite gittikçe atom laşıyor. Bu
yü zd en etkin b ir ön derlik gelişem em ektedir.
Etkin b ir ön derliğin gerçek leştiği zam an lar oluyorsa, bu, sistem in
ken din den değil, olağanüstü k oşu lların zoru n lam asın dan olu y o r (Cîe-
çen b ü y ü k ek on om ik bu n alım d an son ra R oosevelt’in b aşk an lığı g ib i).
O n u n dışında siyasal ön derlik sıradan (hatta gölgeh ) kişilerin eline
g e çeb ild iği görülm ektedir.
2 — Z aten ço k p artih olam ayan sistem in k endisi d e parti sistem i

194
SEÇİMLER ÜLKESİ

olarak b ozu lm a süreci içindedir. A m erik a ’n ın tarihi b o y u n ca ü çü n cü


p a rti ku rm a girişim leri tutunam am ıştır. Parlam enter sistem lerde kinü
k ez g örü len ü çü n cü partin in dengelem e ola n a ğ ı bulunam am ıştır.
D ü n yan ın ı>ek ço k ü lkelerine ço k partiliUk ö ğ ü d ü veren A m erik a ’
n ın kendisi ço k partili dem okrasi değildir. ÎY anıbaşındaki K an ad a’d a
ü çü n cü parti sık sık böyle b ir rol oyn am ak tadır. O rad a b u g ü n k ü ana­
yasa b u n ah m ın d a N.D.P.’nin (Y en i D. Parti’n in ) b öyle b ir ro l oyn a dığı
görü lü yor.]
3 — W o o d r o w W ilson ’un kendisinin de saptadığı gibi, bu sistem
g e rçe k anlam ıyla K on gre Sistem i de değildir; on u n tan ım ladığı gibi,
Com m ittes (K om isyon) Sistem i’dir. B irçok ön em li k ararla r v e y a rg ıla r
K on gre kom isyon ların d a (yargı ku ru llarında) v erilir ve b u n la n n sa­
yısı a labild iğin e artıyor. K on gre k om isy on la n n ön em inin artm akta ol­
d u ğu n u gösteren olaylar k om isyon üyelerinin, b ü ro adam ların ın art­
m asın da ken din i gösterir. Ö rneğin, denildiğine göre Sen atör K en n ed y’
nin 1 1 0 M şihk sekreteryası varm ış. Ü nlü faşist M a cC a rty’n in ya ln ız
sekreterlerden değil, danışm anlardan, avukatlardan, tahkikatçılardan,
m u h b ir ve h afiyelerden oluşan k ü çü k b ir hü kü m et b ü y ü k lü ğü n d e k o ­
m isyon içi özel b ir örgü tü vardı. Bu yüzden, k on gre ü yeliğ i msısrafU
b ir iş olu n ca on u n finansal k a y n a k la n kuşkulara, söylentilere yol a ç­
m aktadır.
4 — K on g re’nin cu m h u rba şk a m karşısm daki g ü cü a rtark en Be­
ya z S a ra y’ın etkisi azalm aktadır. C u m h urba şka m seçilm esi işinin h e ­
m en hem en bütün yıl k ocam an b ir seçim p rop ag an d ası sürdürm esine
bakarak, cu m h u rbaşk an ın ın kon gre k arşısm da b ü y ü k b ir gü cü o ld u ­
ğ u sanılm am alıdır. Bilim adam laru u n gözlem lerin e göre, siyasal gü ­
cü n ku llan ıhşı a çısın dan b u n u n iki önem li son u cu olm aktadır: biri,
h ü kü m et b aşk am ile yasam a o rg a m a ra sm d a ça tışm a olm ası (Başkan
Carter, ta V iy a n a la ra k ad ar g id erek im zaladığı SALT- 2 anlaşm asının,
ü yelerin in çoğ u n lu ğu kendi partisinden o la n K on gre’d e n geri çev rile­
ceğ in i anlayınca, b ir k ez daha başk anlığı garan tilem e u m u d u y la on u
geri alm ak zoru d a k alm ıştır). İkinci b ir önemU son u ç siyasal g ü cü n
ço k sayıda siyasal gü çlü kişilerin elinde k oyu lu ğ u n u yitirerek sulan­
dırılm ası oluyor. Bu yüzden, ön em li soru n lar önem sizleşir, ön em siz­
le r önem k aza n ır ve b u n d a «çık a r g r u p la n » m n g ü cü ro l oynar.
Bu çık a r g ru p la n m n en ü n lüsü eskiden b e ri eleştiri k on u su olan
L ob by’lerdir. (Bu sözcü k orta ça ğ Latincesi «lobiu m » sözcü ğü n den gelir.
O tel lobisi d ejam in de old u ğu gibi, beklem e yeri dem ektir. A m erik an
poU tikasında bunun, Fransızca’dak i «coulisse» sözcü ğü n den Hah a. geniş
b ir a nlam ı vardır. K on gre ü yeleriyle toplan tı salon u d ışın d a «görü şm e
yeri» anlam ın a gelm ekten çıkm ış, b ir kuruUaşm a anlam ı kazanm ıştır.
L ob by den en ku ru lu n işlevi, belirli b ir k on u üzerine K on gre ü yelerini
«kazanm ak», «yam n a çek m ek .ttr.) K itabın sap ta dığm a göre, b u g ü n
lot)by’lerin sayısı görü lm ed ik ölçü d e artm ış, b ö y le ce baskı g r u p la n m a

195
TEOKRASİ VE LAİKLİK

k a n a lla n d a k ola y k ola y görü lem ey ecek denli karışm ıştır. K ongre k o­
m isyon ların d aki b ir başka eğilim de, k om isyon b a şk a n la n n ın n ü fu z ve
prestijlerin in düşm esidir. Yaş, kıdem , tecrü beli olm a gibi şeyler eski
d eğerin i yitirm ekte, k om isyon b a şk a n la n k ola y k ola y değiştirilebilm ek­
tedirler.
5 — L obicilik gittikçe tek sorun lobiciliği olm akta. Ö rneğin, çık a­
rıla ca k b ir k an u n d ola yısıyla b ir ga z ya da b ir petrol işi g ib i tek b ir
k on u üzerinde b irbiriyle çarpışan lobiler gelişm ektedir. Bu durum ,
p artilerin de eski ön em inin gittikçe azalm asına yol a çıyor. Seçim p ro­
p aga n da ları süresi dışm da iki parti arası fa rk la r gittikçe silikleşirken,
n orm a l zam an larda şu p artiden ya d a b u p artid en oluş, yürütm e sek­
törü ile yasam a sektörü arası ilişkilerdeki ön em ini yitirm ektedir. Se­
çim zam an ların da adayların saptanm asında bile parti ve id eoloji fark ­
ların d an çok, b u fa rk la r d ışın d a olan başka etken ler ro l olm am ak­
tadır. B üyük ön em d eki görüş ayrılıkları, tam anlam ındak i parti çiz­
gilerin e göre yü rü m ediği için, soru n lar üzerinde K on gre’den n e son uç
alın a ca ğı — özellikle C u m h urbaşkanı seçim leri yaklaştığı sıralarda —
kestirilem ez olm uştur. K itaptaki b ir deyişle ABD politikası b ir «sü rp ­
rizler politikası» olm a yolu n dadır. C u m h urbaşkan ın ın im zaladığı
SALT- 2 anlaşm ası, b ir K on gre d u varın a çarpıp durunca. Federal A l­
m a n ya B aşbakanı H elm ut Schm idt bile şaşırm ıştı. ABD pohtikasını iç-
çelişkiU olm ak la ve bu sü rprizciliği yü zü n den on u n kararların a bel
b ağlay an A vru p a devletlerinde h uzu rsu zluk lar yaratm ış olm asım eleş­
tirm ekle bu n ok tay a p arm ağın ı basm ış b ulu nuyordu .
A n aya saca konm uş olan kural ve ku ru llar dışı olan örg ü tler ve
on ların arkasındaki çık a r gü çleri (örneğin, partileri bile gittikçe sar­
m a la ya n ve — kendisi b ir gen eral oldu ğu h ald e E isenhow er’in «indus­
trial - m ilitary com plex» adın ı k oya ra k yak ın d ığı — g ü çle r ya d a K on ­
gre kom isyon ların ı çevreleyen lobiler) C um hurbaşkanı seçim lerin den
son ra işlevlerini gösterm eye başlarlar. Cîeçen d ön em başk an lığın da
M r. C arter’in b ir o yan a b ir bu yan a sallanıp durm ası, gittik çe etkisiz­
leşm ekte olan Presidential System içinde siyasal ön derliğe etkin lik ver­
m e ça b aların ın b ir son ucu du r. B ugün A B D ’n in d ü n yan ın b irço k ü lke­
sinin yazgısına yön verm ed eki d u ru m u n a bakılırsa, bu etkinsizliğe yol
a ça n anayasal k u rulu şu n kusurları o denli d ü şü n d ü rü cü olm aktadır.
A vru p a p arlam en ter sistem leri A vru p a dışı ü lk elerd e de m odel olarak
a lın d ığı halde, A m erik an «Presidential - C ongression al» sistem inin baş­
ka yerlerd e m od el olm ayışı d a ilg in ç b ir nokta.

Cumhuriyet, 10 Kasım 1980


BÎR KONFERANSIN ANILARI

43 jnl ön ce İstanbul’da uluslararası b ir k on feran s toplanm ıştı. Bu­


gü n k on feran s d en in ce ilk aklım ıza gelen şey diplom atik k on feran sla r­
dır. H ani şu ardı a rası kesilm eden, b iri bitm eden öteki başla ya n ve
h içb iri b ir son u ca va rm a ya n k on feran sla r...
S özünü ed eceğim k on feran s d ip lom a tlar k on feran sı değil. E kono­
m i, AET ya da IMF k on feran sı da değil. K adın H a k la n K on fera n sı’ydı.
Bu K onferans, Y ıld ız Sarajn’n d a toplanm ıştı. Ben de b u k o n fe ­
ran s dolajasıyla bu sarayın içine girm iş, salonlarında, h ollerinde, kol-
tu k la n n d a oturm uştum . Böyle b ir k on feran sın b ö y le b ir sarayda to p ­
lanm asını tarihin dü şü n dü rü cü b ir d önü şü m ü saym ıştım . O zam an ­
la r ulus olarak mutlu, kişi olarak biişka u lu slar karşısm da başı dik
saygın lık gören insanlardık. Ç ünkü A tatü rk T ü rkiyesi’yd ik henüz!
K adın h a k la n n d a eşitlik k onusu üzerine ulu slararası k on feran s d a
b u A tatü rk Tü rklyesi’ne karşı d ü n y aca d u yu la n b eğen iy i belirlem ek
için A frik a ’da ya d a A sy a ’da değU A tatü rk ’ün T ü rkiyesi’n de toplan ­
m ıştı. A tatü rk d evrim lerinin en büyü ğü , en etkin olanı T ürk toplu-
m u n u k adınlık k on usu n da u yga r d ü n y a to p lu m la n n m ön safın a çı­
k arm a y olu n u açan bu devrim dir. Türkiye o zam an A vru p a dışı d ü n ­
ya n ın top lu m larm m ön ü n de yü rüyen d evrim ci b ir ülke sayılıyordu.
O zam an, şim diki T ürkiye gibi, B angladeş adlı d ü n yan ın en yok su l
b ir ü lkesine bile b o rcu n u öd eyem eyen b ir ülke değildi.
N için b u geçm işin olayın ı anım sadım ? Bu yıl İngiltere’de kadın
eşitliği savaşında b ir d ön em eç sayılan b ir olasnn 50’n ci yıld ön ü m ü anı­
lıyor. 2 T em m u z 1928 tarihinde b u ülken in p arlam en tosu kadın lara
erkekle eşit siyasal h ak lar tanıyan kanunu çıkarm ıştı. Bu olaym ya­
n m jrüzjallık dönem i d olayısıyla televizyon, ra d y o ve basın b u a m aca
v a n im a sın d a savaş veren kadın ön derlerin an ılarm a y e r verdiler. Ç o­
ğu ölm üştü, a n ca k sağ o la n la n vardı. Y ü z yaşın a gelm iş, ya da yü zü ­
n ü aşmış b u ak saçlı ön d er b aya n la r otu rd u k la n tekerlekli san dalye­
lerd e gazetecilere, T V sözcü lerin e o gü n lerle ilgili a m la n n ı anlattılar.
H afif, titrek sesleri, b uru şu k bilekleri eskiden h ayat fışk ıran çök ü k

197
TEOKRASİ VE LAİKLİK

y a n a k la n y la b ir zam anlar o n la n n d a savaşan, koşan, b a ğ ıra n insan­


la r oldu ğu n u için iz cızla ya ra k size anım satıyordu. Parlam ento önünde,
H yde P ark’ta, k öm ü r işçileri m ahallelerin de d ü zen ledik leri toplantı­
lardan , yaptıkları yü rü yü şlerd en film p a r ça la n gösterildi. G rev ya­
pan işçiler gib i on la r da elli yıl ön cesin e d eğin co p la rla dağıtıhrlar,
k a ça m a ya n la r p olislerin elin d e tartaklanırlardı. Tu tu cu basın ın geniş
b ir k esiım nde on larla alay eden yazılar yazılırdı. Y ılla rca elde edebil­
d ik leri b a ş a n parlam enterlere, başbak an lara, kilise a d a m la n n a b ir k o­
layın ı b u lu p d ilek çe soku ştu ru verm ekten öteye geçm ezdi.
A m a d ü n y a durm az, yü rür. 1928’e d eğin tu tu cu la n n k afasın a d an k
d edirtecek b ir dizi olaylar gelip geçti. Benim sözün ü e tti^ m k on feran s
1935’ deydi dem iştim , değil m i? A ra d a sadece 7 3al var. D ü n ya k ad ın lar
k on feran sın ın ön lem ler karşısın da değil, alkışlar arasın da T ürkiye
g ib i b ir ülkede 7 yıl sonra toplan m ası bize o zam anın Türkiyesi ile b u ­
g ü n ü arasında, zam an ıskalası üzerinde b ir karşılaştırm a olan ağı v e ­
rir. 1928 ve 1935 arasın daki zam an geçm işi ile b u g ü n u y g a r d ü n y a ile
a ram ızd ak i u çu ru m u a y n a în ı alın: O zam anki ve b u g ü n k ü d u ru m u ­
m u z üzerine sa3nsal b ir ölçek elde edersiniz!
1935’de k ad ın h a k la n k on feran sı üzerine İstanbul Ü niversitesi’nin
g e n ç b ir sosyoloji asistanı olarak «D ünya K a d ın la n n ın K on gresi» baş-
iıTrlı b ir yazı yazm aktan ken dim i alam am ıştım . (Bu yazı o zam an h e ­
n ü z d ah a İstanbul’da b u lu n an M ülkiyelilerin çık ardığı «Siyasal İlim ­
ler» adh derginin N isan 1935, sayı 49, yıl 4 tarihli sayısında çık m ıştı).
Bu u zu n ca (ve a k h m ca «bilim sel») yazı şöyle b aşlıyordu : «G eçen ay
için d e b ütü n dün ya kad ın ların ın m urahhasları İstanbul’d a Y ıld ız Sa-
r a y ı’n d a toplandılar. B ütün dün ya için oldu ğu gibi m em leketim iz için
d e b ir yen ilik olan b ir cereyan ın Y ıld ız K öşkü gibi b ir y erd e görü şü l­
m esi tarihin tu h a f cilv elerin d en d ir».
1935’de Y ıld ız S ara3a ’n m sa lon la n n d a İngiliz, A m erikalı, A vrup alı
ve za rif «sari»lerine bü rü n m ü ş H intli bayan lar, A frik a ’n ın siyah tenli
h a n ım la n , A ra p k om şu la n m ızın kadın h a k la n n ı savun m ada ün alm ış
(özellikle M ısırlı) bayanları, b ir gen ç asistan olarak ilk g örd ü ğ ü m
b u u luslararası k on grey i yaşam b oyu b an a h iç u n utturm adı. T oplan ­
tılar, tartışm alar, k ararlar sonu B oğaz’d a B eylerbe5^ S araja’n ın m e r­
m er sütunlu h olü n d e b ü y ü k b ir ça y ziyafeti vardı. B ilindiği gibi bu
saray zam an ın h ü kü m darı tarafın dan T ü rkiye’ye ilk kez b ir ziyaret ya ­
p a ca k olan ü nlü îm pa ra toriçe Eugenie için özel olarak yaptırılm ıştı.
O gü n b u renk ren k b aya n la rd an A tatü rk T ü rkiyesi’nin b ü tü n dü n ya
k a d ın la n n a m odel oldu ğu n a inan dık ların ı dinliyor, koltu klarım ız ka-
b a n y o r d u . N e günlerdi!
Batı d ün y asın d a kadın özgü rlü ğü savaşı elbet b u 1928 yılında b aş­
lam ış değildi. Sözünü ettiğim yazım d a kadın ın u yga rlık tarihindeki
y eri k onusunu o zam anki b ilgilerim le gözd en geçirm iştim . Ö zellikle
H ıristiyanlığın gelişiyle kadın ın gü n a h ve örtü k onusu yapılışından

198
BÎR KONFERANSIN ANILARI

M üslüm an lıktaki şeriat h u ku k u n da kadın ın h em en hem en tüm h u k u k


yok su llu ğu için e düşü rü lüşü ne d eğin b u oluşu m u n b ir tarih çesin i ver­
m iştim , o zam anki aklım ın erdiği k a d a n n ca . T ü rkiye’de de k adın lığın
top lu m içindek i duru m u sorunu elbet 1938’lerden ön celere gider. A ta ­
tü rk zam an ına k ad ar b ir a v u ç b aya n la b ir a v u ç a ydın k afalı erkek
yazarın, b ir a v u ç devlet ve h ü kü m et adam ın ın katk ılarım görm ezlik ­
ten gelem ejdz. Fakat asıl A tatü rk ’led ir ki söz bitm iş, eylem başlam ış­
tır. B üyük a d a m ön derliğin in asıl anlam ı d a budu r. A tatü rk devrim leri
d ed iğim iz d evrim lerin hem en h içbirin i A tatürk «icad» etm em iştir. H ep­
si ondan ön ce düşünülm üştür. A m a b u düşün ü lm elerin h iç sonu gel­
m ezdi. D ü şünüleni b ir vuruşta eylem e çevirm ek tir ön derliğin sırn !
H ele o, ortalığı k aplayan gericilerin en kutsal saydığı, en dokunulm az,
en «tabu» saydığı kadın lık sorunu üzerine «g ord iyon » k ılıcım indirirse.
B ugün böyle b ir önderin yok lu ğu nu n hasreti içindesâz.
Y irm in ci yü zyılın ü ç çeyreği geçti. G iderek son çey reğ in in b irk a ç
yılını da geçirdik . G eçm iş yılların çok lu ğu n a b ak arak b u yü zyılın ta­
rih tek i yeri üzerine nitelen dirici y a rg ıla r verilebilir belki. Bunlardan
b iri kuşkusuz k ad m sorunu üzerine olacaktır. Y irm in ci yüzyıl, kadın
yüzyılıdır. T ü rkiye’d e d e öyle. Fakat n e d ü n y ad a ne b u ra d a k adın ın
savaşı bitm iştir. Savaşm kapsam ı ço k daha genişlem iştir. D oğum k on ­
trolü soru n la n , d oğu m olayın m kendisi, ço c u k bakm u, kadın ın gittik­
çe toplu m yaşam ın da yer alması, m eslek so ru n la n ve h epsinin ü stün­
de şu sorun var: B ugü n artık a y n b ir kadın lık soru n u d iy e b ir soru n
yok; kadının b ütün geleceğ i top lu m ım bü tü n ü n ü n sın ıf a y m m la n ola­
yı, T ü rk top lu m u n u n ek on om ik ve siyasal b ağım sızlığı p oru n la n yla sı­
k ı sıkıya b ağh d ır.

Sesimiz. Sayı 111, Ekim 1978


KU KLUX KLAN

Bizde b ir zam an lar top lu m bilim ciler Selanik’e, İzm ir’e ve İstanbu l’a
g elen Fransızca kitapları okurlar; Fransa’da en ço k adı geçen top lu m ­
b ilim ci kim se on a yapışırlar, T ü rkiye’n in toplum sal sorun ların ı o n la n n
aklın a ve a ğzın a göre yoru m la m a ya çalışırlardı. Şim di top lu m bilim
a lan ın da m od a ve m odel Fransızlar değil, A m erikalılar. Y an h ş a n la ­
şılm asın, b ü tü n A m erik alı top lu m bilim ciler dem ek istem iyorum . En
ç o k O rtad oğu ü lk elerin in soru n la n y la ilgilen enler arasında b u d ed ik ­
le rim ...
D em ok rat Part iktidara geldiği gün d en b eri b u n la r ’Türkiye’ de b ir
«d in sorunu» konusu tutturdular. K im i «din u yanm ası», kim i «din kal­
k ınm ası», kim i «dine dönüş oluyor» yollu gözlem ler, yoru m la m a la r ile ­
ri sü rdü. B u n la n n etkisi altında olan b izdek iler de şim di öyle. S öy­
ledikleri, K em alizm ’den, boş kalan b ir yeri d old u rm a k gib i b ir işlev
g ere ğ i çık tığım belirttikleri bu durum , din sorunu b içim in d e özetlene­
bilir. Bu, kon u n u n geçm işin i bilm eyen A m erik alı k afasın a göre, akla
u y g u n gözüken, b ir spek ü lasyondur. D ediğim yön d e y a zan lara sor­
sam : İslam lıkta «din sorunu» n ed ir? Bugün din anlayışı n ered e ken­
din i gösterir? Desem yanıt verem eyecekler. V erseler de söyleyecek leri
şejdn «din sorunu» değil, b asba ya ğı «politik sorun» old u ğu n u anlam a­
m a k için insanın hayli saf olm ası gerekir. (B urada A ra p la n , b ir ö lçü ­
de de p olitik soru nların ı bile düzenleyem em iş olan Pakistan’ı a jr ı tu­
tuyoru m . T ü rkiye için d ir söylediklerim .)
H ıristiyanlıkta d u ru m başka; ora d a «din sorunu» h â lâ ayakta. İsa
m itosu n d an «d ü n yanın karşısın da kilise» soru n ların a d eğin k a ç yüz-
ja ld ır tartışılan işler h âlâ tartışılıyor. A n laşılan bu n d an zevk alan ya
d a ken din e iş çık aran kişiler var. Fakat H ıristiyanlıkta d a bizde «din
soru n u » d en ip d e aslında «din sorunu» olm ayan akım lar v e örg ü tler
de var. Bunun belki en iyi örneği, şim di İngiltere’de tepki k onusu olan
A m erik a k aynaklı K u K lux K lan örgütü.
Bu a cayip a d lı örgüt, geleneksel H ıristiyan örgü tleri cin sin den bile
olm ayan b ir örgüt. K endisi din adın a «m ücahede» ya pm a iddiasm da.

200
KU KLUX KLAN

A slın d a ırk çılık siyasası ya pa n siyasal b ir örgüt. H em de gizli. H ıristi­


ya n lık ta rih in d e ya d a on un b u gü n ü n d e b u a d la tan m m ış b ir «din
örgü tü » yoktur. Bildilfim kadarına göre yaln ız A m erik a ’da, h em de
on u n yaln ız b ir bölgesinde b u lu n an b ir terör örgütü. A m erik a ’n ın si­
ya h insan bölgelerin de, üyehği gizh tutulan b ir örgüt. İçinde «Ejderha-i
âzam » (G ran d E>ragon), «Sihirbaz - âzam » (G ran d W iza rd ) gibi sala-
va th rü tb eler taşıyan kişiler var. D in adın a b iricik işlevi, siyah insana
karşı «m ücah ede». Şim di siz gehn de b u n a «d in olayı» deyin.
B u nlar p an ayırlard a görü len soytarılar gib i k afala rın a b ey a z ku­
m aştan yapılm a kukuletalar giyerler, b ey a z h arm an ileri için d e b irb ir­
lerin i bile tanım azlar; alevler için d e b ir büjrük h a çın ard ın d an elle­
rin d e m eşalelerle yü rüyü ş ya p a rla r çok k ez geceleri. İd d ia la n n a göre,
d in in ilerlejâşin i sim gehyorlarm ış.
B ana ço k g ü lü n ç geldikleri için eskiden b eri ilgilen d iğ im b u Ku
K lux K lan ’cıla n n artık kalm adığını, örgü tlerin in d ağıh p gittiğini sanı­
yordum . N eden düşm üşüm b öyle b ir san ıya? N iye d ü şm eyeyim ? Y ıl­
lard ır o ülkede beyaz-siyah insan arası ilişkilerin in düzeltilm esi için
o k ad ar ça,balar oldu; yasalar çıktı; yü rü y ü şler oldu; iki renkteki ırk
a ra sın da ü nlü ön derler gelip geçti, ö y l e beş o n tane değil, m ilyon larca
olan siyah insan jağını arasın da sın ıf a y u rm la n b ile gelişti. A m erik a
d evleti ordusunda, d iplom asisin de b irço k siy ah inşam h izm ete aldı.
H ollyw ood yapısı ’TV p rogram la rın d a p u n d u n a getirerek o y u n cu la r ara­
sına b ir iki siyah a k törü serpiştirm ek m od a b ile oldu. Eh. dem işim
içim den , artık b u Ku Klu-x K lan denen şeyler v e b en zerleri unu tu lu p
gitti. N e m ün asebet?
Ö rgüt yaln ız sapsağlam ayakta değil, şim di İngiltere’y e de üzemi­
yor: İngiltere’de çeşitli nedenlerle H ıristiyan da olsa siyah olan, b e ­
y a z da olsa H ıristiyan olm ayan b irk a ç m ily on insan yaşıyor. B ir im ­
p aratorlu k olm a n m m irası bu. Ö ğü n ü rsü n ü z b elk i am a mirasım, d a ç e ­
k ecek sin iz b u işin b ir çeşit kefareti olarak. O sm anlı İm paratorlu ğu da
öyle olm adı m ı?
Bu insanlara karşı kendini parti olarak ileri süren b ir örgü t de ge­
lişiyor. A d ı da ilginç; M illiyetçi Cephe; «N ational Front». Eskiden A l­
m an N azi örgü tü nü taklit eden O sw ald M osley'in partisini andırıyor.
A v ru p a ’da «sol», ilerlem e sağlıyor d en iyor am a «sağ» da yerin de sa­
y ıy or sanm ayalım . İşte A lm anya, işte İngiltere. En ileri iki ülke A v ru ­
p a ’da. A lm a n ya ’daki terör a k ım lan b oşu n a değil, am a şim di yalm z
n eden leriyle k oşu lla n fark lı olan İngiltere’yi alalım .
Son yılla rd a İngiltere’de gerçek ten su ç grafik leri jrûkseliyor. N e­
d en ? N eden olacak, ortalığı b ir a la y din, ahlak dışı ipsiz sapsız insan
kaplam ış ondan. Bir sın ıf halk d a b u çeşit düşünüşe k a fa ca ço k ya t­
kın. H er yerde. İster A lm anya, İngiltere gibi uygar, ister T ü rkiye gibi
u yga rlığın m aşallahın da olan ülk eler olsun. Böyle insan çok!
İşte b u Ingüiz M illiyetçi C ephesi’nin yard ım ın a g eliy or Ku K lux

201
TEOKRASİ VE LAİKLİK

Klan. B ilm iyordum , m eğer bu örgütte olan lara ü lkeye giriş yerlerin de
izin verilm ezm iş. H avaalanın da Mr. Ehıke adlı A m erik alın ın b u ö rg ü ­
tün «Ejderha-i â za m »ların d an b iri oldu ğu n u bilm eyen m em u ra pasa­
p ortu n u dam galatıp içeri girm iş. O lay nasıl d u yu ld u bilm iyoru m . Fa­
kat eylem e geçtiğin i fa rk ed en ga zeteciler a çıklad ılar sanırım . Mr.
D uke ön ce ziyaretini önem sizleştirm eye çalıştı: «Bizim k ötü am acım ız
yok, b izi k ötü tanıtan H ollyw ood oldu,» diyor. «A m a cım ız dinim izi yü k ­
seltm ek, b eyaz insanın kü ltü r m irasını yaşatm ak. G eceleri a levler sa­
çan haçlarla, b eyaz giysiler ve başlık lar için d e yaptığım ız toplantı ve
yürüsrüşler ço k güzel olu yor» d iy or gazetecilere. Bir çeşit «din tiyat­
rosu » oyn u yorla r sözde.
Bu yazım ı siz ok u yu n ca ya değin M r. D uke b elk i sınır dışı edilecek
ve «insan h a k la n » ülkesine geri gön d erilecek . İçişleri B akanı’nın b ö y ­
le b ir yetkisi var. Polis on u h en ü z bulam adı d iyorla rsa da Parlam en­
to ön ü n de çık m ış fo to ğ ra fı va r gazetelerde. Ben de T V ’deki k on u şm a­
sını dinledim . «Bakan n eden se b eya z insana «ön yargılı (prejü jeli) am a
siyah a değil», diyerek sırıtıyordu. Evet M illi C ephe ile p aylaşık üyeleri
varm ış. B u n la n çoğ altm a k için çalışm aya gelm iş.
B ilm iyordum , am a şim di onu da öğrendim . Ku K lu x K lan h âlâ ya ­
ş ıy o r ve dipdiri. Böyle b ir olayın yarattığı soru n b ir «din sorunu» m u ­
dur, yoksa salt b ir «politika sorunu» m u ? B izdeki d u ru m ü zerine k o­
cam an ya rg ılar verm ed en ön ce b u n u n üzerinde düşüneUm.

Cumhuriyet, 22 Mart 1978


YAYINLAR:

TANZİMAT
Tanzim at’ın yü zü n cü yıld ön ü m ü d olayısıyla M a a rif V ek illiğ i’nin
girişim iyle Tanzim at adlı v e b irço k ya zar ta ra fın d a n kalem e alınan
b ü y ü k b ir eser çıktı. Bu eserde T anzim at h akkın d a b irço k ya ra rlı bilgi
ve ilgi çek ici sayısız b elg eler vardır. B u nlar arasında M a a rif V ekâleti
sayın ve b ilg in m üsteşarı İhsan S u n gu ’n u n ya zd ığı «T anzim at ve Y en i
O sm anhlar» adlı uzun m akale, N am ık K em al ve Z iya P aşa’m n Tanzi­
m a t’la ilgili olan m akalelerin den xızun ahn tılar yapm ak suretiyle b u ­
g ü n k ola yca elde edilm esi m ü m k ü n olm ayan b ir ço k b e lg e ortaya çık ­
m ış oluyor. G erçi bu m akaleler, zam an ında basılm ış v e yayü m ış olan
m akalelerdi. Fakat b u n la n n çık tığı gazete ya d a m ecm u aları h e r yer-
d e b u lm a k m üm kü n olm adığı gibi, eski h a rfle ri b ilm eyen g e n ç k u şa­
ğ ın da okum asına im kân verm eyecek b ir d u ru m vard ı. S aym Ihsan
S u n gu ’n u n b u eseri aynı zam anda önem li b ir noktaya da hizm et etm iş
olu yor: Ş im diye k ad ar geçm işteki düşü n ü rlerim iz h akkınd a a ydın la­
rım ız, ço cu k lu k la n n d a ok u ld a kitap ve öğretm en ara cıh ğ ıy la ulaşan
görü şlerd en b elleklerin de kalm ış olan d ü şü n celerle şu ya da b u ya r­
gıya v a n rla r. Fakat bu kişüeri bü tü n eserlerini dikkatle in celeyerek d e­
ğerlen d irm eye çalışm azlardı. N am ık Kemal, Hâmit, Fikret, Z iya G ök alp
h ak k ın d a yapılan anketlere verilen ce v a p la n n yü zeyselliği ve kişisel
ya rg ıla r taşım ası ve doğal olarak b u yü zeyselliğin v e kişiselliğin d o ­
ğ u rd u ğu şiddetli ve aynı d erecede sığ ve kişisel tepkileri hatırlam ak
yeteriidir. Şim di bu y a z ıla n n yayın lanm asıyla N am ık K em al’in d ü şü n ­
ce yapısını dah a d oğru ve gerçek olarak saptam a fırsa tla n artm ış olu ­
yor.
Ihsan Sungu, ya 3anladığı b elgeleri G en ç O sm a n lıla n n T an zim at’la
ilgili m u h telif m eseleler h ak k m d ak i görü şlerin e göre çeşith başlık lar
altın da sıralıyor. Bu m eselelerden birisi, din v e d evlet v e genelHkle ö rf
ve âdet, ahlak vesa ir toplum sal k u ru m larla din ve d ah a d oğru su İslam
şeriatı arasın daki ilişki m eselesidir. B ugün T ü rkiye C um h uriyeti Teş­
kilatı Esasiyesi’n in ve C um huriyet H alk Partisi p rogra m m ın ana tem el­
lerin d en birisi laiklik tir ve b u n u tartışm a k on usu ya p m ak b ü e akla
gelm ez. O ysa y a n m yüzyıl geriye b ak tığım ız zam an b u n u n en b ü y ü k
düşü n ü rlerim izin bile h âlâ çözem ed ikleri b ir m esele oldu ğu n u g ö rü ­
yoru z.

ao3
TEOKRASİ VE LAİKLİK

Şim di biz, N am ık K em al ve arkadaşları şuydu ya d a b u y d u d e­


m ed en ön ce seçtiğim iz bu tek m eseleye karşı olan tu tum larını İhsan
S u n gu ’n u n yayın ladığı b u belgelerd en (Tanzim at, s. 809-816) yararla­
n a ra k a n lam aya çalışalım . N am ık K em al’in bu m esele a çısın dan değer­
lendirilm esi a n ca k on da n sonra yapılabilecek b ir şeydir.
N am ık K em al 1868 yılı H aziran ı’nda, L ondra’d a çık an H ürriyet ga ­
zetesinde şöyle diyordu:
«Reşit Paşa, Tan zim at’ın esasını şeriata irca etm iştir. H alkın h u ­
ku ku A lla h ’ın adaleti gibi ezelidir. Saltanat m evk iin de b u lu n an zat
b ize h akim olur, fak at m alik olam az. B inaenaleyh elim izde b ir adalet
esası varken tek b ir şahsın daim a d eğişebilecek olan iradesi üzerine
nizam ı k u rm ak d o ğ ru değildir.»
1868 yılı A ğu stosu ’n d a yin e a yn ı gazetede şöyle d iyordu:
«A vrupalIlar bU m ezler ki bize a n z olan u ygu n su zlu k h ü kü m etim i­
zin tem eli olan şeriatın hü kü m lerine ria yet etm em ekten m eyd a n a g el­
m iştir. D evletim iz yaşam ak isterse M u h am m et’in şeriatından ayrıla ­
m a z ve b ir îslam D evleti h alin de haUnde k alm alıdır...
...C em iyetler k u ru lu p d evlet ve hü küm et m eyd an a gelin ce her
m edeni cem iyeti teşkil ed en fertlerin um um i idare v e fik irlerin in b ir­
leşm esini ica p ettirecek b ir b a ğa ih tiy a ç hasıl olm uştur. İşte b u b a ğ
şer’id ir ki fertleri a y n a jn ı ve b era b erce idare e d e ce k olan siyasi h ü ­
küm lerdir. Ş er’in teferrü atım icm a ’ı üm m et tayin eder. Fakat esası
tabii hak lara dayanır. Bizde de tabii h ak lar ilahi a daletin ta k en di­
sid ir ki b u n u K uran tajân etm iştir.»
1868 E ylülü’nde şu d üşü n celeri ileri sü rü yordu :
«Biz d in üzerine id d ia la n m ızı k u ra n z. D in in siyasi h ü kü m lerin de
m edeniyete m ani ola ca k b ir şey görm ed iğim iz gibi, şuha kan iiz ki, va-
tam kurtaracak, a m m en in h ü rriyetin i tem in ed ecek ça re bu ahkâm a
m ü ra ca a t etm ektir. Bizim çü rü m em iz, bu k aidelere ria yet etm ejdşi-
m izdir. E ğer sizin m eden iyet d ediğin iz şey, k a n la n n a çık saçık soka­
ğ a çıkm ası ve m eclislerde dan s etm esiyse on la r ahlakım ıza m u gayyir-
dir. Biz istem eyiz, istem eyiz, b in kere istem eyiz.»
Kasım 1868’d e ş u n la n yazıyordu:
«Biz hakikatte düstu r yerin e şer'i k an u n istiyoruz. Şeriat usulü,
a yet ve h adislerde b u lu n an tabii h ak lardan istih ra ç ed ilen b ir b ilgi
deryasıdır. Şeriattan m eyd an a getirilecek kanun, adalet bak ım ın d an
v e zam an a u ygu n lu ğu itib a n y la b elk i de m eden i devletlerde bulunan
k a n u n la n n hepsine üstün olacağın a şüphe v a r m ı?»
1869 yılı O ca k tarih li H ü rriyet’te ş u n la n yazıyordu:
«A daletin esas h ü kü m leri a kıl v e nakilde, h e r zam an ve m ekân da
birdir. A vru p a m ütefek kirleri m evcu t n iza m la n n ın a sıllan m , akıl has­
sasıyla tabiatın hikem i k aidelerin den ve fü ru u n u da o kaidelerin m e­
den i m ü n asebetlere ve zam an ın ica p la n n a tatbik edih n esin den istih ­
r a ç ediyorlar. İslam aUmleri d e fık h ı bu ta rzd a tedvin etm işler ve fa ­

20i
TANZİMAT

kat tabiat kaideleri A lla h ’ın em irlerin de ve p eyga m berin h adislerinde


m ü n d em iç old u ğu için on la r felsefi istikralara m e cb u r olm ak sızın b u n ­
lardan istinbat etm işlerdir. İnsanların A lla h n am ın a h ak ların ı tayin
etm ekte ve herkesin itaatini m addi ve m anevi dah a sağlam b ir suret­
te tem in etm ekte oldu ğu n a bakılırsa, İslam iyetin h ü kü m ve siyaseti,
A v ru p a ’n ın teşri tarzına kat kat üstündür. Ne yazık ki elim izde şeriat
gib i m eden iyetin h er türlü ih tiya çların ı ifa y a k âfi b ir ilahi hediye
va rk en bırak ılıy or d a sekiz on zahm ve ca h ilin hevesatı, h u ku k u n esası
a ddolu n uyor.»
1869 senesinin ertesi a yın d a yine tekrar ediyor:
«D inin geri k alm am ıza sebep old u ğu yanhştır. G arpta pap azlar za-
Umlerle b ir olm uştur. H albuki bizde u lem a sm ıfım papazlara teşbih
etm ek o n u n m ah iyetin i tahriftir. M ü slüm an lar a ra sın da u lem a sın ıfı
daim a m ütegalliben in zulm üne m a ru z kalm ıştır. Şim diye k ad ar vü k e­
lâ h an gi h a y ra teşebbüs etti d e u lem a on a sed çek ti?»
1869 H aziram ’n d a T anzim at’m getirdiği ikilik ten şikâyet ediyor:
«B ir m em lekette iki n evi kanun ohnaz. A dalet, eşya n m h ak a yık m -
dandır. A sla değişm ez. Şeriat kaidelerine tatbik ed ilerek belki A v ru ­
p a ’d a n d ah a m u n tazam k an u n lar tanzim ed ilebilir ve b u d avam ızı b ü ­
tün âlim ler tasdik etm ektedir. Hal böyle iken n için ya ln ız m uam elâta
d a ir b ir m ecelle ile ik tifa olu n u yor d a b ir şer’i k an u n tanzim ine b a ­
k ılm ıyor?»
Z iya Paşa d a 2 2 Şubat .1869 tarihh H ü rriyet’te T anzim at d ev rin ­
d ek i dinî m ü balâtsızh ğın m illî ahlâkı b ozd u ğu n u , vü k elâ arasm d aki
din sizlik m od asın ı h alk ın d a taklit ettiğini, hattâ k a d m ve çocıik la r ara­
sın da bile b u n u n yapıldığım , n am az kılm ak, o ru ç tutm ak gibi İslâm
farzların ın yapılm ası belâ h a t ve ham akat n ü m unesi add olu n d u ğ u n u
söy lü y or ve şöyle d evam ediyor:
«A v ru p a ’yı taklit ile ileri gittiğim izi sam yoru z. H albuki A v ru p a ’
d a n alın a ca k terakki âm illeri k an u n a riayet, m ü k âfat ve m ü cazat h ü ­
k ü m lerin i icra etm ek, sanayii terakki ettirm ek, ticareti genişletm ek,
h u k u k u tem in etm ek, m illî m eşveret usulüdür. Biz b u n la n a lm ayıp
tiyatro yapm ak, b a lo y a gitm ek, zevcesin i kıskanm am ak, taharetsiz
gezm ek gibi şeylere göre hareket etm eğe çalışıyoru z.
T anzim atçılar halkı M ü slüm an h k taassubu n dan k u rtarm ak için
az m ı h im m et ettiler? İşte ticaret m ah kem eleri ve tem yiz h u k u k m e c­
lisleri ya p ıp şeriat m ah kem eleri yaln ız karı-koca, nikâh, m iras d ava -
la n gib i s ırf m ezh ebi u m u ra m ü teallik işlere m ü n h asır kaldı. Bu zat-
la n n fam ily aların d an görü len em sal ü zere devlet rica lin in fam ilya-
la n n d a n İslâm iyete m ahsus olan ırz ve edep, n am us ve h a y â kalktı.
Y aşm ak, fera ce kalkm ak derecesin e geldi. Entari yerin e fista n m od a
oldu. B eyoğlu m a ğa za la rın da ve s a r ra fla n n d a çırılçıp la k fistanlarla
k olk ola fren k lerle dansetm ek ve Fransızca, «bon ju r, m ösyö, m ersi...»
g ib i b irk a ç kelim e ile nezaket satm ak k adın lık zarafetin d en oldu. İşte

20S
TEOKRASİ VE LAİKTİK

b u a la fran ga âdetler b u zatların fam ilyaların d an tevâbi ve m ensupla-


rırıa ve o n la n n tevâbi y e m en su pların a ila ... n ihayet avam arasına ka­
d a r sirayet etti. Şim di İstanbul’da ırzlı ve edepli fam ily a a yıp h ü k m ü n ­
d e kaldı.»
N isan 1869 tarihli H ürriyet’te şöyle diyor:
«T anzim at’a k ad ar O sm anlı D evleti b ir k an u n üzere icra yı ahkâm
ederdi ki b u da îslâm şeriatidir. H albuki G ü lhan e Hattı H ü m ayu n u ’n da
şer’î h ü kü m ler h aricin d e tek kelim e bile olm adığı ve ıslahat denilen
şeylerin şeriat h ü km ü m uktezasından oldu ğu orada sarahaten b ildiril­
d iği halde Reşit Paşa b u n ları kim se bilm em iş de A v ru p a ’yı takliden
yen iden k endisi icat ediyorm uş gibi işi A v ru p a ’ya kıymetU satm ak
istedi v e devletin tem elinde iki b ü y ü k rah n e açti: 1) A vru p alIlar şe-
riatin ahkâm ını adalet, insaniyet ve terakkiye m ân i ve adalete m u ga ­
yir, h er tü rlü vah şi h arek etin yapılm asın a m ü sait b ir k an u n sanu-lar-
k en b u sanm aları tasdik ve itira f olundu. 2 ) Şeriat gittik çe sadece
m uam elâtı m ezh ebiyeye h asrolu n u p şer’i şerifin vü cu d u k a ld ın h y o r ve
b u suretle A v ru p a ’ya karşı d irayetli görü n m eğe çah şılıyor.»
N am ık K em al A v ru p a ’dan d ön ü p de İstan bu l’d a İbret gazetesinde
n eşriyata b aşla yın ca yine eski fik irlerin d e ısrar e d iy o r v e Teşrinievvel
1872 tarih li İbret’te şunları yazıyor:
«İslâm iyeti b ugü n k ü m ed en iyet ile uyu şam az zan n ını A vru p a h -
la r ’a, Tanzim at’m d ü n y ev î h ü kü m eti dini hü kü m etten ayırm ak teşeb­
bü sü verm iştir. E ğer yapılan ıslahat fık h a göre ve şeriat n am ın a ya pıl­
saydı, kan u nu ceza Fransa düstu ru n d an ça lın acağ ın a fık h ın U kubat
faslı ted vin olun saydı b u fik irlerin m eyd ana gelm esin e sebep olun ­
m ayacaktı.»
Teşrinisani 1872 tarihli ib ret’te eski b ir fik rin i yine tekrarlıyor:
«Elde sem avî b ir şeriat ve iki yü z m ilyon insan için d e ve b in sene
b u k ad ar b ü y ü k adam ın h ay atlarım vak fettik leri fık h gib i b ir hakikat
deryası elde vark en ecn eb ilerd en hü kü m iktibas etm eğe kendim iz m ec­
b u r bilm ek d oğru m u?»
A yn ı gazetenin K an un uevvel 1872 tarihli n ü shasında da şöyle diyor:
«Şark m illetlerin in fik irleri ve ta v ırla n ekseriyetle Islâm kaidele­
rin d en m eyd a n a geldiği için m eselâ b ugü n Fransa k an u n u m em leke­
tim izde tam am iyle kabul olunsa, değil ya lm z M üslüm anlar, hatta sair
m illetler bile m em nu n kalm ayacaklardır.»
«Tanzim at ve Y en i O sm anlılar» m akalesin in m u h arriri sayın İh­
san Su ngu şu h ükm ü veriyor: «G örü lü y or ki Y en i O sm anh lar T anzi­
m a t d evrin de v ü cu d a gelen ikilikten şikâyet ederler. Y aln ız itira z la n
la ik esaslardan alınan k an u n la r arasın da f ıkha istinat ed en b ir m e­
celle v ü cu d a getirilm iş olm asın a değil, d in i esaslardan a1 ına.rq.T<- m u a­
m elata d air b ir m ecelle v ü cu d a getirildiği h ald e d iğ er k an u n ların d a
dinî esaslardan alınm am ış olm asınadır.» (s. 804).
N am ık K em al’in ahlak gibi İçtim aî m efh u m la n riinî m enşelere irca

209
TANZİMAT

etm eye ne k ad ar ehem m iyet verd iğin i gösterm ek için şu hadiseyi zik­
rediyor.- N am ık K em al’in ark adaşların dan R ifat B ey’in vaktiyle b ir
Fransız m ü ellifin in eserini esas tutarak Paris’te n eşrettiği H ukuku
U m um iye adlı eseri İstanbul’da tek rar neşretm esi ü zerine o sırada
M a gosa ’da b u lu n an b ü y ü k edip yazdığı b ir m ektupta, ahlak ile kanun­
ların m enşelerini laik ve sosyal esaslara irca ed en b u esere itiraz e d e ­
rek şu m ü lah azaları ileri sürüyor: B izde h a y ır ve şerri, faziletleri ve
reziletleri gösteren a n ca k kitap ve sünnet’ten alınm ış olan h ü kü m ler­
dir. A h la k a ait olan m ülah azaları b u kitapta zik rolu n an h allere şam il
sayarsak insanın d in sah ibi olm ak ih tiya cın d a n vareste olm ası lazım
gelm ez m i? V e h a k ve n âh a k ’ı ahlak sayesinde öğren m eye in sa n la n n
iktidarı olsaydı «E nbiyayı İlahi» ye ne ih tiya ç kalırdı? H ak ve n â h a k ’ı
bild iren felsefi m ü lah azalar değil, din i «ilh a m lar»d ır (s. 811-812).
C>zetleyecek olursak, gerek N am ık K em al’in ve gerek Z iya Paşa’
n ın telakkilerine göre; Tanzim at, devleti d in d en a yırm a ya yelten en b ir
h areketti. Şim diye k a d a r d evlet resm en şeriata istinat ed iyord u , m e s e ­
lâ şeriatın özgü rlü k ve eşitlik k a v ra m la n n m tatbik olu n a m ayacağı ve
ga yri m ü slim olarak Islam lardan a yırdığı H ıristiyan lan n d o ğ a l hak-
la n n a konm uş olan tahdidat b u cü m ledendi. Tan zim at b u husustaki
y a sa k la n k aldırm akla d evletin h areketini a çık ça tam m an asıyla şeria­
ta istinat etm em iş olarak gösterm ek istiyordu. F erm anın n ıh u n a gö re
din v e itikat m eselesi ferd in v icd an ın a kalm ış b ir m eseleydi v e d e v ­
letin d oğru d an d oğ ru y a b u n u n la ilgisi olm ayacak tı. H akikatte b iliy o ­
ru z ki bu, İngiliz ve Fransız d ip lom a tla n n m H ıristiyan teb aa ya m ü savi
h a k la r tem in yolu n daki (şüphesiz ki sadece filan trop ik olm ayan ) g a y ­
ret ve tazyiklerinin neticesiydi.
İşte N am ık K em al ve Z iya Paşa b u siyasete itiraz ed iyorla rd ı. Bi­
rin cisi fik irlerin i düşünsel ve kuram sal b içim d e ifa de etm eye çahşm ış,
İkincisi ise d a h a p op ü ler hatta bazen b a ya ğı b ir şekilde ifa d e etm iş­
tir. N am ık K em al b aşlıca b irk a ç şeye itiraz ediyordu:
1 ) Şeriatla özgü rlü k ve eşitlik prensiplerin in u yu şm azlığı telakki­
si. O n a göre şeriatta insanm tabii h a k la n m red ve in k â r eden h içb ir
şey yoktur. 2) Bizde d in ve devletin a y n lm a sı prensipi. O n a göre, A v ­
ru p a ’da b elk i iyi ve d oğru olan bu tefriki b izde ya pm aya (y u k a n d a
zikredilen b irin ci m ü lah azadan d ola yı) asla gerek yoktur; b u iki m ües­
sese bizde A v ru p a ’d a oldu ğu gib i b irbirin e zıt değildir. 3) T an zim at b u ­
n u yapm ak la devleti d in i yaptın m lardan , d in i d e d evlet y a p tın m la n n -
d an m ahru m etm iş oldu. 4) B undan ötürü, b u h arek etiyle İslam lığın
A vru p a H ıristiyan m illetlerin den aşağı old u ğu a çık ça k ab u l edilm iş
ve A vrup alIlar’da b u sanıyı b üsbütün kuvvetlendirm iştir.
B unlardan g özü k ü yor ki b ü y ü k ed ib in kendisi d e T anzim at d evri­
n e has olan ikilikten kurtulam am ıştır. Bu ikiliği teşhis ettiği v e orta­
d an k aldırm aya çahştığı kesindir. G a rp ve Şark, d oğa] h ak lar d ok tri­
n iyle şeriat, h alk ile sultan, m o d e m d evlet ü e teokrasi a ra sm d a kesin

207
TEOKRASİ VE LAİKLİK

b ir tercih yapm ak tansa b ir uzlaşm a yapm ayı gütm üş ve b ım u d a n i­


h a y e t O sm anh vatan severliği ütopisiyle halletm eyi başarrm ştır.
A ra d a n geçen zam an içinde, bu teh fin m u v a ffa k olam adığını, ge­
çe n hadiselerin on u n h er tarafın ı h u rdah aş ettiğini gördü k . B üyük
m ü tefek kirin zam an ındaki antitezlerin, u zlaşm asım değil, çözü m ü n ü
T ü rk C u m huriyetçihği. H alkçılığı ve Laikhği başanm ştu-.

YENİ İSLAMCILIK
İslam A n sik lopedisi ve Islam -Türk A nsiklopedisi.
Bu eserlerin b irin cisi E ğitim B akanlığı tarafından, d iğeri de özel
b ir girişim ü rün ü olarak b ölü m ler halin de n eşredilm ektedir. Şim diye
k a d a r b irin ci eserin h en ü z daha A h arfin d e olan d ört bölüm ü, İkinci­
n in de yine A h arfin d e olan 16 form a sı çıkm ıştır.
G en çler d e dahil olm ak üzere ok u yu cu ları arasın da ço k alâka,, ra ğ ­
b et ve satış tem in etm eyi b aşardığın ı g örd ü ğ ü m ü z Islam -Türk A nsik-
lop ed isi’nin b aşın a b ir m u k addem e ya zan n a şir B ay E şref E dlp’in ya­
zısından a n lad ığım ıza göre Eğitim B ak an h ğı’n ın İslam A n sik lopedi-
si’ni tercü m e ve n eşretm eye k arar verm esi ü zerin e Batıh m üsteşrik,
m isy on er ve Y ah u dilerin ve M ü slüm an h k d üşm an ların ın p rop ag an d a
ve hataları ile d o lu old u ğu söylenen b u eserin vereceği yanhş kanaat-
l a n d üzeltm ek için T ürk ve İslam b ilgin leri ta ra fm d a n b ir ansiklopedi
n eşrin e lüzu m görü lm ü ş ve b u eser b u ih tiya cm ü rü n ü olarak m eyd a ­
n a gelm iştir.
Şu halde M a a rif V ek illiği İslam A n sik lop edisi’ni neşretm ekle ce-
su rane b ir h arekette bulunm uştur. Fakat M a a rif V ek ilh ğ i b u işi körü -
k örü n e yapm am ıştır. Ç ıkan cü zler gerçek ten özen h b ir çalışm anın
ü rü n ü olm uştur. Bazı b ölü m ler h em en hem en telif d en ecek k a d a r tas­
h ih ve ila velerle çıkm ıştır. B aşkasının hatasından ve p rop agan d asın ­
d a n k ork m ayan b ir zihniyetle h areket edilm iştir. Eserin b aşın a Şark
h ak k ın d a ga rp ta k i b ilgin in u ya n ışı ve evrim i h ak k ın d a ya ra rlı ve de­
ğ erli b ir tetkik konm uştur.
İki ansiklopedin in b azı m add elerin i karşılaştırm ak ya ra rh olur.
B öyle b ir karşılaştırm ada d ik k ati çek en n ok talarda n b irisi şudur: Is-
lam -T ü rk A n sik lop edisi’n i çık a ra n la r İslam A n sik lop ed isi’n de p ro p a ­
g a n d a oldu ğu n u ileri sü rd ü k leri h ald e k en dileri d e sık sık aksi p ro ­
p aga n d a yı yani İslam a kidelerin in p rop agan d asın ı yapm aktadırlar.
Şüphesiz ki b u p rop a g a n d a cı zihniyet eserin b ih m sel d eğeri h ak k m -
d a kuşku u yan dırıyor. Bu p rop ag an d an ın k ay gıla rm d an b irisi Islam i-
yeti on a m isyon er ve Y ah u d iler tarafın dan a tfolu n an şeylerden ayık ­
la y ıp tem iz ve ilk h alin e g öre gösterm ektedir. A yn ı zam a n da on u m u ­
a y y e n insanlar a rasm d a b ilfü l anlaşılm ış ve tatbik edilm iş o ld u ğ u
biçim iyle değil, ideal biçim in e göre gösterm ektedir. M esela İslam A n ­

208
YENİ İSLAMCILIK

siklopedisi ne ora n la ço k kısa olan «Â dem » m akalesine m u k abil îslam -


T ü rk A n sik lop edisi’nde bu m add eye sayfalar tahsis olunm uş; birin cisin ­
d ek i m addeye şiddetlö h ü cu m olunm uş ve b u m a dd en in m ü ellifin in İs­
lam iyet! kasden îsrailiyat ile ta h rif ettiği ileri sürülm üştür. Bizim b ild i­
ğim ize göre, M üslüm an h alk arasında bilin en  d em hikâyesi birin cisin ­
de an latıldığı gibidir. E beveynim izden de o şekilde öğren dik. H albuki
İslam -Türk A n sik lop edisi’n e n azaran b u h ik â yen in aslı yoktur. Islam i-
yette b öy le b ir şey yoktur. Bu m akaleye göre, K u ran ’d a ilk ve ta n n ta­
ra fın d an yaratılan insanm  dem oldu ğu bildirilm ediği, bilâkis Ku-
r a n ’ın (âdeta Lyell ve D a rw in ’den ö n ce) arzın tabak larından ve beşe­
riyetin evrim in den bahsettiği, hatta «arzm ta b a k a la n n a in erek araş­
tırm a yapınız» tarzında b ir em ird e d e bu lu n d u ğu ileri sürülüyor.
İhtim al ki böyledir. M eseleyi K u ran ’dak i bazı kelim e veya cü m le­
lerin d oğ ru tercü m e ve tefsirini ya p a ca k k a d a r A ra p ça ’y a h ak k ıyla
v a k ıf olan la r halletsin. Fakat b iz b ir noktajra işaret edelim : E ğer m e­
sele yazarın id d ia ettiği gibi ise dem ek ki yü zyıllarca îsla m la r İslam ­
lığı yanhş anlam ışlar, yanhş uygu lam ışlardır. A ca b a İslam iyet yü z3nl-
la r ca m ilon la rca insanın in an dığı şekildeki b ir d in m iydi, y ok sa yir­
m in ci yü zyıld a gelen îslam b ilgin lerinin işin d oğru su n u b u la ra k m ey­
dan a çık ardık la rı şekilde m idir?
Türk-îslam b ilgin lerin in b u yapıtı, rak ip o la ra k çık tığ ı eseri utan­
d ıra ca k v ey a on a örn ek ola ca k bilim sel n esn ellik v e soğu k ka n h h k gös­
term iştir denem ez. B irçok yerlerin de elden gitm iş b ir şeyi kurtarm aya,
b azı şeyleri tem ize çıkarm aya, İslâm î a kide v e tatbik atm ille bu g ü n e
tam am ı tam am ına u ygu n oldu ğu n u v e gayet aklî oldu ğu n u kanıtla­
m a y a yön elen b ir ça balam a var. îslam lar a rasm d a b ir  d e m hikâyesi­
n e inan ıhyorsa, bizce, b u n d a uta n ıla ca k h iç b ir şe y yoktur; çü n k ü h iç ­
b ir din bu h u su sta onu a yıp laya ca k yerde değildir. A ca b a neden, b e ­
şeriyetin uzun b ir fik ri evrim n eticesin d e a n ca k d ah a d ü n bu lab ild iği
hakikat, bize on d ört a sır evv el bildirilm işti tarzında h em bilim h em
evrim zihniyeti ile taban taban a zıt «kendi ken din i aldatm alar» ileri
sü rm ek ica p ed iy or? A caba, «evet, o zam an bilim bu derece ilerle­
mişti. b iz b u g ü n o zam an b ilinm eyen şeyleri b ilebiliyoruz; y a n n d a b i­
zim bilm ediğim iz şeyleri b ilecek lerdir» d iye sam im i b ir itirafta bu lu n ­
sak a yıp m ı olu r?
Fakat. İslam -Türk A n sik lop edisi’nin esash b ir tezi var. Bu tez
h em en h er b elli başh m akalede sistem atik b ir şekilde işlenm ektedir.
A ş ın ça b a v e dayan ışm a sayesinde b u a nsiklopedin in etrafın d a to p ­
lanm ış olan b ilgin ler tebrike değer. Tezleri, üzerinde u zu n ve esash
tartışm alar ya pılacak k ad ar ön em lidir. B unun için de bü tü n n eşriyatın
b itm esini b eklem ek d ah a d oğ ru olur. Şim dilik b izim a ld ığım ız in tiba
şu d u r ki yapıt, b aşk a İslam ülkelerinde, özellikle d e M ısır v e H in dis­
ta n ’d a m evcu t olan b ir tü r îslam reform a syon h arek etin in b ir ifa d e ­
sidir.

209
TEOKRASİ VE LAİKLİK

Bu cereyan, şiaxı «İslam iyet gelişm eye en gel d eğild ir» şeklinde ifa ­
d e ed ilen ve fik ir tarih im izde vaktiyle Sıratı M üstakim ve Sebilürreşat
m ecm u aları etrafın d a toplanan m u h arrirlerce işlenm iş olan görü şü n
devam ıdır. Esas düşünce b u rad a da yine ayn ı şiarla ifa d e edilebilir.
Son on beş yıl içinde yurtta ve d ü n yad a öyle olaylar cereya n etti, «k ö p ­
rü n ü n altından o k ad ar sular aktı» ki b u gü n b u görüş tam am ıyla cerhe-
dilm iş ve hatta unutulm uş b ir d ava h aline gelm iş sanılıyordu. Ö b ü r
yandan, id d ia bizde bu şekilde k ü su fa uğram ış b ir h aldeyk en b aşlıca
M üslüm an m em leketleri olan M ısır ve H indistan gib i m em leketlerin
ulem ası arasında devam etm iş ve üzerinde işlenm iştir. Bu m em leket­
le r bazı Batı ülkelerin in iktisadi ve siyasi n ü fu zla rı ile ga rp m ed en i­
yetinin tekn olojisin in istilasına u ğrad ık ları zam an cid d i b ir m esele
karşısında kalm ışlardı; H alk arasın da cari old u ğu şekilde dinî em ir ve
n eh iyler sistem inde b u tek n olojin in yarattığı yeni d u ru m la r hakkında,
getird iği yen i eşya, âlet, libas vesaire gibi b irço k vasıtalar h ak k ın d a
ve bü tü n b u n la n n getird iği m ü n asebetler ve nih ayet k ıym etler an a r­
şisi h ak k ın d a h azır b ir h ü kü m yoktu. H er toplu m u n d in i yön eticileri
o karşı cem iyetin içine yen i u n su rla r gird iği zam an on a karşı çıkarlar.
Bu, yüzlerce, bin lerce m isalleri ile ilm in tespit ettiği b ir vakıadır. M ev­
cu t sosyal nizam ı d eğiştirecek m ahiyette olan yeni u n su rla r karşısın­
da din h içb ir zam an «hay. hay, buyu rsu nlar» dem em iştir. A n ca k m uz-
■ta r vaziyette kalın ca h iç olm azsa kıym etler âlem ini k u rtarm ak k aygu -
su ile birtakım «ak lileştirm e»lerle yenija eskinin k alıbın a vu rm a y a ça­
lışm ış ve b ir sürü ikiliklere sebep olm uştur. îşte, T ü rkiye gibi b ir «la­
iklik» inkılabı yapam ayan b u M ü slüm an m em leketlerinde va ziyet b ö y ­
le olm uştur. Bu yü zden b u m em leketlerde b ir «akılcılık» cereya n ı y e ­
rin e b ir «akiileştirm ecilik» cereya n ı başlam ıştır. D en ildiğine göre, M ı­
sır b ilgin lerin den b ir zat derin tetebbu at n eticesinde elektriğin bile
K u ran ’da ön ced en b ildirild iğin i göstererek İslam iyetin h e r türlü terak­
kiye en gel olm adığın ı kanıtlam ıştır! Bu, d erin tetebbu kudretin i elek ­
trikte yeni b ir şey k eşfetm ek suretiyle vatandaşların ın h ayatın da b ir
in k ıla p yapm ak için h arcam aktansa K u ran ’ı iptal edem ediğini ispat et­
m ek suretiyle on ların im anını kurtarm ak için h arcam ayı yeğlem iştir.
İslam düşü nce h ayatın da yapılan bu hareketin b ir «akılcılık» ce ­
reyan ı d eğil b ir «aklileştirm ecilik» cereyan ı oldu ğu n a işaret etm iş­
tim. B una b en zer b ir hareket ve bu n u tenkit e d e r gibi gözü k en b irta­
k ım hadiseler H ıristiyanlık tarihin de de olm am ış d eğild ir. Bu cere­
yan b ilin d iği gibi Protestan R eform a sy on u ’dur. Batı u yga rlığın d a Hı­
ristiyan R eform a sy on u ’n u m üteakip P rotestanlığın ve bilhassa Kalvi-
n iz m ’in b izim b u g ü n Batı u yga rlığı d iye a n d ığım ız ek on om ik ve sos­
ya l sistem i m eydana getirm ekte b a şh ca etken oldu ğu ileri sürülm üş­
tür. G erek Protestan ve bilhassa K alvinist din ve ahlak pren sipleri ve
gerek dini örgü tü İslam iyetin zihniyetine ve örgü tlen m esine pek b en ­
zer gözü kü r. H er ikisi de m istisizm e, sihre ve u h revi asetizm e yü z v e r­

210 .
yeni İSLAMCILIK

m ez; «kazananın A lla h ’ın sevgili kulu oldu ğun u » söyler; d in î örgü tü n ­
de ru h b an hiyerarşisi kabul etmez. Şu halde neden Batı’da Protestanlı­
ğın u yga rlık yaratm akta oyn a d ığı b u rolü İslam lık da yapm asın ?
Bilim sel k esinlem eler yerine «tatlı istek ve arzu larım ızı söylem ek»
tense olaylara bakalım : Protestan sosyologları tarafın dan ortaya atıl­
m ış olan b u tez b u g ü n tam am ıyla çü rütülm üştür. Fakat iddian ın çü ­
rü k lü ğ ü n ü özellikle İslam u ygarlığın ın son tarihi kanıtlar: E ğer din i
b ir zihn iyet ve ahlak sosyal b ir sistem yaratacak b ir etk en olm ak gü ­
cü n e haiz olsaydı R eform a syon ’dan sonra teknolojisi, iktisadi teşkilatı,
ilm i ve dünyevi zihniyetiyle d ün yayı sarsan kapitalist sistem in İslam
ü lkelerinde daha önce, d a h a k ola y başlam ası ya da A v ru p a ’ da b aş­
lam ışsa b ile b u ülkelere hem en v e k ola yca girebilm esi gerekti. Çünkü,
b u Protestan sosyologlarının tezini ve bizim «aklileştirm e» felsefesin i
k abu l etm ek lazım gelirse, İslam d in in d e b u m eden iyeti en gelleyecek
h iç b ir şey yoktur.
D inin toplum sal evrim ve b ilim le olan ilişkilerini tartışırken, H ı­
ristiyan lık için oldu ğu gibi İslam lık için de, ü ç şeyi b irbirin d en a yır­
m a k gerekir: D in söz konusu oldu ğu zam an, bu iki b ü y ü k ve beşeri
m ahiyeti h aiz olan din de dah ü olm ak üzere, akla gelen lerden birisi
b u dinî sistem lerin içine girm iş olan sihri anan elerdir. G erek H ıristi­
ya n lık ve gerek İslam lık ya3n ld ık la n 3rerlerin k avim lerin in aşiret d ö ­
nem inden kalm a sihri ananelerinin etkisinden kurtulam am ışlardır. H ı­
ristiyan lıkta b u n u görm ek ço k k ola y oldu ğu gibL Islam iyette d e ku­
ram sal, resm i ve O rtodok s teolojinin bü tü n m ü cadelesin e rağm en sihri
sim geler, ritler ve itikatlar yaşam ıştır (tek rar ed elim ki b iz dinî b ir
ilah iyat sistem i olarak değil, sceyal b ir ola y olarak m ütalaa e d iy o ­
ru z) . D inin bu cephesinin ihm le uyu şm asına n e tarihsel evrim , ne d e
bün yeleri itibarıyla olanak yoktur.
İkinci ayırt ed ilecek ta ra f d in d e aynı zam an da v icd a n a ait b ir ah­
laki d eğerler sistemi oluşu ve aynı zam anda b ir sosyal denetim işlevi
oluşudur. Bu değerlere inanan kim seler için o n la n n m antıksal v e ras­
y on el izahı aranm az, sorulm az. Bu değerleri bireylere u ygu lay an top­
lum sal denetim m a k a m la n da b u n ların neden in i verm ez; a n cak belki
birtak ım allegorik, sem bolik açıklam alar yapar. B unlar rasyonel b ir
tahlile tabi tutu lm azlar (bu değerlere m ensup olan lar b ak ım ın d an söy­
lüyoru m ; yok sa harici ve bilim sel b ir m üşahit ta ra fm d a n d e ğ il). Bun­
la r K an t’ın «k ategorik imp>eratifler»idir. Protestan s o sy o lo g la n m n b u ­
gü n k ü Batı u yga rlığın ın özü nü oluştu rdu ğu söylenen kapitalist zihni­
yeti yarattığını sa v u n d u k la n zam an a n la d ık la n dinî etken işte budur.
( ^ l a r a göre evvelce H ıristiyanlığın h azırlad ığı b u ahlak sistem i b u r­
ju vazin in iktisadi ve toplum sal ahlakına (ne ga rip b ir rastlan tı?) tıpa­
tıp u ygu n gelçıiştir.
D inde aranm ası gerek en ü çü n cü b ir öğe de on u n b ir gerçek bilgi
olm asıd ır... H er dinî sistem de evren, arz, hayat, insan, ru h v e tarih

211
TEOKRASt VE LAİKTİK

h ak k ın d a m ü teaddit h ü kü m ve kesinlem eler bulu n ur. İslam iyette de


b u n la r çok tu r. G ariptir ki n e H ıristiyan ilah iyatçıları ne de sosyolog­
ları H ıristiyanlığın m od ern bilim in anası oldu ğu n u , on u n evrensel
g erçeği h ak k m d ak i gen el g örü şü n ü n p ozitif ilm i yarattığını, zam an ı­
m ızd a n ön cek i dönem lerde idd ia edem em işlerdir. H ıristiyanlık akide­
leri p ozitif bilim le, bilim e ait m eseleler ü zerind e d aim a gırtlaklaşm ış-
tır. Protestan m em leketlerinde bile faraza b ir evrim k u ram ı daim a m u ­
h alefete m a ru z kalm ıştır. M odern fizik, astronom i, jeoloji, b iy o lo ji ve
tarih bilim lerinin keşiflerin in H ıristiyanlığın sihri telakkilerinin ve ah ­
lak i talim atının a ltm d a yatan gerçek düşü n cesiyle taban tabana zıt
oldu ğu n u g örü n ce b ir m ü ddet m ü ca d ele etm işler, fa k a t yen ilgiye u ğ ­
radık ça, b ilh a ssa Protestan ülkelerinde, bilim i ken dilerin e m al etm eye
kalkışam am ışlar ve nih ayet dinin sadece v icd a n a ait ve akli tahlile
ta bi tutulam az, sadece inan ılan şeylere ait old u ğu n u k ab u l etm işler­
dir. Bu telakkinin d o ğ ru b ir yan ı varsa o d a d in in gerçek te h iç b ir za­
m an bilgi elde etm ek ara cı olm adığıdır. A n ca k zam anım ızda bilhassa
fiz ik ve p sik oloji b ilim lerin de ya p ılan yen i bu lu şla rın d oğu rd u ğu tar­
tışm alı d u ru m ü zerined ir ki gerek A v ru p a ’d a ve gerek A m erik a ’d a din ­
le bilim i karıştırm ak girişim i başlam ıştır. A n ca k b u girişim in b içim i
3nne îslam «a k lileştirm e»ciliğinden farklıdır. O n lar m od ern b ilim in
H ıristiyanlığın esas d ü n y a görüşlerin i pekiştirdiğini söylü yorlar. Fa­
ra za «fizik m a dd en in olm adığını, ru h u n oldu ğu n u ispat etm iştir» ta r­
zın d a oldu ğu gibi! Ö tekindeki sü reç ise tersine v e d a h a tezlidir: «M o­
d ern bilim in bulduk ları doğru du r, (acab a h angi b ilim ? «R u h »u n ve
«ceh en nem » in varlığ ın ı kan ıtlayan b ilim m i? Y ok sa gerçek m ü sbet
bilim m i? Bu da ayrı b ir m esele) am a b u n la r yeni b ir şey değil ki.
K u ran b u n la n bize ço k ön ced en bildirm işti.
E ğer b u d oğ ru ise, gerek bilim gerek d in adına b u n a sevinm ek
gerekir; a n cak «neden b u n u b ildirm ek için m ukadderat, b u k ad ar m il­
yo n M ü slüm an ı b u k a d a r yıl Îslam -Türk A nsiklopedisi bilgin lerin in
gelip d e b u n u m eyd a n a çık arm asın a k ad ar bekletti? H em d e b u bilim
b izim kitabım ızda va rk en onu n ed en d oğru d an d o ğ ru y a bize bahşet­
m ed i de şim di k âfirlerd en öğren m eye bizi m a h k û m etti?» sorusu akla
g e liy o r ve kendisine yan ıt istiyor.
Yurt ve Dünya, Sayı 8 , 1941

KUR’AN: ŞİİR VE KANUNLARI


Y a z a n : Stanley Lane-Poole. (Ç e v ire n : A v n i D oğan. A n k a ra 1942).
«S ebilü rreşat»çıların ve em salinin yü zü n ü bu ru ştu racak k ü çü k b ir
eser. İngiliz m üsteşriki Lane-P ool’un b u eserin i dilim ize çeviren B ay
A v n i D oğan k itaba b ir ön söz v e b ir de son söz katarak on u n için dili­
m ize çev ird iğin i anlatıyor. Ö n ce eserin içind ek ileri ok u yu cu larım ıza

212
KURAN: ŞİİR VE KANUNLARI

anlattıktan sonra çev iren in b u fik irlerin e de dokunuruz.


K itabı yazan K u ran ’ı herkesin an layacağı b ir sadelikle tahlil ed i­
yor. B irinci b ölü m ü n d e K u ran’ın İslam lar elinde ku llan ılan klasik şek­
li ile çok karışık ve anlaşılm ası g ü ç b ir eser gibi gözü k tü ğü halde garp
âlim lerinin ve bilhassa N öldeke’nin ço k in ce tahlillerîe surelerin ve
hatta âyetlerin k ron olojisin i tesbit etm eleri sayesinde P eyga m ber’in
h ayatın dak i m eselelerle m u vazi olarak nasıl b ir tekâm üle u ğrad ığın ı
görü n ce b ütün m anasının ve k u vvetin in b elird iğin i gösteriyor.
B ilindiği gibi, M u h am m ed ’in ölüm üne k ad ar â yet ve su reler ne
tasn if edilm iş n e d e tam am ıyla yazılm ıştı. B u n la n bilen lerin gittikçe
azalm ası üzerine d ah a son ra b u n la r toplanm ış, fa k a t yazarın dediği
gibi «h an gi âyetlerin h an gi su reye k on acağı b u g ü n b izim için anlaşıl­
m ası g ü ç b ir usul ile» tesbit edilm işti. S urelerin b ir kısm ı M ek k e’de,
b ir kısm ı M ed ine’de in d iği halde b u n la r b irbirin e k a n ş tın lm ış ve
h içb ir sıra gözetilm em işti. Zaten ne M u h a m m ed ’in sahabeleri, ne de
on d a n sonra K u ran ’ı kendine m ukaddes kitap sayan M ü slüm an lar
P ey ga m ber’in fikirlerinde, ü slu bu n d a b ir gelişm e olabileceğin i (bu n ­
la n m u tlak ve ezeld en beri yazılm ış saydıkları için ) n e k abu l ed eb i­
lirlerdi, ne d e h a tırla n n a böyle b ir şey gelebilirdi.
M üslüm an âlim lerin in bile ihm al ettiği b u işi A lm a n bilgin i N öl-
deke üstüne alarak b ütün sureleri d ört gru b a ayırm ış, b u suretle Pey­
g a m b er’in öğretilerin de adım adım v ü cu t b u lan tekâm ülü takip etm ek
m ü m k ü n olm uştur.
Bu tekâm ülcü görüş çerçevesi içinde K u ran ’d a n eler b u lu n u y or?
Y a za r p ek kısa b ir şekilde M u h a m m ed ’in için d en çık tığı sosyal
şartla ra d ok u n u yor. Bir tarafta ç ö l A ra p la n , d iğ er ta ra fta M ekke ve
M edine şehirlileri, H ıristiyan lar ve Y ah u dilerle, p azar yerleri ve ker­
vanlarla tem ası olan, yıllard an beri K abe’nin bek çiliğ in i yapan asil
K ureyş k abilesinin yeni türeyen tü cca r sınıfı yanında, fak irleşen b ir
ailesine m ensu p olan M uham m ed, sosyal v e psik olojik çatışm alar için ­
de bazen aklın a in tih a r a rz u la n bile gelen asabi, h eyeca n lı ve b elk i
d e kataleptik b ir şahsiyetti.
Yazar, M u h a m m ed ’in bu m uhit ile olan m ünasebetlerini, m ü ca d e­
lelerini ve b u n la n n on u n f>eygamberlik m isy on u n a şekil verişteki ro lü ­
n ü iyice anlatm ıyor. Y ılla rca sü ren b ir iç m ü cad elesin d en son ra M u­
h am m ed, M ek k e’d e yerleşen k abilelerin totem lerine k arşıh k tek v e
m u tlak olarak M u tlak T an rı m efh u m u n u öğretm eye başladı. Ü ç yıl
son ra etra fın d a hepsi fa k irler a rasın dan olm ak ü zere otuz, kırk ta ra f­
ta r vardı.
K âbe’n in bekçisi sıfatıyla h a cıla rın n ezir ve h ediyelerin den fa y ­
dalanan kendi k abilesinin ileri gelenleri, M u h a m m ed ’in pervasız h ü-
cu m la n karşısında m ukaddes m a bed in çökm esiyle u ğ ra y a ca k la n za-
r a r la n g örerek b u n ları tazyik, takip ve sü rgü n e u ğratıyorlard ı. Fa­
kat «p eygam berliğin in altın cı yıhnda, M uham m ed, kendisini yaln ız

213
TEOKRASİ VE LAİKLİK

köle ve dilen cilerle d eğ il... M ekke m eclisinde sözü geçen zen gin aile
şefleriyle de çevrilm iş buldu.»
Zen gin tü cca r sm ıfm ın da yard ım ın ı tem in eden Peygam ber, artık
m u h afa za k âr k u vvetlerle m ü cadele ed ecek k ad ar kuvvetli b ir cem aat
bulm uş, tek T a n n fikrin e Y ahu dilerle olan tem aslarından dolasn daha
alışkın olan M ed in e’ye m ü cad ele için göçm üştü.
M ek k e’de geçen tazyik ve m ü cadele y ılla n için d e inen âyetlerde
h en ü z daha devlet ve kanun hü kü m lerin e rastlanm az, n e,d in i m erasim
ne d e içtim ai v e cezai k an u n la r bulunur. B unların bü tü n sıklet m er­
kezi b ir tek T a n rı’n ın m u tlak kudretine inandırm aktır; b u n u n için
b aşk a k avim îerin u ğrad ığı a cı akıbetler hikâye ediliyor, hesap ve k ıya­
m et günü, ceh en n em ve cen net anlatılıyor.
D aha son ra eski T evra t’tan alınan hikâyelerle, getird iği em irlerin
yen i b ir şey olm adığını, d a h a ön ce T a n n ta ra fın da n yollan an v a h iy ­
lerden ibaret oldu ğu n u anlatır. Bu hikâyelerin anlattığı v a k a la n k en­
di d ava sın a d elil olarak kullam r. Esaslı ahlak pren siplerin i em reder:
A lçak gön ü llü lü k , sadaka verm e, verilen sözü yerine getirm e, kendini
n am az ve ibadete verm e. N ehiylere gelince; Ç ocu k la rı diri diri göm m e,
iffetsizlik, a dam öldürm e, ök süzlerin m alına dokunm a, h ırsızlık ... N i­
h ayet yenm esi h aram olan yem ekler gösterilm iş, rib â yasak edilm iş­
tir, fa k a t yeni d in in ahkâm ve âyinlerine d a ir esaslı b ir şey yok tu r
henüz.
A n ca k M edine surelerindedîr ki din in bü tü n tafsilatıyla nasıl ku­
ru ld u ğ u görü lm ey e başlıyor. A rtık M u h am m ed b ir şe f ve b ir kanun
vâzıı gibidir. A rtık yen i b ir cem aatin am eli m eseleleriyle k arşılaşıyor
ve o n la n h alled ecek h ü k ü m ler k oym a ya m ecb u r oluyor. «H arp ve sulh
gib i m ü h im m eselelerden tu tunuz da aile h ayatın ın en in ce teferruatı
bile d oğru d a n d o ğ ru y a P eygam ber ta ra fm d a n b ir k arara b a ğla n ırd ı...
Bütün b u k ararla r h er yerde ve h er zam an için m akbu l v e m u teb er b ir
k an u n olarak verilm ekteydi.»
B ununla b era b er b u n la r p ek m ü p h em ve u m u m i hüküm lerdi, h at­
ta o k a d a r ki yazara g ö re «K uran ’d a açık ve k at’î olarak tesbit edil­
m iş olan k an u n ların azlığı insana şaşkınlık v erir... M edine surelerin­
de d e p ek a z k an u n v a rd ır... Büs^ük b ir kısm ı gü n d elik ve g e çici o la y ­
larla ilgiUdir. B unlar b ir ta ra fa b ırak ılırsa «geride talim at veya şeriat
ola ra k tetkik ed eceğim iz p a rça la r pek az, pek kü çü k tü r». Dini, m edeni
ve cezai h ü k ü m ler M ed in e’de inen ve altı yü z âyetten m ü rek k ep olan
ü ç u zu n su rededir ki b u n la r K u ran ’ın ancak o n d a b iri kadardır.
«M u h am m ed ’in yeni b ir h u ku k külliyatı yaratm ak ve üm m etini
sert ve a ğır iba d et v e âyin lere zorlam ak istem ediği b e llid ir... Bunun
için p ek az iba d et ve âyin usulleri k o 3rmuş»tur. H atta M u h a m m ed ’e
göre «d ü n ya işleri hak k ında kendisince verilen kararların h e r türlü
h atad an u zak oldu ğu y olu n d a b ir in a n ca va rm a m a la n n ı h alk a tav­
siy e ed en b ir hitabesin de gören eklerin m u h afazası bildirilm iştir... Y e r­

214
KURAN: gİİR VE KANUNLARI

siz ve lüzu m su z o la n la n h a riç olm ak üzere A ra p gören ek ve gelenek­


lerin in M ü slüm an lar için b ir kanun olarak tatbiki hoş görülm üştür.»
Y aza r b u n d a n sonra nam az, oruç, zekât, h aram yiyecek ve içk i­
ler, gusûl, abdest, cih at hak k ında h ü kü m ler verildiğin i, fak at b u n ­
la n n teferru atın a ve tatbik şekillerine ait h iç b ir şey b u lu n m ad ığın ı
söylüyor. A n ca k kadınlar, evlenm e, m iras hak k ın da hüküm leri, Ku-
ra n ’m getirdiği yeniliklerin en esaslıdır. C eza h ü kü m leri de k ü çü k fık ­
ra la r halindedir.
Y aza rın bütün b u n lardan çık ardığı n etice şudur: K u ran M üslü ­
m an ların itikat ve am el h u su su nda biricik k ılavu zu d eğild ir. N asıl Hı-
ristiy a n la n n itikat ve im an ların a esas ola n h ü kü m leri İn cil’den çık ­
m am ışsa, M ü slü m an la n n itikat ve âjan leri halis K u ran ’m tebligatın­
d an ço k dah a geniş olan k aynak lara ve tem ellere dayan ır. Nitekim ,
daha sonraları, «hayatın h er safh asm ı ve fik irlerin h e r türlü gelişim i­
n i sünnet ve h adislerden çık arılan istidlal ve içtih atlara b ağlam ak is­
teyen b ir sistem doğm uştur. Bu sistem, h adiselerin tü rlü türlü tevil
v e tefsirlerine yol açtıktan başka, tatbik bak ım ın d an d a sıkıntıh ve g ü ç
b ir sistem di. Bu yü zden m ezheplerin k u ru lm asın a... ve içtih atların b ir
n izam altına alınm asın a lüzum hasıl olm u ştu r... M ü slüm an larca ina­
n ılıp am el ed ilen şeylerin b irçoğ u K uran ’da yoktur.»
Fetva ve içtih atlar k arıştırıldığı zam an îslam «m üçteh itlerin ln Ku-
ra n ’dan ne k ad ar az fayd a la n dıkla rım » k olayh k la a n la n z. «İhsan b ü ­
tü n öm rü n ce K u ran ’ı b a ş m d ^ sonuna, son u n d an b a şm a k ad ar d u r­
m adan k arıştın p araştırsa. yine İslam din inin esası old u ğu n a b u g ü n
inan ılan o m uazzam â yin ve ibadet sistem inden b ir k ü çü k ize b ile
rastlayam az.»
B ay A v n i D oğan, bu k ü çü k fa k a t d o lg ı^ , ilh am k â r ve ilm i zihni­
yetle yazılm ış tetkiki dilim ize çevirm ek le İslam lık h ak k ın d a ilm i b ir
görüş elde etm ek isteyen gen çliğe iyilik etm iştir ve bu cihetten övü lm e­
ye değer. A n ca k bu eser karşısında k endisinin çık arm ak istediği n e­
ticelere iştirak edem iyoruz.
O n a göre, b u eser bize İslam din in in Îslam k avim lerin in geri ka-
h şm d a b ir âm il olm ad ığın ı gösterm ektedir. Ç ü nkü b u d in in k itabı
Olan K uran sabit, k a fi, değişm ez, terakkiye en gel h içb ir h ü k ü m k o y ­
m am ıştır, diyor. H albuki eserin m ü ellifi Isla m lan n am el ettikleri in a n ç
ve âyin sistem inde K u ra n ’ın ne k ad ar az hissesi old u ğu n u gösterdiği­
n e göre y u k a n d a k i n azariyeyi ileri sürenlerin id d ia la n çü rü tü lm ü ş
olm u yor.
M ü tercim ön sözü n de d iyor ki: «Ö ksüzü koruyan, düşküne el u za ­
tan, verilen sözün tutulm asını isteyen, d ü şm an la erk ek çe vu ru şm ayı
em reden, d ü n y a işlerin de gü n ü n ica pların ı gözön ü n e a la n b ir dinin
in sa n la n a lçaltm asın a im kân v a r m ı?» H iç şüphesiz ki yok. Fakat b u
ah lak kaideleri yaln ız Islam iyete has olan ve ilk d e fa Islam iyetin getir­
d iğ i h ü kü m ler d eğ ild ir ki. E ğer Islam iyetin özü b u k ad ar âlem şü m u l

215
TEOKRASİ VE LAİKLİK

olan a hlak p rensiplerin den ibaretse onun b aşk a ah lak larda n h içb ir
fa rk ı kalm ıyor.
H albuki (K uran değil) İslam lık aile, ekon om i, hatta sanat ü ze­
rin d e k endin e göre ahlaki em ir ve n ehiyleriyle b a şk a la n n d a n a y n la n
ve bu ayrılık larıyla îslam kavim lerl üzerinde d erin tesirler bırak an bir
din olm uştur. (Resm i ve m usikiyi teşvik etm eyişi b u g ü n estetik geri­
liğim izde ne k ad ar âm il olm aktadır, aca ba b iliy o r m u yu z?)
Y azar, g erçek K u ran ’ın keşfedilm esiyle garp ta oldu ğu gibi, bizde
d e İslam lığın saf k aynakların a d ön en b ir reform a syon b aşla ya ca ğın ı
u m u yor. A n ca k bilm ek lazım dır ki garpta reform asyon din adam ları­
n ın din tarihini a ydın latm aların ın neticesi değil, derin ek on om ik ve
sosyal şartlardaki değişm elerin inikâsı olan b ir hadise olm uştur. Bizde
b u şartlar gerçekleşm em iş olm akla k alm ıyor, h en ü z daha b ir kü çü k
kitapçıkta b ir ya ba n cı âlim inin dine karşı takın dığı d ü n y evi ve ra s y o ­
nalist görüş bile yerleşm iş değildir. D in hadiselerini, kutsal ve h arik u ­
lade h ad iseler olarak değil, olagelen cem iyet h adiseleri diye a la m ı­
yoru z.
D iğer b ir nokta: Bu eser gösteriyor ki K u ra n ’ın talim atı o zam an
için b ile inkılapçı olam am ıştır. Tıpkı H ıristiyanlıkta oldu ğu gibi. Bun­
da d a m evcu t bazı şartlarla b ir telif yapılm ıştır. Bunu bilhassa Ku-
r a n ’ın mahalU gören ek ve geleneklere d oku n m ayışın da görü yoru z. lı>-
tidai sihrine karşı m ü h im b ir rasyon alizm h areketi olan p eyga m berli
dinler, daha um um i b ir insanlık m efh u m u getirm iş, insanın k ardeşli­
ğin i tek ve m utlak Tanrı m efh u m u altında birleştirm iş ve insanlık a h ­
lakı getiraıiştir. B öyle oldu ğu halde, d in î şartlan dıran b ir ço k âm iller
dolayısıyla b u din ler ne sınıf, ne servet, ne ırk, n e ah lak fa rk la n n ı v e
çatışm alarım k aldırabilm işler, n e d e kendi ü m m etleri içindek i tesa-
n ü d ü d ış a n y a d a tatbik edebilm işlerdir. Tersine ü m m etler arasındaki
ça tışm alarda âm il olan u n su rla r getirm işlerdir. Bu, gerek H ıristiyan­
lığın ve gerek İslam lığın tarihi şartları b ak ım ın d an tabii h adiseler
olarak görü lebilir. A n ca k b u g ü n ü o zam an lara b ağlam aya kalktığım ız
zam a n d ır ki tabiiliğe ve ilm e u ygu n hareket etm em iş oluruz. Tarihte
b ü y ü k rol oyn am ış b ü y ü k eserlerin kıym etini takdir etm e, on u m u t­
lak a gü n ü n im an m evzu u yapm ak la olm az.

Yurt ve Dünya, Sayı 18, 1942

Dizgi : Civan Matbaa


Baskı : Er - Tu Matbaası
Kapak Baskısı : Mas Matbaacıhk
NİVNZİ
BERKES
TEOKRASİ VE
LAİKÜK
"İ s la m ülkeleri a ra sm d a Türkiye, m o d e rn d e ğ iş m e le r
açısın d a n İslam dininin du ru m u ile ilgili ö ze l yanlar
g ö s te r e n bir ülkedir. Bu d e ğ iş m e le r sürecinin
başlan gıçları XVII. yüzyıla d eğ in g id e r ; X IX . y üzyılda
hızlanır; X X .y ü z y ıl başlarından so n ra radikal bir nitelik
kazanır. Bu d e ğ iş m e sürecinin getirdiği so n u ç la r, en
a şa ğ ı iki yan açısın d an k en d in e ö z g ü ayrılıklar g österir.
Bunların birincisi, bu d e ğ işim in , ö z ü n d e la ik leşm e
y ö n ü n e d o ğ ru o lm asıd ır. İkincisi, sü ren d e ğ iş m e
akım ının y ö n ü n ü n . B atılılaşm aya d o ğ r u o lm asıd ır.
B aşka bir d e y iş le , Tü rkiye'deki d e ğ iş m e en so n u n d a
laiklik ilkesinin y e r le ş m e s iy le so n u ç la n m ıştır. Türkiye
siy a sa l, t o p lu m s a l v e kültürel kuruluşlarına İslam dini
ilkelerine g ö r e biçim ler v e r m e y i bırak m ış; o n u n yerin e
Batı m o d e r n to p lu m s a l v e siy a sa l siste m in i örn ek
ed in m iştir. K olayca g ö r ü le b ile c e ğ i g ib i, bu iki y ö n e liş
birbiriyle y akın dan ilgili olan iki sü r e ç tir ."

— N iyazi B erkes

T o plu y a p ıtla rın ın ilki olan A tatü rk v e


D ev rim ier'd en sonra, N iyazi B erkes'in ikinci kitabı
o larak su n d u ğ u m u z T eo k ra si v e Laiklik'de yazarın
d in se l konulardaki araştırm aları, in cele m e le ri yer
alıyor.

adam 196

You might also like